Ruhların Şifası

 

 

 

 

ESMA’ÜL

 

HÜSNA

 

 

 

 

 

 

Salih ÖZBEY

 

 

 

 

 

 

 

Kitabı Tashih Edenler:

-Felsefeci:                  M.Kalkan

-Belediyeci:                B.Çelik

 

Kitaba Hizmet Verenler:

-D.Çeltek

-F.Güçlü

-E.Korkmaz

-R.Aslan

 

Kitaba Emeği Geçenler:

-M.Demir

-M.Sertdemir

-Z.Kılıç

 

 

 

KISALTMALAR

 

a.g.e                      Adı geçen eser.

a.g.y.                    Adı geçen yayın

(a.s)                      Aleyhisselâm

bsm.                     Basılmıştır  

b.                           Bin, İbn

bint                       Binti

bkz.                      Bakınız.

çev.                       Çeviren

Doç.                      Doçent

H.                          Hicri

c.                           Cilt, cüz.

(c.c)                      Celle Celâlühû

Hz.                        Hazret

Nşr:                       Neşreden

Ktb.                      Kütüphanesi

M.                         Milâdî

Mad.                    Maddesi, Madde

M.Ö.                     Milattan Önce

M.S.                      Milattan Sonra

ö.                           Ölüm tarihi

Prof.                     Profesör

(r.a)                       Radıyallahû anh

(r.anha)                Radıyallahû anha

(rha)                     Rahmetullahi aleyh

s.                           Sayfa

Trc.                       Tercüme

v.                           Vefatı,Vefat tarihi

vr.                         Varak

y.y.       Yüzyıl

vd.                        ve devamı.

vs.                         vesaire

Yay.                     Yayınevi.

yz.                         Yazma.

ty.                          Tarih yok

 

 

 

 

 


 

 

ESMA’ÜL HÜSNA DERSİ PROGRAMI

 

 

GİRİŞ

Esma’ül Hüsna dersi programı, eğiticinin Esma’ül Hüsna derslerinde yararlanacağı bir rehberdir.

 

Eğiticiye bakış açısı kazandırmaya yönelik hazırlanmış bu program, aynı zaman da ona, ders işlemenin teknik ve yöntemleri hakkında bilgi verir.

 

Eğitici, dersin  süresini ve öğrencilerin seviyesini göz önünde bulundurarak konularını bu programdan seçer ve planını yapar.

 

Bu ders programı, açıklamaları, amaçları, konuları, yöntemleri ve kaynakçayı içerir.

 

A) AÇIKLAMALAR

Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri:

Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

 

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.

 

Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde geçen birçok güzel isim vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

 

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.

 

b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir.[1] Doksan dokuz adet olan bu isimlerin başında "Allah" gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de:

 

وَلِلّهِ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذينَ يُلْحِدُونَ فى  اَسْمَائِه سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

"Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin."[2]

 

قُلِ ادْعُوا اللّهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمنَ اَيًّا مَاتَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ  ذلِكَ سَبيلًا

 

"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır"[3] buyurulmuştur

 

ـ عن بريدة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: سَمِعَ النَّبىُّ  رَجًُ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنِّى أشْهَدُ أنَّكَ: أنْتَ اللّهُ َ إلَهَ إَّ أنْتَ ا‘حَدُ الصَّمَدُ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، فقَالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ سَألَ اللّهَ بِاسْمِهِ الاعْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بِهِ أعْطَى.

 

Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir."[4]

 

Resûlullah (a.s), burada, dua ederken İsm-i Âzam şefaatçi yapılarak istendiği taktirde Cenâb-ı Hakk'ın isteneni vereceğini ifâde buyuruyor. Müteâkiben göreceğimiz üzere  Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Bunlardan biri, İsm-i Âzâm'dır. İsm-i Azâm'ın hangisi olduğu kesin şekilde belirtilmemiştir.

 

Hadiste dua etmekle, istemek (talepte bulunmak) arasında bir tefrik yapılmamaktadır. Buna göre, kulun: "Falanca şeyi bana ver" sözü, onun istemesi, taleb etmesidir. Dua ise, kulun nida ederek "Ey Rabbim! diye seslenmesidir. Rabb Teâla bu seslenmeye: "Lebbeyk ey kulum (ey kulum söyle ne istiyorsun?" diye cevap verir. Bu durumda kulun istemesine mukabil Rabb'in vermesi (îta etmesi) vardır. Şu halde, dua ve isteme arasında belirtilen bu fark mevcuttur. Bu ince farkın her zaman gözetilmeyip, birinin diğeri yerine kullanılması da câizdir, vâkidir.

 

ـ وعن محجن بن الادرع رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: سَمِعَ النَّبِىُّ  رَجًُ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِاللّهِ ا‘حَدِ الصَّمَدِ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدُ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، أنْ تَغْفِرَ لِى ذُنُوبِى إنَّكَ أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ، فقَالَ: قَدْ غُفِرَ لَهُ، قَدْ غُفِرَ لَهُ.

 

Mihcen İbnu'l-Edra' (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafûrsun, Râhimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:"O mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!"[5]

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: دَعَا رَجُلٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُوالجََلِ وَالاكْرَامِ، يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ، فقَالَ النَّبىُّ : أتَدْرُونَ بِمَ دَعَا؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ دَعَا اللّهَ بِاسْمِهِ ا‘عْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بهِ أعْطى.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir."[6]

 

ـ وعن أسماء بنت يزيد رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: قال رسُولُ اللّهِ : اسْمُ اللّهِ ا‘عْظَمُ في هَاتَيْنِ ايَتَيْنِ: وَإلهُُكُمْ إلَهٌ وَاحِدٌ َ إلهَ إَّ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ. وَفاتِحَةِ سُورَةِ آلِ عِمْرَانَ: الم اللّهُ َ إلَهَ إَّ هُوَ الحَىُّ الْقَيُّومُ.

 

Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Âzam'ı şu iki âyettedir:

1- "İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."[7]

2- Âl-i İmrân sûresinin baş kısmı: Elif-Lâm-Mim. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyûmdur."[8]

 

B) ÖZEL AMAÇLAR

Bu dersin okutulmasıyla ulaşılması istenilen amaçlar:

1-Yüce Allah’ın İsimlerini ve Sıfatlarını Tanımak     

2-Yüce Allah’ın En Güzel İsimlerinin Asılları Bilmek

3-Esmâu’l-Hüsnâ’nın Gerektirdikleri öğrenmek

4-Yüce Allah’ın İsimleriyle Tevessül Etmek

5-Esmâu’l-Hüsnâyı Korumada Edebi öğrenmek

6-Esmâu’l-Hüsnâyı Kötülükten Tenzîh Etmek

7-Allah’ın En Güzel İsimleriyle ve En Yüce Sıfatlarıyla Tecellî Etmesi öğrenmek

8-Esmâu’l-Hüsnâ’nın, Yüce Allah’ın Zatına ve Birliğine Delalet Etmesi Bilmek

9-Yüce Allah’ın Sıfatlarıyla İlgili Âyetler Tespit Etmek

10-Yüce Allah’ın Sıfatları İle İlgili Hadisleri Tespit edip öğrenmek

11-Yüce Allah’ı Tanıyıp başkalarına anlatabilme tekniğini kazanabilmektir.

 

Sonuç olarak; Esma-ül Hüsna’yı öğrenmenin önemi:

 

a-İlahi Rububiyyet; yüce Allah’ın Rabbaniyyetine dalalet eden; varlığına ve biriliğine ve nasıl yaratıcı, nasıl yarattığı varlıkların rızklarını verici ve nasıl terbiye edici olduğunu öğrenmek.

 

b-İlahi Uluhiyyet; yüce Allah’ın Azametine dalalet eden ne kadar güçlü, ne kadar büyük, nerde ve ne yaptığını öğrenmek.

 

b-İlahi Ubudiyyet; yüce Allah’ın lutfuna dalalet eden; niye ibadet edilir, nasıl dua edilir, kimi sever, kime rahmet eder, kimi ne için cehenneme koyar ve kimi niçin cennetine koyar gibi özellikleri öğrenmek.

 

C) KONULAR

1)-ALLAH (cc)

2)-RAHMAN

3)-RAHİM

4)-MELİK

5)-KUDDÜS

6)-SELAM

7)-MÜ'MİN

8)-MÜHEYMİN

9)-AZİZ

10)-CABBAR

11)-MÜTEKEBBİR

12-HALIK

13)-BARİ

14)-MUSAVVİR

15)-GAFFAR

16)-KAHHAR

17)-VAHHAB

18)-REZZAK

19)-FETTAH

20)-ALİM

21)-KABIZ

22)-BASİT

23)-HAFID

24)-RAFİ

25)-MUİZ

26)-MÜZİL

27)-SEMİ

28)-BASİR

29)-HAKEM

30)-ADL

31)-LATİF

32)-HABİR

33)-HALİM

34)-AZİM

35)-GAFUR

36)-ŞEKUR

37)-ALİYY

38)-KEBİR

39)-HAFIZ

40)-MUKİT

41)-HASİB

42)-CELİL

43)-KERİM

44)-RAKİB

45)-MUCİB

46)-VASİ

47)-HAKİM

48)-VEDUD

49)-MECİD

50)-BAİS

51)-ŞEHİD

52)-HAKK

53)-VEKİL

54)-KAVİYY

55)-METİN

56)-VELİYY

57)-HAMİD

58)-MUHSİ

59)-MUBDİ

60)-MUİD

61)-MUHYİ

62)-MÜMİT

63)-HAYY

64)-KAYYUM

65)-VACİD

66)-MACİD

67)-VAHİD

68)-SAMED

69)-KADİR

70)-MUKTEDİR

71)-MUKADDİM

72)-MUAHHİR

73)-EVVEL

74)-AHİR

75)-ZAHİR

76)-BATIN

77)-VALİ

78)-MÜTEALİ

79)-BERR

80)-TEVVAB

81)-MUNTEKIM

82)-AFÜVV

83)-RAUF

84)-MALİK'ÜL-MÜLK

85)-ZÜLCELALİ VE'L-İKRAM

86)-MUKSİT

87)-CAMİ

88)-GANİYY

89)-MUĞNİ

90)-MANİ

91)-DARR

92)-NAFİ

93)-NUR

94)-HADİ

95)-BEDİ

96)-BAKİ

97)-VARİS

98)-RAŞİD

99)-SABUR

 

D)  YÖNTEMLER

İdeal İslam toplumunu oluşturacak fertlerin Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının bilgisini öğrenme yöntemi ne olmalıdır? Bu konuyla alakalı temel ilkeler şunlardır:

 

1) “İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde aykırılığa (ve inkâra) sapanları bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.” [9] 

Bu isimler, Allah’ın birliğini, merhametini ve üstünlüğünü gösteren, aynı zamanda kalplere ve kulaklara hoş gelen isimleri öğrenmek ve öğretmektir.

 

2) Sağlıklı imanı yerleştirmede, Kur’an’ın ve Hadislerin metoduna uyarak, akıl ve kalple birlikte hitap etmeli.

 

3) Konular işlenirken öğrencilerin de katılımlarıyla derse aktif bir metot hakim kılınmalı, derslerde mümkün olduğunca kaynak eserler bulundurmalı, her çeşit teknik araç ve gereçten yararlanılmalıdır. Öğrencilerin derse katılımları ise konuya hazırlanmaları ile mümkündür.

 

E) KAYNAKÇA

 

Yazarın  Adı                                      Eserin   Adı                                         Yayınevi

 

1)-Abdu'l-Vehhab Abdullatif, el-Mutasar min Mustalahatı Ehli'l-Eser min Ehli's-Sünne  ve'ş-Şi'a ve'l-imamiyye Ve'z-Zeydiyye, 5. baskı Kahire, 1966.

 

2)-Abdulbâki, (Şair-i Meşhur Abdulbâki): Me'âlimu'l-Yakîn, Mevâhibu Ledünniyye Tercemesi, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul 1322/1904. Eser 1008/1599 yılında Türkçeye çevrilmiştir.

 

3)-Abdurrezzak İbnu Muhammed es-San'ani (v. 211). Musannafu Abd'r-Rezzak, Beyrut (Ofset), 1970.

 

4)-Ahmed ibnu Hanbel (v. 241) Müsnedu Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahre (baskısından ofset). Beyrut, tarihsiz.

 

5)-Amidi, Seyfuddin Ebu'l-Hasen Ali İbnu Ebi Ali (v. 631), el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam Kahire, 1968/1387.

 

6)-Azimabadi-Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-Hakk, Tahkik: Abdurrahman Muhammed Osman, Avnu'l-Ma'bud Şerhu Süneni Ebi Davud, Medine, 1968.

 

7)-Ayni-Bedru'd-Din Ebu Muhammed Mahmud İbnu Ahmed (v. 855), Umdetü'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhari, 1348 (baskısından ofset, Beyrut).

 

8)-el-Aclunî, İsmail İbnu Muhammed (v. 1162/1748): Keşfu'l-Hafa ve Müzîlü'l-İlbâs ammâ İştehere mine'l-Ehâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, Beyrut 1351.

 

9)-Ahmed Muhammed Şâkir: el-Bâ'isu'l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi'l-Hâdîs, Beyrut 1951.

 

10)-Babanzâde, Ahmed Naim: Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Birinci cild, Ankara, 1957.

 

11)-Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul 1962

 

12)-Beyhaki Ebu Bekr Ahmed ibnu'l-Huseyn (v. 958), es-Sünenü'l-Kübra Haydarabad Deken 1353.

 

13)-Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır, Mustafa el-Babil-Halebî,1379-1960) l57

 

14)-Buharî, Ebi Abdillah Muhammed İbnu İsmail (sv. 256) el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.

 

15)-Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ankara 1988.

 

16)-Cessas, Ebu Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370), Ahkamu'l-Kur'an Kahire, ty.

 

17)-Çağlar, Doğan, Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. A.Ü. Eğitim Fakültesi yayını, Ankara, 1974.

 

18)-Çakan, İsmail Lütfi: Hadîslerde Görülen İhtilâflar ve Çözüm Yolları, İstanbul 1982.

 

19)-Dârâkutnî, Ali İbnu Ömer (v. 385/995): Ehâdîsu'l-Muvatta (Tahkîk: Zâhidu'l-Kevseri, Keşfu'l-Gıta ile birlikte hazırlanmıştır), Mısır, 1946.

 

20)-Darakutnî, Ali İbnu Ömer (v. 358), es-Sünen Kahire, 1386/1966.

 

21)-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed İbnu Abdurrahim (v. 176) el-İnsaf fi beyan-ı Sebebi'l-İhtilaf fi'l-Ahkami'l-Fıkhiyye Kahire, 1398.

 

22)-Ebu Bekr İbnu'l-Arabi (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968

 

23)-Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986

 

24)-Ebu Dâvud, Süleyman İbnu'l-Eş'as es-Sicistânî el-Ezdî (v. 202/817): Risâletu Ebî Dâvud es-Sicistânî fi Vasfı Te'lîfihi Li-Kitâbi's-Sünen (Tahkîk: Zahidü'l-Kevserî), Mısır, 1.369.

 

25)-Fetevayı Hindiyye (Bir Heyet tarafından hazırlanmıştır). 3. tab, Bulak 1310 baskısından ofset 1973.

 

26)-Fetevayı Kadıhan (fetavayı Hindiye ile basılmıştır).

 

27)-el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl", Mısır 1968, 197-198

 

28)-el-Hâkim, Ebu Abdillâh Muhammed İbni Abdillâh en-Neysâbûrî (405/1014): Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1935.

 

29)-el-Hâkim el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn, Haydârâbâd-Deken 1335.

 

30)-Hamîdullah, Muhammed: Muhtasar Hadîs Târihi ve Sahîfe-i Hemmâm İbn Münebbih, Çvr. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1967

 

31)-el-Hatîb, Muhammed Acâc: es-Sünne Kable't-Tedvîn, Kahire 1963.

 

32)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Ebu Bekr Ahmed İbnu Ali (463/1070); el-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye, Mısır, 1972.

 

33)-……………… er-Rıhle fi Talebi'l-Hadîs, Beyrut, 1975.

 

34)-…………………Takyîdu'l-İlm, Daru İhyai's-Sünne 1975.

 

35)-Hattâbî, Ebu Süleyman Ahmed İbnu Muhammed İbnu İbrâhim (v. 388/998): Me'âlimu's-Sünen, Humus, I969.

 

36)-Hâzimî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Mûsâ (v. 584/1118): Şurûtu Eimmeti'l-Hamse, Kahire 1357, (Makdisî'nin Şurût'u Eimmeti's-Sitte'si ile birlikte Zâhidu'l-Kevserî'nin tahkîkiyle birlikte basılmıştır).

 

37)-el-Hüseynî, Abdü'l-Mecid Hâşim: el-İmâmu'l-Buhârî, Kahire, ty.

 

38)-Hakim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek Ala's-Sahihayn, Haydarabad-Deken, 1335.

 

39)-Heysemi, Nureddin Ali ibnu Ebi Bekr (v. 807), Mecma'u'z-Zevaid, Beyrut, 1967.

 

41)-Hakim Ebu Abdi'l-İlah, en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek Ala's-Sahibeyn, Haydarabad, Deken, 1335 (baskısından ofset), Beyrut

 

42)-Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Tefsir, İkinci Baskı, İstanbul, 1960

 

43)-Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, Tercüme: Said Mutlu, İstanbul 1966

 

44)-İmam Gazâlî, İhyâ-i Ulümi'd-Dîn, İhya, Kahire 1967

 

46)-İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983

 

47)-İbnu Hişam, Ebu Muhammed Abdü'l-Melik (v. 218), es Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955,

 

48)-İbnu Sa'd, Ebu Abdillah Muhammed (v. 230), Tabakatu'l-Kübra, Beyrut, 1960,

 

49)-İbnu'l-Esir, İzzü'd-Din Ebu'l-Hasen Ali İbnu  Muhammed el-Cezerî (v. 630), Üsdü'l-Gabe Fî Ma'rifeti's-Sahabe, Kahire, 1970

 

50)-İbnu'l-Arabi, Ebu Bekr (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968.

 

51)-İbnu Abdi'l-Berr, Ebu Ömer  Yusuf (v. 463), e-İsti'ab Fî Ma'rifeti'l-Ashab, Kahire 1328 (baskısından ofset),

 

52)-İbnu Kesir İmadü'ddin Ebu'l-Fida İsmail (v. 774), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966

 

53)-İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955

 

54)-İbrahim Hakkı Erzurumi (v. 1194), Marifetname, İstanbul, 1330

 

55)-İbnu Haldun Abdurrahman (v. 808), el-Mukaddime, Beyrut, ty.

 

56)-İbnu Hazım, el Hemedani; Ebu Bekr  Muhammed İbnu Musa (v. 584) Kitabu'l-İtibar fi Beyanı Nasih ve'l-Mensuh, Humus, 1386/1966.

 

57)-İbnu Hazm, Ebu Muhammed Ali İbnu Ahmed (v. 456), el-Muhalla, Tahkik: Hasan Zeydan Talebe Mısır.

 

58)-İbnu Hibban, Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban el-Bustî, Sahihu İbnu Hibban Beyrut 1987.

 

59)-İbnu Mace-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Yezid el-Kazvini (v. 275), Sünenü İbni Mace, Kahire 1952, Tahkik; Muhammed Fuad Abdulbaki.

 

60)-İbnu Abdilberr, Ebu Ömer Yûsuf (v. 463/1070): Câmi'u Beyâni'l-İlmi ve Fadlihi, Medîne, 1968.

 

61)-İbnu'l-Arabî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Abdillah (v.543/1148) Ârızatu'l-Ahvazî bi-Şerhi Sahîhi't-Tirmizî, Beyrut, ty.

 

62)-İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır.

 

63)-İbnu Hacer, Şihâbü'd-Dîn Ebu'l-Fadl Ahmed İbnu Ali el-Askalânî (v. 852/1448): Hedyü's-Sârî Mukaddimetu Feth'i'l-Bâri, Bulak 1301.

 

64)-…………..Şerhu'n-Nuhbe, Mısır, 1934.

 

65)-………….Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarâbâd-Deken 1328

 

66)-………….Selamet Yolları, Tercüme: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1972

 

67)-İbnu Hamza el-Hüseynî, es-Seyyid İbrahim İbnu's-Seyyid (v. 1120/1706): el-Beyân ve't-Ta'rîf fi Esbâbı Vürûdi'l-Hadîsi'ş-Şerif, Halebi 1329.

 

68)-İbnu Hazm, Ali, el-Endülusî (v. 457/1064): el-İhkâm fi Usûlü'l-Ahkâm, Kahire, tarihsiz.

 

69)-İsfehani, Ebu'l-Kasım el-Hüseyn ibnu Muhammed er-Rağıb (v. 502), el-Müfredat Fi Garibi'l-Kur'an, Mısır 1961

 

70)-İbnu's-Salâh, Ebu Amr Osman İbnu Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v. 643/1245): Mukaddime (veya Ulumu'l-Hadîs). Matbâ'atu'l-Âmire, 1931.

 

71)-el-Kâri, Nuru'd-Dîn Molla Ali İbnu's-Sultân Muhammed el-Herevî (v. 1014/1605): el-Esrâru'l-Merfu'a fi'l-Ahbâri'l-Mevzû'a, Beyrut, 1971.

 

72)-el-Kâri, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker, İstanbul 1327.

 

73)-Kastalânî, Ebu'l-Abbâs Şihâbu'd-Dîn Ahmed İbnu Muhammed (v. 923/1517): İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, Bulak, 1304.

 

74)-Keşmîrî, Muhammed Enver (v. 1352/1933): Feyzü'l-Bâri fi Sahihi'l-Buhârî, Beyrut, tarihsiz.

 

75)-Kettânî, es-Seyyid eş-Şerîf Muhammed İbnu Ca'fer (v. 1345/1926): er-Risâletu'l-Müstetrafe li-Beyâni Meşhûri Kütübi's-Sünneti'l-Müşerrefe, İstanbul 1986.

 

76)-Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, İst. 1978,

 

77)-Koçyiğit, Talât: Hadîs Istılahları, Ankara 1980.

 

78)-Koçyiğit, Talât, Hadîsçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşakalar, Ankara 1969.

 

79)-Koçyiğit Talât, Hadîs Usûlü, Ankara 1975.

 

80)-Leknevî, Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hayy (v. 1304/1886): er-Ref'u ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl, 2. tab, Haleb, 1968.

 

81)-Maverdi Eb'l-Hasen Ali ibnu Muhammed (v. 450), Edebu'd-Dünya  ve'd-Din İstanbul 1299

 

82)-Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alaî (v. 980), Bulak, 1248

 

83)-Kasani, Alauddin Ebu Bekr İbnu Mes'ud (v. 587), Bedai'u's-Sanai fi Tertibi'ş-Şerai, Beyrut 1974/1394.

 

84)-el-Mübarekfuri-Ebu'l-Ali Muhammed Abdurrahman İbnu Abdirrahim (v. 1353). Tuhfetu'l-Ahvazi bi-Şerhi Cami't-Tirmizî, Kahire, 1963.

 

85)-el-Muttaki, Alaeddin Ali, Kenzu'l-Ummal, (v. 975), Haleb, 1969.

 

86)-Münavi-Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Din Abdurrauf (v. 1031), Feyzu'l-Kadir Şerhu'l-Cami'i's-Sağir, Beyrut, 1972.

 

87)-Müslim-Ebu'l-Hüseyin Müslim İbnu'l-Haccac el-Kuşeyri en-Neysaburi (v. 261) Sahihu Muslim Tahkik:  Muhammed Fuad Abdul'l-Baki Kahire, 1955.

 

88)-en-Nesai-Ebu Abdirrahman Ahmed İbnu Ali İbni Şuayb (v. 303), es-Sünen, Kahire 1930.

 

89)-en-Nevevî-Muhyi'd-Din Ebu Zekeriyya Yahya (v. 677), Şerhu Muslim, Mısır, ty.

 

90)-Nûru'd-Dîn İbnu Muhammed: el-İmâmu't-Tirmizî ve'l-Muvâzene Beyne Câmi'ihi ve Beyne's-Sahîheyn, Mısır, 1970.

 

91)-Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969,

 

92)-er-Razi-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ömer İbni Hüseyn (v. 606), et-Tefsiru'l-Kebir, Naşiri: Abdurrahman Muhammed, Kahire, tarihsiz.

 

93)-es-Serahsî, Şemsü'd-Dîn Ebu Bekr Muhammed İbnu Ahmed (v. 490/1096): Usûlu's-Serahsî, Haydarâbad-Deken, 1973.

 

94)-Sezgin, Fuat: Buhârî'nin Kaynakları, İstanbul, 1956.

 

95)-Sibâ'i, Mustafa: es-Sünne ve Mekânetühâ fi Teşrî'i'l-İslâmî, Dımeşk 1966.

 

96)-Suyûtî, Hâtimetu'l-Huffâz Celâlü'd-Dîn Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr (v.911/1505): Tedrîbu'r-Râvî fi şerhi Takrîbi'n-Nevevî, Medîne, 1959.

 

97)-Şerbini Muhammed eş-Şerbinî, Muğni'l-Muhtaç, Mısır 1958/1377.

 

98)-Şafii, Muhammed İbnu İdris (v. 204), er-Risale, Tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut,  tarihsiz.

 

99)-eş-Şâtıbî, Ebu İshâk İbrahim İbnu Mûsâ (v. 790/1388): el-Muvâfakât fî Usûli'l-Ahkâm, Kahire. 1969.

 

100)-Şeyhu'l-Emir, Muhammed: Müsnedu Şeyhi'l-Emîr Muhammed, Süleymaniye. Bağdadlı Vehbi. Nu 316.

 

101)-Taberi, Muhammed İbnu Cerir (v. 310), Tarihu'l-Mülûk, ve'l-Umem  Mektebetu Hayyat, Beyrut, tarihsiz (ofset)

 

(102)Toptaş, Mahmut Toptaş, El-Esmâ-ül Hünsâ, (En çok istifade ettiğim eserdir. Hocama teşekkür etmeyi bir borç bilirim.)

 

103)-Zehebî, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ahmed (v. 748/1347): Mîzânu'l-İttidal fî Nakdi'r-Ricâl, Kahire. 1963.

 

104)-………Tezkîretu'l-Huffâz, Haydarâbâd. 1956.

 

105)-Zürkâni, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Abdi'l-Bâki (v. 1122/1710): Şerhu Muvatta'ı'l-İmâmı Mâlik, Kahire. 1961.

 

 

 

 

 

GİRİŞ

 

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

 

Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.

 

Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

 

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.

 

Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde geçen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

 

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.

 

b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir.[10] Doksan dokuz adet olan bu isimlerin başında "Allah" gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de:

 

وَلِلّهِ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذينَ يُلْحِدُونَ فى  اَسْمَائِه سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

"Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin."[11]

 

قُلِ ادْعُوا اللّهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمنَ اَيًّا مَاتَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ  ذلِكَ سَبيلًا

 

"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır"[12] buyurulmuştur

 

ـ عن بريدة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: سَمِعَ النَّبىُّ  رَجًُ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنِّى أشْهَدُ أنَّكَ: أنْتَ اللّهُ َ إلَهَ إَّ أنْتَ ا‘حَدُ الصَّمَدُ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، فقَالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ سَألَ اللّهَ بِاسْمِهِ الاعْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بِهِ أعْطَى.

 

Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir."[13]

 

Resûlullah (a.s), burada, dua ederken İsm-i Âzam şefaatçi yapılarak istendiği taktirde Cenâb-ı Hakk'ın isteneni vereceğini ifâde buyuruyor. Müteâkiben göreceğimiz üzere  Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Bunlardan biri, İsm-i Âzâm'dır. İsm-i Azâm'ın hangisi olduğu kesin şekilde belirtilmemiştir.

 

Hadiste dua etmekle, istemek (talepte bulunmak) arasında bir tefrik yapılmamaktadır. Buna göre, kulun: "Falanca şeyi bana ver" sözü, onun istemesi, taleb etmesidir. Dua ise, kulun nida ederek "Ey Rabbim! diye seslenmesidir. Rabb Teâla bu seslenmeye: "Lebbeyk ey kulum (ey kulum söyle ne istiyorsun?" diye cevap verir. Bu durumda kulun istemesine mukabil Rabb'in vermesi (îta etmesi) vardır. Şu halde, dua ve isteme arasında belirtilen bu fark mevcuttur. Bu ince farkın her zaman gözetilmeyip, birinin diğeri yerine kullanılması da câizdir, vâkidir. Nitekim Tîbî der ki: "Duaya icabet, dua edenin, duayı kabul edenin yanında bulunduğuna delâlet eder, bu da, îtanın (vermenin) hilâfına ihtiyacın yerine getirilmesini tazammun eder. Şu halde ikincisi daha üstündür."

 

ـ وعن محجن بن الادرع رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: سَمِعَ النَّبِىُّ  رَجًُ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِاللّهِ ا‘حَدِ الصَّمَدِ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدُ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، أنْ تَغْفِرَ لِى ذُنُوبِى إنَّكَ أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ، فقَالَ: قَدْ غُفِرَ لَهُ، قَدْ غُفِرَ لَهُ.

 

Mihcen İbnu'l-Edra' (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafûrsun, Râhimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:"O mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!"[14]

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: دَعَا رَجُلٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُوالجََلِ وَالاكْرَامِ، يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ، فقَالَ النَّبىُّ : أتَدْرُونَ بِمَ دَعَا؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ دَعَا اللّهَ بِاسْمِهِ ا‘عْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بهِ أعْطى.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir."[15]

 

ـ وعن أسماء بنت يزيد رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: قال رسُولُ اللّهِ : اسْمُ اللّهِ ا‘عْظَمُ في هَاتَيْنِ ايَتَيْنِ: وَإلهُُكُمْ إلَهٌ وَاحِدٌ َ إلهَ إَّ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ. وَفاتِحَةِ سُورَةِ آلِ عِمْرَانَ: الم اللّهُ َ إلَهَ إَّ هُوَ الحَىُّ الْقَيُّومُ.

 

Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Âzam'ı şu iki âyettedir:

1- "İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."[16]

2- “Elif-Lâm-Mim. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyûmdur."[17]

 

Sonuç olarak: Esma-ül Husna’nın bilinmesi üç şey için çok önemlidir:

 

1-İlahi Rububiyyet; yüce Allah’ın Rabbaniyyetine dalalet eden; varlığına ve biriliğine ve nasıl yaratıcı, nasıl yarattığı varlıkların rızklarını verici ve nasıl terbiye edici olduğunu öğrenmek.

 

2-İlahi Uluhiyyet; yüce Allah’ın Azametine dalalet eden ne kadar güçlü, ne kadar büyük, nerde ve ne yaptığını öğrenmek.

 

3-İlahi Ubudiyyet; yüce Allah’ın lutfuna dalalet eden; niye ibadet edilir, nasıl dua edilir, kimi sever, kime rahmet eder, kimi ne için cehenneme koyar ve kimi niçin cennetine koyar gibi özellikleri öğrenmek.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

ALLAH (CC)

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

هُوَ اللّهُ الَّذىلاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحيمُ

 

“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[18]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 وعن جابر بن عبداللّهِ ا‘نْصَارِىّ رضى اللّه عنه قال: قال رسول اللّهِ :]ثِنْتانِ موجَبتانِ. فقال رجل يا رسُولَ اللّه: ما الموجبتانِ؟ قال: من مَاتَ يُشْركُ باللّهِ شيئاً دخل النَّارَ، ومَنْ مَاتَ لا يُشْركُ بِاللّهِ شيئاً دَخَلَ الجَنَّةَ

 

Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır!" Bir zat:- Ey Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam): "Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."[19]

 

 

Englısh

 

Allah
         

Theone Almighty who alone is worthy of worship.

 

İzahı

 

¢é¨£ÜÛaAllah:  Arapça özel isim olan ¢é¨£ÜÛ ALLAH”; kainatın  ve bütün varlıkların yaratıcısı ve tek koruyucusu olan üstün ve tek varlık, tek mabud, tek İlah, tek Rab, Mevla, Huda ve “Lailaheillallah” dır.

 

Yine 騣ÜÛaALLAH”; elihe, ye’lehu, ilaheten masdarın müştakıdır. Bu masdarın aynı vezindeki örneği Abede, Ya’büdü, İbadedir. Bunun Türkçe’si kulluk etmek demektir. Kulluktan maksat, severek ve adaletine güvenilerek kendisine ibadet edilen varlığa boyun eğmektir.

 

Allah’ın güzel isimleri içinde şerefli isim, ancak “¢é¨£ÜÛa Allah”’tır. Bütün büyükler ve arifler zümresi, Allah’ın hakikatini idrakte hayrette kaldıkları gibi bu Allah isminde de hayrette kaldılar. Süryani midir, Arabi midir, müştak (bir kökten türemiş) sıfat mıdır, hangi kökten müştaktır ve aslı nedir, isim midir, değil midir? Bu hususta bir o kadar çeşitli söz söylendi.

 

Sevdiklerimize bilgimizin, kültürümüzün, geleneğimizin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ederiz. Sevgilim, canım, ciğerim, selvi boylum, ahu gözlüm, sultanım... vs. gibi kelimeler kimliklerini de beraberlerinde taşırlar. Dil bilimi bu kelimelerin hangi çağlardan, hangi dağlardan veya hangi bağlardan akıp, hangi medeniyetlerden süzülerek geldiğini belirler.

 

Kedinin gözünde bülbül, bir yudumluk ettir. Öküzün gözünde çiçek bir çiğnemlik ottur. İnsanın gözünde ise binlerce şiirin yazılmasına binlerce resmin yapılmasına ilham kaynağıdır. İnsan ve kedi ikisi de göze sahiptir ama Allah’ımız bize ayrı bir göz, ayrı bir gönül vermiştir.

 

Sevgimizi ve sevdiklerimizi yaratan Allah’ımızı seviyoruz. Peki ama Allah’ımızı tanıyor muyuz? Biz tanıdıklarımızı duyma, görme, tatma, koklama, dokunma gibi beş duyumuz, hafızamız ve genlerimizdeki programa göre tanırız.

 

Uzaktaki eşyayı gözümüz görmez. Sesini kulağımız işitmez. Duyu organlarımızın bir sınırı var. Hafızamızın sınırı da ana rahminden öne geçemez, kabirden öteye geçemez. Sınırlı olan sınırsızı kavrayamaz.

 

Rabbimiz:

 

 ¢Šî©j ‚¤Ûa¢Ñî©À £ÜÛa ì¢ç ë  ‰b –¤2 üa¢Ú¡‰¤†¢í  ì¢ç ë 9¢‰b –¤2 üa¢é¢×¡‰¤†¢mü

 

“Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”[20]

 

Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.

 

“Gül” deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz. Gülü koklamalı, balı tatmalı.

 

Esmâ-ül Hüsnâ= Allah’ın güzel isimleri bizi Allah’a götürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.

 

Annenizi, babanızı, eşinizi, dostlarınızı seversiniz ve sevdiğinizi uygun, güzel bir kelime veya cümle ile ifade edersiniz.

 

Bu ifade etme işi yalnız karşı tarafa bildirme işi değildir. Kendi iç dünyamızda besleyip büyüttüğümüz sevginin dilimizde kelimeden çiçekler açması gibidir. Gül ağacı özünde taşıdığı çiçeğini bülbülüne sunamazsa kurur. Tepeden tırnağa kadar bütün hücrelerimizde ve gönlümüzde taşıdığımız Allah'a imanımızın zikir çiçeğini açtıramazsak biz de çöl gibi kurak, ateist-gavur gibi çorak oluruz. Ot bitmeyen toprak, meyve vermeyen diken gibi oluruz.

 

“Allah üçtür” diyen Hıristiyanlar, "Allah hiçtir" diyen ateist/gavurlar, "Allah tabiattır" diyen eski dehriyyun, yeni natüralistler hep Allah'ı tanımada kendi akıllarını esas alıp Allâh'a sınır çizmişler ve o sınırın dışına çıkmaya izin vermedikleri bir mahkum haline getirmeye çalışırken kendileri cehenneme mahkum olmuşlar.

 

Batıda Allah'ı kiliseye mahkum ettiklerini söyleyenler İslam aleminde de camiye mahkum etmeye çalışıyorlar.

 

Ama siz "Lâ ilâhe" deki "Lâ" kılıcıyla onların putlarını parçalıyor, denizin leşi dışa attığı gibi kendini ilahlaştırmaya çalışan şahıs, kurum ve kuruluşları gönül denizinizden sürüp çıkarıyor ve "İllallah" kelimei tayyibesiyle gönül denizini tertemiz berrak hale getiriyorsunuz.

 

"La ilahe illallah" derken bir çok ilah var da onları reddetmiyorsunuz. Onlar zaten yoktu. Ancak kendini ilah zanneden "Allah'ın dediği değil, benim dediğim olur" diyen Firavunlaşmış insanlar var. Sen onlara "delilik yapma, Allah'tan başka Yaratan, Yaşatan ve Yöneten yoktur" diyorsun. Haydin sizde günde yüz defa "Lâ ilâhe illallah" demeye başlayıverin.

 

Güneş yedi renkten meydana gelir. Tek renk halinde görünür. Ama tabiatta milyonlarca renk cümbüşüne dönüşür.

 

¢é¨£ÜÛaAllah” ismi bütün el-esmâ-ül-hüsnâ’sının manasını kendinde toplayan bir isimdir. Yedi milyar insan, Allah’a inanır. Ancak Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiillerinde herkes kendi ufku kadar Allah’a sınır çizer.

 

Biz ise aklımızla Allah’a sınır çizmek, tarif etmek yerine Rabbimiz Kur’an-ın da kendini bize nasıl tarif etmişse biz öyle inanırız. Bizim imanımızın daha sağlam olduğunu söylememiz bundan kaynaklanmaktadır.

 

“Rahman, Rahim, Ğaffâr, Kahhâr isimleri Allah’ın güzel isimlerindendir” diyoruz da “¢é¨£ÜÛaAllah ismi, Rahmanın isimlerindendir” demiyoruz. Bu da gösteriyor ki bütün güzel isimlerin ma’nası “Allah” ismi içinde toplanmıştır. Onun için Kur’an-ı Kerim’de 2697 defa Allah ismi tekrarlanmıştır. Diğerleri bir veya birkaç defa tekrarlanmışlar.

 

Kelam sıfatının “Kün” = “ol” emriyle kainat yaratılmıştır. El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir.

 

“Nereye baksam Allah’ın sanatını, kudretini, ilmini görürüm.”

 

Rabbimiz:

 

  åí©†¡¤1¢ß ¡¤‰ üa ó¡Ï a¤ì r¤È m ü ë ¡é¨£ÜÛa  õ¬ü¨a a¬ë¢Š¢×¤‡b Ï

 

“Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.”[21]

 

Efendimiz (a.s): “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümmetim sahip olacaktır” buyurmuş.[22]

 

Alemlerin Rabbi Allah’a ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (a.s)’e iman edenlere yeni ufuklar açılıyor.

 

Allah üç şeyle bilinir:

 

1-Necat ile,

 

2-Saadet ile,

 

3-Allah Allah olduğu ile bilinir.

 

Son üçüncüsü en makbulüdür.

 

Çünkü Allah, Allah’tır. Kula yakışan  Allah’ı Allah olduğu için kabul edip itaatte bulunmaktır.

 

Allah cümlemizi bu anlayış ve inançla kendisine inanmayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

er-RAHMAN

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحيمُ

 

“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[23]

   

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قالَ النَّبىُّ : إنَّ المُقْسِطِينَ)( عِنْدَاللّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلى مَنَابِرَ مِنْ نُورٍ عَنْ يَمِينِ الرَّحْمنِ، وَكِلْتَا يَدَيْهِ يَمِينٌ، الَّذِينَ يَعْدِلُونَ في حُكْمِهِمْ وَأهْلِيهِمْ وَمَا وَلُوا.

 

Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli de sağdır- Onlar hükümlerinde, aileleri ile velâyeti altında bulunanlar hakkında hep adâleti gözetenlerdir."[24]

 

 

Englısh

 

Ar-Rahman
        

The All- Merciful. He who wills goodness and mercy for all His creatures.

 

İzahı

 

å¨à¤y £Š Rahman: Arapça sıfat ve isimdir. İlahi isimlerin ikincisi “å¨à¤y £ŠÛaer-Rahman” adıdır ki, bu isim ikinci rütbede sayılır. Rahmet kökünden türetilmiş olup mübalağa için bina kılınmıştır. Rahmet, lugatte kalbin rikkatine (inceliğine) denir.  Allah’ın rahmeti bununla tevil edilir.  Böylece Rahmet demek, mübalağa ile verici ve ihsan edici demek olur. O halde Rahmandan olan mübalağa umum için açıklanırsa bütün dünya alemine ait kabul edilir. Yani dünyada, müminlere ve kafirlere nimet verici demek olur.

 

Bütün yaratılmışlar hakkında hayır irade buyuran.

 

Esirgeyici, bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden (dünyada).

 

Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insan da ihtiyaç içinde olan bir varlıktır. Yaşamını sürdürebilmesi için her an oluşması gereken pek çok şart vardır. Nefes alabilmesi için oksijene, bedeninin faaliyetlerini sürdürebilmesi için su ve besine... Aslında bu örneklerin sıralamakla bitmesi de pek mümkün değildir. Yalnızca tek bir insanin fiziksel olarak varlığını sürdürebilmesi bile burada sıralanması mümkün olmayan sayısız detaya bağlıdır.

 

Ancak ne ilginçtir ki, yeryüzündeki tüm insanlar yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmekte, ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilmek için çok büyük bir çaba göstermemektedirler. Her birinin gerek bedenlerinde gerekse dış dünyada ihtiyaçları olan her şey onlar için önceden belirlenmiş ve onlara sunulmuştur. Burada ilk akla gelen örnek yine insanin nefes almasıdır. İnsan bedeninin yaşamını sürdürebilmesi için oksijen alması gerektiğini elbette herkes bilir. Peki bu oksijeni atmosfere gereken oranda koyan kimdir? Veya insanın vücuduna bu oksijeni alıp işleyecek ve gereken her hücreye tek tek ulaştıracak bir sistemi koyan kimdir?

 

Elbette bunların hiçbiri insanın başarısı değildir. Hiç kimse atmosferin veya kendi solunum sisteminin oluşumunda söz sahibi olmamıştır.

İşte insanın bu en zaruri ihtiyacından başlamak üzere her türlü detay kendisi için tasarlanmış ve gerektiği şekilde var edilmiştir. Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan her türlü detayı insan için tasarlayan üstün bir aklın varlığı ve o aklın sahibinin insana gösterdiği sonsuz merhamettir. Bu gücün sahibi ise, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’tır.

Allah’ın rahmetinin büyüklüğü ve genişliği, bütün mahlukatın sahip olduğu rahmetin ancak O’nun rahmetinin yanında çölde bir kum habbesine benzer. Kum habbesinin çölde eksilteceği ne ise, kullarının Allah’ın rahmetinde nasiptar olup eksilttiği kadardır. 

Yüce Allah cümlemizi büyük ve geniş rahmetine mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

er-RAHİM

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحيمُ

 

“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[25]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عكرمة قال: إنَّ نَفَراً مِنْ أهْلِ الْعِرَاقِ قَالُوا بنِ عَبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: كَيْفَ تَرَى في هذِهِ ايةِ الَّتِى أمرْنَا بِهَا وََ يَعْمَلُ بِهَا أحَدٌ؛ قَولِ اللّهِ عزَّ وَجَلَّ: يَا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأذِنْكُمُ الَّذِىنَ مَلكَتْ أيْمَانُكُمْ اية. فقَالَ ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: إنَّ اللّهَ حَلِيمٌ رَحِيمٌ بِالْمُؤمِنِينَ يُحِبُّ السِّتْرَ، وَكَانَ النَّاسُ لَيْسَ لِبُيُوتِهِمْ سُتُورٌ وََ حِجَابٌ فَرُبَّمَا دَخَلَ الخَادِمُ أوِ الْوَلَدُ أوِ الْيَتِيمَةُ وَالرَّجُلُ عَلَى أهْلِهِ؛ فأمَرَهُمُ اللّهُ تعالى بِاِسْتِئْذَانِ في تِلْكَ الْعَوْرَاتِ فَجَاءَهُمُ اللّهُ بِالسُّتُورِ وَبِالْخَيْرِ فَلَمْ أَرَ أَحَداً يَعْمَلُ ذلِكَ بَعْدُ.

 

İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grub İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dediler ki:- Şu âyet hakkında ne dersiniz? "Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve câriyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında  birbirinizin yanına girip çıkmakta,size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böyle açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir."[26]  Cenâb-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Allah mü'minlere karşı halîm ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evlâdı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teâla onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hâlâ bu emirle amel eden tek kişi görmedim."[27]

 

Englısh

Ar-Rahim
         

The All compassionate. He who acts with extreme kindness.

 

İzahı

 

áî©y £Š Rahim: Arapça sıfat olup, yaratıkları esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhamet eden, acıyan manasınadır.

 

Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere merhamet eden(ahirette).

 

Ahiret hayatında Mümin kullarına nimet vericidir.

 

Rabbimizin “å¨à¤y £ŠÛaRahman” ismi Kur’an-ı Kerim de 57 defa tekrarlanmıştır. “áî©y £ŠÛaRahim” ismi ise 115 defa tekrarlanmıştır. Yalnız Tevbe suresinin 128 inci ayetindeki “áî©y £ŠÛa Rahim” Peygamberimizin sıfatı olarak verilmiştir.

 

å¨à¤y £ŠÛaRahman” ismi kullarından hiç birine verilmez.

 

áî©y £ŠÛaRahim" ise insanlara isim olarak verilebilir.

 

å¨à¤y £ŠÛaRahman” iyilere de, kötülere de rahmet eden. Yani yarattıklarının hepsine merhamet eden manasınadır.

 

áî©y £ŠÛaRahim” ise ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir.

 

هُوَ الَّذى يُصَلّى عَلَيْكُمْ وَمَلئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنينَ رَحيمًا

 

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.”[28]

 

Bakara 249’da bir sadaka için yedi yüz kat sevap vereceğini vadediyor. İşte bu Rabbimizin bize rahmetidir. Rahman olan Rabbimiz bu dünyada Mü’mine de, kafire de rahmetiyle muamele ediyor. İkisinin de toprağa attığı buğdaya on, yirmi, otuz, elli kat fazlasıyla buğday veriyor ama Mü’minin yardım için verdiği birini yedi yüz yapıyor. Her Müslüman günde bir çok defa Bismillahirrahmanirrahim derken Allah, Rahman ve Rahim isimleriyle zikir ve dua etmiş olur. Rahmana iman eden bir Mü’min yaratılanlara karşı merhametli olmak durumundadır. Eğer Allah, Rahman, Rahim isimleri rahmet damlaları gibi kişinin kalbini yumuşatamıyorsa o zikirden faydalanmıyor demektir.

 

İman bir rahmettir. Mü’min insan, Allah’ın bütün kullarının iman edip cehennemde yanmaması için çırpınmalıdır. Evden kaçan yavrusuna yanan anne yüreği gibi yanarak imana gelmesi için yalvarmalıdır.

 

Aç insan veya hayvan gördüğünde kendi karnıymış gibi onu doyurmalı. Ciğer taşıyan her canlının derdine deva olmalıdır.

 

İnsanların imana giden yolunu kesen, onları cehenneme atmak için kurumlaşan imansız eşkıya güruhuna karşı verdiği mücadele de merhametin eseridir. Kendini yakmak için üzerine benzin döken kişiyi kurtarmak için yalvaran ve kurtarmaya çalışan polis veya itfaiye erinden daha fazla ve yanan yürekle imansızların imana gelmesi için gayret göstereceğiz. Rahmanın öğrettiği Kur’an-ı insanlığa öğretmemiz, Rahman’a imanımızın eseridir. Er-Rahman suresini oku.  

 

Rahmandaki mübalağa şumül bakımındadır. Yani Allah, å¨à¤y £ŠÛaRahman ismiyle bütün yaratıklarına, nebata, hayvana, insan, hatta kendisini inkar edenlere bile ekmek, su, hayat, maddi rızık verir, güneşini hiçbir yaratığından esirgemez. Fakat áî©y £ŠÛaRahim ismindeki mübalağa hususiyet bakımındandır. Yani Allah, áî©y £ŠÛaRahim ismiyle kendisine iman eden ve rızasına uygun hareket edenlere öyle hususi nimetler hazırlamıştır ki, onları, başkalarına asla vermez. Netice olarak Rahman ismi genel iken áî©y £ŠÛaRahim ise özeldir.  

 

Allah’ın gösterdiği merhamet, ebetteki insanların fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlı değildir. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana yerleştirmiş ve bunun karşılığında da yalnızca kendisine kulluk etmelerini istemiştir. Ve insanlara kendisini razı etmelerinin nasıl mümkün olacağını da bildirmiş; bunu öğretmek için onlara katından kitaplar indirmiş, bütün ayetlerini tek tek açıklayan peygamberler göndermiştir. Üstelik bu peygamberleri inkar eden kavmin içinden çıkarmış, onlara kendi dilleriyle dini anlatmalarını sağlamıştır. Böylelikle Allah insanlara hem kendi Zatını tanıtmış, hem de onları dine ve güzel ahlaka davet etmiştir. Kuşkusuz bunların tümü, O'nun sonsuz merhametinin açık delilleridir.

 

Bir Annenin çocuklarına duyduğu merhamet ile onların içinde özel birine gösterdiği sevgi ile ifadesi mümkün olabilecek olan Allah’ın merhamet sıfatının tecellisi ancak biraz daha net anlaşıla bilir. İşte Allah bütün kullarına rahmet sıfatıyla tecelli ederken, merhamet sıfatıyla da özel kullarına tecelli edecektir. Bu olması gereken bir şeydir ve adalet sıfatıyla da bağdaşmaktadır. Çünkü kullarının içinde dilediğine ve sevdiklerine elbette özel armağanı olması gerekiyor. İşte bu armağanda iman eden ve salih amel işleyen kullarına Allah’ın merhamet armağanıdır.

 

Yüce Allah cümlemizi merhametine layık olan kullarının zümresine ilhak eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

el-MELİK

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”[29]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: قال رسولُ اللّه : يَطْوِى اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ السَّمَاواَتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ يَأخُذُهُنَّ بِيَدِهِ الْيُمْنَى. ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكبِّرُونَ؟ ثُمَّ يَطْوِى ا‘رْضَ بِشِمَالِهِ؟ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكَبِّرُونَ؟.

 

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Zülcelâl Hazretleri, semâvatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki:  "Ben Melik'im cebbârlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler) nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: "Ben Melik'im, cebbârlar, mütekebbirler nerede? der."[30]

 

 

 İzahı

 

Al-Malik

 

The Absolute Ruler.  He who is the    Ruler of the entire universe.

 

Ù¡Ü à¤Û aMelik: İcad, İbda, öldürme ve diriltme ile eşyada mutasarrıf, manasına gelir. Bu takdirde fiil isimlerindendir. Fiil sıfatlarından olan Halık ismi gibi anılır.

 

O bütün mevcudatın hakim ve idarecisidir.

 

Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.

 

Eşyayı icad etmeye kadir, demektir. Bu takdirde sıfat isminde olur. Kadir isminin kudret sıfatına raci olması gibi.

 

“Gerçek hükümdar” olan Allah (c.c.)ın “Ù¡Ü à¤Û a Melik” ismi Kur’an-ı Kerim de beş defa geçmektedir. Yusuf suresinde Mısır kralı için “Melik” kelimesi kullanılmış. Bakara 246 da komutan Talut için yine “Melik” kelimesi kullanılmış.

 

Fatiha suresinde ve Ali İmran 26 da “Ù¡Ü à¤Û aMelik” ismi, Kamer suresi 55 de “Ù¡Ü à¤Û aMelik” ismi zikredilmiş. Kainatı yaratan ve koyduğu tabiat kanunlarıyla evreni idare eden ve yönetimine kimseyi ortak etmeyen “Ù¡Ü à¤Û aMelik”e iman eden bir mü’min tabiatı Allah’ın mülkü kabul ettiğinden, yeryüzünde Allah’ın döşediği yaygılar üzerinde yürür gibi hiçbir güzelliğe zarar vermeden yürür.

 

Her gün namazında “Fatiha” suresini okurken insanların tek hükümdarı Allah olduğunu ikrar ederek, Allah’ın kullarının kılına haksız yere dokunmaz. Krallar, Şahlar, Padişahlar, Cumhurbaşkanları yönetimlerinde “Ù¡Ü à Melik” olan Allah’ın yönetim kurallarına uyarlarsa başarı sağlarlar. “Ù¡Ü à Melik” olan Rabbimiz kulları arasında Mü’min, kafir ayırımı yapmadan, dil, din, ırk ayırımı yapmadan can, ten, beden veriyor. Kimsenin tekeline bırakmadan hava ve güneş veriyor.

 

Sadece Allah bizim Rabbimiz ve Melikimiz olduğuna göre, sıkıntı ve musibet anlarında bizim O’ndan başka sığınağımız ve O’ndan başka mabudumuz yoktur.

 

Mülkün yegane sahibi olan yüce Allah, herkesi az veya çok geçici olarak mülkünden nasiplendirir. Yüce Allah’ın “Bir sivri sinek kadar değer vermediği” mülkü kullarını imtihan etmek için fırsat verir. Fakat mülkün tapusunu kimseye vermemiş ve vermezde. Çünkü “Malda yalan, mülkte yalan, al birazda sen oyalan” tabiriyle malın ve mülkün asıl olmadığına adeta dikkat çekmiştir. Yine mal, mülk ve servet sahibi olan kullarını mülkünde nasiplendiren Allah, hiç kimseye ölümsüzlük vermemiştir. Çünkü “Mal sahibi mülk sahibi, hani nerde bunun ilk sahibi” deyimini unutmamalarını istemiştir.

 

Mülkün yegane sahibi ve asıl sahibi olan Allah’tır. Bunun dışında kim ne derse desin hepsi boştur. Boş olan şeylerle vakit kaybetmek akıllı kişilerin karı değildir. İnsanların en akıllıları Peygamberlerdir, ama hiçbir peygamber gerisinde mal, mülk için çalışmamış ve geriye de mal, mülk bırakmamıştır. Zerreden kürreye kadar herşeyin sahibi olan Allah, sevdiği kullarına mal, mülk değil ahlak ve şeref vermiştir. İşte insanoğlunun en hayırlı serveti budur. Yani ahlak ve şereftir. 

 

Yüce Allah cümlemizi ahlak ve şerefle huzuruna almayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

el-KUDDÜS

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, Kuddus (eksiklikten münezzehtir), selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”[31]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: كانَ رسولُ اللّهِ  يُكْثِرُ أنْ يَقُولَ في رُكُوعِهِ وَسُجُودِهِ: سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا وبِحَمْدِكَ. اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِى: يَتَأوَّلُ الْقُرآنَ.: كانَ يَقُولُ في رُكُوعِهِ وَسُجُودِهِ: سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّ المََئِكةِ وَالرُّوحِ: فَقَدْتُهُ  مِنَ الْفِرَاشِ فَالْتمَسْتُهُ فَوَقَعَتْ يَدِى عَلى بَطْنِ قَدَمَيْهِ، وَهُوَ سَاجِدٌ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَأعُوذُ بِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْكَ، َ أُحْصِى ثَنَاءً عَلَيْكَ أنْتَ كَمَا أثْنَيْتَ عَلى نَفْسِكَ .

 

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resullulah (aleyhissalâtu vesselâm) rükûsunda ve secdelerinde şu duayı çokca okurdu: "Sübhânekallâhümme Rabbenâ ve bihamdike, Allahümmağfirlî. (Allah'ım, seni takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni mağfiret et.)" Bu duayı okumakla Kur' ân'a yani Kur'ân'ın: "Rabbini hamd ile tesbîh et" [32] uyuyordu."

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'de gelen bir rivâyette şöyle denir: "Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm) rükû ve secdesinde şöyle derdi: "Subbûhun kuddûsün Rabbü'lmelâiketi ve'r-Rûhi, (Münezzehsin, mükaddessin, meleklerin ve Ruh'un Rabbisin)".

Muvatta, Tirmizî ve Ebû Dâvud'un bir rivâyetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: "Allahümme innî eûzu birızâke min sahtike ve eûzu bimuâfâtike min ukûbetike ve eûzu bike minke Lâ uhsî senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)" diyordu." [33]

 

                           

 İzahı

 

Al-Quddus

 

The Pure One.  He who is free from all error.

 

뢣†¢Ô¤Ûa Kuddüs: Arapça “Kuds” kelimesinden türemiş, feul vezninde mübalağa ifade eder. Manası; mübalağa ile, yüce zatı ve sıfatları, ayıptan, noksandan ve hadis olmaktan münezzehtir, akıl ve hayal ile tasavvur ve tahayyülden beridir, demek olur. Tenzihi isimlerdendir.

 

Ayıplardan  temiz  demektir.

 

Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan.

 

Kendisi tertemiz olan ve yarattıklarının da temiz kalmasını isteyen. “뢣†¢Ô¤Ûa KUDDÜS” ismi Kur’an-ı Kerim de iki defa geçmektedir. [34]

 

İnsanı dünyaya getirirken günahsız ve kirsiz yaratan, büyüyünce kirlerini abdest ve gusülle yıkanarak gideren, günahlarını tevbe ve istiğfarla yıkamayı öğreten “뢣†¢Ô¤ÛaKuddüs,” yeryüzünü de tertemiz yaratmıştır.

 

Bizim kirlettiğimiz yeryüzünü yağmurlarla yıkıyor, güneşle kurutuyor. Kirlenen suları buhara dönüştürüyor. Havada temizleyip yeniden tertemiz yağmur olarak indiriyor. Rahmet damlalarıyla dünyamızı temizlediği gibi Kur’an’ın rahmet ayetleriyle de bizim içimizi ve dışımızı temizliyor.

 

İmanla bizi şirk, inkar pisliğinden temizliyor. İtaatle bizi isyan çirkefinden temizliyor. Dinle bizi kinden temizliyor.

 

Kendisine ibadetle bizi kullarına boyun eğme zilletinden temizliyor. En büyük Allah’tır=Allahü ekber inancıyla kendimiz gibi bir insanı büyütüp başımıza bela etmekten kurtarıyor. Tevrat’ın indiği yer “Mukaddes vadi” oluyor.[35] Kitabını getiren Cebrail “Ruh-ul Kudüs” oluyor.

 

Bizlerde bu dünyadan Rabbimizin huzuruna tertemiz gitmek istiyorsak “뢣†¢Ô¤ÛaKuddüs” olan Rabbimizin “Mukaddes” kitabı Kur’an-a göre  hayatımızı düzenleyelim.

 

Onun zatı bütün ayıp ve noksanlardan arınmıştır.

 

Allah, mukaddestir, paktır ve temizdir, muazzamdır, büyüktür, her türlü kötülük ve çirkinlikten münezzehtir, uzaktır, yaratıklarından herhangi birine benzemekten, eksiklikten ve kemaline aykırı her şeyden salimdir. Allah şu şekilde tenzih edilir: O her yönden ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. O, bir benzerden, denkten, rakipten, eşten ve zıddan münezzehtir, uzaktır. Kul Rabbine sena ederek “Sübhanallah” veya “Tekaddesallah” veya “Tealallah” veya benzeri şeyler söylediği zaman Allah’ı her türlü noksanlıktan salim, uzak ve her türlü kemale, mükemmelliğe sahip olduğunu ifade ederek övmüş olur.

 

Bütün ayıp ve eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah,  sevdiği kullarını da günah ve ayıplardan korumuştur. İşte bunların içinde Efendimiz (a.s) ve diğer peygamberler gelir. Onun için peygamberler insanların en aziz ve şerefli kimseler olmuştur. Kaldı ki yüce Allah’ın kendi Zat-ı daha da ulu ve daha da mükemmeldir.  

 

Yüce Allah cümlemizi ayıp ve günahlardan temizlesin ve kötü şeylerden alıkoysun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

es-SELAM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”[36]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ثوبان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: كانَ رسول اللّه  إذَا سَلّمَ يَسْتَغْفِرُ ثََثاً ويَقُولُ: اللَّهُمَّ أنْتَ السََّمُ، وَمِنْكَ السََّمُ، تَبَارَكْتَ وَتَعالَيْتَ يَا ذَا الجََلِ وَا“كْرَامِ.

 

Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[37]

 

 

İzahı

 

As-Salam

 

The Source of Peace. He who frees His servants from all danger.

 

 â5 £ÛaSelam: O bütün noksan sıfatlardan salimdir.

 

 Noksan sıfatlardan selimdir. Ve Allah’ın yüce Zatı sonradan olmaktan ve ayıptan, sıfatları noksandan,  güzel fiilleri sırf şerr olmaktan salimdir.  Selâm  sahibi‚  yani  her çeşit  ayıptan  selâmette‚ her  türlü  âfetten   berî  demektir. 

 

Her çeşit afet ve kederlerden emin olan.

 

Selâmette olan, selâmette kılan. “â5 £ÛaSelâm” kelimesi Kur’an-ı Kerim de 33 defa geçer ama bunlardan yalnız bir tanesi,[38] Allah’ın ismi olarak geçmektedir.

 

Her doğan ölüyor, her yeşeren kuruyor, her yapılan yıkılıyor. Yaratılanların en değerlisi insan doğuyor, büyüyor, ihtiyarlıyor, hastalanıyor, acıkıyor, uyuyor ve ölüyor.

 

â5 £ÛaSelâm” olan Rabbimiz bütün bunlardan salimdir. İslâm dinini indirerek selâmet yurdu olan Cennete davet eden, bu dünyada gönüller arasına köprü olan selâmı öğreten;

 

وَاِذَا حُيّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَا اَوْ رُدُّوهَا اِنَّ اللّهَ كَانَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ حَسيبًا

 

“Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır”[39] diyerek selâm almayı emrederek, nezaket kurallarını öğreten Rabbimiz Mü’minleri Cehennem azabından selâmette kılandır.

 

Müslüman kelimesiyle selâm, İslâm kelimeleri silm kökündendir. Efendimiz:

 

 ¢é¨£ÜÛa ó £Ü • ¡£ó¡j £äÛa ¡å Ç b à¢è¤ä Ç ¢é¨£ÜÛa  ó¡™ ‰ ë §Š¤à Ç ¡å¤2 ¡é¨£ÜÛa ¡†¤j Ç ¤å Ç

P¡ê¡† í ë ¡é¡ãb ¡Û ¤å¡ß  æì¢à¡Ü¤¢à¤Ûa  á¡Ü  ¤å ß ¢á¡Ü¤¢à¤Ûa  4b Ó  á £Ü   ë ¡é¤î Ü Ç

P¢é¤ä Ç ¢é¨£ÜÛa ó è ã b ß  Š v ç ¤å ß ¢Š¡ub è¢à¤Ûa ë

 

Abdu'llâh b. Amr (i'bni'l-Âs) (radiya'llâhu anhümâ)'dan:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem (salla'llâhu aleyhi ve selem) buyurdu ki: “Müslüman, dilinden, elinden müslümanlar selâmette kalan kimsedir. Muhâcir de Allâh'ın nehyettiğini terkedendir” [40] buyurmuş.

 

İnkar mikropları saçanlara, isyan okulları kuranlara, harami çeteleri kuranlara dilinle ve elinle bir şey yapamıyorsan bari Müslümanlara dil uzatma.

 

İmam Kuşeyri: “mü’min kardeşinin bir ayıbını gördüğünde onu yetmiş çeşit ma’zeret bularak temize çıkarmaya çalış. Eğer ma’zeret bulamazsan sen yinede yetmiş ma’zerete ikna olmadın diye kendini ayıpla” diyor.[41]

 

Bu isim Allah’ın özel kullarının çokça selam vermeleri işaret edilmektedir. Selam vermekle Allah’ın selamını elde edenler kendilerini her türlü mahzurdan korumuş olurlar.

 

Allah kazası ve kaderi abesten, zulüm ve haksızlıktan ve sonsuz hikmetine aykırı bir şekilde vuku bulma vehminden uzaktır. Onun şeriatı ve dini çelişkiden, farklılıktan, bozukluktan ve kulların maslahatına aykırılıktan, Allah’ın kullarına rahmetine ve ihsanına aykırılıktan ve hikmetine aykırılıktan uzaktır. Bilakis Onun şeriatının tamamı hikmet, rahmet, maslahat ve adalettir. Onun verdiği nimet verdiği kimselere muhtaç olmaktan beridir.

 

Allah, her çeşit zorluktan, karanlıktan, kötülükten, acizlikten, eksiklikten ve zayıflıktan salimdir. Ona da bu yakışır. Çünkü O, Selam olan Allah’tır ki, razı olduğu kullarını birbirleriyle karşılaştıklarında selamlaşmalarını istemiştir. Selam sıfatını her zaman hatırlamaları için ve kendisinden selam istemelerini dilemiştir. Adeta selamlaşın ki, Allah size kendi selametinden nasiplendirsin. Buna binaendir ki, bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşine vereceği en güzel hediye, yüce Allah’ın selamıyla kardeşine selam vermesi ve karşıdakinin de mukabelede bulunmasıdır.  

 

Yüce Allah cümlemizi selamıyla selamete kavuşturduğu ve selam sıfatından nasiplendirdiği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MÜ’MİN

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[42]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: دَخَلَ رَسُولُ اللّهِ  عَلى شابٍّ وَهُوَ في المَوْتِ، فقَالَ: كَيْفَ تَجِدُكَ؟ فقالَ: أرْجُو اللّهَ تَعالى يَارسُولَ اللّهِ وَأخَافُ ذُنُوبِى. فقَالَ : مَا اجْتَمْعَا في قَلْبِ عَبْدٍ في مِثْلِ هذَا المَوْطِنِ إَّ أعْطَاهُ اللّهُ مَا يَرْجُو، وَآمَنَهُ مِمَّا يَخَافُ.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu:"Kendini nasıl buluyorsun?""Ey Allah'ın Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu  emin kılar."[43]

 

 

İzahı

 

Al-Mu'min

 

The Inspirer of Faith. He who  awakes the light of faith in our hearts.

 

å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMümin: Kullarına  va’dinde  sâdık  olan  demektir.  Tasdîk  mânasına  olan  imandan  gelir.  Yahut‚  kıyamet  günü  kullarına‚  azabına  karşı garanti  veren‚  güven  veren  demektir‚  bu  mâna  emân’dan  gelir.

 

O bütün peygamberleri tasdik edicidir.

Kullarına emniyet veren. Kendinin ve peygamberlerinin doğruluğunu ortaya koyan, kullarına yaptığı vadinde sadık.

İman veren, güvenlikte kılan, iman edenleri iki dünyada da güvenlik içinde yaşatan ve bir ismi de “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMü’min” olan Allah’a iman edenler insanlara güvenlik vermeye çalışmazlar. Güvenilen bir insan olmaya çalışırlar.

 

İmanın dünyada sağlayacağı güvenliği Efendimiz (a.s): “Allaha yemin olsun ki Allah bu İslâm işini tamamlayacak, hatta bir yolcu San’a şehirden Hadramuta kadar yürüyecek Allah korkusundan ve birde koyuna kurt saldırır korkusundan başka hiçbir şeyden korkmayacak” [44] buyurmuş.

 

Bir ismi “Mü’min” olan Rabbimizin verdiği imanın sağladığı güvenlikle eşkıya yatağı San’a ile Hadramut arasında 1400 sene önce güven içinde yolculuk yapmışlar.

 

Hz.Ömer, Medine’de devlet başkanı iken, Dicle nehri kenarında bir koyunun kurt tarafından yenmesinden kendini sorumlu tutuyor. İşte “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMümin” olan Allah a iman eden mü’minin yönetimi öyle olur.

 

1500 sene sonra İslâm sistem olarak rafa kaldırıldı. Batıdan sistem ithal edildi ve Dicle nehri kenarında terör adı altında 30.000 (otuzbin) insanın kanı akıtıldı. Dicle kenarında değil şehrin merkezinde en güvenli merkez diye yapılan binanın 25. Katında yirmi beş ayrı güvenlik tertibatı olan yerde yaşayan insanın güvenliği olmadığını bütün dünya gördü.

 

Asker ve gardiyan tarafından korunan hapishanelerde güvenlik kalmadı. Her insanın arkasına bir emniyet görevlisi taksanız, emniyet görevlisinin ardına da bir görevli gerekir.

 

Onun ardına da biri gerekir. Bu da olmayacağına göre her insanın içine emniyet görevlisi olarak “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMü’min” olan Allah’a iman yerleştirilirse emniyet/güvenlik iki dünyada da sağlanmış olur.

Allah kendisini kemal sıfatlarla, güzellik ve yücelikle sena edip övendir. O, Peygamberlerini gönderip, ayet ve delillerle, Kitaplarını indirendir. Peygamberlerini de onların doğruluğuna ve getirdikleri mesajın sıhhatine delalet eden her türlü mucize ve burhan ile destekleyip tasdik etmiştir.

Yüce Allah, mümin sıfatıyla bütün evreni güvencesi altına alıp sigortalamıştır. Zerreden kürreye kadar her yaratılmış mümin sıfatının güvencesiyle yaşamlarını devam etmektedirler. Yüce Allah, bu sıfatı iman eden kullarına da vermiş ve onların da mümin olmalarını istemiştir.

Mümin olan Müslümanlar dünyadaki ellerinin altında bulunan insan, hayvan, bitki ve benzeri yaratılmışların yaradanın hatırı için güvenlik sigortası olmaları gerekiyor. Aksi takdirde Mümin olma özelliklerini kaybederler.  

Allah (cc), mümin sıfatıyla mazlumda olsa zalimde olsa uysalda olsa vahşide olsa bütün yaratıkları güvecesine almış ve onları sigortalamıştır. Bu güvenceyi ihmal edip dünyanın ve kulların güvencesine sigortalanan acizlerin ahirette güvencesi ne olacak ve kim olacak acaba...

Yüce Allah cümlemizi güvecesine alıp dünya ve ahiret hayatında sigortalayıp selamete erdirdiği kullarından eylesin.   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 


el-MÜHEYMİN

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[45]

 

Hz.Peygamber (a.s):

  

ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ : قَالَ اللّهُ تَعالى: مَنْ عَادَى لِي وَلِيّاً فَقَدْ آذَنْتُهُ بِحَرْبٍ، وَمَا تَقَرَّبَ اليّ عَبْدِي بِشَىْءٍ أحَبَّ الىَّ مِنْ أدَاءِ مَا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وََ يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبَ اليّ بِالنَّوافِلِ حَتّى أُحِبُّهُ، فإذا أحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِى يَسْمَعُ بِهِ. وَبَصَرُهُ الَّذى يُبْصِرُهُ بِهِ وَيَدَهُ الَّتِى يَبْطَشُ بِهَا. وَرِجْلُهُ الَّتِى يَمْشِى بِهَا، وإنْ سَألَنِى أعْطَيْتُهُ، وإنِ اسْتَعاذَنِى أعَذْتُهُ، وَمَا تَرَدَّدْتُ عَنْ شَىْءٍ أنَا فَاعِلُهُ تَرَدُّدِى عَنْ قَبْضِ نَفْسِ عَبْدِى الْمُؤْمِنِ، يَكْرَهُ الْمَوْتَ وَأكْرَهُ مَسَاءَتَهُ.

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:  "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu  bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri  eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."[46]

 

 

İzahı  

 

Al-Muhaymin
          

The Guardian. He who watches over and protects all things.

                   

å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin: Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden,her şeyi gözetip koruyan.

 

Çok çok murakabe edici, hıfz edici, gözetici ve koruyucu manasına gelir.

 

Başka bir deyişle; å¡à¤î è¢à Müheymin: Şâhid  olan  (görüp  gözeten) demektir.  Emîn  mânasına geldiği  de  söylenmiştir. Aslı‚  müeymin’dir‚  ancak  hemze‚  hâya  kalp olmuştur.  Keza  er-Rakîb  ve  el-Hafiz  mânâsına  geldiği  de  söylenmiştir.

 

“Gözeten ve koruyan” manasına gelen “å¡à¤î è¢à¤Ûa el-Müheymin” ismi, Kur’an-ı Kerim de Rabbimizin ismi olarak bir defa geçmektedir.[47]

 

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’i bize tanıtırken:

 

¡lb n¡Ø¤Ûa  å¡ß ¡é¤í † í  å¤î 2 b à¡Û b¦Ó¡£† –¢ß ¡£Õ z¤Ûb¡2  lb n¡Ø¤Ûa  Ù¤î Û¡a ¬b ä¤Û Œ¤ã a ë  

 

“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik”[48] diyerek Kur’anın kendinden önce geçen Tevrat, Zebur, İncil ve diğer sahifeleri kendi içinde koruduğunu ve onları tasdik ettiğini ifade ediyor.

 

Hz. Adem’in genlerini bizde koruyan, Hz. Adem dönemindeki su, hava, hardal, incir çekirdeğini olduğu gibi koruyan Rabbimiz geçmiş peygamberlere indirdiği kitapları Kur’an’ın içinde korumaktadır. “å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin”e iman edenler eski ilimleri ve eski sanatları, yeni ilim ve sanatların içinde korurlar.

 

Gönüllerimizden geçeni bilen, genlerimizi şifreleyen “å¡à¤î è¢à¤Ûa Müheymin”e iman eden bir Mü’min gözetildiğini bilerek yirmi dört saatinde edepli olmaya çalışır.

 

Fuzuli gibi: “Müheymina, Sameda, bende-i siyeh ruyem Sahifei amelim masiyet hattıyla kara” “Ey å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin ve Samed Allahım! Kara yüzlü bir kulunum. Amel defterim isyan yazısıyla kapkara” diyerek af dilenelim.

 

Murakabe, göz altında bulundurmak, koruyup gözetmek demektir. Aynı zamanda Allah’tan başka şeylerden bütün ilgilerini keserek Allah’a yönelme ve ibadete dalma, manasını ifade eder. Burada ise kişinin kendi nefsini gözetip derinden araştırarak kalbine yerleşmiş kötü niyetleri fena huyları, Allah ve Resulünün hoşlanmadığı hal ve tavırları bulmaya, sonra da nefsindeki bu kötülüklerin kökünü kazmaya girişmek manasına gelmektedir.

 

Yüce Allah,  Mümin” sıfatıyla kendi güvencesi altına aldığı yaratıklarını å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin” sıfatıyla da murakabe eden, gözeten ve hal hatırlarını gözardı etmeden istek ve arzularını cevaplayandır. Buna da “Aziz” sıfatıyla da güç yetirendir. Çünkü yüce Allah’ın korumasına aldığı bir, bin ve milyon değil her şey ve herkes için geçerlidir. å¡à¤î è¢à¤Ûa Müheymin kulların kendilerini murakabesine verip gözetlemeyi/gözlemlenmeyi isteyecekleri tek merci işte bu özelliktir.

 

Yani yüce Allah güvencesine aldığı kullarını bırakmıyor. Kullar nerde olurlarsa olsunlar onları tek tek kontrol edendir. Bu dünyada böyle bir kurum/kuruluş, güç/kuvvet varmıdır acaba? Kesinlikle istisnasız yoktur. İşte şimdi yüce Allah’ın bu sıfatına olan inancımı tekrar tazeliyorum. Çünkü şu ana kadar böyle olduğunu duymuştum ama bilmiyordum.

 

Yüce Allah cümlemizi kontrol ettiğinde herkese gönlüne göre muamele etsin/versin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

          

el-AZİZ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[49]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْه. أنَّ رسولَ اللّه  قال: إنَّ اللّهَ عَزَّ وَجلّ يَبْسُطَ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِئُ النَّهَارِ، وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِئُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا.

 

Ebû  Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar, bu hal, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir."Burada "el", Allah'ın ihsan ve fazlından kinayedir."[50]

 

 

İzahı

 

Al-'Aziz

 

The Victorious.  He who prevails, and can never be conquered.

 

Œí©Œ È¤ÛaAziz: Kahreden‚  galebe  çalan  demektir.  "İzzet"‚ galebe  çalmak  mânasına  gelir. Aynı zamanda Kudret sıfatına racidir. Yani misli, benzeri bulunmayan manasına gelir.

 

O mutlak galibiyet yegane sahibidir.

 

İzzet sahibi, mağlup edilmesi imkansız olan, her şeye galip olan.

 

Œí©Œ È¤ÛaAziz adı izzetten türemiştir. Anlamı güçlü bir mevkide bulunma anlamına gelmektedir.Daha açık bir deyimle güçlü ve yasaklayıcı demektir.

 

Üstün, değerli, güçlü ve eşsiz manalarına gelen el-Aziz ismi Kur’an-ı kerim de 90 defa geçmektedir.

 

Kur’an-ı Allah kelamı olması nedeniyle,[51] de Œí©Œ È¤Ûael-Aziz kelimesi Kur’an’ın sıfatı olarak gelmiştir.

 

Yusuf suresinde Mısır yöneticilerine de Aziz ismi kullanılmıştır. Tevbe 128 de Peygamber efendimizin sıfatı olarak Aziz kelimesi kullanılmış. Rabbimiz:

 

 b6¦Èî©à u ¢ñ £Œ¡È¤Ûa ¡é¨£Ü¡Ü Ï  ñ £Œ¡È¤Ûa ¢†í©Š¢í  æb × ¤å ß

 

“Kim izzet isterse bilsin ki izzetin tamamı Allah’a aittir”[52] buyurur.

 

Münafikun suresi 8 inci ayette ise: “İzzet, Allah’a, Resulüne ve Mü’minlere aittir” buyurur.

 

Œí©Œ È¤ÛaAziz olan Allah’a gönül veren kişi izzet bulur. Allah’ın yükselttiğini kimse alçaltamaz. Allah’ın alçalttığını kimse yükseltemez.

 

Kalpte Hak büyüdükçe halk=dünya küçülür. Dünya küçülünce kişinin kimliği de büyür.

 

Sevgili Peygamberimiz (a.s): “Kim bir zengine zenginliği nedeniyle tevazu gösterirse dininin üçte ikisi gider” buyurmuş.[53] Kişinin kimliğini kalbi, bedeni, ve dili oluşturur. Bedeni ve diliyle alçalırsa üçte ikisi gider. Kalbiyle de alçalırsa hepsi gider. Allah korusun.

 

Allah'ın 'Œí©Œ È Aziz' sıfatı, O'nun hiçbir zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman galip olanın Kendisi olduğunu ifade eder. Allah kainatta mutlak kuvvet sahibidir ve O'ndan üstün hiçbir güç, hiçbir kuvvet yoktur.

 

Kainattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya güç yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan Allah'tır. Ve bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O'dur. Allah'ın kainatta kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında, yarattıklarının acizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O'nun emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen içinde var olabilmektedirler.

 

Kuşkusuz bu acizlik yeryüzüne hakim olduğunu zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar sahibi olsa da, Allah karşısında acizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah'a karşı koruyamaz. Ancak Allah'a teslim olan, O'nun emirlerine uygun yaşayan, rızasını kazanmaya çalışanlar hariç...

 

Yüce Allah, Azizliğiyle evrende hiçbir şeye karşı aciz olmayıp, herşeye güç yetirendir. Aynı zamanda güçsüzlerin kendisine müracaat ettiklerinde ise onlarında gücüne güç katandır.

 

Yüce Allah’ın Œí©Œ È Aziz gücüne inanarak, dayanarak, güvenerek çalışan ve savaşan hiç kimseyi de mahcup etmeyendir. Hiçbir güç sahibinin aciz bırakamadığı güçler üstü gücün sahibi olan Œí©Œ È Aziz Allah, dilediği güçsüzleri güçlendirerek imkan sahibi kılar ve güçlülüğüne güvenen nice zalim/cebbarları da mahf-u perişan edendir.  

 

Yüce Allah (cc) cümlemize izzetli yaşamı nasip etsin. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-CEBBAR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[54]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن الْخدري رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : تَكُونُ ا‘رْضُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ خُبْزَةً وَاحِدَةً يَتَكَفّاهَا الْجَبَّارُ بِيَدِهِ كَمَا يَتَكَفّى أحَدُكُمْ خُبْزَتَهُ في السُّفَرِ نُزُوً ‘هْلِ الْجَنَّةِ. فأتَى رَجُلٌ مِنَ الْيَهُودِ، فقَالَ: بَارَكَ الرَّحْمنُ عَلَيْكَ يَا أبَا الْقَاسِمِ. أَ أُخْبِرُكَ بِنُزُولِ أهْلِ الْجَنَّةِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ قَالَ: بَلى. قَالَ: تَكُونُ ا‘رْضُ خُبْزَةً وَاحِدَةً كَمَا قَالَ رَسُولُ اللّهِ  فَنَظَرَ النّبِىُّ  إلَيْنَا. ثُمَّ ضَحِكَ حَتّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ. ثُمَّ قَالَ: أَ أُخْبِرُكَ بِإدامِهِمْ؟ قَالَ: بَلى. قَالَ: بامٌ وَنُونٌ. قَالَ: وَمَا هذَا قَالَ: ثَوْرٌ وَنُونٌ، يَأكُلُ مِنْ زَائِدَةِ كَبِدِهِمَا سَبْعُونَ ألْفاً.

 

Saidi el-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbar (olan Allah Teâla hazretleri), onu, cennetliklere azık olarak elinde çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında çöreğinizi çevirdiğiniz gibi!" Bu sırada bir Yahudi gelerek:"Ey Ebu'l-Kâsım! Rahmân (olan) Allah seni mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet ehlinin (iştah açıcı) ikramı ne olacak haber vereyim mi?" dedi. Efendimiz:"Söyle bakalım!" buyurdular. Adam, tıpkı Aleyhissâlatu vesselâm'ın söylediği gibi:"Arz, tek bir çörek olur!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize baktılar. Sonra azı dişleri görününceye kadar tebessüm buyurdular ve:"Peki cennet ehlinin katıklarını sana haber vereyim mi?" dediler. Adam: "Buyurun!" dedi. Aleyhissalatu vesselâm:"Bâlâm ve nûn!" buyurdular. Adam: "Bu nedir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öküz ve balıktır. Bunların ciğerlerinin kenarından yetmiş bin kişi yer" buyurdular."[55]

 

 

İzahı

 

 

Al-Jabbar

         

The Compeller. He who repairs all broken thing, and completes that which is incomplete.

 

‰b £j v¤Ûa Cebbar: Mahlukâtı  mecbur  eden;  emir  veya  yasak  her  ne  dilerse  ona  zorlayan  demektir.  Bu  kelimenin‚  bütün  mahlukâtının  fevkinde  yücedir  mânasına  geldiği  de  söylenmiştir.             

 

Azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan.

 

Mutlak ıslah ve kahredici O dur.

 

Mübalağa vezninde “Cebir” kökünden türemiş bir kelimedir. Cebir, lugatta bir şeyi zor ile ıslah etmeye derler. Sonra mücerret ıslah etmeye ad olarak verilmiştir.

 

Bazen mücerret kahr manasına gelir.

Bazen de mecaz yoluyla mücerret uluv (yükseklik) manasına gelir. Öyle bir yükseklik ki, kimsenin elinin erişemeyeceği hurma ağacına yüksek manasına “Nahle-i Cebbaren” denir

Bazen de halkın işlerini ıslah edici manasınadır. Bu surette fiil sıfatı olur.

 

"Kırılanı saran, bozulanı düzelten, her şeyden yüce ve dilediğini zorla yaptıran” manalarına gelen “‰b £j v¤Ûa Cebbar” ismi Kur’an-ı Kerim de Haşr 23 de bir defa zikredilmiştir.

 

Peygamberlere isyan bayrağını çeken ve kendi koyduğu kurallara uyan yöneticiler için zorba anlamında Cebbar kelimesi kullanılmıştır.[56] Peygamber efendimize:

 

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْانِ مَنْ يَخَافُ وَعيدِ

 

“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir cebbar değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.”[57]

 

Ve böylece kıyamete kadar gelecek olan Müslüman yöneticilere bu ayeti okuyunca yönettiği ülkeyi bir hapishaneye çevirmemesi emredilmiştir.

 

Denizde balıkların, havada kuşların, karada hayvanların ve ağaçların kırıklarını saran “‰b £j v¤ÛaCebbar” olan Rabbimizdir. İnsanlık ailesi ise altı milyar insanın sağlık sorunlarını çözememiştir.

 

‰b £j v¤ÛaCebbar olan Rabbimiz dünya yaratılalıdan beri yarattıklarının kırıklarını onarmaya devam ediyor. Milyarlarca balıktan, milyarlarca kuşlardan bir tanesini insanoğlu tehlikeden kurtarıp tedavi etse günlerce televizyon ekranlarından o iyilik sembolü insan baş haber olur.

 

Her gün milyonlarca hayvanın doğumunu sağlayan, onlara sıhhat veren, doğum yaptığı gün süt veren, “‰b £j v¤Ûa Cebbar” olan Rabbimiz ise ekranda bir defa zikredilse irtica hortladı yaygarası başlar. Yaygarayı başlatan, kalpten hastaneye kaldırılsa ona yine şifa veren “‰b £j v¤ÛaCebbar” olan Rabbimizdir. Cebbara iman eden mü’min insan, hayvan ve diğer yaratıkların yarasına merhem, kırığına sargı olur. Onları kendine doğru yükseltir, yüceltir.     

 

Allah'a karşı büyüklenmenin, O'na teslim olmamanın altında, insanın kendisini Allah'tan bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi, dolayısıyla kendine bir "benlik" vermesi yatar. Halbuki bunun ne kadar tutarsız bir mantık olduğunu anlamak için herhangi bir inanca sahip olmak gerekmez.

 

İnsan biraz durup düşünse, bu dünyaya kendi isteğiyle gelmediğini, ne zaman hayatının son bulacağını bilmediğini, sahip olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla görebilir. Kendi bedeni de dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyin geçici olduğunu ve sonunda yok olacağını anlar. Tüm bunlar insanın tümüyle aciz olduğunun, hiçbir şeyin gerçekte kendisine ait ve kendi kontrolü dahilinde olmadığının açık delilleridir. Eğer biraz daha düşünürse, bu delillerin sayısız olduğunu görebilir.

 

Bütün bu gerçekler karşısında insanın, kendisini yaratana karşı büyüklenmeye kalkmasının ne kadar anlamsız ve bir o kadar da akılsızca bir tavır olacağı ortadadır.

 

Oysa insanın Allah'ın büyüklüğünü, her şeyi yoktan var ettiğini, insanların sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin O olduğunu, dilediği anda da hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü olduğunu, tek baki kalacak olanın da Allah olduğunu kabul edip, Yaratıcısına, gerçek sahibine teslim olması gerekir. Çünkü Allah, kendisine karşı haksız yere büyüklenme gösteren, O'na karşı aczini bilmeyen ve yüz çeviren herkese dilediği zaman zorla boyun eğdirmeye muktedir olandır.

 

Kur'an'da sahip olduğu şeylerden dolayı kibirlenen ve sonunda da Allah'ın ‰b £j v Cebbar sıfatıyla acizliklerini gören ve hatalarını ikrar eden bahçe vs. misaller çok geçmektedir.

 

Yüce Allah cümlemizi emir ve yasaklarına riayet eden kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MÜTEKEBBİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الَّذى لَا اِلهَ اِلاَّ هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir."[58]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : فأقُولُ: يَا رَبِّ ائذَنْ لِى فِيمَنْ قَالَ: لاَ إلَهَ إَّ اللّهُ. قَالَ: لَيْسَ ذلِكَ لَكَ، أوْ قَالَ لَيْسَ ذلِكَ إلَيْكَ، وَلَكِنْ وَعِزَّتِي وَجََلِي وَكِبْرِيَائِي وَعَظْمَتِي ‘خْرِجَنَّ مِنْهَا مَنْ قَالَ: َلآ إلَهَ إ لاَّللّهُ.

 

"Ben de: "Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat  etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala:"Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim,  celalim, kibriyam ve azametim hakkı için  lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."[59]

 

 

İzahı

 

Al-Mutakabbir

 

The Majestic.  He who     demonstrates His greatness in all things and in all ways

 

¢Š¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir: Ululuk sahibi, her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.

 

Azamet ve kibriyasında, O dur.

Mahlukâta ait sıfatlardan yüce‚ uzak mânasına gelir. Ayrıca "Mahlukâtından  büyüklük  taslayarak  kendisiyle  azamet  yarışına  kalkanlara  büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren” mânasına geldiği de  söylenmiştir. Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:

¢Š¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir" Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelimesinden  gelir‚  tezyîfî  bir  mâna  taşıyan  kibir  kelimesinden  gelmez.

Azamet ve kibriya ile biricik demektir ki, başkası onun nazarında zerre kadar yoktur. Kibriya sıfatı ancak O’na mahsustur.

 

Büyüklüğünü bildiren manasına gelen bu güzel isim Rabbimiz için Kur’an-ı Kerim de Haşr 23 de bir defa zikredilmiştir. Kendini ilah yerine koyan, büyüklük taslayan, baskı rejimi kuran zorba firavun hakkında Mü’min suresi 27, 35 inci ayetlerde Mütekebbir olarak tanıtılmaktadır. Doğan, ölen bir tek canlı veya bir tek tane veya çekirdek yaratamayan büyüklük taslarsa aleme rezil olur. Zalim birinin adalet ödülü alması gibi gülünç olur.

 

Ancak “¢Š¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir” büyüklenen, büyüklüğünü bize zerreden yıldızlara kadar yarattıklarıyla gösteren ve indirdiği kitaplarıyla bildiren Rabbimize iman edenler, gönüllerinde en büyük olarak onu görenler Onun yarattıklarını gözlerinde küçültürler. 40 kilometre koşucusunun ödüle kilitlenerek koştuğu gibi, yol kenarındaki dereler, çiçekler, çimenler onu yolundan alıkoymadığı gibi mü’min insan da “¢Š¡£j Ø n¢à¤ÛaMütekebbir” Rabbine sığınınca kendini ilah yerine koyanları gözünde büyütmez. Batıdan korkmaz. “Doğuda, batıda Rabbindir” der ve yürür. Yürürken:

 

 ó¨Ì Ÿ b ß ë ¢Š – j¤Ûa  Îa ‹ b ß

 

“Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.”[60]

 

 Bizlere mütevazı olmak düşer. Haddini aşan aşağı düşer.

 

Yüce Allah cümlemizi kendisine karşı gereken tavazuyu sergilemeyi nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HALIK

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“O, Halık (yaratan), var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.”[61]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: ومَا يُؤْمِنُ أكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إَّ وَهُمْ مُشْرِكُونَ. قالَ: يَسْألُهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ، وَمنْ خَلَقَ السَّمَواتِ وَا‘رْضَ؟ فيقُولُونَ اللّهُ! فذلِكَ إيمَانُهُمْ، وََهُمْ يَعْبُدُونَ غَيْرَهُ فذلِكَ شِرْكُهُمْ.

 

İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şu âyet hakkında: "Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar"[62] şu açıklamayı yapmıştır: "Yâni, "Onlara kendilerini kim yarattı, semâvat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, "Allah" diye cevap verirler, işte bu onların imanıdır. İbâdet etmeye gelince Allah'tan başkasına taparlar, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir."[63]

 

 

İzahı

 

Al-Khaliq

 

The Creator. He who brings from  non-being into being, creating all things in such a   way that He determines their existence and the conditions and events they are to experience.

                             

Õ¡Ûb ‚¤Ûa Halık: Aslı, örneği ve maddesi olmaksızın bir şeyi icad edici demektir.

 

Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir eden, yaratan, yoktan var eden büyüklükte eşi olmayan manasına gelir.

 

Kainatı yaratan var edici O dur.

 

Yaratan manasına gelen Õ¡Ûb ‚¤Ûa el-Halık ismi Kur’an’ı Kerim de sekiz defa tekrarlanmaktadır. Yüz ellinin üzerinde ....yarattı, .....yaratır şeklinde Rabbimizin yaratmasından haber veren ayetler vardır. “Kün-ol” emriyle kainatı yaratan, topraktan çiçek yaratır gibi Adem (a.s)’ı yaratan, meniden servi boylu erkek ve kadını yaratan, bu yeryüzünün bir karışlık toprağıyla Hz. Adem’den günümüze kadar gelen bütün insanların ve şimdi yaşamakta olan altı milyar insanın ve bütün hayvanların gıdasını yaratan Halikımıza iman etmek, yapılan bütün iyiliklere şükretmektir;

 

 b¦Èî©à u ¡¤‰ üa ó¡Ï b ß ¤á¢Ø Û  Õ Ü  ô©ˆ £Ûa ì¢ç

 

“Yeryüzündekilerin hepsinin insan için yaratıldığın.”[64]

 

 ¡æë¢†¢j¤È î¡Û ü¡a  ¤ã¡üa ë  £å¡v¤Ûa ¢o¤Ô Ü  b ß ë

 

“İnsanında cinlerinde Allah’ı tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratıldığını haber verir.”[65]

 

Değerli ustaların yaptığı sanat eserleri topraktan, alçıdan bile olsa antikacılar onu kırmazlar. İpekten fırçalarla temizlerler. İnsan ve tabiat Halikımızın bize emanetidir. Onun bir çizgisi dahi israf edilmemeli, kırılmamalıdır. Haksız yere bir damla kan akıtılmamalıdır. Gönül Kabesi ateşe verilmemelidir.

 

Bu ad takdir manasına gelmektedir. Zira Allah gaybubiyyetinin batınından ve zuhurunun manasıyla her şeyi takdir ederek kendi görüşünün haricine çıkarmıştır. Kendini ihata eden gayb ve şehadet ilmiyle bu takdiri yapmıştır. Allah adına istinat ederek tam ve kamil tecellilerle kendini göstermiştir.

 

Yüce Allah bizleri halk ettiği hayır kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BARİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“O, Halık (yaratan), Bari (var eden), şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.”[66]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن زِرِّ بْنِ حُبَيْشٍ قالَ: سَمِعْتُ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ: وَالَّذِى فَلقَ الْحَبَّةَ وَبَرَأ النَّسَمَةَ إنَّهُ لَعَهْدُ النَّبِىِّ ا‘ُمِّى إليَّ أنْ َ يُحِبُّنِي إَّ مُؤْمِنٌ وََ يَبْغَضُنِى إَّ مُنَافِقٌ.

 

Zirr İbnu Hubeyş (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu hususu  garantiledi: "Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir."[67]

 

 

İzahı

 

Al-Bari
         

The Maker of order. O Evolver who created all things so that each whole and its parts are in perfect conformity and harmony.

 

‰b j¤ÛaBari: İhsan eden.

Mahlukâtı‚  mevcut  bir  misâle bakmaksızın‚  yoktan‚  örneksiz  olarak  yaratan  mânasına  gelir.  Bu  kelime‚  öncelikle  hayvanlar  için  kullanılır‚  diğer  mahluklar  için  pek  kullanılmaz.  Hayvanlar  dışındaki  mahlukât  hakkında  nâdiren  kullanılır. Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan.

Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli, şefkatli demektir.

 

Kullarına iyilik ve ihsanı, nimetleri bol olan.

 

‰b j¤ÛaBari isminden alınmıştır. Lugatta bir şeyi başka bir şeyden dikkatle araştırarak kurtarmaya derler. Nitekim “Filan, hastalığından beri oldu.” Denildiği gibi “Maddeci, maddecilik dininden beri oldu,” denir. Hastalıktan ve batıl bir dinden dikkatle inceleyip araştırarak, deva ve çare tatbik ederek halas olmak (kurtulmak) manasına gelir. Yahut, inşa (vücuda getirme) hakkındadır.  Mesela: ‰b j¤ÛaBari” Allah’u Zeyden”, denir. “Allah, Zeydi kusursuz ayıpsız ve noksansız halk etti”, demektir.

 

Kamil bir nizam üzere ve bozulmaktan beri mahlukat halk etti demektir.

Yaşadığımız evren ile ilgili her şeyde bir denge ve ahenge rastlarız. Özellikle bilim alanında yeni gelişmeler kaydedilip bugüne kadar bilinmeyen pek çok detay ortaya çıktıkça, bu denge ve ahenk daha da netleşmektedir. Görünen odur ki, kainat üzerinde var olan her sistem üstün bir Aklin tasarımıdır. Bu üstün aklin sahibi, her şeyi hayranlık uyandırıcı bir düzen içinde var etmiştir. Kainattaki her cisim, yeryüzünde yaşayan milyarlarca canlı müthiş bir ahenk içinde varlıklarını sürdürürler. Doğadaki düzen hiçbir şekilde bozulmaz ve milyonlarca yıldır son derece istikrarlı bir şekilde devam eder.

Yalnızca dünya üzerindeki yaşamı incelediğimizde bile hayranlık uyandırıcı pek çok detayla karşılaşırız. Etrafımız, farkında olduğumuz veya olmadığımız, sayısız yaratılış delili ile doludur. Örneğin, havadaki gazların karışımı tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için en elverişli şekilde oranlanmıştır.

İnsanlar ve hayvanlar yaşayabilmek için oksijen alır ve karbondioksit verirler. Ancak bu işlem sürekli devam ettiği halde havadaki oksijen miktarı azalıp, karbondioksit miktarı artarak mevcut dengeyi bozmaz. Çünkü bu noktada çok ince bir düzen var edilmiştir; insanların ve hayvanların tersine bitkiler, yaşamlarını sürdürürken karbondioksit alır ve oksijen verirler. Dolayısıyla insanların ve hayvanların tükettiği oksijen, bitkiler vasıtasıyla tekrar üretilir ve dünyadaki dengeyi korur.

Kuşkusuz bu örnek dünya üzerinde görebileceğimiz yaratılış delillerinden yalnızca bir tanesidir. Gerek mikro gerekse makro alem incelendiğinde bunun gibi sayısız örnekle karşılaşmak mümkündür. Eğer kainat ve dolayısıyla dünya üzerindeki canlılık varlığını sürdürebiliyorsa, bu, üstün akil sahibi olan Yaratıcının 'her şeyi birbirine uygun olarak yaratması' ile mümkün olmaktadır.

 

Yüce Allah cümlemizi ihsanına mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

                                                                        

 

el-MUSAVVİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

هُوَ اللّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“O, Halık (yaratan), Bari (var eden), Musavvir (şekil veren) Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.”[68]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: كانَ رَسُولُ اللّهِ  يَقُولُ في سُجُودِ الْقُرآنِ بِاللَّيْلِ: سَجَدَ وَجْهِى لِلَّذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ، وَشَقَّ سَمْعَهُ وَبَصَرَهُ بَحَوْلِهِ وَقُوَّتِهِ.

 

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), geceleyin yaptığı tilâvet secdelerinde şöyle derdi: "Yüzüm, kendisini yaratan (maddî ve manevî çeşitli cihazlarla  teçhîz, tezyîn ve) tasvîr eden, ilâhî güç ve kudretiyle onda işitme ve görme duyguları açan Zât'a secde etti."[69]

 

 

İzahı

 

Al-Musawwir
         

The Shaper of Beauty.  He who designs all things, giving each its particular form and character.

 

‰¡£ì –¢à¤Ûa Musavvir: “Mahlukâtı   farklı  sûretlerde  yaratan" demektir. Tasvîr  lügat  olarak  hat  ve  şekil  çizmek  mânasına  gelir.

 

Tasvir eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.

Kainatı en güzel surette icat edici ve her mahluka kendisine has bir suret var edicidir ki, o mahluk bu suretle diğerlerinden ayrılır.

Suret veren, kılık, kıyafet veren manasına gelen bu isimde Kur’an’da Haşr suresi 24 de bir defa geçmektedir.

 

 ¢õ¬b ' í  Ñ¤î × ¡âb y¤‰ üaó¡Ï ¤á¢×¢‰¡£ì –¢í ô©ˆ £Ûa  ì¢ç

 

“Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren odur.”[70]

 

 ¡¤á¢× ‰ ì¢•  å ¤y b Ï ¤á¢× ‰ £ì • ë ô©ˆ £Ûa ¢é¨£ÜÛ a

 

“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı”[71]

 

İnsanlık ailesi bir tek kirpik yaratamamıştır. Bir göz veya bir kaş yapamamıştır. Ama Allah’ın yarattığı göz ve kirpik üzerine binlerce yıldır şiirler söylenmiş yine de hakkı verilememiştir.

 

Allah’ımızın Halik ismiyle yarattığı, Bari ismiyle düzelttiği, ‰¡£ì –¢à¤ÛaMusavvir ismiyle şekillendirdiği tabiatın ve tabiat üzerinde yaşayanların bir teline ve bir çizgisine zarar vermeyelim. Bir ressamın o hareketsiz resmine bir çizik atsanız değeri düşer. Rabbimize ve yarattıklarına saygısız davranırsak o zaman bizim değerimiz düşer. Rabbimiz kafirler için:

 

 6¡ò £í¡Š j¤Ûa ¢£Š ( ¤á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a

 

“Onlar yaratılmışların en şerlisidirler”[72] buyurur. Bu isimden çıkan mana şudur:

 

Allah, takdir edici, maddesiz ve madde ile halk edici, ilahi hikmet gereğince ve rabbani sözün dileğince aralarında fark olmaksızın ve karışıklıktan uzak kamil bir nizam ile bozulmaktan beri icat edici ve her şeyin hususiyetlerini onun üzerine tertip edicidir. Ve her şeye, kemali kendisiyle tamamlanan hususi bir suret vericidir. Öyle ki, bu suretle o şey mükemmel bir hilkat eseri vasfı kazanır.

 

Yine de, her şeyin en iyisini bilen Allah’tır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

                     

el-ĞAFFAR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرى لِاَجَلٍ مُسَمًّى اَلَا هُوَ الْعَزيزُ الْغَفَّارُ

 

"Gökleri ve yeri hak olarak yarattı.Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya da boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur."[73]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ لرسول اللّهِ : عَلِّمْنِى دُعَاءً أدْعُو بِهِ في صََتِى، قالَ: قُلِ اللَّهُمَّ إنِّى ظَلَمْتُ نَفْسِى ظُلْماً كَثيراً، وََ يَغفِرُ الذُّنُوبَ إَّ أنْتَ فَاغْفِرْ لِى مَغْفِرَةً مَنْ عِنْدَكَ وَارْحَمْنِى إنَّكَ أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.

 

Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) gelerek:"Bana namazda okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu duayı okumasını söyledi:"Allahümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfiru'zzünûbe illâ ente fa'ğfir lî mağfireten min indike verhamnî inneke ente'lğafûru'rrahîm. (Allahım ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin."[74]

 

 

İzahı

 

Al-Ghaffar
          

The Forgiving.  He who is always ready to forgive.

 

‰b £1 Ì¤ÛaGaffar: Kulların  günahlarını  tekrar  tekrar   affeden‚  mânasına  gelir. Gafr  kelimesi‚  aslında  setr  (örtmek) ve  kapatmak  mânalarına  gelir.  Allah  Teâla  kullarının  günahlarını  affedici‚  onlar  için  cezayı  terk etmek  sûretiyle (günahları)  örtücüdür.

 

Kullarının günahını örten, mağfireti çok,günahları bağışlayıcı.

Mübalağa ile, günah ve kötülükleri mağfiret edici, dünya aleminde örtüp gizleyici ve ahiret aleminde de kınamayı ve cezasını terk edici, demek olur. Yüce Allah’ın fiil sıfatındandır.

Allah'ın mağfireti sonsuzdur. O, yarattığı tüm kullarına tevbe ederek arınma imkanı vermiştir. Bir insan, cahilken yaptıklarından dolayı dünyada bağışlanma dileyerek cehennem azabından kurtulabilir. Samimi bir şekilde Kuran'a dönerek Allah'ın emirlerini titizlikle uyguladığı takdirde O'nu bağışlayan ve esirgeyen olarak bulacaktır. Allah salih amellerde bulundukları zaman küçük büyük demeden kullarının bütün günahlarını affedeceğini müjdelemiştir. Yüce Allah (cc) bir ayetinde:

 6¤á¢n¤ä ß¨a ë ¤á¢m¤Š Ø ( ¤æ¡a ¤á¢Ø¡2a ˆ È¡2 ¢é¨£ÜÛa ¢3 È¤1 í b ß

 

“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin!“[75] diyerek insanlar üzerinde ne kadar geniş mağfiret sahibi olduğunu onlara bildirmiştir. Nitekim 'cahil ve nankör' olan insanların bugün halen hayatlarını sürdürebilmeleri de Allah'ın mağfireti ve bağışlamasıyladır.

 

Gizleyen, örten, bağışlayan afveden manalarına gelen "‰b £1 Ì¤Ûael-Ğaffar” ismi Kur’an’ı Kerim de 91 defa geçmekte.” ‰b £1 Ì¤Ûael-Ğaffar” 5 defa,” ‰1 Ì¤Ûael-Ğafir” ise iki defa geçmektedir.

 

Vücudumuzu incecik, sihirli bir perdeyle sarıp sarmalayan ”‰b £1 Ì¤ÛaĞaffar" olan Rabbimiz bizi birbirimize güzel çekici gösteriyor. Bir yangında yüzünün incecik sihirli perdesi yanan insan ne kadar korkunç oluyor. İçindeki kanlar, irinler, damarlar dışardan görünseydi kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı.

 

‰b £1 Ì¤Ûa el-Ğaffar” olan Rabbimiz içimizde görüntüsü hoşa gitmeyen kanımızı, idrarımızı, yiyip içtiklerimizi, incecik bir perdeyle örtüp gizlediği gibi içimizde ürettiğimiz birçok kötü düşünceleri de kimseye göstermemekte.

 

Ya içimizden geçenler dışımızda görünseydi ne olurdu halimiz? Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız, düşmanlarımız hakkında düşündüklerimiz yüzümüzden görünseydi korkunç olurdu. “‰b £1 Ì¤ÛaĞaffar” olan Rabbimiz içimizi, dışımızı bildiği halde ayıplarımızı, günahlarımızı gizlemekte.

 

;¥áî©y ‰ ¥‰ì¢1 Ë  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Muhakkak Allah, bağışlayan örtendir, merhamet edendir”[76] ayeti Kur’an’ı Kerim’de çokça tekrarlanmaktadır.

 

‰b £1 Ì¤Ûa el-Ğaffar” olan Allah’a iman eden toplum ve bireyleri kötülükleri ve kötü haberleri yaymazlar. Böylece kötülüğü yapan teşhir edilerek ar damarı çatlatılmamış olur. Bir de bu kötülüğü yayarak başkalarının aklına getirilmemiş olur. ”‰b £1 Ì¤ÛaĞaffar” olan Rabbimiz:

 

اِنَّ الَّذينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَشيعَ الْفَاحِشَةُ فِى الَّذينَ امَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَاتَعْلَمُونَ

 

”Mü’minler arasında kötülüğün yayılmasını isteyenlere dünyada da, ahirette de acıklı azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz" buyurur.[77]

 

Biz de kötülükleri, ayıpları örteceğiz. Ancak Nisa suresinin 82 inci ayetine uyarak toplumun güvenliğini tehdit eden kötülükleri yetkililerine bildireceğiz.

 

Yüce Allah cümlemizin günahlarını mağfiret etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

                  

el-KAHHAR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

قُلْ مَنْ رَبُّ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه اَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمى وَالْبَصيرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِى الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ  الْقَهَّارُ

 

 “(Resûlüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.”[78]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ رسولَ اللّهِ : قالَ في السَّدِّ يَحْفِرُونَهُ كُلَّ يَوْمٍ حَتَّى إذَا كادُوا يَخْرِقُونَهُ. قالَ الَّذِى عَلَيْهِمُ: ارْجِعُوا فَستَخْرِقُونَهُ غداً فَيُعِيدُهُ اللّهُ تعالى كَأشَدِّ ما كان، حتى إذَا بلَغَ مُدَّتُهم وأراد اللّهُ تعالى أنْ يَبْعَثُهُمْ عَلى النَّاسِ. قالَ الَّذِى عَلَيْهِمْ ارْجِعُوا فَستَخْرِقُونَهُ غداً إنْ شاَءَ اللّهُ واسْتَثنَى فيَرْجِعُونَ فَيَجِدُونَهُ كَهَيْئتِهِ حِينَ تَرَكُوهُ فَيَحْفِرُونَهُ فَيَخْرُجُونَ على النَّاسِ فَيَسْتَقُونَ الْمِيَاهَ وَتَفِرُّ النَّاسُ مِنْهُمْ فَيَرْمُونَ بِسهَامِهِمْ إلى السَّماءِ فَتَرجِعُ مُخَضَّبَةً بالدِّمَاءِ فَيَقُولُونَ قَهَرْنَا مَنْ في ا‘رْضِ وَعَلَوْنَا مَنْ في السَّماءِ فَيَبْعَثُ اللّهُ تعالَى عَلَيْهِمْ نَغَفاً في أقْفَائهمْ فَيَهْلِكُونَ، وَالَّذِى نَفسُ مُحمّدٍ بِيَدِهِ إنَّ دَوَابَّ ا‘رْضِ تَسْمَنُ وَتَبْطُرُ وَتَشْكُرُ شَكراً مِنْ لُحُومِهِمْ.

 

 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: "(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: "Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız" der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak şekilde eski hâline iâde eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: "Haydi dönün, yarın inşaallah bunu deleceksiniz" der -ve ilk defa inşaallah tabirini kullanır-."Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devamla der ki: "Dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi  ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) delerler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar.Ye'cüc ve Me'cüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: "Arzda olanları ezim ezim ezdik, semâda olanları da alçaltıp alt ettik."Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helâk edip, herbirini parçalanmış halde yere serer."Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı: "Muhammed'in nefsini elinde tutan Zât'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir."[79]

 

 

İzahı

 

Al-Qahhar
         

The Subduer. He who dominates all things, and prevails upon them to do whatever He wills.

 

‰b £è Ô¤ÛaKahhar: Bütün mahlukatı kudret elinde aciz, rezil kılıcı. Mübalağa ile kahır ve galebe edici demektir. Bütün kainat, Allah’ın, kudreti altında mahkur (mağlup ve mahkum), hükmüne musahhar, kudret pençesinde bir zerre kadar bile değildir.

 

Bu isim yüce Allah’ın kudret sıfatına racidir.

 

Her şeye, her istediğini yapacak surette, galip ve hakim.

 

"Galip gelen, emri altına alan” manalarına gelen ‰b £è Ô¤Ûael-Kahhar” ismi Kur’an’ı Kerim’de 6 defa geçmekte:

 

 ¢‰b £è Ô¤Ûa ¢†¡ya ì¤Ûa  ì¢ç ë §õ¤ó ( ¡£3¢× ¢Õ¡Ûb  ¢é¨£ÜÛa3¢Ó

 

”Deki: Allah her şeyin yaratıcısıdır. O tekdir, Kahhar (her şeyi emri altında) dır.”[80]

  

Firavun ve adamları kendilerini ”‰b £è Ô¤Ûael- Kahhar” olan Allah’ın ismiyle isimlendirmişler.

 

  æë¢Š¡çb Ó  ¤á¢è Ó¤ì Ï b £ã¡a ë

 

”Biz onlara (iman edenlere) galip geleceğiz” demişler"[81] ama kendileri kahrolmuşlar.

 

İnsanın ürettiği teknolojiyle Rabbinin yarattıklarının sayımını yapabilmiş değil. ‰b £è Ô¤Ûa O KAHHAR olan Rabbimiz milyarlarca yıldızı, yedi kat gökyüzünü ve yeryüzünü yıllardır yörüngesinde döndürür. Hiçbiri onun çizdiği yörüngeden dışarı çıkamaz.

 

‰b £è Ôb í Ya Kahhar, “‰b £è Ôb íYa Kahhar” diyerek esen fırtınalar, dağlardaki milyarlarca ağaçların çürüyen,kuruyan, kurtlanan dallarını budayıp temizleyiverir.

 

‰b £è Ôb íYa Kahhar" diyerek coşan denizler, denizdeki kirleri, durgunluğu giderir ve canlılara can verirler. Eğer aslan da ve yılan da Rabbimizin Kahhar ismi tecelli etmeseydi insanlar aslanı eşek yapar, yılanı yük yüklemek için ip yapardı.

 

Eğer Kahhar ismi Kahraman insanlarda tecelli etmeseydi, insanlık zalimlerin elinde inim inim inlerdi. Kahraman müslüman ‰b £è ÔKahhar'a iman ettiğinden önce nefsini yener, sonra zalimlere karşı dikilir.

 

Kahır, bir şeyin bir şeye üstün gelmesi demektir. Onun kahır mertebeleri sayılmayacak derecede çoktur. Zira bir kimse diğer bir kimseyi yendi mi Allah onun galibi ve kahredicisi olur. Vücudun ve vücut çeşitlerinden bir çeşit yoktur ki kahredilmiş olmasın. Onun inhisarında olsa da başlangıcında bir başlangıç da yoktur. Çünkü varlık, zati nefsiyle kuşatılmıştır. Dünyada ne türlü varlık olursa olsun ihata edilmiş ve kahır görmüştür.

 

Yüce Allah cümlemizi kahrından salim olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VEHHAB

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 7¡lb £ç ì¤Ûa ¡Œí©Œ È¤Ûa  Ù¡£2 ‰ ¡ò à¤y ‰ ¢å¡ö¬a Œ  ¤á¢ç  †¤ä¡Ç ¤â a

 

Yoksa azîz vevehhab olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır!”[82]

 

Hz.Peygamber (a.s):

ـ وعن أبي إدْرىسِ الْخَوَْنِى عَنْ أبي ذَرٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ  فِيمَا يَرْوِى عَنْ ربِّهِ عَزَّ وَجَلَّ أنَّهُ قَالَ: يَا عِبَادِي إنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلى نَفْسِي، وَجَعلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً، فََ تَظَالَمُوا. يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ ضَالٌّ إَّ مَنْ هَدَيْتُهُ فَاسْتَهْدُونِي أهْدِكُمْ. يَا عِبَادِى كُلُّكُمْ جَائِعٌ اَِّ مَنْ أطْعَمْتُهُ، فَاسْتَطْعِمُونِي أطْعِمُكُمْ. يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ عَارٍ إَّ مَنْ كَسَوْتُهُ، فَاسْتَكْسُونِي أكَسِكُمْ. يَا عِبَادِي إنَّكُمْ تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَأنَا أغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً فَاسْتَغْفِرُونِى أغْفِرْ لَكُمْ. يَا عِبَادِى، إنَّكُمْ لَنْ تَبْلُغُوا ضُرِّي فَتَضُرُّونِي. وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُونِي. يَا عِبَادِي، لَوْ أنَّ أوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلى أتَقِى قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَازَادَ ذلِكَ في مُلْكِي شَيْئاً. يَا عِبَادِي لَوْ أنَّ أوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإنْسَكُمْ وِجِنَّكُمْ كَانُوا عَلى أفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا نَقَصَ ذلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئاً. يَا عِبَادِي، لَوْ أنَّ أوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وإنْسَكُمْ  وَجِنَّكُمْ قَامُوا في صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَسَألُونِى، فَأعْطَيْتُ كُلَّ إنْسَانٍ مَسْألَتَهُ، مَا نَقَصَ ذلِكَ مِمَّا عِنْدِي إَّ كَمَا يَنْقُصُ الْمِخْيَطُ إذَا أُدْخِلَ فِي الْبَحْرِ. يَا عِبَادِي، إنَّمَا هِيَ أعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أُوَفِّيكُمْ إيَّاهَا. فَمَنْ وَجَدَ خَيْراً فَلْيَحْمَدَ اللّهَ وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذلِكَ فََ يَلُومَنَّ إَّ نَفْسَهُ.

 

Ebu İdris el-Havlânî, Ebu Zerr (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), aziz ve celil olan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb  Teala şöyle buyurmuştur:

"Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.

Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dall (doğru yoldan sapmışlar)sınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de sizi hidayet edeyim!

Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç,  hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim!

Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme talep edin de sizleri giydireyim!

Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri bağışlayayım.

Ey kullarım! Bana  zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız.

Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri, sonrakileri; insî olanları, cinnî olanları hepsi de sizden en muttaki bir insanın kalbi üzere  olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar artırmazdı.

Ey kullarım! Eğer sizin  öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî olanlarınız, cinnî olanlarınız sizden en facir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hasıl etmezdi.

Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana getirirdi.

Ey kullarım! Bunlar sizin  amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın, başına geleni kendinden bilsin)."[83]

  

 

İzahı

 

Al-Wahhab
         

The Giver of All. He who constantly bestows blessings of every kind                      

 

lb £ç ì¤ÛaVehhab: Gayb hazinelerinden bol, bol veren Odur. Hiç bir karşılık olmaksızın nimetler bağışlayıcı, daima verici manasını ifade eder. Böylece fiil sıfatından olur.

 

Çok fazla ihsan eden,çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan.

 

Bağışlayan, Bahşeden, Karşılıksız veren manalarına gelen lb £ç ì¤Ûael-VEHHAB ismi Kur’an’ı Kerim’de üç defa geçmekte.[84] Aşkımızın meyvesi olan çocuklarımızı bize bağışlayan, kuru topraklardan rahmetiyle bizlere yiyecek ve içecekler bahşeden lb £ç ì¤Ûael-VEHHAB’a iman edenler:

 

رَبَّنَا لَاتُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

 

“Ey Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi eğme ve bize katından rahmet ver. Sen karşılıksız verensin”[85] diye dua ederler.

 

Vehhab’ın kendilerine verdiği nimetleri karşılıksız olarak Allah’ın kullarına verirler ve gönüllerindeki Hak ve halk sevgisini artırırlar.

 

“Veriyoruz ama layık mı değil mi bilemiyoruz” demeyin. Sadakalar mü’mine, kafire ve hayvanlara verilir. Aç köpeği sulayan kadının cennetlik olduğunu Peygamberimiz haber verir.[86] Vermek insana huzur verir, ama biz bu zevki tatmak için vermeyeceğiz. Allah rızası için vereceğiz.

 

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلى حُبِّه مِسْكينًا وَيَتيمًا وَاَسيرًا () اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّهِ لَانُريدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا

 

“Onlar (Mü’minler) sevmelerine rağmen yemeklerini fakire, yetime ve esire yedirirler. Biz ancak Allah rızası için yediririz. Sizden bir karşılık ve teşekkür istemeyiz” derler."[87]

 

Batılı siyasiler, askerler ve gazeteciler, Sırpların elindeki Müslüman esirlere işkence edildiğini, Müslümanların elindeki Sırp esirlere işkence edilmediğini, insanca muamele edildiğini görünce düşündüler. Aynı ırkın insanları, aynı okullardan diploma almışlar ama biri zalim, zorba öbürü düşmanını esir edince İslam’ca davranıyor. İşte aradaki Müslüman-Hıristiyan farkı ortaya çıkıveriyor.

 

Yüce Allah cümlemizi kendi hazinesinden zengin kıldığı kullarından eylesin.

 

 

 


 

 

 

 

 

er-REZZAK

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa 뢇 ¢Öa £‹ £ŠÛa  ì¢ç  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.”[88]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عُمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : لَوْ أنَّكُمْ تَتَوَكَّلُونَ عَلى اللّهِ حَقَّ تَوَكُّلِهِ لَرَزَقَكُمْ كَمَا يَرْزُقُ الطَّيْرَ، تَغْدُو خِمَاصاً وَتَرُوحُ بِطَاناً.

 

Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları  rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."[89]

 

إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

 

 "Şüphesiz ben, güç ve kuvvet sahibi,  rızık vericiyim."[90]

 

 

 

İzahı

                

Ar-Razzaq
         

The Sustainer. He who provides all things useful to His creatures.

 

Öa £‹ £ŠÛaRezzak: Bütün canlıların rızkını vericidir.

 

Rızıkları halk edici demektir. Aslında, gerek mubah gerekse haram olsun, rızık, kendisiyle intifa olunan şey demektir.              

 

"Rızık veren” manasına gelen Öa £‹ £ŠÛaer-Razzâk” ismi celili Kur’an-ı Kerim de bir defa:

 

 ¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa 뢇 ¢Öa £‹ £ŠÛa  ì¢ç  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Şüphesiz Allah rızık verenin ta kendisidir, çok çetin kuvvet sahibidir”[91] geçmekte. Altı defada “Hayru-r-Razikin” rızık verenlerin en hayırlısı anlamında geçmekte.

 

Bize can veren de, ten veren de O Allah (c.c.)’dır. Tenimiz topraktan yaratıldığından, gıdamızda topraktan yaratılmakta.

 

Hz. İsa’nın havarilerinden bir kısmı:

 

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطيعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ قَالَ اتَّقُوا اللّهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

 

“Rabbinin gökyüzünden bize sofra indirmeye gücü yeter mi?” diye sormuşlardı da Hz. İsa (a.s.) “Eğer iman ediyorsanız Allah’tan sakının” diye cevap vermişti.”[92]

 

Ra’d suresinin 4 üncü ayetinde ifade edildiği gibi aynı su ile sulanan topraklarda ayrı ayrı rızıklar çıkaranın Allah olduğu bildirilmekte.

 

Yer sofrasında yiyecekler sunan, gök sofrasından yağmurlarla içecekler sunan ve kıpırdayan canlının rızkını veren Er-Razzâk olan Allah’tır.

 

 b è¢Ó¤‹¡‰ ¡é¨£ÜÛa ó Ü Ç ü¡a ¡¤‰ üa ó¡Ï §ò £2¬a … ¤å¡ß b ß ë

 

“Yeryüzünde kıpırdayanın rızkı Allah’a aittir”[93] buyurur.

 

Ekmek için ekmek gerek. Ateş için çakmak gerek. Durmayıp kıpırdamamız, çalışmamız gerek. ¢Öa £‹ £ŠÛa Er-Razzâk” olan Rabbimiz toprağı ekmeğe, domatese, elmaya, limona dönüştürüyor. İnsanlık ailesi binlerce yıldır toprağı altın yapabilmek için “simya” ilmiyle uğraştı başaramadı. Ama Rabbimiz bize faydalı olanları, faydası oranında yarattı. Tenimiz topraktan geldiğinden gıdası da topraktan geliyor ve yine ölünce toprağa dönüyor.

 

Canımız ise Rahmandan geldiğinden gıdası da Rahmandan gelir. Tarih boyunca Peygamberler ve getirdikleri kitaplarda ruhumuzun gıdasıdırlar. Tenimiz suni, yapay gıdaları değil, tabii gıdaları istediği gibi canımızda yapay fikirleri değil, ilahi emirler yasaklar ve tavsiyeleri ister.

 

Ekmeği göğsümüzün üstüne sarsak midemiz doymaz. Kur’an-ı da başımızın üstünde tutsak ruhumuz doymaz. Onu iman olarak kalbimizin en derin yerine koyacağız ve amel-eylem çiçekleri şeklinde dışımızda meyve verecek.

 

Aynı akıla, bedene, kültüre ve çalışmaya sahip iki kişi bir zaman sonra birinin zengin olduğunu, öbürünün iflas ettiğini görüyoruz.

 

Çok çalıştığı halde zengin olamayanı gördüğümüz gibi, az çalıştığı halde zengin olanı da görüyoruz.

 

 =ó¨È b ß ü¡a ¡æb ¤ã¡5¡Û  ¤î Û ¤æ a ë

 

“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.”[94]

 

Çalışırız. Zengin olursak şükreder, zekatla, sadakayla dağıtırız. Fakir olursak sabreder, şükreder çalışmaya ve kimseye yük olmamaya devam ederiz. Kimse gönül rızasıyla fakir olmak istemez. Ama olunuyor, çalışıyor, çabalıyor ve yine fakir kalıyor. Rabbimiz bunun hikmetini:

 

اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعيشَتَهُمْ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ  بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

 

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”[95]

 

“Her akıl bir olsa koyuna çoban bulunmazdı” diye bir atasözümüz var. İnsanlık ailesinin terziye, marangoza, ustaya, doktora, hocaya ihtiyacı var. Akıllar, zevkler, kuvvetler denk olsaydı herkes aynı şeyi yapar ve dünya çekilmez olurdu.

 

Çalışmaya devam edelim. Rabbimizin taksimine razı olalım. Yine çalışalım. Çünkü helal mal kazanmak için çalışmak bir mü’min için ibadettir. Bülbülün, Kartalın, Karıncanın, Filin, Hamsinin, Balinanın vücutlarına uygun olarak rızıklarını taksim eden Rabbimiz bütün insanlığa yetecek rızkı da yaratmaktadır.

 

Ancak insanlar inkara yönelirse ateist-gavurlaşırsa hayvandan daha aşağı olur ve milyonlarca insana yetecek serveti kendi tekelinde tutar ve insanlara zulmeder.

 

وَلَقَدْ ذَرَاْنَا لِجَهَنَّمَ كَثيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا بْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ اذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا اُولئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ اُولئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

 

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır[96] buyurur Rabbimiz.

 

Rabbimiz yeryüzünü bizim için yarattığını:

 

 b¦Èî©à u ¡¤‰ üa ó¡Ï b ß ¤á¢Ø Û  Õ Ü  ô©ˆ £Ûa ì¢ç

 

"O, yeryüzündekilerin hepsini sizin için yarattı”[97] diye haber verir ama;

 

 ; å©îÏ¡Š¤¢à¤Ûa ¢£k¡z¢í ü ¢é £ã¡a 7aì¢Ï¡Š¤¢m ü ë aì¢2 Š¤(a ë aì¢Ü¢× ë

 

 “Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz. O israf edenleri sevmez”[98] diye sınır koyar.

 

Rızık konusunda kuşlar gibi olmamızı ister Peygamberimiz, ve şöyle der: “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşları doyurduğu gibi Allah sizi de doyururdu. Kuşlar sabah erkenden aç giderler, akşam tok olarak dönerler” buyurur."[99]

 

İşinizin durumuna göre erken vakti ne ise ona göre davranacaksınız, kuşlar gibi kanat çırpacaksınız, ama eve dönünce yarını düşünerek ailenin ağzının tadını kaçırmayacaksınız. “Sabahın sahibi var” deyip tevekkülle geceleyeceksiniz.

 

Hz. Adem’den beri milyarlarca insan geldi geçti yeryüzünden bir avuç eksiltemedi;

 

وَاتيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّهِ لَا تُحْصُوهَا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

 

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür![100] O nimetlerden kazanmaya çalışın;

 

لِكَيْلَا تَاْسَوْا عَلى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا اتيكُمْ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ

 

“(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”[101]

 

Ekmek için ekelim. Ekmek sayısınca insan değil, insan sayısınca ekmek üretelim. Adil bir şekilde yardımlaşalım. O zaman Rabbimiz bizi hesap etmediğimiz yerlerden de rızıklandırır.

 

Yüce Allah cümlemizi muhanete muhtaç etmesin.


 

 

 

 

 

el-FETTAH

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¢áî©Ü È¤Ûa ¢€b £n 1¤Ûa ì¢ç ë 6¡£Õ z¤Ûb¡2 b ä ä¤î 2 ¢| n¤1 í  £á¢q b ä¢£2 ‰ b ä ä¤î 2 ¢É à¤v í ¤3¢Ó

 

“De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”[102]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن فاطمة بنت الحسين بن عليّ عن جدتها فاطمة الكبرى رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: كَانَ رسولُ اللّه  إذَا دَخَلَ المَسْجِدَ صَلَّى عَلى مُحَمَّدٍ  وَقَالَ: رَبِّ اغْفِرْ لِى ذُنُوبِى، وَافْتَحْ لِى أبْوَابَ رَحْمَتِكَ، وَإذَا خَرَجَ صَلَّى عَلَى مُحَمَّدٍ  وَقالَ اغْفِرْ لِى ذُنُوبِى، وافْتَحْ لِى أبْوَابَ فَضْلِكَ.

 

Fâtıma Bintu'l-Hüseyin İbni Ali, büyükannesi Fâtımatu'l-Kübrâ (radıyallâhu anhâ)'dan naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescide girdiği zaman Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e salât (dua) okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet, rahmet kapılarını bana aç" derdi, Çıkarken de yine Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e salât okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet, lütuf kapılarını benim için aç" derdi."[103]

 

                      

İzahı

 

Al-Fattah 
         

The Opener. He who opens the solution to all problems and makes things easy.

 

€b £n 1¤ÛaFettah: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın (dâvalı-dâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hâkim iki hasmın arasını fethetti" derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime fâtih dendiği de olmuştur.

 

"Açan” manasına gelen “€b £n 1¤Ûael-Fettâh” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de bir defa:

 

¢áî©Ü È¤Ûa ¢€b £n 1¤Ûa  ì¢ç ë 6¡£Õ z¤Ûb¡2 b ä ä¤î 2 ¢| n¤1 í  £á¢q b ä¢£2 ‰ b ä ä¤î 2 ¢É à¤v í ¤3¢Ó

 

 “De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”[104]

 

Ehli kitap, özellikle Yahudilerin hak ile batılı birbirine karıştırdığını,[105]’de haber vermekte. Bu dünyada siyasilerin silah gücü, ilim adamlarının kelime cambazlığı ve basit mantık oyunlarıyla hakkı batıla karıştırıp, içine zehir, dışına şeker konmuş öldürücü imansızlık tuzaklarına bu dünyada yakalananlar gerçeği anlayamadan giderlerse, ahirette hak ile batılın arasını “€b £n 1¤Ûael-Fettâh” olan Rabbimiz açacak ve herkes gerçeği görecek, ama iş işten geçmiş olacak.

 

Kur’an’ı Kerim’de ...açtı... açtık şeklinde fiil olarak yedi defa tekrarlanmakta.

 

Çocuk ana rahminde iken çocuğa rızık kapısını açan, çocuk dünyaya gelince bir kapıyı kapayınca annenin göğüslerinden iki kapıyı açan. Göğüslerdeki iki kapı kapanınca acı-tatlı, yaş-kuru yiyeceklerden dört kapıyı açandır.

 

Gönüllere iman kapısını açan, imanlı mücahitlere ülkelerin kapılarını açan. Gözlerini açan, hüznümüzü, kederimizi giderip sevinç kapılarını açan. Bereket kapılarını açan.[106] Çekirdeklere çiçek açtıran, tomurcuk gülleri güldürüp, açan “€b £n 1¤Ûa El-Fettâh”a iman edenler gönül kapılarını herkese açarlar. Varlık kapılarını ihtiyaç sahiplerine açarlar. Gözlerini açarlar. İmansızların her türlü madrabazlıklarını ortaya çıkarıp insanların gözlerini açarlar.

 

Altı milyar insanın imana giden yoldaki engelleri açarlar. Allah ile kulu arasındaki engelleri kaldırırlar. Mamafih "Kullarına rızk ve rahmet kapılarını açan", rızklarından kapanmış olanları açan mânasına da gelir. Zorlukları giderip, hayır kapılarını açan. Allah, kullarının hem rızık kapılarını açar, hem de gerçeği görebilmeleri için kalp ve basiretini örten perdeleri kaldırır ve açar.

€b £n 1¤Ûa Fettah, Allah'ın açan sıfatıdır. Allah insanları zorluklarla denemekte ancak hiç kimseye kaldırabileceğinden fazlasını yüklememektedir. O, samimi kullarına bir zorluk verdiği zaman ondan çıkış yolunu da açar; mutlaka zorluğun yanında bir kolaylık da gösterir. Nitekim Kuran'da Peygamberimiz'in karşılaştığı zorlukları Allah'ın bir kolaylık sağlamak yoluyla açtığı da bildirilmiştir:

 = Ú ‰¤† •  Ù Û ¤€ Š¤' ã ¤á Û a

 

 “Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?”[107]

 

Kur’an'da Allah'ın iman edenlere sağladığı kolaylıklara daha pek çok örnek verilmiştir. Hz. Musa da Allah'ın çeşitli zorluklarla imtihan ettiği ancak karşılaştığı bu zorlukları açacak, ona kolaylık sağlayacak imkanları sunduğu elçilerden biridir. Hz. Musa Firavun'a tebliğ yapmaya giderken onun gücünden çekinmiş ve kardeşi Harun'u kendisine yardımcı kılmasını Allah'tan istemiştir. Allah da onun duasını kabul ederek Hz. Harun'u ona destekçi kılmıştır.

 

Kur’an'da daha pek çok olayla örneklendirildiği gibi Allah müminlerin her zaman yardımcısı ve destekçisidir. Onların üzerinde bulunan ve açılması imkansız gibi gözüken zorlukları açıp kaldırır. Ancak bu durum inkarcılar için geçerli değildir. Allah, onların kalplerini daraltır, sıkar ve tüm nimetlerin kapısını kapar. Bu kapıların hepsinin anahtarı Allah katındadır. Allah'ın dilemesi ile kapanan bu kapıları sonsuza kadar açabilecek hiçbir güç yoktur. O, inkarcılar için nimet kapılarını kapattığı gibi onların üzerine azap kapısı açar.

 

Yüce Allah cümlemizin rızkını ve kalp gözünü açmasını nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-ALİM

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ اِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَليمٌ

 

“Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.”[108]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن مسروق قال: كُنَّا جُلوساً عِنْدَ ابنِ مسعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ بَيْنََنَا، فأتَاهُ رَجُلٌ فقالَ: يَا أبَا عَبدالرَّحْمنِ: إنَّ قَاصّاً يَزْعُمُ أنَّ آيةَ الدُّخَانِ تَجئُ فَتَأخُذُ بِأنْفَاسِ الْكُفَّّارِ وَيَأخُذُ الْمُؤمِنِينَ مِنْهَا كَهَيْئَةِ الزُّكَامِ. فقَالَ وَجَلَسَ وَهُوَ غَضْبَانُ: يَا أيُّهَا النَّاسُ أتَّقُوا اللّهَ، مَنْ عَلِمَ مِنْكُمْ شَيْئاً فَلْيَقُلْ بِمَا يَعْلَمُ. وَمَنْ لَمْ يَعْلَمْ فَلْيَقُلْ: اللّهُ أعْلَمُ)ـ3(. فإنَّهُ أعْلَمُ ‘حدِكُمْ أنْ يَقُولَ بِمَا َ يَعْلَمُ: اللّهُ أعْلَمُ، فإنَّ اللّهَ تعالى قالَ لِنَبيِّهِ عَلَىْهِ الصَّةُ والسّمُ: قُلْ مَا أسْألُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أجْرٍ وَمَا أنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ. إنَّ رسولَ اللّهِ لَمّا رأى مِن النَّاسِ إدْبَاراً قالَ: اللَّهُمَّ سَبْعاً كَسَبْعِ يُوسُفَ، فَأخَذَتْهُمْ سَنَةٌ حَصَتْ كُلَّ شَئٍ حَتَّى أكَلُوا الْجُلُودَ وَالْمَيْتَةَ مِنَ الْجُوعِ وَينْظُرُ أحَدُهُمْ إلى السَّماءِ فَيَرَى كَهَيْئةِ الدُّخَانِ؛ فَأتَاهُ أبُو سُفْيَانَ فقَالَ: يَا مُحَمّد إنَّكَ جِئْتَ تأْمُرُ النَّاسَ بِطَاعَةِ اللّهِ وَبصلَةِ الرَّحْمِ، وَإنَّ قَوْمَكَ قَدْ هَلَكُوا فَادْعُ اللّهَ تعالى لَهُمْ. قَالَ: فهذَا قولُ اللّهِ تعالى؛ فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتى السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ. إلى قولهِ: إنَّكُمْ عَائِدُونَ. قَالَ عَبْدُاللّهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أفَيُكْشَفُ عَذَابُ اخِرَةِ؟ يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إنَّا مُنْتَقِمُونَ. فَالْبَطْشَةُ يَوْمُ بَدْرٍ.

 

Mesruk (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam geldi ve:"- Ey Ebû Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde kapıları yanında), Duhân mûcizesi gelerek kâfirlerin nefislerini alıp götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafif müteessir olarak) geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları söyledi:

"- Ey insanlar Allah'tan korkun. İçinizden bir şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "Allahu a'lem (Allah bilir)" desin. Zira birinizin  bilmediği bir şey için "Allah bilir" demesi en büyük ilimdir. Zira Allahu Teâla Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'i için şöyle buyurmuştur:"Ben bu hizmetim için sizden bir ücret istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!"[109] Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), insanlarda bir gerileme gördüğü zaman:"Rabbim, Hz. Yusuf'un yedi (senesi) gibi yedi (kıtlık) senesi ver" diye  bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan lâşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semaya bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, (Mekkelilerin lideri olan Ebû Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek:

"- Ey Muhammed, sen Allah'a  taat ve yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için Allah'a dua et!" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:"Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar: "Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler. Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz."[110]Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi:

"- Haklarında: "Onları çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız"[111] buyurulanlardan hiç âhiret azabı kaldırılır mı?" Âyette geçen batşa (çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."[112]

 

 

İzahı

 

Al-'Alim
         

The Knower of All:  He who has full   knowledge  of  all things.

 

áî©Ü ÇAlim: O bütün eşyanın en ince taraflarını bilendir. Mübalağa ile bütün bilinecek şeyleri tafsilat üzere bilici demektir. İlim sıfatına racidir.

 

“Her şeyi bilen” manasına gelen “áî©Ü Çel-Alim” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de 162 defa zikredilmiştir. 4 defa da el-Allâm=çok iyi bilen olarak zikredilmiştir. İlim kelimesi 105 defa tekrarlanmıştır.

 

Bütün bunlardan ilmin önemini anlıyoruz. Yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz içeceklerin, giydiğimiz elbiselerin, evlerimizin, bineklerimizin hepsinin yapılması, kazanılması, harcanması ilimle olmaktadır.

 

Rabbimizin ilmiyle insanlık ailesinin ilmini kıyaslamak için bilgisayar çağını yakalayan insanın keşfettikleri ve ilim diye sevindikleri Rabbimizin milyonlarca yıl önce yarattığıdır. İnsan yaratmıyor, yaratılanı keşfediyor. Kendi vücudunda bir hücre yaratamadığı gibi daha vücudundaki hücrelerin sayımını tamamlayamamıştır.

 

Genetik mühendisleri genlerin şifresini çözmeye çalışıyor. Bunlar güzel gelişmeler ama o genlerin şifresini Rabbimiz Hz. Adem’in genlerinde kodlamıştı. Ayrıca gen mühendisleri kendi akıllarını da kendileri yaratmış değil.

 

Biz “áî©Ü ÇAlim” olan Allah’ın ilminden yararlanmaya çalışacağız. Kelamı olan Kur’an ilimlerini öğrendiğimiz gibi tabiat bilimlerini de öğreneceğiz. Kur’an-ı indiren Allah’tır. Tabiatı yaratan Allah’tır. O’nun indirdiğini ve yarattığını anlamaya çalışmak ibadettir.

 

İnsana kalemi öğreten,[113] kitabı öğreten,[114] Kur’an’ı öğreten,[115] isimleri öğreten,[116] harp sanayiini öğreten,[117] Süleyman’a (a.s) kuş dilini öğreten,[118] bilenlerle bilmeyenlerin denk olmadığını bildiren,[119] Allah (cc):

 

 ¥áî©Ü Ç §á¤Ü¡Ç ô©‡ ¡£3¢×  Ö¤ì Ï ë

 

“Her ilim sahibinin üstünde daha alim biri vardır” buyurur"[120] ve ilim despotluğu yapan, ilmin şarlatanlığını yapanları da uyarır.

 

Mal arttıkça yükünüz artar. İlim arttıkça yükünüz hafifler. Mal dağıtılınca azalır, ilim dağıtıldıkça çoğalır. Yemeğe doyulur, ilime doyulmaz. Siz malı korursunuz, ilim sizi korur.

 

İnsanlar düşünebilecek bir şuura kavuştukları andan itibaren bir şeyler öğrenmeye başlarlar. Belli bir yasa ulaştıktan sonra da öğrenim görmeye ve bu şekilde sayısız bilgiler edinmeye devam ederler. Hatta bazı insanlar belirli bir veya birkaç konu üzerinde öğrenebilecekleri her şeyi öğrenerek uzmanlaşırlar.

 

Örneğin bir fizik mühendisi, fizik kurallarının tamamını öğrenebilir veya felsefe üzerine öğrenim görmüş bir insan, felsefi konulara tam olarak hakim olabilir. Yine yakın tarih üzerinde uzmanlaşmış bir araştırmacı, yakın tarih ile ilgili çok isabetli yorumlar yapabilir. Çünkü bu konu ile ilgili öğrenilebilecek her şeyi biliyordur.

 

Yukarıda saydıklarımız, 'bilmek' fiilinin insanlar için geçerli olan kısmıdır elbette. Ancak 'bilmek' fiilinin, insanların asla tasavvur edemeyeceği, güç yetiremeyeceği bir boyutu vardır: Allah'ın bilmesi...

 

Evet, Allah göklerin, yerin, bu ikisi arasında olan tüm canlıların, kainatta isleyen tüm kanunların, her an meydana gelen tüm olayların bilgisine sahiptir. Çünkü tümünün yaratıcısı O'dur. Üstelik Allah'ın 'bilmesi' sınırsızdır; O aynı anda dünya üzerinde doğan ve ölen insanların kimliklerini, yeryüzündeki her bir ağaçtan düsen yaprakların sayısını, evrendeki milyarlarca galaksi içindeki milyarlarca yıldızın her birinin özelliklerini ve burada sayfalarca saysak da asla bitiremeyeceğimiz her şeyi bilir. O, yeryüzünde, aynı anda uzayda meydana gelen her olayı, dünya üzerindeki milyarlarca insanın, hayvanın, bitkinin hücrelerinde kodlu olan şifreleri de bilir.

 

İnsanın unutmaması gereken çok önemli bir sır vardır: Allah yukarıda sayılan tüm detayların yanında insanın içini, aklından geçenleri, gizli veya açık işlediği tüm fiilleri de bilir. İnsan, içinde yaşadığı duyguların, düşüncelerin, sıkıntıların yalnızca kendi bilgisi dahilinde olduğunu zanneder; ama bu büyük bir yanılgıdır.

 

Kainatın her noktasına tam olarak hakim olan Allah insanın içine ve dışına da hakimdir. Nitekim Allah'ın bu sonsuz bilgisi pek çok ayetle de bildirilmiştir

 

Yüce Allah cümlemizi hayırsız ilimden korusun, hayırlı ilim nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-KABIZ

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

مَنْ ذَا الَّذى يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ اَضْعَافًا كَثيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُطُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

 “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.”[121]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: سِرْنَا مَعَ رَسولِ اللّهِ  لَيْلَةً فقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ: لَوْ عَرَّسْتَ بِنَا يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قالَ: أخَافُ أنْ تَنَامُوا عَنِ الصََّةِ، فقَالَ بَِلٌ: أنَا أوقظُكُمْ، فضْطَجعُوا، وَأسْنَدَ بَِلٌ ظَهْرَهُ إلى رَاحِلَتِهِ فَلَلَبَتْهُ عَيْنَاهُ فَنَامَ، فَاسْتَيْقَظَ النّبىُّ  وَقَدْ طَلَعَ حَاجِبُ الشَّمسِ، فقَالَ يَا بَِلُ: أيْنَ مَا قُلْتَ؟ فقَالَ: مَا أُلْقِيَتْ عَلىَّ نَوْمَة مِثْلُهَا قَطُّ. قالَ: إنَّ اللّهَ قَبَضَ أرْوَاحَكُمْ حِينَ شَاءَ، وَرَدَّهَا عَلَيْكُمْ حِينَ شَاءَ، يَا بَِلُ: قُمْ فَأذِّنْ بِالنَّاسِ بِالصََّةِ، فَتَوَضَّأ، فَلَمَّا ارْتَفَعَتْ الشَّمْسُ وَابْيَاضَّتْ قَامَ فَصَلّى بِالنَّاسِ جَمَاعَةً.

 

Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah'la beraber bir gece boyu yürüdük. Cemaatten bazıları:   

"Ey Allah'ın Resülü! Bize mola verseniz!" diye talepte bulundular. Efendimiz:  

 "Namaz vaktine uyuya kalmanızdan korkuyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Bilâl:

"Ben sizi uyandırırım!" dedi. Böylece Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) mola verdi ve herkes yattı. Nöbette kalan Bilâl de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri kapanıverdi, o da uyuyakaldı. Güneşin doğmasıyla Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyandı ve:   

"Ey BiIâI! Sözün ne oldu?" diye seslendi ve Hz. Bilâl: "Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi" diyerek cevap verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:   

"AIIah Teâlâ Hazretleri, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey BiIâI! Halka namaz için ezan oku" buyurdu. Sonra abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca kalktı, kafileye cemaatle namaz kıldırdı."[122]


          
 İzahı

 

Al-Qabid
         

The Constrictor:  He who constricts and restricts.

 

œ¡j ÔÛaKabid: Kullarının ecelini lütfü ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.

 

Eceli gelenlerin ruhlarını alıcıdır.  

Alıcı, tutucu, sıkıcı demektir. Allah, kabz edicidir. Bazı kullarına rızkı daraltıcı, zorlaştırıcıdır. Yahut ölüm vaktinde ruhları kabz edicidir.

"Daraltan” manasına gelen œ¡j ÔÛael-Kabid ile “genişleten” manasına gelen el-Bâsıt isimleri Kur’an-ı Kerim de:

 

  æì¢È u¤Š¢m ¡é¤î Û¡a ë :¢Á¢h–¤j í ë ¢œ¡j¤Ô í ¢é¨£ÜÛa ë

 

”Allah daraltır da, genişletirde. Ona döndürüleceksiniz”[123] ayetinde maddi yönden fakirleştiren ve daraltanında, zengin edip genişletenin de Allah olduğu bildirilmekte. Zenginken fakir olanları, güçlü iken zayıf olanları, yüksek makamlardan düşenleri, bilginken bunayanları gördüğümüz gibi, fakirken zengin olanları, Mekke’de zayıf görüldüğü halde Medine’de güçlenenleri, Bilal-i Habeşi gibi kafirlerin kölesi iken mü’minlerin efendisi olanları, Yusuf (a.s) gibi hapishaneden Mısır’a sultan olanları, Ümmi iken kıyamete kadar gelecek insanlara ilim öğreticisi olan Hz. Muhammed’i gördük.

 

Kabid ve Basıt’e iman eden bir mü’min haksız insanların ellerine aldığı, zimmetine geçirdiği hakları onlardan alarak hak sahiplerine dağıtarak birini daraltırken, haklıların dışını ve içini genişletir.

 

Zalimlerin yüreğine korku salarak daraltırken mazlumların gönlünü genişletir ferahlatır.

 

Yüce Allah cümlemizin ruhunu, iman ve ameli salih ile kabz etmeyi nasip etsin.




 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BASIT

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه خَبيرًا بَصيرًا

 

“Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.”[124]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رضى اللّه عنه أنَّ الناسَ قالُوا: يارسُولَ اللّهِ غََ السِّّعْرُ فَسَعِّرْ لَنَا فقالَ: إنَّ اللّهَ هوَ المُسَعِّرُ القابضُ الباسط الرَّازِقُ، وإنِّى ‘رْجُو أنْ ألقَى اللّه تعالى وليسَ أحدٌ يُطالِبُنِى بِمَظْلَمَةٍ في دمٍ وَ مالٍ.

 

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Halk Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaatla: "Ey Allah'ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: "Fiyatları koyan Allah'tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O'dur. Ben ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu halde Allah'a kavuşmamı diliyorum."[125]

 

 

İzahı

 

Al-Basit 
         

The Reliever. He who releases,letting things expand.

 

Á¡ jÛaBasıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır. 

 

Dilediği mahlukuna ruh ve hayat verici. Bazı kullarına rızklarını genişletici yahut haşir vaktinde ruhları cesetlerine neşr edici demektir. Bu ikisi de fiil sıfatındandır.

 

"Daraltan” manasına gelen œ¡j ÔÛael-Kabid ile “genişleten” manasına gelen Á¡ jÛael-Bâsıt isimleri Kur’an-ı Kerim’de:

 

 6¢‰¡†¤Ô í ë ¢õ¬b ' í ¤å à¡Û  Ö¤‹¡£ŠÛa ¢Á¢¤j í  Ù £2 ‰  £æ¡a

 

“Allah daraltır da, genişletirde. Ona döndürüleceksiniz”[126] ayetinde maddi yönden fakirleştiren ve daraltanında, zengin edip genişletenin de Allah olduğu bildirilmekte.

 

Kabid ve Basıt’e iman eden bir mü’min haksız insanların ellerine aldığı, zimmetine geçirdiği hakları onlardan alarak hak sahiplerine dağıtarak birini daraltırken, haklıların dışını ve içini genişletir.

 

Zalimlerin yüreğine korku salarak daraltırken mazlumların gönlünü genişletir ferahlatır.

 

Allah, kendisine iman eden, kalpten itaat eden kişilere dünyada maddi ve manevi bolluk, genişlik verir. Onların önündeki zorlukları açarak her işlerinde müminlerin yakın dostu olduğunu gösterir. Allah'ın samimi kulları karşılaştıkları her türlü zorlukta, sıkıntıda ve hastalıkta yalnızca Allah'a sığınırlar ve O'nu vekil edinirler. Bunun karşılığında da Allah inkar edenlerin işlerini zorlaştırırken, müminlerin işlerini kolaylaştırır.

 

Bu konuda Kuran'da verilmiş pek çok örnek vardır. Örneğin Hz. Musa ve ona tabi olan İsrailoğulları, Firavun'un zulmü nedeniyle yurtlarından çıkmak zorunda kalmışlardır. Ancak Firavun peşlerini bırakmamış ve yakalamak için ordusuyla beraber onları takip etmiştir. Bu kaçış esnasında Firavun'un ordusu ile deniz arasında kalan İsrailoğulları 'gerçekten yakalandıklarını' sanmışlardır. Fakat Allah Hz. Musa'nın duasına icabet etmiş, bir mucize göstererek denizi yarmış ve İsrailoğullarını Firavun'un zulmünden kurtarmıştır. Üstelik bunun ardından Firavun'u ve ordusunu yok etmiş, onların çıktıkları yerlere İsrailogullarını mirasçı kılmıştır.

 

Yüce Allah bizleri, rızkını genişlettiği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAFİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَااُرْسِلْتُ بِه اِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّى قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَاتَضُرُّونَهُ شَيًْا اِنَّ رَبّى عَلى كُلِّ شَىْءٍ حَفيظٌ

 

"Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir."[127]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رضى اللّه عنهُ: أنَّ رجً قالَ: يا رسولَ اللّهِ سَعِّرْ لَنَا فقَالَ: بل ادْعُو. ثمَّ جاءَ آخرُ فقالَ يا رسُولَ اللّهِ سَعِّرْ لنَا فقالَ: بل اللّهُ تعالى يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ، وَإنِّى ‘رْجُو أنْ ألقَى اللّهَ تعالى وليسَ ‘حَدٍ عندِى مَظلمةٌ.

 

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: (Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin" diye talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah'tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak istiyorum" cevabını verdi."[128]

 

 

İzahı

 

Al-Khafid
         

The Abaser. He who brings down, diminishes.

 

œ¡Ïb zÛaHafid: Kullarından bazılarını yükselticidir.

 

Hıfd, ref’in (yükselmenin) zıttıdır.

 

Mesela, kafirleri cezalarla hıfd edici, yani alçaltıcıdır. 

 

Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, dereceleri düşüren.

 

“Alçaltan” manasına gelen “œ¡Ïb zÛa el-Hafid” ismi celili Kur’anı Kerim de Vakı’a suresi ayet 3 de Kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunu haber verir şeklinde geçer. Kıyameti yapan ve yaratan Allah olduğuna göre, Alçaltan ve yükselten de O’ dur.

 

"Yükselten” manasına gelen “er-Rafi’” ismi Cemili ise bir defa Rafi’ olarak[129] bir defada Rafi-ud-derecat,[130] olarak geçmekte. 13 defada ....yükseltti, ....yükseltir şeklinde fiil olarak geçer.

 

Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah sokaklarında gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekelerine alçaltan Allah (c.c.), nefsinin hevasını ayaklar altına alan, salih insanlarla beraber olan, iyi ve güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst derecelerine yükseltendir.

 

Kuyunun dibine atılan Yusuf (a.s) Mısır’a sultan oldu. Onu atanlar ise bir gün Yusuf’un önünde secdeye kapandılar.

 

Yılanları yerde süründüren “œ¡Ïb zÛaHafid,”kuşları yükseklerde uçuran “É¡Ïa ŠÛaRafi” olan Allah (c.c.)’dır. Gökyüzünü direksiz yükselten,[131] Peygamberlerin derecelerini yükselten,[132] İsa aleyhisselamı kendi katına yükselten,[133] Hz. Muhammed (a.s)’ın şanını yücelten iman eden, ilim sahibi olanların derecesini yükselten Allah’a iman eden mü’minlerde Peygamberlerin ve iman eden alimlerin önüne kimseyi geçirmezler.

 

Yeryüzünde hiçbir yazarı çizeri, filozofu, siyasiyi, askeri, bilgini Peygamberin önüne geçirmediği gibi denk bile tutmaz. Allah’ın yücelttiğini kimse alçaltamaz. Alçalttığını da kimse yükseltemez.

 

Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı hepimiz severiz ama Nemrut’la Firavun’un seveni yoktur.

 

Yüce Allah cümlemizi alçaklığa meylettirmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

er-RAFİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا قيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِى الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّهُ لَكُمْ وَاِذَا قيلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذينَ اُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ

 

“Ey iman edenler! Size "Meclislerde yer açın" denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size "Kalkın" denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[134] 

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رضى اللّه عنهُ: أنَّ رجً قالَ: يا رسولَ اللّهِ سَعِّرْ لَنَا فقَالَ: بل ادْعُو. ثمَّ جاءَ آخرُ فقالَ يا رسُولَ اللّهِ سَعِّرْ لنَا فقالَ: بل اللّهُ تعالى يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ، وَإنِّى ‘رْجُو أنْ ألقَى اللّهَ تعالى وليسَ ‘حَدٍ عندِى مَظلمةٌ.

 

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: (Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin" diye talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah'tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak istiyorum" cevabını verdi."[135]

 

   

İzahı

 

Ar-Rafi'
         

The Exalter.  He who raises up.

                        

É¡Ïa ŠÛaRafi': Velîlerini, dostlarını yükseltir. Azîz kılar  demektir. Böylece Allah, hem zelîl hem de azîz kılıcı olmaktadır. 

 

Kullarından bazılarını yükselticidir.

 

Ref’ edici, yükseltici demektir. Allah, iman ehlini, izzet ve saadetle yükseltir, onları yüce derecelere eriştirir.

“Alçaltan” manasına gelen œ¡Ïb zÛael-Hafid” ismi celili Kur’an-ı Kerim de Vakı’a suresi ayet 3 de Kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunu haber verir şeklinde geçer. Kıyameti yapan ve yaratan Allah olduğuna göre, Alçaltan ve yükselten de O’ dur.

"Yükselten” manasına gelen  ¢É¡Ïa ŠÛaer-Rafi’” ismi Cemili ise bir defa Rafi’ olarak[136] bir defada Rafi-ud-derecat,[137] olarak geçmekte. 13 defada ....yükseltti, ....yükseltir şeklinde fiil olarak geçer.

 

Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah sokaklarında gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekelerine alçaltan Allah (c.c.), nefsinin hevasını ayaklar altına alan, salih insanlarla beraber olan, iyi ve güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst derecelerine yükseltendir.

 

Kuyunun dibine atılan Yusuf (a.s) Mısır’a sultan oldu. Onu atanlar ise bir gün Yusuf’un önünde secdeye kapandılar.

 

Yılanları yerde süründüren œ¡Ïb zÛaHafid,” kuşları yükseklerde uçuran ¢É¡Ïa ŠÛa “Rafi” olan Allah (c.c.)’dır. Gökyüzünü direksiz yükselten,[138] Peygamberlerin derecelerini yükselten,[139] Hz.İsa aleyhisselamı kendi katına yükselten,[140] Hz. Muhammed’in şanını yücelten iman eden, ilim sahibi olanların derecesini yükselten Allah’a iman eden mü’minlerde Peygamberlerin ve iman eden alimlerin önüne kimseyi geçirmezler.

 

Yusuf (a.s) isteklerini yerine getirmediği için zindana mahkum eden Zeliha, Kocası öldükten sonra elindeki bütün serveti bitti ve kötürüm olarak duvar dibinde dilencilik etmeye başladığı sırada,  Yusuf (a.s) maliye bakanı olmuş ve çarşı pazarları dolaşırken Zelihaya rastlar ona nasıl bu duruma düştüğünü arkadaşlarına sordurur, oda şu cevabı veriri: ‘Bilmez misiniz ki, Allah kendisine karşı asi olan nice azizleri zelil eder. Kendisine muti’ olanları ise aziz eder.’

 

Yüce Allah cümlemizi kendisine muti’ olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUİZ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ  قَديرٌ

 

 “(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[141]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : يَجِئُ الرَّجُلُ آخِذاً بِيَدِ الرَّجُلِ، فَيَقُولُ: يَا رَبِّ هذَا قَتَلَنِى. فَيَقُولُ اللّهُ: لِمَ قَتَلْتَهُ؟ فَيَقُولُ: لِتَكُونَ الْعِزّةُ لَكَ. فَيَقُولُ: فإنّّهَا لِى، وَيَجِئُ الرّجُلُ آخِذاً بِيَدِ الرّجُلِ، فَيَقُولُ: يَا رَبِّ إنّ هذَا قَتَلَنِى. فَيَقُولُ اللّهُ لِمَ قَتَلْتَهُ؟ فَيَقُولُ: لِتَكُونَ الْعِزّةُ لِفَُنٍ. فَيَقُولُ: إنّهَا لَيْسَتْ لِفَُنٍ. فَيَبُوءُ بِإثْمِهِ.

 

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Kıyamet günü) bir adam bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve:"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve celil olan Allah da:"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:

"İzzet senin için olsun diye öldürdüm!" der. Rab Teâla:"İzzet benim içindir!" buyurur. Bir başka adam da bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve:"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve Celil olan Allah:"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:"İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!" der. Rab Teala:"İzzet falancanın değildir!" buyurur. Adam (öbürünün) günahıyla döner." [142]

 

İzahı

 

Al-Mu'izz
         

The Bestower of Honors.  He who confers honor and dignity.

 

Œ¡È¢àÛaMuiz: Kullarına dünyada mal, cennete mükafat verendir.

 

Allah, dilediği kullarına izzet vericidir. Aziz eden ancak O’dur.

 

Kur’an-ı Kerim’de:

 

قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ  قَديرٌ

 

“(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin”[143] ayetinde dilediğini zelil edenin Allah olduğunu haber verir.

 

 ; æì¢à Ü¤È í ü  åî©Ô¡Ïb ä¢à¤Ûa  £å¡Ø¨Û ë  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ü¡Û ë ©é¡Ûì¢ Š¡Û ë ¢ñ £Œ¡È¤Ûa ¡é¨£Ü¡Û ë

 

“Halbuki asıl izzet, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler”[144] ayetinden anladığımıza göre Müslüman bir insanın zelil olması mümkün değildir.

 

Müslüman, dünyanın en fakir insanı olsa bile o haliyle izzetini korur. Müslüman en zengin olsa yine malıyla da, haliyle de izzetini korur.

 

Rabbin sofrasının bitmeyeceğini bildiği için tama’kâr olmaz. İnsanları yücelten kanaattır. Alçaltan ise tama’dır.

 

Şahin kuşu yücelerde uçarken, bıldırcın ve keklik etiyle havada beslenirken yeryüzündeki bir arpaya tama’ edince tuzağa tutulur, kanatları yolunur.

 

Kafir dünyada malıyla yükselse, haliyle yükselmez. Ahirette ise her haliyle alçaltılır ve cehenneme atılır.

 

Başkasının servetine el uzatan iki dünyada da horlanır. Başkasının namusuyla oynayanlarda horlanır.

 

Haram servetten, haram şehvetten ve haram şöhretten uzaklaşanlar iki dünyalarında da izzet bulur. Dolu kovayı yükseltirler, boş kovayı kuyunun dibine atarlar. Gönül imanla, akıl ilimle dolu olursa yükseltiliriz. Yoksa Cehennemin dibine atılıveririz. Allah korusun.

 

Veren de Allah’tır, vermeyen de Allah’tır. O’nun vermediğini kimse veremez. O’nun verdiğini de kimse engelleyemez. Bunların hepsi O’nun adaletine, hikmetine ve hamdine tabidir. Alçalttığı ve mahrum bıraktığı kimseleri alçaltması Allah’ın bir hikmeti sebebiyledir. Bu konuda hiç kimse Allah’la tartışmaya giremez. Yücelttiği ve bol rızık verdiği, kimselere de bu, sadece O’nun lütuf ve ihsanındandır.

 

Bir kula gereken şey, Allah’ın hikmetini de itiraf etmesidir. Diliyle, azalarıyla ve her şeyiyle O’na şükretmesidir.

 

Yüce Allah cümlemizi dünya ve ahiret saadeti nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUZİLL

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ  قَديرٌ

 

 “(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[145]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : مَنْ لَبِسَ ثَوْبَ شُهْرَةٍ ألْبَسَهُ اللّهُ ثَوْبَ مَذَلَّةٍ؛ وفي رواية: ألْبَسَهُ اللّهُ أيَّاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ ألْهَبَ فيهِ النّارَ.

 

Hz. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kim şöhret elbisesi giyerse Allah ona zillet elbisesi giydirir."Bir rivayette de şöyle denmiştir: "...Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra içinde ateşi tutuşturur."[146]

 

                               

İzahı

 

Al-Mudhill

 

The Humiliator. He who degrades and abases.

 

4¡ˆ¢àÛaMuzill: Dilediğini zelil, hakir kılıcıdır.

 

Allah, bazı kullarını zelil edici, onları zillete düşürücüdür. Hakikatte aziz etmek, ihtiyaç zilletinden ve şehvetlere tabi olmaktan kurtarmak, o kişiyi kendi nefsine galip ve işlerine malik kılmaktır. İzlal (zelil etme, alçaltma) ise, bunların zıttınadır.

 

"Pek yüce" anlamına gelen "4¡ˆ¢àÛael-Muzill" ismi celili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçmekte:

 

 ¡4b È n¢à¤Ûa ¢Šî©j Ø¤Ûa ¡ñ …b è £'Ûa ë ¡k¤î Ì¤Ûa ¢á¡Ûb Ç

 

"O, gizli olanı da açık olanı da bilir. Büyüktür, pek yücedir."[147]

 

Ana rahmindeki değişimleri bilen, toplumsal gelişmeleri ve değişmeleri bilen ve yönlendiren "3 È n¢àÛael-Müteali" pek yüce olan Rabbimizin bir ismi de "©óܨÈÛael-Ali" idi ve bu ismin açıklamasında geniş bilgi verildi, oraya bak.

 

Gizliyi de açığı da bilen ve pek yüce olan Rabbimizden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini bilelim.

 

Her sahada yücelmek için yüce olan Rabbimizin ilmine, sanatına, kudretine, ikramına sarılıp onun yaptıkları ve yarattıklarına bakarak ilmimizi, ahlakımızı geliştirmeliyiz.

 

Kimseyi aşağılamadığımız gibi aşağılananları İslâm’la yüceltmeye çalışmalıyız.

 

Yüce Allah bizleri, rezil ve rüsvay etmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

es-SEMİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرهيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمعيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ

 

 “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.”[148]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: الْحَمْدُللّهِ الَّذِى وَسِعَ سَمْعُهُ ا‘صْوَاتَ. َلَقَدْ جَاءَتِ الْمُجَادِلَةُ خَوْلَةُ إلى رسولِ اللّهِ  فيجَانِبِ الْبَيْتِ، مَا أسْمَعُ مَا تَقُولُ. فأنْزَلَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: قَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّتِى تُجَادِلُكَ في زَوْجِهَا وَتَشْتَكِى إلى اللّهِ اية.

 

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) buyurdu ki: "Hamd o Allah'adır ki, bütün sesleri işitir. Israrcı (mücâdeleci) kadın Havle, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i evinin yanında buldu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a birşeyler söylüyordu. Ama ne söylediğini işitmiyordum. Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:" (Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet  hâlinden) Allah'a şikâyet etmekte olan (kadın)ın sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür."[149]

 

İzahı

 

As-Sami’

 

The Hearer of All.  Allah takes care of all the needs of those who invoke this    glorious Name one hundred times.

 

 ¢Éî©à £ÛaSemi’: Gizli ve aşikar söylenenleri işiticidir.

 

Allah, bütün sesleri işiticidir.

 

Her şeyi işiten, kullarının niyazını kabul eden.

 

Semi adı, ilim dilinde işiten demektir. O da tıpkı Ší©† Ó Kadir’in” kadir ismine benzemektedir.

 

Aynı zamanda işittiren, duyuran anlamına da gelmektedir. Bu adın iki yönlü itibarı vardır. Bunlardan birincisi: Dinleyenler için duyurmayı yaratmıştır. İkincisi: Kelim olan Hz..Musa (a.s) kendi hitabını duyurmak için ve bu makamda bulunup konuşkan ehli için bu ihdas etmiştir.

 

“Her şeyi işiten” manasına gelen  ¢Éî©à £Ûaes-Semi’” ismi celili Kur’an-ı Kerim de 47 defa geçmekte.

 

Her şeyin ayarlanması akort edilmesi gerektiği gibi en başta dillerimizin akort edilmesi gerekir. Sevdiklerimize, dostlarımıza söyleyeceğimiz kelimeleri en ince gönül eleğinden eleyerek söylemeliyiz. Çünkü dostlarımız o sözleri duymadan es-Semi olan Rabbimiz işitmekte. Düşmana söylediklerimizi de işitiyor:

 

قَالَ لَا تَخَافَا اِنَّنى مَعَكُمَا اَسْمَعُ وَاَرى

 

“Buyurdu ki: "Korkmayın, şüphe yok ki ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm."[150]

 

Öyle ise Firavuna konuşurken bile kelimelerin en tatlı ve yumuşak olanını seçeceğiz:

 

فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشى

 

"Ona yumuşakça söz söyleyin,belki öğüt dinler veya korkar."[151]

 

Rabbimiz:

 

وَلَا تَقْفُ مَالَيْسَ لَكَ بِه عِلْمٌ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُلًا

 

“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur”[152] derken kulak kelimesini öne almış. Kulağımızla insanları dinlerken karşımızdaki kim olursa olsun onu önemseyelim.

 

Kulağımızdan giren kelimeler gönül denizimizi kirletecek kelimeler olmasın. Hakkın kelamı birinci sırayı alsın. Kulağında doyumu vardır. Ivır zıvırlarla doyurursanız Kur’an dinleyemezsiniz.

 

Kur’an-ı Kerim’de:

 

 a;¦Šî©– 2 b¦Èî©à  ¢é¨£ÜÛa  æb × ë 6¡ñ Š¡¨üa ë b î¤ã¢£†Ûa

 

“(Allah) her şeyi işiten ve herşeyi görendir.”[153]

 

 ¢Éî©à £ÛaSemi’, işitmesi işitilecek herşeyi kapsamına alan demektir. Allah (cc) ulvi ve sufli alemdeki bütün sesleri gizlisiyle açığıyla hepsini işitir. O’na göre sesler arasında fark yoktur, sanki tek bir ses gibidir. Seslerin hiç birisinin diğerine karıştırmaz. Hiçbir lisan O’na gizli değildir, hepsine aşinadır. Uzak, yakın, gizli, açık O’na göre müsavidir.

 

Açık ve gizli, alçak ve yüksek bütün sesleri işitir. Dua eden, isteyen ve ibadet eden kimseleri işitip onlara icabet eder ve karşılığını verir.

 

Yine Ku’an-ı Kerim’de:

 

قَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّتى تُجَادِلُكَ فى زَوْجِهَا وَتَشْتَكى اِلَى اللّهِ وَاللّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا اِنَّ اللّهَ سَميعٌ بَصيرٌ

 

“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Allah işitendir, görendir.”[154]

 

Hz.Ayşe (r.a) bu ayetle ilgili olarak şunları demiştir: İşitmesi bütün sesleri kuşatıcı olan Allah çok yücedir. Hz.Peygamber (a.s) şikayet için gelen bu kadın konuşurken ben yan odada buluyordum ve sözlerinden bir kısmını duyamamıştım. Nihayet bu ayet nazil oldu. Bahsi geçen kadın kocasıyla aralarındaki problemi Hz.Peygamber (a.s) sormuş Efendimiz (a.s) bu konuda bilgisi olmadığını söylediğinde,  bende halimi Allah’a arz ederim deyip giderken yarı yolda tekrar çağrılıp kendisine mücadele süresi okunmuş ve sorusuna Allah cevap vermiştir. Kadın hayretini gizlemeden Hz Peygamber (a.s) Allah bu kadar yakın mıydı ki, hemen benim soruma cevap veriyor deyip gitmiştir.[155]

 

Yüce Allah cümlemizin isteklerini cevapladığı kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BASİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَاَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتُوا الزَّكوةَ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّهِ اِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ

 

 “Namazı dosdoğru kilin, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.“[156]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قامَ فِينَا رسولُ اللّهِ  بِخَمْسِ كَلِمَاتٍ. فقَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى َ ينَامُ وََ يَنْبَغِي لَهُ أنْ يَنَامَ. يُخْفِضُ الْقِسْطَ وَيَرْفَعُهُ وَيُرْفَعُ إلَيْهِ عَمَلُ اللَّيْلِ قَبْلَ عَمَلِ النَّهَارِ. وَعَمَلُ النَّهَارِ قَبْلَ عَمَلِ اللَّيْلِ. حِجَابُهُ النُّورُ. لَوْ كَشَفَهُ َحْرَقَتْ سُبُحَاتُ وَجْهِهِ مَا انْتَهَى إلَيْهِ بَصَرُهُ مِنْ خَلْقِهِ.

 

Ebû Musa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi:"Allah Teâlâ Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun  hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, vechinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlukatını yakardı."[157]

 

 

İzahı

 

Al-Basir

 

The All-Seeing.  To those who invoke this Name one hundred times between the obligatory and customary prayers in Friday congregation, Allah grants esteem in the eyes of others.

 

Š¡– jÛaBasir:  Her şeyi görüp gözeticidir.

 

Allah, bütün görülecek şeyleri görücüdür.

 

Bu isim,  zati sıfatlardandır.

 

Her şeyi en iyi gören” anlamına gelen Š¡– jÛael-Basîr” ismi şerifi, Kur’an-ı Kerim’de 47 defa zikredilmiştir.

 

 ¥Šî©– 2  æì¢Ü à¤È m b à¡2 ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢n¤ä¢×b ß  å¤í a ¤á¢Ø È ß  ì¢ç ë

 

 “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir”[158] ayetiyle yaptıklarımızın görüldüğüne dikkat çekiliyor. Her şeyi gördüğü haber veriliyor.[159]

 

Her şeyi gören, yarattıklarına göz verebilir. İnsan kendi gözünün görme gücü zayıflayıp giderken çaresiz kalıyor. Göz doktorlarımız göz yapamıyor. Gözlük yapıyor. Rabbimiz başımıza iki göz vermiş bir de gönül gözü vermiş.

 

Başımızdaki iki gözün pasını, katarağını silmek için göz doktorları yarattığı gibi, gönül gözümüzü cilalamak için kitaplar, Peygamberler ve salih kullar göndermiş.

 

Rabbimizin bizi her zaman ve her yerde gördüğünü bildiğimizden, kapalı kapılar ardında dümen çevirmek, haram yemek, zina etmek, ihanet etmek, yalan söylemek, zimmet, irtikap gibi suçları işleyemeyiz.

 

Günümüzde Allah’a imanı olmayanlar “filan devlet şu anda beni görüyor, söylediğimi işitiyor, siyasi geleceğimi yok etmemesi için onun adıyla konuşmaya başlayayım, onu öveyim” diyor.

 

İşte Š¡– jÛael-Basîr olan Allah’a imanın bize verdiği izzet ve şeref bu dünyada başlıyor. Biz kula kul olmuyoruz.  

 

İnsanın görme kapasitesi kuşkusuz çok sınırlıdır. Çıplak gözle görebileceği mesafe en fazla birkaç kilometre ötesidir. Üstelik bu da ancak açık bir havada, yüksek bir yerden bakıyorsa mümkün olur. Ancak şartlar ne kadar uygun olsa da görebildiği en uzak yer onun için hayal meyal fark edilebilen, puslu bir görüntüden başkası değildir.

 

İnsan belki de sinirli yeteneği sebebiyle kendisini de hiç kimsenin göremeyeceğini zanneder. Gizli bir is yaparken, saklanırken, etrafında hiç insan yoksa, kimse tarafından görülmediğinden emindir. Bu tarz ortamlarda insanlar istedikleri her şeyi yapabileceklerini, hiç kimseye karşı sorumlu tutulamayacaklarını, yaptıkları hataların asla karşılarına çıkmayacağını sanırlar.

 

Oysa bu bir yanılgıdır. Çünkü insanin unuttuğu çok önemli bir gerçek vardır: Allah her an her şeyi tüm detaylarıyla görendir.

 

İnsan gözleriyle ancak belli bir alanı görebilirken, Allah o kişinin bulunduğu odayı, onun dışında diğer odaları, o evin tamamını, o evin içinde bulunduğu şehri, onun da içinde bulunduğu ülkeyi, onları içine alan kıtayı, bütün bunların tamamını kapsayan dünyayı, tüm gezegenleri, uzayı ve onun da ötesindeki boyutları ayni anda görmektedir.

 

Allah (cc) görmeye konu teşkil eden her şeyi hakkıyla gördüğü gibi, göklerdeki ve yeryüzünün bütün bölgelerindeki her şeyi, hatta en gizli olanlarını dahi görür. O’nun görme alanının dışında kalan hiçbir şey düşünülemez.

 

Karanlık  bir gecede, sert bir kayanın üzerindeki siyah bir karıncanın yürüyüşünü, onun iç ve dış bütün organlarını, aldığı besinin incecik organları içinde nasıl ilerlediğini görür.

 

Ağaçların dalları ve damarlarından suyun geçişini ve bütün çeşitleriyle irili ve ufaklı bitkileri görür. Karıncaların, arıların, sineklerin hatta ondan daha küçük hayvanların damarlarını dahi görür.      

 

Büyüklüğünde, sıfatlarının kapsamının genişliğinde, azamet ve lutfunda, görülen ve görülmeyen her şeyden haberdar oluşunda akılları hayretlere düşüren Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir.

 

Yüce Allah cümlemize hakkı görme basiretini nasip etsin.

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAKEM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

  æì¢1¡Ü n¤‚ m ¡éî©Ï¤á¢n¤ä¢×b àî©Ï ¡ò à¨î¡Ô¤Ûa â¤ì í ¤á¢Ø ä¤î 2 ¢á¢Ø¤z í ¢é¨£ÜÛ a

 

“Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.”[160]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن شريح بْنِ هانئ عن أبيه رضى اللّهُ عنه أنّ النبىّ  سَمِعَ قَوْمَهُ يُكنُّونَهُ بأبى الحكمِ، قال فدعانِى فقال: إن اللّهَ تعالى هو الحكَمُ وإليهِ الحُكْمُ فَلِمَ تُكنَّى بِأبىالحكمِ؟ فقلت: إنَّ قوْمِىَ إذا اختلفُوا في شئ أتونى فحكمتُ بينهم فرضى ك الفريقينِ بحكمى، فقال ما أحسنَ هذا، فما لكَ من الولدِ؟ فقلت: شريحٌ، ومسلمٌ، وعبدُاللّهُ. فقال: فمن أكبرُهم؟ فقلت: شريحٌ. قال: فأنتَ أبو شريحٍ.

 

Şureyh İbnu Hâni, (radıyallahu anh) babasından naklediyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kavmimin beni Ebu'l-Hakem diye künyelediklerini işitmişti. Beni çağırtarak: "Hakem olan Allah'tır, hüküm de O'nadır, öyle ise, sen nasıl Ebu'l-Hakem künyesini taşırsın?" dedi. Ben açıkladım: "Kavmim bir meselede anlaşmazlığa düşünce bana gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da verdiğim hükme râzı olurlar." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu ne güzel şey?" buyurdu ve "Çocuklarından neler var?" diye sordu. Ben: "Şüreyh, Müslim, Abdullah var" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "En büyüğü hangisi?" dedi. "Şüreyh" dedim. "Öyleyse, buyurdu, sen Ebu Şüreyh'sin."[161]

 

 

İzahı

 

Al-Hakam

 

The Judge.  He who judges and makes right prevail.

 

á Ø zÛaHakem: Hâkim demektir. Bu da hakikati hükmetme yetkisi kendisi ne verilen, ona gönderilen demek olur.

 

Hükmün mutlak sahibidir.

 

Hükmedici, hükmüne karşı gelecek kimse bulunmayan, hakla batılı ayırıcı demektir.

 

Bu takdirde Kelam sıfatına raci olur.

 

Yahut saidleri saadetle ve şakileri ceza ile birbirinden ayırıcı manasına gelir.

 

 Hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a ait olduğunu,[162] en güzel hükmedenin Allah olduğunu,[163] hükmünün temyiz edilemeyeceğini,[164] hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmeyeceğini,[165] O’nun dışında hüküm koyanların sonucunun ne olacağını bilmeden cahilce hüküm koyduğunu,[166] O’nun indirdiğiyle hükmetmeyenlerin durumlarına göre kafir, zalim ve fasık olduğunu,[167] bildiren, Allah’a iman edenler Ondan başka Hakem tanımazlar.

 

Kullar için bu kelime mecazi anlamda kullanılabilir. Nisa suresinin 35’inci ayetinde eşler arasındaki arabuluculara “á Ø zÛael-Hakem” kelimesi kullanılmıştır.

 

Allah’ın koyduğu kurallara göre hüküm verenlere de "Hakem" veya "Hakim" denir.

 

Rabbimizin tabiata koyduğu kanunlar konusunda kimse tartışmıyor. Herkes tabiat kanunlarına uyuyor. Uyduğu oranda mutlu oluyor.

 

Kafirin vücudunda dahi Allah’ın hükümranlığı geçerli. Kalbini çalıştıran, kanını dolaştıran, her hücresine gıda veren, saçının her teline renk veren Allah (c.c.).

 

Dünyanın en gelişmiş hastahanesinde, en iyi doktorlar gözetiminde beş dakikalığına Allah’ın değilde doktorların kendi vücuduna hakim olmasını istemeyen ateist=gâvur bir insan nasıl olur da hayatında Allah’ın hükümlerini reddedip kendisi kendi hayatının bütün sorunlarına hükmedebilir? Beynimizin kılcal damarında kan pıhtılaşan vücut felç oluyor. Beynimizin yönetimi bize bırakılsa insan bir dakikada yok olur. Vücudun her tarafından çıbanlar, yaralar, felçler görülür.

 

Toplum vücudunda Allah’ın hakimiyeti çekilip alınırsa toplum vücudunda inkar, terör, soygun, gasp, öldürme, yaralama, zina, rüşvet, ırza geçme, güvensizlik, baskı, zorbalık hastalıkları çoğalır.

 

Rabbimiz, Sevgili Peygamberimize:

 

وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ ايَةٍ مَاتَبِعُوا قِبْلَتَكَ وَمَا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِمينَ

 

 “Andolsun ki; eğer sana gelen bu ilim (Kur’an) dan sonra onların hevalarına uyarsan, şüphesiz sen de zulmedenlerden olursun.”[168] buyurur.

 

Yanlış teraziyle tartan, dünyanın en adil insanı da olsa yanlış tartar. Onun için tabiatı bir denge üzere yaratan, yarattığı tabiat kanunlarında hiçbir eksikliği ve fazlalığı olmayan Allah (c.c.)ın koyduğu Kur’an’daki kurallarda toplum vücudunun selameti ve sıhhati için koyulmuştur.

 

á Ø zÛael-Hakem'e iman eden bizler O’nun koyduğu, Rasulünün uyguladığı kurallara uyarak yanlış terazileri Kur’an’a göre ayarlayacağız. Yanlış teraziyle tartarak çıkar sağlayanları engelleyeceğiz. İnsanların tabiat kanunlarına uyduğu gibi Kur’an’a göre yaşamaları için gayret göstereceğiz. Toplum vücudunun çağdaş sorunlarını Kur’an ve Sünnet ışığında çözeceğiz.

 

Allah (cc), dünya ve ahirette kulları arasında adaletle hükmedendir. Zerre miktarı zulmetmez. Hiç kimseye kimsenin günahını yüklemez. Bir kula günahından daha fazla ceza vermez. Bütün hakları sahiplerine verir. Her hak sahibine hakkını mutlaka ulaştırır. O, yönetiminde ve takdirinde adildir. O, fiilinde adaletle muttasıfıtr. O’nun bütün fiilleri adalet ve istikamet kanunları üzere cereyan eder. Bunlardan asla zulüm ve haksızlık şüphesi yoktur. Tamamı lutüf ve rahmet, belirttiğimiz şekilde adalet ve hikmet üzere cereyan eder.

 

Asilere ve dini yalanlayanlara dünyada verdiği çeşitli helak edici cezalar ve rüsvaylıklar, ahirette onlar  için hazırladığı küçültücü cezalar, sadece onlar bunu hak ettikleri içindir. O, ancak bir suç sebebiyle cezalandırır ve ancak kesin delil ortaya koyduktan sonra azap eder.

 

Kıyamet gününde kulları arasında vereceği hüküm de böyledir. Onların amellerini, tartacak terazi de adaletlidir, asla haksızlık yapmaz.

 

Kur’an-ı Kerim’de:

 

 §áî©Ô n¤¢ß §Âa Š¡• ó¨Ü Ç ó©£2 ‰  £æ¡a

 

“Gerçekten Rabbim doğru bir yol üzerindedir.”[169]

 

Yüce Allah cümlemizi doğru yoluna ilhak ettiği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-ADL

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه وَهُوَ السَّميعُ الْعَليمُ

 

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.”[170]  

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عليّ رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسول اللّهِ : مَنْ أصَابَ حَدّاً فعُجِّلَ عُقُوبَتُهُ في الدُّنْيَا، فاللّهُ أعْدَلُ مِنْ أنْ يُثَنِّىَ عَلَيْهِ الْعُقُوبَةَ في اخِرَةِ، وَمَنْ أصَابَ حَدّاً فَسَتَرَهُ اللّهُ تَعالى عَلَيْهِ وَعَفَا عَنْهُ، فَاللّهُ أكْرَمُ مِنْ أنْ يَعُودَ في شَئٍ قَدْ عَفَا عَنْهُ.

 

Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir hadd cürmü işler de, cezası dünyada verilirse, Allah'ın adaleti kuluna âhirette ikinci sefer ceza vermeye müsaade etmez. Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun günahını örtmüş ve affetmiş ise, Allah'ın keremi affettiği şeyden dolayı ona dönüp ceza vermeye müsaade etmez."[171] 

 

  

İzahı

 

Al-'Adl

 

The Just.  He who is Equitable.

 

4¤† È¤ÛaAdl: "Çok adaletli” anlamına gelen “4¤† È¤Ûael-Adl” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de:

 

= Ù Û † È Ï  Ùí¨£ì  Ï  Ù Ô Ü  ô©ˆ £Û a

 

 “O ki seni yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı”[172] ayetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik olduğunu ifade etmek için Adl kökünden gelen fiili kullanmış.

 

 ¡æb ¤y¡üa ë ¡4¤† È¤Ûb¡2 ¢Š¢ß¤b í  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, emreder”[173]  ayetinde de Rabbimiz adaletiyle toplumda dengeyi sağlamamızı ister.

 

Hakimin hüküm verirken adaletle hükmetmesi,[174] noterin yazarken adaletle yazması,[175] kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması,[176] konuşurken bile adaletten ayrılınmaması gerektiği,[177] emredilir.

 

Adalet, eşitlik demek değildir. Adalet: dengeli yapmaktır. Rabbimiz saçımızdan tırnağımıza kadar neyi nereye koymuşsa hiç itirazımız yok. “Benim gözüm omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı” diyen yok.

 

Tabiattaki dengeye de itirazımız yok. “Fil deki hortum, karıncada olsaydı, karıncanın ayakları Filde olsaydı” diyenimizde yok.

 

Adamın biri bahçede kocaman ceviz ağacının, küçücük meyvesiyle yere yayılan kabağın, kocaman meyvesini görünce “Ya Rabbi bu da adalet mi? Kocaman cevize küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa kocaman meyve vermişsin” derken ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve hemen kendine gelir. “Ya Rabbi ben hata ettim. Ya bu kabak başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der ve tevbe eder.

 

Rabbimiz, mü’min kullarına bazı belalar, musibetler, depremler, yangınlar, yıldırım çarpmaları, hastalıklar verdiğinde bunu adaletsizlik olarak görmeyeceğiz. Doktor hastasına acıtıcı iğneyi batırır. Yakıcı ilaçlar verir. Bazen hastalıklı organı kesip atar. Bütün bunlar hastanın iyiliği içindir. Hastasına tatlı yemeyi yasaklayan bir doktorla, hastaya gizlice baklava getiren birini gören ve işin iç yüzünü bilmeyen bir kişi doktoru zalim olarak görür ve tatlı getireni iyilik sever olarak görür.

 

Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer vermeyen mânasına gelir. Aslında mastardır. Ancak âdil makamında kullanılmıştır.

 

Yüce Allah (cc) gerçek adaletin sahibidir.

 

Allah, mübalağa ile adalet edici, her işi hayır ve fayda ile işleyici, mülkünde tasarruf edici, her işi yerinde ve zamanında yapıcı demektir.

 

Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O'nun mizanı tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına gösterecektir. Her şeyi hakkıyla gören, her şeyin içini dışını bilen, her şeyden haberdar olan Allah'ın tüm isleri hikmetli ve adaletlidir.

 

İnsanların yaşamları boyunca isledikleri tüm fiiller muhakkak Allah'ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların zulümleri elbette karşılıksız kalmaz, iyi tek bir sözün bile mükafatının verileceği, Allah tarafından Kuran'da bize bildirilmiştir. Zaten iyi ile kötü bir olamayacağına göre tüm bunların adilce değerlendirileceği bir yer olmalıdır. İşte bu yer ahirettir; Allah'ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği yer...

 

Yüce Allah cümlemizi ilahi adaletin icra edileceği günde mahcup etmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

el-LATİF

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْاَرْضُ  مُخْضَرَّةً اِنَّ اللّهَ لَطيفٌ خَبيرٌ

 

“Görmedin mi, Allah, gökten yağmur indirdi de bu sayede yeryüzü yeşeriyor. Gerçekten Allah çok lütufkârdır. (her şeyden) haberdardır."[178]

 

  Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]سَمِعْتُ رسول اللّهِ # لَيْلَةً حِينَ فَرَغَ مِنْ صََتِهِ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنى أسْألُكَ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِكَ تَهْدِى بِهَا قَلْبِى، وَتَجْمَعُ بِهَا أمْرِى، وَتَلُمُّ بِهَا شَعَثِى، وَتَرُدُّ بِهَا غَائِبى، وَتَرْفَعُ بِهَا شَاهِدِى، وَتُزَكِّى بِهَا عَمَلِى وَتُلْهِمُنِى بِهَا رُشْدِى، وَتَرُدُّ بِهَا أُلفَتِى، وَتَعْصِمُنِى بِهَا مِنْ كُلِّ سُوءٍ، اللَّهُمَّ أعْطِنِى إيماناً وَيَقِيناً لَيْسَ بَعْدَهُ كُفرٌ، وَرَحْمَةً أنَالُ بِهَا شَرَفَ كَرَامَتِكَ في الدُّنْيَا وَاخِرَةِ، اللَّهُمَّ إنِى أسألُكَ الْفَوْزَ في القَضَاءِ، وَنُزُلَ الشّهَدَاءِ، وَعَيْشَ السُّعَدَاءِ، وَالنَّصْرَ عَلى ا‘عْدَاءِ، اللَّهُمَّ إنِّى أُنْزِلُ بِكَ حَاجَتِى، وَإنْ قَصُرَ رَأيِى، وَضَعُفَ عَمَلِى، وَافْتَقَرْتُ إلى رَحْمَتِكَ، فَأسْألُكَ يَا قَاضِىَ ا‘مُورِ، وَيَا شَافِىَ الصُّدُورِ كَمَا تُجِيرُ بَيْنَ البُحُورِ أنْ تُجِيرَنِى مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ، وَمِنْ دَعْوَةِ الثُّبُورِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْقُبُورِ. اللَّهُمَّ مَا قَصُرَ عَنْهُ رَأيِى وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْألَتِى، وَلَمْ تَبْلُغْهُ نِيَّتِى مِنْ خَيْرٍ وَعَدْتَهُ أحَداً مِنْ خَلْقِكَ، أوْ خَيْرٍ أنْتَ مُعْطِيهِ أحَداً مِنْ عِبَادِكَ، فَإنِّى رَاغِبٌ إلَيْكَ فِيهِ وَأسْألُكَهُ بِرَحْمَتِكَ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ. اللَّهُمَّ يَاذَا الحَبْلِ الشَّدِيدِ، وَا‘مْرِ الرَّشِيدِ، أسْألُكَ ا‘مْنَ يَوْمَ الْوَعِيدِ، وَالجَنَّةَ يَومَ الخُلُودِ مَعَ المُقَرَّبِبنَ الشهُودِ، الرُّكَّعِ السُّجُودِ، المُوفِينَ بِالْعُهُودِ، إنَّكَ رَحِيمٌ وَدُودٌ، وَإنَّكَ تَفْعَلُ مَا تُرِيدُ. اللَّهُمَّ اجْعَلْنَا هَادِينَ مُهْتَدِينَ غَيْرَ ضَالِّينَ وََ مُضِلّينَ، سِلْماً ‘وْلِيَائِكَ، حَرْباً ‘عْدَائِكَ، نُحِبُّ بِحُبِّكَ مَنْ أحَبَّكَ،وَنُعَادِى بِعَدَاوَتِكَ مَنْ خَالَفَكَ. اللَّهُمَّ هذَا الدُّعَاءُ وَعَلَيْكَ ا“جَابَةُ، وَهذَا الجُهْدُ وَعَلَيْكَ التُّكَْنُ. اللَّهُمَّ اجْعَلْ لِى نُوراً في قَلْبِى، ونُوراً في قَبْرِى، وَنُوراً مِنْ بَيْنِ يَدَىَّ، وَنُوراً مِنْ خَلْفِى، وَنُوراً عَنْ يَمِينِى، وَنُوراً عَنْ شِمَالِى، وَنُوراً مِنْ فَوْقِى، وَنُوراً مِنْ تَحْتِى، وَنُوراً في سَمْعِى، وَنُوراً في بَصَرِى، وَنُوراً في شَعَرِى، وَنُوراً في بَشَرِى، وَنُوراً في لَحْمِى، وَنُوراً في دَمِى، وَنُوراً في مُخِّى، وَنُوراً في عِظَامِى . اللَّهُمَّ أعْظِمْ لِى نُوراً، وَأعْطِنِى نُوراً، وَاجْعَلْ لِى نُوراً، سُبْحَانَ الَّذِى تَعَطّفَ العِزَّ وَقَالَ بِه، سُبْحَانَ الَّذِى لَبِسَ المَجْدَ وَتَكَرَّمَ بِهِ، سُبْحَانَ الَّذِى َ يَنْبَغِى التَّسْبِيحُ إَّ لَهُ. سُبْحَانَ ذِى الْفَضْلِ وَالنِّعَمِ. سُبْحَانَ ذِى المَجْدِ وَالْكَرَمِ. سُبْحَانَ ذِى الجََلِ وَا“كْرَامِ.

 

- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim: "Allahım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım. Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından korumanı diliyorum.Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.

Ey Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sâhibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış mukarrebîn meleklerle, (dünyada iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini îfa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)

Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adâvet (düşmanlık) ediyoruz.

Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!

Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!  İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdîs sadece kendine layık olan Zât münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celâl ve ikrâm sâhibi Zât münezzehtir."[179]

 

İzahı

 

Al-Latif

 

The Subtle One.  He who knows the minutest subtleties of all things.

  

¢Ñî©À £ÜÛa Latif: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latîf" mânasına geldiği de söylenmiştir.

 

Lütuf ve ihsan edicidir.

 

Lütuf ve ihsan edici demektir. Fiil sıfatıdır. Yahut gizli şeyleri bilir demektir. Bu takdirde İlim sıfatına raci olur.

 

“İncelik gösteren, sezilmez yollardan nimetler veren, en ince işlerin içini bilen” manalarına gelen ¢Ñî©À £ÜÛael-Latif” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de 7 defa geçmektedir.

 

 ;¢Šî©j ‚¤Ûa ¢Ñî©À £ÜÛa  ì¢ç ë 6 Õ Ü  ¤å ß ¢á Ü¤È í ü a

 

 “O hiç yarattığını bilmez mi? O Latif’dir, her şeyden haberdardır.”[180]

 

Yusuf aleyhisselamın kuyuya atılma, pazarda satılma, hapise tıkılma ve Mısır’a sultan olmaya kadar giden yolu çizen, bilen ve hükmedenin Latif olan Allah olduğunu haber verir.[181] Gökyüzünden su indirip yeryüzünü yeşertenin Ñî©À £ÜÛael-Latif olan Allah olduğunu haber verir Rabbimiz.[182] Gökyüzünde, yeryüzünde veya bir kayanın içinde hardal tanesi ağırlığında bir şey olsa onu dahi bilir ve huzuruna getirir. O Latif olan Allah (c.c.)'dır.[183]

 

Elimize alıp da inceleyemediğimiz aklımızı, ruhumuzu yaratan Latif yine görünmeyen gönlümüze, görünmeyen sevgimizi veren Latif’dir.

 

Beynimiz en gelişmiş bilgisayardan daha mükemmel çalışır. İnsan beyni ise Hz. Adem’de de aynı idi. İşte o Ñî©À £ÜÛa Latif'e iman edenler incelik gösterirler. Nazik davranırlar, yaptıkları iyilikleri onur kırmadan, gönül incitmeden, hissettirmeden yaparlar.

 

Allah, akılların almadığı, düşüncelerin tasavvur edemediği nice lütuf ve keremi vardır. Kul, velayet ve riyaset gibi nice dünyevi arzuya veya kendisine hoş gelen daha başka şeylere gözünü diker de Allah bunları ona, dinine zarar vereceği için rahmetinden dolayı nasip etmez.

 

Kul da cehaletinden veya Rabbini tanımadığından dolayı bundan üzüntü duyar. Halbuki o, bilmediği nice şeylerin kendisi için hazırladığını ve bu konuda onun hayrının ve iyiliğinin murat edildiğini bilmiş olsaydı Allah’a hamd eder ve bundan dolayı Ona şükrederdi.

 

Şüphesiz ki Allah kullarına karşı pek şefkatli ve merhametli, dostlarına karşı çok lütufkardır. 

 

Yüce Allah cümlemizi lütfu kereminden mahrum etmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

el-HABİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَا لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذلِكَ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَا اتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ

 

“Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.”[184]

  

Hz.Peygamber (a.s):

      

ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. أنَّ رسولَ اللّه قالَ: مَفَاتِيحُ الْغَيْب خَمْسٌ. ثُمَّ قَرَأ: إنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ إلى آخرهَا.

 

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Gayb'ın anahtarı beştir" dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: "O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır."[185]

        

 

İzahı

 

Al-Khabir

 

The All-Aware.  He who has knowledge of the inner, most secret aspects of  all things.

 

Šî©j ‚¤Ûa Habir: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.

 

Kulların gizli, aşikar işlediklerini bilicidir.

Eşyanın batının (her şeyin iç yüzünü) bilici demektir. Haber kelimesinden türemiş bir isimdir. İçlerden gizli olanları bilir manasınadır.

“Her şeyden haberdar olan” anlamına gelen ”Šî©j ‚¤Ûa el-Habir” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de 45 defa geçmektedir.

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَاقَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

“Ey iman edenler, Allah’dan sakının. Herkes yarına ne sakladığına bir baksın. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[186]

 

Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı, kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı, toprağın derinliklerinde çatlayan her taneyi ve çekirdeği, açan her çiçeği, yağan her damlayı bilen, gören, işiten ve haberdar olan Rabbe iman ediyoruz.

 

Karanlık gecede, kara taşın üzerinde, kara karıncanın hareketini gören, ayak sesini işiten, karıncanın içinden geçenlerden haberdar olan Allah’a iman eden kullarından bir kısmı da dünyanın neresinde dostlar var, düşmanlar var, dostların maddi manevi gücü, düşmanların gücü nedir? Kim nerede ne yapıyor, ne üretiyor, dünyanın neresine, ne kadar yağmur yağar, nerede hangi tür çiçek açar? Haberdar olmalıdır.

 

Yüce Allah Mülk suresinin 14. ayetinin başında: 6 Õ Ü ¤å ß¢á Ü¤È íü aYarattığını bilmez olur mu?” buyurduktan sonra, aynı ayetin sonunda ï©j ‚¤Ûa ¢Ñî©À £ÜÛa  ì¢ç ë O Latiftir, her şeyden haberi vardır” buyurmaktadır. Buradaki lütuf  sözcüğün anlamı, bütün bilgileri sağlamca kavradığının bir işareti olup her güzel şeyi lütufla kıyam edip bu yola yönelmesinden ileri gelmektedir.

 

İnsan zaman ve mekanla sınırlı bir varlıktır. Başka bir kişi tarafından aktarılmadıkça ancak kendi bulunduğu yerde, zamanda gelişen olaylardan haberdar olabilir. Bulunduğu zaman ve mekanın dışına çıkarak olayları değerlendirmesi asla mümkün değildir. Bu da insanın en büyük acizliklerinden biridir.

 

Oysa insanı yaratan Allah, zaman ve mekanın da yaratıcısıdır; dolayısıyla bu kavramlara bağımlı değildir. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah doğal olarak zamanın ve mekanın kapsadığı yani kainatta gerçekleşen her olaydan da haberdardır. Öyle ki içinde yaşadığımız Samanyolu galaksisinden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan bir galakside kaç yıldız bulunduğunu, hangi gökcisminin hangi yörüngeyi takip ettiğini de bilir, içinde yaşadığımız dünyada toprağın altında yerin üzerine çıkmaya çalışan filizlenmiş bir tohumun bilgisini de...

 

Ayrıca Allah şu ana kadar yaşamış olan, şu an yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların da hayatlarının her saniyesinin bilgisine sahiptir. Kimin ne zaman, nerede doğduğu ve öldüğü, yaşamı süresince neler yaptığı, hangi amaçlar uğruna çaba harcadığı, hatta ne zaman güldüğü, ne zaman ağladığı gibi tüm detaylar O'nun bilgisi dahilindedir. Çünkü O tümünün Yaratıcısıdır.

 

Üstelik bu insanların her an yaptıkları işlerin yanında, kalplerinden geçirdikleri tüm bilgiler de Allah'tan gizli kalmaz. Allah insanların içlerinden geçirdikleri, niyet edip uygulamadıkları, gizlice tasarladıkları her şeyden haberdardır.

 

æì¢Ü à¤È m b à¡2 ¥Šî©j   é¨£ÜÛa  £æ¡a Şüphesiz ki, Allah her şeyden haberdardır.”[187]

 

Allah’ın ilminin kapsamına ve en ince deliller sayılmayacak kadar çoktur. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey O’ndan gizli kalmaz. Zerreden daha küçük ve daha büyük olanı da gizli kalmaz. O, gaflete düşmez ve unutmaz. Bütün genişliğine ve çeşitliliğine rağmen insanların bilgisi Allah’ın bilgisine nispetle bir hiç mesabesindedir. Allah’ın kudretine nibetle kulların kudreti de böyledir.

 

Bunlar hiçbir şekilde birbirine kıyas bile edilemez. İnsanlara bilmedikleri şeyleri öğreten de O’dur. Güçlerinin yetmediği şeylerden onları güç sahibi kılan da O’dur. Nitekim O’nun ilmi hem bütün cismani alemi, hem ruhani alemi, hem de onlardaki yaratıkların zatlarını, sıfatlarını, fiillerini ve bütün işlerini kuşatmıştır. O, olan şeyleri de, sonsuz gelecekte vuku bulacak şeyleri de bilir.    

 

Sonuç olarak Allah ilmi gizli olan şeyleri de açık olan şeyleri de zorunlu olan şeyleri de imkansız ve mümkün olan şeyleri de, ruhani alemi de cismani alemi de, geçmiş zamanı da şimdiki ve gelecek zamanı da kuşatır. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz.

 

Yüce Allah cümlemize haberdar olduğu güzel ameller nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HALİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

لَايُؤاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فى اَيْمَانِكُمْ وَلكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَليمٌ

 

“Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.”[188]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عكرمة قال: إنَّ نَفَراً مِنْ أهْلِ الْعِرَاقِ قَالُوا بنِ عَبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: كَيْفَ تَرَى في هذِهِ ايةِ الَّتِى أمرْنَا بِهَا وََ يَعْمَلُ بِهَا أحَدٌ؛ قَولِ اللّهِ عزَّ وَجَلَّ: يَا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأذِنْكُمُ الَّذِىنَ مَلكَتْ أيْمَانُكُمْ اية. فقَالَ ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: إنَّ اللّهَ حَلِيمٌ رَحِيمٌ بِالْمُؤمِنِينَ يُحِبُّ السِّتْرَ، وَكَانَ النَّاسُ لَيْسَ لِبُيُوتِهِمْ سُتُورٌ وََ حِجَابٌ فَرُبَّمَا دَخَلَ الخَادِمُ أوِ الْوَلَدُ أوِ الْيَتِيمَةُ وَالرَّجُلُ عَلَى أهْلِهِ؛ فأمَرَهُمُ اللّهُ تعالى بِاِسْتِئْذَانِ في تِلْكَ الْعَوْرَاتِ فَجَاءَهُمُ اللّهُ بِالسُّتُورِ وَبِالْخَيْرِ فَلَمْ أَرَ أَحَداً يَعْمَلُ ذلِكَ بَعْدُ.

 

İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grub İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dediler ki:  

 - Şu âyet hakkında ne dersiniz? "Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve câriyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böyle açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir."[189] Cenâb-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler.     İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Allah mü'minlere karşı halîm ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evlâdı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teâla onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hâlâ bu emirle amel eden tek kişi görmedim."[190]                   

 

 

İzahı

 

Al-Halim

 

The Forbearing.  He who is Most Clement.

 

áî©Ü yHalim: Azaba layık olanların azabını tehir edicidir.

 

Ceza vermede ve intikam almada acele etmeyici demektir. Aceleden tenzih sıfatıdır.

 

"Yarattıklarına yumuşak davranan" anlamına gelen áî©Ü yel-Halim" ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak on bir defa geçmekte.

 

İbrahim, İsmail ve Şuayb aleyhisselamlar içinde el-Halim-yumuşak başlı kelimesi kullanılmış.[191]

 

وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فى اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَليمٌ

 

"Allah’ın kalplerinizde olanı bildiğini bilin ve ondan sakının. İyi bilinki şüphesiz Allah bağışlayandır, Halimdir-yumuşak davranandır."[192]

       

Allah (c.c.) kendisinin yarattığı insanların Allah’ın şeriatına değil de kendileri gibi insanların kurallarına uyarak onları ilahlaştırdıkları halde onları hemen cezalandırmayandır.[193]

 

Yediği yemeğin suyunu mazlumların gözyaşından, sosunu mağdurların kanından temin eden zalimlerin yaptığından Allah’ın haberi vardır.

 

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فيهِ الْاَبْصَارُ

 

 Zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil zannetme. Ancak onları(n azabını) gözlerin belerip kalacağı bir güne erteliyor."[194]

 

Eşcinsellerin cezasının tehir edilmesi ve zaman tanınması için Rabbine yalvaran İbrahim aleyhisselam Rabbimizin kelamıyla:

 

¥kî©ä¢ß ¥êa £ë a ¥áî©Ü z Û  áî©ç¨Š¤2¡a  £æ¡a

 

“O Halim- yumuşak huylu, yanık yüreklidir"[195] diye övülmekte.

 

Bizler Halim Rabbimize iman edenler olarak yumuşak huylu tatlı dilli, güler yüzlü, bal gibi sözlü olacağız. Güçlü iken böyle olacağız.

 

Su, yumuşacık ama kayaları deliyor. Kuru ağaçların tepesine çıkıp çiçeğe dönüşüyor. Evlerimizi aydınlatıyor. Binlerce ton ağırlığı kaldıran güce dönüşüyor.

 

İbrahim’in Halim-yumuşaklığı Nemrut’un saltanatına son veriyor. Ancak:

 

§ò £2¬a … ¤å¡ß b ç¡Š¤è Ãó¨Ü Ç  Ú Š m b ß aì¢j  × b à¡2  b £äÛa ¢é¨£ÜÛa ¢ˆ¡a¨ªì¢í ¤ì Û ë

 

"Eğer Allah insanları yaptıkları yüzünden azapla yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı."[196]

 

"Allah kahretsin" dediklerimizi Allah yok etseydi, tek başımıza kalırdık. "Ya Halim" diyelim.

 

Yüce Allah cezayı hak edenin, ceza ile temizliği üzerinden kaldırmış olsa o şeyi kendi yerinden başka bir yere koymuş olurdu. İşte bu bir zulümdür. Ama yüce Allah kullarına karşı zalim değildir. Yüce Allah’ın gerek cezası gerek affı her ikisi de hilmdir. Yani bu yüce adın vakar ve sükunetinden neşet eder. Zira hilm yani vakar ve yumuşaklık hakikat yönünden ona uygun ve doğrudur.

 

Yüce Allah cümlemize hilmiyle muamele ettiği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-AZİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ

 

 “Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.”[197]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 

ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسولُ اللّهِ : إذَا رَكَعَ أحَدُكُمْ فَلْيَقُلْ ثََثَ مَرَّاتٍ: سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ، وَذلِكَ أدْنَاهُ، وَإذَا سَجَدَ فَلْيَقُلْ: سُبْحَانَ رَبِّىَ ا‘عْلَى ثَثاً، وَذلِكَ أدْنَاهُ.

   

İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden biri rükü edince üç kere "Sübhâne rabbiyel azim (Büyük Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu, en az miktardir. Secde yapınca da üç kere "Sübhane Rabbiye'l a'lâ (Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu da en az miktardır."[198]             

       

 

İzahı

 

Al-'Azim

 

The Magnificent.  He who is Most  Splendid.

 

áî©Ä È¤ÛaAzim: Büyüklüğünü kendisi bilir. Tenzih sıfatıdır

 

Azamet derecelerinin nihayetine yükselmiş demektir. Öyle ki, akıl tasavvurdan aciz, basiret künhünü idrakten yoksun olur.

 

"Çok büyük" anlamına gelen ¢áî©Ä È¤Ûa"el-Azim" ismi celili Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak altı defa geçmekte. Bir defa Kur’an-ı azim olarak[199] geçmekte. Yüz defa da büyük başarı, büyük mükafat, büyük ahlak, büyük haber, büyük gün, büyük günah gibi Allah’ın yarattıklarının sıfatı olarak geçmekte.

 

Yeryüzünün, dağların, denizlerin büyüklüğünü düşünün. Güneşin ve yıldızların büyüklüğünü ve aralarındaki uzaklığı anlatacak rakam bulunamadığından ışık yılıyla anlatılmaya çalışıldığını düşünün ve evrenin büyüklüğünü hayal edin.

 

Hadisi şeriflerde bildirildiğine göre yedi kat gökyüzü, bütün yıldızlarla beraber, yedi kat yeryüzü "Kürsi" nin yanına atılsa, çöle atılan demirden bir yüzük gibi kalır. "Kürsi" de "Arşı a’la" nın içine atılsa o da çöle atılan bir demir yüzük gibi kalır. [200]

 

اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ

 

"O’nun ilminden yalnız Onun dilediğinden başkasını kavrayamazlar. O’nun kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların (göklerin ve yerin) korunması O’na ağır gelmez. O yücedir, çok büyüktür."[201]

 

"Çok büyük" olan Allah’a iman edenler, büyük alim, büyük mimar, büyük sanatçı, büyük komutan, büyük işveren, büyük işçi yetiştirmeye çalışırlar ve kul yanında küçülmezler.

 

Allah'ın büyüklüğü ve azameti kuskusuz bir insanin kavrama sinirinin çok üstündedir. Fakat insan yine de kendi aklının sınırları dahilinde Allah'ın ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu biraz olsun görebilir, anlayabilir. Zira tüm kainat Allah'ın büyüklüğünü gösteren sayısız örnekle doludur. İnsanın yalnızca içinde yaşadığı dünyayı biraz incelemesi dahi, her şeyi yaratan Allah'ın azametini hissettirecektir.

 

Tonlarca ağırlıkta bulutları taşıyan gökyüzü, binlerce metre yükseğe uzanan dağlar, içlerinde milyonlarca çeşit canlının bulunduğu denizler, çakan simsek ve onun ardından gelen gök gürültüsü ve O'na boyun eğmiş milyarlarca canlı...    Bunlar ve burada sayılamayan sayısız detay O'nun büyüklüğünün açık delilleridir.

 

Bir de dünyanın biraz dışına çıkıp düşünelim. Söyle bir örnek, kainatı yaratan sonsuz azameti sahibini biraz daha derin kavramamıza yardımcı olacaktır:

 

Evren adını verdiğimiz sınırsız bir mekan içinde yaşıyoruz. Bugün bilim adamlarının ulaşabildikleri bilgi seviyesine göre bu evren, içinde milyarlarca galaksiyi barındırıyor. Peki bu galaksilerin içinde neler var? Yine bilimin bize bildirdiği, her galaksi içinde milyarlarca yıldız bulunduğu. Biz de içinde milyarlarca yıldız içeren milyarlarca galaksiden birinin içinde, Dünya ismi verilen ve saatte 1670 km. hızla hiç durmadan dönen bir gezegen üzerinde yaşıyoruz. Ve kuşkusuz bu rakamlarla düşünüldüğünde, kainat içindeki varlığımız, bir toz zerreciğinin dünya içindeki varlığı ile dahi kıyaslanamayacak derecede küçüktür.

 

İşte insan, bir iki dakika düşündüğünde dahi kendisini hayrete düşüren bir kainata hakim olan, azamet sahibi bir Yaratıcıya kulluk etmeye davet edildiğini fark edebilir. Tüm kainatı yaratan, milyarlarca yıldızı barındıran, milyarlarca galaksinin tümünü kontrolü altında tutan büyük bir gücün sahibine...

 

Yüce Allah cümlemize kendisini hakkıyla takdir etmeyi nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-ĞAFUR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزيرِ وَمَا اُهِلَّ بِه لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ

 

 “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.”[202]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ لرسول اللّهِ : عَلِّمْنِى دُعَاءً أدْعُو بِهِ في صََتِى، قالَ: قُلِ اللَّهُمَّ إنِّى ظَلَمْتُ نَفْسِى ظُلْماً كَثيراً، وََ يَغفِرُ الذُّنُوبَ إَّ أنْتَ فَاغْفِرْ لِى مَغْفِرَةً مَنْ عِنْدَكَ وَارْحَمْنِى إنَّكَ أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.

 

Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) gelerek:"Bana namazda okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu duayı okumasını söyledi:"Allahümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfiru'zzünûbe illâ ente fa'ğfir lî mağfireten min indike verhamnî inneke ente'lğafûru'rrahîm. (Allahım ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin."[203]

          

 

İzahı

 

Al-Ghafur

 

The Forgiver and Hider of Faults.

 

‰ì¢1 Ë Ğafur: Günahkarlardan istediğini affedicidir.

 

Mübalağa ile günahları mağfiret edici demektir. Ğaffar ile bunun farkı şöyledir:

 

‰1 ËÛael-Ğaffar, tedricen çok mağfiret edici demektir. ‰ì¢1 Ë Ğafur ise, bir defada bütün günahları affedici demektir.

  

"Günahları örten, çok bağışlayan" anlamına gelen ‰ì¢1 Ë el-Ğafur ismi Kur’an-ı Kerim’de 91 defa geçmekte ve bu da bize Rabbimizin affediciliğinin hep öne çıkarılması gerektiğini ve bizim de Allah’ın kullarının kusurlarını kapatmamız gerektiğini ifade etmekte.

 

‰1 ËÛa el-Ğaffar ismi cemilini açıklarken ifade ettiğimiz gibi Rabbimiz vücudumuzun içini kan, kemik, et, sinirle donatmış, ama dışımıza incecik bir cilt perdesi çekerek güzelleştirmiş.

 

İçimizden geçen kötü düşünceleri kapatacak bir perde vermiş. İşte el-Ğafur’a iman eden bizlerde ayıpları, kusurları, günahları teşhir etmeyeceğiz.

 

Allah (cc):

 

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذينَ اَسْرَفُوا عَلى اَنْفُسِهِمْ لَاتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَميعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ

 

 “Deki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametlidir.”[204]

 

Allah, mağfiretine ulaştırıcı bir takım sebeplerin kapılarını kullarına açmıştır. Bunlar, tövbe, isriğfar, iman, ameli-salih, Allah’ın kullarına iyilik yapmak, onları affetmek, Allah’a hüsnü zanda bulunmak ve Onun mağfiretine yaklaştırıcı daha başka şeylerdir.   

 

Yüce Allah, cümlemizi mağfiretine mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

eş-ŞEKUR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

 ¥‰ì¢Ø ( ¥‰ì¢1 Ë ¢é £ã¡a ©6é¡Ü¤š Ï ¤å¡ß ¤á¢ç †í©Œ í ë ¤á¢ç ‰ì¢u¢a ¤á¢è î¡£Ï ì¢î¡Û

 

 “Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir.”[205]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عبداللّهِ بن غنام البياضى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قالَ رسولُ اللّهِ : مَنْ قالَ حِينَ يُصْبِحُ: اللَّهُمَّ مَا أصْبَحَ بِى مِنْ نِعْمَةٍ أوْ بِأحَدٍ مِنْ خَلْقِكَ فَمِنْكَ وَحْدَكَ َ شَرِيكَ لَكَ، لََكَ الْحَمْدُ، وَلَكَ الشُّكْرُ فَقَدْ أدَّى شُكْرَ يَوْمِهِ، وَمَنْ قَالَ مِثْلَ ذلِكَ حِينَ يُمْسِى فَقَدْ أدَّى شُكْرَ لَيْلَتِهِ.

 

Abdullah İbnu Gannâm el-Beyâzî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim sabaha erdiği zaman: "Allahım, benimle veya mahlukatından herhangi biriyle hangi nimet sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın yoktur, hamdler sanadır, şükür sanadır" derse, o günkü şükür borcunu ödemiştir. Kim de aynı şeyler akşama erince söylerse o da o geceki şükür borcunu eda eder."[206]

 

 

İzahı:

 

Ash-Shakur

 

The Rewarder of thankfulnes. He who gratefully rewards good deeds.

 

‰ì¢Ø 'ÛaŞekur: Kullarını, Sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren demektir. Allah'ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul etmesidir.

 

Az amel karşılığında büyük sevap vericidir.

 

Az bir amel karşılığında çok ecir, güzel sevaplar ve ebedi saadet verici yahut taat ehline sena edici manasınadır.

 

Fiil sıfatı veya Kelam sıfatına racidir.

 

“Azıcık teşekküre çok karşılık veren” anlamına gelen “‰ì¢Ø 'ÛaŞekür” ismi cemili Rabbimizin ismi olarak Kur’anı kerimde 4 yerde geçer.

 

Bu ‰ì¢Ø 'Ûaeş-Şekür ismi Rabbine kul olan, onun verdiği nimetlere kalple, elle, dille, bedenle teşekkür eden insanlar için de kullanılmış.

 

Kalbimizde ilah olarak Allah’tan başkasına yer vermemek suretiyle Rabbimize teşekkür edeceğiz.

 

Dilimizden çıkan kelimelerin çoğunluğu Allah’ı, kitabını, Rasulünü, emir ve yasaklarını anlatmak da kullanılırsa dilimizle teşekkür etmiş oluruz.

 

Kur’an okuyan, namaz kılan, gizlide açık da yardım eden,[207] iyilik yapan[208] yardım olsun diye borç para veren[209]  insanların bu yaptıklarının hepsinin Allah’a teşekkür olduğunu ve Allah’ın da bu teşekkürlere kat kat karşılık vereceğini ifade eder.

 

Hata bizden, ata (bağış) ondan.

 

Şükür bizden şekürlük ondan.

 

“Üç tonluk bir ağaç üç ton oluncaya kadar topraktan 57 gram almış.”

 

Çölde bir damla su görmeyen çöl çiçeklerini taçlandıran Rabbimiz, bizim azıcık ibadetlerimizi çok sevapla karşılayacağını va’dediyor.

 

Teşekkür büyük bir nezakettir, ama teşekkürlere daha iyi ve güzel bir şekilde karşılık vermek daha büyük bir inceliktir.

 

Yüce Allah cümlemize kendisine hakkıyla şükretmeyi nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-ALİYY

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَائِ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِىَ بِاِذْنِه مَا يَشَاءُ اِنَّهُ عَلِىٌّ حَكيمٌ

 

“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.”[210]

                                                        

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: إنَّ نَبِىَّ اللّهِ  قالَ: إذَا قَضَى اللّهُ تعالى ا‘مْرَ في السَّمَاءِ ضَرَبتِ المََئِكَةُ عَلَيْهِمُ السََّمُ بِأجْنِحَتِهَا خُضْعَاناً لقولِهِ كأنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ فإذا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ قَالُوا لِلَّذِى قَالَ الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ فَيَسْمَعُهَا مُسْتَرِقُ السَّمْعِ، وَمُسْتَرِقُوا السَّمْعِ هكذَا بَعْضُهُ فَوْقَ بَعْضٍ، وَوَصَفَ سُفْيَانُ بِكَفِّهِ فَخَرَّقَهَا وَبَدَّدَ بَيْنَ أصَابِعِهِ فَيَسْمَعُ الْكَلِمَةَ فَيُلْقِيهَا إلى مَنْ تَحْتَهُ حَتَّى يُلْقِيهَا عَلى لِسَانِ السَّاحِرِ أوِ الْكَاهِنِ فَرُبَّمَا اَدْرَكَهُ الشِّهَابُ قَبْلَ اَنْ يُلْقِىهَا، وَرُبَّمَا ألْقَاهَا قَبْلَ أنْ يُدْرِكَهُ. فَيَكْذِبُ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ ألَيْسَ قَدْ قَالَ لَنَا يَوْمَ كَذَا وَكَذَا وَكذَا وَكذَا؟ فيُصَدَّقُ بِتِلْكَ الْكََلِمَةِ الَّتِى سُمِعَتْ مِنَ السَّمَاءِ.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:"Allahu Teâla Hazretleri semâda bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teâla'nın sözüne ihtiramla, melâike (aleyhimüsselam) korku ile  kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teâla'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere):

"- Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da:

"- Allah Teâlâ hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı  şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur.

- Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semada (kulak hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."[211]

 

 

İzahı

 

Al-'Ali

 

The Highest.

 

ó¡Ü Ç Aliyy: Büyüklüğünü anlamaktan bütün halk acizdir.

 

Fail vezninde yücelikten alınmıştır. Yücelik mertebesinin nihayetine ulaşmış olan demektir. Bütün yükseklik  O’ndan aşağıdır.

 

“Yücelerden yüce” anlamına gelen ó¡Ü Ç Aliyy'ü ismi celili Kur’an-ı Kerim’de 8 defa geçmekte;

 

ذلِكَ بِاَنَّ اللّهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُ وَاَنَّ اللّهَ هُوَ الْعَلِىُّ الْكَبيرُ

 

“O’nun (Allah’ın) dışında çağırdıklarının hepsi batıldır. Şüphesiz O yücedir, büyüktür.”[212]

 

Zatıyla, sıfatıyla her şeyden yücedir. Çünkü bizim “yüce” dediğimiz şeyleri O yaratmıştır. Yüceler yücesine iman edenler de yücelirler. Yüce Rabbimiz, Firavunun orduları karşısında ürperen Musa (a.s)’ya:

  

ó¨Ü¤Ç üa  o¤ã a  Ù £ã¡a ¤Ñ ‚ m ü b ä¤Ü¢Ó  

 

“Korkma en yüce sensin” buyurmuştu."[213]

 

Muhammed ümmetine de:

 

  åî©ä¡ß¤ªì¢ß ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a  æ¤ì Ü¤Ç üa ¢á¢n¤ã a ë aì¢ã Œ¤z mü ë aì¢ä¡è mü ë

 

“Gevşemeyin, üzülmeyin eğer iman ediyorsanız en yüce olan sizsiniz”[214] buyurmuş.

 

Sevgili Peygamberimiz Mekke’yi fethetmek için kuşattığında Ebu Süfyan, görüşme yapmak için Efendimizin yanına gireceğinde yanına Efendimizin çok sevdiği Aiz b. Amr’ı da alır.

Sahabelerden biri: “Ya Rasulellah, Ebu Süfyanla, Aiz b. Amr geldiler” der.

Efendimiz: “Aiz b. Amr’la Ebu Süfyan geldiler” diye cümleyi düzeltir ve “İslam yücedir. Müslümanın üstüne çıkılmaz, önüne geçilmez” buyurur.[215]

 

Konuşurken bile kafirin adını Müslüman’ın adının önüne almayın. Yazarken, sıralarken Müslüman’ın adının önüne kafirin adını yazmayın. Hz. İbrahim (a.s) ve Nemrut, Hz. Musa (a.s) ve Firavun, Hz. Muhammed (a.s) ve Ebu Cehil diye yazılır. “Filan kafir konuşmasında, yazısında benden bahsetmiş” diye sevinenler imanlarını yeniden kontrol etsinler. Allah’ı inkar eden birinin beni övmesi benim için eksikliktir.

 

Nüfus kütüğünden başka hiçbir yerde adı yazılı olmayan, kimsenin tanımadığı, ama Allah’ın sevdiği bir garip kulun gönlünde yer edinmek saraylara sahip olmaktan daha değerlidir. “Ben sizin en yüce Rabbinizim” diyen Firavunlaşmış insanlara Hz.Musa aleyhisselam gibi elinde asa, dilinde en yumuşak kelimelerle yüceler yücesinin kim olduğu tanıtılacak.

 

Allah Kuran'da kendisini bizlere tanıtmıştır: Tüm alemleri yaratan, kainatın tek hakimi olan Allah uludur. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların yegane sahibi O'dur. O'ndan başka ilah yoktur, Allah insanların şirk koştuklarından çok yücedir. Tüm mülk O'na aittir; O, her şeye güç yetirendir. O, yüce makamların da sahibidir. O, ne bir es edinmiştir, ne de bir çocuk, O alemlerden müstağnidir.

 

Kuşkusuz 'en güzel isimler' Allah'a ait olduğu için O'nu eksiksiz olarak tarif etmek bir insan için mümkün değildir. O'nu ancak kendisinin bize bildirdiği ile tanıyabilir, yüceliğini ancak Kuran ayetleriyle takdir edebiliriz.          

 

Yüce Allah cümlemize acizliğimizi fark etmeyi nasip eylesin.


 

 

 


 

el-KEBİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¡4b È n¢à¤Ûa ¢Šî©j Ø¤Ûa ¡ñ …b è £'Ûa ë ¡k¤î Ì¤Ûa ¢á¡Ûb Ç

 

“Gizli ve açık olanı bilen, çok büyük (kebir) yüce Allah’tır.”[216]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: بَيْنَمَا نَحْنُ نُصَلِّى مَعَ رسُولِ اللّهِ  إذ قالَ رَجُلٌ مِن القَوْمِ : اللّهُ اَكْبَرُ كَبِيراً، وَالْحَمْدُللّهِ كَثِيراً، وَسُبْحَانَ اللّهِ بُكْرَةً وَأصِيً، فقَالَ : مَنِ الْقَائِلُ كَلِمَةَ كَذَا و َكَذَا؟ قالَ الرَّجُلُ: أنَا يَارسُولَ اللّهِ، فقالَ: عَجِبْتُ لَهَا فُتِحَتْ لَهَا أبْوَابُ السَّمَاءِ. قَالَ ابْنُ عُمَرَ: فَمَا تَرَكْتُهُنَّ مُنْذُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ  يَقُولُ ذلِكَ. أخرجه مسلم والترمذى والنسائى.وزاد النسائى في رواية: لقَدْ رَأيْتُ ابْتَدَرَهَا اثْنَا عَشَرَ مَلَكاً .

 

İbnu Ömer (radyallahu anhumâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kılarken, cemaatten biri aniden:"Allahu ekber kebîrâ, velhamdü lillâhi kesîrâ, subhânallâhi bükraten ve asîlâ (Allah, büyükte büyüktür, Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah'adır!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:"Bu sözleri kim söyledi?" diye sordu. Söyleyen adam:"Ben, ey Allah'ın Rusûlü" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesellâm) efendimiz:""O sözler hoşuma gitti. Sema kapıları onlara açıldı" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) der ki: "Söylediği günden beri o zikri okumayı hiç terketmedim."[217]

 

 

İzahı

 

Al-Kabir

 

The Greatest.  Who is supremely Great.

 

Šî©j Ø¤ÛaKebir: Pek büyük.

 

Celâl (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.

 

Çok büyük evveli ve sonu olmayan vacibul vücut.

 

Küçüğün zıttıdır. Yani kadimdir, varlığı vaciptir, ezeli ve ebedi kemaller ile mevsuftur. Bütün oluşlar, Onun yanında zelil ve hakirdir.

 

“Her şeyden büyük” anlamına gelen Šî©j Ø¤Ûa Kebir  ismi celili Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak 7 defa geçmekte. Šî©j Ø¤ÛaKebir, Mütekebbir, Kibriya, Ekber isimleriyle de bize tanıtılan Rabbimizin ilmiyle, kudretiyle, sanatıyla, nimetiyle yaratılmışların hepsinden büyük olduğu çokça vurgulanıyor. İlk nazil olan surelerden Müddesir 3 de وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ   “Yalnız Rabbini büyükle”[218] ayeti nazil olur.

 

Kendini büyük gören şahlar, padişahlar, krallar, cumhurbaşkanları yok olup gittiler.

 

Yetim olarak büyüyen, çöl ortasında yokluk içinde Rabbinden başka yardımcısı olmayan Allah Rasulü yalnız Rabbini büyükledi. ”Š j¤× a éܨ۠a Allahü Ekber” “En büyük Allah’tır” dedi ve kendini büyük sananlar onun karşısında küçülüp yok oldular.

 

En büyük Allah’tır” diyenler kibirlenmezler. Allah’ın yarattığı, gözümüzde en küçük şeyde Rabbin büyüklüğünü görürler. Saçımızın bir telini kopardığımızda onu büyüteçle incelediğimizde zülfün bir telinin binlerce telden meydana geldiğini görürüz.

 

Rabbin mülkünde, yeryüzü galerisinde her gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız ve tattığımız şeylerde Rabbin büyüklüğünü anlarız

 

Burada kebir, çok büyük, azametli manasına  gelmektedir. Kendisine mahsus olan kibriyalık Kebir adından müştaktır. Çünkü her azamet Azime nispet edilir ki Allah bu adı hak etmiştir.

 

Yüce Allah cümlemize şanına yakışır şekilde kulluk yapmayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAFIZ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فى شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ حَفيظٌ

 

“Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.”[219]

      

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: دَخَلْتُ عَلى حَفْصَةَ وَنَوْسَاتُهَا تَنْطُفُ فَقَالَتْ: عَلِمْتُ أنّ أبَاكَ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ؟ قُلْتُ: مَا كَانَ لِيَفْعَلَ، قَالَتْ: إنَّهُ فَاعِلٌ. قالَ: فَحَلَفْتُ أنْ أُكَلِّمَهُ في ذلِكَ، فَسََكَتُّ حَتَّى غَدَوْتُ، وَلَمْ أُكَلِّمْهُ، فَكُنْتُ كَأنَّمَا أحْمِلُ بِيَمِينِى جَبًَ حَتَّى رَجَعْتُ، فَدَخَلْتُ عَلَيْهِ فَسَألَنِى عَنْ حَالِ النَّاسِ، وَأنَا أُخْبِرُهُ، ثُمَّ قُلْتُ لَهُ: إنِّى سَمِعْتُ النَّاسَ يَقُولُونَ مَقَالَةً، فآلَيْتُ أنْ أقُولَها لَكَ. زَعَمُوا أنَّكَ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ، وَإنَّهُ لَوْ كَانَ لَكَ رَاعِى إبِلٍ، أوْ رَاعِى غَنَمٍ، ثُمَّ جَاءَكَ وَتَركَهَا لَرَأيتَ أنْ قَدْ ضَيَّعَهَا، فَرِعَايَةُ النَّاسِ أشَدُّ. قَالَ فَوَافَقَهُ قَوْلِى فَوضَعَ رَأسَهُ سَاعَةً، ثُمَّ رَفَعَهُ إلىَّ فقَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى يَحْفَظُ دِينَهُ، وَإنِّى إنْ َ أسْتَخْلِفُ. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا هُوَ إَّ أنْ ذَكَرَ رَسُولَ اللّهِ  وَأبَا بَكْرٍ فَعَلمْتُ أنَّهُ َ يَعْدِلُ بِرَسُولِ اللّهِ  أحَداً، وَأنَّهُ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ.

 

İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:"Hz. Hafsa (radıyallâhu anhâ)'nın yanına  girdim, saçlarından su damlıyordu. Bana: "Babam, yerine halife tayin etmiyormuş biliyor musun?" dedi. Ben: "Tayin etmesi gerekir"  dedim. "Etmiyor!" dedi. Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim, sustum ve sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ taşıyor gibi sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın durumundan sordu.  Haber verdim. Sonra kendisine: "Halkın birşeyler söylediğini işittim. Onu size söylemeye azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar. Halbuki sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü bırakarak size gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz. İnsanlara nezaretin daha (ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim ona muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru kaldırarak:"Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış olsam meşrudur, çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yerine kimseyi bırakmamıştır. Şayet bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebû Bekir bırakmıştır" dedi.İbnu Ömer der ki: "Vallahi babam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile Hz. Ebû Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Anladım ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hiç kimseyi denk tutmayacak ve yerine de kimseyi halife bırakmayacak."[220]

                

 

İzahı

 

Al-Hafiz

 

The Preserver. He who guards all creatures in every detail.

 

Åî©1 zÛaHafız: Çok koruyan. Yapılan işleri bütün tafsilatıyla hıfzeden, her şeyi afad ve beladan koruyan.

 

Mübalağa ile koruyucu, mahlukatı bozulmaktan, kamil nizamı karışıklıktan ve gökleri düşmekten koruyucu manasınadır.

 

“Koruyan ve gözeten” anlamına gelen “Åî©1 zÛaHafiz” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de altı defa geçmektedir.

 

 ¥Åî©1 y §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ó©£2 ‰  £æ¡a

 

“Şüphesiz benim Rabbim her şeyi koruyup gözetendir”[221] ayetinde her şeyi gözetimi altında koruduğunu bildirir.

 

Hayvanların hepsine Rabbimizin verdiği içgüdü ile hangi hayvanın zararlı, hangisinin zararsız olduğunu öğretmiş. Hangi et veya ot zararlı veya zararsız bunları Rabbim onlara öğretmiş. Arıya bal yapmayı, güle çiçek yapmayı öğretmiş. Her hayvanın bünyesine ve karşılaşacağı tehlikelere göre savunma sistemi kuruvermiştir.

 

İnsanı ise akıl sistemiyle donatmış. Hz. Nuh (a.s.)a gemi yapmayı öğretmiş,[222] Hz. Davud (a.s)’a harp sanayiini[223] öğretmiş.

 

Toplum ve ferdin varlığını ve birliğini bozacak şeyleri Peygamberler vasıtasıyla öğretmiş ve bizim doğuştan getirdiğimiz değerleri korumuştur.

 

Bindörtyüz yıldır Kur’an’ını koruyan ve kıyamete kadar da koruyacağını vadeden Åî©1 zÛaHafiz'a iman eden bir mü’min Kur’an’a karşı tavır alanların ekonomik, askeri ve siyasi gücünden endişeye kapılmaz. O kendi görevini yapıp yapmadığına bakar ve kendisi için endişe eder.

 

Yüce Allah cümlemizi koruması altına aldığı hayırlı kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUKİT

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ مُقيتًا

 

“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.”[224]

    

Hz.Peygamber (a.s):

 

 -حَدّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُصَفَّى. ثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَرْبٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ سِنَانٍ عَنْ أَبِي الزَّاهِرِيَّةِ عَنْ أَبِي شَجَرَةَ كَثِيرِ بْنِ مُرَّةَ عَنِ اِبْنِ عُمَرَ؛ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: إِنَّ اللّهَ عَزَّ وَجَلَّ إِذَا أرَادَ أنْ يُهْلِكَ عَبْدًا نَزَعَ مِنْهُ الْحَيَاءَ. فَإِذَا نَزَعَ مِنْهُ الْحَيَاءَ لَمْ تَلْقَهُ إَّ فإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إَّ مَقِيتاً مُمَقَّتاً نُزِعَتْ مِنْهُ ا‘مَانَةُ. فإذَا نُزِعَتْ مِنْهُ ا‘مَانَةُ لَمْ تَلْقَهُ إَّ خَائِناً مُخَوَّناً. فَإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إَّ خَائِناً مُخَوَّناً مُزِعَتْ مِنْهُ الرَّحْمَةُ. فَإِذَا نُزِعَتْ مِنْهُ الرَّحْمَةُ لَمْ تَلْقَهُ إَّ رَجِيماً مُلَعَّناً فَإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إَّ رَجِيماً مُلَعَّناً نُزِعَتْ مِنْهُ رِبْقَةُ لآسَْمِ.

 

İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Aziz ve celil olan Allah, bir insan helak etmek istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır."[225]

 

 

İzahı

 

Al-Muqit

 

The Nourisher. He who gives  every creature it's sustenance.

 

oî©Ô¢àÛaMukit:  Rızkı yaratıp yerlerine göndermeye sahip Odur.

 

Bilen, tayin eden. Her yaratılmışın rızkını veren.

 

Rızıkları hal edici, demektir. Fiil sıfatıdır. Kureyş dilinde oî©Ô¢àÛa Mukit” muktedir manasına gelir. Şahid ve muttali (her şeyden haberi olan, vukuf ve anlayış sahibi) manasınadır, diyeler de olmuştur. Bu takdirde zati sıfatlardan olur.

 

“Yarattığının gıdasını veren” anlamına gelen “oî©Ô¢àÛaMukit” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçer:

 

b¦nî©Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa

 

“Allah her şeye kadir ve gıda verendir”[226] ayetinde bizlerin ekmek için insanlara boyun eğerek zillete düşmememiz için yalnız bizim değil, denizdeki balıkların, havadaki kuşların, karadaki hayvanların da gıdasını Allah’ın verdiğini haber verir ve ekmek için toprağı ekmek gerektiğine işaret eder.

 

“er-Razzak” ismi şerifinin açıklamasında Zuhruf suresinin 32’nci ayetinde rızkın taksimini Allah’ın yaptığını yazmıştık.

 

وَجَعَلَ فيهَا رَوَاسِىَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ فيهَا وَقَدَّرَ فيهَا اَقْوَاتَهَا فى اَرْبَعَةِ اَيَّامٍ سَوَاءً لِلسَّائِلينَ

 

“Herkese uygun olarak gıdalarını Allah kainatın yaratılışında dört günde takdir etti”[227] ayetinde de herkese uygunluğundan bahsedilmekte. Hamsi balığının gıdasıyla balinanın gıdası, karınca ile filin gıdası hem azlık, hem çokluk yönünden, hem de bünyeye uygunluk yönünden aynı olmadığı açıklanır.

 

 =ó¨È b ß ü¡a ¡æb ¤ã¡5¡Û  ¤î Û ¤æ a ë

 

“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır”[228] derken çalışmaya teşvik eder. Ama her çalışanın eşit şekilde kazanmadığı görülmektedir. Biz meşru yollardan gıdamızı aramak için çalışırız. Her halükarda Rabbimizden razıyız.

 

Zikrederken Rabbin rızasını arayacağız, fikr ederken Rabbin rızasını arayacağız. Boğulmakta olan bir karıncayı kurtarırken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Bir hastaya yardım ederken, bir açı doyururken, bir ağaca su verirken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Rabbin rızası için yapacağız.

 

Rızkımızı kazanırken bu yolda yorulurken ekmek peşinde koşmuyoruz. Çalışmanın, sebeplere sarılmanın ibadet olduğunu bildiğimiz için çalışacağız, çalışırken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Bize uygun gıdamız bizim gölgemiz gibi bizi takip eder. Gölgenin peşinden gidenler sonuna varamadan öldüler. Altıncı, balıkçıya “oltanda ne çıkarsa ağırlığınca altın vereceğim” demiş. Balıkçı bir çekmiş yuvarlak bir halka çıkmış. Teraziye koymuşlar, karşısına bir kilo, on kilo, yüz kilo altın koymuşlar, halka ağır gelmiş.

 

Ele alınca elli gram gelmeyen halka altınla tartılırken dükkanın bütün altınlarından ağır gelmiş. Hikaye bu ya altıncıların pirine sormuşlar. O da o halkayı terazinin bir kefesine koymuş, öbür kefesine de bir avuç toprak koymuş denge sağlanmış.

 

Altıncıların piri: “Bu halka çok hırslı bir adamın göz kemiği. Buna dünyayı verseniz doymaz. Ancak bir avuç toprak doyurur” demiş.

 

Midemizi helal ve temiz gıdayla, aklımızı şeriat ve tabiat ilimleriyle, gönlümüzü Allah sevgisiyle gıdalandıralım.

 

Yüce Allah cümlemize hayırlı rızk nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

el-HASİB

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

وَابْتَلوُا الْيَتَامى حَتّى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ فَاِنْ انَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَاْكُلُوهَا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُوا وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْ كَانَ فَقيرًا فَلْيَاْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْ وَكَفى بِاللّهِ حَسيبًا

 

 “Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.” [229]

                                                                                                                                                                                                                        

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن حُرَيْث بن قبيصة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَدِمْتُ الْمَدِينَةَ فَقلْتُ اللّهُمَّ يَسِّرْ لي جَلِيساً صَالِحاً. فَجَلَسْتُ الى أبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقُلْتُ: إنِّي سَألْتُ اللّهَ أنْ يَرْزُقَنِي جَلِيساً صَالِحاً، فَحَدِّثْنِي بِحَدِيثٍ سَمِعْتَهُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ  لَعَلَّ اللّهَ تَعالى يَنْفَعُنِي بِهِ. فَقالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ  يَقُولُ: إنَّ أوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عَمَلِهِ صََتُهُ، فإنَّ صَلَحَتْ فَقَدْ أفْلَحَ وَأنْجَحَ،وإنْ فَسَدَتْ فَقَدْ خَابَ وَخَسِرَ، وإنْ انْتَقصَ مِنْ فَرِيضَتِهِ شَيْئاً. قَالَ الرَّبُّ تَبَارَكَ وَتعالى: أُنْظُرُوا هَلْ لِعَبْدِي مِنْ تَطَوُّعٍ؟ فَيُكَمَّلَ بِهَا مَا انْتَقَصَ مِنَ الْفَرِيضَةِ، ثُمَّ يَكُونُ سَائِرُ عَمَلِهِ عَلى ذلِكَ.

 

Hureys İbnu Kabîsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine' ye geldim ve: "Ey Allahım! Bana salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettm. Derken Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin yanına oturdum. Kendisine:"Ben, Allah'a bana salih bir arkadaş nasip etmesi için dua  ettim. Bana,  Resulullah'tan işittiğim bir hadis söyle! Olur ki Allah Teala hazretleri ondan faydalanmamı nasib eder!" dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:"Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa  Rab Teala hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var mı?"  buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir."[230]

 

 

İzahı

 

Al-Hasib

 

The Accounter. He who knows every details.

 

k¡î zÛaHasib: Herkesin işlediklerini hesabını iyi bilendir.

 

Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferrua tıyla hesabını iyi bilen. Mahlukatına kafi olan.

 

Her işte kifayet edici demektir.

 

Yarattıklarının hepsine yeten ve hesaba çeken” manasına gelen  k¡î zÛaHasib” ismi celili Kur’an-ı Kerim’de 5 defa geçmekte. Ayrıca yedi defa da “Hesabı çabuk görendir” manasına gelen seri-ül-hisab geçmektedir.

 

b¦jî,© y §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç  æb ×  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Muhakkak Allah her şeyin hesabını yapandır.”[231]

 

Benzemez hesabı hesabımıza” zerre kadar iyilik karşılığını görecek. Zerre kadar kötülük de yine karşılığını görecektir.[232] Onun için organlarımızın hepsi dinimizin kontrolü altında hareket etmeli.

 

Daraldığımız, bunaldığımız, bir işin altından kalkamadığımız zamanlarda “¢é¨£ÜÛa b ä¢j¤ yHasbünallah” Allah bize yeter deriz ve biraz olsun rahatlarız.

 

اَلَّذينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ايمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكيلُ

 

“Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.”[233]

 

Dünyanın bütün orduları birleşse bir mü’minin üzerine yürüse k¡î zÛael-Hasib'e iman eden bir Müslüman Hasbünallah=Allah bize yeter der ve yoluna devam eder.

 

Mutlak Hasib, ancak O’dur. Zira her işte yeterlilik O’ndan hasıl olur. Bazılarına göre kıyamet gününde kullardan hesap sorucu ve onların amellerinin hesabını görücü demektir.

 

Yüce Allah cümlemizin hesabını kolaylaştırsın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-CELİL

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

 7¡âa Š¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa 뢇  Ù¡£2 ‰ ¢é¤u ë ó¨Ô¤j í ë

 

“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”[234]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن معاذ رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: سََمِعَ رسولُ اللّه  رَجًُ يَقولُ:اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ تَمَامَ النِّعمَةِ؟ فقَالَ: دَعْوَة دَعَوْتُ بِهَا أرْجُو بِهَا الخَيْرَ. قالَ: فإنَّ تَمَاَمَ النِّعْمَةِ دُخُولُ الجَنَّةِ، وَالْفَوْزُ مِنَ النَّارِ، وَسَمِعَ رَجًُ يَقُولُ: يَا ذَا الجََلِ وَالآكْرَامِ، فقَالَ: قَدِ اسْتُجِيبَ لَكَ فَسَلْ، وَسَمِعَ آخَرَ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ الصَّبْرَ، فقَالَ سَألْتَ اللّهَ تَعالَى: البََءَ فَسَلْهُ الْعَافِيَةَ.

 

Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kimsenin: "Ya Rabbi, senden nimetin kemâlini taleb ediyorum" dediğini işitmişti. Sordu:"Nimetin kemâli nedir?""Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümîd ettim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"Sordum, zîra, nimetin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır" dedi. Bir başkasının da şöyle dediğini işitti:"Ey celâl ve ikrâb sâhibi Rabbim!" hemen şunu söyledi:"Duana icâbet edilmiştir, (ne arzu ediyorsan) durma iste" Derken, bir başkasının:"Ya Rabbi senden sabır istiyorum!" dediğini işitmişti, ona da: "Allah'tan bela istedin, afiyet iste!" dedi."[235]

 

 

İzahı

 

Al-Jalil

 

The Mighty.  He who is Lord of  Majesty and Grandeur.

 

45 v¤ÛaCelal: Arapça sıfat olan bu kelime; pek büyük, pek ulu manasına gelir. Allah için sıfat olarak kullanılır.               

 

Allah, celal sıfatı ile mevsuftur. Kuddüs ve Gani sıfatları gibi ki, hepsi tenzihi sıfatlardır.

 

“Şanı yüce” manasına gelen “45 v¤Ûa Celal” ismi şerifi Kur’an’ı Kerim’de iki defa zü-l-celal olarak geçmekte.[236]

 

İlmiyle herkesten yüce, kudretiyle her şeyden yüce, sanatıyla herkesten yüce, her türlü sıfatıyla herkesten ve her şeyden yüce olan 45 v¤ÛaCelal'e iman eden bir mü’min ahlakını Kur’an’a göre ayarlayarak yücelmeye çalışır da günahlar, pislikler, rezaletler, sefahatler ona ulaşamaz.

 

Günah, inkar, isyan içinde debelenen insanların gönüllerinden tutarak onların da yücelmesine çalışır.                   

 

Bu adın manası, azamet ve büyüklük sahibi manasına gelmektedir. Bu büyüklük onun kahır ve heybetinden neşet etmektedir. Zira bu ad iki adın üçte birine muadildir. Çünkü 45 v¤ÛaCelal alemi cemal aleminin karşılığıdır. Bunları Kemal alemi izler.

 

Yüce Allah cümlemizi cemalıyla müşerref olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-KERİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قَالَ الَّذى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا اتيكَ بِه قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبّى لِيَبْلُوَنى ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّى غَنِىٌّ كَريمٌ

 

 “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.”[237]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ثوبان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: كانَ رسول اللّه  إذَا سَلّمَ يَسْتَغْفِرُ ثََثاً ويَقُولُ: اللَّهُمَّ أنْتَ السََّمُ، وَمِنْكَ السََّمُ، تَبَارَكْتَ وَتَعالَيْتَ يَا ذَا الجََلِ وَا“كْرَامِ.

 

Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[238]

 

 

İzahı

 

Al-Karim

 

The Generous.  He whose    generosity is most abundant.

 

áí©Š ×Kerim:  Çok ikram edici.

 

Talipsiz kullarına ihsan buyurucudur.

 

Talepsiz ve vesilesiz verici demektir. Bazılarına göre azap hususunda fazla incelemeyeci, ufak tefek kusurları kolaylıkla bağışlayıcı manasınadır. Kuddüs manasına da gelir diyenler vardır.

 

İyilik yapan, Keremi bol” anlamına gelen “áí©Š Ø¤Ûael-Kerim” Rabbimizin ismi olarak iki yerde geçmekte.[239]

 

يَا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَريمِ

 

“Ey insan, Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?”[240]

 

Kerim olan Rabbimiz bizi yaratmış. İhtiyacımız olan havayı, güneşi, suyu bol miktarda yaratmış. Vücudumuzun organlarını parayla almaya çalışsak trilyonlar versek alamayız.

 

Rabbimiz bize karşılıksız olarak vermiş. Verirken mü’min kafir ayırımı da yapmamıştır. Kullarını müsafir olarak ağırlayacağı, dünyayı da çiçeklerle, böceklerle, yıldızlarla, denizlerle süslemiş.

 

Azıcık ibadetlerimize, sadakalarımıza bol sevap va’deden áí©Š ×Kerim”e iman edenlerde Allah’ın kullarına karşı iyilik yapmaya devam ederler. İnsanların hatalarını görmemeye çalışırlar. İnsanların küçücük iyiliklerini gözlerinde büyütürler.

 

İnsanlara iyilik yaparken hak edip etmediğini düşünmezler. Çünkü áí©Š ×Kerim” olan Rabbimiz bizlere nimetler verirken bizim ona layık olup olmadığımızı hesaba katmadan O kereminden vermiştir.

 

Yüce Allah cümlemizi ikramına mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

er-RAKİB

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّهَ الَّذى تَسَاءَ لُونَ بِه وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقيبًا

 

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. [241]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 -وَعَنْ جرير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: أَتَى النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَوْمٌ حُفَاةٌ عُرَاةٌ مُجْتَابِى النِّمَارِ أَوِ الْعَبَاءِ مُتَقَلِّدِي السُّيُوفِ عاَمَّتُهُمْ مِنْ مُضَرَ. فَتَمَعَّرَ وَجْهُ رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِمَا رَأى بِهِمْ مِنَ الْفَاقَةِ، فَدَخَلَ ثُمَّ خَرَجَ. فَأمَرَ بًَِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَأَذَّنَ وَأَقَامَ فَصَلَّى؛ ثُمَّ خَطَبَ فَقَالَ: يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا اية؛ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا. وَايَةَ الَّتِي فِي الْحَشْرِ اتَّقُوا اللّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ. تَصَدَّقَ رَجُلٍ مِنْ دِينَارِهِ، مِنْ دِرْهَمِهِ،مِنْ ثَوْبِهِ، مِنْ صَاعٍ بُرِّهِ، مِنْ صَاعِ تَمْرِهِ، حَتَّى قَالَ: وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ؛ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنَ ا‘َنْصَارِ بِصُرَّةٍ كَادَتْ كَفُّهُ تَعْجِزُ عَنْهَا! بَلْ قَدْ عَجَزَتْ. ثُمَّ تَتَابَعَ النَّاسُ حَتَّى رَأَيْتُ كَوْمَيْنِ مِنْ ثِيَابٍ وَطَعَامٍ حَتَّى رَأَيْتُ وَجْهَ رَسُولَ للّهِ يَتَهَلَّلُ كَأَنَّهُ مُذْهَبَةٌ. فَقَالَ: مَنْ سَنَّ فِي ا“ِسَْمِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَىْءٌ؛ وَمَنْ سَنَّ فِي ا“ِسَْمِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَىْءٌ.

 

Hz. Cerir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedei peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzü değişti. Odasına girdi, tekrar geri geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra ikamet getirdi. Namaz kılındı.Aleyhissalatu vesselam namazdan sonra cemaate hitabetti ve:"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" (Nisâ 1) ayetini okudu. Bundan sonra Haşir sûresindeki şu âyeti okudu:"Ey insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır."[242] Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin" buyurdu. Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular:"İslam'da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile, kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz."[243]

 

            

İzahı

 

Ar-Raqib

 

The Watchful One.

 

k¡îÓ‰aRakib: Muhafaza edip gözetendir.

 

Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfîz (muhâfız) demektir.

 

Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan.

 

Allah, hıfz edici, koruyucu, bütün eşyayı murakabe edici, gözeticidir.

 

“Gözeten” manasına gelen k¡îÓ‰aer-Rakib” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de üç yerde geçmekte:

 

 b¦jî©Ó ‰ ¤á¢Ø¤î Ü Ç  æb ×  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Şüphesiz Allah üzerinizde gözeticidir”[244] buyurur.

 

Bir günlük hayatımızın gizli kamerayla çekileceğini öğrensek o gün akşama kadar her türlü hareketimizi kontrol eder, hoşa gitmeyen şeyleri yapmayız.

 

k¡îÓ‰aeeeeeer-Rakib'in bizi her an gözetim altında tuttuğuna iman etmemiz bizim her hareketimizi İslami kurallara uygun olarak yapmamızı sağlar.

 

İslami kurallara uygun hareket eden bir mü’minin elinden ve dilinden kimse zarar görmez.

 

Göklerde ve yerde zerre kadar bir şey ilminin dışında değildir.

 

Allah, gizliliğin nasıl gizleneceğini bilir. Üç kişinin dördüncüsü olur, dört kişinin beşincisi ve yine beş kişinin altıncısı olur.

 

Bu saydıklarımızdan daha aşağı veya yukarı ne olursa olsun, O, onlarla birliktedir.

 

İşte Allah’ın Rakib (gözetleyici) adı bu asümani mertebelerin mütevellisidir.

 

Yüce Allah cümlemizi şerli olan her şeyin şerrinden muhafaza eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUCİB

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَاِلى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا اِلَيْهِ اِنَّ رَبّى قَريبٌ مُجيبٌ

 

“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.“ [245]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: قال رسولُ اللّهِ : يَنْزِلُ رَبُّنَا كُلَّ لَيْلَةٍ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقى ثُلُثُ اللَّيْلِ اخِرُ، فَيَقُولُ: مَنْ يَدْعُونِى فَأسْتَجِيبَ لَهُ، مَنْ يَسْأَلُنِى فَأعْطِيَهُ، مَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَأغْفِرَ لَهُ. أخرجه الستة إ النسائى.وفي أخرى لمسلم: إنَّ اللّهَ تَعالى يُمْهِلُ حَتَّى إذَا ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ ا‘وَّلُ نَزَلَ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ: أنَا المَلِكُ، أنَا المَلِكُ، مَنْ ذَا الَّذِى يَدْعُونِى.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve:"Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der."Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle: "Allahu Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der: "Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?"[246]

 

   

İzahı

 

Al-Mujib

 

The Responder to Prayer.  He who  grants the wishes who appeal to  him.

           

kî¡v¢àÛaMucib: Kendine yalvaranların isteklerini veren, dualarını kabul eden.

 

Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.

 

Duaları kabul edendir.

 

Allah, duaları kabul edici ve kullarının muratlarına lütfüyle icabet edicidir.

 

“Duaları kabul eden, istekleri yerine getiren” anlamına gelen “kî¡v¢àÛael-Mücib” ismi cemili Kur’an-ı Kerim de bir yerde geçer.

 

¥kî©v¢ß ¥kí©Š Ó ó©£2 ‰ æ¡a 6¡é¤î Û¡a a¬ì¢2ì¢m  £á¢q ¢ê뢊¡1¤Ì n¤b Ï b èî©Ï ¤á¢× Š à¤È n¤a ë

 

“Ondan af talebinde bulunun. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim yakındır, kabul edendir.”[247]

 

Bize bizden daha yakın olan Rabbimize dualarımız, isteklerimizde bizim kaderimizdir.

 

 6¤á¢Ø Û ¤k¡v n¤ a ó¬©ãì¢Ç¤…a ¢á¢Ø¢£2 ‰

 

“Bana dua edin size karşılık vereyim”[248] buyurur.

 

İbadetlerimizin özü olan dualarımızın ne zaman nasıl kabul edileceğini biz bilemeyiz. Şunu kesinlikle bilelim ki, Allah, dualarımızı kabul eder. İstediğimizi vermez de bizim için hayırlı olan başka bir şey verir. Hemen verir veya yıllar sonra verir. Veya ahirette verir.

 

Biz istekte bulunuruz amma istediğimiz şeyin bize faydalımı, zararlımı olacağını bilemeyiz. Onun için her şeyin hayırlısını isteyeceğiz. Bütün isteklerimizi Rabbimizden isteyeceğiz.

 

kî¡v¢àÛael-Mücib’e iman eden mü’minler olarak bizlerden istekte bulunanların ihtiyacını karşılamaya çalışacağız. İsteyeni azarlamayacağız, hafife almayacağız. Verecek bir şeyimiz olmasa bile tatlı dilimiz var.

 

Yüce Allah bizleri de muradına eren hayırlı kullarının zümresine ilhak eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VASİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ اِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَليمٌ

 

 “Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.” [249]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عوف بن مالك رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: صَلّى النّبىُّ  عَلى جَنَازَة فَحَفِظْنَا مِنْ دُعَائِهِ. اللَّهُمَّ اغْفِرْ لَهُ وَارْحَمْهُ، وَعَافِهِ وَاعْفُ عَنْهُ، وَأكْرِمْ نُزُلَهُ،وَوَسِّعْ مَدْخَلَهُ، وَاغْسِلْهُ بِالْمَاءِ وَالثّلْجِ وَالْبَرَدِ، وَنَقِّهِ مِنَ الخَطَايَا كَمَا يُنَقّى الثّوْبُ ا‘بْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ، وَأبْدِلْهُ دَاراً خَيْراً مِنْ دَارِهِ، وَأهًْ خَيْراً مِنْ أهْلِهِ، وَزَوْجاً خَيْراً مِنْ زَوْجِهِ، وَأدْخِلْهُ الجَنَّةَ، وَأعِذْهُ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنَ عَذَابِ النَّارِ. قَالَ عَوْفٌ رَضِىَ اللّهُ عَنْه: حَتّى تَمَنَّيْتُ أنْ أكُونَ أنَا ذلِكَ المَيْتَ.

 

Avf İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir cenazenin namazını kıldırdı. Okuduğu  duadan şunları ezberledik:"Allahım, şunu mağfiret et ve şuna  rahmet eyle. Âfiyet ver,  affeyle, vardığı yerde ikramda bulun, girdiği yeri genişlet. Onun (günahlarını) kar ve buzla yıka, hatalardan pâk eyle, tıpkı elbisenin kirden pâk edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha iyi bir eve, ailesinden daha hayırlı bir âileye koy, eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır. Onu kabir âzabından, ateş âzabından sakındır."Avf (radıyallâhu anh) der ki: "(Resûlullah'ın bu dualarını işitince) o ölünün yerinde kendimin olmasını temenni ettim."[250]

 

 

İzahı

 

Al-Wasi'

 

The All Comprehending.   He who  has limitless capacity and abundance.

 

É¡a ìÛaVasi’: Lütfü bol olan.

 

Zenginliği, bütün fakrlar bürüyen; rahmeti her şeyi kuşatan demektir.

 

İlmi her şeyi kuşatandır.

 

Her şeyi kuşatan, geniş” anlamına gelen É¡a ìÛael-Vasi ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de 9 defa geçmekte.

 

 b¦à¤Ü¡Ç §õ¤ó (  £3¢×  É¡ ë 6 ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ô©ˆ £Ûa ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¢è¨Û¡a ¬b à £ã¡a

 

“Sizin ilahınız ancak O Allah’tır ki Ondan başka ilah yoktur. Her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.”[251] Onun ilminin dışında hiç bir varlık yoktur. Günümüzde değer verdiğimiz ilim adamlarının ilminin konusu olan maddeyi yaratan, yaşatan ve yöneten O her şeyi kuşatan Allah’tır.

 

Rahmetiyle her şeyi kuşatan[252] Kürsisi kainatı kuşatan.[253]

 

É¡a ìÛael-Vasi’a iman edenlerin yürekleri yedi kat sema kadar geniş olmalıdır. Kendisine kötülük yapanı affetmeli, vermeyene vermeli, gelmeyene gitmeli.

 

É¡a ìÛael-Vasi olan Rabbimiz kendisini inkar edenlerin dilini kesmiyor. Ekmeğini de kesmiyor.

 

Allah, bütün malumata ilmi şamildir, var olanları ve yok olanları bilicidir. İlmi ve hikmetiyle varlığı, sonsuz ve nihayetsizdir. Aynı zamanda kullarının aklını ilim deryalarını alacak, gönüllerini hikmet hazinelerini kaplayacak halde genişleten de O’dur.

 

Yüce Allah bizleri bol lütfuna mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAKİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَنَادى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْنى مِنْ اَهْلى وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِمينَ

 

“Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de dogrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.”[254]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى ذر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أنَّ رسولَ اللّه : قَامَ حَتَّى أصْبَحَ بِآيَةٍ؛ وَايَةُ: إنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإنَّهُمْ عِبَادُكَ. وَإنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فإنّكَ أنْتَ الْعَزِيز الحَكِيم.

 

Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gece namazına kalktı ve sabah vakti girinceye kadar namaza devam etti. Namazda tek âyet okudu. O da şu (meâldeki) âyettir: "Onlara azab edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakîm olan şüphesiz ancak sensin."[255]

 

 

İzahı

 

Al-Hakim

 

The Perfectly Wise.He who whose every command and action is pure wisdom.

 

ï©Ø z¤ÛaHakim: Hikmet sahibi ve kulları arasında hükmedici.

 

Hikmet sahibi olan,yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden.

 

Hikmet sahibi, ilmi kamil, işleri güzel ve hikmetli şeyler yaratıcı, kullar arasında hükmedici manalarına gelir.

 

Hükmeden, işleri sağlam ve hikmetli olan” manasına gelen ï©Ø z¤Ûael-Hakim ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 91 defa geçmekte.

 

Kur’an-ı Hakim, Allah kelamı olması nedeniyle lafzı manası gayet muhkem=sağlam, emir ve yasakları hikmetli olduğundan Kur’an-ı Hakim, zikri hakim, Kitabı Hakim olarak isimlendirilmiştir. [256]

 

ï©Ø z¤ÛaHakim olan Rabbimizin yarattığı her şey hikmetlidir. Boş, gayesiz, faydasız bir şey yaratmamıştır.

 

Yarattığı en küçük zerreden en büyüğüne kadar sağlam ve güzel yaratmıştır. Yarattığı her şeyde sağlamlık, güzellik ve faydalılık hedeflenmiştir. Kur’an-ı Hakimin 1400 yıllık zaman içinde içine bir tek harf sokulamamış, bir tek harf çekilememiştir.

 

Bir atomun sağlamlığı, estetiği ve faydalılığı günümüzde yeni anlaşıldı. Halbuki Hakim olan Allah onu binlerce yıl önce yaratmıştı.

 

ï©Ø z¤ÛaHakime iman eden bir mü’min yaratılan her şeyin bir hikmete binaen yaratıldığını bilir ve hiçbir şeyi israf ve imha etmez.

 

Yaptığı her şeyin sağlam, estetik ve faydalı olmasına dikkat eder.

 

Her isin hükmünü veren, sonuçlandıran Allah'tır. Tüm olaylar O'nun emriyle, dilemesiyle oluşur ve gelişir. Allah'ın verdiği hükümlerde mutlaka birçok hikmet gizlidir. Fakat insanların çoğu, kendi kısıtlı akılları ile değerlendirme yapabildikleri için Allah'ın hükümlerini tam olarak kavrayamazlar.

 

Oysa Allah sonsuz aklin sahibidir. Üstelik zaman ve mekandan da münezzehtir; bu kavramları yaratan ve insanların zamana ve mekana tabi olarak yaşamasını uygun görendir. İnsan hiçbir zaman bir gün sonra, hatta bir saat sonra neler yaşayacağını bilemez. O ise bir ise hükmettiği zaman bir gün sonra, yıllar sonra ve hatta kıyamete kadar o isin neyle sonuçlanacağına da hakimdir. Dolayısıyla verdiği hüküm her zaman en doğru, en iyi ve en hikmetli hükümdür.

 

Fakat iman etmeyenler bu gerçeğin farkına varamazlar. Çevrelerinde oluşan her olayın belirli sebeplere bağlı olarak, tesadüfen oluştuğunu düşünürler.

 

Allah'ın olayların arkasında sakladığı hükümlerinin hikmetlerini  değerlendiremezler. Meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu fark edemezler. Müminler ise Allah tarafından verilen hükümlerin hikmetlerini kavramaya çalışır ve O'nun daima en iyi hükmü verdiğinden en ufak bir şüphe duymazlar.       

 

Yüce Allah, bizleri hikmetine mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VEDUD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¥…뢅 ë ¥áî©y ‰ó©£2 ‰  £æ¡a 6¡é¤î Û¡a a¬ì¢2ì¢m  £á¢q ¤á¢Ø £2 ‰ a뢊¡1¤Ì n¤a ë

 

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever."[257]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: سَمِعْتُ رسول اللّهِ  لَيْلَةً حِينَ فَرَغَ مِنْ صََتِهِ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنى أسْألُكَ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِكَ تَهْدِى بِهَا قَلْبِى، وَتَجْمَعُ بِهَا أمْرِى، وَتَلُمُّ بِهَا شَعَثِى، وَتَرُدُّ بِهَا غَائِبى، وَتَرْفَعُ بِهَا شَاهِدِى، وَتُزَكِّى بِهَا عَمَلِى وَتُلْهِمُنِى بِهَا رُشْدِى، وَتَرُدُّ بِهَا أُلفَتِى، وَتَعْصِمُنِى بِهَا مِنْ كُلِّ سُوءٍ، اللَّهُمَّ أعْطِنِى إيماناً وَيَقِيناً لَيْسَ بَعْدَهُ كُفرٌ، وَرَحْمَةً أنَالُ بِهَا شَرَفَ كَرَامَتِكَ في الدُّنْيَا وَاخِرَةِ، اللَّهُمَّ إنِى أسألُكَ الْفَوْزَ في القَضَاءِ، وَنُزُلَ الشّهَدَاءِ، وَعَيْشَ السُّعَدَاءِ، وَالنَّصْرَ عَلى ا‘عْدَاءِ، اللَّهُمَّ إنِّى أُنْزِلُ بِكَ حَاجَتِى، وَإنْ قَصُرَ رَأيِى، وَضَعُفَ عَمَلِى، وَافْتَقَرْتُ إلى رَحْمَتِكَ، فَأسْألُكَ يَا قَاضِىَ ا‘مُورِ، وَيَا شَافِىَ الصُّدُورِ كَمَا تُجِيرُ بَيْنَ البُحُورِ أنْ تُجِيرَنِى مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ، وَمِنْ دَعْوَةِ الثُّبُورِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْقُبُورِ. اللَّهُمَّ مَا قَصُرَ عَنْهُ رَأيِى وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْألَتِى، وَلَمْ تَبْلُغْهُ نِيَّتِى مِنْ خَيْرٍ وَعَدْتَهُ أحَداً مِنْ خَلْقِكَ، أوْ خَيْرٍ أنْتَ مُعْطِيهِ أحَداً مِنْ عِبَادِكَ، فَإنِّى رَاغِبٌ إلَيْكَ فِيهِ وَأسْألُكَهُ بِرَحْمَتِكَ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ. اللَّهُمَّ يَاذَا الحَبْلِ الشَّدِيدِ، وَا‘مْرِ الرَّشِيدِ، أسْألُكَ ا‘مْنَ يَوْمَ الْوَعِيدِ، وَالجَنَّةَ يَومَ الخُلُودِ مَعَ المُقَرَّبِبنَ الشهُودِ، الرُّكَّعِ السُّجُودِ، المُوفِينَ بِالْعُهُودِ، إنَّكَ رَحِيمٌ وَدُودٌ، وَإنَّكَ تَفْعَلُ مَا تُرِيدُ. اللَّهُمَّ اجْعَلْنَا هَادِينَ مُهْتَدِينَ غَيْرَ ضَالِّينَ وََ مُضِلّينَ، سِلْماً ‘وْلِيَائِكَ، حَرْباً ‘عْدَائِكَ، نُحِبُّ بِحُبِّكَ مَنْ أحَبَّكَ،وَنُعَادِى بِعَدَاوَتِكَ مَنْ خَالَفَكَ. اللَّهُمَّ هذَا الدُّعَاءُ وَعَلَيْكَ ا“جَابَةُ، وَهذَا الجُهْدُ وَعَلَيْكَ التُّكَْنُ. اللَّهُمَّ اجْعَلْ لِى نُوراً في قَلْبِى، ونُوراً في قَبْرِى، وَنُوراً مِنْ بَيْنِ يَدَىَّ، وَنُوراً مِنْ خَلْفِى، وَنُوراً عَنْ يَمِينِى، وَنُوراً عَنْ شِمَالِى، وَنُوراً مِنْ فَوْقِى، وَنُوراً مِنْ تَحْتِى، وَنُوراً في سَمْعِى، وَنُوراً في بَصَرِى، وَنُوراً في شَعَرِى، وَنُوراً في بَشَرِى، وَنُوراً في لَحْمِى، وَنُوراً في دَمِى، وَنُوراً في مُخِّى، وَنُوراً في عِظَامِى . اللَّهُمَّ أعْظِمْ لِى نُوراً، وَأعْطِنِى نُوراً، وَاجْعَلْ لِى نُوراً، سُبْحَانَ الَّذِى تَعَطّفَ العِزَّ وَقَالَ بِه، سُبْحَانَ الَّذِى لَبِسَ المَجْدَ وَتَكَرَّمَ بِهِ، سُبْحَانَ الَّذِى َ يَنْبَغِى التَّسْبِيحُ إَّ لَهُ. سُبْحَانَ ذِى الْفَضْلِ وَالنِّعَمِ. سُبْحَانَ ذِى المَجْدِ وَالْكَرَمِ. سُبْحَانَ ذِى الجََلِ وَالآكْرَامِ.

 

 İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim: "Allahım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.

Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından korumanı diliyorum.Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.Ey Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sâhibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış mukarrebîn meleklerle, (dünyada iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini îfa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adâvet (düşmanlık) ediyoruz.Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!

İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdîs sadece kendine layık olan Zât münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celâl ve ikrâm sâhibi Zât münezzehtir."[258]

 

 

İzahı

                    

Al-Wadud

 

The Loving One. He who loves His good servants, and bestows his compassion upon them.

 

…뢅 ë Vedud: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef'û1 mânasında feûl'dür. Allah Teâlâ Mevdûd'dur. Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür. Yani Allah Teâla sâlih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur" demektir.

 

Kullarını affedici ve merhamet edendir.

 

İyi kullarını seven, rızasına indiren ve sevilmeye layık olan.

 

Allah, hayırları sevici ve hayır işlere ihsan edici demektir.

 

Seven ve sevilen” anlamına gelen …뢅 ëVedüd ismi cemili Kur’an-ı Kerim de iki defa geçmekte. “Rabbinize istiğfar edin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.”[259]

 

 =¢…뢅 ì¤Ûa ¢‰ì¢1 Ì¤Ûa  ì¢ç ë

 

“O afvedendir, çok sevendir.”[260]

 

Sevmeyi yaratan O, Sevdiklerimizi yaratan O. Öyle ise öküz gözü gibi her karpuz kabuğunun peşine düşmektense kimleri ne için seveceğimizi, sevgiyi yaratandan öğrenelim.

 

Allah’a ve Rasulüne karşı düşmanlık yapan, onlara sınır çizen ve karşı kanunlar koyanlar, Allah’a ve ahirete iman edenlerin, babaları, çocukları, kardeşleri ve akrabaları dahi olsa sevemeyeceklerini bildirir.[261]

 

Domuza inci gerdanlık takılmadığı gibi, gül küllüğe atılmadığı gibi Vedüd Rabbimizin bizlere lütfettiği sevgiyi de israf edip kafirler, zalimler ve soygunculara sevgi göstererek onları cesaretlendirmeyelim.

 

İman edip ameli Salih işleyenlere sevgi vereceğini haber verir Rabbimiz.[262] İleridede iman ettiği takdirde sıcacık dostumuz olacak olan düşmanlarımıza dahi kötü söz söylemememiz istenir bizden.[263]

 

…뢅 ë Vedud adının mertebesiyle Hadi adına dönmesi doğrudur.

 

Bu …뢅 ë Vedud adının tümünden değil bazı ahkamındandır.

 

Yüce Allah’ın sevgisi bütün mahlukatadır. Şahıslardan başka mahlukatının sonu olmadığı gibi çeşitleri de sonsuzdur.

 

Yüce Allah cümlemizi sevgisine layık olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MECİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

قَالُوا اَتَعْجَبينَ مِنْ اَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِ اِنَّهُ حَميدٌ مَجيدٌ

 

“(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.”[264]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن أبى مسعود البدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: أتَانَا رسولُ اللّهِ  وَنَحْنُ في مَجْلِسِ سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ، فقَالَ لَهُ بَشِيرُ بْنُ سَعْدٍ: أمَرَنَا اللّهُ تَعَالَى أنْ نُصَلِّىَ عَلَيْكَ يَا رسولَ اللّهِ، فَكَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، وَالسََّمُ كَمَا قَدْ عَلِمْتُمْ. أخرجه الستة إّ البخارىوللستة إّ الترمذي، عن أبى حميد الساعدى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: قَالُوا يَارَسُولَ اللّهِ كَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قاَلَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى أزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّتِهِ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى أزوَاجِهِ وَذرِّيِّتِهِ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.

 

Ebû Mes'ud el Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa'd: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevab verdi: "Şöyle söyleyin: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke hamîdun mecîd. (Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." (Resulullah ilâveten şunu söyledi): "Selam da bildiğiniz gibi olacak." [265]

 

 

İzahı

 

Al-Majíd

 

The Majestic One.  He whose  glory is most great and most high.

 

†î©v ß Mecid: Şanı, şerefi çok üstün olan.

 

İkramı bol şanı yüce olan.

 

Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.

 

Allah’ın keremi çok geniş ve herkese şamildir.

 

Burada †î©v ß Mecid adının lügat anlamı, mazisinden dolayı, asaletli ve kerametli manasına gelmektedir. Mecidin mecdi, Allah’tan bulunmaktadır. Çünkü asalet ve şerefi o vermektedir.

 

Azim üş şan, şanı yüce” anlamına gelen †î©v ß Mecid ismi celili Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçmekte:

 

 ¥†î©v ß ¥†î©à y ¢é £ã¡a

 

“O övülendir, şanı yücedir.”[266]

 

 =¢†î©v à¤Ûa ¡*¤Š È¤Ûa뢇

 

“Arşın sahibidir, yücedir.”[267]

 

İki defada Kur’an’ın sıfatı olarak gelmiştir:

 

 =¥†î©v ß ¥æ¨a¤Š¢Ó  ì¢ç ¤3 2

 

“Fakat O yüce bir Kur’andır.”[268]

 

 ¡7†î©v à¤Ûa ¡æ¨a¤Š¢Ô¤Ûa  ë ®¬Ö

 

“Kaf. Şanı yüce Kur’an’a andolsun ki.”[269]

 

Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ İnneke Hamid-ün-Mecid” diye bitiririz. Bu gözlerin göremeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar yüce Rabbimizin nimet denizinde yüzüyoruz.

 

Onun verdiği gözle güzellikleri görüyoruz. Burunla kokluyoruz. Verdiği dille yine Onun verdiği milyonlarca farklı tadı tadabiliyor ve ayırt edebiliyoruz.

 

O yücelerden yüce Rabbimizin kelamı da yüce. Belağatıyla, fesahatıyla, İcazıyla, letafetiyle, tazeliğiyle, tadıyla erişilmez olan Kur’an-ı Mecid’e iman eden Mü’minler de yüce bir gönüle sahip olmalı. İyilik yapan, yaptığı iyiliği unutan, dostluğundan zevk alınan bir Müslüman olmaya çalışmalıdırlar.

 

Yüce Allah cümlemize geçici dünya hayatında şerefle yaşamayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 



 

el-BAİS

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¡‰ì¢j¢Ô¤Ûa ó¡Ï ¤å ß ¢s È¤j í  é¨£ÜÛa  £æ a ë b= èî©Ï  k¤í ‰ü ¥ò î¡m¨a  ò Çb £Ûa  £æ a ë

 

“Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır.”[270]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وَعَنْ عَلي بنْ اَبِى طَالِبٍ كرّمَ اللّهُ وَجْهَهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : لآَ يُؤمِنُ عَبدٌ حتّى يُؤمِنَ بأربَعٍ: يَشْهَدُ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنِّى مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ بَعَثَنِى بَالْحَقِّ وَيُؤمِنَ بِالمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بِالْقَدَرِ

 

 Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak."[271]  

        

 

İzahı

 

Al-Ba'ith

 

The Resurrector.  He who brings the dead to life, and raises them from their tombs.

 

s¡Ç b jÛa Bais: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir.

 

Ölüleri diriltip kabirden çıkarandır.

 

Ölüleri kabirden çıkarıcı olduğu gibi, peygamberler gönderici manasına da gelir.

 

“Ölüleri dirilten” anlamına gelen bu “s¡Ç b jÛa el-Bais” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de “s¡Ç b jÛa el-Bais” olarak değil de Kabirlerde olanları diriltir şeklinde gelmiştir.

 

 ¡‰ì¢j¢Ô¤Ûa ó¡Ï ¤å ß ¢s È¤j í  é¨£ÜÛa  £æ a ë b= èî©Ï  k¤í ‰ü ¥ò î¡m¨a  ò Çb £Ûa  £æ a ë

 

“Kıyamet muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe yoktur. Allah muhakkak kabirdekileri diriltir.”[272]

 

Gözle görülemeyecek kadar küçük meni parçacığını ana karnında diriltip dünyaya çıkaran Rabbimiz, kabirlerdekini de diriltir.

 

Güz mevsiminde sayılarını ancak Allah’ın bildiği çekirdekler ve taneler yapraklarına sarınarak, üzerlerine de kardan kefenler çekerek toprağa gömülürler. Bahar mevsimi gelince İsrafil’in Sur’u gibi seher yelleri esmeye başlayınca ölmüş çekirdekler çiçeğe dönüşürler.

 

Rabbimiz her an bize diriliş mucizelerini göstermekte. Ancak insanoğlu gördükleri üzerinde fazla düşünmemekte ve önem vermemekte.

 

Aklı gözünde olan, bülbülü bir yudumluk et gibi gören, Materyalist kafaya sahip insanlar her çağda olmuş.

 

İmansızın biri çürümüş kemiği ufalayarak Efendimize:

 

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِىَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَميمٌ () قُلْ يُحْييهَا الَّذى اَنْشَاَهَا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَليمٌ

 

“Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” demiş. Rabbimiz cevap veriyor. Deki! Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O bütün yaratıkları bilir."[273]

 

Yüce Allah bütün itibarlarıyla insanları diriltecek varlık ancak O’dur. Nefislerin uyku halinde canlarını alır, daha sonra onları dirilterek uyandırır.

 

Şüphesiz yeryüzünde su ana kadar yaşayan ve bundan sonra da yaşayacak olan tüm insanlar ölümlüdür. Herkes bir gün ölür ve mezara konulur. Ancak bu apaçık gerçeğe rağmen insanların büyük bir çoğunluğu öleceği ve mezara konulduktan sonra tekrar diriltileceği gerçeğini pek fazla düşünmez.

 

Çevremize baktığımızda her sonbahar tüm doğanın bir nevi 'ölüm' yaşadığına şahit oluruz. Bu 'ölüm' bütün bir kış mevsimi boyunca da sürer. Ancak ilkbahar geldiğinde ağaçların kupkuru olmuş dallarında yeniden rengarenk çiçeklerin, yemyeşil yaprakların çıktığını görürüz; tüm doğanın canlanarak yeşillendiğini fark ederiz. Üstelik bu 'ölümden sonra diriliş binlerce senedir hiç aksaklık göstermeden devam eder. İşte insanin ölümünden sonra dirilişi de Allah için bu derece kolaydır.     

 

Allah'ın s¡Ç b jÛaBais” sıfatının bir başka anlamı da peygamber gönderendir. Allah insanlara uyarıcı-korkutucular, müjde vericiler olarak elçiler göndermiş ve onları doğru yola davet etmiştir. Elçilerinden kimine insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracak kitaplar vahy etmiştir. Kuşkusuz bu, Allah'ın insanlara büyük bir lütfüdür.

 

Yüce Allah cümlemize hayırlı ölüm ve diriliş nasip etsin.   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

eş-ŞEHİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا وَكَفى بِاللّهِ شَهيدًا

 

“Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.”[274]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن عمرو بن أبى ا‘حوص رضى اللّه عنهُ. قال شَهِدْتُ حجةَ الَودَاع مع النبى  فَحَمِدَاللّهَ تعالى وأثنى عليه وذكّر ووعظ ثم قال ثثاً: أىّ يوم أحرمُ؟ قالوا يومُ الحجِّ ا‘كبرِ، قال فإن دماءَكمْ وأموالَكم وأعراضكم عليكم حرامٌ كحرمة يومِكم هذا في بلدِِكم هذا في شهركم هذا، أ  يجنى جانٍ إ على نفسه، و يجنى والدٌ على ولدِهِ، وَ ولدٌ على والدِهِ، أَ إن المسلمَ أخُو المسلمِ فليسَ يحلُّ لمسلمٍ من أخيه شئٌ إّ مَا أحلّ من نفسهِ، أ وإن كلَّ رباً في الجاهليةِ موضوعٌ ـ لَكُمْ رؤسُ أموالِكُمْ  تَظْلِمُونَ وََ تُظْلَمُونَ ـ غَيْرَ رِباَ العباسِ فانهُ موضوعٌ كلُّهُ، أَ وإنَّ كلَّ دمٍ كانَ في الجاهِلِيّةِ موضوعٌ، وأولُ دمٍ أضعهُ من دمِ الجاهليةِ دمُ الحارثِ بن عبدالمطلبِ، وكانَ مسترضعاً في بنى ليثٍ فقتلهُ هذيلُ، أَ فاستوصُوا بالنساءِ خيراً فانهنَّ عَوَانٌ عِنْدَكُمْ ليسَ تَمْلِكُونَ مِنْهُنَّ شيئاً غيرَذلكَ إَّ أن يأتينَ بِفَاحِشَةٍ مبيِّنةٍ، فإن فعَلْنَ فاهجُروهُنَّ في المضاجِعِ واضْرِبُوهُنَّ ضرباً غيرَ مبَرِّحٍ، فإنْ اطعنَكُمْ ف تبغُوا عليهنَّ سبِيً، أ وإن لكُمْ على نسائكمْ حقاً، ولنسائكُمْ عليكم حقاً: فأما حقُّكمْ على نسائِكُمْ فََ يوطِئْنَ فُرُشَكُمْ من تكرهُونَ، وَ يأذنَّ في بيوتكُمْ لمن تكْرهُونَ، أَ وإنْ تُحْسِنُوا إلَيْهِنَّ فِي كِسْوَتِهِنَّ وَطَعَامِهِنَّ اََ وَاِنّ الشَيْطَانَ قَدْ أيِسَ اَنْ يُعْبَدَ فِي بَلَدِكُمْ هذا أبداً، وَلَكِنْ سَتَكُونُ لَهُ طاعةٌ فِيمَا تَحتَقِرُونَ منْ أعْمَالِكُمْ وسَيَرضَى بهِ

 

Amr İbnu Ebî'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte Veda haccı'nda bulundum. Orada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) irad ettiği hutbede önce Allah Teâla'ya hamd ü sena, hatırlatma ve tavsiyelerden sonra şöyle devam etti: "Hangi gün (bu günden) daha (mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç kere tekrarladı. Cemaat: "el-Haccu'l-Ekber günü"  diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devam etti: "Öyle ise bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu ayınızda, bu beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi helâl değildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadır, terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın sâdece sermaye kısmını yâni aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hâriç. Zira onun tamamı mülgadır, terkedilmiştir.

Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga ettiğim ilk câhiliye kanı da el-Hâris İbnu Abdü'l-Muttalib'in kanıdır. Hâris, Benu Leys'ten tuttuğu bir süt anneye bebeğini emzirtiyordu. Çocuğu Hüzeyl adında birisi (bir kavga sırasında attığı bir taşla kazâen) öldürmüştü. Sakın ha, kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara iyi muamelenin dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına sâhip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hâriç. Çirkin iş yapmaları hâlinde, önce yataklarını ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamıyacak şekilde dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onların yaptığına ayırmadövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahâne) aramayın. Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır.Haberiniz olsun, şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen tapılmayacağını idrak etmiştir. Fakat, sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu  memnun kılacak (menfî neticeler hâsıl edecek)tır."[275]

            

 

İzahı

 

Ash-Shahid

 

The Witness.  He who is present everywhere and observes all things.

 

†î¡è'ÛaŞehid: Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan.

 

Her şeyi inceliğini görüp  bilip ve şahid olandır.

 

Her yerde hazır olan ve her şeyi gören” anlamına gelen “†î¡è'Ûaeş-Şehid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak yirmi defa geçmekte.

 

 a;¦†î©è (§õ¤ó ( ¡£3¢×ó¨Ü Ç  æb × é¨£ÜÛa £æ¡a

 

“Şüphesiz Allah her şey üzerine şahiddir.”[276]

 

 a¦†î©è ( ¡é¨£ÜÛb¡2 ó¨1 × ë

 

“Şahid olarak Allah yeter.”[277]

 

Bu ayet Kur’an’da sekiz defa tekrarlanmıştır.

 

Rabbimiz bu tekrarıyla anne şefkatinden daha merhametli olduğunu, annenin yavrusunu uyarmak için aynı kelimeleri tekrarladığı gibi Rabbimiz de bizi uyarmakta. Bir insan sevdiği birinin gözleri önünde hırsızlık yapamaz. Sevdiğinin gözlerinin içine bakarak yalan söyleyemez. Çok sevdiği birinden rüşvet alamaz.

 

Yapılan her türlü kötülükler gizli, belgesiz ve şahidsiz yapılır. Rabbimiz ise her yerde hazır ve nazırdır. Suç işleyecek eli, ayağı, gözü, gönlü yaratan O.

 

Suç işlenecek gizli mekanı yaratan O. O, her şeyi görmekte. Her şey Onu göstermekte. Kırbaçla dövülen adamın hiç bağırmadığını görenler “niçin bağırmazsın?” dediklerinde, “Sevgilim bana bakıyor” demiş.[278] Rabbimiz, peygamberimize:

 

=¢âì¢Ô m  åî©y  Ù¡£2 ‰ ¡†¤à z¡2 ¤|¡£j  ë b ä¡ä¢î¤Ç b¡2  Ù £ã¡b Ï  Ù¡£2 ‰ ¡á¤Ø¢z¡Û ¤Š¡j¤•a ë

 

“Rabbinin hükmüne sabret! Şüphesiz sen gözlerimizin önündesin”[279] buyurmuş.

 

Peygamber efendimiz de kendisine karşı yapılan baskıların hiç birini Ashabına anlatmamıştır.

 

Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve ilîm kelimeleri gibi. Mâna şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an görür.

 

Hazır ve nazır demektir. Fakat alim, habir, nazar edici ve halkın amellerine şehadet edici manasına da gelir.

 

Yüce Allah cümlemize şahit olduğu hayırlı kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAKK

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

ذلِكَ بِاَنَّ اللّهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه هُوَ الْبَاطِلُ وَاَنَّ اللّهَ هُوَ الْعَلِىُّ الْكَبيرُ

 

 “Çünkü Allah Hakk’tır, şüphesiz ondan başka neye dua ederlerse batıldır, boştur.”[280]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن عمرو بن خارجة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: خَطَبَ رَسُولُ اللّهِ  عَلى نَاقَتِهِ، وَأنَا تَحْتَ جِرَانِهَا وَهِيَ تَقْصَعُ بِجَرَّاتِهَا، وَإنَّ لُعَابَهَا لَيَسِيلُ بَيْنَ كَتِفَيَّ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: إنَّ اللّه تَعالى أعْطَى كُلَّ ذِى حَقٍّ حَقّهُ، فََ وَصِيّةَ لِوَارِثٍ.

 

 Amr İbnu Hatice (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesinin üzerinde hitabede bulundu. Ben devenin boynunun altında idim. Deve durmadan geviş getiriyor, hayvanın salyası omuzlarımın arasında akıyordu. İşte bu esnada Aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü işittim:"Allah Teala hazretleri her hak sahibine hakkını verdi. Bu sebeple varislerden biri lehine vasiyet yoktur."[281]

 

 

İzahı

 

Al-Haqq

 

The Truth. He whose being endures  unchangingly.

 

 £Õ z¤ÛaHakk: Varlığı değişmeyin.

 

Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir. 

 

Vacib'ul vücut olan, varlığı hiç değişmeden duran.

 

Sabit ve mevcut manasınadır. Hakkı izhar edici manasına da gelir. İcat edici manası da verilmiştir.

 

Allah’tan başka her şey batıldır. Batılın manası adem, yani yokluk ve boşluktur. Bunların tümü çürüyüp gidecektir. Allah’tan başka her şey yok olacaktır. Çünkü vücut Allah’ındır. Onun yanında bir başka olmadığından onun için bu adları hak etmiştir. Hakikat ise Hak’tan müştaktır. Bir şeyin hakikati haktır. Bu başka bir şeye benzetilemez.

 

“Varlığında hiç şüphe duyulmadan kabul edilen. Gerçek olan” anlamına gelen “£Õ z¤Ûa el-Hak” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de on defa tekrarlanmıştır.

 

Ayrıca  ¢£Õ zHak kelimesi Kur’an’ın adı olarak doğru, adalet, hak, hisse, gerçek anlamlarında Kur’an-ı Kerim’de 218 defa tekrarlanmıştır.

 

Elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz bu varlık aleminde her an değişiklikler oluyor. Dünya dönüyor, güneş dönüyor, yıldızlar dönüyor. İnsanlar ölüyor, ağaçlar kuruyor.

 

Bütün bunları evirip çeviren biri var ki O doğmaz, ölmez, ihtiyarlamaz, hastalanmaz, uyumaz, uyuklamaz. O, olduğu gibi gerçek var edicidir.

 

 ¢åî©j¢à¤Ûa ¢£Õ z¤Ûa  ì¢ç  é¨£ÜÛa  £æ a æì¢à Ü¤È í ë

 

“Bilirler ki şüphesiz Allah apaçık Hakkın ta kendisidir.”[282]

 

 ¢£Õ z Hak, Allah olunca onun sözü de en doğru olur.

 

 7¢4ì¢Ó a  £Õ z¤Ûa ë 9¢£Õ z¤Ûb Ï  4b Ó

 

“Allah buyurdu ki, "O doğru ben hep doğruyu söylerim"[283] buyurur.

 

Cenabı Hakk’ın yarattığı kullarda hakkı=doğruyu söyleyebilir. Ancak insanların söylediklerinde yanılma ihtimali vardır. Devletler, sistemler, akımlar, partiler ve “benim dediğim doğru” deyip kabul ettirmek için bazen elin parmak çokluğuna, bazen elin yumruk gücüne baş vuranlar söylediğinin doğruluğunda şüphe duyanlardır.

 

Biz, Allah’ın kelamı Kur’an’da olan bir söz üzerine söz söylemeyiz, söyleyeni de dinlemeyiz.

 

Sözlerimizin doğruluğunu parmak veya yumrukla test etmeyiz. Sözümüz, Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine ters düşmüyorsa doğru kabul ederiz.

 

Cenabı Hakka hakkıyla kul olmaya çalışırız.[284] Onun sözünü hakkıyla,- harflerin çıkışına dikkat ederek, manasını anlayarak, anladığını uygulayarak- okumaya çalışırız.[285]

 

Cenabı Hakka iman ettiğimizden insanlar arasında hakla, adaletle hükmederiz.[286] Hak sahiplerinin hakkını zamanında veririz.[287]

 

Hakka karşı gelenlere, hakları çiğneyenlere, haksızlık yapanlara karşı hak sözü söylemek, hak sahibine hakkını vermek ve haksızın hakkından gelmek için hakkıyla cihad ederiz.[288]

 

Cenab-ı Hak cümlemizi, hakka tabi olan ve hak üzerinde sebat eden kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VEKİL

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

    

 5î©× ë ¢ê¤ˆ¡‚ £mb Ï  ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ¡l¡Š¤Ì à¤Ûa ë ¡Ö¡Š¤' à¤Ûa ¢£l ‰

 

“O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O'nun himayesine sığın.”[289]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عَوْفِ بْنِ مالكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَاضَى رَسُولُ اللّهِ  بَيْنَ رَجُلَيْنِ. فَلَمَّا أدْبَرَا قَالَ الْمُقْضِيُّ عَلَيْهِ: حَسْبِىَ اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. فقَالَ : إنَّ اللّهَ يَلُومُ عَلى الْعَجْزِ، وَلكِنْ عَلَيْكَ بِالْكَيْسِ. فَإذَا غَلَبَكَ أمْرٌ فَقُلْ: حَسْبِيَ اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ.

 

-Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki kişi arasında bir hükümde bulunmuştu. Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse:  

 "Hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil (Allah bana yeterlidir. O ne iyi vekildir)!" dedi. (Bu sözü işiten) Aleyhissalâtu vesselâm:    

"Allah Teâla hazretleri aczi levmediyor (kötülüyor). Fakat sana akıllılık düşer. Ama bir şey sana galebe çalacak olursa o zaman "hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil" de!" buyurdular."[290]                 

 

 

İzahı

 

Al-Wakil

 

The Trustee.  He who manages the affairs of those who duly commit them to His  charge, and who looks after them better than they could themselves.

 

3î¡× ìÛaVekil: Kulların rızklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır.

 

Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.

 

Mahlukatın işlerini lazım olanı yaratıp, bitiren.

 

Halkın işlerini bitirip gerekenleri yapıcı ve yardım edici manalarını ifade eder.

 

Güvenilen, dayanılan” anlamlarına gelen “3î¡× ìÛaVekil’ ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 13 defa geçmekte.

 

Yaratılmışların en değerlisi olan insanoğlu sahip olduğu bütün teknolojik imkanlara rağmen çaresiz kaldığında dayanak arıyor.

 

İşler tıkırında giderken her şeyi kendinden bilir. Ayna karşısında kendine hayran kalır. Aklı, becerisi, bileği, çalışması kendini o hale getirdiğine inanır. Ama bir kasırgayla evinin uçmaya başladığını, depremle iş yerinin göçmeye başladığını, teknoloji üretim merkezlerinin bile yıkılıp yok olduğunu gördüğünde, yıkıma, yangına, fırtınaya, selíe, kıtlığa karşı dayanamadığında zorunlu olarak “Allaaaaaah!” diye feryat etmeye başlıyor.

 

Amerika’yı kasırga kasıp kavururken hükümet, valilikler, özel ve kamu kuruluşları bütün şehirlerin meydanlarına ışıklı levhalarla “Allah’a dua edin” diye yazılar yazdılar. Rabbimiz bu tür davranışların psikolojisini de bize haber verir.

 

Bu tür insanların denizde dalgaya tutulduklarında Allah’a yalvardıklarını, kurtulunca eski isyan, taşkınlık ve şirke geri döndüklerini haber verir.[291]

 

3î¡× ìÛael-Vekil”e iman eden müíminler ise en kolay gördükleri işte dahi kul olarak üzerlerine düşen görevi yaparlarken yine de Allah’a tevekkülü elden bırakmazlar.

 

Ana rahminde iken bizi gıdasız bırakmayan, doğunca anneden iki çeşme gibi sütümüzü akıtan, büyüyünce kara toprağı yiyeceğe dönüştüren ¥3î©× ë Vekil’e tevekkülümüz aralıksız devam etmeli. Ondan başkasına da işlerimizi havale etmemeli.

 

 65î©× ë ó©ã뢅 ¤å¡ß a뢈¡‚ £n m ü a

 

“Benden başkasını vekil edinmeyin”[292] ayetiyle bizi uyarmakta. Ancak milletvekili seçmek veya bazı işlerimizin takibi için vekil tayin etmek Allah’dan başka vekil edinmek anlamına gelmez.

 

Çünkü onlarda bizim gibi insanlar. Onlarında yapamayacakları, bilemeyecekleri var. Bizim dayandığımız, güvendiğimiz Allah ise her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir.

 

Nemrut’un adamları İbrahim (a.s)’ı ateşe attıklarında İbrahim (a.s)’ın Allah’tan başka dayanacak ve güvenecek kimsesi yoktu.

 

 ¢3î©× ì¤Ûa  á¤È¡ã ë ¢é¨£ÜÛa b ä¢j¤ y

 

“Allah bana yeter. O ne güzel vekil”[293] diyordu. Ve Rabbi onun ateşini gülistana çevirdi.[294]

 

3î¡× ìÛael-Vekil’e tevekkül ederken bizler insan olarak görevimizi yapacağız.

 

Tarlayı süreceğiz. Tohum atacağız. Sulaması, gübresi, ilaçlaması, bilimsel yollarla yapıldıktan sonra Allah’a havale edeceğiz.

 

Toprağı saksıda gören, aydın geçinen biri “Bu işlemleri yaptıktan sonra niye Allah’a tevekkül edeyim?” diyebilir. Ama işi çiftçilik olan hiçbir insan bunu söylemez.

 

Çünkü o bilir ki Allah dilemezse o ekin toprakta çürür. Yağmurlar yağmaz. Yeraltı suları çekilir, veya çok yağmur yağdırır, çürütür. Veya dolu yağdırır yerle bir ediverir.

 

Sonra bizim tevekkülümüz bizim ibadetimizdir.

 

3î¡× ìÛaVekil’e iman eden bir Müslüman da birilerine vekil olduğunda kendisine vekalet verene ihanet etmez. Onun beklentilerini boşa çıkarmaz. Aldığı vekillik görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışır.

 

Herhangi bir kimse bir iş hususunda Allah’ı kendine vekil kılarsa, O, o kimsenin vekili olur. O’nun kendilerine vekil kılanlar kullarından çoğunlukla tevekkül ehlidir. Zira O’nu vekil kılmak için O’nun hakkında güven ve emniyetin insanda hasıl olması gerekir. Nitekim bir kimsenin kudreti bir vekili olursa, ona kimse sataşamaz, hakkına tecavüz edemez.

 

Yüce Allah cümlemizi kendisine hakkıyla tevekkül eden kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-KAVİYY

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

فَلَمَّا جَاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْىِ يَوْمِئِذٍ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِىُّ الْعَزيزُ

 

“Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) galip gelendir.”[295]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن المسيب قال: الْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ: هِىَ قولُ الْعَبْدِ: اللّهُ أكْبَرُ، وسُبْحَانَ اللّهِ وَالْحَمْدُللّهِ، وََ إلَهَ إَّ اللّهُ، وََ حَوْلَ وََ قُوَّةَ إَّ بِاللّهِ

 

İbnu'l-Müseyyeb diyor ki: "Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Ama bâki kalaak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak da Rabbinin katında daha hayırlıdır" [296] âyetinde geçen "bâki kalacak faydalı işler", kulun sarfedeceği "Allahu ekber", "Sübhanallah", "Elhamdulillah" "Lailahe İllallah", "Lâhavle velâ kuvvete illa billâh" sözlerdir."[297]

 

 

İzahı

 

Al-Qawi

 

The Possessor of All Strength. TheMost Strong.

 

£ô¡ì Ô¤Ûa Kaviyy: (güçlü) demektir. Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam, O'nu hiçbir şey âciz kılamaz" mânasına da gelir.

 

Pek güçlü. Pek kuvvetli. Kuvvet sahibi demektir. Allah’tan başka kudret ve kuvvet sahibi yoktur. O’nun kudret ve kuvvetine, hudut, nihayet ve engel de yoktur.

 

"Çok kuvvetli" anlamına gelen " £ô¡ì Ô¤Ûael-Kaviyy" ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de 9 defa geçmekte. Musa aleyhisselam karşısında firavunun mağlubiyeti anlatılırken Rabbimiz:

 

 ¡lb Ô¡È¤Ûa ¢†í©† ( ¥£ô¡ì Ó  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

"Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, cezası şiddetlidir" buyurur."[298]

 

Salih Aleyhisselam karşısında Semud kavminin mağlubiyetini anlatırken de Rabbimizin  £ô¡ì Ô¤Ûael-Kaviy ismi zikredilir.[299]

 

Zülme uğrayanlara harbetme izni veren ayette de Rabbimiz:

 

 ¥Œí©Œ Ç ¥£ô¡ì Ô Û  é¨£ÜÛa  £æ¡a 6¢ê¢Š¢–¤ä í ¤å ß ¢é¨£ÜÛa  £æ Š¢–¤ä î Û ë 6e

 

"Allah kendisine yardım edenlere elbette yardım eder. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, Azizdir"[300] buyurur.

 

Sayımını yapamadığımız yıldızları, denizdeki canlıları, havadaki kuşları yaratan, yaşatan koyduğu kurallar içinde yöneten çok kuvvetli Rabbe iman eden bir mü'min güçlü ordulara, güçlü paralara, güçlü görünmeye çalışanlara aldırış etmeden Allah yolunda yürümeye devam eder. Baki'nin:

 

“Baş eğmeziz edaniye dünyayı dûn için,

 

Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız."

 

"Değersiz dünya için alçaklara baş eğmeyiz biz.

 

Bizim dayanağımız, güvencemiz, itimadımız Allah'adır" dediği gibi, Enfal suresinin 60'ıncı ayetinde "düşman için kuvvet hazırlayınız" emrine uyarak güçlü olmaya çalışırız ve  £ô¡ì Ô¤Ûa el-Kaviy olan Rabbimize güvenip yolumuza devam ederiz.

 

Mümkünleri mümkün hale getiren İlahi kuvvettir. Mümkün olan bir şeyin tercihi olmasaydı o şey olmazdı. İşte tercih keyfiyeti £ô¡ì Ô Kaviy adının manasındadır.

 

Zayıflık kuvvetin zıttıdır. Kuvvet ise kudretin hususi bir vasfıdır ki kudretin kemal ve olgunluğudur.

 

Yüce Allah cümlemize kuvvetli inanç nasip etsin. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-METİN

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa 뢇 ¢Öa £‹ £ŠÛa  ì¢ç  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.[301]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أقْرَأنِى رسولُ اللّه #: إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ[ .

 

- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Zâriyat sûresinin 58. âyetini bana şöyle okuttu:   إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ 

 "Şüphesiz ben, güç ve kuvvet sahibi,  rızık vericiyim." [302]

 

 

 

İzahı

 

Al-Matin

 

The Firm. He who is very Steadfast.

 

åî©n à¤ÛaMetin: Şedid ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.

 

Pek güçlü. Çok sağlam.

 

Şiddet ve istihkam (metanet) sahibi, kudret yüksekliğinin kaynağıdır.

 

åî©n à¤ÛaMetin adının manası, katı ve sert manasına gelmektedir. Buradaki metanet mecazidir, şiddetli kuvvet ta’bir edilmektedir. Evet, zira Hak katı ve serttir. Bu sertlik kendi zatından bulunmaktadır.

 

"Çok sağlam" anlamına gelen bu "åî©n à¤Ûael-Metin" ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimizin ismi olarak bir defa geçer:

 

 ¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa 뢇 ¢Öa £‹ £ŠÛa  ì¢ç  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

"Şüphesiz Allah rızık veren, çok kuvvetli, çok sağlamdır."[303]

 

Bu surede insanlar ve cinleri Allah'a ibadet etmeleri için yarattığını, onlardan rızık istemediğini haber verdikten sonra rızık verenin güçlü ve sağlam Allah olduğunu haber veriyor.

 

El Kavi ile åî©n à¤Ûael-Metin ardarda geldiğinden manaları arasında ince bir fark olmak lazım gelir.

 

El-Kavi yaratılmışları evirip çevirip onları denetimi altında tutan çok kuvvetli anlamına gelirken åî©n à¤Ûael-Metin ise yaratılmışlardan etkilenmeyen, onlara hiç ihtiyacı olmayan çok sağlam anlamına gelir.

 

Biz yoruluruz, zayıflarız, kuvvetleniriz, ellerimiz titremeye başlar. Ama Rabbimiz Metindir. Bizimle kıyaslanmaz. Evreni yarattığı zamandan beri hepsini yörüngesinde döndürür de yorulmaz.

 

En ünlü halterci birkaç yüz kiloyu kaldırıp birkaç saniye havada tuttu diye alkışlıyoruz.

 

Rabbimiz altı milyar insanın üzerinde gezindiği dünyayı ve diğerlerini devamlı döndürür de yorulmaz, zayıflamaz.

 

 åî©n à¤ÛaMetin olan Allah'a iman eden kullarda olaylar karşısında metanetini sağlamlığını korur. Bozguna uğramaz, gevşemez. Kendini koyuvermez. Kendine düşen görevi yerine getirir ve neticeyi åî©n à Metin olan Allah'a havale eder.

 

Bir şeyi ondan başka hiçbir kimse kahredemez. Çünkü O’nun kahrı kulları üzerindedir. Onun üstün bir rahmeti ve vacip olan bir sözü vardır.  Zira kahreden her kahir,  O’ndan başkası değildir.

 

Yüce Allah cümlemize dininin uğrunda mücadele ederken metanet nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VELİYY

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 a¦Šî©– ã ¡é¨£ÜÛb¡2 ó¨1 × ë >¦b£î¡Û ë ¡é¨£ÜÛb¡2 ó¨1 × ë 6¤á¢Ø¡ö ¬a †¤Ç b¡2 ¢á Ü¤Ç a ¢é¨£ÜÛa ë

 

 

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.”[304]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : قُرَيْشٌ وَا‘نْصَارُ وَجُهَيْنَةُ وَمُزَيْنَةُ وَأسْلَمُ وَأشْجَعُ وَغَفَارٌ مَوالِيَّ. لَيْسَ لَهُمْ مَوْلى دُونَ اللّهِ وَرَسُولِهِ .

 

Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kureyş, Ensar, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Eşca' ve Gıfar benim dostlarımdır. Onların da Allah ve Resulünden başka dostları yoktur."[305]

 

 

İzahı

 

Al-Wáli

 

The Protecting Friend.  He who is a   friend to His good servants.

 

ïÛ ìÛaVeliyy: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: "İşlerin kendisiyle yürüdüğü mütevelli, yetimin velîsi gibi" diye de açıklanmıştır.

 

Seçkin kullarının dostu.

 

"Gerçek dost" anlamına gelen "ïÛ ìÛa el-Veli" ismi cemili Kur'ân'ı Kerim'de 11 defa zikredilmiştir.

 

 6¡‰ì¢£äÛaó Û¡a¡pb à¢Ü¢£ÄÛa å¡ß ¤á¢è¢u¡Š¤‚¢í=aì¢ä ß¨a  åí©ˆ £Ûa ¢£ó¡Û ë ¢é¨£ÜÛ a

 

"Allah mü'minlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkardı."[306]

 

Ana rahminin karanlıklarından dünyanın aydınlığına çıkardı. Dünyanın karanlıklarından imanın aydınlığına çıkardı.

 

Bize bütün işlerimizde yardım eden, bizim velimiz gibi işlerimizi kolaylaştıran Rabbimizdir.

 

Allah, Mü'minlerin dostu olunca Müminler de birbirlerinin dostu olurlar.

 

<§œ¤È 2 ¢õ¬b î¡Û¤ë a ¤á¢è¢š¤È 2 ¢pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ë  æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ë

 

"Mümin erkeklerle, mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar.”[307]

 

Mümin olmayanları dost edinmemeleri gerekir.

 

 7 åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa¡æë¢… ¤å¡ß  õ¬b î¡Û¤ë a  åí©Š¡Ïb Ø¤Ûa  æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¡ˆ¡‚ £n íü

 

"Müminler, müminlerden başka kafirleri dost edinmesinler."[308]

 

Maide 51'de Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmemiz yasaklanıyor.

 

"Dost" diye terceme ettiğimiz bu ”ïÛ ìÛael-Veli kelimesi ile vali kelimesi aynı kökten. Vali, bir şehrin bütün işlerini severek dostça evirip çeviren yöneticidir. Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin derken Rabbimiz bize onlara yönetim işlerini vermeyin anlamında kullanılıyor.

 

Yoksa Yahudi ve Hıristiyanla komşuluk ilişkileri ticari ilişkiler dostane yürütülür. Ama Müslüman köyüne Yahudi muhtar, Müslüman şehrine Hıristiyan vali atanmaz. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.

 

Allah'ı gerçek dost kabul eden bir müminin yüreğine korku ve hüzün gelmez.

 

 7 æì¢ã Œ¤z í  ¤á¢çü ë ¤á¡è¤î Ü Ç ¥Ò¤ì ü ¡é¨£ÜÛa  õ¬b î¡Û¤ë a  £æ¡a ¬ü a

 

"İyi bilin ki Allah dostlarına korku yoktur onlar üzülmezler de."[309]

 

Bu dünyada güçlü siyasilerle dost olanlar her türlü kanunsuzluğu yapmaktan çekinmiyorlar. Bizler ise Rabbimizi dost edinince Rabbimizin rızasına uymayan her şeyden kaçınırız. Onun yolunda yürürken hiç kimseden korkmayız ve bize karşı alınan her türlü baskı nedeniyle üzüntü bile duymayız. Akrebin görevi sokmak, ateşin görevi yakmak, bizim görevimiz akrebe veya ateşe kızmak değil, ateşte yanmamak için tedbir almaktır.

 

Dostlarına yardım eden, düşmanlarını kahreden.

 

Seven ve yardım eden manasınadır. Bazıları, halkın işlerini tamamlayıcı manasına gelir demişlerdir.

 

Yüce Allah cümlemizi dostluğuna kabul buyursun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAMİD

 

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

الر كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلى صِرَاطِ الْعَزيزِ الْحَميدِ

 

“Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.[310]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن أبى مسعود البدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: أتَانَا رسولُ اللّهِ  وَنَحْنُ في مَجْلِسِ سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ، فقَالَ لَهُ بَشِيرُ بْنُ سَعْدٍ: أمَرَنَا اللّهُ تَعَالَى أنْ نُصَلِّىَ عَلَيْكَ يَا رسولَ اللّهِ، فَكَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، وَالسََّمُ كَمَا قَدْ عَلِمْتُمْ[. أخرجه الستة إّ البخارىوللستة إّ الترمذي، عن أبى حميد الساعدى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالُوا يَارَسُولَ اللّهِ كَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قاَلَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى أزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّتِهِ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ، وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى أزوَاجِهِ وَذرِّيِّتِهِ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ[.وَللخمسة عن كعب بن عجرة قال: ]خَرَجَ عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ # فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللّهِ: قَدْ عَلِمْنَا كَيْفَ نُسَلِّمُ عَلَيْكَ، فَكَيْفَ نُصَلِّى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إبْرَاهِىمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلى مُحَمَّدٍ وَعَلى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ إبْرَاهِيمَ إنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ .

 

Ebû Mes'ud el Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa'd: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevab verdi:"Şöyle söyleyin:"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke hamîdun mecîd. (Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." (Resulullah ilâveten şunu söyledi): "Selam da bildiğiniz gibi olacak."[311]

Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebû Humeyd es-Sâidî (radıyallâhu anh)'den gelen bir rivayet şöyle:"Ashab sordu: "Ey Allah'ın Resûlü sana nasıl salât okuyalım?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Şöyle söyleyin, dedi: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ salleyte alâ İbrâhime ve bârik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrâhime inneke hamîdun mecîd.(Allahım! Muhammed'e zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini mübârek kıl, tıpkı İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, şerefi yücesin)." [312]

Ka'b İbnu Ucre'den gelen bir rivâyet de şöyle:  "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza gelmişti: "Ey Allah'ın Resûlü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)? " "Şöyle söyleyin! dedi:"Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl-i Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahîme inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîd."[313]

 

 

İzahı

 

Al-Hamid

 

The Praised One.  He to whom all praise belongs, and who alone is lauded by the  tongues of all creation.

 

†î©à z¤ÛaHamid: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef'ûl mânasında fâildir.

 

Ancak kendine hamd edilen, bütün varlığın diliyle övülen.

 

Bütün medih ve övgüye layık.

 

Mahmud (kendisine hamd edilen) ve övülmeye çok layık olan demektir.

 

"Övgüye layık" anlamına gelen "†î©à z¤Ûael-Hamid" ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 17 defa geçmekte. Yarattığı kullarına lütfettiği maddi manevi nimetleri hatırlattıktan, imanı emredip inkardan kaçınmamızı bildirdikten sonra;

 

¥†î©à y ¥£ó¡ä Ë  é¨£ÜÛa  £æ a a¬ì¢à Ü¤Ça ë

 

"Şüphesiz Allah zengindir, övgüye layıktır"[314] buyurur.

 

Her şey her yerde her dille Onu över. Çiçekler açarken, kuşlar uçarken, dereler akarken, yağmurlar yağarken Ona hamdeder.

 

Süleymaniye Camii durduğu yerden mimar Sinan’ı hatırlatır.

 

Sanattan anlayan herkes Süleymaniye Camii’ni görünce Sinan’a karşı saygıyla ürperir.

 

İşte her yaprak, her çekirdek, her dağ ve deniz, yaratıcısını bize hatırlatır. Kendine has diliyle bizim iç dünyamızda ince duyguların gelişmesine sebep olur ve kainatın sahibi önünde hamd ile tespih ederek eğiliriz.

 

Müslümanlar günde beş vakit namazlarında 40 defa Fatiha suresi okuyarak Allah’ı övdüklerinden, Allah’tan başkasına hamd etmediklerinden boyunlarına esaret zincirini hiçbir zaman geçirtmemişler.

 

Düşünen beynini, yazan elini, konuşan dilini yaratan Allah’a bir defa boyun eğmeyen ve Allah’a hamd etmeyenlerin Allah’ın yarattığı inkârcı kulları önünde her gün eğilen ve onların artıklarını yalamak için övgüler düzenleyenlerde hamd ediyorlar ama yanlış yere hamd ediyorlar.

 

†î©à z¤Ûael-Hamid"e iman eden günde kırk defa hamdeden bir mü’minin başı dik ve yumuşak olmalı.

 

Eli, alan el değil veren el olmalı. Verirken sevdiği yiyecek giyeceklerden vermeli. Sözlerin en güzeline iman ettiği için en güzel sözler söylemeli.

 

İnsanları kafirliğin karanlığından, imanın aydınlığına çıkmasına sebep olmak için gayret göstermeli.

 

Hamd bütün kemal sıfatlarının kendisine aidiyyeti itibariyle kudsi zata dönen sıfatlar sonsuzdur. Öyle ise O’na ait olan hamdü senaların da sonu yoktur. Bunun sonsuzluğu da değişiktir. Bunlardan biri şahıslardan çok başka çeşitlerin sonsuzluğudur. Kullardan ona yöneltilen her güzel şey şükürdür. Kullarından şükür ile ona dönenlerde hamdü senadır.

 

Yüce Allah’a hamd etmek, edebi bir sıfatın vasfıdır.

 

= åî©à Ûb È¤Ûa ¡£l ‰ ¡é¨£Ü¡Û ¢†¤à z¤Û a Elhamdülillahi rabbi’l-alemin” sözcüğü, sonsuzluğa dek yeterli olup Hamid adının tümünün ve her birinin izafi gerçeklerindendir.

 

Yüce Allah bizleri kendisine hakkıyla hamd eden kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUHSİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصى كُلَّ شَىْءٍ عَدَدًا

 

“Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).”[315]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: بَعَثَ النَّبِيُّ  سَرِيَّةً عَيْناً وَأمَّرَ عَلَيْهِمْ عَاصِمَ بْنَ ثَابِتٍ، وَهُوَ جَدُّ عَاصِمِ بْنِ عمر بْنِ الخَطَّابِ. فَانْطَلَقُوا حَتّى إذَا كَانُوا بَيْنَ عُسْفَانَ وَمَكَّةَ، ذُكِرُوا لِحَىٍّ مِنْ هُذَيْلٍ يُقَالُ لَهُمْ بَنُو لِحْيَانَ. فَتَبِعُوهُمْ بَقَرِيبٍ مِنْ مِائَةِ رَامٍ فَاقْتَصُّوا آثَارَهُمْ حَتّى أتَوْا مَنْزًِ نَزَلُوهُ فَوَجَدُوا فِىهِ نَوَى تَمْرٍ تَزَوَّدُوهُ مِنَ الْمَدِينَةِ. فَقَالُوا: هذَا تَمْرُ يَثْرِبَ. فَتَبِعُوا آثَارَهُمْ حَتّى لَحِقُوهُمْ فَلَمَّا أحَسَّ بِهِمْ عَاصِمِ وَأصْحَابُهُ لَجَئُوا إلى فَدْفَدٍ، وَجَاءَ الْقَوْمُ فَأحَاطُوا بِهِمْ فَقَالُوا: لَكُمْ الْعَهْدُ وَالْمِيثَاقُ إنْ نَزَلْتُمْ إلَيْنَا أنْ َ نَقْتُلْ منْكُمْ رَجًُ. فَقَالَ عَاصِمٌ: أمَّا أنَا فََ أنْزِلُ فِى ذِمة كَافِرٍ. اللَّهُمَّ أخْبِرْ عَنَّا رَسُولَكَ.، فَقَاتَلُوهُمْ حَتّى قَتَلُوا عَاصِماً فِي سَبْعَةِ نَفَرٍ بِالنَّبْلِ وَبَقى خُبَيْبٌ وَزَيْدٌ وَرَجُلٌ آخَرُ. فَأعْطَوْهُمْ الْعَهْدَ وَالْمِيثَاقَ. فَنَزَلُوا إلَيْهِمْ. فَلَمَّا اسْتَمْكَنُوا مِنْهُمْ حَلُّوا أوْتَارَ قِسِّيهِمْ فَرَبَطُوهُمْ بِهَا. فَقَالَ الرَّجُلُ الثَّالِثُ الَّذِى مَعَهُمَا: هذَا أوَّلُ الْغَدْرِ. فَأبَى أنْ يَصْحَبَهُمْ فَجَرَّرُوهُ وَعَالَجُوهُ عَلى أنْ يَصْحَبَهُمْ. فَأبي أنْ يَفْعَلَ فَقَتَلُوهُ. وَانْطَلَقُوا بِخُبَيْبٍ وَزَيْدٍ حَتّى بَاعُوهُمَا بِمَكَّةَ فَاشْتَرَى خُبَيْباً بَنُو الْحَارِثِ بْنِ عَامِر بْنِ نَوْفَلٍ. وَكَانَ خُبَيْبٌ هُوَ قَتَلَ الْحَارِثَ يَوْمَ بَدْرٍ. فَمَكَثَ عِنْدَهُمْ أسِيراً حَتّى أجْمَعُوا قَتَلَهُ. فَاسْتَعَارَ مُوسى مِنْ بَعْضِ بَنَاتِ الْحَارِثِ لِيَسْتَحِدَّ بِهَا. فَأعَارَتْهُ. قَالَتْ: فَغَفَلْتُ عَنْ صَبىٍّ لِى فَدَرَجَ إلَيْهِ حَتّى أتَاهُ فَوَضَعَهُ عَلى فَخْذِهِ فَلَمَّا رَأيْتُهُ فَزِعْتُ فَزْعَةً حَتّى عَرَفَ ذلِكَ مِنّى، وفِى يَدِهِ الْمُوسى. فقَالَ: أتَخْشَيْنَ أنْ أقْتُلَهُ؟ مَا كُنْتُ ‘فْعَلَ ذلِكَ إنْ شَاءَ اللّهِ. وَكَاَنَتْ تَقُولُ: مَا رَأيْتُ أسِيراً قَطَّ خَيْراً مِنْ خُبَيْبٍ، وَلَقَدْ رَأيْتُهُ يَأكُلُ مِنْ قُطْفِ عِنَبٍ، وَمَا بِمَكَّةَ يَوْمَئِذٍ ثَمَرةٌ، وَإنَّهُ لَمُوثَقٌ بِالْحَدِيدِ، وَمَا كَانَ إَّ رِزْقاً رَزَقَهُ اللّهُ خَبِيباً. فَخَرَجُوا بِهِ مِنَ الْحَرَمِ لِيَقْتُلُوهُ فَقَالَ: دَعُونِى أُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ انْصَرَفَ إلَيْهِمْ فَقَالَ: لَوْ َ أنْ تَرَوْا أنَّ مَابِي جَزَعٌ مِنَ الْمَوْتِ لَزِدْتُ. فَكَانَ أوَّلَ مَنْ سَنَّ الرَّكْعَتَيْنِ عِنْدَ الْقَتِلِ هُوَ. وَقَالَ: اللَّهُمَّ احْصِهِمْ عَدَداً. ثُمَّ قَالَ:مَا أُبَالى حِينَ أُقْتَلُ مُسْلِماً عَلى أىِّ شِقٍّ كَانَ فِي اللّهِ مَصْرَعِي وذلِكَ فِي ذَاتِ ا“لهِ وإنْ يَشَأ يبَارِكْ عَلى أوْصَالِ شِلْوٍ مُمَزِّعِ ثُمَّ قَامَ إلَيْهِ عُقْبَةُ بْنُ الْحَارِثِ فَقَتَلَهُ. وَبَعَثَتْ قُرَيْشٌ إلى عَاصِمٍ لِيُؤْتُوا بِشَىْءٍ مِنْ جَسَدِهِ بَعْدَ مَوْتِهِ، وَكَانَ قَتَلَ عَظِيمَا مِنْ عُظَمَائِهِمْ يَوْمَ بَدْرٍ. فَبَعَثَ اللّهُ عَلَيْهِ مِثْلَ الظُّلَّةِ مِنَ الدَّبْرِ. فَحَمَتْهُ مِنْ رُسُلِهِمْ فَلَمْ يَقْدِرُوا مِنْهُ عَلى شَىْءٍ.

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gözcü seriyye gönderdi. Başına Âsım İbnu Sâbit'i komutan tayinetti. Bu zât Amr İbnu Âsım İbni'l-Hattâb'ın ceddi idi. Usfân ile Mekke arasında bulunan bir yere kadar gittiler. Huzeyl Kabilesi'nin Beni Lihyan denen bir koluna haber verdiler. Bunları yüz okçu yakından takibe aldı. İzlerini takiben onların inmiş bulunduğu yere kadar geldiler. Onların azık olarak Medine'den beraberlerine almış oldukları hurmanın çekirdeğini buldular."Bu Yesrib (Medine) hurmasıdır!" dediler ve izlerini takibe devam ederek, Ashab'a kavuştular. Âsım ve ashâbı onları hissedince sarp bir yere sığındılar. Takipçiler gelip onları kuşattılar."Eğer bize teslim olursanız size ahd ve misakımız var, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz!"dediler. Âsım:"Ben bir kâfirin zimmetine teslim olmam. Allahım, Resûlüne bizden  haber ver!" dedi. Aralarında mukatele (vuruşma) çıktı. Takipçiler ok attılar. Âsım (radıyallahu anh) yedi kişiyle birlikte şehid oldu. Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha kaldı.

Takipçiler, bunlarada ahd ve misak teklif ettiler. Bunlar, onlara teslim oldular. Ele geçirir geçirmez, derhal yaylarının kirişlerini çözerek, bunları onlarla bağladılar.

Hubeyb ve Zeyd'in yanındaki üçüncü şahıs:"Bu verdikleri söze birinci ihânetleri" deyip, onlarla beraberliği reddetti. Onu sürüyüp braberliğe zorladılar. O yine de direndi. Onu da şehid  ettiler, Hubeyd ve Zeyd'i Mekke'ye götürüp orada sattılar. Hubeyb'i Beni'l-Hâris İbni Âmir İbni Nevfel satın aldı. Hubeyb, Bedir günü el-Hâris'i öldürmüştü. Yanlarında esir olarak kaldı. Sonunda öldürmeye karar verdiler. (Bir ara) el-Hâris'in kızlarından birinden etek traşı olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın der ki:

 "Bir çocuğum vardı, gafil davrandım. Hubeyb'in  yanına kadar çıktı. Hubeyb onu dizine oturttu. O vaziyette görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb farketti, ustura de elindeydi."

"Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah böyle bir şey yapmam" dedi. Yine o kadın şunu anlatmıştı:"Ben Hubeyb'ten daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini gördüm. Halbuki o sırada Mekke'de  hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir zincirlerle  bağlı idi. Demek ki o, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.Öldürmek üzere onu, Harem bölgesinden çıkardılar. Orada:"Beni bırakın iki rek'at namaz kılayım!" dedi. (Bıraktılar namazını kılınca) geri geldi."Eğer ölümden korktu demiyecek olsaydınız daha fazla kılacaktım!"  dedi. İdâm sırasında namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb idi."Allahım, onların hepsini say, [dağınık dağınık öldür]" dedi. Sonra şu beyitleri terennüm etti:"Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam yemem,Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum.Bu ölüm O'nun zâtı(nın rızası) yolundadır. Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.[Sonra Hubeyb: "Alahım, Resulüne selamımı götürecek kimse bulamıyorum, sen duyur" der.

Sonra Ukbe İbnu'l-Hâris kalkıp Hubeyb'i öldürdü.Kureyş Bedir'de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan Âsım'ın cesedinden bir parça getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne adamlar gönderdi. Allah Teâlâ Hazretleri de onun üzerine arı oğulu nevinden bir gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş'in  gönderdiklerine karşı onun cesedini korudu, hiç bir şey alamadılar."[316]

 

 

İzahı

 

Al-Muhsi

 

The Appraiser.  He who knows the number of every single thing in existence, even to infinity.

 

ó©–¤z¢àÛaMuhsi: İlmiyle her şeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan kimse demektir.

 

Zerreden küreye her şeyin sayısını bilen.

 

Namütanahi de olsa, bir bir her şeyin sayısını bilen.

 

Bütün bilgileri ve bilinenleri tek tek sayıcı, sayılarını bilici demektir.

 

"Her şeyin sayısını bilen" anlamına gelen "ó©–¤z¢àÛael-Muhsi" ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de ó©–¤z¢àÛael-Muhsi olarak geçmiyor.

 

Fakat "Allah her şeyi teker teker saydı" anlamında ayetler indirdi.[317]

 

Biz insanlık ailesi bu kadar gelişmiş teknolojiye rağmen yeryüzünün en değerli varlığı olan insanların sayımını tamamlamış değiliz.

 

Çiçekler, böcekler, yıldızların sayımı da yapılmış değil. Ama Rabbimiz denizlerdeki damla sayısını, her damlada yaşayan canlı sayısını, bir damla kan içindeki alyuvarları, akyuvarları, onların gıdasını, gıdanın içeriğini her şeyin sayısını bilmekte.

 

ó©–¤z¢àÛaeeeel-Muhsi’ye iman eden bir mü’min tabiatta gördüğü, duyduğu, tuttuğu, kokladığı, tattığı her şeyin Rabbin bilgisi içinde orada durduğunu, açtığını, uçtuğunu bilir ve Rabbin hazinesine zarar vermeden onlardan yararlanma tarafına gider.

 

Vücudunda her hücrenin hesabını vereceğini bildiğinden Rabbin emrettiği doğrultuda hareket eder. Yüce Rabbimiz, “ó©–¤z¢àÛa el-Muhsi” ismi şerifiyle yaratıklarının gelecek ve geçmişini bildiği gibi onların sayısını da, miktarını da bilir. Dağlarda uçan kuşların uçuşunu, sıra sıra dizilen karıncaların ne yaptıklarını ve yapacaklarını bildiği gibi onların sayısını da bilir.

 

Her ormanda kaç tane kuş, karınca vs. yuvası var ve bu yuvalarda kaç tane kuş, karınca yaşar bunların sayısının hesabını bilen tek kuvvet ve kudrettir. Aynı şekilde Meleklerin, cinlerin, şeytanların ve insanların da sayısını bilir.

 

Hasılı yüce Rabbimiz “ó©–¤z¢àÛael-Muhsi” ismi şerifiyle yaratıklarının içinde ne yaratılmış ve ne yapmışlar hesabını, kitabını çok iyi bilendir.

 

Yüce Rabbimiz bizleri geniş ve hayırlı ilminden nasip eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUBDİU

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَهُوَ الَّذى يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلى فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.”[318]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ رسولَ اللّه  قالَ: يَقُولُ  اللّهُ تعالَى يَشْتِمُنِى ابْنُ آدَمَ وَمَا يَنْبَغِى لَهُ أنْ يَشْتِمَنِى! وَيُكَذِّبُنِى وَمَا يَنْبَغِى لَهُ أنْ يُكَذِّبَنِى. أمَّا شَتْمُهُ إيَّاىَ فَيَقُولُ: إنَّ لِى وَلَداً. وَأمَّا تَكْذِيبُهُ إيَّاهُ فيَقُولُ: لَيْسَ يُعِيدُنِى كَمَا بَدأنِى. وَلَيْسَ أوَّلُ الْخَلْقِ بِأهْوَنَ عَلىَّ مِنْ إعَادَتِهِ.

 

Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri diyor ki: "Âdemoğlu bana şetmediyor (hakkımda münasib olmayan söz sarfediyor). Ancak bu ona yakışmaz. Âdemoğlu beni tekzib ediyor, ancak beni tekzib etmek ona yakışmaz. Bana ettiği şetme gelince: "Bu, onun, bana evlâd nisbet etmesidir. Tekzibine gelince, bu onun Allah, yarattığı gibi beni tekrar diriltmeyecek' demesidir. Halbuki, ikinci sefer tekrar diriltmek, bana, yoktan var etmeye nazaran zor gelecek bir iş değildir."[319]

 

 

İzahı

 

Al-Mubdi

 

The Originator.  He who creates all creating ab initio without matter or model.

 

¡†¤j¢àÛaMübdi: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.

 

Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan.

 

Mahlukatı maddesiz olarak yoktan var eden.

 

Halk edici ve izhar edici demektir. İzhar ettiklerinde taklide ihtiyacı olmayan ve her birini kendi başına bir tamamlık ve başkalık üzere ızhar eden manasına da gelir.

 

"Malzemesiz ve modelsiz yaratan” anlamına gelen ¡†¤j¢àÛael-Mübdi” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de ¡†¤j¢àÛael-Mübdi olarak geçmez. Yarattı ve yaratır anlamında fiil olarak 11 defa geçer.

 

İlk haline döndüren” anlamına gelen ¡†¤j¢àÛael-Mubdi” ismi şerifi de Kur’an-ı Kerim’de 11 defa, iade eder, iade ederiz anlamına gelen fiil halinde geçer.

 

Kainat yokken Allah vardı. Kainattaki her şeyi malzemesiz ve modelsiz olarak yarattı. Çekirdekten ağacı çıkarıyor, çekirdek tekrar toprağa düşüyor ve baharda yeniden canlanıyor. Ve kocaman ağaca dönüşüyor.

 

Modelsiz olarak insanı yaratan Rabbimiz onu da bir kanuna bağlamış. Kanunu kıyamete kadar devam edecek.

 

Kıyametten sonra yeryüzüne gelen ve giden her insanı eski haline döndürecek ve hepsine yaptıklarından dolayı hesap soracak ve amellerine göre mükafat veya ceza verecek.

 

Rabbimizin tabiat kanunlarına uyduğumuz oranda rahat ediyoruz. Bunda kimse şüphe ve itiraz etmiyor. Tabiat kanunlarını koyan Rabbimiz Kur’an’ıyla şeriat kanunlarını koymuş, her iki kanuna da uyarsak iki dünyamız güzel olur.

 

اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَميعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعيدُهُ لِيَجْزِىَ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَميمٍ وَعَذَابٌ اَليمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

 

"Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'di bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan sonra onu iade edecek olan O'dur. Küfredenler ise, küfre sapmaları dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azab vardır."Yunus,10\4

 

"O, her şeyi ilkten yaratır, sonra geldiği yere çevirir"  ayetinde “çevirir” “öldürür” demektir. Ayette “ilkten” manasına gelen, yübdiu ve yebdeu kelimelerinin manası, aynı manayı taşımaktadır. Allah bu hitabında tevazu veya tenezzülde bulunmakta, bununla hicap ehline kendi fiilini anlatmaya çalışmaktadır.

 

Yüce Allah, her varlığın arkasındaki vardır.

 

Yüce Allah , hallakın arkasındaki Halıktır.

 

Yüce Allah, her ilkin arkasındaki evveldir.

 

Yüce Allah, her var olan şeyin tekrar yok oluşunu arkasındaki güçler üstündeki kudret gücüdür. Bu gücün ¡†¤j¢àÛaMubdi” ismi şerifiyle tecellisi her an evrende kendini göstermektedir. Bir bakarsınız ki, birilerin doğmuş hemen ardında birleri de ölmüş.

 

Yüce Rabbimiz bizleri rızasına muvafık olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَهُوَ الَّذى يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلى فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.”[320]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : إنَّ إبْرَاهِيمَ يَرى أبَاهُ آزَرَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ الْغَبْرَةُ وَالْقَتَرَةُ. فَيَقُولُ لَهُ إبْرَاهِيمُ: ألَمْ أقُلْ لَكَ َ تُعْصِنِي. فَيَقُولُ لَهُ أبُوهُ: فَاليَوْمَ َ أعْصِيكَ. فَيَقُولُ إبْرَاهِيمُ: يَا رَبِّ ألَمْ تَعِدْنِي أنَّكَ َ تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ، فأىَّ خِزْيٍ أخْزَى مِن أبِي ا‘بْعَدِ. فَيَقُولُ اللّهُ: إنِّي حَرَّمْتُ الْجَنَّةَ عَلى الْكَافِرينَ. ثُمَّ يُقَالُ: يا إبْرَاهيمُ: مَا تَحْتَ رِجْلَيْكَ؟ فَيَنْظُرُ فإذَا هُوَ بِذيخٍ مُلْتَطِخٍ، فَيُؤْخَذُ بِقَوائِمِهِ، فَيُلْقَى في النَّارِ.

 

 Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Hz. İbrahim aleyhisselam, kıyamet günü, babası Azer'i [yüzü] üzerinde bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde görür. Babasına:"Ben sana dünyada iken, "Bana asi olma!" demedim mi?" der. Babası ona:"İşte bugün ben artık sana asi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam:"Ey Rabbim! Sen  yeniden diriltme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin. Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye  yakarır. Allah Teala hazretleri: "Ben cenneti kâfirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir:"Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?"  İbrahim yere  bakar ve kana bulanmış bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in babasıdır, o çirkin surete sokulmuştur)."[321]

 

 

İzahı

 

Al-Mu'id

 

The Restorer.  He who recreates His creatures after He has annihilated them.

 

†î¡È¢àÛa el-Müid: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata iâde eden kimse demektir.

 

Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.

 

İade edici (geri döndürücü) demektir. Her şeyi asli membaına geri döndürücü manasına da ifade eder.

 

Allah, halkı bizatihi kendisi başlatmıştı, yine aynı yere geri çevirir. Zira O, gökleri ve yeri tümünü kendinden yaratmıştır.

 

"Malzemesiz ve modelsiz yaratan” anlamına gelen †î¡È¢àÛael-Müid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de; “†î¡È¢àÛael-Müid olarak geçmez. Yarattı ve yaratır anlamında fiil olarak 11 defa geçer.

 

İlk haline döndüren” anlamına gelen †î¡È¢àÛael-Muid” ismi şerifi de Kur’an-ı Kerim’de 11 defa, iade eder, iade ederiz anlamına gelen fiil halinde geçer.

 

Kainat yokken Allah vardı. Kainattaki her şeyi malzemesiz ve modelsiz olarak yarattı. Çekirdekten ağacı çıkarıyor, çekirdek tekrar toprağa düşüyor ve baharda yeniden canlanıyor. Ve kocaman ağaca dönüşüyor.

 

Modelsiz olarak insanı yaratan Rabbimiz onu da bir kanuna bağlamış. Kanunu kıyamete kadar devam edecek.

 

Kıyametten sonra yeryüzüne gelen ve giden her insanı eski haline döndürecek ve hepsine yaptıklarından dolayı hesap soracak ve amellerine göre mükafat veya ceza verecek.

 

Rabbimizin tabiat kanunlarına uyduğumuz oranda rahat ediyoruz. Bunda kimse şüphe ve itiraz etmiyor. Tabiat kanunlarını koyan Rabbimiz Kur’an’ıyla şeriat kanunlarını koymuş, her iki kanuna da uyarsak iki dünyamız güzel olur.

 

Yüce Allah, her yazı kışa her kışa da bahara tebdil edendir. Kışın yerleri ölü haline getirip baharla tekrar canlandırır. Aynı şekilde insana hayat verip tekrar elinde alır yine hayat verip sonsuz hayata tekrar onu geri diriltir.

 

Yüce Allah, Kuvvet ve kudretiyle evrenin varlığını ortaya serdiği gibi yine aynı şekilde yok etme gücüne sahiptir. Bu gücü elinde “†î¡È¢àÛaMuid” ismi şerifiyle bulundurmaktadır. “†î¡È¢àÛaMuid” ismi şerifiyle Allah, kimini aziz eder kıymeti bilinmediği zaman veya hakkı verilmediği takdirde tekrar azizlikten zelil eder. Yani eski konumuna geri döndürür.

 

Yüce Allah bizleri azizlikten sonra rezil ettiği kimselerden eylemesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUHYİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

    

قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّى رَسُولُ اللّهِ اِلَيْكُمْ جَميعًا الَّذى لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ لَااِلهَ اِلَّا هُوَ يُحْي وَيُميتُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِه وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

 “De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.”[322]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: كَانَ رَسولُ اللّهِ  إذَا اسْتَفْتَحَ الصََّةَ كَبَّرَ، ثُمَّ قال: إنَّ صََتِى وَنُسُكِى وَمَحْيَاىَ وَمَمَاتِى للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ َ شَرِيكَ لَهُ، وبِذلِكَ أُمِرْتُ وَأنَا أوَّلُ المُسْلِمِينَ. اللَّهُمَّ اهْدِنِى ‘حْسَنِ ا‘عْمَالِ وَأحْسَنِ ا‘خَْقِ، َ يَهْدِى ‘حْسَنِهَا إَّ أنْتَ، وَقِنِى سَىِّئَ ا‘عْمَالِ، وَسَيِّئَ ا‘خَْقِ َ يَقِى سَيِّئَهَا إَّ أنْتَ.

 

Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu: "İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Lâ şerîke lehu ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü'lmüslimîn. Allahümmehdinî li-ahseni'l a'mâli ve ahseni'l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahsenihâ illâ ente. Ve kınî seyyie'l-a'mâl ve seyyie'l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente. (Namazım, ibâdetim hayatım ve ölümüm âlemlerin şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Ey Allah'ım, beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların kötülerinden ancak sen korursun."[323]

 

 

İzahı:

 

Al-Muhyi

 

The Giver of Life.  He who confers life, gives vitality, revives.

 

¡óz¢àÛaMuhyi: Cansızlara can veren.

 

İhya eden, dirilten, can bağışlayan,sağlık veren.

 

İhya edici, hayat verici, diriltici demektir. Allah, Hay ismiyle diridir ve ¡óz¢àMuhyi ismiyle de hayat verip dirilticidir. 

 

Canlandırma işi sonsuz mertebeler halinde Allah’tandır. İlk olarak varlığı yaratarak ona can verip ortaya koymuştur. Çünkü varlığın yaygınlığı, değerinden öncedir.

 

"Can veren” anlamına gelen “¡óz¢àÛael-Muhyi” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de 2 defa geçmekte.[324]

 

اِنَّ الَّذى اَحْيَاهَا لَمُحْيِ الْمَوْتى اِنَّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

 

“Şüphesiz O ölüleri diriltecektir. O her şeye gücü yetendir.”[325]

 

“Öldüren, can alan” anlamına gelen “¡óz¢àÛael-Mümit” ismi celili de Kur’an-ı Kerim’de öldürdü, öldürür fiilleriyle geçmekte.

 

İnsanoğlu bugüne kadar bir tek canlı yaratamamıştır. Bir tek canlının ölümüne de engel olamamıştır. Meniye can veren, çekirdeği çiçeğe döndüren, kışı bahara çeviren, baharı güze döndüren Allah (c.c.)’dır.

 

Toplumların dirilmesi veya ölmesi de Allah’ın elindedir. Rabbimizin diriliş ve ölüş kanunları vardır. Toplumların dirilişi için koyduğu kanunu:

 

 6¤á¡è¡¢1¤ã b¡2 b ß a뢊¡£î Ì¢í ó¨£n y §â¤ì Ô¡2 b ß ¢Š¡£î Ì¢í ü  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

 “Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.”[326]

 

Çocuğun olması için bir erkekle kadının evlenmesi kanunu gibi bir toplumun dirilmesi ve ölmesi için de kanunlar vardır. Biz Rabbimizin kanunlarına uyduğumuz oranda diri kalırız, ölsek de diri sayılırız.

 

Yüce Allah’ın en büyük nimetlerinden biri de diriliştir. Tekrar ölmek için diriliş, hayatın anlamlandırılması açısından çok büyük bir nimettir. Bu nimetin kıymetini bilmeyenler, ancak ahirete yatırımı olmayanlardır. Halbu ki, dirilmek tekrar ölmeyi gerektiğini herkes biliyor ve kabul ediyor.

 

Fakat acı bir gerçektir ki, ölüme yan çizenler ve ölüme yatırım yapmayanlar, tembel ve gafillerdir.

 

Yüce Allah kendi büyüklüğünün en büyük delili, diriliştir. Yani var olmaktır. Yani varlığını ortaya koyma meydanında süvari olmaktır. 

 

Cenk meydanında muharebe etmektir. Yani iyi ile kötünün, aziz ile rezilin, alçak ile şereflinin belli olacağı meydana er olmaktır. Bu ne büyük bir saadettir. Bu ne büyük bir nimettir. Bu ne büyük bir adalettir. Bu ne büyük bir imtihandır.

 

Yüce Allah cümlemizin imtihanını başarı ile sonuçlandırmasını nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUMİT

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّى رَسُولُ اللّهِ اِلَيْكُمْ جَميعًا الَّذى لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ لَااِلهَ اِلَّا هُوَ يُحْي وَيُميتُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِه وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.”[327]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يرفعه قال: كَانَ مِنْ دُعَائِهِمْ: يَاحَىُّ يَا قَيُّومُ، يَاحَىُّ حِينَ َ حَىَّ، يَا مُحْيِى يَا مُمِيتُ يَاذَا الجََلِ وَا“كْرَامِ.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) Resûlullah'a ref ederek demiştir ki: "Yunus kavminin duaları arasında şu da vardı: "Ey diri olan, ey (mahlûkata) kıyam veren, ey hiçbir hayat sâhibinin olmadığı zamanda hayat sâhibi olan, ey hayat veren, ey ölüm veren, ey celâl ve ikrâm sâhibi!"[328]

 

 

İzahı

 

Al-Mumit

 

The Taker of Life. He who creates the death of a living creature.

 

oî¡à¢àÛaMumit: Bütün canlıları ecel şerbetini içeren.

 

Canlı,bir mahlukatın ölümünü yaratan,öldüren.

 

Öldürücü manasını ifade eder.

 

Öldüren, can alan” anlamına gelen “oî¡à¢àÛael-Mümit” ismi celili de Kur’an-ı Kerim’de öldürdü, öldürür fiilleriyle geçmekte.

 

İnsanoğlu bugüne kadar bir tek canlı yaratamamıştır. Bir tek canlının ölümüne de engel olamamıştır. Meniye can veren, çekirdeği çiçeğe döndüren, kışı bahara çeviren, baharı güze döndüren Allah (c.c.)dır.

 

Toplumların dirilmesi veya ölmesi de Allah’ın elindedir. Rabbimizin diriliş ve ölüş kanunları vardır. Toplumların dirilişi için koyduğu kanunu:

 

 6¤á¡è¡¢1¤ã b¡2 b ß a뢊¡£î Ì¢í ó¨£n y §â¤ì Ô¡2 b ß ¢Š¡£î Ì¢í ü  é¨£ÜÛa  £æ¡a

 

 “Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.”[329]

 

Çocuğun olması için bir erkekle kadının evlenmesi kanunu gibi bir toplumun dirilmesi ve ölmesi için de kanunlar vardır. Biz Rabbimizin kanunlarına uyduğumuz oranda diri kalırız, ölsek de diri sayılırız.   

 

Bu ad yürüyen ve Muhyi adının geçtiği anlatılan her mertebede bıraktıklarını alır. Zorunluluk hükmü ve adem nispeti çözdüğünden Muhyi adının aksine bu ad kendisinin olmuş olur ki bunun geri dönüşü Allah adına olur.

 

oî¡à¢àÛael-Mumit adı tasarrufu olan bir isimdir. İnsanların hal ve durumlarının zenginlikten sonra fakirliğe, yoksulluğa ve intikal halidir. Zira şeyler Mumit adındandır. Diğer şekil ve suret ise Muhyi adının kısmet ve nasibidir.

 

Yüce Allah’ın her işinde hikmet ve nimet vardır. Var olmak nasıl ki, bir nimet ise ölmek de bir nimettir.

 

Eğer ölüm nimeti olmasaydı, artık enerjisi bitmiş yaşlı dedeler, ninelerle aynı toplumda nasıl yaşanabilirdi?

 

Eğer ölüm olmasaydı, iyi ile kötü insanların birbirinden ayırt edileceği mahkeme de nasıl ortaya çıkardı?

 

Eğer ölüm gibi güzel bir nimet olmasaydı dünyanın geçici olduğu ve ahiretin baki olduğu gerçeği nasıl anlaşılırdı?

 

Var olmanın sürecindeki yapılanların muhasebesinin yapılacağı günün bir başlangıcı olan ölüm, kendini hazırlayanlar için bir muştudur.

 

Yüce Rabbimizin ihsan ve ikramatından hoşnut olmanın zamanıdır.

 

Celalin Cemaline müşerref olmanın anıdır.

 

Her yaşanın yaşadıklarıyla hem hal olma vaktidir.

 

Ey bu diriliş ve ölüm nimetini üzerimize yağdıran yüceler yüce Rabbimiz!

 

Bizleri bu nimetlerinin hakkını ifa eden kullarınla beraber haşr eyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HAYY

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ

 

“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.[330]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: دَعَا رَجُلٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُوالجََلِ وَا“كْرَامِ، يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ، فقَالَ النَّبىُّ : أتَدْرُونَ بِمَ دَعَا؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ دَعَا اللّهَ بِاسْمِهِ ا‘عْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بهِ أعْطى.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir."[331]

 

 

İzahı

 

Al-Hayy

 

The Ever Living One.  The living whoknows all things and whose strength is sufficient for everything.

 

£ó z¤Û aHayy: Diri, tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibi.

 

Daima hayat ile diri olup, her şeye gücü yeten.

 

"Diri” anlamına gelen  ¢£ó z¤Û a el-Hay ismi şerifi Kur’an’ı Kerim’de 5 defa tekrarlanmakta:

 

 7¢â좣î Ô¤Ûa ¢£ó z¤Û a 7 ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ¢é¨£ÜÛ a

 

“Allah. Ondan başka ilah yoktur. O diridir, her şeyi ayakta tutandır.”[332]

 

Her binanın bir ustası, her resmin bir ressamı, her bestenin bir bestekarı mutlaka vardır. “Kendiliğinden olmuştur” demiyoruz.

 

Açan çiçekler, uçan kuşlar, yüzen balıklar, gezen, seven, veren insanlar bütün bunlar birini bize işaret ederler.

 

Şüphe yok ki, £ó z¤Û aHayy” uyuklamamayı talep eden bir iştir.  et-Tehiyyatü lillahi” demek, Allah hayat ve yaşam talebidir. Bundan dolayı her hangi bir şey vücudiyetle sıfatlanırsa o şey canlıdır. Şayet vücudu kuvvetli ise hayatı da o nispette daha kuvvetlidir. Çünkü her hayat o vücuda bir hayattır. Vücud ise en şerefli mevcuttur. Mevcud ise vücudun kusursuz kemal bulmuşudur.

 

Yüce Allah’ın büyüklüğünü bize gösteren £ó z¤Û a Hayy” ismi şerifi, Onun hiç yatmadığını ve uyanık olup her şeyi her zaman gözettiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Koca evreni gözlem altından tutup idare eden yüce Rabb, eğer bir an uyku tutmuş olsa bütün evren infilak eder.

 

£ó z¤Û aHayy” ve â좣î Ô¤ÛaKayyum” yüce Allah’ın iki ismidir. İkisinin bir arada zikredilmesi aralarında son derece ilgi olduğu içindir. Nitekim Kur’an’ın pek çok yerinde bu iki ismi birlikte geçmektedir. Bu ilgi her ikisinin de kemal sıfatların tamamını ihtiva etmiş olmasıdır.

 

£ó z¤Û aHayy” tam olarak diri demektir. Bu isim, ilim, izzet, kudret, azamet, kibriya/büyüklük ve diğer mukaddes sıfatlar gibi Allah’a ait zati sıfatları ihtiva eder.

 

â좣î Ô¤ÛaKayyum” ise uyanıklığı tam ve mükemmel olandır.   

 

Yüceler yücesi alemlerin Rabbi olan Allah, her zaman uyanık olduğunu, iyilerin yanından onlara yadım ettiğini ve kötülerin karşısında durup onların boyunlarına ip takarak kontrol altından bulundurduğunu £ó z¤Û aHayy” ismi şerifiyle ortaya koyuyor.

 

Şafakta münacat edenlere icabet eden, gündüz Ya.. Allah diyenlerin yanın da hazır bulunan ve geceleri inleyenlerin iniltisine iştirak eden ancak £ó z¤Û aHayy” olan Allah’tır.     

 

Yüce Rabbimiz bizleri koruması altına aldığı kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-KAYYUM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ

 

“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.[333]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: دَعَا رَجُلٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُوالجََلِ وَا“كْرَامِ، يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ، فقَالَ النَّبىُّ : أتَدْرُونَ بِمَ دَعَا؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ دَعَا اللّهَ بِاسْمِهِ ا‘عْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بهِ أعْطى.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir."[334]

 

 

İzahı

 

Al-Qayyum

 

The Self Existing One.  He who maintains the heavens, the earth, and everything that exists.

 

â좣î Ô¤ÛaKayyum: Nefsiyle kaim kimseye ihtiyacı olmayan.

 

Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen,evveli olmayan.

 

Allah, kendi zatı ile kaim, mekana muhtaç değil ve mahlukatı kendi mekanlarında ve vücutlarında kaim edici demektir.

 

"Her şeyi ayakta tutan” anlamına gelen â좣î Ô¤Ûael-Kayyum ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de üç yerde geçer:

 

 b¦à¤Ü¢Ã  3 à y¤å ß  lb  ¤† Ó ë 6¡â좣î Ô¤Ûa ¡£ó z¤Ü¡Û ¢êì¢u¢ì¤Ûa ¡o ä Ç ë

 

 “Bütün yüzler diri ve her şeyi ayakta tutana boyun eğmiştir. Zulüm yüklenenler ise perişan olmuştur.”[335]

 

Hiçbir yaratık yoktur ki varlığı ve varlığının devamı kendi elinde olsun. Yaratılmışların en akıllısı insan dünyaya gelişinde ve dünyadan gidişinde, dünyada yaşarken, ayakta duruşunda bir başkasına muhtaç. Biz otururken, çalışırken, gezerken, uyurken kalbimizi çalıştıran, kanımızı atıp toplayan, yediklerimizi vücudumuzun ihtiyacına göre hazmettiren ve bizi ayakta tutan birisinin varlığını fark etmesek de o bizi ayakta tutuyor. İman edeni de, inkar edeni de ayakta tutuyor.

 

â좣î Ô¤Ûael-Kayyum'a iman edenler olarak bizler de ihtiyaç sahibi her canlının ihtiyacını karşılamak için gayret göstereceğiz.

 

Bu ó z¤Û aHayy” ile â좣î Ô¤ÛaKayyum” isimleri “İsm-i Azam” denilmiştir. Bu şerefli ismin yüce manası ancak Allah’a mahsustur. Zira bizzat kaim olan sadece O’dur. Bütün kainatın ve yaratıklarının varlığı ve devamı, O’nun kudretiyle ve tutmasıyladır.

 

â좣î Ô¤ÛaKayyum” varlığı kendi kendini kaim olan, var olmak için bir başkasına muhtaç olmayan, muazzam sıfatları olup bütün mahlukatından müstağni olandır. Gök ve yer ve bu ikisi arasındaki bütün yaratıklar Onunla kaimdir. Varlıkları Onun varlığına bağlıdır. Onları O yaratmış, yardım etmiş, varlıklarını devam ettirebilmeleri, iyilikleri ve ayakta kalabilmeleri için her şeyi onlara hazırlamıştır. Allah hiçbir şekilde onlara muhtaç değildir. Mahlukat ise her bakımdan Ona muhtaçtırlar.

 

Yüce Rabbimiz bizleri kendisinden başka kimselere muhtaç etmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VACİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَلَمْ يَجِدْكَ يَتيمًا فَاوى () وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدى () وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَاَغْنى

 

“O (Allah), seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?  Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” [336]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: كُنْتُ رَدِيفَ رَسُولِ اللّهِ  فقَالَ: يَا غَُمُ! احْفَظِ اللّهِ يَحْفَظْكَ، احْفَظِ اللّهِ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ، أوْ قَالَ أمَامَك، تَعَرَّفْ إلَى اللّهِ فِي الْرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الْشِِدَّةِ، إذَا سَألْتَ فَاسْألِ اللّهَ تَعَالَى، وإذَا اِسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللّهِ تَعَالَى، فَإنَّ الْعِبَادَ لَوِ اجْتَمَعُوا عَلَى أنْ يَنْفَعُوكَ بِشَىْءٍ لَمْ يَكْتُبْهُ اللّهُ تَعالى لَكَ، لَمْ يَقْدِرُوا عَلى ذلِكَ، وَلَوِ اجْتَمَعُوا عَلى أنْ يَضُرُّوكَ بِشَىْءٍ لَمْ يَكْتُبْهُ اللّهُ تَعالى عَلَيْكَ، لَمْ يَقْدِرُوا عَلى ذلِكَ، جَفَّتِ ا‘قَْمُ وَطُوِيتِ الصُّحْفُ، فإنِ اسْتَطَعْتَ أنْ تَعْمَلَ للّهِ تَعالى بِالرَّضَا في الْيَقِينِ فَافْعَلْ، فإنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فإنَّ في الصَّبْرِ عَلى مَا تَكْرَهُ خَيْراً كَثِيراً، وَاعْلَمْ أنَّ النًّصْرَ مَعَ الصَّبْرِ، وَأنَّ الْفَرَجَ مَعَ الْكَرْبِ، وَأنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً، وَلَنْ يَغْلِبَ عُسْرٌ يُسْرَيْنِ.

 

İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm'ın terkisinde idim. Bana şu nasihatta bulundu:   

"Yavrum! Allah'a karşı (emir ve yasaklarına uyarak edebini) koru, Allah da seni (dünya ve âhirette) korusun! Allah'ı(n üzerindeki hukukunu) koru ki O'nu karşında (dünya ve âhiretin fenalıklarına karşı hâmi) bulasın -veya önünde demişti: Bollukta Allah'ı tanı ki, darlıkta da O, seni tanısın. (Dünya ve âhiretle ilgili) bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar. Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, yakînî bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde, sabırda çok hayır var. Şunu da bil ki Nusret(i ilahi) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır."[337]

               

 

İzahı

 

Al-Wajid

 

The Finder.  He who finds what He wishes when He wishes.

 

†¡ua ìÛaVacid: Taleb ettiğini bulucu, hiç bir şey ondan kaçamaz ve gizlenemez manasını ifade eder.

 

Yine, istediğini bulan, manasına geldiğini bildirmişlerdir.  

 

Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide kökünden gelir.                

 

İstediğini, istediği vakit bulan.

 

"Yaratılmışların sahibi ve yarattıklarını her an bulan, bilen, gören ve işiten” anlamına gelen “†¡ua ìÛael–Vacid” ismi cemili †¡ua ìÛael–Vacid olarak Kur'an-ı Kerim de geçmiyor. Ancak Duha 7,8 Sad 44 ayetlerinde † u ëvecede buldu anlamına gelen fiil halinde Kur'an da geçiyor.

 

Kainatı Allah yarattığına göre, göklerin ve yerin mülkiyeti ve otoritesi Allaha ait olduğuna göre yarattıklarını dilediği an bulan “†¡ua ìÛael-Vacid olan Rabbimiz, Mekke çöllerinde kaybolan Muhammed (a.s)'ı bulup doğru yola ilettiğini , fakir bulup zengin ettiğini haber verir .[338]

 

Çöldeki her bir kum tanesini yaratan, hikmetini bilen , ve nerede olduğunu gören , dilediği anda bulan Allaha iman etmek bu dünya yolculuğumuzdaki yalnızlığımızı giderir .

 

Binlerce insanın içinde yaşayıp da yalnız kalan insanların tek sığınağı †¡ua ìÛael–Vacid’tir. Hücresinde tek başına yaşayanların da tek sığınağı. Gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız, tattığımız her şeyde †¡ua ìÛael-Vacid’i bulup vecde gelmeli.

 

†¡ua ìÛael–Vacid’e iman edenler yetimleri, garipleri, yalnızları, çaresizleri, zenginlik içinde çaresiz kalanları bulurlar onlara islami kurallar içinde yardım ederler .

 

Yüce Allah, istediğini istediği şekilde ve istediği zamanda bulup yaratır. Hz. Adem (a.s) babasız ve annesiz topraktan yarattığı gibi Hz.İsa (a.s) babasız anneden yaratmıştır. Yokluk için varlık yarattığı gibi varlık içinde de yokluğu meydana getirendir. Varlığını ortaya koymak istediği hiçbir şeyin sıkıntısını çekmediği gibi yaratmak istediği şeyler konusunda da kimseye muhtaç değildir yüce Rabbimiz. Yine †¡ua ìÛaVacid” ismi şerifi; bolluktan yokluğu ve yokluktan bolluğu da çıkarma gücüne sahip olduğunu öğreniyoruz. O zaman her türlü ihtiyaçlarımızın tek merciin Allah olduğunu bu †¡ua ìÛa Vacid” ismi şerifiyle öğrenmiş bulunmaktayız.

 

Yüce Rabbimiz bizi darlıktan bolluğa çıkardığı kimselerden eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 


el-MACİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

قَالُوا اَتَعْجَبينَ مِنْ اَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِ اِنَّهُ حَميدٌ مَجيدٌ

 

“(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.[339]

 

Hz.Peygamber (a.s):

ـ وعن ابن المسيب رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أنَّهُ كَانَ يَقُولُ: إنَّ اللّهَ تَعالى طَيِّبٌ يُحِبُّ الطِّيبَ، نَظِيفٌ يُحِبُّ النَّظَافَةَ، كَرِيمٌ يُحِبُّ الْكَرَمَ، جَوَادٌ يُحِبُّ الجُودَ، فَنَظِّفُوا أفْنِيَتَكُمْ، وََ تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ.

 

İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah)'den rivayet edildiğine göre demiştir ki: "Allah Teâlâ Hazretleri münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever; nâziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere benzemeyin."[340]

 

 

İzahı

 

Al-Májid

 

The Glorious.  He whose dignity and glory are most great, and whoseenerosity and munificence are bountiful.

 

†¡ub àÛaMacid: Keremi çok geniş, fazlı ve ihsanı pek bol manasına gelir. Fakat †î©v ßMecid” bundan mübalağadır.

 

Kerem ve ihsanı bol olan.

 

Kadri ve şanı büyük, kerem ve müsamahası bol.

 

"Şanı yüce” anlamına gelen bu “†¡ub àÛael–Macid” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim de †¡ub àÛa el-Mecid olarak geçmemekte. Ancak mübalağa sığasıyla “†î©v ß Mecid” olarak Kur’an’da iki defa geçmekte.

 

İnsanlar arasında da şanı yüce insanlar vardır. Ancak onlar doğarlar ve ölürler. Elinin erdiği, gözünün gördüğü, gücünün yettiği kadar cömertlik yapar cesaret gösterir.

 

Şanı yüce Allah’ın görmediği bilmediği, gücünün yetmediği yoktur. “†¡ub àÛa el–Macid”e iman eden bizlerde güneş gibi pisliklerden yücelerde olacağız ama pisliği kurutacağız. Güllerle iç içe olup güzelliklere renk ve koku katacağız.

 

Yolcunun yoldaşı, gariplerin arkadaşı, yetimlerin gönüldaşı, hastaların ilacı, mazlumların acısını paylaşan, zalimlerin zulmünü engelleyen olarak şanımızı yüceltmeye çalışacağız.

 

Yüce Rabbimizin “†¡ub àÛaMacid” ismi şerifi; şanı yüce ve büyük olandır. O’nun bütün vasıflarının şanı büyüktür. O, Alimdir, ilminde mükemmeldir. Rahimdir, rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Kadirdir, hiç kimse O’na güç yetiremez. Halimdir, hilminde mükemmeldir. Hakimdir, hikmetinde mükemmeldir. Bütün sıfatlarında ve isimlerinde böyledir. Şanın ve şerefin zirvesine ulaşmıştır, bunların hiç birisinde kusur ve eksiklik yoktur.

 

Yüce Rabbimiz eksikliklerimizi mükemmelliğiyle tamamlamayı bizlere nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VAHİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

لَقَدْ كَفَرَ الَّذينَ قَالُوا اِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلثَةٍ وَمَا مِنْ اِلهٍ اِلَّا اِلهٌ وَاحِدٌ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

 

“Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'dan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.”[341]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: قال رسولُ اللّهِ : إنَّ للّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسماً مَنْ حَفِظَهَا دَخَلَ الجَنَّةَ، إنَّ اللّهَ وِتْرٌ يُحِبُّ الوِتْرَ.وفي رواية: »مَنْ أحْصَاهَا).

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever."   

Bir rivâyette: "Kim o isimleri sayarsa cenntete girer" buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim'de "tek" kelimesi yoktur.[342]

                      

 

İzahı

 

Al-Wahid

 

The Unique.  He who is Single, absolutely without partner or equal in His     Essence, Attributes, ctions, Names and    Decrees.

 

†¡y ìÛaVahid: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd'dir. Ayrıca, şerik ve arkadaşı olmayan kimse mânas da mevcuttur.

 

Tek. Zatında, sıfatlarında,  isimlerinde,  efailinde ortağı ve benzeri olmayan.

 

Misli ve benzeri olmayan.

 

Zatında, sıfatında ve fiilerinde, benzeri ve ortağı olmayan demektir.

 

“Benzeri olmayan tek”anlamına gelen “†¡y ìÛael-Vahid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de 21 defa tekrarlanmıştır.

 

†¡y ìÛaVahid” ismi ise ihlas suresinde bir defa geçmiştir. Dünya yaratıldığı günden beri geceyle gündüzün 365 günde saniye ve salise şaşmadan ard arda gelmeleri gülün gül vermesi, arının bal vermesi Allah’ın tek olduğunu gösterir.

 

اَلَّذى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

“Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”[343]

 

 ;¢áî©y £ŠÛa¢å¨à¤y £ŠÛa  ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a ¬ü 7¥†¡ya ë ¥é¨Û¡a ¤á¢Ø¢è¨Û¡a ë

 

“Sizin ilahinız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’mdir.”[344]

 

Yaratanımız bir, yaşatanımız da bir. Vücudumuz üzerinde Allah dan başka birinin de etkisi olsaydı halimiz ne olurdu ?

 

Kanımızın akışı, kalbimizin atışı, bizi yönetenin bir olduğunu bize gösteriyor.

 

Köylerin, şehirlerin, milletlerin yönetiminde de muhtar, vali, başkan gibi bir yönetici sistemi kabul ediliyor .

 

Rabbimiz bir , kitabımız bir kıblemiz bir olunca birlik sağlanır. Birlikten de dirlik doğar.

 

Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad, kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. "Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır." Vâhid'e gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: "Bana halktan biri (vahid) geldi" denir ama, "Bana haktan kimse (ahad) geldi" denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.

 

Yüce Rabbimiz kendisinin birliğini duygu, eylem ve ikrarımızla ortaya koyabilmeyi nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

es-SAMED

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

 7¢† à £–Ûa ¢é¨£ÜÛ a 7¥† y a ¢é¨£ÜÛa  ì¢ç ¤3¢Ó

 

“De ki: O, Allah birdir. O (Allah) Samed’tir.”[345]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ المُشْرِكِينَ قَالُوا لِلنَّبىِّ  اُنْسُبْ لَنَا رَبَّكَ فنزلَ: قُلْ هُوَ اللّهُ أحَدٌ اللّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ: ‘نَّهُ لَيْسَ شَئٌ يُولَدُ إَّ وسَيَمُوتُ، وَلَيْسَ شَئٌ يَمُوتُ إ سَيُورَثُ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى َ يَمُوتُ وََ يُورَثُ؛ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً أحدٌ. قَالَ لَم يَكُنْ لَهُ شَبِيهٌ وََ عَدِيلٌ وَلَيْسَ كَمِثْلِهِ شَئٌ.

 

Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:"- Rabbini bize tavsif et (tanıt)!" dediler. Bunun üzerine İhlâs sûresi indi."De ki:  O, Allah'dır, bir tekdir. O Allah'tır, sameddir (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."[346] Übey (radıyallahu anh) bu sûrede geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı: "Samed, doğurmayan ve doğurulmayan demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye varis olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O'na varis olunur."Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir" âyeti de O'na bir benzer, bir denk olmadığını, Allah'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder."[347]

 

 

İzahı

 

As-Samad

 

The Eternal.  He who is the only recourse for the ending of need and the removal of affliction.

 

† à £–ÛaSamed: İhtiyaçlarını temin etmek üzere, halkın kendisine başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği kimsedir.

 

Bütün mahlukatın işini bitiren.

 

Her şey O na muhtaç, fakat O hiçbir şeye muhtaç değil.

 

“Her şey ona muhtaç , o hiçbir şeye muhtaç değil” anlamına gelen “† à £–Ûaes-Samed” Kur’an-ı Kerim de bir defa geçer:

 

¢† à £–Ûa ¢é¨£ÜÛ a  “Allah Samed’dir.”[348]

 

Bizler birbirimize muhtaç olarak yaratılmışız. Birimiz terzi, birimiz berber, birimiz doktor, birimiz mühendis, birimiz çoban, birimiz yönetici, birimiz asker olacağız ki birbirimizin ihtiyaçlarını karşılayalım.

 

Rabbimiz Zuhruf suresinin 32. Ayetinde farklı yaratılışımızın hikmetini birbirimizin işini görmek olarak bildiriyor.

 

Ama şunu unutmayalım ki; ihtiyacımızı karşılayan her şahsı, her damlayı, her taneyi , her ilacı yaratan Allah (c.c)dır.

 

Her nefeste biz O’na muhtacız. İnsanlar ihtiyacımızı karşıladığında insanlara teşekkür edeceğiz . O insanları yaratan Allah’a hamd edeceğiz.

 

† à £–Ûaes-Samed'e iman edenler onlar hiçbir muhtacı boynu bükük geri çevirmeyeceğiz.

 

Verecek hiçbir şeyimiz yoksa gül gibi yüz, bal gibi sözle gönüllerini alarak göndereceğiz.

 

Her işte, her hacette, kendisine ihtiyaç bulunan Efendi demektir. Allah, ihtiyaçtan münezzehtir, fakat bütün yaratıkları, her işlerinde O’na muhtaçtırlar. Bütün yaratıklarının hacetlerini gören, ihtiyaçlarını karşılayan ancak O’dur.

 

Yüce Allah’ın † à £–ÛaSamed” ismi şerifi, kendisine ait bütün isimlerin içinde toplayan yüce bir isimdir. Allah Samed’tir, bütün mahlukat, zillet, ihtiyaç ve zaruret içerisinde Ona yönelir. Bütün alemler Ona iltica eder, Ona sığınır. O, ilminde, hikmetinde ve sair sıfatlarında kemal sahibidir. † à £–ÛaSamed”, bütün sıfatları mükemmel olandır. Mahlukatın her türlü ihtiyacı için kendisine yöneldiği kimsedir.

 

Yüce Rabbimiz biz acizleri mükemmelliğiyle şeref yap eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-KADİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذيقَ بَعْضَكُمْ بَاْسَ بَعْضٍ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ لَعَلَّهُمْ  يَفْقَهُونَ

 

“De ki: "Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz![349]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: كانَ رسولُ اللّه  إذَا وَقفَ عَلى الصفا يكبرُ ثَثاً ويقولُ: َ إلَه إ اللّهُ وَحدهُ َ شَريكَ لهُ؛ لهُ الملكُ ولهُ الحمدُ وهو على كلِّ شئٍ قَدِيرٌ، يصنعُ ذلِكَ ثث مرَّاتٍ وَيدْعُو ويصنع عَلى المروة مثل ذلِكَ .

 

Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safâ tepesinde durduğu zaman üç kere tekbir getirip sonra: Allah'tan başka ilah yoktur. O tekdir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir, O herşeye kadirdir" derdi. Ve bunu üç sefer tekrar eder, dua okurdu. Aynı şeyi Merve tepesinde  de yapardı."[350]

 

 

İzahı

 

Al-Qadir

 

The All Powerful.  He who is Able to do what He wills as He wills.

     

‰¡…b Ô¤ÛaKadir: istediğini, istediği gibi yaratmaya muktedir olan.

İstediği gibi yapmaya gücü yeten.

Kamil kudret sahibi manasına da gelir.

Kudret, temkin demektir. Onun isteklerinden biri de Vücut bulanları yapmaya veya onları bırakmaya kadirdir.

 

“Her şeye gücü yeten” anlamına gelen bu “‰¡…b Ô¤Ûael-Kadir” ismi celili Kur’an-ı Kerim de 12 defa geçmiştir.

 

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّهَ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْىَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلى اَنْ يُحْيِىَ الْمَوْتى بَلى اِنَّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

 

“Gökleri ve yeri yaratan,onları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye Kadir olduğunu görmediler mi? Evet o her şeye gücü yetendir.”[351]

 

Mübalağa sığasıyla “‰¡…b Ô¤Ûael Kadîr” ismi şerifi 45 defa geçmektedir.

 

Dilediğini istediği zamanda yaratır. Yarattığının sağlamlığı, güzelliği, faydalılığı ve çevreye uyumluluğuyla kudretine dikkatimizi çeker.

 

İlim alemimizin yıldızı olarak parlayan ve adı da saygıyla anılan ilim adamlarımız aylarca, yıllarca lâboratuar da çalışıyor. Rabbimizin yarattıklarının kanununu keşfederek Rabbin yarattığı malzemeden bir kaçını bir araya getiriyor ve büyük üne ve imkana sahip oluyor.

 

Suyun kaldırma gücünün hesaplarını yapan bilgin ilgilileri tarafından takdir edilir. Edilmelidir. Ancak suyun kaldırma gücünü veren, o bilgine akıl veren, her şeye gücü yeten “‰¡…b Ô¤Ûael-Kadir” unutulmamalıdır.

 

‰¡…b Ô¤Ûael-Kadir’e iman eden bir mümin gücünün yettiği şeyleri sağlam, güzel, faydalı ve uyumlu yapmaya özen gösterir ve Allah’ın dışında hiçbir güce boyun eğmez.

  

 a¦‰¡† n¤Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  æb × ë

 

“Allah her şeyin üzerinde iktidar sahibidir.”[352]

 

Varlıkların tamamı Allah’ın egemenliği altındadır, Onun azametine boyun eğmişler ve Onun iradesine bağlanmışlardır. Bütün mahlukatın mukadderatı Onun elindedir. Her hareket ve tasarruf sahibi ancak Onun gücü, kuvveti ve izni sayesinde hareket edip tasarruf edebilir. Onun dilediği şeyler olur, dilemediği  şeyler olmaz. Güç ve kuvvet ancak Onunla vardır. Gökleri ve yeri ve bunların arasındaki şeyleri altı günde yaratması ve mahlukatı yaratıp sonra öldürmesi daha sonra onları diriltip huzurunda toplaması hep Onun kuvveti ve iktidarındandır.

 

Kupkuru ve ölü bir halde gördüğümüz yeryüzünün üzerine yağmur indiğinde kıpırdanması, kabarması Onun kudretinin eserlerindendir. Kendisini yalanlayan milletleri, kafirleri ve zalimleri çeşitli cezalarla cezalandırması ve onları ibret alınacak hale düşürmesi, hile ve tuzaklarının Allah’ın azabı karşısında onlara hiç bir fayda vermemesi, bütün bunların özellikle bu dönemlerde onların ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramaması hep Onun kudretinin eserlerindendir.

 

Bugünkü insanlığın ulaştığı korkunç güç ve göz kamaştırıcı keşifler, hepsi Allah’ın onlara güç vermesi ve bilmedikleri şeyleri onlara öğretmesi sayesindedir. Onların sahip oldukları güç ve kuvvetlerin, keşif ve icatların, başlarına gelen felaketleri ve helak edici cezaları savmada hiçbir fayda vermemesi, bunlardan korunmak için bütün güçlerini ve imkanlarını ortaya koymalarına rağmen bunlara mani olmamaları Allah’ın ayetlerindendir. Fakat Allah galiptir, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onun emrine boyun eğmiştir.  Çünkü O, her şeye kadirdir.

 

Yüce Allah, bizleri kuvvet, kudretiyle teçhizatlandırsın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUKTEDİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِه نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ مُقْتَدِرًا

 

"Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.[353]


          Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبي مسعود البدري رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: كُنْتُ أضْرِبُ غَُماً لِي بِالسَّوطِ فَسَمِعْتُ صَوْتاً مِنْ خَلْفِى يَقُولُ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ. فَلَمْ أفْهَمِ الصَّوْتَ مِنَ الغَضَبِ. فَلَمَّا دَنَا مِنِّي إذَا هُوَ رَسُولُ اللّهِ : يَقُولُ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ، اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ فَألْقَيْتُ السَّوْطَ مِنْ يَدِي. فَقَالَ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ أنَّ اللّهَ أقْدَرُ عَلَيْكَ مِنْكَ عَلى هذَا الْغَُمِ. قَالَ فَقُلْتُ: َ أضْرِبُ مَمْلُوكاً بَعْدَهُ أبَداً.

 

 Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben köleme kamçıyla vuruyordum. Arkamdan bir ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!" diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım. Bana yaklaşınca  onun Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu gördüm."Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud bil!" diyordu. Kamçıyı elimden attım."Ebu Mes'ud bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben: "Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedi."[354]

 

 

İzahı

 

Al-Muqtadir

 

The Creator of All Power.  He who disposes at His will even of the strongest and mightiest of His creatures.

 

‰† nÔ¢àÛaMuktedir: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir'den daha  öte bir güçlülük ifâde eder.

 

Yarattığını meşakkatsiz meydana getiren.

 

Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden.

 

“Otoritesi her şeyde geçerli olan” anlamına gelen ‰† nÔ¢àÛael-Muktedir” ismi celili Kur’an-ı Kerim de üç defa zikredilmiş. Bir defada çoğul olarak getirilmiştir.

 

Birçok şahıs, kurum, devlet vardır ki kendisi için gerekli güce sahiptir. Ama sahip olduğu gücün farkında değildir. Bazen gücünün farkına varır ama kullanamaz, muktedir olamaz.

 

Allah (c.c.) hem her şeye gücü yetendir. Hem de O gücünü istediği zaman ve mekanda dilediğine uygulayabilecek otoriteye sahiptir:

 

 a¦‰¡† n¤Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  æb × ë

 

“Allah her şeye gücü yeten, hükmü geçendir.”[355]

 

Cennetteki Melik-i Muktedirin yanında olmanın şartı, muttaki olmaktan geçer.[356]

 

Allah’ın emirlerini yerine getirirken bile ürperen, “sevdiğime layık yapamadım” diye üzülen, içini Hak için, dışını halk için süsleyenler Cennette Rabbin yakını olacaklar.

 

‰† nÔ¢àÛael-Müktedir'e iman edenler sahip oldukları gücün farkına varırlar. Var olan gücü kullanırken hiçbir zorbanın zulmünden korkmazlar.  

 

Kadir isminin  mübalağasıdır. Her iki isim, aynı zamanda kudret veren, muktedir kılan manasına da gelir. Bütün kudret ve kuvvet, sadece Allah’ındır, dilediği kulunu kudretiyle galip eder, dilediği kulunu da yine kendi kudretiyle mağlup ve perişan eder. Mülkünde kudret ve iktidar sahibi olan ancak O’dur.

 

Bu esas manası kudretli demektir. Kudrette zuhur eden madumatın her birine mecaz olarak şey denir. Çünkü benzeri izleyen, onun yerini bildirmeye çalışır.

 

Yüce Allah, varlıkları kudretyile var etmiş, kudretiyle yönetiyor, kudretiyle düzeltiyor ve sağlamlaştırıyor, kudretiyle diriltiyor ve öldürüyor. Kudretiyle kulları tekrar diriltecek, iyileri iyilikleriyle ödüllendirip, kötüleri de kötülükleriyle cezalandıracaktır. O, yine kudretiyle kalpleri dilediği gibi değiştirir. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman “Ol” der, o da “Oluverir.” 

 

Yüce Allah bize hayırlı bir hayat ve ölüm nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUKADDİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 a¦‰ì¢r¤ä ß ¦õ¬b j ç ¢êb ä¤Ü È v Ï §3 à Ç ¤å¡ß aì¢Ü¡à Ç b ß ó¨Û¡a ¬b ä¤ß¡† Ó ë

 

“Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız.)”[357]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: كَانَ رسولُ اللّهِ  إذَا قَامَ مِنَ اللّيْلِ يتَهَجَّدُ قالَ: اللَّهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ أنْتَ قَيِّمُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أنْتَ نُورُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أنْتَ مَالِكُ السَّموَاتِ وا‘رْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أنْتَ الحَقُّ، وَوَعْدُكَ الحَقُّ، وَلِقَاؤُكَ حَقٌّ، وَقَوْلُكَ حَقٌّ، وَالْجَنَّةُ حَقٌّ، وَالنَّارُ حَقٌّ وَالنَّبِيُّونَ حَقٌّ، وَمُحَمَّدٌ # حَقٌّ، وَالسَّاعَةُ حَقٌّ. اللَّهُمَّ لَكَ أسْلَمْتُ، وَبِكَ أمَنْتُ، وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ، وَإلَيْكَ أنَبْتُ، وَبِكَ خَاصَمْتُ، وَإلَيْكَ حَاكَمْتُ، فَاغْفِرْ لِى مَا قَدَّمْتُ، وَمَا أخَّرْتُ، وَمَا أسْرَرْتُ، وَمَا أعْلَنْتُ، وَمَا أنْتَ أعْلَمُ بِهِ مِنِّى، أنْتَ المُقَدِّمُ، وَأنْتَ المُؤَخِّرُ َ إلَهَ إَّ أنْتَ.

 

Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu: "Allahım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatın ve onlarda bulunanların kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va'din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem  de haktır. Peygamberler haktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de haktır. Kıyamet de haktır.Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) ile dâvâ açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, alenî yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka ilah yoktur."[358]

  

 

İzahı

 

Al-Muqaddim

 

The Expediter. He who brings forward whatever He wills.

 

⡆ Ô¢àÛaMukaddim: Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.

 

İstediğini öne getiren, öne alan.

 

İstediğini ileri geçiren, öne alan.

 

Bazı varlıkları diğer bazı varlıklar üzerine, zamanda, mekanda, rütbede veya şerefte takdim edici, üstün tutucu, öne geçirici demektir.

 

“Öne geçiren, sonra bırakan” anlamlarına gelen bu iki isim Kur’an-ı Kerim de bu haliyle geçmez. Ancak fiil olarak geçer.

 

Kaf 28 de Kaddemtü fiili, İbrahim 41 de Mükaddim ve Muahhirin Allah olduğu bize bildirilir.

 

 ¡†î©Ç ì¤Ûb¡2 ¤á¢Ø¤î Û¡a ¢o¤ß £† Ó ¤† Ó ë  £ô † Û aì¢à¡– n¤‚ mü  4b Ó

 

“O esnada (Allah) buyurur: Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim!”[359]

 

Hz. Adem’i ve çocuklarını önce yaratan, bizleri de sona bırakıp 2003’li yıllarda yaşatan Allah’tır. Bizi bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.

 

“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış. Biz bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve “⡆ Ô¢àÛael-Mükaddim” Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe, korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken el-Müahhira bizi geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.

 

Takdim tehir kevni/yaratılış ve oluşla ilgili konularda görülür, şeri konular da görülür. Mahlukatun kimisinin önce yaratılması, kimisinin sonra yaratılması, sebeplerin önce neticelerinin sonra ortaya çıkması, şartların önce, şartı gerektiren şeylerin daha sonra olması gibi şeyler kevni konulardaki takdim tehirdir. Yaratılış ve kaderle ilgili takdim tehir çeşitleri o kadar çoktur ki sanki bu konu, sahili olmayan bir denizdir. Peygamberlerin diğer insanlardan üstün olması, insanların kiminin kiminden daha erdemli olması, Allah’ın bazı kullarının ilim, iman, ahlak ve başka meziyetlerde diğerlerinden öne geçmesi, bazılarının da  geride kalması gibi hususlar ise şeri konularla ilgili takdim tehir örnekleridir.

 

Yüce Allah’ın ⡆ Ô¢àÛaMukaddim” sıfatı ve diğer sıfatlar, zatıyla kaimdir. Yüce Allah bunlarla muttasıf olduğu için zati sıfatlardır; takdim/öne alma ve tehir/geri bırakma işi yaratıklarla, onların fiilleri ve kudretinden neşet ettiği için de bu sıfatlar fiili sıfatlardır. Yaratıcının sıfatlarının doğru bir şekilde tasimi budur. Zati sıfatlar zatla ilgili sıfatlardır. Fiili sıfatlara gelince, zat, bu sıfatlarla da muttasıftır ve bu sıfatlar o zattan neşet eden söz ve fiillerle ilgilidir.

 

Yüce Allah cümlemize, kötü şeyleri geriye ve iyi şeyleri öne almayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 


el-MUAHHİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى اِنَّ اَجَلَ اللّهِ اِذَا جَاءَ لَايُؤَخَّرُ لَوْكُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

“Ki (Allah) günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah’ın eceli eldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.” [360]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن علىّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: كانَ النَّبىُّ  إذَا سَجَدَ قالَ: اللَّهُمَّ لَكَ سَجَدْتُ، وَبِكَ آمَنْتُ، وَلَكَ أسْلَمْتُ، سَجَدَ وَجْهِىَ لِلَّذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ، وَشَقَّ سَمْعَهُ، وَبَصَرَهُ تَبَارَكَ اللّهُ أحْسَنُ الخَالِقِينَ، ثُمَّ يَكُونُ آخِرُ مَا يَقُولُ بَيْنَ التَّشَهُّدِ وَالتَّسْلِيمِ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِى مَا قَدَّمْتُ، وَمَا أخَّرْتُ، وَمَا أسْرَرْتُ، وَمَا أعْلَنْتُ، وَمَا أسْرَفْتُ، وَمَا أنْتَ أعْلَمُ بِهِ مِنِّى، أنْتَ المُقَدِّمُ، وَأنْتَ المُؤَخِّرُ َ إلَهَ إَّ أنْتَ.

 

Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) secde ettiği vakit şöyle dua okurdu: "Allahım sana secde ettim, sana inandım, sana teslim oldum. Yüzüm de, kendisini yaratıp şekillendiren, ona kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir."[361] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son duası: "Allahümmağfir lî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve mâ esrertü ve mâ a'lentü ve mâ esreftü ve mâ ente a'lemu bihî minnî ente'lmukaddim ve ente'lmuahhir. Lâ ilâhe illâ ente. (Allahım, geçmiş ömrümde yaptıklarımı, gelecekte yapacaklarımı, gizli işlediklerimi, alenî yaptıklarımı, israflarımı, benim bilmediğim fakat senin bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen, gerileten de sensin, senden başka ilah yoktur.)"[362]

 

 

İzahı

 

Al-Mu'akhkhir

 

The Delayer.  He who sets back or delays whatever He wills.

        

Š¡  ªì¢àÛaMuahhir: Eşyayı  yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa ona takdîm eder, kim de te'hîre hak kazanırsa ona da te'hîr eder.

 

İstediğini geri koyup, arkaya bırakan.

 

İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

 

“Öne geçiren, sonra bırakan” anlamlarına gelen bu iki isim Kur’an-ı Kerim de bu haliyle geçmez. Ancak fiil olarak geçer. (Kaf,50\28)'de Kaddemtü fiili, (İbrahim,14\41)'de ⡆ Ô¢àÛaMükaddim ve Š¡  ªì¢àÛaMuahhirin Allah olduğu bize bildirilir.

 

Hz. Adem’i ve çocuklarını önce yaratan , bizleride sona bırakıp 2000 li yıllarda yaşatan Allah’dır. Bizi bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.

 

“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış.

 

Biz bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve “⡆ Ô¢àÛael-Mükaddim” Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe, korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken “Š¡  ªì¢àÛael-Müahhira” bizi geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.

 

İlahi hikmeti sebebiyle bazı şeyleri tehir edici, zamanda, mekanda, rütbede ve şerefte geri bırakıcıdır.

 

Takdim tehir kevni/yaratılış ve oluşla ilgili konularda görülür, şeri konular da görülür. Mahlukatun kimisinin önce yaratılması, kimisinin sonra yaratılması, sebeplerin önce neticelerinin sonra ortaya çıkması, şartların önce, şartı gerektiren şeylerin daha sonra olması gibi şeyler kevni konulardaki takdim tehirdir.

 

Yaratılış ve kaderle ilgili takdim tehir çeşitleri o kadar çoktur ki sanki bu konu, sahili olmayan bir denizdir. Peygamberlerin diğer insanlardan üstün olması, insanların kiminin kiminden daha erdemli olması, Allah’ın bazı kullarının ilim, iman, ahlak ve başka meziyetlerde diğerlerinden öne geçmesi, bazılarının da  geride kalması gibi hususlar ise şeri konularla ilgili takdim tehir örnekleridir.

 

Yüce Allah’ın Š¡  ªì¢àÛaMuahhir” sıfatı ve diğer sıfatlar, zatıyla kaimdir. Yüce Allah bunlarla muttasıf olduğu için zati sıfatlardır; takdim/öne alma ve tehir/geri bırakma işi yaratıklarla, onların fiilleri ve kudretinden neşet ettiği için de bu sıfatlar fiili sıfatlardır. Yaratıcının sıfatlarının doğru bir şekilde taksimi budur.

 

Zati sıfatlar zatla ilgili sıfatlardır. Fiili sıfatlara gelince, zat, bu sıfatlarla da muttasıftır ve bu sıfatlar o zattan neşet eden söz ve fiillerle ilgilidir.

 

Yüce Allah, hakkımızda hayırlı olanı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

  

el-EVVEL

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

  

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë¢4 £ë üa  ì¢ç

 

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”[363]

                                          

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: جَاءَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها إلى النَّبىِّ  تَسْألُهُ خَادِماً، فقَالَ لَهَا قُولِى: اللَّهُمَّ رَبَّ السَّمواتِ السَّبْعِ، ورَبَّ العَرْشِ العَظِيمِ رَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شَئٍ، مُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وا“نْجِيل وَالْفُرْقَانِ، فَالِقَ الحَبِّ والنَّوَى. أعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ شَئٍ أنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ. أنْتَ ا‘وَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ اخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَئٌ، وَأنْتَ الْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَئٌ: اقْضِ عَنِّى الدّيْنَ، وَأغْنِنِى مِنَ الْفَقْرِ[.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resûlullah ona:"Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi:"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl."[364]

 

 

İzahı

 

Al-Awwal

 

The First.

 

4 £ë üaEvvel: Bütün eşyadan önce var olan demektir.

 

Her şeyden önce var olan.

 

Varlığın evveli yoktur.                                         

 

Allah, başlangıcı olmayan ezeli varlık sahibidir. Her işin ve oluşun evveli O’dur. O’ndan evvel yoktur.

 

Acaba evrenin ilki var mıdır?

 

Kuşkusuz bu soru yüzyıllar boyunca insanların cevap aradıkları bir soru olmuştur. Bu mükemmel düzenin bir Yaratıcısı olması gerektiğini kavrayabilen insanlar, evrenin bir başlangıcı olduğuna inanmışlardır. Ancak insanların bir kısmı da Yaratıcının varlığını kabullenmek istememiş ve bu yüzden evrenin bir başlangıcı olmadığını, ezelden geldiğini ve ebede gideceğini iddia etmişlerdir. Ancak bugün bilimin ulaştığı nokta, bu kişilerin apaçık bir yanılgı içinde olduklarını kanıtlamıştır.

 

Bugüne kadar evrenin var oluşuyla ilgili çeşitli tezler ortaya konmuştur ancak günümüzde tüm bilim çevreleri ortak bir noktada birleşmektedir. Bilimin yakın zamanda keşfettiği bir gerçek duruma açıklık getirmektedir. 1929 yılında, Edwin Hubble tarafından ortaya konduğu gibi kainat sürekli genişlemektedir. Bu gerçekten yola çıkan bilim adamları şöyle bir çıkarım yapmışlardır: Zaman kavramını tersine çevirirsek, genişlemekte olan evreni sıkışan bir sistem olarak, mesela daralmakta olan dev bir yıldız gibi düşünebiliriz. Bu durumda ortaya çıkan sonuç şöyledir; zaman kavramına göre daralan evren sonunda tekliğe ulaşır. Yani kainatın başlangıcı tek bir noktanın büyük bir patlama ile açılması suretiyle olmuştur.

 

Bizim buradan çıkarmamız gereken bir sonuç mevcuttur: İçinde yaşadığımız kainatın bir başlangıcı vardır. Böylesine kusursuz bir sistemin bir başlangıcı varsa; elbette bu başlangıcı tasarlayan bir gücün varlığı da açıktır. Bu Güç Sahibi'nin varlığı ezeli ve ebedidir. Yani O, her şeyden önce de vardır, sonra da olacaktır.

 

İşte bu sonsuz gücün sahibi Allah'tır. Ve canlıların, gezegenlerin, galaksilerin, tüm evrenin yaratılmadığı ve hatta zamanın da henüz var olmadığı anda yalnızca O vardır. Çünkü O '4 £ë üaEvvel'dir.

 

Başlangıcı olmayan ilk ve nihayeti olmayan son” anlamlarına gelen bu “4 £ë üael-Evvel” ve “¢Š¡¨üael-Ahir” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:

 

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2  ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë ¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë ¢4 £ë üa  ì¢ç

 

 “O ilktir, sondur, apaçıktır, gizlidir. O her şeyi bilendir.”[365]

 

Bizim dilimizde ilk ve son kelimeleri zamana ve mekana ve duruma göre anlam kazanır. Allah (c.c.) için zaman ve mekan olmadığından bu “ilk” ve “son” isimleri Onun evvelinin olmadığı, sonunun da olmadığını ifade ettiği gibi esmasının tecellisiyle ilk yaratanın Allah olduğunu en son yaratanın da yine O olacağını, kainatı ilk defa yaratan, kıyamette kainatı yok eden, yaratılıştan kıyamete kadar her şeyi yine yeniden yaratan. O “İlk” ve “son” olan Allah’tır.

 

4 £ë üaEvvel” ve “¢Š¡¨üaAhir”in yarattıklarının bir başı ve bir sonu vardır. Yaşımız kadar yaşıyoruz ve bizi ilk defa getiren, son defa götürüyor. Yani O’ndan geldik O’na dönüyoruz. Öyle ise O’na yaraşır işler yapalım.

 

İslam’i hizmetlerde ilk ve öncü olalım. Hayırlı hizmetlerde ilklere imza atalım.

 

Allah öyle bir varlıktır ki O’ndan önce vücud bulanın olmadığı manasına gelmektedir.

 

Yüce Allah cümlemize anlayış nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-AHİR

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

  

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë¢Š¡çb £ÄÛa ë¢Š¡¨üa ë ¢4 £ë üa  ì¢ç

 “O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”[366]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى زميل قال: ]قُلْتُ بْنِ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما: مَاشَىْءٌ أجِدُهُ في صَدْرِِي؟ فَقَالَ: مَاهُوَ؟ قُلْتُ: وَاللّهِ مَا أتَكَلَّمُبِهِ. فَقَالَ لِي: أشَىْءٌ مِنْ شَكٍّ؟ قَالَ وَضَحِكَ؛ ثُمَّ قَالَ: مَانَجَا أحَدٌ مِنْ ذلِكَ حَتّى أنْزَلَ اللّهُ تَعَالى: فَإنْ كُنْتَ في شَكٍّ مِمَّا أنْزَلْنَا إلَيْكَ فَاسْألِ الّذِينَ يَقْرَءُونَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَ. قَالَ فَقَالَ لِي: إذَا وَجَدْتَ في نَفْسِكَ شَيْئاً فَقُلْ: هُوَ ا‘وَّلُ وَاخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ.

 

Ebu Zümeyl rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a (bir gün): "İçimde duyduğum bu (fena) şeyler de ne?" diye sormuştum. Bana:"Ne hissediyorsun ki?" dedi. Ben:"Vallahi (onlar çok fena!) dilime alamam!" dedim."Şekk nevinden bir şey mi?" dedi ve güldü. Sonra açıkladı:"Bu (çeşit vesveseler)den hiç kimse kurtulamaz. Nitekim Allah Teala hazretleri (Resulüne) şu ayeti  inzal buyurmuştur. (Mealen): "Eğer  sana indirdiğimiz (kitapta  anlatılan bu kıssalar) hakkında bir şüphen varsa, senden evvel indirilmiş olanları okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak (olan kitap) gelmiştir, sakın şüphe edenlerden olma!"[367]

 İbnu Abbas bana dedi ki: "Eğer içinde herhangi bir vesvese bulursan şöyle de: "O (Allah), hem evveldir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem  batındır. O herşeyi bilendir."[368]

    

 

İzahı

 

Al-Akhir

 

The Last.

 

Š¡¨üaAhir: “Başlangıcı olmayan ilk ve nihayeti olmayan son” anlamlarına gelen bu “4 £ë üael-Evvel” ve “Š¡¨üael-Ahir” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte.

 

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2  ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë ¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë ¢4 £ë üa  ì¢ç

 

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” [369]

 

Bizim dilimizde ilk ve son kelimeleri zamana ve mekana ve duruma göre anlam kazanır. Allah (c.c.) için zaman ve mekan olmadığından bu “ilk” ve “son” isimleri Onun evvelinin olmadığı, sonunun da olmadığını ifade ettiği gibi esmasının tecellisiyle ilk yaratanın Allah olduğunu en son yaratanın da yine O olacağını, kainatı ilk defa yaratan, kıyamette kainatı yok eden, yaratılıştan kıyamete kadar her şeyi yine yeniden yaratan. O “İlk” ve “son” olan Allah’tır.

 

4 £ë üaEvvel” ve “Š¡¨üaAhir”in yarattıklarının bir başı ve bir sonu vardır. Yaşımız kadar yaşıyoruz ve bizi ilk defa getiren, son defa götürüyor. Yani O’ndan geldik O’na dönüyoruz. Öyle ise O’na yaraşır işler yapalım.

 

İslami hizmetlerde ilk ve öncü olalım. Hayırlı hizmetlerde ilklere imza atalım.

 

Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak olan demektir. Varlığının sonu yoktur.

 

Her şey helak olduktan sonra geri kalan.

 

Allah, bitimi olmayan ebedi varlık sahibidir. Her iş ve olmuş O’nun varlığında nihayete erer. Her şeyin yokluğunda var olan ancak O’dur.

 

Burada yüce Allah’ın bekası ebedi ve sonsuzluğa dek sürmesidir. Bu ad Varis ve Baki adlarının manalarını ihtiva etmektedir. Allah her şeyden sonra baki kalandır.

 

Allah kainatı yokluktan yaratmıştır ve onu en sonunda yine eski durumuna çevirecek, yok edecektir. Yok olmayacak hiçbir eşya, ölümsüz olan hiçbir canlı mevcut değildir. Dünyadaki tüm canlılar doğarlar ve ölürler, her şeyin bir ömrü, sayılı günü vardır. Oysa Allah'ın evveli, başı olmadığı gibi sonu da yoktur. Her şey yok olduktan sonra kalacak olan da O'dur.

 

Ömrü ve zamanı yaratan Allah maddeye ait tüm bu özelliklerden uzaktır. O, öncesi ve sonrası olmayandır. Yok olacağı kesin bir gerçek olan evren, dünya ve içinde yasayan tüm canlılar, O'nun sonsuzluğuna ve birliğine şahittir. Sonsuzluğun sahibi, zamanın ve mekanın üstünde olan O'dur. Sonuçta kainat tekrar başlangıç noktasına dönecek, canlı cansız hiçbir şey kalmayacaktır. Yalnız Allah'ın varlığı baki kalacaktır.

 

Yüce Allah cümlemize, basiret nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

ez-ZAHİR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

  

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë¢4 £ë üa  ì¢ç

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”[370]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: جَاءَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها إلى النَّبىِّ  تَسْألُهُ خَادِماً، فقَالَ لَهَا قُولِى: اللَّهُمَّ رَبَّ السَّمواتِ السَّبْعِ، ورَبَّ العَرْشِ العَظِيمِ رَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شَئٍ، مُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وا“نْجِيل وَالْفُرْقَانِ، فَالِقَ الحَبِّ والنَّوَى. أعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ شَئٍ أنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ. أنْتَ ا‘وَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ اخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَئٌ، وَأنْتَ الْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَئٌ: اقْضِ عَنِّى الدّيْنَ، وَأغْنِنِى مِنَ الْفَقْرِ.

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:    

 "Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi: 

"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl."[371]    

                    

 

İzahı

 

Az-Zahir

 

The Manifest One.  He who is Evident.

 

Š¡çb £ÄÛaZahir: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey demektir.

 

Varlığı sayısız delillerle açık olan.

 

Varlığı sayısız deliller ile aşikar.

 

Afaki ayetler ve enfüsi deliller ile varlığı zahirdir.

 

“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “Š¡çb £ÄÛaez-Zahir” ve “塟b j¤Ûael-Batın” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:

 

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2  ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë ¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë ¢4 £ë üa  ì¢ç

 

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”[372]

 

İşin ehli olanlar bir sanat eserinden sanatkârın ilmini, gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise öküzün trene baktığı gibi bakıp geçerler.

 

Her çiçekte, her böcekte, zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah (c.c.)ın ilmi, kudreti, sanatı apaçık görülmekte.

 

Zatı ise görülenlerin parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta. Çünkü bugünkü gözler Rabbimizin zatını görecek şekilde yaratılmamıştır. Bir ismi Zahir olan Rabbimizin yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de Batın olan Rabbimizin yarattığı aklımızı göremiyoruz.

 

Balı apaçık görüyoruz ama tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.

 

Bizlere ten gibi açık, akıl gibi gizli nimetler veren Š¡çb £ÄÛaZahir” ve “塟b j¤ÛaBatın” Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız. [373]

 

Verdiği nimetlerden elmayı yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve gıdasını hissettiğimizde “Š¡çb £ÄÛaZahir” ve “塟b j¤ÛaBatın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.

 

Yaratılan her şeyin bir görünen, binlerce görünmeyen yönünü öğrendiğimizde yine “Š¡çb £ÄÛa Zahir” ve “塟b j¤Ûa Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç çıkarmayacağız.

 

İnsanlara yardım ederken gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı değil verdiğimizi göstereceğiz.

 

Yardımı alan isek, verilene değil verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz. Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde bize nimetler sunan Rabbimizin nimetleri bizim gözlerimize perde olup materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olanlardan olmayalım.

 

O çiçekler, meyveler, manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da, içimiz imanla, dışımız amelle süslensin.

 

Yüce Allah cümlemizin kalp gözüyle olaylara bakmayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BATIN

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

  

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë¢4 £ë üa  ì¢ç

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” [374]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: جَاءَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها إلى النَّبىِّ  تَسْألُهُ خَادِماً، فقَالَ لَهَا قُولِى: اللَّهُمَّ رَبَّ السَّمواتِ السَّبْعِ، ورَبَّ العَرْشِ العَظِيمِ رَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شَئٍ، مُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وا“نْجِيل وَالْفُرْقَانِ، فَالِقَ الحَبِّ والنَّوَى. أعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ شَئٍ أنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ. أنْتَ ا‘وَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ اخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَىْءٌ، وَأنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَئٌ، وَأنْتَ الْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَئٌ: اقْضِ عَنِّى الدّيْنَ، وَأغْنِنِى مِنَ الْفَقْرِ.

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:    

 "Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi: 

"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl."[375]

 

 

İzahı

 

Al-Batin

 

The Hidden One.  He who is   hidden, concealed.

 

塟b j¤Ûa  Batın: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.

 

Aklın tasavvurundan ve idrakından gizlidir.

 

Varlığı sayısız delillerle açık olan.

 

Aklın görüş ve tasavvurundan Kibriya perdesi ile örtünmüştür, işaretlerle belirmekten yücedir.

 

“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “Š¡çb £ÄÛaez-Zahir” ve “塟b j¤Ûa el-Batın” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:

 

 ¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2  ì¢ç ë 7¢å¡Ÿb j¤Ûa ë ¢Š¡çb £ÄÛa ë ¢Š¡¨üa ë ¢4 £ë üa  ì¢ç

 

“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”[376]

 

İşin ehli olanlar bir sanat eserinden sanatkârın ilmini, gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise öküzün trene baktığı gibi bakıp geçerler.

 

Her çiçekte, her böcekte, zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah (c.c.)ın ilmi, kudreti, sanatı apaçık görülmekte.

 

Zatı ise görülenlerin parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta. Çünkü bugünkü gözler Rabbimizin zatını görecek şekilde yaratılmamıştır. Bir ismi Zahir olan Rabbimizin yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de Batın olan Rabbimizin yarattığı aklımızı göremiyoruz.

 

Balı apaçık görüyoruz ama tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.

 

Bizlere ten gibi açık, akıl gibi gizli nimetler veren Š¡çb £ÄÛaZahir” ve “塟b j¤Ûa Batın” Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız.[377]

 

Verdiği nimetlerden elmayı yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve gıdasını hissettiğimizde “Š¡çb £ÄÛaZahir” ve “塟b j¤Ûa Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.

 

Yaratılan her şeyin bir görünen, binlerce görünmeyen yönünü öğrendiğimizde yine “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç çıkarmayacağız.

 

İnsanlara yardım ederken gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı değil verdiğimizi göstereceğiz.

 

Yardımı alan isek, verilene değil verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz. Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde bize nimetler sunan Rabbimizin nimetleri bizim gözlerimize perde olup materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olanlardan olmayalım.

 

O çiçekler, meyveler, manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da, içimiz imanla, dışımız amelle süslensin.

 

Bulunduğunuz odada söyle bir çevrenize bakin. Gözlerinizle görebildiğiniz her şeyin 'yapılmış' olduğunu görürsünüz. Kapı, masanın üzerindeki teyp, duvara asılmış resim, pencere... Tüm bunların birileri tarafından üretildiğine eminsinizdir. Simdi de pencereden dışarı bir bakin. Gördüğünüz manzara da muhtemelen deniz, ağaçlar, güneş, gökyüzü, uçan kuşlar, belki bir ada veya bunlara benzer detaylar olacaktır. Eğer gece ise gökyüzünde asili duran yıldızları ve ayı da seyredebilirsiniz. Peki oturduğunuz odadaki eşyaların yapılmış olduğuna emin olduğunuza göre, dışarıda gördüğünüz şeylerin de yapıldığı kesin değil midir?

 

Elbette kesindir. Eğer bir duvardaki resmin tesadüfen oluşup oraya geldiğini iddia edemiyorsanız, günesin, yıldızların ve ayin da tesadüfen oluşup gökyüzündeki yerlerini aldığını iddia edemezsiniz. Yerde ve gökte gördüğünüz her şeyin bir tasarlayıcısı, üreticisi, yaratıcısı vardır. Ve her şeyin üstün bir sanatla var eden Yaratıcı, yarattığı şeylerle kendini bize tanıtmaktadır.

 

Pencereden dışarı baktığınızda O'nu göremezsiniz, çünkü O'nun varlığı, gücü ve sanatı yarattığı şeylerle apaçık görünmesine rağmen, Zatı gizlidir.

 

İşte Allah'ın yukarıdaki ayette bildirilen Batin sıfatının anlamı budur. O'nun varlığı ve hakimiyeti kainattaki her noktada apaçık görülür ancak insan O'nun Zatini göremez. Çünkü Allah'ın kendi zatini bildiği ve gördüğü gibi yarattıklarının O'nu algılama kabiliyeti yoktur. O'nu kimse göremez ama O, her yeri sarıp kuşatmıştır.

 

Yüce Allah cümlemize firaset,, basiret nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VALİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ وَاِذَا اَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَالَهُمْ مِنْ دُونِه مِنْ وَالٍ

 

 “Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”[378]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: فِينَا نَزَلتْ: إذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ أنْ تَفْشََ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا؛ قَالَ نَحْنُ الطَّائِفَتَانِ: بَنُو حَارثَةَ، وَبَنُو سَلَمَةَ، وَمَا يَسُرُّنِى أنَّهَا لَمْ تَنْزِلْ لِقَولِ اللّهِ تعالى: وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا.

 

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu âyet bizim hakkımızda indi: "O zaman içinizden iki zümre za'f göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalılar."[379] Hz. Câbir devamla şu açıklamayı yaptı: "Biz iki zümreydik: Bir zümre Benû Hârise, diğeri Benû Seleme. Ayette: "Allah onların yardımcısıdır" dendiği için bu âyet hakkımızda inmemiş olsaydı sevinmezdim."[380]

 

İzahı

 

Al-Walí

 

The Protecting Friend.  He who administers this vast universe and all its  passing phenomena.

 

óÛa ìÛaVali: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.

 

Bütün mahlukatın işlerini idare eden.

 

Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başına idare eden.

 

Yaratıklarının işlerine mütevelli ve malik olan.

 

"Kainatın yöneticisi" anlamına gelen bu ismi şerif Kur'an-ı Kerim’de bir defa geçmekte:

 

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ وَاِذَا اَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَالَهُمْ مِنْ دُونِه مِنْ وَال

 

"Allah bir topluma (kötülükleri sebebiyle) bir azap istediğinde onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah'tan başka yardımcı dost ta yoktur."[381]

 

óÛ ìÛael-Vali" ismi cemilinde açıkladığımız gibi bu kelimenin kökünde "yönetici dost" anlamı vardır.

 

Bir ilin eğitim, güvenlik, sağlık gibi sorunlarına çareler bulan yetkiliye de Vali diyoruz. Valilerimiz Rabbimizin isimlerinden birini taşıyorlar. Ona göre dikkatli olmalılar. İnsanları, hayvanları, dağları, denizleri, yolları, tarihi eserleri özetle yönetim alanı içindeki her şeyi yönetirken yönettiklerine dost olduğunu unutmamalı.

 

Valiler her yeri ve her şeyi göremezler, bilemezler, uyurlar, izine ayrılırlar. Ama gerçek Vali olan Allah (c.c.) her an her şeyi görmekte, bilmekte ve dostça yönetmekte. Kendini inkar edenlere bile can veriyor, kan veriyor, sıhhat veriyor.

 

Her evin ve her şehrin bir valisi olur da koskokaca evrenin valisi olmaz mı? Evrenin eşisiz tek vailsi Allah’tır. Yüce Allah’ın valiliği diğer valilere benzemez. Diğer valiler önünü görür ardını göremezler, ardını görür önünü göremezler. Oysa Allah, hem gelecek hem de geçmişi bilir ve işlerini ona göre tanzim eder. Diğer valilerin gücü sadece kendi şehirlerinde geçerlidir. Oysa yüce Allah’ın valiliği bütün bir evrene hükmeder. Ve hükmü altında bulunan bütün yaratılmışlar Onun adaletin ve hükmünden yararlanırlar.

 

Yüce Allah óÛa ìÛaVali” ismi şerifiyle bütün evrendeki en ucra ve en gizli varlıklara kadar hükmünü geçirir. Ve o varlıların rızkına, yaşamına teminat verip, onları velayetine alır. Kendisinin izni olmadan hiç kimse onun velayeti altında bulunan varlıklara zarar veremez. Hatta bu bir taş da olsa aynı hüküm geçerlidir. Yani bir taşın dahi yuvarlatılması ve yuvarlanıp tebdili mekan etmesi ancak Allah’ın izniyle mümkündür.

 

Bu kadar muazzam bir evrenin yegane valisi olan yüce Rabbimizin velayetine inancımızı tekrar tazeliyor ve Ondan biz aciz kullarını kendi velayetinden velilik (dostluk) makamına çıkarmasını niyaz ediyoruz.

 

Yüce Allah cümlemizi yakın dostluğuyla şereflendirdiği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUTEALİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

          

 ¡4b È n¢à¤Ûa ¢Šî©j Ø¤Ûa ¡ñ …b è £'Ûa ë ¡k¤î Ì¤Ûa ¢á¡Ûb Ç

 

 “O, görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.”[382]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: إنَّ نَبِىَّ اللّهِ  قالَ: إذَا قَضَى اللّهُ تعالى ا‘مْرَ في السَّمَاءِ ضَرَبتِ المََئِكَةُ عَلَيْهِمُ السََّمُ بِأجْنِحَتِهَا خُضْعَاناً لقولِهِ كأنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ فإذا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ قَالُوا لِلَّذِى قَالَ الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ فَيَسْمَعُهَا مُسْتَرِقُ السَّمْعِ، وَمُسْتَرِقُوا السَّمْعِ هكذَا بَعْضُهُ فَوْقَ بَعْضٍ، وَوَصَفَ سُفْيَانُ بِكَفِّهِ فَخَرَّقَهَا وَبَدَّدَ بَيْنَ أصَابِعِهِ فَيَسْمَعُ الْكَلِمَةَ فَيُلْقِيهَا إلى مَنْ تَحْتَهُ حَتَّى يُلْقِيهَا عَلى لِسَانِ السَّاحِرِ أوِ الْكَاهِنِ فَرُبَّمَا اَدْرَكَهُ الشِّهَابُ قَبْلَ اَنْ يُلْقِىهَا، وَرُبَّمَا ألْقَاهَا قَبْلَ أنْ يُدْرِكَهُ. فَيَكْذِبُ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ ألَيْسَ قَدْ قَالَ لَنَا يَوْمَ كَذَا وَكَذَا وَكذَا وَكذَا؟ فيُصَدَّقُ بِتِلْكَ الْكََلِمَةِ الَّتِى سُمِعَتْ مِنَ السَّمَاءِ.

 

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:"Allahu Teâla Hazretleri semâda bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teâla'nın sözüne ihtiramla, melâike (aleyhimüsselam) korku ile  kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teâla'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere):"- Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da:

"- Allah Teâlâ hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı  şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur.

- Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler.

Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semada (kulak hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."[383]

 

 

İzahı

 

Al-Muta'ali

 

The Supreme One.  He is Exalted  in every respect, far beyond anything the mind  could possibly  attribute to His creatures.

 

4b È n¢à¤ÛaMüteali: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan. 

 

Aklın mümkün gördüğü her şeyden, her halden pek yüce olan.

 

Zatının büyüklüğünü ancak zat-ı bilir.

Büyüklük ve yüceliğin nihayetinde bulunan demektir.

"Pek yüce" anlamına gelen "4b È n¢à¤Ûael-Müteali" ismi celili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçmekte.

 

 ¡4b È n¢à¤Ûa ¢Šî©j Ø¤Ûa ¡ñ …b è £'Ûa ë ¡k¤î Ì¤Ûa ¢á¡Ûb Ç

 

"Gizli olanı da açık olanı da bilir. Büyüktür, pek yücedir."[384]

 

Ana rahmindeki değişimleri bilen, toplumsal gelişmeleri ve değişmeleri bilen ve yönlendiren "4b È n¢à¤Ûael-Müteali" pek yüce olan Rabbimizin bir ismidir.

 

Gizliyi de açığı da bilen ve pek yüce olan Rabbimizden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini bilelim.

 

Her sahada yücelmek için yüce olan Rabbimizin ilmine, sanatına, kudretine, ikramına sarılıp onun yaptıkları ve yarattıklarına bakarak ilmimizi, ahlakımızı geliştirmeliyiz.

 

Kimseyi aşağılamadığımız gibi aşağılananları islâm’la yüceltmeye çalışmalıyız.

 

Kur’an-ı Kerim’de:

 

 ¢áî©Ä È¤Ûa ¢£ó¡Ü È¤Ûa  ì¢ç ë 7b à¢è¢Ä¤1¡y ¢ê¢…@¢ªì í ü ë¤‰ üa ë ¡pa ì¨à £Ûa

 

“Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”[385]

 

Bu ayette, yücelik ve ululuğun bütün anlamlarının her yönden Allah için sabit olduğuna delalet eder. O, zatı yönüyle uludur. Çünkü O, bütün mahlukatın üstündedir. Kadri yücedir. O’nunkine denk olamaz. Yaratıkların hiçbirisi O’nun sıfatlarından bir sıfatın ifade ettiği anlamların bir kısmını bile kapsayamaz.

 

Bununla anlaşılmaktadır ki Allah bütün sıfatlarında hiçbir şeye benzememektedir. Galibiyyetin en üstün olanı O’na aittir. O, birdir ve gücüne karşı konulamaz. Sonsuz güç ve kudretiyle, azamet ve yüceliğiyle bütün yaratıklarına egemendir. Onların mukadderatları O’nun elindedir. O, neyi dilerse o olur. Hiçbir şey buna mani olamaz. O’nun istemediği şey de asla olmaz.

 

Yüce Allah, bizleri şeytan ve nefsin kötü arzularına alet olmaya mani olduğu kulların zümresine ilhak eylesin.

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

          

el-BERR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ;¢áî©y £ŠÛa¢£Š j¤Ûa  ì¢ç ¢é £ã¡a 6¢êì¢Ç¤† ã ¢3¤j Ó ¤å¡ß b £ä¢× b £ã¡a

 

"Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."[386]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: سَمِعْتُ رسُولَ اللّهِ  يَقُولُ: مَا أذِنَ اللّهُ تعالى لِشَئٍ: مَا أذِنَ لِعَبْدٍ يَقْرأُ الْقُرآنَ في جَوْفِ اللَّيْلِ، وَإنَّ الْبِرَّ لَيُذَرُّ عَلَى رَأسِ الْعَبْدِ مَادَامَ في مُصَّهُ، وَمَا تَقَرَّبَ الْعِبَادُ إلى اللّهِ تعالى بِمثْلِ مَا خَرَجَ مِنْهُ.قال أبو النَّضر: يعنى القرآن. منه بدأ ا‘مرُ به، وإليه يرجع الحكم فيه.

 

 Ebû Umâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "Allah, geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu müddetce kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir zaman Allah'a yaklaşmış olmaz." Ebu'n Nadr der ki: "Ondan" tâbiriyle "Kur'an'dan" denmek istenmiştir."[387]

 

 

İzahı

 

Al-Barr

 

Source of all Goodness.  He who treats His servants tolerantly, and whose  goodness and kindness are very great indeed.

            

Š j¤ÛaBerr: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli, şefkatli demektir.

 

Kullarına iyilik ve ihsanı, nimetleri bol olan.

İhsan edici, hayırları ve iyilikleri sevici demektir.

"Çok iyilik eden" manasına gelen "Š j¤Ûael-Berr" ismi cemili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçer:

 

 ;¢áî©y £ŠÛa¢£Š j¤Ûa  ì¢ç ¢é £ã¡a 6¢êì¢Ç¤† ã ¢3¤j Ó ¤å¡ß b £ä¢× b £ã¡a

 

"Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."[388]

 

İyiliklerin kaynağı Allah (c.c.)’dır. İyiliği de, iyilik yapanı da yaratan O dur.

 

Yahya peygamberi şefkatli, tertemiz, anne ve babasına iyi davranan bir insan yapan Allah (c.c.)’dır.[389] İsa aleyhisselamı annesine karşı iyilik yaptıran yine Allah (c.c.)’dır.[390]

 

"Çok iyilik eden" Rabbimizin bize en büyük iyiliği akıl vermesi ve bu akıla iman nasip etmesi, sonra sıhhat ve afiyet vermesi. Kalp ve kalıbımızla kendisine kulluk yapmamızı lutfederek başkalarına kul olmamızı engellemesidir.

 

Bizimde iyilik yapmamızı ister ve iyiliğin ne olduğunu Bakara 177 nci ayette şöyle öğretir.

 

İyilik: Allah'a, ahirete, kitaba, peygamberlere iman etmek, malını sevdiği halde yetimlere, fakirlere, yolda kalanlara, isteyenlere, kölelerin hürriyetine kavuşması için vermek, namaz kılmak, zekat vermek, verdiği sözü yerine getirmek, zor ve dar zamanlarda savaşta sabretmektir.

 

Allah insani yaratmış ve onu yaşaması için her yönden elverişli olan bir mekana yerleştirmiştir. Bu mekanda var olan her şeyi de insan için özel yaratmış ve onun hizmetine vermiştir. Nahl Suresi 4-16. ayetler arasında Allah insanlara sunduğu nimetlerin bir kısmını şöyle sıralamıştır:

 

وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَاْكُلُونَ () وَلَكُمْ فيهَا جَمَالٌ حينَ تُريحُونَ وَحينَ تَسْرَحُونَ () وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغيهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ () وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَميرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزينَةً وَيَخْلُقُ مَالَا تَعْلَمُونَ () وَعَلَى اللّهِ قَصْدُ السَّبيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَديكُمْ اَجْمَعينَ () هُوَ الَّذى اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ  شَجَرٌ فيهِ تُسيمُونَ () يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخيلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ () وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ () وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِى الْاَرْضِ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ () وَهُوَالَّذى سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَاْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ () وَاَلْقى فِى الْاَرْضِ رَوَاسِىَ اَنْ تَميدَ بِكُمْ وَاَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ () وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ

“İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.

Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısını telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? Yolu doğrultmak Allah'a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.

Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayi sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.

Şüphesiz bunda, aklini kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi).

Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.

Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.

Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kildi). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. [391]

Kuşkusuz yukarıda sayılanların tek bir tanesi bile insanın kendi imkanlarıyla elde edebileceği, oluşturabileceği, sahip olabileceği şeyler değildir. Bunların tümü Allah tarafından insana nimet olarak sunulmuş güzelliklerdir. Yukarıda arka arkaya sıralanan nimetler Allah'ın kullarına karşı ‘iyiliğinin çok' olduğunun apaçık delilleridir.

 

Peki bunca iyilik karşısında insana düsen nedir?

 

Yüce Allah cümlemizi nimetlerine karşı şakir olmayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

      

el-TEVVAB

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 ¢áî©y £ŠÛa ¢la £ì £nÛa  ì¢ç  ¢é £ã¡a 6¡é¤î Ü Ç  lb n Ï §pb à¡Ü × ©é¡£2 ‰ ¤å¡ß ¢â …¨a ¬ó¨£Ô Ü n Ï

 

“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”[392]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ا‘سود قال: كُنَّا في حَلْقَةِ عَبدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ فَجَاءَ حُذَيْفَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ حَتّى قَامَ عَلَيْنَا، فَسَلّمَ، ثُمَّ قَالَ: لَقَدْ أُنْزِلَالنِّفَاقُ عَلى قَوْمٍ خَيْرٍ مَنْكُمْ. قَالَ ا‘سْوَدُ: سُبْحَانَ اللّهِ إنَّ اللّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ: إنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الْدَّرْكِ ا‘سْفَلِ مِنَ الْنَّارِ. فَتَبَسَّمَ عَبْدُ اللّهِ، وَجَلَسَ حُذَيْفَةُ فِي نَاحِيَةِ الْمَسْجِدِ. فَقَامَ عَبْدُاللّهِ فَتَفَرَّقَ أصْحَابُهُ فَرَمانِى بِالْحَصْبَاءِ، فأتَيْتُهُ. فقَالَ حُذَيْفََةُ: عَجِبْتُ مِنْ ضَحِكِهِ، وَقَدْ عَرَفَ مَا قُلْتُ، لَقَدْ أُنْزِلَ النِّفَاقُ عَلى قَوْمٍ كَانُوا خَيْراً مِنْكُمْ، ثُمَّ تَابُوا، فَتَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ.

 

Esved rahimehullah anlatıyor: "Hz. Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un ders halkasında idik. Huzeyfe (radıyallahu anh) geldi ve yanımızda durup bize selam verdi:"Nifak, sizden hayırlı bir kavme indirildi" dedi. Esved de (hayretle):"Sübhanallah, Aziz ve Celil olan Allah: "Münafıklar cehennemin en aşağı derekesindedir"[393] buyuruyor" dedi. Bunun üzerine Abdullah tebessüm etti. Huzeyfe de mescidin  bir kenarına oturdu. Derken Abdullah kalktı ve arkadaşları da dağıldılar. Huzeyfe beni çağırmak için bana bir çakıl attı, yanına geldim.  Bana: "Abdullah'ın  gülmesi tuhafıma gitti, halbuki o benim söylediğimi bilen birisi. Yemin olsun nifak, siz (tabiiler)den daha hayırlı bir kavme indirildi. Onlar (nifaktan) sonra tevbe ettiler. Allah da tevbelerini kabul etti" dedi."[394]

               
        

İzahı

 

At-Tawwib

 

The Acceptor to Repentance.   He who is ever ready to accept repentance and to forgive sins.

                      

la £ì £nÛaTövbe: Tövbe edenlerin tövbelerini kabul eden.

 

Tövbeleri kabul edip günahları bağışlayan.

Taatını yerine getiren günahkarın tövbesini kabul edip ona rahmetle rücu edici demektir. Mübalağa manası ifade eder.

Bazılarına göre tövbe; sebepleri kolaylaştırıp tövbeye yardım edici, gaflet uykusundan uyarıcı, kötülüklerin sonu olan acı cezalara mutali edici manasınadır.

 

Lugatta tövbe; rücu (geri dönme) demektir. Istılahta ise, Allah’tan korkarak kötülüklerine nedamet ve hemen onları terk edip elinden geldiği kadar muktedir olduğu halde artık o günahı işlememeye azm eylemektir. Böylece günahtan, isyandan ve bütün kötülüklerden yüz çevirip Allah’ yönelmektir. Bu halis tövbesini kabul eden Allah da o kuluna rahmetle yönelir.

 

"Tevbe ettiren ve tevbeleri kabul eden" anlamına gelen "la £ì £nÛaet-Tevvab" ismi şerifi Kur'an-ı Kerim de 11 defa geçmekte:

 

فَتَلَقّى ادَمُ مِنْ رَبِّه كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ

 

“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”[395]

 

Tevbe suresinin 118 nci ayetinde bizlerin tevbe etmesi için bize tevbeyi öğretenin ve tevbeleri kabul edip mükafatlandıranın Allah (c.c.) olduğunu ifade eder.

 

Şair:
        

"Kıl tevbe seyyiatına gözler kapanmadan,

 

Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan."

 

Yani "Gözlerin kapanmadan, ölmeden önce günahlarına pişman olduğunu ve afvını Allah'tan iste" diyor.

 

Tevbe günahın cinsinden olur. Milletin malını zimmetine geçirip sonra istiğfar etmek tevbe değildir. Zimmetine geçirdiği malı sahiplerine vermek, sonra istiğfar etmektir tevbe.

 

Rabbimiz bizim hatalarımızı, günahlarımızı nasıl afvettireceğimizi bize öğretiyor ve bizi affediyor.

 

la £ì £nÛaet-Tevvaba" iman eden bizlerde bize karşı suç işleyenlerin özrünü kabul edeceğiz. Özür dilemese bile pişmanlık duyması özür dilemesi demektir. Affedici olacağız.

 

Yüce Allah, cümlemizin işledikleri hata ve isyanlarının özrü olan tövbelerimizi kabul etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MÜNTEKİM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِايَاتِ رَبِّه ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَا اِنَّا مِنَ الْمُجْرِمينَ مُنْتَقِمُونَ

 

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz.”[396]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قلَّمَا كانَ رَسُولُ اللّهِ  يَقُومُ مِنْ مَجْلِسِه حَتَّى يَدْعُوَ بِهؤَُءِ الدَّعَواتِ ‘صْحَابِهِ: اللَّهُمَّ اقْسِمْ لَنَا مِنْ خَشْيَتِكَ مَا تَحُولُ بِهِ بَيْنَنَا وَبَيْنَ مَعَاصِيكَ، وَمِنْ طَاعَتِكَ مَا تُبَلِّغُنَا بِهِ جَنَّتَكَ، وَمِنَ اليَقِينِ مَا تُهَوِّنُ بِهِ عَلَيْنَا مَصَائِبَ الدُّنْيَا. اللَّهُمَّ مَتِّعْنَا بِأسْمَاعِنَا وَأبْصَارِنَا وَقُوَّتِنَا مَا أحْيَيْتَنَا، وَاجْعَلْهُ الْوَارِثَ مِنَّا، وَاجْعَلْ ثَأرَنَا عَلى مَنْ ظَلَمَنَا، وَانْصُرْنَا عَلى مَنْ عَادَانَا، وََ تَجْعَلْ مُصِيبَتَنَا في دِيننَا، وََ تَجْعَلِ الدُّنْيَا أكْثرَ هَمِّنَا، وََ مَبْلَغَ عِلْمِنَا، وََ تُسَلِّطْ عَلَيْنَا مَنْ َ يَرْحَمُنَا.

 

 İbnu Ömer hazretleri (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir cemaatte oturduğu zaman, ashâbı için şu duayı okumadan nadiren kalkardı:"Allahım! Bize korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günahlarla bizim aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete ulaştırsın. Yakîninden öyle bir hisse lutfet ki dünyevî musibetlere tahammül kolaylaşsın.Allahım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden istifade etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan neslimize de nasib et. İntikamımızı, bize zulmedenlerden almışlardan kıl (mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi muzaffer kıl. Bize, dinî musibet verme. Dünyayı, ne asıl gayemiz kıl, ne de ilmimizin son hedefi. Bize merhametli olmayanı bize musallat etme."[397]

                 

 

İzahı

 

Al-Muntaqim

 

The Avenger.  He who ustly inflicts upon wrongdoers the punishment they deserve.

 

á¡Ô nä¢àÛaMüntakim: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnutsuzluğun öfke ve nefret derecesine ulaşmasıdır.

 

Günahkarlara, adaletiyle, müstahak oldukları cezayı veren.

 

Düşmanlardan intikam alıcı ve çirkin işleri kötü görüp isyan üzerine ceza verici demektir.

 

“Suçlulardan intikam alan” anlamına gelen “á¡Ô nä¢àÛael-Müntakım” ismi celili bu şekliyle Kur’an’ı Kerim’de yok. Çoğul olarak á¡Ô nä¢àÛa el-Müntakım'ün olarak üç defa geçmekte. Ancak beş defa “intikam aldık” bir defa “intikam alır” üç defa “biz intikam alıcıyız” dört defa “Allah intikam sahibidir” diye tanıtılmakta.

 

  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¢Š¤– ã b ä¤î Ü Çb¦£Ô y  æb × ë 6aì¢ß Š¤u a  åí©ˆ £Ûa  å¡ß b ä¤à Ô n¤ãb Ï

 

“Bunun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize bir hak oldu."[398]

 

Kendini ilah yerine koyan insanları kendine kul yapan firavun bu dünyada cezalandırıldı.

 

Ad kavmi Semud kavmi bu dünyada iken cezalandırıldılar. Ama bir çok kafir, asi, insanlığın üzerine ateş saçanlar, yeryüzünde hep bozgunculuk çıkaranlardan Allah ahirette intikam alacak ve onları bir kıvılcımı dünyayı kasıp kavuracak olan cehennemine atacaktır. Yanar dağlardan akan lâvlar cehennemin bir kıvılcımına denk olmaz. Ona göre hareket edelim el-Müntakıme iman edenler olarak yeryüzünde insan neslini ve yeryüzü nimetlerini yok etmeye çalışan, yakmaktan, yıkmaktan zevk alanların ıslahı için onlara zaman tanıyalım.

 

Islah olması için yollarını gösterelim. Eğer ıslah olmazlarsa insanlığın selameti için Rabbimizin koyduğu kurallar içinde cezalandırma yoluna gidelim.

 

Kendi içimizin intikam susuzluğunu gidermek için kendi koyduğumuz kurallarla cezalandırmayalım. Affederken de cezalandırırken de Rabbimizin koyduğu kurallara uymazsak affederken de cezalandırırken de zulmetmiş oluruz.

 

Çayırda yayılan birlerce kuzuya saldıran bir Kurt’a acımak bir tane kuzuya acımamaktır.

 

Bu günkü batı hukuku kurtlar tarafından hazırlandığı için kuzuları değil kurtları koruyor.

 

Yüce Allah cümlemizi kurtlara yem olmaktan korusun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

  

el-AFÜVV

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 a¦‰ì¢1 Ëa¦£ì¢1 Ç ¢é¨£ÜÛa æb × ë 6¤á¢è¤ä Ç  ì¢1¤È í ¤æ a ¢é¨£ÜÛaó  Ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢b Ï

 

“İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.”[399]

         

Hz.Peygamber (a.s) :

 

ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : فىمَا يَحْكِي عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ. قَالَ أذْنَبَ عَبْدٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِي ذَنْباً، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ رَبّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذَّنْبِ. ثُمَّ عَادَ فَأذْنَبَ. فقَالَ: أيْ رَبِّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِى ذَنْباً، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ ربّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذَّنْبِ. ثُمَّ عَادَ فَأذْنَبَ فقَالَ: يَا رَبِّ اغْفِرْ لِي. فقَالَ اللّهُ تَعالى: أذْنَبَ عَبْدِي، فَعَلِمَ أنَّ لَهُ رَبّاً يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأخُذُ بِالذّنْبِ. اعْمَلْ مَا شِئْتَ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ.

 

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir hadis-i kudsî'de) Rabbinden naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi günahımı affet!" dedi.Hak Teâlâ da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."

Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı affet!" der.Allah Teâlâ Hazretleri de:"Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni affeyle!" der. Allah Teâlâ da:"Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâheze eden bir Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni affettim!" buyurdu."[400]

 

 

İzahı

 

Al-Afu

 

The Pardoner. He who pardons all who sincerely repent.

 

ì¢1 ÈÛaAfüvv: Afv'dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle ise mâna: "Günahları çokça bağışlayan" demek olur.

 

“Affeden” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de beş defa tekrarlanmaktadır.

 

اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُوءٍ فَاِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَديرًا

 

“Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz muhakkak Allah affedicidir, her şeye gücü yetendir.”[401]

 

Rabbimiz Bakara 52 de buzağıya tapınan beni İsraili affettiğini, Ali İmran 152’de Uhud savaşından kaçan Müslümanları affettiğini haber verir.

 

Puta tapınmak, harbden kaçmak en büyük suç olduğu halde suçu işleyenler pişman olunca Allah onları cezalandırmak yerine affediyor. Bizlerin de affedici olmasını istiyor ve insanları affedenler övülüyor.[402]

 

Yakınlarımızın katilini affetmemiz tavsiye edilir.[403]

 

Rabbimiz affedicidir, afvı sever öyle ise bizde affedici olmalıyız. Suçluların tevbe etmelerine, özür dilemelerine yardımcı olmalıyız.

 

Sevgili Peygamberimiz (a.s): “Şüpheden sanık yararlanır” kuralını koymuş ve “cezaları şüphelerle kaldırınız” buyurmuş.[404]

 

Bütün insanların günahı bir araya gelse Allah’ta affetse Rabbin affından, rahmetinden bir şey eksilmez.

 

Affeden, mağfiret eden.

 

Aşırı derecede kötülükleri mahv edici ve günahlara ceza vermekten vazgeçici demektir. Gafur isminden daha fazla mübalağalıdır. Zira gufran, kötülükleri setr etmek, örtüp gizlemek manasını ifade eder; ì¢1 ÈÛaAfüv ise kötülükleri tamamen yok edip ortadan kaldırıcı demektir.   

 

İnsan, yapısı gereği hata yapmaya çok müsait bir varlıktır. Her an, pek çok konuda eksik düşünebilir, yanlış bir karar verebilir, hatalı bir tavır sergileyebilir. Ancak insani yaratan ve ondaki bu eksiklikleri bilen Allah, yapılan hataları da affedicidir. Allah'ın 'affediciliği' olmasa hiçbir insanin cennete girmesi de mümkün olmazdı. Nitekim bu gerçeğe Kuran'da açıkça dikkat çekilmiştir:

 

Fakat unutmamak gerekir ki, Allah'ın affediciliği samimi kulları için geçerlidir. O, kendisine içten yönelip dönen insanların günahlarını affeder ve onları bağışlar. Önemli olan kişinin samimi olup, kesin bir kararlılıkla tevbe etmesidir. Yoksa tevbe edip tekrar tekrar eski hatalarına geri dönenlerin ve yaptıklarından gerçek bir pişmanlık duymayanların tevbesini kabul etmeyeceğini Allah beyan etmiştir.

 

ì¢1 ÈÛaAfüvv, özellikle affa sebep olan istiğfar, tevbe, iman ve salih ameller gibi şeyleri yerine getirdikleri zaman kulların işlediği bütün günahları affeden demektir. Allah, kullarının tevbelerini kabul eder ve suçlarını affeder. O, affedicidir, affı sever ve kullarının affa ulaşmalarına sebep olan şeyleri yerine getirmek için çalışmalarından hoşlanır. Bunlar, Onun hoşnutluğunu kazanmak için çalışmak ve Onun yaratıklarına iyilik yapmaktır. Kul ne kadar günah işlerse işlesin, sonunda tevbe eder ve kötülükten vazgeçerse, büyük küçük bütün günahlarını affeder. O, Müslüman olmayı, önceki küfrün vebalini ortadan kaldıran bir sebep kıldığı gibi, tevbeyi de önceki günahın temizleyicisi kıldı. Kur’an-ı Kerim’de:

 

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذينَ اَسْرَفُوا عَلى اَنْفُسِهِمْ لَاتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَميعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ

 

“Deki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametlidir.”[405]    

 

Yüce Allah cümlemizin günahlarını bağışladığı kullarından eylesin.


 

 

 

 

 

er-RAUF

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ

 

“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.”[406]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: أنَّهُ أقَامَ حَدّاً عَلى بَعْضَ إمَائِهِ فَجَعَلَ يَضْرِبُ رِجْلَيْهَا وَسَاقَيْهَا، فقَالَ لَهُ سَالِمٌ رَحِمَهُ اللّهُ: أيْنَ قَوْلُ اللّهِ تَعالى: وََ تَأخُذْكُمْ بِهِمَا رَأفَةٌ في دِينِ اللّهِ. فقَالَ: أتَرَانِِى أشْفََقْتُ عَلَيْهَا. إنَّ اللّهَ تَعالى لَمْ يَأمُرْنِى أنْ أقْتُلَهَا.

 

İbnu Ömer  (radıyallahu anhümâ) hazretlerinden rivayete göre: Câriyelerinden birine  hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Sâlim (rahimehullah) kendisine:"- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı Hakk'ın    وََ تَأْخُذُ كُمْ بِهِمَا رَ أْفَةٌ فِى دِينِ اللّهِ   

 "Bunlara Allah'ın dinini tatbik hususunda  acıyacağınız tutmasın..."[407] sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) de:"- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı Hakk onu öldürmemi emretmedi" cevabını verir.[408]

 

 

İzahı

 

Ar-Ra'uf

 

The Kind.  He who is very Compassionate.

 

Ò¢ªë‰aRaufu: Katından gelen bir re'fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve şefkatli olan demektir. Re'fetle rahmet arasındaki farka gelince; rahmet bazen maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re'fet isteksiz olmaz, isteyerek olur.

 

Pek şefkatli olan.

 

Merhamet edici.

 

Mübalağa ile rahmet sahibi demektir. Rahimden daha fazla mübalağalıdır.

 

“Çok şefkatli” anlamına gelen “Ò¢ªë‰aer-Rauf” ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de on defa tekrarlanmakta.

 

وَالَّذينَ جَاؤُ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذينَ سَبَقُونَا بِالْايمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فى قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذينَ امَنُوا رَبَّنَا اِنَّكَ رَؤُفٌ رَحيمٌ

 

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”[409]

 

“Şefkat” deyince akla anneler gelir. “Anne” deyince de akla şefkat gelir. Ama iyi bilinsin ki şefkatli anneleri yaratan ve çocuklarını sevimli hale getiren Ò¢ªë‰aer-Rauf” olan Allah (c.c.)’dır.

 

Peygamber efendimiz bir yolculuk esnasında ekmek yapan bir kadına uğrar. Kadın, peygamber efendimizi görünce “bir anne yavrusunu şu ateşe atamaz, Allah ise kullarından daha merhametli Allah kendi kullarını ateşe nasıl atacak?” dediğinde Efendimizin gözlerinden yaşlar boşalır ve şöyle der:

“Israrla Allah’a baş kaldırmayan ve La ilahe illallah= Allah’tan başka yaratan, yaşatan, yöneten yoktur diyeni Allah yakmayacaktır” buyurur."[410]

 

Şefkatinden İslam ümmetini vasat yani toplum için bir denge unsuru kılan[411] kullarının iyi işlerini cennet karşılığında satın alan[412] kendisine karşı gelmekten sakınmamızı isteyen[413] bizi zorluklardan kurtarmak için bildiğimiz ve bilmediğimiz binekler yaratan[414] Allah (c.c.), Resulünü de Rauf ve Rahim isimleriyle isimlendirmiş.

 

Ò¢ªë‰aer-Rauf’un elçisi olan şefkatli peygamberimiz bir kuş yuvasını bozan sahabeyi azarlamış, susuz bir köpeği sulayan günahkar kadının affedildiğini haber vermiş.[415]

 

Bizde çok şefkatli peygamberin ümmeti olarak kafirin küfrünü günahkarın isyanını temizleyerek şefkatimizi göstereceğiz.

 

Yüce Allah cümlemizi şefkatine mazhar eylediği kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

MALİK-üL MÜLK

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ  قَديرٌ

 

“(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[416]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة  رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسُولُ اللّهِ : إنّ أخْنَعَ اسمٍ عندَ اللّهِ رجلٌ تُسَمّى مَلِكَ ا‘مكِ، َ مالِكَ إّ لآاللّهُ تعالى.قال: سفيان رحمهُ اللّهُ تعالى: مثلُ شاهان شاهْ.قال أحمد بن حنبل رحمه اللّهُ تعالى: سألتُ أبا عمروٍ رحمه اللّهُ تعالى عن »أخنعَ« فقال أوضَعَ. أخرجه الخمسة إّ النسائى .

 

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah katında en düşük (ahna') isim Melikü'l-emlâk (mülklerin mâliki) ismidir. Allah'tan başka Mâlik yoktur."Süfyân merhum dedi ki: Şâhân Şâh bunun örneğidir.Ahmed İbnu Hanbel merhûm dedi ki: "Ebu Amr merhum'a, ahna' ne demek diye sordum, bana "en düşük" diye cevap verdi."[417]

 

 

İzahı

 

Malik al-Mulk

 

The Owner of All.

 

٤ܢà¤Ûa  Ù¡Ûb ßMalik-ul Mülk: Mülkün ebedi ezeli sahibi. Mülkün ebedi sahibi.           

 

Hükmünü ve iradesini mülkünde geçiricidir. Onun hükmüne karşı gelecek, itiraz edecek hiç kimse yoktur. Bütün kainat hükmüne musahhardır, her şey ister istemez O’nun hükmüne boyun eğmek zorundadır. Mülkün tek ve gerçek sahibi sadece O’dur.

 

“Mülkün sahibi” anlamına gelen “٤ܢà¤Ûa  Ù¡Ûb ß Malik-ül-mülk” ismi celili Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçer:

 

قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ  قَديرٌ

 

“(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[418]

 

 “Mal sahibi mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi” dediği gibi Hz. Adem’den bugüne kadar nice peygamber, kral, şah, padişah, Karunlar geldi geçti ve gitti. Hiç biri dünyadan bir avuç toprak götüremedi. Zaten herkes bir avuç toprak götürseydi bize bir şey kalmazdı.

 

Toprakla beslediğimiz bedeni, toprağa geri verdik. Mülkün sahibinin Allah olduğunu bildiğimizden bu mülk üzerinde tasarrufta bulunurken mülkün sahibinin koyduğu şartlara, kurallara uymaya çalışacağız.

 

Allah’ın kulları üzerinde söz sahibi olduğumuzda, yönetime geldiğimizde kendimizi o kullardan üstün görmeden mülkün sahibinin koyduğu kurallara göre yöneteceğiz.

 

Mülkün asıl sahibi olan yüce Allah, kullarından dilediğini mülkünden nasibdar ederken hiç kimseye sahipliğini vermemiş sadece emanet etmiştir. Çünkü hiç kimse mülkün sahibi olamaz. Zaten bir sahibi var O’da Allah (cc)’dır.

 

Bir şeyi sahiplenmek için onu yaratmak lazım. İnsanoğlu mülkü yaratma gücüne sahip olmadığından dolayı ancak var olan mülkü imar edebilir. Buda sahipliğe yeltenmek için yetmez. Ancak imar edilebilindiği kadarıyla istifade edilir. Her şeyi yoktan var eden ve her şeyin imarının hem mimarı Allah mülkün yegane ve tek sahibidir. Bu Onun hakkıdır. Bu hakka itiraz etmek en büyük haksızlıktır.

 

Ne ki, emanet mülkü sahiplenmek daha da büyük bir haksızlıktır. Bu tıpkı bir kiracının oturduğu evi sahiplenmeye benzer. Hepimiz Allah’ın mülkünde birer kiracı olduğumuza göre, oturabileceğimiz kadar ve yaşayabileceğimiz kadar hesabımızı yapmalıyız. Aksi taktirde gönül verdiğimiz mülkün elimiz kefene konulduğunda ancak bir bez parçası elimize ve avucumuza geçer.

 

Yüce Allah cümlemize ayaklarımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

zül-CELAL vel-İKRAM

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَيَبْقى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ

 

“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak..”[419]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ثوبان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: كانَ رسول اللّه  إذَا سَلّمَ يَسْتَغْفِرُ ثََثاً ويَقُولُ: اللَّهُمَّ أنْتَ السََّمُ، وَمِنْكَ السََّمُ، تَبَارَكْتَ وَتَعالَيْتَ يَا ذَا الجََلِ وَا“كْرَامِ.

 

Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[420]

                      

 

İzahı

 

Dhul-Jalali Wal-Ikram

 

The Lord of Majesty and Bounty.  He who possesses both greatness   and gracious magnanimity.

 

âa Š¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa뢇zü'l-Celâl vel İkram: Celâl, celîl'in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet derecede büyüklük, azamet demektir.

 

Zü'l-Celâl büyüklük sahibi olan mânasına gelir.

 

Büyük kerem sahibi. Hem azamet sahibi, hem fazlu kerem sahibi.

 

“Yücelik ve ikram sahibi” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçer:

 

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ () وَيَبْقى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ () فَبِاَىِّ الَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

 

“Yer üzerindeki her şey fanidir. Celal ve ikram sahibi Rabbin yüzü bakidir. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız."[421]

 

 Bu ismi celilin ikiside Rahman suresinde 27nci ve 78 nci ayetlerde geçer.

 

Er-Rahman suresinde Rabbimiz bizi yarattığını, Kur’anı öğrettiğini, bize konuşmayı öğrettiğini, adalet terazisi olarak kitaplar gönderdiğini, karada, denizlerde ve havada nimetler verdiğini, imanla gidenlere cennet nimetleri vereceğini bildirir.

 

Hastalığımızda yüzümüze gülen doktorun, hemşirenin adını öğrenip dostlarımıza anlatırız. Zor zamanda çok basit bir yardımda bulunanı unutmayız.

 

Bize can veren, ten veren, gönül veren, göz veren Rabbin yüceliğini ve ikramını unutmayalım. Bizde ona imanla yücelelim.

 

İkramımız insanlara, hayvanlara, ormanlara ulaşsın. Ciğer sahibi canlılara yapılan ikramlar Cennette çiçeğe dönüşür.

 

Celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibidir. Bu sıfatlar ancak O’na mahsustur. Önce celaliyle öldürür, sonra ikram edip diriltir, manasını da ifade ettiği bildirilmiştir.

 

Yani, azamet ve büyüklük sahibi, rahmet ve cömertlik sahibi, herkese iyilik ve ihsanda bulanan demektir.

 

Yüce Allah, kendisini yücelten, saygı duyan ve seven dostlarına ve samimi kullarına ikram edendir. Kur’an-ı Kerim de:

 

 ¡âa Š¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa ô¡‡  Ù¡£2 ‰ ¢á¤a  Ú ‰b j m

 

“Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.”[422]

 

Yüce Allah cümlemizi kendisini hakkıyla yücelten ve ikramına mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUKSİT

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

 

“Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur.”[423]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: كَان قُرَيظَةُ والنَّضِيرُ، وَكانَ النَّضِيرُ أشْرَفَ مِنْ قُرَيْظَةَ فَكَانَ إذَا قَتَلَ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْظَةَ رجًُ مِنَ النَّضِيرِ قُتلَ بِهِ، وَإذَا قَتَلَ رَجُلٌ مِنَ النَّضِيرِ رَجًُ مِنْ قُرَيْظَةَ فُدِى بِمَائَةِ وَسقٍمِنْ تمر. فلمّا بُعِثَ النَّبىّ  قَتَلَ رَجلٌ مِنَ النّضِيرِ رَجًُ مِنْ قُرَيظَةَ فَقَالُوا: ادْفَعُوهُ إلَيْنَا نَقْتُلُهُ. فَقَالُوا: بَينَنَا وَبَيْنَكُمْ مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ  فأتَوْهُ. فَأنزلتْ: وَإنْ حَكَمْتَ فاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ؛ وَالْقِسْطُ: النَّفسُ بِالنَّفْسِ ثُمَّ نَزَلتْ: أفَحُكْمَ الْجَاهِليّةِ يَبْغُونَ.

 

İbnu Abbas (radyallahu anhümâ) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine'de yaşayan Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza kabilesinden daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine mensup birisi, en-Nadir'den birini öldürecek olsa kısas olarak katil öldürülürdü, ama en-Nadir'den bir kimse Kureyza'dan birisini öldürecek olsa, yüz vask hurma ile fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın peygamberliğinden sonra en-Nâdir'den birisi  Kureyza'dan bir adam öldürdü. Kureyzalılar: "Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz" dediler. Öbür taraf "Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun" dediler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldiler. Bunun üzerine şu âyet indi: "... Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever."[424] Adaletle hükümden maksat "cana mukabil can"dı. Daha sonra şu âyet indi: "Câhiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?"[425]

 

 

İzahı

 

Al-Muqsit

 

The Equitable One.  He who does   everything with proper balance and harmony.

 

o¡Ô¢àÛaMuksid: Hükmünde âdil, demektir. Ef'àl babında adaletli oldu mânasına olan bu kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim kasıt; çevreden, zâlim demektir.

 

Hükmünde ve işlerinde adaletli olan.

 

Mazlumun hakkını zalimden alan.

 

“Çok adil” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı kerimde bu haliyle geçmez. Ancak Yunus suresin de “Aralarında adaletle hükmolunur ve onlar zulmedilmezler, haksızlık yapılmaz”[426] buyurur. Adaletle hükmedecek olan Allah (c.c.) dır.

 

Bedenimizi yaratırken dengeli yaratan, dağları, denizleri, karıncayı, fili yaratırken dengeli yaratan Rabbimizin koyduğu kanunları da tabiata koyduğu kanunlar gibi dengeli, sağlam ve estetik ve her çağa uygundur.

 

“Allah’ın koyduğu kanunlar 1400 sene önce nazil oldu. O günün şartlarına uygundu. Günümüze uygun değil” diyenler acaba bu tabiat kanunları “Hz. Adem’in şartlarına uygundu, biz bu çağda Hz. Adem’in içtiği suyu içmeyiz, soluduğu havayı solumayız bize milenyum havası, suyu, ekmeği, güneşi lazım. Biz bu eskimiş güneşi istemeyiz” diyorlar mı acaba?

 

O güneşi, havayı, suyu yaratan Allah, bizim adil olmamız için Kur’an’ını indirmiştir. O Kur’an bize adaleti emreder.

 

o¡Ô¢àÛael-Muksit’e iman eden bizlerin adaleti ayakta tutmamız istenmekte. Allah’ın adaleti, kendi aleyhimize, anne baba, akrabalarımızın aleyhine bile olsa, hak sahibi zenginse, fakirin aleyhine olarak adaleti ayakta tutmakla görevliyiz. Hak sahibi fakirse zenginin aleyhine bile olsa yine adaleti yerine getirmeliyiz.

 

En sevmediğiniz bir insanla babanız veya anneniz mahkemelik olsa, babanız veya anneniz haksız ise siz haklının tarafında olun.

 

Adaletin terazisini elinde bulunduran elbette yüce Allah’tır. Dünya kurulmazdan ve kurulduktan sonra da adalet terazisi işlevi görmektedir. O gün bugün ve bugünden sonra da evrenin terazisi dengini sağlamaya devam edecektir.

 

Her varlık yapısına ve anlayışına göre İlahi terazisinin taksiminde nasibini alırken, hiç kimse bu terazinin hata yaptığını ve yapacağını iddia etmemiş/etmeyecektir. Çünkü yüce Allah’ın adaleti öyle bir tecelli etmektedir ki, herkese gönlünün derinliklerinde geçenlere göre muamele etmektedir. Buna itiraz edecek olanların şahidleri ise bedenlerin organları olacaktır. Dil tasdik edecek, gözler itiraf edecek vs.

 

Yüce Allah cümlemizin adalet terazisinde hesabını kolaylaştırsın. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-CAMİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

رَبَّنَا اِنَّكَ جاَمِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فيهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُخْلِفُ الْميعَادَ

 

“Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.”[427]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى سعد بن أبى فضالة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ  يَقُولُ: إذَا جَمَعَ اللّهُ تَعَالى النَّاسَ لِيَوْمٍ َ رَيْبَ فِيهِ يُنَادِى مُنَادٍ: مَنْ كانَ يُشْرِكُ بِاللّهِ تَعَالى في عَمَلٍ عَمِلَهُ للّهِ أحَداً فَلْيَطْلُبْ ثَوَابَهُ مِنْهُ، فَإنَّ اللّهَ تعالَى أغْنَى الشُّرَكاءِ عَنِ الشِّرْكِ.

 

Ebu Sa'd İbnu Fadâle (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim şöyle demiştir:

"Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı  zaman bir kimse şöyle bir duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevâbını ondan istesin. Zirâ Allah, şirkin her çeşidine en müstağni olan Zât'tır."[428]

 

 

İzahı

 

Al-Jami

 

The Gatherer.  He who brings together what He wills, when He wills, where He wills.

  

É¡ßab vÛaCami’: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.

 

İstediğini dilediği anda toplayan.

 

İstediğini istediği zaman istediği yerde toplayan.

Mühtelif hakikatleri ve zıt işleri, enfüste ve afakta bir araya toplayıp birleştirici, hepsini ihatasına alıcı demektir.

“Toplayan” anlamına gelen É¡ßab vÛa el–Cami ismi şerifi Kuran-ı Kerim’de iki defa geçmekte.

رَبَّنَا اِنَّكَ جاَمِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فيهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُخْلِفُ الْميعَاد

“Rabbimiz, sen kendisinde şüphe olmayan (kıyamet) günü için insanları toplayacak olansın. Muhakkak Allah va’dinden dönmez.”[429]

 

Öbür ayette de münafıklarla kafirleri cehennemde toplayacağını haber vermekte.[430]

 

Yangında yanıp duman olup dağılan adamı Allah nereden bulup da toplayacak? diye soranlar önce kendilerine baksınlar. Kendileri nereden toplandı? Dünyanın her tarafından yiyecek ve içecekler geldi ve onda toplandı.  Gökyüzünden güneş, altı yönden hava geldi ve çocukken delikanlı oldu.

 

Toplayan Allah bir gün dağıtır ve kıyamette yine toplar. Bizi aile, kabile, sülale etrafında toplayan gönüllerimizi birbirine bağlayan O.

 

Köylerde, kasabalarda ,şehirlerde bir araya getiren yine O “É¡ßab vÛael–Cami” olan Allah dır.

 

É¡ßab vÛael-cami =Toplayan Allah’a iman edenler olarak bizler de aileleri, dostları dağıtan değil toplayan olalım. Ara bozan değil arabulan olalım. Gönüller arasına sevgi köprüsü kuralım.

 

Dağınık şeylerin bir araya toplanması demek olan 'cem' kelimesi, Allah'ın tüm evrendeki sistemler üzerindeki hakimiyetini gösteren sıfatını ifade eder. Evreni ve içindekileri yaratan Allah, canlı ve cansız tüm varlıklara dilediğini yaptırma, istediği yerde ve istediği şekilde toplama kudretine sahiptir. Nitekim Allah dünyada müminleri bir araya toplayacağını vaat etmiştir.

 

Ancak gerçek toplanma günü kıyametle gerçekleşecektir. Kendisinden şüphe olmayan kıyamet gününde, Allah'ın bütün kulları O'nun huzurunda toplanacaklardır. Dünyada kendisini ve elçilerini yalanlayan kişilerin inkarlarını ve bu inkarlarından kaynaklanan bütün eylemlerini bilen Allah, elçileriyle tüm insanlığa haber verdiği büyük hesap gününde, gelmiş geçmiş tüm toplumları bir araya toplayacaktır.

 

Sura üfürüldüğü gün suçlu günahkarların tümü bir araya getirilecekler ve yaptıklarından topluca hesaba çekileceklerdir. İnkar edenler yine topluca, yüzükoyun cehenneme sürülecek, layık oldukları karşılığı yine yandaşlarıyla beraber topluca göreceklerdir.

 

Allah kendisine iman edenleri ise tüm yaptıklarına bir karşılık olmak üzere dünyada  beraber oldukları gibi cennette  de hep birlikte ağırlayacaktır. Allah takva sahiplerini de önderleriyle birlikte bir heyet halinde huzuruna getirecektir. Onlar nurları önlerinde ve yanlarında olacak şekilde, Allah'ın izni ve rahmetiyle topluca cennete gireceklerdir.

 

Kendisini inkar eden insanları ise, dünyada da birbirlerine arka çıkıp örgütlendikleri gibi, cehennemde  de hep bir arada tutacak birbirleriyle çekişip durmalarına izin verecektir. Zulmedenlerin esleri ve taptıkları hep bir arada olacaklar, yaptıklarının karşılıklarını cehennemin dar bir kösesinde hep beraber göreceklerdir. O çok güvendikleri eşleri ve dostlarıyla birlikte cehenneme sürülmenin azabını yaşayacaklardır.

 

Her idarecinin idare ettiklerini toplaması ve genel bir durum değerlendirmesi yapması nasıl kaçılmazsa, yüce Allah’ta yaratıklarını bir gün mutlaka huzurunda toplayıp “Ne idiniz, ne yaptınız ve ne oldunuz?” değerlendirmesini yapacaktır. Bu toplama gününü gerçekleştirecek olan yüce Allah, herkesi safa dizip tek tek hesap soracaktır.

 

Yüce Allah, o toplama gününde hesabımızı kolaylaştırsın ve yüzümüzü kara çıkarmasın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-ĞANİYY

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

¥áî©Ü y ¥£ó¡ä Ë ¢é¨£ÜÛa ë ô6¦‡ a¬b è¢È j¤n í §ò Ó † • ¤å¡ß¥Š¤î  ¥ñ Š¡1¤Ì ß ë ¥Ò뢊¤È ß ¥4¤ì Ó

 

“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.”[431]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى سعد بن أبى فضالة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: إذَا جَمَعَ اللّهُ تَعَالى النَّاسَ لِيَوْمٍ َ رَيْبَ فِيهِ يُنَادِى مُنَادٍ: مَنْ كانَ يُشْرِكُ بِاللّهِ تَعَالى في عَمَلٍ عَمِلَهُ للّهِ أحَداً فَلْيَطْلُبْ ثَوَابَهُ مِنْهُ، فَإنَّ اللّهَ تعالَى أغْنَى الشُّرَكاءِ عَنِ الشِّرْكِ.

 

Ebu Sa'd İbnu Fadâle (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim şöyle demişti:  "Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı zaman bir kimse şöyle bir  duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevâbını ondan istesin. Zirâ Allah, şirkin her çeşidine en müstağni olan Zât'tır."[432]

 

 

İzahı

 

Al-Ghani

 

The Rich One.  He who is infinitely   Rich and completely independent.

 

ó¡ä Ì¤ÛaĞaniyy: Çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan.

 

Çok zengin, her şeyden müstağni.

 

Zatında ve sıfatında kamil, noksandan münezzeh ve başkasına muhtaç olmaktan müstağnidir.

 

Tarih boyunca yaşamış olan azgın ve kibirli kişilerin ortak özelliklerinden biri, güç ve zenginlik sahibi olmaları olmuştur. Bu kişiler Allah'ın verdiği nimet ve imkanlarla Allah'a karşı büyüklenmişler ve O'ndan yüz çevirmişlerdir. Sahip oldukları her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmuş, O'nun kendilerine lütfundan bağışladığı malı-mülkü sahiplenmeye kalkmışlardır. Yalnız inkar etmekle kalmamışlar, iman edenlere de baskı ve zulüm uygulamış, Allah'ın elçilerine de büyük bir düşmanlıkla başkaldırmışlardır.

 

Sonunda Allah dayanılmaz bir azapla kendilerini bir anda yakalamış, kendilerini de mallarını da yerin dibine geçirmiş ve her şeyden müstağni olduğunu göstermiştir. Öyle ki azgın enaniyet sahiplerinin bu sonları, alemlere ibret olacak kadar acı olmuştur.

 

“Zengin” ve “zengin yapan” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifinden “ó¡ä Ì¤Ûael –Ganiyy” ismi Kuran-ı Kerim’de 18 defa geçmekte.

 

e¢†î©à z¤Ûa ¢£ó¡ä Ì¤Ûa  ì¢ç ¢é¨£ÜÛa ë ¡é¨£ÜÛa ó Û¡a ¢õ¬a Š Ô¢1¤Ûa ¢á¢n¤ã a ¢b £äÛa b è¢£í a ¬b í

“Ey insanlar ,Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise zengindir, Övülmeye layıktır.”[433]

ó¡ä Ì¤Ûael-Muğni; zengin eden ismi Kur’an’da bu kalıp da geçmez ama “Zengin eden de memnun eden de O dur[434] ayetinde fiil halinde geçmiştir.

 

Milyarlarca dolara sahip adam demek, birkaç top kerestenin basılı kağıt haline sahip demektir.

 

Allah zengindir derken yeryüzüne, altınlarına, incilerine, yakutlarına, mercanlarına, gökyüzüne sahipte ondan zengindir demiyoruz.

 

Bütün bu saydıklarımız Allah’ın katında bir sineğin kanadı kadar değersiz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok.

 

Bizim maddi zenginliklerimizi veren O. Mü’mine de, kafire de veren O. Zenginlik saydığımız şeyleri yaratan O.

 

Biz Rabbimizden helal yollardan zenginlik vermesini isteyeceğiz ve biz de başkalarına yardımla zenginliğimizi göstereceğiz. Başta gönül zenginliği isteyeceğiz.

 

Hikaye bu ya, denizde bulunan yuvarlak bir şeyi terazinin kefesine koymuşlar, karşısına yüz gram altın koymuşlar, o yuvarlak şey ağır gelmiş. Bir kilo, bir ton koymuşlar yine ağır gelmiş. Ellerine alıyorlar çok hafif geliyor.

 

Durumu aklı eren birine soruyorlar. O aklı eren: “Bu, gözü doymaz hırslı bir adamın gözünün etrafında ki kemiktir. Dünyayı verseniz gözü doymaz. Terazinin öbür kefesine bir avuç toprak koyun” demiş. Toprağı görünce terazi dengeyi bulmuş.

 

Bu hikaye ama sevgili Peygamberimiz (a.s):

 

ـ وعن أنس رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسول اللّه : لَوْ كانَ بْنِ آدَمَ وَادِيَانِ مِنْ مَالٍ بْتَغى إلَيْهِمَا ثَالِثاً، وََ يَمْ‘ُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إَّ التُّرَابُ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ تَابَ.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."[435]

 

Bu ad yüce Allah’ın rahmetindendir. Bu ad Rahman adına dönen Refi adının özelliklerindendir. Bu adın zikri kişiye ünsiyyet verdiği fetih de vermektedir.

 

Yüce Allah cümlemize gönül zenginliği nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MUĞNİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هذَا وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنيكُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه اِنْ شَاءَ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ حَكيمٌ

 

 “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.[436]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبي سعيد الخُدْريّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: سَألَ نَاسٌ مِنَ ا‘نْصَارِ رَسُولَ اللّهِ  فأعْطَاهُمْ مَا سَألُوهُ ثُمَّ سَألُوهُ، فأعْطَاهُمْمَا سَألُوهُ. ثُمَّ سَألُوهُ فأعْطَاهُمْ مَا سَألُوهُ. حَتّى إذَا نَفَذَ مَا عِنْدَهُ قَالَ: مَا يَكُونُ عِنْديِ مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ أدّخِرَهُ عَنْكُمْ، وَمَنْ يَسْتَعْفِفْ يُعِفُّهُ اللّهُ، وَمَنْ يَسْتَغْنِ يُغْنِهِ اللّهُ، وَمَنْ يَتَصَبَّرْ يُصَبِّرْهُ اللّهُ، وَمَا أُعْطِي أُحَدٌ عَطَاءً هُوَ خَيْرٌٌ لَهُ وَأوْسَعُ مِنَ الصَّبْرِ.

 

Ebu Saidi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensar (radıyallahu anhüm)'dan bazı kimseler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:"Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim  sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır."[437]

 

 

İzahı

 

Al-Mughni

 

The Enricher.  He who enriches  whom He will.

 

ó¡äÌ¢àÛaMuğni: Her şeyi yerine veren, istediğini zengin eden.

Dilediğine zenginlik veren müstağni kılan.

 

Rabbani hikmeti gereğince her şeyin ihtiyaçlarını karşılayıcı, noksanlarını giderici ve fazlı ile zengin edici demektir.

“Zengin” ve “zengin yapan” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifinden “ó¡ä Ì¤Ûa el–Ganiyy” ismi Kur’an-ı Kerim’de 18 defa geçmekte;

 =ó¨ä¤Ó a ë ó¨ä¤Ë a  ì¢ç ¢é £ã a ë

 

“Zengin eden de yoksul kılan da O'dur.”[438]

 

ó¡äÌ¢àÛael-Muğni; zengin eden ismi Kur’an’da bu kalıpta geçmez ama “Zengin eden de memnun eden de O dur”[439] ayetinde fiil halinde geçmiştir.

 

Milyarlarca dolara sahip adam demek, birkaç top kerestenin basılı kağıt haline sahip demektir.

 

Allah zengindir derken yeryüzüne, altınlarına, incilerine, yakutlarına, mercanlarına, gökyüzüne sahipte ondan zengindir demiyoruz.

 

Bütün bu saydıklarımız Allah’ın katında bir sineğin kanadı kadar değersiz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok.

 

Bizim maddi zenginliklerimizi veren O. Mü’mine de, kafire de veren O. Zenginlik saydığımız şeyleri yaratan O.

 

Biz Rabbimizden helal yollardan zenginlik vermesini isteyeceğiz ve biz de başkalarına yardımla zenginliğimizi göstereceğiz. Başta gönül zenginliği isteyeceğiz.

 

Hikaye bu ya, denizde bulunan yuvarlak bir şeyi terazinin kefesine koymuşlar, karşısına yüz gram altın koymuşlar, o yuvarlak şey ağır gelmiş. Bir kilo, bir ton koymuşlar yine ağır gelmiş. Ellerine alıyorlar çok hafif geliyor.

 

Durumu aklı eren birine soruyorlar. O aklı eren: “Bu, gözü doymaz hırslı bir adamın gözünün etrafındaki kemiktir. Dünyayı verseniz gözü doymaz. Terazinin öbür kefesine bir avuç toprak koyun” demiş. Toprağı görünce terazi dengeyi bulmuş.

 

Peygamberimiz (a.s):

 

ـ وعن أنس رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسول اللّه : لَوْ كانَ بْنِ آدَمَ وَادِيَانِ مِنْ مَالٍ بْتَغى إلَيْهِمَا ثَالِثاً، وََ يَمْ‘ُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إَّ التُّرَابُ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ تَابَ.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."[440]

 

Hulasa Allah, her yönden tam ve mutlak manada müstağnidir ve bütün mahlukatı da Ona muhtaçtır. Onları varlıklı eden Odur. Seçkin kullarını, kalplerine rabbani bilgileri ve imani hakikatleri doldurmak suretiyle zengin eden de Odur.

 

Yüce Allah cümlemize imani zenginlik nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-MANİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَلَّذينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فيهَا اسْمُ اللّهِ كَثيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ اِنَّ اللّهَ لَقَوِىٌّ عَزيزٌ

 

“Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksiz yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..”.[441]

Hz.Peygamber (a.s):

ـ وفي أخرى للثثة والنسائى عن أنس رضى اللّه عنه: نَهَى عَنْ بَيْعِ الثَّمَرِ حتى يزهُوَ: قيل له ما زُهُوُّهَا! قال: تَحْمَرُّ وَتَصْفَرُّ. أرأيتَ إنْ منعَ اللّهُ تعالى الثمرة، بِمَ تَسْتَحِلُّ مالَ أخيكَ .

 

- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) olgunlaşmazdan önce meyvenin ağacın başında iken satılmasını yasakladı. Kendisine (aleyhissalâtu vesselâm) meyvenin olgunlaşması ile ne kastediliyor? diye sorulunca: "Onun kızarması ve sararmasıdır" diye açıkladı ve ilave etti: "Cenâb-ı Hakk bir âfet vererek meyveye mâni olacak olsa, kardeşinden aldığın parayı nasıl helal addedeceksin?"[442]

 

 

İzahı

 

Al-Mani'

 

The Preventer of Harm.

 

É¡ãb  àÛaMani’: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir.

 

Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen, engelleyen.

 

Bir şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen.

 

Bedenlerden ve dillerden, öldürücü zarar verici, eksiltici sebepleri def edici, bozulmayı ve yok olmayı men edip uzaklaştırıcı demektir.

 

“Engelleyen” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı Kerim’de bu isimle geçmemekte. Ancak:

 

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ اِلَّا هُوَ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِه يُصيبُ بِه مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِه وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ

 

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu Ondan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır isterse Onun lütfunu geri çevirecek yoktur. Hayrını kullarından dilediğine verir. O bağışlayandır, esirgeyendir”[443] ayeti bunu ifade etmekte.

 

OÉ¡ãb  àÛael-Mani” olan Rabbimizin yarattığı bu evrene Onun dışında hiçbir güç sonradan hiçbir şey katamaz. Ve ondan hiçbir şeyi eksiltemez. Hiçbir güç Kur’an-ı Kerim’den bir harf eksiltemez ve bir harf ilave edip artıramaz. “É¡ãb  àÛael-Mani” olan Rabbimiz bunu engeller.

 

Her zaman her istediğimize kavuşamayız. Kavuştuklarımız oluyor. Ama kavuşamadıklarımız daha çok oluyor. Biz verilenlerin Allah’tan bir lütuf ve imtihan olduğunu, verilen her şeyin imtihan sorusunu artırdığını unutmayalım. Verilmeyenlerin de bir hikmeti olduğunu düşünelim.

 

Doktor şeker hastasına çok sevdiği baklavayı engelliyorsa bir hikmeti vardır.

Müminleri maddi manevi her türlü tehlikeden koruyan Allah, onlara; kafirlere, münafıklara, müşriklere karşı da büyük bir kuvvet, yenilmez bir güç verir. Onlar hazırladıkları sinsice tuzakların, düzenledikleri komplo ve saldırıların daha planlarını kurarlarken, Allah da onlar için bir düzen kurar. Böylelikle vermek istedikleri zararı müminlerden engelleyerek tuzaklarını kendi baslarına geçirir.

Öte yandan Allah inkarcıları kendi aralarında da ayrılığa düşürerek, birbirleriyle mücadele ettirir ve kimini kimine kırdırarak güçten düşürür. Yine Müslümanlara kin besleyen kişileri onlardan uzak tutar, kendi canlarının derdine düşürecek belalar gönderir.

 

Bunun yanında pek çok zorluğu, hastalığı, vesveseyi, şeytanin şerrini ve belayı da müminlerin üzerinden defeden ve daha bilmedikleri nice musibeti onlardan geri çeviren yalnızca Allah’tır. Kuskusuz bunların her biri Allah’ın müminlere gizli ve açık yardımlarıdır. O, kullarına karşı çok şefkatli, kendisine sığınanlara, kendisinden yardim isteyenlere karşı da esirgeyenlerin en hayırlısıdır.

 

Sonuç olarak yüce Allah, Şeytan, nefis ve bunların uşakları olan şerlilerin şerrinden cümlemizi korusun. Eğer Allah bizi bunlardan korumazsa hangi birine güç getirebiliriz. Bir yandan içte bir yandan da dışarıdaki görünür ve görünmez düşmanlardan kullarını koruyan Allah, bizleri de korumasına aldığı kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

ed-DARR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ اِلَّا هُوَ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِه يُصيبُ بِه مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِه وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ

 

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.”[444]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبي صِرمَة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قال رسولُ اللّه : مَنْ ضَارَّ ضَارَّ اللّهُ بِهِ، وَمَنْ شَاقَّ شَقَّ اللّهُ عَلَيْهِ.

 

Ebû Sırma (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim de (bir müslüman) ile, nizaya husumete girerse Allah da onunla husûmete girer."[445]

 

       

İzahı

 

Ad-Darr

 

The Creator of The Harmful.  He   who creates things that cause pain and injury.

 

 

‰b šÛaDarr: Zarar veren şeyleri yaratan.

 

Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan, hüsrana uğratan.

 

Zarar verici demektir. Kulun zarar ve ziyana uğraması, kendi nefsi sebebiyle ve ilahi adalet gereğince Allah’tandır.

 

Zarar veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler bu şekilde Kur’an-ı Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan başka size fayda ve zarar verecek yoktur” anlamında bir çok ayet vardır.

 

İmanın altı şartını öğrenirken “Hayır ve şer Allah’tandır” diye öğrenmiştik ya, işte bu iki isim onu ifade eder.

 

İnsanlık tarihi boyunca Allah’a iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanardağ patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca kafasından şer tanrısı veya yer tanrısı, veya fırtına tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor.

 

Peygamberlere kulak verenler ise Melekle-şeytanı, hayırla-şerri, imanla-inkarı, sıhhat ile hastalığı, gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dar ve Nafi olan Allah olduğunu bildiler. “Sana kul olmak dünyaya sultan olmaktan evladır” dediler ve:

 

Ali Edirneli gibi: “Nar-ı ğam, nur-u safa hep bir çerağın pertevi, Çeşm-i irfan ile baksan arada bîgâne yok” dediler. Yani yürekler yakan keder, hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde parlayan sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen, depremde veya trafik kazasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor.

 

Ya imansız ne yapsın?

 

Aniden gelen ölüm, umulmadık bir hastalık, tüm ürünleri yok eden bir kasırga, evleri yerle bir eden deprem, sakat doğan bir bebek, gelecek korkusu, bir trafik kazası, stres, mal kaybı, kıskançlık, yaslanma....

 

Kuşkusuz tüm bunlar, ahiretin varlığından gaflet içinde olan ve gerçek yaşamlarının dünyadaki yaşam olduğunu zanneden insanlar için, dünya hayatında sık sık karşılaşılabilen elem ve zarar verici etkenlerdir. Elbette her insan kendisine veya yakınlarına zarar veren bu tarz olaylardan biriyle veya bunların benzerleriyle her an karşılaşabilir. Ve bu karşılaşma muhtemelen kişinin hiç beklemediği bir anda gerçekleşir. İnsan doğduğu andan ölümüne kadar birçok tehlikeyle karşılaşır, bunlardan kimini az bir zararla atlatabilirken kimine de kıskıvrak yakalanır. Bir anda tüm vücudunu saran kansere yakalandığını öğrenebilir, bir sabah bir yakınının ölüm haberi gelebilir veya aynaya baktığında her yerinin kırıştığını ve hiç beklemediği şekilde yaşlandığını görür. Bunların hiçbirinin geri dönüşü yoktur.

 

Peki insanlara karşı bu kadar merhametli olan Allah'ın, dünya hayatında elem ve sıkıntı verecek şeyler yaratmış olmasının hikmetleri nelerdir?

 

Bunun en önemli nedenlerinden biri Allah'ın insanı zorluk ve acıyla eğitmesidir. Hastalığından dolayı zorlukla nefes alan bir insan şımarıklık yapamaz veya kibirlenerek diğer insanları aşağılayamaz. Doğal olarak Allah'a karşı boyun eğici ve mütevazı olur. Aynı zamanda yürüyemezken tekrar yürüyebilen bir insan, tüm malını mülkünü kaybetmişken bunlara tekrar kavuşan bir insan, şüphesiz bunların değerini çok daha iyi kavrar. Böylelikle hem zorluğu hem de kolaylığı yaratarak dünyada bir imtihan ortamı oluşturan Allah, karşılıksız verdiği nimetlerin takdir edilmesini sağlar.

 

Ayrıca bu tarz olaylarla karşılaşan kişi iman sahibiyse ve ahiretin gerçek hayatı olacağını biliyorsa, zaten bir üzüntü, sıkıntı içine girmez. Başına gelen her türlü zorluğun Allah'tan olduğunu bilir, sabreder, o sıkıntılardan kendisini kurtarabilecek olanın da yalnızca Allah olduğunu bildiği için O'na dua eder, O'ndan yardım diler. Böylece Allah kendisine inanan kullarını da eğitir, kendilerine yakınlaşmalarını sağlar ve ahiretteki derecelerini yükseltir.

 

Allah'a ve ahiret gününe inanmayan insanlar için ise durum farklıdır. Allah "‰b šÛaDarr" sıfatını asil olarak cehennemde onlara karşı gösterecektir. Şüphesiz dünyada kendilerini üzüntüye boğan şeyler cehennemdekilerle kıyaslanınca çok hafif kalır; çünkü geçicidir. Orada insanların yanan derileri acının tekrar tekrar hissedilmesi için yenileriyle değiştirilir.

 

İnkar edenlere boğazları parçalayan darı dikeninden başka hiçbir şey yedirilmez, bağırsakları parçalayan kaynar sudan başka hiçbir şey içirilmez. Ölüm gelir fakat ölünmez, ardından daha acı bir azapla karşılaşılır. Orada demirden kamçılar, ateşten yataklar olacak, insan cehennemin en dar ve karanlık yerine atılacaktır.

 

Cehennemde kemikleri çatırdatan inlemeler duyacaktır. Cehennem bekçilerine "Rabbinize söyleyin, bizi buradan çıkarsın" diye yalvarırlar. Azaptan bir gün hafifletilmesini isterler. Allah onları çeşit çesit azaba uğratırken bir yandan da onlara cennettekilerin nasıl bir bolluk ve nimet içinde olduklarını seyrettirir. Onlar kendilerine yardım edecek kimseyi bulamazlar ve sonsuza kadar da alçaltılmışlar olarak onun içinde bırakılırlar. Allah böylelikle gerçek elemi ve kederi inkar edenlere cehennemde tattırmış olur...

 

Sonuç olarak;  Allah, kime zararından tattırır ise onun için hayat zehiri zıkkım olur.

 

Yüce Allah bizleri kendisinin gazabına uğrayıp hüsrana uğrayan kullarından eylemesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

en-NAFİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَالَيْسَ فى قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّهِ شَيًْا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرًا

 

“Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[446]  

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى موسى عبداللّه بن قيس ا‘شعرى رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ : إنّ مثلَ مابعثنى اللّهُ بهِ منَ الهُدَى والعلمِ كَمثل غيثٍ أصاب أرضاً فكانتْ منهَا طائفةٌ طيّبَةٌ قَبِلتِ المَاءَ فأنْبَتَتِ الكَ‘َ والعُشْبَ الكَثِيرَ، وَكَانَ مِنْهَا أجادبُ أمسكتِ المَاءَ فنفعَ اللّهُ تعالَى بِهَا النّاسَ فَشَرِبُوا مِنْهَا وَسَقَوْا وزَرعُوا، وَأصَابَ طَائفةً مَنْهَا أخرى إنّمَا هىَ قِيعَانٌ  تمْسكُ ماءً وَ تنبتُ ك‘ً، فَذَلكَ مثلُ منْ فَقُهَ فى دينِ اللّهِ تعالى، ونفعهُ ما بعثنِى اللّهُ تعالى بهِ فعلمَ وعلّمَ، ومثلُ مَنْ يَرْفَعْ بذلكَ رأساً ولمْ يَقبلْ هُدَى اللّهِ الَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ .

 

Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir.Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder."[447]

 

 

İzahı

 

An-Nafi

 

The Creator of Good.  He who creates things that yield advantages and benefit.

 

É¡Ïb äÛa Nafi’: Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.

 

Hayır ve faydalı olan şeyleri yaratan.

 

Allah, zarar ve faydanın, şer ve hayrın sahibidir. Bütün bunlar Ondandır. Çünkü O, her şeyin yaratıcısıdır. Gerek zararı başkasından sanmak gerekse faydayı başkasından beklemek gizli bir şirktir.

 

“Zarar veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler bu şekilde Kur’an-ı Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan başka size fayda ve zarar verecek yoktur” anlamında bir çok ayet vardır:

 

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُمًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلََنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَعينَ

 

“De ki: Ben Allah’ın dilemesi dışında kendime bile fayda ve zarar veremem.”[448]

 

İmanın altı şartını öğrenirken “Hayır ve şer Allah’tandır” diye öğrenmiştik ya işte bu iki isim onu ifade eder.

İnsanlık tarihi boyunca Allah’a iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanardağ patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca kafasından şer tanrısı veya yer tanrısı, veya fırtına tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor.

 

Peygamberlere kulak verenler ise Melek ile Şeytanı, hayır ile şerri, iman ile inkarı, sıhhat ile hastalığı, gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dar ve Nafi olan Allah olduğunu bildiler:

 “Sana kul olmak dünyaya sultan olmaktan evladır” dediler.

"Çeşm-i irfan ile baksan arada bîgâne yok” dediler.

 

Yani yürekler yakan keder, hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde parlayan sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen, depremde veya trafik kazasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor. Ya imansız ne yapsın?

 

Sonuç olarak; Allah yaratıklarının faydası olan her şeyi yapma gücüne sahiptir. Ve evrende her an değişen şartlar karşısından; kimi iner kimi de çıkarken, kimi ağlar kimi de güler. Fakat bir gerçek vardır ki, fayda ve zarar verme ipinin ucu Allah’ın elindedir.

 

Yüce Allah bizleri zarardan koruyan ve faydalara mazhar olan kullarından eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

en-NUR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه كَمِشْكوةٍ فيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضىءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلى نُورٍ يَهْدِى اللّهُ لِنُورِه مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللّهُ الْاَمْثَالَ  لِلنَّاسِ وَاللّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

 

“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”[449]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ رسول اللّه  قال: أتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤمِنِ فإنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّهِ تعَالى. ثُمَّ قَرَأ: إنَّ في ذلِكَ ياتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ.

 

 Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Mü'minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teâla'nın nuruyla bakar" buyurup sonra şu âyeti okudular: "Elbette bunda fikr u firâseti olanlar için ibretler vardır."[450]

 

 

İzahı

 

 

An-Nur

 

The Light.  He who gives light to all the worlds, who illuminates the faces, minds and hearts of His servants.

 

‰ì¢äÛaNur: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da hidâyetiyle irşâd eden demektir. 

 

Alemleri nurlandıran.

 

Alemleri nurlandıran, dilediğine nur eden, nur olan.

 

Allah, bizzatihi zahirdir ve diğerlerini de ızhar edicidir.

 

“Türkçe’sinde de ‰ì¢äÛa Nur” dediğimiz bu ismi cemil Kur’an-ı Kerim’de

 

 6¡¤‰ üa ë ¡pa ì¨à £Ûa ¢‰ì¢ã ¢é¨£ÜÛ a

 

“Allah göklerin ve yerin nurudur.”[451]

 

 b è¡£2 ‰ ¡‰ì¢ä¡2 ¢¤‰ üa ¡o Ó Š¤( a ë

 

“Yer, Rabbinin nuruyla parladı,”[452] ayetlerinde iki defa geçmekte. Kur’an-ı Kerim’de 43 defa geçen bu “‰ì¢äÛa Nur” kelimesiyle kastedilen gönüllerin aydınlığını sağlayan Kur’an ve imandır.

 

Işık bizim görmemizi sağlar. Ak ile karayı, ip ile yılanı, gül ile dikeni, dost ile düşmanı biz aydınlıkta anlarız. Onun için Rabbimiz gündüzlerimiz için güneş ışığını, gecelerimiz için ayın nurunu yaratmış.

 

Birde iyiyle kötüyü, hayırla şerri, suçla cezayı, iyilikle mükafatı belirlemek için “‰ì¢äÛaNur” diye isimlendirdiği kitaplarını indirmiş.

 

Allah, gökyüzündeki güneşini karartıverse onun ışığının yerini tutacak bir ışığı ve ısıyı insanlık yapamaz. Dünyanın tamamını güneşin içine yakıt olarak atsak, sobaya atılan bir kağıt parçası gibi yok olur gider.

 

İşte Allah’ın kitabı da öyle. İnsanlığın hayatından bir çekiliverse güneşin yerini tutsun diye takılan ampuller gibi her an patlamaya hazır insani ışıklarla altı milyar insanın içini ve dışını aydınlatmak mümkün değildir.

 

Bir güzele, bir çiçeğe, bir denize, bir manzaraya bakınca heyecana kapıldığımızda hemen görüleni ve gören gözü yaratanı düşünüp ona hamd edelim.

 

Pervane, kelebekler gibi O Nur’un etrafında Onun gösterdiği yönde dönelim. Mü’minde, kafirde dönüyor ama kafir ters yönde döndüğü için yolun sonu Cehenneme çıkıyor. Cehennemin narını Nur gibi görüyor.

 

Gönlümüze ve gözümüze nur veren, çocuklarımızı gözümüzün nuru kılan Nur’a iman eden bizler hep aydınlık tarafta olacağız, aydınlatacağız.  

 

Yerlerde ve göklerde onları kendi zati nuru ile ızhar edici, kafalardan ve gönüllerden cehalet karanlığını ilim ve irfan nuru ile giderip aydınlatıcı demektir.

 

Sonuç olarak; Allah’ın sözleri hidayettir, fiilleri hidayettir. O, sapıtanlara ve şaşıranlara hidayet eder ve onları doğru yola iletir. Hidayeti beyan eder, öğretir ve bu yolda onlara başarı ihsan eder. Eşyayı var ettiği ve işleri evirip çevirdiği kaderle ilgili sözlerinin tamamı haktır, hepsi hikmet, güzellik ve sağlamlığı ihtiva eder. Şeriatle ilgili sözleri, kitaplarında ve peygamberlerinin lisanında ifade edilmiştir. Bunlar, verdikleri haberde tam bir doğruluk, emir ve yasaklarında mükemmel bir adaleti ihtiva ederler. Çünkü Allah’ın sözünden daha doğru ve daha güzel başka bir söz yoktur.

 

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه وَهُوَ السَّميعُ الْعَليمُ

 

“Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.”[453]

 

Allah, bizi sevdiği ve razı olduğu yola hidayet etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-HADİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَكَذلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِنَ الْمُجْرِمينَ وَكَفى بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصيرًا

 

“(Resûlüm!) İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar peydâ ettik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.”[454]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى موسى عبداللّه بن قيس ا‘شعرى رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ : إنّ مثلَ مابعثنى اللّهُ بهِ منَ الهُدَى والعلمِ كَمثل غيثٍ أصاب أرضاً فكانتْ منهَا طائفةٌ طيّبَةٌ قَبِلتِ المَاءَ فأنْبَتَتِ الكَ‘َ والعُشْبَ الكَثِيرَ، وَكَانَ مِنْهَا أجادبُ أمسكتِ المَاءَ فنفعَ اللّهُ تعالَى بِهَا النّاسَ فَشَرِبُوا مِنْهَا وَسَقَوْا وزَرعُوا، وَأصَابَ طَائفةً مَنْهَا أخرى إنّمَا هىَ قِيعَانٌ  تمْسكُ ماءً وَ تنبتُ ك‘ً، فَذَلكَ مثلُ منْ فَقُهَ فى دينِ اللّهِ تعالى، ونفعهُ ما بعثنِى اللّهُ تعالى بهِ فعلمَ وعلّمَ، ومثلُ مَنْ يَرْفَعْ بذلكَ رأساً ولمْ يَقبلْ هُدَى اللّهِ الَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ .

 

 Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir.Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder."[455]

 

 

İzahı

 

Al-Hadi

 

The Guide.  He who provides guidance.

 

ô…b èÛaHadi: Hidayete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan.

 

Hidayete erdiren.

 

Doğru yola delalet ve irşad edicidir.

 

Yol gösteren” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de iki yerde Allah’ın ismi olarak geçmekte. Beş yerde Allah’tan başka hidayet verecek birinin olmadığını haber vermekte. Bir yerde de[456] peygamberler için kullanılmıştır.

 

 §áî©Ô n¤¢ß §Âa Š¡• ó¨Û¡a a¬ì¢ä ß¨a  åí©ˆ £Ûa ¡…b è Û ¤é¨£ÜÛa  £æ¡a ë

 

“Şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir.”[457]

 

 a¦Šî©– ã ë b¦í¡…b ç  Ù¡£2 Š¡2 ó¨1 × ë

 

“Yol gösterici olarak Rabbin yeter”[458] Rabbimiz bize yolu Kur’an’iyla göstermekte. Bakara suresinin ilk ayetlerinde Kur’an’ın müttakilere yol gösteren bir kitap olduğunu haber verir. Bakara suresinin 185 inci ayetinde bütün insanlığa yol gösterdiğini ifade eder. Tekvir suresinin 27-28 inci ayetlerinde ise:

 

  áî©Ô n¤ í ¤æ a ¤á¢Ø¤ä¡ß  õ¬b ( ¤å à¡Û = åî©à Ûb È¤Ü¡Û ¥Š¤×¡‡ ü¡a  ì¢ç ¤æ¡a

 

“O Kur’an alemler için bir öğüttür. Sizden doğru olmak isteyenler için öğüttür”[459] buyurur.

 

Ömer, Ebu Cehil’e: “Muhammedi bir dinleyelim. Doğrularını alalım, yanlışlarını almayalım” dediğinde, Ebu Cehil “Onun doğrusunu da yanlışını da istemiyorum” diyor. Hz. Ömer gözlerini açıyor, Ebu Cehil ise gün ışığında gözlerini kapatarak çukura düşen gibi Cehenneme düşüyor. Biz Rabbimizin hidayetini insanlara ulaştırmaya çalışacağız. Gönül gözüne küf bağlayanların küfrünü gidermeye çalışacağız.

 

Hidayet, imana mekan olan bir zeminin bulunmasıdır. Yüce Allah her insanoğlunun kalbine bu zemini yerleştirmiştir. Fakat insanoğlu kendi eliyle yaptıklarının sonucu olarak imanın kalbe yerleşmesi için zemini kirletmiş ise bundan hiç kimsenin suçu yoktur. Çünkü Allah hidayeti her kul için dilemiştir. Fakat kul bunu günahlarla kirleterek, kendini hidayetten mahrum etmiştir.

 

Sonuç olarak, Allah hiçbir kulu için kötülük dilemez. Bilakis kullarının hayrı ve hidayetini ô…b èÛaHadi”ismiyle dilemiştir.

 

Yüce Allah, cümlemizi hidayetine erdirdikten sonra saptırmasın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BEDİ’

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

بَديعُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ اَنّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

 

“O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.”[460]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: دَعَا رَجُلٌ فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُوالجََلِ وَا“كْرَامِ، يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ، فقَالَ النَّبىُّ : أتَدْرُونَ بِمَ دَعَا؟ قَالُوا: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَقَدْ دَعَا اللّهَ بِاسْمِهِ ا‘عْظَمِ الَّذِى إذَا دُعِىَ بِهِ أجَابَ، وَإذَا سُئِلَ بهِ أعْطى.

 

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir." [461]

     

İzahı

 

Al-Badi

 

The Originator.  He who is without model or match, and who brings into being  worlds of amazing wonder.

 

Ê¡…b jÛaBedi’:  Hiç misli olmayan şeyleri icat eden.

 

Örneksiz, misalsiz, acaip ve hayret verici alemler yaratan.

 

Daha önce hiçbir örneği bulunmayan şeyleri icad edici, yahut ortağı ve benzeri olmayan manasınadır. Akılları hayrette bırakan, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve kalplerden de geçmemiş güzelliklerin kaynağı ve yaratıcısını manasına da gelir.

 

Benzersiz ve örneksiz yaratan” anlamına gelen “Ê¡…b jÛael-Bedi” ismi Cemili Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçer.

 

 æì¢Ø î Ï ¤å¢× ¢é Û ¢4ì¢Ô í b à £ã¡b Ïa¦Š¤ß a 󬨚 Ó a ‡¡a ë 6¡¤‰ üa ë ¡pa ì¨à £Ûa ¢Éí©† 2

 

 “(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.”[462]

 

İnsanlar yeni bir eser meydana getirmek için atölye, laboratuar, araştırma merkezi kurarlar. Tek başına veya ekip halinde günlerce çalışırlar bir eser meydana çıkar. Sonra seri üretime geçilir ve üretilenler birbirinin aynıdırlar.

 

İnsanlar bir şey üretirken tabiat onun hocası olur. Gökyüzünde uçma fikrini kuşlardan öğrenir, denizlerde yüzmeyi balıklardan öğrenir.

 

Allah (c.c) evreni yaratırken örnek aldığı yoktur. Yarattığı her şey benzersiz güzel, faydalı ve sağlamdır.

 

Bugüne kadar yaratılanlardan hiçbirinin faydasız, kusurlu olduğunu söyleyen bir fizikçi, kimyager, biyoloji bilgini çıkmamıştır. Biz Rabbimizin bu sanat galerisinde dolaşırken onun yarattığı insana, hayvana veya bir ağaca haksız yere bıçak çiziği dahi çekmeyeceğiz.

 

Ünlü bir ressamın eserine bir çizik çektiğinizi düşünün. Ne olur? Ya Rabbimizin yarattıkları?

 

Ê¡…b jÛael-Bedi’a iman edenler olarak sanata saygı göstererek sanatkarına şükrederken kendi işlerimizin güzel, sağlam ve faydalı olmasına dikkat edeceğiz.

 

Ne kadar yetenekli, ne kadar zeki olursa olsun bir insanın keşfedebileceği bir yenilik, düşünebileceği farklı bir fikir ancak o güne kadar öğrendikleri ve çevresinde gördükleriyle sinirlidir. İnsan yeryüzüne beş duyu ile gelmiştir ve bu duyuların dışında altıncı bir duyuyu tahayyül etmesi bile mümkün değildir. Üstelik sahip olduğu duyuları da ancak kısıtlı olarak kullanabilmektedir. Örneğin belirli bir renk tayfını görebilmekte, belirli frekanslardaki sesleri duyabilmektedir. Dolayısıyla yeryüzünde var olmayan bir şeyi düşünmesi, keşfedebilmesi, akledebilmesi asla mümkün değildir.

 

Nitekim bugün bilimsel kesiflerin bir kısmını incelediğimizde, insanların pek çok konuda doğada gördükleri canlıları ve bunların arasındaki kusursuz sistemleri, kendilerine örnek aldıklarını görürüz. Örneğin; yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur. Radarların çalışma prensibi yarasaların ses dalgaları yayarak çalışan algılama sistemi ile aynıdır. Bunlar gibi daha pek çok örnek de verilebilir.

 

Oysa Allah'ın ilmi sınırsızdır. İnsanın çevresinde görebildiği ve göremediği her şeyi Allah örneksiz olarak yaratmıştır. Kainatın, galaksilerin, gezegenlerin, canlıların, hatta tek bir hücrenin olmadığı bir zamanda Allah dilemiş ve 'OL' demesiyle, atomlardan, moleküllerden, hücrelerden, canlılardan, gezegenlerden, yıldızlardan, galaksilerden oluşan kusursuz bir sistem oluşturmuştur. İnsanların binlerce sene sonra keşfedebildikleri mikro dünyadan ancak 21. yüzyılda haberdar olunan gök cisimlerine kadar her şey Allah'ın tasarladığı sistemlerdir ve O'nun belirlediği kanunlara tabidir. O hiçbir örnek yokken evreni ve içindeki her ayrıntıyı meydana getirmiştir.

 

Yüce Allah, bizi razı olduğu dirilişle diriltip, boynumuzu büktürmesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-BAKİ

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

 7¡âa Š¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa 뢇  Ù¡£2 ‰ ¢é¤u ë ó¨Ô¤j í ë

 

“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”[463]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : َ يَذْهَبُ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ حَتّى تُعْبَدَ الَّتُ وَالْعُزَّى. فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ؟ إنْ كُنْتُ ‘ظُنُّ حِينَ أنْزَلَ اللّهُ تَعالى: هُوَ الَّذِى أرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلى الدِّينِ كُلِّهِ. أنَّ ذَلِكَ تَامٌّ. قَالَ: إنَّهُ سَيَكُونُ مِنْ ذلِكَ مَا شَاءَ اللّهُ تَعالى ثُمَّ يَبْعَثُ اللّهُ رِيحاً طَيِّبَةً فَيُتَوَفّى كُلُّ مَنْ كَانَ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ إيمَانٍ، فَيَبْقى مَنْ َ خَيْرَ فيهِ فَيَرْجِعُونَ الى دِينِ آبَائِهِمْ.

 

 Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün): "Lât ve Uzza'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir!" buyurdular. Ben atılıp: "Ey Allah'ın Resulü! Allah Teala Hazretleri   هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ

  "O Allah ki Resulünü hidayet ve hak dinle göndermiştir, ta ki onu bütün  dinlere galebe kılsın" (Saff 9) ayetini indirdiği zaman ben  bunun tam olduğunu  zannetmiştim!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm cevaben:"Bu hususta Allah'ın dediği olacak. Sonra Allah hoş bir rüzgar gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde zerre miktar imanı olanın ruhu kabzedilecek. Kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler dünyada baki kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!" buyurdular."[464]

 

 

 

 İzahı

 

Al-Baqi

 

The Everlasting One.  He whose.

 

ï©Ób jÛaBaki: Varlığının sonu bulunmayan, ebedi olan.

 

Varlığının sonu olmayan.

 

Varlığı ebedi olucudur. Zatı daimdir, sonu yoktur.

 

“Sonu olmayan” anlamına gelen “ï©Ób jÛael-Baki” Kur’an-ı Kerim’de bu kalıpla geçmez. Ancak ismi tafdıl kalıbıyla ebka olarak “Allah daha hayırlı ve sonu olmayandır”[465] diye geçer. Bir de Er-Rahman suresinde (Rahman,55\26-27)'inci ayetlerde her şeyin fani Allah’ın baki olduğu ifade edilir. Kainatın en güçlüsü insandır. Dağları deliyor, denizleri aşıyor, yıldızlara ulaşıyor ama ölümüne engel olamıyor. Gelen gidiyor.

 

Dünya yaratılalıdan beri bu böyle devam ettiğine göre getiren ve götüren, bu tabiat kanunlarını koyup yürürlükte kılan önü ve sonu olmayan biri gerekiyor ki O da “ï©Ób jÛael- Baki” olan Allah (c.c) dır.

 

Kainat içinde bulunan tüm varlıkların bir sonu vardır. Bir insan doğar, yasar ve dünyada sürdürdüğü sinirli ömür sonucunda ölür. Bu son, bütün insanlar için kaçınılmazdır. İnsanlar gibi bitkiler ve hayvanlar aleminin de yok oluşu kaçınılmazdır. Onlar da doğduktan bir süre sonra birer birer ölürler. Örneğin bir ağaç yeryüzünde yüzlerce sene yaşayabilir. Fakat en nihayetinde ölmeye mahkumdur. Canlı olan her şey hayatini tüketip toprağın altına girecek ve yok olacaktır.

 

Aynı şekilde cansız varlıkların da bir sonu vardır. Zaman, tümü üzerinde yıpratıcı etkisini gösterir. Örneğin, binlerce yil önce ihtişam içinde yaşamış kavimlerden bugün yalnızca yıkıntıların geriye kaldığını görürüz. Allah (cc):

 

فَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا وَهِىَ ظَالِمَةٌ فَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشيدٍ

"(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, simdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terk edilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çin çin ötmektedir)"[466] ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. İşte tüm cansız varlıkların sonu da bu şekildedir.

İçinde yaşayan varlıkların bir sonu olduğu gibi kainatın da bir sonu vardır. Kainattaki tüm gökcisimleri, yıldızlar, güneşler bir gün enerjilerini tüketip yok olacaklardır.  Veya Allah dilediği başka bir sebeple tüm kainatı yok edecek, kıyamet günü ile ilgili vaadini gerçekleştirecektir. Görüldüğü gibi her şey sonludur; kainat da, yaratılmış tüm varlıklar da...

 

Allah ise yaratandır. Ve sonsuzluk yalnızca kendisine aittir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

el-VARİS

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

 

  æì¢q¡‰a ì¤Ûa ¢å¤z ã ë ¢oî©à¢ã ë ©ï¤z¢ã ¢å¤z ä Û b £ã¡a ë

 

“Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.”[467]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ المُشْرِكِينَ قَالُوا لِلنَّبىِّ  اُنْسُبْ لَنَا رَبَّكَ فنزلَ: قُلْ هُوَ اللّهُ أحَدٌ اللّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ: ‘نَّهُ لَيْسَ شَئٌ يُولَدُ إَّ وسَيَمُوتُ، وَلَيْسَ شَئٌ يَمُوتُ إ سَيُورَثُ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى َ يَمُوتُ وََ يُورَثُ؛ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً أحدٌ. قَالَ لَم يَكُنْ لَهُ شَبِيهٌ وََ عَدِيلٌ وَلَيْسَ كَمِثْلِهِ شَئٌ.

 

Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:   

"Rabbini bize tavsif et (tanıt)!" dediler. Bunun üzerine İhlâs süresi indi.    "De ki: O, Allah'dır, bir tekdir. O Allah'tır, sameddir (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."[468]     

Übey (radıyallahu anh) bu sürede geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı: "Samed, doğurmayan ve doğurulmayan demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye varis olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O'na varis olunur.   

"Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir" âyeti de O'na bir benzer, bir denk olmadığını, Allah'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder."[469]                       

 

 

İzahı

 

Al-Warith

 

The Inheritor of All.  He who is the Real Owner of all riches.

                          

t¡‰a ìÛaVaris: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.

 

Her şeyin sona erdiği gün,  bütün mülkün sahibi.

Varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi.

Kulları fani olduktan sonra kendisi baki, melikler fani olduktan sonra mülk tamamen kendisine dönücü demektir.

 

Servetlerin hakiki sahibi” anlamına gelen “t¡‰a ìÛael–Varis” ismi şerifi bu haliyle değil de çoğul haliyle Kur’an-ı Kerim’de üç defa geçmekte.

 

  æì¢q¡‰a ì¤Ûa ¢å¤z ã ë ¢oî©à¢ã ë ©ï¤z¢ã ¢å¤z ä Û b £ã¡a ë

 

 “Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.”[470]

 

Ayetinde “biz” kelimesini kullanır ve azametini bildirir. “Biz varis oluruz” derken de yine kendi büyüklüğünü bize bildirir. Kayalar oyarak sarsılmaz evler yapan, yeryüzüne kazık çakanlar hepsi gitti. Peygamberler, Şehitler, Salihler de gitti. “Yeryüzü bir kişiye bol iki kişiye dar” diyenler de gitti. Mallarını miras bıraktığı varisleri de gitti. Bir gün gelir kıyamet kopar insanlar ölür. Mahşerde toplanır ve Rabbimiz sorar:

 

 ¡‰b £è Ô¤Ûa ¡†¡ya ì¤Ûa ¡é¨£Ü¡Û 6 â¤ì î¤Ûa ¢Ù¤Ü¢à¤Ûa ¡å à¡Û

 

“Bugün Mülk kimindir? dendiğinde “Her şeye gücü yeten tek Allahındır” denir.[471]

 

Rabbimiz bu mülkü Hz. Ademe teslim ettiğinde havası, suyu, güneşi, çiçekleri, böcekleri tertemiz pırıl pırıldı.

 

Biz çocuklarımıza temiz miras bırakalım. Allah’ın mülkünü kirletmeyelim. Başta kalbimizi inkarla bedenimizi isyanla kirletmeyelim. Kalp kirlenirse karalar ve denizlerde kirlenir. Çocuklarımıza temiz bir isim ve helal mal bırakalım.

 

Yerler ve göklerin tek varisi Allah’tır. Çünkü mülkün asıl sahibi Odur. Allah mülkünü sadece emanet olarak varlıklara teslim etmiştir. Günü geldiği zaman mülk tekrar asıl sahibine geri tevdi edecektir.

 

Bütün peygamberler gerisindekilere dünyalık bir şey bırakma yerine Allah’ın Allah olduğunu miras bırakmışlardır. Çünkü bir babanın çocuklarına bırakacağı en büyük miras Allah’ın mabudluğudur. Onun için bütün akıllı kişiler evlatlarına miras olarak mirasçıların mirasçısı olan Allah’ı bırakmışlardır.

 

Yüce Allah, cümlemizi bu anlayışla yaşamayı ve ahiret hayatına irtihal etmeyi nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

er-RAŞİD

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فى فَجْوَةٍ مِنْهُ ذلِكَ مِنْ ايَاتِ اللّهِ مَنْ يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا

 

“(Resûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın."[472]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : ا“مَامُ ضَامِنٌ، وَالْمُؤَذِّنُ مُؤتَمَنٌ. اللّهُمَّ أرْشِدِ ا‘ئِمَّةَ، وَاغْفِرْ لِلْمُؤَذِّنِينَ.

 

Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     

"İmam zamin, müezzin de mü'temendir. Allahım, insanlarımızı irşad et, müezzinlere de mağfiret buyur."[473]   

 

 

İzahı

 

Ar-Rashid

 

The Righteous teacher. He who moves all things in accordance with His eternal plan, bringing them without error and with order and wisdom to their ultimate destiny.

 

†î¡( ŠÛaRaşid: Mahlukâta maslahatları gösteren demektir.

 

Bütün alemleri dosdoğru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.

 

İrşad ve delile muhtaç olmayan.

 

Doğru ve sağlam yolu veren ve o yola ileten” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de bu kalıpla yok. Ancak İbrahim’e rüşdünü veren,[474] Musa aleyhisselamla yolculuk yapan Allah kullarından birine de rüşdü Allah tarafından öğretildiği bildirilmekte.[475] Allah’ın sapıttığını rüşde doğru yola götürecek kimsenin olmadığını haber verir.[476]

 

Zalim, zorba yöneticinin zulmünden hicret eden Ashabı Kehf de Rabb’e dûa ederlerken:

 

اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا اتِنَا مِنْ لَدُنْكَ  رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا

 

“O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.”[477]

 

†î¡( ŠÛaeer-Raşid” daha tabiatı yaratmadan yaratacağı her şeyi ve yaratılış kanununu bilen yarattığı peygamberlere indireceği kanunlarla en doğru yola iletecek olandır.

 

Firavunun emrinin doğru olmadığını doğruya götürmeyeceğini haber verir.[478]

 

Kıyamete kadar Rabbin yolu dışında ona zıt yollar gösteren herkesin yolu sapıktır. Onun için biz Fatiha suresinde Allah’ın, peygamberlere verdiği doğru yolu istiyoruz. Allah’ın gazabına uğrayan Yahudilerle sapık Hıristiyanların yolunu istemiyoruz. Doğru olalım, doğruluktan ayrılmayalım.

 

En güzel tarzda işlerini gayelerine ulaştırıcı demektir. İstişareye ve irşad edilmeye muhtaç değildir. Yahut irşad edici (olgunlaştırıcı, terbiye edip yetiştirici, aydınlatıcı ve yol gösterici) demektir.

 

Yüce Allah, †î¡( ŠÛaReşid” sıfatıyla bütün yaratıklarını başıboş bırakmayıp onlara yol gösterendir. Bunun içindir ki,  Allah (cc) mürşidi evvel, mürşidi ezel ve mürşidi azamdır. Aynı zamanda bütün mürşidlerin de mürşididir. Çünkü ilk Mürşid kendisi olduğuna göre diğer mürşidlerin bütün irşada dair bilgileri Onun ezeli ilminin eseridir. Mesela; İnsanlığın en kamil/erdemli Mürşidi Efendimiz (a.s)’dır. Ona bütün irşada ait bilgileri veren Allah’tır.  

 

Geceleri ne aradığını ve nereye gideceğini yarasa kuşuna bildiren ve gündüzleyin sürünen yılana ne aradığını ve nereye gideceğini bildiren de Allah’tır. Ve Allah öyle bir mürşiddir ki, kullarına her zaman balık tutup ağzına verme yerine onlara nasıl balık tutulacağı bilgi ve becerisini ihsan etmiştir. Bu bağlamda en usta mürşid ve en bilge usta yine Allah’tır. Bütün bu özellikleri kendinden bulunduran bir mürşide mürid olmak çok büyük bir şeref olması gerek.

 

Yüce Allah cümlemizi kendi mürşidliğiyle irşad ettiği şakirtlerden eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

es-SABUR

 

 

Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

 

اَمْ لَهُمْ شُرَكؤُا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّينِ مَا لَمْ يَاْذَنْ بِهِ اللّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِىَ بَيْنَهُمْ وَاِنَّ الظَّالِمينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

 

“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.[479]

 

Hz.Peygamber (a.s):

 

 -وَعَنْ أَبِي مُوسَى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ أَحَدَ أَصْبَرُ عَلَى أَذىً سَمِعَهُ مِنَ اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ، إِنَّهُ لَيُشْرَكُ بِهِ وَيُحْمَلُ لَهُ الْوَلَدُ، وَيُعَافِيهِمْ وَيَرْزُقُهُمْ.

 

Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

"İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O'na şirk koşulur, evladlar nisbet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder."[480]

 

                

İzahı

 

As-Sabur

 

The Patient One.  He who is characterized by infinite patience.

 

‰ì¢j–ÛaSabur: Çok sabırlı. Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir müddet te'hîr eden demektir. Allah'ın sıfatı olarak sabûr'un mânası halîm'in mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler. Ancak halîm sıfatıyla Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.   

 

Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur, yücedir.

 

Çok sabırlı olan, isyankarlardan acele intikam almayan.

 

Asileri cezalandırmada ve günahkarları affetmede acele etmeyici demektir.

 

Ahirette ceza vereceğini bildirmiştir. Fakat hilmini, affını ve mağfiretini de bildirmiştir. İkisi arasında fark yoktur. 

 

“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de geçmemekte el- Esma-ül Hüsna hadisinde geçmekte.

 

 a¦†¤í ë¢‰ ¤á¢è¤Ü¡è¤ß a  åí©Š¡Ïb Ø¤Ûa ¡3¡£è à Ï

 

“Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı.”[481]

 

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

 

“Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir.”[482]

 

Ayetlerinde Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. “Allah kahretsin, Allah canının alsın, evini başına yıksın” gibi beddualarımızı Allah kabul etse yeryüzünde adam kalmaz. Babamız, annemiz, çocuklarımız eşimiz kızınca da sevince de dengeyi kaçırabilir. “‰ì¢j–Ûaes-Sabur” olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su içiriyor, hava veriyor. İbadetleri yaparken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete geçirme makamında sabredeceğiz.

 

Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihat ederken sabredeceğiz. Timur’a “sen bu savaşları nasıl kazandın?” diyenin parmağını Timur ağzına almış. Kendi parmağını da adamın ağzına vermiş. Harp ısırma sanatıdır. İkimiz de ısıralım demiş. Biraz sonra karşıdaki adam aaaa diye bağırır. Timur kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra işte ben sabırla kazandım der.

 

‰ì¢j–Ûaes-Sabır, yüce Allah’ın imtihana tabi tuttuğu kulları için verilmiş büyük bir nimettir. Sabırla Yusuf (a.s) Mısır’a sultan olurken, Eyyüp (a.s) kaybettiği imkanlarına tekrar kavuştuğu gibi, Muhammed (a.s) ise makamı mahmuda yükselmiştir.    

 

Gerek yerde gerekse de gökteki yaratılmışların yükseliş merdiveni olan sabır, erlerin zaferi, dervişlerin muradı ve sevenlerin vuslatı olmuştur.

 

Sabrın sahibi olan yüce Allah, sabrın öğretmeni Hz.Muhammed (a.s) yapmıştır.

 

Efendimiz (a.s) bize miras bıraktığı sabır, hepimizin içinde yaşadığımız şartlar itibariyle çok ama çok ihtiyacımız vardır.

 

Olumsuz şartlarımız tepeden tırnağa kadar uzanmaktadır.

 

Yani baştan ayağa kadar sirayet etmiştir.

 

Yani toplumun başındaki idareciden tutunda en alt tabakadaki ferdine kadar sabır kuşanması ile telafi edilecek olumsuzlar söz konusudur.

 

Yüce Allah, bu ahir zamanın eşiğinde, bizlere Efendimiz (a.s) sabrın yedek takviyeleri olan imanımızda sebat, mücadelemizde dayanma, azmimizde bilenme, zafere ulaşmada tedbir almayı ve yolunda şehid olabilme aşkını/şevkini cümlemize ihsan eylesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

- Giriş.....................................................................               5

1-Allah: Mabud.......................................................                        11

2-Rahman: Bağışlayan.............................................                      17

3-Rahim: Esirgeyen.................................................                       21

4-Melik: Hükümdar.................................................                       27

5-Kuddüs: Eksiksiz.................................................                       31

6-Selam: Esenlik.....................................................                        35

7-Mü'min: Güvenilen..............................................                       39

8-Müheymin: Güven verdiklerini kontrol eden.......                 43

9-Aziz: Galip olan..................................................            47

10-Cabbar: İstediğine güç yetiren...........................                     51

11-Mütekebbir: Ulu................................................                       57

12-Halık: Yaratıcı...................................................                        61

13-Bari: Düzenleyen...............................................                       65

14-Musavvir: Şekillendiren....................................                      69

15-Ğaffar: Kusurları örten......................................                      73  

16-Kahhar: Kusurunda ısrar edenleri kahreden......                  77 

17-Vahhab: Yaptıklarından daim olan....................                    81

18-Rezzak: Yaratıklarına rızk veren.......................                    85

19-Fettah: Müşkülleri açan.....................................                      91

20-Alim: Her şeyi bilen...........................................                      95

21-Kabız: Sıkan, daraltan........................................                      101

22-Basit: Bolluk veren............................................                       105

23-Hafıd: Dereceleri düşüren..................................                     109

24-Rafi: Dereceleri yükselten..................................                    113

25-Muiz: İzzet veren................................................                      117

26-Müzil: Zillete düşüren.........................................                    121  

27-Semi: İşiten.........................................................                       125

28-Basir: Gören........................................................                      131

29-Hakem: Muhakeme eden.....................................                    135

30-Adl: Hükmünde adaletli olan...............................                   141

31-Latif: Lütuf ve ihsan sahibi..................................                   145

32-Habir: Haberdar olan...........................................                    151

33-Halim: Yumuşak olan..........................................                    157

34-Azim: Şeref sahibi...............................................                     161

35-Ğafur: Affeden....................................................                      165 

36-Şekur: Karşılık veren...........................................                    169

37-Aliyy: Çok yüce...................................................                     173

38-Kebir: Pek büyük.................................................                     177

39-Hafız: Koruyucu..................................................                     181

40-Mukit: Tayin eden................................................                    185

41-Hasib: Hesabını bilen...........................................                    189

42-Celil: Azamet sahibi.............................................                    193

43-Kerim: Çok ikram edici........................................                   197

44-Rakib: İşler murakabe eden...................................                 201

45-Mucib: İsteklere cevap veren................................                 205

46-Vasi: Genişletici...................................................                    209

47-Hakim: Hükmeden................................................                    213

48-Vedud: Seven........................................................                    217

49-Mecid: Şanı üstün..................................................                   223

50-Bais: Elçi gönderen...............................................                   227

51-Şehid: Gönderdiklerine şahid................................                 231

52-Hakk: Gerçek olan................................................                    237

53-Vekil: İş düzelten..................................................                    241

54-Kaviyy: Pek kuvvetli.............................................                  247

55-Metin: Dayanıklı...................................................                    251

56-Veliyy: Dost..........................................................                    255

57-Hamid: Övülen......................................................                    259

58-Muhsi: İhsan sahibi...............................................                   265

59-Mubdiu: Baştan yaratan...........................................               271

60-Muid: Tekrar yaratan.............................................                  275

61-Muhyi: Dirilten......................................................                   279

62-Mümit: Öldüren.....................................................                   283

63-Hayy: Diri..............................................................                    287

64-Kayyum: Uyanık....................................................                   291

65-Vacid: İstediğini bulan...........................................                  295

66-Macid: Şanı büyük.................................................                  299

67-Vahid: Tek.............................................................                    303

68-Samed: İhtiyaç gideren...........................................                 307

69-Kadir: Kuvvetli.......................................................                  311

70-Mukdedir: Kudretli.................................................                 315

71-Mukaddim: Öne alan..............................................                  319

72-Muahhir: Geriye bırakan.........................................                323

73-Evvel: En ilk...........................................................                   327

74-Ahir: En son............................................................                   331

75-Zahir: Açık.............................................................                    335

76-Batın: Gizli.............................................................                   339

77-Vali: İdareci............................................................                   345

78-Müteali: Pek yüce...................................................                  349

79-Berr: İyiliği bol.......................................................                   353

80-Tevvab: Tevbeleri kabul eden.................................               359

81-Muntekım: İntikam alan..........................................                363

82-Afüvv: Af eden.......................................................                  367

83-Rauf : Şefkatli........................................................                   371

84-Malik'ül-Mülk: Mülkün sahibi...............................                375

85-Zülcelali ve'l-İkram: Azamet ve kerem sahibi........             379

86-Muksit: Ortalayıcı..................................................                  383

87-Cami: Toplayan....................................................                     387

88-Ğaniyy: Zengin.....................................................                    391

89-Muğni: Zengin eden..............................................                   395

90-Mani: Engelleyen..................................................                    399

91-Darr: Daraltan.......................................................                    403

92-Nafi: Faydalandıran..............................................                   409

93-Nur: Aydınlatan....................................................                    413

94-Hadi: Hidayete veren............................................                   417

95-Bedi’: Eşsiz yaratan...............................................                  421 

96-Baki: Sonu olmayan..............................................                   425

97-Varis: Mirasçı.......................................................                     429

98-Raşid: Mürşid.......................................................                     433

99-Sabur: Acele etmeyendir.......................................                  437

*Kaynakça.................................................................                      445

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

* KAYNAKÇA

 

 

(1)-Abdu'l-Vehhab Abdullatif, el-Mutasar min Mustalahatı Ehli'l-Eser min Ehli's-Sünne  ve'ş-Şi'a ve'l-imamiyye Ve'z-Zeydiyye, 5. baskı Kahire, 1966.

 

(2)-Abdulbâki, (Şair-i Meşhur Abdulbâki): Me'âlimu'l-Yakîn, Mevâhibu Ledünniyye Tercemesi, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul 1322/1904. Eser 1008/1599 yılında Türkçeye çevrilmiştir.

 

(3)-Abdurrezzak İbnu Muhammed es-San'ani (v. 211). Musannafu Abd'r-Rezzak, Beyrut (Ofset), 1970.

 

(4)-Ahmed ibnu Hanbel (v. 241) Müsnedu Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahre (baskısından ofset). Beyrut, tarihsiz.

 

(5)-Amidi, Seyfuddin Ebu'l-Hasen Ali İbnu Ebi Ali (v. 631), el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam Kahire, 1968/1387.

 

(6)-Azimabadi-Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-Hakk, Tahkik: Abdurrahman Muhammed Osman, Avnu'l-Ma'bud Şerhu Süneni Ebi Davud, Medine, 1968.

 

(7)-Ayni-Bedru'd-Din Ebu Muhammed Mahmud İbnu Ahmed (v. 855), Umdetü'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhari, 1348 (baskısından ofset, Beyrut).

 

(8)-el-Aclunî, İsmail İbnu Muhammed (v. 1162/1748): Keşfu'l-Hafa ve Müzîlü'l-İlbâs ammâ İştehere mine'l-Ehâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, Beyrut 1351.

 

(9)-Ahmed Muhammed Şâkir: el-Bâ'isu'l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi'l-Hâdîs, Beyrut 1951.

 

(10)-Babanzâde, Ahmed Naim: Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Birinci cild, Ankara, 1957.

 

(11)-Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul 1962

 

(12)-Beyhaki Ebu Bekr Ahmed ibnu'l-Huseyn (v. 958), es-Sünenü'l-Kübra Haydarabad Deken 1353.

 

(13)-Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır, Mustafa el-Babil-Halebî,1379-1960) l57

 

(14)-Buharî, Ebi Abdillah Muhammed İbnu İsmail (sv. 256) el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.

 

(15)-Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ankara 1988.

 

(16)-Cessas, Ebu Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370), Ahkamu'l-Kur'an Kahire, ty.

 

(17)-Çağlar, Doğan, Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. A.Ü. Eğitim Fakültesi yayını, Ankara, 1974.

 

(18)-Çakan, İsmail Lütfi: Hadîslerde Görülen İhtilâflar ve Çözüm Yolları, İstanbul 1982.

 

(19)-Dârâkutnî, Ali İbnu Ömer (v. 385/995): Ehâdîsu'l-Muvatta (Tahkîk: Zâhidu'l-Kevseri, Keşfu'l-Gıta ile birlikte hazırlanmıştır), Mısır, 1946.

 

(20)-Darakutnî, Ali İbnu Ömer (v. 358), es-Sünen Kahire, 1386/1966.

 

(21)-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed İbnu Abdurrahim (v. 176) el-İnsaf fi beyan-ı Sebebi'l-İhtilaf fi'l-Ahkami'l-Fıkhiyye Kahire, 1398.

 

(22)-Ebu Bekr İbnu'l-Arabi (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968

 

(23)-Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986

 

(24)-Ebu Dâvud, Süleyman İbnu'l-Eş'as es-Sicistânî el-Ezdî (v. 202/817): Risâletu Ebî Dâvud es-Sicistânî fi Vasfı Te'lîfihi Li-Kitâbi's-Sünen (Tahkîk: Zahidü'l-Kevserî), Mısır, 1.369.

 

(25)-Fetevayı Hindiyye (Bir Heyet tarafından hazırlanmıştır). 3. tab, Bulak 1310 baskısından ofset 1973.

 

(26)-Fetevayı Kadıhan (fetavayı Hindiye ile basılmıştır).

 

(27)-el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl", Mısır 1968, 197-198

 

(28)-el-Hâkim, Ebu Abdillâh Muhammed İbni Abdillâh en-Neysâbûrî (405/1014): Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1935.

 

(29)-el-Hâkim el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn, Haydârâbâd-Deken 1335.

 

(30)-Hamîdullah, Muhammed: Muhtasar Hadîs Târihi ve Sahîfe-i Hemmâm İbn Münebbih, Çvr. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1967

 

(31)-el-Hatîb, Muhammed Acâc: es-Sünne Kable't-Tedvîn, Kahire 1963.

 

(32)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Ebu Bekr Ahmed İbnu Ali (463/1070); el-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye, Mısır, 1972.

 

(33)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî, er-Rıhle fi Talebi'l-Hadîs, Beyrut, 1975.

 

(34)-…………………Takyîdu'l-İlm, Daru İhyai's-Sünne 1975.

 

(35)-Hattâbî, Ebu Süleyman Ahmed İbnu Muhammed İbnu İbrâhim (v. 388/998): Me'âlimu's-Sünen, Humus, I969.

 

(36)-Hâzimî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Mûsâ (v. 584/1118): Şurûtu Eimmeti'l-Hamse, Kahire 1357, (Makdisî'nin Şurût'u Eimmeti's-Sitte'si ile birlikte Zâhidu'l-Kevserî'nin tahkîkiyle birlikte basılmıştır).

 

(37)-el-Hüseynî, Abdü'l-Mecid Hâşim: el-İmâmu'l-Buhârî, Kahire, ty.

 

(38)-Hakim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek Ala's-Sahihayn, Haydarabad-Deken, 1335.

 

(39)-Hattâbî, Ebu Süleyman Ahmed İbnu Muhammed (v. 388), Mealimu's-Sünen, Humus 1393/ 1973, Birinci Tab.

 

(40)-Heysemi, Nureddin Ali ibnu Ebi Bekr (v. 807), Mecma'u'z-Zevaid, Beyrut, 1967.

 

(41)-Hakim Ebu Abdi'l-İlah, en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek Ala's-Sahibeyn, Haydarabad, Deken, 1335 (baskısından ofset), Beyrut

 

(42)-Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Tefsir, İkinci Baskı, İstanbul, 1960

 

(43)-Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, Tercüme: Said Mutlu, İstanbul 1966

 

(44)mam Gazâlî, İhyâû Ulümi'd-Dîn, Terc. Ali Arslan, İstanbul 1972,

 

(45)-…………İhya, Kahire 1967

 

(46)-İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983

 

(47)-İbnu Hişam, Ebu Muhammed Abdü'l-Melik (v. 218), es Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955,

 

(48)-İbnu Sa'd, Ebu Abdillah Muhammed (v. 230), Tabakatu'l-Kübra, Beyrut, 1960,

 

(49)-İbnu'l-Esir, İzzü'd-Din Ebu'l-Hasen Ali İbnu  Muhammed el-Cezerî (v. 630), Üsdü'l-Gabe Fî Ma'rifeti's-Sahabe, Kahire, 1970

 

(50)-İbnu'l-Arabi, Ebu Bekr (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968.

 

(51)-İbnu Abdi'l-Berr, Ebu Ömer  Yusuf (v. 463), e-İsti'ab Fî Ma'rifeti'l-Ashab, Kahire 1328 (baskısından ofset),

 

(52)-İbnu Kesir İmadü'ddin Ebu'l-Fida İsmail (v. 774), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966

 

(53)bn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955

 

(54)-İbrahim Hakkı Erzurumi (v. 1194), Marifetname, İstanbul, 1330

 

(55)-İbnu Haldun Abdurrahman (v. 808), el-Mukaddime, Beyrut, ty.

 

(56)-İbnu Hazım, el Hemedani; Ebu Bekr  Muhammed İbnu Musa (v. 584) Kitabu'l-İtibar fi Beyanı Nasih ve'l-Mensuh, Humus, 1386/1966.

 

(57)-İbnu Hazm, Ebu Muhammed Ali İbnu Ahmed (v. 456), el-Muhalla, Tahkik: Hasan Zeydan Talebe Mısır.

 

(58)-İbnu Hibban, Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban el-Bustî, Sahihu İbnu Hibban Beyrut 1987.

 

(59)-İbnu Mace-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Yezid el-Kazvini (v. 275), Sünenü İbni Mace, Kahire 1952, Tahkik; Muhammed Fuad Abdulbaki.

 

(60)-İbnu Abdilberr, Ebu Ömer Yûsuf (v. 463/1070): Câmi'u Beyâni'l-İlmi ve Fadlihi, Medîne, 1968.

 

(61)-İbnu'l-Arabî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Abdillah (v.543/1148) Ârızatu'l-Ahvazî bi-Şerhi Sahîhi't-Tirmizî, Beyrut, ty.

 

(62)-İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır.

 

(63)-İbnu Hacer, Şihâbü'd-Dîn Ebu'l-Fadl Ahmed İbnu Ali el-Askalânî (v. 852/1448): Hedyü's-Sârî Mukaddimetu Feth'i'l-Bâri, Bulak 1301.

 

(64)-…………..Şerhu'n-Nuhbe, Mısır, 1934.

 

(65)-………….Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarâbâd-Deken 1328

 

(66)-………….Selamet Yolları, Tercüme: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1972

 

(67)-İbnu Hamza el-Hüseynî, es-Seyyid İbrahim İbnu's-Seyyid (v. 1120/1706): el-Beyân ve't-Ta'rîf fi Esbâbı Vürûdi'l-Hadîsi'ş-Şerif, Halebi 1329.

 

(68)-İbnu Hazm, Ali, el-Endülusî (v. 457/1064): el-İhkâm fi Usûlü'l-Ahkâm, Kahire, tarihsiz.

 

(69)-İsfehani, Ebu'l-Kasım el-Hüseyn ibnu Muhammed er-Rağıb (v. 502), el-Müfredat Fi Garibi'l-Kur'an, Mısır 1961

 

(70)-İbnu's-Salâh, Ebu Amr Osman İbnu Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v. 643/1245): Mukaddime (veya Ulumu'l-Hadîs). Matbâ'atu'l-Âmire, 1931.

 

(71)-el-Kâri, Nuru'd-Dîn Molla Ali İbnu's-Sultân Muhammed el-Herevî (v. 1014/1605): el-Esrâru'l-Merfu'a fi'l-Ahbâri'l-Mevzû'a, Beyrut, 1971.

 

(72)-el-Kâri, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker, İstanbul 1327.

 

(73)-Kastalânî, Ebu'l-Abbâs Şihâbu'd-Dîn Ahmed İbnu Muhammed (v. 923/1517): İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, Bulak, 1304.

 

(74)-Keşmîrî, Muhammed Enver (v. 1352/1933): Feyzü'l-Bâri fi Sahihi'l-Buhârî, Beyrut, tarihsiz.

 

(75)-Kettânî, es-Seyyid eş-Şerîf Muhammed İbnu Ca'fer (v. 1345/1926): er-Risâletu'l-Müstetrafe li-Beyâni Meşhûri Kütübi's-Sünneti'l-Müşerrefe, İstanbul 1986.

 

(76)-Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, İst. 1978,

 

(77)-Koçyiğit, Talât: Hadîs Istılahları, Ankara 1980.

 

(78)-Koçyiğit, Talât, Hadîsçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşakalar, Ankara 1969.

 

(79)-Koçyiğit Talât, Hadîs Usûlü, Ankara 1975.

 

(80)-Leknevî, Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hayy (v. 1304/1886): er-Ref'u ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl, 2. tab, Haleb, 1968.

 

(81)-Maverdi Eb'l-Hasen Ali ibnu Muhammed (v. 450), Edebu'd-Dünya  ve'd-Din İstanbul 1299

 

(82)-Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alaî (v. 980), Bulak, 1248

 

(83)-Kasani, Alauddin Ebu Bekr İbnu Mes'ud (v. 587), Bedai'u's-Sanai fi Tertibi'ş-Şerai, Beyrut 1974/1394.

 

(84)-el-Mübarekfuri-Ebu'l-Ali Muhammed Abdurrahman İbnu Abdirrahim (v. 1353). Tuhfetu'l-Ahvazi bi-Şerhi Cami't-Tirmizî, Kahire, 1963.

 

(85)-el-Muttaki, Alaeddin Ali, Kenzu'l-Ummal, (v. 975), Haleb, 1969.

 

(86)-Münavi-Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Din Abdurrauf (v. 1031), Feyzu'l-Kadir Şerhu'l-Cami'i's-Sağir, Beyrut, 1972.

 

(87)-Müslim-Ebu'l-Hüseyin Müslim İbnu'l-Haccac el-Kuşeyri en-Neysaburi (v. 261) Sahihu Muslim Tahkik:  Muhammed Fuad Abdul'l-Baki Kahire, 1955.

 

(88)-en-Nesai-Ebu Abdirrahman Ahmed İbnu Ali İbni Şuayb (v. 303), es-Sünen, Kahire 1930.

 

(89)-en-Nevevî-Muhyi'd-Din Ebu Zekeriyya Yahya (v. 677), Şerhu Muslim, Mısır, ty.

 

(90)-Nûru'd-Dîn İbnu Muhammed: el-İmâmu't-Tirmizî ve'l-Muvâzene Beyne Câmi'ihi ve Beyne's-Sahîheyn, Mısır, 1970.

 

(91)-Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969,

 

(92)-er-Razi-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ömer İbni Hüseyn (v. 606), et-Tefsiru'l-Kebir, Naşiri: Abdurrahman Muhammed, Kahire, tarihsiz.

 

(93)-es-Serahsî, Şemsü'd-Dîn Ebu Bekr Muhammed İbnu Ahmed (v. 490/1096): Usûlu's-Serahsî, Haydarâbad-Deken, 1973.

 

(94)-Sezgin, Fuat: Buhârî'nin Kaynakları, İstanbul, 1956.

 

(95)-Sibâ'i, Mustafa: es-Sünne ve Mekânetühâ fi Teşrî'i'l-İslâmî, Dımeşk 1966.

 

(96)-Suyûtî, Hâtimetu'l-Huffâz Celâlü'd-Dîn Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr (v.911/1505): Tedrîbu'r-Râvî fi şerhi Takrîbi'n-Nevevî, Medîne, 1959.

 

(97)-Şerbini Muhammed eş-Şerbinî, Muğni'l-Muhtaç, Mısır 1958/1377.

 

(98)-Şafii, Muhammed İbnu İdris (v. 204), er-Risale, Tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut,  tarihsiz.

 

(99)-eş-Şâtıbî, Ebu İshâk İbrahim İbnu Mûsâ (v. 790/1388): el-Muvâfakât fî Usûli'l-Ahkâm, Kahire. 1969.

 

(100)-Şeyhu'l-Emir, Muhammed: Müsnedu Şeyhi'l-Emîr Muhammed, Süleymaniye. Bağdadlı Vehbi. Nu 316.

 

(101)-Taberi, Muhammed İbnu Cerir (v. 310), Tarihu'l-Mülûk, ve'l-Umem  Mektebetu Hayyat, Beyrut, tarihsiz (ofset)

 

(102)-Zehebî, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ahmed (v. 748/1347): Mîzânu'l-İttidal fî Nakdi'r-Ricâl, Kahire. 1963.

 

(103)-………Tezkîretu'l-Huffâz, Haydarâbâd. 1956.

 

(104)-Zürkâni, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Abdi'l-Bâki (v. 1122/1710): Şerhu Muvatta'ı'l-İmâmı Mâlik, Kahire. 1961.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BASKIYA HAZIRLANAN KİTAPLAR

 

 

 

 

 

 

 

1. KUR’AN-I KERİM MEALİ (Sebeb-i Nüzulü Açıklamalı ve Kelime Kelime Meali)

Bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak içindir,

Bütün bilgiler tek bir bilgiye ulaşmak içindir,

Bütün hakikatler tek bir hakikat içindir,

Bütün dinler tek bir dine kavuşmak içindir,

Bütün güzellikler tek bir güzeli görmek içindir,

Bütün ilahlar tek bir Allah'a erişmek içindir,

Bütün yollar tek bir yolu yürümek içindir,

Bütün şeyler tek bir şeyi anlamak içindir,

Aslında herşey tek bir şey ve aynı şeydir.

 

2. KIRK AYET –KIRK HADİS  (Çıktı)

Resûlullah (a.s): "Kim ümmetime, sünnetimden kırk tanesini koruyup ulaştırırsa ben kıyamet günü onun imânına şâhid ve şefaatçi olurum"  Beyhakî, Şuabu'l-İmân, 2/270)

Sebeb-i Nüzulüne göre kırk ayet ve Sebeb-i Vüruduna göre kırk hadis. 

 

3. EVRENİN RUH HARİTASI (Akaid Kitabı)

Kaybetmişiz Pusulamızı

Ebrehelerin Hüküm Sürdüğü Kaldırımlarda

Ölüler Abid

Taşlar Mabud

Ağaçlar Mabed Olmuş.

 

4. İNSANLIĞIN RUH HARİTASI (Ahlak Kitabı II Cilt)

Ahlak, ruhun derinliklerinde dışa yansıyan iyiliğin, kıvılcımıdır.

Gülün güzelliği rengidir.

Bülbülün ki, sesidir.

Göğün ki, yıldızlardır.

Yerlerin ki, bitkilerdir.

Dilberin ki, cemalidir.

Yiğidin ki, bileğidir.

Arifin ki, bilgidir.

Abidin ki, zikridir.

İnsanlığın ki ise, AHLAKIDIR.

 

5. RUHLARIN ŞİFASI (Esma’ül Husna) (Çıktı)

“En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (7:180)

 

6. YAŞAMIN RUH HARİTASI (Fıkıh Kitabı IICilt)

Anlamak (fıkh etmek), insanın ruh portresidir.

Anlayış sahibi insanlar, halkların gülü ve çiçekleridir.

Anlayış sahipleri, halklar tarafından her zaman koklanmaya çalışılır.

Bazen göklere çıkartılıp yükseltilirler.

Bazen yerlere atılıp ezilirler.

 

7. İNSANLIĞIN RUH MİMARLARI PEYGAMBERLER (Peygamberlerin Hayatı IICilt)

Evrenin en büyük sanatçısı Allah’tır.

Yüce Allah’ın en büyük sanat eseri insandır.

İnsanın en büyük sanatı ruhtur.

Ruhun mimarları aziz Peygamberlerdir.

 

8. PEYGAMBERLERİN ÇİZDİĞİ RUH HARİTASI (Hz. Peygamber (a.s)'in Hayatı II Cilt)

Kaybolmuşuz Peygamberlerin çizdiği haritanın üzerinde.

Yön tayin etmede zorlanıyoruz.

Neresi doğu.

Neresi batı.

Neresi kıble.

 

9. ÇOCUKLARIN RUH DÜNYASI (Doğumundan Ölümüne Kadar Çocuk Terbiyesi)

“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar.”

Hiç bir çocuk, anne ve babasının  meşru veya gayri meşru yaptıklarıyla sorumlu değildir.

Her çocuk kendi kişisel menkıbesinin sorumlusudur.

Çocuklar, ailenin balı ve dalı,

Toplumun gülü ve bülbülü,

Kainatın çiçeği ve eşrefidirler.

 

10. DERSLERİN RUHU (Tefsir Dersine Giriş 1) 

Bütün kitaplar, bir kitabı anlamak içindir, oda KUR’ANI KERİM’dir.

Bütün ilimler, tek bir ilimden onay alır,  oda KUR’ANI KERİM’dir.

Bütün ilimlerin merkezi, tefsir ilmidir, oda KUR’ANI KERİM’dir.

 

11. DERSLERİN RUHU (Tefsir İlmine Giriş 2)

Usûl, Arapça asl'ın çoğuludur. 

Asl sözlükte temel, kök, soyluluk ve orijinal anlamlarına gelir.

Tefsir usûlü ya da İlmu Usûli't Tefsir,

Kur'ân-ı Kerim'in insanlar tarafından anlaşmasına yardımcı olmak üzere onu, insanların zihinlerine,  akıllarına yaklaştırma çalışmaları  diyebileceğimiz tefsirin ve müfessirlerin  prensiplerini, şartlarını ve çerçevesini belirleyen,  tarihini tespit eden ilim veya  ilimlerin hepsine birden verilen isimdir.

 

12. ÇAĞIN ALTIN RUHLULARI (Sahabe-i Kiramın Hayatı II Cilt)

Rasulullah (a.s)’ın da üzere yaratılmış olduğu “ALLAH AHLÂKI”?…

“VERMEK”! Karşılıksız vermek! Çıkar düşünmeksizin vermek! EBU BEKİR gibi.

Zâhirde ve bâtında her an ve her koşul altında adil olmak! ÖMER gibi.

Ar, haya, sevgi vermek!.. Karşılık beklemeksizin! OSMAN gibi. 

İlim, cesaret  vermek!… Karşılık beklemeksizin! ALİ (r.anhum) gibi...

 

13. HER ADEM BİR ALEMDİR  -I- (Vecizeler)

Adem dedikleri;  el, ayak, baş değil, manaya  derler.

Kaş, göz değil, ruha derler.

 

14. HER ADEM BİR ALEMDİR –II- (Vecizeler)

Her insan bir ademdir.

Her adem bir alemdir.

Her alem bir sırdır.

Her sır bir yitiktir.

Her yitik bir hikmettir.

Her hikmet bir hazinedir.

Her hazine bir saadeti dareyndir.

 

15. DOĞRULARIN BABASI (Öykü)

Düşünmek, “seviyorum, peşinden koşuyorum ve arıyorum”; anlamına gelen ve

“bilgi, bilgelik” anlamına gelen sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplindir.

Buna göre düşünme “bilgelik sevgisi” yada; “bilginin peşinden koşma” anlamına gelir.

 

16. EĞİTİM - ÖĞRETİM (Öykü)

Her Müminin dinini öğrenmesi ve bildiklerini öğretmesi dini bir ihtiyaçtır.

Zira inandıklarını uygulayabilmesi öğrenmeye bağlıdır. Öğrenim, eğitimin bir parçasıdır.

Eğitim, hedeflenen davranışların programlı ve planlı faaliyetlerle insana kazandırılmasıdır.

Öğretim ise, öğretme faaliyetlerinin belirlenen hedefler doğrultusunda, planlı ve kontrollü olarak düzenlenmesi ve uygulanmasıdır.

 

17. RÜYA İLE DİRİLİŞ (Öykü)

Rüya konusunda; Batı bilginleri genelde rüyanın insanın günlük yaşantısı sonucu gördüğü şey olarak yorumlarken,

Doğu bilginleri bu görüşe katılmakla birlikte Allah'tan gelen ilahi bir mesaj olarak da görmüşlerdir.

 

 

18. HAYAL UMUDUN KAPISIDIR (Öykü)  

Fertte çağrışım yapan hayaller neticesinde meydana gelen kolektif alt şuuru psişik hayatın esaslı faktörüdür.

 

19. MEDENİYETİN ORTAK DEĞERLERİ (Araştırma)

Allah'ın indirdiklerini kendisine hayat nizamı olarak kabul eden toplumlarda medeniyet, kavramın içerdiği gerçek anlamıyla ortaya çıkmıştır. İslâm medeniyeti, iman, amel, ahlâk, sosyal ilişkiler, toplum hayatını insanların iyiliği doğrultusunda yöneten idarî prensiplerin bir tezâhürüdür.

 

20.  ACILARDA AĞLARMIYMIŞ? (Şiir)

Şair, Şiir yazarken,

çocuk dünyaya getiren

bir annenin sancısını çekmiyorsa

yazdıklarının hepsi yalandır.

 

21. AKLIN GÖCÜ (Öykü)

Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Akıl insanoğluna verilmiş manevi bir kuvvettir. İnsan bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden güç İslâm'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür. Bu güç insanda ana rahminde cenin iken oluşan özelliktir. Bu erginlik çağına gelince gelişir ve gittikçe olgunlaşır. Bu da, zarûriyyâtı anlayan güçtür. Bu güç ile elde edilen 'bilgi'ye gelince yerine göre kullanılmadığında akılsızlık özelliğini taşır.

 

22. DİN NASİHATTIR (İbretli Sözler) *Çıktı*

Nasihat, İslâm'ın pratik hayata aktarılması, ahlâkî prensiplerin yaşanması, insanî erdemliliklerin, görgü kurallarının öğretilmesi amacıyla bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ve hatırlatmada bulunması amacıyla yapılan öğütlerdir. Bu öğütler yapılırken asla bir ard niyet güdülmez, dünyevî çıkarlar düşünülmez.

 

23.NAMAZIN DİLİ

Namaza başlarken ve namaz kılarken, söylediklerimizin anlamı nedir? Neden “Allah’u Ekber” diyoruz? Neden Ku’ran ile değil de “Sübhaneke” ile namaza giriş yapıyoruz? Neden “Ruku” ediyoruz? Niçin “Secde”ye kapanıyoruz? Bütün bunlar ne anlama geliyor? Ve biz bunları yaparken ne demek istiyoruz? Bunların anlamı ve dili nedir?

 

24.ARAPÇANIN DİLİ

Arapçayı, Araplara olan özentiden dolayı öğrenmek hiç bir insanın akıl karı değildir. Yüce Allah Kura’an-ı Kerim-i Arapça indirdiğinden dolayı ve Kur’an-ın dilini anlamak için öğrenilir. Amaç Kur’an-ın mesajını hakkıyla anlayıp kavramaktır. Eğer bu anlayışla Arapça öğrenilir ve öğretilirse, o zaman Araplarda gelip o Arapçayı öğrenmek zorunda kalırlar.

 

 



[1]  A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24

[2]  A'râf, 7/180

[3]  İsrâ, 1 7/110

[4]  Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât 358,

[5]  Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57,

[6]  Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57,

[7]  Bakara,2\ 163

[8]  Âl-i İmrân,3\ 1-3; Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65,

[9] A’raf, 7\180.

[10]  el-A'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24)

[11]  A'râf, 7/180

[12]  İsrâ, 1 7/110

[13]  Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât 358,

[14]  Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57,

[15]  Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57,

[16]  Bakara,2\ 163

[17]  Âl-i İmrân,3\ 1-3; Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65,

[18]  Haşr,59/22; Bkz.(1:1) (3:18) (5:109) (6:124) (7:180) (8:40) (16:91) (20:8) (29: 61) (57:5) (65:3) (74:56) (85:20).

[19] Müslim, İman 151,

[20] Enam,6/103

[21] Araf,7/74

[22] Müslim fiten bab 5, Hadis 2889, Ebu Davud fiten 1 hadis 4252, Tirmizi fiten Hadis 2203, İbni Mace fiten hadis 3952.

[23] Haşr,59/22; Bkz: (1:3) (17:110) (19:58) (21:112) (27:30) (36:52) (59: 22-24) (50:33) (55:1) (59:22) (78:38

[24] Müslim, İmâret 18; Nesâî, Âdâb 1,

[25] Haşr,59/22-24; Bkz. (59:22-24) (1:3) (17:110 (19:58) (21:112) (27:30) (36:52) (50:33)(55:1) (59:22) (78:38)

[26] Nur,24\ 58

[27]  Ebû Dâvud, Edeb 141

[28]  Ahzab,33/43

[29]  Haşr,59/23; Bkz:(59: 22-24) (20:114)(23:116)(59:23)(62:1) (114:2).

[30] Buharî, Tevhid 19; Müslim, Sıfatu'l-Münafikun 24; Ebu Dâvud, Sünne 21,

[31] Haşr,59/23;Bkz:(62:1).

[32] Nasr,110\ 3

[33] Buhârî, Ezân 123, 139, Meğâzî 50, Tefsîr, İzâcâe nasrullahi ve'l-Feth; Müslim, Salât 217, (484); Ebû Dâvud, Salât 152, (877); Nesâî, İftitâh 153,

[34] Haşr,59\ 23, Cum’a,62\ 1

[35] Taha,20\12

[36] Haşr,59/23; Bak: (36/58).

[37]  Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,

[38]  Haşr,59\ 23

[39] Nisa,4/86

[40]  Buhari 1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481

[41]  Kuşeyri, et Tahbir fi t Tezkir, s:29

[42]  Haşr,59: 22-24). Bak:(41/30) (21/101-103) (10/62-64

[43]  Tirmizî, Cenâiz 11; İbnu Mâce, Zühd 31

[44]  Buhari 1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481

[45]  Haşr,59: 22-24

[46]  Buhârî,  Rikak 38.

[47]  Haşr,59\ 23

[48]  Maide,5\48

[49] Haşr,59\ 22-24;Bak.(14: 47) (2:129) (3:6-4-18) (4:158) (9:40-71) (10:65) (48:7) (59:23) (58:21) (61:1).

[50] Müslim, Tevbe 32

[51]  Fussilet,41\41

[52]  Fatır,35\10

[53]  İbni Hacer, münebbihat bab,3; Kuşeyri, et-Tahbir s:32. Hadisi Beyhakinin rivayet ettiğini Keşf-ül hafa haber verir.

[54]  Haşr,59\ 22-24

[55] Buhârî, Rikâk 44; Müslim, Münâfikûn 30,

[56] Hud,11\59

[57] Kaf,50/45

[58]  Haşr,59\22-24

[59]  (Bu hadisin uzun olan metnin son kısmıdır.)Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322

[60]  Necm,53/17

[61]  Haşr,59\24;Bak:(6:102) (13:16) (39:62)(40:62)

[62]  Yusuf,12\ 106

[63]  Rezin'in ilavesidir; Taberi 13, 51

[64] Bakara,2\29

[65] Zariyat,51/56

[66]  Haşr,59\24;Bak:(67/3-4)(1:54)(59:24).

[67]  Müslim, İman 131, (78); Tirmizî, Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20,

[68] Haşr,59\24;Bak:(3:6)

[69]  Ebû Dâvud, Salât 334, (1414); Tirmizî, Salât 407, (508); Nesâî, İftitah 71,

[70]  Ali-İmran,3\6

[71]  Mümin,40\64; Teğabün,64\ 3

[72] Beyine,98\6

[73]  Zümer,39\5; Bak:(38:66) (40:42) (71:10). (20:82).

[74] Buhârî, Sıfâtu's-Salât 149, Daavât 17, Tevhîd

[75] Nisa,4/147

[76] Bakara,2/182

[77] Nur,24\19

[78]  Rad,13/16; Bak: (14:48) (38:65) (39:4) (40:16).

[79]  Tirmizî, Tefsir, Kehf, (3151); İbnu Mâce, Fiten 33,

[80]  Alak,96\16

[81] Araf,7\127

[82] Sad,38\9-35

[83] Müslim, Birr 55; Tirmizî,  Kıyamet 49

[84] Ali İmran 8, Sad 9,35

[85]  Ali-İmran,3\8

[86]  Müslim, Selâm,154

[87]  İnsan,76\8-9

[88] Zariyat,51\58; bak: (11/6

[89]  Tirmizî, Zühd 33

[90] Tirmizî, Kırâ'ât 1; Ebû Dâvud, Hurûf 1

[91] Zariyat,51\58

[92]  Maide,5/112

[93]  Hud,11/6

[94]  Necm,53\39

[95]  Zuhruf,43/32

[96] Araf,7/179

[97] Bakara,2\29

[98] 7\31

[99]  Tirmizi, Zühd, 2441, İbni Mace, Zühd, 4164

[100] İbrahim,14/34

[101] Hadid,57\23

[102]  Sebe,34\26).bak: (7/88)  (35/12).

[103] Tirmizî, Salât 234

[104] Sebe,34/26

[105] Bakara,2\ 42

[106] A’raf,7\ 96

[107] İnşirah,94\1

[108] Bakara,2\115) bak:(24: 41)(2:115-158)(3:92) (4:35) (24:41) (33:40)(35:38)  (57:6)

[109]  Sâd,38\ 86

[110]  Duhan,93\10-15

[111]  Duhan,93\ 16

[112] Buharî, Tefsir, Hamim ed-Duhân (Duhan) 1, İstiskâ 2, 13, Tefsir, Yusuf 4, Rum, Sâd; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 39, (2798); Tirmizî, Tefsir, Duhan (3251)

[113]  Alak,96\ 4

[114]  Maide,5\ 110

[115]  Rahman,55\ 2

[116]  Bakara,2\ 31

[117]  Enbiya,21\ 80

[118]  Neml,27\ 16

[119]  Zümer,39\ 9

[120]  Yusuf,12/76

[121]  Bakara,2\245

[122]  Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît 53, 54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47

[123]  Bakara,2\245

[124]  İsra,17\30

[125] Ebu Dâvud, Büyû 51, (3451); Tirmizî, Büyû 73, (1314). Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

[126]  Bakara,2\ 245

[127] Hud,11\57  bak:12\64

[128] Ebû Dâvud, Büyû 51

[129]  Ali-İmran,3\55

[130]  Mümin,40\15

[131]  Rad,13\2

[132]  Enam,6\165

[133]  Nisa,4\185

[134]  Mücadele,58\11; bak: 4\158

[135]  Ebû Dâvud, Büyû 51

[136]  Ali İmran,3\ 55

[137]  Mü’min,40\15

[138]  Ra’d,13\ 2

[139]  En’am,6\165

[140]  Nisa,\4185

[141]  Ali-İmran,3\26

[142]  Nesâî, Tahrim 2

 

[143]  Ali-İmran,3\26

[144]  Cinn,72\8

[145]  Ali-İmran,3\26

[146]  Ebu Davud, Libas 5

[147]  Rad,13\9

[148]  Bakara,2\127; bak:(2:137-256) (8:17) (49:1)

[149]  Mücâdele,58\ 1 :Buharî, Tevhid 9; Nesâî, Talâk 33; İbnu Mâce, Talâk 25

[150]  Taha,20\46

[151]  Taha,20\44

[152]  İsra,17\36

[153]  Nisa,4\134

[154]  Mücadele,58\1

[155]  Buharî, Tevhid 9; Nesâî, Talâk 33, (6, 168); İbnu Mâce, Talâk 25, (2063).]

[156] Bakara,2\110;bak. (3:163) (4:58) (17:1) (42:11) (42:27)  (57:4) (67:19).

[157]  Müslim, İman 293

[158]  Hadid,57\4

[159]  Mülk,67\ 19

[160] Bakara,22\69

[161]  Ebu Dâvud, Edeb 70, (4955); Nesâî, Kadâ 7

[162] Eníam,6\ 57; Yusuf,12\ 40,67

[163]  Maide,5\ 50

[164]  Ra’d,13\ 41

[165] Kehf,18\ 26

[166] Maide,5\ 50

[167]  Maide,5\ 44,45,47

[168]  Bakara,2\145

[169]  Hud,11\56

[170] Enam,6\115; bak:(5: 8,41) (10:54)(16:90)

[171]  Tirmizî, İmân 11

[172]  İnfitar82\7

[173]  Enam,6\90

[174]  Nisa,\ 58

[175]  Bakara,2\ 282

[176]  Hucurat,49\ 9

[177]  En’am,6\ 152

[178] Hacc,22\63;bak: (6:103) (22:63) (31:16) (33:34) (67:14)

[179]  Tirmizî, Daavât 30, (3415)

[180]  Mülk,67\14

[181] Yusuf,12\ 100

[182] Hacc,22\ 63

[183]  Lokman,31\16

[184]  Bakara,2\233; bk: (2:233-234)) (6:18) (17:30) (31:34) (49:13) (59:18)  (63:11) (67:14).

[185]  Lokman,31\ 34; Buhârî, Tefsir, Lokman 2, En'âm 1,İstiska 29.

[186]  Haşr,59\18

[187]  Haşr,59\18

[188] Bakara,2\225; bak:(2:225) (2:235) (17:44) (22:59) (35:41).

[189]  Nur,24\ 58

[190] Ebü Dâvud, Edeb 141.

[191]  Tevbe,9\114; Hud,11\75; Saffat,37\101; Hud,11\ 87

[192]  Bakara,2\235

[193]  İsra,17\141-144

[194]  İbrahim,14\42

[195]  Hud,11\75

[196]  Fatır,35\45

[197]  Bakara,2\255;bak:(42:4)  (56:96)

[198]  Ebu Dâvud, Salât 154; Tirmizi, Salât 194, (261).

[199] Hicr,15\ 87

[200]  İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahire, 1373.2:255

[201]  Bakara,2\255

[202] Bakara,2\173;bak: (8:69)  (16:110) (41:32)  (60:7)

[203]  Buhârî, Sıfâtu's-Salât 149, Daavât 17, Tevhîd

[204]   Zümer,39\53

[205] Fatır,35\30; bak: (35:34)  (42:23) (64:17).

[206]  Ebû Dâvud, Edeb 110,

[207]  Fatır,35\29,30

[208]  Şura,42\23

[209] Teğabun,64\17

[210] Şura,42\51; bak: (42:51)  (2:255) (4:34) (31:30) (42:4).

[211]  Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3221).

[212] Lokman,31\30

[213]  Taha,20\68

[214] Ali-İmran,3\139

[215] Fethul-Bari, ibni Hacer 3/220 Darakutni ve fevaidi Ebi Ya’ladan.

[216]   Rad,13\9;bak.(13:9) (22:62)  (31:30) (34:23)  (40:12).

[217]  Müslim, Mesâcid 150, (601); Tirmizî, Daavât 137, (3586); Nesâî İftitâh 8,

[218] Müdessir,74\3

[219] Sebe,34\21;bak: (11:57) (34:21) (42:6).

[220]  Buharî, ahkâm 51; Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harac 8,

[221]  Hud,11\57

[222]  Hud,11\ 37

[223]  Enbiya,21\80

[224] Nisa,4\85

[225]  Tirmizî, Ahkâm 8,

[226]  Nisa,4\85

[227]  Fussilet,41\10

[228]  Necm,53\39

[229] Nisa,4\6;bak: (4:86) (33:39).

[230]  Tirmizî, Salat 305;  Nesâî, Salat 9,

[231]  Nisa,4\86

[232]  Zilzal,99\8

[233]  Ali-İmran,3\173

[234]  Rahman,55\27

[235]  Tirmizî, Daavât 99,

[236] Rahman,55\27,28)

[237] Neml,27\40;bak:(82:6).

[238]  Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,

[239]  Neml,27\ 40

[240]  İnfitar,82\6

[241] Nisa,4\1; bak:(5:117).

[242]  Haşr,59\18

[243]  Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64,

[244]  Nisa,4\1

[245] Hud,11\61;bak:(2:186).

[246]  Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13, Müslim,Salâtu'l-Müsâfirin 166, (758); Muvatta, Kur'ân 30, (1, 214); Tirmizî, Daavât 80, (3493); Ebû Dâvud, Salât 311,

[247]  Hud,11\61

[248]  Mümin,40\60

[249] Bakara,2\115;bak:(2:261) (2:268) (3:73) (5:54).

[250]  Müslim, Cenâiz 85, (963); Tirmizî, Cenâiz 38, (1025); Nesâî, Cenâiz 77,

[251]  Taha,20\98

[252]  A’raf,7\156

[253]  Bakara,2\ 255

[254] Hud,11\ 45; bak: (2:129) (2:260) (31:27) (46:2)  (57:1)(66:2)  (95:8) (10:109).

[255]  Mâide,5\118. Nesâî, İftitah 79,

[256] Yasin 2. Ali İmran 58. Yunus 1. Lokman, 2

[257]  (Hud,11\90;bak: (85:14)

[258]  Tirmizî, Daavât 30,

[259] (Hud,11\ 90

[260]  Buruç,85\14

[261]  Mücadele,58\ 22

[262]  Meryem,19\ 96

[263]  Mümtehine,60\ 7

[264]  Hud,11\73

[265] Müslim,Salât 65, (405), Kasru's-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49,

[266]  Hud,11\73

[267]  Buruç,85\15

[268]  Buruç,85\21

[269]  Kaf,50\1

[270]  Hacc,22\7

[271]   Tirmizî, Kader 10

[272]  Hacc,22\7

[273]  Yasin,36\78-79

[274]  Nisa,4\79:bak:(4:166) (22:17) (41:53) (48:28).

[275] Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194,

[276]  Nisa,4\33

[277]  Nisa,4\79

[278]  Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, İst. 1978,s, 67

[279]  Tur,52\48

[280]  Hacc,22\62;bak:(6:62) (23:116)(31:30) (18:44) (20:114) (22: 6-62) (31:30) (71: 25) (43: 86) (57:16) (60:1).

[281]  Tirmizî, Vesaya 5, Nesai, Vesaya 5,

[282]  Nur,24\25

[283]  Sad,38\84

[284] Hacc,22\74

[285]  Bakara,2\121

[286]  Sad,38\26

[287]  Enam,6\141

[288]  Hacc,22\78

[289] Müzemmil,73\9;bak: (3:173)(4:171) (28:28) (33:3).

[290]  Ebu Dâvud, Akdiye 28,

[291] Yunus,10\22. (29:65) ( 31:32)

[292]  İsra,17/2

[293] Ali-İmran,3\173

[294]  Enbiya,21\69

[295]  Hud,11/66; bak: (22:40)(22:74) (42:19)(57:25) (58:21)

[296] Kehf,18\ 46

[297]  Muvatta, Kur'ân 22,

[298]  Enfal,8\52

[299]  Hud,11\ 66

[300]  Hacc,22\40

[301]  Zariyat,51\58

[302] Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2941); Ebû Dâvud, Hurûf 1, (3993).

[303]  Zariyat,51\58

[304]  Nisa,4\45;bak (7:196) (42:28) (45:19) (3/68)

[305]  Buharî, Menakıb 6; Müslim, Fezailu's-Sahabe 189, 190, (2520-2521); Tirmizî, Menakıb, (3945).

[306]  Bakara,2\257

[307]  Tevbe,9\71

[308]  Ali-İmran,3\28

[309]  Yunus,10\62

[310]  İbrahim,14\1;bak: (14:8) (31:12) (31:26)  (41:42).

[311]  Müslim,Salât 65, (405), Kasru's-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49,

[312]  Buhârî, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru's-Salât 66, (1, 165); Ebû Dâvut, Salât, 183, (979); Nesâî, Sehv 54,

[313]  Buhârî, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebû Dâvud, Salât 183, (976);Nesâî, Sehv 51, (3, 47); Tirmizî Vitr,20,

[314]  Bakara,2\267, 22:64, 31:26).

[315]  Cinn,72\28;bak:(63:94, 36:12, 79:29).

[316]  Buhârî, Megâzî, 38, 9, 170, Tevhid 14; Ebu Dâvud, Cihad 115, (2660, 2661), Cenâiz 16,

[317]  Cinn,72\ 28, 63:94, 36:12, 79:29).

[318]  Rum,30\27;bak:(10:4) (10:34) (27:64) (29:19) (85:13).

[319]  Buharî, Tefsir 1, Bed'u'l-Halk 1; Nesâî, Cenâiz 117,

[320] Rum,30\27;bak:(10:4)(10:34) (27:64)(29:19) (85:13).

[321]  Buhârî, Enbiya 8, Tefsir, Şuara 1.

[322] Aaraf,7\158; bak:(3:156) (7:158) (15:23)(30:50) (57:2).

[323]  Nesâî, İftitâh 16,

[324]  Rum,30\50; Fussilet,41\ 39

[325]  Fussilet,41/39

[326]  Rad,13\11

[327]  Araf,7\158; bak:(3/156) (15:23) (57:2).

[328]  Tirmizî, Da'avât 38, (3427, 3428); İbnu Mâce, Dua 22, (3892).] [Rezîn ilavesidir.

[329]  Rad,13\11

[330]  Bakara,2\255;bak:(3:2) (20:111) (25:58) (40:65).

[331]  Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57,

[332]  Bakara,2\255

[333] Bakara,2\255;bak: (3:2) (20:111).

[334]  Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57,

[335]  Taha,20\111

[336] Duha,93\6-7-8

[337]  Rezin bu elfazla tahric etmiştir. Tirmizi'de muhtasar olarak kaydedilmiştir. Sıfatu'l-Kıyâmet 60, (3518).

[338] Duha,93\ 7-8

[339]  Hud,11\73

[340]  Tirmizî, Edeb 41,

[341]  Maide,5\73;bak.(2:163) (5:73) (9:31) (18:110) (37:4).

[342]  Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87,

[343]  Enbiya,21\22

[344]  Bakara,2/163

[345]  İhlas,112\1,2

[346] İhlas,112\1-4.

[347]  Tirmizî, Tefsir, İhlâs, (3361, 3362).

[348]  İhlas,112\2

[349] Enam,6\65;bkz:(36:81) (6:65) (36:81)  (46:33) (75:40)  (86:8).

[350]  Muvatta, Hacc 127, (1, 372); Müslim, Hacc 147, (1218); Ebu Dâvud, Menâsik 57, (1908); İbnu Mâce, Menâsik 84,

[351]  Ahkaf,46\33

[352]  Kehf,18\45

[353]  Kehf,18\45;bkz: (54:42-55).

[354]  Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5159, 5160); Tirmizî, Birr 30,

[355]  Kehf,18\45

[356]  Kamer,54\ 55

[357] Furkan,25\23

[358]  Buhârî, Teheccüt 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24,

[359]  Kaf,50\28

[360] Nuh,71\4

[361]  Hacc,22/14

[362] Müslim, Salâtul-Müsâfirîn 201, (771), Tirmizî, Daavât 32, (3417, 3418, 3419); Ebû Dâvud, Salât 121, (760); Nesâî, İftitâh 17,

[363]   Hadid,57/3

[364]  Tirmizî, Daavât 68, (3477); İbnu Mâce, Dua, 2

[365]  Hadid,57\3

[366]   Hadid,57/3

[367]  Yunus,10/ 94

[368]  Hadid,57\ 3;Ebu Davud, Edeb 118,

[369]  Hadid,57/3

[370]   Hadid,57/3

[371]  Tirmizi, Daavât 68); İbnu Mâce, Dua, 2

[372]   Hadid,57/3

[373] A’raf,7\ 33; En’am,6\ 120

[374]  Hadid,57/3

[375]  Tirmizi, Daavât 68); İbnu Mâce, Dua, 2

[376]   Hadid,57/3

[377]  A’raf,7\ 33; En’am,6\120

[378]  Rad,13\11

[379]  Âl-i İmrân,3\ 122

[380] Buharî, Megâzî 18, Tefsir, Âl-i İmrân 8; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 171,

[381]  Rad,13\11

[382]  Rad,13\9

[383]  Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3221)

[384] Rad,13\9

[385]  Bakara,2\255

[386] Tur,52\ 28;bkz: (16:17-18) (52:28) (16:17-18)

[387] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân, 17. 2913(13).

[388]  Tur,52\ 28

[389]  Meryem,19\ 14

[390]  Meryem,19\ 32

[391] Nahl,16\4-16

[392] Bakara,2\37; bkz: (2:128) (4:64) (17/25) (49:12)  (110:3)

[393]  Nisa,4\145

[394]  Buharî,Tefsir, Nisa,4\25.

[395]  Bakara,2\37

[396] Secde,32\22;bkz: (43:41)  (44:16).

[397]  Tirmizî. Daavât 73,

[398]  Rum,30\47

[399] Nisa,4/99;bkz. (4:149) (22:60).

[400]  Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29,

[401]  Nisa,4\149

[402]  Ali İmran,3\ 134

[403]  Bakara,2\ 178

[404]  Tirmizi, Hudud bab 2, ibni Mace Hudud 5

[405]  Zümer,39\53

[406] Ali-İmran,3/30;bkz: (9:117) (57:9) (59:10)

[407]  Nur,24\ 2

[408]  Rezîn ilavesidir.

[409]  Haşr,59\10

[410] Bu hadisi bazı farklılıklarla Buhari, Edeb bab 18, Hadis 5628, Müslim, Tevbe bab 4, Hadis 2754, ibni Mace Zühd, bab 35, Hadis 4297’de rivayet edilmiştir.

[411] Bakara 143

[412]  Bakara 207

[413]  Ali İmran 30

[414]  Nahl 7

[415]  Müslim, Selam 154

[416]  Ali-İmran,3\26

[417] Buhârî, Edeb 114; Müslim, Edeb 20, (2143); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4961); Tirmizî Edeb 65,

[418]  Ali-İmran,3\26

[419]  Rahman,55\27-78

[420]  Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,

[421]  Rahman,55\7-28

[422]  Rahman,55\78

[423]  Ali-İmran,3\18

[424]  Maide,5\ 43

[425]  Maide,5\ 50;Ebu Dâvud, Diyât 1, (4494), Akdiye 10, (3591); Nesâî, Kasâme 7,

[426] Yunus,10\54

[427] Ali-İmran,3\9;bkz:(2:148) (4:140).

[428]  Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3152).

[429] Ali-İmran,3\9

[430]  Nisa,4\ 140

[431] Bakara,2\263;bkz: (3:97) (39:7) (47:38) (57:24).

[432]  Tirmizî,Tefsir, Kehf, (3152)

[433]  Yasin,36\15

[434]  Necm,53\ 48

[435]  Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27,

[436]  Tevbe,9\28

[437]  Buharî, Zekat 50, Rikak 20; Müslim, Zekat 124, (1053); Muvatta, Sadaka 7 , (2, 997); Ebu Davud, Zekat 28, (1644); Tirmizî, Birr 77, (2025); Nesaî, Zekat 85,

[438]  Necm,53\48

[439]  Necm,53\ 48

[440]  Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27,

[441]  Hacc,22\40

[442] Buhârî, Büyû' 83, Selem 4; Müslim, Müsâkat 15-17 (1555), Büyû 49, 50 (1534-1554); Muvatta, Büyû 11 (2, 618); Ebu Dâvud, Büyû 23, (3367); İbnu Mâce, Ticaret 61,

[443]  Yunus,10\107

[444]  Yunus,10\107;bkz:  (39:38) (37: 23).

[445]  Ebû Dâvud, Akdiye 31 (3635); Tirmizî, Birr 27, (1941); İbnu Mâce,  Ahkâm 17,

[446]  Fetih,48\11

[447] Buhârî, İlm 20; Müslim, Fedail 15

[448]  Araf,7\18

[449]  Nur,24/35

[450]  Hicr,15\ 75;Tirmizî, Tefsir, Hicr, (3125)

[451]  Nur,24\35

[452]  Zümer,39\69

[453]  Enam,6\115

[454]  Furkan,25/31;bkz.(1:6) (7:178) (28:56).

[455] Buhârî, İlm 20; Müslim, Fedail 15 (2282).

[456]  Ra’d,13\ 7

[457]  Hacc,22\54

[458]  Furkan,25\31

[459]  Tekvir,81\27,28)

[460]  Enam,6\101; bkz: (2:117) (6:101)(7:29).

[461]  Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57,

[462] Bakara,2\117

[463]  Rahman,55/27

[464]  Müslim Fiten 52,

[465]   Taha,20\73

[466]  Hacc,22\45

[467]  İsra,15\23

[468]  İhlas,112\1-4

[469] Tirmizî, Tefsir, İhlâs, 3361, 3362

[470]  Hicr,15\23

[471] Mümin,40\16

[472] Kehf,18\17

[473]  Ebu Davud, Salat 32, (517); Tirmizi, Salat 153

[474]  Enbiya,21\51

[475]  Kehf,18\ 66

[476] Kehf,18\ 17

[477]  Kehf,18\10

[478]  Hud,11\97

[479]  Hicr,42\21

[480]  Buhari, Edeb 71, Tevhid 3; Müslim, Sıfatu'l-Münafıkin 49

[481]  Tarık,86\17

[482] Nahl,16\61