Reis Bey ve Parmaksız Salih

 

REDS BEY- PİYES

11.Basım,Nisan 1999

b d yayınları Ankara Caddesi Vilayet Han Nu 10 Kat 3 Cağaloğlu istanbul

528 55 51 51108 73 512 59 22

ISBN 975 8180 11 8

.

REDS BEY

Mutlak İman halinde (tez)lerın (tez)ine sahip olan biz, tiyatrodan üstün ve dokunaklı âlet kabul

edebilir miyiz? Edemeyiz ama işte -hamdolsun- o mutlak iman yüzünden bugünkü Türk (!)

Tiyatrosu bize kapılarını kapatmış bulunuyor; biz de ona, yerle göğü birbirine katacak olan

tiyatromuzla karşılık veremiyoruz. Dedik ya, İstikbâli ve bu arada istikbâlin aktörünü bekliyoruz...

N. F. K. /Ekim 1976

BDRDNCD PERDE

ŞAHISLAR (Sahneye çıkış sıralarına göre)

OTEL KÂTDBD MÜBAŞDR BDRDNCD BAR KIZI İKİNCİ BAR KIZI KOYLU MÜŞTERD

TAŞRALI MÜŞTERD YELDDRMELD KADIN REDS BEY MAHKÛM BDRDNCD AVUKAT

KUMARHANE GARSONU

DADI

BDRDNCD GARDDYAN

İKİNCİ GARDDYAN

HAPDSHANE MUDURU

SAVCI

KATIL

KARABORSACI

MEMUR

YANKESDCD

SAHTE HÂKDM

TABLO 1

[Mesudiye otelinin holü... Cephede, holün sokağa bakan vitrini... Vitrinde, otelin ismi tersinden

okunuyor, sol dip köşede, girinti şeklinde iki duvarlık bir dirsek.. Dirseğin sağ duvara bakan uç

tarafında, camlı giriş kapısı.. Dirseğin cephe duvarında da, yukarı kattan inen ve dirseğin ön

ucundan bükülüp cephe istikameti bulan merdiven... Sağda, sağ ön köşeye geçit bırakan müracaat

gişesi... Gişenin arkasında ve duvarda, anahtar hücrelerinin çerçevesi... Merdiven kıvrığının sağ

duvara bakan tarafında, vitrinin ortasında, giriş kapısıyla gişe arasında, ön planın sol ve orta

yerinde, beyaz örtülü masalar ve iskemleler... Sağ ve sol köşelerde iki büyük koltuk... Göze çarpan

her şey kenar semtte, orta halli bir otel manzarası gösteriyor.]

(Otelin holü loş... Vitrinde, batan güneş altında, sokağın sıra binaları... Gişede, otel kâtibi... Vitrinin

ortasındaki iskemlede, Anadolu tüccarı kılıklı, kravatsız, kasketli bir adam: Taşralı müşteri..

Merdiven kıvrımı önündeki iskemlede de mübaşir.. Mübaşir yanındaki masada kocaman bir evrak

çantası ve resmî mübaşir kasketi.. Otel kâtibi, gişenin üstüne bir gazete sermiş ve ona eğilmiş

vaziyette.. Sükût..)

OTEL KATDBD — (Başını kaldırmadan mübaşire) Nişantaşı cinayetine ne dersin?

MÜBAŞDR — Gazete okuyanlardan duydum.

OTEL KATDBD — Sen tut, yedi katı tıpış tıpış çık, çatı katındaki dairesinde oturan ihtiyar kadını

boğ, elmaslarını al, sıvış!

MÜBAŞDR — Sen dediğin kim?

OTEL KATDBD — Oğlu... Üstelik biricik mirasçısı...

MÜBAŞDR — Bundan haberim yok!

OTEL KATDBD — Aynı gece, sabaha karşı yakalanmış... Tophanede, bitirim yerlerinden birinde...

MÜBAŞDR — Ne biçim iş? Apartman sahibi

kibar kadının oğlu, bitirim yerinde ne arar?

OTEL KATDBD — Belli olur mu? Kumara düşkünmüş... Eroine de alışmış... En âdi insanlarla, en

kötü yerlerde düşüp kalkma illeti... Sosyete hastalığı..

(Vitrinde, bir gazete müvezziinin koşarak geçtiği görülür.)

DIŞARIDAN MÜVEZZDNDN SESD — Nişantaşı cinayetini yazıyor! Elmaslar kadının oğlunda

çıktı!

(Sükût... Otel kâtibi ve Mübaşir, karşılıklı bakışırlar. Vitrinin ortasındaki iskemlesinde, taşralı

müşteri başını sokağa çevirir. Müvezzinin sesi uzaklardan geliyor!)

DIŞARIDAN MÜVEZZDNÎN SESD — (Gittikçe kaybolarak) Cinayeti yazıyor! Bitirim yerinde

kibar katil!...

OTEL KATDBD — (Mübaşire) Nasıl haberiniz olmaz? Bak, kenar mahallelere kadar bütün İstanbul

çınlıyor!

MÜBAŞDR — Biz işleri, mahkemeye geldikten sonra öğreniriz.

OTEL KATDBD — Bu işin muhakemesi sizde

mi görülür?

MÜBAŞDR — Belki!... (Vitrine bakar) Nerede

kaldı bizim Reis bey?

(Vitrinde, karşı pencerelerde tek tük pırıldamaya başlayan ışıklara göz dikerek) Gece oldu!

OTEL KATDBD — İstersen, çantayı bize bırak!... Gelince verelim...

MÜBAŞDR — Olmaz! Kendisine, eline teslim

etmeliyim. Huyunu bilmez misin?

OTEL KATDBD — (Gazeteye eğilir) Nasıl bilmem! (Durak, gazeteye dikkat) ݺe bak sen!

Hâdiseden iki saat sonra, İzmit'ten apartmana telefon edip annesini sormuş..

(Merdivenden, aşüfte tavırlarla, topuklarını şakırdatarak, gayet bayağı dekolteler içinde, sırtlarında

birer âdi etol, birinci ve ikinci bar kızları inerler. Birinci, ikincisine nisbet-le, mübalâğalı şekilde

oynak.. İkincisinde, bir dikkat, vekar ve birinciye karşı murakabe tavrı.. Otel kâtibi, taşralı müşteri

ve mübaşir onlara bakarlar.)

BDRDNCD BAR KIZI — (Gişenin önünden kapıya doğru bir kavis çevirirken, Otel katibine)

Merhaba, Kâtip Bey!

11

10

OTEL KATDBD — Merhaba küçük hanım!

(Birinci bar kızı, uzaktan Amerikanvâri bir veda işareti çakıp kapıya yürür. İkincisi arkasında, Otel

Kâtibine gülümser. Kapıya yürürler. Çıngıraklı kapı, çınhyarak açılır. Kızlar, kalçalarını

oynatarak kaybolurlar. Yine çınlayarak kapanan kapı...

MÜBAŞDR — (Otel Kâtibine) Hoppala!... Ben de bu oteli, koca Ağır Ceza Reisinin oturduğu temiz

bir yer sanıyordum.

OTEL KATDBD — Yine öyledir. İstanbul'un en temiz otellerinden sayılır. Müşterileri hep

Anadolulu...

MÜBAŞDR — (Eliyle kapı tarafını gösterir.)

Ya bu yosmalar?...

OTEL KATDBD — Onlar her akşam bu vakit uyanıp çıkarlar. Sabaha karşı da gelirler. Başka bir

suçlarını göremeyiz biz... Paralarını da tıkır tıkır öderler.

MÜBAŞDR — Bu kadarı yeter mi?..

OTELDN KATDBD — Tabîî yeter! Sizin Reis Bey de, gece başlayınca gelir, odasına kapanır,

kimseyle lâf etmez, kimseyi yanma almaz; şafakta da çıkar, gider. Farkları ne?...

MÜBAŞDR — Büyük bir fark değil, zahir... (Doğrulur) Öndeki çok cilveliydi kızlardan... OTEL

KÂTDBD — Elbette.. O hanım...

MÜBAŞDR —Ya arkadaki?...

OTEL KATDBD — O da bey... Ağabeysi diyelim... Hiç gözünü açtırmaz. Yan baktı mı, tokat

hazır...

MÜBAŞDR — HımmL (Ayağa kalkar.) Ortalık

adamakıllı karardı. Yak şu lâmbaları! 12

(Sokağın pırıltıları büsbütün gelişmiştir. O-tel Kâtibi, arkasındaki düğmeyi çevirir. Aydınlık...

Vitrinin çerçevelediği sokak manzarası solar.)

MÜBAŞDR — Sen kaç senedir otel kâtibisin?...

OTEL KATDBD — Bu otelde tam yedi senedir... Hepsi on seneyi geçer. Geldim geleli Ağır Ceza

Reisi bizde... Otelin demirbaşı... Ya sen, kaç senedir onun yanmdasm?

MÜBAŞDR — Benimki yeni... Bir yılı geçmez.

OTEL KATDBD — Bir yılda seninle kaç kelime

konuştu?

MÜBAŞDR — Ne bileyim ben? Vazife dışı konuşmaz. Ne diye soruyorsun?

OTEL KATDBD — Yedi senedir benimle konuştuğu, yetmiş kelimeyi geçmez de... MÜBAŞDR —

Huy dedik ya...

OTEL KATDBD — Öyle ama, bu kadar katısından, kapalısından da insan hoşlanmıyor.

MÜBAŞDR — Sen onun mahkemede gör, katılığını!

OTEL KATDBD — Allah düşürmesin... (Mübaşirin, kendisini hayretle süzdüğüne dikkat ederek) Ne

o? Ne bakıyorsun öyle?

MÜBAŞDR — Haline bakıyorum; pişkinliğine!

OTEL KATDBD — Sanat icabı... (Elini gişeye vurur.) Bu tezgâh insanı pişiriyor.

MÜBAŞDR — Sen, bu tezgâhta insan sarrafı gibi bir şey olmuşsun!

(Birden, otelin görünmeyen dış kapısında bir otomobil durmuş gibi acı bir fren sesi...)

13

MÜBAŞDR — (Giriş kapısına doğru) Bizimki

rai yoksa?

OTEL KATDBD — Ben onun taksiyle geldiğini

hiç görmedim. Zaten, burası mahkemeye on dakikalık yol...

MÜBAŞDR — (Otel Kâtibine döner) Daireden

çıkalı çok oldu. Şimdi anlarız.

OTEL KATDBD — (Eliyle giriş kapısını gösterir ve ortadan başlayarak gişeye kadar havada bir

kavis çizer.) Şu geçit yok mu, şu geçit?.. Bilsen buradan kaç türlü insan gelip geçer?... Gel de insan

sarrafı olma!... Gece gelen mi istersin, sabaha karşı düşen mi, gündüz damlayan mı?... Meteliksiz,

cepleri dopdolu, niyeti örtülü, eli açık, ağa, serseri, sevincinden uçan, derdinden sürünen, nüfus

kağıdından saklanan, sürü sürü insan... Bir bakışta kestiririz biz, müşteriyi... MÜBAŞDR — Tahsilin

ne, senin? OTEL KATDBD — Orta ama, yükseklerle boy ölçüşmeğe hazırım. Kültürümüzü

ilerletelim diye Reis Beyi kovalıyoruz da, ağzından, üçer kelimelik kuru vecizelerden başka bir şey

alamıyoruz..

(Çıngıraklı kapı açılır. Sırtında felçli kız, köylü müşteri... Kapı açık kalmıştır. Felçli kızın başı,

siyah sarılı... Köylü müşteri, köy ağası kılıklı ve kasketli... Otel Kâtibi ve Mübaşir, dikkat

kesilmişlerdir. Köylü müşteri gişeye doğru yürür, Otel Kâtibinin önünde durur.)

KÖYLÜ MÜŞTERD — Burayı salık verdiler.Bir oda istiyoruz!...

OTEL KATDBD — (Gösterir) Kızın mı?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Kızım...

14

OTEL KATDBD — Nesi var?... KÖYLÜ MÜŞTERD — Felç dediler. Makineden düştü.

OTEL KATDBD — Ne makinesi,

KÖYLÜ MÜŞTERD — Traktör.. Ondan düştü,

bu hale geldi.

OTEL KATDBD — Traktörde kız ne arar?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Oldu"işte!

OTEL KATDBD — Boş oda yok...

KÖYLÜ MÜŞTERD — Ne yaparız biz? Yarın doktora gideceğiz. Kız ameliyat olacak... Seni

memnun ederdik. '

OTEL KATDBD — Bir oda var ama, içinde hiç • ses çıkarmadan oturmanız lâzım... Bitişiğinizde

oturan, aksi titiz bir adam...

KÖYLÜ MÜŞTERD — Bizim hiç sesimiz çıkmaz... Kızım arada bir bunalır, ağlar; onu da duyan

olmaz.

OTEL KATDBD — Nüfusunuz, hüviyetiniz tamam mı?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Hepsi tamam!...

OTEL KATDBD — Pekâlâ... Birinci katta 4 numara... (Arkasındaki hücreden anahtarı alıp uzatır,

gösterir.) Çıkın merdivenden, yerleşin! Ben geliyorum. Bir yatak daha atarız. Eşyanız var mı?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Dış kapının içinde bir

heybemiz var...

OTEL KATDBD — Getirirler. Siz çıkın!...

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Anahtarı alırken) Allah razı olsun...

(Köylü müşteri dönüp merdivene doğru yürür. Otel Kâtibi ve mübaşir arkasından bakarlar. Taşralı

müşteri, yerinden kalkmış,

15

ağır ağır yaklaşıyor. Merdiven başına kadar gelir. Felçli kızın soluk yüzü, ıstırap dolu...

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Çıkarken) Allah hiç bir babaya, evlâdını bu halde göstermesin..

(Köylü müşteri merdiveni çıkıp kaybolur. Taşralı müşteri, gözleriyle onları takip ediyor.)

OTEL KATDBD — (Mübaşire) Ne de güzel kız!.. İnci gibi bir şey... On yedisinde var, yok... (Taşralı

müşteriye) Hemşeri! Gördün mü beterin

beterini...

TAŞRALI MÜŞTERD — (Döner) Benim halim onunkinden bin kere beter!... Razıyım, iki ayağı

kopuk olsun, tek onu bulayım!... Namusum kurtulsun!...

MÜBAŞDR — (Gişeye doğru gelen taşralı

müşteriye) Ne yaptı kızın sana? Namusuna ne olmuş?

TAŞRALI MÜŞTERD — Sorma, sorma!

(Açık kapıda, siyah başörtülü, ökçesiz bebe iskarpinli, yeldirmeli kadın... Çıngırak... Kadın , kapıyı

kapatır, gözler üzerinde... Gişeye doğru yürür. Halinde, keskin bir ener-

ji.J

YELDDRMELD KADIN — (Otel Kâtibine) Reis Bey bu otelde kalıyor, değil mi?

OTEL KATDBD — (Şüphe tavrı) Evet; ne istiyorsunuz?

YELDDRMELD KADIN — Görmek istiyorum,

işim var!...

MÜBAŞDR — (Yeldirmeli kadına) Reis Beyi

16

tanıyor musunuz?

YELDDRMELD KADIN — Hayır!

OTEL KATDBD — (Yeldirmeli kadına) Henüz

I gelmediler.

YELDDRMELD KADIN — Bekliyeyim bir kenarda...

OTEL KÂTDBD — Olmaz; Reis Bey böyle rahatsızlıklara gelemez!

YELDDRMELD KADIN — Dışarıda bekliyeyim öyleyse..

MÜBAŞDR — Hanım, olmaz dediler ya!... Ben mahkemenin mübaşiriyim. Reis Bey'in yolunu

kesip ona asılmakta fayda yok!...

YELDDRMELD KADIN — Ben tâ Eyüp'den geliyorum. Gecekondulardan.... Bir adım atmam bir

yere... (Dirseğin başında ve giriş kapısının yanındaki tek iskemleyi çeker.) Şuraya ilişip bekliye-

ceğim! İsterseniz kolumdan tutup beni sokağa atın! Piştik artık... Acı yüzünden...

(Yeldirmeli kadın iskemleye çöker. Otel kâtibi, Mübaşir ve Taşralı Müşteri şaşkın...)

YELDDRMELD KADIN — Ayakta bir dakika durmaya mecalim kalmadı. Bütün gün, İstanbul

kazan, ben kepçe... Derdine ilâç bulabilirsen bul!

TAŞRALI MÜŞTERD KADIN — (Yeldirmeli kadına) Derdin ne hanım?

YELDDRMELD KADIN — Ne olacak ?... Evlât

derdi...

TAŞRALI MÜŞTERD — Bir de benimkini bil-

YELDDRMELD KADIN — Neymiş seninki?

TAŞRALI MÜŞTERD — On sekiz yaşındaki

17

sen...

kızım; Samsun'dan kaçıp İstanbul'a geldi. Hani İstanbul kazan, ben kepçe, dedin ya; ben de gece

gündüz, deli pösteki sayar gibi İstanbul'u kapı kapı geziyorum. İzini bulana aşkolsun...

YELDDRMELD KADIN — Vah vah! Acıdım sana... (Dç geçirir, öbürlerine döner.) Evlât bu... A-cısı

dile kolay... Ciğerini söküp çıkarmış da, çocuk, annesinin, sevdiği karıya götürmek için; yolda

ayağı bir taşa takılmış, kapaklanmış... Vah evlâdım, bir yerin acıdı mı, diye bağırmış ciğer... Söz

temsili...

OTEL KATDBD —- (Yeldirmeli kadına) Seninki temsil ama, böyle anneleri şimdi zamane çocukları

sahiden öldürüyor. Nişantaşı'ndaki zengin ve kibar anneyi duymadın mı? Oğlu, elmaslarını almak

için onu boğmuş...

YELDDRMELD KADIN — Benim kendi derdimden başka hiçbir şeyden haberim yok!

(Çıngırak... Kapı açılır. Reis Bey... Çıngırak... Kapı kapanır. Reis Bey, şapkasını kaşlarına kadar

indirmiş... Herkes doğrulur. Mübaşir hızla atılıp, masadan evrak çantasını ve kasketini alır. Reis

Bey ilerler.)

REDS BEY — (Mübaşire) Çantada mı evrak?

MÜBAŞDR — Evet efendim!

REDS BEY — Ver!

(Mübaşir atılıp çantayı Reis Beye verir. Yeldirmeli kadın ayağa kalkar. Otel Kâtibi, gişeden çıkar.)

REDS BEY — (Bir sözü varmış gibi duran otel kâtibine) Bir şey mi söyliyecektiniz?

YELDDRMELD KADIN — (Reis Beye) O değil,

18

ben söyliyeceğim!

REDS BEY — Ne söyliyeceksiniz?

YELDDRMELD KADIN — Herkesin yanında şöyliyemem!

REDS BEY — Herkesin yanında söyleyiniz!

YELDDRMELD KADIN — Söyliyemem!

REDS BEY — Söyliyemesseniz daha iyi olur.

(Reis Bey, elinde çanta, döner, yürür; merdivenin bir iki basamağını çıkar. Herkes, taş gibi, onu

seyrediyor. Yeldirmeli kadın, Reis Beyin arkasından koşup, iki büklüm, ellerini uzatır.)

YELDDRMELD KADIN — Reis Bey, durun!

(Reis Bey, gayet sakin durur, döner; herkes donmuş... Yeldirmeli Kadın aynı vaziyette...)

REDS BEY — (Yeldirmeli Kadına) Buraya tiyatro numarası yapmaya mı geldin?

YELDDRMELD KADIN — (Paralayın) Numara mı dedin? Torunlarım sokakta dileniyor! Gelinim

orospuluk edemiyor! Ben yetmişine geldim. Elim ayağım tutmuyor! Hizmetçiliğe bile almıyorlar!

Ne olacak bizim halimiz

REDS BEY — Anlamıyorum!

YELDDRMELD KADIN — Nasıl anlıyacaksı-nız? Merhamet nedir, bilmeden anlamak olur mu? ݺi

gücü zorla suç aramak olan insan, neden anlar?

REDS BEY — (Mübaşir ve Otel Kâtibine) Çıkarın şu kadını dışarıya!

(Otel Kâtibi ve Mübaşir atılırlar, Yeldirmeli Kadını omuzlarından itip kapıya doğru sür-

19

mek isterler.)

YELDDRMELD KADIN — (Dtilirken Reis Beye) Gelinime göz koyanlar, oğluma iftira etti.

Paltosuna esrar koyup polise haber verdiler. Benim oğlum namuslu bir işçidir. Ne alır, ne satar, o

laneti... Tanımaz bile... Esrar satıcılığından ceza istiyorlar ona... (Tutanların ellerinden kurtulur. Bir

iki adım atar, bir iki basamak çıkar. Reis Beyin dizlerine sarılır.) Her şey karara kaldı; oğlum

konuşmayı bilmez, oğluma acı, dili dönmeyenlere acı! Masum torunlarıma acı, bana acı!

REDS BEY — (Uzakta apışıp kalan Otel Kâti-biyle Mübaşire) Alın, kaldırın!

(Mübaşir kasketini giyer. Otel Kâtibi ve Mübaşir, Reis Beyin ayaklarına kapanmış, hıçkıra hıçkıra

ağlayan Yeldirmeli Kadını zorla kaldırıp merdivenden indirirler, kapıya doğru sürerler. Çıngırak....

Hep beraber dışarı çıkarlar. Kapı açık kalır.)

KORDDORDAN YELDDRMELD KADININ ÇIİLIİI — Dilerim Hak'tan en ağır, en olmaz iftiraya

uğra, sen! O taş kalbinin havanında zehir ez, zehir ye! Evladın yoksa, senin başına getirsin

Mevlâm...

(Reis Bey, merdivenin ilk basamaklarında, heykel gibi, yeldirmeli Kadınının gittikçe kısılan

haykırışlarını dinler. Sonra dönüp merdivenden çıkmağa başlar. Taşralı müşteri, deli gibi ona

bakıyor.)

TAŞRALI MÜŞTERD — (Alık bir saffet içinde) Reis Bey!

(Reis Bey, merdivenin dönemeç basamaklarında durur. Taşralı müşteriye döner.)

TAŞRALI MÜŞTERD — Benim mahkemeyle işim yok! Ben buranın garibiyim! Kızım kaçtı da

memleketten onu aramaya geldim.

REDS BEY — Ne yapmamı istiyorsunuz?

TAŞRALI MÜŞTERD — Akıl, fikir, çare istiyo-ım.

REDS BEY — Polise başvurun!

TAŞRALI MÜŞTERD — Başvurdum! Bir şey

iadı.

REDS BEY — Savcıya da gittiniz mi?

TAŞRALI MÜŞTERD — Gittim. Muamele, ta-|>n yolunu takip eder dediler.

REDS BEY — İyi demişler...

TAŞRALI MÜŞTERD — Ama kızımı bulan

!

REDS BEY — Bu işde hâkimleri vazifelendir-ıez, kanun...

TAŞRALI MÜŞTERD — Nasıl kanun, bu?

REDS BEY — Kanun, gizli eşyayı bulmaya ıahsus bir fal kitabı değildir. Olana, gördüğüne,

DDldiğine göre hükmeder.

(Kapıdan Otel Kâtibi... Kapanan kapı... Çıngırak.... Otel Kâtibi yürür. Reis Beyi görünce

merdivenin önünde kalır. Reis Bey ona döner.)

TAŞRALI MÜŞTERD — (Reis Beye) Ben bu (lâfları değil, kızım) istiyorum!

REDS BEY — (Tekrar Taşralı Müşeteriye dönerek) Kızını kanundan istiyemezsin! Arada bir suçlu

varsa cezalandırılmasını kanundan isteye-

13

20

21

bilirsin! (Yine Otel Kâtibinine döner) Gitti mi kadın?

OTEL KÂTDBD — Ağlaya ağlaya gitti...

REDS BEY — Göz yaşı suçun rengini soldurmaz. (Durak) Ben odama çıkıyorum. Biraz sonra

kahvemi gönderirsiniz. Hiç bir sebeple rahatsız etmesinler beni!...

OTEL KATDBD — Başüstüne efendim!

(Reis Bey merdivenden çıkır. Kaybolur. Otel Kâtibi, şaşkın bakman Taşralı Müşterinin yanına

gelir.)

TAŞRALI MÜŞTERD — Ne acaip adam, bu Reis Bey!

OTEL KATDBD — Öyle acaip ki, bir benzerini bulamazsın. Bir kere emekli olmak üzere... Altmış

beşlik... Hâlâ yer yüzünde kimsesi yok... Yarım asırlık bekâr... Ömrü otel odalarında geçmiş...

TAŞRALI MÜŞTERD — Kendine bir ev açmıyor mu?

OTEL KATDBD — Ne gezer!... Ev bark sahibi olmaktan anlamıyor. Hususi hayatı yok ki, evi

olsun... İğreti yaşıyor. Kitapları, bir iki bavulu, o kadar... Bir yatağı bile yok dâr-i dünyada...

TAŞRALI MÜŞTERD — Galiba en rahatı o... Ne ev, ne evlât, ne dert!.. (Birden hatırlamışcası-na)

Ne olacak benim kızım? Sen ondan bahset!..

OTEL KATDBD — Kızım ben bulacağım senin, daha doğrusu ben bulduracağım! (Ön kısmın

ortasındaki masayla iskemleleri gösterir.) Gel, şuraya geçelim de bu işi konuşalım!

(Taşralı Müşteri ve Otel Kâtibi masaya geçerler, mahrem konuşma edâsiyle baş başa verirler. Otel

Kâtibi merdivene doğru...)

22

OTEL KATDBD — Kimlere bulduracağım, biliyor musunuz? Demin buradan çıkan bar artistlerine...

TAŞRALI MÜŞTERD — Buldurursan, sana tam on tane binlik...

OTEL KATDBD — Hiç merak etme! Bulduracağım! Deminki artisler, onu İstanbul'da ne kadar bar,

kabare, gece kulübü artist idarehanesi, çalgılı yer, gizli köşe varsa, arar, tarar, bulurlar.

TAŞRALI MÜŞTERD — Kızımın ne işi var, böyle yerlerde?

OTEL KÂTDBD — Böylesi, mutlaka o yerlere lüşer. Balık, denizden çıktı mı, balıkhanede bulu-ıur.

Reis Beyden öğrendik bu benzetişleri... (Taşralı Müşteriye döner.) Sen cevap ver bakalım. Kı-|zm,

hangi kitapları, dergileri okurdu?

TAŞRALI MÜŞTERD — Sinema dergilerinden j başını kaldırmazdı.

OTEL KÂTDBD — Gördün mü; tam olta balığı! Yalnız ilk masraflara dayanmak lâzım...

TAŞRALI MÜŞTERD — İstediğin kadar.... Kaç para istersen...

OTEL KÂTDBD — Sen bana onun iki resmini ver ve başka bir şeye karışma!...

(Taşralı Müşteri, hemen elini cebine atıp şişkin bir cüzdan çıkarır, açar, içinden iki vesikalık

fotoğraf çekip uzatır.)

OTEL KATDBD — (Fotoğraflara dikkatle bakarak) Çok güzel kız, be!... Saçları da son moda...

(Merdivenden Köylü Müşteri... Pat pat iner.)

OTEL KÂTDBD — (Köylü Müşteriye) Ne o, dostum?

23

KOYLU MÜŞTERD — Heybemi alayım, dedim.

OTEL KÂTDBD — Garson getirirdi. Neyse al!

, KÖYLÜ MÜŞTERD — (Dndiği merdivenin son basamaklarında) Kıza yine fenalık geldi. İlâçları

hevbede...

OTEL KATDBD — Git, al!

(Köylü Müşteri giriş kapısından çıkar. Kapının açılış ve kapanış çıngırakları...)

TAŞRALI MÜŞTERD — (Otel Kâtibine korkuyla eğilerek) Kızımı bir iğfal eden varsa, şu mahut

Reis Beyin karşısına mı çıkarırlar?

OTEL KÂTDBD — Eh, işte o zaman herif yandı! Ama yok, bir şey olmamıştır! Evhama düşme!

TAŞRALI MÜŞTERD — Böyle bir şey olacağına ölüsünü bulsam daha iyi...

(Merdivenden Reis Bey... Pantolonu üstünde ropdöşambr... Yüzü o tarafa doğru olan Otel Kâtibi

yerinden fırlar. Taşralı Müşteri de kalkar.)

REDS BEY — (Merdivenin dönemecinde) Odamın bitişiğinden bir iniltidir, bir ağlamadır, gidiyor.

Ne var?

OTEL KÂTDBD — Felçli bir kızla babası, efendim! Anadolu'dan bu akşam geldiler. Yarın, ameliyat

için, doktora götürecekler...

(Çıngırak... Heybesi elinde, Köylü Müşteri.... Çıngırak... Kapı kapanır. Köylü Müşteri merdiven,m

önünde...)

REDS BUY — (Otel Kâtibine) Başka oda yok muydu koca otelde? 24

OTEL KÂTDBD — Son boş oda... Bitişiğinizi, son boş oda diye saklıyoruz. Otel dolunca vermeğe

mecbur olduk.

REDS BEY — Vermeseydiniz! Otele, hastaha-

nelik hasta kabulü nizâma uygun mu?

OTEL KÂTDBD — Bulaşıcı hastalık değil...

Sonra da acıdık!

REDS BEY — Hastalığı değilse bile, rahatsızlığı bulaşıcı... Ona acıyacağınıza, istirahat hakkını

kazanmış olanlara acısaydmız daha iyi olurdu.

OTEL KÂTDBD — Af buyurun efendim!

REDS BEY — Çıkın, ihtar edin, kessinler seslerim! J

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Reis Beye) Ben şimdi

pustururum onu...

REDS BEY — (Köylü Müşteriye) Siz kimsiniz?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Babasıyım!

REDS BEY — Eğer hemen susturmazsanız, polise haber verir, geceden kaldırırım onu hasta-

haneye!...

KÖYLÜ MÜŞTERD — Merhamet edin efendim!

REDS BEY — Sen de mi öğrendin bu lâfı? (0-

tel Kâtibiyle Taşralı Müşteriye doğru) Ne kelimeler, ne duygular var; Öğretemiyoruz da, sıra

merhamete geldi mi, herkes ezbere biliyor. Ağızların

renç sakızı!

OTEL KÂTDBD — Merhamet suç mu efen-

lim?

REDS BEY — (Gayet sert) Hem de idamlık...

(Reis Bey merdivenden çıkar. Arkasından Köylü Müşteri... Otel Kâtibi ve Taşralı Müş-

25

teri, merdivene doğru, dimdik... Çıkanlar kaybolur. Taşralı Müşteri Otel Kâtibine döner.)

TAŞRALI MÜŞTERD — Taştan mı, demirden

mi bu adam?

OTEL KÂTDBD — Makine adam... Kanun makinesi... Tek yanhşsız çalışır.

TAŞRALI MÜŞTERD — Hiç acıdığı olmaz mı?

OTEL KÂTDBD — Acımak mı? Ne diyorsun sen? Bir gece bu otelde bir intihar vakası oldu. Reisin

yattığı katta, genç bir Üniversiteli kendisini tavana astı. Bütün otel ayağa kalktı. Onun tüyü bile

kıpırdamadı. Gelen polislere, odamda yazımı yazıyordum dedi; on günlük uzaktaymışım gibi hiç

bir şeyden haberim olmadı, dedi. Her gece olduğu gibi, üst üste kahvelerini içti, yazısını bitirdi,

uykusunu uyudu. Sabahleyin Savcı, ölünün yüzünü açıp bin bir rica ile ona gösterdiği zaman şu

sözü söyledi; «Benden merhametin öldürdüklerine merhamet beklemeyiniz!" Bu sözü, kulağımdan

hiç gitmez.

TAŞRALI MÜŞTERD — Merhametin öldürdükleri ne demek?

OTEL KÂTDBD — Yani, merhamet göre göre yalnız ona muhtaç, yaşayanlar... Merhametten doğan

ihmal ve ona ihtiyaç yüzünden ölenler...

TAŞRALI MÜŞTERD — Başka neye muhtacız ki? Allahm rahmeti olmasa ne olur halimiz?

OTEL KÂTDBD — (Döner, gişeye doğru yürür.) Gel de ona anlat! (Gişenin içinden) Bakalım,

radyoda ne var?

(Otel Kâtibi, gişenin içinde, görünmeyen bir noktadaki radyonun düğmesini çevirir, son-

26

ra dirseklerini gişeye dayayarak Taşralı

Müşteriyi süzmeğe başlar.)

OTEL KÂTDBD — On tane binliği unutmuyoruz, değil mi?

TAŞRALI MÜŞTERD — Şimdi getir, hemen

al!

RADYONUN SESD — Nişantaşı cinayeti...

Zengin ve ihtiyar annesinin kaatili hain evlât, I tam dört saat içinde nasıl ele geçti? Kaatilin

ceketinden kopup, ölünün sıkılmış avucunda bulunan esrarengiz kumaş parçası... Yarınki

"Cemiyet" gazetesinde... "Cemiyet" gazetesi, her gün sekiz

sahife...

OTEL KÂTDBD — (Radyonun düğmesini kapatarak) Ooof. Bir şey dile düşmesin bu memlekette!...

— Işıklar kararır —

27

TABLO II

[Mahkeme salonu... Tam cephede, hafif kavis şeklinde, hâkimler kürsüsü... Kürsünün solunda,

savcıya mahsus çıkıntı kürsü... Solda giriş kapısı... Sağda, büyük kemerli pencere ve önünde

avukatlar masası... Kürsünün orta önünde zabıt kâtibi masasiyle savcı arasında ve hâkimlere doğru

çapraz biçimde, şahit parmaklığı... Tam ortada hâkimler kürsüsüne karşı, parmaklıklı sanık yeri ve

sırası...]

(Kürsüde ve ortada Reis Bey.. Sağında ve solunda birer âza.... Soldaki çıkıntı kürsüde savcı... Reis,

iki âza, savcı, kırmızı yakalı cübbeleri içinde... Sağda, cübbeleri içinde, birinci ve ikHci avukatlar...

Kürsünün önünde ve merkezinde siyah önlüklü daktilo kız ve yanında bir genç stajyer... Solda

savcı kürsüsüne yakın, ayakta mübaşir... Şahit parmaklığında, apartman kapıcısı... Sanık yerindt,

sıraya oturmuş, arkasından görülen mahkûm... Parmaklığın arkasında, sağ ve sol ön köşelere doğru

çapraz durmuş, birer jandarma... Dinleyiciler geride kaldığı için görülmüyor. Kapının önünde, otel

tiplerinden birkaçı.. Avukatlar not alıyor ve daktilo kız, son cümlesini bitiriyor. Bitirir.)

REDS BEY — (Mahkûma) Şahidin sözlerine bir diyeceğiniz var mı?

28

(Mahkûm ayağa kalkar, hiç bir şey söylemeden durur.)

REDS BEY — Cevap veriniz! (Sükut... Durak)

REDS BEY — Diyor ki apartman kapıcısı: Gece yarısı abdest alıyordum. Sokak kapısının gayet

yavaş, son derece yumuşak bir sesle kapatıldığını duydum. Ayaklarımı kurulayamadan kapıcı

penceresinin önüne geldim. Bir göz attım. Yarı karanlıkta, arkasından, otomatiği yakmadan

merdivene doğru kıvrılan bir adam gördüm. A-sansöre binmemişti. Merdivenin yol halıları

üzerinde yürüyordu. Loşlukta, yalnız siyah noktalı

I ceketini tanıdım. Küçük Beyin ceketi.. (Şahide)

1 Öyle mi?...

(Apartman kapıcısı tasdik işareti yapar.)

REDS BEY — (Mahkûma) Evet! Size ait olan bu ceket Londra malıdır. Tahsilinizi yarım bırakıp

döndüğünüz yerin malı... Kupon kumaş... İstanbul'da kimsede bulunması ihtimali yok... Bir parçası

da, boğuşma sırasında kadın tarafından koparılmış, (Sağ yumruğunu sıkar.) sımsıkı avu-cunda

kalmıştır. (Sert) Cevap verin!

MAHKÛM — İnkâr etmiyorum! Söyledim!

REDS BEY — Neyi inkâr etmiyorsunuz?

MAHKÛM — Böyle bir ceketim olduğunu...

REDS BEY — O halde?...

MAHKÛM — Giyen ben değildim.

REDS BEY — Yani bir başkası, sizinle ayni' boyda boşta bir adam, apartman kapısının anahtarını

yaptırdı, ceketinizin eşini diktirdi de anne-

29

nizi boğmaya, sonra da kadının elmaslarını, gizlendiği yerden almaya mı gitti? Bu kadar tesadüf üst

üste gelebilir mi?

(Sükût... Durak... Karşılıklı bakışma... Birinci avukat, sağ elindeki kalemi havaya kaldırıp söz

ister.)

REDS BEY — (Birinci avukata) Buyurun!

BDRDNCD AVUKAT — (Ayakta) Muhterem Reisim!... Apartman kapısının anahtarı, küçük bir

detay gibi görünse de, bizce hayatî ehemmiyettedir. Anne kaatili zanlısından bu noktayı öğrenmeğe

çalıştık. Bir gece, bitirim yerinde, kumar masasında unuttuğunu, ertesi gece de kumarhane

garsonundan aldığını söyledi. Bu nokta üzerinde durulmasını dileriz.

REDS BEY — (Birinci avukata) Sırası gelince düşünülür... (Şahide) Şahitliğiniz bitti,

çekilebilirsiniz! (Mahkûma) Oturunuz!

(Şahit, Reisi selâmlayarak çekilir. Mahkûm oturur. Birinci avukat da oturur. Reis Bey, önündeki

dosyayı karıştırır.)

REDS BEY — (Başını dosyadan kaldırarak mahkûma) Polise ifadenizde şöyle demişsiniz; Ben

vak'adan bir gece evvel, apartmandan, şimdi üzerimde gördüğünüz elbiseyle çıktım, şu âna kadar

da eve uğramadım. İri siyah kareli ceketim gardroptadır. Ararsanız bulursunuz.

MAHKÛM — (Ayağa kalkar) Evet, evet!...

REDS BEY — Hemen aramışlar, bulamamışlar... Dokuz kat elbiseniz arasında, iri siyah kareli

elbisenizi bulamamışlar.. Ne dersiniz?

30

(Sükût... Durak...)

REDS BEY — ݺletin dilinizi; ellerinizi işlettiğiniz gibi...

MAHKÛM — (Birden patlayarak) Dehşet içindeyim, Reis Bey, kriz içindeyim! (Ellerini sol

taraftan uzatarak) Ben, ellerimi, annemi boğmak için işletmiş değilim!

REDS BEY — Eroin krizi mi geçiriyorsunuz?

MAHKÛM — (Büsbütün yırtınarak) Ben suçluyum, Reis Bey, biliyorum! Bu yüzden nefret

ediyorsunuz benden. Onu da biliyorum! Ama benim suçum, anne kaatilliği değil... Bitirim yerlerine

düşmüş, eroine alışmış olmak, benim suçum... En yüksekten en aşağıya düşmüş olmak... Bu yüzden

nefret ediyorsunuz benden... Belki belâmı la bu yüzden buluyorum! Ama ben, anne kaatili İeğilim!

REDS BEY — Bunların hepsi edebiyat... Suç ıer zaman bu edebiyata muhtaçtır. Siz kupkuru

ıakikata cevap veriniz!

MAHKÛM — Annemi ben öldürmedim!

REDS BEY — Anneniz mezardan çıkmış da, jbeni oğlum öldürdü, diye ifade vermiş gibi, bütün I

deliller üzerinizde birleşiyor. Konuşamıyan kadının son sözü (Yine sağ yumruğunu sıkar.) sıkılı

avucundan çıkan ceketinizin kumaşı... Hüviyet varakanız gibi bir şey....

BDRDNCD AVUKAT — (Bir anda ayağa fırlar ve izin almadan konuşur.) Cüretimi bağışlayın,

muhterem reisim: fakat belirtmeme izin verin ki, Hâkim itham etmez, ancak takdir eder.

REDS BEY — (Birinci avukata) Baro Reisi muhterem avukat da bilmelidirler ki, hâkimin takdire

varabilmesi için, kıymet hükümlerini be-

31

jirtmesi ve ona göre cevap istemesi lâzımdır. Lütfen istirahat buyurun! (El işaretiyle birinci avukatı

yerine oturturken, başını mahkûma çevirir)

Cevabınız?...

MAHKÛM — Annemi ben öldürmedim! REDS BEY — (Mahkûma) Oturun yerinize! (Mübaşire)

Şahit Veli Özbudak...

(Mübaşir, bir atılışta giriş kapısının dışına çıkır.)

MÜBAŞDRDN SESD — Şahit Veli Özbudak!!! Veli Özbudak!!!

(Salonda, kasketi elinde, kravatsız, ceketi ve pantolonu biribirini tutmaz renklerde, kumarhane

garsonu girer. Peşinden içeriye iki gazete fotoğrafçısı da dalar. Mübaşir, şahidi, omuzlarından

iterek şahit parmaklığına sürer.)

REDS BEY — (Önündeki dosyaya bakarak şahide) Hüviyetinizi bildiriniz! (Daktilo kıza) Yazınız!.

KUMARHANE GARSONU — (Papağanvâri)

Galatalı, otuz sekiz yaşında, Ali oğlu Veli Özbudak...

(Daktilo kız, konuşmaları, fasılalı şekilde, anlaşmalarına mâni olmıyarak yazmaktadır.)

REDS BEY — Ne iş yaparsınız? KUMARHANE GARSONU — Garsonum... REDS BEY —

Nerede? KUMARHANE GARSONU — Oyun yerinde...

(Daktilo durur.)

REDS BEY — Bitirim yerinde diyemiyorsunuz, değil mi? Başka ne iş yaparsın orada?

KUMARHANE GARSONU — Şuna buna yardım ederim.

REDS BEY — Ne yardımı?

KUMARHANE GARSONU — Parası bitenlere para veririm.

REDS BEY — Kıymetli eşya karşılığı... Birkaç günlüğüne yüzde yüz faizle...

KUMARHANE GARSONU — O kadar .çok almam!

REDS BEY — Peki... (Mahkûmu gösterir.) Sanığı tanıyor musunuz?

KUMARHANE GARSONU — iyi tanırım. Her gece bize gelirdi. Bizde yakaladılar.

REDS BEY — Kendisiyle akrabalığınız, yakınlığınız, düşmanlığınız, şahitliğe mâni bir hâliniz

„ var mı?

KUMARHANE GARSONU — Yoktur!

(Reis Bey ayağa kalkar. Herkes de beraber)

REDS BEY — Doğruyu söyliyeceğinize, namus ve vicdanınız üzerine yemin eder misiniz?

KUMARHANE GARSONU — Namus ve vicdanım üzerine yemin ederim.

(Reis Bey oturur. Herkes de beraber...)

REDS BEY — Şimdi anlatın bildiklerinizi!...

KUMARHANE GARSONU — Cinayet gecesine kadar hemen her akşam bizdeydi. O akşam

uğramadı. Nihayet sabaha karşı çıka geldi.

REDS BEY — Sırtında nasıl bir elbise vardı?

33

32

KUMARHANE GARSONU — {Mahkûma dönüp elivle gösterir.) ݺte bu elbise!...

REDS BEY — Devam edin!

KUMARHANE GARSONU — İzmit'ten geliyormuş... Parası yokmuş.. Cebinden pırlanta bir broş

çıkarıp verdi. Bin lira istedi.

REDS BEY — Ne verdiniz?

KUMARHANE GARSONU — Altı yüz lira verdim.

REDS BEY — Ne kadar faizle?..

KUMARHANE GARSONU — Bin lira verip alacaktı.

REDS BEY — Sonra!...

KUMARHANE GARSONU — Oyuna oturdu.

REDS BEY — Ne oyunu?

KUMARHANE GARSONU — Barbut tabiî.... Zar...

REDS BEY — Kaybetti mi?

KUMARHANE GARSONU — Vakit kalmadı. Baskına uğradık polisler onu yakaladılar, bizte

ilişmediler. Yalnız üstümüzü aradılar. Bendeki broşu bulup sordular. Ondan aldığımı söyleyince,

ikimizi de yaka paça götürdüler. Biraz sonra, broşun rehin verildiğini anladılar. Beni savdılar. Fakat

mücevheri alıkoydular.

REDS BEY — Eroini de sen mi satardın orada?

KUMARHANE GARSONU — Yok, hâşâ, benim böyle bir şeyle alâkam yok!... Üstümde çıkmadı.

REDS BEY — Demek vardı da üstünde çıkmadı. Biz, seni burada eroin satıcılığından

suçlandırmıyoruz. O ayrı iş... Bilgine, şahitliğine baş vuruyoruz, muradımız (Mahkûmu işaret eder)

onu anlamak... Söyle!

34

KUMARHANE GARSONU — Çekerdi, harman da olurdu, krize de düşerdi ama, benimle böyle

bir alış verişi yoktu.

REDS BEY — (Mahkûma) Her gece gittiğiniz yere o gece gitmeyisiniz, sabaha karşı İzmit'ten

gelişiniz, annenizin çalman elmaslarından birini rehine koyusunuz... Bütün bunların izahı?...

(Mahkûm ayağa kalkar. Gazete fotoğrafçıları flâşlarını işletirler. Reis Beyi de alırlar. Birinci avukat

ayağa kalkar.)

BDRDNCD AVUKAT — Şahide sual rica ediyorum.

REDS BEY — Evet, soralım! (Kumarhane Garsonuna) Siz kumarhanede sanığın kaybedilmiş bir

anahtarını buldunuz mu?

KUMARHANE GARSONU — Buldum.

REDS BEY — Vakadan ne kadar zaman evvel...

KUMARHANE GARSONU — Birkaç hafta evvel...

REDS BEY — Nerede buldunuz?

KUMARHANE GARSONU — Kumar masasının dibinde, yerde buldum.

REDS BEY — Ne yaptınız?

KUMARHANE GARSONU — O gece kendisine verdim.

REDS BEY — (Birinci avukata) Başka sorulacak bir nokta var mı?

BDRDNCD AVUKAT — (Daima ayakta) İade ettiğine göre şahidin iyi niyeti açık... Fakat, a-Icaba bu

arada anahtarı biri bulup da kalıbını al-jdırdıktan sonra yine aynı yere bırakmış olamaz I mı?

Sanığın evini, vaziyetini, şartlarını bilen ve

35

onu gizlice kollayan birisi?... Bitirim yeri tiplerinden birisi... ݺte bütün mesele!..

REDS BEY — (Birinci avukata) Düzlüklerin açık mânası dururken ille dolambaçlıyı aramak

niçin?... Adam, yerde buldum, verdim, diyor; bunu daha nereye kadar götürebiliriz?

KUMARHANE GARSONU — Bize en yüksek insanlar gelir. Peynir tüccarları, celebler,

fabrikatörler... Bizde harbi oyun oynanır. Bizden böyle adam çıkmaz.

REDS BEY — (Kumarhane Garsonuna) Sus! Sana sorulmayana cevap verme! (Savcıya)

Soracağınız bir nokta? (Savcının menfi işaretini görüp, mübaşire) Çıkarın!

(Mübaşir, Kumarhane Garsonuna işaret ederek çıkarır. Birinci avukat oturur. Mahkûm, ayakta

bekliyor. Daktilo kız bir iki kelime yazıp satırbaşı yapar ve bekler.)

REDS BEY — (Daktilo kıza) Ben özetlerim... Bekleyiniz! (Mahkûma) Diyeceğiniz?..

MAHKUM — Broşu, vak'adan bir gece evvel, annem kendi elleriyle verdi ama... İstemiyerek, hattâ

ağlayarak, beddua ederek verdi ama, elleriyle verdi. Israrlarıma dayanamadı.

REDS BEY — Öyleyse niçin mücevheri bir gece evvel çıkarmıyorsunuz da ortaya, vak'a gecesinin

sabahı çıkarıyorsunuz?

MAHKÛM — Biraz param vardı. Sabaha kadar beni idare etti. Oyun biterken de param tükendi.

REDS BEY — Niçin o zaman rehine koymadınız?

MAHKÛM — Kumar bitmişti. Kumar hasta-

36

sının kumardan başka bir şey için paraya ihtiyacı yoktur.

REDS BEY — Ne güzel tahlil ediyorsunuz kendinizi.. Suçunuzu da öyle tahlil etsenize!..

MAHKÛM — Suçumun, olduğu kadarını kabul ediyorum; fazlasını yükliyemezsiniz bana!...

(Nazik an.... Fotoğraf makineleri hazırlanır.)

REDS BEY — Bizim yüklediğimizi değil, kanunun yüklediğini çekeceksin!...

(Reis Beye ve mahkûma doğru flâşlar yanar.)

REDS BEY — (Mahkûma) İzmit'e niçin gittiniz?

MAHKÛM — Dadımı görmeğe..

REDS BEY — Dadınız?...

MAHKÛM — Dadım İzmit'te oturur. Arada bir, kendi kendimden bezdiğim zaman onu görmeğe

giderdim. Konuşmalarına bayılırdım. Dadımı anne gibi severim.

RESD BEY — Ya annenizi ne gibi seversiniz?

MAHKÛM — Annemden, büyük bir şefkat görmediğimi itiraf ederim.

(Avukatlar dikilir. Savcı ve herkes dikkat kesilir.)

MUHKÛM — Eğer annemi öldürmüş olsaydım, bu sözü söyliyebilir miydim?

REDS BEY — (Parmağını mahkûma uzatır) Fakat işte bu sözü söyleyebildiniz!

(Sükût... Durak....Umumi dikkat ve dehşet...)

37

oo

örnek de bu... Size yardımım olsun; İnandırabilmek için tek bir yol tutun, hep o yol üzerinden

gidin! Samimi olun!

MAHKÛM — Demek samimi olmamı emrediyorsunuz!...

REDS BEY — Evet...

MAHKUM — Öyleyse susuyorum, hiç bir sualinize cevap vermiyor, yerime oturuyorum. (Oturur)

Kararınızı bekliyorum!

REDS BEY — Ayağa kalkın ve sebebini izah edin!

MAHKÛM — (Ayağa kalkar) Çünkü, size uymak zoruyla konuşuyorum. Bu yüzden samimiyetsiz

görünüyorum. Beni asacağınızı biliyorum! Böyleyken peşin kararınıza kendinizi inandırmak için

habire dayanak aradığınızı biliyorum. Üstelik samimiyet ihtarını sizden alıyorum. (Ellerini iki yana

açar, bağırır.) Reis Bey, beni asacaksınız! Fakat, ruhum sizi bu dünyada ve ötelerde adım adım

takip edecek!...

REDS BEY — Bu romantik tarz kâfi...

MAHKÛM — Ben nefsimden çok şey çektim. Reis bey! Ben nefsimden razı değilim... Siz,

nefsinizin baskısını hak tanıyorsunuz! Nefsinizle mağrursunuz! Bu dünya dört köşe değildir, Reis

Bey!..

(Dışarıda müthiş bir çığlık kopar. Reis Bey vakarlı ve dimdik.. Bütün mahkeme kadrosu dehşetle

irkilir, sola bakar. Gazete fotoğrafçıları dışarıya fırlar.)

DADININ SESD — (Avaz avaz) Bırakın, gireceğim! Reis beyin yüzüne bağıracağım! Benim oğlum

kendisini öldürür, sinek bile öldürmez! Onu

40

ben büyüttüm, ona ben süt verdim! Kaatil olamaz penim oğlum! Yalan, yalan! Bırakın beni, tutma-

m, Allahtan korkun!...

REDS BEY — (Mübaşire) Polis sustursun!

(Mübaşir, seğirterek dışarıya çıkar. Tıs yok... Mahkûm ayakta, yüzüne ellerini gömmüş, ağlıyor.)

REDS BEY — (Daktilo kıza) Ayniyle yazınız!

(Daktilo kız hazırlanır ve elleri tuşlarda, bekler.)

REDS BEY — Sanık, Kumarhane Garsonu Ve-1 li Özbudak'tan evvelki şahitlerin...

(Yazı makinesi işliyor. Durak...)

REDS BEY — (Dikte etmekte devam ederek) Ölünün kapalı avucunda bulunan kumaş parçası ve

ceket...

(Yazı makinesi işliyor. Durak...)

REDS BEY — (Dikte etmekte devam ederek) Bitirim yerinde ele geçen broş, İzmit seyahat ve

telefonu hakkındaki beyanlarına cevaben özetle dedi ki... Satırbaşı... Bir....

(Yazı makinesi işliyor.)

— Işıklar kararır —

41

TABLO III

[Hapishane müdürünün odası... Sağda ve öne yakın, giriş kapısı... Cephede, mahkûm avlusuna

bakan, kalın parmaklıklı, büyük pencere.. Solda Müdür masası... Masada telefon... Masanın

karşısında, duvara yaslı, deri kanape ve masası... Sağ dip köşede, çapraz yerleştirilmiş

kütüphanemsi bir dolap üzerinde bir yelkenli maketi... Serpilmiş deri koltuklar ve sandalyeler..]

(Kanatları açık pencerede şafağın ilk sökün-, tüleri... Tavanda lâmba yanıyor. Açık pencerenin

önünde birinci ve ikinci gardiyanlar, avluya bakıyor. Durak... Avluda, acı çekiç sesleri...)

BDRDNCD GARDDYAN — (Döner) Haydi zin-dancılık neyse, ama cellâtlık çok zor!...

(Dkinci gardiyan da döner. Ön tarafa doğru birkaç adım atarlar.)

İKİNCİ GARDDYAN — İpi biz çekmiyoruz ki, cellât olalım...

. BDRDNCD GARDDYAN — Hazırlıyoruz ya; yeter!

İKİNCİ GARDDYAN — Yüzün de kireç gibi... Bu iş sana dokunmuş...

BDRDNCD GARDDYAN — Kolay mı; can alıyorlar?

42

İKİNCİ GARDDYAN — (Müdür masasının karşısındaki deri kanapeye kurularak) Çocuğu da

Jeverdin sen, korurdun!

BDRDNCD GARDDYAN — Oh.. Ne de güzel yerleşiyorsun! (Pencereyi gösterir) Müdür Bey, sav-

pıyla beraber, şuracıkta.. Geliverirlerse?...

İKİNCİ GARDDYAN — Gelsinler! Percereden görürüz. (Yanındaki koltuğa işaret eder.) Sen de,

Deş dakikacık oturuver! Bütün gece ayakta kaildin!

BDRDNCD GARDDYAN — Ben oturmam! (U-\zaktan avluya göz atar.) Sana gözcülük e.derim.

İKİNCİ GARDDYAN — (Ayak ayak üstüne \atarak) Müdürlük ne tatlı!...

BDRDNCD GARDDYAN — Neresi tatlı? O da I mahkûmun biri.... Serbest mahkûm...

İKİNCİ GARDDYAN — Ama bayılır vazifesine...

BDRDNCD GARDDYAN — Doğan kuşu da esirdir ama, küçük kuşlar avlamaya bayılır.

İKİNCİ GARDDYAN — Yaşa be!... Sen gardiyan olacak adam değilmişsin! Avukat, yahut hâkim

olmalıymışsm!...

BDRDNCD GARDDYAN — Ben halimden memnunum... Hâkim olup da Reis Beye mi

benzemeliydim?

İKİNCİ GARDDYAN — ݺte bizim müdür de, kendi boyunca onun bir kopyası... Nasıl da dayadı,

idam kararını? Hiç değilse müebbet ver, be yahu!...

BDRDNCD GARDDYAN — Hiç şakası yoktur! Yargıtay da, ne derse, hemencecik evet der.

İKİNCİ GARDDYAN — (Kanapenin masasındaki sigara kutusundan bir sigara çekerek) İnanı-

43

yor musun sen, bu çocuğun, annesini öldürdüğüne? (Sigarasını yakarak cevap bekler.) Ne dersin?

BDRDNCD GARDDYAN — Şahitlere, delillere bakarsan, hiç yolu yok, kaatil o.. Kendisine bakarsan,

bövle kaatil olamaz!

İKİNCİ GARDDYAN — Kime kalacak şimdi, koca apartman, han, çitflik, bunca para?

BDRDNCD GARDDYAN — Devlete... Akrabası yok ki... Bu kadar zamandır, ziyaretine, akrabası-

yım diye tek kişi geldi mi?

İKİNCİ GARDDYAN — Anne dediği bir kadın var ya, sık sık gelen; nesi o?...

BDRDNCD GARDDYAN — Süt ninesi... Mirasta payı yok...

İKİNCİ GARDDYAN — Bak sen işlere!... Bekle yahu, bir iki sene daha!... Nasıl olsa ölecek

moruk... Paraların üstüne kon, yan gel, otur!

BDRDNCD GARDDYAN — Onun kaatil olduğunu ne biliyorsun?

İKİNCİ GARDDYAN — Ne bileyim ben?... Kafam karışıyor. Bir bakıyorsun o; bir bakıyorsun,

değil...

BDRDNCD GARDDYAN — (Pencereden bir göz atıp ilerler, bir ayağını iskemleye koyar.) Bana bak

sen; bir gün eroin krizi geçirirken göğsünü jiletle paralayıp bayıldı, düştü, ya... ݺte o zaman, onu

revire ben götürdüm. Saatlerce, Allahım, hakikati sen biliyorsun, göster diye sayıkladı. Bir aralık

gelip giden doktor da dedi ki: Bir adam yalan söyleyebilir; fakat yalan sayıklayamaz.

İKİNCİ GARDDYAN — Vay canına! Çocuk pisi pisine gidiyor desene!...

BDRDNCD GARDDYAN — Bilmem! Söyledim! Sen de farkındasın ya... Kafa çatlatan bilmece...

44

(Sükût. Durak.. Pencerede fecir başlangıcı biraz daha belirli... İkinci Gardiyan kalkar.)

İKİNCİ GARDDYAN — İnfaza acaba hangi hâkim gelir?

BDRDNCD GARDDYAN — İster misin, Reis Bey, kendisi gelsin...

İKİNCİ GARDDYAN — Mahkeme kimi seçerse o gelir. Verdiği hükümden sonra bir de içinden

seyretmek gelirse, Reis bey gelir.

(Kapı tarafından, ağır demir kapıların açılıp kapandığı hissini veren madenî gürültüler...)

BDRDNCD GARDDYAN — Sokağın Müdüriyet j kapısı açıldı, koş!

(Dkinci Gardiyan sigarasını söndürüp telâşla ayağa fırlar. Birinci ve ikinci Gardiyanlar, sağdaki

kapıyı açarak koridora fırlamak üzerelerken Reis Bey görünür. Gardiyanlar içeride kalır. Dimdik ve

saygılı, dururlar. Reis Beyin şapkası elinde...)

REDS BEY — (Gardiyanlara) Neredeler; Savcı, Müdür?

BDRDNCD GARDDYAN — Avludalar efendim, sehpanın yanmdalar.

İKİNCİ GARDDYAN — Çağıralım mı efendim?

REDS BEY — Hayır! (Açık pencereye doğru yürüyerek) Gelirler!

(Reis Bey, pencereden dikkatle, uzun uzun bakar. Gardiyanlar arkasından bakarlar. Reis Bey

döner.)

45

REDS BEY — (Birinci Gardiyana şapkasını uzatarak) Geliyorlar!

(Birinci Gardiyan koşup şapkayı alır.)

REDS BEY — (Dkinci Gardiyana) Mahkûm nerede?

İKİNCİ GARDDYAN — Tecridde efendim.

REDS BEY — Yanında kim var?

İKİNCİ GARDDYAN — Jandarmalarla İmam Efendi...

REDS BEY — Bizim Kâtip , doktor, filân neredeler?

İKİNCİ GARDDYAN — Kalemdeler efendim.

REDS BEY — (Gardiyanlara) Peki; siz çekilin!

(Gardiyanlar, Reis Beyi selâmlayıp çekilirken telefon çalar.)

REDS BEY — (Gardiyanların arkasından) Telefona cevap verin!

(Birinci gardiyan dönüp telefona koşar, ahizeyi alır. İkinci Gardiyan kapıda bekler.)

BDRDNCD GARDDYAN — Buyurun efendim! (Durak) Gardiyan... (Durak... Eliyle ahizeyi

kapayarak Reis Beye) Gazete fotoğrafçıları, gelip gele-miyeceklerini soruyorlar.

REDS BEY — (Birinci Gardiyana) İnfaza, vazifeli şahıslardan başka, kimse kabul edilemez.

BDRDNCD GARDDYAN — (Telefona) İnfaza, vazifeli şahıslardan başka, kimse kabul edilemez.

(Birinci Gardiyan ahizeyi yerine koyar. Açık kapıdan, önde Savcı, arkasında Müdür, gi-

46

rerler.. Müdürün elinde, gazeteye sarılı bir paket.... Savcı Reis Beyi görünce, az hürmetkar bir

tavırla gidip elini sıkar. Müdür, uzaktan mübalağayla eğilir. Reis Bey, Savcı ve Müdüre yer

gösterir, kendisi bir iskemleye oturur.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Reis Beye masa-j sim göstererek) Şöyle buyurmaz mısınız efendim!

REDS BEY — Bu iskemle iyi... Siz gardiyanları gönderini

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Gardiyanlara) Koridorda emir bekleyin! (Gardiyanlar çıkarken Reis

Beye) Herşey tamam efendim.

(Gardiyanlar çıkıp kapıyı kapatırlar.)

REDS BEY — (Müdüre) Elinizdeki pakette ne var?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — İdam gömleği... REDS BEY — Gösterin!...

(Müdür paketi açar, idam gömleğini çıkarıp omuzlarından tutar ve gösterir. Sonra onu sanatkâr bir

terzi zevkiyle orta yerdeki sökük iskemlenin arkalığına, upuzun serer. Savcı gömleğe bakmaz. Reis

Beyin gözleri gömleğe mıhlı...)

REDS BEY — (Gözleri gömlekte) Seni doğru biçen makastara ne mutlu!.. (Müdüre doğru) Ceza

felsefesinde bir görüş vardır: Bir masuma kıy-maktansa, bin cürümlüyü cezasız bırakmak yeğdir.

Ben de diyorum ki, cemiyette bir ferdi korumak için, bin kişiye bu gömleği giydirmekten

kaçınmamalıdır. O bir kişi, bütün bir cemiyettir.

47

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Pek doğru efendim.

SAVCI — Bence yanlış!...

REDS BEY — (Müdüre) Mahkûmu getiriniz!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Fırlar, giriş kapısını açıp koridora doğru bağırır.) Mahkûmu

getirsinler!

REDS BEY — (Müdüre) Buhranlı bir hali var mı?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Tam zıddı... Gayet sakin... Belâya başkaları uğramış gibi, herkese

karşı gayet şefkatli, biraz da alaycı... Bu zamana kadar onu hiç bu halde görmedim.

REDS BEY — Ümit kalmayınca telâş da biter.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Fakat hiç kork-mayışını, etrafına iltifatlar yağdırışım asla izah

edemiyorum.

REDS BEY — Son ânın, tabiî olmayan, ruhu tersine döndüren hallerinden biri... Bu bir izah değil

ama, kabul edilince izah olur. (Savcıya) Bu da mı yanlış Savcı bey?

(Savcı, donuk tavrını bozmadan zorla gülümser.)

REDS BEY — (Savcıya bakarak Müdüre) Savcımız, acıklı vazifesinden biraz yılgın... Halbuki

neşteriyle şifayı arayan bir operatör gibi, nefsinden emin, cesur olması lazım...

(Savcı cevap vermek için kımıldar.)

REDS BEY — (Keserek) Biliyorum, biliyorum!... His meselesi diyeceksiniz; fikir ayrı, his ayrı. Ben

ikisini bir sayarım. Hâkim fikirden baş-

48

ka bir şey de kabul etmem! (Müdüre döner.) Müdür Bey!..

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Buyursunlar efendim!

REDS BEY — Disiplin nasıl Cezaevinde?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Cezaevi değil, kışla efendim! Bir senedenberi inzibat karakolu...

REDS BEY — Yani, siz geldiniz geleli...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Lütfediyorsunuz efendim... Hakikat şu ki, vaktiyle cezaevi, eroin

esrar, bıçak, tabanca, haraç, efelik anbarıydı; şimdi tertemiz pamuk deposu...

REDS BEY — Ne sayede muvaffak oldunuz?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Zaafı, merhameti, yumuşaklığı kitaptan kazımak sayesinde...

REDS BEY — Tebrik ederim! Yalnız yaparken nefsinizi de aynı rejime bağlamanız lâzım...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Şüphe mi var?... Örneğimiz sizsiniz!...

(Açık kapıda mahkûm... Elleri önden kelepçeli... Arkasında iki jandarma ve Birinci gardiyan...

Mahkûm gülümseyerek yürür. İ-dam gömleğini görünce, önünde durup başını sağa eğer ve

gülümsemesini büsbütün derinleştirirek bir müddet kalır.)

MAHKÛM — Ne güzel bayramlık elbise!... Bunu giyip de öpeceğim annemin ellerinden...

(Müdüre) Müdür Bey, giydirir misiniz?

(Müdür tereddüt ediyormuş gibi durur. Reis Bey eliyle giydirmesini ihtar eder.)

MAHKÛM — (Reis Beye) Günaydın Reis Beyefendi! Kaybolan* siyah kareli ceketime karşılık

49

biçtiğiniz gömleği sırtımda seyretmeğe mi geldiniz? Teşekkür ederim! Çok naziksiniz!

(Reis Bey somurtarak kalır. Müdür, Jandarmanın uzattığı anahtarı alarak mahkûmun bileğindeki

kelepçeyi çözer, çıkarır, yırtık deri iskemlesinin üstüne atar. Sonra iskemleden idam gömleğini alıp

açar, çocuğun uzanan kollarından geçirir, önlük gibi giydirir. Daha sonra, arkasına geçip gömleği

ensesinden ve belinden ilikler. Mahkûmun kollarını arkaya çekerek iskemleden kelepçeyi alır,

mahkûmu, yanı başındaki derisi yırtık sandalyeye oturtur. Durak...)

MAHKÛM — Reis Beyefendi! (Reis Bey cevap vermez.)

MAHKÛM — Şu anda benim vaziyetimde bulunan bir adamın, ayrıca ceza görebileceği bir suç var

mıdır?

REDS BEY — Yapamazsınız; kanun ellerinizi bağlamıştır.

MAHKÛM — Ya, sözle, dille yaparsam?

REDS BEY — Hiçbir değeri olmaz.

MAHKÛM — Olsun, olmasın... Cezalandırılabilir miyim?

REDS BEY — Hayır!

MAHKÛM — Yani serbestim. Dilimi hiçbir kaygı düğümleyemez, öyle mi?

REDS BEY — Evet!

MAHKUM — Öyleyse kullanmıyacağım bu serbestliği!... Size lâyık olduğunuz şeyi söylemiye-

ceğim!

50

REDS BEY — Dilediğinizi söyleyin!

MAHKÛM — Söylemiyeceğim! Beni yükselttiğiniz yerden aşağıya düşmiyeceğim! Yerimde

kalmak istiyorum; yanınıza gelmek istemiyorum!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Öfkeyle bir adım atar.) Sus! Terbiyesiz! (Ddam gömleğini gösterir.)

Sırtına geçirdiğin zırha sığınıp Reis Beye hakaret etmeğe mi kalkıyorsun?

MAHKÛM — (Gayet sakin ve ulvî) İdam gömleği mi zırh?... Size böyle bir sığmak temenni

etmem.

REDS BEY — (Müdüre elini uzatarak) Yok, yok! O şimdi hiçbir mesuliyet sahibi değil... Onu

susturmak, terbiyesiz diye paylamak küçüklüktür. Asıl sizin zırhınız âdi!...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Emredersiniz efendim!

MAHKÛM — (Reis Beye) Ona hor bakmayın, Reis Bey!... Müdür, kendi çapında sizin çırağmız-

dır, sizin doldurduğunuz silonun bekçisi... (Pencere yavaş yavaş açılan güne bakar.) Lütfen; biraz

çabuk olmak mümkünse!!... Hiç olmazsa gün beni görmesin. Yahut ben onu görmiyeyim...

REDS BEY — (Mahkûma) Ölümü metanetle karşılaman güzel...

MAHKÛM — Hayır Reis Bey, bu görüşünüz de yanlış!.. Korkumun fazlalığından bu haldeyim.

Biraz eksik olsaydı korkum, belki tepinirdim. Bana samimî olmaktan bahsetmiştiniz; hatırlıyor

musunuz? Eğer nefsimin yeni bir hilesine karşı değilsem, galiba şu anda samimiliğe yakınım.

REDS BEY — (Hayretle bakar.) Sizden yeni bir adam peydahlanmış... Duruşmalardaki sanığa

51

benzemiyorsunuz.

MAHKUM — Yeniden muhakeme edilemiye-cek olduktan sonra değişmişim, ne çıkar?

REDS BEY — Yazık, yazık!... Avrupa, felsefe tahsili, şu bu, derken, herşeyde yarım kalmak; sonra

her türlü serserilik, kumar, eroin, nihayet anne kaatilliği; neticede ıstıraptan erimek... Ağlanacak

hal...

MAHKÛM — Etmeyin Reis Bey, siz ağlıya-mazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!

REDS BEY — Siz de benim hakkımda hüküm veriyorsunuz.

MAHKÛM — Bir kere de ben vereyim Reis Bey; hem de sehpaden, tepeden en yüksek kürsüden

hüküm vereyim.. Siz merhametten, acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız.

Yerinde haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için, en büyük hakkı

kaybediyorsunuz. Rahmet, kaldırılmış sizin kalbinizden... Buz çölünde yol alıyorsunuz!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Mahkûma) Bu kadar vaaz yeter! (Reis Beye) Müsaade buyurulur-sa

işe başlayalım! (Savcıya) Emir buyurulur mu?

SAVCI — (Küskün) Bir mâni yok!

REDS BEY — (Savcıya) Bütün şahıslar ve formalite unsurları hazır ve kalemdeymiş; öyle mi?

SAVCI — (Soğuk) Evet!

REDS BEY — (Müdüre) Son arzusunu sorunuz!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Mahkûma) Son arzunuz nedir?...

MAHKÛM — Hiç!... Mala benzer bir şeyim olsaydı, beni aylardır, her tarafta görmeğe gelen

dadıma teslim edin derdim. Hiçbir şeyim yok!...

52

Bu zindan da en fakir Âdem Baba, benim! Fakat durun, hatırıma geldi: Yatağımı çarşaflarımı,

şiltemi... Mübarek kadın....Onları koklar durur. Ben çocukken, ellerimi, saçlarımı koklardı.

(Dalgın) Belki kokumu almaktan mesut olur, bana dua eder. Ruhum serinlenir.

(Savcı başını ters tarafa çevirir, jandarmalardan biri eliyle göz yaşını siler. Birinci Gardiyan,

jandarmaların arkasına gizlenir. Müdür ve Reis bey kaskatı...)

REDS BEY — (Ayağa kalkar, Savcıya) Gidebiliriz!...

(Savcı kalkar. Kalkmak için sendeleyen mahkûmu jandarmalar kaldırır. Reis Bey ve mahkûm, orta

yerde, yüz yüze birbirlerine çok yakın mesafede...)

MAHKÛM — Birşey sormak istiyorum Reis Bey!

REDS BEY — Sorunuz!

MAHKÛM — Tam infaz ânında, suça bambaşka bir istikamet verici bir ifşada, bir ihbarda

bulunacak olursa mahkûm, infaz durdurulur mu?

REDS BEY — Durdurulur!

MAHKÛM — Bunu kim takdir eder; o anda, o yerde?

REDS BEY — Mahkemenin temsilcisi...

MAHKÛM — İnfazı durdurucu sebebin nasıl olması lâzım?

REDS BEY — Adeletin oyuna getirilmemesi için, evvelâ, aklı tatmin edici olması lâzım... Sonra,

gözle görülür, elle tutulur bir kesinlik belirtmesi ve hükmün bütün temelini yıkan bir vesika

53

değerinde veya vaadinde olması lâzım..

MAHKÛM — En sonra da onun, böylece takdir edilmesi lâzım...

REDS BEY — Evet...

MAHKÛM — (Düşünür) Vaz geçtim!

REDS BEY — Böyle bir ifşanız, ihbarınız mı var?

MAHKÛM — Vazgeçtim.

(Savcı, Reis Beyin yanma gelip, kulağına birşeyler fısıldar.)

REDS BEY — (Mahkûma) Savcı, mutlaka bildiğinizi söylemeniz ricasında.

MAHKÛM — (Savcıya) Değmez, Savcı Bey! Benimki bir vehim... Güvenemiyorum.

REDS BEY — Takdire mi güvenemiyorsunuz, iddianıza mı?

MAHKÛM — İddiama güvensizliğim, bir; takdirinize, bin!...

REDS BEY — Size kanun ve adalet adına emrediyorum: bildiklerinizi söyleyiniz! Oturunuz

iskemleye!...

(Mahkûm oturur. Reis Bey, Müdür ve Savcı onun sağında ve solunda ve ayaktalar...)

MAHKÛM — Bunu ben keşfetmedim, dadımın bir rüyası yol gösterdi bana...

REDS BEY — ݺimiz rüyaya mı kaldı?

MAHKÛM — Devam edeyim mi, etmeyeyim-mi?

REDS BEY — Dinleyelim, buyurun!...

MAHKÛM — Dadım, rüyasında, benim, bütün hayatımda üç dört kere rastladığım bir tanı-

54

\ Çığımı görüyor. Onu dadım da bir kere görmüş... f Bir akşam apartmana kadar bana arkadaşlık et-

I misti o; evimde, dadımın getirdiği kahveyi içmiş-^ti. Ben ona, rüyada, annemin iki avuç dolusu

el-ıslarını vermişim; o da bunları şeker gibi ye-(miş— Dadım, karar Temyizdeyken bana rüyasını

lattı.

REDS BEY — Vesikanız bu mu? MAHKÛM — Hayır, Reis Bey, hayır! Çocuğu hemen tanıdım.

Emlâk tellâllığı yapan silik bir adam... O da benim gibi kumar hastası... Bitirim yerine gelirdi.

Fakat orada, oradakilerin arasında en az tanıdığım ve hepsi hepsi üç beş kelime konuştuğum bir

kimse... Hatırda kalabilecek bir tip değil.... Notu, pantolonumun sol cebindeki kâğıtta...

(Savcı, hemen atılıp idam gömleğini sıyırır ve elini mahkûmun pantolon cebine sokarak kâğıdı alır.

Bir göz atıp cebine koyar.)

REDS BEY — (Mahkûma) Bu noktaya kadar rüyadan, vehimden başka birşey yok!

MAHKÛM — Evet, Reis Bey, rüya, vehim!... Fakat bırakın, bir vehimle bir tesadüf birleşince ne

çıkacak? Evvelâ dadımın rüyasına hiç değer vermedim. Fakat, sonra sonra, annemi öldürenin kim

olabileceği üzerindeki beyin törpülemelerine bir yenisi katıldı. Hafızam zayıftır; O çocukla hâdise

arasında hiçbir münasebet bulamadım. Hakkımdaki hüküm tasdik edilip de tecrid hücresine

kaldırıldığım zaman, bu meseleyi o kadar düşün-|üm ki, aklımı kaçıracak hale geldim. Nihayet bir

hücremin karanlığında sanki bir nur fışkırdı. orkunç bir münasebet yakaladı hafızam... Bakı-

55

nız: O çocuğu son görüşüm, bitirim yerinde, anahtarımı kaybettiğim gündü. Ondan birkaç hafta

evvel de, çocuk apartmana geldiği zaman, benim sırtımda, kaatilin giydiği iddia edilen, mahut iri

siyah kareli ceket vardı. Bu cekete dikkatle baktığını ve nerede yaptırdın, diye sorduğunu

hatırladım.

REDS BEY — Müşahedeleriniz his bakımından alâkaya değer olabilir. Fakat bütün bunlar, akıl

yönünden neyi ispat eder?

MAHKÛM — (Boynu bükük) Doğru, takdir meselesi!... Fakat şu verdiğim ipucu, küçük bir

hakikat şüphesine olsun yol açmaz mı?...

REDS BEY — Verdiğiniz ipucu, sizi dejenere olmaya kadar götüren zekânızın başvurduğu son

tedbir olmak ihtimaline yol açar.

MAHKÛM — Teşekkür ederim, Reis Bey! Mühürlü kalbinizin bir gün açılmasını dilerim.

REDS BEY — (Savcıya) İnfazı emrediniz!

(Savcı yolu gösterir. Önde Mahkûm arkasında iki jandarma, çıkarlar. Peşinden ve oldukça uzaktan

Reis Bey çıkar. Müdürle Birinci Gardiyan kalır.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Birinci Gardiyana) Sen kapı gardiyanına yardım et! Baş vuran

vurana... ݺ saatinden evvel kimse içeriye giremez. (Kapıya sokulup dışarıya seslenir) Buraya gel!

(Dkinci Gardiyan gelir.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Dkinci Gardiyana) Sen ae odama bak! Telefon gelirse cevap ver!

Soranlara, bilgim yok, Müdür Bey koğuşları tef-

56

tişte, dersin.

İKİNCİ GARDDYAN — Başüstüne efendim!

(Müdür çıkar ve kapıyı örter. Pencerede kıpkızıl şafak başlangıcı... İki gardiyan karşı karşıya...)

İKİNCİ GARDDYAN — (Aptallaşmış gibi duran arkadaşına) Lâmbayı söndür! Artık sabah...

(Birinci Gardiyan düğmeyi çevirir. Loşluk... Pırıldayan şafak kızıllığı... Uzun durak...)

BDRDNCD GARDDYAN — Bana, kapıya bak, Jdedi. Oraya gidecek kadar bile takatim yok...

Dizilerimin bağı çözülüyor.

İKİNCİ GARDDYAN — Ne var ki?... Sen hiç jçengelde koyun görmedin mi?... İyi lâmbayı da

Jsöndürdük. Bizi görmezler. Gel, pencereden sey-iredelimL.

BDRDNCD GARDDYAN — Hayır! Ben kapıya | gidiyorum!

İKİNCİ GARDDYAN — (Arkadaşı dönerken) I Dur! Bir dakikacık!... Sallandırsınlar da öyle |

(Dkinci Gardiyan, pencerenin önüne gidip ellerini dayar, bakar. Birinci Gardiyan, arkası pencereye

gelecek şekilde, oracıktaki bir iskemleye çöker.)

İKİNCİ GARDDYAN — (Yüzü avluya doğru, \Birinci Gardiyana) Daha gelen giden yok. Cellat, I

Kâtip, Doktor, bir iki Gardiyan, birkaç jandarma: lhepsi o kadar... Sehpanın altında uzun bir masa, j

yanında bir iskemle, bir de üstünde bir iskemle...

57

Kıpti, masanın üstünde, ipi sabunluyor.

BDRDNCD GARDDYAN — (Daima arkası dönük) Haydi, seyretmeğe ediyorsun! Bari kes sesini!

İKİNCİ GARDDYAN — (Başını çevirir) Ya sen ne diye kakılıp kaldın?

BDRDNCD GARDDYAN — Gidemedim, yürüye-medim!

İKİNCİ GARDDYAN — Öyleyse dinle!... Bakmadan görmüş olursun! (Pencereye döner,

heyecanlı) ݺte avluya çıktılar. Sehpaya doğru yürüyorlar. Önde mahkûm, arkasında iki jandarma...

Uzaktan Reis Bey geliyor. Amma da azametli ha!... Savcıya da bak!... Çok üzgün görünüyor.

Müdüre bak, Müdüre! Koşarak yetişmeğe çalışıyor. Hayret; mahkûm iskemleye bastı, bir zıplayışta

çıkıverdi masanın üstüne...

BDRDNCD GARDDYAN — (Arkasına bakmadan) Kes sesini diyorum sana!.. Beni asıyorsun!..

İKİNCİ GARDDYAN — İp mahkûmun boğazına geçiyor. Kâtip de elinde bir kâğıt tutuyor. İ-lan

nedir? Okuyor da.,. Ama lâfları duyulmuyor. Mahkûma birşey sordu Reis Bey ve bir cevap aldı;

kim bilir ne?... (Durak, uzun bakış) Eyvah!... (Durak, gözleri hep aynı noktada Birinci Gardiyana)

Ne var, diye sormuyor musun?...

BDRDNCD GARDDYAN — Sormuyorum!

İKİNCİ GARDDYAN — Masanın üstündeki iskemleye çıkardılar onu... ݺaret ettiler, o da kendi

kendisine çıktı. Bir saniye kaldı! Kıpti, ipi geçirip ağaca bağlıyor. (Çok heyecanlı) Sımsıkı bağladı.

Saniye kaldı! Şimdi iskemleyi çekecek altından... Aman!...

(Uzaktan, taş zemin üzerine vurulmuş bir

58

tahta iskemle sesi...

Birinci Gardiyan, elleriyle yüzünü kapar.)

İKİNCİ GARDDYAN — (Deli gibi bağırır.) İskemleyi kendisi tekmeledi! Havada dönüyor!

PERDE

59

İKİNCİ PERDE

TABLO IV [Otel holü... Aynı...]

(Otel Kâtibi gişede... Gişenin ustune bir gazete sermiş ve ona abanmış, okumakla meşgul... Durak...

Radyo hırıltısı...)

RADYODA KADIN SPDKERDN SESD — Şimdi, Baro Reisi büyük cezacımmn "Tarihte Adlî

Hatalar" isimli konuşmasının dinleyeceksiniz...

(Otel Kâtibi tavrını bozmaz.)

RADYODA BDRDNCD AVUKATIN SESD — Muhterem dinleyicilerim!... Umumî efkâra yıldı-, rım

gibi çarpan ve mektep çocuğundan yatalak ihtiyara kadar herkesin mevzuu haline gelmiş bulunan

Nişantaşı cinayetindeki buyuk adlî hatadan sonra, şimdi, tarihdeki adlî hataların gözden

geçirilmesine...

(Otel Kâtibi, radyoyu kapatarak konuşmayı keser. Yine gazeteye dalar. Durak. Açılan çıngıraklı

kapı... Mübaşir gelir. Kapı açık. Mübaşir yürür.)

OTEL KÂTDBD — (Başını gazeteden kaldırır) layrola, Mübaşir bey!

61

MÜBAŞDR — Geldi. OTEL KÂTDBD — Gazete yazıyor. MÜBAŞDR — Bize resmen geldi... OTEL

KÂTDBD — Tebliğ etmeniz mi lâzım? MÜBAŞDR — Evet; adalet dairesine kadar gelip bilgi

edinmesi lâzım...

OTEL KÂTDBD — Uğradığı yok mu?

MÜBAŞDR — Hiç!

OTEL KÂTDBD — Kim bakıyor yerine?

MÜBAŞDR — Kıdemli âza...

OTEL KÂTDBD — Beş gündür otele de uğra-

mıyor. Nasıl bildireceğiz?

MÜBAŞDR — Demek mekansızlar takımından oldu bizim Reis Bey!

OTEL KÂTDBD — Onun gibi birşey.... Arada bir, iki büklüm, girip çıkıyor; sonra günlerce gözden

siliniyor. Ne yaptığı, ne ettiği belli değil...

MÜBAŞDR — Ona çok dokundu mesele... Gerçek kaatil bulunup da, çocuğun yok yere asıldığı

anlaşılınca, can evinden vuruldu.

OTEL KÂTDBD — Vurulmayacak gibi mi? MÜBAŞDR — Öyle ama adliyede herkes ondan yana..

Hiç de haksız değilken, emekliliğini istemekle kendi kendisini haksız çıkardı, diyorlar. Kaatil belli

olur olmaz, hemen izin alıp işten uzaklaşmasını da mânâsız buluyorlar.

OTEL KÂTDBD — O çok azametli insandır; böyle birşeyi nefsine yedirebilir miydi?

MÜBAŞDR — Şimdi azamet nerde kaldı?...

Göze bile görünemiyor!..

OTEL KÂTDBD — Halini bir görsen... Kasaptan af dileyen bir salhane koyunu sanırsın!...

MÜBAŞDR — Her neyse... Gelince söylersiniz. Acele bekliyorlar. Emeklilik muamelesini kessin...

Ben gidiyorum. 62

OTEL KÂTDBD —Yok, yok, bir kahve içmeden

bırakmam.

MÜBAŞDR — Vakit öğleyi geçti. Daha yemek

yemedim. Başka zaman... Allahaısmarladık!

OTEL KÂTDBD — Güle güle Mübaşir Bey; şöyle münasip bir zamanda gel de seninle dertle-

şelim!

MÜBAŞDR — Olur, olur.

(Mübaşir eliyle bir temennah işareti yaparak yürür, açık kapıdan çıkar. Mübaşir daha kapıyı

kapatmadan merdivenden Taşralı Müşteri görünür. Yavaş yavaş iniyor. Çıngırak... Kapı kapanır.)

OTEL KÂTDBD — (Hemen gördüğü Taşralı Müşteriye) Sana bir haber var!

TAŞRALI MÜŞTERD — (Dnerken) Ne haberi?

OTEL KÂTDBD — (Gazetenin altından bir zarf

çıkarıp gösterir) Bir mektup.

TAŞRALI MÜŞTERD — (Yaklaşırken) Kimden?

OTEL KÂTDBD — Zarfta, gönderenin ismi

yok... Ama İstanbul içinden geliyor.

TAŞRALI MÜŞTERD — (Gişenin önünde) Ben İstanbul'da kimseyi tanımam.

OTEL KATDBD — (Zarfı uzatarak) Bak da anla!

(Taşralı Müşteri zarfı kapar, yırtar, mektubu çıkarır, bakar, sonra Otel Kâtibine uzatır.)

TAŞRALI MÜŞTERD — Sen oku! El yazılarım sökemem ben...

63

(Otel Kâtibi alıp bir göz atar.)

TAŞRALI MÜŞTERD — (Boş zarfı tuttuğu sol elini uzatarak) Çabuk oku! ~

OTEL KÂTDBD — (Gözleri mektupta) Baba!... Gazetelerde ilânım okudum. Boşuna uğraşıyorsun!

Eve dönmiyeceğim! Sıhhatim iyi... Bu sana yeter! Memleketine dön, işine gücüne bak, beni unut!

İnat edersen, hepimiz için fena olur. Elâ-leme rezil olmayalım... Başka kafa taşıyanların, senden

uzaklaşmalarını mazur gör!... Kaçak kızın...

TAŞRALI MÜŞTERD — Gördün mü haspayı? Kuş sütüyle besle, okut, büyüt; sonra sana bu işi

yapsın!... Başka kafa taşıdığını söylesin!

OTEL KÂTDBD — Ben kızının hesabını vereyim mi sana?... O, dünyasını bulamıyor baba evinde...

Açık hesap!... Kabahat kimin, bilemem!

TAŞRALI MÜŞTERD — Sen, kızımın hesabını bırakıp, bar kızlarına harcattığın paraların hesabını

versene!...

OTEL KÂTDBD — Ne yapalım? Her tarafı aradılar, bulamadılar. Girmedikleri, çıkmadıkları delik

kalmadı. Üç buçuk aydır oteldesin... Nasıl çalıştığımızı görmedin mi?

TAŞRALI MÜŞTERD — Hiçbir şey görmedim. Yalnız para verdim; nerelerde harcandığını

bilmiyorum.

OTEL KÂTDBD — Üç aydır bütün mimli yerleri göz altında tutuyoruz. Bedava mı oluyor?

TAŞRALI MÜŞTERD — Üç, aydır tavşanın uğramadığı yılan deliklerini güya kontrol ediyorsun;

benden de boyuna para çekiyorsun! Mıhlanıp kaldım otel köşelerinde... ݺim alt üst oldu.

64

OTEL KÂTDBD — Sen ver bakayım elindeki zarfı..- Görelim, mektubu nereden atmış?..

(Taşralı Müşteri zarfı uzatır. Otel Kâtibi pulun üstündeki damgayı dikkatle inceler.)

OTEL KÂTDBD — Kadıköyü postahanesinden geliyor.

TAŞRALI MÜŞTERD — Kadıköyünde, sarı çizmeli Mehmet Ağa...

OTEL KÂTDBD — San çizmeli olsa, yine neyse!..

(Çıngırak sesi... Kapıdan birinci ve ikinci bar kızları gelirler. Çıngırak... Kapı kapanır. Kızların

sırtlarında birer tayyör.. Halleri yorgun.. Taşralı Müşteri onlara döner.)

OTEL KÂTDBD — (Gelenlere) Nihayet gelebil-diniz? Ne uzun şahitlik bu böyle? Üç saattir

dışarıdasınız!

BDRDNCD BAR KIZI — Sorma KâtipçigimL. Ancak saat ll'de sıra gelebildi. Sen, mahkeme

kapılarında beklemek nedir, bilir misin?

OTEL KÂTDBD — Anlat bakalım,nasıl oldu?

(Bar kızları orta yerdeki masanın iskemlelerine otururlar. Otel Kâtibi gişeden çıkıp sağ yanlarına

gelir. Sol tarafta da Taşralı Müşteri...)

BDRDNCD BAR KIZI — Bittik, bittik. Ayağımıza kara su indi. Herkesin gözü bizde... Oturacak yer

yok... Koridorda dolaş dur!

OTEL KÂTDBD — Ne olduğunu anlat!

BDRDNCD BAR KIZI — Reis sordu: Sana hediye edilen mücevherden şüphelenmediniz mi?

65

Ne diye şüphelenecekmişim dedim: hiçbir çeşmeye, bize uzatılan el kadar desti dizmezler. Ben,

destilerin iyisini, kötüsünü, çatlağını, sağlamlığını ne bilirim! Bana gelen, hırsız mı, Polis mi,

sahtekar mı, tüccar mı, kaatil mi, memur mu, nasıl ayırdedebilirim ben!..

OTEL KÂTDBD — Kıyak cevap!

BDRDNCD BAR KIZI — Reis, kaatil için, bara kaç kere gelip gitti, dedi; dört beş kere, dedik. Dört

beş kere karşılaşmakla bir mücevher hediye edildiği görülmüş müdür, dedi; daha neler görülmüştür,

sarhoşluk hali bu, çantamıza fındık faresi koyandan, elmas koyana kadar neler görülmüştür, dedim.

Sonra verdiği şey de öyle ahım şahım birşey değil ki.. Eski zaman modası bir iğne...

OTEL KÂTDBD — Hepsi bu kadar mı?...

İKİNCİ BAR KIZI — Yok canım!.. Asıl can alıcı noktayı söylemiyor. Reis ona, mademki

tutkundu, sana kalbini açmıştır, demez mi? Peşinden yağmur gibi sualler: Kendi yerine asılan

masumun lâfını etti mi, Nişantaşı cinayetiyle alâkalı göründü mü, vicdan azabına benzer bir hali var

mıydı?

BDRDNCD BAR KIZI — Reis Bey, dedim: biz insanları dört beş kere görmekle değil, dört beş yıl

beraber yaşamakla da tanıyanlayız. Bilme-raek, tanımamaktır bizim sanatımız.. Kimse bize içini

açmaz, biz de kimsenin içini kurcalamayız... Öbür türlüsü işimize gelmez. (îkinci Bar Kızını

gösterir) Öyle değil mi?

OTFL KÂTDBD — Mesleğini bu kadar güzel anlatabilene aşkolsun!.. (Dkinci Bar Kızını gösterir)

Hocandan öğrendiğin belli.

66

İKİNCİ BAR KIZI — Bana da aynı müşteriye beraber konsumasyon yapıyoruz diye rolümü

sormaz mı?

OTEL KÂTDBD — Aman, bu güzel! Ne dedin?

İKİNCİ BAR KIZI — Bu kızın, yanından bir dakika ayrılmaz koruyucusuyum, dedim. Kime karşı

diye sordular. Erkeklere karşı diye cevap

verdim

OTEL KÂTDBD — Anladılar mı bari?

ÎKDNCD BAR KIZI — Erkek olurlar da anlamazlar mı?

TAŞRALI MÜŞTERD — (Afallamış) Ben anlayamadım!..

OTEL KÂTDBD — (Taşralı Müşteriye, îkinci

Bar kızını işaret ederek) Hanımefendi, tam bir erkek olduklarını anlatmak istiyorlar...

BDRDNCD BAR KIZI — Bir de iri siyah kareli ceket hikâyesi çıktı. Bara gelişlerinde, böyle bir ceket

geçirmiş mi hiç sırtına?.. Görmediğimi söyledim.

İKİNCİ BAR KIZI — Sonra, ifadelerinden öğrendik. Kaatil, çocuğu hiç belli etmeden, uzaktan

uzağa kollamış... Unutulan anahtarı kumar masasından alınca, eşini yaptırıp, eskisini kumarhanede

bir köşeye atmış.. Cinayet günü de apartmana girmiş, çocuğun annesini görmüş, beni oğlunuz

gönderdi, siyah kareli ceketini istiyor, demiş, almış... Gerisi malûm...

İKİNCİ BAR KIZI — ݺi meydana çıkaran savcı, bir el atışta bülbül gibi söyletmiş onu.. Elmasları

da olduğu gibi bulmuşlar... Döşeme tahtasının altında... Kaatil, yalnız bir tanesi eksik, filân bardaki

artise verdim deyince, başımıza işte

bu belâyı sardılar.

67

OTEL KATDBD — (Bar kızlarına) Ne belâsı, siz de!... Resminiz gazetelere geçiyor. Daha ne

istiyorsunuz?

BDRDNCD BAR KIZI — Aman istemem, aman

istemem! Eksik olsun!...

(Çıngıraklı kapı.. Yeldirmeli Kadın.... İkinci çıngırak... Kapı kapanır.. Herkes ona bakar.

Yeldirmeli Kadın iki adım atıp durur.)

OTEL KÂTDBD — (Yeldirmeli Kadına) Yine sen misin, hanım? Bu defa istediğin ne?..

YELDDRMELD KADIN — Yine Reis Bey!

OTEL KÂTDBD — Eski çamlar bardak oldu artık... Reis Bey emekliye ayrıldı. ݺ yok!..

YELDDRMELD KADIN — Benim işim başka!...

OTEL KÂTDBD — Reis Beyin otele uğradığı da

yok!....

YELDDRMELD KADIN — Beklerim!

OTEL KÂTDBD — Boşuna beklersin!

YELDDRMELD KADIN — (Kapı tarafında bir iskemleye yerleşir.) Zaten boşuna bekliyorum.

(Çıngıraklı kapı. Felçli kız ve onu kolundan tutarak içeriye sokan köylü müşteri.. İkinci çıngırak..

Kapanan kapı.. Felçli kız tam sıhhat içinde yürür. Gözler, üzerinde... Felçli bir kızla, şehirliye

özenen köy dilberi kılığı...)

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Otel Kâtibine) Kızımı bugün taburcu ettiler. Hamdolsun hiçbir şeyi

kalmadı.

OTEL KÂTDBD — (Köylü Müşteriye) Tebrik

ederim. Pek sevindik. 68

TAŞRALI MÜŞTERD — (Köylü Müşteriye) Oh, oh... Şükürler olsun!

BDRDNCD BAR KIZI — (Köylü Müşteriye) Çok memnun oldum. Ne de cici kız!

İKİNCİ BAR KIZI — (Köylü Müşteriye) Tam şafak vakti, kendin horul horul uyurken, bir daha

masum kızı traktöre bindireyim deme!

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Dkinci Bar Kızına) Ne yapalım, abla; bizde işi kadın kısmı görür. (Otel

Kâtibine) Bize bu akşam ikinci bir oda lâzım... Artık kız iyi oldu; yanında kalamam... Yarın

bakalım ne olur; memlekete mi döneriz, ne yaparız?

OTEL KÂTDBD — ݺte o zor! Bütün otelde, ay-

. oda değil, tek boş yatak yok...

(Bütün başları döndüren sert bir çıngırak sesi...Kapı açılır ve öylece kalır. Reis Bey... Kravatsız

buruşuk elbiseli... Bir iki adım atar, kalabalığı görünce durur. Otel Kâtibi, ona doğru yürür,

Yeldirmeli kadın doğrulur. Köylü Müşteri, felçli kızı bir iskemleye oturtur.)

OTEL KÂTDBD — Hoş geldiniz, Reis Bey!

REDS BEY — Hoş bulduk.. Beni arayan oldu

mu?

OTEL KÂTDBD — Biraz evvel mübaşir geldi.

Emeklilik muameleniz neticelenmiş... Sizi adliyeden istiyorlar.

REDS BEY — Âlâ!...

YELDDRMELD KADIN — (Ayağa fırlar) Reis Beyin vebalini şimdi emeklisi mi çekecek?

REDS BEY — (Yeldirmeli Kadına) Evet hanım, o çekecek..

69

YELDDRMELD KADIN — Yargıtay, oğluma verdiğiniz cezayı tasdik etti.

(Reis Bey cevap vermez. Nazarlar Yeldirmeli kadında...)

YELDDRMELD KADIN — Oğlumu da bu sabah tımarhaneye kaldırdılar...

(Reis Bey donmuş.. Herkes dehşette...)

YELDDRMELD KADIN — Ya evimizin hali?...

REDS BEY — Ne yapabilirim, hanım, bana bir yol göster!

YELDDRMELD KADIN — Yolu buraya kadar getiren kimse, o göstersin..

REDS BEY — Beni niçin aramaya geldin?

YELDDRMELD KADIN — Vicdan azabı çektiğinizi duydum. Çektiklerinizde benim de bir payım

vardır diye düşündüm.

REDS BEY—Ne olacak?

YELDDRMELD KADIN — Zehiri verdiğiniz gibi, pan zehiri de vereceksiniz!

REDS BEY — Yok ki vereyim... Olsa...

YELDDRMELD KADIN — Var... Göstereceğim!..

REDS BEY — Göster!

(Yeldirmeli Kadın susar. Tereddütlü gözlerlerle etrafını süzer. Uzak durak...)

REDS BEY — Anlıyorum! Yabancılar seni rahatsız ediyor. Eskiden güya dürüstlüğümü göstermek

için seni herkesin yanında konuşmaya davet etmiştim, Şimdi de dürüstlük iddiasında ne kadar

sahtekâr olduğumu belirtmek için aynı şeyi istiyorum. Söyliyebilirsin! 70

REDS BEY — Varsın, zor olsun... Ben istiyo-! Artık soyundum! İçimi herkes görebilir.

(Yeldirmeli kadın, çantasından hızla bir kâğıt çıkarıp Reis Beye uzatır.)

YELDDRMELD KADIN — Bu kağıdı, el yazınızla yazıp imzalıyacaksınız! Oğlumun avukatı, onu

Yargıtaya gönderip tashih-i karar isteyecek... Oğlum kurtulacak... Tımarhaneden kurtulabilirse

eğer...

(Reis Bey bir kapışta kağıdı alır, göz atar başını kaldırır.)

REDS BEY — (Yeldirmeli Kadına) Beni suisti-male davet ediyorsun! Ama bilmeden hakikate gö-

türüyorsun! Beni bir dakika burada bekler misiniz?..

(Reis Bey merdivene doğru yürür. Çıkmaya başlar. Yeldirmeli Kadın yerine oturur.)

KÖYLÜ MÜŞTERD — (Otel Kâtibine) Benim odama bitişik oda. Reis Beyinki değil mi? OTEL

KÂTDBD — Evet... (Rzis Bey merdivende durur. Döner.)

REDS BEY — (Otel Kâtibine) Ne var?.. Birşey mi istiyorsunuz?

OTEL KÂTDBD — Kızı bugün taburcu olmuş da, odasına, yahut birbirine bitişik iki oda arıyor.

Halbuki hiç yer yok...

REDS BEY — Benim odamı verin! Ben gece yokum!

71

KÖYLÜ MÜŞTERD — Biz de yarın gitmeği düşünüyoruz.

REDS BEY — Mesele yok... Versinler.

KÖYLÜ MÜŞTERD — Allah sizden razı olsun!...

(Reis Bey çıkar. Herkes biribirine döner.)

YELDDRMELD KADIN — (Otel Kâtibine) Reis Beyde bu ne değişiklik? Koyuna dönmüş..

TAŞRALI MÜŞTERD — (Felçli kızı gösterir.) Otele indikleri akşam, bitişiğinde ağlıyor diye

sokağa attırmaya kalkıştığı kıza şimdi odasını veriyor!

OTEL KATDBD — Bana da, merhamet idamlık suçtur, demiş ti.

KÖYLÜ MÜŞTERD — Ya, ya!... Bana da merhamet için, ağızların iğrenç sakızı, dedi.

OTEL KATDBD — (Yeldirmeli Kadına) Ona imzalatmak istediğiniz kâğıtta ne var?

YELDDRMELD KADIN — Ben söyliyemem!

TAŞRALI MÜŞTERD — (Yeldirmeli Kadına dikkatle bakar.) Siz kaç yaşlarında varsınız?...

YELDDRMELD KADIN — Altmış beşi geçkinim...

BDRDNCD BAR KIZI — (Yeldirmeli Kadına) Galiba okur yazarsınız da... Konuşmanız mükemmel...

YELDDRMELD KADIN — Biraz söküyorum. Eskisini daha iyi bilirim. Mahalle mektebinden...

OTEL KATDBD — (Yeldirmeli Kadına) Reis Beye verdiğiniz kâğıdı siz mi yazdınız?

YELDDRMELD KADIN — Avukat yazdı. Ben nasıl becerebilirim?

72

İKİNCİ BAR KIZI — (Yeldirmeli Kadına) Ama, tuttuğunu koparan soyundansmız!

YERLDDRMELD KADIN — Benim marifetim değil... Çektiklerimin öğrettiği...

(Açık kapıda, siyah bir manto içinde, başı sarılı, hanım tavırlı ve giyimli, dadı...)

OTEL KATDBD — (Dadıya) Hanım bu kaçıncı geliş?... Size, Reis Bey Otele uğramıyor demedim

TYDD*?

mi?

(Bütün alâka, yeni gelenin üzerinde... Dadı kapıyı kapatır. Çıngırak...)

DADI — (Otel Kâtibine) Yalan söylüyorsunuz! Reis Beyi biraz evvel otele girerken gördüm.

OTEL KATDBD — Demek ki, köşe bucak gizlenip oteli dikiz ediyorsunuz!

DADI — Kimbilir?

OTEL KATDBD — Yalan söyleyen yok! Reis Bey uzun zamandır görünmüyordu. Şimdi bir aralık

göründü. Hep birden üstüne üşüşmeyin!...

DADI — O, benim gözümün nuru, suçsuz evlâdımı assın, sonra da üstüne üşüşmiyelim, ha?

BDRDNCD BAR KIZI — (Dadıya) Ay, siz suçsuz asılan Nişantaşı cinayetinin sanığının?..

DADI — Dadısıyım... Sütannesi...

İKİNCİ BAR KIZI — (Dadıya bakarak) Hiç de dadıya benzemiyor. Adeta hanımefendi!...

DADI — Kırk sene evvel, küçükken yanlarına alıp büyüttükleri, öğrettikleri, yetiştirdikleri ve

oğullarını teslim ettikleri emektar...

OTEL KATDBD — (Dadıya) Olanlar olmuş... Reis Beyden ne bekliyorsunuz

DADI — Yüzünü görmek istiyorum! Gün ışı-

73

gına çıkarabildiği yüzünü görmek istiyorum! Yüzüne tükürmek istiyorum

(Merdivende Reis Bey... Kimse dikkat etmez.)

OTEL KATDBD — (Dadının üstüne yürür gibi) Hanım seni kim bırakır Reis Beyin yüzüne

tükürmeğe?

REDS BEY — (Merdivenden inmiş, gişeye kıv-nlırken) Bırakın! Tükürsün!

(Herkes Reis Beye döner. Yeldirmeli Kadın ve Bar kızları ayağa kalkarlar. Oturan, yalnız felçli

kız... Reis Bey, elinde, ortasından açık bir not defteri, uzakla bir noktada durur.)

REDS BEY — (Dadıya) Geldiğine iyi ettin! Ben de seni arıyordum!

DADI — Ne yapacaktın?

REDS BEY — Beni affetmeni istiyecektim.

DADI — Eğer ben seni affedersem, yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaz!

REDS BEY — (Dadıya bir adım yaklaşır) Yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaması için

beni affet!

DADI — Gözlerime, kulaklarıma inanamıyorum! Sen o Reis misin?

REDS BEY— O adamım, ama o Reis değilim!

DADI — (Hayret ve nefret içinde) Yoksa bu, kendini kurtarmak için düşündüğün bir numara mı?

REDS BEY — Eğer böyle bir numara varsa bana, öğret, kurtulayım!

DADI — Allahaısmarladık! Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey söylemeden gidiyorum. Keşke gel-

74

meşeydim. Masum evlâdım için döktüğüm göz yaşlarını kirlettim.

(Dadı döner, kapıya doğru yürür.)

REDS BEY — (Dadının arkasından) Dadı, dur! Sana bir sözüm var!

(Dadı durur. Geriye dönmez.)

REDS BEY — Beni affetmeden mi gidiyorsun?

DADI — (Döner) Allaha başvur!

REDS BEY — Başvurdum. Onun affı senin-kiyle belli olacak...

DADI — Bende böyle bir kuvvet yok!

REDS BEY — Sende, astırdığım ve her gün beni ipe çeken masumun en yakını olmak gücü var...

Beni, onun ruhu için bir dakika bekle... Kabul edersen beraber çıkarız. (Yeldirmeli Kadına döner,

elindeki not defterini uzatır.) İstediğin kâğıdı imzalamadım, değmez! Onun yerine sana, hususî not

defterimi veriyorum. Hüküm sırasında, oğlun hakkındaki mahrem fikirlerim burada yazılı... Bu

defteri ele geçirmiş olun, yargıtaya gönderip tashih-i karar isteyin!... Umarım ki, başarırsınız.

(Ortasından açık not defterini uzatır.) Şu kıvrık sahifedeki not... Buyrun!

(Yeldirmeli Kadiri atılıp not defterini alır, kıvrık sahifeye bir göz atıp kapatır ve elinde tutar.)

REDS BEY — (Yeldirmeli Kadına) Orada diyorum ki: Ben bu çocuğun esrar satıcısı olduğuna dair

en küçük bir delil bulamadım. Aksine, onun her tavrından, hayret, dehşet ve masumiyet tüt-

75

tüğüne şahidim. Fakat, ancak en merhametsiz ce^ za ölçülerinin kurtarabileceği çürük bir

cemiyette, paltosunun astarında esrar bulunmuş bir insanı temize çıkaramam. Bu yüzden bütün

karşı delilleri reddediyor ve onu mahkûm ediyorum.

YELDDRMELD KADIN — Aman Yarabbi; vicdanınız nasıl varmış?

REDS BEY — Notta dahası da var; Mahkûm ettiğim, o değil, mücerred fiildir. Ferde verdiğim ceza

isabetsiz olabilir; cemiyete aradığım deva, i-sabetlidir. Varsın, bir kötünün bürünmesi ihtimali olan

masumluk maskesini kullanılmaz hale getirmek için bin masum feda edilsin...

DADI — (Reis Beye) Sen bir canavarsın!

REDS BEY — (Dadıya aldırmadan Yeldirmeli Kadına) Canavarın bu notunu gönderin yargıta-ya!...

Hükmü bozmaları gerekir.

YELDDRMELD KADIN — Siz bir melek olmuşsunuz!

REDS BEY — (Yeldirmeli Kadına) Not defterinin son sahifesinde, şimdi size yazdığım bir pusula

var... Onu okuyunuz!

(Yeldirmeli Kadın hızla not defterini açıp pusulayı çıkarır, bakar, sökmeğe çalışır.)

YELDDRMELD KADIN — (Birden başını kaldırıp haykırırcasına) Bize yirmi beş bin lira mı

veriyorsun? Emeklilik ikramiyenizi bize mi bırakıyorsunuz?

(Herkeste büyük hayret.. Yeldirmeli Kadın, elinde defter, apışmış kalmış...)

REDS BEY — Ben size, yüksek sesle okuyun, haber verin, demedim!

76

YELDDRMELD KADIN

mıyız?

Biz böylesine lâyık

(Sükût... Durak... Dehşet... Dadı, boynu bükük, döner kapıdan çıkmak üzere yürür.)

REDS BEY — (Arkasından Dadıya) Beni yanma almadan, dinlemeden mi gidiyorsun?

(Dadı cevap vermeden yürür. Çıngırak.. Uzun durak... Kapı açık...)

YELDDRMELD KADIN — (Not defterini çantasına koyarak gayet mahcup ve rikkatli)

Allahaısmarladık, Reis Bey!

(Reis Bey, gözleri Dadının çıktığı noktada, cevap vermez. Açık kapıdan Yeldirmeli Kadın da çıkar

ve kapıyı kapatır. Çıngırak... Uzun durak.. Kimsede hareket yok...)

BDRDNCD BAR KIZI — (Reis Beye) Hayret, şu taş yürekli dadıya!.. Siz benim, annemi, babamı

kardeşlerimi astırmış, soyumu sop umu kurutmuş olsaydınız da, şu son halinizi görseydim, yine

herşeyi bağışlardım.

REDS BEY— (Bitik) Bağışla kızım, hiç olmazsa sen bağışla!..

BDRDNCD BAR KIZ — Benim bağışlanıcak bir hakkım yok ki...

REDS BEY — Üzerimde tek hakkı olmayan tek insan göremiyorum bu dünyada... Hiç olmazsa sen

bağışla!

BDRDNCD BAR KIZI — Ailem, benim suçumu bağışlamadığı için bu yola düştüm ben...

REDS BEY — Onları da bağışla! (Dkinci Bar Kızma) Siz de bağışlayın!...

77

İKİNCİ BAR KIZ — Ben, bütün insanlıktan tiksiniyorum! Ben de bu dünyada affedebileceğim tek

insan göremiyorum!

REDS BEY — Affı anlayınca, kendinizden başka her insanı mazur göreceksiniz.

İKİNCİ BAR KIZI — Hayır! Kimseyi mazur göremem! Biz, hepimiz, bütün düşmüşler,

evlerimizin, cemiyetimizin, dışımızdan gelen dürtüşlerin kurbanlarıyız! Sonra da onların hışmına

uğ-ruyoruz! (Kendisini gösterir) Bakın, şu lise mezunu kıza! Onu böyle mi görmeliydiniz? (Hızla

döner, Taşralı Müşteri ile Köylü Müşteri tiplerini gösterir.) Bir de şu zavallılara bakın! Onlardan

daha basit iki örnek bulabilir misiniz? Biri, evinden kaçan kızını, kâh lanet okuyarak, kâh göz yaşı

dökerek arıyor; öbürü de traktörden düşüp felç geçiren kızma şifa bulduğu için seviniyor.

Sormalı!... (Taşralı Müşteriye) Kızını hangi sebep yüzünden kaçırdığını düşündün mü hiç?.. (Köylü

Müşteriye döner.) Sen de,ortahk ağarmadan, canavarlara, inlere, cinlere karşı traktörde masum bir

kız çalıştırmanın dehşetini hiç duymadın mı? (Reis Beye Döner) Ya büyük şehirlerin çocukları,

kızları, babaları, anneleri?... Doğrusu ne, şimdi?... Babalar mı çocuklarını bağışlamalı, çocuklar mı

babalarını?... Galiba en doğrusu, çocukların, babalarını asla affetmemesi... (Doğrulur, gözlerini

Reis Beye diker.) Reis Bey! Beni fahişeliğe çeken her tesiri eliyle ittikten sonra, düştüğüm için,

babam kovdu evden... Affedilmezlerden; onun için de affetmezlerden oldum. Affetmiyorum!

REDS BEY — ݺte bu halinizle affedebiliyor musunuz? Marifet onda!... Aynı marifet babanıza da

düşüyor. Başaşağı bir cemiyeti baş yukarı

78

edecek kudret, her tarafın birbirini'affetmesinde...

İKİNCİ BAR KIZI — Öyle mıncıklandım ki, erkeklerin elinde, kadınlığımı unuttum. Cinsiyet

değiştirecek kadar kin ateşinde piştim.

REDS BEY — Hep, affı bilmemenin açtığı mesafeler... Herkesi bu hale birbiri getirdi. Herkes

herkesi affetsin!...

TAŞRALI MÜŞTERD — (Reis Beye) Ben de mi affetmeliyim? Kızımın terbiyesinde benim hiçbir

suçum yok... Kaçan o...

REDS BEY — (Taşralı Müşteriye) Sen de affetmelisin! Dönmesi için de affettiğini bildirmelisin...

Aklı erince, o da seni affetmeli... (Köylü Müşteriye) Sana gelince, affetmiyeceğin yalnız kendin!...

Seni affedecek olanlar (Felçli Kızı gösterir) affetmekten bile habersiz... Senin traktörden

düşürdüğünü, geceleyin bir milyon gözlü şehir ejderhası, her ân pencerelerden atıyor. (Dkinci Bar

Kızma doğru) Hepimiz birbirimizi affetmeliyiz. Dağları kaydıran bir zelzele olurken, birbirine

sarılmış çocukların haline dönmeli değil miyiz? Nedir bu zelzele arsasında birbirimizin saçını

yolduğumuz, ciğerini söktüğümüz?

(Sükût... Durak.. Reis Bey herkesi süzer.)

REDS BEY — Kalblerinizi değiştirin! Size hakikat gibi görünen şeylerin hemen değiştiğini

görürsünüz.

İKİNCİ BAR KIZ — Kalb değişir miymiş istenince?..

REDS BEY — Dünyanın en sert ve en yumuşak madeni, kalb... Ateşini bulsun; hemen değişir.

79

(Çıngırak sesi... Kapıda dadı... Edası gayet asil...)

DADI — (Kapıdan) Fikrimi değiştirdim. Reis Bey! Çıkalım! Yakınlarda bir tanıdığımın evi var..

Orada konuşabiliriz,

(Herkes hayrette... Reis Bey, çarpılmış gibi...)

REDS BEY — Geliyorum, dadı teşekkür ede-

rim.

— Işıklar kararır —

80

TABLO V

[Bitirim yerinde kahve ocağı... Çok eski taş [duvarlarından rutubet sızan, kubbe altı gibi bir Iyer..

Sekiz eşit çizgili bir kahve ocağı ve tezgâhı... Ortada hapishane penceresini andıran, kalın iemir

parmaklıklı bir menfez... Solda ve dip çizgisine bitişik çizgi üzerinde, tokmaklı ve çinko kaplı yarı

aralık bir kapı... Tahta bankolar, hasır İskemleler, yamrı yumru masalar...]

(Demir parmaklıklı pencerede şafağın ilk alâmetleri.. Reis bey, pencerenin altındaki banko

üzerinde, ellerini iki açık dizinin arasına yerleştirmiş, başını eğmiş, düşünmekte... Kahve ocağında

kumarhane garsonu, çay bardağını karıştırıyor. Yarı aralık kapıdan, zar sesleri, homurtular,

uğultular, kumar tâbirleri geliyor. Kumarhane garsonu, elinde çay bardağı ocaktan çıkar.)

KUMARHANE GARSONU şmı! Şafak söküyor!

? Babalık! Kaldır

(Reis Bey, başını kaldırıp pencereye bakar. Kumarhane garsonu, elindeki çayı, şapırta-darak

içmeğe başlar.)

REDS BEY — Tıpkı çocuğu astırdığım günün iği...

KUMARHANE GARSONU — O da burda,

81

hem de şu oturduğun banko üzerinde kaç şafak

seyretti!

REDS BEY — Onun çile mirasçısı şimdi benim... Bütün bıraktıkları, malım...

KUMARHANE GARSONU — Sen onun gibi kumar oynamıyorsun! Eroin almıyorsun! Nasıl

mirasçısı olabilirsin? Sabaha kadar, bu akrep yuvasında tıkılıp kalmaktan muradın nedir? Hâlâ

anlayamadık!

REDS BEY — Muradım akreplerle halleşmek,

onları okşamak...

KUMARHANE GARSONU — Ne çıkacak

bundan?...

REDS BEY — Yumuşayacaklar.. Ağlamayı öğrenecekler...

KUMARHANE GARSONU — (Çayını hopur-tadır) Akrepler ağlamayı öğrenecek ha!... Gülmeği

desen neyse...

REDS BEY — (Tane tane) Akrepler ağlamayı öğrenecek... Taş öğrenir de ağlamayı, akrep

öğrenmez mi?

KUMARHANE GARSONU — Neredeymiş

ağlayan taş?

REDS BEY — Karşında... Ben!...

KUMARHANE GARSONU — Senin bu akıl ermez halini hoş görüyorlar ama, belli olmaz; yarın

mahkûm ettiklerinden biri çıkıp gelir, seni benzetir burada... Öyle, kaybedenlere para vermen,

arkalarına düşmen seni kurtaramaz.

REDS BEY — Onlar affetmeği bilirler. Biz bilemiyoruz!..

KUMARHANE GARSONU — (Saati cebine yerleştirir) Halbuki, ben satarsam iki bin lira alı-nm.

Binini de sana veririm.

82

REDS BEY — İstemem!

KUMARHANE GARSONU — (Reis Beyin yanma oturarak kolunu onun boynundan dolar.) Sen

ne tuhaf adamsın, yahu! Bir zamanlar, sertliğinden, karşında nefes alamazdık. Bak, ne kadar

yumuşadm, nerelere kadar düştün! Sana acıyorlar yoksa. Acımasaydılar, boynuna ip takıp mahalle

mahalle gezdirirlerdi.

REDS BEY — İyi ederlerdi/

KUMARHANE GARSONU — (Hayretle ayağa kalkar) Sahiden çok tuhaf adamsın be! Razı

olmıyacağm şey yok! Tek, biz yolumuzdan dönelim... Şimdi sen beni ne kadar okşasan, bağış-

lasan, değiştirebilir misin? Bana tefeciliği, eroinciliği bıraktırabilir misin?

REDS BEY — Olur mu olur...

KUMARHNE GARSONU — Haydi , bir vaaz ver de dinleyelim!...

REDS BEY — Kürsüsüz, cemaatsiz vaaz olur mu?

KUMARHANE GARSONU — (Gösterir) Şu üç bankoyu yan yana getirip üstüne bir iskemle

koyduk mu, al sana kürsü!... Cemaate gelince, vaazı duyan, parası biten, ciğeri yanan, içi burkulan,

hep sökün eder, dinler. Sen başla bir kere!... (Kapıyı gösterir) Geçen akşam, içerdeki kumar

masasına çıkışını unuttun mu?

REDS BEY — Coşmuştum o vakit...

KUMARHANE GARSONU — Yine coşarsın...

(Kumarhane Garsonu, üç bankoyu orta yerde yan yana bitiştirerek üstüne bir iskemle atar. Reis

Bey, kendi bankosunda, hep aynı vaziyette, oturmakta... Pencerede şafak gelişiyor.)

83

KUMARHANE GARSONU — ݺte kürsü... Çık üzerine!...

REDS BEY — Zorakiliğe değmez. Birşey kendi kendisine olursa olur.

(Aralık kapıdan kaatil gelir. Kürsüyü görünce hayretle bakar.)

KUMARHANE GARSONU — (Kaatile) Reis Bey nutuk çekecek... İyi ki geldin...

KAATDL — (Kumarhane Garsonuna) Paralan kaybettik! Nasıl kurtaracağız saati, yarın, öğle

zamanına kadar...

REDS BEY — (Kaatile) Borcunu ben verir, kurtarırım!

KUMARHANE GARSONU — (Reis Beye) Akşam da saati yine senden alıp yine bana toka eder.

REDS BEY — İstediğini yapsın... Ne değeri var!..

KAATDL — (Reis Beye) Sen ne baba adamsın, Reis Bey! Babamdan görmediğimi senden

görüyorum.

REDS BEY — Öyleyse sözlerime katlan, ne dersem yap!

KAATDL — Emret! Boynum kıldan ince...

(Kaatil dizlerini indirerek Reis Beyin yanında yere çömelir. Durak...)

KUMARHANE GARSONU — Başla Reis Bey vaazına!...

REDS BEY — (Kumarhane Garsonuna) Başlıyorum, merak etme!... O kadar özenerek kurduğun

kürsüye de çıkayım istersen..

KUMARHANE GARSONU — Keyfîn bilir... 84

REDS BEY — Şimdilik yerim iyi... (Dkisine birden) Çocuklar, insana acıyın! Kendinizden başka,

kimsede suç aramayın! Eğer yankesici ciğerlerinizi söküp götürmeğe geliyorsa, ciğerlerinizi

muayeneden geçirin!... Ne suçu var, diye.... Kadın, güzelliğini; banka, parasını; memur,

insafsızlığını; kanun, idraksizliğini muayeneden geçirsin!...

(Yarı aralık kapıdan, iki bitirim yeri tipi gelir. Kaatil'in yanında yavaşça çömelip Reis Beyi

dinlemeğe koyulurlar.)

REDS BEY — (Kaatile) Sen bu akşam kumarda beşyüz lira kaybettin, Düşün, bu parada ne kadar

insan ve emek hakkı var... Eğer, bir hamal, sırtında elli kiloluk yükü bir kilometre ötesine iki buçuk

liraya taşırsa, bu hamalın iki yüz kilometrelik emeği... Tam yedi yüz on beş ekmek parası... Bir

hastahane dolusu insanın acısını dindirecek ilâç tutarı... Bayram sabahı, boynu bükük, bilmem kaç

öksüzün kundura bedeli... Şu kadar kefen, yahut kundak bezi; bu kadar ah, vah, yahut oh, eh

karşılığı... Çocuklar! Bütün bu hak sahiplerine acıyan, bütün bu emeklere içi sızlayan, parasını nasıl

bir zara, bir kâğıda teslim eder? Düşeş niçin bey de, hepyek neden köle?... (Uzun durak...

Bakınma...) Düşünmeğe kurcalamağa lüzum yok, çocuklar! Acımak düşünmektedir, acımak

bulmaktadır. Acıyın, yeter!

(Durak... Kaatil ayağa kalkar. Müthiş bir takallus içinde...)

REDS BEY — Can taşıyan, yüreği atan her yaratığa acıyın! Ağzından kemiğini çaldıran köpeğe, her

parçası ayrı ayrı kıvranan solucana, ta-

85

banı yanan çakala... Hepsinin üstünde insana; buruş buruş beyni, alnı ve çenesiyle göz yaşı döken

insana acıyın!

(Kaatil, bir sıçrayışta aralık kapıdan dalar. Bitirim yeri tipleri ayağa kalkar ve kaatilin arkasından

bakarlar. Kumarhane Garsonu da, şaşkın kapıya doğru...)

İÇERİDEN KAATDLDN SESD—Hey!!! Kumara paydos!!! Kaldırın oyunu, namussuzlar!!! Yakarım

karşı duranı!

(Müthiş sükût... Reis Bey ayağa kalkar. İçeriden yükselen karma karışık sesler ve homurtular...)

KUMARHANE GARSONU — (Reis Beye) Efeyi coşturdun! Belâlı bir işe girişti. İyi ki, patron

burada değil.. Yoksa kan çıkardı.

İÇERİDEN KAATDLDN SESD — Kahve ocağına gelin! Reis Beyi dinleyin! Yürüyün!

(Uzun durak... Reis Bey ilerleyip, sağda, Kumarhane Garsonun yanında yer alır. Yüzleri kapıya

doğru... Geliş... Önde kaatil, arkasında yedi tane bitirim yeri tipi, sökün ederler. Solda

kümelenme...)

KAATDL — (Kümenin önünden Reis Beye) Konuş baba! Sen ne dersen o olacak!..

REDS BEY — Kaatil! Sevgili oğlum! Sendeki merhamet istidadını kimsede görmedim. Şu, içinin

gizli tarafını, dışına çıkarabiliyor musun? Bütün mesele onda...

KAATDL — Ben sineğe bile kıyamam! Mecbur kaldım da öldürdüm....

86

REDS BEY — Nasıl öldürürsün?... Göz! Renk renk dünyaları, en yakın zerreyi, en uzak yıldızı

gören göz... Ona nasıl toprak doldurursun? Kalb dediğimiz, bütün gücümüzü veren esrarlı

tulumbayı nasıl kırar, parçalarsın? (Edası değişir) Bunları yapmayı bırak bir tarafa; bunları yapmak

imkânı var ya; işte yalnız imkânı var diye nasıl döğünmez, yırtınmaz, tepinmezsin?... (Durak,

bakınma) Gelin çocuklar, kumar masasına dizilip hep beraber ağlayalım!... Sebep mi istiyorsunuz?

Çok!... Gündüzün bitişinde gece, düzlüğün berisinde ayrılık, ekmeğin ucunda açlık var diye katıla

katıla ağlayalım!... Çocuklar; dünya bir göz yaşı evinden başka ne olabilir? Ağlayanlardan olmak

dururken, üstelik ağlatanlardan olmak reva mı?

KUMARHANE GARSONU — Boş ver, Reis Bey; bu akşamki vaaz değil, dramcılık... Sen git de

bir tiyatroya gir!

REDS BEY — Fena mı?... Ben de locadan bakanlara değil size, paradide oturanlara dram

kesiyorum.

KUMARHANE GARSONU — Kesiyorsun ama, usturanın kör yüzü ile kesiyorsun!

(Kümede gülüşmeler.. Kaatilden başka herkes işi hafife almakta...)

KAATDL — (Şimşek gibi döner, kümeye yönelir) Kendinize gelin ipsizler!... (Kümenin birdenbire

ciddileşip sustuğunu görünce Kumarhane Garsonuna döner.) Sen de ağzını açayım deme!... (Sağ eli

pantolonunun arka cebinde) Dökerim barsaklarınıL. Bırak, Reis Bey dilediği gibi konuşsun!...

87

KUMARHANE GARSONU — (Kaatile) Sen meydanı boş buldun bu akşam!.. Reis Beyin

lâflarından birşey anlıyor musun sanki?

KAATDL — Anlıyorum!

KUMARHANE GARSONU — Öyleyse halvet olun, baş başa konuşun!

REDS BEY — (Kaatile) Ver bana bıçağını!

(Kaatil hayretle Reis Beye döner. Arka cebinden bıçağını çekip bir kuzu itaatiyle Reis Beye uzatır.

Reis Bey alıp cebine atar.)

REDS BEY — (Kumarhane garsonuna) Sen de ver! (Hareketsizlik... Uzun durak...)

REDS BEY — (Heybetle) Haydi ver!

(Kumarhane Garsonu, ceketinin sağ cebinden bir bıçak çıkarıp uzatır. Reis Bey, sağ eliyle alır.)

REDS BEY — (Kümeye) Herkes versin! (Hareketsizlik, durak...)

KAATDL — (Kümeye) Çıkarın bıçaklarınızı!.. Teslim edin!...

(Kümeden üç kişi bıçaklarını çıkarırlar, Reis Beye verirler. Resi Bey teker teker alır. Sağ elinde

dört bıçak...)

KAATDL — (Kümeye) Makinesi olan da ver-

sin!

(Kümeden biri ilerleyip ceketinin sol iç cebinden çıkardığı küçük tabancayı Reis Beye uzatır. Reis

bey, bıçakları ceketinin sağlı

88

sollu iç ceplerine taksim ettikten sonra tabancayı alıp pantolonunun cebine yerleştirir. Sonra, ban

koların üstüne çıkar. İskemleye kurulur. Herkes, afallamış gözlerle ona bakıyor.)

REDS BEY — Şöyle karşımda halka olun ba-I kalım; halka olun!

(Dokuz tane bitirim yeri tipi, Reis Beyin karşısında dizilirler. Kumarhane Garsonu Reis Beyin

arkasına, sol yanma geçer. Kaatil sağ başa yalnız...)

REDS BEY — Çocuklar! Bu kürsüyü bana alay için hazırlayanın eline sağlık!.. Eski Reise yeni

kürsü... Şimdi size öyle bir teklifte bulunacağım ki, ancak böyle, tepenizden bakan bir yere

çıkmakla olabilir. Var mısınız teklifime?..

KAATDL — Varız, Reis Bey!

REDS BEY — Bir çete kuracağızîReisiniz ben olacağım! (Sükût... Hayret tavırları... Durak...)

REDS BEY — Var mısınız?

KAATÎL — Sen ne dersen varız!

REDS BEY — (Kaatile) Senin hastahaneden aldığın tecil .bitmek üzere, değil mi? KAATÎL — Tam

üç gün kaldı.

REDS BEY — Gününde git, teslim ol! Birkaç hafta sonra da meşrutî infaz hakkını kullan!

Zindandan çık, bize katıl!

KUMARHANE GARSONU — (Reis Beye) Meraktan çıldıracağız Reis Bey, çeteye gelelim!...

REDS BEY — (Ortaya) Bu çete bir dernektir. Cemiyetler kanununa göre kurulucak.. Ve ne kadar

hırsız, yankesici, dolandırıcı, kalpazan, kaatil,

89

ırz düşmanı, zehir satıcısı, kumarbaz, serseri varsa, hepsine birden kapılarını açacak...

KUMARHANE GARSONU — Ne derneği bu böyle?

REDS BEY — (Ortaya) Acıyanlar ve acmanlar derneği... İki taraf içice... Zaten ikisi de bir...

Acımalıyız ki acınalım.. Onun için, hâkim, avukat, muharrir, profesör, tüccar, işçi, mühendis,

doktor, sanatkar, her meslekten bizi kucaklıyanlara buyurun diyeceğiz Buyurun; acımayı, acımaya

erişmeği cemiyete başlı başına şifa kabul edenler, kadromuzda birleşsin!.. İnsanlığa yeni kurtuluş

yolu..

KAATDL — Ne iş göreceğiz bu dernekte biz?

REDS BEY — (Ortaya) Kaatilin tezgâhtar, hırsızın kasadar, dolandırıcının tahsildar olacağı işlere

verileceksiniz. Bu dâva uğrunda, mağaza mağaza, fabrika fabrika, yazıhane yazıhane, gezip

dolaşacağım. Saklı parayı çarpan yankesici, bakalım açıkça eline teslim edilene ne yapar? Korunanı

vuran kaatil, görelim, bağrını açanlara neyler?.. Şüphe usulünün beslediği kötülük, itimat sistemi

önünde büsbütün mü şahlanır, dize mi gelir? Görelim!... (Durak, bakınma) Ben diyorum ki, bu

gemiyi devrilmekten kurtarmak için, yalpa ettiği tarafa abanmak lâzımdır. Ancak, bu türlü,

kötülükleri bir taraftan öbür tarafa aktarabiliriz. Ne dersiniz çocuklar?

(Sükût... Durak...)

REDS BEY — Biliyorum; doktor reçetesi gibi birşey, bu lâflar... Siz de doktor değil, hastasınız! de

dalgın yatan şuursuz hasta... Öyleyse ni-

oyluyorum bu lâfları? Anlaşılmayacak olduktan apnra?...

90

KAATDL — Pekâlâ anlıyoruz. Anlamamak da anlıyoruz.

REDS BEY — ݺte onun için söylüyorum. Anlamadan sezmeniz, bilmeden duymanız, görmeden

kapılmanız için söylüyorum. En derin anlayış budur. Kim anlamış ki, siz anlamayasmız? Onun için,

üniversite kürsüsünde değil, bitirim yeri kahve ocağında konuşuyorum. Hastalıktan doktorluğa,

cahillikten bilgiye geçince, en iyi hekim, en üstün âlim siz olacaksınız! Şimdilik işin yalnız

alfabesini öğrenin; ilerisi okunmadan ezberlenecek cilt cilt kitap...

KAATDL — (Heyacanh) Öğret Reis Bey!...

REDS BEY — Gidin; akşamları, yamru yumru evlerin yılankavi sınırladığı kuytu mahallelerde

dolaşan, oralarda, sokak ortalarında ağlayan çocuklar göreceksiniz; onlardan ağlamayı öğrenin!...

Hastahane önlerinde, adliye koridorlarında, hapishane kapılarında, yazıhane eşiklerinde, maden

kuyularında, tarla hendeklerinde... Daha nerelerde nerelerde?... Kansızlıktan kurumuş bir insanlık

kaynaşıyor. Seyredin ve ağlamayı öğrenin! Bit pazarlarına uğrayın, oralarda yerlere serilen eşyaya

bakın; ölen çocuğunun minicik kazağını satmaya gelenle, bunu düşürmeğe bakanın edalarına dikkat

edin; ağlamayı öğrenin! Hiçbir şey yapamazsanız, kırlara çıkın, kuş yuvalarını bozmak için

ağaçlara tırmanan haylazlara katılın; cıvıl cıvıl imdat isteyen yavru kuşları, sonra, havada kıvrımlar

çizerek acı acı çığlık koparan anne kuşu görün; ağlamayı öğrenin! Yavrusunu ensesinden dişleyip

selâmete götüren uyuz ve topal kediye baksanız yeter... Ağlamayı öğrenin! Sakın, öğ-renemeyiz,

demeyin; ben öğrendikten sonra, siz nasıl öğrenemezsiniz?

91

(Durak. Kaatilin yüzünde korkunç bir tahassüs ve takallüs... Herkes Reis Beyin tesirinde,

hareketsiz...)

REDS BEY — Annelerinizi düşünün! Yüreği yufka komşu hediyesi börekten, en hatırlı parçayı bir

gazeteye sarmış, zindan kapısında sıra bekleyen, göz yaşının kudretini, demiri eritecek bir kezzap

haline getiren annelerinizi düşünün!.. Ağlamayı öğrenin!...

(Kaatil elleriyle yüzünü kapayarak hüngür hüngür ağlamaya başlar... Herkes taş...)

REDS BEY — Ağlayın, çocuklar!.. Mazlumun, kendinde kıyılana, zalimin de kendinde kıydığına

ağlayın! Mazlumun hesabı görülür; ya zalimin kaybettiği?.. Göz yaşma ulaşılmadıkça ele geçmez.

Zalime daha çok ağlayın, çocuklar; zalimde beni ve kendinizi görün, ona daha çok ağlayın! Bir

gözyaşı çetesi kurun, beni Reis seçin; ve insanlara göz yaşını öğretinceye kadar delik deşik edin

onları bıçaklarınızla, kurşunlarınızla.. (Elini cebine götürerek bıçakları işaret eder.) Ama bu

bıçaklarla değil, ıslak kirpiklerinizle... Bıçaklarınızı size, tavuk kesemez hale geldiğiniz zaman geri

vereceğim. Duygunuz körleşecek olursa, sivri uçlarını hafifçe parmağınıza batırıp göz yaşını

hatırlarsanız.

(Sükût... Kaatil hıçkıra hıçkıra sarsılıyor.)

REDS BEY — (Kaatile) Ağla, sevgili oğlum, kaatil, doya doya ağla ve tüy gibi hafifle!.. Senin

yirmi beş yaşında bulduğunu, ben altmış beş yaşında aramaya başlıyorum. ݺte aramızdaki fark! 92

Ne kadar ağlamalıyım ki, durmadan altmış beş sene göz yaşı dökmüş olayım?.. Çaresiz, sonsuzluk

boyunca çaresiz.. (Ortaya) Gözümün önünde korkunç bir kaynaşma meydanı peydahlanıyor..

Çocuklar ağlaşıyor, anneler koşuşuyor... Her taraftan, anne, oğlum diye çığlıklar geliyor...

(Kümede sessiz sessiz ağlayan, eliyle yüzünü örten birkaç kişi daha.. Kumarhane Garsonu arkasını

döner. Uzun durak... Birden ve uzun bir ıslık...)

KUMARHANE GARSONU — (Hemen dönerek) Erketecinin ıslığı!.. Basıldık!..

(Yarı aralık kapı tarafından dış kapının devrildiğini anlatan müthiş taraka.. Yere devrilen kapının

madenî sesi... Koşuşmalar.. Herkes, yarı aralık kapıya dönmüş, donmuştur. Reis Bey, oturduğu

yerde, bir kaya.. Oda kapı tarafına bakıyor. Kumarhane Garsonu bir sıçrayışta ocağa atlar, o-radan

küçük bir paket alır, yürür, yüzü kapı tarafındaki Reis Beyin sol cebine atar. Kimse birşey görmez.

Ellerinde tabanca, içeriye giren polisler... En önde, tabancalı sivil komiser...)

SDVDL KOMDSER — (Elindeki tabancayı doğrultarak kümeye) Eller yukarı!

(Herkes ellerini yukarıya kaldırır. Reis Bey oturduğu yerde hareketsiz...)

SDVDL KOMDSER — (Reis Beye) İhtiyar Kurt; sen de galiba çetenin reisisin!

REDS BEY — Evet!

93

SDVDL KOMDSER — Ne derler sana?

REDS BEY — Bana Reis Bey derler...

SDVDL KOMDSER — İn bakalım Reislik kürsüsünden!

(Reis Bey inip Sivil komiserin karşısında yer alır.)

SDVDL KOMDSER zilin!

(Kümeye) Şöyle, sağa di-

(Bitirim yeri tipleri, başta Kaatil ve Kumarhane Garsonu, sağ tarafa dizilirler.)

SDVDL KOMDSER — (Polislere) Arayın üzerlerini! İhtiyarın üzerini ben arayacağını.

(iki polis, arkalarında tabanca '- *-?" üç polisle beraber sıranın önüne geçip iki baştan aramaya

koyuldular. Sivil komiser, yanında bir polis, Reis Beye döner.)

REDS BEY — (Sivil Komisere) Siz zahmet etmeyin! Ben üzerimdekileri çıkarayım...

(Reis Bey, sivil komiserin cevap vermesini beklemeden, elini cebine atar ve silâhları yanındaki

masının üstüne bırakmaya başlar.)

REDS BEY — (Tek tek bırakırken) Bıçak... Sustalı... Saldırma... Falçeta.. Kama...

SDVDL KOMDSER — Vay canına!... İhtiyar kurda bak!... Silâh deposu mübarek...

REDS BEY — (Arka cebindeki tabancayı çıkarıp masaya koyarken) Bir tane de tabanca..

SDVDL KOMDSER — (Reis Beye) Başka?... Başka ne var üstünde?

94

REDS BEY — Hiçbir şey! Size yarar birşey yok...

(Sivil Komiser, tabancasını cebine atıp, iki elini birden Reis Beyin ceket ceplerine daldırır. Sağ

eliyle, Reis Beyin sol ceket cebinden küçük bir paket çıkarır. Paketi, üstünden tırnağiyle yırtıp

bakar.)

SDVDL KOMDSER — (Avaz avaz) Eroin!!!

(Sıradaki polisler başlarını çevirip bakarlar. Bitirim yeri tipleri de bakar.)

SDVDL KOMDSER — Bitirim yeri derken tam da düşmüşüz eroin çetesinin üstüne!... (Tabancasını

çekip Reis Beye çevirir.) Uzat ellerini, Reis Bey!...

(Reis Bey dimdik...)

— Işıklar kararır —

95

TABLO VI

[Hapishane Müdürünün odası... Aynı...]

(Masasında Hapishane Müdürü... Karşısında kaatil ve onun yanında Birinci Gardiyan.. Müdür,

önündeki dosyaya bakıyor. Başını kaldırıp gözlerini Kaatile diker.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Hayır ola!... Üç gün evvel mi geliyorsun? Biz senin, ancak

yakalanarak getireleceğini sanıyorduk.

KAATDL — Kendim geldim, Müdür Bey!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ya neden üç gün ' evvel geliyorsun?

KAATDL — Cezaevine dönüş yaklaşınca sıkıntı da yaklaşıyor. Bir an evvel döneyim tahliye

hakkımı kazanayım, dedim.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ha, şu meşruten tahliye!... Bakalım iyi not alabilecek misin?

KAATDL — Sayenizde alırım.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Seni yine Beşinci kısma veriyorum. Koğuşu idare edersin! Dikkat et;

efeliğe paydos! En küçük sızıltı duymıyayım.. Hela duvarlarına kadar, her taşının not alıp bana

rapor ettiğini bilirsin!

KAATDL — Merak etmeyin, Müdür Bey!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Beşinci Kısımda her soydan tutuk ve hükümlü var... Âdem

Babalardan milyonerlere kadar... Adamına göre, usta-

96

ca idare etmelisin! Hele şu meşhur Reis Bey var ya...

KAATDL — (Heyecanlı) Evet, biliyorum!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ne biliyorsun?

KAATDL — Gazetelerde okudum.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — ݺte o!... Sekiz sütuna veriyor gazeteler... Belki o da gelir Beşinci

Kısma... Dikkatli olmak lâzım...

KAATDL — Tevkif edilmiş mi?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bilmiyorum. Her halde edilir. (Dikkat edası) Senin Reis Beyle ne

alâkan var? Kurcalamana sebep ne?

KAATDL — Hiç efendim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Yoksa onunla teşerrüf etmek için mi üç gün evvel teşrif ettin?

KAATDL — Aman efendim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Gözünü dört aç! Herşeyin haberini saniyesi saniyesine almalıyım!

Haraç, eroin, esrar, kumar yok! Birinde şiş, bıçak gibi birşey çıksın da göreyim... Yeri köstebek

gibi oyacak, hiçbir yerde zula bırakmıyacaksm!..

KAATDL — Peki efendim!...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — İyi gidersen, boaya kalmaz, çıkarsın! Üç hafta sonra bildiririz

Bakanlığa.. Düşün, tam üç sene kazanacaksın!

KAATDL — Teşekkür ederim, Müdür Bey!

HAPDHANE MÜDÜRÜ — (Birinci Gardiyana) Götürün!...

(Kaatil ve Birinci Gardiyan dönerler, kapıya doğru yürürler.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Kaatjlin arkasından) Kimsede saç görmiyeceğim!

97

(Kaatil ve Birinci Gardiyan durup Müdüre dönerler.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Sıfır numara ile bütün saçlar kesilecek.. Başta seninki.. Altı ay içinde

iyi büyütmüşsün saçlarını... Hem de afili tarafından...

KAATDL — Estağfirullah efendim!...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Seninkilere acıdım; madem ki yakında çıkıyorsun, kalsın...

KAATDL — Eksik olmayın!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Haydi koğuşuna! (Birinci Gardiyan) Beşinci Kısım mâruzatçıları

hazır mı?

BDRDNCD GARDDYAN — Koridorda bekliyorlar.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Gelsinler!

(Kaatil ve Birinci Gardiyan çıkarlar. Birinci Gardiyan kapıyı açık bırakır. Müdür, masasından

duran bir kâğıdı çekip bakar. Açık kapıdan, önde İkinci Gardiyan ve arkasında karaborsacı, memur,

yankesici, sahte hâkim, Birinci Adem Baba...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Dkinci Gardiyana) Yazsınlar listeye!...

KARABORSACI — Fakat mahkûmlarla beraber, birbirimizle kelepçeli ve yaya olarak

gönderilmem feci olur. Geçenki gibi, otomobilim gelip alsa da iki jandarmayla gitsek; müsaade

buyurulur mu?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Orasını jandarma bilir.

KARABORSACI — (Gayet riyakâr ve hilekâr) Çavuşa jlae bir çift sözünüz kâfidir efendim!

98

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Çatık kaşlarına ve yüzündeki sahte heybet çizgilerine rağmen, giz-

\ leyemediği bir himaye edâsiyle İkinci Gardiyana) Ayrı yazsınlar!..

KARABORSACI — (Eğilir) Şükranlarımı ar-zederim efendim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Karaborsacıya) Yalnız, kadillakta birkaç kadın, hastane de bir sürü iş

adamı; olmaz! Arada, Boğaza kadar uzanmalar, falan; dikkat!... Sonra eve haber gönderin,

yemeklerinizi o kadar lüks tarafından tutmasm-lar... Biz müdürken gazoz içemiyoruz, siz İstakoz

yiyorsunuz!

KARABORSACI — Emredersiniz efendim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Başını memura çevirerek sert ve merhametsiz) Efendi! Sana yüz defa

söylüyorum ki, dosyan gelmiyor işte!.. Ne yapalım, söyle!

MEMUR — (Gayet kırık ve ıstıraplı) Efendim! Yarın, kayıtsız şartsız, umumî bir af çıksa bütün

hapishane boşalır mı?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Tabii...

MEMUR — Fakat yalnız ben çıkamam!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Neden?

MEMUR — Dosyam yok da ondan...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Doğrudur! Ama ben ne yapayım?... Senin için müfettiş tevkif kesmiş,

muamele de öylece kalmış... Ne arayanın var, ne soranın!... Birini bul, takip etsin!...

MEMUR — Seksenlik, yatalak bir annemden başka kimsem yok ki, takip etsin... Zaten dosyam

gelse hemen tahliyem gerekir.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Seninki hususî bir durum... Memurluğun çileleri bunlar.. Seni tu-

99

tan ben değilim ki; müfettişe bu hakkı veren, kanun... Hem böyledir, hapishane balık zokalarına

benzer, iğnesi çabucak girer, kolay kolay çıkmaz. Talihine küs! (Karaborsacıyı gösterir.) Bak

milyonere, hiç talihinden şikâyet ettiği var mı? (Yankesiciye yönelir.) Ulan; ben sana olur olmaz

bahanelerle karşıma çıkma, gözüme görünme, demiyor muyum? (Elindeki kağıda bakar.) Bak, ne

demişsin, gardiyana: Hususî maruzat.. Neymiş, herif, hususî mâruzâtın?...

YANKESDCD — Baba! (Eliyle uzunluk işareti yapar.) Nah, bu kadar fareler arasında, aç susuz,

sigarasız ne yapayım?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Geber!...

YANKESDCD — Geberdik zaten!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Onun için böyle, işlemeli kazaklar içinde, iki dirhem bir çekirdeksin,

değil mi? Ben devletin yerinde olsam senin gibileri flütle kuruturum.. Hem arama yapılırken,

üstündeki sustalıyı savcının cebine koy, hem de hücre cezasından, karşıma geç, sızlan! Dur

bakalım, başına daha neler gelecek? Bir hüküm daha ye de gör!

YANKESDCD — Ne gelirse gelsin," baba; ama sen beni o zift kuyusundan çıkar! On gündür

içerdeyim.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Günleri nasıl sayabildin karanlıkta?

YANKESDCD — Gardiyan babalar sağ olsun!.. Kerem et, babacığım!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Düşünürüz. (Sahte Hâkime) Gelelim size, Sahte Hâkim Bey!

Marifetine devam etmek için izin istiyormuşsun...

SAHTE HÂKDM — Evet efendim!

100

HAPDSHANE MÜDÜRÜ - Bir dilekçe için elin Âdem Babasından on beş liralık arpa kâğıdını

alırsın da ne yüzle izin istersin?

SAHTE HÂKDM — Bir Temyiz lâyihası on beş liradan aşağıya yazılır mı efendim?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Lâyiha dediğin, baştan savma üç beş satır... Utanmaz mısın? Yargıtay

ne der bu saçmalığa?

SAHTE HÂKDM — Efendim; ben sahte hâkimim ama, bulunduğum mahkemelerde verdiğim

hükümleri yargıtay hep tasdik etti.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Sahte Hâkim, o zaman doğru hüküm vermiş.. Bir de kendi hakkında

hüküm versene!

SAHTE HÂKDM — Kendimi, ağır Ceza Reisi olmaya lâyık görüyorum!

(Karaborsacı ve Yankesici, gülümser. Memur ve Adem baba, apacı bir somurtuş içinde.. Hapishane

Müdürü hissiz...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Sahte Hâkime) Birazdan gerçek Ağır Ceza Reisini görürsün! O da

senin özendiğin makamı bırakıp, eroin çetesi reisliğini tercih etti. (Adem Babaya döner.) Ne o?

Yine dövüyorlar mı seni?

(Âdem Baba, çenesini buruşturup çocuk gibi ağlamaya başlar.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kes sesini, berduş! (Dkinci Gardiyana) Nedir çektiğimiz bu yarı

delilerden?... Tımarhaneye göndeririz almazlar, tahliye ederiz, akşama yine damlarlar. Başımızın

belâları!...

101

(Kapı açılır. Reis Bey... Arkasında elinde bir dosya ve bir kâğıt, Birinci Gardiyan.. Hapishane

Müdürü Reis Beyi görür.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Karşısındakilere pencerenin önünü göstererek) Şöyle geçin; Reis Bey

geliyor!

(Hapishane tipleri, Müdür masasının sol tarafına geçerler. Reis Bey ağır ağır yürüyüp Hapishane

Müdürünün karşısında durur. Birinci Gardiyan dosyayı ve üstündeki kâğıdı, Müdürün önüne

koyar.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Gözleri Reis Beyde) Safa geldiniz Reis Bey!

(Cevap yok....)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Tenezzül buyur-muyor musunuz cevap vermeğe?

(Cevap yok....)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Birinci Gardiyana) Kim getirdi sanığı?

BDRDNCD GARDDYAN — İki sivil memur..

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Neredeler?..

BDRDNCD GARDDYAN — Koridorda.. İmza bekliyorlar.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Dosyanın kapağı. üzerindeki kâğıdı imzalayıp uzatır.) Al, götür!..

(Birinci Gardiyan, elinde kâğıt, çıkar. Hapishane Müdürü dirseklerini masaya ve ellerini çenesini

dayamış, Reis Beye bakıyor. İkinci Gardiyan ue hapishane tipleri de aynı dikkatte...) 102

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Eliyle sol tara-fındakileri göstererek) Koğuş arkadaşlarınız... Saf

olmuşlar, sizi bekliyorlar... Takdim ederim!

(Reis Bey o tarafa bakmaz, cevap vermez. U-

zun durak...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Hep o vaziyette) Bitirim yerinde yakalanan, üstünde beş bıçak, bir

tabanca, seksen gram eroin çıkan; bir zamanların ahlâk, kanun, prensip koruyucusu Reis Bey!...

(Cevap yok...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — O heybet, celâdet,. adalet dolu sesinizi çıkamayacak mısınız?

(Reis Bey cevap vermez. Birinci Gardiyan gelir, kapıyı kapayarak Reis Beyin sağ gerisinde durur.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Hatırlıyor musunuz? İdamına hükmettiğiniz masumu astırdığınız

gece, bana "onu susturmak, terbiyesiz diye paylamak küçüklüktür! demiştiniz. Sırtımdaki

Hapishane Müdürü zırhım âdi bulmuştunuz. Şimdi onun emir ve muhafazası altındasınız! Merak

etmeyiniz; hakkınızda, ayniyle sizin eski prensiplerinize uygun olarak, en merhametsiz kanun

ölçülerinden başka birşey tatbik edilmeyecektir. (Yere bakan Reis Beye, gayet sert) Sanık yüzüme

bak!

(Reis Bey başını kaldırıp Hapishane Müdürüne bakar.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bitirim yerinde

ne yapıyordun, söyle!

103

REDS BEY — Sualinize cevap vermek isterdim...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ver!

REDS BEY — Ne yapayım ki, kanunun makamınıza tanıdığı salâhiyetler arasında böyle bir suale

hakkınız yok!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kimdeymiş bu salâhiyet?..

REDS BEY — Poliste, savcıda, hâkimde...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Demek benim makamım bir polis memurununkinden de âdi...

REDS BEY — Hiçbir makam âdi değildir; âdi olan, insanlar...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Yani ben miyim âdi?.

REDS BEY — İçinizin sorduğuna ben nasıl cevap verebilirim?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — En vicdansız zehir satıcısından daha sefil şekilde cebini satılık eroinle

dolduruyorsun da yine kibrinden, azametinden birşey kaybetmiyorsun!

REDS BEY — Size öyle görünüyor.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bakalım, savcıya, hâkime nasıl görünecek? (Dkinci Gardiyana

hapishane tiplerini gösterir.) Çıkarın bunları dışarıya!.. Koğuşlarına!...

(Hapishane tipleri, önde İkinci Gardiyan, çıkarlar.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Dik dik baktığı Reis Beye) Paran var mı üzerinde?...

REDS BEY — On iki liram vardı; gardiyan aldı.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Onu muhasebeye

104

yatırırlar; yerine on iki liralık bir arpa kâğıdı alırsın; arpa kâğıdı nedir, biliyor musun?...

REDS BEY — Hayır!

HAPDSANE MÜDÜRÜ — Hapishanede para geçmez. Herkesin parası, hesabına yatar. Parayı

gösteren pusulaya arpa kâğıdı derler. Mahkûmların taktığı isim...

REDS BEY — Güzel isim...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ama on iki lira çok az... Senin her gün bu kadar masrafın olur. Ne

yiyip içeceksin?

REDS BEY — Birşey bulurum.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kimsen, bir bildiğin, tanıdığın, sana sahip çıkacak biri yok mu? REDS

BEY — Kimsem yok...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Eğer bu kadar sert, dikenli, ısırgan gibi el yakan bir insan

olmasaydın, çoktan evlenmiş olurdun; yetişmiş çocukların da olurdu şimdi...

REDS BEY — Çok doğru!..

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Alaylı) Eğer salâhiyet çerçevemin içindeyse sana bir sual

sorayım...

REDS BEY — Sualinizi bilmeden bir şey söyli-

yemem!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Karşısındaki, arkalığı sökük iskemleyi göstererek) Otur; otur şuraya

da öyle!.. (Birinci Gardiyana) Sen çık, kapıda bekle! Çağırınca gelirsin!

(Birinci Gardiyan çıkar. Reis Bey oturmaz.) HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Sert) Otur!

(Reis Bey oturur.)

105

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Yirmi beş bin liralık ikramiyeni, oğlunu haksız mahkûm ettiğin bir

kadına vermişsin... Gazeteler günlerce işledi, durdu. Söyle bakalım, akıl işi mi bu?

REDS BEY — Değil!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ya ne işi?

REDS BEY — Kalb işi!..

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Sen kalb nedir, bilir misin?

REDS BEY — Yeni yeni, öğrenmeğe çalışıyorum.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Paranı sokağa atarsın, meteliksiz kalırsın, sonra eroin ticaretine

kalkar, zindana düşer, Âdem Baba yemeğine muhtaç olursun!... Bu mu kalb işi?..

(Durak.... Cevap yok... Karşılıklı bakışma...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kalb işi değil bu akıl işi; ama aklından zoru olanın işi... Ben senin

yerinde olsam, hâkimden, Akıl Hastanesine, muayeneye şevkimi isterim.

(Durak... Cevap yok...)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Memleketin en meşhur adamı oldun! Emekliye ayrıldın aynlalı

gazeteler seninle meşgul... Hele bu son işten sonra, adm kimbilir nerelere ulaşacak? Herkes seni bir

türlü gömdür; Melekten Şeytana kadar gidip geliyorsun! Ama, ne eski makamın, ne de yeni

şöhretin söker burada... Sen burada, en âdi Âdem Babadan farksız bir sanıksın! (Durak) Her halde

hapishanenin fıkara sınıfına Âdem Baba denildiğini biliyorsun...

REDS BEY — Biliyorum.

106

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Dışarı ile haberleşme yasak! Seni görmek isteyecek gazetecilere de

çıkmayacaksın; seni çağırtsam bile gelmiyecek-sin! Anlıyor musun?

REDS BEY — Çok iyi anlıyorum. Teşekkür ederim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ha, şimdi hatırıma geldi! Emeklilik maaşına ne oldu? Üç aylığını, on,

on beş gün evvel almadın mı?

REDS BEY — Yedim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kumarda her halde...

REDS BEY — Onun gibi birşey...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Koltuğuna yaslanır, baş geride) Benimle konuşmak istemiyor

musun!

REDS BEY — (Ayağa kalkar, sandalyeyi sökük yerinden cepheye döndürür.) Koğuşuma girmek

istiyorum!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Arkalığı sökük iskemleyi gösterir.) Hatırlıyor musun bu iskemle-

yi?

REDS BEY — (Gözü iskemlede) Hayır!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Masum çocuğu, bana emir verip sırtına idam gömleğini geçirttikten

sonra oturtuğun iskemle!

REDS BEY — Öyle mi? Ne güzel nasip!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bundan sonrası da güzel olacak nasibinin... Hele, boşalttığın Reis

Kürsüsünün karşısına bir geç; bakalım!...

(Hapishane Müdürü, masasındaki zile basar. Koridorlardan gelen zil sesi... Birinci Gardiyan gelir,

masaya uzakça bir noktada durur.)

107

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Birinci Gardiyana) Sanığı Beşinci kısma götür! (Reis Beye) Yatağın

geldi mi?

REDS BEY — Yatağım yok!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — İsteyeceğin bir yer de mi yok?

REDS BEY — Yok!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Birinci Gardiyana) Beyler koğuşuna verin! Ne de olsa Reis Bey!..

Belki bir acıyan olur da şiltesinin birini verir. Olmazsa, Âdem Babaların ot minderlerinden

yayarsınız. Giderken berbere de uğrayın!

BDRDNCD GARDDYAN — Saçı yok ki efendim!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Tepesi cavlak ama etrafında biraz saç var... Sıfır numara ile çepeçevre

alsınlar. İstisna yapmadığımız belli olsun...

REDS BEY — Mutlaka lâzım mı?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Mutlaka lâzım!.. Prensip, nizam, emir.. Benden iyi bilirsin! Bir

devirde sana çıraklık etmeğe özenmez miydim?

REDS BEY — Saçı olmayan adamın saçı kesilir mi?

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — İdam mahkûmu, bence, daha evvel ölse de ipe çekilmelidir. Bunun

için, mümkün olsa, kafana saç eker sonra keserdim.

REDS BEY — (Mahzun bir istihza tonu) Öyleyse başıma bir peruka geçirtip kestirin! Nizâm yerini

bulsun!...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bir zamanlar, herşeyden aziz tuttuğun nizâma şimdi hakaret edecek

kadar düştün, ha! (Bağırır) Sefil riyakâr!

108

(Reis Bey cevap vermez. Birinci Gardiyan önüne bakar. Hapishane Müdürünün gözleri, yiyecek

gibi Reis Beyde.. Kapı vurulur.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Kapıya) Gel! (Dkinci Gardiyan gelir.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ne var?

İKİNCİ GARDDYAN — Efendim; Müdüriyet kapısında yaşlıca bir kadın tepinip duruyor.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kapının önü kalabalık mı?

İKİNCİ GARDDYAN — Bir sürü gazeteci, fotoğrafçı...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kimse kabul edilemez, demiyor musun?

İKİNCİ GARDDYAN — Diyorum; fakat kadın bağırıp duruyor. Mutlaka Müdür Beyi görmeliyim,

hususî bir sözüm var, beni tanır, deyip duruyor.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kimmiş bu kadın? Sen tanıyor musun?

İKİNCİ GARDDYAN — Evet!.,. İdam edilen çocuğun dadısı... Şu, vaktiyle sık sık gelip giden

kadın...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Anladım.. (Durak) Niçin geldiğini de anladım. (Reis Beye) Ne dersin;

kabul edeyim mi?

REDS BEY — Çok isterim! Mesut olurum!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ben de istiyorum. Sana ne yapacağını görmek istiyorum. (Dkinci

Gardiyana) Git, seni Müdüriyetten istiyorlar, de usulca al, getir! Kimseyi gocundurma! (Birinci

Gardiyana) Sen de yardım et; resmî bir muamele

süsü verin.

109

BDRDNCD GARDDYAN — Peki efendim.

(Birinci Gardiyan çıkar. Arkasından İkinci Gardiyan... Hapishane Müdürü ayağa kalkar, Reis Beyin

yanına gelir.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Kadını niçin kabul ettiğimi anlıyor musun?

REDS BEY — Evet...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Ya, şimdi gelir, sana burada, hakaretlerin en ağırını ederse?

REDS BEY — Etsin... Haklıdır.

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Bu hakaretlerin altında kalır mısın?

REDS BEY — Kahrım! Daha nelerin altında

kalırım!

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Alnının damarı çatlamış senin.. Hiçbir söz sana dokunmuyor.

Nereden nereye düşmek?... (Doğrulur) Her hakareti

bağışlar mısın?

REDS BEY — Bağışlarım! Sizinkileri bağışladığım gibi...

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — (Reis Beyin üzerine yürürcesine) Benimkileri bağışlamayıp da ne

yapacaksın?

REDS BEY — Hiç!.. Herşey içimde olup bitecek...

(Durak... Hapishane Müdürü, Reis Beyi, gözleriyle baştan aşağı tartaklar.)

HAPDSHANE MÜDÜRÜ — Şu koca zindanda, senden daha mürai, daha iki yüzlü, daha kirli, daha

tiksindirici bir mahkûm bulanabileceğini sanmıyorum! (Durak) Çocuğunu astırdığın kadın gelsin

de, sana ne mal olduğunu söylesin...

110

(Kapı açılır. Dadı... Arkasından Birinci Gardiyan... Dadı Reis Beyi görür görmez, bir kaplan gibi

ona koşar.)

DADI — (Reis Beyin ellerine sarılmış) Reis Bey, Reis Bey! Canımdan sevgili evlâdımın acısından

sonra seni bu halde mi görecektim? Evlâdımın acısından baskın bu hâl!..

(Dadı, Reis Beyin ellerine kapanmış, hıçkıra hıçkıra ağlar. Hapishane Müdür hayretten donmuş...

Birinci Gardiyan, heykel gibi.)

REDS BEY — Ağlama Dadı; beni bu hale onun acısı düşürdü. Seninle ikimiz bir olduk. Kısmetse

artık birbirimizden ayrılmayız... Halimize, karşılıklı ağlarız.

DADI — (Hıçkırıklarını boğarak doğrulur.) Sana bir yatak getirdim. Çocuğumun yatağıydı

o... Yatar mısın?

REDS BEY — (Dehşet içinde) Dantelah yastık, işlemeli yorgan, hepsi yerli yerinde mi?

DADI — (Dehşet içinde) Nereden biliyorsun?

REDS BEY — Ondan...

DADI — Yatar mısın diye sordum. REDS BEY — Yatar mısm ne demek? Ancak onun içinde

yaşayabilirim. Bana bir dünya getirdin, dadı, havası tükenen dünyama karşılık, yeni bir dünya..

Bana hayat getirdin...

DADI — Başka bir eksiğin var mı? Paran

yoksa bırakayım...

REDS BEY — (Gözleri meçhul bir noktada) Herşeyim tamam... Altıma onun, yastığı dante-lalı,

yorganı işlemeli döşeği serildikten sonra ne eksiğim olabilir? Herşeyim tamam, dadı!...

111

(Hapishane Müdürü, hayretten iki büklüm... Birinci Gardiyan bir ıstırap âbidesi... Dadı elleriyle

yüzünü örter.)

PERDE

112

ÜÇÜNCÜ PERDE

TABLO VII

[Hapishanenin Beşinci Kısmında Beyler koğuşu... Cephe duvarı sol baştan gelerek ortada kesiliyor.

Sağda biri cepheye amud, öbürü çapraz iki duvar... Sol duvar çaprazsız. Sağdaki düz ve çapraz iki

duvara bitişik, çift yataklı birer ranza... Sağdaki ranzaların üstünde, tavana yakın, birer demir

parmaklıklı, dört köşe, küçük pencere.. Sol duvarda, öbürlerinin aynı yine çift yataklı, ayrı bir

ranza.. Ranzalarda elvan elvan yatak ve yorganlar.. Yalnız sağdaki ranzanın alt kısmında,

açılmamış bir yatak dengi.. Ortada, iki tarafında birer banko, üstü beyaz muşamba kaplı bir masa..

Yarım cephe duvarının ortasında üst kısmı demir parmaklıklı, pencereli, demir kapı... Kapıdan

ilerisi koridor...]

(Koğuşun sağ duvarlarındaki tepe pencerelerinden içeriye, batan güneşin projektörvâ-ri, huzmeleri

dökülüyor. Demir kapı, içeriye doğru açık.. Kapıdan, tepesinden yeni demir parmaklıklı küçük

pencereler bulunan koridor görünmekte... Sağ duvar ön ranzasının alt yatağına Karaborsacı

oturmuş.. Arka ranzanın tepesinde, Memur, bağdaş kurmuş vaziyette... Altında sahte Hâkim,

yatağına ilişmiş.. Öndeki masanın sağ başında, sağını Karaborsacıya vermiş. Yana çektiği

113

"Uf

banko üzerinde, kapıya doğru çaprazvâri oturan Reis Bey... Masanın sol başında ve ayakta Kaatil..

Kapı ile arka ranza arkasında, ayakta, Yankesici... uzaktan yanık bir türkü sesi.. Herkes düşünceli.

Uzun durak... )

KARABORSACI — Reis Beyefendi; İkinci Kısmın meşhur Kürt Ibo'su bu... Her akşam aynı

şarkıyı söyler. Sinir törpüsü...

(Kimse cevap vermez. Şarkı durmuştur. U-zun durak... Koridordan, elinde terazili tepsisi, çaycı

geçiyor.)

ÇAYCININ SESD — Akşam çayı!.. Neşeli çaylar!.. O biçim!...

MEMUR — (Tepeden herkese) "Ya bu ses ne törpüsü?

KAATDL — (Reis Beye) Çay içer misin, baba?

(Reis Bey başını kaldırıp menfi işaret verir.)

KAATDL — Hapishanede en iyi arkadaş çaydır.

MEMUR — (Reis Beye) Karıştırıp içinceye ka-da zamanı unutursunuz.

KARABORSACI — (Kaatile) Ağa; bize altı çay emreder misin?

KAATDL — (Uzaktan Yankesiciye) Söyle!

YANKESDCD — (Kapıdan, çaycının geçtiği istikamete doğru bağırır.) Çaycı! Beylere altı çay!...

(Yankesici, yerine döner. Kapının önünde Birinci Adem Baba ve kendi sınıfından iki tip...)

114

SAHTE HÂKDM — (Kapıdaki Âdem Babalara) Haydi dışarı, haydi dışarı! Çay lâfını duyunca

hemen sokulursunuz! Dışarı!..

KAATDL ~ (Sahte Hâkime) Etme be Sahte Hâkim, kıyma fıkaraya!

(Çaycı, kapıdaki Adem Babaları iterek gelir. Doğru Reis Beyin önüne gidip tepsisindeki çaylardan

birini masaya koyar. Sonra kaatile, yankesiciye, sahte Hâkime, Memura ve en sonra karborsacıya

birer çay verir, döner.)

KAATDL — (Çaycıya) Âdem Babalara da ver!

(Çaycı, kapıdaki Âdem Babalara da üç çay verip, tepsisinde kalan son bardakla çıkar.. Âdem

Babalar, ağızlarını şenhvetle şapırta-datıyorlar.)

SAHTE HÂKDM — (Elinde çay, Kaatile) Şimdi görürsün numaralarını!...

KAATDL — Sende bu Âdem Baba düşmanlığı nedir, anlamıyorum! Arpanı onlar veriyor.

SAHTE HÂKDM — Bütün hapishanenin arpalığı onlar...

KAATDL — Gördün mü?

MEMUR — (Ranzadan sarkarak) Ben cevap vereyim: Milletler gibi.. Toplamı efendi, ferdi

köle.. Kuvveti çokluğundan geliyor.

SAHTE HAKDM — (Başını kaldırıp Memura) Memur Bey! Sen bu aklınla nasıl oluyor da hiçbir

enayinin basamıyacağı tongaya düşüyorsun?

MEMUR — Akla güvendiğim için...

(Durak... Reis Beyden başka herkesin çayı

115

dudaklarında... Derin sükût. Birden, koridorda kırılan bir cam sesi ve bir çığlık...)

ÇIİLIK — Yandım Allah!

(Kaatil, çayını masaya bırakıp fırlar. Âdem Babalar, koridorda, sesin geldiği tarafa bakıyor.

Kimsede hareket yok.. Reis Bey kaskatı.. Dışarda parlayıcı hıçkırık ve inlemeler...)

SAHTE HÂKDM — (Reis Beye) Hapishanede en âdi vaka... Birinin krizi tuttu; camı kırıp par-

çalariyle vücudunu doğruyor.

KARABORSACI — Reis Bey ne anlar, eroin kirizinden, vücut paralamaktan... AnlatsanaL.

MEMUR — Ben anlatayım: Buna hapishane dilinde harman olmak derler. Eroinci zehiri

bulamayınca krize düşer. Ölümden öteye acı duymaya başlar. Bıçakla, jiletle, bulamazsa cam

kırıklariy-le göğsünü şerha şerha doğrar. Böyle yapmadan, kana bulanmadan rahat edemez.

(Dışarıda ağlamalar, inlemelerle karışık homurtular. İtiºme kakışma sesleri... Kapıdaki Âdem

Babalar kaçışır. Yalnız birinci Âdem Baba kalır ve yalvarıcı ahmak bakışlarla etrafı tarar. Birden,

uluya uluya koğuşa dalan çıplak göğsü kesik kesik, kan revan içinde ikinci Âdem Baba... Katil

arkasından yetişip onu tutar çıkarır. Birinci Âdem Baba, Yankesicinin yanına sokulur. Durak...)

YANKESDCD — (Reis Beye) Baba! Buna bir damla eroin verdin mi, iyi oldu, gitti!

116

MEMUR — (Reis Beye) Eroin, evvelâ sağlığı bozmak için alınır, sonra da düzeltmek için kullanılır

ve bu hep böyle gider.

KARABORSACI — (Reis Beye) Öbür zehirler, eroin denilen sırtlanın yanında kuzu yavruları..

(Birinci Âdem Babayı gösterir.) ݺte size eroin kurbanlarının başı!... Sorguya çekin, görün!

SAHTE HÂKDM — (Birinci Âdem Babaya) Söyle, yorgansız! Başkumandan olsan da krize düşsen,

bir gram eroine vatanını satar mısın, satmaz mısın?

(Birinci Âdem Baba, kahkaha ve hıçkırık arası bir hırıltı ile sarsılır.)

SAHTE HÂKDM — Böyledir bu, Reis Bey, ya, ağlar, ya güler; ikisinde de can çekişir.

MEMUR — Anlatabildim mi, Reis Beyefendi, başta eroin sarhoşluğu, dalgası diye birşey yoktur.

Onunla sağlığı harap edildikten sonra, yangını gazla söndürürcesine, yine onunla, bir ân için rahata

kavuşulur. ݺte o zaman vücudu saran rehaveti, kesikliği, sarhoşluk dalgası sanırlar.

(Reis Bey ayağa kalkar, Birinci Âdem baba yine hırıltılarla çırpınır.)

YANKESDCD — (Birinci Âdem Babayı dürterek) Sus! Reis bey konuşuyor!

REDS BEY — Desenize eroin, insandan en aziz nimeti aldıktan sonra, onu yalandan iade etmenin

saadeti!.. Her ân öldürüp, her ân diriltmek, sonra yine öldürmek marifeti!...

MEMUR — ݺte eroin budur! REDS BEY — Desenize, ben de bunun satıcısı-

pn!.

117

KARABORSACI — Yok efendim; biz buna inanmadık Ağa bize anlattı herşeyi!...

REDS BEY — Zalimlikte, eroinle tam dengiz birbirimize...

KARABORSACI — Yok efendim, yok!

REDS BEY — Asilce öldürmek adalettir, bu zalimliğin yanında.. Bir de kirleterek, ufalıyarak

öldürmek var.. Bu sanat, bir onda, bir bende...

(Kaatil kapıdan görünür. Birinci Adem Baba, boynunu bükmüş bekliyor.)

YANKESDCD — (Kaatile) Ağa, Reis Beye eroini anlattılar.

KAATDL — Yeni düşenlere, efelerin, bıçak ucunda, bedava tarafından nasıl zorla verdiklerini de

anlaktılar mı? (Reis Beye) Bir kere alıştılar mı, tamam artık!.. Ticaretleri gırla...

SAHTE HÂKDM — (Reis Beye) Şimdi disiplin çok sıkı Cezaevinde... Zehir kolay bulunmuyor..

Anla vaktiyle buranın günde bin beş yüz, iki bin lira eroin ve esrar cirosu vardı. Günde bin lira

efelerin cebinde.. Efeler arasındaki rekabetler, cinayetler de hep bu yüzden.. Ekmek kavgası...

REDS BEY — Ekmek kavgası!

KARABORSACI — (Reis Beye) Nasıl sokulduğunu bilseniz, içeriye, şaşarsınız. (Kaatile bakar)

Ağa anlatsın...

KAATDL — (Cebinden bir kibrit kutusu çıkarıp Reis Beye uzatır.) Bu kibrit kutusunun içinde,

yarım gram eroin var, ferazâ.. Bulv->!

(Herkes dikkatle bakar. Yankesici gülümser. Kimse cevap vermez.)

KAATDL — (Elindeki kibrit kutusunu çenesi 118

hizasına kadar kaldırarak açar, evirir çevirir.) Yapıştırma yerlerindeki mavi kâğıtlar altında, kabarık

noktalarda, göze çarpan yerlerde, filan, a-ramayın! (Kutunun kapağını çıkarıp iç kısmını uzatır.) Şu

kutucuğun etrafındaki kuşak var ya; işte o kuşağın yapıştırılmak için üst üste gelen, daha da üstüne

mavi bir zırh çekilen iki ucu arasında ve tâ dipte.. (Yankesiciyi gösterir) Bir de bizim Yankesicinin

bir marifeti var, kendisi anlatsın..

YANKESDCD — Bir arama gününde bizimkiler, dışarıda, sivil komiserin cebine, tam da zindan

kapısından girerken, yirmi otuz gram eroini boca ettiler. Her taraf arandı, tarandı. Herkes tertemiz..

Tam çıkarlarken, ben birşey sormak bahanesiyle komiserin yanma sokuldum, tereyağından kıl

çeker gibi, eroini çektim, aldım

SAHTE HÂKDM — (Yankesiciye) Nasıl da hiç koku almadılar?

YANKESDCD — (Sahte Hâkime) Ben senin ciğerlerini alırım, yine duymazsın!

KARABORSACI — (Hayret ve dehşet içinde dinleyen Reis Beye) Daha neler, neler!.. Aynı

renkten bir battaniye üzerinde, dışarda esrar sıvayıp silkmeler, sonra burada, içeride, tel fırçala-riyle

onu süzmeler, ayıklamalar, neler neler!...

MEMUR — Burası mekteptir, Reis Bey!

SAHTE HÂKDM — Dışarıda bulamadığımız mektep, burada. Onun için ben, sahte diploma, sahte

vesikayla hâkim tayin edildim ya...

(Sükût.. Uzun durak...)

KARABORSACI — Reis Beyefendi, birşey söylemek istemezler mi?

119

REDS BEY — İsterim! Diplomamdan utandığımı söylemek isterim.

MEMUR — Peki Reis Bey; mazur değil mi buradakiler?...

REDS BEY — Hep mazur.. Mazur olmayan benim diplomam..

SAHTE HÂKDM — Bizim burada bir Âdem Baba mahkememiz de var.. Arada bir toplanır,

dâvalara bakar. Müdüriyetten de seyretmeğe gelirler. Öyle manzaralar görülür ki, Âdem Baba

mahkemesinde, eğer komik Şarlo ona şahit olsaydı, çevirdiği bütün fılimleri yakardı.

MEMUR — (Heyecanla doğrulur) Âdem Baba mahkemesinde herşey açık ve samimîdir. Başta

karar verilir, sonunda gereği düşünülür. Reis kürsüden inip, sanığı bir temiz pataklar, sonra kürsüye

çıkar, sanıktan müdafaasını ister. Sanık ne söylerse, Reis, sadede gel, der; darağacı gelir, saded

gelmez.

SAHTE HÂKDM — Şahit, namussuzluk, vicdansızlık üzerine and içer. Leylekler muhakeme

edilirken, bilirkişi raporu timsahlara yazdırılır.

MEMUR — (Daha heyecanlı) "Dlah yoktur. İllâ Allah vardır" deseniz, Tanrıyı inkâr etti, derler.

Bütün gece vicdan muhasebesine giriştikleri için uykusuz kalan hâkimler, ancak duruşmada

uyuyabilirler. Kanuna inanan hâkim, emekliye, hâkime inanan mahkûm da müebbede ayrılır. Âdem

Baba mahkemesinde adalet, hakkında ayrıca âmme dâvası açılmış, belli başlı bir sokağın "Cihan

Yandı" lâkaplı meşhur kadınıdır.

KARABOSARCI — Ah şu hapishane!.. Bütün malta taşlarını ben döşettim de yine

yaranamıyorum. Rahat nefes alamıyorum!...

120

MEMUR — Bu da Karaborsacı milyonerin derdi!.. Cemiyet burada ters tarafından bütün bir devlet

kurmuştur. Maarifi, iktisadı, dahiliyesi, hariciyesi, ulaştırması, tekeli, partileri, muhalifleri,

muvafıklariyle bütün bir devlet.. Hele Milli savunmasını bir görseniz hapishanenin!...

(Sükût... Durak... Koridorda birkaç hapishane külhan beyinin, yumurta ökçeleriyle, rap rap

yürüdüğü duyulur. Bunlar koşarcasına hızlı bir tempo ile açık kapının başına kadar gelip oradan

dönmekte ve görünmemekte...)

MEMUR — ݺte! Akşamüstü efelik namzetlerinin voltası başladı.

KARABORSACI — (Reis Beye koridoru işaret ederek) Şu koridorun ismi Malta; üzerinde gidip

gelen efe namzetlerinin yürüyüşü de volta.. Mal-tada volta...

SAHTE HÂKDM — (Reis Beye) Onlar gezerken başkaları dolaşamaz maltada.. Kral ava çıkınca

kimse yoluna dikilemez.

MEMUR — O kabilden.. Ama yasak bu iş!.. Müdüriyette karşı müdafaaları, şu; Uyuyamıyo-ruz,

dolaşmaya, yorulmaya muhtacız!

SAHTE HAKDM — Ama maksatları ortalığa meydan okumak.. Onun için yasak.. (Kaatile bakar)

Bakalım, bizim baş efe ne yapacak?

(Durak... Gözler Kaatilde... Volta devam ediyor. Kaatil hızla yürüyüp kapıyı geçer, hı-şımlı bir

tavırla yürüyüş tarafına bakar.)

KAATDL — (Bağırarak) Hey; arslan postlu inekler!... Voltanın yasak olduğunu bilmiyor mu-

121

sunuz? Haydi koğuşunuza; neredeyse sayım başlayacak!...

(Kaatil bakmakta devam eder.)

KARABORSACI — Koridor Âdem Baba şilteleri ile dolu..Basacak yeri nasıl buluyorlar, bilmem!

MEMUR — (Reis Beye) O kadar dolu ki, hapishane, merdiven basamaklarına kadar yatak...

(Sükût.. Durak.. Volta durmuştur. Kaatil döner. Pencerelerden giren güneş huzmeleri çekilmiş,

alaca karanlık basmış...)

REDS BEY — (Ortaya) Lâmbaları ne zaman yakarsınız?

MEMUR — Biz yakamayız!.. Vakti gelince idare yakar. Düğmesi İdarede...

(Sükût. Durak.. Birinci Âdem Baba, kapıda hep aynı muztarip deli tavrında.. Karaborsacı, telâşla,

yastığının altında bir şeyler arıyor.)

KARABORSACI — (Başını Kaatile çevirir.) Ağa! Yastığın altında bir parça balık yumurtası ile

beş on marka vardı; almışlar!

KAATDL — Kim alır? Buraya bizden başka giren var mı?

KARABORSACI — Bilmem!

KAATDL — Şimdi çıkarırım onu ben!...

(Kaatil dimdik Yankesiciye bakar.)

YANKESDCD — (Gülümseyerek Birinci Âdem Babayı gösterir.) Bunun işi olmasın!.....

122

KAATDL — (Birinci Âdem Babaya, gayet sert, haykır ar ak) Söyle Berduş, sen mi aldın?

BDRDNCD ÂDEM BABA — (Krizi tutmuş gibi hıçkırıklarla sarsılarak) Ben aldım, ben aldım!

KAATÎL — Çıkar!

BDRDNCD ÂDEM BABA — Yok, yok!

(Birinci Âdem Baba sar sıla kıvranır.)

KARABORSACI — (Kaatile) Vaz geç ağa, vaz geç! Bu deli, ne zaman kim yaptı diye sorulsa, ben

yaptım, der. Bir parça balık yumurtası ile beş on markadan ne çıkar?...

KAATDL — (Birinci Âdem Babaya) Söyle diyorum sana! Karışmam!

BDRDNCD ÂDEM BABA — Ben aldım, ben aldım!

MEMUR — Bırakın Allahaşkına.. Herifin, yediği dayaklardan aklını bozduğunu bilmiyor

musunuz?

SAHTE HÂKDM — (Reis Beye) Bakın, Reis Bey! Köyünde, tarla yüzünden bir cinayet olmuş.. Sen

de varsın, demişler.. Yokum, demiş.. O kadar dövmüşler ki, suçu üstüne almak zorunda kalmış..

Şalvarının içine kedi doldurup, kedilere vura vura ayıp yerlerine saldırtarak çıldırtmışlar

adamcağızı.. Şimdi Amerika'da bir suç olsa da, sen mi yaptın diye sorsalar, ben yaptım, diyor. Ne

dersiniz?

REDS BEY — Onu tâ içimde görüyorum; içimi görür gibi görüyorum! (Birinci Âdem Babaya)

Adem Baba! Sen yapmadın, ben yaptım! Rahat et!

(Birinci Âdem Baba, katıla katıla ağlar. Herkes donuk, herkes hareketsiz... Alaca karanlıkta yüzler

daha silik...)

123

MEMUR — Daha neler, Reis Beyefendi; ben Memur efendi, burada bir müfettişin tevkif

kesmesiyle yatıyorum. Bir yolsuzluk sorgusunda ters cevap verdim diye... Dosyam olmadığı için de

hesaba çekilemiyorum. Yılanlı kuyuda kıyamete kadar otur, dur!...

KARABORSACI — Ya bendeniz?.. Küçük bir fatura üstündeki dikkatsizlik...

SAHTE HÂKDM — (Reis Beye) Burada herkesin, kendisini temize çıkarması âdettir. Bazıları da

suçunu kabul edecek kadar insaf gösterir. (Yankesiciyi işaret eder.) Bakın, bizim Yankesici hiç lâf

ediyor mu? Ben de suçunu kabul edenlerdenim, doğrusu!.. Sahte tarafından, aylarca Hâkimlik

ettim; devletin parasını aldım, hükümler kestim. Ama, verdiğim kararların hepsi kanuna uygundu.

REDS BEY — (Ortaya) Bu hapishanede ne kadar suç, zulüm varsa, hepsini yapan benim!.. Boşuna

yorulmayın! Yerinizde olsaydım, Reis Beyi linç ederdim.

(Reis Bey, bitik bir tavırla, sendeliyerek bankoya oturur.)

KAAATDL — (Ortaya) Cevap vermeyin; Reis Bey çok yorgun, bitkin.. Görmüyor musunuz; Yeter

tıraşlarınız!.. (Reis Beye) Baba, şimdi sayımdan sonra (Soldaki tek ranzanın alt somyasında duran

dengi gösterir.) Yatağına uzanır, başını dinlersin! Serelim mi yatağını?..

REDS BEY — Hayır oğlum; ben sererim. Zahmet olmasın...

KAATDL — Hiç sana iş gördürür müyüz?.. (Ellerini uzatır) Bizim genç ellerimiz dururken...

124

REDS BEY - O yatağı, benim ihtiyar ellerimden başkası açamaz. Yapma.

KAATDL - Sen bilirsin, Baba!.. Eline bir de teşbih veririm. Çeker oyalanırsın!..

REDS BEY-Çeker, oyalanırım!.

(Uzun durak... Artık gölgelerden başka birşey görünmüyor.)

MEMURUN SESD - (Acıklı) Çek teşbihini, ağa, çek!.. Bakalım zamanın sonuna erişebilir misin?

(Durak...)

KARABORSACININ SESD - Hapishanenin en korkunç zamanı işte bu vakittir, akşam vakti...

(Uzun durak... Birden, tepedeki, tavana yapışık lâmba yanar. Koğuşta ve koridorda büyük ışık...)

KAATDL - (Ortaya) Allah kurtarsın!..

KARIŞIK SESLER - Allah kurtarsın!..

SAHTE HÂKDM - Oh, dünya varmış!..

MEMUR - Bu mu, olan dünya?..

KARABORSACI - Reis Bey! Hapishanede âdet, lâmbalar yanar yanmaz, Allah kurtarsın, demektir.

KAATDL - (Ranzadakilere)Haydi dışarıya; sayım başlıyor! Şimdi gelirler.

(Karaborsacı kalkar, Memur, zahmetli bir tavırla ranzadan iner. Sahte Hâkim, nazlı nazlı, doğrulur.

En önde Yankesici, teker teker kapıdan çıkıp, arkaları ko-

125

guşa doğru, koridorun görünen kısmında sıraya gi -rerîer . Reis Bey oturuyor. Birinci Adem Baba

bekliyor.)

KAATDL - (Birinci Adem Babaya) Çık dışarı!.. Yerine!.

(Birinci Âdem Baba, iki büklüm, çıkar, kaybolur. Kaatil büyük bir sevgi Kaatil büyük bir sevgitavrı

ile Reis Beye döner.)

KAATDL - (Gayet içli) Baba, sen burada otursan da birşey söylemeğe kalkarlar. İstersen sıraya

giriver.

REDS BEY - Elbette girerim! Bana söyleceklerir

KAATDL - Bana ne edebilirler? Sana birşey söyleı mlurum. Bu yüzden üç gün evvel koştum

zindana.

REDS BEY - Bir oğlum olsaydı, ben de kötürüm o şeydi; elini elim, ayağını, ayağım, dilini dilim

diye kul-lansaydı da oğlum, kendisinde ayrı bir hayata yer vermeseydi, yine senin kadar yakınım

olamazdı.

KAATDL-Ağlatma beni, baba! Canım sana kurban! .

REDS BEY - (Koridoru gösterir) Haydi çıkalım..

(Reis Bey yürür, koridora çıkar. Arkası kapıya doğru, sıradakilerin ikisi arasına girer. Reis Beyi

görenler, saygı ile yer verirler. Kaatil sağ tarafa saparak, sıranın görünmeyen ucuna doğru

yürür...Uzun aralık...Açılan demir kapıların ciğer törpüleyici sesleri, gıcırtıları geliyor.)

KORDDORDAN KAATDLDN SESD — (Kuman-\a) Dikkat!!!

BDRDNCD GARDDYAN SESD — Allah kurtarsın, arkadaşlar!...

SIRANIN BDR AİIZDAN SESD — Sağ ol!!!

— Işıklar kararır —

127

TABLO VIII

[Mahkeme salonu.. Önde ve ortada, cepheye doğru sanık parmaklığı ve oturma yeri.. Biraz daha

önde ve sağda, küçük, şahit parmaklığı.. Şahit parmaklığının sağ ilerisinde ve en önde iki

basamakla çıkılan savcı kürsüsü... Savcı kürsüsünün kesik noktasından başlaması gereken hâkimler

kürsüsü, sahnenin dışında kaldığı için görünmüyor. Giriş kapısı sağda.. Solda, büyük pencere

önünde avukat masası.. Cephede, bir parmaklıkla ayrılmış anfi şeklinde, dinleyiciler yeri...]

(Sanık parmaklığı içinde ve ayakta, Reis bey.. Kravatlı... Gerisinde, sağlı, sollu iki jandarma...

Solda, avukat masalarında, Birinci ve İkinci Avukatlar.. Kapıda Mübaşir... Sağda, kürsüsünde,

savcı.. Dinleyiciler yeri tıklım tıklım dolu.. Ön sıralarda, Dadı, Kaatil, Kumarhane Garsonu,

Hapishane Müdürü, Yeldirmeli Kadın, Taşralı Müşteri, Köylü Bitirim yeri tipleri, Sivil Komiser ve

her sınıf ve kılıktan renk renk insan.. Ön plânın sağ ve sol uçlarında gazete fotoğrafçıları....

Görünmeyen bir yerde çalışan daktilo makinasının sesi... Daktilo makinası durur. Reis Bey,

cepheye görünmeyen hâkimlere karşı...)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD izah ediniz!

128

Bu tezi

REDS BEY — Merhamet!.. Lügat kitabında bir kelime! Onu öğretmek.. İnsanlara acımayı

belletmek.. Acımanın usullerini, ana mektebi programına eş yürütmek... Bütün cemiyeti mahşer

arsasına benzer, bir acıma ve bağışlama zemininde toplamak, oradaki bir milyon bacalı, bilmem

kaç milyon çarklı merhamet kombinasında çalıştırmak.. (Durak) İnsanda kötülük iktidarını döve

döve pekleştirmek yerine, hohlaya hohlaya yumuşatmak, insanı kötülüğe iktidarsız kılmak..

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Buna bir hayâl mi, hezeyan mı, ne gözle bakıyorsunuz?

REDS BEY — Kaskatı bir gerçek gözüyle bakıyorum! Boyuna fedakârlık, durmadan fire isteyen,

hattâ sermayeyi tehlikeye atan bir gerçek.. Fakat uğrunda kaybedildikçe, kazancının büyüklüğünü

gösteren, yalanı meydana çıktıkça doğruluğu sağlamlaşan bir gerçek.. Ben, bu gerçeğe kurbanım!...

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Şu halde kanun, ceza ölçüsü, hak ve adalet tevzii lüzumsuz.

Öyle mi?

REDS BEY — Öyle değil!.. Bunlar, doktorun, cerrahın çare kalmayınca bütün bir uzvu budamaya

mecbur olması gibi, iç tedavi üstünde tedbirler.. Böyle bilerek, ona göre kanun, ona göre mahkeme,

ona göre ceza ölçüsü, hak ve adalet tevzii... (Durak) Hususiyle...

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Evet?... devam ediniz?

REDS BEY — Ona göre aile ve cemiyet terbiyesi.. Masallarda, karıncaları ezmemek için, ayağına

çıngıraklı nalin giyen adam yerine, incecik mânaları ezmiyeyim diye, toprakta basacak yer

129

bulamıyan çilekeş insanların topluluğu.. İçtiği suyu, olduğu gibi göz yaşma çeviren insanların

cemiyeti...

(Savcı öfkeyle ayağa kalkar. Yüzü, hayalî hâkimlerde.... Sağ ve sol ön kısımlarda yana flâşlar...)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Söz Savcıda!... Buyurun!

SAVCI — (Görünmeyen mahkeme Reisine doğru) Efendim! Sanık bir zamanlar yüksek

makamınızı işgal etmiş ve kanun ölçülerindeki şiddetiyle tanınmış bir insandır. Bu ulvî makam ve

şahsiyetten, bitirim yerlerinde, ipten, kazıktan kurtulma kimseler arasında eroin çetesi kurmağa

kadar düşen bir insanın, şimdi karşınızda, kurtarıcı edâsiyle felsefe dersi vermeğe kalkışması, ayrı

bir şenaattir. Mahkemeye kanaat gelmesi bakımından, bu kadarının yeter görülmesini ve esasa

geçilmesini dilerim.

(Durak.. Birinci Avukat ayağa kalkar. Savcı oturur.)

BDRDNCD AVUKAT — (Görünmeyen Mahkeme Heyetine) Şiddetle reddederiz! Savcı,

mahkemenin hak ve salâhiyetini tasarruf etmek istercesine davranıyor. Eğer mahkeme, sanığın;

sanık sanılan büyük şahsiyetin fikirlerini, inanışlarını, bu inanışlardaki samimîlik derecesini sonuna

kadar inceliyecek ve bu türlü kanaat getirecek olursa, o-nun bitirim yerinde ne aradığını, neye

çalıştığını ve bu yolda neleri göze aldığını anlayacaktır. (Heyecan) Bütün dünya; kanunun ve hâkim

kürsüsünün hakkını tam verdikten sonra, insandaki gizli ruh maktalarına, iç hakikate eğilen, onu

arayan, onu aramanın işkenceli hayatını yaşayan bir kahraman karşısmdadır. Yepyeni bir fikir ve

kahraman.. Başkanı bulunduğum baro, şu ânda bu yepyeni adalet kahramanını azizleştirmek için

formül ararken, (gösterir) O, yükselişini, (gösterir) Ağırceza Reisliği makamından yuvarlanıp en

hakir (gösterir) sanık iskemlesine düşmekle belirtiyor. Bu nokta, dâvamızda, Hâkimdeki hakkaniyet

duygusunu en derin mikyasta cezp ve davet edici, başlıca incelik mihrakıdır. (Savcıya döner.)

Âmme müdafiiliği makamına, dikkat ve dirayet tavsiye ederim.

SAVCI — (Yarı doğrulur, ellerini kürsüsüne dayar.) Muhterem avukata, müvekkilinin Ağır-Ceza

Reisliği zamanındaki bir cümlesiyle karşılık vereceğim: Hakikatin açık ve kaba tecellisi hakkını

ararken, gözlerimizi gizlilikler ve incelikler âlemine çekmek, bir mevhum uğrunda bir malûma

kıymaktır ki, en şenî fikir cinayetidir. (Sertleşen ton) Bizi daima, işlenen korkunç suçun cüz-zamlı

suratına bakmaktan kaçıran bu edebiyat esnaflığını bir yana bıraksınlar ve görünürdeki suçun,

görülmesi mümkün bir izahı varsa onu ortaya döksünler!...

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Söz sanıkta!...

REDS BEY — Savcıya hak veririm! Benim dış manzaramı, çevrelemek için şenaatten başka ke-

Hme bulunamaz. Mazurdur! Eğer mahkeme de böyle görürse, aynı özrü kendisine de tanırım. Bir

zamanlar işgal ettiğim (Gösterir) Hâkim kürsüsü karşısında konuşmaya ve sorulanlara dosdoğru

cevap vermeğe kendimi mecbur tuttuğum için, dilimi döndürüyorum. Aslında, içimdeki saiklerin.

dışarıya çıkmaya, dile gelmeye ve kendisine hak istemeğe mecali yoktur. Bitirim yerine gidişim ve

orada, cebimde birtakım silâhlar ve seksen gram eroinle tutuluşum, kanuna güven verici şekilde

izah edilemez. Kimseyi de, cebime eroin indirmiş olmakla suçlandıramam. Gayet mahcup ve

ümitsiz bir şiveyle söyliyeceğim tek şey, benim bu hareketi, ne nispette yapabilmeme imkân

bulunduğunun takdirini istemekten ibaret.. (Durak) Dünyada gelmiş ve gelecek cinayetlerin en

büyüğü halinde, azametli hak fermaniyle haksız yere astırdığım çocuğun arkasından..

(Arkada Dadı hıçkırmağa başlar. Dinleyiciler ve herkes, Reis ve jandarmalar müstesna, başlarını

ona çevirirler.)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Devam ediniz! (Dadı, hıçkırıklarını mendiliyle gömerek

susar.)

REDS BEY — Üzerime çullanan vicdan azabı, tesellimi kurbanımın muhitinde arayışım, bitirim

yerine dadanışım, en vahşi kalbleri eşeleyip oralarda gömülü gizli kıvılcımları bulmaya davranışım,

merhamet tezim, af görüşüm, dağları eritecek kudrette olsa da kanunun kılını kıpırda-tamaz. Takdir

ederim. (Savcıya bakar.) Başta Savcı, takdir edenleri de bağrıma basarım. (Görünmeyen

Hâkimlere) Eğer dinlenen bitirim yeri şahitleri, dilleri döndüğü kadar, af ve merhamet dâvasının

ortaya çıkmasına sebep olmasalardı, onu ben açmıyacak, bu noktadan özür aradığın1 hissini

vermiyecektim. Olan oldu; ve Savcının ifadesiyle, bütün bu edebiyat esnaflığına yol açıldı.

Yalnız kendilerine tek bir karşılıkta bulunmak isterim: Benim vaziyetime karşı benden naklettikleri

söz, kelimesi kelimesine benimdir gına, bugünkü sanığın değil, dünkü Reis Beyin gözüdür. Eğer

beni, benim eski anlayış ve usulümle mahkûm ettireceklerse, ben zaten onun mahkûmuyum, ayrıca

hükme değmez; yok eğer, beni bugünkü halim içinde gördüklerini iddia ediyorlarsa ona da

taşıdıkları göz yetmez! Masum çocuk bapa^mahkemede, "Bu dünya dört köşe değildir Reis Bey."

demişti. Ne tecellidir ki, şimdi de Savcı, beni benim o günkü gözümle, dört köşe bir yavanlık içinde

görüyor! Ne söyliye-bilirim?.. Benim, en kalpsiz ölçülerle çocuğu adım adım darağacma

sürüklediğim demlerde, hattâ idam sehpasının dibinde, (Elini savcıya uzattr.) Yine bu Savcı, benim

merhametsizliğimden tiksinti ve çocuğa karşı merhametle doluydu. Şimdi bana merhamet

duymamakta haklıdır. ݺin, esas hakkında savcılık mütalâsma ve benim müdafaama kaldığı şu ânda,

bütün söyli-yeceklerimi tamamlamış bulunuyorum. Artık, sizin işiniz hükmetmek, benimki de

affetmek olacak..

SAVCI — (Yerinde zıplarcasına) Mahkemeyi mi affediyor?

REDS BEY — Böyle birşey söylemedim. Sadece işim bu olacak., dedim. ݺimi yasak mı edecekler?

Hem... Affedilmekten korkuları mı var?.. Ben affedilmekten korkuyorum! Onun için kendime,

sonsuz bir af vazifesinden başka iş tanımıyorum!

SAVCI — (Ayakta Mahkeme Heyetine) Şu af masalını nihayete erdirmek için küçük bir sualim

var: lütfen sorulsun. Bitirim yerinde sanığın cebinde, eroini bir başkası atmış olsa yapan da adaletin

eline geçse, kendi hesabına bağışlar mı suçunu?

REDS BEY- Hemen bağışlarım. Hem de suçu kendime yakıştırarak. Benim ciğerim eroin deposu,

cebime birkaç gram atmışlar, ne çıkar ?

( Birinci avukat hakimlere doğru parmağını kaldırıp müsaade verilmeden ayağa kalkar. Savcı

oturtur.)

BDRDNCD AVUKAT-( görünmeyen hakimlere) şimdi de mücerred hak bakımından sanığın kendi

aleyhindeki beyanını reddetmek zorundayız! Ben eminim ki ( sol eliyle dinleyiciler tarafını

gösterir) demin teker teker huzura çıkıp şahitlik eden ve şu anda karşınızda sıralı bulunan bitirim

tipleri arasındadır suçlu! … Bıçakları ve tabancayı Reis Bey’in bitirim yerinde doğru yolu

göstermek maksadıyla topladığını, kendi şahıslarını koymaksızın söylediler ama eroine ait hiçbir

ipucu vermediler; bilmiyoruz dediler. Bu tiplerin yalancı şahitlikten ve izinsiz silah taşımaktan

haklarında takibat açılmasını ve bu vesileyle eroin işinden sorguya çekilmelerini talep ederim.

Müvekkilimin, tahkikatın genişletilmesine lüzum olmadığı yolundaki isteği de bu akımdan

reddedilmelidir.

( Avukat oturur )

GÖRÜNMEYE HAKDMDN SESD- Sanık! İsteğinize aykırı olan bu görüşe ne dersiniz?

REDS BEY- Asla derim! Asla bu zavallılar hakkında takibata lüzum yoktur! Ortada ne yalancı şahit

var, ne de izinsiz silah taşıyan… Benim, ferd ferd silahları onlardan topladığıma dair bir ifadem

olmadı. Kimseye suç yükleyeme ve benim hesabıma yüklenmesine razı olamam. Hakimlikteki

görüşüme zıt olarak, nice şeyle beraber bugün anlıyorum ki, boş bir toprakta ararcasına suç

aranmaz. Ancak meydana çıkarsa görülür. Hakim suç alıp satan ve cirosu ile öğünen bir borsa

simsarı değildir. Belki ideal bir cemiyete işsiz bir fener bekçisi..zaten silah işinin ne değeri var ki,

şahitlik edenlerin bu noktada kıstırılmaları isteniyor. Bütün mesele eroinde.. onu da hiç kimse

bilmiyor. Ben de bilmediğimi söylüyorum ama cebim biliyor. Bu vaziyette cebimle aynı bilgiye

sahip olarak beni dinlerken vicdanı tutuşan bilgisizliğime acıyan biri varsa, benim hesabıma

mutlaka bağışlanacağını, fakat kanun hesabına muhakkak kıstırılacağını bilerek kendi kendisine

ortaya çıksın..

SAVCI-( İzinsiz doğrulur) ݺte, af ve merhamet rejiminin , insandaki kötülük iktidarını ortadan

kaldıracağı tezine ne güzel fırsat.. Göstersinler marifetlerini ve temize çıkarsınlar.Mahkeme bir

tecrübe laboratuarı değildir ama bu noktada tecrübeyle kanuni takdir hakkının icabı birleşiyor.

Buyursunlar! Yapamazlarsa, hem tezleri masal, hem kendileri sahtekar, hem de suçları sabittir.

REDS BEY-( Gözleri daima görünmeyen hakimde) Bu ne acındırıcı mantık beni bir an masum farz

edebilir misiniz ? Farz etmek de ne demek? Her sanığı, suçu sabit oluncaya kadar masum kabul

etmeğe mecbur değil misiniz? Hangi masum, masumluğunu ispat için suçluyu bulmakla mükellef

tutulabilir? Hangi cinayet zanlısına "Kaatil sen değilsin, olanı bul ve kurtul!" denile-bilmiştir? Ya

suçluyu bulmakla doğrudan doğruya mükellef Savcı Beyin vaziyeti?.. (Durak) Sonra ve en

acıklısı: Benim af ve merhamet tezimin, suçluyu bulmak veya bulmamakla ne ilgisi var?.. Af ve

merhamet bir dedektif kaidesi midir, suçluyu tutmak için, bir ökse mi; yoksa başta yine Savcı bey

bulunmak üzere, her suçlunun arkasından gelen, sıcacık bir anne kucağı mı, bir örtü

mü?

SAVCI — (Hâkimlere doğru çok sert) Artık, kelime oyunu ve mantık hokkabazlığında,

mahkemeye bir sirk havası üflendiğini söyleyebiliriz. Biz, ona durduğu yerde suç yüklemiyoruz ki,

"Git gerçek suçluyu, bul yoksa suçlu sensin!" demiş olalım!.. Suçunu, gözle görülür, elle tutulur

şekilde, şerefli hâkim cübbesinin altına giydiği öz ceketinin cebinde bulduk. Ondan sonra,

başkasını aramaya lüzum yokken, kendisine bir fırsat veriyor ve o kadar güvendiği tezine bir

tecrübe meydanı açıyoruz.

REDS BEY — Benim af ve merhamet tezim, o-lur olmaz tecrübelerden affedilecek kadar

merhamete lâyıktır. Beni istedikleri gibi çürütebilirler. Yardımcılarıyım! Fakat tezimi çürütmeğe

kalkmalarını, anneden aziz bir mânaya karşı cinayet

sayarım!

SAVCI — (Gözleri hâkimlerde, eli sanıkta, öfke ve heyacanın son haddinde) Şimdi beni, mânevi

anne kaatilliğiyle suçlandıran bu korkunç seciyenin.. Evet vaktiyle yine savcısı olarak yanında

çalıştığım bu korkunç seciyenin, yine anne kaatili zanlısı masum çocuğu sephaya gönderirken,

demin işaret ettiği gibi, kanuna, vicdana, herşeye zıd hatırlıyorum da, karşınızda oynanan rolü

vasıflandıracak kelime bulamıyorum! Merhametten bahsediyor, öyle mi?... Merhamet ekmek olsa

da bütün aç insanlığa dilim dilim dağıtılsa, payına hiçbir şey düşmeyecek olan lânetli budur!

(Savcı ateş saçan gezleriyle sanığa bakıyor.

Reis Bey, gözleri görünmeyen Hâkimlerde,

dimdik bir vekar içinde.)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Oturunuz efendim!

(Savcı oturur.)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Sanık!

Cevap veriniz!

REDS BEY — (Tonu rikkat ve şefkat dolu) ݺte bu noktada muhterem Savcı ile aramızda hiçbir

görüş ve anlayış farkı yok!.. Dosdoğru görüyorlar! Nefsimi hırpalamakta, ben bile bu sözlerden

daha parlağını bulamazdım. Lütfettiler! Herkesin, nefsini lanetlemesi ve dışarıdan gelecek lâ-

netlemelere katlanması hesabına da, benirn^ af ve merhamet görüşüme uygun konuştular. Âdeta,

tezimi ispat eden bir yardımcı unsur, nefsimin vekili vazifesini gördüler. Ben herkesi bağışlamaya,

herşeyi merhamete layık görmeğe ne kadar hazır-sam, kendini bu kanunun tek istisnası kabul

etmeğe aynı nisbette bağlıyım. İnandığım dâvanın yanında, biraz evvel şahsımı da temize çıkarır

gibi göründüğüm için af dilerim! Benim anlayışıma göre her fert, baş ucuna, "suçlu benim, herkes

suçsuz!!!» levhasını aşmalıdır ama, kendisi dururken, başka kimsede bu levhayı aramamalıdır,.

Yoksa kendi levhasını düşürmüş, tepelemiş olur. Hele bende, herkesin katiyen suçsuz olduğu ve

nefsini katiyen suçsuz bilmesi gerektiği kanaati, şahsıma ne yapsalar değişmez. Ben, acınma

liyakatinin bu türlü dışına çıkmış bir lânetliyim!.. İçime sorarsanız (Savcıya döner.) Savcı adam

öldürürken okşar; bense okşarken öldürürüm. İnsanın, kendisinde temiz, başkasında pis gördüğü,

her iş bende tersine dönmüştür. Gözümde, başkalarının bütün pisleri temiz, benim bütün temizlerim

pis oldu. Düşünün; acmamaz olmakta nerelere ulaştım ben!... Benim böyle olmam, acımanın

değerini düşürmez; yalnız bana acımanın değerini düşürür. (Acı acı) Bana kimse acımasın!... Sonra

ona acımazlar; hali ne olur?...

(Gerilerde hıçkırık sesleri.. Dadı ve Kaatil, ağlıyorlar. Uzun durak.. Bütün salon donmuş...)

REDS BEY —Bir hale geldim ki, bütün mantık ve nisbet hesaplarını kaybettim. Hapishanede,

Berduş diye anılan bir Âdem Baba, hocalık etti bana.. Evet, Amerika'da bir cinayet işi ense dünya

çapında bir ses bütün insanlığa sorsa: Kaatil kim?.. Benim diye bağırabilirim.. Soğuk kış geceleri,

köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda, gömleğimin yakasında.. İsterseniz çareme

Adlî Tıp baksın; fakat bir hastahaneye gir-sem de, kan kanseri çeken sapsarı hastalar görsem, onları

bu hale ben mi getirdim, diye düşünüyorum. Ben ne yaptım; uykuda, baygınlıkta, annemin

karnında, babamın karnında, hangi cinayeti işledim, hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi, gelmiş

gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum. Beni görünce havalanan serçe, kaçırılan göz,

çekilen perde, buruşan surat, bana beni hatırlatıyor. (Durak) Dışımda ne arıyorlar; içime doğru

suçluyum ben.. Yapmadıklarımın, işlenmediklerimin de suçlusu.. Bir de kalkmış, belki kendimden

birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye, tımarhanelik bir

hayâlin peşine düşmüş, gidiyorum. Bunun için de en verimli tarla diye, kaatillerin, hırsızların,

eroincilerin yuvasını seçmiş bulunuyorum. (Durak) Öldürdüğüm, kanun emanetini yağlı ip diye

boynuna geçirip boğduğum masumun hayâli beni oraya sürüklüyor, i-şe oradan başlatıyor! (Durak,

düşünce) Yine o hayâlin çektiği sihirli nokta mıdır, nedir; nefsime tek pay vermemesi gereken

tezimin ilk hisse iste-yicisi olarak karşınıza ben çıkıyorum! Ve ben bu noktada tezimin yalancısı,

sahtekârı, istirmarcısı oluyorum! Ben nasıl acınacak adam olabilirim?... (Durak) Merhamet,

harikulade birşey; içinde hayat kaynayan kazan.. Eğer ona uzanan eller arasında benim kan dolu

avuçlarım olmasaydı... (Durak) Reis Beyefendi; (Eliyle ceketinin yakasına yapışır.) Ceketim

benimdir, cep ceketime aittir, eroin de o cebin malıdır. Ben suçluyum! Bana acımak, merhamete

mevzuunu kaybettirmek olur. Bana acımayınız ki, bundan böyle acıyabüe-siniz!..

(Geride bir hareket.. Kaatil ayakta ve yüzü karmakarışık..)

KAATDL — (Görünmeyen Hâkime doğru avaz avaz) Ben koydum! Reis Beyin cebine eroini ben

koydum! Suçlu benim!

(Herkes donar. Patlayan flâşlar.. Kumarhane Garsonu elleriyle yüzünü kapar. Reis Bey dönüp

Kaatile bakar. Avukat, Savcı, herkes jandarmalardan başka herkes, gözlerini Kaatile mıhlamış...)

GÖRÜNMEYEN HÂKDMDN SESD — Yaklaşınız, yaklaşınız!

(Kaatil dinleyici parmaklığından yıkılırca-sına çıkar. Yürür, şahit parmaklığı önünde durur.

Yürürken, üst üste fotoğraf flâşları parlar. Reis Bey, görünmeyen hâkimlere dönmüştür.)

REDS BEY — Yalan söylüyor, muhterem hâkimler!... Beni seven tek insan, o.. Oğlumdan yakın...

Babasını kurtarmak için yalan söylüyor, başka çare bulamıyor. Suçu yalandan üstüne aldığına

katiyen inanınız ve onu affediniz! Zindanda, başımın altında, kanını içtiğim masumun dantelalı

yastığı var, üstümde yine onun işlemeli yorganı.. Bir de (Gösterir) bu kaatilin, her gece üstüme

yorganı çeken ve almmdaki teri silen merhametli parmakları.. Kendisini feda ediyor, biliniz!

(Kaatil ağlar. Dadı ağlar, Yeldirmeli Kadın ağlar, Bar Kızları ağlar, dinleyiciler arasında bir çoğu

yüzünü kapar. Birden Kumarhane Garsonu başını kaldırır, ayağa fırlar.)

KUMARHANE GARSONU — (Bulunduğu yerden yüksek sesle) Asıl suçluyu istiyorsanız, be

nim! Benim eroin sattığımı herkes bilir. Baskın olunca, eroini kahve ocağındaki yerinden alıp Re-^

is Beyin cebine attım. Onu aramazlar sandım.

(Kumarhane Garsonu, davet beklemeden parmaklıktan çıkıp, ağır adımlarla Savcının önüne kadar

gelir.)

KUMARHANE GARSONU- (savcıya) Teslim oluyorum!

— Işıklar kararır —

TABLO IX [Otel holü.. Aynı.]

(Sabah vakti.. Otel Kâtibi, Birinci ve İkinci Bar Kızları, Taşralı ve Köylü müşteriler. Orta yerdeki

masanın üstünde bir teyp dönüyor. Herkes teype doğru iki büklüm.. Bar kızları gündüz elbiseli ve

ciddî kılıklı...)

TEYPTE REDS BEYDN SESD — Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse, umacı

korkusuyla yorgan altına kaçan çocuk gibi, nefsimizin beton çatısını tepemize çekmiş, yaşamayı

öldürüyoruz! Yağmurun yalnız suyunu toplayabi-liyoruz; ruhundan uzağız! Halbuki ne güzel isim

koymuşlar ona: Rahmet.

(Teypte kapı çıngırağı, kadın ökçelerinden çıkan sesler...)

TEYPTE OTEL KÂTDBDNDN SESD — Bizim Bar Kızları, Reis Bey; siz devam edin!...

TEYPTE RESD BEYDN SESD — O kadar geç mi oldu vakit?

TEYPTE BDRDNCD BAR KIZININ SESD — Çok geç, Reis Bey; bizim dönüş vaktimiz.. Sabah

oluyor!

TEYPTE REDS BEYDN SESD — Bakın, çok geçin arkasından nasÜ bir, çok erken başlıyor! Kainat

nizamı.. Merhala&t için de aynı şey... Kinin. 142

zulmün de başında ve sonunda merhamet nöbet bekliyor. Otur kızım, otur ve beni dinle!.. Sen jde

kızım, ha, şöyle.. Ne diyordum? Rahmet.. Âlem, bu temel üzerinde.. Eğer toprağa, tohuma, hattâ

kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı, şırıltılı

su... (Sesi coşar) Ne duruyorsunuz? Sökün sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesini kurun!

Tepelerindeki çatıları da yıkın, göklerle temasa geçin!.. O zaman göreceksiniz ki, acı su

borularından kendi kendisine tatlı su akacak ve başlar üstünde güneşe yol veren kubbeler

yükselecek...

TEYPTE İKİNCİ BAR KIZININ SESD — Siz sabaha kadar uyumadınız mı Reis Bey?

TEYPTE REDS BEYDN SESD — Uyumadım, kızım! Suda kaynayan yengeç gibi, sabaha kadar

Kâtibin karşısında ıslık çaldım durdum. Merhamet bestesi... Ah bu besteyi bir tutturabilsek, yakan

bir şarkı halinde gırtlak yivlerine bir kazıya-bilsek!.. Benim istediğim, güneşin merkezindeki

merhamet... Kuzuları da, yılanları da ısıtan merhamet... Isıtın, daha ısıtın!... Yılan şimşekleşin-ceye

kadar ısıtın!... Görürsünüz; nasıl şimşek bir anda parça parça yere dökülür, sonra nasıl çizgi çizgi

yumaklanıp bir kuzu olur! O ânı bulmaya bak! ݺ onda..

TEYPTE OTEL KÂTDBDNDN SESD — Reis Bey! Bu fikirlerinizi kitap halinde çıkarmayı

düşünüyor musunuz?

TEYPTE REDS BEYDN — Ben yazmayı değil, yaşamayı seviyorum. Çocuk bana, buz çölünde yol

alıyorsunuz, dedi. İdam sehpası altında, perdesi düşen göz... Görmez mi? Hepimiz, bütün insanlık,

buz çölünde yol alıyoruz! Güneş şehri arkamızda,

143

karanlık beldesi önümüzde.. Git, gittiğin kadar!.. Aldığımız nefesler bile, hançerden, sipsivri

kayalar şeklinde donuyor. Buz üstüne nakış nakış yonttuğumuz eserler, buzdan gururları ile bizi

büsbütün buzlaştınyor. Bakarken gözle bıçaklıyoruz, dinlerken kulakla boğuyoruz, koklarken

burunla zehirliyoruz. Damak kirletiyor, el solduruyor, düşünce de kalb halvetinde ırza geçiyor.

Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da, kanun çıkarmağa kalkıyoruz. Birşey olmasın diye mi,

olsun da yapılmasın diye mi?.. Sen kaplanı yetiştir, besle sonra pençe atıyor diye boynuna kement

at, ipe çek!... Yazıktır kaplana, günahtır kaplana!... Kanunu, birşey ortadan kalksın, yapılamaz

olsun diye değil, bizim başka türlü yaptığımızı, bazıları bu türlü yapmasın diye çıkarıyoruz.

TEYPTE OTEL KÂTDBDNDN SESD — Bütün bunlar merhametle mi düzelecek?

TEYPTE REDS BEYDN SESD — Merhamet, hiçbir şeyin kendisi değil, su gibi, toprak gibi, hava,

ateş gibi, herşeyin temeli.. Onu getirin, kuracağı iklimde iyi'nin ölü bitkileri dirilsin, kötünün de diri

bitkileri ölsün.. (Durka) ݺi fazla fikire kaptırmayalım.. Savcı Bey haklı.. Merhametin ukalâsı

olmak, merhametsiz olmaktan beter... Papazların yaptığı gibi, sadece edebiyatçısı olmak da, onu

harcamak... Yalnız duyalım, duygusunu arayalım, hayatını yaşayalım!... Çocuk bana, mühürlü

kalbinizin bir gün açılmasını dilerim, dedi. Kalbim bütün dikişlerinden yırtıldı; yine mühürü

istediğim gibi açılmıyor. Beş dakika uyusam, merhametsiz uyanıyorum. Yediğim yemeğin ilk

lokmasında merhametli, son lokmasında zalimim!... Ne yapayım ki, bütün kin ve garez duygunıu,

kendime, bütün af ve merhamet hissimi dünyaya çevirebileyim?.. Ne etsem, nefsim arkamdan onu

salyasiyle kendikine göre mayalandırıp yutuyor, besleniyor. Hem benim nefsimi kıracak hem de

rahmetinden hiçbir şey kaybetmi-yecek sistem!.. Onu arıyorum! Büyük meydanına heykelimi

dikmek yerine, leşimi katır iskeletlerinin yanma atacakları merhamet cumhuriyeti nerededir? Bütün

sınıflara paydos! Dünyayı, hastalarla hastabakıcılarından ibaret iki sınıfa bölecek ve (1) numaralı

odaya, Atom âlimlerini ve politikacıları yan yana yatıracak anlayışa yol var mıdır? Yalnız acıyanlar

ve acmanlar sınıfı... iki, yahut iç içe tek smıf... Gerisine paydos!... Merhamet, merhamet; gerisine

paydos!.. Çocuk bana, ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz, dedi. Ağladıkça anlıyorum, ağladıkça

anlıyorum. Çocuk bana, sizi ruhum bu dünyada ve ötelerde adım adım takip edecek, dedi. Ölülerin

dilinden anlayan varsa yalvarsm: Aman, Reis Beyi bırakma, elini onun kolundan çekme, onu götür,

onu erdir!...

(Otel Kâtibi teypin düğmesini çevirip onu durdurur.)

OTEL KÂTDBD — Böyle gidiyor, gecenin birinden sabahın altısına kadar...

BDRDNCD BAR KIZI — (Otel Kâtibine) Hiç de farkında olmadık. Nereye saklamıştın makine-yi?...

OTEL KATDBD — Biz sanatımızı biliriz.

İKİNCİ BAR KIZI — (Otel Kâtibine) Reis Bey de farkında değil, öyle mi?...

OTEL KÂTDBD — Tabii değil...

BDRDNCD BAR KIZI — (Otel Kâtibine) Sen şimdi bu lâfları "Cemiyet" gazetesine satsan dünyayı

alırsın! Arkasından koşuyorlar da, Reis Beyden kelime alamıyorlar!

İKİNCİ BAR KIZI — (Birinci Bar Kızına) O, sanatını bilir!

OTEL KÂTDBD — (Ortaya) Siz bu lâflardan ne anladığınızı söyleyin!... •

TAŞRALI MÜŞTERD — Bana çok dokundu!

KÖYLÜ MÜŞTERD — Ben merhamet lâfından başka bir şey anlamadım. "

İKİNCİ BAR KIZI — Zaten herşey o lâfın üstünde ayol!..

BDRDNCD BAR KIZI — Bana bir müzik gibi geldi sözleri...

İKİNCİ BAR KIZI — (Ortaya) Hârika adam!... Cüceler memleketinde dev... Alışılmış lâfların,

fikirlerin, birkaç gök tepesinden bakıyor. Yazık ki, özlediği besteyi, kendisinden başka kimseye

ezberletemiyecek!..

BDRDNCD BAR KIZI — (Dkinci Bar Kızma) Seni, bardan çıkarmaya kandırdı diye mi?.. Ne olacak

halimiz?...

İKİNCİ BAR KIZI — Şimdilik, otelde güzel güzel oturuyoruz. Kendimize geldik. Bekleyelim...

OTEL KÂTDBD — (Bar kızlarına) Üç gündür, hanım hanım, akşam yatıp sabap kalkmak, sizi âdeta

değiştirdi...

TAŞRALI MÜŞTERD — Ah, ah!..

OTEL KÂTDBD — (Taşralı Müşteriye) Ne diye ah çekiyorsun, hemşerim!..

TAŞRALI MÜŞTERD — Hâlâ bir haber yok!

OTEL KÂTDBD — (Taşralı Müşteriye) Bu kadar bekledin; birkaç gün daha bekle!...

TAŞRALI MÜŞTERD — Reis Beyin tılsımlı

146

ilânından bir şey çıkmadı. Gazetelerle, onu suçlu bulmadığımı ve bulmayacağımı ilân ediyorum da

yine görünmüyor.

İKİNCİ BAR KIZI — (Taşralı Müşteriye) Gelir. Bekle!

BDRDNCD BAR KIZI — (Ortaya) Ne tuhaf dünya bu!... (Taşralı Müşteriyi gösterir.) Bu,

memleketine götürmek için, İstanbul'da kaybolan kızını arar; (Köylü Müşteriyi gösterir.) Bu da,

kızını iyi edip memleketine götürdükten sonra, İstanbul'da kaybolsun gibilerden, peşine takar, yine

getirir, başı boş bırakır.

KÖYLÜ MÜŞTERD — Reis Bey, kız ne isterse yap, demeğe getirmedi mi?

İKİNCİ BAR KIZI — (Köylü Müşteriye) Böyle demeğe getirdi ama kızını traktörden düşürüp iyi

ettikten sonra, yine getir, şehirde düşür, demeğe getirmedi.

KÖYLÜ MÜŞTERD — Ne yapayım?.. Tutturdu, ille bir iki hafta İstanbul, diye.. Keşke, İstanbul

nedir, görmese bilmeseydi. ?

OTEL KÂTDBD — (Köylü Müşteriye) Burada insanı, daha fena etmek için iyi ederler.

BDRDNCD BAR KIZI — (Köylü Müşteriye) Nerede şimdi; ne yapıyor?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Sinema sinema geziyor!

BDRDNCD BAR KIZI — Sabah sabah?...

KÖYLÜ MÜŞTERD — Biraz dolaşayım, dedi.

İKİNCİ BAR KIZI — (Köylü Müşteriye) Niçin beraber gezmiyorsunuz?

KÖYLÜ MÜŞTERD — Beni istemiyor!

İKİNCİ BAR KIZI — O saf, o masum tavırlı kız?..

147

TAŞRALI MÜŞTERD — Merhametin ilk neticesi...

OTEL KÂTDBD — Son neticesinde iş!...

TAŞRALI MÜŞTERD — İnanamıyorum! Kafam almıyor!..

(Çıngırak.. Açılan kapıda, şık ve zarif, bir genç kız.. Kaçak kız... Eli kapıda... Taşralı Müşteri

donar. Herkes ona döner.

TAŞRALI MÜŞTERD içinde) Kızım!..

(Kaçak kıza, heyecan

(Kaçak kız hole ve oradakilere bir göz atıp dışarıya çıkar. Taşralı Müşteri kala kalmıştır.)

OTEL KÂTDBD — (Taşralı Müşteriye) Koş arkasından. Buraya girmek istemedi!..

(Taşralı Müşteri koşarak kapıdan çıkar. Çıngırak.. Kapanan kapı.. Seyirciler birbirine döner. Otel

Kâtibi teypi masadan kapıp gişeye götürür.)

BDRDNCD BAR KIZI — (Dkinci Bar Kızına) Benim, Reis Beyin bir sihirbaz olduğuna inanacağım

geliyor.

İKİNCİ BAR KIZI — Sadece inanmış adam.. Onun için inandırıyor...

BDRDNCD BAR KIZI — O kadar ki, neredeyse, beni köye gönderip hamur yuğurtucak..

İKİNCİ BAR KIZI — Kendisi de beraber gelsin; neresi olsa giderim. Ne iş olsa yaparım!

(Otel Kâtibi, teypi gişenin arkasına saklamış, dönmekte...)

148

OTEL KÂTDBD — O hiçbir yere gidemez. Gazeteler, ajanslar, radyolar hep onunla meşgul.. Avrupa

gazeteleri bile.. Duyduğuma göre, Avrupa'dan davetler geliyormuş.. Bakalım, baro ne yapacak.

Dün toplantı halindelermiş..

BDRDNCD BAR KIZI — (Otel Kâtibine) Ne olacak yani?.. Eski vazifesine mi dönecek?..

OTEL KÂTDBD — Olamaz! Bir kere emekliye ayrıldı. Zaten kendisi kabul etmez. (Gözü giriş

kapısının buzlu camında) Geliyor, gölgesinden tanıdım.

(Hepsi toplanır. Yüzler kapıya doğru.. Kapı açılır.. Çıngırak.. Reis Bey.. Kılığı düzgün.. Çıngırak..

Kapı kapanır.)

REDS BEY — (Ortaya) Sabahlar hayr olsun!..

İKİNCİ BAR KIZI — Hayırlı sabahlar, Reis

Bey!..

REDS BEY — (Ortaya) Kapının önünde, kızını arayan tüccarı, genç bir hanımla gördüm. Kızı mı?..

OTEL KÂTDBD — Evet efendim! Biraz evvel geldi. İçeriye girmedi.

REDS BEY — (Ortaya) Adamın halini görseniz.. Kızı gökten düşmüş gibi... (Gişenin önündeki bir

iskemleye çöker.) İnsan, sahip olduğu nimeti, tam elinden çıkarken anlıyor. Nemiz varsa her ân

gittiğini ve yeniden geldiğini farzedip ona göre davranamaz mıyız?.. İflasımızı anlar, ağlamaktan

başka çare bulamazdık. (Dkinci Bar Kızına) Baban seni bekliyor, kızım!

İKİNCİ BAR KIZI — (Heyecanlı) Ne diyorsunuz Reis Bey; görüştünüz mü?

REDS BEY — Oradan geliyorum.

149

İKİNCİ BAR KIZI — Çok yorulmuş olacaksınız!

REDS BEY — Evinizin yokuşu biraz sert...

İKİNCİ BAR KIZI — Ya anlayışı?...

REDS BEY — Gayet yumuşak.. Baban, Reis Bey, bunu siz mi söylüyorsunuz, dedi. Evet, dedim.

Gelsin, dedi.

BDRDNCD BAR KIZI — (Reis Beye) Ben ne olacağım, Reis Bey?

İKİNCİ BAR KIZI — (Birinci Bar Kızına) Sen benim yanımda kalacaksın! Ailen dağıldı. Bakacak

kimsen yok!

REDS BEY — (Dkinci Bar Kızma) Ona acıyacak mısın?

İKİNCİ BAR KUZ — Elbette acıyacağım! Acımıyor muyum?

REDS BEY — Acımıyorsun! Acımak annelerin ilmi.. Birbirine acımanız ve acımayı öğretmeniz

için, ikiniz de anne olmaya bakın! (Kızların hayretine bakıp coşar) Size, anne olmaya bakın

diyorum, beni anlıyor musunuz?

İKİNCİ BAR KIZI — (Başı hafif önünde)

Evet, Reis Bey!

REDS BEY — (Köylü Müşteriye) Sen de kızmı al, köyüne dön! Yoksa, onu felçten kurtardığına

pişman olabilirsin; bir polisle, mahalle karakoluna girerken gördüm onu.. Git, bak!..

(Köylü Müşteri hızla çıkıp gider. İki çıngırak sesi...)

OTEL KÂTDBD — (Reis Beye) Ne olmuş Reis Bey; kızın başına birşey mi gelmiş?

REDS BEY — Mühim değil.. Manzara karpos-talları kadar malûm şekil.. Biri onu sürüklemek

150

istemiş, o da bağırmış..

OTEL KÂTDBD — Reis Bey! Herkes sizden bir pay alıyor! Yedi senelik kapıcınıza göstereceğiniz

yol?...

REDS BEY — Senin nasibin, kiremitlerinde

merhamet kumrularının dem çektiği, (Dşaret eder) otel ismi verilen bu insanlık sergisinde

gözcülük.... Daha ne istiyorsun. Gelene, geçene bak, düşün, ağla!...

OTEL KÂTDBD — Ya siz Reis Bey? Beraber

değil miyiz?

REDS BEY— (Ortaya) Değiliz galiba!.. Ben, ömrümün sonunda meczupların hayatına özeniyorum.

Her köyün, kasabanın bir meczubu vardır ya; hanı, hamamı, pazarı gibi, o yere mahsus.. Böyle

birşey olmak istiyorum. Meydanlarda trafik polislerinin yanma geçip, boynumda bir yafta, dikilmek

istiyorum: İnsanlar, durun! Acımayı bilmeyen geçemez; (Otel Kâtibine) Beraber olabilir miyiz?

(Kapı açılır. Çıngırak.. Yeldirmeli Kadın.. Kapı açık kalır. Karşısında Reis Beyi görür görmez,

saldırırcasma üstüne yürür. Otel Kâtibi ve Bar kızları dikilirler.)

YELDDRMELD KADIN — Reis Beyciğim, Reis

Beyciğim!

REDS BEY — Birşey mi var?

YELDDRMELD KADIN — Oğlum kurtuldu! Biraz evvel.. Tahliye karan geldi!

REDS BEY — Çok sevindim!

YELDDRMELD KADIN — Oğlum, gelinim, torunlarım eve gittiler. Ben doğru size koştum.

REDS BEY — Çok sevindim!

151

YELDDRMELD KADIN — Gözünüzdeki yaştan belli. O para ile bir marangoz atölyesi açacak

oğlum.. Tezgâhını kurar kurmaz ilk işini size yapmak istiyor. Ne isterseniz?

REDS BEY — Çok sevindim!

YELDDRMELD KADIN — Bizi kırmayın! Boynunuzu bükmeyin!

REDS BEY — Bir kutu yapsın.. Erlerin, tahta, kırmızı vernikli bavullarından...

YELDDRMELD KADIN — (Mahzun) Ne yapacaksınız onu?

REDS BEY — Çamaşırlarımı koyacağım! Artık bir yerde oturmak istemiyorum! Varılamaz bir sıla

var gözümde.. Onu arıyacağım!..

YELDDRMELD KADIN — Neresi orası?

REDS BEY — Ağlayanların vatanı..

(Açık kapıda Dadı.. Reis Bey ona bakarak irkilir, heybetle ayağa kalkar. Uzun bakışma.. Bar

kızları, gözleri Dadıda, Reis Beyin karşısında ve merdivenin dönemeç tarafındaki sandalyalara

ilişirler. Otel Kâtibi ve Yeldirmeli Kadın, ayaktalar.. Bakışma devam ediyor, çıngırak.. Kapı

kapanır. Dadı yaklaşıp durur.)

REDS BEY — Ne haber, Dadı?

DADI — İzmit'ten geliyorum! Evi hazırladım!

REDS BEY — Artık ben yersiz, yurtsuz takı-mındanım. Zaten ömrüm boyunca bir evim olmadı...

DADI — Bundan sonra olur. Sana oğlumun odasını hazırladım.

152

REDS BEY — Gelemem, Dadı! Saadetin bu kadar büyüğünü kaldıramam! Bırak, tek kardeş, çocuk,

dost sesi duymaz bir taş ocağında geçen ömrüm, yine orada tükensin!

DADI — Kardeşin olurdum, yemeğini pişirir, çamaşırlarını yıkardım. Seni hiç rahatsız etmeden bir

gölge gibi girip çıkardım. Ağladığın zamanlar, ben de bir kenarda, sessizce sana uyardım.

REDS BEY — (Hıçkırıklarla patlar.) Altmış beş senenin ördüğü buz kozasından çıkıp güneşine

kavuşabilmem için, oğlunu astırmam mı lâzımdı? (Durak) Bana sahiden acıyor musun, Dadı?

(Dadı cevap vermez.)

REDS BEY — Acıyorsan bırak çekeyim! Benim halimi değiştirmeğe çalışmak, bana acıma-maktır!

Bana acıyın, yani acımayın! Bana acımı-yarak acıyın!

DADI — Dinlenmeye, kendini bulmaya muhtaçsın! Benimle gel! Bu defa ben istiyorum!

REDS BEY — Kendimi bulmak mı?.. Oğlunu mezardan çıkarıp bir daha astırmam için mi?..

DADI — Evham içindesin! Seni İzmit'teki evin odasında, yatağına oturmuş, oğlum bekliyor. Bir de

böyle farzet! Onu kırar mısın? Ona acımaz mısın?

REDS BEY — (Deli gibi) O beni bağışlar mı? Bana acır mı oğlun?.. Ne biliyorsun?...

(Yıkılıcak gibi açılan kapı.. Çığlık basan çıngırak.. Hızla giren Kaatil. Koşarak Reis Beyin yanına

gelir, bileğine yapışır. Kapı

153

açık kalmıştır.)

KAATDL — Yürü, baba gideceğiz!

-REDS BEY — Nereye?

KAATDL — Hapishaneye!

(Sükût... Durak.. Reis bileği Kaatilin elinde...)

OTEL KÂTDBD — (Kaatile) Söylesenize ne olduğunu! Reis Bey bekliyor!...

KAATDL — (Bileğini bırakarak Reis Beye) Mahkûmlar ayaklandı! Âdem Baba korkusundan öldü!

Ölüsünü avludaki ping - pong masasının, hani şu idamda kullanılan masanın üstüne uzatıp,

merhamet, merhamet diye bağırıyorlar. Reis Bey gelsin, derdimizden o anlar, diyorlar. Bir

merhamet lâfı çıkıyor ağızlarından; bir Reis Bey, narası.. Jandarma havaya ateş edip duruyor. Savcı

orada.. Beni ziyaret yerinde gördü, seni alıp getirmemi söyledi. Koş, zavallılara anlat! Bu

ayaklanmaya sebep senmişsin!

REDS BEY — Zorla istenir, alınır mı merhamet? Aldıkları merhamet mi olur? Gidi, merhamet

dâvası!.. Sana da mı acımıyorlar? Sen de mi bana acımıyorsun? (Durak) Demek sebep benmi-şim?

KAATDL — Gidelim Baba, biz onlara acıyalım?

REDS BEY — Haydi oğlum, gidelim!..

(Açık kapıdan giren bir sürü insan.. Önde, Baro Reisi birinci Avukat, arkasında İkinci Avukat...

Daha arkada iki baro âzası.. Gazete fotoğrafçıları... Çıngırak.. Kapı kapanır...

154

Birinci Avukatın elinde, ince, uzun bir paket.. Ayaktakiler açılarak gelenlere yol verir. Bar kızları

kalkıp, yan yan merdiven tarafına geçerler. Birinci Avukat, elinde paket, Reis Beye yaklaşır.

Gazete fotoğrafçıları sağ ve sol taraflarda mevzi almışlardır. Kalabalık, Reis Beyle kapı arasında

ince bir yol bırakacak şekilde sıralı... Dadı ve Kaatil, arkaları vitrine doğru, cephede ve ön sırada...

Birinci Avukat elindeki paketi açıp, meydana ince uzun bir mahfaza çıkarır.)

BDRDNCD AVUKAT — (Reis Beye, hitap edâ-siyle) Muhterem Reisim! Adalet anlayışına,

fikirleriniz ve hayatınızla getirdiğiniz yeni mana, memleketimizden başlayarak, dünya çapında bir

hâdise olmuştur. İnsanlığa baş döndürücü bir yükseklik getirdiniz! Bu hâdiseyi değerlendirmek

borcunu yüklenen baromuz, günlerdir süren mü-zarekeler ve münakaşalar sonunda sizi fahrî

Başkanlığa seçmiş bulunuyor. (Elindeki mahfazayı açıp içinden madenî, dala benzer birşey çıkar.)

Bir kitap üzerinde defne dalı şeklinde, adaletle merhanetin sarmaş dolaş ahengini belirten bu

altından sembolü de dâvanıza ve muzaffer çilenize bir karşılık üzere takdim ediyorum. Baro

Başkanı, aynı zamanda avukatınız ve dostunuz olarak, bu vazifeden, mesleğimin en büyük şerefini

duyduğumu bildiririm!

(Dşleyen flâşlar.. Reis Bey, başı yukarıda, hissiz, kıpırdamıyor. Birinci Avukat, altın sembolü,

muhafazasız olarak Reis Beye uzatır. Reis Bey, donuk bir hareketle onu alır. Mahfaza Birinci

Avukatın elinde...)

155

REDS BEY — (Birinci Avukata) Muhterem efendim! Ben bir zaferin değil, bir bozgunun

temsilcisiyim! Eğer bir yükseklik gösterdimse, bu çıkış hissi veren bir inişten geliyor. Uçurum

dibinde biten bozgun!.... Uçurumlar dağ, dağlar uçurum olmalı ki, ben kahraman olabileyim.. Böyle

bir zafer armağınına lâyık değilim ben... Onu alamam!... Sonra inişimi, inişimde bulduğumu

kaybederim. Beni affediniz! Ararsanız, lâyık olanını da bulursunuz...

BDRDNCD AVUKAT — Onun kime lâyık olduğunuzu tesbit iktidarı da, bizden ziyade sizde.. Biz,

sizin örnekleştirdiğiniz mânaya veriyoruz bu armağanı... Eğer sizden başka bir lâyık olanı var-sı siz

bulunuz! O her türlü sizin...

(Uzun durak... ݺleyen flâşlar.. Reis Bey, e-linde altından kitap ve dal, öylece kalmış.... Gözleri

aranıyor. Vitrin tarafındaki ön sırada Kaatil; görür.)

REDS BEY — Kaatil, oğlum!

KAATDL — Efendim, baba?

REDS BEY — (Elindeki dalı uzatarak) Al, bu sana yakışır!

KAATDL — Hiç alabilir miyim? Nasıl olur?...

REDS BEY — Hani sen benim hiçbir sözüme karşı gelmezdin?

KAATDL — (Ağlar gibi) Bu öylesi mi?

REDS BEY— (Birinci Avukata Kaatili gösterir.) Onun yolu, benimkinin aksine, aşağıdan yukarıya

doğru,... O benim aksime, merhamet dâvasının lâfazanı değil, kendisi!.. (Kaatile döner, elindeki

dalı uzatır.) Sana yakışır al!

156

(Kaatil, hayret içinde, korka korka dalı alır. Herkes çarpılmış... Çıt yok...)

REDS BEY — (Dadıya) Gelemiyorum, Dadı!... Göz yaşlarım kurur diye korkuyorum! İndiğim

kuyunun dibinde yaşamak istiyorum! Arada bir, kuyunun ağzına gelip bana seslensen daha ne

isterim!..

(Durak.. Dadı ağlar. Reis Bey bakar.)

REDS BEY — (Birden kaatile dönerek) Haydi evlâdım, merhamet isteyenleri susturmaya gidelim!

Sonra bir kenara çekilip, biz de susar.... Yalnız ağlarız!

(Reis Bey yürür, önündekiler yolu genişletir. Elinde altın sembol, Kaatil arkasında.... Herkes

yüzünü kapıya dönmüş... Açılan kapı.. Çıngırak... Kapı açık... Kaatil de çıkar... Kapanan kapı....

Çıngırak...)

PERDE

(1960)

157

NÂMI DDİER PARMAKSIZ SALİH

ŞAHISLAR

HADDEHANELD SALİH

YUSUF

MACDDE

FABRDKATÖR ALD

SEMRA

NACD BEYEFENDD

SÜLÜN AHMET

ŞANJÖR İSMAİL

PRENS SAFA

ANTDKACI İHSAN

DOKTOR H AYREDDDN

ݪÇİ MARKO

YABANCI KRUPYE

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM

ÇIPLAK KAFALI PUROLU TDP

MADMAZELFOFO

TELLÂL NIKO

TÜTÜNCÜ EMDN

GÜZEL KARABET

KÖMÜR SAÇLI VE GÜLER YÜZLÜ KADIN

FDŞ MEMURU KAPICI

FRAKLILAR — SMOKDNLDLER — KOYU ELBDSELER — TUVALETLDLER

BU PDYES İSTANBUL ªEHİR TDYATROSUNUN 1948 -1949 " MEVSDMDNDE TEMSDL

EDDLMDŞTDR.

BDRDNCD PERDE

[Beyoğlu'nun iç mahallelerinde eski ve kagir bir evin ilk katında büyücek bir sofa. Karşıda ve

ortada, sofanın merdivenlere açılan camlı kapısı. Kapının camları buzlu. Camlı kapının sağında ve

solunda, ortalama, birer kapı. Sol yanda ve ortada, üçüncü bir kapı. Sağda üzerlerinde iki siyah

battaniye asılmış iki pencere. Sofanın tam ortasında yeşil çuha örtülü, büyük ve beyzi bir masa.

Masanın etrafında, ortasındaki başka, öbürleri aynı tipte olmak üzere 13 iskemle. Sağdaki

pencerelerin önünde, beyaz patiska örtülü uzunca bir kerevet. Camlı kapı ile solundaki kapı

arasında, pis ve harap bir konsol ve üzerinde dökük yaldızlı, küflü bir ayna. Aynada eski zaman

kılıklı, hasır şapkalı, pala bıyıklı gümüş bastonlu erkekler ve korseli, yelpazeli uzun etekli kokana-

lardan ibaret aile fotoğrafları, aşk kartpostalları, yürek resimleri vesaire... Konsolun üstünde,

rakkaslı, eski bir saat.. Duvarlarda, kara kalemle ve gayet acemice büyütülmüş, konsoldaki resimler

cinsinden aile fotoğrafları...]

(Heddehaneli Salih ve Naci Beyefendi, yüzleri bize doğru, masının arkasında ve yan-yana, masanın

ortasındaki boş sobaya bakıyorlar. Yaşlı bir züppe kılığındaki Naci Beyefendi, eğilip bir iskemleye

abanır. Masayı, tavana asılı ve etrafı huni şeklinde siyah bir kâğıtla sarılı, büyük bir ampul

aydınlatıyor.

Masanın üstünde ve bir kenarında, marpu-çu yılankavi yeşil çuhada kıvrılan bir nargile... Camlı

kapının arkasında da keskin bir ışık.. Naci Beyefendi, iskemleye abanmış vaziyette, başını Salih'e

çevirir.)

SALİH — Bana Haddehaneli Salih derler, nam-ı diğer Parmaksız Salih... Bizim sözümüz

sözdür!

NACD — Öyle Salih Bey amma, söz başka, iş

başka...

SALİH — Bizim sözümüz işin sözü... Başka

lâf bilmeyiz ki, biz....

NACD — (Abandığı iskemleden elini sobaya doğru uzatır.) Gel de şu kutuyu, kimse görmeden,

yahut şüphelenmeden masadan kaldır; sonra yine o diye tıpatıp benzeri bir kutuyu masaya koy!

SALİH — Bu iş ya göre göre olur, yahut kimse görmeden... Göre göre olanı (arkasındaki camlı

kapıyı göstererek) dışarda bir gürültü çıkartıp polis geliyor şüphesini verdikten sonra

(Söylediklerini ayniyle tatbik ederek anlatır) kutuyu kapmak ve konsolun çekmecesine atmakla

olur. (Salih kutuyu kapmış, konsolun hızla açtığı ikinci çekmecesine atmış ve çekmeceyi sürüp

Naci Beyefendiye dönmüştür.) Bir de bakarsınız ki, dışardaki gürültü, bir takım sulu ve sarhoş

müşterilerin patırtısından başka bir şey değilmiş... (Yine tariflerini tatbik eder.) Hemen çekmeceyi

açar, kutuyu çıkanr, sırası gelenin önüne koyarsanız. (Masaya koyduğu kutuyu gösterir.) Fakat bu,

artık eskisi değildir. Eskisi, konsolun gözündeki delikten üçüncü göze atılmıştır. İkinci

çekmecenin kenarında bekliyen, bu öbürünün tıpatıp aynı kutu da,

164

içindeki düzme kâğıtlarla, yine o diye müşterinin önüne gelmiştir. Nasıl?

NACD — Mükemmel, amma?

SALİH — Hemen o saniyede konsolun çekmecesini açıp baksalar da birşey anlıyamazlar. Kutuyu

oraya saklıyan el, çekmecenin dibindeki deliği, tahtasını çabucak yerine sürerek kapatır. O-rada

eskisi diye herkesin yutacağı yeni kutudan başka hiç bir şey kalmaz.

NACD — Çok beğendim amma...

SALİH — Dahası var.. Kutudaki kâğıtlar, evvelden ve rahat rahat tertiplendiği için, bütün desteye

istediğiniz şekli verebilirsiniz. Evvelâ dört beş el kâğıtları tomban olarak düzenler ve pas

vereceğiniz adama tam o kadar el kala yeni kutuyu meydana çıkarırsınız. Yeni kutu meydana

çıkınca başlar o adam banko etmeğe... Kendisine kadar herkesi düşürür. El kendisine gelince de

sekiz dokuz el geçer, dünyayı kazanır, kimse de

şüphelenmez.

NACD — Dedim ya, fevkalâde, amma biz bunu

tatbik edemeyiz.

SALİH — Neden?

NACD — Bizim kulüpte herhangi bir korku yoktur ki, kutuyu kaldırmak için bir vesile icat edelim.

Böyle bir sebep ancak (eliyle etrafı gösterir) böyle tripolarda makbuldür. Bizim aramızda^ hep

büyük, nüfuzlu insanlar var.

SALİH —Tripo deyip hor görmeyin bizi! Bize de, en ipsiz sapsız adamların yanında, en itibarlı,

şerefli insanlar gelir. Kumar bu, bilmez misiniz, doktoru ve ilâcı olmıyan hastalık...

NACD — Öyle, öyle!... Hani şu kimse görmeden kutuyu değiştirmek nasıl oluyor?

165

SALİH — Pek sağlam bir yol değil o.. Bir elektirik arızası uydurup cereyanı kesmek, peşinden, bir

iki saniye içinde, kutuyu değiştirip yenisini koymak... Amma bundan çok kişi uyuz olur.

NACD — (Hayretle) Uyuz olur ne demek?

SALİH — (Gülümser) Yani şüphelenir (Kollarını giymeden omuzlarına attığı ceketini düzelterek)

Afedersiniz, malûm ya, biz efendi ile it arası insanlarız. Çoktandır, ipsiz sapsızlarla düşe kalka

onların dilini kapmışım.

NACD — Bana ikinci şekil daha uygun görünüyor. İnsan bunun için, belli başlı saatte, şehrin o

mıntıkaya ait cereyanını bile kestirebilir. (Eliyle para sayar gibi yapar.) Bundan haber verin!

Küçücük bir ustabaşmm işi... Üç beş saniye elektrikler kesilmiş, ne çıkar?

SALİH — Birşey çıkmaz amma, kurnazlar bu

dolmayı çabucak yutmaz.

NACD — Yok efendim; kutu bir kere değişince üstünde kibrit yakıp onu gösterir, böylece bir kat

daha emniyet davet ederiz. Sonra da bütün şehirde elektrik kesildi diye şüphe ihtimalini büsbütün

ortadan kaldırırız. Enfes, enfes! Ne Krupye-nin palamut yerleştirmesi, ne de başka birşey...

En güzeli, bu!

SALİH — Mademki işler içinde en kolayını beğendiniz, öyleyse bizim Krupye Sülün Ahmede

ihtiyacınız kalmaz.

NACD — Yok, yok, o yine gelsin.... Vaziyeti idare etsin, ikinci kutuyu gündüzden o tertiplesin,

elektirikler sönünce o değiştirsin, yenisini koysun... Krupyeliği o zaman başkası yapar. Kutu değişir

değişmez Sülün Ahmet parolayı verir, ben de hemen çakmağımı yakıp kutunun yerli yerinde

166

durduğunu herkese gösteririm.

SALİH — Hayır, çakmağı siz yakmayın! Kazandıracağınız adama üç adam mesafede oturacak bir

kafa vardır herhalde elinizde!

NACD — Kafa da nesi?

SALİH — Düzenbazın hesabına oyun oynayan sahte kumarbaz... Oyuncu gibi görünüp böyle

hileleri kolaylaştıran beyefendi.

NACD — Tabii var böyle bir adamımız...

SALİH — ݺte, kutu tam onun önüne gelince lâmbalar sönsün..,. Kutunun değiştiğine dair parolayı

alır almaz çakmağı o yaksm\ hemen kutuya sarılsın, kutunun emniyette olduğunu belli etsin.. Zaten

el verir vermez o adam parasını kaybedeceği için kimsenin hatırına birşey gelmiyebilir.

NACD — Enfes, enfes!... Palamut işini aklım almamıştı. Bu enfes! Herkesin gözü Krupyenin

ellerine bakarken desteye bir palamut nasıl yapıştırılır?

SALİH — En sağlamı palamuttur amma, yine

siz bilirsiniz. Eğer sizin Beyefendileriniz bunu yerse, hiç mesele yok, o zaman en iyisi bu!.. Sülün

Ahmet'e bile ihtiyaç yok ya, istiyorsunuz madem, gelsin.. Yakışıklı, kibar tavırlı, kurnaz çocuktur

doğrusu.. Onbeş yaşmdanberi adamım... Yüzünüzü kara çıkarmaz.

NACD — Evet, evet gelsin... Hisseniz, daima palamut içindeki kadar dolgundur. (Beş parmağını

açar.) Tam beş tane binlik!...

(Cephenin sağ yanındaki kapı açılır, Mad-mazel Fofo girer. Elinde, bir tepsinin ortasında bir kadeh

likör...) NACD — (Madmazel Fofo'ya bir göz attıktan

167

sonra Salih'e bakarak devam eder.) Elverir ki, iş yerine gelsin, biz de sır saklamayı bilelim...

SALİH — Sır saklamak bizim sanatımız... (î-lerliyen Madmazel Fofo'ya) Nasıl Madmazel, bizim

ağzımızdan sır kaçar mı?

(Altmışlık, kokona tipli, müstekreh denecek derecede çirkin Madmazel Fofo, kırıtarak başını sağa

ve sola sallar ve Salih'in sözüne karşı böyle bir ihtimali poretesto eder.)

NACD — (Madmazel Fofo'ya) Aman, zahmet ettiniz, ben hiç likör sevmem, zahmete lüzum yok,

hemen gidiyorum.

(Naci, telâşlı madmazel Fofo'dan ve muhitten tiksinmiş bir hareketle iskemlelerden birindeki

şapkasını ve eldivenlerini alır. Madmazel Fofo, elinde likör tepsisi, olduğu yerde kalmıştır.)

NACD — (Salih'e) Allahaısmarladık! Malûm günü unutmayınız! Sülün Ahmet'i göndereceğiniz saat

de malûm.. O gün üstüne başına çok dikkat etsin ve herkese gayet hürmetkar davransın.. Aman,

argo kelimeler istemem. Siz ona icabeden talimatı verirsiniz. Allahaısmarladık!

SALİH — (Gülümseyerek Naci'ye) Güle güle, güle güle...

(Naci Beyefendi çıkar. Camlı kapı kapanır kapanmaz, sol yanındaki kapı açılır: Üst baş karışık,

Semra.. Salih Semra'ya şaşkın gözlerle bakar.)

SEMRA — Of, kart züppe nihayet gidebildi!

SALİH — Sen burada miydin? Madmazelin

gündüz işi daha paydos olmadı mı?

SEMRA — Saat daha 10... Hiç senin buraya 11 den evvel geldiğin var mıydı? Gündüz işi burada

10'a kadar sürer. Bilmiyor musun?

SALİH — (Madmazel Fofo'ya döner.) Yoksa başka kızlar da var mı evde?

(Madmazel Fofo başıyla menfi işaret verir. Semra ilerler.)

SEMRA — (Salih'e) Merak etme, kimsecikler yok. Bizimki dokuza kaldı. Ben daha giyinip fırlı-

yamadan sen geldin; yanında da Akdeniz Yat Kulübü müdürü ve murahhas âza Naci Beyefendi.

Neydi onunla böyle sıkı fıkı baş başa vermen, gizli plânlar kuracak tenha köşelere çekilmen?...

Patladım doğrusu.. Eğer herif beni kulüpten tanı-masaydı basıp geçecektim önünüzden.

SALİH — Konuştuklarımızı duydun mu?

SEMRA — Hiçbir şeyin farkında değilim, merak etme! (Tatlılaşır) Sorsam söyler misin?

SALİH — Söylemem! (Madmazel Fofo'ya) Ver şu likörü de içsin deli kız!

(Madmazel Fofo yürüyüp likörü Semra'ya verir. Semra bir dikişte çeker)

SALİH — (Gözleri Semra'nın hareketlerinde) Demek gündüz bu iş, gece de kumar, ha? Gündüz

tanımadığın erkeklere sarıl, gece de tanımadığın kartlara.. Ne âlâ!

SEMRA — (Gözlerini faltaşı gibi açan sahte bir öfkeyle) Beğenmedin mi yoksa?... Sen benim

İstanbul'un en yüksek sosyetesine girip çıktığımı bilmiyor musun? En büyük kulüplerde âza değil

miyim ben? Arada bir Madmazel Fofo'nun gündüzleri

169

bir odasını kirahyoruz diye kıymetten mi düşüyoruz? Sen her gece onun bütün evini kiralıyorsun

ya!

SALİH — (Güler) Doğru! Doğru söze ne denir?

SEMRA — (Daima öfkeli) Amma sen, başka bir maksatla bitirimcilik yapmak için kiralıyor-

muşsun, bana ne? Hem ben senin batakhanenin en iyi müşterilerinden değil miyim? Gündüz kazan

akşam Parmaksız Salih'e toka et! Sonra da onun tenkitlerini dinle! Şimdi ağlarım ha! (Sesi değişir)

Ben de senden bu gece için bir parça kredi açmanı bekliyordum. Bugün biraz yolsuzum.

SALİH — Ha, şöyle yola gel! Kumarbazlar; bütün çakalları, enayileri, acıbademleri, nanemol-

lalariyle şimdi hep birden düşerler. İstersen kal, onları bekle! Bir ellilik oynayabilirsin benden.

SEMRA — (Gözleri hayranlıkla Salih'de) Bana bak, Haddehaneli! Hani şöyle böyle elli beşine

geliyorsun amma, her halinle erkeksin vesselam.... Benim yaşımda bir kız sana âşık olsa hiç

şaşmam.

SALİH — Ellilikten bir kuruş ileriye paso!

SEMRA — (Yine öfkeli) Vay; bunu, vereceğin uğursuz ellilik için mi söyledim sandın? Tuh, senin

gibi çakal geçinen enayilerin suratına! Siz, bütün erkekler, efendisi, külhanbeyi, kadından ne

anlarsınız? (Madmazel Fofo'ya) Gel benim Mad-mazelim, odaya geçelim de hem ben hazırlanayım,

hem de seninle kumarbazlar gelinceye kadar bir pasyans açalım... (Madmazel Fofo'nun koluna girip

onu sol yandaki açık kapıya doğru çekerken Salih'e) Bak, ben bir gün senden nasıl intikam

alacağım!... Sen artık moruk sayılırsın, geç! Şu, oğlun, 22 senedir görmediğin, kaybettiğin oğ-

170

lun bir elime geçse de onu baştan çıkarsam.. Her

halde senin gençliğine benzer.

(Salih bu sözlere karşı kaskatı kesilir. Semra ve Madmazel Fofo, kol kola, karşılıklı kırıtarak

yürürler. Salih dehşetler içinde...)

SEMRA — (Yürürken Madmazel Fofo'ya) Madmazelciğim.. Beni, herkesle böyle argo konuşan bir

serseri zannetme sakın! Ben her muhitin diline uymayı bilirim. En yüksek sosyetelerde konuşmamı

bir dinleseniz... Değil mi efendim?

(Semra ve Madmazel Fofo sol yandaki açık kapıdan girip kaybolurlar. Kapı tekrar kapanır. Salih

hep o vaziyette.. Birdenbire tam 10'u gösteren saattan, su şırıltısı gibi, boğuk boğuk seslerle bir eski

zaman havası gelir. Salih masaya çöker, elinde nargilenin mar-pucu, gayet hassas ve dalgın, bu

havayı dinler. Camlı kapı açılır: Sülün Ahmet, Şanjör İsmail.. Salih o tarafa bakmaz: Sülün Ahmet,

dalgın duran Salih'e merakla yaklaşır.)

SÜLÜN AHMET — Merhaba patron! Bu akşam erken başlıyoruz!

SALİH — (Nargilesini fokurdatarak) İyi!

SÜLÜN AHMET — Şanjör İsmail'le hemen geldik. Müşteriler yolda.... Hasta Kumarbaz da

geliyor. Yanında, galiba çok yüklü bir adam...

SALİH — İyi, iyi!

SÜLÜN AHMET — Ne o, patron? Pek dalgınsın bu akşam... Bir düşündüğün mü var?

SALİH — (Kendi kendine söyler gibi) 22 senedir yüzünü görme, 17 senedir ara, izine rasgelme;

171

ne olacak bu işin sonu?

ŞANJÖR İSMAİL — (Sülün Ahmet'e) Oğlunu düşünüyor! (Salih'e) Durup dururken yine kim

pirelendirdi seni, patron?

SALİH — (Sol yandaki kapıyı gösterir.) İçerideki kaltak.. Semra mıdır, nedir işte o.... Canım

bunların hepsi bahane.. Çocuk, bir kazık gibi ciğerlerime kakılı... İçimden çıktığı mı var ki?...

SÜLÜN AHMET — Bir gün, Patron ummadığın yerde, ummadığın saatte karşına çıkıverir. Hiç

merak etme!

SALİH — (Başını Sülün Ahmet'e çevirir.) Sülün Ahmet, oğlum! Madmazel Fofo'nun odasına

gidelim. Oyuncular gelinceye kadar bir iş konuşacağız. (Ayağa kalkar.) Çok ince bir iş... Bir yerde

bir adam kesecekler, kasaplığını bD7 yapacağız. (Şanjör İsmail'e) Sen de hazırlan, geıeiıleri idare et!

ŞANJÖR İSMAİL — Başüstüne patron!

SALİH — (Sülün Ahmet'e) Gel!

(Salih Sülün Ahmet'i omuzundan kavrayarak cephenin sağ yanındaki kapıya doğru yürür. İkisi

birden girerler. Onlar içeriye doğru yürürken, İsmail cebinden çıkardığı bir anahtarla konsolun

birinci çekmecesini açar. İçimden iki avuç dolusu bir sürü fiş çıkarıp masanın üstüne döker. Sonra

tekrar açık çekmecenin yanına gelir, geride kalan birkaç fişi de alıp masaya atar. İsmail'in elinde

yine çekmeceden aldığı siyah bir torba vardır. Yanyana dikilmiş üç cep şeklinde ve iki tarafı

uçkurlu, siyah bir torba.. İsmail bu torbayı, cepleri önüne gelecek şekilde beline

172

bağlayıp, üç çeşitli fişleri ait olduğu cebe yerleştirmeğe başlar. Orta yerdeki kapının buzlu camlan

üzerinde, simsiyah ve başı açık bir insan gölgesi. . Kapı hususi bir tarzda vurulur.)

ŞANJÖR İSMAİL - (Başını kapıya çevirmeden) Ne var Eşref Ağabey?

EŞREF AİABEYDN SESD- Geliyorlar yavaş yavaş...

ŞANJÖR İSMAİL - Gelsinler.

(Gölge camlardan silinir. Şanjör İsmail hemen masadan nargileyi kaldırıp bir köşeye atar. Konsolun

birinci çekmecesinden bir evrak sepeti içinde birşeyler çıkarıp masaya koyar: Sepet, ambalajları

açılmamış altı deste yeni kâğıt, küçük ganyot kutusu... İsmail bunları krupye mevkiinde boş sabo

ile yanyana tanzim eder. Hareketleri fevkalâde süratli... Camlı kapı açılır: Elinde birf paket, Prens

Safa...)

ŞANJÖR İSMAİL - (Kapıyı kapatan Prens , Safa'ya) Vay, Prensim, buyursunlar!

PRENS SAFA - (Gayet azametli) Mahsus müşterilerden evvel geldim. Seninle biraz işim var.

ŞANJÖR İSMAİL - Ayna gibiyim desene... Yine mangiz değil mi?

PRENS SAFA - (Elindeki paketi masaya bırakır.) Bırak şimdi maskaralığı! (Ceketinin iç cebinden

çıkararak) ݺte sana bir tabaka, bir stilo... (Pantolonunun sağ cebinden çıkararak) Bir kutu lüks

Amerikan sigarası... (Masadaki paketi uzatır.) Bir de Skoç viskisi... Bunların hepsine birden ne

verirsin?

173

ŞANJÖR İSMAİL - Tabaka ile stilo malûm; senden fazla bizim malımız... Beşerden on lira...

Sigaralar bediyen olsun... Viski eğer sahici ise, haydi 20 lira da ona diyelim...

PRENS SAFA - Zalim tefeci! 100 liralık viskiye 20 lira, ha! Dilediğin bara götür, 60, 70 lira al!

ŞANJÖR İSMAİL - Bizim piyasamız, bu... Şimdi 30 askeri alır, oyununu oynarsın. Kazandın, ne

âlâ! 40 lira verir mallarını geri alırsın. Olmadı, yarın öğleye kadar 40 lira getir, yine al mallarını

geriye!

PRENS SAFA - Ver parayı hain, ver! Çabuk ver, kimse gelmeden.

ŞANJÖR İSMAİL - Dur bakalım, Prens! Şu viskiyi bir görelim. (Paketi çekip kâğıdını yırtarak

bakar.) Mükemmel, sahiden Skoç... Tıpası da açılmamış. Herhalde içi çay dolu değil. Bilirsin ki kül

yutmayı sevmem. Al bakalım şu 30 lirayı!

(Şanjör İsmail, belindeki torbadan, bir yirmi beşlik, bir de beşlik fiş çıkarıp Prens Safa'nın önüne

atar. Prens Safa paraları şimşek gibi kapar, cebine indirir.)

PRENS SAFA - İki gece evvel Akdeniz Yat Kulübünde olanları duydun mu?

İSMAİL - (Torhasındaki fişleri sayarak)Yoo-oo\..

PRENS SAFA- Tam 18000 lira ganyjot... 2000, 3000, 5000, banko! Bizim zavallı Hasta Kumarbaz

7000 kaybetmesin mi? Bir mensucat fabrikatörü ' "14000 aldı.

174

ŞANJÖR İSMAİL — (Daima fişleri y Kim bu Hasta Kumarbaz dedikleri çocuk? Nerede buluyor

bu parayı? ݺi gücü ne?

PRENS SAFA — Esrar... Ne ismi belli, ne ^ismi.. Yalnız para dağıtıyor, işte o kadar.

ŞANJÖR İSMAİL — (Sağ elindeki fişleri hc,. vadan akıtarak sol eline geçirir.) Bu akşam bizj de..

Yanında da çok yüklü bir adam varmış...

(Soldaki kapı açılır, giyinmiş ve taran/niş Semra görünür.)

PRENS SAFA — Semracığım, burada miydin?..

SEMRA — Yine mi sen, Prens hazretleri?

PRENS SAFA — Beğenmedin zahir... İki gece evvel Akdeniz Yat kulübünde şan verdik.

ŞANJÖR İSMAİL — Kuzum, Semra abla, nasıl alıyorlar böyle adamları kulübe?

SEMRA — (Masaya doğru yürür) Herif baş belâsı... Meteliği yok, ötekinden berikinden işleye

işleye öyle bir sermaye devşiriyor ki, oyun Kıyamete kadar sürse parası bitmez. Tanısın tanımasın

herkes babasının uşağı, her yer babasının evi. Gözü bu kadar pek bir adamla rezalet çıkarmayı kim

ister?

PRENS SAFA — Semra, dikkat, ileriye gidiyorsun!

SEMRA — (Şanjör İsmail'e) Kulüpte bizim Hasta Kumarbazdan, ona birkaç kere burda rast-geldi

diye tam 300 lira istedi. Adamcağız da binlerce lira kaybederken bu parayı verdi.

ŞANJÖR İSMAİL — Öğrenebildin mi bu çocuğu? Kulüpte âza mıymış?

SEMRA — Öğrenemedim. Aza değilmiş...Âza-

175

dan bir fabrikatörün misafiri olarak geliyormuş. ݺin tuhafı, bütün parasını bu fabrikatöre kaybetti.

(Doğrulur, başkalaşır) Ben size birşey söyliye-yim mi çocuklar, ben bitiyorum Hasta Kumarbaza!

Çocuk, harika!... (Bir an sessizlik, Şanjör İsmail'e döner) Şanjör, ver şu cebindeki zarları da Prensle

bir barbut atalım.

ŞANJÖR İSMAİL — Burada zar yasak. Had-dehaneli Salih'in evinde barbut oynanır mı? Adam bu

yüzden parmağını kaybetti.

(Camlı kapıda gölgeler.... Kapı açılır: Yusuf arkasında fabrikatör Ali... Semra, Yusufla fabrikatör

Ali'yi görünce keskin bir hayret edâsıyle sarsılır. Kapıdan sıra ile bir sürü-kumarbaz girer: Tellâl

Niko, Tütüncü Emin, Doktor Hayrettin, Güzel Karabet, Antikacı İhsan, ݺçi Marko.... Yusuf ve

fabrikatör Ali, masanın sağ kenarından dolaşarak en ön plâna gelirler, masaya uzakta ve ayakta

olup bitenleri seyre koyulurlar. Prens Safa ile Yusuf uzaktan selâmlaşırlar.)

SEMRA — (Yanındaki Prens Safa'nın kulağına doğru) Hasta Kumarbazın yanındaki, mahut

mensucat fabrikatörü değil mi?

PRENS SAFA — (Gözü hep Yusufla fabrikatörde. Semra'ya bakmadan ve belli etmeden) Ta

kendisi.. Belli etme.

(Gelenler arasında, Yusufla Ali'den başka herkeste bir kaynaşma.. Krupyenin sc^\na bir iskemle

farkla Prens Safa oturur. Yanında Tütüncü Emin, onun yanında Doktor Hayrettin ve onun yanında

Tellâl Niko, Semra Krupyenin gerisinden dik dik Yusuf a

176

bakmakta... Krupyenin solunda sırasiyle ݺçi Marko, bir boş sandalya farkiyle Antikacı İhsan,

Güzel Karabet ve en sonra yavaş adımlarla ilerliyerek Semra oturur. Şanjör İsmail gidip gelmekte

ve müşterilerin oturmasını kolaylaştırmaktadır. Soldaki kapı açılır. Madmazel Fofo, daima sırıtgan,

hiçbir tarafa bakmadan ve kimseye selâm vermeden dosdoğru Krupyenin sağındaki boş iskemleye

yerleşir. O anda cephenin sağındaki kapı açılır. Haddehaneli Salih ve arkasından Sülün Ahmet

görünürler. Haddehaneli Salih, fabrikatör Ali ile Yusuf a doğru ilerler. Sülün Ahmet hızla

Krupyenin yerine geçip oturur. Kumarbazların oturuş şekli, beyzl masanın sağ ve sollu iki kavsini

kaplı-yacak tarzdadır ve masanın ön kısmı iki boş iskemleyle beraber, açıktır.)

SÜLÜN AHMET — (Açılmamış kâğıt destelerini sağlı ve sollu müşterilere fırlatarak) Buyurun

Beyler, kâğıtları açalım! (Müşterilerden birkaçı yeni desteleri açarken, Salih Yusuf un yanma gelir,

birbirlerinin elini sıkarlar. Masada kâğıtları hazırlama faaliyeti. Müşteriler şanjör İsmail'e pura

uzatarak fiş almaktadırlar. Semra yerinden kalkıp Şanjörün kulağına bir şeyler söyler. Şanjör

başiyle bir tasdik işareti çakar ve torbasından Semra'ya iki yirmilik fiş verir.)

YUSUF — (Salih'e) Size, Akdeniz Yat Kulübü âzasından fabrikatör Ali Beyi getirdim. Kumarın

her şeklini görmiye pek meraklıdır. (Fabrikatör Ali'ye) Size de takdim edeyim: İstanbul'un kumar

şahı meşhur Haddehaneli Salih Bey...

SALİH — Nam-ı diğer Parmaksız Salih.

ALD- Niçin Parmaksız Salih?

SALİH- ( Şehadet parmağı kesik olan sağ elini gösterir) Bir zamanlar zar tutmayı öğrenmiştik.

Binlerce, onbinlerce lira kazandık. Bir gün bir dolama çıktı parmağımızda….Geçti amma,

parmağımıza tuhaf bir şey oldu. Artık bir daha zar tutamadık. Bütün paramızı kaybettik. Biz vurduk

satırı üstüne. Yara kangrene çevirdi, kestiler.

YUSUF- İlk defa öğreniyorum, müthiş !

SALİH- ( Gözleri parmaksız elinde ) bakın siz, Yaradan’ın işine. Sen misin zar tutan, ara güvenen,

bir sivilceyle parmağından o hüneri alayım da gör. Yarın öldüğü zaman, Haddehaneli Salih’in

cenazesini kumarbazlar kaldıracak. İaneyle…

ALD- İyi amma siz, hem kumarhane işletiyor, hem de kumar hakkında iyi propaganda

yapmıyorsunuz !

SALİH- Aman efendim, bunları bilmeyene kumarbaz mı denir ? kumarbaz, vücudunu çeken

bataklığı herkesten iyi bilir, amma yine batar. Mahkumdur. Bile bile lades !

YUSUF_ Çok doğru söylüyor. Salih Bey mert adamdır. Onun tabiriyle söyleyeyim, harbi konuşur.

( Sülün Ahmet muntazam bir istif halinde gelmiş olan altı deste kağıdı iki eliyle kavrayıp masanın

sağ ve sol taraflarına uzatır. Ayaktakiler krupyeye bakarlar. )

SÜLÜN AHMET- ( kağıtları uzatırken ) kart pas beyler, oyun başlıyor. Kart pas beyler, var mı

karıştıracak olan?

DOKTOR HAYRETTDN- ( Sülün Ahmet’e) İyidir, çok sık bir tarak vur bakayım.

SÜLÜN AHMET- ( önüne aldığı kağıtlara gayet ince bir tarak vurmaya başlıyarak) baş üstüne

doktor bey !

ALD- ( Salih’e ) Kim bu doktor bey ?

SALİH- Şey…

YUSUF-( Salihin sözünü keser, doktora arkasını çevirir ) Güya doktor, işi gücü yok, şark

vilayetlerinde gezip saf Anadoluluları kumarda yutmakmış. ݺçinin de biriymiş. Bu turnede

kazandığını gelir, böyle tripolarda kaybedermiş. Kendisi hilekar amma harbi oyunu sevdalısı.

Görüyor musunuz şu kumarı ?

ALD-Ya burada da hile yaparsa ?

YUSUF-( Gülümser, Salihin yüzüne bakar ) Hiç olur mu, burada insana hile yaptırırkar mı ?

ALD- ( sezdirmemeye gayret ederek ) ya şu, başta oturan iğrenç kadın kim ?

YUSUF- ( bir göz atıp arkasını döner ) Madmazel Fofo ! ev sahibi… her defa elinde 1 lira satar,

her defa on beş el geçer. Her defa 9 açar, kırıtır, krupye gösterir, sonunda da her defa kaybeder.

Parayı, onun elinde satan başkaları kazanır… o da bir kumar hastası.

ALD- olur şey değil ! .. pek cazibeli bir yer burası. Camların üzerinde bu battaniyeler de ne ?

SALİH- Işık sızmasın diye… Gelin alıcılara karşı…

ALD- Gelin alıcılar mı ?

YUSUF- Anlayamadınız mı ? Polisler !

(Sülün Ahmet, tarakladığı kâğıtları solun-dakine kestirip kutunun içine yerleştirir, Madmazel

Fofo'nun önüne sürer. Madmazel Fofo, krupyeye tek ve küçük bir fiş uzatır.)

SÜLÜN AHMET — (Dstihkar edici bir tavırla ve yüksek sesle masaya) Bankoda 1 lira var, beyler.

ݪÇİ MARKO — (Krupyeye yirmi beşlik iki fiş atar.) 50 de benden sat!

SÜLÜN AHMET — (Fişleri alır) 51 lira var!

DOKTOR HAYRETTDN — Banko!

(Madmazel Fofo, sağ elinin iğrenç biçimli şahadet parraağiyle kutudan kâğıtları teker teker çıkarıp

verir. Krupye, doktorun kâğıtlarını ona uzatır.)

DOKTOR HAYRETTDN — (Kâğıtlarına bakarak) Kart! (Madmazel Fofo, kâğıtlarını Krupyeye

doğru açar, sırıtır.)

SÜLÜN AHMET — (Haykırır) 9...

(Doktor Hayrettin kâğıtlarını sepete fırlatır, krupyeye önündeki fişlerden 51 lira atar.)

SÜLÜN AHMET — Madmezel Fofo'nun 2 lirası var!

(Madmazel Fofo yine sağ elinin şahadet parmağını kaldırıp liranın birini işaret eder. Sülün Ahmet 1

lirayı Madmazel Fofo'ya geri verir.)

ݪÇİ MARKO — (Krupyeye tek liralık üç fış atarak) Al gaynotunu! Hepsini sat!

180

SÜLÜN AHMET - (3 lirayı gaynot kutusunun kumbara deliğinden atar.) 101 lirası var. 1 lirası

Madmazel Fofo'nun.

DOKTOR HAYRETTDN - Banko!

YUSUF - (Yanındaki Salih ve Ali'ye) Durun yahu! Ben de şu masada bir yer alayım.

(Madmazel Fofo kâğıtları hep aynı eda ile kutudan çıkarırken. Yusuf, işçi Marko ile antikacı

İhsanın arasındaki boş iskemleye oturur. Salih'le Ali daima ayakta, masayı seyretmekte.)

DOKTOR HAYRETTDN - (Küçücük kâğıtlara aralarına saklanır gibi bakar.) Kart!

SÜLÜN AHMET - (Alık alık bakman Madmazel Fofo'ya) Çevirin, Madmazel!..

(Madmazel Fofo kâğıtları çevirir ,

kâğıtlara bakar.)

SÜLÜN AHMET - 9... yine 9...

krupye

( Madmazel Fofo sırıtır ; Doktor Hayrettin kâğıtlarını sepetin içine atar, cebinden iki ellilik çıkarıp

önündeki 1 lira ile beraber Krupyeye fırlatır. Sülün Ahmet, ellilikleri, arkasında duran Şanjör

İsmail'e başını çevirmeden ve sol omuzunun üstünden uzatır. Şanjör, yıldırım hızıyla 3 tane yirmi

beşlik ve 5 tane beşlik fişi masaya atar. Sülün Ahmet, önündeki paranın 1 lirasını yine Madmazel

Fofo'ya iade eder. Sonra paraların içinden 5 lirayı gaynot kutusuna atıp mevcut parayı saymaya

başlar. O ana kadar, Madmazel Fofo'nun açtığı 9 masada durmak tadır. Krupye meşgulken işçi

Marko uzanıp

181

Madmazel Fofo'nun iki kâğıdını alır ; kâğıtlara, sanki hayran, şöyle bir bakar, sonra onları

sepete atıyormuş gibi yapıp el çabuklu-ğuyla ceket kolundan içeriye sızdırır ve elleri ni çeker.

Hâdiseyi kimse görmemiş, yalnız Salih farketmiştir. Salih, işçi Marko'ya doğru bir iki adım atmak

üzere davranıp yine olduğu yer de kalır. Marko da, yaptığı işin Salih tarafından görüldüğünü

anlamış ve korkusundan donmuştur.)

SÜLÜN AHMET - (Bağırarak) Yüz ve yüz, iki yüz... 5 lirası yok, 195... 1 de Madmazel Fofo'nun...

Tam 196 lira var!..

(Masada sessizlik, tereddüt...)

SALİH - (Birdenbire arkasını masaya çevirerek fabrikatör Ali'ye döner.) Biz o kadar harbi konuşur

ve oyunu öyle harbi oynatırız ki, burada ne yapılırsa yapılsın, sonunda en doğru racon kesilir.

ALD - Harbi oyun hilesiz oyun mu demek?

SALİH - Evet!

(Salih masaya döner ve eliyle işçi Marko'yu gösterir. Marko da bu hareketi görür. Krupye hâlâ

paraya müşteri aramaktadır.)

SÜLÜN AHMET - 196 lira var, beyler! Yok mu banko diyen?

Salih - (Arkası masaya dönük. Âli'ye) ݺte bu adam, işçi Marko! Tramvayda, vapurda, otelde

kumarda işçi... Fakat her kolposunu yakalar, işçiliğine engel oluruz.

? (Marko kendisinden bahsedildiğini anlamış şaşkın gözlerle bakınmaktadır. Birden soluna bakar.

Yusuf iki kolunu masanın üzerinde çaprazvari kavuşturmuş ve sol eliyle sağ omuzunu kavramış,

sol kolunun

182

ceket yeni Marko'ya gelecek şekilde, masayı seyretmektedir. Marko, korkunç bir süratle sağ elini

uzatıp kendi sol kolundan kağıtları alır ve Yusufun sol kolundan içeriye atar. Yusuf hiçbir şeyin

farkına varmaz.)

ALD — (Salih'e) Doğrusu, korktum, ben bu insanlardan (Yusufa bakarak) Aşkolsun bizim

arkadaşa...

SÜLÜN AHMET — Haydi beyler, banko diyelim!

SALİH — (Ali'ye) Kimdir arkadaşınız? Biz ona Hasta Kumarbaz diyoruz ama, kimdir bilmiyoruz!

ALD — İsmini söylemiye mezun değilim!

SÜLÜN AHMET — Haydi beyler, cesaret!

DOKTOR HAYRETTDN — (Krupyeye) Sat benden de 100 lira!...

SÜLÜN AHMET — Aman doktor bey, biz 196 ya müşteri bulamıyoruz! Pekâlâ, 296 lira var!

YUSUF — (Yüksek sesle) Banko!

(Herkes hayretle Yusufa bakar. Doktor Hay-rettin'in gözleri Yusufa mıhlı...)

YUSUF —? (Tekrar ederek) Banko!

(Yusuf, sol elini omuzundan çekip kolunu masaya koyarken, Doktor Hayrettin, birdenbire irkilir.)

SÜLÜN AHMET — (Madmazel Fofo'ya) Banko dediler, verin kâğıtları!

DOKTOR HAYRETTDN — (Yerinden fırlar.) Durun, kâğıtları vermeyin! (Yusufa) Beyefendi! Sol

kolunuzun içindeki kâğıtları lütfen gösterir misiniz?

( Herkes taş kesilir. Madmazel Fofo, bir kağıdın sadece yarısını kutudan çıkarmış ve öylece

kalmıştır. Dudaklarında bir ölü sırıtışı… Yusuf korkunç bir hayretle Salih’e ve Ali’ye bakıyor.

Salih müthiş adımlarla masaya doğru ilerler. )

SALİH- ( Semra’nın yanından masaya dayanarak Doktor Hayretine ) Ne oluyor, ne var ?

DOKTOR HAYRETTDN- Beyefendinin sol kolunda saklı bir çift kağıt var. Şimdi uzaktan

gözlerimle gördüm. Sıvasın kolunu , bakınız.

SALİH- (Öfkeli) Olamaz böyle bir şey, kuzu gibi para dağıtan, ismi hasta kumarbaz diye çıkan, en

temiz müşterilerden birine iftira ettiremem. ݺçi Makro değildir bu bey ! ( Marko’ya ) Yoksa sen mi

bir halt karıştırdın ? Marifetini görmedim sanma !

DOKTOR HAYRETTDN- Ben diyorum ki bu bey kolunu sıvasın ve hakikat hemen anlaşılsın…

(Yusuf birden, büyük bir asabiyetle ceketinin yenlerinden tutar.ceket kolunu, düğmesi patlayan

gömleğiyle beraber, dirseğin yukarısına kadar sıvar.meydana çıkan çırılçıplak kol… kolun üstünde,

yan yana dört çizgi halinde, dört çizgi lekesi… kartlar ceketinin kolunda kaldığı için meydana

çıkmamıştı. )

YUSUF- ( Doktor Hayretine doğru ) Gördünüz mü ?

SALİH- ( Deli sesiyle ) Durun !

( Salih kaplan gibi masanın üzerinden Yusuf’un koıluna atılır, bu kolu sımsıkı kavrar, mecnun

dikkatiyle kolun üstündeki yanık lekelerine bakar.)

SALİH- ( Hep aynı sesle) Ne bu yan yana dört tane çizgi ? dört yanık lekesi _

YUSUF- ( Şaşkın ) Küçükken olmuş… ben dört yaşındayken… ütünün ızgarasına yapışmışım…

düşmüşüm de…

SALİH-(Yusuf’un kolu daima ellerinde haykırır ) Ayağa kalk !

( Yusuf, dehşetler içinde ayağa kalkar. Semra, güzel karabet ve antikacı ihsanayağa fırlayıp birer

adım geri çekilirler. Salih’e yol verirler. Salih, yusuf’un kolu daima elinde, ona yaklaşır )

SALİH- ( Yusuf’a ) Söyle kaç yaşındasın ?

YUSUF- Yirmi yedi yaşındayım, tam yirmi yedi…

SALİH- Yirmi yedi mi, tam yirmi yedi ha?...

YUSUF- ( Sert ) Evet ! Ne oluyoruz kuzum, neler dönüyor ?

SALİH- Hasta kumarbaz, ismin nedir, ismin ?

YUSUF- Yusuf… Yusuf Salih!..

SALİH-Yusuf Salih.. Öyleyse adaşız!...

YUSUF-Evet, adaşız !

SALİH-Mesleğin?

YUSUF- Avukatım…

( Biran sessizlik ve hareketsizlik… Salih Yusuf’un kolunu bırakır. Bütün kuvvetiyle Yusuf’a bir

tokat atar. Yusuf neye uğradığından habersiz, eli yanağında, büsbütün ezilmiş, bitmiştir. Masada ve

ayakta, herkes, sinmiş, şaşırmış, donmuş...)

SALİH — (Ağlar gibi) Yusuf Salih bey, sizi tokatladığım için af dilerim. Herhalde siz,

kumarhanelere düşecek bir insan, değilsiniz. (Eliyle göstererek) ݺçi Marko'ların, Antikacı

İhsanların, Prens Safa'larm, Doktor Hayrettinlerin, Sülün Ahmetlerin (Elini göğsüne yapıştırır)

Haddehaneli Salih'lerin arasında işiniz ne? Ya bu hali babanız duyarsa ne yapar? Sizi tokatlamaz,

sizi öldürmez mi? Kim sizin babanız?

YUSUF — Babam, yirmi iki sene evvel, ben

beş yaşındayken ölmüş...

SALİH — Ya bir gün hortlar da karşınıza çıkarsa?

YUSUF — (Birden patlar) Fakat bana anlatın, nedir bu komedi, anlatın!...

SALİH — Kâğıtlar kolunuzun içinde.. Onları oraya mutlaka ݺçi Marko attı. Enselenmemek için...

(Marko'ya) Söyle Marko, Öyle mi?

MARKO — (Gayet korkak) Patron, affet!

SALİH — Affetmek mi? Sana bu namussuzluğu yaptığın için bütün paramı, pulumu değil, canımı

versem yine azdır be!..

(Kimse birşey anlıyamaz. Herkes hayretten birer deli.. Fabrikatör Ali anî bir kararla yürüyerek

Yusuf un koluna girer.)

ALD — (Yusufa) Haydi kardeşim, çıkıp gidelim bu batakhaneden! Hiçbir şeyi anlamıya,

cevaplandırmaya değmez!

(Fabrikatör Ali, Yusufu hızla camlı kapıya doğru çeker, sürükler.) 186

SALİH — (Arkasından fabrikatör Ali'ye) Durun, beyefendi, yalvarırım, bir saniye bekleyin!

(Fabrikatör Ali ile Yusuf, arkalarına bakmadan çıkarlar. Camlı kapı, açık kalır. Salih iki büklüm,

arkası bize yüzü camlı kapıya doğru.. Merdivenlerden, koşarcasına inil-diğini anlatan paldır küldür

sesler.. Müthiş bir tarrakayla kapanan sokak kapısı.. Salih geriye döner... Yüzünde ıstırapla saadetin

iç içe mahşeri...)

SALİH — (Kendisine hayretle bakan kumarbazlara) Arkadaşlar! Hepiniz kutunun içindeki kâğıtları

istediğiniz gibi alın... İstediğiniz kadar açın! Ben kaybedeceğim, Şanjör İsmail ödiyecek.. (Şanjör

İsmail'e) Sana, yarın ödiyeceğim, hayat sigortamın taksiti diye verdiğim paradan başka ne varsa

üzerinde, ortaya dökebilirsin!

SEMRA — (Birdenbire ilerler, kollarını Salih'in boynuna dolar.) Haddehaneli Salih! Ne oluyor,

çıldırdın mı yoksa? Söylesene! Herkes meraktan

çatlıyacak!

SALİH — (Gözleri uzaklarda) Söylemem!

Söylemem.

PERDE

187

İKİNCİ PERDE

[Yusuf un Kadıköyü'nde, Mühürdar kıyıları tarafında oturduğu modern köşkte ana salon... Karşıda

çok uzun bir mustatil şeklinde, salonu âdeta baştan başa kaplayan bir pencere... Pencerede,

harikulade zarif ve kıymetli perdeler.. Sağ ve sol yanlarda ve ortada, karşı karşıya, aynı tipte,

püskürme kristal camlı ve beyaz boyalı iki kapı... Kapılardan sağdaki, evin methaline, soldaki de iç

odalardan birine açılıyor. Salonun tâ ortasında, büyük pencereyle karşı karşıya ve ona muvazi,

arkasından gördüğümüz şahane bir ka-nape.. Kanapenin arkasına bitiştirilmiş küçük bir masa ve

masada bir abajur... Kanapenin arkasındaki masanın etrafında ve ön plânda, sağlı sollu güzel ve stil

koltuklar.. Kanapeyle pencere arasında da karşılıklı iki koltuk.. Bir köşede yüksekçe bir puf...

Duvarlara dayalı birkaç küçük masa, vitrin, vesaire... Sol tarafta bir kolon abajur.. Ortada ve ön

plânda büyük bir acem halısı.. Eşyada, salonun büyüklüğüne nisbetle besbelli bir seyreklik vardır.]

(Salon kapkaranlık ve kimsesiz.. Eşya hayal meyal görünüyor. Yalnız soldaki camlı kapının içinden

gelen zayıf ve pembe bir ışık... Karşıdaki büyük pencerede, İstanbul'un en güzel ve açık bir

gecesini köprü istikametinde gösteren pırıl pırıl bir manzara... Birkaç saniye sessizlik ve

hareketsizlik.. Sağdaki

189

tfi

duymaz; ne bitirim yerinde, ne de başka bir yerde... İnan! (Halıyı kucaklamıya hazırlanarak) Haydi

Allahaısmarladık!

YUSUF — Dur! Senden bir ricam daha var.

(Antikacı İhsan durur. Yusuf ona yaklaşır.)

YUSUF — Bana bir elllilik daha verebilir misin? Lâzım!...

ANTDKACI İHSAN — Ne tuhaf insansın! Üç bini aldın ya, ne yapacaksın, bu teltiği.

YUSUF — Sana, lâzım diyorum. Beni sorguya çekme! Merak edecek birşey yok; iki gün sonra o

elliye de yüz alırsın!

ANTDKACI İHSAN — Ne merak edeceğim? Halı elimde... (Elini cebine sokup bir ellilik çıkarır ve

Yusuf a verir) Al, benim Hasta Kumarbazım, al! Dedim ya, anlaşılmaz adamsın! (Halıyı kucaklar)

Hoşça kal!

YUSUF — Aman, dikkat, yavaş!

(Yusuf, koşup sağ kapıyı ardına kadar açar. Antikacı İhsan, kucağında halı çıkar. Yusuf dikkatle

kapıyı kapatır. Kanapenin arkasındaki masanın yanına gelir, cebinden cüzdanını çıkarır, içinden bir

kartdovizit alır, kartın üzerine mürekkepli kalemiyle tam dört kelime yazar. Sonra masanın üstünde

eline geçirdiği bir toplu iğneyi alır, yürür, ön plândaki koltuğun yanına gelir, ceketinin sağ dış

cebine attığı elli liralık kâğıdı çıkarır, parayla beraber kartı koltuğun kol daya-mıya mahsus yerine,

göze batacak şekilde iğneler, manzaraya, birkaç adım geriden bir göz atar, sağ tarafa doğru yürür,

elektirik

192

düğmesinin önüne gelir, düğmeyi çevirir. Salon yine karanlık ve pencerede İstanbul manzarası pırıl

pırıl... Yusuf, daha elini elektrik düğmesinden indirmeden soldaki kapı açılır; sırtında güzel bir

robdöşabr, Madde...

MACDDE — (Elektrik'düğmesinin yanındaki hayalete) Çevir düğmeyi! (Bir an durak) Öz evinin

hırsızı!

(Yusuf düğmeyi çevirir. Aydınlık.. Salonun iki ucu arasında, karşı karşıya, karı ve koca.. Madde bir

iki adım atar, gözü döşemelerde...)

MACDDE — Nerede halı? Çocuğumuzun doğum günü bana aldığın hediye? Demek son ümidimizi

de sattın!

YUSUF — (Karısına bir iki adım yaklaşır.) Sattığım bir şey yok.. Yarın sabah onu yerli yerinde

göreceksin.

MACÎDE — Bari bu sözü söyleme! Ne kadar düştüğünü, küçüldüğünü, alçaldığını görmüyor

musun?

(Madde bir adım daha atar. Koltuğun, kol dayanacak yerinde, dışarıya doğru bakan kartla elli liralık

banknotu görür. Atılır ve bir çekişte alır.)

MACDDE — (Kartı okuyarak) "Sabaha büyük müjdeler, kurtuluş..." (Başını kaldırıp kocasına

bakar.) Ve bana, sen gelinciye kadar ev masrafı için bir sadakacık; elli lira.. Yarın sabah saat 10 da

randevu verdiğin ev sahibine ne diyeceğim?

193

Yalnız sütçüye borcumuz almış dört lira; ne vereceğim? (Başını çevirir,sarsılır) Karı koca arasında

bu ne korkunç haberleşme tarzı! Bir cinayet filmi mi çeviriyoruz? (Koltuğa çöker, parayla kartı

yere bırakır, saçlarını kavrar.) Bana Allah acısın, bana Allah acısın!

YUSUF — (Istıraplı bir sesle) Macide, sana ve bana Allah acısm.. Sen de bana acı!

MACDDE — (Dehşetler içinde başını kaldırır, donar, kafasını sağa sola sallar.) Sana nasıl acıyorum

bilsen, ah bunu bilsen!... Yazık ettin, kıydın kendine; istidadına, aklına, gençliğine...

YUSUF — (Yalvarırca) Sus Macide, beni bu akşam öldürebilirsin!

MACDDE — (Ayağa fırlar) Ölüm mü? O bizim için liman, sığınak, anne kucağı.. Ah ölebilsen, ö-

lebilsek...

YUSUF — Ne olur, bir parça sükûnet, biraz soğukkanlılık!

MACDDE — Üniversiteyi bitireli altı sene geçti. (Bir an durak) Seninle orada, annesizve babasız,

aile himayesi görmemiş, kendi kendisini yetiştirmeye mecbur, kaderleri birbirine eş iki çocuktuk.

Mezun olur olmaz evlendik. Bu altı sene içinde senin kazandığın muvaffakiyet acaba kime nasip

oldu? Staj devreni bitirdin, bir hamlede par-ladm, yükseldin; en büyük müesseselerin malî

müşaviri, avukatı oldun. Evimiz, Kadırga'daki kulübeden, sekeseke, atlıya atlıya Moda'ya kadar

geldi. (Bir an durak) Gelmez olaydı; keşke kulübemizde kalsaydık da, sen elâleme istida yazıp, bize

her akşam yalnız bir lokma ekmek taşısay-dın... (Ellerivh etrafı gösterir.) Sürünmemiz, aç

kalmaiaii,, rezil olmamız için böyle bir hayata

194

ulaşmalıymışız! Bir de arkamızdan dünyaya bir çocuk davet ettik. Bütün bu hallere şahit olsun

diye; babası yapsın, o çeksin diye...

YUSUF — (Bağırır) Benim bir hasta olduğumu bilmiyor musun?

MACDDE — (Son derece vekarlı) Biliyorum! Bu iğrenç tavrın, pişkinliğin de hastalığından geliyor.

Bilmez olur muyum? Sen bir frengiliden, cüzzamlıdan, trahomludan daha çirkin bir hastasın! (Sesi

çığlıklaşır) Fakat söyle, beni ve beş yaşındaki oğlunu nasıl kurtaracaksın? Yoksa bizden mes'ul

değil misin? Söyle, sende bu kadar da mı erkeklik duygusu kalmadı?

YUSUF — Macide, benim merhametli karım, sana Allahın birliği üzerine yemin ederim ki, ben bu

felâket yolundan döneceğim. Göreceksin, yazık oldu dediğin herşey, bende nasıl tekrar yerini

bulacak! İstidadım, aklım, mesleğim, gençliğim, şerefim, nasıl yeniden ışıldayacak!... Bana yalnız

bu akşam izin ver! Sorma, hesap isteme! Bırak, nasıl kirlenirsem kirleneyim, ne kaybedersem

edeyim bu akşam.. Yarın, gün doğarken, yerime başka bir adam doğacak.. İnan, yemin ediyorum!

MACDDE — İnanmıyorum! Eğer bana bu tarzda, yalanların en sanatlısını söylüyorsan, düşün,

hudutsuz alçalışın önünde daha ne kadar hudutsuzlaşıyorsun!

YUSUF — Bana yalnız on saat izin ver! Şimdi saat 11... Yarın saat 9 da, sana kocan, hastalığının

bütün sırrıyla beraber, tertemiz, anne sütünden daha temiz, dönecek.. Herşeyi yarın anlıya-caksm,

seninle yarın konuşacağım.

MACDDE — (Nefret ve ıstırapla sırıtır) Bana, altı senedenberi hergün "Seninle yarın konuşaca-

195

ğım" diyorsun! Bugün veresiye, yarın peşin.. (Bir an durak) İradesiz yalancı, körkütük benlik

sarhoşu! Sen yalancı, filân da değilsin; her kumarbaz gibi, dünyanın en büyük yalanma inanmışsın!

Meçhulün, gaibin, herkesin başındaki tacı silip süpüreceğini, eriteceğini, birleştireceğini, bunlardan

tek bir taç yapacağını ve onu senin başına giydireceğini sanıyorsun! Sen yalan söylemiyorsun;

kendi inandığın büyük yalana benim gibileri de inandırmaya çalışmaktan başka suçun yok! Bilmem

bu nasıl bir suç!

YUSUF — (Atılır) Bunlar ne sözler Macide? Benimle ilk defa böyle konuşuyorsun! Ne zaman

düşündün, buldun bu korkunç fikirleri?

MACDDE — (Daima vekar ve ıstırap içinde) Günde yirmi dört saat, yalnız kendini, halini dü-

şündüre düşündüre beni erdirdin. Bir son verelim artık bu işe!

YUSUF — (Mağrur) Bu işe sonu ben vereceğim! Nasıl bir son, göreceksin, yarın sabahı bekle!

MACDDE — Senin, ben, ben, ben, "ben" inden iğreniyorum! Güya avukatsın; (Bir köşedeki bir

masanın çekmecesini gösterir) şu çekmecede bir sürü icra kâğıdı, ödeme emri bekliyor. Borcun

herhalde on binin üstünde... Bir gün herşey, hep birden patlak verecek! Ne yapacaksın? YUSUF —

(Gayet ıstıraplı) Görürsün!

MACDDE — Halıya kaç para aldın?

YUSUF — Birkaç bin lira...

MACDDE — Sekiz on bin lira eder dememiş

ler miydi?

YUSUF — Onu rehin diye verdim. İki gün

sonra alacağım.

MACDDE — (Halinde ani bir değişiklik,

196

lerler) Gel, Yusuf, onu büsbütün sat, herşeyimizi jat, benim elbiselerimi, kürklerimi de sat,

çırılçıplak kalalım.... Fakat bu illetten kurtul! Borçlarımızı ödiyelim, bir kulübeye çekilelim,

çocuğumuzla baş başa, su ve ekmekle geçinelim! Yalnız çocuğumuza iyi yedirelim, yeter! Yusuf,

şerefini, gayeni düşün!

YUSUF — Bir kelime daha söylersen muradına erersin, burada yığılır, kalırım.

MACDDE — Kal, seninle baş başa, sıcak köşemizde, öz evimizde sabaha kadar ağlıyalım, halimize

bir çare düşünelim; Allah ihsan eder elbette... Yeter ki, yan yana istemeyi, ağlamayı bilelim:..

YUSUF — (Deli gibi) Evet ama, kalırsam, yerimde, istediğin gibi bir adam değil, eşyaya ve in-•

sanlara şuursuz kahkahalar atan bir deli bulacaksın; razı mısın

MACDDE — Razıyım, kal!

YUSUF — Sana yalvarıyorum, bırak, kendimi kendim kurtarayım, sana nedametlerin en deriniyle

kavuşayım... Bana yarına kadar müsaade et! (Bir an durur, divaneler gibi etrafına bakı-nır, korkunç

bir hareketle saatini çıkarıp bakar.)

Ben gidiyorum!

MACDDE — (Geri geri gider.) Vapur kalkıyor değil mi? Kumara yetişeceksin! ݺte herşeyi iflâs

ettiren muazzam hakikat! (Arkasındaki koltuğa çarpar. Kendisini bırakır, koltuğa yığılır.) Bir şartla

gitmene izin veriyorum!

YUSUF — Neymiş o şart

MACDDE — Bir daha dönmemiye söz vererek

gidebilirsin!

YUSUF — Yarın sabah şafak vakti dönece-

197

ğime ve sana kurtuluş müjdesini getireceğime söz vererek gidiyorum!

(Yusuf hızla döner, sağdaki kapıya koşar. Madde katalepsi halinde, gözleri yuvalarından fırlamış,

arkasından bakıyor.)

MACDDE — (Avaz avaz) Dur!

(Yusuf, kapının önünde arkası dönük, durur.)

MACDDE — Bana dön! (Yusuf döner.)

MACDDE — Saniye hanımefendinin satış muamelesi bitti mi?

YUSUF — Bitti.

MACDDE — Otuz bin lirayı tahsil ettin mi? Vekâletnamede galiba sana tahsil salâhiyeti de

verilmişti.

YUSUF — Evet! Yarın tahsil edeceğim.

MACDDE — Ya onu da kumara verirsen?"...

YUSUF — Deli misin?

MACDDE — Maalesef akıllıyım. Bende hiçbir itimat duygusu bırakmadın. Sana o masum eski

zaman hanımefendisini ben takdim ettim. Parayı beraber tahsil edeceğiz, ben alacağım, götürüp

otuz bin lirasını kadıncağıza teslim edeceğim.

Şimdi git!

YUSUF — (Ağlarcasına) Sen kocanı, başkasının emanet parasıyla kumar oynıyacak kadar da mı

sefil sanıyorsun? Böyle olsaydı, evimin halısını ppzara çıkartır mıydım?

MACDDE — (Feci bir istihza içinde) Belli ol-

198

maz! İçinde bir namus kırıntısı, bir haysiyet gölgesi, sana evvelâ kendine mahsus bir para aratır,

sonra onu kaybedince emanet parayla da oynarsın?

YUSUF — Beni kaybediyorsun!

MACDDE — Haydi git! Vapur kalkıyor!

(Yusuf yıldırım gibi çıkar, sağdaki kapıyı hızla arkadan çarpar. Madde döner, koltuğuna dayanıp,

arkası kapıya doğru hıçkırıklarla ağlamıya başlar. Birkaç saniye bu hal... Madde yeriden kalkar,

daima arkası sağ kapıya dönük, cebinden bir mendil çıkarıp gözlerini ve yüzünü siler. Sağdaki kapı

yavaşça açılır; Haddehaneli Salih, kadına doğru bir iki adım atar. Halinde müthiş bir acılık, dikkat,

cesaret... Madde hiçbir şey görmez ve duymaz. Salih, korkunç bir tavırla kıza bakıyor.)

SALİH — Kızım!

(Madde, yüreğine inmiş gibi geriye döner, elleriyle yanaklarını tutar. Salih, Macide'-nin yüzünü

görünce, birden, iki büklüm olur, yepyeni ve çılgın bir hayretle Macide'ye bakar.)

MACDDE — Kimsiniz, siz, nasıl girdiniz içeri-

SALİH — (Elini deli gibi Macide'ye uzatır.) Siz, benim, yirmi iki sene evvel ölen karıma

benziyorsunuz!

MACDDE — (Müthiş bir taaccüble) Burada ne

arıyorsunuz diyorum, çabuk söyleyin!

SALİH — Ya babanızdan daha yakın biriy-

199

ye?

sem... Korkmayın benden; kocanızın açık bırakıp koşar adım sıvıştığı kapıdan girdim.

MACDDE — (Salih'i tepeden tırnağa süzer.) Kim olduğunuzu söyleyin!

SALİH — Batakhane soyundan bir kumar yerinin sahibiyim. Adım Salih..

MACDDE — (Nefretle) Yâni, kumarhanecisiniz!

SALİH — Kumarhaneciyim!

MACDDE — (Nefreti daha keskin) Yusuf'tan bir alacağınız mı var?

SALİH — Yusuf a bir vereceğim var!

MACDDE — Apaçık konuşmazsanız size kapıyı göstermiye mecburum!

SALİH — (Eliyle ön plândaki koltuklardan birini gösterir.) Şuracığa ilişmeme müsaade eder

misiniz?

(Madde susar, Salih oturur. Gözleri hep Macide'de... Macide'nin tevahhuş hali biraz yumuşamış,

hayrete dönmüştür.)

SALİH — Bahçenize girer girmez bir de baktım ki, kocanız, sokağa doğru deli gibi koşuyor. Tabiî

kumara, değil mi?

MACDDE — Niçin ona görünmek istemediniz?

SALİH — Çünkü ona görünmeden sizi görmek istedim.

MACDDE — Ne istiyorsunuz?

SALİH — Yusufu kurtarmak.. Onu bu derd-ten kurtaracak panzehir yalnız bendedir. Ben yirmi beş

yıldır bu derdin zehirini dağıtıyorum, elbette ararsam panzehirini de bulurum.

MACDDE — Ne sıfatla Yusufu kurtaracak-mışsmız?

200

SALİH — (Tane tane) Oriun, bütün bu hallerinden, mesul olan adam sıfatiyle...

MACDDE — Demek onu kumara siz alıştırdınız!

SALİH — Hayır, ben alıştırmadım. Yusuf benim batakhaneme düşeli birkaç ay var, yok.. Bütün

şartlarıyla mükemmel bir kumarbaz olarak geldi. (Sol elinin bileğini gösterir.) Ama taşıdığım kana

sorarsanız "ben alıştırdım" diyor. (Yalvaran gözlerini Maddeye diker.) Kızım, baban yerindeki bu

adamdan korkmuyorsun, değil mi?

(Mac de Salih'i dikkatle süzer. İlk korkusu geçmiş, yerini derin ve sıcak bir alâka kaplamaya

başlamıştır. Hemen Salih'in karşısındaki koltuğa oturur.)

MACDDE — Yoksa siz, Allahm gönderdiği bir kurtarıcı mısınız?

SALİH — (Yere düşen kartla elliliği görmüş, eğilip sağ eliyle almış, küçük masaya bırakmış ve

tam o anda, Maddenin, parmaksız eline dahşetle baktığını farketmiştur.) Ben Haddehaneli

Salih'im......Haddehaneli.. Hani şu bir zamanların çarkçı bahriye zabitlerini yetiştiren ocak...

Külhan beyleriyle meşhur.. Onun için halimde bir kabalık görürseniz bunu Haddehaneli oluşuma

bağışlayın! Biz de mektep, medrese gördük ama, öyle çok fazla kitabete aklımız ermez. Hele

zabitlikten ayrıldıktan sonra benim ömrüm, ayak takımı arasında geçti. Efendiliği büsbütün

unuttum. (Elini boyunundaki kıravata göstürür.) Bugün, sizi görmek için taktığım şu boyun bağı,

bana boyunduruk gibi geliyor.

201

MACDDE — (Çenesini ellerinin içine alarak)

Ne garip insan!

SALİH — Ben uzun boylu lâf etmesini bilmem. Yaşım elli beşe geliyor. Haddehaneden çocuk

denecek kadar genç denecek kadar genç mezun oldum. Başladım kumara... Varsa, yoksa kumar..

Yıllar geçti. Otuz yıl oluyor, evlendim. Mazlum, sabırlı, beş vakit namazında bir kadın aldım.

Kadının da, benim de, nemiz var, nemiz yoksa, kumara gitti. Beni bahriyeden çıkardılar. Kadın,

kahrından verem oldu. Beş yaşında bir de çocuğumuz vardı.

MACDDE — Ne diyorsunuz? Benim de çocuğum beş yaşında...

SALİH — (Heyecanla) Çocuğunuz mu var?

Nerede?

MACDDE — (Arkasındaki camlı kapıyı gösterir.) Şurada, uyuyor!

SALİH — (Yerinden doğrularak) Göreyim!

MACÎDE — Şimdi olmaz, biraz sabır!

SALİH — (Tekrar koltuğuna yerleşir.) Karım öldü, bundan yirmi iki sene evvel.. Bir melekten

daha sessiz kadın, ölürken bana beddua etti: "Merhametsiz adam! Allah sana merhamet etmesin!

Yalnız çocuğuma acısın"... (Durur, yüzü acıla-şır) Bir zamanlar bu sesi beynimden çıkarmak için

kulaklarımın zarını patlatmayı düşünmüştüm.

MACÎDE — (Birden koltuğun arkasına doğru

büzülerek) Korkuyorum!

SALİH — Korkmayın! Çocuğu, Eyüp'te, tek

başına yaşıyan ihtiyar bir kadına teslim ettim. Üstümdeki bütün parayı da verdim. Bastım, gittim

Mısır'a.... ݺim gücüm yine kumar.. Fakat bu

202

defa bir yolunu bulmuştum. Kazanıyordum. (Gösterir) Görüyorsunuz ya parmaksız elimi; yüzler,

binler, on binler kazandım. Mısır'a gidişimin ilk aylarında ihtiyar kadına beş bin lira gönderdim.

Ben dönünceye kadar çocuğun masrafları diye.. Mısır'da beş sene kaldıktan sonra döndüm.

Çocuğumdan çok seyrek haber alıyordum. Son yıl hiç haber alamadım. Gönderdiğim taahhütlü

mektubu da iade ettiler. Zarfın üzerine, kurşun kalemle, kargacık burgacık "bu adresin sahibi

ölmüştür" diye yazdılar.

MACDDE — Aman yarabbi, sonra?

SALİH — Sonra İstanbul'a döndüm. Doğru Eyüp Sultan... Ahşap ev bomboş... Komşu evlerin her

birinden bir kafa çıktı. "Dhtiyar kadın bir sene evvel öldü" dediler. Hasta düştüğü zaman birgün

çocuğumu elinden tutup evden çıkmış, bilinmez bir yere gitmiş, akşam yapayalnız dönmüş, yatağa

düşmüş, bir daha da kalkamamış... Cenazesini mahalleli kaldırmış..

MACDDE — Çocuğu bulamadınız mı?

SALİH — Bulamadım. Kimse götürüldüğü yeri bilemedi. Yalnız bir cumbaya bir kadın başı

uzandı. Kadın dedi ki"Çocuğu beş bin lira para-sıyle beraber İstanbul'da bir hocaya teslim etti

amma, kimdir, bilmiyorum; hocanın bir de lâkabı olacak, fakat unuttum." On yedi senedir İstanbul-

dayım, bucak bucak, sormadığım, aramadığım hoca kalmadı. Ne bir iz, ne bir nişan... (Durur, Ma-

cide'nin gözlerinin içni arar.) Yine kumar, yine kumar... Allah, para kazanmak için açtığım yolu,

bana tıkadı. Getirdiğim paranın büyük kısmını kaybettim. Derken bir batakhane kurdum. Şimdi

başkalarına kumar oynatarak monasiyle geçiniyorum. Az kazanmıyorum ama, bir pulum yok.. Ha,

yalan olmasın; birkaç sene evvel yaptırıp, da taksitlerini bugüne kadar sektirmeden ödediğim yüz

bin liralık bir hayat sigortam var. Güya iki sene sonra yüz bin lira alacağım.

MACDDE — (Asabı) Netice?

SALİH — ݺte kocanızı birkaç aydır bu kumarhaneden tanıyorum!

(Tam o anda sağ taraftaki methalden bir zil çalar. Salih ve Madde sağ tarafa bakarlar. Zil- bir kere

daha çalar.)

MACDDE — (Ayakta) Gecenin bu saatinde kim olabilir?

SALİH — İzin verirseniz ben bakayım!

MACDDE — Koridorda, sağdaki ilk düğmeyi çevirirseniz kapını önündeki lâmba yanar. Geleni

görürsünüz. Sorun kim olduğunu!

(Salih kalkar, yürür, sağdan çıkar. Madde, heyecanlı bir duruşla ayakta, sağa bakıyor. Birden, sağ

kapının camlarında parıldayan ve bir an içinde yanıp sönen keskin bir ışık.. Salih tekrar içeriye

girer.)

SALİH— Fabrikatör Ali Bey... Kocanızın kumar arkadaşı... Beni görmedi, görmesini ister misiniz?

(Madde cevap vermeden sağ tarafa yürür, çıkar. Dışardaki lâmba tekrar yanar. Salih o istikamete

baka baka yan yan sol tarafa doğru çekilir. Sol kapının önüne gelir.)

MACDDENDN SESD bilirsiniz!

204

Buyurun Ali Bey, gire-

(Salih, soldaki kapıyı açıp içeriye dalar, m-1 pamaya vakit bulamaz, kapı açık kalır. Önde Ali,

arkada Madde, içeriye girerler. Ali fraklı.. Macide Ali'ye, ön plândaki koltuklardan birini gösterir.)

MAC ÎDE — Buyurun efendim!

ALI — Teşekkür ederim, oturmıyacağım. Böyle münasebetsiz bir saatte rahatsız ettiğim için tekrar

af dilerim.

MACDDE — Ziyanı yok efendim, bu gece benim için hayret ve dehşet akşamı... Hiç ehemmiyeti

yok...

ALD — Demek gelişim size dehşet verdi. Hakkınız var, Yusufun bulunmıyacağı bir zamanı seçmek

istedim. Kulübe gitti, değil mi dostumuz?

MACDDE — Ne cesaretle böyle konuşuyorsunuz?

ALD — (Maddeye yaklaşırken) Yusufla nişanlı olduğunuz günleri hatırlayın! O vakit ben de İktisat

Fakültesindeydim. Benim teklifimi reddetmiştiniz. Bundan da Yusuf a hiç bahsetmiye-ceğinizi

söylediniz ve galiba bahsetmediniz. ݺte şimdi size, yine ona bahsetmemek şartiyle başka bir

teklifim var.

MACDDE — Küstahlığınıza hayranım!

ALD — (Gülümser) Hakarete ne lüzum var! Yusuf kumarda battı. ݺin gülünç tarafı şu ki, benimle

arkadaş geçindiği halde, hep bana hücum ediyor, bana kurmak istediği tuzağa kendisi düşüyor;

yahut başkalarının bana kurduğu tuzak, benim yerime onu yakalıyor! Daha geçen hafta kulüpte

bana yedi bin lira kaybetti. Duyduğuma göre borçları on iki bin lirayı aşmış, yakında bir rezalet

çıkacakmış... Hukuk müşavirliği yap-

205

tığı bankadan, kumar sermayesi diye birikmiş te-kaüdiyelerini almak için istifa ettiğini biliyor

musunuz?

MACDDE — Susunuz Ali Bey! Asıl siz, bana hakaret etmek için mi gece yarıları evime kadar

geliyorsunuz?

ALD — (Sinsi ve müstehzi) Bu adam artık mahvolmak üzeredir. Ne haysiyet, ne itibar... Onu

kurtarmak lâzım... Size, hâmiline yazılmış on beş bin liralık bir çek getirdim. Kocanızı kurtarmak

için bunu kabul etmenizi rica ediyorum. Yusuf başta, kimsenin haberi olmaz.

(Ali cebinden bir çek çıkartıp uzatır. Madde birkaç saniye Ali'ye dehşetle bakar, sonra elini uzatıp

çeki alır.)

MACDDE — Çeki alıyorum, fakat parasını tahsil etmek için değil; onu Yusuf a verip, kendisine ve

karısına edilen hakarete mukabele etmesi için..

ALD — Beni ne gün anlıyacaksmız, bana ne gün yaklaşacaksınız, söyleyin!

MACDDE — (Çeki uzatır) Buyurun çekinizi! (Ali çeki alırken) Siz kendisine karşılık verilmeyecek

kadar düşkün bir insansınız! Allah rızası için çıkın evimden ve bir daha ne bana, ne de Yusuf a

görünmiyeceğinize dair söz verin!

ALD — Birazdan onu Akdeniz Yat Kulübünde göreceğim.

MACDDE — Çıkın evimden!

ALD — Gidiyorum! Fakat şerefini bu kadar kof uduğunuz küçük beyin, tripolarda, bitirim

yerlerinde tokat yediğini duyarsanız ne dersiniz?

MACDDE — Yalan söylüyorsunuz. Yusuf kimseden tokat yemez!

206

ALD — Üç gece evvel... Haddehaneli Salih'in triposunda, Haddehaneli Salih'ten tokat yedi! -

MACDDE — Çıkın!

(Ali sağdan çıkar. Madde elleriyle yüzünü örter. Sol taraftan Salih gelir.)

SALİH — Kızım, çek ellerini yüzünden!

MACDDE — (Ellerimi yüzünden çeker.) Siz benim kocama, batakhanenizde tokat mı attınız?

SALİH — Evet kızım, ben Yusufun babasıyım!

(Madde başına bir balyoz yemiştir. Vücudu en sert hayret takallüsleri içinde bir istifham.... Kaskatı,

döner, bir adım atar, büyük kanapenin sağ tarafa bakan ucuna abanır. Öylece kalır. Salih kanapenin

mukabil tarafında, dimdik... Saniyeler geçer.)

SALİH — (Elini, soldaki açık kapıya uzatır.) Torunumu gördüm... Uyuyor... Fakat beni birşey

korkuttu. Nedir o tavanın orta yerindeki büyük avize?... Belki üç yüz kilo var... Çocuğun

karyolasını da öyle tuhaf bir yere koymuşlar ki, avize tam ayak ucuna geliyor.. Ya düşerse?...

(Madde cevap vermez, büsbütün hayretler içinde yer değiştirir, ön plândaki koltuklardan birinin

arkasına geçer. Salih bir iki adım ilerler.)

SALİH — Dikkatle baktım; kordonları da eski püskü soydan... İnsan bir iskemlenin üzerine çıkıp

eliyle çekse, koca avize gümbür gümbür yere inebilir.

207

MACDDE — (Çekingen, mahcup, saygılı) Beni bu kadar şaşırttıktan sonra bunlardan mı

bahsedecektiniz?

SALİH — (Macide'ye yaklaşır.) Ali Beyle konuştuklarınızı duydum. Hakkınızda ne düşündüğümü

sonra öğreneceksiniz. Ben şimdi gidiyorum.

MACDDE — (Büyük bir heyecanla) Nereye gidiyorsunuz?

SALİH — Bir yere, mezbaha gibi bir yere....

MACDDE — Hiçbir yere gidemezsiniz. Asıl bundan sonra konuşacağız!

SALİH — Gitmeliyim! Beni istemediler ama mutlaka gitmeliyim!

MACDDE — (Hıçkırarak) Kuzum, yetmez mi bu akşam beni anlamadığım şeylerle öldürdüğünüz?

Kalın! Sizden, kızınız gibi, yalvararak istiyorum bunu!

(Salih ellerini uzatır, Macide'yi vahşi bir hareketle saçlarından tutar, öylece seyreder. Kız, kuru

kuru sarsılmakta...)

SALİH — Senin gibi bir kızım olsaydı, Allah-tan, ya hemen canımı almasını, yahut Kıyamete

kadar beni yaşatmasını isterdim. (Macide'nin saçlarını bırakır. Kız, başı göğsünde, kala kalır.)

Gitmeliyim! Bu akşam seyredeceğim bir kasaplık işi var.. İnsan kasaplığı!.. Bakalım, kimi

boğazlıya-caklar?

MACÎDE — Bize ne bunlardan?

SALİH — Şafak sökmeden evvel gelirim. Herhalde Yusuf tan evvel...

MACDDE — Yusuf un haberi var mı kim olduğunuzdan?..

208

SALİH — Yok.. Beni sabaha karşı içeriye alır mısın?

MACDDE — Bu ev sizin... İçinde de çocuklarınız var.

SALİH — (En ıstıraplı hassasiyetin en son de-rccQsinde) Bu ev benim... İçinde de çocuklarım

var...

(Salih, yüzü birdenbire hücum eden göz yaşlarından buruş buruş, utanmış gibi hemen yürür, bir

sair-i filmenam şeklinde ilerler, sağdan çıkar. Sağ tarafın kapısında sönen ışık... Madde hiç

kıpırdamaz, Salih'in arkasından bakmaz. Arkası sağ kapıya doğru, başı göğsünün üstünde, bekler.

Birden doğrulur, bir heykel gibi dik, vekarlı, sağ tarafa geçer, sağ taraftaki elektrik düğmesini

çevirir. Abajurlar söner. Macide, sağ taraftan, bir gölge halinde büyük pencerenin yanına gelir. Yan

yana birçok camlardan mürekkep pencerenin orta camını açar. Büsbütün pırıldayan İstanbul

manzarası... Macide pencereye dayanıp düşünür. Derin ve berrak bir kış gecesi.... Uzakta köpek

havlamaları... Birden komşulardan bir radyo sesi gelir.)

RADYO — (Erkek sesi) Burası Ankara radyosu.. Bu akşamki yayınımız bitmiştir. (Kadın sesi)

Niçin kazanmıyorum diye hayıflanıp durma! Çünkü kazanç yolunu bilmiyorsun! Beş lirayla, yüz

bin liralık bir apartman, güzel halılar, kıymetli eşya sahibi olmak istiyorsan, hemen bir piyango

bileti al! Çekilişe 1 gün kaldı.

PERDE

ÜÇÜNCÜ PERDE

[Akdeniz Yat Kulübünde oyun odası... Ön plânın en ön kısmı d a, büyük bir oyun masası ve

etrafında yaldızlı iskemleler... Cephede, en aşağı kısmından en yukarısına kadar kesme camdan

küçük murabbalarla örülü, lake üzerine ince yaldız çizgili, muazzam ve şahane kapı.... Kapının

gerisindeki koridorda, oraya muhteşem bir merdivenle çıkıldığnı gösteren iki sütun; ve sütunların

sağında ve solunda, mermer parmaklıklı iki balkon parçası... Balkonun gerisinde de, yaldızlı ve

tezyini resimlerle süslü bir duvar.... Kapının sağ ve solunda saray işi, büyük, lake üzerine yaldızlı

ik' ayna... Sağ ve sol yan duvarlar. Cephe duvarına eş olarak beyaz lambrili ve yaldızlı ...Cephe

duvarıyla sağ yan duvarın birleştiği köşede, çap-razvâri küçük bir masa... Oyun masasının sağına

ve soluna düşen ön plân bokluklarından, ağır ipek kumaşlarla kaplı ve ayak kısımları püsküllü

şarap koltukları ve ortalarında yaldızlı sigara masaları... Tavanda, oyun masasının üstüne doğru bir

saray avizesi...]

(Salon, boy ışığını karartan sigara dumanları içinde... Cephe kapısının gerisindeki koridorun ışıkları

pek keskin... Kapının arkasından geçen, fraklı, smokinli erkekler ve tuvaletli kadınlar... Derinlerden

boğuk bir cazbant sesi geliyor. Hisli bir tango.. Salon dolu...Oyun masasının ortasında, yuzu bize

doğru, Yabancı Krupye... Krupyenin sağında, göbekli ve kelli felli adam, onun altında Kızıl saçlı ve

güler yüzlü kadın.. Ondan sonra masaya dayatılmış ve böylece o yerlerin meşgul olduğu belirtilmiş

iki iskemle. Krupyenin sağında, Kaytan bıyıklı ve tek gözlü züppe, onun altında Pis bıyık ve

gözlüklü erkek, onun altında Kömür saçlı ve geçkin çeh-reli kadın, onun altında da Çıplak kafalı ve

purolu tip... Kılıklar, frak, smokin, koyu renkli elbise, açık saçık kadın tuvaletleri vesaire... Masada,

herkesin önünde bir yığın fiş ve para.. Oyun masasının sağ ve sol kavisleri, ayakta oyunu görmek

ve oynamak is-tiyen çeşit çeşit tiplerle dolu.. Bunlar, cephe kapısının görünmesine engel olmıyacak

şekilde masanın etrafına kümelenmişler ve daimî bir hareket içindeler. Sağ ve sol ön planlardaki

koltuklar boş... Cephenin sağ yan köşesindeki küçük masada fiş memuru, gelip gidenlere fiş

vermekte... Çıkan kâğıtlarla gaynot fişleri, masanın üstündeki hususî iki delikten atıldığı için

Krupyenin önünde hiçbir şey yok... Sabo, kömür saçlı ve geçkin çehreli kadının önünde.. Ön plânda

ve masaya dayalı iki boş iskemlenin ilerisinde, ayakta, karşı karşıya Yusuf ve Fabrikatör Ali...

Aralarında Naci Beyefendi... Üçü de fraklı... Onlar konuşurken salondaki devamlı kaynaşma ve

hareketler durmaz ve oyun masasında, hiçbir ses çıkmaksızın, sadece işaretlerle oyun faaliyeti

yürür. Sağ ön plânda tek başına sülün Ahmet... Sağ yan gerisinden masaya bakan Sülün Ahmet, s-

mokinli...)

NACD — (Yusuf ve Ali'ye) Masadan niçin kalktınız? Oyun sizi bekliyor!

ALD — (Naci beyefendiye) Biraz baş başa konuşmak istedik de...

NACD — Oooo, afedersiniz! Rahatsız ettim.

(Naci beyefendi selâm verip çekilir, masanın sol kavsinden dönerek Krupyenin arkasına doğru

yürür. Kömür saçlı ve geçkin çehreli kadının Kaytan bıyıklı ve tek gözlüklü züppe tarafından banko

edilen eli düşmüş, kutu, Pis bıyık ve gözlüklü erkeğin önüne gelmiştir.)

ALD — (Yusufa) Paran bittiyse yardım edebilirim istersen...

YUSUF — Hayır! Üç bin liram vardı, kaybettim. Sen ne vaziyettesin?

ALD — (Mühimsemez gibi) Ya tapiyim, yahut az birşey kazanıyorum! (Yusufa bakar.) Kuzum,

kaşla göz arasında ne zaman geldin ve ne zaman kaybettin paranı? Ben hiçbir şey göremedim.

YUSUF — Sen daha yeni geldin. Ben bir saattir buradayım.

(Pis bıyık ve gözlüklü erkek düşmüş, kutu, kaytan bıyıklı ve tek gözlü züppenin önüne gelmiştir.

Etraftaki kalabalıktan oyuna iştirak hareketleri... Bir kadın, züppenin omzundan ona bir fiş uzatır,

züppe bunu mübalâğalı bir nezaketle kabul eder.)

ALD — (Yusufa) Evine uğradım ama yoktun! On bir çeyrekle indin galiba...

YUSUF — Evet yazıhaneye uğrayıp frakımı giymek ve buraya gelmek, saat l'i buldu.

213

ALD — Ay senin frakın yazıhanede mi duru-

YUSUF — (Bezgin) Ne yaparsın? Bizimki malûm... Hemen oyun, kumar, kulüp şüphesi...

ALD — Ah kardeşim, hakkı yok mu kadıncağızın?

YUSUF —• (Ali'ye nefretle bakar.) Herhalde

karımın müdafaasını sana yaptıracak değilim!

(Kaytan bıyıklı ve tek gözlüklü züppe de düşmüş ve kutu, Göbekli ve kelli felli adama gelmiştir.)

ALD — (Gözleri dikkatle Yusufta) Öyleyse

kendin müdafaa et karını!

YABANCI KRUPYE — (Önüne atılan fişleri sayarak) Tam 3000 lira var! Banka tomban gidiyor!

(Fabrikatör Ali derhal geriye döner ve boş iskemlelerden ikincisinin yanında elini masaya vurur.)

ALD — Banko!

(Kalabalıkta kaynaşma, oyuna dikkat... Naci Beyefendi, Yabancı Krupyenin sağ omuz başında..

Sağ ön plândaki tek başına duran sülün Ahmet bir iki adım atar. Kâğıtlar verilir.)

ALD — (Kağıtlarına bakıp açar.) 9... (Yabancı Krupye üç bin liralık fişleri fabrikatör Ali'nin önüne

sürer ve kâğıtları delikten atar. Ali paraları avuçlayıp Yusuf un yanına gelir.) 214

ALD — (Elindeki fişleri cebine atarken Yusuf a) ݺte senin kaybettiğin parayı bir elde kazandım!

YUSUF — Ne âlâ!

(Kutu kızıl saçlı ve güler yüzlü kadına geçer. Onun sattığı parayı Göbekli ve kelli felli adam öder.

Bu ele sessizce, Çıplak kafalı ve purolu tip banko eder. Yusufla Ali konuşmalarını kesmezler.)

\ALD — Şimdi parasını aldığım göbekli ve kelli felli adam bu akşam elli bin lira kaybedebilir.

YUSUF — Nereden biliyorsun?

ALD — Naci Beyefendi söyledi. Üzerinde elli

bin lira varmış...

YUSUF — İyi ama o şimdiye kadar kazancından başka bir şey kaybetmedi ki...

ALÎ — Bakalım bundan sonra ne olacak?

(Kızıl saçlı kadın düşer. Kutu, masaya dayalı boş iskemlelerden birincisinin önüne gelir. Herkes

Yusufla Fabrikatör Ali'ye bakar.)

NACD — (Olduğu yerden) Yusuf Salih Beyefendi! El size geldi!

YUSUF — (Naci Beyefendiye) Bu el paslâ-men! Arkadaşımla birşey konuşuyoruz.

NACD — (Fabrikatör Ali'ye) Ondan sonra da

sıra sizde, Ali beyefendi!

ALD — Benim için de bu el paslâmen!

(Krupye kutuya uzanıp onu gayet ağır bir çe-çekişle uzun bir kavis çizerek çıplak kafalı ve purolu

tipin önüne geçirirken, Naci Beyefendi, küçük cebinden mendilini çekip alnını uğuşturur. Bu işareti

görür görmez. Sülün

215

Ahmet, hemen bir iki adım geri çekilir, sağ ön plândaki püsküllü koltuklardan birine yapışır. Sabo,

çıplak kafalı ve purolu tipin önüne gelmek üzeredir.)

NACD — (Fabrikatör Ali'ye)^ Ali Beyefendi! Oyuna devam buyuracaksınız, değil mi?

ALD — Evet efendim, evet!

(Birden elektrikler kararır, sönecek gibi olur yine açılır, herkes hayretler içinde bakınır-ken

sönüverir. Hiçbir yerde hiçbir ışık yok... Uğultu, karma karışık hayret nidaları... Cazbant sesi

kesilir. Sükût... Bütün bunlar yalnız birkaç saniye sürer. Yanan bir çakmak,... Çıplak başlı ve

purolu tip çakmağını yakmış, önündeki kutuyu göstermektedir. Çakmağın arkasından üst üste

kibritler yanar.)

NACD — (Elinde, yanan bir kibrit) Mesele yok efendim, şimdi anlaşılır. Kutu muhafazada olsun

da... Acaba şehir cereyanı mı kesildi? Şimdi anlarız.

(Hafifçe kızaran ve peşinden hemen açılan elektrikler... Salon ve koridor ışıklar içinde... Dışardan

ve uzaklardan bir alkış sesi gelir. Herkes gülerek elindeki kibriti söndürür. Çıplak kafalı ve purolu

tip çakmağını söndürür ve sımsıkı tuttuğu kutuyu bırakır. Sülün Ahmet ortada yoktur. Fabrikatör

Ali ve Yusuf hayretler masay, kâğıt kutusuna ve oyunculara bakıyorlar.)

YAPANCI KRUPYE — (Çıplak kafalı ve purolu tipe) Ne satıyorsunuz efendim?

216

(Çıplak kafalı ve purolu tip birkaç fış atar. Krupye bunları hemen sayar.)

YABANCI KRUPYE — (Haykırarak) 400 lira var!

(Cephedeki kapı açılır, Sülün Ahmet girer, yürür, Naci Beyefendinin yanında durur.)

SÜLÜN AHMET — (Oyunculara yüksek sesle) Cereyan umumî hatta kesilmiş... Şimdi her taraf

birden yandı. Herhalde küçük bir arıza...

(Bu lâfları dinleyen olmaz. Herkes fişlerine bakmakta ve oyunlar meşgul görünmektedir...)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Kartlara bakarak) Almaz!

ÇIPLAK KAFALI VE PUROLU TDP — (Kâğıtlarını açar) 6...

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Kâğıtlarını açar) 7...

(Krupye paraları göbekli ve kelli felli adama aktarma eder. Kutu kömür saçlı ve geçkin çehreli

kadına geçer. Kadın, Krupyeye birkaç fiş uzatır.)

YABANCI KRUPYE — Yalnız 100 lira var!

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — Yok mu bankayla satmak isteyen?

YABANCI KRUPYE — Hanımefendiler, beyefendiler! Bankayla satmak istiyen var mı?

(Bir ân sükût, kararsızlık...)

YUSUF — (Ali'ye) Bana bin lira ver!

217

(Ali cebinden iki büyük fiş çıkarıp Yusuf a uzatır, Yusuf alır.)

YUSUF — (Olduğu yerden ve ayaktan fişleri Yabancı Krupyenin önüne atarak) Bin lira da beni

sat!

YABANCI KRUPYELER — Bankada 11000 lira var!

GÖBEKLD VE KELLD FELLI ADAM — Banko!

(Kağıtlar verilir.)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Kâğıtlarına bakarak) Almaz!

(Kömür saçlı ve geçkin çehreli kadın kâğıtlarını çevirir.)

YABANCI KRUPYE — Bankada 2 sayı var. (Kadına) Kendinize kart çekiniz efendim!

(Kömür saçlı ve geçkin çehreli kadın bir kâğıt çeker ve çevirir.)

YABANCI KRUPYE — Kafa çektiler. Yine 2... (Göbekli ve kelli felli adama) İyisiniz!

GÖBEKLD KELLD FELLD ADAM — (Kağıtlarını açar.) 6...

(Yabancı Krupye paraları yine göbekli ve kelli felli adama aktarma eder. Fabrikatör Ali masadaki

boş iskemlelerden ikincisine oturur. Naci Beyefendi gülümser. Kutu, pis bıyık ve gözlüklü

erkektedir. Krupyeye uzatılan fişler...)

YABANCI KRUPYE — 300 lira var!

218

ALD — (Yabancı Krupyeye fişleri atarak) Bu defa da beni bankayla bin lira sat!

YABANCI KRUPYE — 1300 lira var!

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — Banko!

(Kâğıtlar verilir.)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Kâğıtlarına bakıp açar.) 8...

(Pis bıyık ve gözlüklü erkek de kâğıtların çevirir.)

YABANCI KRUPYE — (Fişleri göbekli ve kelli felli adama sürerken) 8 iyidir!

(Yusuf ayakta, dehşetle oyunu seyretmektedir. Birden doğrulur, masaya geçer, boş iskemlelerden

birincisine, Fabrikatör Ali'nin üstündekine oturur. Kutu, kaytan bıyıklı ve tek gözlüklü züppede....

Uzatılan fişler..)

YABANCI KRUPYE — İki yüz lira...

GÖBEKLD VE KELLD FELLÎ ADAM — Banko!

(Kâğıtlar verilir. Göbekli ve kelli felli adam hiçbir şey söylemeden kağıtlara bakıp açar. Kaytan

bıyıklı ve tek gözlüklü züppe, hasmının kâğıtlarına uzaktan bir göz atıp kendi-ninkileri açar. Sonra

öfkeyle kutuya bir tokat atıp önünden uzaklaştırır. Krupye kutuyu göbekli ve kelli felli adama

geçirir. Kazandığı fişleri de onun önüne sürer.)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Yabancı krupyeye birçok fiş sürerek) Say bakalım!

219

(Yabancı krupye fişleri saymakta...) ALD — (Yusufa) Bu ne kadar tomb an böyle, YUSUF —

Elbette birinde duracak! ALD — Belki de sende durur.

YABANCI KRUPYE — (Saydığı fişleri istifli-yerek) Tam 4000 lira var! (Sesini yükseltir)

Bankada 4000 lira var!

(Sükût, tereddüt... Yusuf sol iç cebinden kocaman bir zarf çıkarır, önüne koyar. Krupye ve herkes

Ali'ye bakıyor.) ALD — (Yusufa) Ne o? Zarfın üstünde Samiye Hanımefendi yazılı?...

(Yusuf cevap vermez; asabi, zarfı tersine çevirir. Yabancı krupye Ali'ye bakıyor.)

YABANCI KRUPYE — 4000 lira var! ALD — Demek benim banko etmemi istiyorsunuz! Banko!

YUSUF — (Tepeden inme bir hareketle sağ

elini masaya vurur.) Banko prim!

(Yusuf elini zarfa atarak içindekileri çıkarır: tomar halinde binlikler... Naci Beyefendi ve Sülün

Ahmet, vaziyete, çok hususî bir eda ile çatık kaşlarla bakıyorlar. Göbekli ve kelli felli adam

kâğıtlar: kutudan çıkarıyor.)

ALD — (Yusufa) Bırak da ben banko edeyim!

YUSUF — (Sert) Bırakmıyorum!

ALD — Önündeki otuz kırk bin liraya acıyorum! Nerede buldun onları?

(Yusuf cevap vermez, Ali'ye gayet sert ve kes-

kin bir göz atar. Kâğıtlar kutudan çıkmış ve krupye tarafından Yusuf a uzatılmıştır.)

YUSUF — (Kağıtlara bakar.) Kart!

(Banka kâğıtlarını çevirir.)

YABANCI KRUPYE — Bankada 3 sayı var!

(Göbekli ve kelli felli adam kutudan bir kâğıt çıkarıp açar, Yusuf a doğru atar ve kendisi kâğıt

çekmeden bekler.) YABANCI KRUPYE — 8'li verdi. Bankanın

sayısı 3...

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — Ya-

pıştıysa iyi!

YUSUF — (Elinde kâğıtlar) İyisiniz! 3 sayı

iyi..

(Yusuf kâğıtları atar. Dört tane binlik banknotu krupyeye fırlatır. Göbekli ve kelli felli adam,

krupyeye önünden birkaç fiş verir Krupye bunları gaynot deliğinden atar.) YABANCI KRUPYE —

Bankada 8000 lira var! Gaynot ayrıca verildi!

YUSUF — (Yüksek sesle) Banko! ALD — (Yusufa) Çıldırdın mı Yusuf, ne yapıyorsun?

YUSUF — (Ali'ye) Kes sesini! (Yabancı krupyeye) Banko!

(Herkes birer hayret ve dikkat heykeli. Kâğıtlar çıkar.)

ALD — (Yusufun kâğıtlarına bakarak) Rest!...

221

220

(Banka kâğıtlarını açar. Yabancı krupye kâğıtlara bakar.)

YABANCI KRUPYE — 8... Bankada 8 var!

(Yusuf kâğıtlarını atar. Krupye, başını önüne eğmiş, çıkan kâğıtları delikten atıyor. Herkeste hayret,

merhamete dönmekte... Sülün Ahmet ile Naci Beyefendinin çehrelerinde müthiş bir endişe... Yusuf

önündeki paralardan sekiz tanesini sayıp ileriye doğur iter. Krupye bunları alır.)

NACD — (Yusufa uzaktan) Beyefendi! Affedersiniz ama bu kadar fazlasına banko etmeseniz...

Biraz da başkalarına bıraksanız...

ALD — (Yusufa) Yâni biraz da bana bırak demek is ciyorlar!

YUSUF — Kesin seslerinizi! (Krupyeye) Sorun, on altı bin lira var mı?

YABANCI KRUPYE — (Göbekli ve kelli felli adama) 16.000 lira var mı diyorlar!

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (K-rupyeye) Sekiz bin liranın gaynotu ne. eder?

YABANCI KRUPYE — 400 lira...

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Dört tane fiş uzatır.) Al! Hepsini sat!

YABANCI KRUPYE — (Avaz avaz bağırır.) Bankada 16.000 lira var! Bu mevsimin en büyük

satışı! 16.000 lira...

YUSUF — (Kendinden geçmiş) Banko!

(Kâğıtlar verilir. Herkeste dehşet... Kalabalıkta bir itişme ve kakışma... Herkes birbirinin üzerinden

masaya bakıyor. Naci Beye-

222

fendi ile Sülün Ahmet geriye çekilir, kalabalığın arkasına geçerler.)

YUSUF kart!

(Kâğıtlarına bakarak) Verirseniz

(Banka kâğıtlarını açar.)

YABANCI KRUPYE — Bankada hiç sayı yok!

(Göbekli ve kelli felli adam bir kart çekip açar ve Yusufa atar.)

YABANCI KRUPYE — 7'li verdi! (Banka kendisine de bir kart çekip açar.)

YABANCI KRUPYE — İli aldı, bankada 1 sayı var! (Herkes dikkatle ve ümitle Yusufa bakıyor.

Yûsuf, elinde kartlar, kaskatı... Önündeki 7'li kâğıda bakmakta...)

YUSUF — Sayınız iyidir!

(Herkes korkuyla irkilir. Kömür saçlı ve geçkin çehreli kadın eliyle yüzünü kapatır. Yusuf

kâğıtlarını açık olarak masanın üstüne bırakır, öylece kalır.)

YABANCI KRUPYE — (Uzaktan Yusufun kâğıtlarını okuyarak) 9...4 daha 3...7 daha sıfır...

(Yusufa) Lütfen 16.000 lira!

(Yusuf önündeki bütün paraları krupyeye atar. Krupye bunları şimşek hızıyla sayar. Müthiş bir ân..)

YABANCI KRUPYE fazla verdiniz! Buyurun!

(Yusufa) İki bin lira

223

(Yusufun önüne atılan iki tane binlik... Herkesin baş önünde... Yalnız Göbekli ve kelli felli adamla

yanındaki kadın, mesut.. Yusuf iki tane binlik banknotla boş zarfı avuçlar, buruşturup pantolon

cebine tıkar. Herkes taş kesilmiş .. Sükût, hareketsizlik... Cephe kapısı, kırılacak gibi bir gürültüyle

açılır: Her zamanki kılığıyla yalnız kravatsız ve ceketi yine omuzlarında, Haddehaneli Salih...

Herkes dönüp o tarafa bakar. Haddehaneli Salih'in yanında, kapalı ve dik yakalı, parlak düğmeli,

kulüp kapıcısı kılıklı bir adam vardır. Salonun orta yeri açılmıştır. Naci Beyefendi, şaşkın,

Haddehaneli Salih'e doğru bir adım atar. Sülün Ahmet, Naci Beyefendinin arkasında, bitkin...)

SALİH — (Naci Beyefendiye kapıcıyı gösterir.) Bu adamı buradan defediniz! Yolumu kesmek

istedi!

(Yusuftan başka herkes masadan kalkar. Sağlı ve sollu iki saf halinde sıralanıp, ortadaki Salih'e

bakarlar. Yalnız Fabrikatör Ali, ön plânda, koltukların yanında ve ayakta, manzarayı

seyretmektedir. Yusuf, başı önünde ve daima masada... Naci Beyefendinin bir işaretiyle kapıcı

çıkıp gider. Koridor bomboş...)

SALİH — (Naci Beyefendiye) Tam bahçenizden geçerken ışıklar söndü! Meğer şehir cereyanı

kesilmiş... Öyle mi? (Etrafına bakmır, ön plânda ve ayakta duran fabrikatör Ali'yi görür.) Parayı siz

kaybettiniz, değil mi Ali Bey?

ALD — Hayır! (Elini, masada oturan Yusuf a

224

uzatır.) Yusuf Salih Bey kaybetti! Tam otuz iki bin lira!...

SALİH — (Gözü Yusufta) Ne, Yusuf Salih Bey, nam-ı diğer hasta Kumarbaz otuz iki bin lira mı

kaybetti? Nerede buldu bu parayı? (Naci Beyefendiye döner, iki yumruğunu birden havaya

kaldırır.) Yâni siz...

(Naci Beyefendi korkuyla bir adım geri çekilir, Yusuf yerinden fırlar.)

YUSUF — (Bağırarak Haddehaneli Salih'e) Buraya ne sıfatla ve nasıl gelebiliyorsunuz? Şu

halinize, kılığınıza da bakın! Burası sizin muhitiniz mi? Çıkın dışarıya!

SALİH — (Naci Beyi Gösterir.) Beni, buranın öksecisi akbabalar değil de, öksedeki yaralı serçe

kovuyor! (Sülün Ahmet'i görür.) Ya sen ne yaptın, sersem!

SÜLÜN AHMET — Patron, ben hiçbir şeyin farkında değilim! (Sülün Ahmet'in cevabı üzerine,

şaşkın şaşkın, birbirine bakınırlar... Kulaktan kulağa fısıltılar.. Haddehaneli Salih etrafına bakmır,

kalabalığı süzer.)

SALİH — (Kalabalığa) Parayı kim kazandı?..

(Herkes, sol taraftaki safta duran Göbekli ve kelli felli adama bakar.)

SALİH — (Göbekli ve kelli felli adama) Siz mi kazandınız?

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Naci Beyefendiye) Murahhas âza beyefendi! Böyle

sahneler galibaburada sık sık olmaya başladı! Pek alışık bir haliniz var! İcabeden tedbirleri

alsanıza!

SALİH-( Neci beyfendiye ) yani niçin polise haber vermiyorsunuz demeğe getiriyor. ( göbekli ve

kelli felli adama ) neci beyefendi bu işi yapamaz, nezaketi manidir ! siz teşebbüs etsenize ! ( biraz

sükut, dehşet…) kazandığınız paraları sahibine iade edin !

YUSUF- ( yine bulunduğu yerden haykırır ) sizi bu işe kim memur etti ? buraya tripo numarası

yapmaya mı geldiniz ?

SALİH- ( gözleri Yusufta) benim bir tripocu olduumu yüzüme vuruyor. Hem de bu kadar kibar,

yüksek temiz, insanlar içinde!.. halbuki ben, onun yüzüne vuracak hiçbir şey bilmiyorum.. ( iki

taraftaki kalabalığa) ben bir tripocuyum. İpsizlere, sapsızlara kumar oynatır, onlardan aldığım

manolarla hallenirim. Benim tripomda biri esnerse, ağzına yumruk sokup altın dişlerini sökerler.

Düşünün, ben nasıl bir tripocuyum! Fakat işlettiğim batakhane, bu katil yuvası önünde bir ana

sınıfına benziyor.

NACD- Salih beyciğim, rica ederim, sakin ve muvazeneli olun. Gelin, sizinle aşağıdaki yazıhaneme

kadar inelim. Maksadınızı ve gayretinizi orada öğreneyim. Emredersiniz, ne isterseniz veririz!

SALİH- ( Naci beyfendiye ) aşağılık adam! Beni elaleme rezalet çıkarıp, haraç almaya gelmiş bir

külhan beyi gibi gösteriyorsun. Konuşayım mı ? ( göbekli ve kelli felli adama) benim kahraman

beyim, 32 bin lirayı şimdi ödüyor musun kaybedene?

( Yusuf olduğu yerde masaya eğilir, iki eliyle yüzünü kapar)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM- ( Salih’e ) şunun bunun kayıbı ve kazancıyla ne alakanız

var sizin ?

SALİH- hiç ! hiç mi hiç ! ( Yusuf’u gösterir) bu çocuğa acıyprum. O kadar hastaki, zavallı,

tripolara bile gidiyor. Benimkine de geldi. Onu kurtarmak istiyorum! ( Etrafına) kuzum, kibar,

merhametli, malumatlı insanlar! Bana yardım edin.!

YUSUF- (ellerini yüzünden çeker, kalabalığa bakar) Çıldırmak üzereyim ! bu adamın bana

musallat oluşundaki sırrı anlayamıyorum!( Haddehaneli Salih’e) Ya çekil git, yahut?...

SALİH- ( Yusuf’a) Beni öldürecek misin ? Nerede o haysiyetli parmaklar sende ? ( Naci

beyfendiye) naci beyefendi, sizi vazifeye davet ediyorum !

NACD- Çok ileri gidiyorsunuz! Polis çağırmaya mecbur olacağım.

SALİH- Durun yahu ben bütün klübü toplayayım da siz o vakte kadar polisi çağrırsınız. Ne kadar

çokluk olursa o kadar iyi…

( Haddehaneli Salih atılır, hızla cephe kapısını açar. Merdivenlere doğru ilerler )

SALİH-( Avaz avaz) Akdeniz yat klübünün sayın davetlileri! Oyun salonuna buyurun. Hanımlar,

beyler!, buraya. En büyük numara gösteriliyor.

YUSUF-Allahım ! Beynime bir kurşun sıkmaktan başka çarem kalmadı !...

( Yusuf ileriye atılır, masanın etrafından dolaşır, açık cephe kapısından çıkar. Tam oa anda geriye

dönmüş olan haddehaneli Salih’e çarparak merdivenlerden atlar, deli gibi iner, kaybolur.

Haddehaneli Salih, tekrar meredivenlere dönmüş, alık alık Yusuf’u takip ediyor. Kalabalıkta kapıya

doğru şuursuz ve ani bir sokulma...)

YUSUF — (Merdivenlerden kaybolurken) Ben artık ölmeliyim!

SALİH — (Yusufun arkasından acı acı bağırır.) Yusuf bey, dur! Nereye gidiyorsun?

(Haddehaneli Salih merdivenlere doğru sürüklenirken, bir basamak iner.)

SALİH — Yusuf bey, bir lâhza bekle, geliyo-

rum!

(Haddehaneli Salih bir basamak daha iner)

SALİH — Yusuf bey, bir çift sözüm var! Yusuf Bey, Yusuf Bey!

(Haddehaneli Salih de merdivenlerden yu-varlanırcasına inip kaybolur. Koridorun sağ ve solundan

birkaç kişi peydahlanıp oyun salonuna bakarlar. Başlar merdivene doğru... Fabrikatör Ali hâlâ

olduğu yerde... Sülün Ahmet yavaşça kapıdan çıkıp sağ yana sapar, kaybolur. Birden, sırtında şık

bir tuvalet merdivenlerden koşakoşa, Semra çıkar. Arkasından Prens Safa, koşarak Semra'yı takip

ediyor. Semra oyun odasına girer. Semra, sarhoş tavırlarla, yine iki saf halinde açalan kalabalığı

süzer ve ön plânda, dimdik, kendisine bakan Fabrikatör Ali'yi görür.)

228

SEMRA — (Cephe kapısınn önünden Fabrikatör Ali'ye) Yusuf bey, Yusuf Bey diye bağıra bağıra

deli gibi dans salonundan geçerken Haddehaneli Salih'i gördüm. Ne var?

ALD — Rezalet!

NACD — (Semra'ya yaklaşır.) Rezalet çıkarıp bizden para koparmak istedi!

SEMRA — (Düşmemek için sallanır, arkasındaki Prens Safa'ya dayanır, doğrulur.) Yalan

söylüyorsunuz! Haddehaneli Salih böyle birşey yapmaz!

NACD — Ya ne yapar? (Eliyle gösterir.) Bu muhterem hanımefendilerle beyefendiler arasında,

onlardan bir fert gibi mi hareket eder?

SEMRA — (Koluyla Prens Safa'nın koluna abanıp kalabalığa bakar.) Muhterem Hanımefendilerle

muhterem beyefendiler bunlar mı? (Prens Safa'dan ayrılır. Kalabalığa doğru bir iki adım atar, bir

saray reveransiyle selâm verir.) Muhterem hanımefendiler, muhterem beyefendiler! Ka-atil, hırsız,

dolandırıcı, kalpazan, nebbaş, orospu, pezevenk, dalkavuk, deyyus, jigolo, vatan haini.... Bu

sıfatları tanıyor musunuz? Affedersiniz, siz bunları bilemezsiniz! Bu sıfatları taşıyanlar sizin gibi

muhteşem insanları görseler, utançlarından ölürler! (Doğrulur, cilveli bir tavır takınır.) Sakın yanlış

anlamayın! Yâni ne kadar aşağılık mahlûklar olduklarını bir anda kestirirler! (Prens Safa'ya döner)

Sen burada kal; Prens cenapları, sizin yeriniz burası... Birkaç fırın ekmek yedikten sonra buradaki

seviyeye yetişebilirsiniz!

(Semra uzun eteklerini kaldırır, koşa koşa kapıdan çıkar merdivenlerden uçarak iner,

229

kaybolur. Fabrikatör Ali ilerler, oyun masasının sol kavisine yapışır, masaya tutunur.)

ALD — (Herkese) Merak edecek hiçbir şey yok!

(Semra'nın arkasından bakanlar, hep birden fabrikatör Ali'ye döner. Kaynaşma... 0-yun masasının

arkasında, masaya muvazi bir kalabalık çizgisi... Naci Beyefendi ile Prens Safa, yan yana, ortada...)

ALD — Semra isimli mâruf ve mecnun kokot da, Yusuf gibi, Haddehaneli Salih'in müşterilerin -

dendir. Bunların hepsi evvelden düşünülmüş bir tertip... Bizi ve kulübü çarpmak istediler. Buna

yakın bir numarayı da üç gece evvel Haddehaneli Salih'in triposunda gördüm. O zaman da, hedef

galiba bendim!

NACD — Pek doğru Ali Beyefendi!

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — (Kalabalığın sağ tarafından) Siz tripoya mı gittiniz? Nasıl

ayak atabildiniz öyle yere?

ALD — Yusuf götürdü; bu adamları tetkik için gideyim dedim. Oyun oynamak için değil...

NACD — Öyle, öyle!...

ALD — Haddehaneli Salih, nam-ı diğer Parmaksız Salih, müthiş adam... Zar tutarak Mısır'da ve

İstanbul'da on binler kazanmış...

(Büyük bir alâkayla kımıldanan kalabalık... Kadınlar merakla başlarını uzatır.)

ALD — Yirmi iki senedir de oğlunu kaybetmiş.. Bir de böyle masalı var... (Prens Safa'yı gösterir.)

Beyefendi anlattı: Oğlunu bulmak için baş

230

vurduğu hocalardan biri demiş ki ona... (Sağ elinin şahadet parmağını gösterir.) Şöyle demiş:

"Parmağına güvenme! Bir gün aynı parmakla bütün paranı geriye verebilirsin!" Ve Salih'in

parmağında bir sivilce çıkmış... (Prens Safa'ya) Öyle değil mi Beyefendi?...

PRENS SAFA — Tamam, tastamam! (Sağına ve soluna doğru) Parmak dolama olmuş... Hissini

kaybetmiş.. Salih bir daha zar tutamamış... Bütün kazancını birkaç haftada kaybetmiş...

ALD — Geçirdiği bir buhran neticesinde satırla parmağının üzerine vurmuş... Derken kangren

ameliyat... Parmağını kesmişler.. O gün bugün, işi tripoculuk ve böyle tertipler..

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — Ne garip macera!

NACD — Evet, evet! (Etrafına) Kıymet ve ehemmiyet verilecek hiçbir nokta, yok efendim! Biz

işimize devam edelim! Buyrun hanımefendiler, beyefendiler, yerlerimizi alalım!

(Eski oyuncular yerlerine doğru yürür. Prens Safa masanın etrafından dolanıp fabrikatör Ali'nin

yanma gelir. Göbekli ve kelli felli adam, krupye iskemlesinin arkasında...)

GÖBEKLD VE KELLD FELLD ADAM — İsterseniz ben size bir bakara adötablo açayım.

PRENS SAFA — (Sağ elinin şahadet parmağını Ali'nin burnuna doğru uzatmış) Kazanırsanız elli

lirası benim!

PERDE

DÖRDÜNCÜ PERDE

(Dkinci perdedekinin aynı)

(Macide, ön plândaki koltuklardan birinde, yüzü sağdaki kapıya doğru, sırtında aynı robdöşambr,

çocuğuna beyaz bir kazak örmekle meşgul... Bütün abajurlar yanmakta... Penceredeki manzara çok

silik ve ışıklar pek seyrek... Macide, elinde sarkan minicik kazağın işini bitirir, son düğümü atar,

yün ipliği kucağındaki büyücek bir makasla keser, sonra kazağı, koltuğun kol dayanacak yerine

serer. Yünlerle şişleri ve makası da onun yanına koyar, vücudunu koltuğun arkasına verir, gözlerini

kapar ve öylece kalır. Sert bir zil sesi.. Kapı çalınıyor. Macide yerinden fırlar, sağa koşar, çıkar....

Geçen birkaç saniye... Sağdan, her zamanki ceketini giymiş boyunbağını takmış, Haddehaneli

Salih gelir. Salih yürür, çocuk kazağım taşıyan koltuğun yanma gelir. Kazağı iki eliyle tutup uzatır,

uzaktan seyreder. Arkasından, bir hayalet gibi sokulan Macide... Salih, kazağı; koltuğun oturacak

yerine bırakıp Macide'ye döner..)

SALİH — Bütün parasını kaybetti!

MACDDE — Biliyordum!

SALİH — Nerede buldu otuz bin liradan fazla parayı?

MACDDE — (Birden elleriyle yanaklarını kavrar, ayak parmaklarının ucunda yükselir.) Otuz bin

lira mı kaybetti?

SALİH — Otuz iki bin lira...

MACDDE — Bittik! Namusumuz da bitti!

SALİH — (Gayet korkunç) Niçin?

MACDDE — Demek bana yalan söyledi. Parayı bugün tahsil etmiş!..

SALİH — Ne parası?

MACDDE — Samiye Hanımefendinin parası.. İhtiyar kadının Hukuk Mahkemesinde otuz bin liralık

bir dâvasını kazandı. Satış muamelesini bitirmek üzereydi. Bana parayı tahsil edeceğini söyledi.

SALİH — (Hırıldar gibi) ݺte şimdi hastalık, ilâçsız!

MACDDE — (Heyecanı artıyor) Bu gece siz gelmeden, evin halısını verdi bir adama.. Üç bin lira

aldı. Demek cebinde ayrıca otuz bin lira varmış... Üç bini kaybettikten sonra artık namusa da

paydos, öyle mi! (Çılgınlaşır) Hatırıma da gelmedi değil... "Sakın parayı almış olmayasm; sen bir

yabancının emanet parasıyla da oynarsın!" dedim ona...

SALİH — (Dalgın, düşünceli, korkunç) Bu pisliği ölüm de temizleyemez!

MACDDE — (Kendinden geçiyor.) Hiçbir şey temizleyemez! Onu Barodan kovarlar. Emniyeti

suiistimalden hapishaneyi boylar. Dillere destan oluruz. Bir avukatın marifetleri diye, gazeteler

birer karış harflerle yazarlar ismimizi... (Çığlık sesi ile) Ya ben ne olurum, ya çocuğum ne olur?

234

(Macide, ayakta, bir deli tauriyle susar. Salih'in yüzü pıhtılaşmış.. Salih koltuğun üzerindeki çocuk

kazağını alır, yere atar, koltuğa çöker. Gözleri hep Macide'de..)

SALİH — Bana birşey söyle, birşey söyle ki, insanoğlunun elinden gelmesin isterse; amma birşey

söyle... Ben onu yapayım.

MACDDE — Hemen otuz bin lirayı bulup bu sabah, nihayet öbür gün, nihayet daha öbür gün

kadına teslim etmekten başka hiçbir çare yok.

SALİH — (Dhtiyarsızca sağ taraftaki makası eline alır, Macide'ye doğru tutar.) Nasıl bulalım!

MACDDE — Hiçbir şey bilmiyorum!

SALİH — (Makası yerine koyar.) Bütün kötülüğü bana ait, cinayet, hırsızlık, rezalet, bir çare?

MACDDE — (Dlerler) Nerede kaldı bu adam? Hâlâ kulüpte mi?

SALİH — Çıktı. Benden evvel çıktı,. Belki herşeyi kurtaracaktım. Fakat çıktı, başını aldı, kaçtı...

Giderken de "ben artık ölmeliyim!" diye bağırdı. Beni de sürükledi peşinden.. İzine bile

rastlıyamadım.

MACDDE — Öyle ise nerede kaldı? Niçin hâlâ gelmedi evine? Yoksa?..

SALİH — (Elini kaldırır.) Yok yok kendisine birşey yapmış olamaz. Ben Yusufta o gözü

görmüyorum!

MACDDE — Böyle söylemeyin! Oğlunuzu daha dün tanıdmz! O çocuk kadar içinden dertli, i-

çinden belâlı, içini dışına çıkaramıyan, yaptıkları ile duydukları birbirine zıt, hiç kimse yoktur.

Böyle bir hâl karşısında ya çıldırır, ya ölür.

235

(Salih başını korkunç bir hareketle Macide'-ye doğru uzatır. Bir an durak...)

MACDDE — Ondaki hastalığı benden başka kimse bilemez. Yusuf un karnındaki öz temizdir.

SALİH — Nasıl olur?

MACDDE — Niçin olmasın?

SALİH — O benim kanımı taşıyor!

MACDDE — Sizin kanınız pis mi?

SALİH — Pis! (Ayağa kalkar, Macide'ye ellerini uzatır.) Kızım benim, kızım! Kocana acımaya

başladın! Çareli, çaresiz, ona suç bulma! Çareli, çaresiz, onu affet! (Elini göğsüne yapıştırır.) Hiç

olur mu, Haddehaneli Salih'in oğlu Yusuf beyefendi olabilir mi? Nasıl istersin ki kırkayak

yumurtasından bir kelebek çıksın? Bütün kabahat bende!

MACDDE — (Salih'in halinden ürkmüş) Beni öldürmeyin!

SALİH — Hakkın bana gösterdiği cilveye de bak. Tıpkı karıma benziyorsun! Yüzünde hiç boya

bırakmasan, sırtına uzun bir entari giysen, saçlarına beyaz bir başörtüsü atsan, o dirildi diyeceğim!

Dik bana gözlerini! Onun gözlerindeki lanet karanlığı ile dik ve onun gibi beddua et: "Merhametsiz

adam! Allah da sana merhamet etmesin! Yalnız kocama acısın!" (Macide'nin üstüne yürür.) Ben bu

zamana kadar, evvelâ kendiminki, kimbi-lir kaç ocak söndürdüm. Şimdi de seninkini

söndürüyorum. Yalnız benim gibi bir günahkârın kanını taşımak vebali yüzünden çocuğumun ocağı

sönüyor! (Arkasını döner, iki eliyle büyük pencereyi kucaklarcasına) Her günaha bir kefaret biçen

Allahım! Yok mudur benimkinin kefareti?

236

(Macide ayakta mendiline kapanmış sarsılırken Salih birdenbire geriye döner. İki büklüm vaziyette

parmaksız elini sol avucunun içine vurur.)

SALİH — (Deli sırıtışile) Elbette ben de bu bilgisiz kafamla, kısacık aklımla bir yol bulabilirim.

Bak, cilvelere sen, bunu demin yolda gelirken düşünür gibi olmuştum da tam kestireme-miştim,

elimden kaçırmıştım.

MACDDE — (Başını vekarla kaldırır.) Siz neler söylüyorsunuz? Deli mi oluyorsunuz?

SALİH — Akıllanmaya çalışıyorum?

MACDDE — Biz Yusuf u bulalım! Nerede bulalım onu?

(Nokta halinde tek ve korkak bir zil sesi... İ-kisi de sağ tarafa bakarlar.)

SALİH — Belki de o... (Macide kaskatı kesilir, zil tekrar çalar.)

SALİH — Beni hâlâ bilmiyor. Birdenbire kar-şılaşmamalıyım.

*

(Macide âni bir irade hamlesi ile doğrulur. Salih'e çocuğun odasını gösterir, dimdik sağa doğru

yürür çıkar. Salih döner, koltuğun kol dayanacak yerinde duran makası alır, sol elinin baş

parmağına geçirir, birkaç kere açar ve kapar ve elinde makas, sol tarafa yürür, soldaki kapıyı

yavaşça açar, içeriye giren Macide, arkasında fraklı Yusuf. Macide hızla yürüyüp sağa bakan

koltuğa oturur. Yusuf yavaş yavaş ilerler, karısının karşısında durur.)

237

UF — (Gayet sakin ve o nisbette korkunç) Eğer biraz sonra güneş mutlaka doğacaksa, eğer bu

geceyi Kıyamete kadar uzatmanın yolu yoksa benim için hiçbir çare kalmadı demektir. Bir erkeğin

ne kadar manevî dayanağı varsa hepsini çökerttim.

MACDDE — Biliyorum!

YUSUF — Kim söyledi diye sormayacağım. Saniye Hanımefendinin otuz bin lirasını aldığımı, onu

kaybettiğimi biliyor musun?

MACDDE — Biliyorum!

YUSUF — Ölürsem şerefim temizlenmiş ol-mıyacak. Aynı şerefsizliği sana ve çocuğuma

devretmiş, sonra da bunun dünyadaki azap ve mes'u-liyetinden kaçmış olacağım! Yaşarsam...

MACDDE — Beraber ölelim!

YUSUF — Ölemeyiz! Çocuğumuz var. Bu lekeyi cemiyet içinde, en az bulaşmış uzuvlarımızla, hiç

günahı olmayanlarla taşımağa mahkûmuz. O da sen ve çocuğum...

(Macide, yüzünde misilsiz bir ifade, alabildiğine açık gözlerini Yusuf a saplar. Yusuf ona doğru

baka kalır, soğukkanlılığını kaybedecek gibidir.)

YUSUF — Bana öyle bakma! Bu halin, bir gün dert olabilir içine. Ev yandıktan, ocak söndükten

artık kurtarılacak hiç bir şey kalmadıktan sonra insanlar birbirine gülse de olur. Bundan sonra daha

nasıl bir kötülük gelebilir elimden? (Bir an durak) Fenalığın bu kadar sonsuzuna ulaştığıma göre

artık mesele yok, beni bağışla!

MACDDE — (Çığlık) Yusuf.

238

(Yusuf bir hamlede atılır, karısının ayaklan önünde kendini yere atar. Macide'nin dizlerine sarılır.)

YUSUF — Öldüm, bittim, yandım, kül oldum! Hiçbir kelime bana göre değil... Mayamdaki zehir

beni bu hale getirdi. Seni ve çocuğumu anadan doğma soyup çirkefe attıktan sonra kendime yol

düşünmeğe kalkıyorum. Eğer sen bana izin verir, emreder, bu son namussuzluğumu bağışlarsan o

zaman ben bu yol üzerinde .. (Bir an durak) Sen Hukuk mezunusun! Kendine hemen en iyi bir

vaziyet temin edebilirsin! Çocuğumu yetiştirebilirsin! Onu öyle terbiye edersin ki, babasının

kanındaki zehir çocuktan süzülür.

(Macide Yusuf u iter, kalkar. Yusuf da kalkar.)

MACDDE — (Sesi gözyaşı ile nemli) Ben ne yapacağım biliyor musun? (Pencereyi gösterir.)

Pencerede gün ışıldarken buradan çıkacağım, Sa-miye Hanımefendiye gideceğim, ayaklarına

kapanacağım, herşeyi anlatacağım. Benim de bir vazife alacağımı ve evime ne girerse, tek lokma

ekmekten ötesini kendisine götüreceğimi, borcumuzu bir iki sene içinde kapatacağımızı söyliyece-

ğim. Eminim ki, bana acıyacak... Kabul edecek... Sen de şerefsiz erkek, yaşıyacaksm; Cemiyete

karşı namusun kurtulduktan sonra, evinin içinde, bu kapkara yüzle yaşayacaksın! Buna

mahkûmsun! Senin cezan bu olacak!

YUSUF — (Olanca kuvvetiyle haykırır) Ben şerefsiz erkek, şerefimi yalnız sana karşı temizle-sem

de, sen de beni bu yolla cemiyete karşı kur-tarsan daha iyi olmaz mı?

239

II

(Yusuf pantolonunun arka cebinden hızla küçük bir tabanca çıkarır. Madde ellerile yüzünü kapatır.

Soldaki kapı açılar. Hadde-haneli Salih müthiş adımlarla ilerler. Yusuf, elinde tabanca donup

kalmıştır. Hadde-haneli Salih, yüzü müthiş, aynı adımlarla Yusufun yanına kadar gelir, Macide ile

onun arasında bir karış mesafede durur.)

SALİH — (Yusufa) At şu oyuncağı elinden!

(Yusuf tabancayı yere, yerdeki, çocuk kazağının üstüne bırakır.)

YUSUF — (Dlk şaşkınlığı geçmiş, Salih'e) Mundar kumarhaneci, Parmaksız Salih, beni felâket

kuşu gibi takip ediyorsun! Hani biraz aklımı oynatsam da "Evimi sen yıktın, görmeye de geldin!"

desem yalan olmayacak...

SALİH — Daha söyle, daha söyle!

MACDDE — (Yusuf a) Eğer ona bir kelime daha söylersen beni kaybedersin! O kim, biliyor

musun?

(Salih parmaksız elile Macide'nin ağzını kapatır. Gözleri Yusuf ta...)

YUSUF — Kimsiniz siz?

SALİH — Haddehaneli Salih, nam-ı diğer

parmaksız Salih...

YUSUF — (Ağlamaklı) Benden ne istiyorsunuz? Beni ezmekten, küçük düşürmekten, rezil

etmekten, evime kadar girmekten., karımı avuçlarınızın içine almaktan ne bekliyorsunuz? Ne

çıkarınız yar?

SALİH — Büyük bir çıkarım var. Sabret!

(Macide'ye döner.) Kızım? 240

MACDDE — Buyurunuz efendim!

SALİH — (Sol kapıyı gösterir.) Şu içerideki kocaman avize meselesi beni çok sinirlendiriyor.

Şimdi iyice baktım. O kopar o.... Çocuğu uyandırmadan kucağıma aldım, tâ dipteki odaya,

banyodan sonraki odaya, sizin yatak odanıza kaldırdım.

(Macide hayretle Salih'e bakarken, Yusuf çarparcasına ellerini yüzüne götürür.)

YUSUF — Allahım, neler dönüyor? Daha ne kadar küçüleceğim?

(Salih, gayet soğukkanlı, ve iradeli, Yusuf a döner)

SALİH — Artık küçülmeyeceksin! Bir daha kumar oynamayacaksın ki...

YUSUF — Doğru! Artık bir daha kumar oynamayacağım! O da emin...

SALİH — Öyle değil... Marifet birşeyi yapabilecekken yapmamakta... Körün kadına

bakmamasında ne sevap var? (Macide'ye) Kızım güneş doğmadan kocan kurtulacak! Bana inanıyor

musun?

MACDDE — Neden bilmiyorum, size inanıyorum!

YUSUF — Şafak sökmeden bir mucize mi olacak?

SALİH — Onu her kumarbaz her şafak vakti

bekler. Sonra da senin gibi "Allahım, gündüz olmasın!" diye dua eder. (Pencereye döner ve orada

şafağın ilk ışıklarını görür.) Şafak mutlaka sökecek, gündüz olacak ve bütün insanları o günün

hesabına çağıracak... (Yusufa döner.) Sen nasıl hesap vereceksin?

241

(Yusuf, sol tarafa bakan koltuğa yığılır, çenesini göğsüne yapıştırır. Salih ona biraz daha yaklaşır.)

SALİH — Ama korkma, kendini öldürmeyeceksin! O pis kanın dökülmeyecek! Bu da erkeklik mi?

Yüzündeki çamuru karınla çocuğun suratına at, sonra ölüm dedikleri yağız ata bin, kaç! Erkeklik

mi bu? Sen iki sevici karıdan mı doğdun, yoksa bir erkekle bir kadından mı? Yüzüne bakan da seni

bir erkeğin evlâdı zanneder!

YUSUF — (Kendinde değil) Şimdi de babama, yüzünü bir kerecik görmediğim, görmeden

gideceğim babama hakaret!

SALİH — Allah senin babanın belâsını versin!

(Yusuf yerinden fırlar, boğazına sarılacak gibi Salih'e bakar, Macide atılır.)

MACDDE — Yusuf, Allah aşkına birşey söyleme! Bana ve çocuğumuza bir parça merhametin

varsa sus!

YUSUF — (Gözleri kan çanağına dönmüş, Macide'ye) Macide! Bu adam senin neyin oluyor

kuzum? Sen de benim gibi aile nedir bilmedin. Baban mı, dayın mı, amcan mı, neyin oluyor?

SALİH — Ben bu kızın hiçbir şeyi olmuyorum, amma o benim herşeyim oluyor!

(Macide ağlar, Yusuf tırnakları ile yanaklarını çizer.)

YUSUF — Karımın babası çoktan öldü, biliyorum... Benimki de... Nedir şu adamı arkama düşüren

hikmet? 242

MACDDE — (Haykırır) Söyleyeyim mi?

SALİH — Söyleme! Çocuğunu al da beş dakika için buradan git! (Yusufu gösterir.) Ben bu

delikanlıya yaşamıya mecbur olduğunu, karısının da merhamet dilenciliğine çıkmayacağını, her

şeyin güneş doğmadan yoluna gireceğini göstereceğim. Bizi yalnız bırak!

YUSUF — (Çığlığı basar) Yalan, yalan, bana yalan söylemeyin! Çocuk değilim ben, beni

oyalamayın! Ahmak değilim ben, beni dolandırmaya

kalkışmayın!

SALİH — (Parmaksız elini Yusuf un göğsüne dayar.) Dolandırıcı sensin! İhtiyar bir kadını

dolandırdın, parasiyle kumar oynadın! Biz kimseyi dolandırmayız! Sözümüz sözdür! (Macide'ye)

Git

kızım!

MACDDE — Sabaha karşı nereye gidebilirim?

Beş yaşında bir çocukla nereye çıkabilirim! Bana acıyın! Ben de kalayım aranızda, ben da anlıya-

yım!

SALİH — (Göz yaşları içinde) Sana acımaya-nm yüzüne mahşer günü bütün insanlık tükür-sün!

(Eliyle gözlerin siler.) Git kızım! Çocuğunu götürdüğüm odaya çekil! Hem de giyin artık, sonra

gelirsin!

(Macide, başı önünde soldan çıkar. Salih,

yiyecek gibi Yusuf a bakayor.)

SALİH — Senin baban kim?

YUSUF — Bilmiyorum!

SALİH — (Pencereyi gösterir.) Söyle! Bak, şafak söküyor! Vakit kalmadı! İnsanlar uyanacak...

Dünyada sevdiğin ne varsa onun başı için söyle!

YUSUF — Söylemiştim ya, babam, 22 sene

243

YUSUF — Yemin edersem ne olacak?

SALİH — Kurtulacaksın!

YUSUF — Yeter dedim ya, yetişir, yetişir artık! Size inanmıyorum! Bırakın beni kendi halime!

Kendi çarelerimle baş başa kalayım! (Salihin haline bakar, geriler.) Yoksa siz misli görülmemiş bir

deli misiniz? Karımı buradan gönderdiniz. Eski zaman sihirbazları gibi kurtuluş tılsımları vaa-

dettiniz. Halbuki siz misilsiz derecede vahşi bir yalancı, vahşi bir masalcı, vahşi bir deli

olabilirsiniz! Karımı gönderdiğiniz iyi oldu. Ama siz de çıkın bu evden; içinde bir dakika yalnız

kalmak istediğim bu evden! (Bütün sesiyle) Size evimden gidin diyorum!

SALİH — (Küçülür, büzülür, bükülür.) Gideyim. Artık ben de onu istiyorum. Sevgili kızıma

"Allaha ısmarladık" diyeyim de başımı alıp gideyim!"

(Salih döner, Yusuf arkasından, dimdik bakar. Salih yürür, soldan çıkar. Salih kapıyı kapar

kapamaz Yusuf zıplar, sağ tarafa koşar, elektrik düğmesini çevirir. Abajurlar söner. Geniş

pencerelerde, bütün güzelliği ile başlayan şafak; ve camileri, minareleriyle., Kadıköy kıyılarından

görünen İstanbul... Yusuf döner, sol tarafa doğru yürür, sola bakan koltuğa oturur. Gözleri yere

değer, yerde tabancayı görür, sağ eliyle alır. Tabancayı yerden kaldırırken gözü yerde çocuğun

kazağına ilişir. Elinde tabanca, bir an donar, bir daha eğilir, sol eliyle kazağı alır, sağ elinde

tabanca, küçücük kazağı koltuğun sol yanma dayayıp üstüne kapanır. Sessiz hıçkı-

246

rıklarla ağlamağa başlar. Tam o anda müthişlerin müthişi bir hâdise sol taraftaki odadan şangır

şungur bir gürültü.. Sanki küçük odanın içinde billurdan yüz katlı bir ev devrilmiştir. Yusuf

koltuktan fırlar. Gözleri hep sol tarafta, tabancayı küçük masanın üstüne bırakır. Yine sol taraftan,

bütün gırtlağı kâğıt gibi yırtan bir kadın çığlığı.. Yusuf sola koşar, kapıyı açar, bir ân bakıp içeriye

dalar. Kapı açık kalır. Bir lâhza sessizlik ve hareketsizlik...)

İÇERDEN YUSUF'UN SESD — Pamuklar nerede? Çabuk!

MACDDENDN SESD — Şu gözde! Aç!

(Koşar gibi bir iki ayak darbesi... Sessizlik...)

İÇERDEN YUSUF'UN SESD — Dur, avizeyi çekeyim!

(Billur şangırtalan.. Sessizlik...)

İÇERDEN MACiDETSflN SESD — Aman Alla-hım! Kalkıyor!

(Birkaç saniye derin sessizlik... Haddehaneli Salih, başında koskocaman ve kanlar içinde bir pamuk

külçesi, şakaklarının hizasından iki eliyle pamuğu tutmuş, ceketsiz ve kravatsız, beyaz gömleği

birçok yerinden yırtılmış, gömleğinin sağ omuz başında gittikçe büyüyen bir kan dalgası, soldan

görünür. Arkasından perişan, sırtında güzel bir elbise, Madde... Sonra Yusuf... Macide'yle Yusuf

247

oo

SALİH — Galiba Sülün Ahmet'le Semra geldi... Bakmayın hallerine! İkisi de çok mert çocuktur.

(Sağdan şimşek gibi Semra çıkar. Üstünde aynı tuvalet ve sırtında arjante bir kap... Ar kasında,

klüpteki kılığı ile Sülün Ahmet ve Madde... Semra bir an durur., sonra koşa koşa Salih'e yaklaşır,

yine mıhlanır, kalır. Salih'in çenesi atıyor.)

SEMRA — (Kendini kaybetmiş) Haddehaneli Salih, kalk! (Sülün Ahmet ve Madde yaklaşırlar.

Salih' in arkasına geçerler. Salih'in dudakları kıpırdar.)

SALİH — (Hep boşluğa bakıyor.) Haddehaneli Salih kalkamaz. Bir kere yatınca bir daha kalkmaz!

Çocuklar hoş geldiniz! Dinleyin beni!

(Herkes Salih'in üzerine eğilir.)

SALİH — İçerdeki avize başıma düştü ve ben öldüm! Kaza eseri.. İnanın! Buna şahitsiniz! Eğer

kusur ederseniz Kıyamette iki elim yakanızda ol-

(Semra hıçkırmaya başlar. Salih'de sönme alâmetleri...)

SALİH — Şu, ayaklarımda ağlayan çocuk da benim oğlum Yusuf.. Onu üç gün evvel tanıdım ve

kabul ettim. Buna da şahitsiniz. Hoş, o avukattır, size anlatır.

(Yusuf birden başını kaldırır. Yalnız arkadan görünür.)

sun...

YUSUF

(Yırtılan bir sesle) Baba! Baba! en sana demedin mı, güneş dog- kurtarır diye... Daha güneş tam

bir tonla) Salih, sen ole-

Haddehaneli Salih derler. Salih... Bizim Uzumuz

sözdür!

( Haddehaneli Salih’in gözleri apaçık bakar. Çenesi daha sık atıyor. Pencerede bol güneşli

manzara...)

PERDE

(1948)