Ruhların Şifası
ESMA’ÜL
HÜSNA
Salih ÖZBEY
Kitabı Tashih Edenler:
-Felsefeci: M.Kalkan
-Belediyeci:
B.Çelik
Kitaba Hizmet Verenler:
-D.Çeltek
-F.Güçlü
-E.Korkmaz
-R.Aslan
Kitaba Emeği Geçenler:
-M.Demir
-M.Sertdemir
-Z.Kılıç
KISALTMALAR
a.g.e Adı
geçen eser.
a.g.y. Adı
geçen yayın
(a.s) Aleyhisselâm
bsm. Basılmıştır
b. Bin,
İbn
bint Binti
bkz. Bakınız.
çev. Çeviren
Doç. Doçent
H. Hicri
c. Cilt,
cüz.
(c.c) Celle
Celâlühû
Hz. Hazret
Nşr: Neşreden
Ktb. Kütüphanesi
M. Milâdî
Mad. Maddesi,
Madde
M.Ö. Milattan
Önce
M.S. Milattan
Sonra
ö. Ölüm tarihi
Prof. Profesör
(r.a) Radıyallahû
anh
(r.anha) Radıyallahû
anha
(rha) Rahmetullahi
aleyh
s. Sayfa
Trc. Tercüme
v. Vefatı,Vefat
tarihi
vr. Varak
y.y. Yüzyıl
vd. ve
devamı.
vs. vesaire
Yay. Yayınevi.
yz. Yazma.
ty. Tarih yok
ESMA’ÜL HÜSNA DERSİ PROGRAMI
GİRİŞ
Esma’ül Hüsna dersi programı, eğiticinin Esma’ül Hüsna derslerinde yararlanacağı bir rehberdir.
Eğiticiye
bakış açısı kazandırmaya yönelik hazırlanmış bu program, aynı zaman da ona,
ders işlemenin teknik ve yöntemleri hakkında bilgi verir.
Eğitici,
dersin süresini ve öğrencilerin
seviyesini göz önünde bulundurarak konularını bu programdan seçer ve planını
yapar.
Bu ders
programı, açıklamaları, amaçları, konuları, yöntemleri ve kaynakçayı içerir.
A) AÇIKLAMALAR
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri:
Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler
bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini
koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz,
insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir
hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde geçen birçok güzel isim
vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele
almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil
siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir
kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde
Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden
bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm,
Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi,
yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin
Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ
en güzel isimler ile isimlendirmiştir.[1]
Doksan dokuz adet olan bu isimlerin başında "Allah" gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve
içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu
nedenle, İslâm'a girecek
kişi, "Lâ
ilâhe İllâllah" der; "Lâ
ilâhe illarahman" demez. Namaza
başlarken, "Allahü
Ekber"der; "Rahman
Ekber" diyemez. Allahu
Teâlâ'nın bütün isimleri
güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de:
وَلِلّهِ
الْاَسْمَاءُ
الْحُسْنى
فَادْعُوهُ
بِهَا
وَذَرُوا
الَّذينَ
يُلْحِدُونَ
فى
اَسْمَائِه
سَيُجْزَوْنَ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
"Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o
güzel isimlerle dua edin."[2]
قُلِ
ادْعُوا
اللّهَ اَوِ
ادْعُوا
الرَّحْمنَ
اَيًّا
مَاتَدْعُوا
فَلَهُ
الْاَسْمَاءُ
الْحُسْنى
وَلَا
تَجْهَرْ
بِصَلَاتِكَ
وَلَا
تُخَافِتْ
بِهَا
وَابْتَغِ
بَيْنَ
ذلِكَ
سَبيلًا
"De
ki: "İster
Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz
edin, onun güzel isimleri vardır"[3] buyurulmuştur
ـ عن
بريدة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: سَمِعَ النَّبىُّ رَجًُ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ إنِّى
أسْألُكَ
بِأنِّى
أشْهَدُ
أنَّكَ: أنْتَ
اللّهُ َ
إلَهَ إَّ
أنْتَ ا‘حَدُ
الصَّمَدُ الذى
لَمْ يَلِدْ
وَلَمْ
يُولَدْ
وَلَمْ يَكُنْ
لَهُ كُفْواً
أحَدٌ،
فقَالَ:
وَالَّذِى نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ سَألَ
اللّهَ بِاسْمِهِ
الاعْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِِىَ بِهِ
أجَابَ، وَإذَا
سُئِلَ بِهِ
أعْطَى.
Hz. Büreyde (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın şöyle
söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle
senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin,
samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın,
doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."Bunun üzerine Efendimiz
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a
yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin
ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde
bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir."[4]
Resûlullah (a.s), burada, dua ederken İsm-i Âzam
şefaatçi yapılarak istendiği taktirde Cenâb-ı Hakk'ın isteneni vereceğini ifâde
buyuruyor. Müteâkiben göreceğimiz üzere
Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Bunlardan biri, İsm-i Âzâm'dır. İsm-i
Azâm'ın hangisi olduğu kesin şekilde belirtilmemiştir.
Hadiste dua etmekle, istemek (talepte bulunmak)
arasında bir tefrik yapılmamaktadır. Buna göre, kulun: "Falanca şeyi bana ver"
sözü, onun istemesi, taleb etmesidir. Dua ise, kulun nida ederek "Ey Rabbim! diye seslenmesidir. Rabb
Teâla bu seslenmeye: "Lebbeyk ey kulum (ey kulum söyle ne
istiyorsun?" diye cevap verir. Bu durumda kulun istemesine
mukabil Rabb'in vermesi (îta etmesi) vardır. Şu halde, dua ve isteme arasında
belirtilen bu fark mevcuttur. Bu ince farkın her zaman gözetilmeyip, birinin
diğeri yerine kullanılması da câizdir, vâkidir.
ـ وعن
محجن بن الادرع
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: سَمِعَ
النَّبِىُّ رَجًُ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ
بِاللّهِ
ا‘حَدِ
الصَّمَدِ
الذى لَمْ
يَلِدْ
وَلَمْ
يُولَدُ
وَلَمْ يَكُنْ
لَهُ كُفْواً
أحَدٌ، أنْ
تَغْفِرَ لِى
ذُنُوبِى
إنَّكَ أنْتَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ،
فقَالَ: قَدْ
غُفِرَ لَهُ،
قَدْ غُفِرَ
لَهُ.
Mihcen İbnu'l-Edra'
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi
ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et,
sen Gafûrsun, Râhimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:"O
mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!"[5]
ـ وعن
أنس رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: دَعَا
رَجُلٌ
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ بِأنَّ
لَكَ
الحَمْد، َ
إلَهَ إَّ
أنْتَ المَنَّانُ،
بَدِيعُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
ذُوالجََلِ
وَالاكْرَامِ،
يَاحَىُّ
يَاقَيُّومُ،
فقَالَ
النَّبىُّ : أتَدْرُونَ
بِمَ دَعَا؟
قَالُوا:
اللّهُ وَرَسُولُهُ
أعْلَمُ،
قالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ دَعَا
اللّهَ
بِاسْمِهِ
ا‘عْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِىَ بِهِ
أجَابَ،
وَإذَا
سُئِلَ بهِ
أعْطى.
Hz. Enes (radıyallâhu anh)
anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim
sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın
celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan
hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu
duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi
vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi
bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a,
İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet
eder, onunla istenirse verir."[6]
ـ وعن
أسماء بنت
يزيد رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
قال رسُولُ
اللّهِ :
اسْمُ اللّهِ
ا‘عْظَمُ في
هَاتَيْنِ
ايَتَيْنِ:
وَإلهُُكُمْ
إلَهٌ
وَاحِدٌ َ
إلهَ إَّ هُوَ
الرَّحْمنُ
الرَّحِيمُ.
وَفاتِحَةِ سُورَةِ
آلِ
عِمْرَانَ:
الم اللّهُ َ
إلَهَ إَّ
هُوَ الحَىُّ
الْقَيُّومُ.
Esmâ Bintu Yezîd
(radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Âzam'ı şu iki âyettedir:
1- "İlahınız, tek olan
ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."[7]
2- Âl-i İmrân sûresinin
baş kısmı: Elif-Lâm-Mim. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve
Kayyûmdur."[8]
B) ÖZEL AMAÇLAR
Bu
dersin okutulmasıyla ulaşılması istenilen amaçlar:
1-Yüce Allah’ın İsimlerini ve
Sıfatlarını Tanımak
2-Yüce Allah’ın En Güzel
İsimlerinin Asılları Bilmek
3-Esmâu’l-Hüsnâ’nın
Gerektirdikleri öğrenmek
4-Yüce Allah’ın İsimleriyle
Tevessül Etmek
5-Esmâu’l-Hüsnâyı Korumada Edebi
öğrenmek
6-Esmâu’l-Hüsnâyı Kötülükten
Tenzîh Etmek
7-Allah’ın
En Güzel İsimleriyle ve En Yüce Sıfatlarıyla Tecellî Etmesi öğrenmek
8-Esmâu’l-Hüsnâ’nın,
Yüce Allah’ın Zatına ve Birliğine Delalet Etmesi Bilmek
9-Yüce
Allah’ın Sıfatlarıyla İlgili Âyetler Tespit Etmek
10-Yüce
Allah’ın Sıfatları İle İlgili Hadisleri Tespit edip öğrenmek
11-Yüce
Allah’ı Tanıyıp başkalarına anlatabilme tekniğini kazanabilmektir.
Sonuç
olarak; Esma-ül Hüsna’yı öğrenmenin önemi:
a-İlahi
Rububiyyet; yüce Allah’ın Rabbaniyyetine dalalet eden; varlığına ve biriliğine
ve nasıl yaratıcı, nasıl yarattığı varlıkların rızklarını verici ve nasıl
terbiye edici olduğunu öğrenmek.
b-İlahi
Uluhiyyet; yüce Allah’ın Azametine dalalet eden ne kadar güçlü, ne kadar büyük,
nerde ve ne yaptığını öğrenmek.
b-İlahi
Ubudiyyet; yüce Allah’ın lutfuna dalalet eden; niye ibadet edilir, nasıl dua
edilir, kimi sever, kime rahmet eder, kimi ne için cehenneme koyar ve kimi
niçin cennetine koyar gibi özellikleri öğrenmek.
C) KONULAR
1)-ALLAH (cc)
2)-RAHMAN
3)-RAHİM
4)-MELİK
5)-KUDDÜS
6)-SELAM
7)-MÜ'MİN
8)-MÜHEYMİN
9)-AZİZ
10)-CABBAR
11)-MÜTEKEBBİR
12-HALIK
13)-BARİ
14)-MUSAVVİR
15)-GAFFAR
16)-KAHHAR
17)-VAHHAB
18)-REZZAK
19)-FETTAH
20)-ALİM
21)-KABIZ
22)-BASİT
23)-HAFID
24)-RAFİ
25)-MUİZ
26)-MÜZİL
27)-SEMİ
28)-BASİR
29)-HAKEM
30)-ADL
31)-LATİF
32)-HABİR
33)-HALİM
34)-AZİM
35)-GAFUR
36)-ŞEKUR
37)-ALİYY
38)-KEBİR
39)-HAFIZ
40)-MUKİT
41)-HASİB
42)-CELİL
43)-KERİM
44)-RAKİB
45)-MUCİB
46)-VASİ
47)-HAKİM
48)-VEDUD
49)-MECİD
50)-BAİS
51)-ŞEHİD
52)-HAKK
53)-VEKİL
54)-KAVİYY
55)-METİN
56)-VELİYY
57)-HAMİD
58)-MUHSİ
59)-MUBDİ
60)-MUİD
61)-MUHYİ
62)-MÜMİT
63)-HAYY
64)-KAYYUM
65)-VACİD
66)-MACİD
67)-VAHİD
68)-SAMED
69)-KADİR
70)-MUKTEDİR
71)-MUKADDİM
72)-MUAHHİR
73)-EVVEL
74)-AHİR
75)-ZAHİR
76)-BATIN
77)-VALİ
78)-MÜTEALİ
79)-BERR
80)-TEVVAB
81)-MUNTEKIM
82)-AFÜVV
83)-RAUF
84)-MALİK'ÜL-MÜLK
85)-ZÜLCELALİ VE'L-İKRAM
86)-MUKSİT
87)-CAMİ
88)-GANİYY
89)-MUĞNİ
90)-MANİ
91)-DARR
92)-NAFİ
93)-NUR
94)-HADİ
95)-BEDİ
96)-BAKİ
97)-VARİS
98)-RAŞİD
99)-SABUR
D) YÖNTEMLER
İdeal
İslam toplumunu oluşturacak fertlerin Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının
bilgisini öğrenme yöntemi ne olmalıdır? Bu konuyla alakalı temel ilkeler
şunlardır:
1) “İsimlerin
en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde
aykırılığa (ve inkâra) sapanları bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla
yakında cezalandırılacaklardır.” [9]
Bu
isimler, Allah’ın birliğini, merhametini ve üstünlüğünü gösteren, aynı zamanda
kalplere ve kulaklara hoş gelen isimleri öğrenmek ve öğretmektir.
2)
Sağlıklı imanı yerleştirmede, Kur’an’ın ve Hadislerin metoduna uyarak, akıl ve
kalple birlikte hitap etmeli.
3)
Konular işlenirken öğrencilerin de katılımlarıyla derse aktif bir metot hakim
kılınmalı, derslerde mümkün olduğunca kaynak eserler bulundurmalı, her çeşit
teknik araç ve gereçten yararlanılmalıdır. Öğrencilerin derse katılımları ise
konuya hazırlanmaları ile mümkündür.
E) KAYNAKÇA
Yazarın Adı Eserin Adı Yayınevi
1)-Abdu'l-Vehhab Abdullatif, el-Mutasar min Mustalahatı Ehli'l-Eser min
Ehli's-Sünne ve'ş-Şi'a ve'l-imamiyye
Ve'z-Zeydiyye, 5. baskı Kahire, 1966.
2)-Abdulbâki, (Şair-i Meşhur Abdulbâki): Me'âlimu'l-Yakîn, Mevâhibu
Ledünniyye Tercemesi, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul 1322/1904.
Eser 1008/1599 yılında Türkçeye çevrilmiştir.
3)-Abdurrezzak İbnu Muhammed es-San'ani (v. 211). Musannafu Abd'r-Rezzak,
Beyrut (Ofset), 1970.
4)-Ahmed ibnu Hanbel (v. 241) Müsnedu Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahre
(baskısından ofset). Beyrut, tarihsiz.
5)-Amidi, Seyfuddin Ebu'l-Hasen Ali İbnu Ebi Ali (v. 631), el-İhkam fi
Usuli'l-Ahkam Kahire, 1968/1387.
6)-Azimabadi-Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-Hakk, Tahkik: Abdurrahman
Muhammed Osman, Avnu'l-Ma'bud Şerhu Süneni Ebi Davud, Medine, 1968.
7)-Ayni-Bedru'd-Din Ebu Muhammed Mahmud İbnu Ahmed (v. 855),
Umdetü'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhari, 1348 (baskısından ofset, Beyrut).
8)-el-Aclunî, İsmail İbnu Muhammed (v. 1162/1748): Keşfu'l-Hafa ve
Müzîlü'l-İlbâs ammâ İştehere mine'l-Ehâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, Beyrut 1351.
9)-Ahmed Muhammed Şâkir: el-Bâ'isu'l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi'l-Hâdîs,
Beyrut 1951.
10)-Babanzâde, Ahmed Naim: Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Birinci cild,
Ankara, 1957.
11)-Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul 1962
12)-Beyhaki Ebu Bekr Ahmed ibnu'l-Huseyn (v. 958), es-Sünenü'l-Kübra
Haydarabad Deken 1353.
13)-Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır, Mustafa
el-Babil-Halebî,1379-1960) l57
14)-Buharî, Ebi Abdillah Muhammed İbnu İsmail (sv. 256)
el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.
15)-Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ankara 1988.
16)-Cessas, Ebu Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370), Ahkamu'l-Kur'an Kahire,
ty.
17)-Çağlar, Doğan, Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. A.Ü. Eğitim Fakültesi
yayını, Ankara, 1974.
18)-Çakan, İsmail Lütfi: Hadîslerde Görülen İhtilâflar ve Çözüm Yolları,
İstanbul 1982.
19)-Dârâkutnî, Ali İbnu Ömer (v. 385/995): Ehâdîsu'l-Muvatta (Tahkîk:
Zâhidu'l-Kevseri, Keşfu'l-Gıta ile birlikte hazırlanmıştır), Mısır, 1946.
20)-Darakutnî, Ali İbnu Ömer (v. 358), es-Sünen Kahire, 1386/1966.
21)-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed İbnu Abdurrahim (v. 176) el-İnsaf fi
beyan-ı Sebebi'l-İhtilaf fi'l-Ahkami'l-Fıkhiyye Kahire, 1398.
22)-Ebu Bekr İbnu'l-Arabi (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968
23)-Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986
24)-Ebu Dâvud, Süleyman İbnu'l-Eş'as es-Sicistânî el-Ezdî (v. 202/817):
Risâletu Ebî Dâvud es-Sicistânî fi Vasfı Te'lîfihi Li-Kitâbi's-Sünen (Tahkîk:
Zahidü'l-Kevserî), Mısır, 1.369.
25)-Fetevayı Hindiyye (Bir Heyet tarafından hazırlanmıştır). 3. tab,
Bulak 1310 baskısından ofset 1973.
26)-Fetevayı Kadıhan (fetavayı Hindiye ile basılmıştır).
27)-el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl", Mısır 1968, 197-198
28)-el-Hâkim, Ebu Abdillâh Muhammed İbni Abdillâh en-Neysâbûrî
(405/1014): Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1935.
29)-el-Hâkim el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn, Haydârâbâd-Deken 1335.
30)-Hamîdullah, Muhammed: Muhtasar Hadîs Târihi ve Sahîfe-i Hemmâm İbn
Münebbih, Çvr. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1967
31)-el-Hatîb, Muhammed Acâc: es-Sünne Kable't-Tedvîn, Kahire 1963.
32)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Ebu Bekr Ahmed İbnu Ali (463/1070); el-Kifâye fi
İlmi'r-Rivâye, Mısır, 1972.
33)-……………… er-Rıhle fi Talebi'l-Hadîs, Beyrut, 1975.
34)-…………………Takyîdu'l-İlm, Daru İhyai's-Sünne 1975.
35)-Hattâbî, Ebu Süleyman Ahmed İbnu Muhammed İbnu İbrâhim (v. 388/998):
Me'âlimu's-Sünen, Humus, I969.
36)-Hâzimî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Mûsâ (v. 584/1118): Şurûtu
Eimmeti'l-Hamse, Kahire 1357, (Makdisî'nin Şurût'u Eimmeti's-Sitte'si ile
birlikte Zâhidu'l-Kevserî'nin tahkîkiyle birlikte basılmıştır).
37)-el-Hüseynî, Abdü'l-Mecid Hâşim: el-İmâmu'l-Buhârî, Kahire, ty.
38)-Hakim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek
Ala's-Sahihayn, Haydarabad-Deken, 1335.
39)-Heysemi, Nureddin Ali ibnu Ebi Bekr (v. 807), Mecma'u'z-Zevaid,
Beyrut, 1967.
41)-Hakim Ebu Abdi'l-İlah, en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek
Ala's-Sahibeyn, Haydarabad, Deken, 1335 (baskısından ofset), Beyrut
42)-Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Tefsir, İkinci Baskı,
İstanbul, 1960
43)-Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, Tercüme: Said Mutlu, İstanbul
1966
44)-İmam Gazâlî, İhyâ-i Ulümi'd-Dîn, İhya, Kahire 1967
46)-İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983
47)-İbnu Hişam, Ebu Muhammed Abdü'l-Melik (v. 218), es
Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955,
48)-İbnu Sa'd, Ebu Abdillah Muhammed (v. 230), Tabakatu'l-Kübra, Beyrut,
1960,
49)-İbnu'l-Esir, İzzü'd-Din Ebu'l-Hasen Ali İbnu Muhammed el-Cezerî (v. 630), Üsdü'l-Gabe Fî
Ma'rifeti's-Sahabe, Kahire, 1970
50)-İbnu'l-Arabi, Ebu Bekr (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968.
51)-İbnu Abdi'l-Berr, Ebu Ömer
Yusuf (v. 463), e-İsti'ab Fî Ma'rifeti'l-Ashab, Kahire 1328 (baskısından
ofset),
52)-İbnu Kesir İmadü'ddin Ebu'l-Fida İsmail (v. 774),
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966
53)-İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955
54)-İbrahim Hakkı Erzurumi (v. 1194), Marifetname, İstanbul, 1330
55)-İbnu Haldun Abdurrahman (v. 808), el-Mukaddime, Beyrut, ty.
56)-İbnu Hazım, el Hemedani; Ebu Bekr
Muhammed İbnu Musa (v. 584) Kitabu'l-İtibar fi Beyanı Nasih ve'l-Mensuh,
Humus, 1386/1966.
57)-İbnu Hazm, Ebu Muhammed Ali İbnu Ahmed (v. 456), el-Muhalla, Tahkik:
Hasan Zeydan Talebe Mısır.
58)-İbnu Hibban, Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban el-Bustî, Sahihu İbnu
Hibban Beyrut 1987.
59)-İbnu Mace-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Yezid el-Kazvini (v. 275),
Sünenü İbni Mace, Kahire 1952, Tahkik; Muhammed Fuad Abdulbaki.
60)-İbnu Abdilberr, Ebu Ömer Yûsuf (v. 463/1070): Câmi'u Beyâni'l-İlmi ve
Fadlihi, Medîne, 1968.
61)-İbnu'l-Arabî, Ebu Bekr Muhammed İbnu Abdillah (v.543/1148)
Ârızatu'l-Ahvazî bi-Şerhi Sahîhi't-Tirmizî, Beyrut, ty.
62)-İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır.
63)-İbnu Hacer, Şihâbü'd-Dîn Ebu'l-Fadl Ahmed İbnu Ali el-Askalânî (v.
852/1448): Hedyü's-Sârî Mukaddimetu Feth'i'l-Bâri, Bulak 1301.
64)-…………..Şerhu'n-Nuhbe, Mısır, 1934.
65)-………….Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarâbâd-Deken 1328
66)-………….Selamet Yolları, Tercüme: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat,
İstanbul, 1972
67)-İbnu Hamza el-Hüseynî, es-Seyyid İbrahim İbnu's-Seyyid (v.
1120/1706): el-Beyân ve't-Ta'rîf fi Esbâbı Vürûdi'l-Hadîsi'ş-Şerif, Halebi
1329.
68)-İbnu Hazm, Ali, el-Endülusî (v. 457/1064): el-İhkâm fi Usûlü'l-Ahkâm,
Kahire, tarihsiz.
69)-İsfehani, Ebu'l-Kasım el-Hüseyn ibnu Muhammed er-Rağıb (v. 502),
el-Müfredat Fi Garibi'l-Kur'an, Mısır 1961
70)-İbnu's-Salâh, Ebu Amr Osman İbnu Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v.
643/1245): Mukaddime (veya Ulumu'l-Hadîs). Matbâ'atu'l-Âmire, 1931.
71)-el-Kâri, Nuru'd-Dîn Molla Ali İbnu's-Sultân Muhammed el-Herevî (v.
1014/1605): el-Esrâru'l-Merfu'a fi'l-Ahbâri'l-Mevzû'a, Beyrut, 1971.
72)-el-Kâri, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker, İstanbul 1327.
73)-Kastalânî, Ebu'l-Abbâs Şihâbu'd-Dîn Ahmed İbnu Muhammed (v.
923/1517): İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, Bulak, 1304.
74)-Keşmîrî, Muhammed Enver (v. 1352/1933): Feyzü'l-Bâri fi
Sahihi'l-Buhârî, Beyrut, tarihsiz.
75)-Kettânî, es-Seyyid eş-Şerîf Muhammed İbnu Ca'fer (v. 1345/1926):
er-Risâletu'l-Müstetrafe li-Beyâni Meşhûri Kütübi's-Sünneti'l-Müşerrefe,
İstanbul 1986.
76)-Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, İst. 1978,
77)-Koçyiğit, Talât: Hadîs Istılahları, Ankara 1980.
78)-Koçyiğit, Talât, Hadîsçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşakalar,
Ankara 1969.
79)-Koçyiğit Talât, Hadîs Usûlü, Ankara 1975.
80)-Leknevî, Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hayy (v. 1304/1886): er-Ref'u
ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl, 2. tab, Haleb, 1968.
81)-Maverdi Eb'l-Hasen Ali ibnu Muhammed (v. 450), Edebu'd-Dünya ve'd-Din İstanbul 1299
82)-Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alaî (v. 980), Bulak, 1248
83)-Kasani, Alauddin Ebu Bekr İbnu Mes'ud (v. 587), Bedai'u's-Sanai fi
Tertibi'ş-Şerai, Beyrut 1974/1394.
84)-el-Mübarekfuri-Ebu'l-Ali Muhammed Abdurrahman İbnu Abdirrahim (v.
1353). Tuhfetu'l-Ahvazi bi-Şerhi Cami't-Tirmizî, Kahire, 1963.
85)-el-Muttaki, Alaeddin Ali, Kenzu'l-Ummal, (v. 975), Haleb, 1969.
86)-Münavi-Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Din Abdurrauf (v. 1031),
Feyzu'l-Kadir Şerhu'l-Cami'i's-Sağir, Beyrut, 1972.
87)-Müslim-Ebu'l-Hüseyin Müslim İbnu'l-Haccac el-Kuşeyri en-Neysaburi (v.
261) Sahihu Muslim Tahkik: Muhammed Fuad
Abdul'l-Baki Kahire, 1955.
88)-en-Nesai-Ebu Abdirrahman Ahmed İbnu Ali İbni Şuayb (v. 303),
es-Sünen, Kahire 1930.
89)-en-Nevevî-Muhyi'd-Din Ebu Zekeriyya Yahya (v. 677), Şerhu Muslim,
Mısır, ty.
90)-Nûru'd-Dîn İbnu Muhammed: el-İmâmu't-Tirmizî ve'l-Muvâzene Beyne
Câmi'ihi ve Beyne's-Sahîheyn, Mısır, 1970.
91)-Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969,
92)-er-Razi-Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ömer İbni Hüseyn (v. 606),
et-Tefsiru'l-Kebir, Naşiri: Abdurrahman Muhammed, Kahire, tarihsiz.
93)-es-Serahsî, Şemsü'd-Dîn Ebu Bekr Muhammed İbnu Ahmed (v. 490/1096):
Usûlu's-Serahsî, Haydarâbad-Deken, 1973.
94)-Sezgin, Fuat: Buhârî'nin Kaynakları, İstanbul, 1956.
95)-Sibâ'i, Mustafa: es-Sünne ve Mekânetühâ fi Teşrî'i'l-İslâmî, Dımeşk
1966.
96)-Suyûtî, Hâtimetu'l-Huffâz Celâlü'd-Dîn Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr
(v.911/1505): Tedrîbu'r-Râvî fi şerhi Takrîbi'n-Nevevî, Medîne, 1959.
97)-Şerbini Muhammed eş-Şerbinî, Muğni'l-Muhtaç, Mısır 1958/1377.
98)-Şafii, Muhammed İbnu İdris (v. 204), er-Risale, Tahkik: Ahmed
Muhammed Şakir, Beyrut, tarihsiz.
99)-eş-Şâtıbî, Ebu İshâk İbrahim İbnu Mûsâ (v. 790/1388): el-Muvâfakât fî
Usûli'l-Ahkâm, Kahire. 1969.
100)-Şeyhu'l-Emir, Muhammed: Müsnedu Şeyhi'l-Emîr Muhammed, Süleymaniye.
Bağdadlı Vehbi. Nu 316.
101)-Taberi, Muhammed İbnu Cerir (v. 310), Tarihu'l-Mülûk, ve'l-Umem Mektebetu Hayyat, Beyrut, tarihsiz (ofset)
(102)Toptaş, Mahmut Toptaş, El-Esmâ-ül Hünsâ, (En çok istifade ettiğim
eserdir. Hocama teşekkür etmeyi bir borç bilirim.)
103)-Zehebî, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Ahmed (v. 748/1347):
Mîzânu'l-İttidal fî Nakdi'r-Ricâl, Kahire. 1963.
104)-………Tezkîretu'l-Huffâz, Haydarâbâd. 1956.
105)-Zürkâni, Ebu Abdillah Muhammed İbnu Abdi'l-Bâki (v. 1122/1710):
Şerhu Muvatta'ı'l-İmâmı Mâlik, Kahire. 1961.
GİRİŞ
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler
bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini
koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz,
insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir
hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde geçen birçok güzel ismi
vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele
almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil
siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir
kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve
hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden
bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm,
Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi,
yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin
Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ
en güzel isimler ile isimlendirmiştir.[10]
Doksan dokuz adet olan bu isimlerin başında "Allah" gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve
içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu
nedenle, İslâm'a girecek
kişi, "Lâ
ilâhe İllâllah" der; "Lâ
ilâhe illarahman" demez. Namaza
başlarken, "Allahü
Ekber"der; "Rahman
Ekber" diyemez. Allahu
Teâlâ'nın bütün isimleri
güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de:
وَلِلّهِ
الْاَسْمَاءُ
الْحُسْنى
فَادْعُوهُ
بِهَا
وَذَرُوا
الَّذينَ
يُلْحِدُونَ
فى
اَسْمَائِه
سَيُجْزَوْنَ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
"Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o
güzel isimlerle dua edin."[11]
قُلِ
ادْعُوا
اللّهَ اَوِ
ادْعُوا
الرَّحْمنَ
اَيًّا
مَاتَدْعُوا
فَلَهُ
الْاَسْمَاءُ
الْحُسْنى
وَلَا
تَجْهَرْ
بِصَلَاتِكَ
وَلَا
تُخَافِتْ
بِهَا
وَابْتَغِ
بَيْنَ
ذلِكَ
سَبيلًا
"De
ki: "İster
Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz
edin, onun güzel isimleri vardır"[12] buyurulmuştur
ـ عن
بريدة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: سَمِعَ النَّبىُّ رَجًُ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ إنِّى
أسْألُكَ
بِأنِّى
أشْهَدُ
أنَّكَ: أنْتَ
اللّهُ َ
إلَهَ إَّ
أنْتَ ا‘حَدُ
الصَّمَدُ
الذى لَمْ
يَلِدْ
وَلَمْ يُولَدْ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
كُفْواً
أحَدٌ، فقَالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ سَألَ
اللّهَ
بِاسْمِهِ الاعْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِِىَ بِهِ
أجَابَ، وَإذَا
سُئِلَ بِهِ
أعْطَى.
Hz. Büreyde (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın şöyle
söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle
senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin,
samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın,
doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."Bunun üzerine Efendimiz
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a
yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin
ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde
bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir."[13]
Resûlullah (a.s), burada, dua ederken İsm-i Âzam
şefaatçi yapılarak istendiği taktirde Cenâb-ı Hakk'ın isteneni vereceğini ifâde
buyuruyor. Müteâkiben göreceğimiz üzere
Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Bunlardan biri, İsm-i Âzâm'dır. İsm-i
Azâm'ın hangisi olduğu kesin şekilde belirtilmemiştir.
Hadiste dua etmekle, istemek (talepte bulunmak)
arasında bir tefrik yapılmamaktadır. Buna göre, kulun: "Falanca şeyi bana ver"
sözü, onun istemesi, taleb etmesidir. Dua ise, kulun nida ederek "Ey Rabbim! diye seslenmesidir. Rabb
Teâla bu seslenmeye: "Lebbeyk ey kulum (ey kulum söyle ne
istiyorsun?" diye cevap verir. Bu durumda kulun istemesine
mukabil Rabb'in vermesi (îta etmesi) vardır. Şu halde, dua ve isteme arasında
belirtilen bu fark mevcuttur. Bu ince farkın her zaman gözetilmeyip, birinin
diğeri yerine kullanılması da câizdir, vâkidir. Nitekim Tîbî der ki: "Duaya icabet, dua edenin, duayı kabul
edenin yanında bulunduğuna delâlet eder, bu da, îtanın (vermenin) hilâfına
ihtiyacın yerine getirilmesini tazammun eder. Şu halde ikincisi daha
üstündür."
ـ وعن
محجن بن الادرع رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: سَمِعَ
النَّبِىُّ رَجًُ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ
بِاللّهِ
ا‘حَدِ
الصَّمَدِ
الذى لَمْ
يَلِدْ وَلَمْ
يُولَدُ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
كُفْواً أحَدٌ،
أنْ تَغْفِرَ
لِى ذُنُوبِى
إنَّكَ أنْتَ الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ،
فقَالَ: قَدْ
غُفِرَ لَهُ،
قَدْ غُفِرَ
لَهُ.
Mihcen İbnu'l-Edra'
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi
ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et,
sen Gafûrsun, Râhimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:"O
mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!"[14]
ـ وعن
أنس رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: دَعَا
رَجُلٌ
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ بِأنَّ
لَكَ
الحَمْد، َ
إلَهَ إَّ
أنْتَ المَنَّانُ،
بَدِيعُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
ذُوالجََلِ
وَالاكْرَامِ،
يَاحَىُّ
يَاقَيُّومُ،
فقَالَ النَّبىُّ
: أتَدْرُونَ
بِمَ دَعَا؟ قَالُوا:
اللّهُ
وَرَسُولُهُ
أعْلَمُ، قالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ دَعَا
اللّهَ
بِاسْمِهِ
ا‘عْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِىَ بِهِ
أجَابَ،
وَإذَا
سُئِلَ بهِ
أعْطى.
Hz. Enes (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim
sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın
celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan
hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu
duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi
vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi
bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a,
İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet
eder, onunla istenirse verir."[15]
ـ وعن
أسماء بنت
يزيد رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
قال رسُولُ
اللّهِ :
اسْمُ اللّهِ
ا‘عْظَمُ في
هَاتَيْنِ
ايَتَيْنِ:
وَإلهُُكُمْ
إلَهٌ
وَاحِدٌ َ
إلهَ إَّ هُوَ
الرَّحْمنُ
الرَّحِيمُ.
وَفاتِحَةِ
سُورَةِ آلِ
عِمْرَانَ:
الم اللّهُ َ
إلَهَ إَّ
هُوَ الحَىُّ
الْقَيُّومُ.
Esmâ Bintu Yezîd
(radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Âzam'ı şu iki âyettedir:
1- "İlahınız, tek olan
ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."[16]
2- “Elif-Lâm-Mim. O Allah
ki, O'ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyûmdur."[17]
Sonuç
olarak: Esma-ül Husna’nın bilinmesi üç şey için çok önemlidir:
1-İlahi
Rububiyyet; yüce Allah’ın Rabbaniyyetine dalalet eden; varlığına ve biriliğine
ve nasıl yaratıcı, nasıl yarattığı varlıkların rızklarını verici ve nasıl
terbiye edici olduğunu öğrenmek.
2-İlahi
Uluhiyyet; yüce Allah’ın Azametine dalalet eden ne kadar güçlü, ne kadar büyük,
nerde ve ne yaptığını öğrenmek.
3-İlahi
Ubudiyyet; yüce Allah’ın lutfuna dalalet eden; niye ibadet edilir, nasıl dua
edilir, kimi sever, kime rahmet eder, kimi ne için cehenneme koyar ve kimi
niçin cennetine koyar gibi özellikleri öğrenmek.
ALLAH (CC)
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor:
هُوَ
اللّهُ
الَّذىلاَ
اِلهَ اِلاَّ
هُوَ عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
هُوَ
الرَّحْمنُ
الرَّحيمُ
“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur.
Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[18]
Hz.Peygamber
(a.s):
وعن
جابر بن
عبداللّهِ
ا‘نْصَارِىّ رضى
اللّه عنه
قال: قال رسول
اللّهِ
:]ثِنْتانِ موجَبتانِ.
فقال رجل يا
رسُولَ اللّه:
ما الموجبتانِ؟
قال: من مَاتَ
يُشْركُ
باللّهِ شيئاً
دخل النَّارَ،
ومَنْ مَاتَ لا
يُشْركُ
بِاللّهِ
شيئاً دَخَلَ
الجَنَّةَ
Câbir İbnu Abdillah
el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır!" Bir zat:- Ey
Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselam): "Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak
kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah'a hiçbir şeyi
ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."[19]
Englısh
Allah
Theone
Almighty who alone is worthy of worship.
İzahı
¢é¨£ÜÛaAllah: Arapça özel isim olan “¢é¨£ÜÛ ALLAH”; kainatın
ve bütün varlıkların yaratıcısı ve tek koruyucusu olan üstün ve tek
varlık, tek mabud, tek İlah, tek Rab, Mevla, Huda ve “Lailaheillallah” dır.
Yine “騣ÜÛaALLAH”; elihe, ye’lehu,
ilaheten masdarın müştakıdır. Bu masdarın aynı vezindeki örneği Abede, Ya’büdü,
İbadedir. Bunun Türkçe’si kulluk etmek demektir. Kulluktan maksat, severek ve
adaletine güvenilerek kendisine ibadet edilen varlığa boyun eğmektir.
Allah’ın güzel isimleri içinde şerefli isim, ancak “¢é¨£ÜÛa Allah”’tır. Bütün büyükler ve
arifler zümresi, Allah’ın hakikatini idrakte hayrette kaldıkları gibi bu Allah
isminde de hayrette kaldılar. Süryani midir, Arabi midir, müştak (bir kökten
türemiş) sıfat mıdır, hangi kökten müştaktır ve aslı nedir, isim midir, değil
midir? Bu hususta bir o kadar çeşitli söz söylendi.
Sevdiklerimize bilgimizin, kültürümüzün,
geleneğimizin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ederiz.
Sevgilim, canım, ciğerim, selvi boylum, ahu gözlüm, sultanım... vs. gibi
kelimeler kimliklerini de beraberlerinde taşırlar. Dil bilimi bu kelimelerin
hangi çağlardan, hangi dağlardan veya hangi bağlardan akıp, hangi
medeniyetlerden süzülerek geldiğini belirler.
Kedinin gözünde bülbül, bir yudumluk ettir. Öküzün
gözünde çiçek bir çiğnemlik ottur. İnsanın gözünde ise binlerce şiirin
yazılmasına binlerce resmin yapılmasına ilham kaynağıdır. İnsan ve kedi ikisi
de göze sahiptir ama Allah’ımız bize ayrı bir göz, ayrı bir gönül vermiştir.
Sevgimizi ve sevdiklerimizi yaratan Allah’ımızı
seviyoruz. Peki ama Allah’ımızı tanıyor muyuz? Biz tanıdıklarımızı duyma,
görme, tatma, koklama, dokunma gibi beş duyumuz, hafızamız ve genlerimizdeki programa
göre tanırız.
Uzaktaki eşyayı gözümüz görmez. Sesini kulağımız
işitmez. Duyu organlarımızın bir sınırı var. Hafızamızın sınırı da ana
rahminden öne geçemez, kabirden öteye geçemez. Sınırlı olan sınırsızı
kavrayamaz.
Rabbimiz:
¢î©j ¤Ûa¢Ñî©À £ÜÛa ì¢ç ë
b ¤2 üa¢Ú¡¤¢í ì¢ç ë
9¢b ¤2 üa¢é¢×¡¤¢mü
“Gözler O'nu göremez;
halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar
olandır.”[20]
Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez.
O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle
göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.
“Gül”
deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz. Gülü koklamalı,
balı tatmalı.
Esmâ-ül Hüsnâ=
Allah’ın güzel isimleri bizi Allah’a götürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir
ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.
Annenizi, babanızı, eşinizi, dostlarınızı seversiniz
ve sevdiğinizi uygun, güzel bir kelime veya cümle ile ifade edersiniz.
Bu ifade etme işi yalnız karşı tarafa bildirme işi
değildir. Kendi iç dünyamızda besleyip büyüttüğümüz sevginin dilimizde
kelimeden çiçekler açması gibidir. Gül ağacı özünde taşıdığı çiçeğini bülbülüne
sunamazsa kurur. Tepeden tırnağa kadar bütün hücrelerimizde ve gönlümüzde
taşıdığımız Allah'a imanımızın zikir çiçeğini açtıramazsak biz de çöl gibi
kurak, ateist-gavur gibi çorak oluruz. Ot bitmeyen toprak, meyve vermeyen diken
gibi oluruz.
“Allah üçtür”
diyen Hıristiyanlar, "Allah
hiçtir" diyen ateist/gavurlar, "Allah tabiattır"
diyen eski dehriyyun, yeni natüralistler hep Allah'ı tanımada kendi akıllarını
esas alıp Allâh'a sınır çizmişler ve o sınırın dışına çıkmaya izin vermedikleri
bir mahkum haline getirmeye çalışırken kendileri cehenneme mahkum olmuşlar.
Batıda Allah'ı kiliseye mahkum ettiklerini
söyleyenler İslam aleminde de camiye mahkum etmeye çalışıyorlar.
Ama siz "Lâ ilâhe" deki "Lâ" kılıcıyla onların
putlarını parçalıyor, denizin leşi dışa attığı gibi kendini ilahlaştırmaya
çalışan şahıs, kurum ve kuruluşları gönül denizinizden sürüp çıkarıyor ve "İllallah"
kelimei tayyibesiyle gönül denizini tertemiz berrak hale getiriyorsunuz.
"La ilahe
illallah" derken bir çok ilah var da onları
reddetmiyorsunuz. Onlar zaten yoktu. Ancak kendini ilah zanneden "Allah'ın dediği değil, benim dediğim olur"
diyen Firavunlaşmış insanlar var. Sen onlara "delilik yapma, Allah'tan başka Yaratan,
Yaşatan ve Yöneten yoktur" diyorsun. Haydin sizde günde yüz
defa "Lâ ilâhe
illallah" demeye başlayıverin.
Güneş yedi renkten meydana gelir. Tek renk halinde
görünür. Ama tabiatta milyonlarca renk cümbüşüne dönüşür.
¢é¨£ÜÛaAllah” ismi bütün el-esmâ-ül-hüsnâ’sının manasını
kendinde toplayan bir isimdir. Yedi milyar insan, Allah’a inanır. Ancak
Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiillerinde herkes kendi ufku kadar Allah’a
sınır çizer.
Biz ise aklımızla Allah’a sınır çizmek, tarif etmek
yerine Rabbimiz Kur’an-ın da kendini bize nasıl tarif etmişse biz öyle
inanırız. Bizim imanımızın daha sağlam olduğunu söylememiz bundan
kaynaklanmaktadır.
“Rahman, Rahim, Ğaffâr,
Kahhâr isimleri Allah’ın güzel isimlerindendir”
diyoruz da “¢é¨£ÜÛaAllah ismi, Rahmanın isimlerindendir”
demiyoruz. Bu da gösteriyor ki bütün güzel isimlerin ma’nası “Allah” ismi içinde toplanmıştır.
Onun için Kur’an-ı Kerim’de 2697 defa Allah ismi tekrarlanmıştır. Diğerleri bir
veya birkaç defa tekrarlanmışlar.
Kelam sıfatının “Kün” = “ol” emriyle kainat yaratılmıştır. El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa tecelli
etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir.
“Nereye baksam Allah’ın sanatını, kudretini,
ilmini görürüm.”
Rabbimiz:
åí©¡¤1¢ß ¡¤ üa ó¡Ï
a¤ì r¤È m ü ë ¡é¨£ÜÛa õ¬ü¨a a¬ë¢¢×¤b Ï
“Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde
fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.”[21]
Efendimiz (a.s): “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da,
batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da
ümmetim sahip olacaktır” buyurmuş.[22]
Alemlerin Rabbi Allah’a ve alemlere rahmet olarak
gönderilen Hz. Muhammed (a.s)’e iman edenlere yeni ufuklar açılıyor.
Allah üç
şeyle bilinir:
1-Necat
ile,
2-Saadet
ile,
3-Allah
Allah olduğu ile bilinir.
Son
üçüncüsü en makbulüdür.
Çünkü
Allah, Allah’tır. Kula yakışan Allah’ı
Allah olduğu için kabul edip itaatte bulunmaktır.
Allah
cümlemizi bu anlayış ve inançla kendisine inanmayı nasip etsin.
er-RAHMAN
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim
de şöyle buyuruyor:
هُوَ
اللّهُ
الَّذى لَا
اِلهَ اِلاَّ
هُوَ عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
هُوَ
الرَّحْمنُ
الرَّحيمُ
“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur.
Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[23]
ـ وعن
ابن عمرو بن
العاص رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: قالَ
النَّبىُّ :
إنَّ المُقْسِطِينَ)(
عِنْدَاللّهِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
عَلى
مَنَابِرَ
مِنْ نُورٍ
عَنْ يَمِينِ
الرَّحْمنِ،
وَكِلْتَا
يَدَيْهِ
يَمِينٌ،
الَّذِينَ
يَعْدِلُونَ
في حُكْمِهِمْ
وَأهْلِيهِمْ
وَمَا وَلُوا.
Englısh
Ar-Rahman
The
All- Merciful. He who wills goodness and mercy for all His creatures.
İzahı
å¨à¤y £ Rahman: Arapça sıfat ve isimdir.
İlahi isimlerin ikincisi “å¨à¤y £Ûaer-Rahman” adıdır ki, bu isim
ikinci rütbede sayılır. Rahmet kökünden türetilmiş olup mübalağa için bina
kılınmıştır. Rahmet, lugatte kalbin rikkatine (inceliğine) denir. Allah’ın rahmeti bununla tevil edilir. Böylece Rahmet demek, mübalağa ile verici ve
ihsan edici demek olur. O halde Rahmandan olan mübalağa umum için açıklanırsa
bütün dünya alemine ait kabul edilir. Yani dünyada, müminlere ve kafirlere
nimet verici demek olur.
Bütün yaratılmışlar hakkında hayır irade buyuran.
Esirgeyici, bütün mahlukatına rahmetiyle muamele
eden (dünyada).
Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insan da ihtiyaç
içinde olan bir varlıktır. Yaşamını sürdürebilmesi için her an oluşması gereken
pek çok şart vardır. Nefes alabilmesi için oksijene, bedeninin faaliyetlerini
sürdürebilmesi için su ve besine... Aslında bu örneklerin sıralamakla bitmesi
de pek mümkün değildir. Yalnızca tek bir insanin fiziksel olarak varlığını
sürdürebilmesi bile burada sıralanması mümkün olmayan sayısız detaya bağlıdır.
Ancak ne ilginçtir ki, yeryüzündeki tüm insanlar
yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmekte, ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilmek
için çok büyük bir çaba göstermemektedirler. Her birinin gerek bedenlerinde
gerekse dış dünyada ihtiyaçları olan her şey onlar için önceden belirlenmiş ve
onlara sunulmuştur. Burada ilk akla gelen örnek yine insanin nefes almasıdır.
İnsan bedeninin yaşamını sürdürebilmesi için oksijen alması gerektiğini elbette
herkes bilir. Peki bu oksijeni atmosfere gereken oranda koyan kimdir? Veya
insanın vücuduna bu oksijeni alıp işleyecek ve gereken her hücreye tek tek
ulaştıracak bir sistemi koyan kimdir?
Elbette bunların hiçbiri insanın başarısı değildir.
Hiç kimse atmosferin veya kendi solunum sisteminin oluşumunda söz sahibi
olmamıştır.
İşte
insanın bu en zaruri ihtiyacından başlamak üzere her türlü detay kendisi için
tasarlanmış ve gerektiği şekilde var edilmiştir. Kuşkusuz bu noktada karşımıza
çıkan her türlü detayı insan için tasarlayan üstün bir aklın varlığı ve o aklın
sahibinin insana gösterdiği sonsuz merhamettir. Bu gücün sahibi ise,
merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’tır.
Allah’ın
rahmetinin büyüklüğü ve genişliği, bütün mahlukatın sahip olduğu rahmetin ancak
O’nun rahmetinin yanında çölde bir kum habbesine benzer. Kum habbesinin çölde
eksilteceği ne ise, kullarının Allah’ın rahmetinde nasiptar olup eksilttiği
kadardır.
Yüce
Allah cümlemizi büyük ve geniş rahmetine mazhar olan kullarından eylesin.
er-RAHİM
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim
de şöyle buyuruyor:
هُوَ
اللّهُ
الَّذى لَا
اِلهَ اِلاَّ
هُوَ عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
هُوَ
الرَّحْمنُ
الرَّحيمُ
“O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur.
Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”[25]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عكرمة
قال: إنَّ
نَفَراً مِنْ
أهْلِ الْعِرَاقِ
قَالُوا بنِ
عَبّاسٍ
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُما:
كَيْفَ تَرَى
في هذِهِ ايةِ
الَّتِى
أمرْنَا
بِهَا وََ
يَعْمَلُ
بِهَا أحَدٌ؛
قَولِ اللّهِ
عزَّ وَجَلَّ:
يَا أيُّها
الَّذِينَ
آمَنُوا
لِيَسْتَأذِنْكُمُ
الَّذِىنَ
مَلكَتْ
أيْمَانُكُمْ
اية. فقَالَ
ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما:
إنَّ اللّهَ
حَلِيمٌ
رَحِيمٌ
بِالْمُؤمِنِينَ
يُحِبُّ
السِّتْرَ،
وَكَانَ
النَّاسُ
لَيْسَ لِبُيُوتِهِمْ
سُتُورٌ وََ
حِجَابٌ
فَرُبَّمَا
دَخَلَ الخَادِمُ
أوِ
الْوَلَدُ
أوِ
الْيَتِيمَةُ
وَالرَّجُلُ
عَلَى
أهْلِهِ؛
فأمَرَهُمُ
اللّهُ تعالى
بِاِسْتِئْذَانِ
في تِلْكَ
الْعَوْرَاتِ
فَجَاءَهُمُ
اللّهُ
بِالسُّتُورِ
وَبِالْخَيْرِ
فَلَمْ أَرَ
أَحَداً يَعْمَلُ
ذلِكَ بَعْدُ.
İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grub İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dediler ki:- Şu âyet hakkında ne dersiniz?
"Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve câriyeler ve sizden
henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda
ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler.
Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin
dışında birbirinizin yanına girip
çıkmakta,size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böyle
açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir."[26] Cenâb-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu
halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ):
"Allah mü'minlere karşı halîm ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar
o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya
evlâdı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk
bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu
Teâla onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hâlâ bu emirle amel eden tek
kişi görmedim."[27]
Englısh
Ar-Rahim
The All
compassionate. He who acts with extreme kindness.
İzahı
áî©y £ Rahim:
Arapça sıfat olup, yaratıkları esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhamet eden,
acıyan manasınadır.
Bağışlayıcı,
sevdiklerine ve müminlere merhamet eden(ahirette).
Ahiret
hayatında Mümin kullarına nimet vericidir.
Rabbimizin “å¨à¤y £ÛaRahman” ismi Kur’an-ı Kerim de 57 defa tekrarlanmıştır. “áî©y £ÛaRahim” ismi ise 115 defa tekrarlanmıştır. Yalnız Tevbe suresinin
128 inci ayetindeki “áî©y £Ûa Rahim” Peygamberimizin sıfatı olarak verilmiştir.
å¨à¤y £ÛaRahman” ismi kullarından hiç birine verilmez.
áî©y £ÛaRahim" ise insanlara isim olarak verilebilir.
å¨à¤y £ÛaRahman” iyilere de, kötülere de rahmet eden. Yani yarattıklarının
hepsine merhamet eden manasınadır.
“áî©y £ÛaRahim” ise ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir.
هُوَ
الَّذى
يُصَلّى
عَلَيْكُمْ
وَمَلئِكَتُهُ
لِيُخْرِجَكُمْ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
اِلَى
النُّورِ
وَكَانَ
بِالْمُؤْمِنينَ
رَحيمًا
“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için
üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah,
müminlere karşı çok merhametlidir.”[28]
Bakara 249’da bir sadaka için
yedi yüz kat sevap vereceğini vadediyor. İşte bu Rabbimizin bize rahmetidir.
Rahman olan Rabbimiz bu dünyada Mü’mine de, kafire de rahmetiyle muamele
ediyor. İkisinin de toprağa attığı buğdaya on, yirmi, otuz, elli kat fazlasıyla
buğday veriyor ama Mü’minin yardım için verdiği birini yedi yüz yapıyor. Her
Müslüman günde bir çok defa Bismillahirrahmanirrahim derken Allah, Rahman ve Rahim isimleriyle zikir ve dua
etmiş olur. Rahmana iman eden bir Mü’min yaratılanlara karşı merhametli olmak
durumundadır. Eğer Allah, Rahman, Rahim isimleri rahmet damlaları gibi kişinin
kalbini yumuşatamıyorsa o zikirden faydalanmıyor demektir.
İman bir rahmettir. Mü’min
insan, Allah’ın bütün kullarının iman edip cehennemde yanmaması için
çırpınmalıdır. Evden kaçan yavrusuna yanan anne yüreği gibi yanarak imana
gelmesi için yalvarmalıdır.
Aç insan veya hayvan gördüğünde
kendi karnıymış gibi onu doyurmalı. Ciğer taşıyan her canlının derdine deva
olmalıdır.
İnsanların imana giden yolunu
kesen, onları cehenneme atmak için kurumlaşan imansız eşkıya güruhuna karşı
verdiği mücadele de merhametin eseridir. Kendini yakmak için üzerine benzin
döken kişiyi kurtarmak için yalvaran ve kurtarmaya çalışan polis veya itfaiye
erinden daha fazla ve yanan yürekle imansızların imana gelmesi için gayret
göstereceğiz. Rahmanın öğrettiği Kur’an-ı insanlığa öğretmemiz, Rahman’a
imanımızın eseridir. Er-Rahman suresini oku.
Rahmandaki
mübalağa şumül bakımındadır. Yani Allah, å¨à¤y £ÛaRahman ismiyle bütün yaratıklarına,
nebata, hayvana, insan, hatta kendisini inkar edenlere bile ekmek, su, hayat,
maddi rızık verir, güneşini hiçbir yaratığından esirgemez. Fakat áî©y £ÛaRahim ismindeki mübalağa hususiyet
bakımındandır. Yani Allah, áî©y £ÛaRahim ismiyle kendisine iman eden ve
rızasına uygun hareket edenlere öyle hususi nimetler hazırlamıştır ki, onları,
başkalarına asla vermez. Netice olarak Rahman ismi genel iken áî©y £ÛaRahim ise özeldir.
Allah’ın
gösterdiği merhamet, ebetteki insanların fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması
ile sınırlı değildir. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana
yerleştirmiş ve bunun karşılığında da yalnızca kendisine kulluk etmelerini
istemiştir. Ve insanlara kendisini razı etmelerinin nasıl mümkün olacağını da
bildirmiş; bunu öğretmek için onlara katından kitaplar indirmiş, bütün
ayetlerini tek tek açıklayan peygamberler göndermiştir. Üstelik bu
peygamberleri inkar eden kavmin içinden çıkarmış, onlara kendi dilleriyle dini
anlatmalarını sağlamıştır. Böylelikle Allah insanlara hem kendi Zatını
tanıtmış, hem de onları dine ve güzel ahlaka davet etmiştir. Kuşkusuz bunların
tümü, O'nun sonsuz merhametinin açık delilleridir.
Bir
Annenin çocuklarına duyduğu merhamet ile onların içinde özel birine gösterdiği
sevgi ile ifadesi mümkün olabilecek olan Allah’ın merhamet sıfatının tecellisi
ancak biraz daha net anlaşıla bilir. İşte Allah bütün kullarına rahmet
sıfatıyla tecelli ederken, merhamet sıfatıyla da özel kullarına tecelli
edecektir. Bu olması gereken bir şeydir ve adalet sıfatıyla da bağdaşmaktadır.
Çünkü kullarının içinde dilediğine ve sevdiklerine elbette özel armağanı olması
gerekiyor. İşte bu armağanda iman eden ve salih amel işleyen kullarına Allah’ın
merhamet armağanıdır.
Yüce
Allah cümlemizi merhametine layık olan kullarının zümresine ilhak eylesin.
el-MELİK
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir
tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir,
emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla
yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları
şeylerden münezzehtir.”[29]
Hz.Peygamber
(a.s):
وعن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما: قال
رسولُ اللّه :
يَطْوِى
اللّهُ عَزَّ
وَجَلَّ
السَّمَاواَتِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
ثُمَّ
يَأخُذُهُنَّ
بِيَدِهِ
الْيُمْنَى.
ثُمَّ
يَقُولُ: أنَا
الْمَلِكُ.
أيْنَ
الجَبَّارُونَ؟
أيْنَ
الْمُتَكبِّرُونَ؟
ثُمَّ يَطْوِى
ا‘رْضَ
بِشِمَالِهِ؟
ثُمَّ
يَقُولُ: أنَا
الْمَلِكُ.
أيْنَ
الجَبَّارُونَ؟
أيْنَ
الْمُتَكَبِّرُونَ؟.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Zülcelâl Hazretleri, semâvatı kıyamet
günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki: "Ben Melik'im cebbârlar nerede? Büyüklük
taslayanlar (mütekebbirler) nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra:
"Ben Melik'im, cebbârlar, mütekebbirler nerede? der."[30]
İzahı
Al-Malik
The
Absolute Ruler. He who is the Ruler of the entire
universe.
Ù¡Ü à¤Û aMelik: İcad, İbda, öldürme ve
diriltme ile eşyada mutasarrıf, manasına gelir. Bu takdirde fiil
isimlerindendir. Fiil sıfatlarından olan Halık ismi gibi anılır.
O bütün mevcudatın hakim ve idarecisidir.
Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.
Eşyayı icad etmeye kadir, demektir. Bu takdirde
sıfat isminde olur. Kadir isminin kudret sıfatına raci olması gibi.
“Gerçek hükümdar” olan Allah (c.c.)ın “Ù¡Ü à¤Û a Melik” ismi Kur’an-ı Kerim de beş defa geçmektedir. Yusuf
suresinde Mısır kralı için “Melik” kelimesi kullanılmış. Bakara 246 da komutan Talut için
yine “Melik” kelimesi kullanılmış.
Fatiha suresinde ve Ali İmran
26 da “Ù¡Ü à¤Û aMelik” ismi, Kamer suresi 55 de “Ù¡Ü à¤Û aMelik” ismi zikredilmiş. Kainatı yaratan ve koyduğu tabiat
kanunlarıyla evreni idare eden ve yönetimine kimseyi ortak etmeyen “Ù¡Ü à¤Û aMelik”e iman eden bir mü’min tabiatı Allah’ın mülkü kabul
ettiğinden, yeryüzünde Allah’ın döşediği yaygılar üzerinde yürür gibi hiçbir
güzelliğe zarar vermeden yürür.
Her gün namazında “Fatiha” suresini okurken insanların tek hükümdarı Allah olduğunu
ikrar ederek, Allah’ın kullarının kılına haksız yere dokunmaz. Krallar, Şahlar,
Padişahlar, Cumhurbaşkanları yönetimlerinde “Ù¡Ü à Melik” olan Allah’ın yönetim kurallarına uyarlarsa başarı
sağlarlar. “Ù¡Ü à Melik” olan Rabbimiz kulları arasında Mü’min, kafir ayırımı
yapmadan, dil, din, ırk ayırımı yapmadan can, ten, beden veriyor. Kimsenin
tekeline bırakmadan hava ve güneş veriyor.
Sadece
Allah bizim Rabbimiz ve Melikimiz olduğuna göre, sıkıntı ve musibet anlarında
bizim O’ndan başka sığınağımız ve O’ndan başka mabudumuz yoktur.
Mülkün
yegane sahibi olan yüce Allah, herkesi az veya çok geçici olarak mülkünden
nasiplendirir. Yüce Allah’ın “Bir sivri sinek kadar değer
vermediği” mülkü kullarını imtihan etmek için fırsat verir. Fakat mülkün tapusunu
kimseye vermemiş ve vermezde. Çünkü “Malda yalan,
mülkte yalan, al birazda sen oyalan” tabiriyle malın ve mülkün asıl olmadığına
adeta dikkat çekmiştir. Yine mal, mülk ve servet sahibi olan kullarını mülkünde
nasiplendiren Allah, hiç kimseye ölümsüzlük vermemiştir. Çünkü “Mal
sahibi mülk sahibi, hani nerde bunun ilk sahibi” deyimini unutmamalarını
istemiştir.
Mülkün
yegane sahibi ve asıl sahibi olan Allah’tır. Bunun dışında kim ne derse desin
hepsi boştur. Boş olan şeylerle vakit kaybetmek akıllı kişilerin karı değildir.
İnsanların en akıllıları Peygamberlerdir, ama hiçbir peygamber gerisinde mal,
mülk için çalışmamış ve geriye de mal, mülk bırakmamıştır. Zerreden kürreye
kadar herşeyin sahibi olan Allah, sevdiği kullarına mal, mülk değil ahlak ve
şeref vermiştir. İşte insanoğlunun en hayırlı serveti budur. Yani ahlak ve
şereftir.
Yüce
Allah cümlemizi ahlak ve şerefle huzuruna almayı nasip etsin.
el-KUDDÜS
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“O,
öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir,
Kuddus (eksiklikten münezzehtir), selâmet verendir, emniyete kavuşturandır,
gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi
olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”[31]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عائشة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
كانَ رسولُ
اللّهِ
يُكْثِرُ
أنْ يَقُولَ في
رُكُوعِهِ
وَسُجُودِهِ:
سُبْحَانَكَ
اللَّهُمَّ
رَبَّنَا
وبِحَمْدِكَ.
اللَّهُمَّ
اغْفِرْ لِى:
يَتَأوَّلُ
الْقُرآنَ.:
كانَ يَقُولُ
في رُكُوعِهِ
وَسُجُودِهِ:
سُبُّوحٌ
قُدُّوسٌ
رَبُّ
المََئِكةِ
وَالرُّوحِ:
فَقَدْتُهُ مِنَ
الْفِرَاشِ
فَالْتمَسْتُهُ
فَوَقَعَتْ
يَدِى عَلى
بَطْنِ
قَدَمَيْهِ،
وَهُوَ
سَاجِدٌ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنِّى أعُوذُ
بِرِضَاكَ
مِنْ
سَخَطِكَ،
وَأعُوذُ
بِمُعَافَاتِكَ
مِنْ
عُقُوبَتِكَ،
وَأعُوذُ
بِكَ مِنْكَ،
َ أُحْصِى
ثَنَاءً
عَلَيْكَ
أنْتَ كَمَا
أثْنَيْتَ
عَلى
نَفْسِكَ .
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resullulah (aleyhissalâtu
vesselâm) rükûsunda ve secdelerinde şu duayı çokca okurdu:
"Sübhânekallâhümme Rabbenâ ve bihamdike, Allahümmağfirlî. (Allah'ım, seni
takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni
mağfiret et.)" Bu duayı okumakla Kur' ân'a yani Kur'ân'ın: "Rabbini
hamd ile tesbîh et" [32]
uyuyordu."
Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'de gelen bir rivâyette şöyle denir:
"Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm) rükû ve secdesinde şöyle derdi:
"Subbûhun kuddûsün Rabbü'lmelâiketi ve'r-Rûhi, (Münezzehsin, mükaddessin,
meleklerin ve Ruh'un Rabbisin)".
Muvatta, Tirmizî ve Ebû Dâvud'un bir rivâyetinde şöyle denir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım,
derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: "Allahümme innî eûzu
birızâke min sahtike ve eûzu bimuâfâtike min ukûbetike ve eûzu bike minke Lâ
uhsî senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsike. (Allahım! Senin rızanı
şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan
sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı
yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)" diyordu." [33]
İzahı
Al-Quddus
The Pure One. He
who is free from all error.
뢣¢Ô¤Ûa Kuddüs:
Arapça “Kuds”
kelimesinden türemiş, feul vezninde mübalağa ifade eder. Manası; mübalağa ile,
yüce zatı ve sıfatları, ayıptan, noksandan ve hadis olmaktan münezzehtir, akıl
ve hayal ile tasavvur ve tahayyülden beridir, demek olur. Tenzihi
isimlerdendir.
Ayıplardan
temiz demektir.
Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan.
Kendisi tertemiz olan ve
yarattıklarının da temiz kalmasını isteyen. “뢣¢Ô¤Ûa KUDDÜS” ismi Kur’an-ı Kerim de iki defa geçmektedir. [34]
İnsanı dünyaya getirirken
günahsız ve kirsiz yaratan, büyüyünce kirlerini abdest ve gusülle yıkanarak
gideren, günahlarını tevbe ve istiğfarla yıkamayı öğreten “뢣¢Ô¤ÛaKuddüs,” yeryüzünü de tertemiz yaratmıştır.
Bizim kirlettiğimiz yeryüzünü
yağmurlarla yıkıyor, güneşle kurutuyor. Kirlenen suları buhara dönüştürüyor.
Havada temizleyip yeniden tertemiz yağmur olarak indiriyor. Rahmet damlalarıyla
dünyamızı temizlediği gibi Kur’an’ın rahmet ayetleriyle de bizim içimizi ve
dışımızı temizliyor.
İmanla bizi şirk, inkar
pisliğinden temizliyor. İtaatle bizi isyan çirkefinden temizliyor. Dinle bizi
kinden temizliyor.
Kendisine ibadetle bizi
kullarına boyun eğme zilletinden temizliyor. En büyük Allah’tır=Allahü ekber
inancıyla kendimiz gibi bir insanı büyütüp başımıza bela etmekten kurtarıyor.
Tevrat’ın indiği yer “Mukaddes vadi” oluyor.[35] Kitabını getiren Cebrail “Ruh-ul
Kudüs” oluyor.
Bizlerde bu dünyadan Rabbimizin
huzuruna tertemiz gitmek istiyorsak “뢣¢Ô¤ÛaKuddüs” olan Rabbimizin “Mukaddes” kitabı Kur’an-a göre
hayatımızı düzenleyelim.
Onun zatı bütün ayıp ve noksanlardan arınmıştır.
Allah,
mukaddestir, paktır ve temizdir, muazzamdır, büyüktür, her türlü kötülük ve
çirkinlikten münezzehtir, uzaktır, yaratıklarından herhangi birine benzemekten,
eksiklikten ve kemaline aykırı her şeyden salimdir. Allah şu şekilde tenzih
edilir: O her yönden ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. O, bir benzerden,
denkten, rakipten, eşten ve zıddan münezzehtir, uzaktır. Kul Rabbine sena
ederek “Sübhanallah” veya “Tekaddesallah” veya “Tealallah” veya benzeri şeyler söylediği
zaman Allah’ı her türlü noksanlıktan salim, uzak ve her türlü kemale,
mükemmelliğe sahip olduğunu ifade ederek övmüş olur.
Bütün
ayıp ve eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah, sevdiği kullarını da günah ve ayıplardan
korumuştur. İşte bunların içinde Efendimiz (a.s) ve diğer peygamberler gelir.
Onun için peygamberler insanların en aziz ve şerefli kimseler olmuştur. Kaldı
ki yüce Allah’ın kendi Zat-ı daha da ulu ve daha da mükemmeldir.
Yüce Allah cümlemizi ayıp ve günahlardan temizlesin
ve kötü şeylerden alıkoysun.
es-SELAM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“O,
öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir,
eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip
koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır.
Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”[36]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ثوبان
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
كانَ رسول
اللّه
إذَا سَلّمَ
يَسْتَغْفِرُ
ثََثاً
ويَقُولُ:
اللَّهُمَّ
أنْتَ السََّمُ،
وَمِنْكَ
السََّمُ،
تَبَارَكْتَ
وَتَعالَيْتَ
يَا ذَا
الجََلِ
وَا“كْرَامِ.
Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup:
"Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli
ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm
sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[37]
As-Salam
The
Source of Peace. He who frees His servants from all danger.
â5 £ÛaSelam: O bütün noksan sıfatlardan salimdir.
Her çeşit afet ve kederlerden emin olan.
Selâmette olan, selâmette kılan.
“â5 £ÛaSelâm” kelimesi Kur’an-ı Kerim de 33 defa geçer ama bunlardan
yalnız bir tanesi,[38] Allah’ın ismi olarak geçmektedir.
Her doğan ölüyor, her yeşeren
kuruyor, her yapılan yıkılıyor. Yaratılanların en değerlisi insan doğuyor,
büyüyor, ihtiyarlıyor, hastalanıyor, acıkıyor, uyuyor ve ölüyor.
â5 £ÛaSelâm” olan Rabbimiz bütün bunlardan salimdir. İslâm dinini
indirerek selâmet yurdu olan Cennete davet eden, bu dünyada gönüller arasına
köprü olan selâmı öğreten;
وَاِذَا
حُيّيتُمْ
بِتَحِيَّةٍ
فَحَيُّوا
بِاَحْسَنَ
مِنْهَا اَوْ
رُدُّوهَا
اِنَّ اللّهَ
كَانَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
حَسيبًا
“Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan
daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her
şeyin hesabını arayandır”[39] diyerek selâm almayı emrederek, nezaket kurallarını
öğreten Rabbimiz Mü’minleri Cehennem azabından selâmette kılandır.
Müslüman kelimesiyle selâm,
İslâm kelimeleri silm kökündendir. Efendimiz:
¢é¨£ÜÛa ó £Ü ¡£ó¡j £äÛa
¡å Ç b à¢è¤ä Ç ¢é¨£ÜÛa ó¡ ë
§¤à Ç ¡å¤2 ¡é¨£ÜÛa ¡¤j Ç ¤å Ç
P¡ê¡ í ë
¡é¡ãb ¡Û ¤å¡ß æì¢à¡Ü¤¢à¤Ûa á¡Ü ¤å ß ¢á¡Ü¤¢à¤Ûa
4b Ó á £Ü ë ¡é¤î Ü Ç
P¢é¤ä Ç
¢é¨£ÜÛa ó è ã b ß v ç ¤å ß
¢¡ub è¢à¤Ûa ë
Abdu'llâh b. Amr (i'bni'l-Âs) (radiya'llâhu anhümâ)'dan:
Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem (salla'llâhu
aleyhi ve selem) buyurdu ki: “Müslüman, dilinden, elinden müslümanlar selâmette
kalan kimsedir. Muhâcir de Allâh'ın nehyettiğini terkedendir” [40] buyurmuş.
İnkar mikropları saçanlara,
isyan okulları kuranlara, harami çeteleri kuranlara dilinle ve elinle bir şey
yapamıyorsan bari Müslümanlara dil uzatma.
İmam Kuşeyri: “mü’min kardeşinin bir
ayıbını gördüğünde onu yetmiş çeşit ma’zeret bularak temize çıkarmaya çalış.
Eğer ma’zeret bulamazsan sen yinede yetmiş ma’zerete ikna olmadın diye kendini
ayıpla” diyor.[41]
Bu isim Allah’ın özel kullarının çokça selam
vermeleri işaret edilmektedir. Selam vermekle Allah’ın selamını elde edenler
kendilerini her türlü mahzurdan korumuş olurlar.
Allah kazası ve kaderi abesten, zulüm ve
haksızlıktan ve sonsuz hikmetine aykırı bir şekilde vuku bulma vehminden
uzaktır. Onun şeriatı ve dini çelişkiden, farklılıktan, bozukluktan ve kulların
maslahatına aykırılıktan, Allah’ın kullarına rahmetine ve ihsanına aykırılıktan
ve hikmetine aykırılıktan uzaktır. Bilakis Onun şeriatının tamamı hikmet,
rahmet, maslahat ve adalettir. Onun verdiği nimet verdiği kimselere muhtaç
olmaktan beridir.
Allah, her çeşit zorluktan, karanlıktan, kötülükten,
acizlikten, eksiklikten ve zayıflıktan salimdir. Ona da bu yakışır. Çünkü O,
Selam olan Allah’tır ki, razı olduğu kullarını birbirleriyle karşılaştıklarında
selamlaşmalarını istemiştir. Selam sıfatını her zaman hatırlamaları için ve
kendisinden selam istemelerini dilemiştir. Adeta selamlaşın ki, Allah size
kendi selametinden nasiplendirsin. Buna binaendir ki, bir Müslümanın diğer
Müslüman kardeşine vereceği en güzel hediye, yüce Allah’ın selamıyla kardeşine
selam vermesi ve karşıdakinin de mukabelede bulunmasıdır.
Yüce Allah cümlemizi selamıyla selamete kavuşturduğu
ve selam sıfatından nasiplendirdiği kullarından eylesin.
el-MÜ’MİN
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"O
Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır;
Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah
(müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[42]
ـ وعن
أنس رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
دَخَلَ رَسُولُ
اللّهِ
عَلى شابٍّ
وَهُوَ في المَوْتِ،
فقَالَ:
كَيْفَ
تَجِدُكَ؟
فقالَ: أرْجُو
اللّهَ
تَعالى
يَارسُولَ
اللّهِ وَأخَافُ
ذُنُوبِى.
فقَالَ : مَا
اجْتَمْعَا
في قَلْبِ
عَبْدٍ في
مِثْلِ هذَا
المَوْطِنِ
إَّ أعْطَاهُ
اللّهُ مَا
يَرْجُو،
وَآمَنَهُ
مِمَّا يَخَافُ.
İzahı
Al-Mu'min
The
Inspirer of Faith. He who awakes the light of faith in our hearts.
å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMümin: Kullarına va’dinde
sâdık olan demektir.
Tasdîk mânasına olan
imandan gelir. Yahut‚
kıyamet günü kullarına‚
azabına karşı garanti veren‚
güven veren demektir‚
bu mâna emân’dan
gelir.
O bütün peygamberleri tasdik edicidir.
Kullarına
emniyet veren. Kendinin ve peygamberlerinin doğruluğunu ortaya koyan, kullarına
yaptığı vadinde sadık.
İman veren, güvenlikte kılan,
iman edenleri iki dünyada da güvenlik içinde yaşatan ve bir ismi de “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMü’min” olan Allah’a iman edenler insanlara güvenlik vermeye
çalışmazlar. Güvenilen bir insan olmaya çalışırlar.
İmanın dünyada sağlayacağı
güvenliği Efendimiz (a.s): “Allaha yemin olsun
ki Allah bu İslâm işini tamamlayacak, hatta bir yolcu San’a şehirden Hadramuta
kadar yürüyecek Allah korkusundan ve birde koyuna kurt saldırır korkusundan
başka hiçbir şeyden korkmayacak” [44] buyurmuş.
Bir ismi “Mü’min” olan Rabbimizin verdiği imanın sağladığı güvenlikle eşkıya
yatağı San’a ile Hadramut arasında 1400 sene önce güven içinde yolculuk
yapmışlar.
Hz.Ömer, Medine’de devlet
başkanı iken, Dicle nehri kenarında bir koyunun kurt tarafından yenmesinden
kendini sorumlu tutuyor. İşte “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMümin” olan Allah a iman eden mü’minin yönetimi öyle olur.
1500 sene sonra İslâm sistem
olarak rafa kaldırıldı. Batıdan sistem ithal edildi ve Dicle nehri kenarında
terör adı altında 30.000 (otuzbin) insanın kanı akıtıldı. Dicle kenarında değil
şehrin merkezinde en güvenli merkez diye yapılan binanın 25. Katında yirmi beş
ayrı güvenlik tertibatı olan yerde yaşayan insanın güvenliği olmadığını bütün
dünya gördü.
Asker ve gardiyan tarafından korunan hapishanelerde
güvenlik kalmadı. Her insanın arkasına bir emniyet görevlisi taksanız, emniyet
görevlisinin ardına da bir görevli gerekir.
Onun ardına da biri gerekir. Bu da olmayacağına göre her
insanın içine emniyet görevlisi olarak “å¡ß¤ªì¢à¤ÛaMü’min” olan Allah’a iman yerleştirilirse emniyet/güvenlik iki
dünyada da sağlanmış olur.
Allah kendisini kemal sıfatlarla, güzellik ve yücelikle
sena edip övendir. O, Peygamberlerini gönderip, ayet ve delillerle, Kitaplarını
indirendir. Peygamberlerini de onların doğruluğuna ve getirdikleri mesajın
sıhhatine delalet eden her türlü mucize ve burhan ile destekleyip tasdik
etmiştir.
Yüce
Allah, mümin sıfatıyla bütün evreni güvencesi altına alıp sigortalamıştır.
Zerreden kürreye kadar her yaratılmış mümin sıfatının güvencesiyle yaşamlarını
devam etmektedirler. Yüce Allah, bu sıfatı iman eden kullarına da vermiş ve
onların da mümin olmalarını istemiştir.
Mümin
olan Müslümanlar dünyadaki ellerinin altında bulunan insan, hayvan, bitki ve
benzeri yaratılmışların yaradanın hatırı için güvenlik sigortası olmaları
gerekiyor. Aksi takdirde Mümin olma özelliklerini kaybederler.
Allah
(cc), mümin sıfatıyla mazlumda olsa zalimde olsa uysalda olsa vahşide olsa
bütün yaratıkları güvecesine almış ve onları sigortalamıştır. Bu güvenceyi
ihmal edip dünyanın ve kulların güvencesine sigortalanan acizlerin ahirette
güvencesi ne olacak ve kim olacak acaba...
Yüce
Allah cümlemizi güvecesine alıp dünya ve ahiret hayatında sigortalayıp selamete
erdirdiği kullarından eylesin.
el-MÜHEYMİN
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"O
Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır;
Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin)
sirk koştuklarından çok yücedir."[45]
ـ وعن أبى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
قَالَ اللّهُ
تَعالى: مَنْ
عَادَى لِي
وَلِيّاً
فَقَدْ
آذَنْتُهُ
بِحَرْبٍ،
وَمَا
تَقَرَّبَ
اليّ عَبْدِي
بِشَىْءٍ
أحَبَّ الىَّ
مِنْ أدَاءِ
مَا
افْتَرَضْتُ
عَلَيْهِ،
وََ يَزَالُ
عَبْدِي
يَتَقَرَّبَ
اليّ بِالنَّوافِلِ
حَتّى
أُحِبُّهُ،
فإذا
أحْبَبْتُهُ
كُنْتُ
سَمْعَهُ
الَّذِى
يَسْمَعُ
بِهِ. وَبَصَرُهُ
الَّذى
يُبْصِرُهُ
بِهِ وَيَدَهُ
الَّتِى
يَبْطَشُ
بِهَا.
وَرِجْلُهُ
الَّتِى
يَمْشِى بِهَا،
وإنْ
سَألَنِى
أعْطَيْتُهُ،
وإنِ اسْتَعاذَنِى
أعَذْتُهُ،
وَمَا
تَرَدَّدْتُ عَنْ
شَىْءٍ أنَا
فَاعِلُهُ
تَرَدُّدِى
عَنْ قَبْضِ
نَفْسِ
عَبْدِى
الْمُؤْمِنِ،
يَكْرَهُ
الْمَوْتَ
وَأكْرَهُ
مَسَاءَتَهُ.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim
benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma
gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle
yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun
işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi,
konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma
talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min
kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü
sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."[46]
İzahı
Al-Muhaymin
The
Guardian. He who watches over and protects all things.
å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin: Saltanatı hakkında
dilediği gibi tasarruf eden,her şeyi gözetip koruyan.
Çok çok murakabe edici, hıfz edici, gözetici ve
koruyucu manasına gelir.
Başka bir deyişle; å¡à¤î è¢à
Müheymin:
Şâhid olan (görüp
gözeten) demektir. Emîn mânasına geldiği de
söylenmiştir. Aslı‚
müeymin’dir‚ ancak hemze‚
hâya kalp olmuştur. Keza er-Rakîb ve el-Hafiz mânâsına
geldiği de söylenmiştir.
“Gözeten ve koruyan” manasına gelen “å¡à¤î è¢à¤Ûa
el-Müheymin” ismi, Kur’an-ı Kerim de Rabbimizin ismi olarak bir defa
geçmektedir.[47]
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’i bize
tanıtırken:
¡lb n¡Ø¤Ûa å¡ß
¡é¤í í å¤î 2 b à¡Û b¦Ó¡£ ¢ß
¡£Õ z¤Ûb¡2 lb n¡Ø¤Ûa Ù¤î Û¡a ¬b ä¤Û ¤ã a ë
“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu
korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik”[48] diyerek Kur’anın
kendinden önce geçen Tevrat, Zebur, İncil ve diğer sahifeleri kendi içinde
koruduğunu ve onları tasdik ettiğini ifade ediyor.
Hz. Adem’in genlerini bizde
koruyan, Hz. Adem dönemindeki su, hava, hardal, incir çekirdeğini olduğu gibi
koruyan Rabbimiz geçmiş peygamberlere indirdiği kitapları Kur’an’ın içinde
korumaktadır. “å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin”e iman edenler eski ilimleri ve eski sanatları, yeni ilim
ve sanatların içinde korurlar.
Gönüllerimizden geçeni bilen,
genlerimizi şifreleyen “å¡à¤î è¢à¤Ûa
Müheymin”e iman eden bir Mü’min gözetildiğini bilerek yirmi dört
saatinde edepli olmaya çalışır.
Fuzuli gibi: “Müheymina,
Sameda, bende-i siyeh ruyem Sahifei amelim masiyet hattıyla kara” “Ey å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin
ve Samed Allahım! Kara yüzlü bir kulunum. Amel defterim isyan yazısıyla
kapkara” diyerek af dilenelim.
Murakabe, göz altında bulundurmak, koruyup gözetmek
demektir. Aynı zamanda Allah’tan başka şeylerden bütün ilgilerini keserek
Allah’a yönelme ve ibadete dalma, manasını ifade eder. Burada ise kişinin kendi
nefsini gözetip derinden araştırarak kalbine yerleşmiş kötü niyetleri fena
huyları, Allah ve Resulünün hoşlanmadığı hal ve tavırları bulmaya, sonra da
nefsindeki bu kötülüklerin kökünü kazmaya girişmek manasına gelmektedir.
Yüce Allah, “Mümin” sıfatıyla kendi
güvencesi altına aldığı yaratıklarını “å¡à¤î è¢à¤ÛaMüheymin” sıfatıyla da murakabe eden, gözeten ve hal
hatırlarını gözardı etmeden istek ve arzularını cevaplayandır. Buna da “Aziz” sıfatıyla da güç
yetirendir. Çünkü yüce Allah’ın korumasına aldığı bir, bin ve milyon değil her
şey ve herkes için geçerlidir. å¡à¤î è¢à¤Ûa Müheymin kulların kendilerini
murakabesine verip gözetlemeyi/gözlemlenmeyi isteyecekleri tek merci işte bu
özelliktir.
Yani yüce Allah güvencesine aldığı kullarını
bırakmıyor. Kullar nerde olurlarsa olsunlar onları tek tek kontrol edendir. Bu
dünyada böyle bir kurum/kuruluş, güç/kuvvet varmıdır acaba? Kesinlikle
istisnasız yoktur. İşte şimdi yüce Allah’ın bu sıfatına olan inancımı tekrar
tazeliyorum. Çünkü şu ana kadar böyle olduğunu duymuştum ama bilmiyordum.
Yüce Allah cümlemizi kontrol ettiğinde herkese
gönlüne göre muamele etsin/versin.
el-AZİZ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"O Allah
ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'ıir;
Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) sirk
koştuklarından çok yücedir."[49]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
موسى رَضِىَ
اللّهُ عَنْه.
أنَّ رسولَ
اللّه
قال: إنَّ
اللّهَ عَزَّ
وَجلّ
يَبْسُطَ
يَدَهُ
بِاللَّيْلِ
لِيَتُوبَ مُسِئُ
النَّهَارِ،
وَيَبْسُطُ
يَدَهُ بِالنَّهَارِ
لِيَتُوبَ
مُسِئُ
اللَّيْلِ حَتَّى
تَطْلُعَ
الشَّمْسُ
مِنْ
مَغْرِبِهَا.
Ebû Musa (radıyallahu anh)
anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Aziz ve
Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için
geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de
gündüz elini açar, bu hal, güneş batıdan doğuncaya kadar devam
edecektir."Burada "el", Allah'ın ihsan ve fazlından kinayedir."[50]
İzahı
Al-'Aziz
The
Victorious. He who prevails, and can never be conquered.
í© È¤ÛaAziz: Kahreden‚ galebe
çalan demektir. "İzzet"‚ galebe çalmak
mânasına gelir. Aynı zamanda
Kudret sıfatına racidir. Yani misli, benzeri bulunmayan manasına gelir.
O mutlak galibiyet yegane sahibidir.
İzzet sahibi, mağlup edilmesi imkansız olan, her
şeye galip olan.
í© È¤ÛaAziz adı izzetten türemiştir.
Anlamı güçlü bir mevkide bulunma anlamına gelmektedir.Daha açık bir deyimle
güçlü ve yasaklayıcı demektir.
Üstün, değerli, güçlü ve eşsiz manalarına gelen
el-Aziz ismi Kur’an-ı kerim de 90 defa geçmektedir.
Kur’an-ı Allah kelamı olması nedeniyle,[51] de í© È¤Ûael-Aziz kelimesi Kur’an’ın sıfatı
olarak gelmiştir.
Yusuf suresinde Mısır yöneticilerine de Aziz ismi
kullanılmıştır. Tevbe 128 de Peygamber efendimizin sıfatı olarak Aziz kelimesi
kullanılmış. Rabbimiz:
b6¦Èî©à u
¢ñ £¡È¤Ûa ¡é¨£Ü¡Ü Ï ñ £¡È¤Ûa ¢í©¢í
æb × ¤å ß
“Kim izzet isterse
bilsin ki izzetin tamamı Allah’a aittir”[52]
buyurur.
Münafikun suresi 8 inci ayette ise: “İzzet, Allah’a, Resulüne ve Mü’minlere aittir”
buyurur.
í© È¤ÛaAziz olan Allah’a gönül veren
kişi izzet bulur. Allah’ın yükselttiğini kimse alçaltamaz. Allah’ın
alçalttığını kimse yükseltemez.
Kalpte Hak büyüdükçe halk=dünya küçülür. Dünya
küçülünce kişinin kimliği de büyür.
Sevgili
Peygamberimiz (a.s): “Kim bir zengine zenginliği nedeniyle tevazu
gösterirse dininin üçte ikisi gider” buyurmuş.[53] Kişinin kimliğini kalbi,
bedeni, ve dili oluşturur. Bedeni ve diliyle alçalırsa üçte ikisi gider.
Kalbiyle de alçalırsa hepsi gider. Allah korusun.
Allah'ın 'í© È Aziz' sıfatı, O'nun hiçbir
zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman galip olanın Kendisi olduğunu ifade
eder. Allah kainatta mutlak kuvvet sahibidir ve O'ndan üstün hiçbir güç, hiçbir
kuvvet yoktur.
Kainattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya
güç yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan
Allah'tır. Ve bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O'dur.
Allah'ın kainatta kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında,
yarattıklarının acizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O'nun
emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen
içinde var olabilmektedirler.
Kuşkusuz bu acizlik yeryüzüne hakim olduğunu
zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar
sahibi olsa da, Allah karşısında acizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de
ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah'a karşı koruyamaz. Ancak Allah'a
teslim olan, O'nun emirlerine uygun yaşayan, rızasını kazanmaya çalışanlar
hariç...
Yüce Allah, Azizliğiyle evrende hiçbir şeye karşı
aciz olmayıp, herşeye güç yetirendir. Aynı zamanda güçsüzlerin kendisine
müracaat ettiklerinde ise onlarında gücüne güç katandır.
Yüce Allah’ın í© È
Aziz
gücüne inanarak, dayanarak, güvenerek çalışan ve savaşan hiç kimseyi de mahcup
etmeyendir. Hiçbir güç sahibinin aciz bırakamadığı güçler üstü gücün sahibi
olan í© È Aziz Allah, dilediği
güçsüzleri güçlendirerek imkan sahibi kılar ve güçlülüğüne güvenen nice
zalim/cebbarları da mahf-u perişan edendir.
Yüce Allah (cc) cümlemize izzetli yaşamı nasip
etsin.
el-CEBBAR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"O
Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır;
Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah
(müşriklerin) sirk koştuklarından çok yücedir."[54]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
الْخدري
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
تَكُونُ
ا‘رْضُ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
خُبْزَةً
وَاحِدَةً
يَتَكَفّاهَا
الْجَبَّارُ
بِيَدِهِ
كَمَا
يَتَكَفّى
أحَدُكُمْ
خُبْزَتَهُ
في السُّفَرِ
نُزُوً ‘هْلِ
الْجَنَّةِ.
فأتَى رَجُلٌ
مِنَ
الْيَهُودِ، فقَالَ:
بَارَكَ
الرَّحْمنُ
عَلَيْكَ يَا
أبَا
الْقَاسِمِ.
أَ
أُخْبِرُكَ
بِنُزُولِ أهْلِ
الْجَنَّةِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ؟
قَالَ: بَلى.
قَالَ:
تَكُونُ
ا‘رْضُ
خُبْزَةً وَاحِدَةً
كَمَا قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
فَنَظَرَ
النّبِىُّ
إلَيْنَا.
ثُمَّ ضَحِكَ حَتّى
بَدَتْ
نَوَاجِذُهُ.
ثُمَّ قَالَ:
أَ أُخْبِرُكَ
بِإدامِهِمْ؟
قَالَ: بَلى.
قَالَ: بامٌ
وَنُونٌ.
قَالَ: وَمَا
هذَا قَالَ:
ثَوْرٌ
وَنُونٌ،
يَأكُلُ مِنْ
زَائِدَةِ
كَبِدِهِمَا
سَبْعُونَ
ألْفاً.
Saidi el-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:"Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbar
(olan Allah Teâla hazretleri), onu, cennetliklere azık olarak elinde
çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında çöreğinizi çevirdiğiniz gibi!"
Bu sırada bir Yahudi gelerek:"Ey Ebu'l-Kâsım! Rahmân (olan) Allah seni
mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet ehlinin (iştah açıcı) ikramı ne olacak
haber vereyim mi?" dedi. Efendimiz:"Söyle bakalım!" buyurdular.
Adam, tıpkı Aleyhissâlatu vesselâm'ın söylediği gibi:"Arz, tek bir çörek
olur!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize baktılar. Sonra azı
dişleri görününceye kadar tebessüm buyurdular ve:"Peki cennet ehlinin
katıklarını sana haber vereyim mi?" dediler. Adam: "Buyurun!"
dedi. Aleyhissalatu vesselâm:"Bâlâm ve nûn!" buyurdular. Adam: "Bu
nedir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öküz ve balıktır. Bunların
ciğerlerinin kenarından yetmiş bin kişi yer" buyurdular."[55]
İzahı
Al-Jabbar
The Compeller. He who
repairs all broken thing, and completes that which is incomplete.
b £j v¤Ûa Cebbar: Mahlukâtı mecbur
eden; emir veya
yasak her ne
dilerse ona zorlayan
demektir. Bu kelimenin‚
bütün mahlukâtının fevkinde
yücedir mânasına geldiği
de söylenmiştir.
Azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlak yapan,
dilediğine muktedir olan.
Mutlak ıslah ve kahredici O dur.
Mübalağa vezninde “Cebir” kökünden türemiş bir
kelimedir. Cebir, lugatta bir şeyi zor ile ıslah etmeye derler. Sonra mücerret
ıslah etmeye ad olarak verilmiştir.
Bazen mücerret kahr manasına gelir.
Bazen
de mecaz yoluyla mücerret uluv (yükseklik) manasına gelir. Öyle bir yükseklik
ki, kimsenin elinin erişemeyeceği hurma ağacına yüksek manasına “Nahle-i Cebbaren” denir
Bazen de halkın işlerini ıslah edici manasınadır. Bu
surette fiil sıfatı olur.
"Kırılanı saran, bozulanı düzelten, her
şeyden yüce ve dilediğini zorla yaptıran” manalarına gelen “b £j v¤Ûa Cebbar” ismi Kur’an-ı Kerim de Haşr 23 de bir defa zikredilmiştir.
Peygamberlere isyan bayrağını
çeken ve kendi koyduğu kurallara uyan yöneticiler için zorba anlamında Cebbar
kelimesi kullanılmıştır.[56] Peygamber efendimize:
نَحْنُ
اَعْلَمُ
بِمَا
يَقُولُونَ
وَمَا اَنْتَ
عَلَيْهِمْ
بِجَبَّارٍ
فَذَكِّرْ بِالْقُرْانِ
مَنْ يَخَافُ
وَعيدِ
“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen
onların üzerinde bir cebbar değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt
ver.”[57]
Ve böylece kıyamete kadar
gelecek olan Müslüman yöneticilere bu ayeti okuyunca yönettiği ülkeyi bir hapishaneye
çevirmemesi emredilmiştir.
Denizde balıkların, havada kuşların, karada hayvanların ve
ağaçların kırıklarını saran “b £j v¤ÛaCebbar” olan Rabbimizdir. İnsanlık ailesi ise altı milyar insanın
sağlık sorunlarını çözememiştir.
b £j v¤ÛaCebbar olan Rabbimiz dünya yaratılalıdan beri yarattıklarının
kırıklarını onarmaya devam ediyor. Milyarlarca balıktan, milyarlarca kuşlardan
bir tanesini insanoğlu tehlikeden kurtarıp tedavi etse günlerce televizyon
ekranlarından o iyilik sembolü insan baş haber olur.
Her gün milyonlarca hayvanın
doğumunu sağlayan, onlara sıhhat veren, doğum yaptığı gün süt veren, “b £j v¤Ûa Cebbar” olan Rabbimiz ise ekranda bir defa zikredilse irtica
hortladı yaygarası başlar. Yaygarayı başlatan, kalpten hastaneye kaldırılsa ona
yine şifa veren “b £j v¤ÛaCebbar” olan Rabbimizdir. Cebbara iman eden mü’min insan, hayvan
ve diğer yaratıkların yarasına merhem, kırığına sargı olur. Onları kendine
doğru yükseltir, yüceltir.
Allah'a karşı büyüklenmenin, O'na teslim olmamanın
altında, insanın kendisini Allah'tan bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip
olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi, dolayısıyla
kendine bir "benlik"
vermesi yatar. Halbuki bunun ne kadar tutarsız bir mantık olduğunu anlamak için
herhangi bir inanca sahip olmak gerekmez.
İnsan biraz durup düşünse, bu dünyaya kendi
isteğiyle gelmediğini, ne zaman hayatının son bulacağını bilmediğini, sahip
olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla
görebilir. Kendi bedeni de dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyin geçici
olduğunu ve sonunda yok olacağını anlar. Tüm bunlar insanın tümüyle aciz
olduğunun, hiçbir şeyin gerçekte kendisine ait ve kendi kontrolü dahilinde
olmadığının açık delilleridir. Eğer biraz daha düşünürse, bu delillerin sayısız
olduğunu görebilir.
Bütün bu gerçekler karşısında insanın, kendisini
yaratana karşı büyüklenmeye kalkmasının ne kadar anlamsız ve bir o kadar da
akılsızca bir tavır olacağı ortadadır.
Oysa insanın Allah'ın büyüklüğünü, her şeyi yoktan
var ettiğini, insanların sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin O
olduğunu, dilediği anda da hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü
olduğunu, tek baki kalacak olanın da Allah olduğunu kabul edip, Yaratıcısına,
gerçek sahibine teslim olması gerekir. Çünkü Allah, kendisine karşı haksız yere
büyüklenme gösteren, O'na karşı aczini bilmeyen ve yüz çeviren herkese dilediği
zaman zorla boyun eğdirmeye muktedir olandır.
Kur'an'da sahip olduğu şeylerden dolayı kibirlenen
ve sonunda da Allah'ın b £j v Cebbar sıfatıyla acizliklerini
gören ve hatalarını ikrar eden bahçe vs. misaller çok geçmektedir.
Yüce Allah cümlemizi emir ve yasaklarına riayet eden
kullarından eylesin.
el-MÜTEKEBBİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"O
Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır;
Mümin'ıir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cabbar'dir; Mütekebbir'dir. Allah
(müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir."[58]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
فأقُولُ: يَا
رَبِّ ائذَنْ
لِى فِيمَنْ
قَالَ: لاَ
إلَهَ إَّ
اللّهُ.
قَالَ: لَيْسَ
ذلِكَ لَكَ،
أوْ قَالَ
لَيْسَ ذلِكَ
إلَيْكَ،
وَلَكِنْ وَعِزَّتِي
وَجََلِي
وَكِبْرِيَائِي
وَعَظْمَتِي
‘خْرِجَنَّ
مِنْهَا مَنْ
قَالَ: َلآ
إلَهَ إ لاَّللّهُ.
"Ben de: "Ey
Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat
etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala:"Bu hususta yetkin
yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten
çıkaracağım!" buyuracak."[59]
Al-Mutakabbir
The
Majestic. He who demonstrates His greatness in
all things and in all ways
¢¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir:
Ululuk sahibi, her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.
Azamet ve kibriyasında, O dur.
Mahlukâta
ait sıfatlardan yüce‚ uzak mânasına gelir. Ayrıca "Mahlukâtından büyüklük
taslayarak kendisiyle azamet
yarışına kalkanlara büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren”
mânasına geldiği de söylenmiştir. Keza
şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:
¢¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir" Allah’ın azametini
ifâde eden kibriyâ kelimesinden
gelir‚ tezyîfî bir
mâna taşıyan kibir
kelimesinden gelmez.
Azamet ve kibriya ile biricik demektir ki, başkası
onun nazarında zerre kadar yoktur. Kibriya sıfatı ancak O’na mahsustur.
Büyüklüğünü bildiren manasına
gelen bu güzel isim Rabbimiz için Kur’an-ı Kerim de Haşr 23 de bir defa
zikredilmiştir. Kendini ilah yerine koyan, büyüklük taslayan, baskı rejimi
kuran zorba firavun hakkında Mü’min suresi 27, 35 inci ayetlerde Mütekebbir
olarak tanıtılmaktadır. Doğan, ölen bir tek canlı veya bir tek tane veya
çekirdek yaratamayan büyüklük taslarsa aleme rezil olur. Zalim birinin adalet
ödülü alması gibi gülünç olur.
Ancak “¢¡£j Ø n¢à¤Ûa Mütekebbir” büyüklenen, büyüklüğünü bize zerreden yıldızlara kadar
yarattıklarıyla gösteren ve indirdiği kitaplarıyla bildiren Rabbimize iman
edenler, gönüllerinde en büyük olarak onu görenler Onun yarattıklarını gözlerinde
küçültürler. 40 kilometre koşucusunun ödüle kilitlenerek koştuğu gibi, yol
kenarındaki dereler, çiçekler, çimenler onu yolundan alıkoymadığı gibi mü’min
insan da “¢¡£j Ø n¢à¤ÛaMütekebbir” Rabbine sığınınca kendini ilah yerine koyanları gözünde
büyütmez. Batıdan korkmaz. “Doğuda, batıda
Rabbindir” der ve yürür.
Yürürken:
ó¨Ì b ß ë
¢ j¤Ûa Îa b ß
“Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.”[60]
Bizlere mütevazı olmak düşer. Haddini aşan aşağı düşer.
Yüce Allah cümlemizi kendisine
karşı gereken tavazuyu sergilemeyi nasip etsin.
el-HALIK
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
هُوَ اللّهُ
الْخَالِقُ الْبَارِئُ
الْمُصَوِّرُ
لَهُ
الْاَسْمَاءُ
الْحُسْنى
يُسَبِّحُ
لَهُ مَا فِى
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَهُوَ
الْعَزيزُ
الْحَكيمُ
“O,
Halık (yaratan), var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet
sahibidir.”[61]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما. في
قوله تعالى:
ومَا
يُؤْمِنُ
أكْثَرُهُمْ
بِاللّهِ إَّ
وَهُمْ
مُشْرِكُونَ.
قالَ:
يَسْألُهُمْ
مَنْ
خَلَقَهُمْ،
وَمنْ خَلَقَ
السَّمَواتِ
وَا‘رْضَ؟
فيقُولُونَ
اللّهُ!
فذلِكَ
إيمَانُهُمْ،
وََهُمْ يَعْبُدُونَ
غَيْرَهُ
فذلِكَ
شِرْكُهُمْ.
İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ) şu âyet hakkında: "Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a
inanmazlar"[62]
şu açıklamayı yapmıştır: "Yâni, "Onlara kendilerini kim yarattı,
semâvat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, "Allah" diye cevap
verirler, işte bu onların imanıdır. İbâdet etmeye gelince Allah'tan başkasına
taparlar, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir."[63]
İzahı
Al-Khaliq
The
Creator. He who brings from non-being into being, creating all things in
such a way that He determines their existence and the conditions
and events they are to experience.
Õ¡Ûb ¤Ûa Halık:
Aslı, örneği ve maddesi olmaksızın bir şeyi icad
edici demektir.
Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir
eden, yaratan, yoktan var eden büyüklükte eşi olmayan manasına gelir.
Kainatı yaratan var edici O dur.
Yaratan manasına gelen Õ¡Ûb ¤Ûa el-Halık ismi Kur’an’ı Kerim de sekiz defa tekrarlanmaktadır. Yüz
ellinin üzerinde ....yarattı, .....yaratır şeklinde Rabbimizin yaratmasından
haber veren ayetler vardır. “Kün-ol” emriyle kainatı yaratan, topraktan çiçek yaratır gibi
Adem (a.s)’ı yaratan, meniden servi boylu erkek ve kadını yaratan, bu
yeryüzünün bir karışlık toprağıyla Hz. Adem’den günümüze kadar gelen bütün
insanların ve şimdi yaşamakta olan altı milyar insanın ve bütün hayvanların
gıdasını yaratan Halikımıza iman etmek, yapılan bütün iyiliklere şükretmektir;
b¦Èî©à u
¡¤ üa ó¡Ï b ß ¤á¢Ø Û Õ Ü
ô© £Ûa ì¢ç
“Yeryüzündekilerin
hepsinin insan için yaratıldığın.”[64]
¡æë¢¢j¤È î¡Û ü¡a
¤ã¡üa ë £å¡v¤Ûa ¢o¤Ô Ü b ß ë
“İnsanında
cinlerinde Allah’ı tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratıldığını haber verir.”[65]
Değerli ustaların yaptığı sanat
eserleri topraktan, alçıdan bile olsa antikacılar onu kırmazlar. İpekten
fırçalarla temizlerler. İnsan ve tabiat Halikımızın bize emanetidir. Onun bir
çizgisi dahi israf edilmemeli, kırılmamalıdır. Haksız yere bir damla kan
akıtılmamalıdır. Gönül Kabesi ateşe verilmemelidir.
Bu ad takdir manasına gelmektedir. Zira Allah
gaybubiyyetinin batınından ve zuhurunun manasıyla her şeyi takdir ederek kendi
görüşünün haricine çıkarmıştır. Kendini ihata eden gayb ve şehadet ilmiyle bu
takdiri yapmıştır. Allah adına istinat ederek tam ve kamil tecellilerle kendini
göstermiştir.
Yüce
Allah bizleri halk ettiği hayır kullarından eylesin.
el-BARİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“O, Halık (yaratan), Bari
(var eden), şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde
olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.”[66]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
زِرِّ بْنِ
حُبَيْشٍ
قالَ:
سَمِعْتُ عَلِيّاً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يَقُولُ:
وَالَّذِى
فَلقَ
الْحَبَّةَ
وَبَرَأ
النَّسَمَةَ
إنَّهُ
لَعَهْدُ النَّبِىِّ
ا‘ُمِّى إليَّ
أنْ َ
يُحِبُّنِي
إَّ مُؤْمِنٌ
وََ
يَبْغَضُنِى
إَّ
مُنَافِقٌ.
Zirr İbnu Hubeyş
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle
söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e
yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu
hususu garantiledi: "Beni mü'min
olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir."[67]
İzahı
Al-Bari
The
Maker of order. O Evolver who created all things so that each whole and its
parts are in perfect conformity and harmony.
b j¤ÛaBari: İhsan eden.
Mahlukâtı‚ mevcut
bir misâle bakmaksızın‚ yoktan‚
örneksiz olarak yaratan
mânasına gelir. Bu
kelime‚ öncelikle hayvanlar
için kullanılır‚ diğer
mahluklar için pek
kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki
mahlukât hakkında nâdiren
kullanılır. Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan.
Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına
karşı merhametli, şefkatli demektir.
Kullarına iyilik ve ihsanı, nimetleri bol olan.
b j¤ÛaBari isminden alınmıştır.
Lugatta bir şeyi başka bir şeyden dikkatle araştırarak kurtarmaya derler.
Nitekim “Filan,
hastalığından beri oldu.” Denildiği gibi “Maddeci, maddecilik dininden beri oldu,”
denir. Hastalıktan ve batıl bir dinden dikkatle inceleyip araştırarak, deva ve
çare tatbik ederek halas olmak (kurtulmak) manasına gelir. Yahut, inşa (vücuda
getirme) hakkındadır. Mesela: “b j¤ÛaBari” Allah’u Zeyden”, denir. “Allah, Zeydi kusursuz ayıpsız ve noksansız halk
etti”, demektir.
Kamil bir nizam üzere ve bozulmaktan beri mahlukat
halk etti demektir.
Yaşadığımız evren ile ilgili her şeyde bir denge ve ahenge rastlarız.
Özellikle bilim alanında yeni gelişmeler kaydedilip bugüne kadar bilinmeyen pek
çok detay ortaya çıktıkça, bu denge ve ahenk daha da netleşmektedir. Görünen
odur ki, kainat üzerinde var olan her sistem üstün bir Aklin tasarımıdır. Bu
üstün aklin sahibi, her şeyi hayranlık uyandırıcı bir düzen içinde var
etmiştir. Kainattaki her cisim, yeryüzünde yaşayan milyarlarca canlı müthiş bir
ahenk içinde varlıklarını sürdürürler. Doğadaki düzen hiçbir şekilde bozulmaz
ve milyonlarca yıldır son derece istikrarlı bir şekilde devam eder.
Yalnızca dünya üzerindeki yaşamı incelediğimizde bile hayranlık uyandırıcı
pek çok detayla karşılaşırız. Etrafımız, farkında olduğumuz veya olmadığımız,
sayısız yaratılış delili ile doludur. Örneğin, havadaki gazların karışımı tüm
canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için en elverişli şekilde oranlanmıştır.
İnsanlar ve hayvanlar yaşayabilmek için oksijen alır ve karbondioksit
verirler. Ancak bu işlem sürekli devam ettiği halde havadaki oksijen miktarı
azalıp, karbondioksit miktarı artarak mevcut dengeyi bozmaz. Çünkü bu noktada
çok ince bir düzen var edilmiştir; insanların ve hayvanların tersine bitkiler,
yaşamlarını sürdürürken karbondioksit alır ve oksijen verirler. Dolayısıyla
insanların ve hayvanların tükettiği oksijen, bitkiler vasıtasıyla tekrar
üretilir ve dünyadaki dengeyi korur.
Kuşkusuz
bu örnek dünya üzerinde görebileceğimiz yaratılış delillerinden yalnızca bir
tanesidir. Gerek mikro gerekse makro alem incelendiğinde bunun gibi sayısız
örnekle karşılaşmak mümkündür. Eğer kainat ve dolayısıyla dünya üzerindeki
canlılık varlığını sürdürebiliyorsa, bu, üstün akil sahibi olan Yaratıcının
'her şeyi birbirine uygun olarak yaratması' ile mümkün olmaktadır.
Yüce
Allah cümlemizi ihsanına mazhar olan kullarından eylesin.
el-MUSAVVİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“O, Halık (yaratan), Bari
(var eden), Musavvir (şekil veren) Allah'tır. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet
sahibidir.”[68]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
كانَ رَسُولُ
اللّهِ
يَقُولُ في
سُجُودِ الْقُرآنِ
بِاللَّيْلِ:
سَجَدَ
وَجْهِى لِلَّذِى
خَلَقَهُ
وَصَوَّرَهُ،
وَشَقَّ سَمْعَهُ
وَبَصَرَهُ
بَحَوْلِهِ
وَقُوَّتِهِ.
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), geceleyin yaptığı tilâvet secdelerinde şöyle derdi: "Yüzüm,
kendisini yaratan (maddî ve manevî çeşitli cihazlarla teçhîz, tezyîn ve) tasvîr eden, ilâhî güç ve
kudretiyle onda işitme ve görme duyguları açan Zât'a secde etti."[69]
İzahı
Al-Musawwir
The
Shaper of Beauty. He who designs all things, giving each its particular
form and character.
¡£ì ¢à¤Ûa Musavvir: “Mahlukâtı
farklı sûretlerde yaratan"
demektir. Tasvîr lügat olarak
hat ve şekil
çizmek mânasına gelir.
Tasvir eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.
Kainatı
en güzel surette icat edici ve her mahluka kendisine has bir suret var edicidir
ki, o mahluk bu suretle diğerlerinden ayrılır.
Suret veren, kılık, kıyafet
veren manasına gelen bu isimde Kur’an’da Haşr suresi 24 de bir defa
geçmektedir.
¢õ¬b ' í Ѥî ×
¡âb y¤ üaó¡Ï ¤á¢×¢¡£ì ¢í ô© £Ûa
ì¢ç
“Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren odur.”[70]
¡¤á¢× ì¢
å ¤y b Ï ¤á¢× £ì ë
ô© £Ûa ¢é¨£ÜÛ a
“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel
yaptı”[71]
İnsanlık ailesi bir tek kirpik
yaratamamıştır. Bir göz veya bir kaş yapamamıştır. Ama Allah’ın yarattığı göz
ve kirpik üzerine binlerce yıldır şiirler söylenmiş yine de hakkı
verilememiştir.
Allah’ımızın Halik ismiyle
yarattığı, Bari ismiyle düzelttiği, ¡£ì ¢à¤ÛaMusavvir ismiyle şekillendirdiği tabiatın ve tabiat üzerinde
yaşayanların bir teline ve bir çizgisine zarar vermeyelim. Bir ressamın o
hareketsiz resmine bir çizik atsanız değeri düşer. Rabbimize ve yarattıklarına
saygısız davranırsak o zaman bizim değerimiz düşer. Rabbimiz kafirler için:
6¡ò £í¡ j¤Ûa ¢£ (
¤á¢ç Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a
“Onlar yaratılmışların en şerlisidirler”[72] buyurur.
Bu isimden çıkan mana şudur:
Allah, takdir edici, maddesiz ve madde ile halk
edici, ilahi hikmet gereğince ve rabbani sözün dileğince aralarında fark
olmaksızın ve karışıklıktan uzak kamil bir nizam ile bozulmaktan beri icat
edici ve her şeyin hususiyetlerini onun üzerine tertip edicidir. Ve her şeye,
kemali kendisiyle tamamlanan hususi bir suret vericidir. Öyle ki, bu suretle o
şey mükemmel bir hilkat eseri vasfı kazanır.
Yine de, her şeyin en iyisini bilen Allah’tır.
el-ĞAFFAR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
خَلَقَ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّ
يُكَوِّرُ
الَّيْلَ
عَلَى
النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ
النَّهَارَ
عَلَى
الَّيْلِ وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
كُلٌّ يَجْرى
لِاَجَلٍ
مُسَمًّى
اَلَا هُوَ
الْعَزيزُ
الْغَفَّارُ
"Gökleri ve yeri hak olarak yarattı.Geceyi gündüzün üstüne
sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya da boyun
eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir.
Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur."[73]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ابن
عمرو بن العاص
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: قالَ
أبُو بَكْرٍ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
لرسول اللّهِ
: عَلِّمْنِى
دُعَاءً أدْعُو
بِهِ في
صََتِى، قالَ:
قُلِ اللَّهُمَّ
إنِّى
ظَلَمْتُ
نَفْسِى
ظُلْماً كَثيراً،
وََ يَغفِرُ
الذُّنُوبَ
إَّ أنْتَ فَاغْفِرْ
لِى
مَغْفِرَةً
مَنْ
عِنْدَكَ وَارْحَمْنِى
إنَّكَ أنْتَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ.
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)
gelerek:"Bana namazda okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ona şu duayı okumasını söyledi:"Allahümme innî
zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfiru'zzünûbe illâ ente fa'ğfir lî mağfireten
min indike verhamnî inneke ente'lğafûru'rrahîm. (Allahım ben nefsime çok
zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir
mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin."[74]
Al-Ghaffar
The
Forgiving. He who is always ready to forgive.
Kullarının günahını örten, mağfireti çok,günahları bağışlayıcı.
Mübalağa
ile, günah ve kötülükleri mağfiret edici, dünya aleminde örtüp gizleyici ve
ahiret aleminde de kınamayı ve cezasını terk edici, demek olur. Yüce Allah’ın
fiil sıfatındandır.
Allah'ın mağfireti sonsuzdur. O,
yarattığı tüm kullarına tevbe ederek arınma imkanı vermiştir. Bir insan,
cahilken yaptıklarından dolayı dünyada bağışlanma dileyerek cehennem azabından
kurtulabilir. Samimi bir şekilde Kuran'a dönerek Allah'ın emirlerini titizlikle
uyguladığı takdirde O'nu bağışlayan ve esirgeyen olarak bulacaktır. Allah salih
amellerde bulundukları zaman küçük büyük demeden kullarının bütün günahlarını
affedeceğini müjdelemiştir. Yüce Allah (cc) bir ayetinde:
6¤á¢n¤ä ߨa ë
¤á¢m¤ Ø ( ¤æ¡a ¤á¢Ø¡2a È¡2 ¢é¨£ÜÛa
¢3 Ȥ1 í b ß
“Eğer
siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin!“[75] diyerek insanlar üzerinde ne
kadar geniş mağfiret sahibi olduğunu onlara bildirmiştir. Nitekim 'cahil ve
nankör' olan insanların bugün halen hayatlarını sürdürebilmeleri de Allah'ın
mağfireti ve bağışlamasıyladır.
Gizleyen, örten, bağışlayan
afveden manalarına gelen "b £1 ̤Ûael-Ğaffar” ismi Kur’an’ı Kerim de 91 defa geçmekte.” b £1 ̤Ûael-Ğaffar” 5 defa,”
1 ̤Ûael-Ğafir” ise iki defa geçmektedir.
Vücudumuzu incecik, sihirli bir
perdeyle sarıp sarmalayan ”b £1 ̤ÛaĞaffar" olan Rabbimiz bizi birbirimize güzel çekici
gösteriyor. Bir yangında yüzünün incecik sihirli perdesi yanan insan ne kadar
korkunç oluyor. İçindeki kanlar, irinler, damarlar dışardan görünseydi kimse
kimsenin yanına yaklaşamazdı.
b £1 ̤Ûa el-Ğaffar” olan Rabbimiz içimizde görüntüsü hoşa gitmeyen kanımızı,
idrarımızı, yiyip içtiklerimizi, incecik bir perdeyle örtüp gizlediği gibi
içimizde ürettiğimiz birçok kötü düşünceleri de kimseye göstermemekte.
Ya içimizden geçenler dışımızda
görünseydi ne olurdu halimiz? Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız,
dostlarımız, düşmanlarımız hakkında düşündüklerimiz yüzümüzden görünseydi
korkunç olurdu. “b £1 ̤ÛaĞaffar” olan Rabbimiz içimizi, dışımızı bildiği halde
ayıplarımızı, günahlarımızı gizlemekte.
;¥áî©y
¥ì¢1 Ë é¨£ÜÛa £æ¡a
“Muhakkak
Allah, bağışlayan örtendir, merhamet edendir”[76] ayeti Kur’an’ı Kerim’de çokça tekrarlanmaktadır.
b £1 ̤Ûa el-Ğaffar” olan Allah’a iman eden toplum ve bireyleri kötülükleri ve
kötü haberleri yaymazlar. Böylece kötülüğü yapan teşhir edilerek ar damarı
çatlatılmamış olur. Bir de bu kötülüğü yayarak başkalarının aklına getirilmemiş
olur. ”b £1 ̤ÛaĞaffar” olan Rabbimiz:
اِنَّ
الَّذينَ
يُحِبُّونَ
اَنْ تَشيعَ
الْفَاحِشَةُ
فِى الَّذينَ
امَنُوا
لَهُمْ عَذَابٌ
اَليمٌ فِى
الدُّنْيَا
وَالْاخِرَةِ
وَاللّهُ
يَعْلَمُ
وَاَنْتُمْ
لَاتَعْلَمُونَ
”Mü’minler arasında kötülüğün yayılmasını isteyenlere
dünyada da, ahirette de acıklı azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz"
buyurur.[77]
Biz de kötülükleri, ayıpları
örteceğiz. Ancak Nisa suresinin 82 inci ayetine uyarak toplumun güvenliğini
tehdit eden kötülükleri yetkililerine bildireceğiz.
Yüce Allah cümlemizin
günahlarını mağfiret etsin.
el-KAHHAR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
قُلْ
مَنْ رَبُّ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
قُلِ اللّهُ
قُلْ
اَفَاتَّخَذْتُمْ
مِنْ دُونِه
اَوْلِيَاءَ
لَا يَمْلِكُونَ
لِاَنْفُسِهِمْ
نَفْعًا
وَلَا ضَرًّا
قُلْ هَلْ
يَسْتَوِى
الْاَعْمى
وَالْبَصيرُ
اَمْ هَلْ
تَسْتَوِى
الظُّلُمَاتُ
وَالنُّورُ
اَمْ
جَعَلُوا
لِلّهِ
شُرَكَاءَ
خَلَقُوا
كَخَلْقِه
فَتَشَابَهَ
الْخَلْقُ
عَلَيْهِمْ قُلِ
اللّهُ
خَالِقُ
كُلِّ شَىْءٍ
وَهُوَ الْوَاحِدُ
الْقَهَّارُ
“(Resûlüm!)
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki:
"Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda
ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki:
"Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur
mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma
onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O,
birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.”[78]
Hz.Peygamber
(a.s):
وعن
أبى هريرة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ. أنَّ
رسولَ اللّهِ
: قالَ في
السَّدِّ
يَحْفِرُونَهُ
كُلَّ يَوْمٍ
حَتَّى إذَا
كادُوا يَخْرِقُونَهُ.
قالَ الَّذِى
عَلَيْهِمُ:
ارْجِعُوا
فَستَخْرِقُونَهُ
غداً
فَيُعِيدُهُ
اللّهُ تعالى
كَأشَدِّ ما
كان، حتى إذَا
بلَغَ
مُدَّتُهم
وأراد اللّهُ
تعالى أنْ
يَبْعَثُهُمْ
عَلى
النَّاسِ.
قالَ الَّذِى
عَلَيْهِمْ
ارْجِعُوا
فَستَخْرِقُونَهُ
غداً إنْ
شاَءَ اللّهُ
واسْتَثنَى فيَرْجِعُونَ
فَيَجِدُونَهُ
كَهَيْئتِهِ
حِينَ
تَرَكُوهُ
فَيَحْفِرُونَهُ
فَيَخْرُجُونَ
على النَّاسِ
فَيَسْتَقُونَ
الْمِيَاهَ
وَتَفِرُّ
النَّاسُ
مِنْهُمْ
فَيَرْمُونَ
بِسهَامِهِمْ
إلى
السَّماءِ
فَتَرجِعُ
مُخَضَّبَةً
بالدِّمَاءِ
فَيَقُولُونَ
قَهَرْنَا
مَنْ في
ا‘رْضِ
وَعَلَوْنَا
مَنْ في
السَّماءِ
فَيَبْعَثُ
اللّهُ
تعالَى
عَلَيْهِمْ
نَغَفاً في
أقْفَائهمْ
فَيَهْلِكُونَ،
وَالَّذِى
نَفسُ مُحمّدٍ
بِيَدِهِ
إنَّ
دَوَابَّ
ا‘رْضِ
تَسْمَنُ وَتَبْطُرُ
وَتَشْكُرُ
شَكراً مِنْ
لُحُومِهِمْ.
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed
hakkında buyurdular ki: "(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam
delecekleri sırada başlarında bulunan reis: "Bırakın artık, delme işini
yarın yaparsınız" der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak
şekilde eski hâline iâde eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen
müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği
vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: "Haydi dönün, yarın inşaallah bunu
deleceksiniz" der -ve ilk defa inşaallah tabirini
kullanır-."Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devamla der ki: "Dönüp
giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi
ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda)
delerler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan)
suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar.Ye'cüc ve Me'cüc göğe
bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler:
"Arzda olanları ezim ezim ezdik, semâda olanları da alçaltıp alt
ettik."Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt
onları toptan helâk edip, herbirini parçalanmış halde yere
serer."Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı:
"Muhammed'in nefsini elinde tutan Zât'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün
hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir."[79]
İzahı
Al-Qahhar
The
Subduer. He who dominates all things, and prevails upon them to do whatever He
wills.
b £è Ô¤ÛaKahhar: Bütün mahlukatı kudret
elinde aciz, rezil kılıcı. Mübalağa ile kahır ve galebe edici demektir. Bütün
kainat, Allah’ın, kudreti altında mahkur (mağlup ve mahkum), hükmüne musahhar,
kudret pençesinde bir zerre kadar bile değildir.
Bu isim yüce Allah’ın kudret sıfatına racidir.
Her şeye, her istediğini yapacak surette, galip ve
hakim.
"Galip
gelen, emri altına alan”
manalarına gelen b £è Ô¤Ûael-Kahhar” ismi Kur’an’ı Kerim’de 6 defa geçmekte:
¢b £è Ô¤Ûa
¢¡ya ì¤Ûa ì¢ç ë §õ¤ó ( ¡£3¢× ¢Õ¡Ûb ¢é¨£ÜÛa3¢Ó
”Deki: Allah her şeyin yaratıcısıdır. O tekdir,
Kahhar (her şeyi emri altında) dır.”[80]
Firavun ve adamları kendilerini
”b £è Ô¤Ûael-
Kahhar” olan Allah’ın ismiyle
isimlendirmişler.
æë¢¡çb Ó ¤á¢è Ó¤ì Ï b £ã¡a ë
”Biz onlara (iman edenlere) galip geleceğiz”
demişler"[81]
ama kendileri kahrolmuşlar.
İnsanın ürettiği teknolojiyle Rabbinin yarattıklarının
sayımını yapabilmiş değil. b £è Ô¤Ûa O KAHHAR olan Rabbimiz milyarlarca yıldızı, yedi kat gökyüzünü ve
yeryüzünü yıllardır yörüngesinde döndürür. Hiçbiri onun çizdiği yörüngeden
dışarı çıkamaz.
“b £è Ôb í Ya Kahhar, “b £è Ôb íYa
Kahhar” diyerek esen
fırtınalar, dağlardaki milyarlarca ağaçların çürüyen,kuruyan, kurtlanan
dallarını budayıp temizleyiverir.
“b £è Ôb íYa
Kahhar" diyerek coşan
denizler, denizdeki kirleri, durgunluğu giderir ve canlılara can verirler. Eğer
aslan da ve yılan da Rabbimizin Kahhar ismi tecelli etmeseydi insanlar aslanı
eşek yapar, yılanı yük yüklemek için ip yapardı.
Eğer Kahhar ismi Kahraman
insanlarda tecelli etmeseydi, insanlık zalimlerin elinde inim inim inlerdi.
Kahraman müslüman b £è ÔKahhar'a iman ettiğinden önce nefsini yener, sonra zalimlere karşı
dikilir.
Kahır,
bir şeyin bir şeye üstün gelmesi demektir. Onun kahır mertebeleri sayılmayacak
derecede çoktur. Zira bir kimse diğer bir kimseyi yendi mi Allah onun galibi ve
kahredicisi olur. Vücudun ve vücut çeşitlerinden bir çeşit yoktur ki
kahredilmiş olmasın. Onun inhisarında olsa da başlangıcında bir başlangıç da
yoktur. Çünkü varlık, zati nefsiyle kuşatılmıştır. Dünyada ne türlü varlık
olursa olsun ihata edilmiş ve kahır görmüştür.
Yüce
Allah cümlemizi kahrından salim olan kullarından eylesin.
el-VEHHAB
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
7¡lb £ç ì¤Ûa
¡í© ȤÛa Ù¡£2 ¡ò à¤y
¢å¡ö¬a ¤á¢ç ¤ä¡Ç ¤â a
“Yoksa azîz vevehhab olan Rabbinin rahmet
hazineleri onların yanında mıdır!”[82]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبي
إدْرىسِ
الْخَوَْنِى
عَنْ أبي ذَرٍّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ اللّهِ فِيمَا
يَرْوِى عَنْ
ربِّهِ عَزَّ
وَجَلَّ أنَّهُ
قَالَ: يَا
عِبَادِي
إنِّي
حَرَّمْتُ الظُّلْمَ
عَلى
نَفْسِي،
وَجَعلْتُهُ
بَيْنَكُمْ
مُحَرَّماً،
فََ
تَظَالَمُوا.
يَا عِبَادِي
كُلُّكُمْ
ضَالٌّ إَّ
مَنْ هَدَيْتُهُ
فَاسْتَهْدُونِي
أهْدِكُمْ.
يَا عِبَادِى
كُلُّكُمْ
جَائِعٌ اَِّ
مَنْ
أطْعَمْتُهُ،
فَاسْتَطْعِمُونِي
أطْعِمُكُمْ.
يَا عِبَادِي
كُلُّكُمْ
عَارٍ إَّ
مَنْ
كَسَوْتُهُ،
فَاسْتَكْسُونِي
أكَسِكُمْ.
يَا عِبَادِي
إنَّكُمْ
تُخْطِئُونَ
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ،
وَأنَا
أغْفِرُ
الذُّنُوبَ
جَمِيعاً فَاسْتَغْفِرُونِى
أغْفِرْ
لَكُمْ. يَا
عِبَادِى،
إنَّكُمْ لَنْ
تَبْلُغُوا
ضُرِّي
فَتَضُرُّونِي.
وَلَنْ
تَبْلُغُوا
نَفْعِي
فَتَنْفَعُونِي.
يَا عِبَادِي،
لَوْ أنَّ
أوَّلَكُمْ
وَآخِرَكُمْ
وَإنْسَكُمْ
وَجِنَّكُمْ
كَانُوا عَلى
أتَقِى
قَلْبِ
رَجُلٍ
وَاحِدٍ
مِنْكُمْ مَازَادَ
ذلِكَ في
مُلْكِي
شَيْئاً. يَا
عِبَادِي
لَوْ أنَّ أوَّلَكُمْ
وَآخِرَكُمْ
وَإنْسَكُمْ
وِجِنَّكُمْ
كَانُوا عَلى
أفْجَرِ
قَلْبِ رَجُلٍ
وَاحِدٍ
مِنْكُمْ مَا
نَقَصَ ذلِكَ
مِنْ مُلْكِي
شَيْئاً. يَا
عِبَادِي،
لَوْ أنَّ أوَّلَكُمْ
وَآخِرَكُمْ
وإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ
قَامُوا في
صَعِيدٍ
وَاحِدٍ
وَسَألُونِى،
فَأعْطَيْتُ
كُلَّ
إنْسَانٍ
مَسْألَتَهُ،
مَا نَقَصَ
ذلِكَ مِمَّا
عِنْدِي إَّ
كَمَا يَنْقُصُ
الْمِخْيَطُ
إذَا
أُدْخِلَ فِي
الْبَحْرِ.
يَا
عِبَادِي،
إنَّمَا هِيَ
أعْمَالُكُمْ
أُحْصِيهَا
لَكُمْ،
ثُمَّ
أُوَفِّيكُمْ
إيَّاهَا. فَمَنْ
وَجَدَ
خَيْراً
فَلْيَحْمَدَ
اللّهَ
وَمَنْ
وَجَدَ
غَيْرَ ذلِكَ
فََ يَلُومَنَّ
إَّ نَفْسَهُ.
Ebu İdris el-Havlânî, Ebu Zerr (radıyallahu anh)'den anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), aziz ve celil olan Rabbinden naklen
anlattığına göre, Rabb Teala şöyle
buyurmuştur:
"Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da
haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dall (doğru yoldan
sapmışlar)sınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de sizi hidayet edeyim!
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç,
hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek
vereyim!
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse
benden giyinme talep edin de sizleri giydireyim!
Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün
günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri
bağışlayayım.
Ey kullarım! Bana zarar verme
mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine
de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız.
Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri, sonrakileri; insî olanları, cinnî
olanları hepsi de sizden en muttaki bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi
zerre miktar artırmazdı.
Ey kullarım! Eğer sizin
öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî olanlarınız, cinnî olanlarınız
sizden en facir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre
kadar bir eksiklik hasıl etmezdi.
Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî
olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana
istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı
zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana getirirdi.
Ey kullarım! Bunlar sizin
amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını
size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd
etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi
levmetmesin (kınamasın, başına geleni kendinden bilsin)."[83]
İzahı
Al-Wahhab
The
Giver of All. He who constantly bestows blessings of every kind
lb £ç ì¤ÛaVehhab: Gayb hazinelerinden bol,
bol veren Odur. Hiç bir karşılık olmaksızın nimetler bağışlayıcı, daima verici
manasını ifade eder. Böylece fiil sıfatından olur.
Çok fazla ihsan
eden,çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan.
Bağışlayan, Bahşeden,
Karşılıksız veren manalarına gelen lb £ç ì¤Ûael-VEHHAB ismi Kur’an’ı Kerim’de üç defa geçmekte.[84] Aşkımızın meyvesi olan çocuklarımızı bize bağışlayan, kuru
topraklardan rahmetiyle bizlere yiyecek ve içecekler bahşeden lb £ç ì¤Ûael-VEHHAB’a iman edenler:
رَبَّنَا
لَاتُزِغْ
قُلُوبَنَا
بَعْدَ اِذْ
هَدَيْتَنَا
وَهَبْ لَنَا
مِنْ لَدُنْكَ
رَحْمَةً
اِنَّكَ
اَنْتَ
الْوَهَّابُ
“Ey Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra
kalplerimizi eğme ve bize katından rahmet ver. Sen karşılıksız verensin”[85] diye dua ederler.
Vehhab’ın kendilerine verdiği
nimetleri karşılıksız olarak Allah’ın kullarına verirler ve gönüllerindeki Hak
ve halk sevgisini artırırlar.
“Veriyoruz
ama layık mı değil mi bilemiyoruz” demeyin. Sadakalar mü’mine, kafire ve hayvanlara verilir.
Aç köpeği sulayan kadının cennetlik olduğunu Peygamberimiz haber verir.[86] Vermek insana huzur verir, ama biz bu zevki tatmak için
vermeyeceğiz. Allah rızası için vereceğiz.
وَيُطْعِمُونَ
الطَّعَامَ
عَلى حُبِّه
مِسْكينًا
وَيَتيمًا
وَاَسيرًا ()
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ
لِوَجْهِ
اللّهِ
لَانُريدُ مِنْكُمْ
جَزَاءً
وَلَا
شُكُورًا
“Onlar (Mü’minler) sevmelerine rağmen yemeklerini
fakire, yetime ve esire yedirirler. Biz ancak Allah rızası için yediririz.
Sizden bir karşılık ve teşekkür istemeyiz” derler."[87]
Batılı siyasiler, askerler ve
gazeteciler, Sırpların elindeki Müslüman esirlere işkence edildiğini,
Müslümanların elindeki Sırp esirlere işkence edilmediğini, insanca muamele
edildiğini görünce düşündüler. Aynı ırkın insanları, aynı okullardan diploma
almışlar ama biri zalim, zorba öbürü düşmanını esir edince İslam’ca davranıyor.
İşte aradaki Müslüman-Hıristiyan farkı ortaya çıkıveriyor.
Yüce Allah cümlemizi kendi
hazinesinden zengin kıldığı kullarından eylesin.
er-REZZAK
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa ë¢
¢Öa £ £Ûa ì¢ç 騣ÜÛa £æ¡a
“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan
ancak Allah'tır.”[88]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عُمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
قَالَ رَسُولُ
اللّهِ : لَوْ
أنَّكُمْ
تَتَوَكَّلُونَ
عَلى اللّهِ
حَقَّ
تَوَكُّلِهِ
لَرَزَقَكُمْ
كَمَا
يَرْزُقُ
الطَّيْرَ،
تَغْدُو خِمَاصاً
وَتَرُوحُ
بِطَاناً.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz,
sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi
rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."[89]
إنِّى
أنَا
الرَّزَّاقُ
ذُو
الْقُوَّةِ
الْمَتِينُ
"Şüphesiz ben, güç
ve kuvvet sahibi, rızık vericiyim."[90]
İzahı
Ar-Razzaq
The Sustainer.
He who provides all things useful to His creatures.
Öa £ £ÛaRezzak: Bütün canlıların rızkını
vericidir.
Rızıkları halk edici demektir. Aslında, gerek mubah
gerekse haram olsun, rızık, kendisiyle intifa olunan şey demektir.
"Rızık veren” manasına
gelen “Öa £ £Ûaer-Razzâk” ismi celili Kur’an-ı
Kerim de bir defa:
¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa ë¢
¢Öa £ £Ûa ì¢ç 騣ÜÛa £æ¡a
“Şüphesiz Allah rızık
verenin ta kendisidir, çok çetin kuvvet sahibidir”[91]
geçmekte. Altı defada “Hayru-r-Razikin”
rızık verenlerin en hayırlısı anlamında geçmekte.
Bize can veren de, ten veren de O Allah (c.c.)’dır.
Tenimiz topraktan yaratıldığından, gıdamızda topraktan yaratılmakta.
Hz. İsa’nın havarilerinden bir kısmı:
اِذْ
قَالَ
الْحَوَارِيُّونَ
يَا عيسَى
ابْنَ
مَرْيَمَ
هَلْ
يَسْتَطيعُ
رَبُّكَ اَنْ
يُنَزِّلَ
عَلَيْنَا
مَائِدَةً مِنَ
السَّمَاءِ
قَالَ
اتَّقُوا
اللّهَ اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِنينَ
“Rabbinin gökyüzünden
bize sofra indirmeye gücü yeter mi?” diye sormuşlardı da Hz. İsa (a.s.) “Eğer
iman ediyorsanız Allah’tan sakının” diye cevap vermişti.”[92]
Ra’d suresinin 4 üncü ayetinde ifade edildiği gibi
aynı su ile sulanan topraklarda ayrı ayrı rızıklar çıkaranın Allah olduğu
bildirilmekte.
Yer sofrasında yiyecekler sunan, gök sofrasından
yağmurlarla içecekler sunan ve kıpırdayan canlının rızkını veren Er-Razzâk olan
Allah’tır.
b è¢Ó¤¡ ¡é¨£ÜÛa
ó Ü Ç ü¡a ¡¤ üa ó¡Ï §ò £2¬a
¤å¡ß
b ß ë
“Yeryüzünde kıpırdayanın
rızkı Allah’a aittir”[93]
buyurur.
Ekmek için ekmek gerek. Ateş için çakmak gerek.
Durmayıp kıpırdamamız, çalışmamız gerek. ¢Öa £ £Ûa “Er-Razzâk” olan Rabbimiz toprağı
ekmeğe, domatese, elmaya, limona dönüştürüyor. İnsanlık ailesi binlerce yıldır
toprağı altın yapabilmek için “simya”
ilmiyle uğraştı başaramadı. Ama Rabbimiz bize faydalı olanları, faydası
oranında yarattı. Tenimiz topraktan geldiğinden gıdası da topraktan geliyor ve
yine ölünce toprağa dönüyor.
Canımız ise Rahmandan geldiğinden gıdası da
Rahmandan gelir. Tarih boyunca Peygamberler ve getirdikleri kitaplarda
ruhumuzun gıdasıdırlar. Tenimiz suni, yapay gıdaları değil, tabii gıdaları
istediği gibi canımızda yapay fikirleri değil, ilahi emirler yasaklar ve
tavsiyeleri ister.
Ekmeği göğsümüzün üstüne sarsak midemiz doymaz.
Kur’an-ı da başımızın üstünde tutsak ruhumuz doymaz. Onu iman olarak kalbimizin
en derin yerine koyacağız ve amel-eylem çiçekleri şeklinde dışımızda meyve
verecek.
Aynı
akıla, bedene, kültüre ve çalışmaya sahip iki kişi bir zaman sonra birinin
zengin olduğunu, öbürünün iflas ettiğini görüyoruz.
Çok
çalıştığı halde zengin olamayanı gördüğümüz gibi, az çalıştığı halde zengin
olanı da görüyoruz.
=ó¨È b ß
ü¡a ¡æb ¤ã¡5¡Û ¤î Û ¤æ a ë
“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.”[94]
Çalışırız.
Zengin olursak şükreder, zekatla, sadakayla dağıtırız. Fakir olursak sabreder,
şükreder çalışmaya ve kimseye yük olmamaya devam ederiz. Kimse gönül rızasıyla
fakir olmak istemez. Ama olunuyor, çalışıyor, çabalıyor ve yine fakir kalıyor.
Rabbimiz bunun hikmetini:
اَهُمْ
يَقْسِمُونَ
رَحْمَةَ
رَبِّكَ نَحْنُ
قَسَمْنَا
بَيْنَهُمْ
مَعيشَتَهُمْ
فِى
الْحَيوةِ
الدُّنْيَا
وَرَفَعْنَا
بَعْضَهُمْ
فَوْقَ بَعْضٍ
دَرَجَاتٍ
لِيَتَّخِذَ
بَعْضُهُمْ
بَعْضًا
سُخْرِيًّا
وَرَحْمَتُ
رَبِّكَ
خَيْرٌ
مِمَّا
يَجْمَعُونَ
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya
hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş
gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti
onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”[95]
“Her akıl bir olsa
koyuna çoban bulunmazdı” diye bir atasözümüz var. İnsanlık
ailesinin terziye, marangoza, ustaya, doktora, hocaya ihtiyacı var. Akıllar,
zevkler, kuvvetler denk olsaydı herkes aynı şeyi yapar ve dünya çekilmez
olurdu.
Çalışmaya devam edelim. Rabbimizin taksimine razı
olalım. Yine çalışalım. Çünkü helal mal kazanmak için çalışmak bir mü’min için
ibadettir. Bülbülün, Kartalın, Karıncanın, Filin, Hamsinin, Balinanın
vücutlarına uygun olarak rızıklarını taksim eden Rabbimiz bütün insanlığa
yetecek rızkı da yaratmaktadır.
Ancak insanlar inkara yönelirse ateist-gavurlaşırsa
hayvandan daha aşağı olur ve milyonlarca insana yetecek serveti kendi tekelinde
tutar ve insanlara zulmeder.
وَلَقَدْ
ذَرَاْنَا
لِجَهَنَّمَ
كَثيرًا مِنَ
الْجِنِّ
وَالْاِنْسِ
لَهُمْ
قُلُوبٌ لَا
يَفْقَهُونَ
بِهَا
وَلَهُمْ
اَعْيُنٌ لَا
بْصِرُونَ
بِهَا
وَلَهُمْ
اذَانٌ لَا
يَسْمَعُونَ بِهَا
اُولئِكَ
كَالْاَنْعَامِ
بَلْ هُمْ اَضَلُّ
اُولئِكَ
هُمُ
الْغَافِلُونَ
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu
cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar;
gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte
onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller
onlardır”[96]
buyurur Rabbimiz.
Rabbimiz yeryüzünü bizim için yarattığını:
b¦Èî©à u
¡¤ üa ó¡Ï b ß ¤á¢Ø Û Õ Ü
ô© £Ûa ì¢ç
"O, yeryüzündekilerin hepsini sizin için
yarattı”[97] diye
haber verir ama;
; å©îÏ¡¤¢à¤Ûa ¢£k¡z¢í ü
¢é £ã¡a 7aì¢Ï¡¤¢m ü ë aì¢2 ¤(a ë aì¢Ü¢× ë
“Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz. O israf edenleri
sevmez”[98] diye sınır koyar.
Rızık
konusunda kuşlar gibi olmamızı ister Peygamberimiz, ve şöyle der: “Siz
Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşları doyurduğu gibi Allah sizi de
doyururdu. Kuşlar sabah erkenden aç giderler, akşam tok olarak dönerler”
buyurur."[99]
İşinizin
durumuna göre erken vakti ne ise ona göre davranacaksınız, kuşlar gibi kanat
çırpacaksınız, ama eve dönünce yarını düşünerek ailenin ağzının tadını
kaçırmayacaksınız. “Sabahın sahibi var” deyip tevekkülle
geceleyeceksiniz.
Hz.
Adem’den beri milyarlarca insan geldi geçti yeryüzünden bir avuç eksiltemedi;
وَاتيكُمْ
مِنْ كُلِّ
مَا
سَاَلْتُمُوهُ
وَاِنْ
تَعُدُّوا
نِعْمَتَ
اللّهِ لَا
تُحْصُوهَا
اِنَّ
الْاِنْسَانَ
لَظَلُومٌ
كَفَّارٌ
“O
size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız
sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!”[100] O
nimetlerden kazanmaya çalışın;
لِكَيْلَا
تَاْسَوْا
عَلى مَا
فَاتَكُمْ وَلَا
تَفْرَحُوا
بِمَا
اتيكُمْ
وَاللّهُ لَا
يُحِبُّ
كُلَّ
مُخْتَالٍ
فَخُورٍ
“(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve
Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü
Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”[101]
Ekmek
için ekelim. Ekmek sayısınca insan değil, insan sayısınca ekmek üretelim. Adil
bir şekilde yardımlaşalım. O zaman Rabbimiz bizi hesap etmediğimiz yerlerden de
rızıklandırır.
Yüce Allah cümlemizi muhanete muhtaç etmesin.
el-FETTAH
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¢áî©Ü ȤÛa
¢b £n 1¤Ûa ì¢ç ë 6¡£Õ z¤Ûb¡2
b ä ä¤î 2 ¢| n¤1 í £á¢q b 䢣2
b ä ä¤î 2 ¢É à¤v í ¤3¢Ó
“De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile
hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”[102]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ عن فاطمة
بنت الحسين بن
عليّ عن جدتها
فاطمة الكبرى
رَضِيَ اللّهُ
عَنْها قالت:
كَانَ رسولُ
اللّه
إذَا دَخَلَ
المَسْجِدَ
صَلَّى عَلى
مُحَمَّدٍ
وَقَالَ:
رَبِّ
اغْفِرْ لِى
ذُنُوبِى،
وَافْتَحْ
لِى أبْوَابَ
رَحْمَتِكَ،
وَإذَا
خَرَجَ
صَلَّى عَلَى
مُحَمَّدٍ وَقالَ
اغْفِرْ لِى ذُنُوبِى،
وافْتَحْ لِى
أبْوَابَ
فَضْلِكَ.
Fâtıma Bintu'l-Hüseyin İbni Ali, büyükannesi Fâtımatu'l-Kübrâ
(radıyallâhu anhâ)'dan naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) mescide girdiği zaman Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e salât (dua)
okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet, rahmet kapılarını bana aç"
derdi, Çıkarken de yine Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e salât okur, sonra
da: "Rabbim! günahımı affet, lütuf kapılarını benim için aç" derdi."[103]
İzahı
Al-Fattah
The
Opener. He who opens the solution to all problems and makes things easy.
b £n 1¤ÛaFettah: Kulları arasında hâkim
demektir. Araplar, hâkim iki hasmın (dâvalı-dâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü
zaman: "Hâkim
iki hasmın arasını fethetti" derler. Hükmetti, çözüme
kavuşturdu mânasında, hâkime fâtih dendiği de olmuştur.
"Açan” manasına gelen “b £n 1¤Ûael-Fettâh” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de bir defa:
¢áî©Ü ȤÛa
¢b £n 1¤Ûa ì¢ç ë 6¡£Õ z¤Ûb¡2
b ä ä¤î 2 ¢| n¤1 í £á¢q b 䢣2
b ä ä¤î 2 ¢É à¤v í ¤3¢Ó
“De ki:
Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir.
O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”[104]
Ehli kitap, özellikle
Yahudilerin hak ile batılı birbirine karıştırdığını,[105]’de haber vermekte. Bu dünyada siyasilerin silah gücü, ilim
adamlarının kelime cambazlığı ve basit mantık oyunlarıyla hakkı batıla
karıştırıp, içine zehir, dışına şeker konmuş öldürücü imansızlık tuzaklarına bu
dünyada yakalananlar gerçeği anlayamadan giderlerse, ahirette hak ile batılın
arasını “b £n 1¤Ûael-Fettâh” olan Rabbimiz açacak ve herkes gerçeği görecek, ama iş
işten geçmiş olacak.
Kur’an’ı Kerim’de ...açtı...
açtık şeklinde fiil olarak yedi defa tekrarlanmakta.
Çocuk ana rahminde iken çocuğa
rızık kapısını açan, çocuk dünyaya gelince bir kapıyı kapayınca annenin
göğüslerinden iki kapıyı açan. Göğüslerdeki iki kapı kapanınca acı-tatlı,
yaş-kuru yiyeceklerden dört kapıyı açandır.
Gönüllere iman kapısını açan,
imanlı mücahitlere ülkelerin kapılarını açan. Gözlerini açan, hüznümüzü,
kederimizi giderip sevinç kapılarını açan. Bereket kapılarını açan.[106] Çekirdeklere çiçek açtıran, tomurcuk gülleri güldürüp,
açan “b £n 1¤Ûa El-Fettâh”a iman edenler gönül kapılarını herkese açarlar. Varlık
kapılarını ihtiyaç sahiplerine açarlar. Gözlerini açarlar. İmansızların her
türlü madrabazlıklarını ortaya çıkarıp insanların gözlerini açarlar.
Altı milyar insanın imana giden
yoldaki engelleri açarlar. Allah ile kulu arasındaki engelleri kaldırırlar. Mamafih
"Kullarına rızk ve
rahmet kapılarını açan", rızklarından kapanmış olanları
açan mânasına da gelir. Zorlukları giderip, hayır kapılarını açan. Allah, kullarının hem rızık
kapılarını açar, hem de gerçeği görebilmeleri için kalp ve basiretini örten
perdeleri kaldırır ve açar.
b £n 1¤Ûa Fettah, Allah'ın açan sıfatıdır. Allah
insanları zorluklarla denemekte ancak hiç kimseye kaldırabileceğinden fazlasını
yüklememektedir. O, samimi kullarına bir zorluk verdiği zaman ondan çıkış
yolunu da açar; mutlaka zorluğun yanında bir kolaylık da gösterir. Nitekim
Kuran'da Peygamberimiz'in karşılaştığı zorlukları Allah'ın bir kolaylık
sağlamak yoluyla açtığı da bildirilmiştir:
= Ú ¤
Ù Û ¤ ¤' ã ¤á Û a
“Biz, senin
göğsünü yarıp-genişletmedik mi?”[107]
Kur’an'da
Allah'ın iman edenlere sağladığı kolaylıklara daha pek çok örnek verilmiştir.
Hz. Musa da Allah'ın çeşitli zorluklarla imtihan ettiği ancak karşılaştığı bu
zorlukları açacak, ona kolaylık sağlayacak imkanları sunduğu elçilerden
biridir. Hz. Musa Firavun'a tebliğ yapmaya giderken onun gücünden çekinmiş ve
kardeşi Harun'u kendisine yardımcı kılmasını Allah'tan istemiştir. Allah da
onun duasını kabul ederek Hz. Harun'u ona destekçi kılmıştır.
Kur’an'da
daha pek çok olayla örneklendirildiği gibi Allah müminlerin her zaman
yardımcısı ve destekçisidir. Onların üzerinde bulunan ve açılması imkansız gibi
gözüken zorlukları açıp kaldırır. Ancak bu durum inkarcılar için geçerli
değildir. Allah, onların kalplerini daraltır, sıkar ve tüm nimetlerin kapısını
kapar. Bu kapıların hepsinin anahtarı Allah katındadır. Allah'ın dilemesi ile
kapanan bu kapıları sonsuza kadar açabilecek hiçbir güç yoktur. O, inkarcılar
için nimet kapılarını kapattığı gibi onların üzerine azap kapısı açar.
Yüce
Allah cümlemizin rızkını ve kalp gözünü açmasını nasip etsin.
el-ALİM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَلِلّهِ
الْمَشْرِقُ
وَالْمَغْرِبُ
فَاَيْنَمَا
تُوَلُّوا
فَثَمَّ
وَجْهُ اللّهِ
اِنَّ اللّهَ
وَاسِعٌ
عَليمٌ
“Doğu da
Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz
Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.”[108]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن مسروق
قال: كُنَّا
جُلوساً
عِنْدَ ابنِ مسعُودٍ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ وَهُوَ
مُضْطَجِعٌ
بَيْنََنَا،
فأتَاهُ رَجُلٌ
فقالَ: يَا
أبَا
عَبدالرَّحْمنِ:
إنَّ قَاصّاً
يَزْعُمُ
أنَّ آيةَ
الدُّخَانِ
تَجئُ
فَتَأخُذُ
بِأنْفَاسِ
الْكُفَّّارِ
وَيَأخُذُ
الْمُؤمِنِينَ
مِنْهَا
كَهَيْئَةِ
الزُّكَامِ.
فقَالَ
وَجَلَسَ
وَهُوَ غَضْبَانُ:
يَا أيُّهَا
النَّاسُ
أتَّقُوا
اللّهَ، مَنْ
عَلِمَ مِنْكُمْ
شَيْئاً
فَلْيَقُلْ
بِمَا يَعْلَمُ.
وَمَنْ لَمْ
يَعْلَمْ
فَلْيَقُلْ:
اللّهُ
أعْلَمُ)ـ3(.
فإنَّهُ
أعْلَمُ
‘حدِكُمْ أنْ يَقُولَ
بِمَا َ
يَعْلَمُ:
اللّهُ
أعْلَمُ، فإنَّ
اللّهَ تعالى
قالَ
لِنَبيِّهِ
عَلَىْهِ الصَّةُ
والسّمُ: قُلْ
مَا
أسْألُكُمْ
عَلَيْهِ
مِنْ أجْرٍ
وَمَا أنَا
مِنَ
الْمُتَكَلِّفِينَ.
إنَّ رسولَ
اللّهِ لَمّا
رأى مِن النَّاسِ
إدْبَاراً
قالَ:
اللَّهُمَّ
سَبْعاً كَسَبْعِ
يُوسُفَ،
فَأخَذَتْهُمْ
سَنَةٌ حَصَتْ
كُلَّ شَئٍ
حَتَّى
أكَلُوا
الْجُلُودَ
وَالْمَيْتَةَ
مِنَ
الْجُوعِ
وَينْظُرُ
أحَدُهُمْ إلى
السَّماءِ
فَيَرَى
كَهَيْئةِ
الدُّخَانِ؛
فَأتَاهُ
أبُو
سُفْيَانَ
فقَالَ: يَا مُحَمّد
إنَّكَ
جِئْتَ
تأْمُرُ
النَّاسَ بِطَاعَةِ
اللّهِ
وَبصلَةِ
الرَّحْمِ،
وَإنَّ
قَوْمَكَ
قَدْ
هَلَكُوا
فَادْعُ
اللّهَ تعالى
لَهُمْ. قَالَ:
فهذَا قولُ
اللّهِ
تعالى؛
فَارْتَقِبْ
يَوْمَ تَأتى
السَّمَاءُ
بِدُخَانٍ
مُبِينٍ. إلى
قولهِ:
إنَّكُمْ
عَائِدُونَ.
قَالَ عَبْدُاللّهِ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ:
أفَيُكْشَفُ
عَذَابُ
اخِرَةِ؟
يَوْمَ
نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ
الْكُبْرَى
إنَّا
مُنْتَقِمُونَ.
فَالْبَطْشَةُ
يَوْمُ
بَدْرٍ.
Mesruk (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un
yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam
geldi ve:"- Ey Ebû Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde kapıları yanında),
Duhân mûcizesi gelerek kâfirlerin nefislerini alıp götüreceğini, mü'minlerin
ondan nezle şeklinde (çok hafif müteessir olarak) geçiştireceğini
anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) kızarak
oturdu ve şunları söyledi:
"- Ey insanlar Allah'tan korkun. İçinizden bir şeyler bilenler
bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "Allahu a'lem (Allah bilir)"
desin. Zira birinizin bilmediği bir şey
için "Allah bilir" demesi en büyük ilimdir. Zira Allahu Teâla Resul-i
Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'i için şöyle buyurmuştur:"Ben bu hizmetim
için sizden bir ücret istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de
değilim, de!"[109]
Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), insanlarda bir gerileme
gördüğü zaman:"Rabbim, Hz. Yusuf'un yedi (senesi) gibi yedi (kıtlık)
senesi ver" diye bedduada
bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki
her şeyi silip süpürmüş, açlıktan lâşelerin derilerini bile yemek zorunda
kalmışlardı. Onlardan biri semaya bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu.
Bu durum karşısında, (Mekkelilerin lideri olan Ebû Süfyan) Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek:
"- Ey Muhammed, sen
Allah'a taat ve yakınlarına yardım
emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için Allah'a dua et!" dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:"Göğün, insanları bürüyecek ve
gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır.
İnsanlar: "Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz
inananlarız" derler. Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği
açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir
deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de
eski inkarcılığınıza döneceksiniz."[110]Abdullah
İbnu Mes'ud şöyle dedi:
"- Haklarında:
"Onları çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız"[111]
buyurulanlardan hiç âhiret azabı kaldırılır mı?" Âyette geçen batşa
(çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."[112]
İzahı
Al-'Alim
The
Knower of All: He who has full knowledge of all things.
áî©Ü ÇAlim: O
bütün eşyanın en ince taraflarını bilendir. Mübalağa ile bütün bilinecek
şeyleri tafsilat üzere bilici demektir. İlim sıfatına racidir.
“Her şeyi bilen” manasına gelen “áî©Ü Çel-Alim” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de 162 defa zikredilmiştir. 4
defa da el-Allâm=çok iyi bilen olarak zikredilmiştir. İlim kelimesi 105 defa
tekrarlanmıştır.
Bütün bunlardan ilmin önemini
anlıyoruz. Yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz içeceklerin, giydiğimiz elbiselerin,
evlerimizin, bineklerimizin hepsinin yapılması, kazanılması, harcanması ilimle
olmaktadır.
Rabbimizin ilmiyle insanlık
ailesinin ilmini kıyaslamak için bilgisayar çağını yakalayan insanın
keşfettikleri ve ilim diye sevindikleri Rabbimizin milyonlarca yıl önce
yarattığıdır. İnsan yaratmıyor, yaratılanı keşfediyor. Kendi vücudunda bir
hücre yaratamadığı gibi daha vücudundaki hücrelerin sayımını tamamlayamamıştır.
Genetik mühendisleri genlerin
şifresini çözmeye çalışıyor. Bunlar güzel gelişmeler ama o genlerin şifresini
Rabbimiz Hz. Adem’in genlerinde kodlamıştı. Ayrıca gen mühendisleri kendi
akıllarını da kendileri yaratmış değil.
Biz “áî©Ü ÇAlim” olan Allah’ın ilminden yararlanmaya çalışacağız. Kelamı
olan Kur’an ilimlerini öğrendiğimiz gibi tabiat bilimlerini de öğreneceğiz.
Kur’an-ı indiren Allah’tır. Tabiatı yaratan Allah’tır. O’nun indirdiğini ve
yarattığını anlamaya çalışmak ibadettir.
İnsana kalemi öğreten,[113] kitabı öğreten,[114] Kur’an’ı öğreten,[115] isimleri öğreten,[116] harp sanayiini öğreten,[117] Süleyman’a (a.s) kuş dilini öğreten,[118] bilenlerle bilmeyenlerin denk olmadığını bildiren,[119] Allah (cc):
¥áî©Ü Ç
§á¤Ü¡Ç ô© ¡£3¢× Ö¤ì Ï ë
“Her ilim sahibinin üstünde daha alim biri vardır”
buyurur"[120] ve ilim despotluğu yapan, ilmin şarlatanlığını yapanları
da uyarır.
Mal arttıkça yükünüz artar.
İlim arttıkça yükünüz hafifler. Mal dağıtılınca azalır, ilim dağıtıldıkça
çoğalır. Yemeğe doyulur, ilime doyulmaz. Siz malı korursunuz, ilim sizi korur.
İnsanlar düşünebilecek bir şuura kavuştukları andan
itibaren bir şeyler öğrenmeye başlarlar. Belli bir yasa ulaştıktan sonra da
öğrenim görmeye ve bu şekilde sayısız bilgiler edinmeye devam ederler. Hatta
bazı insanlar belirli bir veya birkaç konu üzerinde öğrenebilecekleri her şeyi
öğrenerek uzmanlaşırlar.
Örneğin bir fizik mühendisi, fizik kurallarının
tamamını öğrenebilir veya felsefe üzerine öğrenim görmüş bir insan, felsefi
konulara tam olarak hakim olabilir. Yine yakın tarih üzerinde uzmanlaşmış bir
araştırmacı, yakın tarih ile ilgili çok isabetli yorumlar yapabilir. Çünkü bu
konu ile ilgili öğrenilebilecek her şeyi biliyordur.
Yukarıda saydıklarımız, 'bilmek' fiilinin insanlar
için geçerli olan kısmıdır elbette. Ancak 'bilmek' fiilinin, insanların asla
tasavvur edemeyeceği, güç yetiremeyeceği bir boyutu vardır: Allah'ın bilmesi...
Evet, Allah göklerin, yerin, bu ikisi arasında olan
tüm canlıların, kainatta isleyen tüm kanunların, her an meydana gelen tüm
olayların bilgisine sahiptir. Çünkü tümünün yaratıcısı O'dur. Üstelik Allah'ın
'bilmesi' sınırsızdır; O aynı anda dünya üzerinde doğan ve ölen insanların kimliklerini,
yeryüzündeki her bir ağaçtan düsen yaprakların sayısını, evrendeki milyarlarca
galaksi içindeki milyarlarca yıldızın her birinin özelliklerini ve burada
sayfalarca saysak da asla bitiremeyeceğimiz her şeyi bilir. O, yeryüzünde, aynı
anda uzayda meydana gelen her olayı, dünya üzerindeki milyarlarca insanın,
hayvanın, bitkinin hücrelerinde kodlu olan şifreleri de bilir.
İnsanın unutmaması gereken çok önemli bir sır vardır: Allah yukarıda
sayılan tüm detayların yanında insanın içini, aklından geçenleri, gizli veya
açık işlediği tüm fiilleri de bilir. İnsan, içinde yaşadığı duyguların,
düşüncelerin, sıkıntıların yalnızca kendi bilgisi dahilinde olduğunu zanneder;
ama bu büyük bir yanılgıdır.
Kainatın her noktasına tam olarak hakim olan Allah insanın içine ve
dışına da hakimdir. Nitekim Allah'ın bu sonsuz bilgisi pek çok ayetle de
bildirilmiştir
Yüce Allah cümlemizi hayırsız
ilimden korusun, hayırlı ilim nasip etsin.
el-KABIZ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
مَنْ
ذَا الَّذى
يُقْرِضُ
اللّهَ
قَرْضًا حَسَنًا
فَيُضَاعِفَهُ
لَهُ
اَضْعَافًا
كَثيرَةً
وَاللّهُ
يَقْبِضُ
وَيَبْصُطُ
وَاِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
“Verdiğinin kat
kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz
ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na
döndürüleceksiniz.”[121]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ
وعن أبى قتادة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: سِرْنَا
مَعَ رَسولِ
اللّهِ
لَيْلَةً
فقَالَ بَعْضُ
الْقَوْمِ:
لَوْ
عَرَّسْتَ
بِنَا يَا رَسُولَ
اللّهِ؟ قالَ:
أخَافُ أنْ
تَنَامُوا عَنِ
الصََّةِ،
فقَالَ بَِلٌ:
أنَا
أوقظُكُمْ،
فضْطَجعُوا،
وَأسْنَدَ
بَِلٌ
ظَهْرَهُ إلى
رَاحِلَتِهِ
فَلَلَبَتْهُ
عَيْنَاهُ فَنَامَ،
فَاسْتَيْقَظَ
النّبىُّ وَقَدْ
طَلَعَ
حَاجِبُ
الشَّمسِ،
فقَالَ يَا
بَِلُ: أيْنَ
مَا قُلْتَ؟
فقَالَ: مَا
أُلْقِيَتْ
عَلىَّ
نَوْمَة
مِثْلُهَا
قَطُّ. قالَ:
إنَّ اللّهَ
قَبَضَ أرْوَاحَكُمْ
حِينَ شَاءَ،
وَرَدَّهَا
عَلَيْكُمْ
حِينَ شَاءَ،
يَا بَِلُ:
قُمْ فَأذِّنْ
بِالنَّاسِ
بِالصََّةِ،
فَتَوَضَّأ،
فَلَمَّا ارْتَفَعَتْ
الشَّمْسُ
وَابْيَاضَّتْ
قَامَ
فَصَلّى
بِالنَّاسِ
جَمَاعَةً.
Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resülullah'la beraber bir gece boyu yürüdük. Cemaatten bazıları:
"Ey Allah'ın Resülü! Bize mola verseniz!"
diye talepte bulundular. Efendimiz:
"Namaz
vaktine uyuya kalmanızdan korkuyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Bilâl:
"Ben sizi uyandırırım!" dedi. Böylece
Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) mola verdi ve herkes yattı. Nöbette kalan
Bilâl de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri kapanıverdi, o da uyuyakaldı.
Güneşin doğmasıyla Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyandı ve:
"Ey BiIâI! Sözün ne oldu?" diye seslendi
ve Hz. Bilâl: "Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi" diyerek cevap
verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"AIIah Teâlâ Hazretleri, ruhlarınızı dilediği
zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey BiIâI! Halka namaz için ezan
oku" buyurdu. Sonra abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca kalktı,
kafileye cemaatle namaz kıldırdı."[122]
İzahı
Al-Qabid
The Constrictor: He who
constricts and restricts.
¡j ÔÛaKabid: Kullarının ecelini lütfü
ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
Eceli gelenlerin ruhlarını alıcıdır.
Alıcı,
tutucu, sıkıcı demektir. Allah, kabz edicidir. Bazı kullarına rızkı daraltıcı,
zorlaştırıcıdır. Yahut ölüm vaktinde ruhları kabz edicidir.
el-BASIT
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor:
اِنَّ
رَبَّكَ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ يَشَاءُ
وَيَقْدِرُ
اِنَّهُ
كَانَ بِعِبَادِه
خَبيرًا
بَصيرًا
“Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine
daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.”[124]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
أنس رضى اللّه
عنه أنَّ
الناسَ
قالُوا: يارسُولَ
اللّهِ غََ
السِّّعْرُ
فَسَعِّرْ
لَنَا فقالَ:
إنَّ اللّهَ
هوَ
المُسَعِّرُ
القابضُ
الباسط
الرَّازِقُ،
وإنِّى ‘رْجُو
أنْ ألقَى
اللّه تعالى
وليسَ أحدٌ
يُطالِبُنِى
بِمَظْلَمَةٍ
في دمٍ وَ
مالٍ.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Halk Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaatla: "Ey
Allah'ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin"
dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi:
"Fiyatları koyan Allah'tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O'dur. Ben
ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu
halde Allah'a kavuşmamı diliyorum."[125]
İzahı
Al-Basit
The Reliever. He who releases,letting things expand.
Á¡ jÛaBasıt: Kullarına rızkı açıp cûd
ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem
de onu men edici olmaktadır.
Dilediği mahlukuna ruh ve hayat verici. Bazı
kullarına rızklarını genişletici yahut haşir vaktinde ruhları cesetlerine neşr
edici demektir. Bu ikisi de fiil sıfatındandır.
"Daraltan” manasına gelen ¡j ÔÛael-Kabid ile “genişleten” manasına gelen Á¡ jÛael-Bâsıt isimleri Kur’an-ı Kerim’de:
6¢¡¤Ô í ë
¢õ¬b ' í ¤å à¡Û Ö¤¡£Ûa ¢Á¢¤j í
Ù £2 £æ¡a
“Allah daraltır da, genişletirde. Ona
döndürüleceksiniz”[126] ayetinde maddi yönden fakirleştiren ve daraltanında,
zengin edip genişletenin de Allah olduğu bildirilmekte.
Kabid ve Basıt’e iman eden bir
mü’min haksız insanların ellerine aldığı, zimmetine geçirdiği hakları onlardan
alarak hak sahiplerine dağıtarak birini daraltırken, haklıların dışını ve içini
genişletir.
Zalimlerin yüreğine korku
salarak daraltırken mazlumların gönlünü genişletir ferahlatır.
Allah, kendisine iman eden, kalpten itaat eden
kişilere dünyada maddi ve manevi bolluk, genişlik verir. Onların önündeki
zorlukları açarak her işlerinde müminlerin yakın dostu olduğunu gösterir.
Allah'ın samimi kulları karşılaştıkları her türlü zorlukta, sıkıntıda ve
hastalıkta yalnızca Allah'a sığınırlar ve O'nu vekil edinirler. Bunun
karşılığında da Allah inkar edenlerin işlerini zorlaştırırken, müminlerin
işlerini kolaylaştırır.
Bu konuda Kuran'da verilmiş pek çok örnek vardır.
Örneğin Hz. Musa ve ona tabi olan İsrailoğulları, Firavun'un zulmü nedeniyle
yurtlarından çıkmak zorunda kalmışlardır. Ancak Firavun peşlerini bırakmamış ve
yakalamak için ordusuyla beraber onları takip etmiştir. Bu kaçış esnasında
Firavun'un ordusu ile deniz arasında kalan İsrailoğulları 'gerçekten
yakalandıklarını' sanmışlardır. Fakat Allah Hz. Musa'nın duasına icabet etmiş,
bir mucize göstererek denizi yarmış ve İsrailoğullarını Firavun'un zulmünden
kurtarmıştır. Üstelik bunun ardından Firavun'u ve ordusunu yok etmiş, onların
çıktıkları yerlere İsrailogullarını mirasçı kılmıştır.
Yüce Allah bizleri, rızkını genişlettiği kullarından
eylesin.
el-HAFİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَقَدْ
اَبْلَغْتُكُمْ
مَااُرْسِلْتُ
بِه
اِلَيْكُمْ
وَيَسْتَخْلِفُ
رَبّى
قَوْمًا
غَيْرَكُمْ
وَلَاتَضُرُّونَهُ
شَيًْا اِنَّ
رَبّى عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
حَفيظٌ
"Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size
gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize
getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi
gözetendir."[127]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
أبى هريرة رضى
اللّه عنهُ:
أنَّ رجً قالَ:
يا رسولَ
اللّهِ
سَعِّرْ
لَنَا فقَالَ:
بل ادْعُو.
ثمَّ جاءَ
آخرُ فقالَ يا
رسُولَ اللّهِ
سَعِّرْ لنَا
فقالَ: بل
اللّهُ تعالى
يَخْفِضُ
وَيَرْفَعُ،
وَإنِّى
‘رْجُو أنْ
ألقَى اللّهَ
تعالى وليسَ
‘حَدٍ عندِى
مَظلمةٌ.
Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için
eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi
için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek:
(Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin" diye
talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran
Allah'tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak
istiyorum" cevabını verdi."[128]
İzahı
Al-Khafid
The
Abaser. He who brings down, diminishes.
¡Ïb zÛaHafid: Kullarından bazılarını
yükselticidir.
Hıfd, ref’in (yükselmenin) zıttıdır.
Mesela, kafirleri cezalarla hıfd edici, yani
alçaltıcıdır.
Yukarıdan
aşağıya indiren, alçaltan, dereceleri düşüren.
“Alçaltan” manasına gelen “¡Ïb zÛa el-Hafid” ismi celili Kur’anı Kerim de
Vakı’a suresi ayet 3 de Kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunu haber verir
şeklinde geçer. Kıyameti yapan ve yaratan Allah olduğuna göre, Alçaltan ve
yükselten de O’ dur.
"Yükselten” manasına gelen “er-Rafi’” ismi Cemili ise bir defa Rafi’ olarak[129] bir defada Rafi-ud-derecat,[130] olarak geçmekte. 13 defada
....yükseltti, ....yükseltir şeklinde fiil olarak geçer.
Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah
sokaklarında gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekelerine alçaltan
Allah (c.c.), nefsinin hevasını ayaklar altına alan, salih insanlarla beraber
olan, iyi ve güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst
derecelerine yükseltendir.
Kuyunun dibine atılan Yusuf (a.s) Mısır’a
sultan oldu. Onu atanlar ise bir gün Yusuf’un önünde secdeye kapandılar.
Yılanları yerde süründüren “¡Ïb zÛaHafid,”kuşları yükseklerde uçuran “É¡Ïa ÛaRafi” olan Allah (c.c.)’dır. Gökyüzünü direksiz yükselten,[131] Peygamberlerin derecelerini yükselten,[132] İsa aleyhisselamı kendi katına yükselten,[133] Hz. Muhammed (a.s)’ın şanını yücelten
iman eden, ilim sahibi olanların derecesini yükselten Allah’a iman eden mü’minlerde
Peygamberlerin ve iman eden alimlerin önüne kimseyi geçirmezler.
Yeryüzünde hiçbir yazarı çizeri,
filozofu, siyasiyi, askeri, bilgini Peygamberin önüne geçirmediği gibi denk
bile tutmaz. Allah’ın yücelttiğini kimse alçaltamaz. Alçalttığını da kimse yükseltemez.
Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı hepimiz
severiz ama Nemrut’la Firavun’un seveni yoktur.
Yüce
Allah cümlemizi alçaklığa meylettirmesin.
er-RAFİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
اِذَا قيلَ لَكُمْ
تَفَسَّحُوا
فِى
الْمَجَالِسِ
فَافْسَحُوا
يَفْسَحِ
اللّهُ
لَكُمْ
وَاِذَا قيلَ
انْشُزُوا
فَانْشُزُوا
يَرْفَعِ اللّهُ
الَّذينَ
امَنُوا
مِنْكُمْ
وَالَّذينَ
اُوتُوا
الْعِلْمَ
دَرَجَاتٍ
وَاللّهُ
بِمَا تَعْمَلُونَ
خَبيرٌ
“Ey iman edenler! Size "Meclislerde yer
açın" denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size
"Kalkın" denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve
kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.”[134]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
أبى هريرة رضى
اللّه عنهُ:
أنَّ رجً قالَ:
يا رسولَ
اللّهِ
سَعِّرْ
لَنَا فقَالَ:
بل ادْعُو.
ثمَّ جاءَ
آخرُ فقالَ يا
رسُولَ اللّهِ
سَعِّرْ لنَا
فقالَ: بل
اللّهُ تعالى
يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ،
وَإنِّى
‘رْجُو أنْ
ألقَى اللّهَ
تعالى وليسَ
‘حَدٍ عندِى
مَظلمةٌ.
Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için
eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi
için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek:
(Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin" diye talebde
bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah'tır. Ben
hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak istiyorum" cevabını
verdi."[135]
İzahı
Ar-Rafi'
The
Exalter. He who raises up.
Kullarından bazılarını yükselticidir.
Ref’ edici, yükseltici demektir. Allah, iman ehlini,
izzet ve saadetle yükseltir, onları yüce derecelere eriştirir.
“Alçaltan” manasına gelen “¡Ïb zÛael-Hafid” ismi celili Kur’an-ı Kerim de
Vakı’a suresi ayet 3 de Kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunu haber verir
şeklinde geçer. Kıyameti yapan ve yaratan Allah olduğuna göre, Alçaltan ve
yükselten de O’ dur.
"Yükselten”
manasına gelen ¢É¡Ïa Ûa “er-Rafi’” ismi Cemili ise bir
defa Rafi’ olarak[136] bir
defada Rafi-ud-derecat,[137] olarak
geçmekte. 13 defada ....yükseltti, ....yükseltir şeklinde fiil olarak geçer.
Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah sokaklarında
gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekelerine alçaltan Allah (c.c.),
nefsinin hevasını ayaklar altına alan, salih insanlarla beraber olan, iyi ve
güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst derecelerine
yükseltendir.
Kuyunun dibine atılan Yusuf (a.s) Mısır’a sultan
oldu. Onu atanlar ise bir gün Yusuf’un önünde secdeye kapandılar.
Yılanları
yerde süründüren “¡Ïb zÛaHafid,” kuşları yükseklerde
uçuran ¢É¡Ïa Ûa “Rafi” olan
Allah (c.c.)’dır. Gökyüzünü direksiz yükselten,[138] Peygamberlerin
derecelerini yükselten,[139] Hz.İsa
aleyhisselamı kendi katına yükselten,[140] Hz.
Muhammed’in şanını yücelten iman eden, ilim sahibi olanların derecesini
yükselten Allah’a iman eden mü’minlerde Peygamberlerin ve iman eden alimlerin
önüne kimseyi geçirmezler.
Yusuf
(a.s) isteklerini yerine getirmediği için zindana mahkum eden Zeliha, Kocası
öldükten sonra elindeki bütün serveti bitti ve kötürüm olarak duvar dibinde
dilencilik etmeye başladığı sırada,
Yusuf (a.s) maliye bakanı olmuş ve çarşı pazarları dolaşırken Zelihaya
rastlar ona nasıl bu duruma düştüğünü arkadaşlarına sordurur, oda şu cevabı
veriri: ‘Bilmez misiniz ki, Allah kendisine karşı asi olan nice azizleri zelil
eder. Kendisine muti’ olanları ise aziz eder.’
Yüce
Allah cümlemizi kendisine muti’ olan kullarından eylesin.
el-MUİZ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
قُلِ
اللّهُمَّ
مَالِكَ
الْمُلْكِ
تُؤْتِى
الْمُلْكَ
مَنْ تَشَاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَاءُ
وَتُعِزُّ مَنْ
تَشَاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ تَشَاءُ
بِيَدِكَ
الْخَيْرُ
اِنَّكَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
“(Resûlüm!)
De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve
mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de
alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye
kadirsin.”[141]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
يَجِئُ
الرَّجُلُ
آخِذاً بِيَدِ
الرَّجُلِ،
فَيَقُولُ:
يَا رَبِّ هذَا
قَتَلَنِى.
فَيَقُولُ
اللّهُ: لِمَ
قَتَلْتَهُ؟
فَيَقُولُ:
لِتَكُونَ
الْعِزّةُ
لَكَ.
فَيَقُولُ:
فإنّّهَا
لِى،
وَيَجِئُ
الرّجُلُ
آخِذاً
بِيَدِ
الرّجُلِ،
فَيَقُولُ: يَا
رَبِّ إنّ
هذَا
قَتَلَنِى.
فَيَقُولُ
اللّهُ لِمَ قَتَلْتَهُ؟
فَيَقُولُ:
لِتَكُونَ
الْعِزّةُ
لِفَُنٍ.
فَيَقُولُ:
إنّهَا
لَيْسَتْ لِفَُنٍ.
فَيَبُوءُ
بِإثْمِهِ.
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "(Kıyamet günü) bir adam bir başkasının elinden
tutmuş olarak gelir ve:"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve
celil olan Allah da:"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:
"İzzet senin için olsun diye öldürdüm!" der. Rab
Teâla:"İzzet benim içindir!" buyurur. Bir başka adam da bir
başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve:"Ey Rabbim! Bu, beni
öldürdü!" der. Aziz ve Celil olan Allah:"Onu niye öldürdün?"
diye sorar. Adam:"İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!" der. Rab
Teala:"İzzet falancanın değildir!" buyurur. Adam (öbürünün) günahıyla
döner." [142]
İzahı
Al-Mu'izz
The
Bestower of Honors. He who confers honor and dignity.
¡È¢àÛaMuiz: Kullarına dünyada mal,
cennete mükafat verendir.
Allah, dilediği kullarına izzet vericidir. Aziz eden
ancak O’dur.
Kur’an-ı
Kerim’de:
قُلِ
اللّهُمَّ
مَالِكَ الْمُلْكِ
تُؤْتِى
الْمُلْكَ
مَنْ تَشَاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَاءُ وَتُعِزُّ
مَنْ تَشَاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ تَشَاءُ
بِيَدِكَ
الْخَيْرُ
اِنَّكَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
“(Resûlüm!) De ki: Mülkün
gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü
dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her
türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin”[143] ayetinde
dilediğini zelil edenin Allah olduğunu haber verir.
; æì¢à Ü¤È í ü
åî©Ô¡Ïb ä¢à¤Ûa £å¡Ø¨Û ë åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ü¡Û ë
©é¡Ûì¢ ¡Û ë ¢ñ £¡È¤Ûa ¡é¨£Ü¡Û ë
“Halbuki asıl izzet, ancak Allah'ın, Peygamberinin
ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler”[144] ayetinden
anladığımıza göre Müslüman bir insanın zelil olması mümkün değildir.
Müslüman,
dünyanın en fakir insanı olsa bile o haliyle izzetini korur. Müslüman en zengin
olsa yine malıyla da, haliyle de izzetini korur.
Rabbin sofrasının bitmeyeceğini bildiği için
tama’kâr olmaz. İnsanları yücelten kanaattır. Alçaltan ise tama’dır.
Şahin kuşu yücelerde uçarken, bıldırcın ve keklik
etiyle havada beslenirken yeryüzündeki bir arpaya tama’ edince tuzağa tutulur,
kanatları yolunur.
Kafir dünyada malıyla yükselse, haliyle yükselmez.
Ahirette ise her haliyle alçaltılır ve cehenneme atılır.
Başkasının servetine el uzatan iki dünyada da
horlanır. Başkasının namusuyla oynayanlarda horlanır.
Haram servetten, haram şehvetten ve haram şöhretten
uzaklaşanlar iki dünyalarında da izzet bulur. Dolu kovayı yükseltirler, boş
kovayı kuyunun dibine atarlar. Gönül imanla, akıl ilimle dolu olursa
yükseltiliriz. Yoksa Cehennemin dibine atılıveririz. Allah korusun.
Veren de Allah’tır, vermeyen de Allah’tır. O’nun
vermediğini kimse veremez. O’nun verdiğini de kimse engelleyemez. Bunların
hepsi O’nun adaletine, hikmetine ve hamdine tabidir. Alçalttığı ve mahrum
bıraktığı kimseleri alçaltması Allah’ın bir hikmeti sebebiyledir. Bu konuda hiç
kimse Allah’la tartışmaya giremez. Yücelttiği ve bol rızık verdiği, kimselere
de bu, sadece O’nun lütuf ve ihsanındandır.
Bir kula gereken şey, Allah’ın hikmetini de itiraf
etmesidir. Diliyle, azalarıyla ve her şeyiyle O’na şükretmesidir.
Yüce Allah cümlemizi dünya ve ahiret saadeti nasip
etsin.
el-MUZİLL
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
قُلِ
اللّهُمَّ
مَالِكَ
الْمُلْكِ
تُؤْتِى
الْمُلْكَ
مَنْ تَشَاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَاءُ
وَتُعِزُّ
مَنْ تَشَاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ تَشَاءُ
بِيَدِكَ
الْخَيْرُ
اِنَّكَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
“(Resûlüm!)
De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve
mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de
alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye
kadirsin.”[145]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ : مَنْ
لَبِسَ
ثَوْبَ شُهْرَةٍ
ألْبَسَهُ
اللّهُ
ثَوْبَ
مَذَلَّةٍ؛ وفي
رواية:
ألْبَسَهُ
اللّهُ
أيَّاهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
ثُمَّ
ألْهَبَ فيهِ
النّارَ.
Hz. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kim şöhret elbisesi giyerse Allah
ona zillet elbisesi giydirir."Bir rivayette de şöyle denmiştir:
"...Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra içinde ateşi
tutuşturur."[146]
İzahı
Al-Mudhill
The
Humiliator. He who degrades and abases.
4¡¢àÛaMuzill: Dilediğini zelil, hakir
kılıcıdır.
Allah, bazı kullarını zelil edici, onları zillete
düşürücüdür. Hakikatte aziz etmek, ihtiyaç zilletinden ve şehvetlere tabi
olmaktan kurtarmak, o kişiyi kendi nefsine galip ve işlerine malik kılmaktır.
İzlal (zelil etme, alçaltma) ise, bunların zıttınadır.
"Pek
yüce" anlamına gelen "4¡¢àÛael-Muzill" ismi celili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçmekte:
¡4b È n¢à¤Ûa ¢î©j ؤÛa
¡ñ
b è £'Ûa ë ¡k¤î ̤Ûa ¢á¡Ûb Ç
"O, gizli olanı da açık olanı
da bilir. Büyüktür, pek yücedir."[147]
Ana rahmindeki değişimleri bilen, toplumsal gelişmeleri ve
değişmeleri bilen ve yönlendiren "3 È n¢àÛael-Müteali" pek yüce olan Rabbimizin bir ismi de "©óܨÈÛael-Ali" idi ve bu ismin açıklamasında geniş bilgi verildi,
oraya bak.
Gizliyi de açığı da bilen ve
pek yüce olan Rabbimizden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini bilelim.
Her sahada yücelmek için yüce
olan Rabbimizin ilmine, sanatına, kudretine, ikramına sarılıp onun yaptıkları
ve yarattıklarına bakarak ilmimizi, ahlakımızı geliştirmeliyiz.
Kimseyi aşağılamadığımız gibi
aşağılananları İslâm’la yüceltmeye çalışmalıyız.
Yüce Allah bizleri, rezil ve rüsvay etmesin.
وَاِذْ
يَرْفَعُ
اِبْرهيمُ الْقَوَاعِدَ
مِنَ
الْبَيْتِ
وَاِسْمعيلُ رَبَّنَا
تَقَبَّلْ
مِنَّا
اِنَّكَ
اَنْتَ
السَّميعُ
الْعَليمُ
“Bir zamanlar
İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle
diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin,
bilensin.”[148]
ـ عن عائشة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
الْحَمْدُللّهِ
الَّذِى
وَسِعَ
سَمْعُهُ
ا‘صْوَاتَ.
َلَقَدْ
جَاءَتِ
الْمُجَادِلَةُ
خَوْلَةُ إلى
رسولِ
اللّهِ
فيجَانِبِ
الْبَيْتِ،
مَا أسْمَعُ
مَا تَقُولُ.
فأنْزَلَ اللّهُ
عَزَّ وَجَلَّ:
قَدْ سَمِعَ
اللّهُ
قَوْلَ
الَّتِى
تُجَادِلُكَ
في زَوْجِهَا
وَتَشْتَكِى
إلى اللّهِ
اية.
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) buyurdu ki: "Hamd o Allah'adır ki, bütün
sesleri işitir. Israrcı (mücâdeleci) kadın Havle, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i evinin yanında buldu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
birşeyler söylüyordu. Ama ne söylediğini işitmiyordum. Cenab-ı Hakk şu âyeti
indirdi:" (Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet hâlinden) Allah'a şikâyet etmekte olan
(kadın)ın sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı
zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür."[149]
İzahı
As-Sami’
The
Hearer of All. Allah takes care of all the needs of those who invoke
this glorious Name one hundred times.
¢Éî©à £ÛaSemi’: Gizli ve aşikar söylenenleri işiticidir.
Allah, bütün sesleri işiticidir.
Her şeyi işiten, kullarının niyazını kabul eden.
Semi adı, ilim dilinde işiten demektir. O da tıpkı “í© Ó Kadir’in” kadir ismine
benzemektedir.
Aynı zamanda işittiren, duyuran anlamına da
gelmektedir. Bu adın iki yönlü itibarı vardır. Bunlardan birincisi: Dinleyenler
için duyurmayı yaratmıştır. İkincisi: Kelim olan Hz..Musa (a.s) kendi hitabını
duyurmak için ve bu makamda bulunup konuşkan ehli için bu ihdas etmiştir.
“Her şeyi işiten” manasına gelen ¢Éî©à £Ûa “es-Semi’” ismi celili Kur’an-ı Kerim de 47 defa geçmekte.
Her şeyin ayarlanması akort
edilmesi gerektiği gibi en başta dillerimizin akort edilmesi gerekir.
Sevdiklerimize, dostlarımıza söyleyeceğimiz kelimeleri en ince gönül eleğinden
eleyerek söylemeliyiz. Çünkü dostlarımız o sözleri duymadan es-Semi olan
Rabbimiz işitmekte. Düşmana söylediklerimizi de işitiyor:
قَالَ
لَا تَخَافَا
اِنَّنى
مَعَكُمَا
اَسْمَعُ
وَاَرى
“Buyurdu ki: "Korkmayın, şüphe yok
ki ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm."[150]
Öyle ise Firavuna konuşurken
bile kelimelerin en tatlı ve yumuşak olanını seçeceğiz:
فَقُولَا
لَهُ قَوْلًا
لَيِّنًا
لَعَلَّهُ
يَتَذَكَّرُ
اَوْ يَخْشى
"Ona yumuşakça söz söyleyin,belki
öğüt dinler veya korkar."[151]
Rabbimiz:
وَلَا
تَقْفُ
مَالَيْسَ
لَكَ بِه
عِلْمٌ اِنَّ
السَّمْعَ
وَالْبَصَرَ
وَالْفُؤَادَ
كُلُّ
اُولئِكَ
كَانَ عَنْهُ
مَسْؤُلًا
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü
kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur”[152] derken kulak kelimesini öne almış. Kulağımızla insanları
dinlerken karşımızdaki kim olursa olsun onu önemseyelim.
Kulağımızdan giren kelimeler
gönül denizimizi kirletecek kelimeler olmasın. Hakkın kelamı birinci sırayı
alsın. Kulağında doyumu vardır. Ivır zıvırlarla doyurursanız Kur’an
dinleyemezsiniz.
Kur’an-ı Kerim’de:
a;¦î© 2 b¦Èî©à ¢é¨£ÜÛa
æb × ë 6¡ñ ¡¨üa ë b î¤ã¢£Ûa
“(Allah) her şeyi işiten ve herşeyi görendir.”[153]
¢Éî©à £ÛaSemi’, işitmesi işitilecek herşeyi kapsamına alan demektir.
Allah (cc) ulvi ve sufli alemdeki bütün sesleri gizlisiyle açığıyla hepsini
işitir. O’na göre sesler arasında fark yoktur, sanki tek bir ses gibidir.
Seslerin hiç birisinin diğerine karıştırmaz. Hiçbir lisan O’na gizli değildir,
hepsine aşinadır. Uzak, yakın, gizli, açık O’na göre müsavidir.
Açık ve gizli, alçak ve yüksek
bütün sesleri işitir. Dua eden, isteyen ve ibadet eden kimseleri işitip onlara
icabet eder ve karşılığını verir.
Yine Ku’an-ı Kerim’de:
قَدْ
سَمِعَ
اللّهُ
قَوْلَ
الَّتى
تُجَادِلُكَ
فى زَوْجِهَا
وَتَشْتَكى
اِلَى اللّهِ
وَاللّهُ
يَسْمَعُ
تَحَاوُرَكُمَا
اِنَّ اللّهَ
سَميعٌ
بَصيرٌ
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a
şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı
işitir. Allah işitendir, görendir.”[154]
Hz.Ayşe (r.a) bu ayetle ilgili
olarak şunları demiştir: İşitmesi bütün sesleri kuşatıcı olan Allah çok
yücedir. Hz.Peygamber (a.s) şikayet için gelen bu kadın konuşurken ben yan
odada buluyordum ve sözlerinden bir kısmını duyamamıştım. Nihayet bu ayet nazil
oldu. Bahsi geçen kadın kocasıyla aralarındaki problemi Hz.Peygamber (a.s)
sormuş Efendimiz (a.s) bu konuda bilgisi olmadığını söylediğinde, bende halimi Allah’a arz ederim deyip
giderken yarı yolda tekrar çağrılıp kendisine mücadele süresi okunmuş ve
sorusuna Allah cevap vermiştir. Kadın hayretini gizlemeden Hz Peygamber (a.s)
Allah bu kadar yakın mıydı ki, hemen benim soruma cevap veriyor deyip
gitmiştir.[155]
Yüce Allah cümlemizin
isteklerini cevapladığı kullarından eylesin.
el-BASİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَاَقيمُوا
الصَّلوةَ
وَاتُوا
الزَّكوةَ وَمَا
تُقَدِّمُوا
لِاَنْفُسِكُمْ
مِنْ خَيْرٍ
تَجِدُوهُ عِنْدَ
اللّهِ اِنَّ
اللّهَ بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصيرٌ
“Namazı dosdoğru kilin, zekatı verin; önceden
kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında
bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.“[156]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن أبي موسى
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قامَ فِينَا
رسولُ
اللّهِ
بِخَمْسِ
كَلِمَاتٍ.
فقَالَ: إنَّ
اللّهَ
تَعالى َ
ينَامُ وََ
يَنْبَغِي
لَهُ أنْ
يَنَامَ.
يُخْفِضُ الْقِسْطَ
وَيَرْفَعُهُ
وَيُرْفَعُ
إلَيْهِ عَمَلُ
اللَّيْلِ
قَبْلَ
عَمَلِ
النَّهَارِ.
وَعَمَلُ
النَّهَارِ
قَبْلَ
عَمَلِ
اللَّيْلِ.
حِجَابُهُ
النُّورُ.
لَوْ
كَشَفَهُ
َحْرَقَتْ
سُبُحَاتُ وَجْهِهِ
مَا انْتَهَى
إلَيْهِ
بَصَرُهُ مِنْ
خَلْقِهِ.
Ebû Musa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi:"Allah Teâlâ
Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir
ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin
yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa,
vechinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlukatını yakardı."[157]
İzahı
Al-Basir
The
All-Seeing. To those who invoke this Name one hundred times between the
obligatory and customary prayers in Friday congregation, Allah grants esteem in
the eyes of others.
¡ jÛaBasir: Her şeyi görüp gözeticidir.
Allah, bütün görülecek şeyleri görücüdür.
Bu isim, zati
sıfatlardandır.
“Her şeyi en iyi gören” anlamına gelen ¡ jÛa “el-Basîr” ismi şerifi, Kur’an-ı Kerim’de 47 defa zikredilmiştir.
¥î© 2
æì¢Ü à¤È m b à¡2 ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢n¤ä¢×b ß
å¤í a ¤á¢Ø È ß ì¢ç ë
“Nerede olursanız olun, O sizinle
beraberdir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir”[158]
ayetiyle yaptıklarımızın görüldüğüne
dikkat çekiliyor. Her şeyi gördüğü haber veriliyor.[159]
Her şeyi gören, yarattıklarına
göz verebilir. İnsan kendi gözünün görme gücü zayıflayıp giderken çaresiz
kalıyor. Göz doktorlarımız göz yapamıyor. Gözlük yapıyor. Rabbimiz başımıza iki
göz vermiş bir de gönül gözü vermiş.
Başımızdaki iki gözün pasını,
katarağını silmek için göz doktorları yarattığı gibi, gönül gözümüzü cilalamak
için kitaplar, Peygamberler ve salih kullar göndermiş.
Rabbimizin bizi her zaman ve
her yerde gördüğünü bildiğimizden, kapalı kapılar ardında dümen çevirmek, haram
yemek, zina etmek, ihanet etmek, yalan söylemek, zimmet, irtikap gibi suçları
işleyemeyiz.
Günümüzde Allah’a imanı
olmayanlar “filan devlet şu anda beni görüyor,
söylediğimi işitiyor, siyasi geleceğimi yok etmemesi için onun adıyla konuşmaya
başlayayım, onu öveyim”
diyor.
İşte ¡ jÛael-Basîr olan Allah’a imanın bize verdiği izzet ve şeref bu dünyada
başlıyor. Biz kula kul olmuyoruz.
İnsanın görme kapasitesi kuşkusuz çok sınırlıdır.
Çıplak gözle görebileceği mesafe en fazla birkaç kilometre ötesidir. Üstelik bu
da ancak açık bir havada, yüksek bir yerden bakıyorsa mümkün olur. Ancak
şartlar ne kadar uygun olsa da görebildiği en uzak yer onun için hayal meyal
fark edilebilen, puslu bir görüntüden başkası değildir.
İnsan belki de sinirli yeteneği sebebiyle kendisini
de hiç kimsenin göremeyeceğini zanneder. Gizli bir is yaparken, saklanırken,
etrafında hiç insan yoksa, kimse tarafından görülmediğinden emindir. Bu tarz
ortamlarda insanlar istedikleri her şeyi yapabileceklerini, hiç kimseye karşı
sorumlu tutulamayacaklarını, yaptıkları hataların asla karşılarına
çıkmayacağını sanırlar.
Oysa bu bir
yanılgıdır. Çünkü insanin unuttuğu çok önemli bir gerçek vardır: Allah her an
her şeyi tüm detaylarıyla görendir.
İnsan gözleriyle ancak belli bir alanı görebilirken,
Allah o kişinin bulunduğu odayı, onun dışında diğer odaları, o evin tamamını, o
evin içinde bulunduğu şehri, onun da içinde bulunduğu ülkeyi, onları içine alan
kıtayı, bütün bunların tamamını kapsayan dünyayı, tüm gezegenleri, uzayı ve
onun da ötesindeki boyutları ayni anda görmektedir.
Allah (cc) görmeye konu teşkil eden her şeyi
hakkıyla gördüğü gibi, göklerdeki ve yeryüzünün bütün bölgelerindeki her şeyi,
hatta en gizli olanlarını dahi görür. O’nun görme alanının dışında kalan hiçbir
şey düşünülemez.
Karanlık bir
gecede, sert bir kayanın üzerindeki siyah bir karıncanın yürüyüşünü, onun iç ve
dış bütün organlarını, aldığı besinin incecik organları içinde nasıl
ilerlediğini görür.
Ağaçların dalları ve damarlarından suyun geçişini ve
bütün çeşitleriyle irili ve ufaklı bitkileri görür. Karıncaların, arıların,
sineklerin hatta ondan daha küçük hayvanların damarlarını dahi görür.
Büyüklüğünde, sıfatlarının kapsamının genişliğinde,
azamet ve lutfunda, görülen ve görülmeyen her şeyden haberdar oluşunda akılları
hayretlere düşüren Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir.
Yüce Allah cümlemize hakkı görme basiretini nasip
etsin.
el-HAKEM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
æì¢1¡Ü n¤ m
¡éî©Ï¤á¢n¤ä¢×b àî©Ï ¡ò à¨î¡Ô¤Ûa â¤ì í ¤á¢Ø ä¤î 2
¢á¢Ø¤z í ¢é¨£ÜÛ a
“Allah kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz
konulara dair aranızda hüküm verecektir.”[160]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
شريح بْنِ
هانئ عن أبيه
رضى اللّهُ
عنه أنّ
النبىّ
سَمِعَ
قَوْمَهُ
يُكنُّونَهُ
بأبى الحكمِ،
قال فدعانِى
فقال: إن اللّهَ
تعالى هو
الحكَمُ
وإليهِ
الحُكْمُ
فَلِمَ
تُكنَّى
بِأبىالحكمِ؟
فقلت: إنَّ
قوْمِىَ إذا
اختلفُوا في
شئ أتونى
فحكمتُ بينهم
فرضى ك الفريقينِ
بحكمى، فقال
ما أحسنَ هذا،
فما لكَ من الولدِ؟
فقلت: شريحٌ،
ومسلمٌ،
وعبدُاللّهُ.
فقال: فمن
أكبرُهم؟
فقلت: شريحٌ.
قال: فأنتَ
أبو شريحٍ.
Şureyh İbnu Hâni, (radıyallahu anh) babasından
naklediyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kavmimin beni
Ebu'l-Hakem diye künyelediklerini işitmişti. Beni çağırtarak: "Hakem olan
Allah'tır, hüküm de O'nadır, öyle ise, sen nasıl Ebu'l-Hakem künyesini
taşırsın?" dedi. Ben açıkladım: "Kavmim bir meselede anlaşmazlığa
düşünce bana gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da verdiğim hükme râzı
olurlar." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu ne güzel
şey?" buyurdu ve "Çocuklarından neler var?" diye sordu. Ben:
"Şüreyh, Müslim, Abdullah var" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "En büyüğü hangisi?" dedi. "Şüreyh" dedim.
"Öyleyse, buyurdu, sen Ebu Şüreyh'sin."[161]
İzahı
Al-Hakam
The
Judge. He who judges and makes right prevail.
á Ø zÛaHakem: Hâkim demektir. Bu da
hakikati hükmetme yetkisi kendisi ne verilen, ona gönderilen demek olur.
Hükmün mutlak sahibidir.
Hükmedici,
hükmüne karşı gelecek kimse bulunmayan, hakla batılı ayırıcı demektir.
Bu takdirde Kelam sıfatına raci olur.
Yahut saidleri saadetle ve şakileri ceza ile
birbirinden ayırıcı manasına gelir.
Hakimiyetin
kayıtsız şartsız Allah’a ait olduğunu,[162] en güzel hükmedenin Allah olduğunu,[163] hükmünün temyiz edilemeyeceğini,[164] hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmeyeceğini,[165] O’nun dışında hüküm koyanların sonucunun ne olacağını
bilmeden cahilce hüküm koyduğunu,[166] O’nun indirdiğiyle hükmetmeyenlerin durumlarına göre
kafir, zalim ve fasık olduğunu,[167] bildiren, Allah’a iman edenler Ondan başka Hakem
tanımazlar.
Kullar için bu kelime mecazi anlamda kullanılabilir. Nisa
suresinin 35’inci ayetinde eşler arasındaki arabuluculara “á Ø zÛael-Hakem” kelimesi kullanılmıştır.
Allah’ın koyduğu kurallara göre
hüküm verenlere de "Hakem" veya "Hakim" denir.
Rabbimizin tabiata koyduğu
kanunlar konusunda kimse tartışmıyor. Herkes tabiat kanunlarına uyuyor. Uyduğu
oranda mutlu oluyor.
Kafirin vücudunda dahi Allah’ın
hükümranlığı geçerli. Kalbini çalıştıran, kanını dolaştıran, her hücresine gıda
veren, saçının her teline renk veren Allah (c.c.).
Dünyanın en gelişmiş
hastahanesinde, en iyi doktorlar gözetiminde beş dakikalığına Allah’ın değilde
doktorların kendi vücuduna hakim olmasını istemeyen ateist=gâvur bir insan
nasıl olur da hayatında Allah’ın hükümlerini reddedip kendisi kendi hayatının
bütün sorunlarına hükmedebilir? Beynimizin kılcal damarında kan pıhtılaşan
vücut felç oluyor. Beynimizin yönetimi bize bırakılsa insan bir dakikada yok
olur. Vücudun her tarafından çıbanlar, yaralar, felçler görülür.
Toplum vücudunda Allah’ın
hakimiyeti çekilip alınırsa toplum vücudunda inkar, terör, soygun, gasp,
öldürme, yaralama, zina, rüşvet, ırza geçme, güvensizlik, baskı, zorbalık
hastalıkları çoğalır.
Rabbimiz, Sevgili
Peygamberimize:
وَلَئِنْ
اَتَيْتَ
الَّذينَ
اُوتُوا الْكِتَابَ
بِكُلِّ
ايَةٍ
مَاتَبِعُوا
قِبْلَتَكَ
وَمَا اَنْتَ
بِتَابِعٍ
قِبْلَتَهُمْ
وَمَا
بَعْضُهُمْ
بِتَابِعٍ
قِبْلَةَ
بَعْضٍ
وَلَئِنِ
اتَّبَعْتَ
اَهْوَاءَهُمْ
مِنْ بَعْدِ
مَاجَاءَكَ
مِنَ الْعِلْمِ
اِنَّكَ
اِذًا لَمِنَ
الظَّالِمينَ
“Andolsun
ki; eğer sana gelen bu ilim (Kur’an) dan sonra onların hevalarına uyarsan,
şüphesiz sen de zulmedenlerden olursun.”[168] buyurur.
Yanlış teraziyle tartan,
dünyanın en adil insanı da olsa yanlış tartar. Onun için tabiatı bir denge
üzere yaratan, yarattığı tabiat kanunlarında hiçbir eksikliği ve fazlalığı
olmayan Allah (c.c.)ın koyduğu Kur’an’daki kurallarda toplum vücudunun selameti
ve sıhhati için koyulmuştur.
á Ø zÛael-Hakem'e iman eden bizler O’nun koyduğu, Rasulünün uyguladığı
kurallara uyarak yanlış terazileri Kur’an’a göre ayarlayacağız. Yanlış
teraziyle tartarak çıkar sağlayanları engelleyeceğiz. İnsanların tabiat
kanunlarına uyduğu gibi Kur’an’a göre yaşamaları için gayret göstereceğiz.
Toplum vücudunun çağdaş sorunlarını Kur’an ve Sünnet ışığında çözeceğiz.
Allah
(cc), dünya ve ahirette kulları arasında adaletle hükmedendir. Zerre miktarı
zulmetmez. Hiç kimseye kimsenin günahını yüklemez. Bir kula günahından daha
fazla ceza vermez. Bütün hakları sahiplerine verir. Her hak sahibine hakkını
mutlaka ulaştırır. O, yönetiminde ve takdirinde adildir. O, fiilinde adaletle
muttasıfıtr. O’nun bütün fiilleri adalet ve istikamet kanunları üzere cereyan
eder. Bunlardan asla zulüm ve haksızlık şüphesi yoktur. Tamamı lutüf ve rahmet,
belirttiğimiz şekilde adalet ve hikmet üzere cereyan eder.
Asilere
ve dini yalanlayanlara dünyada verdiği çeşitli helak edici cezalar ve
rüsvaylıklar, ahirette onlar için
hazırladığı küçültücü cezalar, sadece onlar bunu hak ettikleri içindir. O,
ancak bir suç sebebiyle cezalandırır ve ancak kesin delil ortaya koyduktan
sonra azap eder.
Kıyamet
gününde kulları arasında vereceği hüküm de böyledir. Onların amellerini,
tartacak terazi de adaletlidir, asla haksızlık yapmaz.
Kur’an-ı
Kerim’de:
§áî©Ô n¤¢ß §Âa ¡
ó¨Ü Ç ó©£2 £æ¡a
“Gerçekten Rabbim doğru bir yol üzerindedir.”[169]
Yüce
Allah cümlemizi doğru yoluna ilhak ettiği kullarından eylesin.
el-ADL
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَتَمَّتْ
كَلِمَتُ
رَبِّكَ
صِدْقًا وَعَدْلًا
لَا مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِه
وَهُوَ
السَّميعُ
الْعَليمُ
“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından
tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir,
bilendir.”[170]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عليّ
رضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
قال رسول
اللّهِ : مَنْ
أصَابَ
حَدّاً
فعُجِّلَ
عُقُوبَتُهُ
في الدُّنْيَا،
فاللّهُ
أعْدَلُ مِنْ
أنْ يُثَنِّىَ
عَلَيْهِ
الْعُقُوبَةَ
في اخِرَةِ، وَمَنْ
أصَابَ
حَدّاً
فَسَتَرَهُ
اللّهُ تَعالى
عَلَيْهِ
وَعَفَا
عَنْهُ،
فَاللّهُ أكْرَمُ
مِنْ أنْ
يَعُودَ في
شَئٍ قَدْ
عَفَا عَنْهُ.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir hadd cürmü işler de, cezası dünyada
verilirse, Allah'ın adaleti kuluna âhirette ikinci sefer ceza vermeye müsaade
etmez. Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun günahını örtmüş ve affetmiş
ise, Allah'ın keremi affettiği şeyden dolayı ona dönüp ceza vermeye müsaade
etmez."[171]
Al-'Adl
The
Just. He who is Equitable.
4¤ ȤÛaAdl: "Çok
adaletli” anlamına gelen “4¤ ȤÛael-Adl” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de:
= Ù Û È Ï
Ùí¨£ì Ï Ù Ô Ü ô© £Û a
“O ki seni
yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı”[172] ayetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik
olduğunu ifade etmek için Adl kökünden gelen fiili kullanmış.
¡æb ¤y¡üa ë ¡4¤ ȤÛb¡2
¢¢ß¤b í 騣ÜÛa £æ¡a
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, emreder”[173]
ayetinde de Rabbimiz adaletiyle
toplumda dengeyi sağlamamızı ister.
Hakimin hüküm verirken adaletle
hükmetmesi,[174] noterin yazarken adaletle yazması,[175] kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması,[176] konuşurken bile adaletten ayrılınmaması gerektiği,[177] emredilir.
Adalet, eşitlik demek değildir.
Adalet: dengeli yapmaktır. Rabbimiz saçımızdan tırnağımıza kadar neyi nereye
koymuşsa hiç itirazımız yok. “Benim gözüm
omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı” diyen yok.
Tabiattaki dengeye de
itirazımız yok. “Fil deki hortum,
karıncada olsaydı, karıncanın ayakları Filde olsaydı” diyenimizde yok.
Adamın biri bahçede kocaman
ceviz ağacının, küçücük meyvesiyle yere yayılan kabağın, kocaman meyvesini
görünce “Ya Rabbi bu da adalet mi? Kocaman cevize
küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa kocaman meyve vermişsin” derken ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve
hemen kendine gelir. “Ya Rabbi ben hata
ettim. Ya bu kabak başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der ve tevbe eder.
Rabbimiz, mü’min kullarına bazı
belalar, musibetler, depremler, yangınlar, yıldırım çarpmaları, hastalıklar
verdiğinde bunu adaletsizlik olarak görmeyeceğiz. Doktor hastasına acıtıcı
iğneyi batırır. Yakıcı ilaçlar verir. Bazen hastalıklı organı kesip atar. Bütün
bunlar hastanın iyiliği içindir. Hastasına tatlı yemeyi yasaklayan bir
doktorla, hastaya gizlice baklava getiren birini gören ve işin iç yüzünü
bilmeyen bir kişi doktoru zalim olarak görür ve tatlı getireni iyilik sever
olarak görür.
Kendinde heva
meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer vermeyen mânasına
gelir. Aslında mastardır. Ancak âdil makamında kullanılmıştır.
Yüce Allah (cc) gerçek adaletin sahibidir.
Allah, mübalağa ile adalet edici, her işi hayır ve
fayda ile işleyici, mülkünde tasarruf edici, her işi yerinde ve zamanında
yapıcı demektir.
Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O'nun
mizanı tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına
gösterecektir. Her şeyi hakkıyla gören, her şeyin içini dışını bilen, her
şeyden haberdar olan Allah'ın tüm isleri hikmetli ve adaletlidir.
İnsanların yaşamları boyunca isledikleri tüm fiiller
muhakkak Allah'ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların
zulümleri elbette karşılıksız kalmaz, iyi tek bir sözün bile mükafatının
verileceği, Allah tarafından Kuran'da bize bildirilmiştir. Zaten iyi ile kötü
bir olamayacağına göre tüm bunların adilce değerlendirileceği bir yer
olmalıdır. İşte bu yer ahirettir; Allah'ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği
yer...
Yüce Allah cümlemizi ilahi adaletin icra edileceği
günde mahcup etmesin.
el-LATİF
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
اَلَمْ
تَرَ اَنَّ
اللّهَ
اَنْزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ
مَاءً
فَتُصْبِحُ
الْاَرْضُ
مُخْضَرَّةً
اِنَّ اللّهَ
لَطيفٌ خَبيرٌ
“Görmedin mi, Allah, gökten yağmur indirdi de bu
sayede yeryüzü yeşeriyor. Gerçekten Allah çok lütufkârdır. (her şeyden)
haberdardır."[178]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
]سَمِعْتُ
رسول اللّهِ #
لَيْلَةً
حِينَ فَرَغَ
مِنْ صََتِهِ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنى أسْألُكَ
رَحْمَةً
مِنْ
عِنْدِكَ
تَهْدِى بِهَا
قَلْبِى،
وَتَجْمَعُ
بِهَا
أمْرِى، وَتَلُمُّ
بِهَا
شَعَثِى،
وَتَرُدُّ
بِهَا غَائِبى،
وَتَرْفَعُ
بِهَا
شَاهِدِى،
وَتُزَكِّى
بِهَا
عَمَلِى
وَتُلْهِمُنِى
بِهَا
رُشْدِى،
وَتَرُدُّ
بِهَا
أُلفَتِى، وَتَعْصِمُنِى
بِهَا مِنْ
كُلِّ سُوءٍ،
اللَّهُمَّ
أعْطِنِى
إيماناً
وَيَقِيناً
لَيْسَ
بَعْدَهُ
كُفرٌ، وَرَحْمَةً
أنَالُ بِهَا
شَرَفَ
كَرَامَتِكَ
في
الدُّنْيَا
وَاخِرَةِ،
اللَّهُمَّ إنِى
أسألُكَ
الْفَوْزَ في
القَضَاءِ،
وَنُزُلَ
الشّهَدَاءِ،
وَعَيْشَ
السُّعَدَاءِ،
وَالنَّصْرَ
عَلى
ا‘عْدَاءِ،
اللَّهُمَّ
إنِّى
أُنْزِلُ
بِكَ
حَاجَتِى،
وَإنْ قَصُرَ
رَأيِى،
وَضَعُفَ
عَمَلِى،
وَافْتَقَرْتُ
إلى رَحْمَتِكَ،
فَأسْألُكَ
يَا قَاضِىَ
ا‘مُورِ،
وَيَا شَافِىَ
الصُّدُورِ
كَمَا
تُجِيرُ
بَيْنَ البُحُورِ
أنْ
تُجِيرَنِى
مِنْ عَذَابِ
السَّعِيرِ،
وَمِنْ
دَعْوَةِ
الثُّبُورِ
وَمِنْ
فِتْنَةِ
الْقُبُورِ.
اللَّهُمَّ
مَا قَصُرَ
عَنْهُ رَأيِى
وَلَمْ
تَبْلُغْهُ
مَسْألَتِى،
وَلَمْ
تَبْلُغْهُ
نِيَّتِى
مِنْ خَيْرٍ
وَعَدْتَهُ
أحَداً مِنْ
خَلْقِكَ،
أوْ خَيْرٍ أنْتَ
مُعْطِيهِ
أحَداً مِنْ
عِبَادِكَ،
فَإنِّى
رَاغِبٌ
إلَيْكَ
فِيهِ
وَأسْألُكَهُ
بِرَحْمَتِكَ
يَا رَبَّ
الْعَالَمِينَ.
اللَّهُمَّ
يَاذَا
الحَبْلِ
الشَّدِيدِ،
وَا‘مْرِ
الرَّشِيدِ،
أسْألُكَ
ا‘مْنَ يَوْمَ
الْوَعِيدِ،
وَالجَنَّةَ
يَومَ
الخُلُودِ
مَعَ
المُقَرَّبِبنَ
الشهُودِ،
الرُّكَّعِ
السُّجُودِ، المُوفِينَ
بِالْعُهُودِ،
إنَّكَ
رَحِيمٌ
وَدُودٌ،
وَإنَّكَ
تَفْعَلُ مَا
تُرِيدُ. اللَّهُمَّ
اجْعَلْنَا
هَادِينَ
مُهْتَدِينَ
غَيْرَ
ضَالِّينَ
وََ
مُضِلّينَ،
سِلْماً
‘وْلِيَائِكَ،
حَرْباً
‘عْدَائِكَ،
نُحِبُّ
بِحُبِّكَ مَنْ
أحَبَّكَ،وَنُعَادِى
بِعَدَاوَتِكَ
مَنْ
خَالَفَكَ.
اللَّهُمَّ
هذَا
الدُّعَاءُ
وَعَلَيْكَ
ا“جَابَةُ،
وَهذَا
الجُهْدُ وَعَلَيْكَ
التُّكَْنُ.
اللَّهُمَّ
اجْعَلْ لِى
نُوراً في
قَلْبِى،
ونُوراً في
قَبْرِى،
وَنُوراً
مِنْ بَيْنِ
يَدَىَّ،
وَنُوراً
مِنْ
خَلْفِى، وَنُوراً
عَنْ
يَمِينِى،
وَنُوراً
عَنْ شِمَالِى،
وَنُوراً
مِنْ
فَوْقِى،
وَنُوراً مِنْ
تَحْتِى،
وَنُوراً في
سَمْعِى،
وَنُوراً في
بَصَرِى، وَنُوراً
في شَعَرِى،
وَنُوراً في
بَشَرِى،
وَنُوراً في
لَحْمِى،
وَنُوراً في
دَمِى، وَنُوراً
في مُخِّى،
وَنُوراً في
عِظَامِى . اللَّهُمَّ
أعْظِمْ لِى
نُوراً،
وَأعْطِنِى
نُوراً،
وَاجْعَلْ
لِى نُوراً،
سُبْحَانَ
الَّذِى
تَعَطّفَ
العِزَّ
وَقَالَ بِه، سُبْحَانَ
الَّذِى
لَبِسَ
المَجْدَ
وَتَكَرَّمَ
بِهِ،
سُبْحَانَ
الَّذِى َ
يَنْبَغِى
التَّسْبِيحُ
إَّ لَهُ.
سُبْحَانَ
ذِى
الْفَضْلِ
وَالنِّعَمِ.
سُبْحَانَ
ذِى المَجْدِ
وَالْكَرَمِ.
سُبْحَانَ
ذِى الجََلِ
وَا“كْرَامِ.
- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu
işittim: "Allahım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum
ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil
iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun
istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit
kötülüklerden korursun.Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakîn ver ki,
artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya
ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım. Allahım!
Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan)
şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum,
düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da
olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını
senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve
fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını
görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle
cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından
korumanı diliyorum.Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya
mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş,
niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey
âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni
rahmetin hakkında senden istiyorum.
Ey
Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun
sâhibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme
karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış
mukarrebîn meleklerle, (dünyada iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini
îfa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen
(seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek
sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine
getirirsin.)
Allahım!
Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına
sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz
sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle
adâvet (düşmanlık) ediyoruz.
Allahım!
Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim
gayretimizdir, dayanağımız sensin.Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur
ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver;
üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver;
saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver;
kemiklerime bir nur koy!
Allahım
nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver,
(söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver! İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan
Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış
olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdîs sadece kendine layık olan Zât
münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi
Zât münezzehtir. Celâl ve ikrâm sâhibi Zât münezzehtir."[179]
İzahı
Al-Latif
The Subtle One. He
who knows the minutest subtleties of all things.
¢Ñî©À £ÜÛa Latif: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latîf" mânasına
geldiği de söylenmiştir.
Lütuf ve ihsan edicidir.
Lütuf ve ihsan edici demektir. Fiil sıfatıdır. Yahut
gizli şeyleri bilir demektir. Bu takdirde İlim sıfatına raci olur.
“İncelik gösteren, sezilmez yollardan nimetler
veren, en ince işlerin içini bilen” manalarına gelen ¢Ñî©À £ÜÛa “el-Latif” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de 7 defa geçmektedir.
;¢î©j ¤Ûa ¢Ñî©À £ÜÛa
ì¢ç ë 6 Õ Ü ¤å ß ¢á Ü¤È í ü a
“O hiç
yarattığını bilmez mi? O Latif’dir, her şeyden haberdardır.”[180]
Yusuf aleyhisselamın kuyuya
atılma, pazarda satılma, hapise tıkılma ve Mısır’a sultan olmaya kadar giden
yolu çizen, bilen ve hükmedenin Latif olan Allah olduğunu haber verir.[181] Gökyüzünden su indirip yeryüzünü yeşertenin Ñî©À £ÜÛael-Latif olan Allah olduğunu haber verir Rabbimiz.[182] Gökyüzünde, yeryüzünde veya bir kayanın içinde hardal
tanesi ağırlığında bir şey olsa onu dahi bilir ve huzuruna getirir. O Latif
olan Allah (c.c.)'dır.[183]
Elimize alıp da
inceleyemediğimiz aklımızı, ruhumuzu yaratan Latif yine görünmeyen gönlümüze,
görünmeyen sevgimizi veren Latif’dir.
Beynimiz en gelişmiş
bilgisayardan daha mükemmel çalışır. İnsan beyni ise Hz. Adem’de de aynı idi.
İşte o Ñî©À £ÜÛa Latif'e iman edenler incelik gösterirler. Nazik davranırlar,
yaptıkları iyilikleri onur kırmadan, gönül incitmeden, hissettirmeden yaparlar.
Allah,
akılların almadığı, düşüncelerin tasavvur edemediği nice lütuf ve keremi
vardır. Kul, velayet ve riyaset gibi nice dünyevi arzuya veya kendisine hoş
gelen daha başka şeylere gözünü diker de Allah bunları ona, dinine zarar
vereceği için rahmetinden dolayı nasip etmez.
Kul da
cehaletinden veya Rabbini tanımadığından dolayı bundan üzüntü duyar. Halbuki o,
bilmediği nice şeylerin kendisi için hazırladığını ve bu konuda onun hayrının
ve iyiliğinin murat edildiğini bilmiş olsaydı Allah’a hamd eder ve bundan
dolayı Ona şükrederdi.
Şüphesiz
ki Allah kullarına karşı pek şefkatli ve merhametli, dostlarına karşı çok lütufkardır.
Yüce
Allah cümlemizi lütfu kereminden mahrum etmesin.
el-HABİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَالْوَالِدَاتُ
يُرْضِعْنَ
اَوْلَادَهُنَّ
حَوْلَيْنِ
كَامِلَيْنِ
لِمَنْ اَرَادَ
اَنْ يُتِمَّ
الرَّضَاعَةَ
وَعَلَى الْمَوْلُودِ
لَهُ
رِزْقُهُنَّ
وَكِسْوَتُهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ
لَا
تُكَلَّفُ
نَفْسٌ
اِلَّا
وُسْعَهَا
لَا تُضَارَّ
وَالِدَةٌ
بِوَلَدِهَا
وَلَا
مَوْلُودٌ
لَهُ
بِوَلَدِه
وَعَلَى الْوَارِثِ
مِثْلُ ذلِكَ
فَاِنْ
اَرَادَا فِصَالًا
عَنْ تَرَاضٍ
مِنْهُمَا
وَتَشَاوُرٍ
فَلَا
جُنَاحَ
عَلَيْهِمَا
وَاِنْ اَرَدْتُمْ
اَنْ
تَسْتَرْضِعُوا
اَوْلَادَكُمْ
فَلَا
جُنَاحَ
عَلَيْكُمْ
اِذَا سَلَّمْتُمْ
مَا
اتَيْتُمْ
بِالْمَعْرُوفِ
وَاتَّقُوا
اللّهَ وَاعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصيرٌ
“Sizden
ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on
gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında
yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı
bilir.”[184]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما. أنَّ
رسولَ اللّه
قالَ:
مَفَاتِيحُ
الْغَيْب
خَمْسٌ. ثُمَّ
قَرَأ: إنَّ
اللّهَ
عِنْدَهُ
عِلْمُ السَّاعَةِ
وَيُنَزِّلُ
الْغَيْثَ
إلى آخرهَا.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Gayb'ın anahtarı beştir" dedi ve şu mealdeki âyeti okudu:
"O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O
indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez.
Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah (her şeyi)
bilendir. Her şeyden haberdardır."[185]
İzahı
Al-Khabir
The
All-Aware. He who has knowledge of the inner, most secret aspects
of all things.
î©j ¤Ûa Habir:
Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
Eşyanın
batının (her şeyin iç yüzünü) bilici demektir. Haber kelimesinden türemiş bir
isimdir. İçlerden gizli olanları bilir manasınadır.
“Her şeyden haberdar olan” anlamına gelen ”î©j ¤Ûa el-Habir” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de 45 defa geçmektedir.
يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
اتَّقُوا اللّهَ
وَلْتَنْظُرْ
نَفْسٌ
مَاقَدَّمَتْ
لِغَدٍ
وَاتَّقُوا
اللّهَ اِنَّ
اللّهَ خَبيرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler, Allah’dan sakının. Herkes yarına
ne sakladığına bir baksın. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.”[186]
Yaptıklarımızı,
yapamadıklarımızı, kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı,
toprağın derinliklerinde çatlayan her taneyi ve çekirdeği, açan her çiçeği,
yağan her damlayı bilen, gören, işiten ve haberdar olan Rabbe iman ediyoruz.
Karanlık gecede, kara taşın
üzerinde, kara karıncanın hareketini gören, ayak sesini işiten, karıncanın
içinden geçenlerden haberdar olan Allah’a iman eden kullarından bir kısmı da
dünyanın neresinde dostlar var, düşmanlar var, dostların maddi manevi gücü,
düşmanların gücü nedir? Kim nerede ne yapıyor, ne üretiyor, dünyanın neresine,
ne kadar yağmur yağar, nerede hangi tür çiçek açar? Haberdar olmalıdır.
Yüce
Allah Mülk suresinin 14. ayetinin başında: ”6 Õ Ü ¤å ߢá Ü¤È íü aYarattığını bilmez olur mu?”
buyurduktan sonra, aynı ayetin sonunda “ï©j ¤Ûa ¢Ñî©À £ÜÛa ì¢ç ë O Latiftir, her şeyden haberi vardır”
buyurmaktadır. Buradaki lütuf sözcüğün
anlamı, bütün bilgileri sağlamca kavradığının bir işareti olup her güzel şeyi
lütufla kıyam edip bu yola yönelmesinden ileri gelmektedir.
İnsan
zaman ve mekanla sınırlı bir varlıktır. Başka bir kişi tarafından
aktarılmadıkça ancak kendi bulunduğu yerde, zamanda gelişen olaylardan haberdar
olabilir. Bulunduğu zaman ve mekanın dışına çıkarak olayları değerlendirmesi
asla mümkün değildir. Bu da insanın en büyük acizliklerinden biridir.
Oysa
insanı yaratan Allah, zaman ve mekanın da yaratıcısıdır; dolayısıyla bu
kavramlara bağımlı değildir. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah doğal
olarak zamanın ve mekanın kapsadığı yani kainatta gerçekleşen her olaydan da
haberdardır. Öyle ki içinde yaşadığımız Samanyolu galaksisinden milyonlarca
ışık yılı uzaklıkta bulunan bir galakside kaç yıldız bulunduğunu, hangi
gökcisminin hangi yörüngeyi takip ettiğini de bilir, içinde yaşadığımız dünyada
toprağın altında yerin üzerine çıkmaya çalışan filizlenmiş bir tohumun bilgisini
de...
Ayrıca
Allah şu ana kadar yaşamış olan, şu an yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan
tüm insanların da hayatlarının her saniyesinin bilgisine sahiptir. Kimin ne
zaman, nerede doğduğu ve öldüğü, yaşamı süresince neler yaptığı, hangi amaçlar
uğruna çaba harcadığı, hatta ne zaman güldüğü, ne zaman ağladığı gibi tüm
detaylar O'nun bilgisi dahilindedir. Çünkü O tümünün Yaratıcısıdır.
Üstelik
bu insanların her an yaptıkları işlerin yanında, kalplerinden geçirdikleri tüm
bilgiler de Allah'tan gizli kalmaz. Allah insanların içlerinden geçirdikleri,
niyet edip uygulamadıkları, gizlice tasarladıkları her şeyden haberdardır.
“æì¢Ü à¤È m b à¡2 ¥î©j
騣ÜÛa £æ¡a Şüphesiz ki, Allah her şeyden haberdardır.”[187]
Allah’ın ilminin kapsamına ve en ince deliller
sayılmayacak kadar çoktur. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey O’ndan
gizli kalmaz. Zerreden daha küçük ve daha büyük olanı da gizli kalmaz. O,
gaflete düşmez ve unutmaz. Bütün genişliğine ve çeşitliliğine rağmen insanların
bilgisi Allah’ın bilgisine nispetle bir hiç mesabesindedir. Allah’ın kudretine
nibetle kulların kudreti de böyledir.
Bunlar hiçbir şekilde birbirine kıyas bile edilemez.
İnsanlara bilmedikleri şeyleri öğreten de O’dur. Güçlerinin yetmediği şeylerden
onları güç sahibi kılan da O’dur. Nitekim O’nun ilmi hem bütün cismani alemi,
hem ruhani alemi, hem de onlardaki yaratıkların zatlarını, sıfatlarını,
fiillerini ve bütün işlerini kuşatmıştır. O, olan şeyleri de, sonsuz gelecekte
vuku bulacak şeyleri de bilir.
Sonuç
olarak Allah ilmi gizli olan şeyleri de açık olan şeyleri de zorunlu olan
şeyleri de imkansız ve mümkün olan şeyleri de, ruhani alemi de cismani alemi
de, geçmiş zamanı da şimdiki ve gelecek zamanı da kuşatır. Hiçbir şey O’na
gizli kalmaz.
Yüce
Allah cümlemize haberdar olduğu güzel ameller nasip etsin.
el-HALİM
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim
de şöyle buyuruyor:
لَايُؤاخِذُكُمُ
اللّهُ
بِاللَّغْوِ
فى اَيْمَانِكُمْ
وَلكِنْ
يُؤَاخِذُكُمْ
بِمَا
كَسَبَتْ
قُلُوبُكُمْ
وَاللّهُ
غَفُورٌ
حَليمٌ
“Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz.
Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah
gafûrdur, halîmdir.”[188]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
عكرمة قال:
إنَّ نَفَراً
مِنْ أهْلِ
الْعِرَاقِ
قَالُوا بنِ
عَبّاسٍ
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُما:
كَيْفَ تَرَى
في هذِهِ ايةِ
الَّتِى
أمرْنَا
بِهَا وََ
يَعْمَلُ
بِهَا أحَدٌ؛
قَولِ اللّهِ
عزَّ وَجَلَّ:
يَا أيُّها
الَّذِينَ
آمَنُوا
لِيَسْتَأذِنْكُمُ
الَّذِىنَ
مَلكَتْ
أيْمَانُكُمْ
اية. فقَالَ
ابن عباس
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُما:
إنَّ اللّهَ
حَلِيمٌ رَحِيمٌ
بِالْمُؤمِنِينَ
يُحِبُّ
السِّتْرَ، وَكَانَ
النَّاسُ
لَيْسَ
لِبُيُوتِهِمْ
سُتُورٌ وََ
حِجَابٌ
فَرُبَّمَا
دَخَلَ الخَادِمُ
أوِ
الْوَلَدُ
أوِ
الْيَتِيمَةُ
وَالرَّجُلُ
عَلَى
أهْلِهِ؛
فأمَرَهُمُ اللّهُ
تعالى
بِاِسْتِئْذَانِ
في تِلْكَ الْعَوْرَاتِ
فَجَاءَهُمُ
اللّهُ
بِالسُّتُورِ
وَبِالْخَيْرِ
فَلَمْ أَرَ
أَحَداً يَعْمَلُ
ذلِكَ بَعْدُ.
İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak
ahalisinden bir grub İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dediler ki:
- Şu âyet
hakkında ne dersiniz? "Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve
câriyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle
sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç
defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu
vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de, onlara da bir
sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böyle açıklar. Allah bilendir.
Hakim'dir."[189]
Cenâb-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz,
dediler. İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ): "Allah mü'minlere karşı halîm ve rahimdir. Onları örtmeyi sever.
İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan
hizmetçisi veya evlâdı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi.
Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti.
Böylece Allahu Teâla onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hâlâ bu emirle
amel eden tek kişi görmedim."[190]
İzahı
Al-Halim
The Forbearing. He who is Most Clement.
áî©Ü yHalim: Azaba layık olanların
azabını tehir edicidir.
Ceza vermede ve intikam almada acele etmeyici demektir.
Aceleden tenzih sıfatıdır.
"Yarattıklarına yumuşak davranan" anlamına gelen áî©Ü yel-Halim" ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak
on bir defa geçmekte.
İbrahim, İsmail ve Şuayb
aleyhisselamlar içinde el-Halim-yumuşak başlı kelimesi kullanılmış.[191]
وَاعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
يَعْلَمُ مَا
فى اَنْفُسِكُمْ
فَاحْذَرُوهُ
وَاعْلَمُوا اَنَّ
اللّهَ
غَفُورٌ
حَليمٌ
"Allah’ın kalplerinizde olanı bildiğini bilin
ve ondan sakının. İyi bilinki şüphesiz Allah bağışlayandır, Halimdir-yumuşak
davranandır."[192]
Allah (c.c.) kendisinin
yarattığı insanların Allah’ın şeriatına değil de kendileri gibi insanların
kurallarına uyarak onları ilahlaştırdıkları halde onları hemen
cezalandırmayandır.[193]
Yediği yemeğin suyunu
mazlumların gözyaşından, sosunu mağdurların kanından temin eden zalimlerin
yaptığından Allah’ın haberi vardır.
وَلَا
تَحْسَبَنَّ
اللّهَ
غَافِلًا
عَمَّا
يَعْمَلُ
الظَّالِمُونَ
اِنَّمَا
يُؤَخِّرُهُمْ
لِيَوْمٍ
تَشْخَصُ
فيهِ الْاَبْصَارُ
“Zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil zannetme.
Ancak onları(n azabını) gözlerin belerip kalacağı bir güne erteliyor."[194]
Eşcinsellerin cezasının tehir edilmesi ve zaman tanınması
için Rabbine yalvaran İbrahim aleyhisselam Rabbimizin kelamıyla:
¥kî©ä¢ß ¥êa £ë a ¥áî©Ü z Û
áî©ç¨¤2¡a £æ¡a
“O
Halim- yumuşak huylu, yanık yüreklidir"[195] diye
övülmekte.
Bizler Halim Rabbimize iman
edenler olarak yumuşak huylu tatlı dilli, güler yüzlü, bal gibi sözlü olacağız.
Güçlü iken böyle olacağız.
Su, yumuşacık ama kayaları
deliyor. Kuru ağaçların tepesine çıkıp çiçeğe dönüşüyor. Evlerimizi
aydınlatıyor. Binlerce ton ağırlığı kaldıran güce dönüşüyor.
İbrahim’in Halim-yumuşaklığı
Nemrut’un saltanatına son veriyor. Ancak:
§ò £2¬a
¤å¡ß b 硤è Ãó¨Ü Ç Ú m b ß
aì¢j × b à¡2 b £äÛa ¢é¨£ÜÛa ¢¡a¨ªì¢í
¤ì Û ë
"Eğer
Allah insanları yaptıkları yüzünden azapla yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı."[196]
"Allah
kahretsin"
dediklerimizi Allah yok etseydi, tek başımıza kalırdık. "Ya
Halim" diyelim.
Yüce Allah cezayı hak edenin,
ceza ile temizliği üzerinden kaldırmış olsa o şeyi kendi yerinden başka bir
yere koymuş olurdu. İşte bu bir zulümdür. Ama yüce Allah kullarına karşı zalim
değildir. Yüce Allah’ın gerek cezası gerek affı her ikisi de hilmdir. Yani bu
yüce adın vakar ve sükunetinden neşet eder. Zira hilm yani vakar ve yumuşaklık
hakikat yönünden ona uygun ve doğrudur.
Yüce Allah cümlemize hilmiyle
muamele ettiği kullarından eylesin.
el-AZİM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
اَللّهُ
لَا اِلهَ
اِلَّا هُوَ
اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ
لَا
تَاْخُذُهُ
سِنَةٌ وَلَا
نَوْمٌ لَهُ
مَا فِى
السَّموَاتِ
وَمَا فِى الْاَرْضِ
مَنْ ذَا
الَّذى
يَشْفَعُ
عِنْدَهُ
اِلَّا
بِاِذْنِه
يَعْلَمُ مَا
بَيْنَ اَيْديهِمْ
وَمَا خَلْفَهُمْ
وَلَا
يُحيطُونَ
بِشَىْءٍ
مِنْ عِلْمِه
اِلَّا بِمَا
شَاءَ وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَا يَؤُدُهُ
حِفْظُهُمَا
وَهُوَ
الْعَلِىُّ
الْعَظيمُ
“Allah...
O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında
şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar
ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi
kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri
kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek
büyüktür.”[197]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
ابن مسعود
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
قال رسولُ
اللّهِ : إذَا
رَكَعَ
أحَدُكُمْ
فَلْيَقُلْ
ثََثَ
مَرَّاتٍ:
سُبْحَانَ
رَبِّىَ الْعَظِيمِ،
وَذلِكَ
أدْنَاهُ،
وَإذَا
سَجَدَ فَلْيَقُلْ:
سُبْحَانَ
رَبِّىَ
ا‘عْلَى
ثَثاً، وَذلِكَ
أدْنَاهُ.
İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden biri rükü edince üç kere "Sübhâne
rabbiyel azim (Büyük Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu,
en az miktardir. Secde yapınca da üç kere "Sübhane Rabbiye'l a'lâ (Ulu
Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu da en az
miktardır."[198]
İzahı
Al-'Azim
The
Magnificent. He who is Most Splendid.
áî©Ä ȤÛaAzim: Büyüklüğünü kendisi
bilir. Tenzih sıfatıdır
Azamet derecelerinin nihayetine yükselmiş demektir.
Öyle ki, akıl tasavvurdan aciz, basiret künhünü idrakten yoksun olur.
"Çok büyük" anlamına
gelen ¢áî©Ä ȤÛa"el-Azim" ismi celili
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak altı defa geçmekte. Bir defa Kur’an-ı
azim olarak[199]
geçmekte. Yüz defa da büyük başarı, büyük mükafat, büyük ahlak, büyük haber,
büyük gün, büyük günah gibi Allah’ın yarattıklarının sıfatı olarak geçmekte.
Yeryüzünün, dağların, denizlerin büyüklüğünü
düşünün. Güneşin ve yıldızların büyüklüğünü ve aralarındaki uzaklığı anlatacak
rakam bulunamadığından ışık yılıyla anlatılmaya çalışıldığını düşünün ve
evrenin büyüklüğünü hayal edin.
Hadisi şeriflerde bildirildiğine göre yedi kat
gökyüzü, bütün yıldızlarla beraber, yedi kat yeryüzü "Kürsi" nin
yanına atılsa, çöle atılan demirden bir yüzük gibi kalır. "Kürsi" de "Arşı a’la" nın
içine atılsa o da çöle atılan bir demir yüzük gibi kalır. [200]
اَللّهُ
لَا اِلهَ
اِلَّا هُوَ
اَلْحَىُّ
الْقَيُّومُ
لَا
تَاْخُذُهُ
سِنَةٌ وَلَا
نَوْمٌ لَهُ
مَا فِى
السَّموَاتِ
وَمَا فِى
الْاَرْضِ
مَنْ ذَا
الَّذى
يَشْفَعُ
عِنْدَهُ
اِلَّا بِاِذْنِه
يَعْلَمُ مَا
بَيْنَ
اَيْديهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
وَلَا
يُحيطُونَ
بِشَىْءٍ مِنْ
عِلْمِه اِلَّا
بِمَا شَاءَ
وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَا
يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا
وَهُوَ
الْعَلِىُّ
الْعَظيمُ
"O’nun ilminden
yalnız Onun dilediğinden başkasını kavrayamazlar. O’nun kürsisi gökleri ve yeri
kuşatmıştır. Onların (göklerin ve yerin) korunması O’na ağır gelmez. O yücedir,
çok büyüktür."[201]
"Çok büyük" olan Allah’a iman edenler, büyük
alim, büyük mimar, büyük sanatçı, büyük komutan, büyük işveren, büyük işçi
yetiştirmeye çalışırlar ve kul yanında küçülmezler.
Allah'ın
büyüklüğü ve azameti kuskusuz bir insanin kavrama sinirinin çok üstündedir.
Fakat insan yine de kendi aklının sınırları dahilinde Allah'ın ne kadar güçlü
ve kudretli olduğunu biraz olsun görebilir, anlayabilir. Zira tüm kainat
Allah'ın büyüklüğünü gösteren sayısız örnekle doludur. İnsanın yalnızca içinde
yaşadığı dünyayı biraz incelemesi dahi, her şeyi yaratan Allah'ın azametini
hissettirecektir.
Tonlarca
ağırlıkta bulutları taşıyan gökyüzü, binlerce metre yükseğe uzanan dağlar,
içlerinde milyonlarca çeşit canlının bulunduğu denizler, çakan simsek ve onun
ardından gelen gök gürültüsü ve O'na boyun eğmiş milyarlarca canlı... Bunlar ve burada sayılamayan sayısız detay
O'nun büyüklüğünün açık delilleridir.
Bir de
dünyanın biraz dışına çıkıp düşünelim. Söyle bir örnek, kainatı yaratan sonsuz
azameti sahibini biraz daha derin kavramamıza yardımcı olacaktır:
Evren
adını verdiğimiz sınırsız bir mekan içinde yaşıyoruz. Bugün bilim adamlarının
ulaşabildikleri bilgi seviyesine göre bu evren, içinde milyarlarca galaksiyi
barındırıyor. Peki bu galaksilerin içinde neler var? Yine bilimin bize
bildirdiği, her galaksi içinde milyarlarca yıldız bulunduğu. Biz de içinde
milyarlarca yıldız içeren milyarlarca galaksiden birinin içinde, Dünya ismi
verilen ve saatte 1670 km. hızla hiç durmadan dönen bir gezegen üzerinde
yaşıyoruz. Ve kuşkusuz bu rakamlarla düşünüldüğünde, kainat içindeki
varlığımız, bir toz zerreciğinin dünya içindeki varlığı ile dahi
kıyaslanamayacak derecede küçüktür.
İşte
insan, bir iki dakika düşündüğünde dahi kendisini hayrete düşüren bir kainata
hakim olan, azamet sahibi bir Yaratıcıya kulluk etmeye davet edildiğini fark
edebilir. Tüm kainatı yaratan, milyarlarca yıldızı barındıran, milyarlarca
galaksinin tümünü kontrolü altında tutan büyük bir gücün sahibine...
Yüce Allah
cümlemize kendisini hakkıyla takdir etmeyi nasip etsin.
el-ĞAFUR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
اِنَّمَا
حَرَّمَ
عَلَيْكُمُ
الْمَيْتَةَ
وَالدَّمَ
وَلَحْمَ
الْخِنْزيرِ وَمَا
اُهِلَّ بِه
لِغَيْرِ
اللّهِ
فَمَنِ اضْطُرَّ
غَيْرَ بَاغٍ
وَلَا عَادٍ
فَلَا اِثْمَ
عَلَيْهِ
اِنَّ اللّهَ
غَفُورٌ رَحيمٌ
“Allah size
ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram
kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan
ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça
bağışlayan çokça esirgeyendir.”[202]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
ابن عمرو بن
العاص رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: قالَ
أبُو بَكْرٍ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
لرسول اللّهِ
: عَلِّمْنِى
دُعَاءً أدْعُو
بِهِ في
صََتِى، قالَ:
قُلِ
اللَّهُمَّ إنِّى
ظَلَمْتُ
نَفْسِى
ظُلْماً
كَثيراً، وََ
يَغفِرُ
الذُّنُوبَ
إَّ أنْتَ
فَاغْفِرْ
لِى
مَغْفِرَةً
مَنْ
عِنْدَكَ
وَارْحَمْنِى
إنَّكَ أنْتَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ.
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)
gelerek:"Bana namazda okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ona şu duayı okumasını söyledi:"Allahümme innî
zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfiru'zzünûbe illâ ente fa'ğfir lî
mağfireten min indike verhamnî inneke ente'lğafûru'rrahîm. (Allahım ben nefsime
çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir
mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin."[203]
İzahı
Al-Ghafur
The
Forgiver and Hider of Faults.
ì¢1 Ë Ğafur: Günahkarlardan
istediğini affedicidir.
Mübalağa ile günahları mağfiret edici demektir.
Ğaffar ile bunun farkı şöyledir:
1 ËÛael-Ğaffar, tedricen çok mağfiret
edici demektir. ì¢1 Ë Ğafur ise, bir defada bütün
günahları affedici demektir.
"Günahları örten, çok bağışlayan" anlamına gelen ì¢1 Ë
el-Ğafur ismi Kur’an-ı Kerim’de 91 defa geçmekte ve bu da bize
Rabbimizin affediciliğinin hep öne çıkarılması gerektiğini ve bizim de Allah’ın
kullarının kusurlarını kapatmamız gerektiğini ifade etmekte.
1 ËÛa el-Ğaffar ismi cemilini
açıklarken ifade ettiğimiz gibi Rabbimiz vücudumuzun içini kan, kemik, et,
sinirle donatmış, ama dışımıza incecik bir cilt perdesi çekerek güzelleştirmiş.
İçimizden geçen kötü
düşünceleri kapatacak bir perde vermiş. İşte el-Ğafur’a iman eden bizlerde ayıpları, kusurları, günahları teşhir
etmeyeceğiz.
Allah
(cc):
قُلْ يَا
عِبَادِىَ
الَّذينَ
اَسْرَفُوا عَلى
اَنْفُسِهِمْ
لَاتَقْنَطُوا
مِنْ رَحْمَةِ
اللّهِ اِنَّ
اللّهَ
يَغْفِرُ
الذُّنُوبَ
جَميعًا
اِنَّهُ هُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحيمُ
“Deki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları
bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametlidir.”[204]
Allah, mağfiretine ulaştırıcı bir
takım sebeplerin kapılarını kullarına açmıştır. Bunlar, tövbe, isriğfar, iman,
ameli-salih, Allah’ın kullarına iyilik yapmak, onları affetmek, Allah’a hüsnü
zanda bulunmak ve Onun mağfiretine yaklaştırıcı daha başka şeylerdir.
Yüce Allah, cümlemizi mağfiretine
mazhar olan kullarından eylesin.
eş-ŞEKUR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
¥ì¢Ø ( ¥ì¢1 Ë
¢é £ã¡a ©6é¡Ü¤ Ï ¤å¡ß ¤á¢ç í© í ë
¤á¢ç ì¢u¢a ¤á¢è î¡£Ï ì¢î¡Û
“Çünkü Allah,
onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz
O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir.”[205]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
عبداللّهِ بن
غنام البياضى
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
قالَ رسولُ
اللّهِ : مَنْ
قالَ حِينَ
يُصْبِحُ:
اللَّهُمَّ
مَا أصْبَحَ بِى
مِنْ
نِعْمَةٍ أوْ
بِأحَدٍ مِنْ
خَلْقِكَ
فَمِنْكَ
وَحْدَكَ َ
شَرِيكَ
لَكَ، لََكَ الْحَمْدُ،
وَلَكَ
الشُّكْرُ
فَقَدْ أدَّى
شُكْرَ
يَوْمِهِ،
وَمَنْ قَالَ
مِثْلَ ذلِكَ
حِينَ
يُمْسِى
فَقَدْ أدَّى
شُكْرَ لَيْلَتِهِ.
Abdullah İbnu Gannâm el-Beyâzî (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim sabaha erdiği zaman: "Allahım, benimle veya mahlukatından
herhangi biriyle hangi nimet sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın
yoktur, hamdler sanadır, şükür sanadır" derse, o günkü şükür borcunu
ödemiştir. Kim de aynı şeyler akşama erince söylerse o da o geceki şükür
borcunu eda eder."[206]
İzahı:
Ash-Shakur
The
Rewarder of thankfulnes. He who gratefully rewards good deeds.
ì¢Ø 'ÛaŞekur: Kullarını, Sâlih fiilleri
sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren demektir. Allah'ın kullarına şükrü,
onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul etmesidir.
Az amel
karşılığında büyük sevap vericidir.
Az bir amel karşılığında çok ecir, güzel sevaplar ve
ebedi saadet verici yahut taat ehline sena edici manasınadır.
Fiil sıfatı veya Kelam sıfatına racidir.
“Azıcık
teşekküre çok karşılık veren”
anlamına gelen “ì¢Ø 'ÛaŞekür” ismi cemili Rabbimizin ismi olarak Kur’anı kerimde 4
yerde geçer.
Bu ì¢Ø 'Ûaeş-Şekür ismi Rabbine kul olan, onun verdiği nimetlere kalple,
elle, dille, bedenle teşekkür eden insanlar için de kullanılmış.
Kalbimizde ilah olarak
Allah’tan başkasına yer vermemek suretiyle Rabbimize teşekkür edeceğiz.
Dilimizden çıkan kelimelerin
çoğunluğu Allah’ı, kitabını, Rasulünü, emir ve yasaklarını anlatmak da
kullanılırsa dilimizle teşekkür etmiş oluruz.
Kur’an okuyan, namaz kılan,
gizlide açık da yardım eden,[207] iyilik yapan[208] yardım olsun diye borç para veren[209] insanların bu
yaptıklarının hepsinin Allah’a teşekkür olduğunu ve Allah’ın da bu teşekkürlere
kat kat karşılık vereceğini ifade eder.
Hata bizden, ata (bağış) ondan.
Şükür bizden şekürlük ondan.
“Üç tonluk bir ağaç üç ton oluncaya kadar
topraktan 57 gram almış.”
Çölde bir damla su görmeyen çöl
çiçeklerini taçlandıran Rabbimiz, bizim azıcık ibadetlerimizi çok sevapla
karşılayacağını va’dediyor.
Teşekkür büyük bir nezakettir,
ama teşekkürlere daha iyi ve güzel bir şekilde karşılık vermek daha büyük bir
inceliktir.
Yüce Allah cümlemize kendisine
hakkıyla şükretmeyi nasip etsin.
el-ALİYY
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَمَا
كَانَ
لِبَشَرٍ
اَنْ
يُكَلِّمَهُ
اللّهُ اِلَّا
وَحْيًا اَوْ
مِنْ وَرَائِ
حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ
رَسُولًا
فَيُوحِىَ
بِاِذْنِه مَا
يَشَاءُ
اِنَّهُ
عَلِىٌّ
حَكيمٌ
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde
arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O
yücedir, hakîmdir.”[210]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
إنَّ نَبِىَّ
اللّهِ
قالَ: إذَا
قَضَى اللّهُ
تعالى ا‘مْرَ
في
السَّمَاءِ
ضَرَبتِ المََئِكَةُ
عَلَيْهِمُ
السََّمُ
بِأجْنِحَتِهَا
خُضْعَاناً
لقولِهِ
كأنَّهُ
سِلْسِلَةٌ
عَلَى
صَفْوَانٍ
فإذا فُزِّعَ
عَنْ قُلُوبِهِمْ
قَالُوا
مَاذَا قَالَ
رَبُّكُمْ؟ قَالُوا
لِلَّذِى
قَالَ
الْحَقَّ
وَهُوَ الْعَلِىُّ
الْكَبِيرُ
فَيَسْمَعُهَا
مُسْتَرِقُ
السَّمْعِ،
وَمُسْتَرِقُوا
السَّمْعِ
هكذَا
بَعْضُهُ فَوْقَ
بَعْضٍ،
وَوَصَفَ
سُفْيَانُ
بِكَفِّهِ
فَخَرَّقَهَا
وَبَدَّدَ
بَيْنَ أصَابِعِهِ
فَيَسْمَعُ
الْكَلِمَةَ
فَيُلْقِيهَا
إلى مَنْ
تَحْتَهُ
حَتَّى
يُلْقِيهَا عَلى
لِسَانِ
السَّاحِرِ
أوِ
الْكَاهِنِ فَرُبَّمَا
اَدْرَكَهُ
الشِّهَابُ
قَبْلَ اَنْ
يُلْقِىهَا،
وَرُبَّمَا
ألْقَاهَا
قَبْلَ أنْ
يُدْرِكَهُ. فَيَكْذِبُ
مَعَهَا
مِائَةَ
كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ
ألَيْسَ قَدْ
قَالَ لَنَا
يَوْمَ كَذَا
وَكَذَا
وَكذَا
وَكذَا؟
فيُصَدَّقُ
بِتِلْكَ
الْكََلِمَةِ
الَّتِى
سُمِعَتْ مِنَ
السَّمَاءِ.
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:"Allahu Teâla Hazretleri semâda bir
işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teâla'nın sözüne ihtiramla, melâike
(aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını
birbirine vururlar. Rabb Teâla'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket
eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve
Mikail gibi mukarreb meleklere):
"- Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da:
"- Allah Teâlâ hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur"
derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak
hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar)
birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış
bulunur.
- Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste)
dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelamı işitir ve alttakine verir, o da
kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar
ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır.
Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur.
(Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz
kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlâhî yeryüzünde
tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan
falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semada (kulak
hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."[211]
İzahı
Al-'Ali
The
Highest.
ó¡Ü Ç Aliyy: Büyüklüğünü anlamaktan
bütün halk acizdir.
Fail vezninde yücelikten alınmıştır. Yücelik
mertebesinin nihayetine ulaşmış olan demektir. Bütün yükseklik O’ndan aşağıdır.
“Yücelerden
yüce” anlamına gelen ó¡Ü Ç Aliyy'ü ismi celili Kur’an-ı Kerim’de 8 defa geçmekte;
ذلِكَ
بِاَنَّ
اللّهَ هُوَ
الْحَقُّ
وَاَنَّ مَا
يَدْعُونَ
مِنْ دُونِهِ
الْبَاطِلُ
وَاَنَّ
اللّهَ هُوَ
الْعَلِىُّ
الْكَبيرُ
“O’nun (Allah’ın) dışında çağırdıklarının hepsi
batıldır. Şüphesiz O yücedir, büyüktür.”[212]
Zatıyla, sıfatıyla her şeyden yücedir. Çünkü bizim “yüce” dediğimiz şeyleri O yaratmıştır. Yüceler yücesine iman
edenler de yücelirler. Yüce Rabbimiz, Firavunun orduları karşısında ürperen
Musa (a.s)’ya:
ó¨Ü¤Ç üa o¤ã a Ù £ã¡a
¤Ñ m ü b ä¤Ü¢Ó
“Korkma
en yüce sensin” buyurmuştu."[213]
Muhammed ümmetine de:
åî©ä¡ß¤ªì¢ß
¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a æ¤ì Ü¤Ç üa ¢á¢n¤ã a ë
aì¢ã ¤z mü ë aì¢ä¡è mü ë
“Gevşemeyin, üzülmeyin eğer iman ediyorsanız en
yüce olan sizsiniz”[214]
buyurmuş.
Sevgili Peygamberimiz Mekke’yi
fethetmek için kuşattığında Ebu Süfyan, görüşme yapmak için Efendimizin yanına
gireceğinde yanına Efendimizin çok sevdiği Aiz b. Amr’ı da alır.
Sahabelerden biri: “Ya
Rasulellah, Ebu Süfyanla, Aiz b. Amr geldiler” der.
Efendimiz: “Aiz
b. Amr’
Konuşurken bile kafirin adını
Müslüman’ın adının önüne almayın. Yazarken, sıralarken Müslüman’ın adının önüne
kafirin adını yazmayın. Hz. İbrahim (a.s) ve Nemrut, Hz. Musa (a.s) ve Firavun,
Hz. Muhammed (a.s) ve Ebu Cehil diye yazılır. “Filan
kafir konuşmasında, yazısında benden bahsetmiş” diye sevinenler imanlarını yeniden kontrol etsinler.
Allah’ı inkar eden birinin beni övmesi benim için eksikliktir.
Nüfus kütüğünden başka hiçbir
yerde adı yazılı olmayan, kimsenin tanımadığı, ama Allah’ın sevdiği bir garip
kulun gönlünde yer edinmek saraylara sahip olmaktan daha değerlidir. “Ben
sizin en yüce Rabbinizim” diyen
Firavunlaşmış insanlara Hz.Musa aleyhisselam gibi elinde asa, dilinde en
yumuşak kelimelerle yüceler yücesinin kim olduğu tanıtılacak.
Allah Kuran'da kendisini bizlere tanıtmıştır: Tüm
alemleri yaratan, kainatın tek hakimi olan Allah uludur. Göklerin, yerin ve bu
ikisi arasında bulunanların yegane sahibi O'dur. O'ndan başka ilah yoktur,
Allah insanların şirk koştuklarından çok yücedir. Tüm mülk O'na aittir; O, her
şeye güç yetirendir. O, yüce makamların da sahibidir. O, ne bir es edinmiştir,
ne de bir çocuk, O alemlerden müstağnidir.
Kuşkusuz 'en güzel isimler' Allah'a ait olduğu için
O'nu eksiksiz olarak tarif etmek bir insan için mümkün değildir. O'nu ancak
kendisinin bize bildirdiği ile tanıyabilir, yüceliğini ancak Kuran ayetleriyle
takdir edebiliriz.
Yüce
Allah cümlemize acizliğimizi fark etmeyi nasip eylesin.
el-KEBİR
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim
de şöyle buyuruyor:
¡4b È n¢à¤Ûa ¢î©j ؤÛa
¡ñ
b è £'Ûa ë ¡k¤î ̤Ûa ¢á¡Ûb Ç
“Gizli ve açık olanı bilen, çok büyük (kebir) yüce
Allah’tır.”[216]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
بَيْنَمَا
نَحْنُ
نُصَلِّى
مَعَ رسُولِ
اللّهِ
إذ قالَ
رَجُلٌ مِن القَوْمِ
: اللّهُ
اَكْبَرُ
كَبِيراً،
وَالْحَمْدُللّهِ
كَثِيراً،
وَسُبْحَانَ
اللّهِ
بُكْرَةً
وَأصِيً،
فقَالَ : مَنِ
الْقَائِلُ
كَلِمَةَ
كَذَا و
َكَذَا؟ قالَ
الرَّجُلُ:
أنَا
يَارسُولَ
اللّهِ،
فقالَ:
عَجِبْتُ لَهَا
فُتِحَتْ لَهَا
أبْوَابُ
السَّمَاءِ.
قَالَ ابْنُ
عُمَرَ: فَمَا
تَرَكْتُهُنَّ
مُنْذُ
سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللّهِ
يَقُولُ
ذلِكَ. أخرجه
مسلم
والترمذى
والنسائى.وزاد
النسائى في رواية:
لقَدْ
رَأيْتُ
ابْتَدَرَهَا
اثْنَا عَشَرَ
مَلَكاً .
İbnu Ömer (radyallahu
anhumâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
namaz kılarken, cemaatten biri aniden:"Allahu ekber kebîrâ, velhamdü
lillâhi kesîrâ, subhânallâhi bükraten ve asîlâ (Allah, büyükte büyüktür,
Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah'adır!" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:"Bu sözleri kim
söyledi?" diye sordu. Söyleyen adam:"Ben, ey Allah'ın Rusûlü"
dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesellâm) efendimiz:""O sözler hoşuma
gitti. Sema kapıları onlara açıldı" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) der ki: "Söylediği günden beri o zikri okumayı hiç
terketmedim."[217]
İzahı
Al-Kabir
The
Greatest. Who is supremely Great.
î©j ؤÛaKebir: Pek büyük.
Celâl (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını
taşıyan kimsedir.
Çok büyük evveli ve sonu olmayan vacibul vücut.
Küçüğün
zıttıdır. Yani kadimdir, varlığı vaciptir, ezeli ve ebedi kemaller ile
mevsuftur. Bütün oluşlar, Onun yanında zelil ve hakirdir.
“Her
şeyden büyük” anlamına gelen î©j ؤÛa Kebir ismi celili
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak 7 defa geçmekte. î©j ؤÛaKebir,
Mütekebbir, Kibriya, Ekber isimleriyle de bize tanıtılan Rabbimizin ilmiyle,
kudretiyle, sanatıyla, nimetiyle yaratılmışların hepsinden büyük olduğu çokça
vurgulanıyor. İlk nazil olan surelerden Müddesir 3 de
وَرَبَّكَ
فَكَبِّرْ “Yalnız Rabbini büyükle”[218] ayeti
nazil olur.
Kendini büyük gören şahlar,
padişahlar, krallar, cumhurbaşkanları yok olup gittiler.
Yetim olarak büyüyen, çöl
ortasında yokluk içinde Rabbinden başka yardımcısı olmayan Allah Rasulü yalnız
Rabbini büyükledi. ” j¤× a
éÜ¨Û a Allahü Ekber” “En büyük Allah’tır” dedi ve kendini büyük sananlar onun karşısında küçülüp
yok oldular.
“En
büyük Allah’tır”
diyenler kibirlenmezler. Allah’ın yarattığı, gözümüzde en küçük şeyde Rabbin
büyüklüğünü görürler. Saçımızın bir telini kopardığımızda onu büyüteçle
incelediğimizde zülfün bir telinin binlerce telden meydana geldiğini görürüz.
Rabbin mülkünde, yeryüzü
galerisinde her gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız ve tattığımız
şeylerde Rabbin büyüklüğünü anlarız
Burada
kebir, çok büyük, azametli manasına
gelmektedir. Kendisine mahsus olan kibriyalık Kebir adından müştaktır.
Çünkü her azamet Azime nispet edilir ki Allah bu adı hak etmiştir.
Yüce
Allah cümlemize şanına yakışır şekilde kulluk yapmayı nasip etsin.
el-HAFIZ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَمَا
كَانَ لَهُ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ
اِلَّا
لِنَعْلَمَ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِالْاخِرَةِ
مِمَّنْ هُوَ
مِنْهَا فى
شَكٍّ
وَرَبُّكَ
عَلى كُلِّ
شَىْءٍ حَفيظٌ
“Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu
yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona
bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.”[219]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
دَخَلْتُ
عَلى
حَفْصَةَ
وَنَوْسَاتُهَا
تَنْطُفُ
فَقَالَتْ:
عَلِمْتُ أنّ
أبَاكَ غَيْرُ
مُسْتَخْلِفٍ؟
قُلْتُ: مَا
كَانَ لِيَفْعَلَ،
قَالَتْ:
إنَّهُ
فَاعِلٌ.
قالَ: فَحَلَفْتُ
أنْ
أُكَلِّمَهُ
في ذلِكَ،
فَسََكَتُّ
حَتَّى
غَدَوْتُ،
وَلَمْ
أُكَلِّمْهُ،
فَكُنْتُ
كَأنَّمَا
أحْمِلُ
بِيَمِينِى
جَبًَ حَتَّى
رَجَعْتُ،
فَدَخَلْتُ
عَلَيْهِ
فَسَألَنِى
عَنْ حَالِ
النَّاسِ،
وَأنَا أُخْبِرُهُ،
ثُمَّ قُلْتُ
لَهُ: إنِّى
سَمِعْتُ
النَّاسَ يَقُولُونَ
مَقَالَةً،
فآلَيْتُ أنْ
أقُولَها
لَكَ.
زَعَمُوا
أنَّكَ
غَيْرُ
مُسْتَخْلِفٍ،
وَإنَّهُ
لَوْ كَانَ
لَكَ رَاعِى
إبِلٍ، أوْ
رَاعِى
غَنَمٍ،
ثُمَّ
جَاءَكَ وَتَركَهَا
لَرَأيتَ أنْ
قَدْ
ضَيَّعَهَا،
فَرِعَايَةُ
النَّاسِ
أشَدُّ. قَالَ
فَوَافَقَهُ
قَوْلِى فَوضَعَ
رَأسَهُ
سَاعَةً،
ثُمَّ
رَفَعَهُ إلىَّ
فقَالَ: إنَّ
اللّهَ
تَعالى
يَحْفَظُ دِينَهُ،
وَإنِّى إنْ َ
أسْتَخْلِفُ.
قَالَ: فَوَاللّهِ
مَا هُوَ إَّ
أنْ ذَكَرَ
رَسُولَ اللّهِ وَأبَا
بَكْرٍ
فَعَلمْتُ
أنَّهُ َ
يَعْدِلُ
بِرَسُولِ
اللّهِ
أحَداً،
وَأنَّهُ
غَيْرُ
مُسْتَخْلِفٍ.
İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) anlatıyor:"Hz. Hafsa (radıyallâhu anhâ)'nın yanına girdim, saçlarından su damlıyordu. Bana: "Babam,
yerine halife tayin etmiyormuş biliyor musun?" dedi. Ben: "Tayin
etmesi gerekir" dedim. "Etmiyor!"
dedi. Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim,
sustum ve sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ
taşıyor gibi sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın
durumundan sordu. Haber verdim. Sonra
kendisine: "Halkın birşeyler söylediğini işittim. Onu size söylemeye
azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar. Halbuki
sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü bırakarak size
gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz. İnsanlara nezaretin daha
(ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim ona
muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru
kaldırarak:"Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış
olsam meşrudur, çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yerine kimseyi
bırakmamıştır. Şayet bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebû Bekir
bırakmıştır" dedi.İbnu Ömer der ki: "Vallahi babam, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile Hz. Ebû Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı.
Anladım ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hiç kimseyi denk tutmayacak
ve yerine de kimseyi halife bırakmayacak."[220]
İzahı
Al-Hafiz
The Preserver. He who
guards all creatures in every detail.
Åî©1 zÛaHafız: Çok koruyan. Yapılan işleri bütün tafsilatıyla
hıfzeden, her şeyi afad ve beladan koruyan.
Mübalağa ile
koruyucu, mahlukatı bozulmaktan, kamil nizamı karışıklıktan ve gökleri düşmekten
koruyucu manasınadır.
“Koruyan ve gözeten” anlamına gelen “Åî©1 zÛaHafiz” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de altı defa geçmektedir.
¥Åî©1 y
§õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ó©£2 £æ¡a
“Şüphesiz benim Rabbim her şeyi koruyup
gözetendir”[221] ayetinde her şeyi gözetimi altında koruduğunu bildirir.
Hayvanların hepsine Rabbimizin
verdiği içgüdü ile hangi hayvanın zararlı, hangisinin zararsız olduğunu
öğretmiş. Hangi et veya ot zararlı veya zararsız bunları Rabbim onlara
öğretmiş. Arıya bal yapmayı, güle çiçek yapmayı öğretmiş. Her hayvanın
bünyesine ve karşılaşacağı tehlikelere göre savunma sistemi kuruvermiştir.
İnsanı ise akıl sistemiyle
donatmış. Hz. Nuh (a.s.)a gemi yapmayı öğretmiş,[222] Hz. Davud (a.s)’a harp sanayiini[223] öğretmiş.
Toplum ve ferdin varlığını ve
birliğini bozacak şeyleri Peygamberler vasıtasıyla öğretmiş ve bizim doğuştan
getirdiğimiz değerleri korumuştur.
Bindörtyüz yıldır Kur’an’ını
koruyan ve kıyamete kadar da koruyacağını vadeden Åî©1 zÛaHafiz'a iman eden bir mü’min Kur’an’a karşı tavır alanların
ekonomik, askeri ve siyasi gücünden endişeye kapılmaz. O kendi görevini yapıp
yapmadığına bakar ve kendisi için endişe eder.
Yüce Allah cümlemizi koruması
altına aldığı hayırlı kullarından eylesin.
el-MUKİT
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
مَنْ
يَشْفَعْ
شَفَاعَةً
حَسَنَةً
يَكُنْ لَهُ
نَصيبٌ
مِنْهَا
وَمَنْ
يَشْفَعْ
شَفَاعَةً
سَيِّئَةً
يَكُنْ لَهُ
كِفْلٌ مِنْهَا
وَكَانَ
اللّهُ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
مُقيتًا
“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir
nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur.
Allah her şeyin karşılığını vericidir.”[224]
Hz.Peygamber (a.s):
-حَدّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
الْمُصَفَّى.
ثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ حَرْبٍ
عَنْ سَعِيدِ
بْنِ سِنَانٍ
عَنْ أَبِي
الزَّاهِرِيَّةِ
عَنْ أَبِي
شَجَرَةَ كَثِيرِ
بْنِ مُرَّةَ
عَنِ اِبْنِ
عُمَرَ؛ أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَالَ: إِنَّ
اللّهَ عَزَّ
وَجَلَّ إِذَا
أرَادَ أنْ
يُهْلِكَ
عَبْدًا
نَزَعَ
مِنْهُ الْحَيَاءَ.
فَإِذَا
نَزَعَ
مِنْهُ
الْحَيَاءَ
لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
فإِذَا لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
مَقِيتاً
مُمَقَّتاً
نُزِعَتْ
مِنْهُ ا‘مَانَةُ.
فإذَا
نُزِعَتْ
مِنْهُ
ا‘مَانَةُ لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
خَائِناً
مُخَوَّناً.
فَإِذَا لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
خَائِناً
مُخَوَّناً
مُزِعَتْ
مِنْهُ
الرَّحْمَةُ.
فَإِذَا
نُزِعَتْ مِنْهُ
الرَّحْمَةُ
لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
رَجِيماً
مُلَعَّناً
فَإِذَا لَمْ
تَلْقَهُ إَّ
رَجِيماً
مُلَعَّناً
نُزِعَتْ
مِنْهُ رِبْقَةُ
لآسَْمِ.
İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Aziz ve celil olan Allah, bir insan helak etmek
istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona artık
herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış
olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen,
kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve
herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen
biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir.
Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş,
lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca
ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır."[225]
İzahı
Al-Muqit
The
Nourisher. He who gives every creature it's sustenance.
oî©Ô¢àÛaMukit: Rızkı
yaratıp yerlerine göndermeye sahip Odur.
Bilen, tayin
eden. Her yaratılmışın rızkını veren.
Rızıkları hal edici, demektir. Fiil sıfatıdır.
Kureyş dilinde ”oî©Ô¢àÛa Mukit” muktedir manasına
gelir. Şahid ve muttali (her şeyden haberi olan, vukuf ve anlayış sahibi)
manasınadır, diyeler de olmuştur. Bu takdirde zati sıfatlardan olur.
“Yarattığının
gıdasını veren”
anlamına gelen “oî©Ô¢àÛaMukit” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçer:
b¦nî©Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa
“Allah
her şeye kadir ve gıda verendir”[226]
ayetinde bizlerin ekmek
için insanlara boyun eğerek zillete düşmememiz için yalnız bizim değil,
denizdeki balıkların, havadaki kuşların, karadaki hayvanların da gıdasını
Allah’ın verdiğini haber verir ve ekmek için toprağı ekmek gerektiğine işaret
eder.
“er-Razzak” ismi şerifinin açıklamasında Zuhruf suresinin 32’nci
ayetinde rızkın taksimini Allah’ın yaptığını yazmıştık.
وَجَعَلَ
فيهَا رَوَاسِىَ
مِنْ
فَوْقِهَا
وَبَارَكَ
فيهَا وَقَدَّرَ
فيهَا
اَقْوَاتَهَا
فى
اَرْبَعَةِ اَيَّامٍ
سَوَاءً
لِلسَّائِلينَ
“Herkese uygun olarak gıdalarını Allah kainatın
yaratılışında dört günde takdir etti”[227]
ayetinde de herkese
uygunluğundan bahsedilmekte. Hamsi balığının gıdasıyla balinanın gıdası,
karınca ile filin gıdası hem azlık, hem çokluk yönünden, hem de bünyeye
uygunluk yönünden aynı olmadığı açıklanır.
=ó¨È b ß ü¡a ¡æb ¤ã¡5¡Û
¤î Û ¤æ a ë
“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır”[228] derken çalışmaya teşvik eder. Ama her çalışanın eşit
şekilde kazanmadığı görülmektedir. Biz meşru yollardan gıdamızı aramak için
çalışırız. Her halükarda Rabbimizden razıyız.
Zikrederken Rabbin rızasını
arayacağız, fikr ederken Rabbin rızasını arayacağız. Boğulmakta olan bir
karıncayı kurtarırken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Bir hastaya yardım ederken,
bir açı doyururken, bir ağaca su verirken Rabbin rızasını isteyeceğiz. Rabbin
rızası için yapacağız.
Rızkımızı kazanırken bu yolda
yorulurken ekmek peşinde koşmuyoruz. Çalışmanın, sebeplere sarılmanın ibadet
olduğunu bildiğimiz için çalışacağız, çalışırken Rabbin rızasını isteyeceğiz.
Bize uygun gıdamız bizim gölgemiz gibi bizi takip eder. Gölgenin peşinden
gidenler sonuna varamadan öldüler. Altıncı, balıkçıya “oltanda
ne çıkarsa ağırlığınca altın vereceğim” demiş. Balıkçı bir çekmiş yuvarlak bir halka çıkmış.
Teraziye koymuşlar, karşısına bir kilo, on kilo, yüz kilo altın koymuşlar,
halka ağır gelmiş.
Ele alınca elli gram gelmeyen
halka altınla tartılırken dükkanın bütün altınlarından ağır gelmiş. Hikaye bu
ya altıncıların pirine sormuşlar. O da o halkayı terazinin bir kefesine koymuş,
öbür kefesine de bir avuç toprak koymuş denge sağlanmış.
Altıncıların piri: “Bu
halka çok hırslı bir adamın göz kemiği. Buna dünyayı verseniz doymaz. Ancak bir
avuç toprak doyurur”
demiş.
Midemizi helal ve temiz
gıdayla, aklımızı şeriat ve tabiat ilimleriyle, gönlümüzü Allah sevgisiyle
gıdalandıralım.
Yüce Allah cümlemize hayırlı rızk nasip etsin.
el-HASİB
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَابْتَلوُا
الْيَتَامى
حَتّى اِذَا
بَلَغُوا
النِّكَاحَ
فَاِنْ
انَسْتُمْ
مِنْهُمْ
رُشْدًا
فَادْفَعُوا
اِلَيْهِمْ
اَمْوَالَهُمْ
وَلَا
تَاْكُلُوهَا
اِسْرَافًا
وَبِدَارًا اَنْ
يَكْبَرُوا
وَمَنْ كَانَ
غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ
وَمَنْ كَانَ
فَقيرًا فَلْيَاْكُلْ
بِالْمَعْرُوفِ
فَاِذَا
دَفَعْتُمْ
اِلَيْهِمْ
اَمْوَالَهُمْ
فَاَشْهِدُوا
عَلَيْهِمْ
وَكَفى
بِاللّهِ
حَسيبًا
“Evlilik
çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir
olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri
alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli)
iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak
yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun.
Hesap sorucu olarak da Allah yeter.” [229]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
حُرَيْث بن
قبيصة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه قال:
قَدِمْتُ
الْمَدِينَةَ
فَقلْتُ
اللّهُمَّ
يَسِّرْ لي
جَلِيساً
صَالِحاً. فَجَلَسْتُ
الى أبِي
هُرَيْرَةَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه.
فَقُلْتُ:
إنِّي
سَألْتُ
اللّهَ أنْ
يَرْزُقَنِي
جَلِيساً
صَالِحاً،
فَحَدِّثْنِي
بِحَدِيثٍ
سَمِعْتَهُ
مِنْ رَسُولِ
اللّهِ
لَعَلَّ
اللّهَ
تَعالى يَنْفَعُنِي
بِهِ. فَقالَ:
سَمِعْتُ
رَسُولَ اللّهِ
يَقُولُ: إنَّ
أوَّلَ مَا
يُحَاسَبُ
بِهِ
الْعَبْدُ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
مِنْ
عَمَلِهِ
صََتُهُ،
فإنَّ
صَلَحَتْ
فَقَدْ
أفْلَحَ
وَأنْجَحَ،وإنْ
فَسَدَتْ
فَقَدْ خَابَ
وَخَسِرَ، وإنْ
انْتَقصَ
مِنْ
فَرِيضَتِهِ
شَيْئاً. قَالَ
الرَّبُّ
تَبَارَكَ
وَتعالى:
أُنْظُرُوا
هَلْ لِعَبْدِي
مِنْ
تَطَوُّعٍ؟
فَيُكَمَّلَ
بِهَا مَا انْتَقَصَ
مِنَ
الْفَرِيضَةِ،
ثُمَّ يَكُونُ
سَائِرُ
عَمَلِهِ
عَلى ذلِكَ.
Hureys İbnu Kabîsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine' ye geldim
ve: "Ey Allahım! Bana salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettm.
Derken Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin yanına oturdum. Kendisine:"Ben,
Allah'a bana salih bir arkadaş nasip etmesi için dua ettim. Bana,
Resulullah'tan işittiğim bir hadis söyle! Olur ki Allah Teala hazretleri
ondan faydalanmamı nasib eder!" dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ben,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:"Kıyamet
günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel
olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir.
Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab Teala
hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var
mı?" buyurur. Böylece, farzın
eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer
amelleri hesaptan geçirilir."[230]
İzahı
Al-Hasib
The
Accounter. He who knows every details.
k¡î zÛaHasib: Herkesin işlediklerini
hesabını iyi bilendir.
Herkesin hayatı
boyunca yaptıklarının bütün teferrua tıyla hesabını iyi bilen. Mahlukatına kafi
olan.
Her işte
kifayet edici demektir.
“Yarattıklarının hepsine yeten ve hesaba çeken” manasına gelen “k¡î zÛaHasib” ismi celili Kur’an-ı Kerim’de
5 defa geçmekte. Ayrıca yedi defa da “Hesabı çabuk görendir” manasına gelen seri-ül-hisab
geçmektedir.
b¦jî,© y §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç
æb × é¨£ÜÛa £æ¡a
“Muhakkak Allah her şeyin hesabını yapandır.”[231]
“Benzemez hesabı hesabımıza” zerre kadar iyilik karşılığını görecek.
Zerre kadar kötülük de yine karşılığını görecektir.[232] Onun için organlarımızın hepsi dinimizin
kontrolü altında hareket etmeli.
Daraldığımız, bunaldığımız, bir işin
altından kalkamadığımız zamanlarda “¢é¨£ÜÛa b ä¢j¤ yHasbünallah” Allah bize yeter deriz ve biraz olsun rahatlarız.
اَلَّذينَ
قَالَ لَهُمُ
النَّاسُ
اِنَّ النَّاسَ
قَدْ
جَمَعُوا
لَكُمْ
فَاخْشَوْهُمْ
فَزَادَهُمْ
ايمَاناً
وَقَالُوا
حَسْبُنَا
اللّهُ
وَنِعْمَ
الْوَكيلُ
“Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız
olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!"
dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize
yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.”[233]
Dünyanın bütün orduları birleşse bir
mü’minin üzerine yürüse k¡î zÛael-Hasib'e iman eden bir Müslüman Hasbünallah=Allah bize yeter der ve yoluna devam eder.
Mutlak Hasib, ancak O’dur. Zira her işte yeterlilik
O’ndan hasıl olur. Bazılarına göre kıyamet gününde kullardan hesap sorucu ve
onların amellerinin hesabını görücü demektir.
Yüce Allah cümlemizin hesabını kolaylaştırsın.
7¡âa ¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa
ë¢ Ù¡£2 ¢é¤u ë ó¨Ô¤j í ë
“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki
kalacak.”[234]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن معاذ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: سََمِعَ رسولُ
اللّه
رَجًُ
يَقولُ:اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ
تَمَامَ
النِّعمَةِ؟
فقَالَ:
دَعْوَة
دَعَوْتُ بِهَا
أرْجُو بِهَا
الخَيْرَ.
قالَ: فإنَّ
تَمَاَمَ
النِّعْمَةِ
دُخُولُ
الجَنَّةِ، وَالْفَوْزُ
مِنَ
النَّارِ،
وَسَمِعَ
رَجًُ
يَقُولُ: يَا
ذَا الجََلِ
وَالآكْرَامِ،
فقَالَ: قَدِ اسْتُجِيبَ
لَكَ فَسَلْ،
وَسَمِعَ
آخَرَ يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ
الصَّبْرَ،
فقَالَ
سَألْتَ
اللّهَ
تَعالَى:
البََءَ
فَسَلْهُ
الْعَافِيَةَ.
Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), bir kimsenin: "Ya Rabbi, senden nimetin kemâlini taleb
ediyorum" dediğini işitmişti. Sordu:"Nimetin kemâli
nedir?""Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümîd
ettim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"Sordum, zîra,
nimetin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır" dedi. Bir
başkasının da şöyle dediğini işitti:"Ey celâl ve ikrâb sâhibi
Rabbim!" hemen şunu söyledi:"Duana icâbet edilmiştir, (ne arzu
ediyorsan) durma iste" Derken, bir başkasının:"Ya Rabbi senden sabır
istiyorum!" dediğini işitmişti, ona da: "Allah'tan bela istedin,
afiyet iste!" dedi."[235]
İzahı
Al-Jalil
The
Mighty. He who is Lord of Majesty and Grandeur.
45 v¤ÛaCelal: Arapça sıfat olan bu
kelime; pek büyük, pek ulu manasına gelir. Allah için sıfat olarak
kullanılır.
Allah, celal sıfatı ile mevsuftur. Kuddüs ve Gani
sıfatları gibi ki, hepsi tenzihi sıfatlardır.
“Şanı yüce” manasına gelen “45 v¤Ûa Celal” ismi şerifi Kur’an’ı Kerim’de iki defa zü-l-celal olarak
geçmekte.[236]
İlmiyle herkesten yüce,
kudretiyle her şeyden yüce, sanatıyla herkesten yüce, her türlü sıfatıyla
herkesten ve her şeyden yüce olan
45 v¤ÛaCelal'e iman eden bir mü’min ahlakını Kur’an’a göre ayarlayarak
yücelmeye çalışır da günahlar, pislikler, rezaletler, sefahatler ona ulaşamaz.
Günah, inkar, isyan içinde
debelenen insanların gönüllerinden tutarak onların da yücelmesine çalışır.
Bu adın manası, azamet ve büyüklük sahibi manasına
gelmektedir. Bu büyüklük onun kahır ve heybetinden neşet etmektedir. Zira bu ad
iki adın üçte birine muadildir. Çünkü 45 v¤ÛaCelal alemi cemal aleminin
karşılığıdır. Bunları Kemal alemi izler.
Yüce
Allah cümlemizi cemalıyla müşerref olan kullarından eylesin.
el-KERİM
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor:
قَالَ
الَّذى
عِنْدَهُ
عِلْمٌ مِنَ
الْكِتَابِ
اَنَا اتيكَ
بِه قَبْلَ
اَنْ
يَرْتَدَّ
اِلَيْكَ
طَرْفُكَ
فَلَمَّا
رَاهُ مُسْتَقِرًّا
عِنْدَهُ
قَالَ هذَا
مِنْ فَضْلِ
رَبّى
لِيَبْلُوَنى
ءَاَشْكُرُ
اَمْ
اَكْفُرُ
وَمَنْ شَكَرَ
فَاِنَّمَا
يَشْكُرُ
لِنَفْسِه
وَمَنْ كَفَرَ
فَاِنَّ
رَبّى
غَنِىٌّ
كَريمٌ
“Kitaptan
(Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben
onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına
yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü
edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden
ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki,
Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.”[237]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ثوبان
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
كانَ رسول
اللّه
إذَا سَلّمَ
يَسْتَغْفِرُ
ثََثاً
ويَقُولُ:
اللَّهُمَّ
أنْتَ السََّمُ،
وَمِنْكَ
السََّمُ،
تَبَارَكْتَ
وَتَعالَيْتَ
يَا ذَا الجََلِ
وَا“كْرَامِ.
Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup:
"Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli
ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm
sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[238]
İzahı
Al-Karim
The
Generous. He whose generosity is most abundant.
áí© ×Kerim: Çok ikram edici.
Talipsiz kullarına
ihsan buyurucudur.
Talepsiz ve
vesilesiz verici demektir. Bazılarına göre azap hususunda fazla incelemeyeci,
ufak tefek kusurları kolaylıkla bağışlayıcı manasınadır. Kuddüs manasına da
gelir diyenler vardır.
“İyilik
yapan, Keremi bol”
anlamına gelen “áí© Ø¤Ûael-Kerim” Rabbimizin ismi olarak iki yerde geçmekte.[239]
يَا
اَيُّهَا
الْاِنْسَانُ
مَا غَرَّكَ
بِرَبِّكَ
الْكَريمِ
“Ey insan, Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan
nedir?”[240]
Kerim olan Rabbimiz bizi
yaratmış. İhtiyacımız olan havayı, güneşi, suyu bol miktarda yaratmış.
Vücudumuzun organlarını parayla almaya çalışsak trilyonlar versek alamayız.
Rabbimiz bize karşılıksız
olarak vermiş. Verirken mü’min kafir ayırımı da yapmamıştır. Kullarını müsafir
olarak ağırlayacağı, dünyayı da çiçeklerle, böceklerle, yıldızlarla, denizlerle
süslemiş.
Azıcık ibadetlerimize,
sadakalarımıza bol sevap va’deden áí© ×Kerim”e iman edenlerde Allah’ın kullarına karşı iyilik yapmaya
devam ederler. İnsanların hatalarını görmemeye çalışırlar. İnsanların küçücük
iyiliklerini gözlerinde büyütürler.
İnsanlara iyilik yaparken hak
edip etmediğini düşünmezler. Çünkü áí© ×Kerim” olan Rabbimiz bizlere nimetler verirken bizim ona layık
olup olmadığımızı hesaba katmadan O kereminden vermiştir.
Yüce Allah cümlemizi ikramına
mazhar olan kullarından eylesin.
er-RAKİB
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor:
يَا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمُ
الَّذى
خَلَقَكُمْ
مِنْ نَفْسٍ
وَاحِدَةٍ
وَخَلَقَ
مِنْهَا زَوْجَهَا
وَبَثَّ
مِنْهُمَا
رِجَالًا كَثيرًا
وَنِسَاءً
وَاتَّقُوا
اللّهَ الَّذى
تَسَاءَ
لُونَ بِه
وَالْاَرْحَامَ
اِنَّ اللّهَ
كَانَ
عَلَيْكُمْ
رَقيبًا
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan
da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan
Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir. ”[241]
Hz.Peygamber (a.s):
-وَعَنْ
جرير رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قَالَ:
أَتَى
النَّبِيّ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَوْمٌ
حُفَاةٌ
عُرَاةٌ مُجْتَابِى
النِّمَارِ
أَوِ
الْعَبَاءِ
مُتَقَلِّدِي
السُّيُوفِ
عاَمَّتُهُمْ
مِنْ مُضَرَ.
فَتَمَعَّرَ
وَجْهُ
رَسُولِ
للّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لِمَا رَأى
بِهِمْ مِنَ
الْفَاقَةِ،
فَدَخَلَ
ثُمَّ خَرَجَ.
فَأمَرَ بًَِ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ
فَأَذَّنَ
وَأَقَامَ
فَصَلَّى؛
ثُمَّ خَطَبَ
فَقَالَ: يَا
أَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمُ
الَّذِي
خَلَقَكُمْ
مِنْ نَفْسٍ
وَاحِدَةٍ
وَخَلَقَ
مِنْهَا
زَوْجَهَا
اية؛ إِنَّ
اللّهَ كَانَ
عَلَيْكُمْ
رَقِيبًا.
وَايَةَ
الَّتِي فِي
الْحَشْرِ
اتَّقُوا
اللّهَ
وَلْتَنْظُرْ
نَفْسٌ مَا
قَدَّمَتْ
لِغَدٍ.
تَصَدَّقَ
رَجُلٍ مِنْ
دِينَارِهِ،
مِنْ
دِرْهَمِهِ،مِنْ
ثَوْبِهِ،
مِنْ صَاعٍ
بُرِّهِ،
مِنْ صَاعِ
تَمْرِهِ،
حَتَّى قَالَ:
وَلَوْ
بِشِقِّ
تَمْرَةٍ؛ فَجَاءَ
رَجُلٌ مِنَ
ا‘َنْصَارِ
بِصُرَّةٍ كَادَتْ
كَفُّهُ
تَعْجِزُ
عَنْهَا! بَلْ
قَدْ
عَجَزَتْ.
ثُمَّ
تَتَابَعَ
النَّاسُ حَتَّى
رَأَيْتُ
كَوْمَيْنِ
مِنْ ثِيَابٍ
وَطَعَامٍ
حَتَّى
رَأَيْتُ
وَجْهَ
رَسُولَ
للّهِ يَتَهَلَّلُ
كَأَنَّهُ
مُذْهَبَةٌ.
فَقَالَ: مَنْ
سَنَّ فِي
ا“ِسَْمِ
سُنَّةً
حَسَنَةً
فَلَهُ
أَجْرُهَا
وَأَجْرُ
مَنْ عَمِلَ
بِهَا بَعْدَهُ
مِنْ غَيْرِ
أَنْ
يَنْقُصَ
مِنْ أُجُورِهِمْ
شَىْءٌ؛
وَمَنْ سَنَّ
فِي ا“ِسَْمِ
سُنَّةً سَيِّئَةً
كَانَ
عَلَيْهِ
وِزْرُهَا
وَوِزْرُ
مَنْ عَمِلَ
بِهَا مِنْ
بَعْدِهِ
مِنْ غَيْرِ
أَنْ
يَنْقُصَ
مِنْ
أَوْزَارِهِمْ
شَىْءٌ.
Hz. Cerir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a üstü başı yok,
ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedei peştamalı -veya
abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de
Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzü değişti. Odasına girdi, tekrar geri
geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra ikamet
getirdi. Namaz kılındı.Aleyhissalatu vesselam namazdan sonra cemaate hitabetti
ve:"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden
ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi
adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına
riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir"
(Nisâ 1) ayetini okudu. Bundan sonra Haşir sûresindeki şu âyeti okudu:"Ey
insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan
korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır."[242]
Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden,
bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi
olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin"
buyurdu. Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça
ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle
ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının
meydana geldiğini gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) memnun kalmıştı,
yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular:"İslam'da
kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı
işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey
eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile,
kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından
hiçbir eksilmeye sebep olmaz."[243]
İzahı
Ar-Raqib
The
Watchful One.
k¡îÓaRakib: Muhafaza edip gözetendir.
Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfîz (muhâfız)
demektir.
Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında
bulunan.
Allah, hıfz
edici, koruyucu, bütün eşyayı murakabe edici, gözeticidir.
“Gözeten” manasına gelen “k¡îÓaer-Rakib” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de üç yerde geçmekte:
b¦jî©Ó
¤á¢Ø¤î Ü Ç æb × é¨£ÜÛa £æ¡a
“Şüphesiz Allah üzerinizde gözeticidir”[244] buyurur.
Bir günlük hayatımızın gizli kamerayla
çekileceğini öğrensek o gün akşama kadar her türlü hareketimizi kontrol eder,
hoşa gitmeyen şeyleri yapmayız.
k¡îÓaeeeeeer-Rakib'in bizi her an gözetim altında tuttuğuna iman etmemiz bizim
her hareketimizi İslami kurallara uygun olarak yapmamızı sağlar.
İslami kurallara uygun hareket eden bir
mü’minin elinden ve dilinden kimse zarar görmez.
Göklerde ve yerde zerre kadar bir
şey ilminin dışında değildir.
Allah, gizliliğin nasıl
gizleneceğini bilir. Üç kişinin dördüncüsü olur, dört kişinin beşincisi ve yine
beş kişinin altıncısı olur.
Bu saydıklarımızdan daha aşağı veya yukarı ne olursa
olsun, O, onlarla birliktedir.
İşte Allah’ın Rakib (gözetleyici) adı bu asümani
mertebelerin mütevellisidir.
Yüce Allah cümlemizi şerli olan her şeyin şerrinden
muhafaza eylesin.
el-MUCİB
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim
de şöyle buyuruyor:
وَاِلى
ثَمُودَ
اَخَاهُمْ
صَالِحًا
قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا
اللّهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
اِلهٍ غَيْرُهُ
هُوَ
اَنْشَاَكُمْ
مِنَ
الْاَرْضِ
وَاسْتَعْمَرَكُمْ
فيهَا
فَاسْتَغْفِرُوهُ
ثُمَّ
تُوبُوا
اِلَيْهِ
اِنَّ رَبّى
قَريبٌ مُجيبٌ
“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik).
Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O
sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret
isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır,
(dualarını) kabul edendir.“ [245]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: قال
رسولُ اللّهِ
: يَنْزِلُ
رَبُّنَا
كُلَّ لَيْلَةٍ
إلى سَمَاءِ
الدُّنْيَا
حِينَ يَبْقى
ثُلُثُ
اللَّيْلِ
اخِرُ،
فَيَقُولُ:
مَنْ يَدْعُونِى
فَأسْتَجِيبَ
لَهُ، مَنْ
يَسْأَلُنِى
فَأعْطِيَهُ،
مَنْ
يَسْتَغْفِرُنِى
فَأغْفِرَ لَهُ.
أخرجه الستة إ
النسائى.وفي
أخرى لمسلم:
إنَّ اللّهَ
تَعالى
يُمْهِلُ
حَتَّى إذَا
ذَهَبَ
ثُلُثُ
اللَّيْلِ
ا‘وَّلُ
نَزَلَ إلى سَمَاءِ
الدُّنْيَا
فَيَقُولُ:
أنَا المَلِكُ،
أنَا
المَلِكُ،
مَنْ ذَا
الَّذِى
يَدْعُونِى.
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Her gece, Rabbimiz gecenin son
üçte biri girince, dünya semasına iner ve:"Kim bana dua ediyorsa ona
icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda
bulunursa ona mağfirette bulunayım" der."Rivayetin Müslim'deki bir
vechi şöyle: "Allahu Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet
verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der: "Melik benim, Melik
benim. Kim bana dua edecek?"[246]
İzahı
Al-Mujib
The
Responder to Prayer. He who grants the wishes who appeal to
him.
kî¡v¢àÛaMucib: Kendine yalvaranların
isteklerini veren, dualarını kabul eden.
Kullarının duasını kabul edip,
icâbet eden zât demektir.
Duaları kabul edendir.
Allah, duaları
kabul edici ve kullarının muratlarına lütfüyle icabet edicidir.
“Duaları kabul eden, istekleri yerine getiren” anlamına gelen “kî¡v¢àÛael-Mücib” ismi cemili Kur’an-ı Kerim de
bir yerde geçer.
¥kî©v¢ß
¥kí© Ó ó©£2 æ¡a 6¡é¤î Û¡a a¬ì¢2ì¢m £á¢q
¢ê뢡1¤Ì n¤b Ï b èî©Ï
¤á¢× à¤È n¤a ë
“Ondan af talebinde bulunun. Sonra ona tevbe edin.
Şüphesiz benim Rabbim yakındır, kabul edendir.”[247]
Bize bizden daha yakın olan Rabbimize
dualarımız, isteklerimizde bizim kaderimizdir.
6¤á¢Ø Û
¤k¡v n¤ a ó¬©ãì¢Ç¤
a ¢á¢Ø¢£2
“Bana dua edin size karşılık vereyim”[248] buyurur.
İbadetlerimizin özü olan dualarımızın ne
zaman nasıl kabul edileceğini biz bilemeyiz. Şunu kesinlikle bilelim ki, Allah,
dualarımızı kabul eder. İstediğimizi vermez de bizim için hayırlı olan başka
bir şey verir. Hemen verir veya yıllar sonra verir. Veya ahirette verir.
Biz istekte bulunuruz amma istediğimiz
şeyin bize faydalımı, zararlımı olacağını bilemeyiz. Onun için her şeyin
hayırlısını isteyeceğiz. Bütün isteklerimizi Rabbimizden isteyeceğiz.
kî¡v¢àÛael-Mücib’e iman
eden mü’minler olarak bizlerden istekte bulunanların ihtiyacını karşılamaya
çalışacağız. İsteyeni azarlamayacağız, hafife almayacağız. Verecek bir şeyimiz
olmasa bile tatlı dilimiz var.
Yüce
Allah bizleri de muradına eren hayırlı kullarının zümresine ilhak eylesin.
el-VASİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَلِلّهِ
الْمَشْرِقُ
وَالْمَغْرِبُ
فَاَيْنَمَا
تُوَلُّوا
فَثَمَّ
وَجْهُ اللّهِ
اِنَّ اللّهَ
وَاسِعٌ
عَليمٌ
“Doğu da
Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz
Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.” [249]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن
عوف بن مالك
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: صَلّى
النّبىُّ عَلى
جَنَازَة
فَحَفِظْنَا
مِنْ
دُعَائِهِ.
اللَّهُمَّ
اغْفِرْ لَهُ
وَارْحَمْهُ،
وَعَافِهِ
وَاعْفُ عَنْهُ،
وَأكْرِمْ
نُزُلَهُ،وَوَسِّعْ
مَدْخَلَهُ،
وَاغْسِلْهُ
بِالْمَاءِ
وَالثّلْجِ
وَالْبَرَدِ،
وَنَقِّهِ
مِنَ
الخَطَايَا
كَمَا
يُنَقّى
الثّوْبُ ا‘بْيَضُ
مِنَ
الدَّنَسِ،
وَأبْدِلْهُ
دَاراً
خَيْراً مِنْ
دَارِهِ،
وَأهًْ
خَيْراً مِنْ
أهْلِهِ،
وَزَوْجاً
خَيْراً مِنْ
زَوْجِهِ،
وَأدْخِلْهُ
الجَنَّةَ،
وَأعِذْهُ
مِنْ عَذَابِ
الْقَبْرِ
وَمِنَ
عَذَابِ
النَّارِ.
قَالَ عَوْفٌ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه:
حَتّى
تَمَنَّيْتُ
أنْ أكُونَ
أنَا ذلِكَ
المَيْتَ.
Avf İbnu Mâlik
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
cenazenin namazını kıldırdı. Okuduğu
duadan şunları ezberledik:"Allahım, şunu mağfiret et ve şuna rahmet eyle. Âfiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda bulun, girdiği
yeri genişlet. Onun (günahlarını) kar ve buzla yıka, hatalardan pâk eyle, tıpkı
elbisenin kirden pâk edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha iyi bir eve,
ailesinden daha hayırlı bir âileye koy, eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır.
Onu kabir âzabından, ateş âzabından sakındır."Avf (radıyallâhu anh) der
ki: "(Resûlullah'ın bu dualarını işitince) o ölünün yerinde kendimin
olmasını temenni ettim."[250]
İzahı
Al-Wasi'
The All
Comprehending. He who has limitless capacity and abundance.
É¡a ìÛaVasi’: Lütfü bol olan.
Zenginliği,
bütün fakrlar bürüyen; rahmeti her şeyi kuşatan demektir.
İlmi her şeyi kuşatandır.
“Her şeyi kuşatan, geniş” anlamına gelen É¡a ìÛael-Vasi ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de 9 defa geçmekte.
b¦à¤Ü¡Ç
§õ¤ó ( £3¢× É¡ ë 6 ì¢ç ü¡a é¨Û¡a ¬ü
ô© £Ûa ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¢è¨Û¡a ¬b à £ã¡a
“Sizin ilahınız ancak O Allah’tır ki Ondan başka
ilah yoktur. Her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.”[251] Onun ilminin dışında hiç bir varlık yoktur. Günümüzde
değer verdiğimiz ilim adamlarının ilminin konusu olan maddeyi yaratan, yaşatan
ve yöneten O her şeyi kuşatan Allah’tır.
Rahmetiyle her şeyi kuşatan[252] Kürsisi kainatı kuşatan.[253]
É¡a ìÛael-Vasi’a iman edenlerin yürekleri yedi kat sema kadar geniş
olmalıdır. Kendisine kötülük yapanı affetmeli, vermeyene vermeli, gelmeyene
gitmeli.
É¡a ìÛael-Vasi olan Rabbimiz kendisini inkar edenlerin dilini kesmiyor.
Ekmeğini de kesmiyor.
Allah, bütün malumata ilmi şamildir, var olanları ve
yok olanları bilicidir. İlmi ve hikmetiyle varlığı, sonsuz ve nihayetsizdir.
Aynı zamanda kullarının aklını ilim deryalarını alacak, gönüllerini hikmet
hazinelerini kaplayacak halde genişleten de O’dur.
Yüce Allah bizleri bol lütfuna mazhar olan
kullarından eylesin.
el-HAKİM
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim de şöyle buyuruyor:
وَنَادى
نُوحٌ
رَبَّهُ
فَقَالَ
رَبِّ اِنَّ
ابْنى مِنْ
اَهْلى
وَاِنَّ
وَعْدَكَ
الْحَقُّ
وَاَنْتَ
اَحْكَمُ
الْحَاكِمينَ
“Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim,
şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de dogrusu haktır. Sen
hakimlerin hakimisin.”[254]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى ذر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
أنَّ رسولَ
اللّه : قَامَ
حَتَّى
أصْبَحَ
بِآيَةٍ؛
وَايَةُ: إنْ
تُعَذِّبْهُمْ
فَإنَّهُمْ
عِبَادُكَ.
وَإنْ
تَغْفِرْ
لَهُمْ
فإنّكَ أنْتَ
الْعَزِيز
الحَكِيم.
Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gece namazına kalktı ve sabah vakti girinceye kadar namaza devam
etti. Namazda tek âyet okudu. O da şu (meâldeki) âyettir: "Onlara azab
edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakîm
olan şüphesiz ancak sensin."[255]
İzahı
Al-Hakim
The
Perfectly Wise.He who whose every command and action is pure wisdom.
ï©Ø z¤ÛaHakim: Hikmet sahibi ve kulları
arasında hükmedici.
Hikmet sahibi olan,yaptığı her işte hikmeti gözeten,
hükmeden.
Hikmet sahibi,
ilmi kamil, işleri güzel ve hikmetli şeyler yaratıcı, kullar arasında hükmedici
manalarına gelir.
“Hükmeden, işleri sağlam
ve hikmetli olan”
manasına gelen ï©Ø z¤Ûael-Hakim ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 91 defa geçmekte.
Kur’an-ı Hakim, Allah kelamı
olması nedeniyle lafzı manası gayet muhkem=sağlam, emir ve yasakları hikmetli
olduğundan Kur’an-ı Hakim, zikri hakim, Kitabı Hakim olarak isimlendirilmiştir.
[256]
ï©Ø z¤ÛaHakim olan Rabbimizin yarattığı her şey hikmetlidir. Boş,
gayesiz, faydasız bir şey yaratmamıştır.
Yarattığı en küçük zerreden en
büyüğüne kadar sağlam ve güzel yaratmıştır. Yarattığı her şeyde sağlamlık,
güzellik ve faydalılık hedeflenmiştir. Kur’an-ı Hakimin 1400 yıllık zaman
içinde içine bir tek harf sokulamamış, bir tek harf çekilememiştir.
Bir atomun sağlamlığı, estetiği
ve faydalılığı günümüzde yeni anlaşıldı. Halbuki Hakim olan Allah onu binlerce
yıl önce yaratmıştı.
ï©Ø z¤ÛaHakime iman eden bir mü’min yaratılan her şeyin bir hikmete
binaen yaratıldığını bilir ve hiçbir şeyi israf ve imha etmez.
Yaptığı her şeyin sağlam,
estetik ve faydalı olmasına dikkat eder.
Her isin hükmünü veren,
sonuçlandıran Allah'tır. Tüm olaylar O'nun emriyle, dilemesiyle oluşur ve
gelişir. Allah'ın verdiği hükümlerde mutlaka birçok hikmet gizlidir. Fakat
insanların çoğu, kendi kısıtlı akılları ile değerlendirme yapabildikleri için
Allah'ın hükümlerini tam olarak kavrayamazlar.
Oysa Allah sonsuz aklin
sahibidir. Üstelik zaman ve mekandan da münezzehtir; bu kavramları yaratan ve
insanların zamana ve mekana tabi olarak yaşamasını uygun görendir. İnsan hiçbir
zaman bir gün sonra, hatta bir saat sonra neler yaşayacağını bilemez. O ise bir
ise hükmettiği zaman bir gün sonra, yıllar sonra ve hatta kıyamete kadar o isin
neyle sonuçlanacağına da hakimdir. Dolayısıyla verdiği hüküm her zaman en
doğru, en iyi ve en hikmetli hükümdür.
Fakat iman etmeyenler bu gerçeğin
farkına varamazlar. Çevrelerinde oluşan her olayın belirli sebeplere bağlı
olarak, tesadüfen oluştuğunu düşünürler.
Allah'ın olayların arkasında
sakladığı hükümlerinin hikmetlerini
değerlendiremezler. Meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde
olduğunu fark edemezler. Müminler ise Allah tarafından verilen hükümlerin
hikmetlerini kavramaya çalışır ve O'nun daima en iyi hükmü verdiğinden en ufak
bir şüphe duymazlar.
Yüce Allah, bizleri hikmetine
mazhar olan kullarından eylesin.
el-VEDUD
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥
ë¢
ë
¥áî©y ó©£2 £æ¡a 6¡é¤î Û¡a a¬ì¢2ì¢m £á¢q
¤á¢Ø £2 a뢡1¤Ì n¤a ë
“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe
edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever."[257]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن ابن
عباس رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
سَمِعْتُ
رسول اللّهِ
لَيْلَةً
حِينَ فَرَغَ
مِنْ صََتِهِ
يَقُولُ:
اللَّهُمَّ
إنى أسْألُكَ
رَحْمَةً
مِنْ
عِنْدِكَ
تَهْدِى
بِهَا
قَلْبِى، وَتَجْمَعُ
بِهَا
أمْرِى،
وَتَلُمُّ
بِهَا شَعَثِى،
وَتَرُدُّ
بِهَا
غَائِبى،
وَتَرْفَعُ
بِهَا شَاهِدِى،
وَتُزَكِّى
بِهَا
عَمَلِى
وَتُلْهِمُنِى
بِهَا
رُشْدِى،
وَتَرُدُّ
بِهَا أُلفَتِى،
وَتَعْصِمُنِى
بِهَا مِنْ
كُلِّ سُوءٍ،
اللَّهُمَّ
أعْطِنِى
إيماناً
وَيَقِيناً
لَيْسَ
بَعْدَهُ
كُفرٌ،
وَرَحْمَةً
أنَالُ بِهَا
شَرَفَ
كَرَامَتِكَ
في الدُّنْيَا
وَاخِرَةِ،
اللَّهُمَّ
إنِى أسألُكَ
الْفَوْزَ في
القَضَاءِ،
وَنُزُلَ
الشّهَدَاءِ،
وَعَيْشَ
السُّعَدَاءِ،
وَالنَّصْرَ
عَلى
ا‘عْدَاءِ، اللَّهُمَّ
إنِّى
أُنْزِلُ
بِكَ
حَاجَتِى، وَإنْ
قَصُرَ
رَأيِى،
وَضَعُفَ
عَمَلِى، وَافْتَقَرْتُ
إلى
رَحْمَتِكَ،
فَأسْألُكَ يَا
قَاضِىَ
ا‘مُورِ،
وَيَا
شَافِىَ
الصُّدُورِ
كَمَا تُجِيرُ
بَيْنَ
البُحُورِ
أنْ
تُجِيرَنِى
مِنْ عَذَابِ
السَّعِيرِ،
وَمِنْ
دَعْوَةِ
الثُّبُورِ
وَمِنْ
فِتْنَةِ
الْقُبُورِ.
اللَّهُمَّ
مَا قَصُرَ
عَنْهُ
رَأيِى
وَلَمْ تَبْلُغْهُ
مَسْألَتِى،
وَلَمْ
تَبْلُغْهُ
نِيَّتِى
مِنْ خَيْرٍ
وَعَدْتَهُ
أحَداً مِنْ
خَلْقِكَ،
أوْ خَيْرٍ
أنْتَ
مُعْطِيهِ
أحَداً مِنْ
عِبَادِكَ،
فَإنِّى
رَاغِبٌ
إلَيْكَ
فِيهِ وَأسْألُكَهُ
بِرَحْمَتِكَ
يَا رَبَّ
الْعَالَمِينَ.
اللَّهُمَّ
يَاذَا
الحَبْلِ
الشَّدِيدِ،
وَا‘مْرِ
الرَّشِيدِ،
أسْألُكَ
ا‘مْنَ يَوْمَ
الْوَعِيدِ،
وَالجَنَّةَ
يَومَ
الخُلُودِ
مَعَ المُقَرَّبِبنَ
الشهُودِ،
الرُّكَّعِ
السُّجُودِ،
المُوفِينَ
بِالْعُهُودِ،
إنَّكَ
رَحِيمٌ
وَدُودٌ،
وَإنَّكَ
تَفْعَلُ مَا
تُرِيدُ.
اللَّهُمَّ
اجْعَلْنَا
هَادِينَ
مُهْتَدِينَ
غَيْرَ
ضَالِّينَ
وََ مُضِلّينَ،
سِلْماً
‘وْلِيَائِكَ،
حَرْباً
‘عْدَائِكَ،
نُحِبُّ بِحُبِّكَ
مَنْ
أحَبَّكَ،وَنُعَادِى
بِعَدَاوَتِكَ
مَنْ
خَالَفَكَ.
اللَّهُمَّ
هذَا الدُّعَاءُ
وَعَلَيْكَ
ا“جَابَةُ،
وَهذَا الجُهْدُ
وَعَلَيْكَ
التُّكَْنُ.
اللَّهُمَّ
اجْعَلْ لِى
نُوراً في
قَلْبِى،
ونُوراً في
قَبْرِى،
وَنُوراً
مِنْ بَيْنِ
يَدَىَّ،
وَنُوراً
مِنْ خَلْفِى،
وَنُوراً
عَنْ
يَمِينِى،
وَنُوراً عَنْ
شِمَالِى،
وَنُوراً
مِنْ
فَوْقِى، وَنُوراً
مِنْ
تَحْتِى،
وَنُوراً في
سَمْعِى،
وَنُوراً في
بَصَرِى،
وَنُوراً في
شَعَرِى،
وَنُوراً في
بَشَرِى،
وَنُوراً في
لَحْمِى،
وَنُوراً في
دَمِى،
وَنُوراً في
مُخِّى،
وَنُوراً في عِظَامِى
. اللَّهُمَّ
أعْظِمْ لِى
نُوراً، وَأعْطِنِى
نُوراً،
وَاجْعَلْ
لِى نُوراً،
سُبْحَانَ
الَّذِى
تَعَطّفَ
العِزَّ وَقَالَ
بِه،
سُبْحَانَ
الَّذِى
لَبِسَ المَجْدَ
وَتَكَرَّمَ
بِهِ،
سُبْحَانَ
الَّذِى َ
يَنْبَغِى التَّسْبِيحُ
إَّ لَهُ.
سُبْحَانَ
ذِى الْفَضْلِ
وَالنِّعَمِ.
سُبْحَانَ
ذِى المَجْدِ وَالْكَرَمِ.
سُبْحَانَ
ذِى الجََلِ
وَالآكْرَامِ.
İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu
duayı okuduğunu işittim: "Allahım! Senden, katından vereceğin öyle bir
rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma
tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs
verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder,
beni her çeşit kötülüklerden korursun.Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir
yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki,
onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.
Allahım! Hakkımızda
vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedâya
has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum,
düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da
olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını
senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve
fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını
görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle
cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından
korumanı diliyorum.Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya
mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş,
niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey
âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni
rahmetin hakkında senden istiyorum.Ey Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi)
kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sâhibi! Kâfirler için cehennem
vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak
ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış mukarrebîn meleklerle, (dünyada
iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini îfa edenlerle birlikte cennet
istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz
sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne
kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)Allahım! Bizi,
sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh
(vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz
sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle
adâvet (düşmanlık) ediyoruz.Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul
etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.Allahım!
Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma
bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir
nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur,
kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!Allahım nurumu büyüt,
(söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak)
bir nur daha ver!
İzzeti bürünmüş, onu
kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple
kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdîs sadece
kendine layık olan Zât münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir.
Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celâl ve ikrâm sâhibi Zât
münezzehtir."[258]
İzahı
Al-Wadud
The
Loving One. He who loves His good servants, and bestows his compassion upon
them.
ë¢
ë Vedud:
el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef'û1 mânasında feûl'dür. Allah Teâlâ Mevdûd'dur.
Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür.
Yani Allah Teâla sâlih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur"
demektir.
Kullarını affedici ve merhamet edendir.
İyi kullarını
seven, rızasına indiren ve sevilmeye layık olan.
Allah, hayırları sevici ve hayır işlere ihsan edici
demektir.
“Seven
ve sevilen” anlamına gelen
ë¢
ëVedüd ismi cemili Kur’an-ı Kerim de iki defa geçmekte.
“Rabbinize istiğfar edin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok
merhametlidir, çok sevendir.”[259]
=¢
ë¢
ì¤Ûa
¢ì¢1 ̤Ûa ì¢ç ë
“O afvedendir, çok sevendir.”[260]
Sevmeyi yaratan O,
Sevdiklerimizi yaratan O. Öyle ise öküz gözü gibi her karpuz kabuğunun peşine
düşmektense kimleri ne için seveceğimizi, sevgiyi yaratandan öğrenelim.
Allah’a ve Rasulüne karşı
düşmanlık yapan, onlara sınır çizen ve karşı kanunlar koyanlar, Allah’a ve
ahirete iman edenlerin, babaları, çocukları, kardeşleri ve akrabaları dahi olsa
sevemeyeceklerini bildirir.[261]
Domuza inci gerdanlık
takılmadığı gibi, gül küllüğe atılmadığı gibi Vedüd Rabbimizin bizlere
lütfettiği sevgiyi de israf edip kafirler, zalimler ve soygunculara sevgi
göstererek onları cesaretlendirmeyelim.
İman edip ameli Salih
işleyenlere sevgi vereceğini haber verir Rabbimiz.[262] İleridede iman ettiği takdirde sıcacık dostumuz olacak olan
düşmanlarımıza dahi kötü söz söylemememiz istenir bizden.[263]
ë¢
ë Vedud adının mertebesiyle Hadi
adına dönmesi doğrudur.
Bu
ë¢
ë Vedud
adının tümünden değil bazı ahkamındandır.
Yüce Allah’ın sevgisi bütün mahlukatadır.
Şahıslardan başka mahlukatının sonu olmadığı gibi çeşitleri de sonsuzdur.
Yüce
Allah cümlemizi sevgisine layık olan kullarından eylesin.
el-MECİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
قَالُوا
اَتَعْجَبينَ
مِنْ اَمْرِ
اللّهِ رَحْمَتُ
اللّهِ
وَبَرَكَاتُهُ
عَلَيْكُمْ
اَهْلَ
الْبَيْتِ
اِنَّهُ
حَميدٌ مَجيدٌ
“(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor
musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir.
Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.”[264]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن أبى
مسعود البدرى
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
أتَانَا
رسولُ
اللّهِ
وَنَحْنُ في
مَجْلِسِ
سَعْدِ بْنِ
عُبَادَةَ،
فقَالَ لَهُ
بَشِيرُ بْنُ
سَعْدٍ:
أمَرَنَا
اللّهُ
تَعَالَى أنْ
نُصَلِّىَ
عَلَيْكَ يَا
رسولَ
اللّهِ، فَكَيْفَ
نُصَلِّى
عَلَيْكَ؟
قَالَ قُولُوا:
اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلى
إبْرَاهِيمَ،
وَبَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى آلِ
اِبْرَاهِيمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ،
وَالسََّمُ
كَمَا قَدْ
عَلِمْتُمْ.
أخرجه الستة
إّ البخارىوللستة
إّ الترمذي،
عن أبى حميد
الساعدى
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
قَالُوا
يَارَسُولَ
اللّهِ كَيْفَ
نُصَلِّى
عَلَيْكَ؟
قاَلَ
قُولُوا: اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى
أزْوَاجِهِ
وَذُرِّيَّتِهِ،
كَمَا صَلَّيْتَ
عَلَى
إبْرَاهِيمَ،
وَبَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَعَلَى
أزوَاجِهِ
وَذرِّيِّتِهِ،
كَمَا بَارَكْتَ
عَلَى
إبْرَاهِيمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ مَجِيدٌ.
Ebû Mes'ud el Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu
Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza
geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa'd: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize Allah Teâla
Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?"
diye sordu. Efendimiz şu cevab verdi: "Şöyle söyleyin: "Allahümme
salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve bârik
alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke
hamîdun mecîd. (Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline rahmet kıl, tıpkı
İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl.
Tıpkı İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." (Resulullah ilâveten şunu
söyledi): "Selam da bildiğiniz gibi olacak." [265]
İzahı
Al-Majíd
The
Majestic One. He whose glory is most great and most high.
î©v ß Mecid: Şanı, şerefi çok üstün
olan.
İkramı bol şanı yüce olan.
Keremi geniş
olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.
Allah’ın keremi
çok geniş ve herkese şamildir.
Burada î©v ß Mecid
adının lügat anlamı, mazisinden dolayı, asaletli ve kerametli manasına
gelmektedir. Mecidin mecdi, Allah’tan bulunmaktadır. Çünkü asalet ve şerefi o
vermektedir.
“Azim
üş şan, şanı yüce”
anlamına gelen î©v ß Mecid ismi celili Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçmekte:
¥î©v ß ¥î©à y
¢é £ã¡a
“O övülendir, şanı yücedir.”[266]
=¢î©v à¤Ûa
¡*¤ ȤÛaë¢
“Arşın
sahibidir, yücedir.”[267]
İki defada Kur’an’ın sıfatı olarak
gelmiştir:
=¥î©v ß ¥æ¨a¤¢Ó ì¢ç
¤3 2
“Fakat
O yüce bir Kur’andır.”[268]
¡7î©v à¤Ûa ¡æ¨a¤¢Ô¤Ûa ë
®¬Ö
“Kaf.
Şanı yüce Kur’an’a andolsun ki.”[269]
Her gün namazlarımızın son
oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu إنَّكَ
حَمِيدٌ مَجِيدٌ “İnneke
Hamid-ün-Mecid” diye bitiririz. Bu
gözlerin göremeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar yüce Rabbimizin nimet
denizinde yüzüyoruz.
Onun verdiği gözle güzellikleri
görüyoruz. Burunla kokluyoruz. Verdiği dille yine Onun verdiği milyonlarca farklı
tadı tadabiliyor ve ayırt edebiliyoruz.
O yücelerden yüce Rabbimizin
kelamı da yüce. Belağatıyla, fesahatıyla, İcazıyla, letafetiyle, tazeliğiyle,
tadıyla erişilmez olan Kur’an-ı Mecid’e iman eden Mü’minler de yüce bir gönüle
sahip olmalı. İyilik yapan, yaptığı iyiliği unutan, dostluğundan zevk alınan
bir Müslüman olmaya çalışmalıdırlar.
Yüce Allah cümlemize geçici
dünya hayatında şerefle yaşamayı nasip etsin.
el-BAİS
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¡ì¢j¢Ô¤Ûa ó¡Ï ¤å ß
¢s Ȥj í 騣ÜÛa £æ a ë b= èî©Ï
k¤í ü ¥ò î¡m¨a ò Çb £Ûa
£æ a ë
“Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve
Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır.”[270]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وَعَنْ
عَلي بنْ
اَبِى
طَالِبٍ
كرّمَ اللّهُ
وَجْهَهُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ : لآَ
يُؤمِنُ
عَبدٌ حتّى
يُؤمِنَ
بأربَعٍ: يَشْهَدُ
أن َ إلَهَ إّ
اللّهُ
وَأنِّى
مُحَمّدٌ رَسُولُ
اللّهِ
بَعَثَنِى
بَالْحَقِّ
وَيُؤمِنَ
بِالمَوْتِ،
وَيُؤمِنَ بالْبَعْثِ
بَعْدَ
الْمَوْتِ،
وَيُؤمِنَ بِالْقَدَرِ
Hz. Ali
(kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan
başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni
(bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak,
tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak."[271]
İzahı
Al-Ba'ith
The
Resurrector. He who brings the dead to life, and raises them from their
tombs.
s¡Ç
b jÛa Bais: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü
yeniden diriltir demektir.
Ölüleri diriltip kabirden çıkarandır.
Ölüleri kabirden çıkarıcı olduğu gibi, peygamberler
gönderici manasına da gelir.
“Ölüleri
dirilten” anlamına gelen bu “s¡Ç b jÛa el-Bais” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de “s¡Ç b jÛa el-Bais” olarak değil de Kabirlerde olanları diriltir şeklinde
gelmiştir.
¡ì¢j¢Ô¤Ûa ó¡Ï ¤å ß
¢s Ȥj í 騣ÜÛa £æ a ë b= èî©Ï
k¤í ü ¥ò î¡m¨a ò Çb £Ûa £æ a ë
“Kıyamet muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe
yoktur. Allah muhakkak kabirdekileri diriltir.”[272]
Gözle görülemeyecek kadar küçük
meni parçacığını ana karnında diriltip dünyaya çıkaran Rabbimiz, kabirlerdekini
de diriltir.
Güz mevsiminde sayılarını ancak
Allah’ın bildiği çekirdekler ve taneler yapraklarına sarınarak, üzerlerine de
kardan kefenler çekerek toprağa gömülürler. Bahar mevsimi gelince İsrafil’in
Sur’u gibi seher yelleri esmeye başlayınca ölmüş çekirdekler çiçeğe dönüşürler.
Rabbimiz her an bize diriliş
mucizelerini göstermekte. Ancak insanoğlu gördükleri üzerinde fazla
düşünmemekte ve önem vermemekte.
Aklı
gözünde olan, bülbülü bir yudumluk et gibi gören, Materyalist kafaya sahip
insanlar her çağda olmuş.
İmansızın biri çürümüş kemiği
ufalayarak Efendimize:
وَضَرَبَ
لَنَا
مَثَلًا
وَنَسِىَ
خَلْقَهُ
قَالَ مَنْ
يُحْيِ
الْعِظَامَ
وَهِىَ رَميمٌ
() قُلْ
يُحْييهَا
الَّذى
اَنْشَاَهَا
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
وَهُوَ
بِكُلِّ
خَلْقٍ عَليمٌ
“Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” demiş.
Rabbimiz cevap veriyor. Deki! Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O bütün
yaratıkları bilir."[273]
Yüce Allah bütün itibarlarıyla insanları diriltecek
varlık ancak O’dur. Nefislerin uyku halinde canlarını alır, daha sonra onları
dirilterek uyandırır.
Şüphesiz yeryüzünde su ana kadar yaşayan ve bundan
sonra da yaşayacak olan tüm insanlar ölümlüdür. Herkes bir gün ölür ve mezara
konulur. Ancak bu apaçık gerçeğe rağmen insanların büyük bir çoğunluğu öleceği
ve mezara konulduktan sonra tekrar diriltileceği gerçeğini pek fazla düşünmez.
Çevremize baktığımızda her sonbahar tüm doğanın bir
nevi 'ölüm' yaşadığına şahit oluruz. Bu 'ölüm' bütün bir kış mevsimi boyunca da
sürer. Ancak ilkbahar geldiğinde ağaçların kupkuru olmuş dallarında yeniden
rengarenk çiçeklerin, yemyeşil yaprakların çıktığını görürüz; tüm doğanın
canlanarak yeşillendiğini fark ederiz. Üstelik bu 'ölümden sonra diriliş
binlerce senedir hiç aksaklık göstermeden devam eder. İşte insanin ölümünden
sonra dirilişi de Allah için bu derece kolaydır.
Allah'ın “s¡Ç
b jÛaBais” sıfatının bir başka anlamı da peygamber
gönderendir. Allah insanlara uyarıcı-korkutucular, müjde vericiler olarak
elçiler göndermiş ve onları doğru yola davet etmiştir. Elçilerinden kimine
insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracak kitaplar vahy etmiştir. Kuşkusuz bu,
Allah'ın insanlara büyük bir lütfüdür.
Yüce Allah cümlemize hayırlı ölüm ve diriliş nasip etsin.
eş-ŞEHİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
مَا
اَصَابَكَ
مِنْ
حَسَنَةٍ
فَمِنَ اللّهِ
وَمَا
اَصَابَكَ
مِنْ
سَيِّئَةٍ
فَمِنْ نَفْسِكَ
وَاَرْسَلْنَاكَ
لِلنَّاسِ
رَسُولًا
وَكَفى
بِاللّهِ
شَهيدًا
“Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen
kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah
yeter.”[274]
ـ عن عمرو بن
أبى ا‘حوص رضى
اللّه عنهُ.
قال شَهِدْتُ
حجةَ
الَودَاع مع
النبى
فَحَمِدَاللّهَ
تعالى وأثنى
عليه وذكّر
ووعظ ثم قال
ثثاً: أىّ يوم
أحرمُ؟ قالوا
يومُ الحجِّ
ا‘كبرِ، قال
فإن دماءَكمْ
وأموالَكم
وأعراضكم
عليكم حرامٌ
كحرمة يومِكم
هذا في
بلدِِكم هذا
في شهركم هذا،
أ يجنى
جانٍ إ على
نفسه، و يجنى
والدٌ على
ولدِهِ، وَ
ولدٌ على
والدِهِ، أَ
إن المسلمَ
أخُو المسلمِ
فليسَ يحلُّ
لمسلمٍ من
أخيه شئٌ إّ
مَا أحلّ من
نفسهِ، أ وإن
كلَّ رباً في
الجاهليةِ
موضوعٌ ـ
لَكُمْ رؤسُ
أموالِكُمْ تَظْلِمُونَ
وََ
تُظْلَمُونَ
ـ غَيْرَ رِباَ
العباسِ
فانهُ موضوعٌ
كلُّهُ، أَ
وإنَّ كلَّ
دمٍ كانَ في
الجاهِلِيّةِ
موضوعٌ،
وأولُ دمٍ
أضعهُ من دمِ
الجاهليةِ
دمُ الحارثِ
بن عبدالمطلبِ،
وكانَ
مسترضعاً في
بنى ليثٍ
فقتلهُ
هذيلُ، أَ
فاستوصُوا
بالنساءِ
خيراً
فانهنَّ عَوَانٌ
عِنْدَكُمْ
ليسَ
تَمْلِكُونَ
مِنْهُنَّ
شيئاً
غيرَذلكَ إَّ
أن يأتينَ
بِفَاحِشَةٍ
مبيِّنةٍ،
فإن فعَلْنَ
فاهجُروهُنَّ
في المضاجِعِ
واضْرِبُوهُنَّ
ضرباً غيرَ
مبَرِّحٍ،
فإنْ اطعنَكُمْ
ف تبغُوا
عليهنَّ
سبِيً، أ وإن
لكُمْ على
نسائكمْ
حقاً،
ولنسائكُمْ
عليكم حقاً:
فأما حقُّكمْ
على
نسائِكُمْ
فََ يوطِئْنَ فُرُشَكُمْ
من تكرهُونَ،
وَ يأذنَّ في
بيوتكُمْ لمن
تكْرهُونَ،
أَ وإنْ
تُحْسِنُوا
إلَيْهِنَّ
فِي
كِسْوَتِهِنَّ
وَطَعَامِهِنَّ
اََ وَاِنّ
الشَيْطَانَ
قَدْ أيِسَ
اَنْ يُعْبَدَ
فِي
بَلَدِكُمْ
هذا أبداً،
وَلَكِنْ
سَتَكُونُ
لَهُ طاعةٌ
فِيمَا
تَحتَقِرُونَ
منْ
أعْمَالِكُمْ
وسَيَرضَى
بهِ
Amr İbnu Ebî'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte Veda haccı'nda bulundum. Orada Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) irad ettiği hutbede önce Allah Teâla'ya hamd
ü sena, hatırlatma ve tavsiyelerden sonra şöyle devam etti: "Hangi gün (bu
günden) daha (mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç kere tekrarladı. Cemaat:
"el-Haccu'l-Ekber günü" diye
cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devam etti: "Öyle ise
bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu ayınızda, bu
beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki herkesin
cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu sorumlu
tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu sebeple, bir
Müslümana, bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi helâl
değildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadır,
terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın sâdece sermaye kısmını yâni
aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve
haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hâriç. Zira
onun tamamı mülgadır, terkedilmiştir.
Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da
terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga ettiğim ilk câhiliye kanı
da el-Hâris İbnu Abdü'l-Muttalib'in kanıdır. Hâris, Benu Leys'ten tuttuğu bir
süt anneye bebeğini emzirtiyordu. Çocuğu Hüzeyl adında birisi (bir kavga
sırasında attığı bir taşla kazâen) öldürmüştü. Sakın ha, kadınlara da iyi
muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara iyi muamelenin
dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına sâhip değilsiniz.
Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hâriç. Çirkin iş yapmaları hâlinde,
önce yataklarını ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamıyacak şekilde
dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onların yaptığına ayırmadövme gibi
muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahâne) aramayın. Bilin ki,
sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler
üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz
kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine
izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde
iyi davranmanızdır.Haberiniz olsun, şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen
tapılmayacağını idrak etmiştir. Fakat, sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat
devam edecek, bunlar da onu memnun
kılacak (menfî neticeler hâsıl edecek)tır."[275]
İzahı
Ash-Shahid
The
Witness. He who is present everywhere and observes all things.
î¡è'ÛaŞehid: Her zaman ve her yerde
hazır ve nazır olan.
Her
şeyi inceliğini görüp bilip ve şahid
olandır.
“Her yerde hazır olan ve
her şeyi gören” anlamına gelen “î¡è'Ûaeş-Şehid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin ismi olarak
yirmi defa geçmekte.
a;¦î©è (§õ¤ó ( ¡£3¢×ó¨Ü Ç
æb × é¨£ÜÛa £æ¡a
“Şüphesiz
Allah her şey üzerine şahiddir.”[276]
a¦î©è ( ¡é¨£ÜÛb¡2 ó¨1 × ë
“Şahid olarak Allah yeter.”[277]
Bu ayet Kur’an’da sekiz defa
tekrarlanmıştır.
Rabbimiz bu tekrarıyla anne
şefkatinden daha merhametli olduğunu, annenin yavrusunu uyarmak için aynı
kelimeleri tekrarladığı gibi Rabbimiz de bizi uyarmakta. Bir insan sevdiği
birinin gözleri önünde hırsızlık yapamaz. Sevdiğinin gözlerinin içine bakarak
yalan söyleyemez. Çok sevdiği birinden rüşvet alamaz.
Yapılan her türlü kötülükler
gizli, belgesiz ve şahidsiz yapılır. Rabbimiz ise her yerde hazır ve nazırdır.
Suç işleyecek eli, ayağı, gözü, gönlü yaratan O.
Suç işlenecek gizli mekanı
yaratan O. O, her şeyi görmekte. Her şey Onu göstermekte. Kırbaçla dövülen
adamın hiç bağırmadığını görenler “niçin
bağırmazsın?” dediklerinde, “Sevgilim
bana bakıyor” demiş.[278] Rabbimiz, peygamberimize:
=¢âì¢Ô m åî©y
Ù¡£2 ¡¤à z¡2 ¤|¡£j ë
b ä¡ä¢î¤Ç b¡2 Ù £ã¡b Ï Ù¡£2
¡á¤Ø¢z¡Û ¤¡j¤a ë
“Rabbinin hükmüne sabret! Şüphesiz sen
gözlerimizin önündesin”[279] buyurmuş.
Peygamber efendimiz de
kendisine karşı yapılan baskıların hiç birini Ashabına anlatmamıştır.
Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd aynı
mânada kullanılır, tıpkı âlim ve ilîm kelimeleri gibi. Mâna şöyledir: Allah,
(her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an görür.
Hazır ve nazır demektir. Fakat alim, habir, nazar
edici ve halkın amellerine şehadet edici manasına da gelir.
Yüce
Allah cümlemize şahit olduğu hayırlı kullarından eylesin.
el-HAKK
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
ذلِكَ
بِاَنَّ اللّهَ
هُوَ
الْحَقُّ
وَاَنَّ مَا
يَدْعُونَ مِنْ
دُونِه هُوَ
الْبَاطِلُ
وَاَنَّ
اللّهَ هُوَ
الْعَلِىُّ
الْكَبيرُ
“Çünkü Allah
Hakk’tır, şüphesiz ondan başka neye dua ederlerse batıldır, boştur.”[280]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ عن عمرو بن
خارجة رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: خَطَبَ
رَسُولُ
اللّهِ
عَلى نَاقَتِهِ،
وَأنَا
تَحْتَ
جِرَانِهَا
وَهِيَ تَقْصَعُ
بِجَرَّاتِهَا،
وَإنَّ
لُعَابَهَا
لَيَسِيلُ
بَيْنَ
كَتِفَيَّ
فَسَمِعْتُهُ
يَقُولُ: إنَّ
اللّه تَعالى
أعْطَى كُلَّ ذِى
حَقٍّ
حَقّهُ، فََ
وَصِيّةَ
لِوَارِثٍ.
Amr İbnu Hatice (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesinin üzerinde
hitabede bulundu. Ben devenin boynunun altında idim. Deve durmadan geviş
getiriyor, hayvanın salyası omuzlarımın arasında akıyordu. İşte bu esnada
Aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü işittim:"Allah Teala hazretleri her
hak sahibine hakkını verdi. Bu sebeple varislerden biri lehine vasiyet
yoktur."[281]
İzahı
Al-Haqq
The
Truth. He whose being endures unchangingly.
£Õ z¤ÛaHakk: Varlığı değişmeyin.
Vacib'ul vücut olan, varlığı hiç değişmeden duran.
Sabit
ve mevcut manasınadır. Hakkı izhar edici manasına da gelir. İcat edici manası
da verilmiştir.
Allah’tan
başka her şey batıldır. Batılın manası adem, yani yokluk ve boşluktur. Bunların
tümü çürüyüp gidecektir. Allah’tan başka her şey yok olacaktır. Çünkü vücut
Allah’ındır. Onun yanında bir başka olmadığından onun için bu adları hak
etmiştir. Hakikat ise Hak’tan müştaktır. Bir şeyin hakikati haktır. Bu başka
bir şeye benzetilemez.
“Varlığında hiç şüphe duyulmadan kabul edilen.
Gerçek olan” anlamına gelen “£Õ z¤Ûa el-Hak” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de on defa tekrarlanmıştır.
Ayrıca ¢£Õ zHak kelimesi Kur’an’ın adı olarak doğru, adalet, hak, hisse,
gerçek anlamlarında Kur’an-ı Kerim’de 218 defa tekrarlanmıştır.
Elimizle tuttuğumuz, gözümüzle
gördüğümüz bu varlık aleminde her an değişiklikler oluyor. Dünya dönüyor, güneş
dönüyor, yıldızlar dönüyor. İnsanlar ölüyor, ağaçlar kuruyor.
Bütün bunları evirip çeviren
biri var ki O doğmaz, ölmez, ihtiyarlamaz, hastalanmaz, uyumaz, uyuklamaz. O,
olduğu gibi gerçek var edicidir.
¢åî©j¢à¤Ûa
¢£Õ z¤Ûa ì¢ç 騣ÜÛa
£æ a æì¢à Ü¤È í ë
“Bilirler ki şüphesiz Allah apaçık Hakkın ta
kendisidir.”[282]
¢£Õ z Hak, Allah olunca onun sözü de en doğru olur.
7¢4ì¢Ó a
£Õ z¤Ûa ë 9¢£Õ z¤Ûb Ï 4b Ó
“Allah buyurdu ki, "O doğru ben hep doğruyu
söylerim"[283] buyurur.
Cenabı Hakk’ın yarattığı
kullarda hakkı=doğruyu söyleyebilir. Ancak insanların söylediklerinde yanılma
ihtimali vardır. Devletler, sistemler, akımlar, partiler ve “benim
dediğim doğru” deyip kabul ettirmek
için bazen elin parmak çokluğuna, bazen elin yumruk gücüne baş vuranlar
söylediğinin doğruluğunda şüphe duyanlardır.
Biz, Allah’ın kelamı Kur’an’da
olan bir söz üzerine söz söylemeyiz, söyleyeni de dinlemeyiz.
Sözlerimizin doğruluğunu parmak
veya yumrukla test etmeyiz. Sözümüz, Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine
ters düşmüyorsa doğru kabul ederiz.
Cenabı Hakka hakkıyla kul
olmaya çalışırız.[284] Onun sözünü hakkıyla,- harflerin çıkışına dikkat ederek,
manasını anlayarak, anladığını uygulayarak- okumaya çalışırız.[285]
Cenabı Hakka iman ettiğimizden
insanlar arasında hakla, adaletle hükmederiz.[286] Hak sahiplerinin hakkını zamanında veririz.[287]
Hakka karşı gelenlere, hakları
çiğneyenlere, haksızlık yapanlara karşı hak sözü söylemek, hak sahibine hakkını
vermek ve haksızın hakkından gelmek için hakkıyla cihad ederiz.[288]
Cenab-ı Hak cümlemizi, hakka
tabi olan ve hak üzerinde sebat eden kullarından eylesin.
el-VEKİL
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
5î©× ë
¢ê¤¡ £mb Ï ì¢ç ü¡a é¨Û¡a ¬ü
¡l¡¤Ì à¤Ûa ë ¡Ö¡¤' à¤Ûa ¢£l
“O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh
yoktur. Öyleyse yalnız O'nun himayesine sığın.”[289]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن عَوْفِ
بْنِ مالكٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَاضَى
رَسُولُ
اللّهِ
بَيْنَ رَجُلَيْنِ.
فَلَمَّا
أدْبَرَا
قَالَ الْمُقْضِيُّ
عَلَيْهِ:
حَسْبِىَ
اللّهُ وَنِعْمَ
الْوَكِيلُ.
فقَالَ : إنَّ
اللّهَ
يَلُومُ عَلى
الْعَجْزِ،
وَلكِنْ
عَلَيْكَ
بِالْكَيْسِ.
فَإذَا
غَلَبَكَ
أمْرٌ فَقُلْ:
حَسْبِيَ
اللّهُ
وَنِعْمَ الْوَكِيلُ.
-Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki kişi arasında bir hükümde
bulunmuştu. Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse:
"Hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil (Allah
bana yeterlidir. O ne iyi vekildir)!" dedi. (Bu sözü işiten) Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Allah Teâla hazretleri aczi levmediyor
(kötülüyor). Fakat sana akıllılık düşer. Ama bir şey sana galebe çalacak olursa
o zaman "hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil" de!" buyurdular."[290]
İzahı
Al-Wakil
The
Trustee. He who manages the affairs of those who duly commit them to
His charge, and who looks after them better than they could themselves.
3î¡× ìÛaVekil: Kulların rızklarına kefil
demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz
sâhibi olmaktır.
Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha
iyi temin eden.
Mahlukatın işlerini lazım olanı yaratıp, bitiren.
Halkın işlerini bitirip gerekenleri yapıcı ve yardım
edici manalarını ifade eder.
“Güvenilen, dayanılan” anlamlarına gelen “3î¡× ìÛaVekil’ ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 13 defa geçmekte.
Yaratılmışların en değerlisi
olan insanoğlu sahip olduğu bütün teknolojik imkanlara rağmen çaresiz
kaldığında dayanak arıyor.
İşler tıkırında giderken her
şeyi kendinden bilir. Ayna karşısında kendine hayran kalır. Aklı, becerisi,
bileği, çalışması kendini o hale getirdiğine inanır. Ama bir kasırgayla evinin
uçmaya başladığını, depremle iş yerinin göçmeye başladığını, teknoloji üretim
merkezlerinin bile yıkılıp yok olduğunu gördüğünde, yıkıma, yangına, fırtınaya,
selíe, kıtlığa karşı dayanamadığında zorunlu olarak “Allaaaaaah!” diye feryat etmeye başlıyor.
Amerika’yı
kasırga kasıp kavururken hükümet, valilikler, özel ve kamu kuruluşları bütün
şehirlerin meydanlarına ışıklı levhalarla “Allah’a
dua edin” diye yazılar yazdılar.
Rabbimiz bu tür davranışların psikolojisini de bize haber verir.
Bu tür insanların denizde
dalgaya tutulduklarında Allah’a yalvardıklarını, kurtulunca eski isyan,
taşkınlık ve şirke geri döndüklerini haber verir.[291]
“3î¡× ìÛael-Vekil”e iman eden müíminler ise en kolay gördükleri işte dahi
kul olarak üzerlerine düşen görevi yaparlarken yine de Allah’a tevekkülü elden
bırakmazlar.
Ana rahminde iken bizi gıdasız bırakmayan, doğunca anneden
iki çeşme gibi sütümüzü akıtan, büyüyünce kara toprağı yiyeceğe dönüştüren ¥3î©× ë
Vekil’e tevekkülümüz aralıksız devam etmeli. Ondan başkasına da
işlerimizi havale etmemeli.
65î©× ë
ó©ãë¢
¤å¡ß a뢡 £n m ü a
“Benden başkasını vekil edinmeyin”[292] ayetiyle bizi uyarmakta. Ancak milletvekili seçmek veya
bazı işlerimizin takibi için vekil tayin etmek Allah’dan başka vekil edinmek anlamına
gelmez.
Çünkü onlarda bizim gibi
insanlar. Onlarında yapamayacakları, bilemeyecekleri var. Bizim dayandığımız,
güvendiğimiz Allah ise her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir.
Nemrut’un adamları İbrahim (a.s)’ı
ateşe attıklarında İbrahim (a.s)’ın Allah’tan başka dayanacak ve güvenecek
kimsesi yoktu.
¢3î©× ì¤Ûa á¤È¡ã ë ¢é¨£ÜÛa
b ä¢j¤ y
“Allah bana yeter. O ne güzel vekil”[293]
diyordu. Ve Rabbi onun ateşini
gülistana çevirdi.[294]
3î¡× ìÛael-Vekil’e tevekkül ederken bizler insan olarak görevimizi yapacağız.
Tarlayı süreceğiz. Tohum
atacağız. Sulaması, gübresi, ilaçlaması, bilimsel yollarla yapıldıktan sonra
Allah’a havale edeceğiz.
Toprağı saksıda gören, aydın
geçinen biri “Bu işlemleri yaptıktan sonra niye Allah’a
tevekkül edeyim?”
diyebilir. Ama işi çiftçilik olan hiçbir insan bunu söylemez.
Çünkü o bilir ki Allah
dilemezse o ekin toprakta çürür. Yağmurlar yağmaz. Yeraltı suları çekilir, veya
çok yağmur yağdırır, çürütür. Veya dolu yağdırır yerle bir ediverir.
Sonra bizim tevekkülümüz bizim
ibadetimizdir.
3î¡× ìÛaVekil’e iman eden bir Müslüman da birilerine vekil olduğunda
kendisine vekalet verene ihanet etmez. Onun beklentilerini boşa çıkarmaz.
Aldığı vekillik görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışır.
Herhangi bir kimse bir iş hususunda Allah’ı kendine
vekil kılarsa, O, o kimsenin vekili olur. O’nun kendilerine vekil kılanlar
kullarından çoğunlukla tevekkül ehlidir. Zira O’nu vekil kılmak için O’nun
hakkında güven ve emniyetin insanda hasıl olması gerekir. Nitekim bir kimsenin
kudreti bir vekili olursa, ona kimse sataşamaz, hakkına tecavüz edemez.
Yüce Allah cümlemizi kendisine hakkıyla tevekkül
eden kullarından eylesin.
el-KAVİYY
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
فَلَمَّا
جَاءَ
اَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
صَالِحًا
وَالَّذينَ
امَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَمِنْ
خِزْىِ
يَوْمِئِذٍ
اِنَّ
رَبَّكَ هُوَ
الْقَوِىُّ
الْعَزيزُ
“Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman
edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık.
Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) galip gelendir.”[295]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ابن
المسيب قال:
الْبَاقِيَاتُ
الصَّالِحَاتُ:
هِىَ قولُ
الْعَبْدِ:
اللّهُ
أكْبَرُ،
وسُبْحَانَ
اللّهِ
وَالْحَمْدُللّهِ،
وََ إلَهَ إَّ
اللّهُ، وََ
حَوْلَ وََ
قُوَّةَ إَّ بِاللّهِ
İbnu'l-Müseyyeb diyor ki: "Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.
Ama bâki kalaak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak da Rabbinin katında
daha hayırlıdır" [296]
âyetinde geçen "bâki kalacak faydalı işler", kulun sarfedeceği
"Allahu ekber", "Sübhanallah", "Elhamdulillah"
"Lailahe İllallah", "Lâhavle velâ kuvvete illa billâh"
sözlerdir."[297]
İzahı
Al-Qawi
The
Possessor of All Strength. TheMost Strong.
£ô¡ì Ô¤Ûa Kaviyy: (güçlü) demektir. Ayrıca:
"Kudreti ve kuvveti
tam, O'nu hiçbir şey âciz kılamaz" mânasına da gelir.
Pek güçlü. Pek
kuvvetli. Kuvvet sahibi demektir. Allah’tan başka kudret ve kuvvet sahibi
yoktur. O’nun kudret ve kuvvetine, hudut, nihayet ve engel de yoktur.
"Çok
kuvvetli" anlamına gelen " £ô¡ì Ô¤Ûael-Kaviyy" ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de 9 defa geçmekte. Musa
aleyhisselam karşısında firavunun mağlubiyeti anlatılırken Rabbimiz:
¡lb ԡȤÛa ¢í© (
¥£ô¡ì Ó é¨£ÜÛa £æ¡a
"Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, cezası
şiddetlidir" buyurur."[298]
Salih Aleyhisselam karşısında
Semud kavminin mağlubiyetini anlatırken de Rabbimizin £ô¡ì Ô¤Ûael-Kaviy ismi zikredilir.[299]
Zülme uğrayanlara harbetme izni
veren ayette de Rabbimiz:
¥í© Ç ¥£ô¡ì Ô Û
騣ÜÛa £æ¡a 6¢ê¢¢¤ä í ¤å ß ¢é¨£ÜÛa
£æ ¢¤ä î Û ë 6e
"Allah kendisine yardım edenlere elbette
yardım eder. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, Azizdir"[300] buyurur.
Sayımını yapamadığımız
yıldızları, denizdeki canlıları, havadaki kuşları yaratan, yaşatan koyduğu
kurallar içinde yöneten çok kuvvetli Rabbe iman eden bir mü'min güçlü ordulara,
güçlü paralara, güçlü görünmeye çalışanlara aldırış etmeden Allah yolunda
yürümeye devam eder. Baki'nin:
“Baş eğmeziz edaniye dünyayı dûn için,
Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız."
"Değersiz dünya için alçaklara baş eğmeyiz
biz.
Bizim dayanağımız, güvencemiz, itimadımız
Allah'adır"
dediği gibi, Enfal suresinin 60'ıncı ayetinde "düşman
için kuvvet hazırlayınız"
emrine uyarak güçlü olmaya çalışırız ve £ô¡ì Ô¤Ûa el-Kaviy olan Rabbimize güvenip yolumuza devam ederiz.
Mümkünleri mümkün hale getiren İlahi kuvvettir.
Mümkün olan bir şeyin tercihi olmasaydı o şey olmazdı. İşte tercih keyfiyeti £ô¡ì Ô Kaviy adının manasındadır.
Zayıflık kuvvetin zıttıdır. Kuvvet ise kudretin
hususi bir vasfıdır ki kudretin kemal ve olgunluğudur.
Yüce Allah cümlemize kuvvetli inanç nasip
etsin.
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa ë¢
¢Öa £ £Ûa ì¢ç 騣ÜÛa £æ¡a
“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan
ancak Allah'tır.”[301]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ
وعن ابن مسعود
رَضِىَ اللّهُ
عَنْه قال:
]أقْرَأنِى
رسولُ اللّه #:
إنِّى أنَا
الرَّزَّاقُ
ذُو
الْقُوَّةِ
الْمَتِينُ[ .
- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Zâriyat sûresinin 58.
âyetini bana şöyle okuttu:
إنِّى
أنَا
الرَّزَّاقُ
ذُو الْقُوَّةِ
الْمَتِينُ
"Şüphesiz ben, güç ve kuvvet sahibi, rızık vericiyim."
[302]
İzahı
Al-Matin
The
Firm. He who is very Steadfast.
åî©n à¤ÛaMetin:
Şedid ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.
Pek güçlü. Çok sağlam.
Şiddet ve istihkam (metanet) sahibi, kudret
yüksekliğinin kaynağıdır.
åî©n à¤ÛaMetin
adının manası, katı ve sert manasına gelmektedir. Buradaki metanet mecazidir,
şiddetli kuvvet ta’bir edilmektedir. Evet, zira Hak katı ve serttir. Bu sertlik
kendi zatından bulunmaktadır.
"Çok sağlam" anlamına gelen bu "åî©n à¤Ûael-Metin"
ismi celili Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimizin ismi olarak bir defa geçer:
¢åî©n à¤Ûa ¡ñ £ì¢Ô¤Ûa ë¢
¢Öa £ £Ûa ì¢ç 騣ÜÛa £æ¡a
"Şüphesiz Allah rızık veren, çok kuvvetli,
çok sağlamdır."[303]
Bu surede insanlar ve cinleri
Allah'a ibadet etmeleri için yarattığını, onlardan rızık istemediğini haber
verdikten sonra rızık verenin güçlü ve sağlam Allah olduğunu haber veriyor.
El Kavi ile åî©n à¤Ûael-Metin
ardarda geldiğinden manaları arasında ince bir fark olmak lazım gelir.
El-Kavi yaratılmışları evirip
çevirip onları denetimi altında tutan çok kuvvetli anlamına gelirken åî©n à¤Ûael-Metin
ise yaratılmışlardan etkilenmeyen, onlara hiç ihtiyacı olmayan çok sağlam
anlamına gelir.
Biz yoruluruz, zayıflarız,
kuvvetleniriz, ellerimiz titremeye başlar. Ama Rabbimiz Metindir. Bizimle
kıyaslanmaz. Evreni yarattığı zamandan beri hepsini yörüngesinde döndürür de
yorulmaz.
En ünlü halterci birkaç yüz
kiloyu kaldırıp birkaç saniye havada tuttu diye alkışlıyoruz.
Rabbimiz altı milyar insanın
üzerinde gezindiği dünyayı ve diğerlerini devamlı döndürür de yorulmaz,
zayıflamaz.
åî©n à¤ÛaMetin
olan Allah'a iman eden kullarda olaylar karşısında metanetini sağlamlığını
korur. Bozguna uğramaz, gevşemez. Kendini koyuvermez. Kendine düşen görevi
yerine getirir ve neticeyi åî©n à Metin olan Allah'a havale eder.
Bir şeyi ondan başka hiçbir kimse kahredemez. Çünkü
O’nun kahrı kulları üzerindedir. Onun üstün bir rahmeti ve vacip olan bir sözü
vardır. Zira kahreden her kahir, O’ndan başkası değildir.
Yüce Allah cümlemize dininin uğrunda mücadele
ederken metanet nasip etsin.
el-VELİYY
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
a¦î© 㠡騣ÜÛb¡2
ó¨1 × ë >¦b£î¡Û ë ¡é¨£ÜÛb¡2 ó¨1 × ë 6¤á¢Ø¡ö
¬a ¤Ç b¡2 ¢á Ü¤Ç a ¢é¨£ÜÛa ë
“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek
bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.”[304]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
قُرَيْشٌ
وَا‘نْصَارُ
وَجُهَيْنَةُ
وَمُزَيْنَةُ
وَأسْلَمُ
وَأشْجَعُ وَغَفَارٌ
مَوالِيَّ.
لَيْسَ
لَهُمْ
مَوْلى دُونَ
اللّهِ
وَرَسُولِهِ .
Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:"Kureyş, Ensar, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Eşca' ve
Gıfar benim dostlarımdır. Onların da Allah ve Resulünden başka dostları
yoktur."[305]
İzahı
Al-Wáli
The
Protecting Friend. He who is a friend to His good servants.
ïÛ ìÛaVeliyy: Nâsır (yardımcı)
demektir. Ayrıca:
"İşlerin kendisiyle yürüdüğü mütevelli, yetimin velîsi gibi" diye
de açıklanmıştır.
Seçkin kullarının dostu.
"Gerçek dost" anlamına gelen "ïÛ ìÛa el-Veli" ismi cemili Kur'ân'ı Kerim'de 11 defa
zikredilmiştir.
6¡ì¢£äÛaó Û¡a¡pb à¢Ü¢£ÄÛa å¡ß
¤á¢è¢u¡¤¢í=aì¢ä ߨa åí© £Ûa ¢£ó¡Û ë
¢é¨£ÜÛ a
"Allah mü'minlerin dostudur. Onları
karanlıklardan aydınlığa çıkardı."[306]
Ana rahminin karanlıklarından
dünyanın aydınlığına çıkardı. Dünyanın karanlıklarından imanın aydınlığına
çıkardı.
Bize bütün işlerimizde yardım
eden, bizim velimiz gibi işlerimizi kolaylaştıran Rabbimizdir.
Allah, Mü'minlerin dostu olunca Müminler de birbirlerinin
dostu olurlar.
<§¤È 2 ¢õ¬b î¡Û¤ë a
¤á¢è¢¤È 2 ¢pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ë æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ë
"Mümin erkeklerle, mümin kadınlar
birbirlerinin dostudurlar.”[307]
Mümin olmayanları dost
edinmemeleri gerekir.
7 åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa¡æë¢
¤å¡ß
õ¬b î¡Û¤ë a åí©¡Ïb ؤÛa æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa
¡¡ £n íü
"Müminler, müminlerden başka kafirleri
dost edinmesinler."[308]
Maide 51'de Yahudi ve
Hıristiyanları dost edinmemiz yasaklanıyor.
"Dost" diye terceme ettiğimiz bu ”ïÛ ìÛael-Veli kelimesi ile vali kelimesi aynı kökten. Vali, bir şehrin
bütün işlerini severek dostça evirip çeviren yöneticidir. Yahudi ve
Hıristiyanları dost edinmeyin derken Rabbimiz bize onlara yönetim işlerini
vermeyin anlamında kullanılıyor.
Yoksa Yahudi ve Hıristiyanla
komşuluk ilişkileri ticari ilişkiler dostane yürütülür. Ama Müslüman köyüne
Yahudi muhtar, Müslüman şehrine Hıristiyan vali atanmaz. Kısacası Müslüman
mahallesinde salyangoz satılmaz.
Allah'ı gerçek dost kabul eden bir müminin yüreğine korku
ve hüzün gelmez.
7 æì¢ã ¤z í ¤á¢çü ë
¤á¡è¤î Ü Ç ¥Ò¤ì ü ¡é¨£ÜÛa õ¬b î¡Û¤ë a
£æ¡a ¬ü a
"İyi bilin ki Allah dostlarına korku yoktur
onlar üzülmezler de."[309]
Bu dünyada güçlü siyasilerle
dost olanlar her türlü kanunsuzluğu yapmaktan çekinmiyorlar. Bizler ise
Rabbimizi dost edinince Rabbimizin rızasına uymayan her şeyden kaçınırız. Onun
yolunda yürürken hiç kimseden korkmayız ve bize karşı alınan her türlü baskı
nedeniyle üzüntü bile duymayız. Akrebin görevi sokmak, ateşin görevi yakmak,
bizim görevimiz akrebe veya ateşe kızmak değil, ateşte yanmamak için tedbir
almaktır.
Dostlarına
yardım eden, düşmanlarını kahreden.
Seven ve yardım eden manasınadır. Bazıları, halkın
işlerini tamamlayıcı manasına gelir demişlerdir.
Yüce
Allah cümlemizi dostluğuna kabul buyursun.
el-HAMİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
الر
كِتَابٌ
اَنْزَلْنَاهُ
اِلَيْكَ
لِتُخْرِجَ
النَّاسَ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
اِلَى النُّورِ
بِاِذْنِ
رَبِّهِمْ
اِلى صِرَاطِ
الْعَزيزِ
الْحَميدِ
“Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle
insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan
Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”[310]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ عن أبى
مسعود البدرى
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
أتَانَا
رسولُ
اللّهِ
وَنَحْنُ في
مَجْلِسِ
سَعْدِ بْنِ
عُبَادَةَ،
فقَالَ لَهُ
بَشِيرُ بْنُ
سَعْدٍ:
أمَرَنَا
اللّهُ
تَعَالَى أنْ
نُصَلِّىَ
عَلَيْكَ يَا
رسولَ
اللّهِ،
فَكَيْفَ
نُصَلِّى
عَلَيْكَ؟ قَالَ
قُولُوا:
اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا صَلَّيْتَ
عَلى إبْرَاهِيمَ،
وَبَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ، وَعَلى
آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا
بَارَكْتَ عَلَى
آلِ
اِبْرَاهِيمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ مَجِيدٌ،
وَالسََّمُ
كَمَا قَدْ
عَلِمْتُمْ[.
أخرجه الستة
إّ
البخارىوللستة
إّ الترمذي،
عن أبى حميد
الساعدى
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قَالُوا
يَارَسُولَ
اللّهِ
كَيْفَ
نُصَلِّى
عَلَيْكَ؟
قاَلَ
قُولُوا:
اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى
أزْوَاجِهِ
وَذُرِّيَّتِهِ،
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى
إبْرَاهِيمَ،
وَبَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَعَلَى أزوَاجِهِ
وَذرِّيِّتِهِ،
كَمَا
بَارَكْتَ عَلَى
إبْرَاهِيمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ[.وَللخمسة
عن كعب بن عجرة
قال: ]خَرَجَ
عَلَيْنَا
رسولُ اللّهِ
# فَقُلْنَا
يَا رَسُولَ
اللّهِ: قَدْ
عَلِمْنَا
كَيْفَ
نُسَلِّمُ
عَلَيْكَ،
فَكَيْفَ نُصَلِّى
عَلَيْكَ؟
قَالَ
قُولُوا:
اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى
إبْرَاهِىمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ،
اَللَّهُمَّ
بَارِكْ عَلى
مُحَمَّدٍ
وَعَلى آلِ
مُحَمَّدٍ،
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى آلِ
إبْرَاهِيمَ
إنَّكَ حَمِيدٌ
مَجِيدٌ .
Ebû Mes'ud el Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu
Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza
geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa'd: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize Allah Teâla
Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?"
diye sordu. Efendimiz şu cevab verdi:"Şöyle söyleyin:"Allahümme salli
alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve bârik alâ
Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke hamîdun
mecîd. (Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e
rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl. Tıpkı
İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." (Resulullah ilâveten şunu
söyledi): "Selam da bildiğiniz gibi olacak."[311]
Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebû Humeyd es-Sâidî
(radıyallâhu anh)'den gelen bir rivayet şöyle:"Ashab sordu: "Ey
Allah'ın Resûlü sana nasıl salât okuyalım?" Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): Şöyle söyleyin, dedi: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ
ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ salleyte alâ İbrâhime ve bârik alâ Muhammedin ve
alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrâhime inneke hamîdun
mecîd.(Allahım! Muhammed'e zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı
İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini mübârek
kıl, tıpkı İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, şerefi
yücesin)." [312]
Ka'b İbnu Ucre'den gelen bir rivâyet de şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yanımıza gelmişti: "Ey Allah'ın Resûlü, dedik, sana nasıl selam
vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)? "
"Şöyle söyleyin! dedi:"Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl-i
Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahîme inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ
Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun
mecîd."[313]
İzahı
Al-Hamid
The
Praised One. He to whom all praise belongs, and who alone is lauded by
the tongues of all creation.
î©à z¤ÛaHamid: Fiiliyle hamde hak kazanan
mahmûd kimsedir. Bu kelime mef'ûl mânasında fâildir.
Ancak kendine hamd edilen, bütün varlığın diliyle
övülen.
Bütün medih ve
övgüye layık.
Mahmud (kendisine hamd edilen) ve övülmeye çok layık
olan demektir.
"Övgüye
layık" anlamına gelen "î©à z¤Ûael-Hamid" ismi cemili Kur’an-ı Kerim de 17 defa geçmekte.
Yarattığı kullarına lütfettiği maddi manevi nimetleri hatırlattıktan, imanı
emredip inkardan kaçınmamızı bildirdikten sonra;
¥î©à y ¥£ó¡ä Ë é¨£ÜÛa
£æ a a¬ì¢à ܤÇa ë
"Şüphesiz Allah zengindir, övgüye
layıktır"[314]
buyurur.
Her şey her yerde her dille Onu
över. Çiçekler açarken, kuşlar uçarken, dereler akarken, yağmurlar yağarken Ona
hamdeder.
Süleymaniye Camii durduğu
yerden mimar Sinan’ı hatırlatır.
Sanattan anlayan herkes
Süleymaniye Camii’ni görünce Sinan’a karşı saygıyla ürperir.
İşte her yaprak, her çekirdek,
her dağ ve deniz, yaratıcısını bize hatırlatır. Kendine has diliyle bizim iç
dünyamızda ince duyguların gelişmesine sebep olur ve kainatın sahibi önünde
hamd ile tespih ederek eğiliriz.
Müslümanlar günde beş vakit
namazlarında 40 defa Fatiha suresi okuyarak Allah’ı övdüklerinden, Allah’tan
başkasına hamd etmediklerinden boyunlarına esaret zincirini hiçbir zaman
geçirtmemişler.
Düşünen beynini, yazan elini,
konuşan dilini yaratan Allah’a bir defa boyun eğmeyen ve Allah’a hamd
etmeyenlerin Allah’ın yarattığı inkârcı kulları önünde her gün eğilen ve
onların artıklarını yalamak için övgüler düzenleyenlerde hamd ediyorlar ama
yanlış yere hamd ediyorlar.
î©à z¤Ûael-Hamid"e iman eden günde kırk defa hamdeden bir mü’minin
başı dik ve yumuşak olmalı.
Eli, alan el değil veren el
olmalı. Verirken sevdiği yiyecek giyeceklerden vermeli. Sözlerin en güzeline
iman ettiği için en güzel sözler söylemeli.
İnsanları kafirliğin karanlığından, imanın aydınlığına
çıkmasına sebep olmak için gayret göstermeli.
Hamd bütün kemal sıfatlarının
kendisine aidiyyeti itibariyle kudsi zata dönen sıfatlar sonsuzdur. Öyle ise
O’na ait olan hamdü senaların da sonu yoktur. Bunun sonsuzluğu da değişiktir.
Bunlardan biri şahıslardan çok başka çeşitlerin sonsuzluğudur. Kullardan ona yöneltilen
her güzel şey şükürdür. Kullarından şükür ile ona dönenlerde hamdü senadır.
Yüce Allah’a hamd etmek, edebi
bir sıfatın vasfıdır.
= åî©à Ûb ȤÛa
¡£l ¡é¨£Ü¡Û ¢¤à z¤Û a Elhamdülillahi rabbi’l-alemin”
sözcüğü, sonsuzluğa dek yeterli olup Hamid adının tümünün ve her birinin izafi
gerçeklerindendir.
Yüce Allah bizleri kendisine hakkıyla hamd eden
kullarından eylesin.
el-MUHSİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
لِيَعْلَمَ
اَنْ قَدْ
اَبْلَغُوا
رِسَالَاتِ
رَبِّهِمْ
وَاَحَاطَ
بِمَا
لَدَيْهِمْ
وَاَحْصى
كُلَّ شَىْءٍ
عَدَدًا
“Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin
gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde
olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır
(kaydetmiştir).”[315]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ عن أبي
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: بَعَثَ
النَّبِيُّ
سَرِيَّةً
عَيْناً وَأمَّرَ
عَلَيْهِمْ
عَاصِمَ بْنَ
ثَابِتٍ،
وَهُوَ جَدُّ
عَاصِمِ بْنِ
عمر بْنِ
الخَطَّابِ.
فَانْطَلَقُوا
حَتّى إذَا
كَانُوا
بَيْنَ
عُسْفَانَ
وَمَكَّةَ،
ذُكِرُوا
لِحَىٍّ مِنْ
هُذَيْلٍ
يُقَالُ
لَهُمْ بَنُو
لِحْيَانَ.
فَتَبِعُوهُمْ
بَقَرِيبٍ
مِنْ مِائَةِ
رَامٍ فَاقْتَصُّوا
آثَارَهُمْ
حَتّى أتَوْا
مَنْزًِ
نَزَلُوهُ فَوَجَدُوا
فِىهِ نَوَى
تَمْرٍ
تَزَوَّدُوهُ
مِنَ
الْمَدِينَةِ.
فَقَالُوا:
هذَا تَمْرُ
يَثْرِبَ.
فَتَبِعُوا
آثَارَهُمْ
حَتّى
لَحِقُوهُمْ
فَلَمَّا
أحَسَّ
بِهِمْ عَاصِمِ
وَأصْحَابُهُ
لَجَئُوا إلى
فَدْفَدٍ،
وَجَاءَ
الْقَوْمُ
فَأحَاطُوا
بِهِمْ
فَقَالُوا:
لَكُمْ الْعَهْدُ
وَالْمِيثَاقُ
إنْ
نَزَلْتُمْ إلَيْنَا
أنْ َ
نَقْتُلْ
منْكُمْ
رَجًُ. فَقَالَ
عَاصِمٌ:
أمَّا أنَا
فََ أنْزِلُ
فِى ذِمة
كَافِرٍ.
اللَّهُمَّ
أخْبِرْ
عَنَّا رَسُولَكَ.،
فَقَاتَلُوهُمْ
حَتّى
قَتَلُوا عَاصِماً
فِي سَبْعَةِ
نَفَرٍ
بِالنَّبْلِ
وَبَقى خُبَيْبٌ
وَزَيْدٌ
وَرَجُلٌ
آخَرُ.
فَأعْطَوْهُمْ
الْعَهْدَ
وَالْمِيثَاقَ.
فَنَزَلُوا إلَيْهِمْ.
فَلَمَّا
اسْتَمْكَنُوا
مِنْهُمْ
حَلُّوا
أوْتَارَ
قِسِّيهِمْ
فَرَبَطُوهُمْ
بِهَا.
فَقَالَ
الرَّجُلُ
الثَّالِثُ
الَّذِى
مَعَهُمَا:
هذَا أوَّلُ
الْغَدْرِ.
فَأبَى أنْ
يَصْحَبَهُمْ
فَجَرَّرُوهُ
وَعَالَجُوهُ
عَلى أنْ
يَصْحَبَهُمْ.
فَأبي أنْ
يَفْعَلَ
فَقَتَلُوهُ.
وَانْطَلَقُوا
بِخُبَيْبٍ
وَزَيْدٍ
حَتّى
بَاعُوهُمَا
بِمَكَّةَ
فَاشْتَرَى
خُبَيْباً
بَنُو
الْحَارِثِ
بْنِ عَامِر
بْنِ نَوْفَلٍ.
وَكَانَ
خُبَيْبٌ
هُوَ قَتَلَ الْحَارِثَ
يَوْمَ
بَدْرٍ.
فَمَكَثَ
عِنْدَهُمْ
أسِيراً
حَتّى
أجْمَعُوا
قَتَلَهُ. فَاسْتَعَارَ
مُوسى مِنْ
بَعْضِ
بَنَاتِ الْحَارِثِ
لِيَسْتَحِدَّ
بِهَا.
فَأعَارَتْهُ.
قَالَتْ:
فَغَفَلْتُ
عَنْ صَبىٍّ
لِى فَدَرَجَ
إلَيْهِ
حَتّى أتَاهُ
فَوَضَعَهُ
عَلى
فَخْذِهِ
فَلَمَّا
رَأيْتُهُ
فَزِعْتُ
فَزْعَةً
حَتّى عَرَفَ
ذلِكَ مِنّى،
وفِى يَدِهِ
الْمُوسى.
فقَالَ:
أتَخْشَيْنَ
أنْ
أقْتُلَهُ؟
مَا كُنْتُ ‘فْعَلَ
ذلِكَ إنْ
شَاءَ اللّهِ.
وَكَاَنَتْ تَقُولُ:
مَا رَأيْتُ
أسِيراً
قَطَّ خَيْراً
مِنْ خُبَيْبٍ،
وَلَقَدْ
رَأيْتُهُ
يَأكُلُ مِنْ قُطْفِ
عِنَبٍ،
وَمَا
بِمَكَّةَ
يَوْمَئِذٍ
ثَمَرةٌ،
وَإنَّهُ
لَمُوثَقٌ
بِالْحَدِيدِ،
وَمَا كَانَ
إَّ رِزْقاً
رَزَقَهُ اللّهُ
خَبِيباً.
فَخَرَجُوا
بِهِ مِنَ
الْحَرَمِ
لِيَقْتُلُوهُ
فَقَالَ:
دَعُونِى أُصَلِّى
رَكْعَتَيْنِ
ثُمَّ
انْصَرَفَ
إلَيْهِمْ
فَقَالَ: لَوْ
َ أنْ تَرَوْا
أنَّ مَابِي
جَزَعٌ مِنَ
الْمَوْتِ
لَزِدْتُ.
فَكَانَ
أوَّلَ مَنْ
سَنَّ
الرَّكْعَتَيْنِ
عِنْدَ
الْقَتِلِ
هُوَ. وَقَالَ:
اللَّهُمَّ
احْصِهِمْ
عَدَداً. ثُمَّ
قَالَ:مَا
أُبَالى
حِينَ
أُقْتَلُ
مُسْلِماً عَلى
أىِّ شِقٍّ
كَانَ فِي
اللّهِ
مَصْرَعِي وذلِكَ
فِي ذَاتِ
ا“لهِ وإنْ
يَشَأ
يبَارِكْ عَلى
أوْصَالِ
شِلْوٍ
مُمَزِّعِ
ثُمَّ قَامَ
إلَيْهِ
عُقْبَةُ
بْنُ
الْحَارِثِ
فَقَتَلَهُ.
وَبَعَثَتْ
قُرَيْشٌ إلى
عَاصِمٍ لِيُؤْتُوا
بِشَىْءٍ
مِنْ
جَسَدِهِ
بَعْدَ مَوْتِهِ،
وَكَانَ
قَتَلَ
عَظِيمَا
مِنْ
عُظَمَائِهِمْ
يَوْمَ
بَدْرٍ.
فَبَعَثَ
اللّهُ
عَلَيْهِ
مِثْلَ
الظُّلَّةِ
مِنَ
الدَّبْرِ.
فَحَمَتْهُ
مِنْ
رُسُلِهِمْ
فَلَمْ
يَقْدِرُوا مِنْهُ
عَلى شَىْءٍ.
Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gözcü seriyye gönderdi. Başına Âsım İbnu Sâbit'i komutan tayinetti. Bu zât Amr
İbnu Âsım İbni'l-Hattâb'ın ceddi idi. Usfân ile Mekke arasında bulunan bir yere
kadar gittiler. Huzeyl Kabilesi'nin Beni Lihyan denen bir koluna haber
verdiler. Bunları yüz okçu yakından takibe aldı. İzlerini takiben onların inmiş
bulunduğu yere kadar geldiler. Onların azık olarak Medine'den beraberlerine
almış oldukları hurmanın çekirdeğini buldular."Bu Yesrib (Medine)
hurmasıdır!" dediler ve izlerini takibe devam ederek, Ashab'a kavuştular.
Âsım ve ashâbı onları hissedince sarp bir yere sığındılar. Takipçiler gelip
onları kuşattılar."Eğer bize teslim olursanız size ahd ve misakımız var,
sizden kimseyi öldürmeyeceğiz!"dediler. Âsım:"Ben bir kâfirin zimmetine
teslim olmam. Allahım, Resûlüne bizden
haber ver!" dedi. Aralarında mukatele (vuruşma)
çıktı. Takipçiler ok attılar. Âsım (radıyallahu anh) yedi kişiyle birlikte
şehid oldu. Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha kaldı.
Takipçiler, bunlarada ahd
ve misak teklif ettiler. Bunlar, onlara teslim oldular. Ele geçirir geçirmez,
derhal yaylarının kirişlerini çözerek, bunları onlarla bağladılar.
Hubeyb ve Zeyd'in
yanındaki üçüncü şahıs:"Bu verdikleri söze birinci ihânetleri" deyip,
onlarla beraberliği reddetti. Onu sürüyüp braberliğe zorladılar. O yine de
direndi. Onu da şehid ettiler, Hubeyd ve
Zeyd'i Mekke'ye götürüp orada sattılar. Hubeyb'i Beni'l-Hâris İbni Âmir İbni
Nevfel satın aldı. Hubeyb, Bedir günü el-Hâris'i öldürmüştü. Yanlarında esir
olarak kaldı. Sonunda öldürmeye karar verdiler. (Bir ara) el-Hâris'in
kızlarından birinden etek traşı olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın
der ki:
"Bir çocuğum vardı, gafil davrandım.
Hubeyb'in yanına kadar çıktı. Hubeyb onu
dizine oturttu. O vaziyette görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb
farketti, ustura de elindeydi."
"Çocuğu
öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah böyle bir şey yapmam" dedi. Yine
o kadın şunu anlatmıştı:"Ben Hubeyb'ten daha hayırlı bir esir görmedim.
Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini gördüm. Halbuki o sırada Mekke'de hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir
zincirlerle bağlı idi. Demek ki o,
Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.Öldürmek üzere onu, Harem bölgesinden
çıkardılar. Orada:"Beni bırakın iki rek'at namaz kılayım!" dedi.
(Bıraktılar namazını kılınca) geri geldi."Eğer ölümden korktu demiyecek
olsaydınız daha fazla kılacaktım!"
dedi. İdâm sırasında namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb
idi."Allahım, onların hepsini say, [dağınık dağınık öldür]" dedi.
Sonra şu beyitleri terennüm etti:"Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam
yemem,Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum.Bu ölüm O'nun zâtı(nın rızası)
yolundadır. Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket
verir.[Sonra Hubeyb: "Alahım, Resulüne selamımı götürecek kimse
bulamıyorum, sen duyur" der.
Sonra Ukbe İbnu'l-Hâris
kalkıp Hubeyb'i öldürdü.Kureyş Bedir'de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan
Âsım'ın cesedinden bir parça getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne
adamlar gönderdi. Allah Teâlâ Hazretleri de onun üzerine arı oğulu nevinden bir
gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş'in
gönderdiklerine karşı onun cesedini korudu, hiç bir şey
alamadılar."[316]
İzahı
Al-Muhsi
The
Appraiser. He who knows the number of every single thing in existence,
even to infinity.
ó©¤z¢àÛaMuhsi: İlmiyle her şeyi sayan,
nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan kimse demektir.
Zerreden küreye
her şeyin sayısını bilen.
Namütanahi de olsa, bir bir her şeyin sayısını
bilen.
Bütün bilgileri ve bilinenleri tek tek sayıcı,
sayılarını bilici demektir.
"Her şeyin sayısını bilen" anlamına gelen "ó©¤z¢àÛael-Muhsi" ismi şerifi Kur’an-ı Kerim de ó©¤z¢àÛael-Muhsi olarak geçmiyor.
Fakat "Allah
her şeyi teker teker saydı"
anlamında ayetler indirdi.[317]
Biz
insanlık ailesi bu kadar gelişmiş teknolojiye rağmen yeryüzünün en değerli
varlığı olan insanların sayımını tamamlamış değiliz.
Çiçekler,
böcekler, yıldızların sayımı da yapılmış değil. Ama Rabbimiz denizlerdeki damla
sayısını, her damlada yaşayan canlı sayısını, bir damla kan içindeki alyuvarları,
akyuvarları, onların gıdasını, gıdanın içeriğini her şeyin sayısını bilmekte.
ó©¤z¢àÛaeeeel-Muhsi’ye iman eden bir mü’min tabiatta gördüğü, duyduğu,
tuttuğu, kokladığı, tattığı her şeyin Rabbin bilgisi içinde orada durduğunu,
açtığını, uçtuğunu bilir ve Rabbin hazinesine zarar vermeden onlardan
yararlanma tarafına gider.
Vücudunda her hücrenin hesabını
vereceğini bildiğinden Rabbin emrettiği doğrultuda hareket eder. Yüce Rabbimiz,
“ó©¤z¢àÛa el-Muhsi” ismi şerifiyle yaratıklarının gelecek ve geçmişini
bildiği gibi onların sayısını da, miktarını da bilir. Dağlarda uçan kuşların
uçuşunu, sıra sıra dizilen karıncaların ne yaptıklarını ve yapacaklarını
bildiği gibi onların sayısını da bilir.
Her ormanda kaç tane kuş,
karınca vs. yuvası var ve bu yuvalarda kaç tane kuş, karınca yaşar bunların
sayısının hesabını bilen tek kuvvet ve kudrettir. Aynı şekilde Meleklerin,
cinlerin, şeytanların ve insanların da sayısını bilir.
Hasılı yüce Rabbimiz “ó©¤z¢àÛael-Muhsi” ismi şerifiyle yaratıklarının içinde ne yaratılmış ve ne
yapmışlar hesabını, kitabını çok iyi bilendir.
Yüce Rabbimiz bizleri geniş ve
hayırlı ilminden nasip eylesin.
el-MUBDİU
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَهُوَ
الَّذى
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ يُعيدُهُ
وَهُوَ
اَهْوَنُ
عَلَيْهِ
وَلَهُ
الْمَثَلُ
الْاَعْلى
فِى
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَهُوَ
الْعَزيزُ
الْحَكيمُ
“İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu
(yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve
yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet
sahibidir.”[318]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ. أنَّ
رسولَ اللّه قالَ:
يَقُولُ اللّهُ
تعالَى
يَشْتِمُنِى
ابْنُ آدَمَ
وَمَا
يَنْبَغِى
لَهُ أنْ يَشْتِمَنِى!
وَيُكَذِّبُنِى
وَمَا يَنْبَغِى
لَهُ أنْ
يُكَذِّبَنِى.
أمَّا
شَتْمُهُ إيَّاىَ
فَيَقُولُ:
إنَّ لِى
وَلَداً.
وَأمَّا
تَكْذِيبُهُ
إيَّاهُ
فيَقُولُ:
لَيْسَ يُعِيدُنِى
كَمَا
بَدأنِى.
وَلَيْسَ
أوَّلُ
الْخَلْقِ
بِأهْوَنَ
عَلىَّ مِنْ
إعَادَتِهِ.
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri diyor ki: "Âdemoğlu
bana şetmediyor (hakkımda münasib olmayan söz sarfediyor). Ancak bu ona
yakışmaz. Âdemoğlu beni tekzib ediyor, ancak beni tekzib etmek ona yakışmaz.
Bana ettiği şetme gelince: "Bu, onun, bana evlâd nisbet etmesidir.
Tekzibine gelince, bu onun Allah, yarattığı gibi beni tekrar diriltmeyecek'
demesidir. Halbuki, ikinci sefer tekrar diriltmek, bana, yoktan var etmeye
nazaran zor gelecek bir iş değildir."[319]
İzahı
Al-Mubdi
The
Originator. He who creates all creating ab initio without matter or
model.
¡¤j¢àÛaMübdi: Eşyayı yoktan ilk defa
var eden, yaratan demektir.
Mahlukatı
maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan.
Mahlukatı maddesiz olarak yoktan var eden.
Halk
edici ve izhar edici demektir. İzhar ettiklerinde taklide ihtiyacı olmayan ve
her birini kendi başına bir tamamlık ve başkalık üzere ızhar eden manasına da
gelir.
"Malzemesiz ve modelsiz yaratan” anlamına gelen ¡¤j¢àÛael-Mübdi” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de ¡¤j¢àÛael-Mübdi olarak geçmez. Yarattı ve yaratır anlamında fiil olarak 11
defa geçer.
“İlk
haline döndüren”
anlamına gelen ¡¤j¢àÛael-Mubdi” ismi şerifi de Kur’an-ı Kerim’de 11 defa, iade eder, iade
ederiz anlamına gelen fiil halinde geçer.
Kainat yokken Allah vardı.
Kainattaki her şeyi malzemesiz ve modelsiz olarak yarattı. Çekirdekten ağacı
çıkarıyor, çekirdek tekrar toprağa düşüyor ve baharda yeniden canlanıyor. Ve
kocaman ağaca dönüşüyor.
Modelsiz olarak insanı yaratan
Rabbimiz onu da bir kanuna bağlamış. Kanunu kıyamete kadar devam edecek.
Kıyametten sonra yeryüzüne
gelen ve giden her insanı eski haline döndürecek ve hepsine yaptıklarından
dolayı hesap soracak ve amellerine göre mükafat veya ceza verecek.
Rabbimizin tabiat kanunlarına
uyduğumuz oranda rahat ediyoruz. Bunda kimse şüphe ve itiraz etmiyor. Tabiat
kanunlarını koyan Rabbimiz Kur’an’ıyla şeriat kanunlarını koymuş, her iki
kanuna da uyarsak iki dünyamız güzel olur.
اِلَيْهِ
مَرْجِعُكُمْ
جَميعًا
وَعْدَ اللّهِ
حَقًّا
اِنَّهُ
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ ثُمَّ
يُعيدُهُ
لِيَجْزِىَ
الَّذينَ
امَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
بِالْقِسْطِ
وَالَّذينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
شَرَابٌ مِنْ
حَميمٍ
وَعَذَابٌ
اَليمٌ بِمَا
كَانُوا
يَكْفُرُونَ
"Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'di bir gerçektir. İman
edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı
başlatan sonra onu iade edecek olan O'dur. Küfredenler ise, küfre sapmaları
dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azab vardır."Yunus,10\4
"O, her şeyi ilkten
yaratır, sonra geldiği yere çevirir" ayetinde “çevirir” “öldürür” demektir. Ayette “ilkten” manasına gelen,
yübdiu ve yebdeu kelimelerinin manası, aynı manayı taşımaktadır. Allah bu
hitabında tevazu veya tenezzülde bulunmakta, bununla hicap ehline kendi fiilini
anlatmaya çalışmaktadır.
Yüce Allah, her varlığın
arkasındaki vardır.
Yüce Allah , hallakın arkasındaki
Halıktır.
Yüce Allah, her ilkin arkasındaki
evveldir.
Yüce Allah, her var olan şeyin
tekrar yok oluşunu arkasındaki güçler üstündeki kudret gücüdür. Bu gücün ¡¤j¢àÛaMubdi” ismi şerifiyle
tecellisi her an evrende kendini göstermektedir. Bir bakarsınız ki, birilerin
doğmuş hemen ardında birleri de ölmüş.
Yüce Rabbimiz bizleri rızasına
muvafık olan kullarından eylesin.
el-MUİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَهُوَ
الَّذى
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ يُعيدُهُ
وَهُوَ
اَهْوَنُ
عَلَيْهِ
وَلَهُ
الْمَثَلُ
الْاَعْلى
فِى
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَهُوَ
الْعَزيزُ
الْحَكيمُ
“İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu
(yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve
yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet
sahibidir.”[320]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ : إنَّ
إبْرَاهِيمَ
يَرى أبَاهُ
آزَرَ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
عَلَيْهِ الْغَبْرَةُ
وَالْقَتَرَةُ.
فَيَقُولُ
لَهُ إبْرَاهِيمُ:
ألَمْ أقُلْ
لَكَ َ
تُعْصِنِي. فَيَقُولُ
لَهُ أبُوهُ:
فَاليَوْمَ َ
أعْصِيكَ.
فَيَقُولُ
إبْرَاهِيمُ:
يَا رَبِّ
ألَمْ
تَعِدْنِي
أنَّكَ َ
تُخْزِنِى
يَوْمَ يُبْعَثُونَ،
فأىَّ خِزْيٍ
أخْزَى مِن
أبِي ا‘بْعَدِ.
فَيَقُولُ
اللّهُ: إنِّي
حَرَّمْتُ
الْجَنَّةَ
عَلى
الْكَافِرينَ.
ثُمَّ
يُقَالُ: يا إبْرَاهيمُ:
مَا تَحْتَ
رِجْلَيْكَ؟
فَيَنْظُرُ
فإذَا هُوَ
بِذيخٍ
مُلْتَطِخٍ،
فَيُؤْخَذُ
بِقَوائِمِهِ،
فَيُلْقَى في
النَّارِ.
Ebu Hureyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:"Hz. İbrahim aleyhisselam, kıyamet günü, babası Azer'i [yüzü] üzerinde
bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde görür. Babasına:"Ben sana dünyada
iken, "Bana asi olma!" demedim mi?" der. Babası ona:"İşte
bugün ben artık sana asi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim
aleyhisselam:"Ey Rabbim! Sen
yeniden diriltme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin.
Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır. Allah Teala hazretleri: "Ben
cenneti kâfirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida
edilir:"Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?" İbrahim yere
bakar ve kana bulanmış bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup
ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in babasıdır, o çirkin surete
sokulmuştur)."[321]
İzahı
Al-Mu'id
The
Restorer. He who recreates His creatures after He has annihilated them.
î¡È¢àÛa el-Müid:
Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata iâde
eden kimse demektir.
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.
İade
edici (geri döndürücü) demektir. Her şeyi asli membaına geri döndürücü manasına
da ifade eder.
Allah,
halkı bizatihi kendisi başlatmıştı, yine aynı yere geri çevirir. Zira O,
gökleri ve yeri tümünü kendinden yaratmıştır.
"Malzemesiz ve modelsiz yaratan” anlamına gelen “î¡È¢àÛael-Müid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de; “î¡È¢àÛael-Müid olarak geçmez. Yarattı ve yaratır anlamında fiil olarak 11
defa geçer.
“İlk
haline döndüren”
anlamına gelen “î¡È¢àÛael-Muid” ismi şerifi de Kur’an-ı Kerim’de 11 defa, iade eder, iade
ederiz anlamına gelen fiil halinde geçer.
Kainat yokken Allah vardı.
Kainattaki her şeyi malzemesiz ve modelsiz olarak yarattı. Çekirdekten ağacı
çıkarıyor, çekirdek tekrar toprağa düşüyor ve baharda yeniden canlanıyor. Ve
kocaman ağaca dönüşüyor.
Modelsiz olarak insanı yaratan
Rabbimiz onu da bir kanuna bağlamış. Kanunu kıyamete kadar devam edecek.
Kıyametten sonra yeryüzüne
gelen ve giden her insanı eski haline döndürecek ve hepsine yaptıklarından
dolayı hesap soracak ve amellerine göre mükafat veya ceza verecek.
Rabbimizin tabiat kanunlarına
uyduğumuz oranda rahat ediyoruz. Bunda kimse şüphe ve itiraz etmiyor. Tabiat
kanunlarını koyan Rabbimiz Kur’an’ıyla şeriat kanunlarını koymuş, her iki
kanuna da uyarsak iki dünyamız güzel olur.
Yüce Allah, her yazı kışa her
kışa da bahara tebdil edendir. Kışın yerleri ölü haline getirip baharla tekrar
canlandırır. Aynı şekilde insana hayat verip tekrar elinde alır yine hayat
verip sonsuz hayata tekrar onu geri diriltir.
Yüce Allah, Kuvvet ve kudretiyle evrenin varlığını ortaya
serdiği gibi yine aynı şekilde yok etme gücüne sahiptir. Bu gücü elinde “î¡È¢àÛaMuid” ismi şerifiyle bulundurmaktadır. “î¡È¢àÛaMuid” ismi şerifiyle Allah, kimini aziz eder kıymeti
bilinmediği zaman veya hakkı verilmediği takdirde tekrar azizlikten zelil eder.
Yani eski konumuna geri döndürür.
Yüce Allah bizleri azizlikten
sonra rezil ettiği kimselerden eylemesin.
el-MUHYİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
قُلْ
يَا اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنّى
رَسُولُ اللّهِ
اِلَيْكُمْ
جَميعًا
الَّذى لَهُ
مُلْكُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
لَااِلهَ اِلَّا
هُوَ يُحْي
وَيُميتُ
فَامِنُوا
بِاللّهِ
وَرَسُولِهِ
النَّبِىِّ
الْاُمِّىِّ الَّذى
يُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَكَلِمَاتِه
وَاتَّبِعُوهُ
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ
“De ki: Ey
insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın
elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve
ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır iman edin
ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.”[322]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن جابر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
كَانَ رَسولُ
اللّهِ
إذَا
اسْتَفْتَحَ
الصََّةَ
كَبَّرَ،
ثُمَّ قال:
إنَّ صََتِى
وَنُسُكِى
وَمَحْيَاىَ
وَمَمَاتِى
للّهِ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
َ شَرِيكَ
لَهُ،
وبِذلِكَ أُمِرْتُ
وَأنَا
أوَّلُ
المُسْلِمِينَ.
اللَّهُمَّ
اهْدِنِى
‘حْسَنِ
ا‘عْمَالِ
وَأحْسَنِ
ا‘خَْقِ، َ يَهْدِى
‘حْسَنِهَا
إَّ أنْتَ،
وَقِنِى
سَىِّئَ
ا‘عْمَالِ،
وَسَيِّئَ
ا‘خَْقِ َ
يَقِى سَيِّئَهَا
إَّ أنْتَ.
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) namaza başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu:
"İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Lâ
şerîke lehu ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü'lmüslimîn. Allahümmehdinî
li-ahseni'l a'mâli ve ahseni'l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahsenihâ illâ ente. Ve kınî
seyyie'l-a'mâl ve seyyie'l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente. (Namazım,
ibâdetim hayatım ve ölümüm âlemlerin şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla
emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Ey Allah'ım, beni amellerin
ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka sevkeden yoktur.
Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların kötülerinden ancak sen
korursun."[323]
İzahı:
Al-Muhyi
The
Giver of Life. He who confers life, gives vitality, revives.
¡óz¢àÛaMuhyi: Cansızlara can veren.
İhya eden, dirilten, can bağışlayan,sağlık veren.
İhya edici, hayat verici,
diriltici demektir. Allah, Hay ismiyle diridir ve ¡óz¢àMuhyi ismiyle de hayat verip
dirilticidir.
Canlandırma işi sonsuz mertebeler halinde
Allah’tandır. İlk olarak varlığı yaratarak ona can verip ortaya koymuştur. Çünkü
varlığın yaygınlığı, değerinden öncedir.
"Can veren” anlamına gelen “¡óz¢àÛael-Muhyi” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de 2 defa geçmekte.[324]
اِنَّ
الَّذى
اَحْيَاهَا
لَمُحْيِ
الْمَوْتى
اِنَّهُ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
قَديرٌ
“Şüphesiz
O ölüleri diriltecektir. O her şeye gücü yetendir.”[325]
“Öldüren,
can alan” anlamına gelen “¡óz¢àÛael-Mümit” ismi celili de Kur’an-ı Kerim’de öldürdü, öldürür
fiilleriyle geçmekte.
İnsanoğlu
bugüne kadar bir tek canlı yaratamamıştır. Bir tek canlının ölümüne de engel
olamamıştır. Meniye can veren, çekirdeği çiçeğe döndüren, kışı bahara çeviren,
baharı güze döndüren Allah (c.c.)’dır.
Toplumların dirilmesi veya
ölmesi de Allah’ın elindedir. Rabbimizin diriliş ve ölüş kanunları vardır.
Toplumların dirilişi için koyduğu kanunu:
6¤á¡è¡¢1¤ã b¡2
b ß a뢡£î Ì¢í ó¨£n y §â¤ì Ô¡2 b ß
¢¡£î Ì¢í ü 騣ÜÛa £æ¡a
“Bir toplum
kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.”[326]
Çocuğun olması için bir erkekle
kadının evlenmesi kanunu gibi bir toplumun dirilmesi ve ölmesi için de kanunlar
vardır. Biz Rabbimizin kanunlarına uyduğumuz oranda diri kalırız, ölsek de diri
sayılırız.
Yüce Allah’ın en büyük nimetlerinden biri de
diriliştir. Tekrar ölmek için diriliş, hayatın anlamlandırılması açısından çok
büyük bir nimettir. Bu nimetin kıymetini bilmeyenler, ancak ahirete yatırımı
olmayanlardır. Halbu ki, dirilmek tekrar ölmeyi gerektiğini herkes biliyor ve
kabul ediyor.
Fakat acı bir gerçektir ki, ölüme yan çizenler ve
ölüme yatırım yapmayanlar, tembel ve gafillerdir.
Yüce Allah kendi büyüklüğünün en büyük delili,
diriliştir. Yani var olmaktır. Yani varlığını ortaya koyma meydanında süvari
olmaktır.
Cenk meydanında muharebe etmektir. Yani iyi ile
kötünün, aziz ile rezilin, alçak ile şereflinin belli olacağı meydana er
olmaktır. Bu ne büyük bir saadettir. Bu ne büyük bir nimettir. Bu ne büyük bir
adalettir. Bu ne büyük bir imtihandır.
Yüce Allah cümlemizin imtihanını başarı ile
sonuçlandırmasını nasip etsin.
el-MUMİT
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
قُلْ يَا
اَيُّهَا
النَّاسُ
اِنّى
رَسُولُ اللّهِ
اِلَيْكُمْ
جَميعًا
الَّذى لَهُ
مُلْكُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
لَااِلهَ اِلَّا
هُوَ يُحْي
وَيُميتُ
فَامِنُوا
بِاللّهِ وَرَسُولِهِ
النَّبِىِّ
الْاُمِّىِّ
الَّذى
يُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَكَلِمَاتِه
وَاتَّبِعُوهُ
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ
“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize,
göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O
diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o,
Allah'a ve onun sözlerine inanır iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu
bulasınız.”[327]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن أبى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ يرفعه
قال: كَانَ
مِنْ
دُعَائِهِمْ:
يَاحَىُّ يَا
قَيُّومُ،
يَاحَىُّ
حِينَ َ
حَىَّ، يَا
مُحْيِى يَا
مُمِيتُ
يَاذَا
الجََلِ
وَا“كْرَامِ.
Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallâhu anh) Resûlullah'a ref ederek demiştir ki: "Yunus kavminin
duaları arasında şu da vardı: "Ey diri olan, ey (mahlûkata) kıyam veren,
ey hiçbir hayat sâhibinin olmadığı zamanda hayat sâhibi olan, ey hayat veren,
ey ölüm veren, ey celâl ve ikrâm sâhibi!"[328]
İzahı
Al-Mumit
The
Taker of Life. He who creates the death of a living creature.
oî¡à¢àÛaMumit: Bütün canlıları ecel
şerbetini içeren.
Canlı,bir mahlukatın ölümünü yaratan,öldüren.
Öldürücü manasını ifade eder.
“Öldüren, can alan” anlamına gelen “oî¡à¢àÛael-Mümit” ismi celili de Kur’an-ı Kerim’de öldürdü, öldürür
fiilleriyle geçmekte.
İnsanoğlu
bugüne kadar bir tek canlı yaratamamıştır. Bir tek canlının ölümüne de engel
olamamıştır. Meniye can veren, çekirdeği çiçeğe döndüren, kışı bahara çeviren,
baharı güze döndüren Allah (c.c.)dır.
Toplumların dirilmesi veya
ölmesi de Allah’ın elindedir. Rabbimizin diriliş ve ölüş kanunları vardır.
Toplumların dirilişi için koyduğu kanunu:
6¤á¡è¡¢1¤ã b¡2 b ß
a뢡£î Ì¢í ó¨£n y §â¤ì Ô¡2 b ß ¢¡£î Ì¢í ü
騣ÜÛa £æ¡a
“Bir toplum
kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.”[329]
Çocuğun olması için bir erkekle
kadının evlenmesi kanunu gibi bir toplumun dirilmesi ve ölmesi için de kanunlar
vardır. Biz Rabbimizin kanunlarına uyduğumuz oranda diri kalırız, ölsek de diri
sayılırız.
Bu ad yürüyen
ve Muhyi adının geçtiği anlatılan her mertebede bıraktıklarını alır. Zorunluluk
hükmü ve adem nispeti çözdüğünden Muhyi adının aksine bu ad kendisinin olmuş
olur ki bunun geri dönüşü Allah adına olur.
oî¡à¢àÛael-Mumit adı tasarrufu olan bir
isimdir. İnsanların hal ve durumlarının zenginlikten sonra fakirliğe,
yoksulluğa ve intikal halidir. Zira şeyler Mumit adındandır. Diğer şekil ve
suret ise Muhyi adının kısmet ve nasibidir.
Yüce Allah’ın her işinde hikmet
ve nimet vardır. Var olmak nasıl ki, bir nimet ise ölmek de bir nimettir.
Eğer ölüm nimeti olmasaydı,
artık enerjisi bitmiş yaşlı dedeler, ninelerle aynı toplumda nasıl
yaşanabilirdi?
Eğer ölüm olmasaydı, iyi ile
kötü insanların birbirinden ayırt edileceği mahkeme de nasıl ortaya çıkardı?
Eğer ölüm gibi güzel bir nimet
olmasaydı dünyanın geçici olduğu ve ahiretin baki olduğu gerçeği nasıl anlaşılırdı?
Var
olmanın sürecindeki yapılanların muhasebesinin yapılacağı günün bir başlangıcı
olan ölüm, kendini hazırlayanlar için bir muştudur.
Yüce
Rabbimizin ihsan ve ikramatından hoşnut olmanın zamanıdır.
Celalin
Cemaline müşerref olmanın anıdır.
Her
yaşanın yaşadıklarıyla hem hal olma vaktidir.
Ey bu
diriliş ve ölüm nimetini üzerimize yağdıran yüceler yüce Rabbimiz!
Bizleri
bu nimetlerinin hakkını ifa eden kullarınla beraber haşr eyle.
el-HAYY
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَللّهُ
لَا اِلهَ
اِلَّا هُوَ
اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ
لَا
تَاْخُذُهُ
سِنَةٌ وَلَا
نَوْمٌ لَهُ
مَا فِى
السَّموَاتِ
وَمَا فِى الْاَرْضِ
مَنْ ذَا
الَّذى
يَشْفَعُ
عِنْدَهُ
اِلَّا بِاِذْنِه
يَعْلَمُ مَا
بَيْنَ
اَيْديهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
وَلَا
يُحيطُونَ
بِشَىْءٍ مِنْ
عِلْمِه
اِلَّا بِمَا
شَاءَ وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَا يَؤُدُهُ
حِفْظُهُمَا
وَهُوَ
الْعَلِىُّ الْعَظيمُ
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir,
kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin
hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının
yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun
bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak
bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek
kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”[330]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أنس
رَضِىَ اللّهُ
عَنْه قال:
دَعَا رَجُلٌ
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ
بِأنَّ لَكَ
الحَمْد، َ إلَهَ
إَّ أنْتَ
المَنَّانُ،
بَدِيعُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
ذُوالجََلِ
وَا“كْرَامِ،
يَاحَىُّ
يَاقَيُّومُ،
فقَالَ
النَّبىُّ : أتَدْرُونَ
بِمَ دَعَا؟
قَالُوا:
اللّهُ وَرَسُولُهُ
أعْلَمُ،
قالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ دَعَا
اللّهَ
بِاسْمِهِ
ا‘عْظَمِ الَّذِى
إذَا دُعِىَ
بِهِ أجَابَ،
وَإذَا سُئِلَ
بهِ أعْطى.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti:
"Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka
ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve
Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi
yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor
musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret
elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O
İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse
verir."[331]
İzahı
Al-Hayy
The
Ever Living One. The living whoknows all things and whose strength is
sufficient for everything.
£ó z¤Û aHayy: Diri, tam ve mükemmel
manasıyla hayat sahibi.
Daima hayat ile diri olup, her şeye gücü yeten.
"Diri” anlamına gelen ¢£ó z¤Û a el-Hay ismi şerifi Kur’an’ı Kerim’de 5 defa tekrarlanmakta:
7¢â좣î Ô¤Ûa ¢£ó z¤Û a
7 ì¢ç ü¡a é¨Û¡a ¬ü ¢é¨£ÜÛ a
“Allah. Ondan başka ilah yoktur. O diridir, her
şeyi ayakta tutandır.”[332]
Her binanın bir ustası, her
resmin bir ressamı, her bestenin bir bestekarı mutlaka vardır. “Kendiliğinden
olmuştur” demiyoruz.
Açan çiçekler, uçan kuşlar,
yüzen balıklar, gezen, seven, veren insanlar bütün bunlar birini bize işaret
ederler.
Şüphe yok ki, “£ó z¤Û aHayy” uyuklamamayı talep eden bir iştir. “et-Tehiyyatü lillahi” demek, Allah hayat ve yaşam
talebidir. Bundan dolayı her hangi bir şey vücudiyetle sıfatlanırsa o şey
canlıdır. Şayet vücudu kuvvetli ise hayatı da o nispette daha kuvvetlidir.
Çünkü her hayat o vücuda bir hayattır. Vücud ise en şerefli mevcuttur. Mevcud
ise vücudun kusursuz kemal bulmuşudur.
Yüce Allah’ın büyüklüğünü bize gösteren “£ó z¤Û a Hayy” ismi şerifi, Onun hiç
yatmadığını ve uyanık olup her şeyi her zaman gözettiğini açık bir şekilde
ortaya koyuyor. Koca evreni gözlem altından tutup idare eden yüce Rabb, eğer
bir an uyku tutmuş olsa bütün evren infilak eder.
£ó z¤Û aHayy” ve “â좣î Ô¤ÛaKayyum” yüce Allah’ın iki ismidir. İkisinin bir
arada zikredilmesi aralarında son derece ilgi olduğu içindir. Nitekim Kur’an’ın
pek çok yerinde bu iki ismi birlikte geçmektedir. Bu ilgi her ikisinin de kemal
sıfatların tamamını ihtiva etmiş olmasıdır.
£ó z¤Û aHayy” tam olarak diri
demektir. Bu isim, ilim, izzet, kudret, azamet, kibriya/büyüklük ve diğer
mukaddes sıfatlar gibi Allah’a ait zati sıfatları ihtiva eder.
â좣î Ô¤ÛaKayyum” ise uyanıklığı tam ve
mükemmel olandır.
Yüceler
yücesi alemlerin Rabbi olan Allah, her zaman uyanık olduğunu, iyilerin yanından
onlara yadım ettiğini ve kötülerin karşısında durup onların boyunlarına ip
takarak kontrol altından bulundurduğunu £ó z¤Û aHayy” ismi şerifiyle ortaya koyuyor.
Şafakta
münacat edenlere icabet eden, gündüz Ya.. Allah diyenlerin yanın da hazır
bulunan ve geceleri inleyenlerin iniltisine iştirak eden ancak £ó z¤Û aHayy” olan Allah’tır.
Yüce
Rabbimiz bizleri koruması altına aldığı kullarından eylesin.
el-KAYYUM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَللّهُ
لَا اِلهَ
اِلَّا هُوَ
اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ
لَا
تَاْخُذُهُ
سِنَةٌ وَلَا
نَوْمٌ لَهُ
مَا فِى
السَّموَاتِ
وَمَا فِى الْاَرْضِ
مَنْ ذَا
الَّذى
يَشْفَعُ
عِنْدَهُ
اِلَّا
بِاِذْنِه
يَعْلَمُ مَا
بَيْنَ اَيْديهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
وَلَا يُحيطُونَ
بِشَىْءٍ
مِنْ عِلْمِه
اِلَّا بِمَا
شَاءَ وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَا
يَؤُدُهُ
حِفْظُهُمَا
وَهُوَ الْعَلِىُّ
الْعَظيمُ
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir,
kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin
hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının
yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun
bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak
bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek
kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”[333]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: دَعَا
رَجُلٌ
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أسْألُكَ بِأنَّ
لَكَ
الحَمْد، َ
إلَهَ إَّ
أنْتَ المَنَّانُ،
بَدِيعُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
ذُوالجََلِ
وَا“كْرَامِ،
يَاحَىُّ
يَاقَيُّومُ،
فقَالَ النَّبىُّ
: أتَدْرُونَ
بِمَ دَعَا؟
قَالُوا: اللّهُ
وَرَسُولُهُ
أعْلَمُ،
قالَ: وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ دَعَا
اللّهَ بِاسْمِهِ
ا‘عْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِىَ بِهِ
أجَابَ، وَإذَا
سُئِلَ بهِ
أعْطى.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti:
"Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka
ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve
Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi
yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor
musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi bilir?""Nefsimi kudret
elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O
İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse
verir."[334]
İzahı
Al-Qayyum
The
Self Existing One. He who maintains the heavens, the earth, and
everything that exists.
â좣î Ô¤ÛaKayyum: Nefsiyle kaim kimseye
ihtiyacı olmayan.
Yarattıklarının işini çeviren her işleneni
bilen,evveli olmayan.
Allah, kendi zatı ile kaim, mekana muhtaç değil ve
mahlukatı kendi mekanlarında ve vücutlarında kaim edici demektir.
"Her
şeyi ayakta tutan”
anlamına gelen â좣î Ô¤Ûael-Kayyum
ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de
üç yerde geçer:
b¦à¤Ü¢Ã
3 à y¤å ß lb ¤ Ó ë
6¡â좣î Ô¤Ûa ¡£ó z¤Ü¡Û ¢êì¢u¢ì¤Ûa ¡o ä Ç ë
“Bütün
yüzler diri ve her şeyi ayakta tutana boyun eğmiştir. Zulüm yüklenenler ise
perişan olmuştur.”[335]
Hiçbir yaratık yoktur ki
varlığı ve varlığının devamı kendi elinde olsun. Yaratılmışların en akıllısı
insan dünyaya gelişinde ve dünyadan gidişinde, dünyada yaşarken, ayakta
duruşunda bir başkasına muhtaç. Biz otururken, çalışırken, gezerken, uyurken
kalbimizi çalıştıran, kanımızı atıp toplayan, yediklerimizi vücudumuzun
ihtiyacına göre hazmettiren ve bizi ayakta tutan birisinin varlığını fark
etmesek de o bizi ayakta tutuyor. İman edeni de, inkar edeni de ayakta tutuyor.
â좣î Ô¤Ûael-Kayyum'a iman edenler olarak bizler de ihtiyaç sahibi her
canlının ihtiyacını karşılamak için gayret göstereceğiz.
Bu ó z¤Û aHayy” ile “â좣î Ô¤ÛaKayyum” isimleri “İsm-i Azam” denilmiştir. Bu şerefli
ismin yüce manası ancak Allah’a mahsustur. Zira bizzat kaim olan sadece O’dur.
Bütün kainatın ve yaratıklarının varlığı ve devamı, O’nun kudretiyle ve
tutmasıyladır.
â좣î Ô¤ÛaKayyum” varlığı kendi kendini
kaim olan, var olmak için bir başkasına muhtaç olmayan, muazzam sıfatları olup
bütün mahlukatından müstağni olandır. Gök ve yer ve bu ikisi arasındaki bütün
yaratıklar Onunla kaimdir. Varlıkları Onun varlığına bağlıdır. Onları O
yaratmış, yardım etmiş, varlıklarını devam ettirebilmeleri, iyilikleri ve
ayakta kalabilmeleri için her şeyi onlara hazırlamıştır. Allah hiçbir şekilde
onlara muhtaç değildir. Mahlukat ise her bakımdan Ona muhtaçtırlar.
Yüce Rabbimiz bizleri kendisinden başka kimselere
muhtaç etmesin.
el-VACİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَلَمْ
يَجِدْكَ
يَتيمًا
فَاوى ()
وَوَجَدَكَ
ضَالًّا
فَهَدى ()
وَوَجَدَكَ
عَائِلًا فَاَغْنى
“O (Allah), seni yetim bulup barındırmadı mı?
Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” [336]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ عن ابن
عبّاس رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال:
كُنْتُ
رَدِيفَ
رَسُولِ
اللّهِ
فقَالَ: يَا
غَُمُ!
احْفَظِ
اللّهِ
يَحْفَظْكَ،
احْفَظِ
اللّهِ
تَجِدْهُ
تُجَاهَكَ،
أوْ قَالَ
أمَامَك،
تَعَرَّفْ
إلَى اللّهِ
فِي
الْرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ
فِي
الْشِِدَّةِ،
إذَا سَألْتَ
فَاسْألِ
اللّهَ
تَعَالَى،
وإذَا اِسْتَعَنْتَ
فَاسْتَعِنْ
بِاللّهِ
تَعَالَى، فَإنَّ
الْعِبَادَ
لَوِ
اجْتَمَعُوا
عَلَى أنْ
يَنْفَعُوكَ
بِشَىْءٍ
لَمْ
يَكْتُبْهُ
اللّهُ
تَعالى لَكَ،
لَمْ
يَقْدِرُوا
عَلى ذلِكَ،
وَلَوِ اجْتَمَعُوا
عَلى أنْ
يَضُرُّوكَ
بِشَىْءٍ لَمْ
يَكْتُبْهُ
اللّهُ
تَعالى
عَلَيْكَ، لَمْ
يَقْدِرُوا
عَلى ذلِكَ،
جَفَّتِ
ا‘قَْمُ
وَطُوِيتِ
الصُّحْفُ،
فإنِ
اسْتَطَعْتَ أنْ
تَعْمَلَ
للّهِ تَعالى
بِالرَّضَا
في الْيَقِينِ
فَافْعَلْ،
فإنْ لَمْ
تَسْتَطِعْ
فإنَّ في الصَّبْرِ
عَلى مَا
تَكْرَهُ
خَيْراً
كَثِيراً،
وَاعْلَمْ
أنَّ
النًّصْرَ
مَعَ الصَّبْرِ،
وَأنَّ
الْفَرَجَ
مَعَ
الْكَرْبِ،
وَأنَّ مَعَ
الْعُسْرِ
يُسْراً،
وَلَنْ يَغْلِبَ
عُسْرٌ
يُسْرَيْنِ.
İbnu Abbâs
radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm'ın
terkisinde idim. Bana şu nasihatta bulundu:
"Yavrum! Allah'a karşı (emir ve yasaklarına uyarak edebini) koru, Allah da seni (dünya ve âhirette) korusun! Allah'ı(n üzerindeki hukukunu) koru ki O'nu karşında (dünya ve âhiretin fenalıklarına karşı hâmi) bulasın -veya önünde demişti: Bollukta Allah'ı tanı ki, darlıkta da O, seni tanısın. (Dünya ve âhiretle ilgili) bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar. Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, yakînî bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde, sabırda çok hayır var. Şunu da bil ki Nusret(i ilahi) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır."[337]
İzahı
¡ua ìÛaVacid: Taleb ettiğini bulucu, hiç bir
şey ondan kaçamaz ve gizlenemez manasını ifade eder.
Yine,
istediğini bulan, manasına geldiğini bildirmişlerdir.
Fakirliğe
düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide kökünden gelir.
İstediğini,
istediği vakit bulan.
"Yaratılmışların sahibi ve yarattıklarını her
an bulan, bilen, gören ve işiten” anlamına gelen “¡ua ìÛael–Vacid” ismi cemili ¡ua ìÛael–Vacid olarak Kur'an-ı Kerim de geçmiyor. Ancak Duha 7,8 Sad 44
ayetlerinde u ëvecede buldu anlamına gelen fiil halinde Kur'an da geçiyor.
Kainatı Allah yarattığına göre, göklerin ve yerin mülkiyeti
ve otoritesi Allaha ait olduğuna göre yarattıklarını dilediği an bulan “¡ua ìÛael-Vacid olan Rabbimiz, Mekke çöllerinde kaybolan Muhammed (a.s)'ı bulup
doğru yola ilettiğini , fakir bulup zengin ettiğini haber verir .[338]
Çöldeki her bir kum tanesini yaratan, hikmetini bilen , ve
nerede olduğunu gören , dilediği anda bulan Allaha iman etmek bu dünya
yolculuğumuzdaki yalnızlığımızı giderir .
Binlerce insanın içinde yaşayıp da yalnız kalan insanların
tek sığınağı ¡ua ìÛael–Vacid’tir. Hücresinde tek başına yaşayanların da tek sığınağı.
Gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, kokladığımız, tattığımız her şeyde ¡ua ìÛael-Vacid’i bulup vecde gelmeli.
¡ua ìÛael–Vacid’e iman edenler yetimleri, garipleri, yalnızları, çaresizleri,
zenginlik içinde çaresiz kalanları bulurlar onlara islami kurallar içinde
yardım ederler .
Yüce
Allah, istediğini istediği şekilde ve istediği zamanda bulup yaratır. Hz. Adem
(a.s) babasız ve annesiz topraktan yarattığı gibi Hz.İsa (a.s) babasız anneden
yaratmıştır. Yokluk için varlık yarattığı gibi varlık içinde de yokluğu meydana
getirendir. Varlığını ortaya koymak istediği hiçbir şeyin sıkıntısını çekmediği
gibi yaratmak istediği şeyler konusunda da kimseye muhtaç değildir yüce
Rabbimiz. Yine “¡ua ìÛaVacid”
ismi şerifi; bolluktan yokluğu ve yokluktan bolluğu da çıkarma gücüne sahip
olduğunu öğreniyoruz. O zaman her türlü ihtiyaçlarımızın tek merciin Allah
olduğunu bu “¡ua ìÛa Vacid”
ismi şerifiyle öğrenmiş bulunmaktayız.
Yüce
Rabbimiz bizi darlıktan bolluğa çıkardığı kimselerden eylesin.
el-MACİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
قَالُوا
اَتَعْجَبينَ
مِنْ اَمْرِ
اللّهِ
رَحْمَتُ
اللّهِ
وَبَرَكَاتُهُ
عَلَيْكُمْ
اَهْلَ
الْبَيْتِ
اِنَّهُ
حَميدٌ
مَجيدٌ
“(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor
musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir.
Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.”[339]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن ابن
المسيب
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
أنَّهُ كَانَ
يَقُولُ: إنَّ
اللّهَ
تَعالى
طَيِّبٌ
يُحِبُّ
الطِّيبَ،
نَظِيفٌ
يُحِبُّ النَّظَافَةَ،
كَرِيمٌ
يُحِبُّ
الْكَرَمَ،
جَوَادٌ
يُحِبُّ
الجُودَ،
فَنَظِّفُوا
أفْنِيَتَكُمْ،
وََ تَشَبَّهُوا
بِالْيَهُودِ.
İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah)'den rivayet edildiğine göre demiştir ki:
"Allah Teâlâ Hazretleri münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever;
nâziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever.
Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere benzemeyin."[340]
İzahı
Al-Májid
The
Glorious. He whose dignity and glory are most great, and whoseenerosity
and munificence are bountiful.
¡ub àÛaMacid: Keremi çok geniş, fazlı
ve ihsanı pek bol manasına gelir. Fakat “î©v ßMecid” bundan mübalağadır.
Kerem ve ihsanı bol olan.
Kadri ve şanı büyük, kerem ve müsamahası bol.
"Şanı
yüce” anlamına gelen bu “¡ub àÛael–Macid” ismi şerifi Kur'an-ı Kerim de ¡ub àÛa el-Mecid olarak geçmemekte. Ancak mübalağa sığasıyla “î©v ß Mecid” olarak Kur’an’da iki defa geçmekte.
İnsanlar arasında da şanı yüce
insanlar vardır. Ancak onlar doğarlar ve ölürler. Elinin erdiği, gözünün
gördüğü, gücünün yettiği kadar cömertlik yapar cesaret gösterir.
Şanı yüce Allah’ın görmediği
bilmediği, gücünün yetmediği yoktur. “¡ub àÛa
el–Macid”e iman eden bizlerde güneş gibi pisliklerden yücelerde
olacağız ama pisliği kurutacağız. Güllerle iç içe olup güzelliklere renk ve
koku katacağız.
Yolcunun
yoldaşı, gariplerin arkadaşı, yetimlerin gönüldaşı, hastaların ilacı,
mazlumların acısını paylaşan, zalimlerin zulmünü engelleyen olarak şanımızı
yüceltmeye çalışacağız.
Yüce Rabbimizin “¡ub àÛaMacid” ismi şerifi; şanı yüce ve büyük olandır. O’nun bütün
vasıflarının şanı büyüktür. O, Alimdir, ilminde mükemmeldir. Rahimdir, rahmeti
her şeyi kuşatmıştır. Kadirdir, hiç kimse O’na güç yetiremez. Halimdir,
hilminde mükemmeldir. Hakimdir, hikmetinde mükemmeldir. Bütün sıfatlarında ve
isimlerinde böyledir. Şanın ve şerefin zirvesine ulaşmıştır, bunların hiç birisinde
kusur ve eksiklik yoktur.
Yüce Rabbimiz eksikliklerimizi
mükemmelliğiyle tamamlamayı bizlere nasip etsin.
el-VAHİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
لَقَدْ
كَفَرَ
الَّذينَ
قَالُوا
اِنَّ اللّهَ
ثَالِثُ
ثَلثَةٍ
وَمَا مِنْ
اِلهٍ اِلَّا
اِلهٌ
وَاحِدٌ
وَاِنْ لَمْ
يَنْتَهُوا عَمَّا
يَقُولُونَ
لَيَمَسَّنَّ
الَّذينَ كَفَرُوا
مِنْهُمْ عَذَابٌ
اَليمٌ
“Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür"
diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'dan başka hiçbir tanrı
yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı
bir azap isabet edecektir.”[341]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: قال
رسولُ اللّهِ
: إنَّ للّهِ
تِسْعَةً
وَتِسْعِينَ
اسماً مَنْ
حَفِظَهَا
دَخَلَ
الجَنَّةَ،
إنَّ اللّهَ
وِتْرٌ
يُحِبُّ
الوِتْرَ.وفي
رواية: »مَنْ
أحْصَاهَا).
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın doksan
dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki
sever."
Bir rivâyette: "Kim o isimleri sayarsa cenntete
girer" buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim'de
"tek" kelimesi yoktur.[342]
İzahı
Al-Wahid
The
Unique. He who is Single, absolutely without partner or equal in
His Essence, Attributes, ctions, Names
and Decrees.
¡y ìÛaVahid: Tek başına devam eden,
yanında bir başkası olmayan ferd'dir. Ayrıca, şerik ve arkadaşı olmayan kimse
mânas da mevcuttur.
Tek.
Zatında, sıfatlarında, isimlerinde, efailinde ortağı ve benzeri olmayan.
Misli ve benzeri olmayan.
Zatında, sıfatında ve fiilerinde, benzeri ve ortağı
olmayan demektir.
“Benzeri olmayan tek”anlamına gelen “¡y ìÛael-Vahid” ismi şerifi Kur’an-ı Kerim’de 21 defa tekrarlanmıştır.
¡y ìÛaVahid” ismi ise ihlas suresinde bir defa geçmiştir. Dünya
yaratıldığı günden beri geceyle gündüzün 365 günde saniye ve salise şaşmadan
ard arda gelmeleri gülün gül vermesi, arının bal vermesi Allah’ın tek olduğunu
gösterir.
اَلَّذى
جَعَلَ
لَكُمُ
الْاَرْضَ
فِرَاشًا
وَالسَّمَاءَ
بِنَاءً
وَاَنْزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ
مَاءً
فَاَخْرَجَ
بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ
رِزْقًا
لَكُمْ فَلَا
تَجْعَلُوا
لِلّهِ
اَنْدَادًا
وَاَنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
“Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar
bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki
Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”[343]
;¢áî©y £Ûa¢å¨à¤y £Ûa
ì¢ç ü¡a é¨Û¡a ¬ü 7¥¡ya ë ¥é¨Û¡a ¤á¢Ø¢è¨Û¡a ë
“Sizin ilahinız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah
yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’mdir.”[344]
Yaratanımız
bir, yaşatanımız da bir. Vücudumuz üzerinde Allah dan başka birinin de etkisi
olsaydı halimiz ne olurdu ?
Kanımızın akışı, kalbimizin
atışı, bizi yönetenin bir olduğunu bize gösteriyor.
Köylerin, şehirlerin,
milletlerin yönetiminde de muhtar, vali, başkan gibi bir yönetici sistemi kabul
ediliyor .
Rabbimiz bir , kitabımız bir
kıblemiz bir olunca birlik sağlanır. Birlikten de dirlik doğar.
Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad,
kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir.
Kelime hem müzekker, hem de müennestir. "Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de
kadındır." Vâhid'e gelince bu sayıların ilki olarak
vazedilmiştir: "Bana
halktan biri (vahid) geldi" denir ama, "Bana haktan kimse (ahad) geldi"
denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir.
Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise,
vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
Yüce Rabbimiz kendisinin birliğini duygu, eylem ve
ikrarımızla ortaya koyabilmeyi nasip etsin.
es-SAMED
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
7¢ à £Ûa ¢é¨£ÜÛ a
7¥ y a ¢é¨£ÜÛa ì¢ç ¤3¢Ó
“De ki: O, Allah birdir. O (Allah) Samed’tir.”[345]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبىّ بن
كعب رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ. أنَّ
المُشْرِكِينَ
قَالُوا
لِلنَّبىِّ اُنْسُبْ
لَنَا
رَبَّكَ
فنزلَ: قُلْ
هُوَ اللّهُ
أحَدٌ اللّهُ
الصَّمَدُ
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ
يُولَدْ:
‘نَّهُ لَيْسَ
شَئٌ يُولَدُ
إَّ
وسَيَمُوتُ،
وَلَيْسَ
شَئٌ يَمُوتُ
إ سَيُورَثُ،
وَإنَّ اللّهَ
تَعالى َ
يَمُوتُ وََ
يُورَثُ؛
وَلَمْ يَكُنْ
لَهُ كُفُواً
أحدٌ. قَالَ
لَم يَكُنْ لَهُ
شَبِيهٌ وََ
عَدِيلٌ
وَلَيْسَ
كَمِثْلِهِ
شَئٌ.
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müşrikler, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:"- Rabbini bize tavsif et
(tanıt)!" dediler. Bunun üzerine İhlâs sûresi indi."De ki: O, Allah'dır, bir tekdir. O Allah'tır,
sameddir (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır,
doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."[346]
Übey (radıyallahu anh) bu sûrede geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı:
"Samed, doğurmayan ve doğurulmayan demektir, çünkü doğan her şey mutlaka
ölecektir. Ölen her şeye varis olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O'na varis
olunur."Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir" âyeti de O'na
bir benzer, bir denk olmadığını, Allah'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını
ifade eder."[347]
İzahı
As-Samad
The
Eternal. He who is the only recourse for the ending of need and the
removal of affliction.
à £ÛaSamed: İhtiyaçlarını temin etmek
üzere, halkın kendisine başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği
kimsedir.
Bütün mahlukatın işini bitiren.
Her şey O na
muhtaç, fakat O hiçbir şeye muhtaç değil.
“Her şey ona muhtaç , o hiçbir şeye muhtaç değil” anlamına gelen “ à £Ûaes-Samed” Kur’an-ı Kerim de bir defa geçer:
¢ à £Ûa
¢é¨£ÜÛ a “Allah Samed’dir.”[348]
Bizler birbirimize muhtaç olarak
yaratılmışız. Birimiz terzi, birimiz berber, birimiz doktor, birimiz mühendis,
birimiz çoban, birimiz yönetici, birimiz asker olacağız ki birbirimizin
ihtiyaçlarını karşılayalım.
Rabbimiz Zuhruf suresinin 32. Ayetinde
farklı yaratılışımızın hikmetini birbirimizin işini görmek olarak bildiriyor.
Ama şunu unutmayalım ki; ihtiyacımızı
karşılayan her şahsı, her damlayı, her taneyi , her ilacı yaratan Allah
(c.c)dır.
Her nefeste biz O’na muhtacız. İnsanlar
ihtiyacımızı karşıladığında insanlara teşekkür edeceğiz . O insanları yaratan
Allah’a hamd edeceğiz.
à £Ûaes-Samed'e iman edenler onlar hiçbir muhtacı boynu bükük geri
çevirmeyeceğiz.
Verecek hiçbir şeyimiz yoksa gül gibi
yüz, bal gibi sözle gönüllerini alarak göndereceğiz.
Her işte, her hacette, kendisine ihtiyaç bulunan
Efendi demektir. Allah, ihtiyaçtan münezzehtir, fakat bütün yaratıkları, her
işlerinde O’na muhtaçtırlar. Bütün yaratıklarının hacetlerini gören,
ihtiyaçlarını karşılayan ancak O’dur.
Yüce
Allah’ın “ à £ÛaSamed” ismi şerifi, kendisine ait bütün
isimlerin içinde toplayan yüce bir isimdir. Allah Samed’tir, bütün mahlukat, zillet,
ihtiyaç ve zaruret içerisinde Ona yönelir. Bütün alemler Ona iltica eder, Ona
sığınır. O, ilminde, hikmetinde ve sair sıfatlarında kemal sahibidir. “ à £ÛaSamed”, bütün sıfatları mükemmel
olandır. Mahlukatın her türlü ihtiyacı için kendisine yöneldiği kimsedir.
Yüce
Rabbimiz biz acizleri mükemmelliğiyle şeref yap eylesin.
el-KADİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
قُلْ
هُوَ
الْقَادِرُ
عَلى اَنْ
يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ
عَذَابًا
مِنْ
فَوْقِكُمْ
اَوْ مِنْ
تَحْتِ
اَرْجُلِكُمْ
اَوْ
يَلْبِسَكُمْ
شِيَعًا
وَيُذيقَ
بَعْضَكُمْ
بَاْسَ بَعْضٍ
اُنْظُرْ
كَيْفَ
نُصَرِّفُ
الْايَاتِ
لَعَلَّهُمْ
يَفْقَهُونَ
“De ki: "Allah'ın
size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap
göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü
yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!”[349]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن جابر
رَضِىَ
اللّهُ
َعَنْهُ قال:
كانَ رسولُ اللّه إذَا
وَقفَ عَلى
الصفا يكبرُ
ثَثاً ويقولُ:
َ إلَه إ
اللّهُ
وَحدهُ َ
شَريكَ لهُ؛
لهُ الملكُ
ولهُ الحمدُ
وهو على كلِّ
شئٍ قَدِيرٌ،
يصنعُ ذلِكَ
ثث مرَّاتٍ
وَيدْعُو ويصنع
عَلى المروة
مثل ذلِكَ .
Hz.Câbir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safâ tepesinde
durduğu zaman üç kere tekbir getirip sonra: Allah'tan başka ilah yoktur. O
tekdir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir, O herşeye
kadirdir" derdi. Ve bunu üç sefer tekrar eder, dua okurdu. Aynı şeyi Merve
tepesinde de yapardı."[350]
İzahı
Al-Qadir
The All
Powerful. He who is Able to do what He wills as He wills.
¡
b Ô¤ÛaKadir: istediğini, istediği gibi
yaratmaya muktedir olan.
İstediği gibi
yapmaya gücü yeten.
Kamil
kudret sahibi manasına da gelir.
Kudret, temkin demektir. Onun isteklerinden biri de
Vücut bulanları yapmaya veya onları bırakmaya kadirdir.
“Her şeye gücü yeten” anlamına gelen bu “¡
b Ô¤Ûael-Kadir” ismi celili Kur’an-ı Kerim de 12 defa geçmiştir.
اَوَلَمْ
يَرَوْا
اَنَّ اللّهَ
الَّذى خَلَقَ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَلَمْ يَعْىَ
بِخَلْقِهِنَّ
بِقَادِرٍ
عَلى اَنْ يُحْيِىَ
الْمَوْتى
بَلى اِنَّهُ
عَلى كُلِّ شَىْءٍ
قَديرٌ
“Gökleri ve yeri yaratan,onları yaratmakla
yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye Kadir olduğunu görmediler mi? Evet o
her şeye gücü yetendir.”[351]
Mübalağa sığasıyla “¡
b Ô¤Ûael
Kadîr” ismi şerifi 45 defa
geçmektedir.
Dilediğini istediği zamanda
yaratır. Yarattığının sağlamlığı, güzelliği, faydalılığı ve çevreye
uyumluluğuyla kudretine dikkatimizi çeker.
İlim alemimizin yıldızı olarak
parlayan ve adı da saygıyla anılan ilim adamlarımız aylarca, yıllarca
lâboratuar da çalışıyor. Rabbimizin yarattıklarının kanununu keşfederek Rabbin
yarattığı malzemeden bir kaçını bir araya getiriyor ve büyük üne ve imkana
sahip oluyor.
Suyun kaldırma gücünün
hesaplarını yapan bilgin ilgilileri tarafından takdir edilir. Edilmelidir.
Ancak suyun kaldırma gücünü veren, o bilgine akıl veren, her şeye gücü yeten “¡
b Ô¤Ûael-Kadir” unutulmamalıdır.
¡
b Ô¤Ûael-Kadir’e iman eden bir mümin gücünün yettiği şeyleri sağlam,
güzel, faydalı ve uyumlu yapmaya özen gösterir ve Allah’ın dışında hiçbir güce
boyun eğmez.
a¦¡ n¤Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢×
ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa æb × ë
“Allah her şeyin üzerinde iktidar sahibidir.”[352]
Varlıkların
tamamı Allah’ın egemenliği altındadır, Onun azametine boyun eğmişler ve Onun
iradesine bağlanmışlardır. Bütün mahlukatın mukadderatı Onun elindedir. Her
hareket ve tasarruf sahibi ancak Onun gücü, kuvveti ve izni sayesinde hareket
edip tasarruf edebilir. Onun dilediği şeyler olur, dilemediği şeyler olmaz. Güç ve kuvvet ancak Onunla
vardır. Gökleri ve yeri ve bunların arasındaki şeyleri altı günde yaratması ve
mahlukatı yaratıp sonra öldürmesi daha sonra onları diriltip huzurunda toplaması
hep Onun kuvveti ve iktidarındandır.
Kupkuru
ve ölü bir halde gördüğümüz yeryüzünün üzerine yağmur indiğinde kıpırdanması,
kabarması Onun kudretinin eserlerindendir. Kendisini yalanlayan milletleri,
kafirleri ve zalimleri çeşitli cezalarla cezalandırması ve onları ibret
alınacak hale düşürmesi, hile ve tuzaklarının Allah’ın azabı karşısında onlara
hiç bir fayda vermemesi, bütün bunların özellikle bu dönemlerde onların
ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramaması hep Onun kudretinin
eserlerindendir.
Bugünkü
insanlığın ulaştığı korkunç güç ve göz kamaştırıcı keşifler, hepsi Allah’ın
onlara güç vermesi ve bilmedikleri şeyleri onlara öğretmesi sayesindedir.
Onların sahip oldukları güç ve kuvvetlerin, keşif ve icatların, başlarına gelen
felaketleri ve helak edici cezaları savmada hiçbir fayda vermemesi, bunlardan
korunmak için bütün güçlerini ve imkanlarını ortaya koymalarına rağmen bunlara
mani olmamaları Allah’ın ayetlerindendir. Fakat Allah galiptir, göklerde ve
yerde ne varsa hepsi Onun emrine boyun eğmiştir. Çünkü O, her şeye kadirdir.
Yüce
Allah, bizleri kuvvet, kudretiyle teçhizatlandırsın.
el-MUKTEDİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَاضْرِبْ
لَهُمْ
مَثَلَ
الْحَيوةِ
الدُّنْيَا
كَمَاءٍ
اَنْزَلْنَاهُ
مِنَ السَّمَاءِ
فَاخْتَلَطَ
بِه نَبَاتُ
الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ
هَشيمًا
تَذْرُوهُ
الرِّيَاحُ وَكَانَ
اللّهُ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
مُقْتَدِرًا
"Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı,
gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce
gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline
gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.”[353]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبي
مسعود البدري
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه قالَ:
كُنْتُ
أضْرِبُ
غَُماً لِي
بِالسَّوطِ
فَسَمِعْتُ
صَوْتاً مِنْ
خَلْفِى
يَقُولُ:
اعْلَمْ أبَا
مَسْعُودٍ.
فَلَمْ
أفْهَمِ الصَّوْتَ
مِنَ
الغَضَبِ.
فَلَمَّا
دَنَا مِنِّي
إذَا هُوَ
رَسُولُ
اللّهِ :
يَقُولُ: اعْلَمْ
أبَا
مَسْعُودٍ،
اعْلَمْ أبَا
مَسْعُودٍ
فَألْقَيْتُ
السَّوْطَ
مِنْ يَدِي.
فَقَالَ:
اعْلَمْ أبَا
مَسْعُودٍ
أنَّ اللّهَ
أقْدَرُ
عَلَيْكَ
مِنْكَ عَلى
هذَا
الْغَُمِ. قَالَ
فَقُلْتُ: َ
أضْرِبُ
مَمْلُوكاً
بَعْدَهُ
أبَداً.
Ebu Mes'ud el-Bedrî
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben köleme kamçıyla vuruyordum. Arkamdan bir
ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!" diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım.
Bana yaklaşınca onun Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu gördüm."Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud
bil!" diyordu. Kamçıyı elimden attım."Ebu Mes'ud bil! Allah senin
üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben:
"Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedi."[354]
İzahı
Al-Muqtadir
The
Creator of All Power. He who disposes at His will even of the strongest and
mightiest of His creatures.
nÔ¢àÛaMuktedir: Kudret kökünden müfteil
babındandır. Kâdir'den daha öte bir
güçlülük ifâde eder.
Yarattığını
meşakkatsiz meydana getiren.
Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi
tasarruf eden.
“Otoritesi
her şeyde geçerli olan”
anlamına gelen nÔ¢àÛael-Muktedir” ismi celili Kur’an-ı Kerim de üç defa zikredilmiş. Bir
defada çoğul olarak getirilmiştir.
Birçok şahıs, kurum, devlet
vardır ki kendisi için gerekli güce sahiptir. Ama sahip olduğu gücün farkında değildir.
Bazen gücünün farkına varır ama kullanamaz, muktedir olamaz.
Allah (c.c.) hem her şeye gücü
yetendir. Hem de O gücünü istediği zaman ve mekanda dilediğine uygulayabilecek
otoriteye sahiptir:
a¦¡ n¤Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢×
ó¨Ü Ç ¢é¨£ÜÛa æb × ë
“Allah her şeye gücü yeten, hükmü geçendir.”[355]
Cennetteki Melik-i Muktedirin
yanında olmanın şartı, muttaki olmaktan geçer.[356]
Allah’ın emirlerini yerine
getirirken bile ürperen, “sevdiğime layık
yapamadım” diye üzülen, içini Hak
için, dışını halk için süsleyenler Cennette Rabbin yakını olacaklar.
nÔ¢àÛael-Müktedir'e iman edenler sahip oldukları gücün farkına varırlar. Var
olan gücü kullanırken hiçbir zorbanın zulmünden korkmazlar.
Kadir isminin
mübalağasıdır. Her iki isim, aynı zamanda kudret veren, muktedir kılan
manasına da gelir. Bütün kudret ve kuvvet, sadece Allah’ındır, dilediği kulunu
kudretiyle galip eder, dilediği kulunu da yine kendi kudretiyle mağlup ve
perişan eder. Mülkünde kudret ve iktidar sahibi olan ancak O’dur.
Bu esas manası kudretli demektir. Kudrette zuhur
eden madumatın her birine mecaz olarak şey denir. Çünkü benzeri izleyen, onun
yerini bildirmeye çalışır.
Yüce
Allah, varlıkları kudretyile var etmiş, kudretiyle yönetiyor, kudretiyle
düzeltiyor ve sağlamlaştırıyor, kudretiyle diriltiyor ve öldürüyor. Kudretiyle
kulları tekrar diriltecek, iyileri iyilikleriyle ödüllendirip, kötüleri de
kötülükleriyle cezalandıracaktır. O, yine kudretiyle kalpleri dilediği gibi
değiştirir. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman “Ol” der, o da “Oluverir.”
Yüce
Allah bize hayırlı bir hayat ve ölüm nasip etsin.
el-MUKADDİM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
a¦ì¢r¤ä ß ¦õ¬b j ç
¢êb ä¤Ü È v Ï §3 à Ç ¤å¡ß aì¢Ü¡à Ç b ß
ó¨Û¡a ¬b ä¤ß¡ Ó ë
“Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız,
onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız.)”[357]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ عن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
كَانَ رسولُ
اللّهِ
إذَا قَامَ
مِنَ اللّيْلِ
يتَهَجَّدُ
قالَ:
اللَّهُمَّ
رَبَّنَا
لَكَ
الْحَمْدُ
أنْتَ
قَيِّمُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
وَمَنْ
فِيهِنَّ
وَلَكَ الْحَمْدُ،
أنْتَ نُورُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
وَمَنْ
فِيهِنَّ
وَلَكَ
الْحَمْدُ،
أنْتَ
مَالِكُ
السَّموَاتِ
وا‘رْضِ
وَمَنْ
فِيهِنَّ
وَلَكَ
الْحَمْدُ،
أنْتَ
الحَقُّ،
وَوَعْدُكَ
الحَقُّ، وَلِقَاؤُكَ
حَقٌّ،
وَقَوْلُكَ
حَقٌّ، وَالْجَنَّةُ
حَقٌّ،
وَالنَّارُ
حَقٌّ وَالنَّبِيُّونَ
حَقٌّ،
وَمُحَمَّدٌ #
حَقٌّ، وَالسَّاعَةُ
حَقٌّ.
اللَّهُمَّ
لَكَ أسْلَمْتُ،
وَبِكَ أمَنْتُ،
وَعَلَيْكَ
تَوَكَّلْتُ،
وَإلَيْكَ
أنَبْتُ،
وَبِكَ
خَاصَمْتُ،
وَإلَيْكَ حَاكَمْتُ،
فَاغْفِرْ
لِى مَا
قَدَّمْتُ، وَمَا
أخَّرْتُ،
وَمَا
أسْرَرْتُ،
وَمَا أعْلَنْتُ،
وَمَا أنْتَ
أعْلَمُ بِهِ
مِنِّى،
أنْتَ
المُقَدِّمُ،
وَأنْتَ
المُؤَخِّرُ
َ إلَهَ إَّ
أنْتَ.
Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu
duayı okurdu: "Allahım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatın ve
onlarda bulunanların kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca senin
içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca
sanadır. Sen haksın, va'din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır.
Cennet haktır, cehennem de haktır.
Peygamberler haktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de haktır. Kıyamet de
haktır.Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana
yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) ile dâvâ açtım. Hakkımı aramada senin
hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet.
Gizli işlediğim, alenî yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi
bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka
ilah yoktur."[358]
İzahı
Al-Muqaddim
The
Expediter. He who brings forward whatever He wills.
â¡ Ô¢àÛaMukaddim: Eşyayı takdim edip, yerli
yerine koyan demektir.
İstediğini öne
getiren, öne alan.
İstediğini ileri geçiren, öne alan.
Bazı varlıkları diğer bazı varlıklar üzerine,
zamanda, mekanda, rütbede veya şerefte takdim edici, üstün tutucu, öne geçirici
demektir.
“Öne geçiren, sonra bırakan” anlamlarına gelen bu iki isim Kur’an-ı Kerim de bu haliyle
geçmez. Ancak fiil olarak geçer.
Kaf 28 de Kaddemtü fiili,
İbrahim 41 de Mükaddim ve Muahhirin Allah olduğu bize bildirilir.
¡î©Ç ì¤Ûb¡2
¤á¢Ø¤î Û¡a ¢o¤ß £ Ó ¤ Ó ë
£ô Û aì¢à¡ n¤ mü 4b Ó
“O esnada (Allah) buyurur: Huzurumda çekişmeyin! Ben
size daha önce uyarı göndermiştim!”[359]
Hz. Adem’i ve çocuklarını önce
yaratan, bizleri de sona bırakıp 2003’li yıllarda yaşatan Allah’tır. Bizi
bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.
“Keşke
peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak
geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış. Biz
bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda
öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve “â¡ Ô¢àÛael-Mükaddim” Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara,
fakirliğe, korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken el-Müahhira bizi
geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.
Takdim
tehir kevni/yaratılış ve oluşla ilgili konularda görülür, şeri konular da
görülür. Mahlukatun kimisinin önce yaratılması, kimisinin sonra yaratılması,
sebeplerin önce neticelerinin sonra ortaya çıkması, şartların önce, şartı
gerektiren şeylerin daha sonra olması gibi şeyler kevni konulardaki takdim
tehirdir. Yaratılış ve kaderle ilgili takdim tehir çeşitleri o kadar çoktur ki
sanki bu konu, sahili olmayan bir denizdir. Peygamberlerin diğer insanlardan
üstün olması, insanların kiminin kiminden daha erdemli olması, Allah’ın bazı
kullarının ilim, iman, ahlak ve başka meziyetlerde diğerlerinden öne geçmesi,
bazılarının da geride kalması gibi
hususlar ise şeri konularla ilgili takdim tehir örnekleridir.
Yüce Allah’ın “â¡ Ô¢àÛaMukaddim” sıfatı ve diğer sıfatlar,
zatıyla kaimdir. Yüce Allah bunlarla muttasıf olduğu için zati sıfatlardır;
takdim/öne alma ve tehir/geri bırakma işi yaratıklarla, onların fiilleri ve
kudretinden neşet ettiği için de bu sıfatlar fiili sıfatlardır. Yaratıcının
sıfatlarının doğru bir şekilde tasimi budur. Zati sıfatlar zatla ilgili
sıfatlardır. Fiili sıfatlara gelince, zat, bu sıfatlarla da muttasıftır ve bu
sıfatlar o zattan neşet eden söz ve fiillerle ilgilidir.
Yüce Allah cümlemize, kötü
şeyleri geriye ve iyi şeyleri öne almayı nasip etsin.
el-MUAHHİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
يَغْفِرْ
لَكُمْ مِنْ
ذُنُوبِكُمْ
وَيُؤَخِّرْكُمْ
اِلى اَجَلٍ
مُسَمًّى
اِنَّ اَجَلَ
اللّهِ اِذَا
جَاءَ
لَايُؤَخَّرُ
لَوْكُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
“Ki (Allah) günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı
konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah’ın eceli eldiği zaman, o
ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.” [360]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن علىّ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
كانَ النَّبىُّ إذَا
سَجَدَ قالَ:
اللَّهُمَّ
لَكَ
سَجَدْتُ،
وَبِكَ
آمَنْتُ،
وَلَكَ أسْلَمْتُ،
سَجَدَ
وَجْهِىَ
لِلَّذِى خَلَقَهُ
وَصَوَّرَهُ،
وَشَقَّ
سَمْعَهُ، وَبَصَرَهُ
تَبَارَكَ
اللّهُ
أحْسَنُ الخَالِقِينَ،
ثُمَّ
يَكُونُ
آخِرُ مَا
يَقُولُ
بَيْنَ
التَّشَهُّدِ
وَالتَّسْلِيمِ:
اللَّهُمَّ
اغْفِرْ لِى
مَا
قَدَّمْتُ،
وَمَا
أخَّرْتُ،
وَمَا
أسْرَرْتُ،
وَمَا أعْلَنْتُ،
وَمَا أسْرَفْتُ،
وَمَا أنْتَ
أعْلَمُ بِهِ
مِنِّى، أنْتَ
المُقَدِّمُ،
وَأنْتَ
المُؤَخِّرُ
َ إلَهَ إَّ
أنْتَ.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) secde ettiği vakit şöyle dua okurdu: "Allahım sana secde ettim,
sana inandım, sana teslim oldum. Yüzüm de, kendisini yaratıp şekillendiren, ona
kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir. Yaratanların en güzeli olan Allah
ne yücedir."[361]
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son
duası: "Allahümmağfir lî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve mâ esrertü ve mâ
a'lentü ve mâ esreftü ve mâ ente a'lemu bihî minnî ente'lmukaddim ve
ente'lmuahhir. Lâ ilâhe illâ ente. (Allahım, geçmiş ömrümde yaptıklarımı,
gelecekte yapacaklarımı, gizli işlediklerimi, alenî yaptıklarımı, israflarımı,
benim bilmediğim fakat senin bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen,
gerileten de sensin, senden başka ilah yoktur.)"[362]
İzahı
Al-Mu'akhkhir
The
Delayer. He who sets back or delays whatever He wills.
¡ ªì¢àÛaMuahhir: Eşyayı yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime
hak kazanırsa ona takdîm eder, kim de te'hîre hak kazanırsa ona da te'hîr eder.
İstediğini geri koyup, arkaya bırakan.
İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.
“Öne geçiren, sonra bırakan” anlamlarına gelen bu iki isim Kur’an-ı Kerim de bu haliyle
geçmez. Ancak fiil olarak geçer. (Kaf,50\28)'de Kaddemtü fiili, (İbrahim,14\41)'de
â¡ Ô¢àÛaMükaddim ve ¡ ªì¢àÛaMuahhirin Allah olduğu bize bildirilir.
Hz. Adem’i ve çocuklarını önce
yaratan , bizleride sona bırakıp 2000 li yıllarda yaşatan Allah’dır. Bizi
bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.
“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de
yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de
yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan
Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış.
Biz bu çağın imkanları içinde
hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda öne geçmek için sebeplere
sarılacağız ve “â¡ Ô¢àÛael-Mükaddim” Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe,
korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken “¡ ªì¢àÛael-Müahhira” bizi geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.
İlahi hikmeti sebebiyle bazı şeyleri tehir edici,
zamanda, mekanda, rütbede ve şerefte geri bırakıcıdır.
Takdim
tehir kevni/yaratılış ve oluşla ilgili konularda görülür, şeri konular da
görülür. Mahlukatun kimisinin önce yaratılması, kimisinin sonra yaratılması,
sebeplerin önce neticelerinin sonra ortaya çıkması, şartların önce, şartı
gerektiren şeylerin daha sonra olması gibi şeyler kevni konulardaki takdim
tehirdir.
Yaratılış
ve kaderle ilgili takdim tehir çeşitleri o kadar çoktur ki sanki bu konu,
sahili olmayan bir denizdir. Peygamberlerin diğer insanlardan üstün olması,
insanların kiminin kiminden daha erdemli olması, Allah’ın bazı kullarının ilim,
iman, ahlak ve başka meziyetlerde diğerlerinden öne geçmesi, bazılarının
da geride kalması gibi hususlar ise şeri
konularla ilgili takdim tehir örnekleridir.
Yüce
Allah’ın ¡ ªì¢àÛaMuahhir” sıfatı ve diğer sıfatlar,
zatıyla kaimdir. Yüce Allah bunlarla muttasıf olduğu için zati sıfatlardır;
takdim/öne alma ve tehir/geri bırakma işi yaratıklarla, onların fiilleri ve
kudretinden neşet ettiği için de bu sıfatlar fiili sıfatlardır. Yaratıcının
sıfatlarının doğru bir şekilde taksimi budur.
Zati
sıfatlar zatla ilgili sıfatlardır. Fiili sıfatlara gelince, zat, bu sıfatlarla
da muttasıftır ve bu sıfatlar o zattan neşet eden söz ve fiillerle ilgilidir.
Yüce Allah, hakkımızda hayırlı olanı nasip etsin.
el-EVVEL
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë
7¢å¡b j¤Ûa 뢡çb £ÄÛa ë
¢¡¨üa ë¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her
şeyi bilendir.”[363]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
جَاءَتْ
فَاطِمَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها إلى النَّبىِّ
تَسْألُهُ
خَادِماً،
فقَالَ لَهَا
قُولِى:
اللَّهُمَّ
رَبَّ
السَّمواتِ
السَّبْعِ،
ورَبَّ
العَرْشِ
العَظِيمِ
رَبَّنَا وَرَبَّ
كُلِّ شَئٍ،
مُنْزِلَ
التَّوْرَاةِ
وا“نْجِيل
وَالْفُرْقَانِ،
فَالِقَ الحَبِّ
والنَّوَى.
أعُوذُ بِكَ
مِنْ شَرِّ
كُلِّ شَئٍ
أنْتَ آخِذٌ
بِنَاصِيَتِهِ.
أنْتَ ا‘وَّلُ
فَلَيْسَ
قَبْلَكَ
شَىْءٌ،
وَأنْتَ
اخِرُ فَلَيْسَ
بَعْدَكَ
شَىْءٌ،
وَأنْتَ
الظَّاهِرُ فَلَيْسَ
فَوْقَكَ
شَئٌ،
وَأنْتَ
الْبَاطِنُ
فَلَيْسَ
دُونَكَ شَئٌ:
اقْضِ عَنِّى
الدّيْنَ،
وَأغْنِنِى
مِنَ
الْفَقْرِ[.
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Fâtıma (radıyallâhu
anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti.
Resûlullah ona:"Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha
hayırlı)" dedi:"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın
Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı
indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum.
Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin,
senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak.
Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin
dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin
kıl."[364]
İzahı
Al-Awwal
The
First.
4 £ë üaEvvel: Bütün eşyadan önce var
olan demektir.
Her şeyden önce var olan.
Varlığın
evveli yoktur.
Allah,
başlangıcı olmayan ezeli varlık sahibidir. Her işin ve oluşun evveli O’dur.
O’ndan evvel yoktur.
Acaba
evrenin ilki var mıdır?
Kuşkusuz
bu soru yüzyıllar boyunca insanların cevap aradıkları bir soru olmuştur. Bu
mükemmel düzenin bir Yaratıcısı olması gerektiğini kavrayabilen insanlar,
evrenin bir başlangıcı olduğuna inanmışlardır. Ancak insanların bir kısmı da
Yaratıcının varlığını kabullenmek istememiş ve bu yüzden evrenin bir başlangıcı
olmadığını, ezelden geldiğini ve ebede gideceğini iddia etmişlerdir. Ancak
bugün bilimin ulaştığı nokta, bu kişilerin apaçık bir yanılgı içinde
olduklarını kanıtlamıştır.
Bugüne
kadar evrenin var oluşuyla ilgili çeşitli tezler ortaya konmuştur ancak
günümüzde tüm bilim çevreleri ortak bir noktada birleşmektedir. Bilimin yakın
zamanda keşfettiği bir gerçek duruma açıklık getirmektedir. 1929 yılında, Edwin
Hubble tarafından ortaya konduğu gibi kainat sürekli genişlemektedir. Bu
gerçekten yola çıkan bilim adamları şöyle bir çıkarım yapmışlardır: Zaman
kavramını tersine çevirirsek, genişlemekte olan evreni sıkışan bir sistem
olarak, mesela daralmakta olan dev bir yıldız gibi düşünebiliriz. Bu durumda
ortaya çıkan sonuç şöyledir; zaman kavramına göre daralan evren sonunda tekliğe
ulaşır. Yani kainatın başlangıcı tek bir noktanın büyük bir patlama ile
açılması suretiyle olmuştur.
Bizim
buradan çıkarmamız gereken bir sonuç mevcuttur: İçinde yaşadığımız kainatın bir
başlangıcı vardır. Böylesine kusursuz bir sistemin bir başlangıcı varsa;
elbette bu başlangıcı tasarlayan bir gücün varlığı da açıktır. Bu Güç
Sahibi'nin varlığı ezeli ve ebedidir. Yani O, her şeyden önce de vardır, sonra
da olacaktır.
İşte bu
sonsuz gücün sahibi Allah'tır. Ve canlıların, gezegenlerin, galaksilerin, tüm
evrenin yaratılmadığı ve hatta zamanın da henüz var olmadığı anda yalnızca O
vardır. Çünkü O '4 £ë üaEvvel'dir.
“Başlangıcı olmayan ilk ve nihayeti olmayan son” anlamlarına gelen bu “4 £ë üael-Evvel” ve “¢¡¨üael-Ahir” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:
¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2
ì¢ç ë 7¢å¡b j¤Ûa ë ¢¡çb £ÄÛa ë
¢¡¨üa ë ¢4 £ë üa ì¢ç
“O ilktir, sondur, apaçıktır, gizlidir. O her şeyi
bilendir.”[365]
Bizim dilimizde ilk ve son kelimeleri
zamana ve mekana ve duruma göre anlam kazanır. Allah (c.c.) için zaman ve mekan
olmadığından bu “ilk” ve “son” isimleri Onun evvelinin olmadığı, sonunun da olmadığını
ifade ettiği gibi esmasının tecellisiyle ilk yaratanın Allah olduğunu en son
yaratanın da yine O olacağını, kainatı ilk defa yaratan, kıyamette kainatı yok
eden, yaratılıştan kıyamete kadar her şeyi yine yeniden yaratan. O “İlk” ve “son” olan Allah’tır.
4 £ë üaEvvel” ve “¢¡¨üaAhir”in yarattıklarının bir başı ve bir sonu vardır. Yaşımız
kadar yaşıyoruz ve bizi ilk defa getiren, son defa götürüyor. Yani O’ndan
geldik O’na dönüyoruz. Öyle ise O’na yaraşır işler yapalım.
İslam’i hizmetlerde ilk ve öncü olalım.
Hayırlı hizmetlerde ilklere imza atalım.
Allah öyle bir varlıktır ki O’ndan önce vücud
bulanın olmadığı manasına gelmektedir.
Yüce
Allah cümlemize anlayış nasip etsin.
el-AHİR
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡b j¤Ûa 뢡çb £ÄÛa 뢡¨üa ë
¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O,
her şeyi bilendir.”[366]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
زميل قال:
]قُلْتُ بْنِ
عَبّاسٍ رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما:
مَاشَىْءٌ
أجِدُهُ في صَدْرِِي؟
فَقَالَ:
مَاهُوَ؟
قُلْتُ: وَاللّهِ
مَا
أتَكَلَّمُبِهِ.
فَقَالَ لِي: أشَىْءٌ
مِنْ شَكٍّ؟
قَالَ
وَضَحِكَ؛
ثُمَّ قَالَ:
مَانَجَا
أحَدٌ مِنْ
ذلِكَ حَتّى
أنْزَلَ
اللّهُ
تَعَالى:
فَإنْ كُنْتَ
في شَكٍّ
مِمَّا
أنْزَلْنَا
إلَيْكَ
فَاسْألِ الّذِينَ
يَقْرَءُونَ
الْكِتَابَ
مِنْ قَبْلِكَ.
قَالَ
فَقَالَ لِي:
إذَا
وَجَدْتَ في
نَفْسِكَ شَيْئاً
فَقُلْ: هُوَ
ا‘وَّلُ
وَاخِرُ
وَالظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُ
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَىْءٍ عَلِيمٌ.
Ebu Zümeyl rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu
anhümâ)'a (bir gün): "İçimde duyduğum bu (fena) şeyler de ne?" diye
sormuştum. Bana:"Ne hissediyorsun ki?" dedi. Ben:"Vallahi (onlar
çok fena!) dilime alamam!" dedim."Şekk nevinden bir şey mi?"
dedi ve güldü. Sonra açıkladı:"Bu (çeşit vesveseler)den hiç kimse
kurtulamaz. Nitekim Allah Teala hazretleri (Resulüne) şu ayeti inzal buyurmuştur. (Mealen): "Eğer sana indirdiğimiz (kitapta anlatılan bu kıssalar) hakkında bir şüphen
varsa, senden evvel indirilmiş olanları okuyanlara sor. Andolsun ki, sana
Rabbinden hak (olan kitap) gelmiştir, sakın şüphe edenlerden olma!"[367]
İbnu Abbas bana dedi ki:
"Eğer içinde herhangi bir vesvese bulursan şöyle de: "O (Allah), hem
evveldir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem
batındır. O herşeyi bilendir."[368]
İzahı
Al-Akhir
The Last.
¡¨üaAhir: “Başlangıcı olmayan ilk ve nihayeti olmayan son”
anlamlarına gelen bu “4 £ë üael-Evvel” ve “¡¨üael-Ahir” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte.
¥áî©Ü Ç §õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2
ì¢ç ë 7¢å¡b j¤Ûa ë ¢¡çb £ÄÛa ë
¢¡¨üa ë ¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her
şeyi bilendir.” [369]
Bizim dilimizde ilk ve
son kelimeleri zamana ve mekana ve duruma göre anlam kazanır. Allah (c.c.) için
zaman ve mekan olmadığından bu “ilk” ve “son” isimleri Onun evvelinin olmadığı, sonunun da olmadığını
ifade ettiği gibi esmasının tecellisiyle ilk yaratanın Allah olduğunu en son
yaratanın da yine O olacağını, kainatı ilk defa yaratan, kıyamette kainatı yok
eden, yaratılıştan kıyamete kadar her şeyi yine yeniden yaratan. O “İlk” ve “son” olan Allah’tır.
4 £ë üaEvvel” ve “¡¨üaAhir”in yarattıklarının bir başı ve bir sonu vardır. Yaşımız
kadar yaşıyoruz ve bizi ilk defa getiren, son defa götürüyor. Yani O’ndan
geldik O’na dönüyoruz. Öyle ise O’na yaraşır işler yapalım.
İslami hizmetlerde ilk
ve öncü olalım. Hayırlı hizmetlerde ilklere imza atalım.
Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak
olan demektir. Varlığının sonu yoktur.
Her şey helak olduktan sonra geri
kalan.
Allah, bitimi olmayan ebedi
varlık sahibidir. Her iş ve olmuş O’nun varlığında nihayete erer. Her şeyin
yokluğunda var olan ancak O’dur.
Burada yüce Allah’ın bekası ebedi
ve sonsuzluğa dek sürmesidir. Bu ad Varis ve Baki adlarının manalarını ihtiva
etmektedir. Allah her şeyden sonra baki kalandır.
Allah kainatı yokluktan
yaratmıştır ve onu en sonunda yine eski durumuna çevirecek, yok edecektir. Yok
olmayacak hiçbir eşya, ölümsüz olan hiçbir canlı mevcut değildir. Dünyadaki tüm
canlılar doğarlar ve ölürler, her şeyin bir ömrü, sayılı günü vardır. Oysa
Allah'ın evveli, başı olmadığı gibi sonu da yoktur. Her şey yok olduktan sonra
kalacak olan da O'dur.
Ömrü ve
zamanı yaratan Allah maddeye ait tüm bu özelliklerden uzaktır. O, öncesi ve
sonrası olmayandır. Yok olacağı kesin bir gerçek olan evren, dünya ve içinde
yasayan tüm canlılar, O'nun sonsuzluğuna ve birliğine şahittir. Sonsuzluğun
sahibi, zamanın ve mekanın üstünde olan O'dur. Sonuçta kainat tekrar başlangıç
noktasına dönecek, canlı cansız hiçbir şey kalmayacaktır. Yalnız Allah'ın
varlığı baki kalacaktır.
Yüce
Allah cümlemize, basiret nasip etsin.
ez-ZAHİR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë
7¢å¡b j¤Ûa 뢡çb £ÄÛa ë
¢¡¨üa ë¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir,
Batındır. O, her şeyi bilendir.”[370]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ
وعن أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
جَاءَتْ
فَاطِمَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها إلى النَّبىِّ
تَسْألُهُ
خَادِماً،
فقَالَ لَهَا
قُولِى:
اللَّهُمَّ
رَبَّ السَّمواتِ
السَّبْعِ، ورَبَّ
العَرْشِ
العَظِيمِ
رَبَّنَا
وَرَبَّ
كُلِّ شَئٍ،
مُنْزِلَ
التَّوْرَاةِ
وا“نْجِيل
وَالْفُرْقَانِ،
فَالِقَ
الحَبِّ والنَّوَى.
أعُوذُ بِكَ
مِنْ شَرِّ
كُلِّ شَئٍ
أنْتَ آخِذٌ
بِنَاصِيَتِهِ.
أنْتَ ا‘وَّلُ
فَلَيْسَ
قَبْلَكَ
شَىْءٌ،
وَأنْتَ
اخِرُ فَلَيْسَ
بَعْدَكَ
شَىْءٌ،
وَأنْتَ
الظَّاهِرُ
فَلَيْسَ
فَوْقَكَ
شَئٌ،
وَأنْتَ
الْبَاطِنُ
فَلَيْسَ
دُونَكَ شَئٌ:
اقْضِ عَنِّى
الدّيْنَ،
وَأغْنِنِى
مِنَ
الْفَقْرِ.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:
"Şu
duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi:
"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın
Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı
indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum.
Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin,
senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak.
Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin
dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin
kıl."[371]
İzahı
Az-Zahir
The
Manifest One. He who is Evident.
¡çb £ÄÛaZahir: Herşeyin üstünde zâhir
olan ve onların üstüne çıkan şey demektir.
Varlığı sayısız
delillerle açık olan.
Varlığı sayısız
deliller ile aşikar.
Afaki ayetler ve enfüsi deliller ile varlığı
zahirdir.
“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “¡çb £ÄÛaez-Zahir” ve “å¡b j¤Ûael-Batın” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡b j¤Ûa ë
¢¡çb £ÄÛa ë ¢¡¨üa ë ¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her
şeyi bilendir.”[372]
İşin ehli olanlar bir sanat eserinden sanatkârın ilmini,
gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise öküzün trene baktığı gibi bakıp
geçerler.
Her çiçekte, her böcekte,
zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah
(c.c.)ın ilmi, kudreti, sanatı apaçık görülmekte.
Zatı ise görülenlerin
parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta. Çünkü bugünkü gözler Rabbimizin
zatını görecek şekilde yaratılmamıştır. Bir ismi Zahir olan Rabbimizin
yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de Batın olan Rabbimizin yarattığı
aklımızı göremiyoruz.
Balı apaçık görüyoruz ama
tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.
Bizlere ten gibi açık, akıl
gibi gizli nimetler veren ¡çb £ÄÛaZahir” ve “å¡b j¤ÛaBatın” Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken
kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız. [373]
Verdiği nimetlerden elmayı
yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve
gıdasını hissettiğimizde “¡çb £ÄÛaZahir” ve “å¡b j¤ÛaBatın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.
Yaratılan her şeyin bir
görünen, binlerce görünmeyen yönünü öğrendiğimizde yine “¡çb £ÄÛa Zahir” ve “å¡b j¤Ûa
Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç
çıkarmayacağız.
İnsanlara yardım ederken
gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı
değil verdiğimizi göstereceğiz.
Yardımı alan isek, verilene
değil verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz. Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde
bize nimetler sunan Rabbimizin nimetleri bizim gözlerimize perde olup
materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olanlardan olmayalım.
O çiçekler, meyveler,
manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da,
içimiz imanla, dışımız amelle süslensin.
Yüce Allah cümlemizin kalp
gözüyle olaylara bakmayı nasip etsin.
el-BATIN
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë
7¢å¡b j¤Ûa 뢡çb £ÄÛa ë
¢¡¨üa ë¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir,
Batındır. O, her şeyi bilendir.” [374]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ
وعن أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
جَاءَتْ
فَاطِمَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها إلى النَّبىِّ
تَسْألُهُ
خَادِماً،
فقَالَ لَهَا
قُولِى:
اللَّهُمَّ
رَبَّ السَّمواتِ
السَّبْعِ،
ورَبَّ
العَرْشِ
العَظِيمِ رَبَّنَا
وَرَبَّ
كُلِّ شَئٍ،
مُنْزِلَ
التَّوْرَاةِ
وا“نْجِيل
وَالْفُرْقَانِ،
فَالِقَ
الحَبِّ
والنَّوَى.
أعُوذُ بِكَ
مِنْ شَرِّ
كُلِّ شَئٍ
أنْتَ آخِذٌ
بِنَاصِيَتِهِ.
أنْتَ ا‘وَّلُ
فَلَيْسَ
قَبْلَكَ
شَىْءٌ، وَأنْتَ
اخِرُ فَلَيْسَ
بَعْدَكَ
شَىْءٌ،
وَأنْتَ
الظَّاهِرُ
فَلَيْسَ
فَوْقَكَ
شَئٌ،
وَأنْتَ الْبَاطِنُ
فَلَيْسَ
دُونَكَ شَئٌ:
اقْضِ عَنِّى
الدّيْنَ،
وَأغْنِنِى
مِنَ
الْفَقْرِ.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:
"Şu
duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi:
"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın
Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı
indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum.
Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin,
senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak.
Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin
dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin
kıl."[375]
İzahı
Al-Batin
The
Hidden One. He who is hidden, concealed.
å¡b j¤Ûa Batın: Mahlukâtın nazarlarından
gizlenen demektir.
Aklın
tasavvurundan ve idrakından gizlidir.
Varlığı sayısız delillerle açık olan.
Aklın görüş ve tasavvurundan Kibriya perdesi ile
örtünmüştür, işaretlerle belirmekten yücedir.
“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “¡çb £ÄÛaez-Zahir” ve “å¡b j¤Ûa el-Batın” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte:
¥áî©Ü Ç
§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ì¢ç ë 7¢å¡b j¤Ûa ë
¢¡çb £ÄÛa ë ¢¡¨üa ë ¢4 £ë üa ì¢ç
“O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her
şeyi bilendir.”[376]
İşin ehli olanlar bir sanat
eserinden sanatkârın ilmini, gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise
öküzün trene baktığı gibi bakıp geçerler.
Her çiçekte, her böcekte,
zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah
(c.c.)ın ilmi, kudreti, sanatı apaçık görülmekte.
Zatı ise görülenlerin
parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta. Çünkü bugünkü gözler Rabbimizin
zatını görecek şekilde yaratılmamıştır. Bir ismi Zahir olan Rabbimizin
yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de Batın olan Rabbimizin yarattığı
aklımızı göremiyoruz.
Balı apaçık görüyoruz ama
tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.
Bizlere ten gibi açık, akıl
gibi gizli nimetler veren ¡çb £ÄÛaZahir” ve “å¡b j¤Ûa Batın” Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken
kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız.[377]
Verdiği nimetlerden elmayı
yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve
gıdasını hissettiğimizde “¡çb £ÄÛaZahir”
ve “å¡b j¤Ûa Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.
Yaratılan her şeyin bir
görünen, binlerce görünmeyen yönünü öğrendiğimizde yine “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç
çıkarmayacağız.
İnsanlara yardım ederken
gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı
değil verdiğimizi göstereceğiz.
Yardımı alan isek, verilene
değil verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz. Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde
bize nimetler sunan Rabbimizin nimetleri bizim gözlerimize perde olup
materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olanlardan olmayalım.
O çiçekler, meyveler,
manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da,
içimiz imanla, dışımız amelle süslensin.
Bulunduğunuz odada söyle bir çevrenize bakin. Gözlerinizle görebildiğiniz her şeyin 'yapılmış' olduğunu görürsünüz. Kapı, masanın üzerindeki teyp, duvara asılmış resim, pencere... Tüm bunların birileri tarafından üretildiğine eminsinizdir. Simdi de pencereden dışarı bir bakin. Gördüğünüz manzara da muhtemelen deniz, ağaçlar, güneş, gökyüzü, uçan kuşlar, belki bir ada veya bunlara benzer detaylar olacaktır. Eğer gece ise gökyüzünde asili duran yıldızları ve ayı da seyredebilirsiniz. Peki oturduğunuz odadaki eşyaların yapılmış olduğuna emin olduğunuza göre, dışarıda gördüğünüz şeylerin de yapıldığı kesin değil midir?
Elbette kesindir. Eğer bir duvardaki resmin
tesadüfen oluşup oraya geldiğini iddia edemiyorsanız, günesin, yıldızların ve
ayin da tesadüfen oluşup gökyüzündeki yerlerini aldığını iddia edemezsiniz.
Yerde ve gökte gördüğünüz her şeyin bir tasarlayıcısı, üreticisi, yaratıcısı
vardır. Ve her şeyin üstün bir sanatla var eden Yaratıcı, yarattığı şeylerle
kendini bize tanıtmaktadır.
Pencereden
dışarı baktığınızda O'nu göremezsiniz, çünkü O'nun varlığı, gücü ve sanatı
yarattığı şeylerle apaçık görünmesine rağmen, Zatı gizlidir.
İşte
Allah'ın yukarıdaki ayette bildirilen Batin sıfatının anlamı budur. O'nun
varlığı ve hakimiyeti kainattaki her noktada apaçık görülür ancak insan O'nun
Zatini göremez. Çünkü Allah'ın kendi zatini bildiği ve gördüğü gibi
yarattıklarının O'nu algılama kabiliyeti yoktur. O'nu kimse göremez ama O, her
yeri sarıp kuşatmıştır.
Yüce
Allah cümlemize firaset,, basiret nasip etsin.
el-VALİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
لَهُ
مُعَقِّبَاتٌ
مِنْ بَيْنِ
يَدَيْهِ وَمِنْ
خَلْفِه
يَحْفَظُونَهُ
مِنْ اَمْرِ اللّهِ
اِنَّ اللّهَ
لَا
يُغَيِّرُ
مَا بِقَوْمٍ
حَتّى يُغَيِّرُوا
مَا
بِاَنْفُسِهِمْ
وَاِذَا
اَرَادَ
اللّهُ
بِقَوْمٍ
سُوءًا فَلَا
مَرَدَّ لَهُ
وَمَالَهُمْ
مِنْ دُونِه
مِنْ وَالٍ
“Onun önünde
ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir
toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı
değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme
diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”[378]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن جابر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
فِينَا
نَزَلتْ: إذْ
هَمَّتْ
طَائِفَتَانِ
مِنْكُمْ أنْ
تَفْشََ
وَاللّهُ
وَلِيُّهُمَا؛
قَالَ نَحْنُ
الطَّائِفَتَانِ:
بَنُو
حَارثَةَ،
وَبَنُو
سَلَمَةَ،
وَمَا
يَسُرُّنِى
أنَّهَا لَمْ
تَنْزِلْ
لِقَولِ
اللّهِ تعالى:
وَاللّهُ
وَلِيُّهُمَا.
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu âyet bizim hakkımızda indi:
"O zaman içinizden iki zümre za'f göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların
yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalılar."[379]
Hz. Câbir devamla şu açıklamayı yaptı: "Biz iki zümreydik: Bir zümre Benû
Hârise, diğeri Benû Seleme. Ayette: "Allah onların yardımcısıdır"
dendiği için bu âyet hakkımızda inmemiş olsaydı sevinmezdim."[380]
İzahı
Al-Walí
The
Protecting Friend. He who administers this vast universe and all its
passing phenomena.
óÛa ìÛaVali: Eşyanın mâliki ve onlarda
tasarruf eden demektir.
Bütün
mahlukatın işlerini idare eden.
Bu
muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başına idare eden.
Yaratıklarının işlerine mütevelli ve malik olan.
"Kainatın yöneticisi" anlamına gelen bu ismi şerif Kur'an-ı Kerim’de bir defa
geçmekte:
لَهُ
مُعَقِّبَاتٌ
مِنْ بَيْنِ
يَدَيْهِ وَمِنْ
خَلْفِه
يَحْفَظُونَهُ
مِنْ اَمْرِ اللّهِ
اِنَّ اللّهَ
لَا
يُغَيِّرُ
مَا بِقَوْمٍ
حَتّى
يُغَيِّرُوا
مَا
بِاَنْفُسِهِمْ
وَاِذَا
اَرَادَ
اللّهُ بِقَوْمٍ
سُوءًا فَلَا
مَرَدَّ لَهُ
وَمَالَهُمْ
مِنْ دُونِه
مِنْ وَال
"Allah bir topluma (kötülükleri sebebiyle)
bir azap istediğinde onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah'tan başka
yardımcı dost ta yoktur."[381]
óÛ ìÛael-Vali" ismi cemilinde açıkladığımız gibi bu kelimenin kökünde "yönetici
dost" anlamı vardır.
Bir ilin eğitim, güvenlik,
sağlık gibi sorunlarına çareler bulan yetkiliye de Vali diyoruz. Valilerimiz
Rabbimizin isimlerinden birini taşıyorlar. Ona göre dikkatli olmalılar.
İnsanları, hayvanları, dağları, denizleri, yolları, tarihi eserleri özetle
yönetim alanı içindeki her şeyi yönetirken yönettiklerine dost olduğunu
unutmamalı.
Valiler her yeri ve her şeyi
göremezler, bilemezler, uyurlar, izine ayrılırlar. Ama gerçek Vali olan Allah
(c.c.) her an her şeyi görmekte, bilmekte ve dostça yönetmekte. Kendini inkar
edenlere bile can veriyor, kan veriyor, sıhhat veriyor.
Her
evin ve her şehrin bir valisi olur da koskokaca evrenin valisi olmaz mı?
Evrenin eşisiz tek vailsi Allah’tır. Yüce Allah’ın valiliği diğer valilere
benzemez. Diğer valiler önünü görür ardını göremezler, ardını görür önünü
göremezler. Oysa Allah, hem gelecek hem de geçmişi bilir ve işlerini ona göre
tanzim eder. Diğer valilerin gücü sadece kendi şehirlerinde geçerlidir. Oysa yüce
Allah’ın valiliği bütün bir evrene hükmeder. Ve hükmü altında bulunan bütün
yaratılmışlar Onun adaletin ve hükmünden yararlanırlar.
Yüce
Allah óÛa ìÛaVali” ismi şerifiyle bütün evrendeki
en ucra ve en gizli varlıklara kadar hükmünü geçirir. Ve o varlıların rızkına,
yaşamına teminat verip, onları velayetine alır. Kendisinin izni olmadan hiç
kimse onun velayeti altında bulunan varlıklara zarar veremez. Hatta bu bir taş
da olsa aynı hüküm geçerlidir. Yani bir taşın dahi yuvarlatılması ve yuvarlanıp
tebdili mekan etmesi ancak Allah’ın izniyle mümkündür.
Bu
kadar muazzam bir evrenin yegane valisi olan yüce Rabbimizin velayetine
inancımızı tekrar tazeliyor ve Ondan biz aciz kullarını kendi velayetinden
velilik (dostluk) makamına çıkarmasını niyaz ediyoruz.
Yüce
Allah cümlemizi yakın dostluğuyla şereflendirdiği kullarından eylesin.
el-MUTEALİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¡4b È n¢à¤Ûa ¢î©j ؤÛa
¡ñ
b è £'Ûa ë ¡k¤î ̤Ûa ¢á¡Ûb Ç
“O, görüleni
de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.”[382]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
إنَّ نَبِىَّ
اللّهِ
قالَ: إذَا
قَضَى اللّهُ
تعالى ا‘مْرَ
في
السَّمَاءِ
ضَرَبتِ
المََئِكَةُ
عَلَيْهِمُ
السََّمُ
بِأجْنِحَتِهَا
خُضْعَاناً
لقولِهِ
كأنَّهُ
سِلْسِلَةٌ
عَلَى
صَفْوَانٍ
فإذا فُزِّعَ
عَنْ قُلُوبِهِمْ
قَالُوا
مَاذَا قَالَ
رَبُّكُمْ؟ قَالُوا
لِلَّذِى
قَالَ
الْحَقَّ
وَهُوَ الْعَلِىُّ
الْكَبِيرُ
فَيَسْمَعُهَا
مُسْتَرِقُ
السَّمْعِ،
وَمُسْتَرِقُوا
السَّمْعِ
هكذَا بَعْضُهُ
فَوْقَ
بَعْضٍ،
وَوَصَفَ
سُفْيَانُ بِكَفِّهِ
فَخَرَّقَهَا
وَبَدَّدَ
بَيْنَ أصَابِعِهِ
فَيَسْمَعُ
الْكَلِمَةَ
فَيُلْقِيهَا
إلى مَنْ
تَحْتَهُ
حَتَّى
يُلْقِيهَا
عَلى لِسَانِ
السَّاحِرِ
أوِ
الْكَاهِنِ
فَرُبَّمَا
اَدْرَكَهُ
الشِّهَابُ
قَبْلَ اَنْ
يُلْقِىهَا،
وَرُبَّمَا
ألْقَاهَا
قَبْلَ أنْ
يُدْرِكَهُ.
فَيَكْذِبُ
مَعَهَا
مِائَةَ
كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ
ألَيْسَ قَدْ
قَالَ لَنَا
يَوْمَ كَذَا
وَكَذَا
وَكذَا
وَكذَا؟
فيُصَدَّقُ بِتِلْكَ
الْكََلِمَةِ
الَّتِى
سُمِعَتْ
مِنَ
السَّمَاءِ.
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:"Allahu Teâla Hazretleri semâda bir
işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teâla'nın sözüne ihtiramla, melâike
(aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını
birbirine vururlar. Rabb Teâla'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket
eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve
Mikail gibi mukarreb meleklere):"- Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar.
Onlar da:
"- Allah Teâlâ hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve
uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir.
Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe
kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına
hazırlanmış bulunur.
- Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste)
dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelamı işitir ve alttakine verir, o da
kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar
ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır.
Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur.
(Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz
kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler.
Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin
olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?"
derler. Böylece, semada (kulak hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece
tasdik edilir."[383]
İzahı
Al-Muta'ali
The
Supreme One. He is Exalted in every respect, far beyond anything
the mind could possibly attribute to His creatures.
4b È n¢à¤ÛaMüteali: Mahlukâtın sıfatlarından
münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan.
Aklın mümkün gördüğü her şeyden, her halden pek yüce
olan.
Zatının büyüklüğünü ancak zat-ı bilir.
Büyüklük ve yüceliğin nihayetinde
bulunan demektir.
"Pek yüce" anlamına gelen "4b È n¢à¤Ûael-Müteali" ismi celili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçmekte.
¡4b È n¢à¤Ûa ¢î©j ؤÛa
¡ñ
b è £'Ûa ë ¡k¤î ̤Ûa ¢á¡Ûb Ç
"Gizli olanı da açık olanı da bilir.
Büyüktür, pek yücedir."[384]
Ana rahmindeki değişimleri
bilen, toplumsal gelişmeleri ve değişmeleri bilen ve yönlendiren "4b È n¢à¤Ûael-Müteali" pek yüce olan Rabbimizin bir ismidir.
Gizliyi de açığı da bilen ve
pek yüce olan Rabbimizden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini bilelim.
Her sahada yücelmek için yüce
olan Rabbimizin ilmine, sanatına, kudretine, ikramına sarılıp onun yaptıkları
ve yarattıklarına bakarak ilmimizi, ahlakımızı geliştirmeliyiz.
Kimseyi aşağılamadığımız gibi
aşağılananları islâm’la yüceltmeye çalışmalıyız.
Kur’an-ı
Kerim’de:
¢áî©Ä ȤÛa ¢£ó¡Ü ȤÛa
ì¢ç ë 7b à¢è¢Ä¤1¡y ¢ê¢
@¢ªì í
ü ë¤ üa ë ¡pa ì¨à £Ûa
“Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na zor gelmez.
O, yücedir, büyüktür.”[385]
Bu
ayette, yücelik ve ululuğun bütün anlamlarının her yönden Allah için sabit
olduğuna delalet eder. O, zatı yönüyle uludur. Çünkü O, bütün mahlukatın
üstündedir. Kadri yücedir. O’nunkine denk olamaz. Yaratıkların hiçbirisi O’nun
sıfatlarından bir sıfatın ifade ettiği anlamların bir kısmını bile kapsayamaz.
Bununla
anlaşılmaktadır ki Allah bütün sıfatlarında hiçbir şeye benzememektedir.
Galibiyyetin en üstün olanı O’na aittir. O, birdir ve gücüne karşı konulamaz.
Sonsuz güç ve kudretiyle, azamet ve yüceliğiyle bütün yaratıklarına egemendir.
Onların mukadderatları O’nun elindedir. O, neyi dilerse o olur. Hiçbir şey buna
mani olamaz. O’nun istemediği şey de asla olmaz.
Yüce
Allah, bizleri şeytan ve nefsin kötü arzularına alet olmaya mani olduğu
kulların zümresine ilhak eylesin.
el-BERR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
;¢áî©y £Ûa¢£ j¤Ûa
ì¢ç ¢é £ã¡a 6¢êì¢Ç¤ ã ¢3¤j Ó ¤å¡ß b £ä¢×
b £ã¡a
"Şüphesiz, biz bundan
önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın
ta kendisidir."[386]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
أمامة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
سَمِعْتُ
رسُولَ
اللّهِ
يَقُولُ: مَا
أذِنَ اللّهُ
تعالى لِشَئٍ:
مَا أذِنَ
لِعَبْدٍ يَقْرأُ
الْقُرآنَ في
جَوْفِ
اللَّيْلِ، وَإنَّ
الْبِرَّ
لَيُذَرُّ
عَلَى رَأسِ
الْعَبْدِ
مَادَامَ في
مُصَّهُ،
وَمَا تَقَرَّبَ
الْعِبَادُ
إلى اللّهِ
تعالى
بِمثْلِ مَا
خَرَجَ
مِنْهُ.قال
أبو النَّضر:
يعنى القرآن.
منه بدأ ا‘مرُ
به، وإليه
يرجع الحكم
فيه.
Ebû Umâme (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle
söylediğini işittim: "Allah, geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak
verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu
müddetce kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir
zaman Allah'a yaklaşmış olmaz." Ebu'n Nadr der ki: "Ondan"
tâbiriyle "Kur'an'dan" denmek istenmiştir."[387]
İzahı
Al-Barr
Source
of all Goodness. He who treats His servants tolerantly, and whose
goodness and kindness are very great indeed.
j¤ÛaBerr: Katından gelen bir iyilik
ve lütufla, kullarına karşı merhametli, şefkatli demektir.
Kullarına iyilik ve ihsanı, nimetleri bol olan.
İhsan edici, hayırları ve
iyilikleri sevici demektir.
"Çok iyilik eden" manasına gelen " j¤Ûael-Berr" ismi cemili Kur'an-ı Kerim de bir defa geçer:
;¢áî©y £Ûa¢£ j¤Ûa
ì¢ç ¢é £ã¡a 6¢êì¢Ç¤ ã ¢3¤j Ó ¤å¡ß b £ä¢×
b £ã¡a
"Şüphesiz,
biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi
çok olanın ta kendisidir."[388]
İyiliklerin kaynağı Allah
(c.c.)’dır. İyiliği de, iyilik yapanı da yaratan O dur.
Yahya peygamberi şefkatli,
tertemiz, anne ve babasına iyi davranan bir insan yapan Allah (c.c.)’dır.[389] İsa aleyhisselamı annesine karşı iyilik yaptıran yine
Allah (c.c.)’dır.[390]
"Çok iyilik eden" Rabbimizin bize en büyük iyiliği akıl vermesi ve bu akıla
iman nasip etmesi, sonra sıhhat ve afiyet vermesi. Kalp ve kalıbımızla
kendisine kulluk yapmamızı lutfederek başkalarına kul olmamızı engellemesidir.
Bizimde iyilik yapmamızı ister
ve iyiliğin ne olduğunu Bakara 177 nci ayette şöyle öğretir.
İyilik: Allah'a, ahirete,
kitaba, peygamberlere iman etmek, malını sevdiği halde yetimlere, fakirlere,
yolda kalanlara, isteyenlere, kölelerin hürriyetine kavuşması için vermek,
namaz kılmak, zekat vermek, verdiği sözü yerine getirmek, zor ve dar zamanlarda
savaşta sabretmektir.
Allah insani yaratmış ve onu yaşaması için her yönden
elverişli olan bir mekana yerleştirmiştir. Bu mekanda var olan her şeyi de
insan için özel yaratmış ve onun hizmetine vermiştir. Nahl Suresi 4-16. ayetler
arasında Allah insanlara sunduğu nimetlerin bir kısmını şöyle sıralamıştır:
وَالْاَنْعَامَ
خَلَقَهَا
لَكُمْ فيهَا
دِفْءٌ
وَمَنَافِعُ
وَمِنْهَا
تَاْكُلُونَ
() وَلَكُمْ
فيهَا
جَمَالٌ حينَ
تُريحُونَ
وَحينَ
تَسْرَحُونَ
() وَتَحْمِلُ
اَثْقَالَكُمْ
اِلى بَلَدٍ
لَمْ تَكُونُوا
بَالِغيهِ
اِلَّا
بِشِقِّ
الْاَنْفُسِ
اِنَّ
رَبَّكُمْ
لَرَؤُفٌ
رَحيمٌ () وَالْخَيْلَ
وَالْبِغَالَ
وَالْحَميرَ
لِتَرْكَبُوهَا
وَزينَةً
وَيَخْلُقُ
مَالَا
تَعْلَمُونَ
() وَعَلَى
اللّهِ
قَصْدُ
السَّبيلِ
وَمِنْهَا
جَائِرٌ
وَلَوْ شَاءَ
لَهَديكُمْ
اَجْمَعينَ ()
هُوَ الَّذى
اَنْزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ
مَاءً لَكُمْ
مِنْهُ
شَرَابٌ
وَمِنْهُ شَجَرٌ
فيهِ
تُسيمُونَ ()
يُنْبِتُ
لَكُمْ بِهِ
الزَّرْعَ
وَالزَّيْتُونَ
وَالنَّخيلَ
وَالْاَعْنَابَ
وَمِنْ كُلِّ
الثَّمَرَاتِ
اِنَّ فى ذلِكَ
لَايَةً
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ
() وَسَخَّرَ
لَكُمُ
الَّيْلَ
وَالنَّهَارَ
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
وَالنُّجُومُ
مُسَخَّرَاتٌ
بِاَمْرِه
اِنَّ فى
ذلِكَ
لَايَاتٍ
لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
() وَمَا
ذَرَاَ
لَكُمْ فِى
الْاَرْضِ
مُخْتَلِفًا
اَلْوَانُهُ
اِنَّ فى ذلِكَ
لَايَةً
لِقَوْمٍ
يَذَّكَّرُونَ
() وَهُوَالَّذى
سَخَّرَ
الْبَحْرَ
لِتَاْكُلُوا
مِنْهُ
لَحْمًا
طَرِيًّا
وَتَسْتَخْرِجُوا
مِنْهُ حِلْيَةً
تَلْبَسُونَهَا
وَتَرَى
الْفُلْكَ مَوَاخِرَ
فيهِ
وَلِتَبْتَغُوا
مِنْ فَضْلِه
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
() وَاَلْقى فِى
الْاَرْضِ
رَوَاسِىَ
اَنْ تَميدَ
بِكُمْ
وَاَنْهَارًا
وَسُبُلًا
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ
()
وَعَلَامَاتٍ
وَبِالنَّجْمِ
هُمْ
يَهْتَدُونَ
“İnsanı bir damla sudan
yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve hayvanları da yarattı; sizin
için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.
Akşamları getirir,
sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine
ulaşmadan canlarınızın yarısını telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı
taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara
binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha
sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? Yolu doğrultmak Allah'a aittir,
kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete
erdirirdi.
Sizin için gökten su
indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda
otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve
meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk
için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayi sizin emrinize verdi;
yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklini
kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için
üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi).
Şüphesiz bunda, öğüt
alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.
Denizi de sizin emrinize
veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları
çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun.
(Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
Sizi sarsıntıya uğratır
diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kildi). Umulur ki
doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la
da doğru yolu bulabilirler. [391]
Kuşkusuz
yukarıda sayılanların tek bir tanesi bile insanın kendi imkanlarıyla elde
edebileceği, oluşturabileceği, sahip olabileceği şeyler değildir. Bunların tümü
Allah tarafından insana nimet olarak sunulmuş güzelliklerdir. Yukarıda arka
arkaya sıralanan nimetler Allah'ın kullarına karşı ‘iyiliğinin çok' olduğunun
apaçık delilleridir.
Peki
bunca iyilik karşısında insana düsen nedir?
Yüce
Allah cümlemizi nimetlerine karşı şakir olmayı nasip etsin.
el-TEVVAB
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı
Kerim de şöyle buyuruyor:
¢áî©y £Ûa ¢la £ì £nÛa
ì¢ç ¢é £ã¡a
6¡é¤î Ü Ç lb n Ï §pb à¡Ü ×
©é¡£2 ¤å¡ß ¢â
¨a ¬ó¨£Ô Ü n Ï
“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım
ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve
merhameti bol olandır.”[392]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ا‘سود
قال: كُنَّا
في حَلْقَةِ
عَبدِاللّهِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنهُ
فَجَاءَ
حُذَيْفَةُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنهُ
حَتّى قَامَ
عَلَيْنَا،
فَسَلّمَ،
ثُمَّ قَالَ:
لَقَدْ
أُنْزِلَالنِّفَاقُ
عَلى قَوْمٍ
خَيْرٍ
مَنْكُمْ.
قَالَ
ا‘سْوَدُ:
سُبْحَانَ
اللّهِ إنَّ
اللّهَ عَزَّ
وَجَلَّ
يَقُولُ: إنَّ
الْمُنَافِقِينَ
فِي
الْدَّرْكِ
ا‘سْفَلِ مِنَ
الْنَّارِ.
فَتَبَسَّمَ
عَبْدُ
اللّهِ،
وَجَلَسَ
حُذَيْفَةُ
فِي
نَاحِيَةِ
الْمَسْجِدِ.
فَقَامَ عَبْدُاللّهِ
فَتَفَرَّقَ
أصْحَابُهُ
فَرَمانِى
بِالْحَصْبَاءِ،
فأتَيْتُهُ.
فقَالَ حُذَيْفََةُ:
عَجِبْتُ
مِنْ
ضَحِكِهِ،
وَقَدْ
عَرَفَ مَا
قُلْتُ،
لَقَدْ
أُنْزِلَ النِّفَاقُ
عَلى قَوْمٍ
كَانُوا
خَيْراً مِنْكُمْ،
ثُمَّ
تَابُوا،
فَتَابَ
اللّهُ عَلَيْهِمْ.
Esved rahimehullah anlatıyor: "Hz. Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh)'un ders halkasında idik. Huzeyfe (radıyallahu anh) geldi ve yanımızda
durup bize selam verdi:"Nifak, sizden hayırlı bir kavme indirildi"
dedi. Esved de (hayretle):"Sübhanallah, Aziz ve Celil olan Allah:
"Münafıklar cehennemin en aşağı derekesindedir"[393]
buyuruyor" dedi. Bunun üzerine Abdullah tebessüm etti. Huzeyfe de
mescidin bir kenarına oturdu. Derken
Abdullah kalktı ve arkadaşları da dağıldılar. Huzeyfe beni çağırmak için bana
bir çakıl attı, yanına geldim. Bana:
"Abdullah'ın gülmesi tuhafıma
gitti, halbuki o benim söylediğimi bilen birisi. Yemin olsun nifak, siz
(tabiiler)den daha hayırlı bir kavme indirildi. Onlar (nifaktan) sonra tevbe
ettiler. Allah da tevbelerini kabul etti" dedi."[394]
İzahı
At-Tawwib
The
Acceptor to Repentance. He who is ever ready to accept repentance
and to forgive sins.
la £ì £nÛaTövbe: Tövbe edenlerin
tövbelerini kabul eden.
Tövbeleri kabul
edip günahları bağışlayan.
Taatını yerine getiren günahkarın
tövbesini kabul edip ona rahmetle rücu edici demektir. Mübalağa manası ifade
eder.
Bazılarına göre
tövbe; sebepleri kolaylaştırıp tövbeye yardım edici, gaflet uykusundan uyarıcı,
kötülüklerin sonu olan acı cezalara mutali edici manasınadır.
Lugatta tövbe; rücu (geri dönme) demektir. Istılahta
ise, Allah’tan korkarak kötülüklerine nedamet ve hemen onları terk edip elinden
geldiği kadar muktedir olduğu halde artık o günahı işlememeye azm eylemektir.
Böylece günahtan, isyandan ve bütün kötülüklerden yüz çevirip Allah’
yönelmektir. Bu halis tövbesini kabul eden Allah da o kuluna rahmetle yönelir.
"Tevbe ettiren ve tevbeleri kabul eden" anlamına gelen "la £ì £nÛaet-Tevvab" ismi şerifi Kur'an-ı Kerim de 11 defa geçmekte:
فَتَلَقّى
ادَمُ مِنْ
رَبِّه
كَلِمَاتٍ فَتَابَ
عَلَيْهِ
اِنَّهُ هُوَ
التَّوَّابُ الرَّحيمُ
“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım
ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve
merhameti bol olandır.”[395]
Tevbe suresinin 118 nci
ayetinde bizlerin tevbe etmesi için bize tevbeyi öğretenin ve tevbeleri kabul
edip mükafatlandıranın Allah (c.c.) olduğunu ifade eder.
Şair:
"Kıl tevbe seyyiatına gözler kapanmadan,
Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan."
Yani "Gözlerin
kapanmadan, ölmeden önce günahlarına pişman olduğunu ve afvını Allah'tan
iste" diyor.
Tevbe günahın cinsinden olur.
Milletin malını zimmetine geçirip sonra istiğfar etmek tevbe değildir.
Zimmetine geçirdiği malı sahiplerine vermek, sonra istiğfar etmektir tevbe.
Rabbimiz bizim hatalarımızı,
günahlarımızı nasıl afvettireceğimizi bize öğretiyor ve bizi affediyor.
la £ì £nÛaet-Tevvaba" iman eden bizlerde bize karşı suç işleyenlerin özrünü
kabul edeceğiz. Özür dilemese bile pişmanlık duyması özür dilemesi demektir.
Affedici olacağız.
Yüce Allah, cümlemizin
işledikleri hata ve isyanlarının özrü olan tövbelerimizi kabul etsin.
el-MÜNTEKİM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنْ
ذُكِّرَ
بِايَاتِ
رَبِّه ثُمَّ
اَعْرَضَ
عَنْهَا
اِنَّا مِنَ
الْمُجْرِمينَ
مُنْتَقِمُونَ
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra
onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkârlara,
lâyık oldukları cezayı veririz.”[396]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
قلَّمَا كانَ
رَسُولُ
اللّهِ
يَقُومُ مِنْ
مَجْلِسِه
حَتَّى
يَدْعُوَ
بِهؤَُءِ الدَّعَواتِ
‘صْحَابِهِ: اللَّهُمَّ
اقْسِمْ
لَنَا مِنْ
خَشْيَتِكَ مَا
تَحُولُ بِهِ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَ
مَعَاصِيكَ،
وَمِنْ
طَاعَتِكَ
مَا
تُبَلِّغُنَا
بِهِ
جَنَّتَكَ،
وَمِنَ
اليَقِينِ
مَا تُهَوِّنُ
بِهِ
عَلَيْنَا
مَصَائِبَ
الدُّنْيَا.
اللَّهُمَّ
مَتِّعْنَا
بِأسْمَاعِنَا
وَأبْصَارِنَا
وَقُوَّتِنَا
مَا
أحْيَيْتَنَا،
وَاجْعَلْهُ
الْوَارِثَ
مِنَّا،
وَاجْعَلْ
ثَأرَنَا
عَلى مَنْ
ظَلَمَنَا،
وَانْصُرْنَا
عَلى مَنْ
عَادَانَا،
وََ تَجْعَلْ
مُصِيبَتَنَا
في دِيننَا،
وََ تَجْعَلِ
الدُّنْيَا أكْثرَ
هَمِّنَا،
وََ مَبْلَغَ
عِلْمِنَا،
وََ
تُسَلِّطْ
عَلَيْنَا
مَنْ َ
يَرْحَمُنَا.
İbnu Ömer hazretleri (radıyallâhu anhümâ)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir cemaatte oturduğu
zaman, ashâbı için şu duayı okumadan nadiren kalkardı:"Allahım! Bize
korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günahlarla bizim
aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete
ulaştırsın. Yakîninden öyle bir hisse lutfet ki dünyevî musibetlere tahammül
kolaylaşsın.Allahım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden,
kuvvetimizden istifade etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan
neslimize de nasib et. İntikamımızı, bize zulmedenlerden almışlardan kıl
(mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi muzaffer kıl. Bize, dinî
musibet verme. Dünyayı, ne asıl gayemiz kıl, ne de ilmimizin son hedefi. Bize
merhametli olmayanı bize musallat etme."[397]
İzahı
Al-Muntaqim
The
Avenger. He who ustly inflicts upon wrongdoers the punishment they
deserve.
á¡Ô nä¢àÛaMüntakim: Dilediğine ceza vermede
şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden müfteil babında bir kelimedir.
Nekame, hoşnutsuzluğun öfke ve nefret derecesine ulaşmasıdır.
Günahkarlara, adaletiyle, müstahak oldukları cezayı
veren.
Düşmanlardan intikam alıcı ve çirkin işleri kötü görüp
isyan üzerine ceza verici demektir.
“Suçlulardan
intikam alan” anlamına gelen “á¡Ô nä¢àÛael-Müntakım” ismi celili bu şekliyle Kur’an’ı Kerim’de yok. Çoğul
olarak á¡Ô nä¢àÛa el-Müntakım'ün olarak üç defa geçmekte. Ancak beş defa “intikam
aldık” bir defa “intikam
alır” üç defa “biz
intikam alıcıyız” dört
defa “Allah intikam sahibidir” diye tanıtılmakta.
åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¢¤ ã
b ä¤î Ü Çb¦£Ô y æb × ë
6aì¢ß ¤u a åí© £Ûa å¡ß
b ä¤à Ô n¤ãb Ï
“Bunun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık.
Müminlere yardım etmek üzerimize bir hak oldu."[398]
Kendini ilah yerine koyan
insanları kendine kul yapan firavun bu dünyada cezalandırıldı.
Ad kavmi Semud kavmi bu dünyada
iken cezalandırıldılar. Ama bir çok kafir, asi, insanlığın üzerine ateş
saçanlar, yeryüzünde hep bozgunculuk çıkaranlardan Allah ahirette intikam
alacak ve onları bir kıvılcımı dünyayı kasıp kavuracak olan cehennemine
atacaktır. Yanar dağlardan akan lâvlar cehennemin bir kıvılcımına denk olmaz.
Ona göre hareket edelim el-Müntakıme iman edenler olarak yeryüzünde insan
neslini ve yeryüzü nimetlerini yok etmeye çalışan, yakmaktan, yıkmaktan zevk
alanların ıslahı için onlara zaman tanıyalım.
Islah olması için yollarını
gösterelim. Eğer ıslah olmazlarsa insanlığın selameti için Rabbimizin koyduğu
kurallar içinde cezalandırma yoluna gidelim.
Kendi içimizin intikam
susuzluğunu gidermek için kendi koyduğumuz kurallarla cezalandırmayalım.
Affederken de cezalandırırken de Rabbimizin koyduğu kurallara uymazsak
affederken de cezalandırırken de zulmetmiş oluruz.
Çayırda yayılan birlerce kuzuya
saldıran bir Kurt’a acımak bir tane kuzuya acımamaktır.
Bu günkü batı hukuku kurtlar
tarafından hazırlandığı için kuzuları değil kurtları koruyor.
Yüce
Allah cümlemizi kurtlara yem olmaktan korusun.
el-AFÜVV
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
a¦ì¢1 Ëa¦£ì¢1 Ç
¢é¨£ÜÛa æb × ë 6¤á¢è¤ä Ç ì¢1¤È í ¤æ a
¢é¨£ÜÛaó Ç Ù¡÷¬¨Û¯ë¢b Ï
“İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok
affedicidir, bağışlayıcıdır.”[399]
Hz.Peygamber
(a.s) :
ـ وعن أبي
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
فىمَا
يَحْكِي عَنْ
رَبِّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ.
قَالَ
أذْنَبَ
عَبْدٌ فقَالَ:
اللَّهُمَّ
اغْفِرْ لِي
ذَنْبِي.
فقَالَ
اللّهُ تَعالى:
أذْنَبَ
عَبْدِي
ذَنْباً،
فَعَلِمَ
أنَّ لَهُ
رَبّاً
يَغْفِرُ
الذَّنْبَ
وَيَأخُذُ
بِالذَّنْبِ.
ثُمَّ عَادَ
فَأذْنَبَ.
فقَالَ: أيْ
رَبِّ
اغْفِرْ لِي
ذَنْبِي.
فقَالَ اللّهُ
تَعالى:
أذْنَبَ
عَبْدِى
ذَنْباً، فَعَلِمَ
أنَّ لَهُ
ربّاً
يَغْفِرُ
الذَّنْبَ
وَيَأخُذُ
بِالذَّنْبِ.
ثُمَّ عَادَ
فَأذْنَبَ فقَالَ:
يَا رَبِّ
اغْفِرْ لِي.
فقَالَ
اللّهُ تَعالى:
أذْنَبَ
عَبْدِي،
فَعَلِمَ
أنَّ لَهُ
رَبّاً
يَغْفِرُ
الذَّنْبَ
وَيَأخُذُ بِالذّنْبِ.
اعْمَلْ مَا
شِئْتَ
فَقَدْ غَفَرْتُ
لَكَ.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bir hadis-i kudsî'de) Rabbinden naklen buyururlar ki:
"Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi günahımı affet!" dedi.Hak
Teâlâ da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya
günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."
Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı
affet!" der.Allah Teâlâ Hazretleri de:"Kulum bir günah işledi ve
bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi
vardır."Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni
affeyle!" der. Allah Teâlâ da:"Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı
affeden veya günah sebebiyle muâheze eden bir Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini
yap, ben seni affettim!" buyurdu."[400]
İzahı
Al-Afu
The Pardoner. He who pardons all
who sincerely repent.
ì¢1 ÈÛaAfüvv: Afv'dan feûl babında bir
kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle ise mâna: "Günahları çokça
bağışlayan" demek olur.
“Affeden” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de beş defa
tekrarlanmaktadır.
اِنْ
تُبْدُوا
خَيْرًا اَوْ
تُخْفُوهُ
اَوْ
تَعْفُوا
عَنْ سُوءٍ
فَاِنَّ
اللّهَ كَانَ
عَفُوًّا
قَديرًا
“Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir
kötülüğü affederseniz muhakkak Allah affedicidir, her şeye gücü yetendir.”[401]
Rabbimiz Bakara 52 de buzağıya
tapınan beni İsraili affettiğini, Ali İmran 152’de Uhud savaşından kaçan
Müslümanları affettiğini haber verir.
Puta tapınmak, harbden kaçmak
en büyük suç olduğu halde suçu işleyenler pişman olunca Allah onları cezalandırmak
yerine affediyor. Bizlerin de affedici olmasını istiyor ve insanları affedenler
övülüyor.[402]
Yakınlarımızın katilini
affetmemiz tavsiye edilir.[403]
Rabbimiz affedicidir, afvı
sever öyle ise bizde affedici olmalıyız. Suçluların tevbe etmelerine, özür dilemelerine
yardımcı olmalıyız.
Sevgili Peygamberimiz (a.s):
“Şüpheden sanık yararlanır” kuralını koymuş ve “cezaları şüphelerle
kaldırınız” buyurmuş.[404]
Bütün insanların günahı bir
araya gelse Allah’ta affetse Rabbin affından, rahmetinden bir şey eksilmez.
Affeden, mağfiret eden.
Aşırı derecede kötülükleri mahv edici ve günahlara
ceza vermekten vazgeçici demektir. Gafur isminden daha fazla mübalağalıdır.
Zira gufran, kötülükleri setr etmek, örtüp gizlemek manasını ifade eder; ì¢1 ÈÛaAfüv ise kötülükleri tamamen yok edip ortadan
kaldırıcı demektir.
İnsan, yapısı gereği hata yapmaya çok müsait bir
varlıktır. Her an, pek çok konuda eksik düşünebilir, yanlış bir karar
verebilir, hatalı bir tavır sergileyebilir. Ancak insani yaratan ve ondaki bu
eksiklikleri bilen Allah, yapılan hataları da affedicidir. Allah'ın
'affediciliği' olmasa hiçbir insanin cennete girmesi de mümkün olmazdı. Nitekim
bu gerçeğe Kuran'da açıkça dikkat çekilmiştir:
Fakat unutmamak
gerekir ki, Allah'ın affediciliği samimi kulları için geçerlidir. O, kendisine
içten yönelip dönen insanların günahlarını affeder ve onları bağışlar. Önemli
olan kişinin samimi olup, kesin bir kararlılıkla tevbe etmesidir. Yoksa tevbe
edip tekrar tekrar eski hatalarına geri dönenlerin ve yaptıklarından gerçek bir
pişmanlık duymayanların tevbesini kabul etmeyeceğini Allah beyan etmiştir.
ì¢1 ÈÛaAfüvv, özellikle affa sebep olan
istiğfar, tevbe, iman ve salih ameller gibi şeyleri yerine getirdikleri zaman
kulların işlediği bütün günahları affeden demektir. Allah, kullarının
tevbelerini kabul eder ve suçlarını affeder. O, affedicidir, affı sever ve
kullarının affa ulaşmalarına sebep olan şeyleri yerine getirmek için
çalışmalarından hoşlanır. Bunlar, Onun hoşnutluğunu kazanmak için çalışmak ve
Onun yaratıklarına iyilik yapmaktır. Kul ne kadar günah işlerse işlesin,
sonunda tevbe eder ve kötülükten vazgeçerse, büyük küçük bütün günahlarını
affeder. O, Müslüman olmayı, önceki küfrün vebalini ortadan kaldıran bir sebep
kıldığı gibi, tevbeyi de önceki günahın temizleyicisi kıldı. Kur’an-ı Kerim’de:
قُلْ
يَا
عِبَادِىَ
الَّذينَ
اَسْرَفُوا عَلى
اَنْفُسِهِمْ
لَاتَقْنَطُوا
مِنْ رَحْمَةِ
اللّهِ اِنَّ
اللّهَ
يَغْفِرُ
الذُّنُوبَ
جَميعًا
اِنَّهُ هُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحيمُ
“Deki:
Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok
merhametlidir.”[405]
Yüce Allah cümlemizin günahlarını
bağışladığı kullarından eylesin.
er-RAUF
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
يَوْمَ
تَجِدُ كُلُّ
نَفْسٍ مَا
عَمِلَتْ مِنْ
خَيْرٍ
مُحْضَرًا
وَمَا
عَمِلَتْ
مِنْ سُوءٍ
تَوَدُّ لَوْ
اَنَّ
بَيْنَهَا
وَبَيْنَهُ
اَمَدًا
بَعيدًا
وَيُحَذِّرُكُمُ
اللّهُ
نَفْسَهُ
وَاللّهُ
رَؤُفٌ
بِالْعِبَادِ
“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük
olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki
kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine
karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.”[406]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما:
أنَّهُ
أقَامَ
حَدّاً عَلى
بَعْضَ
إمَائِهِ
فَجَعَلَ
يَضْرِبُ
رِجْلَيْهَا
وَسَاقَيْهَا،
فقَالَ لَهُ
سَالِمٌ
رَحِمَهُ
اللّهُ: أيْنَ
قَوْلُ اللّهِ
تَعالى: وََ
تَأخُذْكُمْ
بِهِمَا رَأفَةٌ
في دِينِ
اللّهِ.
فقَالَ:
أتَرَانِِى
أشْفََقْتُ
عَلَيْهَا.
إنَّ اللّهَ
تَعالى لَمْ
يَأمُرْنِى
أنْ
أقْتُلَهَا.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)
hazretlerinden rivayete göre: Câriyelerinden birine hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve
bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Sâlim (rahimehullah)
kendisine:"- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı Hakk'ın وََ
تَأْخُذُ
كُمْ بِهِمَا
رَ أْفَةٌ فِى
دِينِ اللّهِ
"Bunlara Allah'ın
dinini tatbik hususunda acıyacağınız
tutmasın..."[407]
sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)
de:"- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı Hakk onu
öldürmemi emretmedi" cevabını verir.[408]
İzahı
Ar-Ra'uf
The
Kind. He who is very Compassionate.
Ò¢ªëaRaufu: Katından gelen bir
re'fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve şefkatli olan demektir. Re'fetle
rahmet arasındaki farka gelince; rahmet bazen maslahat gereği istemeyerek de
olabilir. Re'fet isteksiz olmaz, isteyerek olur.
Pek şefkatli olan.
Merhamet edici.
Mübalağa ile rahmet sahibi demektir. Rahimden daha
fazla mübalağalıdır.
“Çok şefkatli” anlamına gelen “Ò¢ªëaer-Rauf” ismi cemili Kur’an’ı Kerim’de on defa tekrarlanmakta.
وَالَّذينَ
جَاؤُ مِنْ
بَعْدِهِمْ
يَقُولُونَ
رَبَّنَا
اغْفِرْ
لَنَا
وَلِاِخْوَانِنَا
الَّذينَ
سَبَقُونَا
بِالْايمَانِ
وَلَا
تَجْعَلْ فى
قُلُوبِنَا
غِلًّا
لِلَّذينَ
امَنُوا
رَبَّنَا
اِنَّكَ
رَؤُفٌ
رَحيمٌ
“Bunların arkasından gelenler şöyle derler:
Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla;
kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki
sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”[409]
“Şefkat” deyince akla anneler gelir. “Anne” deyince de akla şefkat gelir. Ama iyi bilinsin ki şefkatli
anneleri yaratan ve çocuklarını sevimli hale getiren Ò¢ªëaer-Rauf” olan Allah (c.c.)’dır.
Peygamber efendimiz bir
yolculuk esnasında ekmek yapan bir kadına uğrar. Kadın, peygamber efendimizi
görünce “bir anne yavrusunu şu ateşe atamaz, Allah
ise kullarından daha merhametli Allah kendi kullarını ateşe nasıl atacak?” dediğinde Efendimizin gözlerinden yaşlar boşalır ve şöyle
der:
“Israrla Allah’a baş kaldırmayan ve La ilahe
illallah= Allah’tan başka yaratan, yaşatan, yöneten yoktur diyeni Allah
yakmayacaktır” buyurur."[410]
Şefkatinden İslam ümmetini
vasat yani toplum için bir denge unsuru kılan[411] kullarının iyi işlerini cennet karşılığında satın alan[412] kendisine karşı gelmekten sakınmamızı isteyen[413] bizi zorluklardan kurtarmak için bildiğimiz ve
bilmediğimiz binekler yaratan[414] Allah (c.c.), Resulünü de Rauf ve Rahim isimleriyle
isimlendirmiş.
Ò¢ªëaer-Rauf’un elçisi olan şefkatli peygamberimiz bir kuş yuvasını bozan
sahabeyi azarlamış, susuz bir köpeği sulayan günahkar kadının affedildiğini
haber vermiş.[415]
Bizde çok şefkatli peygamberin
ümmeti olarak kafirin küfrünü günahkarın isyanını temizleyerek şefkatimizi
göstereceğiz.
Yüce Allah cümlemizi şefkatine mazhar eylediği
kullarından eylesin.
MALİK-üL
MÜLK
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
قُلِ
اللّهُمَّ
مَالِكَ
الْمُلْكِ
تُؤْتِى
الْمُلْكَ
مَنْ تَشَاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَاءُ
وَتُعِزُّ
مَنْ تَشَاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ تَشَاءُ
بِيَدِكَ الْخَيْرُ
اِنَّكَ عَلى
كُلِّ
شَىْءٍ
قَديرٌ
“(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan
Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın.
Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin
elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[416]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
هريرة
رضِىَ
اللّهُ عنهُ
قال: قال
رسُولُ
اللّهِ : إنّ
أخْنَعَ اسمٍ
عندَ اللّهِ
رجلٌ تُسَمّى
مَلِكَ ا‘مكِ،
َ مالِكَ إّ لآاللّهُ
تعالى.قال:
سفيان رحمهُ
اللّهُ تعالى:
مثلُ شاهان
شاهْ.قال أحمد
بن حنبل رحمه
اللّهُ تعالى:
سألتُ أبا
عمروٍ رحمه
اللّهُ تعالى
عن »أخنعَ«
فقال أوضَعَ.
أخرجه الخمسة
إّ النسائى .
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah katında en düşük (ahna') isim
Melikü'l-emlâk (mülklerin mâliki) ismidir. Allah'tan başka Mâlik
yoktur."Süfyân merhum dedi ki: Şâhân Şâh bunun örneğidir.Ahmed İbnu Hanbel
merhûm dedi ki: "Ebu Amr merhum'a, ahna' ne demek diye sordum, bana
"en düşük" diye cevap verdi."[417]
İzahı
Malik
al-Mulk
The
Owner of All.
٤ܢà¤Ûa Ù¡Ûb ßMalik-ul Mülk: Mülkün ebedi ezeli
sahibi. Mülkün ebedi sahibi.
Hükmünü ve iradesini mülkünde geçiricidir. Onun
hükmüne karşı gelecek, itiraz edecek hiç kimse yoktur. Bütün kainat hükmüne
musahhardır, her şey ister istemez O’nun hükmüne boyun eğmek zorundadır. Mülkün
tek ve gerçek sahibi sadece O’dur.
“Mülkün sahibi” anlamına gelen “٤ܢà¤Ûa
Ù¡Ûb ß Malik-ül-mülk” ismi celili Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçer:
قُلِ
اللّهُمَّ
مَالِكَ
الْمُلْكِ
تُؤْتِى
الْمُلْكَ
مَنْ تَشَاءُ
وَتَنْزِعُ
الْمُلْكَ
مِمَّنْ
تَشَاءُ
وَتُعِزُّ مَنْ
تَشَاءُ
وَتُذِلُّ
مَنْ تَشَاءُ
بِيَدِكَ
الْخَيْرُ
اِنَّكَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
“(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan
Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın.
Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin
elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”[418]
“Mal sahibi
mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi” dediği gibi Hz. Adem’den bugüne kadar nice peygamber,
kral, şah, padişah, Karunlar geldi geçti ve gitti. Hiç biri dünyadan bir avuç
toprak götüremedi. Zaten herkes bir avuç toprak götürseydi bize bir şey
kalmazdı.
Toprakla beslediğimiz bedeni,
toprağa geri verdik. Mülkün sahibinin Allah olduğunu bildiğimizden bu mülk
üzerinde tasarrufta bulunurken mülkün sahibinin koyduğu şartlara, kurallara
uymaya çalışacağız.
Allah’ın kulları üzerinde söz
sahibi olduğumuzda, yönetime geldiğimizde kendimizi o kullardan üstün görmeden
mülkün sahibinin koyduğu kurallara göre yöneteceğiz.
Mülkün asıl sahibi olan yüce
Allah, kullarından dilediğini mülkünden nasibdar ederken hiç kimseye
sahipliğini vermemiş sadece emanet etmiştir. Çünkü hiç kimse mülkün sahibi
olamaz. Zaten bir sahibi var O’da Allah (cc)’dır.
Bir şeyi sahiplenmek için onu
yaratmak lazım. İnsanoğlu mülkü yaratma gücüne sahip olmadığından dolayı ancak
var olan mülkü imar edebilir. Buda sahipliğe yeltenmek için yetmez. Ancak imar
edilebilindiği kadarıyla istifade edilir. Her şeyi yoktan var eden ve her şeyin
imarının hem mimarı Allah mülkün yegane ve tek sahibidir. Bu Onun hakkıdır. Bu
hakka itiraz etmek en büyük haksızlıktır.
Ne ki, emanet mülkü sahiplenmek
daha da büyük bir haksızlıktır. Bu tıpkı bir kiracının oturduğu evi
sahiplenmeye benzer. Hepimiz Allah’ın mülkünde birer kiracı olduğumuza göre, oturabileceğimiz
kadar ve yaşayabileceğimiz kadar hesabımızı yapmalıyız. Aksi taktirde gönül
verdiğimiz mülkün elimiz kefene konulduğunda ancak bir bez parçası elimize ve
avucumuza geçer.
Yüce Allah cümlemize
ayaklarımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin.
zül-CELAL
vel-İKRAM
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَيَبْقى
وَجْهُ
رَبِّكَ ذُو
الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
“Ancak
azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak..”[419]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن ثوبان
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
كانَ رسول
اللّه
إذَا سَلّمَ
يَسْتَغْفِرُ
ثََثاً
ويَقُولُ:
اللَّهُمَّ
أنْتَ السََّمُ،
وَمِنْكَ
السََّمُ،
تَبَارَكْتَ
وَتَعالَيْتَ
يَا ذَا
الجََلِ
وَا“كْرَامِ.
Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup:
"Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli
ve'l-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm
sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."[420]
Dhul-Jalali
Wal-Ikram
The
Lord of Majesty and Bounty. He who possesses both greatness
and gracious magnanimity.
âa ¤×¡üa ë
¡45 v¤Ûaë¢zü'l-Celâl
vel İkram: Celâl, celîl'in masdarıdır. Celâl, celâlet,
nihâyet derecede büyüklük, azamet demektir.
Zü'l-Celâl büyüklük sahibi olan mânasına gelir.
Büyük kerem
sahibi. Hem azamet sahibi, hem fazlu kerem sahibi.
“Yücelik ve ikram sahibi” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı
Kerim’de iki defa geçer:
كُلُّ
مَنْ
عَلَيْهَا
فَانٍ ()
وَيَبْقى
وَجْهُ
رَبِّكَ ذُو
الْجَلَالِ
وَالْاِكْرَامِ
() فَبِاَىِّ
الَاءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ
“Yer üzerindeki her şey fanidir. Celal ve ikram
sahibi Rabbin yüzü bakidir. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız."[421]
Bu ismi celilin ikiside Rahman suresinde 27nci ve 78 nci
ayetlerde geçer.
Er-Rahman suresinde Rabbimiz bizi
yarattığını, Kur’anı öğrettiğini, bize konuşmayı öğrettiğini, adalet terazisi
olarak kitaplar gönderdiğini, karada, denizlerde ve havada nimetler verdiğini,
imanla gidenlere cennet nimetleri vereceğini bildirir.
Hastalığımızda yüzümüze gülen doktorun,
hemşirenin adını öğrenip dostlarımıza anlatırız. Zor zamanda çok basit bir
yardımda bulunanı unutmayız.
Bize can veren, ten veren, gönül veren,
göz veren Rabbin yüceliğini ve ikramını unutmayalım. Bizde ona imanla
yücelelim.
İkramımız insanlara, hayvanlara,
ormanlara ulaşsın. Ciğer sahibi canlılara yapılan ikramlar Cennette çiçeğe
dönüşür.
Celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibidir. Bu
sıfatlar ancak O’na mahsustur. Önce celaliyle öldürür, sonra ikram edip
diriltir, manasını da ifade ettiği bildirilmiştir.
Yani, azamet ve büyüklük sahibi, rahmet ve cömertlik
sahibi, herkese iyilik ve ihsanda bulanan demektir.
Yüce Allah, kendisini yücelten, saygı duyan ve seven
dostlarına ve samimi kullarına ikram edendir. Kur’an-ı Kerim de:
¡âa ¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa
ô¡ Ù¡£2 ¢á¤a Ú b j m
“Büyüklük ve ikram
sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.”[422]
Yüce Allah cümlemizi kendisini hakkıyla yücelten ve
ikramına mazhar olan kullarından eylesin.
el-MUKSİT
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
شَهِدَ
اللّهُ
اَنَّهُ لَا
اِلهَ اِلَّا
هُوَ
وَالْمَلئِكَةُ
وَاُولُوا
الْعِلْمِ قَائِمًا
بِالْقِسْطِ
لَا اِلهَ
اِلَّا هُوَ
الْعَزيزُ
الْحَكيمُ
“Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu
hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim
sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi
Allah'tan başka ilâh yoktur.”[423]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن ابن
عباس رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
كَان
قُرَيظَةُ
والنَّضِيرُ،
وَكانَ
النَّضِيرُ
أشْرَفَ مِنْ
قُرَيْظَةَ
فَكَانَ إذَا قَتَلَ
رَجُلٌ مِنْ
قُرَيْظَةَ
رجًُ مِنَ النَّضِيرِ
قُتلَ بِهِ،
وَإذَا
قَتَلَ رَجُلٌ
مِنَ
النَّضِيرِ
رَجًُ مِنْ
قُرَيْظَةَ فُدِى
بِمَائَةِ
وَسقٍمِنْ
تمر. فلمّا
بُعِثَ
النَّبىّ قَتَلَ
رَجلٌ مِنَ
النّضِيرِ
رَجًُ مِنْ قُرَيظَةَ
فَقَالُوا:
ادْفَعُوهُ
إلَيْنَا نَقْتُلُهُ.
فَقَالُوا:
بَينَنَا
وَبَيْنَكُمْ
مُحَمّدٌ
رَسُولُ
اللّهِ
فأتَوْهُ.
فَأنزلتْ:
وَإنْ
حَكَمْتَ
فاحْكُمْ
بَيْنَهُمْ
بِالْقِسْطِ؛
وَالْقِسْطُ:
النَّفسُ
بِالنَّفْسِ
ثُمَّ
نَزَلتْ:
أفَحُكْمَ
الْجَاهِليّةِ
يَبْغُونَ.
İbnu Abbas (radyallahu anhümâ) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine'de
yaşayan Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza
kabilesinden daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine
mensup birisi, en-Nadir'den birini öldürecek olsa kısas olarak katil
öldürülürdü, ama en-Nadir'den bir kimse Kureyza'dan birisini öldürecek olsa,
yüz vask hurma ile fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın peygamberliğinden sonra en-Nâdir'den birisi Kureyza'dan bir adam öldürdü. Kureyzalılar:
"Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz" dediler. Öbür taraf
"Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun" dediler ve Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a geldiler. Bunun üzerine şu âyet indi: "... Eğer
hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever."[424]
Adaletle hükümden maksat "cana mukabil can"dı. Daha sonra şu âyet
indi: "Câhiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için
Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?"[425]
İzahı
Al-Muqsit
The
Equitable One. He who does everything with proper balance and
harmony.
o¡Ô¢àÛaMuksid: Hükmünde âdil, demektir.
Ef'àl babında adaletli oldu mânasına olan bu kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına
gelir. Nitekim kasıt; çevreden, zâlim demektir.
Hükmünde ve işlerinde adaletli olan.
Mazlumun hakkını zalimden alan.
“Çok adil” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı kerimde bu haliyle
geçmez. Ancak Yunus suresin de “Aralarında
adaletle hükmolunur ve onlar zulmedilmezler, haksızlık yapılmaz”[426] buyurur. Adaletle hükmedecek olan Allah (c.c.) dır.
Bedenimizi yaratırken dengeli
yaratan, dağları, denizleri, karıncayı, fili yaratırken dengeli yaratan
Rabbimizin koyduğu kanunları da tabiata koyduğu kanunlar gibi dengeli, sağlam
ve estetik ve her çağa uygundur.
“Allah’ın koyduğu kanunlar 1400 sene önce nazil
oldu. O günün şartlarına uygundu. Günümüze uygun değil” diyenler acaba bu tabiat kanunları “Hz.
Adem’in şartlarına uygundu, biz bu çağda Hz. Adem’in içtiği suyu içmeyiz,
soluduğu havayı solumayız bize milenyum havası, suyu, ekmeği, güneşi lazım. Biz
bu eskimiş güneşi istemeyiz”
diyorlar mı acaba?
O güneşi, havayı, suyu yaratan
Allah, bizim adil olmamız için Kur’an’ını indirmiştir. O Kur’an bize adaleti
emreder.
o¡Ô¢àÛael-Muksit’e iman eden bizlerin adaleti ayakta tutmamız istenmekte.
Allah’ın adaleti, kendi aleyhimize, anne baba, akrabalarımızın aleyhine bile
olsa, hak sahibi zenginse, fakirin aleyhine olarak adaleti ayakta tutmakla
görevliyiz. Hak sahibi fakirse zenginin aleyhine bile olsa yine adaleti yerine
getirmeliyiz.
En sevmediğiniz bir insanla babanız veya anneniz mahkemelik
olsa, babanız veya anneniz haksız ise siz haklının tarafında olun.
Adaletin terazisini elinde
bulunduran elbette yüce Allah’tır. Dünya kurulmazdan ve kurulduktan sonra da
adalet terazisi işlevi görmektedir. O gün bugün ve bugünden sonra da evrenin
terazisi dengini sağlamaya devam edecektir.
Her varlık yapısına ve
anlayışına göre İlahi terazisinin taksiminde nasibini alırken, hiç kimse bu
terazinin hata yaptığını ve yapacağını iddia etmemiş/etmeyecektir. Çünkü yüce
Allah’ın adaleti öyle bir tecelli etmektedir ki, herkese gönlünün
derinliklerinde geçenlere göre muamele etmektedir. Buna itiraz edecek olanların
şahidleri ise bedenlerin organları olacaktır. Dil tasdik edecek, gözler itiraf
edecek vs.
Yüce Allah cümlemizin adalet
terazisinde hesabını kolaylaştırsın.
el-CAMİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
رَبَّنَا
اِنَّكَ
جاَمِعُ
النَّاسِ
لِيَوْمٍ لَا
رَيْبَ فيهِ
اِنَّ اللّهَ
لَا يُخْلِفُ
الْميعَادَ
“Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde,
insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.”[427]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن
أبى سعد بن
أبى فضالة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: سَمِعْتُ
رسولَ
اللّهِ
يَقُولُ:
إذَا جَمَعَ
اللّهُ
تَعَالى
النَّاسَ لِيَوْمٍ
َ رَيْبَ
فِيهِ
يُنَادِى
مُنَادٍ: مَنْ
كانَ
يُشْرِكُ
بِاللّهِ
تَعَالى في
عَمَلٍ
عَمِلَهُ
للّهِ أحَداً
فَلْيَطْلُبْ
ثَوَابَهُ
مِنْهُ،
فَإنَّ
اللّهَ تعالَى
أغْنَى
الشُّرَكاءِ
عَنِ
الشِّرْكِ.
Ebu Sa'd İbnu Fadâle (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim şöyle demiştir:
"Allah geleceği kesin olan mahşer gününde
insanları topladığı zaman bir kimse
şöyle bir duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak
koşmuş ise sevâbını ondan istesin. Zirâ Allah, şirkin her çeşidine en müstağni
olan Zât'tır."[428]
İzahı
Al-Jami
The Gatherer. He who brings together what He wills,
when He wills, where He wills.
É¡ßab vÛaCami’: Kıyamet günü mahlukâtı
toplayan demektir.
İstediğini dilediği anda toplayan.
İstediğini istediği zaman istediği yerde toplayan.
Mühtelif
hakikatleri ve zıt işleri, enfüste ve afakta bir araya toplayıp birleştirici,
hepsini ihatasına alıcı demektir.
“Toplayan” anlamına gelen É¡ßab vÛa el–Cami ismi şerifi Kuran-ı Kerim’de iki defa geçmekte.
رَبَّنَا
اِنَّكَ
جاَمِعُ
النَّاسِ
لِيَوْمٍ لَا
رَيْبَ فيهِ
اِنَّ اللّهَ
لَا يُخْلِفُ
الْميعَاد
“Rabbimiz, sen kendisinde şüphe olmayan (kıyamet)
günü için insanları toplayacak olansın. Muhakkak Allah va’dinden dönmez.”[429]
Öbür ayette de münafıklarla
kafirleri cehennemde toplayacağını haber vermekte.[430]
Yangında yanıp duman olup dağılan
adamı Allah nereden bulup da toplayacak? diye soranlar önce kendilerine
baksınlar. Kendileri nereden toplandı? Dünyanın her tarafından yiyecek ve
içecekler geldi ve onda toplandı.
Gökyüzünden güneş, altı yönden hava geldi ve çocukken delikanlı oldu.
Toplayan Allah bir gün dağıtır
ve kıyamette yine toplar. Bizi aile, kabile, sülale etrafında toplayan
gönüllerimizi birbirine bağlayan O.
Köylerde, kasabalarda ,şehirlerde bir araya getiren yine O “É¡ßab vÛael–Cami” olan Allah dır.
É¡ßab vÛael-cami =Toplayan Allah’a iman edenler olarak bizler de aileleri,
dostları dağıtan değil toplayan olalım. Ara bozan değil arabulan olalım.
Gönüller arasına sevgi köprüsü kuralım.
Dağınık şeylerin bir araya toplanması demek olan
'cem' kelimesi, Allah'ın tüm evrendeki sistemler üzerindeki hakimiyetini
gösteren sıfatını ifade eder. Evreni ve içindekileri yaratan Allah, canlı ve
cansız tüm varlıklara dilediğini yaptırma, istediği yerde ve istediği şekilde
toplama kudretine sahiptir. Nitekim Allah dünyada müminleri bir araya
toplayacağını vaat etmiştir.
Ancak gerçek toplanma günü kıyametle
gerçekleşecektir. Kendisinden şüphe olmayan kıyamet gününde, Allah'ın bütün
kulları O'nun huzurunda toplanacaklardır. Dünyada kendisini ve elçilerini
yalanlayan kişilerin inkarlarını ve bu inkarlarından kaynaklanan bütün
eylemlerini bilen Allah, elçileriyle tüm insanlığa haber verdiği büyük hesap
gününde, gelmiş geçmiş tüm toplumları bir araya toplayacaktır.
Sura üfürüldüğü gün suçlu günahkarların tümü bir
araya getirilecekler ve yaptıklarından topluca hesaba çekileceklerdir. İnkar
edenler yine topluca, yüzükoyun cehenneme sürülecek, layık oldukları karşılığı
yine yandaşlarıyla beraber topluca göreceklerdir.
Allah kendisine iman edenleri ise tüm yaptıklarına
bir karşılık olmak üzere dünyada beraber oldukları gibi cennette de
hep birlikte ağırlayacaktır. Allah takva sahiplerini de önderleriyle birlikte
bir heyet halinde huzuruna getirecektir. Onlar nurları önlerinde ve yanlarında
olacak şekilde, Allah'ın izni ve rahmetiyle topluca cennete gireceklerdir.
Kendisini inkar eden insanları ise, dünyada da
birbirlerine arka çıkıp örgütlendikleri gibi, cehennemde de hep bir arada
tutacak birbirleriyle çekişip durmalarına izin verecektir. Zulmedenlerin esleri
ve taptıkları hep bir arada olacaklar, yaptıklarının karşılıklarını cehennemin
dar bir kösesinde hep beraber göreceklerdir. O çok güvendikleri eşleri ve
dostlarıyla birlikte cehenneme sürülmenin azabını yaşayacaklardır.
Her idarecinin idare ettiklerini toplaması ve genel
bir durum değerlendirmesi yapması nasıl kaçılmazsa, yüce Allah’ta yaratıklarını
bir gün mutlaka huzurunda toplayıp “Ne idiniz, ne yaptınız ve ne oldunuz?”
değerlendirmesini yapacaktır. Bu toplama gününü gerçekleştirecek olan yüce
Allah, herkesi safa dizip tek tek hesap soracaktır.
Yüce Allah, o toplama gününde hesabımızı
kolaylaştırsın ve yüzümüzü kara çıkarmasın.
el-ĞANİYY
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
¥áî©Ü y ¥£ó¡ä Ë ¢é¨£ÜÛa ë
ô6¦ a¬b è¢È j¤n í §ò Ó
¤å¡ß¥¤î ¥ñ ¡1¤Ì ß ë ¥Òë¢¤È ß
¥4¤ì Ó
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen
sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.”[431]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى سعد
بن أبى فضالة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
سَمِعْتُ رسولَ
اللّهِ #
يَقُولُ: إذَا
جَمَعَ
اللّهُ تَعَالى
النَّاسَ
لِيَوْمٍ َ
رَيْبَ فِيهِ
يُنَادِى
مُنَادٍ: مَنْ
كانَ
يُشْرِكُ
بِاللّهِ
تَعَالى في
عَمَلٍ
عَمِلَهُ
للّهِ أحَداً
فَلْيَطْلُبْ
ثَوَابَهُ
مِنْهُ،
فَإنَّ اللّهَ
تعالَى
أغْنَى
الشُّرَكاءِ
عَنِ الشِّرْكِ.
Ebu Sa'd İbnu Fadâle (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim şöyle demişti: "Allah geleceği kesin olan mahşer
gününde insanları topladığı zaman bir kimse şöyle bir duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir
amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevâbını ondan istesin. Zirâ Allah,
şirkin her çeşidine en müstağni olan Zât'tır."[432]
İzahı
Al-Ghani
The Rich One. He who is infinitely Rich and completely
independent.
ó¡ä ̤ÛaĞaniyy: Çok zengin, hiçbir şeye
muhtaç olmayan.
Çok
zengin, her şeyden müstağni.
Zatında
ve sıfatında kamil, noksandan münezzeh ve başkasına muhtaç olmaktan
müstağnidir.
Tarih
boyunca yaşamış olan azgın ve kibirli kişilerin ortak özelliklerinden biri, güç
ve zenginlik sahibi olmaları olmuştur. Bu kişiler Allah'ın verdiği nimet ve
imkanlarla Allah'a karşı büyüklenmişler ve O'ndan yüz çevirmişlerdir. Sahip
oldukları her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmuş, O'nun kendilerine
lütfundan bağışladığı malı-mülkü sahiplenmeye kalkmışlardır. Yalnız inkar
etmekle kalmamışlar, iman edenlere de baskı ve zulüm uygulamış, Allah'ın
elçilerine de büyük bir düşmanlıkla başkaldırmışlardır.
Sonunda
Allah dayanılmaz bir azapla kendilerini bir anda yakalamış, kendilerini de
mallarını da yerin dibine geçirmiş ve her şeyden müstağni olduğunu
göstermiştir. Öyle ki azgın enaniyet sahiplerinin bu sonları, alemlere ibret
olacak kadar acı olmuştur.
“Zengin” ve “zengin yapan” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifinden “ó¡ä ̤Ûael –Ganiyy” ismi Kuran-ı Kerim’de 18 defa geçmekte.
e¢î©à z¤Ûa
¢£ó¡ä ̤Ûa ì¢ç ¢é¨£ÜÛa ë ¡é¨£ÜÛa ó Û¡a
¢õ¬a Ô¢1¤Ûa ¢á¢n¤ã a ¢b £äÛa b 袣í a
¬b í
“Ey insanlar ,Allah’a muhtaç olanlar
sizlersiniz. Allah ise zengindir, Övülmeye layıktır.”[433]
ó¡ä ̤Ûael-Muğni; zengin eden ismi Kur’an’da bu kalıp da geçmez ama “Zengin
eden de memnun eden de O dur”[434] ayetinde fiil halinde geçmiştir.
Milyarlarca dolara sahip adam
demek, birkaç top kerestenin basılı kağıt haline sahip demektir.
Allah zengindir derken
yeryüzüne, altınlarına, incilerine, yakutlarına, mercanlarına, gökyüzüne
sahipte ondan zengindir demiyoruz.
Bütün bu saydıklarımız Allah’ın
katında bir sineğin kanadı kadar değersiz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok.
Bizim maddi zenginliklerimizi
veren O. Mü’mine de, kafire de veren O. Zenginlik saydığımız şeyleri yaratan O.
Biz Rabbimizden helal yollardan
zenginlik vermesini isteyeceğiz ve biz de başkalarına yardımla zenginliğimizi
göstereceğiz. Başta gönül zenginliği isteyeceğiz.
Hikaye bu ya, denizde bulunan
yuvarlak bir şeyi terazinin kefesine koymuşlar, karşısına yüz gram altın
koymuşlar, o yuvarlak şey ağır gelmiş. Bir kilo, bir ton koymuşlar yine ağır
gelmiş. Ellerine alıyorlar çok hafif geliyor.
Durumu aklı eren birine
soruyorlar. O aklı eren: “Bu, gözü doymaz hırslı
bir adamın gözünün etrafında ki kemiktir. Dünyayı verseniz gözü doymaz.
Terazinin öbür kefesine bir avuç toprak koyun” demiş. Toprağı görünce terazi dengeyi bulmuş.
Bu hikaye ama sevgili
Peygamberimiz (a.s):
ـ وعن أنس
رضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
قال رسول
اللّه : لَوْ
كانَ بْنِ
آدَمَ
وَادِيَانِ
مِنْ مَالٍ
بْتَغى
إلَيْهِمَا
ثَالِثاً،
وََ يَمْ‘ُ
جَوْفَ ابْنِ
آدَمَ إَّ
التُّرَابُ
وَيَتُوبُ
اللّهُ عَلى
مَنْ تَابَ.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı,
mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur.
Allah tevbe edenleri affeder."[435]
Bu ad
yüce Allah’ın rahmetindendir. Bu ad Rahman adına dönen Refi adının
özelliklerindendir. Bu adın zikri kişiye ünsiyyet verdiği fetih de vermektedir.
Yüce
Allah cümlemize gönül zenginliği nasip etsin.
el-MUĞNİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ
نَجَسٌ فَلَا
يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
بَعْدَ
عَامِهِمْ هذَا
وَاِنْ
خِفْتُمْ
عَيْلَةً
فَسَوْفَ يُغْنيكُمُ
اللّهُ مِنْ
فَضْلِه اِنْ
شَاءَ اِنَّ
اللّهَ
عَليمٌ
حَكيمٌ
“Ey iman
edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i
Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah
dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir,
hikmet sahibidir.”[436]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبي
سعيد
الخُدْريّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: سَألَ
نَاسٌ مِنَ
ا‘نْصَارِ
رَسُولَ اللّهِ
فأعْطَاهُمْ
مَا سَألُوهُ
ثُمَّ
سَألُوهُ،
فأعْطَاهُمْمَا
سَألُوهُ. ثُمَّ
سَألُوهُ
فأعْطَاهُمْ
مَا سَألُوهُ.
حَتّى إذَا
نَفَذَ مَا
عِنْدَهُ
قَالَ: مَا
يَكُونُ
عِنْديِ مِنْ
خَيْرٍ
فَلَنْ أدّخِرَهُ
عَنْكُمْ،
وَمَنْ
يَسْتَعْفِفْ
يُعِفُّهُ
اللّهُ،
وَمَنْ
يَسْتَغْنِ
يُغْنِهِ
اللّهُ،
وَمَنْ
يَتَصَبَّرْ
يُصَبِّرْهُ
اللّهُ،
وَمَا
أُعْطِي
أُحَدٌ
عَطَاءً هُوَ
خَيْرٌٌ لَهُ
وَأوْسَعُ
مِنَ الصَّبْرِ.
Ebu Saidi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensar (radıyallahu
anhüm)'dan bazı kimseler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' dan bir şeyler
talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar
istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine
verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:"Yanımda bir mal
olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli
davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da
onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa
Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir
ihsanda bulunulmamıştır."[437]
İzahı
Al-Mughni
The
Enricher. He who enriches whom He will.
ó¡äÌ¢àÛaMuğni: Her şeyi yerine veren,
istediğini zengin eden.
Dilediğine
zenginlik veren müstağni kılan.
Rabbani hikmeti gereğince her şeyin ihtiyaçlarını
karşılayıcı, noksanlarını giderici ve fazlı ile zengin edici demektir.
“Zengin” ve “zengin yapan” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifinden “ó¡ä ̤Ûa el–Ganiyy” ismi Kur’an-ı Kerim’de 18 defa geçmekte;
=ó¨ä¤Ó a ë ó¨ä¤Ë a ì¢ç
¢é £ã a ë
“Zengin eden de yoksul kılan da O'dur.”[438]
ó¡äÌ¢àÛael-Muğni; zengin eden ismi Kur’an’da bu kalıpta geçmez ama “Zengin
eden de memnun eden de O dur”[439] ayetinde fiil halinde geçmiştir.
Milyarlarca dolara sahip adam
demek, birkaç top kerestenin basılı kağıt haline sahip demektir.
Allah zengindir derken
yeryüzüne, altınlarına, incilerine, yakutlarına, mercanlarına, gökyüzüne
sahipte ondan zengindir demiyoruz.
Bütün bu saydıklarımız Allah’ın
katında bir sineğin kanadı kadar değersiz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok.
Bizim maddi zenginliklerimizi
veren O. Mü’mine de, kafire de veren O. Zenginlik saydığımız şeyleri yaratan O.
Biz Rabbimizden helal yollardan
zenginlik vermesini isteyeceğiz ve biz de başkalarına yardımla zenginliğimizi
göstereceğiz. Başta gönül zenginliği isteyeceğiz.
Hikaye bu ya, denizde bulunan
yuvarlak bir şeyi terazinin kefesine koymuşlar, karşısına yüz gram altın
koymuşlar, o yuvarlak şey ağır gelmiş. Bir kilo, bir ton koymuşlar yine ağır
gelmiş. Ellerine alıyorlar çok hafif geliyor.
Durumu aklı eren birine
soruyorlar. O aklı eren: “Bu, gözü doymaz hırslı
bir adamın gözünün etrafındaki kemiktir. Dünyayı verseniz gözü doymaz.
Terazinin öbür kefesine bir avuç toprak koyun” demiş. Toprağı görünce terazi dengeyi bulmuş.
Peygamberimiz (a.s):
ـ وعن أنس
رضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
قال رسول اللّه
: لَوْ كانَ
بْنِ آدَمَ
وَادِيَانِ
مِنْ مَالٍ
بْتَغى
إلَيْهِمَا
ثَالِثاً،
وََ يَمْ‘ُ
جَوْفَ ابْنِ
آدَمَ إَّ
التُّرَابُ
وَيَتُوبُ
اللّهُ عَلى
مَنْ تَابَ.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı,
mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur.
Allah tevbe edenleri affeder."[440]
Hulasa Allah, her yönden tam ve mutlak manada müstağnidir
ve bütün mahlukatı da Ona muhtaçtır. Onları varlıklı eden Odur. Seçkin
kullarını, kalplerine rabbani bilgileri ve imani hakikatleri doldurmak
suretiyle zengin eden de Odur.
Yüce Allah cümlemize imani zenginlik nasip etsin.
el-MANİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَلَّذينَ
اُخْرِجُوا
مِنْ
دِيَارِهِمْ
بِغَيْرِ
حَقٍّ اِلَّا
اَنْ
يَقُولُوا
رَبُّنَا
اللّهُ
وَلَوْلَا
دَفْعُ
اللّهِ
النَّاسَ
بَعْضَهُمْ
بِبَعْضٍ
لَهُدِّمَتْ
صَوَامِعُ
وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ
وَمَسَاجِدُ
يُذْكَرُ
فيهَا اسْمُ
اللّهِ
كَثيرًا
وَلَيَنْصُرَنَّ
اللّهُ مَنْ
يَنْصُرُهُ
اِنَّ اللّهَ
لَقَوِىٌّ
عَزيزٌ
“Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır"
demelerinden dolayı, haksiz yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer
Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı,
manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı
mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin
olarak yardım eder..”.[441]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وفي
أخرى للثثة
والنسائى عن
أنس رضى اللّه
عنه: نَهَى
عَنْ بَيْعِ
الثَّمَرِ
حتى يزهُوَ:
قيل له ما
زُهُوُّهَا!
قال:
تَحْمَرُّ وَتَصْفَرُّ.
أرأيتَ إنْ
منعَ اللّهُ
تعالى الثمرة،
بِمَ
تَسْتَحِلُّ
مالَ أخيكَ .
- Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
olgunlaşmazdan önce meyvenin ağacın başında iken satılmasını yasakladı.
Kendisine (aleyhissalâtu vesselâm) meyvenin olgunlaşması ile ne kastediliyor?
diye sorulunca: "Onun kızarması ve sararmasıdır" diye açıkladı ve
ilave etti: "Cenâb-ı Hakk bir âfet vererek meyveye mâni olacak olsa,
kardeşinden aldığın parayı nasıl helal addedeceksin?"[442]
İzahı
Al-Mani'
The
Preventer of Harm.
É¡ãb àÛaMani’:
Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir.
Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen,
engelleyen.
Bir şeyin
meydana gelmesine müsaade etmeyen.
Bedenlerden ve
dillerden, öldürücü zarar verici, eksiltici sebepleri def edici, bozulmayı ve
yok olmayı men edip uzaklaştırıcı demektir.
“Engelleyen” anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı Kerim’de bu isimle
geçmemekte. Ancak:
وَاِنْ
يَمْسَسْكَ اللّهُ
بِضُرٍّ
فَلَا
كَاشِفَ لَهُ
اِلَّا هُوَ
وَاِنْ
يُرِدْكَ
بِخَيْرٍ
فَلَا رَادَّ
لِفَضْلِه
يُصيبُ بِه
مَنْ يَشَاءُ
مِنْ عِبَادِه
وَهُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحيمُ
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu Ondan
başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır isterse Onun lütfunu geri çevirecek
yoktur. Hayrını kullarından dilediğine verir. O bağışlayandır, esirgeyendir”[443] ayeti bunu ifade etmekte.
O“É¡ãb àÛael-Mani”
olan Rabbimizin yarattığı bu evrene Onun dışında hiçbir güç sonradan hiçbir şey
katamaz. Ve ondan hiçbir şeyi eksiltemez. Hiçbir güç Kur’an-ı Kerim’den bir
harf eksiltemez ve bir harf ilave edip artıramaz. “É¡ãb àÛael-Mani”
olan Rabbimiz bunu engeller.
Her zaman her istediğimize kavuşamayız.
Kavuştuklarımız oluyor. Ama kavuşamadıklarımız daha çok oluyor. Biz
verilenlerin Allah’tan bir lütuf ve imtihan olduğunu, verilen her şeyin imtihan
sorusunu artırdığını unutmayalım. Verilmeyenlerin de bir hikmeti olduğunu
düşünelim.
Doktor şeker hastasına çok sevdiği
baklavayı engelliyorsa bir hikmeti vardır.
Müminleri maddi manevi her türlü tehlikeden koruyan Allah, onlara;
kafirlere, münafıklara, müşriklere karşı da büyük bir kuvvet, yenilmez bir güç
verir. Onlar hazırladıkları sinsice tuzakların, düzenledikleri komplo ve
saldırıların daha planlarını kurarlarken, Allah da onlar için bir düzen kurar.
Böylelikle vermek istedikleri zararı müminlerden engelleyerek tuzaklarını kendi
baslarına geçirir.
Öte yandan
Allah inkarcıları kendi aralarında da ayrılığa düşürerek, birbirleriyle
mücadele ettirir ve kimini kimine kırdırarak güçten düşürür. Yine Müslümanlara
kin besleyen kişileri onlardan uzak tutar, kendi canlarının derdine düşürecek
belalar gönderir.
Bunun yanında pek çok zorluğu, hastalığı, vesveseyi,
şeytanin şerrini ve belayı da müminlerin üzerinden defeden ve daha bilmedikleri
nice musibeti onlardan geri çeviren yalnızca Allah’tır. Kuskusuz bunların her
biri Allah’ın müminlere gizli ve açık yardımlarıdır. O, kullarına karşı çok
şefkatli, kendisine sığınanlara, kendisinden yardim isteyenlere karşı da
esirgeyenlerin en hayırlısıdır.
Sonuç olarak yüce Allah, Şeytan, nefis ve bunların
uşakları olan şerlilerin şerrinden cümlemizi korusun. Eğer Allah bizi bunlardan
korumazsa hangi birine güç getirebiliriz. Bir yandan içte bir yandan da
dışarıdaki görünür ve görünmez düşmanlardan kullarını koruyan Allah, bizleri de
korumasına aldığı kullarından eylesin.
ed-DARR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَاِنْ
يَمْسَسْكَ
اللّهُ
بِضُرٍّ
فَلَا كَاشِفَ
لَهُ اِلَّا
هُوَ وَاِنْ
يُرِدْكَ بِخَيْرٍ
فَلَا رَادَّ
لِفَضْلِه
يُصيبُ بِه
مَنْ يَشَاءُ
مِنْ
عِبَادِه
وَهُوَ الْغَفُورُ
الرَّحيمُ
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine
O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri
çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O
bağışlayandır, esirgeyendir.”[444]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبي
صِرمَة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قال
رسولُ اللّه :
مَنْ ضَارَّ
ضَارَّ
اللّهُ بِهِ،
وَمَنْ
شَاقَّ شَقَّ
اللّهُ
عَلَيْهِ.
Ebû Sırma (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona
zarar verir. Kim de (bir müslüman) ile, nizaya husumete girerse Allah da onunla
husûmete girer."[445]
İzahı
Ad-Darr
The Creator of The Harmful.
He who creates things that cause pain and injury.
b ÛaDarr: Zarar veren şeyleri
yaratan.
Elem ve
zarar verecek şeyleri yaratan, hüsrana uğratan.
Zarar
verici demektir. Kulun zarar ve ziyana uğraması, kendi nefsi sebebiyle ve ilahi
adalet gereğince Allah’tandır.
“Zarar
veren” ve “Fayda
veren” anlamlarına gelen bu
iki ismi şerifler bu şekilde Kur’an-ı Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan
başka size fayda ve zarar verecek yoktur” anlamında bir çok ayet vardır.
İmanın altı şartını öğrenirken
“Hayır ve şer Allah’tandır” diye öğrenmiştik ya, işte bu iki isim onu ifade eder.
İnsanlık tarihi boyunca Allah’a
iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanardağ
patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar
karşısında kalınca kafasından şer tanrısı veya yer tanrısı, veya fırtına
tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor.
Peygamberlere kulak verenler
ise Melekle-şeytanı, hayırla-şerri, imanla-inkarı, sıhhat ile hastalığı, gül
ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dar ve Nafi olan Allah
olduğunu bildiler. “Sana kul olmak dünyaya
sultan olmaktan evladır”
dediler ve:
Ali Edirneli gibi: “Nar-ı
ğam, nur-u safa hep bir çerağın pertevi, Çeşm-i irfan ile baksan arada bîgâne
yok” dediler. Yani yürekler
yakan keder, hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde parlayan
sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan
gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen, depremde
veya trafik kazasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine
yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor.
Ya imansız ne yapsın?
Aniden
gelen ölüm, umulmadık bir hastalık, tüm ürünleri yok eden bir kasırga, evleri
yerle bir eden deprem, sakat doğan bir bebek, gelecek korkusu, bir trafik
kazası, stres, mal kaybı, kıskançlık, yaslanma....
Kuşkusuz
tüm bunlar, ahiretin varlığından gaflet içinde olan ve gerçek yaşamlarının
dünyadaki yaşam olduğunu zanneden insanlar için, dünya hayatında sık sık
karşılaşılabilen elem ve zarar verici etkenlerdir. Elbette her insan kendisine
veya yakınlarına zarar veren bu tarz olaylardan biriyle veya bunların
benzerleriyle her an karşılaşabilir. Ve bu karşılaşma muhtemelen kişinin hiç
beklemediği bir anda gerçekleşir. İnsan doğduğu andan ölümüne kadar birçok
tehlikeyle karşılaşır, bunlardan kimini az bir zararla atlatabilirken kimine de
kıskıvrak yakalanır. Bir anda tüm vücudunu saran kansere yakalandığını
öğrenebilir, bir sabah bir yakınının ölüm haberi gelebilir veya aynaya
baktığında her yerinin kırıştığını ve hiç beklemediği şekilde yaşlandığını
görür. Bunların hiçbirinin geri dönüşü yoktur.
Peki insanlara karşı bu kadar merhametli olan Allah'ın,
dünya hayatında elem ve sıkıntı verecek şeyler yaratmış olmasının hikmetleri
nelerdir?
Bunun en önemli nedenlerinden biri Allah'ın insanı
zorluk ve acıyla eğitmesidir. Hastalığından dolayı zorlukla nefes alan bir
insan şımarıklık yapamaz veya kibirlenerek diğer insanları aşağılayamaz. Doğal
olarak Allah'a karşı boyun eğici ve mütevazı olur. Aynı zamanda yürüyemezken
tekrar yürüyebilen bir insan, tüm malını mülkünü kaybetmişken bunlara tekrar
kavuşan bir insan, şüphesiz bunların değerini çok daha iyi kavrar. Böylelikle
hem zorluğu hem de kolaylığı yaratarak dünyada bir imtihan ortamı oluşturan
Allah, karşılıksız verdiği nimetlerin takdir edilmesini sağlar.
Ayrıca bu tarz olaylarla karşılaşan kişi iman
sahibiyse ve ahiretin gerçek hayatı olacağını biliyorsa, zaten bir üzüntü,
sıkıntı içine girmez. Başına gelen her türlü zorluğun Allah'tan olduğunu bilir,
sabreder, o sıkıntılardan kendisini kurtarabilecek olanın da yalnızca Allah
olduğunu bildiği için O'na dua eder, O'ndan yardım diler. Böylece Allah kendisine
inanan kullarını da eğitir, kendilerine yakınlaşmalarını sağlar ve ahiretteki
derecelerini yükseltir.
Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan insanlar için ise durum farklıdır. Allah "b ÛaDarr" sıfatını asil olarak cehennemde
onlara karşı gösterecektir. Şüphesiz dünyada kendilerini üzüntüye boğan şeyler
cehennemdekilerle kıyaslanınca çok hafif kalır; çünkü geçicidir. Orada
insanların yanan derileri acının tekrar tekrar hissedilmesi için yenileriyle
değiştirilir.
İnkar edenlere boğazları
parçalayan darı dikeninden başka hiçbir şey yedirilmez, bağırsakları parçalayan
kaynar sudan başka hiçbir şey içirilmez. Ölüm gelir fakat ölünmez, ardından
daha acı bir azapla karşılaşılır. Orada demirden kamçılar, ateşten yataklar
olacak, insan cehennemin en dar ve karanlık yerine atılacaktır.
Cehennemde kemikleri çatırdatan inlemeler
duyacaktır. Cehennem bekçilerine "Rabbinize söyleyin, bizi buradan çıkarsın"
diye yalvarırlar. Azaptan bir gün hafifletilmesini isterler. Allah onları çeşit
çesit azaba uğratırken bir yandan da onlara cennettekilerin nasıl bir bolluk ve
nimet içinde olduklarını seyrettirir. Onlar kendilerine yardım edecek kimseyi
bulamazlar ve sonsuza kadar da alçaltılmışlar olarak onun içinde bırakılırlar.
Allah böylelikle gerçek elemi ve kederi inkar edenlere cehennemde tattırmış
olur...
Sonuç
olarak; Allah, kime zararından tattırır
ise onun için hayat zehiri zıkkım olur.
Yüce
Allah bizleri kendisinin gazabına uğrayıp hüsrana uğrayan kullarından
eylemesin.
en-NAFİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
سَيَقُولُ
لَكَ
الْمُخَلَّفُونَ
مِنَ الْاَعْرَابِ
شَغَلَتْنَا
اَمْوَالُنَا
وَاَهْلُونَا
فَاسْتَغْفِرْ
لَنَا
يَقُولُونَ
بِاَلْسِنَتِهِمْ
مَالَيْسَ فى
قُلُوبِهِمْ
قُلْ فَمَنْ
يَمْلِكُ
لَكُمْ مِنَ
اللّهِ
شَيًْا اِنْ
اَرَادَ بِكُمْ
ضَرًّا اَوْ
اَرَادَ
بِكُمْ
نَفْعًا بَلْ
كَانَ اللّهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبيرًا
“Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler
ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim
bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De
ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse
O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.”[446]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبى
موسى
عبداللّه بن
قيس ا‘شعرى
رضِىَ اللّهُ
عنهُ قال: قال
رسولُ اللّهِ
: إنّ مثلَ مابعثنى
اللّهُ بهِ
منَ الهُدَى
والعلمِ كَمثل
غيثٍ أصاب
أرضاً فكانتْ
منهَا طائفةٌ
طيّبَةٌ قَبِلتِ
المَاءَ
فأنْبَتَتِ
الكَ‘َ
والعُشْبَ
الكَثِيرَ،
وَكَانَ
مِنْهَا
أجادبُ أمسكتِ
المَاءَ
فنفعَ اللّهُ
تعالَى بِهَا
النّاسَ
فَشَرِبُوا
مِنْهَا
وَسَقَوْا
وزَرعُوا،
وَأصَابَ
طَائفةً
مَنْهَا أخرى
إنّمَا هىَ
قِيعَانٌ تمْسكُ
ماءً وَ تنبتُ
ك‘ً، فَذَلكَ
مثلُ منْ
فَقُهَ فى
دينِ اللّهِ
تعالى،
ونفعهُ ما بعثنِى
اللّهُ تعالى
بهِ فعلمَ
وعلّمَ، ومثلُ
مَنْ
يَرْفَعْ
بذلكَ رأساً
ولمْ يَقبلْ
هُدَى اللّهِ
الَّذِى
أُرْسِلْتُ
بِهِ .
Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın
benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir.
(Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol
bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama
suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan
kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye
daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir.Bu temsilin biri Allah'ın dininde
ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu
hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de,
buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen
kimseye delalet eder."[447]
İzahı
An-Nafi
The
Creator of Good. He who creates things that yield advantages and benefit.
É¡Ïb äÛa Nafi’:
Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.
Hayır ve faydalı olan şeyleri yaratan.
Allah, zarar ve faydanın, şer ve hayrın sahibidir.
Bütün bunlar Ondandır. Çünkü O, her şeyin yaratıcısıdır. Gerek zararı
başkasından sanmak gerekse faydayı başkasından beklemek gizli bir şirktir.
“Zarar veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler bu şekilde Kur’an-ı
Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan başka size
fayda ve zarar verecek yoktur”
anlamında bir çok ayet vardır:
قَالَ
اخْرُجْ
مِنْهَا
مَذْؤُمًا
مَدْحُورًا
لَمَنْ
تَبِعَكَ
مِنْهُمْ
لَاَمْلََنَّ
جَهَنَّمَ
مِنْكُمْ
اَجْمَعينَ
“De ki: Ben Allah’ın dilemesi dışında kendime bile
fayda ve zarar veremem.”[448]
İmanın altı şartını öğrenirken “Hayır
ve şer Allah’tandır” diye
öğrenmiştik ya işte bu iki isim onu ifade eder.
İnsanlık tarihi boyunca Allah’a
iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün yanında yer alanlar, yanardağ patlaması,
deprem, yangın, sel felaketi gibi gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca
kafasından şer tanrısı veya yer tanrısı, veya fırtına tanrısı gibi isimlerle
sapkınlığını devam ettiriyor.
Peygamberlere kulak verenler
ise Melek ile Şeytanı, hayır ile şerri, iman ile inkarı, sıhhat ile hastalığı,
gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dar ve Nafi olan Allah
olduğunu bildiler:
“Sana
kul olmak dünyaya sultan olmaktan evladır” dediler.
"Çeşm-i irfan ile baksan arada bîgâne yok” dediler.
Yani yürekler yakan keder,
hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde parlayan sevinç, keyif,
mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret, irfan gözüyle bakarsan
aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen, depremde veya trafik kazasında
ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve
teselliyi orada buluyor. Ya imansız ne yapsın?
Sonuç olarak; Allah
yaratıklarının faydası olan her şeyi yapma gücüne sahiptir. Ve evrende her an
değişen şartlar karşısından; kimi iner kimi de çıkarken, kimi ağlar kimi de
güler. Fakat bir gerçek vardır ki, fayda ve zarar verme ipinin ucu Allah’ın
elindedir.
Yüce Allah bizleri zarardan
koruyan ve faydalara mazhar olan kullarından eylesin.
en-NUR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَللّهُ
نُورُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
مَثَلُ
نُورِه
كَمِشْكوةٍ
فيهَا
مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ
فى زُجَاجَةٍ
اَلزُّجَاجَةُ
كَاَنَّهَا
كَوْكَبٌ
دُرِّىٌّ يُوقَدُ
مِنْ
شَجَرَةٍ
مُبَارَكَةٍ
زَيْتُونَةٍ
لَا
شَرْقِيَّةٍ
وَلَا
غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ
زَيْتُهَا
يُضىءُ
وَلَوْ لَمْ
تَمْسَسْهُ
نَارٌ نُورٌ
عَلى نُورٍ
يَهْدِى اللّهُ
لِنُورِه
مَنْ يَشَاءُ
وَيَضْرِبُ
اللّهُ
الْاَمْثَالَ
لِلنَّاسِ
وَاللّهُ
بِكُلِّ
شَىْءٍ عَليمٌ
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun
temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus
içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da,
batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan)
tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.
(Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah
insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”[449]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
سعيد رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ. أنَّ
رسول اللّه قال:
أتَّقُوا
فِرَاسَةَ الْمُؤمِنِ
فإنَّهُ
يَنْظُرُ
بِنُورِ
اللّهِ
تعَالى. ثُمَّ
قَرَأ: إنَّ
في ذلِكَ ياتٍ
لِلْمُتَوَسِّمِينَ.
Ebu Saîd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Mü'minin
ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teâla'nın nuruyla bakar" buyurup
sonra şu âyeti okudular: "Elbette bunda fikr u firâseti olanlar için
ibretler vardır."[450]
İzahı
An-Nur
The
Light. He who gives light to all the worlds, who illuminates the faces,
minds and hearts of His servants.
ì¢äÛaNur: Körlüğü olanları nuruyla
görür kılan, dalâlette olanları da hidâyetiyle irşâd eden demektir.
Alemleri nurlandıran.
Alemleri
nurlandıran, dilediğine nur eden, nur olan.
Allah, bizzatihi zahirdir ve diğerlerini de ızhar
edicidir.
“Türkçe’sinde
de “ì¢äÛa Nur” dediğimiz bu ismi cemil Kur’an-ı Kerim’de
6¡¤ üa ë
¡pa ì¨à £Ûa ¢ì¢ã ¢é¨£ÜÛ a
“Allah
göklerin ve yerin nurudur.”[451]
b è¡£2 ¡ì¢ä¡2
¢¤ üa ¡o Ó ¤( a ë
“Yer,
Rabbinin nuruyla parladı,”[452] ayetlerinde
iki defa geçmekte. Kur’an-ı Kerim’de 43 defa geçen bu “ì¢äÛa Nur” kelimesiyle kastedilen gönüllerin aydınlığını sağlayan
Kur’an ve imandır.
Işık bizim görmemizi sağlar. Ak ile karayı, ip ile yılanı,
gül ile dikeni, dost ile düşmanı biz aydınlıkta anlarız. Onun için Rabbimiz
gündüzlerimiz için güneş ışığını, gecelerimiz için ayın nurunu yaratmış.
Birde iyiyle kötüyü, hayırla şerri, suçla cezayı, iyilikle
mükafatı belirlemek için “ì¢äÛaNur” diye isimlendirdiği kitaplarını indirmiş.
Allah, gökyüzündeki güneşini
karartıverse onun ışığının yerini tutacak bir ışığı ve ısıyı insanlık yapamaz.
Dünyanın tamamını güneşin içine yakıt olarak atsak, sobaya atılan bir kağıt
parçası gibi yok olur gider.
İşte Allah’ın kitabı da öyle.
İnsanlığın hayatından bir çekiliverse güneşin yerini tutsun diye takılan
ampuller gibi her an patlamaya hazır insani ışıklarla altı milyar insanın içini
ve dışını aydınlatmak mümkün değildir.
Bir güzele, bir çiçeğe, bir
denize, bir manzaraya bakınca heyecana kapıldığımızda hemen görüleni ve gören
gözü yaratanı düşünüp ona hamd edelim.
Pervane, kelebekler gibi O
Nur’un etrafında Onun gösterdiği yönde dönelim. Mü’minde, kafirde dönüyor ama
kafir ters yönde döndüğü için yolun sonu Cehenneme çıkıyor. Cehennemin narını
Nur gibi görüyor.
Gönlümüze ve gözümüze nur
veren, çocuklarımızı gözümüzün nuru kılan Nur’a iman eden bizler hep aydınlık
tarafta olacağız, aydınlatacağız.
Yerlerde ve göklerde onları kendi zati nuru ile ızhar
edici, kafalardan ve gönüllerden cehalet karanlığını ilim ve irfan nuru ile
giderip aydınlatıcı demektir.
Sonuç
olarak; Allah’ın sözleri hidayettir, fiilleri hidayettir. O, sapıtanlara ve
şaşıranlara hidayet eder ve onları doğru yola iletir. Hidayeti beyan eder,
öğretir ve bu yolda onlara başarı ihsan eder. Eşyayı var ettiği ve işleri
evirip çevirdiği kaderle ilgili sözlerinin tamamı haktır, hepsi hikmet,
güzellik ve sağlamlığı ihtiva eder. Şeriatle ilgili sözleri, kitaplarında ve
peygamberlerinin lisanında ifade edilmiştir. Bunlar, verdikleri haberde tam bir
doğruluk, emir ve yasaklarında mükemmel bir adaleti ihtiva ederler. Çünkü
Allah’ın sözünden daha doğru ve daha güzel başka bir söz yoktur.
وَتَمَّتْ
كَلِمَتُ
رَبِّكَ
صِدْقًا وَعَدْلًا
لَا مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِه
وَهُوَ
السَّميعُ
الْعَليمُ
“Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından
tamamlanmıştır.”[453]
Allah,
bizi sevdiği ve razı olduğu yola hidayet etsin.
el-HADİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَكَذلِكَ
جَعَلْنَا
لِكُلِّ
نَبِيٍّ عَدُوًّا
مِنَ
الْمُجْرِمينَ
وَكَفى
بِرَبِّكَ
هَادِيًا
وَنَصيرًا
“(Resûlüm!) İşte biz böylece her peygamber için
suçlulardan düşmanlar peydâ ettik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin
yeter.”[454]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أبى
موسى
عبداللّه بن
قيس ا‘شعرى
رضِىَ اللّهُ
عنهُ قال: قال
رسولُ اللّهِ
: إنّ مثلَ مابعثنى
اللّهُ بهِ
منَ الهُدَى
والعلمِ كَمثل
غيثٍ أصاب
أرضاً فكانتْ
منهَا طائفةٌ
طيّبَةٌ قَبِلتِ
المَاءَ
فأنْبَتَتِ
الكَ‘َ
والعُشْبَ الكَثِيرَ،
وَكَانَ
مِنْهَا
أجادبُ أمسكتِ
المَاءَ
فنفعَ اللّهُ
تعالَى بِهَا
النّاسَ
فَشَرِبُوا
مِنْهَا
وَسَقَوْا
وزَرعُوا،
وَأصَابَ
طَائفةً
مَنْهَا أخرى
إنّمَا هىَ
قِيعَانٌ تمْسكُ
ماءً وَ تنبتُ
ك‘ً، فَذَلكَ
مثلُ منْ
فَقُهَ فى
دينِ اللّهِ
تعالى،
ونفعهُ ما بعثنِى
اللّهُ تعالى
بهِ فعلمَ
وعلّمَ،
ومثلُ مَنْ
يَرْفَعْ
بذلكَ رأساً
ولمْ يَقبلْ
هُدَى اللّهِ
الَّذِى
أُرْسِلْتُ
بِهِ .
Ebu Mûsa Abdullah İbnu
Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin
misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var,
tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi
var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı
Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar
ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot
bitirir.Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder,
böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem
öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle
gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder."[455]
İzahı
Al-Hadi
The
Guide. He who provides guidance.
ô
b èÛaHadi: Hidayete kavuşturan,
kulunu hayırla muvaffak kılan.
Hidayete erdiren.
Doğru yola
delalet ve irşad edicidir.
“Yol gösteren” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de iki yerde
Allah’ın ismi olarak geçmekte. Beş yerde Allah’tan başka hidayet verecek
birinin olmadığını haber vermekte. Bir yerde de[456] peygamberler için kullanılmıştır.
§áî©Ô n¤¢ß §Âa ¡ ó¨Û¡a
a¬ì¢ä ߨa åí© £Ûa ¡
b è Û ¤é¨£ÜÛa
£æ¡a ë
“Şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir.”[457]
a¦î© ã ë
b¦í¡
b ç Ù¡£2 ¡2 ó¨1 × ë
“Yol gösterici olarak Rabbin yeter”[458] Rabbimiz bize yolu Kur’an’iyla göstermekte. Bakara suresinin
ilk ayetlerinde Kur’an’ın müttakilere yol gösteren bir kitap olduğunu haber
verir. Bakara suresinin 185 inci ayetinde bütün insanlığa yol gösterdiğini
ifade eder. Tekvir suresinin 27-28 inci ayetlerinde ise:
áî©Ô n¤ í ¤æ a ¤á¢Ø¤ä¡ß
õ¬b ( ¤å à¡Û = åî©à Ûb È¤Ü¡Û ¥¤×¡
ü¡a ì¢ç ¤æ¡a
“O Kur’an alemler için bir öğüttür. Sizden doğru
olmak isteyenler için öğüttür”[459] buyurur.
Ömer, Ebu Cehil’e: “Muhammedi bir dinleyelim. Doğrularını alalım, yanlışlarını
almayalım”
dediğinde, Ebu Cehil “Onun
doğrusunu da yanlışını da istemiyorum” diyor. Hz. Ömer gözlerini açıyor, Ebu
Cehil ise gün ışığında gözlerini kapatarak çukura düşen gibi Cehenneme düşüyor.
Biz Rabbimizin hidayetini insanlara ulaştırmaya çalışacağız. Gönül gözüne küf
bağlayanların küfrünü gidermeye çalışacağız.
Hidayet, imana mekan olan bir zeminin bulunmasıdır.
Yüce Allah her insanoğlunun kalbine bu zemini yerleştirmiştir. Fakat insanoğlu
kendi eliyle yaptıklarının sonucu olarak imanın kalbe yerleşmesi için zemini
kirletmiş ise bundan hiç kimsenin suçu yoktur. Çünkü Allah hidayeti her kul
için dilemiştir. Fakat kul bunu günahlarla kirleterek, kendini hidayetten
mahrum etmiştir.
Sonuç
olarak, Allah hiçbir kulu için kötülük dilemez. Bilakis kullarının hayrı ve
hidayetini “ô
b èÛaHadi”ismiyle dilemiştir.
Yüce Allah, cümlemizi hidayetine erdirdikten sonra
saptırmasın.
el-BEDİ’
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
بَديعُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
اَنّى يَكُونُ
لَهُ وَلَدٌ
وَلَمْ
تَكُنْ لَهُ
صَاحِبَةٌ
وَخَلَقَ
كُلَّ شَىْءٍ
وَهُوَ
بِكُلِّ شَىْءٍ
عَليمٌ
“O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi
olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi
hakkıyla bilen O'dur.”[460]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: دَعَا
رَجُلٌ
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى أسْألُكَ
بِأنَّ لَكَ
الحَمْد، َ
إلَهَ إَّ أنْتَ
المَنَّانُ،
بَدِيعُ
السَّموَاتِ
وَا‘رْضِ
ذُوالجََلِ
وَا“كْرَامِ،
يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ،
فقَالَ
النَّبىُّ :
أتَدْرُونَ
بِمَ دَعَا؟
قَالُوا:
اللّهُ
وَرَسُولُهُ
أعْلَمُ،
قالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ
لَقَدْ دَعَا
اللّهَ
بِاسْمِهِ
ا‘عْظَمِ
الَّذِى إذَا
دُعِىَ بِهِ
أجَابَ،
وَإذَا
سُئِلَ بهِ أعْطى.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım , hamdlerim sanadır,
nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve
ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat
sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"(Bu duayı
işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:"Bu adam neyi vesile
kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?""Allah ve Resûlü daha iyi
bilir?""Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a,
İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet
eder, onunla istenirse verir." [461]
İzahı
Al-Badi
The
Originator. He who is without model or match, and who brings into
being worlds of amazing wonder.
Ê¡
b jÛaBedi’: Hiç misli olmayan şeyleri icat eden.
Örneksiz, misalsiz, acaip ve hayret verici alemler
yaratan.
Daha önce hiçbir örneği bulunmayan şeyleri icad
edici, yahut ortağı ve benzeri olmayan manasınadır. Akılları hayrette bırakan,
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve kalplerden de geçmemiş
güzelliklerin kaynağı ve yaratıcısını manasına da gelir.
“Benzersiz ve örneksiz
yaratan” anlamına gelen “Ê¡
b jÛael-Bedi” ismi Cemili Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçer.
æì¢Ø î Ï
¤å¢× ¢é Û ¢4ì¢Ô í b à £ã¡b Ïa¦¤ß a
ó¬¨ Ó a ¡a ë 6¡¤ üa ë
¡pa ì¨à £Ûa ¢Éí© 2
“(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir
şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.”[462]
İnsanlar yeni bir eser meydana
getirmek için atölye, laboratuar, araştırma merkezi kurarlar. Tek başına veya
ekip halinde günlerce çalışırlar bir eser meydana çıkar. Sonra seri üretime
geçilir ve üretilenler birbirinin aynıdırlar.
İnsanlar bir şey üretirken
tabiat onun hocası olur. Gökyüzünde uçma fikrini kuşlardan öğrenir, denizlerde
yüzmeyi balıklardan öğrenir.
Allah (c.c) evreni yaratırken
örnek aldığı yoktur. Yarattığı her şey benzersiz güzel, faydalı ve sağlamdır.
Bugüne kadar yaratılanlardan
hiçbirinin faydasız, kusurlu olduğunu söyleyen bir fizikçi, kimyager, biyoloji
bilgini çıkmamıştır. Biz Rabbimizin bu sanat galerisinde dolaşırken onun
yarattığı insana, hayvana veya bir ağaca haksız yere bıçak çiziği dahi
çekmeyeceğiz.
Ünlü bir ressamın eserine bir
çizik çektiğinizi düşünün. Ne olur? Ya Rabbimizin yarattıkları?
Ê¡
b jÛael-Bedi’a iman edenler olarak sanata saygı göstererek sanatkarına
şükrederken kendi işlerimizin güzel, sağlam ve faydalı olmasına dikkat
edeceğiz.
Ne kadar yetenekli, ne kadar zeki olursa olsun bir
insanın keşfedebileceği bir yenilik, düşünebileceği farklı bir fikir ancak o
güne kadar öğrendikleri ve çevresinde gördükleriyle sinirlidir. İnsan yeryüzüne
beş duyu ile gelmiştir ve bu duyuların dışında altıncı bir duyuyu tahayyül
etmesi bile mümkün değildir. Üstelik sahip olduğu duyuları da ancak kısıtlı
olarak kullanabilmektedir. Örneğin belirli bir renk tayfını görebilmekte,
belirli frekanslardaki sesleri duyabilmektedir. Dolayısıyla yeryüzünde var
olmayan bir şeyi düşünmesi, keşfedebilmesi, akledebilmesi asla mümkün değildir.
Nitekim bugün bilimsel kesiflerin bir kısmını
incelediğimizde, insanların pek çok konuda doğada gördükleri canlıları ve
bunların arasındaki kusursuz sistemleri, kendilerine örnek aldıklarını görürüz.
Örneğin; yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model
olmuştur. Radarların çalışma prensibi yarasaların ses dalgaları yayarak çalışan
algılama sistemi ile aynıdır. Bunlar gibi daha pek çok örnek de verilebilir.
Oysa Allah'ın ilmi sınırsızdır. İnsanın çevresinde
görebildiği ve göremediği her şeyi Allah örneksiz olarak yaratmıştır. Kainatın,
galaksilerin, gezegenlerin, canlıların, hatta tek bir hücrenin olmadığı bir
zamanda Allah dilemiş ve 'OL' demesiyle, atomlardan, moleküllerden,
hücrelerden, canlılardan, gezegenlerden, yıldızlardan, galaksilerden oluşan
kusursuz bir sistem oluşturmuştur. İnsanların binlerce sene sonra
keşfedebildikleri mikro dünyadan ancak 21. yüzyılda haberdar olunan gök
cisimlerine kadar her şey Allah'ın tasarladığı sistemlerdir ve O'nun
belirlediği kanunlara tabidir. O hiçbir örnek yokken evreni ve içindeki her
ayrıntıyı meydana getirmiştir.
Yüce Allah, bizi razı olduğu dirilişle diriltip,
boynumuzu büktürmesin.
el-BAKİ
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
7¡âa ¤×¡üa ë ¡45 v¤Ûa
ë¢ Ù¡£2 ¢é¤u ë ó¨Ô¤j í ë
“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki
kalacak.”[463]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ : َ
يَذْهَبُ
اللَّيْلُ
وَالنَّهَارُ
حَتّى
تُعْبَدَ
الَّتُ
وَالْعُزَّى.
فَقُلْتُ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ؟ إنْ
كُنْتُ ‘ظُنُّ
حِينَ
أنْزَلَ
اللّهُ
تَعالى: هُوَ
الَّذِى
أرْسَلَ
رَسُولَهُ
بِالْهُدَى وَدِينِ
الْحَقِّ
لِيُظْهِرَهُ
عَلى الدِّينِ
كُلِّهِ. أنَّ
ذَلِكَ
تَامٌّ.
قَالَ: إنَّهُ
سَيَكُونُ
مِنْ ذلِكَ
مَا شَاءَ
اللّهُ تَعالى
ثُمَّ
يَبْعَثُ
اللّهُ
رِيحاً طَيِّبَةً
فَيُتَوَفّى
كُلُّ مَنْ
كَانَ في قَلْبِهِ
مِثْقَالُ
حَبَّةٍ مِنْ
خَرْدَلٍ
مِنْ إيمَانٍ،
فَيَبْقى
مَنْ َ خَيْرَ
فيهِ
فَيَرْجِعُونَ
الى دِينِ
آبَائِهِمْ.
Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir
gün): "Lât ve Uzza'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir!"
buyurdular. Ben atılıp: "Ey Allah'ın Resulü! Allah Teala Hazretleri هُوَ
الَّذِى
اَرْسَلَ
رَسُولَهُ بِالْهُدى
وَدِينِ
الْحَقِّ
لِيُظْهِرَهُ
عَلَى
الدِّينِ
كُلِّهِ
"O Allah ki
Resulünü hidayet ve hak dinle göndermiştir, ta ki onu bütün dinlere galebe kılsın" (Saff 9) ayetini
indirdiği zaman ben bunun tam
olduğunu zannetmiştim!" dedim.
Aleyhissalâtu vesselâm cevaben:"Bu hususta Allah'ın dediği olacak. Sonra
Allah hoş bir rüzgar gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde zerre miktar imanı
olanın ruhu kabzedilecek. Kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler dünyada baki
kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!" buyurdular."[464]
İzahı
Al-Baqi
The Everlasting One. He whose.
ï©Ób jÛaBaki: Varlığının sonu
bulunmayan, ebedi olan.
Varlığının sonu olmayan.
Varlığı ebedi olucudur. Zatı daimdir, sonu yoktur.
“Sonu olmayan” anlamına gelen “ï©Ób jÛael-Baki” Kur’an-ı Kerim’de bu kalıpla geçmez. Ancak ismi tafdıl
kalıbıyla ebka olarak “Allah daha hayırlı ve
sonu olmayandır”[465] diye geçer. Bir de Er-Rahman suresinde (Rahman,55\26-27)'inci
ayetlerde her şeyin fani Allah’ın baki olduğu ifade edilir. Kainatın en güçlüsü
insandır. Dağları deliyor, denizleri aşıyor, yıldızlara ulaşıyor ama ölümüne
engel olamıyor. Gelen gidiyor.
Dünya yaratılalıdan beri bu böyle devam ettiğine göre
getiren ve götüren, bu tabiat kanunlarını koyup yürürlükte kılan önü ve sonu
olmayan biri gerekiyor ki O da “ï©Ób jÛael-
Baki” olan Allah (c.c) dır.
Kainat
içinde bulunan tüm varlıkların bir sonu vardır. Bir insan doğar, yasar ve
dünyada sürdürdüğü sinirli ömür sonucunda ölür. Bu son, bütün insanlar için
kaçınılmazdır. İnsanlar gibi bitkiler ve hayvanlar aleminin de yok oluşu
kaçınılmazdır. Onlar da doğduktan bir süre sonra birer birer ölürler. Örneğin
bir ağaç yeryüzünde yüzlerce sene yaşayabilir. Fakat en nihayetinde ölmeye
mahkumdur. Canlı olan her şey hayatini tüketip toprağın altına girecek ve yok
olacaktır.
Aynı
şekilde cansız varlıkların da bir sonu vardır. Zaman, tümü üzerinde yıpratıcı
etkisini gösterir. Örneğin, binlerce yil önce ihtişam içinde yaşamış
kavimlerden bugün yalnızca yıkıntıların geriye kaldığını görürüz. Allah (cc):
فَكَاَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
اَهْلَكْنَاهَا
وَهِىَ
ظَالِمَةٌ
فَهِىَ
خَاوِيَةٌ
عَلى
عُرُوشِهَا
وَبِئْرٍ
مُعَطَّلَةٍ
وَقَصْرٍ
مَشيدٍ
"(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki,
simdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki
kuyuları (terk edilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çin çin ötmektedir)"[466] ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. İşte tüm
cansız varlıkların sonu da bu şekildedir.
İçinde
yaşayan varlıkların bir sonu olduğu gibi kainatın da bir sonu vardır.
Kainattaki tüm gökcisimleri, yıldızlar, güneşler bir gün enerjilerini tüketip
yok olacaklardır. Veya Allah dilediği başka bir sebeple tüm kainatı yok
edecek, kıyamet günü ile ilgili vaadini gerçekleştirecektir. Görüldüğü gibi her
şey sonludur; kainat da, yaratılmış tüm varlıklar da...
Allah
ise yaratandır. Ve sonsuzluk yalnızca kendisine aittir.
el-VARİS
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
æì¢q¡a ì¤Ûa
¢å¤z ã ë ¢oî©à¢ã ë ©ï¤z¢ã ¢å¤z ä Û b £ã¡a ë
“Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye
biz vâris oluruz.”[467]
Hz.Peygamber
(a.s):
ـ وعن أبىّ بن
كعب رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ. أنَّ
المُشْرِكِينَ
قَالُوا
لِلنَّبىِّ اُنْسُبْ
لَنَا
رَبَّكَ
فنزلَ: قُلْ
هُوَ اللّهُ
أحَدٌ اللّهُ
الصَّمَدُ
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ
يُولَدْ:
‘نَّهُ لَيْسَ
شَئٌ يُولَدُ
إَّ
وسَيَمُوتُ،
وَلَيْسَ
شَئٌ يَمُوتُ إ
سَيُورَثُ،
وَإنَّ
اللّهَ
تَعالى َ
يَمُوتُ وََ
يُورَثُ؛
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
كُفُواً أحدٌ.
قَالَ لَم
يَكُنْ لَهُ
شَبِيهٌ وََ
عَدِيلٌ
وَلَيْسَ
كَمِثْلِهِ
شَئٌ.
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:
"Rabbini bize tavsif et (tanıt)!" dediler.
Bunun üzerine İhlâs süresi indi.
"De ki: O, Allah'dır, bir tekdir. O Allah'tır, sameddir (hiçbir
şeye muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir
şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."[468]
Übey
(radıyallahu anh) bu sürede geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı: "Samed,
doğurmayan ve doğurulmayan demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir.
Ölen her şeye varis olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O'na varis
olunur.
"Hiçbir
şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir" âyeti de O'na bir benzer, bir denk
olmadığını, Allah'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder."[469]
İzahı
Al-Warith
The
Inheritor of All. He who is the Real Owner of all riches.
t¡a ìÛaVaris: Mahlukâtın yok olmasından
sonra da bâki kalan demektir.
Her şeyin sona erdiği gün, bütün mülkün sahibi.
Varlığı
devam eden, servetlerin hakiki sahibi.
Kulları fani
olduktan sonra kendisi baki, melikler fani olduktan sonra mülk tamamen
kendisine dönücü demektir.
“Servetlerin hakiki
sahibi” anlamına gelen “t¡a ìÛael–Varis” ismi şerifi bu haliyle değil de çoğul haliyle Kur’an-ı
Kerim’de üç defa geçmekte.
æì¢q¡a ì¤Ûa ¢å¤z ã ë
¢oî©à¢ã ë ©ï¤z¢ã ¢å¤z ä Û b £ã¡a ë
“Şüphesiz biz
diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.”[470]
Ayetinde “biz” kelimesini kullanır ve azametini bildirir. “Biz
varis oluruz” derken de yine kendi
büyüklüğünü bize bildirir. Kayalar oyarak sarsılmaz evler yapan, yeryüzüne
kazık çakanlar hepsi gitti. Peygamberler, Şehitler, Salihler de gitti. “Yeryüzü
bir kişiye bol iki kişiye dar”
diyenler de gitti. Mallarını miras bıraktığı varisleri de gitti. Bir gün gelir
kıyamet kopar insanlar ölür. Mahşerde toplanır ve Rabbimiz sorar:
¡b £è Ô¤Ûa
¡¡ya ì¤Ûa ¡é¨£Ü¡Û 6 â¤ì î¤Ûa ¢Ù¤Ü¢à¤Ûa ¡å à¡Û
“Bugün Mülk kimindir? dendiğinde “Her şeye gücü
yeten tek Allahındır” denir.[471]
Rabbimiz bu mülkü Hz. Ademe
teslim ettiğinde havası, suyu, güneşi, çiçekleri, böcekleri tertemiz pırıl
pırıldı.
Biz çocuklarımıza temiz miras
bırakalım. Allah’ın mülkünü kirletmeyelim. Başta kalbimizi inkarla bedenimizi
isyanla kirletmeyelim. Kalp kirlenirse karalar ve denizlerde kirlenir.
Çocuklarımıza temiz bir isim ve helal mal bırakalım.
Yerler
ve göklerin tek varisi Allah’tır. Çünkü mülkün asıl sahibi Odur. Allah mülkünü
sadece emanet olarak varlıklara teslim etmiştir. Günü geldiği zaman mülk tekrar
asıl sahibine geri tevdi edecektir.
Bütün
peygamberler gerisindekilere dünyalık bir şey bırakma yerine Allah’ın Allah
olduğunu miras bırakmışlardır. Çünkü bir babanın çocuklarına bırakacağı en
büyük miras Allah’ın mabudluğudur. Onun için bütün akıllı kişiler evlatlarına
miras olarak mirasçıların mirasçısı olan Allah’ı bırakmışlardır.
Yüce
Allah, cümlemizi bu anlayışla yaşamayı ve ahiret hayatına irtihal etmeyi nasip
etsin.
er-RAŞİD
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
وَتَرَى
الشَّمْسَ
اِذَا
طَلَعَتْ
تَزَاوَرُ
عَنْ
كَهْفِهِمْ
ذَاتَ
الْيَمينِ
وَاِذَا
غَرَبَتْ
تَقْرِضُهُمْ
ذَاتَ
الشِّمَالِ
وَهُمْ فى
فَجْوَةٍ
مِنْهُ ذلِكَ
مِنْ ايَاتِ
اللّهِ مَنْ
يَهْدِ
اللّهُ
فَهُوَ الْمُهْتَدِ
وَمَنْ
يُضْلِلْ
فَلَنْ
تَجِدَ لَهُ
وَلِيًّا
مُرْشِدًا
“(Resûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün:
Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara
isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın)
mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah
kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse
artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın."[472]
Hz.Peygamber (a.s):
ـ
وعن أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ :
ا“مَامُ
ضَامِنٌ،
وَالْمُؤَذِّنُ
مُؤتَمَنٌ.
اللّهُمَّ أرْشِدِ
ا‘ئِمَّةَ،
وَاغْفِرْ
لِلْمُؤَذِّنِينَ.
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İmam zamin, müezzin de mü'temendir. Allahım,
insanlarımızı irşad et, müezzinlere de mağfiret buyur."[473]
İzahı
Ar-Rashid
The
Righteous teacher. He who moves all things in accordance with His eternal plan,
bringing them without error and with order and wisdom to their ultimate
destiny.
î¡( ÛaRaşid: Mahlukâta maslahatları
gösteren demektir.
Bütün alemleri
dosdoğru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.
İrşad ve delile
muhtaç olmayan.
“Doğru ve sağlam yolu veren ve o yola ileten” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de
bu kalıpla yok. Ancak İbrahim’e rüşdünü veren,[474] Musa aleyhisselamla yolculuk yapan Allah
kullarından birine de rüşdü Allah tarafından öğretildiği bildirilmekte.[475] Allah’ın sapıttığını rüşde doğru yola
götürecek kimsenin olmadığını haber verir.[476]
Zalim, zorba yöneticinin zulmünden hicret
eden Ashabı Kehf de Rabb’e dûa ederlerken:
اِذْ
اَوَى
الْفِتْيَةُ
اِلَى
الْكَهْفِ فَقَالُوا
رَبَّنَا
اتِنَا مِنْ
لَدُنْكَ
رَحْمَةً
وَهَيِّئْ
لَنَا مِنْ
اَمْرِنَا
رَشَدًا
“O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve:
Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş
yolu hazırla! demişlerdi.”[477]
î¡( Ûaeer-Raşid” daha
tabiatı yaratmadan yaratacağı her şeyi ve yaratılış kanununu bilen yarattığı
peygamberlere indireceği kanunlarla en doğru yola iletecek olandır.
Firavunun emrinin doğru olmadığını
doğruya götürmeyeceğini haber verir.[478]
Kıyamete kadar Rabbin yolu dışında ona
zıt yollar gösteren herkesin yolu sapıktır. Onun için biz Fatiha suresinde
Allah’ın, peygamberlere verdiği doğru yolu istiyoruz. Allah’ın gazabına uğrayan
Yahudilerle sapık Hıristiyanların yolunu istemiyoruz. Doğru olalım, doğruluktan
ayrılmayalım.
En güzel tarzda işlerini gayelerine ulaştırıcı
demektir. İstişareye ve irşad edilmeye muhtaç değildir. Yahut irşad edici (olgunlaştırıcı,
terbiye edip yetiştirici, aydınlatıcı ve yol gösterici) demektir.
Yüce
Allah, î¡( ÛaReşid” sıfatıyla bütün
yaratıklarını başıboş bırakmayıp onlara yol gösterendir. Bunun içindir ki, Allah (cc) mürşidi evvel, mürşidi ezel ve
mürşidi azamdır. Aynı zamanda bütün mürşidlerin de mürşididir. Çünkü ilk Mürşid
kendisi olduğuna göre diğer mürşidlerin bütün irşada dair bilgileri Onun ezeli
ilminin eseridir. Mesela; İnsanlığın en kamil/erdemli Mürşidi Efendimiz (a.s)’dır.
Ona bütün irşada ait bilgileri veren Allah’tır.
Geceleri ne aradığını ve nereye gideceğini yarasa
kuşuna bildiren ve gündüzleyin sürünen yılana ne aradığını ve nereye gideceğini
bildiren de Allah’tır. Ve Allah öyle bir mürşiddir ki, kullarına her zaman
balık tutup ağzına verme yerine onlara nasıl balık tutulacağı bilgi ve
becerisini ihsan etmiştir. Bu bağlamda en usta mürşid ve en bilge usta yine
Allah’tır. Bütün bu özellikleri kendinden bulunduran bir mürşide mürid olmak
çok büyük bir şeref olması gerek.
Yüce
Allah cümlemizi kendi mürşidliğiyle irşad ettiği şakirtlerden eylesin.
es-SABUR
Yüce
Allah (cc), Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
اَمْ
لَهُمْ شُرَكؤُا
شَرَعُوا
لَهُمْ مِنَ
الدّينِ مَا
لَمْ
يَاْذَنْ
بِهِ اللّهُ
وَلَوْلَا
كَلِمَةُ
الْفَصْلِ
لَقُضِىَ
بَيْنَهُمْ
وَاِنَّ الظَّالِمينَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَليمٌ
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini
getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm
verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.“[479]
Hz.Peygamber
(a.s):
-وَعَنْ
أَبِي مُوسَى
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
للّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
أَحَدَ
أَصْبَرُ
عَلَى أَذىً
سَمِعَهُ
مِنَ اللّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ،
إِنَّهُ
لَيُشْرَكُ
بِهِ
وَيُحْمَلُ
لَهُ
الْوَلَدُ،
وَيُعَافِيهِمْ
وَيَرْزُقُهُمْ.
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil
olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O'na şirk koşulur, evladlar
nisbet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder."[480]
As-Sabur
The
Patient One. He who is characterized by infinite patience.
ì¢jÛaSabur: Çok sabırlı. Âsîlerden intikam
almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir müddet te'hîr eden demektir.
Allah'ın sıfatı olarak sabûr'un mânası halîm'in mânasına yakındır. Ancak ikisi
arasında şöyle bir fark vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler.
Ancak halîm sıfatıyla Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.
Allah
inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur, yücedir.
Çok
sabırlı olan, isyankarlardan acele intikam almayan.
Asileri
cezalandırmada ve günahkarları affetmede acele etmeyici demektir.
Ahirette
ceza vereceğini bildirmiştir. Fakat hilmini, affını ve mağfiretini de
bildirmiştir. İkisi arasında fark yoktur.
“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de geçmemekte
el- Esma-ül Hüsna hadisinde geçmekte.
a¦¤í ë¢ ¤á¢è¤Ü¡è¤ß a
åí©¡Ïb ؤÛa ¡3¡£è à Ï
“Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı.”[481]
وَلَوْ
يُؤَاخِذُ
اللّهُ
النَّاسَ
بِظُلْمِهِمْ
مَا تَرَكَ
عَلَيْهَا
مِنْ دَابَّةٍ
وَلكِنْ
يُؤَخِّرُهُمْ
اِلى اَجَلٍ
مُسَمًّى
فَاِذَا
جَاءَ
اَجَلُهُمْ
لَا
يَسْتَاْخِرُونَ
سَاعَةً
وَلَا
يَسْتَقْدِمُونَ
“Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle
cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları
belirli bir zamana kadar geciktirir.”[482]
Ayetlerinde Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. “Allah
kahretsin, Allah canının alsın, evini başına yıksın” gibi beddualarımızı Allah kabul etse yeryüzünde adam
kalmaz. Babamız, annemiz, çocuklarımız eşimiz kızınca da sevince de dengeyi
kaçırabilir. “ì¢jÛaes-Sabur” olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su
içiriyor, hava veriyor. İbadetleri yaparken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete
geçirme makamında sabredeceğiz.
Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihat ederken
sabredeceğiz. Timur’a “sen bu savaşları nasıl
kazandın?” diyenin parmağını Timur
ağzına almış. Kendi parmağını da adamın ağzına vermiş. Harp ısırma sanatıdır.
İkimiz de ısıralım demiş. Biraz sonra karşıdaki adam aaaa diye bağırır. Timur
kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra işte ben sabırla kazandım
der.
ì¢jÛaes-Sabır, yüce Allah’ın imtihana
tabi tuttuğu kulları için verilmiş büyük bir nimettir. Sabırla Yusuf (a.s)
Mısır’a sultan olurken, Eyyüp (a.s) kaybettiği imkanlarına tekrar kavuştuğu
gibi, Muhammed (a.s) ise makamı mahmuda yükselmiştir.
Gerek yerde gerekse de gökteki
yaratılmışların yükseliş merdiveni olan sabır, erlerin zaferi, dervişlerin
muradı ve sevenlerin vuslatı olmuştur.
Sabrın
sahibi olan yüce Allah, sabrın öğretmeni Hz.Muhammed (a.s) yapmıştır.
Efendimiz
(a.s) bize miras bıraktığı sabır, hepimizin içinde yaşadığımız şartlar
itibariyle çok ama çok ihtiyacımız vardır.
Olumsuz
şartlarımız tepeden tırnağa kadar uzanmaktadır.
Yani
baştan ayağa kadar sirayet etmiştir.
Yani
toplumun başındaki idareciden tutunda en alt tabakadaki ferdine kadar sabır
kuşanması ile telafi edilecek olumsuzlar söz konusudur.
Yüce
Allah, bu ahir zamanın eşiğinde, bizlere Efendimiz (a.s) sabrın yedek
takviyeleri olan imanımızda sebat, mücadelemizde dayanma, azmimizde bilenme,
zafere ulaşmada tedbir almayı ve yolunda şehid olabilme aşkını/şevkini
cümlemize ihsan eylesin.
İÇİNDEKİLER
-
Giriş..................................................................... 5
1-Allah:
Mabud....................................................... 11
2-Rahman:
Bağışlayan............................................. 17
3-Rahim:
Esirgeyen................................................. 21
4-Melik:
Hükümdar................................................. 27
5-Kuddüs: Eksiksiz................................................. 31
6-Selam:
Esenlik..................................................... 35
7-Mü'min:
Güvenilen.............................................. 39
8-Müheymin: Güven verdiklerini
kontrol eden....... 43
9-Aziz: Galip
olan.................................................. 47
10-Cabbar: İstediğine güç
yetiren........................... 51
11-Mütekebbir:
Ulu................................................ 57
12-Halık:
Yaratıcı................................................... 61
13-Bari:
Düzenleyen............................................... 65
14-Musavvir:
Şekillendiren.................................... 69
15-Ğaffar: Kusurları
örten...................................... 73
16-Kahhar: Kusurunda ısrar edenleri
kahreden...... 77
17-Vahhab: Yaptıklarından daim
olan.................... 81
18-Rezzak: Yaratıklarına rızk
veren....................... 85
19-Fettah: Müşkülleri
açan..................................... 91
20-Alim: Her şeyi
bilen........................................... 95
21-Kabız: Sıkan,
daraltan........................................ 101
22-Basit: Bolluk
veren............................................ 105
23-Hafıd: Dereceleri
düşüren.................................. 109
24-Rafi: Dereceleri
yükselten.................................. 113
25-Muiz: İzzet
veren................................................ 117
26-Müzil: Zillete
düşüren......................................... 121
27-Semi:
İşiten......................................................... 125
28-Basir:
Gören........................................................ 131
29-Hakem: Muhakeme
eden..................................... 135
30-Adl: Hükmünde adaletli
olan............................... 141
31-Latif: Lütuf ve ihsan
sahibi.................................. 145
32-Habir: Haberdar
olan........................................... 151
33-Halim: Yumuşak
olan.......................................... 157
34-Azim: Şeref
sahibi............................................... 161
35-Ğafur:
Affeden.................................................... 165
36-Şekur: Karşılık
veren........................................... 169
37-Aliyy: Çok
yüce................................................... 173
38-Kebir: Pek büyük................................................. 177
39-Hafız:
Koruyucu.................................................. 181
40-Mukit: Tayin
eden................................................ 185
41-Hasib: Hesabını
bilen........................................... 189
42-Celil: Azamet
sahibi............................................. 193
43-Kerim: Çok ikram
edici........................................ 197
44-Rakib: İşler murakabe
eden................................... 201
45-Mucib: İsteklere cevap
veren................................ 205
46-Vasi:
Genişletici................................................... 209
47-Hakim:
Hükmeden................................................ 213
48-Vedud:
Seven........................................................ 217
49-Mecid: Şanı
üstün.................................................. 223
50-Bais: Elçi
gönderen............................................... 227
51-Şehid: Gönderdiklerine
şahid................................ 231
52-Hakk: Gerçek
olan................................................ 237
53-Vekil: İş
düzelten.................................................. 241
54-Kaviyy: Pek
kuvvetli............................................. 247
55-Metin:
Dayanıklı................................................... 251
56-Veliyy:
Dost.......................................................... 255
57-Hamid:
Övülen...................................................... 259
58-Muhsi: İhsan
sahibi............................................... 265
59-Mubdiu: Baştan
yaratan........................................... 271
60-Muid: Tekrar
yaratan............................................. 275
61-Muhyi:
Dirilten...................................................... 279
62-Mümit: Öldüren..................................................... 283
63-Hayy:
Diri.............................................................. 287
64-Kayyum:
Uyanık.................................................... 291
65-Vacid: İstediğini
bulan........................................... 295
66-Macid: Şanı
büyük................................................. 299
67-Vahid:
Tek............................................................. 303
68-Samed: İhtiyaç
gideren........................................... 307
69-Kadir:
Kuvvetli....................................................... 311
70-Mukdedir:
Kudretli................................................. 315
71-Mukaddim: Öne
alan.............................................. 319
72-Muahhir: Geriye bırakan......................................... 323
73-Evvel: En
ilk........................................................... 327
74-Ahir: En
son............................................................ 331
75-Zahir:
Açık............................................................. 335
76-Batın:
Gizli............................................................. 339
77-Vali:
İdareci............................................................ 345
78-Müteali: Pek
yüce................................................... 349
79-Berr: İyiliği
bol....................................................... 353
80-Tevvab: Tevbeleri kabul
eden................................. 359
81-Muntekım: İntikam
alan.......................................... 363
82-Afüvv: Af eden....................................................... 367
83-Rauf :
Şefkatli........................................................ 371
84-Malik'ül-Mülk: Mülkün
sahibi............................... 375
85-Zülcelali ve'l-İkram: Azamet
ve kerem sahibi........ 379
86-Muksit:
Ortalayıcı.................................................. 383
87-Cami:
Toplayan.................................................... 387
88-Ğaniyy:
Zengin..................................................... 391
89-Muğni: Zengin
eden.............................................. 395
90-Mani:
Engelleyen.................................................. 399
91-Darr:
Daraltan....................................................... 403
92-Nafi:
Faydalandıran.............................................. 409
93-Nur:
Aydınlatan.................................................... 413
94-Hadi: Hidayete
veren............................................ 417
95-Bedi’: Eşsiz
yaratan............................................... 421
96-Baki: Sonu
olmayan.............................................. 425
97-Varis:
Mirasçı....................................................... 429
98-Raşid:
Mürşid....................................................... 433
99-Sabur: Acele etmeyendir....................................... 437
*Kaynakça................................................................. 445
(1)-Abdu'l-Vehhab
Abdullatif, el-Mutasar min Mustalahatı Ehli'l-Eser min
Ehli's-Sünne ve'ş-Şi'a ve'l-imamiyye
Ve'z-Zeydiyye, 5. baskı Kahire, 1966.
(2)-Abdulbâki,
(Şair-i Meşhur Abdulbâki): Me'âlimu'l-Yakîn, Mevâhibu Ledünniyye Tercemesi, Hanımlara Mahsus
Gazete Matbaası, İstanbul 1322/1904. Eser 1008/1599 yılında Türkçeye
çevrilmiştir.
(3)-Abdurrezzak
İbnu Muhammed es-San'ani (v. 211). Musannafu
Abd'r-Rezzak, Beyrut (Ofset), 1970.
(4)-Ahmed ibnu
Hanbel (v. 241) Müsnedu Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahre
(baskısından ofset). Beyrut, tarihsiz.
(5)-Amidi,
Seyfuddin Ebu'l-Hasen Ali İbnu Ebi Ali (v. 631), el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam Kahire, 1968/1387.
(6)-Azimabadi-Ebu't-Tayyib
Muhammed Şemsü'l-Hakk, Tahkik: Abdurrahman Muhammed Osman, Avnu'l-Ma'bud Şerhu Süneni Ebi Davud, Medine, 1968.
(7)-Ayni-Bedru'd-Din
Ebu Muhammed Mahmud İbnu Ahmed (v. 855), Umdetü'l-Kârî
Şerhu Sahihi'l-Buhari, 1348 (baskısından ofset, Beyrut).
(8)-el-Aclunî,
İsmail İbnu Muhammed (v. 1162/1748): Keşfu'l-Hafa
ve Müzîlü'l-İlbâs ammâ İştehere mine'l-Ehâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, Beyrut 1351.
(9)-Ahmed Muhammed
Şâkir: el-Bâ'isu'l-Hasîs Şerhu İhtisâri
Ulûmi'l-Hâdîs, Beyrut 1951.
(10)-Babanzâde,
Ahmed Naim: Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Birinci cild,
Ankara, 1957.
(11)-Bediüzzaman
Said Nursi, Sözler, İstanbul 1962
(12)-Beyhaki Ebu
Bekr Ahmed ibnu'l-Huseyn (v. 958), es-Sünenü'l-Kübra
Haydarabad Deken 1353.
(13)-Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır, Mustafa
el-Babil-Halebî,1379-1960) l57
(14)-Buharî, Ebi
Abdillah Muhammed İbnu İsmail (sv. 256) el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.
(15)-Canan,
İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ankara 1988.
(16)-Cessas, Ebu
Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370), Ahkamu'l-Kur'an Kahire, ty.
(17)-Çağlar, Doğan,
Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. A.Ü. Eğitim
Fakültesi yayını, Ankara, 1974.
(18)-Çakan, İsmail
Lütfi: Hadîslerde Görülen İhtilâflar ve Çözüm
Yolları, İstanbul 1982.
(19)-Dârâkutnî, Ali
İbnu Ömer (v. 385/995): Ehâdîsu'l-Muvatta (Tahkîk:
Zâhidu'l-Kevseri, Keşfu'l-Gıta ile birlikte hazırlanmıştır), Mısır, 1946.
(20)-Darakutnî, Ali
İbnu Ömer (v. 358), es-Sünen Kahire, 1386/1966.
(21)-Dehlevi, Şah
Veliyyullah Ahmed İbnu Abdurrahim (v. 176) el-İnsaf
fi beyan-ı Sebebi'l-İhtilaf fi'l-Ahkami'l-Fıkhiyye Kahire, 1398.
(22)-Ebu Bekr
İbnu'l-Arabi (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968
(23)-Ebû'l-Âlâ
Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986
(24)-Ebu Dâvud,
Süleyman İbnu'l-Eş'as es-Sicistânî el-Ezdî (v. 202/817): Risâletu Ebî Dâvud es-Sicistânî fi Vasfı Te'lîfihi
Li-Kitâbi's-Sünen (Tahkîk: Zahidü'l-Kevserî), Mısır, 1.369.
(25)-Fetevayı Hindiyye (Bir Heyet tarafından
hazırlanmıştır). 3. tab, Bulak 1310 baskısından ofset 1973.
(26)-Fetevayı Kadıhan (fetavayı
Hindiye ile basılmıştır).
(27)-el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl", Mısır 1968, 197-198
(28)-el-Hâkim, Ebu
Abdillâh Muhammed İbni Abdillâh en-Neysâbûrî (405/1014): Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1935.
(29)-el-Hâkim el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn, Haydârâbâd-Deken
1335.
(30)-Hamîdullah,
Muhammed: Muhtasar Hadîs Târihi ve Sahîfe-i
Hemmâm İbn Münebbih, Çvr. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1967
(31)-el-Hatîb,
Muhammed Acâc: es-Sünne Kable't-Tedvîn, Kahire 1963.
(32)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî,
Ebu Bekr Ahmed İbnu Ali (463/1070); el-Kifâye
fi İlmi'r-Rivâye, Mısır, 1972.
(33)-el-Hatîbu'l-Bağdâdî,
er-Rıhle fi Talebi'l-Hadîs, Beyrut, 1975.
(34)-…………………Takyîdu'l-İlm, Daru İhyai's-Sünne 1975.
(35)-Hattâbî, Ebu Süleyman
Ahmed İbnu Muhammed İbnu İbrâhim (v. 388/998): Me'âlimu's-Sünen, Humus, I969.
(36)-Hâzimî, Ebu
Bekr Muhammed İbnu Mûsâ (v. 584/1118): Şurûtu
Eimmeti'l-Hamse, Kahire 1357, (Makdisî'nin Şurût'u Eimmeti's-Sitte'si ile birlikte
Zâhidu'l-Kevserî'nin tahkîkiyle birlikte basılmıştır).
(37)-el-Hüseynî,
Abdü'l-Mecid Hâşim: el-İmâmu'l-Buhârî, Kahire, ty.
(38)-Hakim, Ebu
Abdillah Hakim en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek
Ala's-Sahihayn, Haydarabad-Deken, 1335.
(39)-Hattâbî, Ebu
Süleyman Ahmed İbnu Muhammed (v. 388), Mealimu's-Sünen, Humus 1393/
1973, Birinci Tab.
(40)-Heysemi,
Nureddin Ali ibnu Ebi Bekr (v. 807), Mecma'u'z-Zevaid, Beyrut, 1967.
(41)-Hakim Ebu
Abdi'l-İlah, en-Neysaburi (v. 405), el-Müstedrek
Ala's-Sahibeyn, Haydarabad, Deken, 1335 (baskısından ofset), Beyrut
(42)-Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Tefsir, İkinci Baskı,
İstanbul, 1960
(43)-Hamidullah
Muhammed, İslam Peygamberi, Tercüme: Said
Mutlu, İstanbul 1966
(44)-İmam Gazâlî, İhyâû Ulümi'd-Dîn, Terc. Ali Arslan, İstanbul 1972,
(45)-…………İhya, Kahire 1967
(46)-İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983
(47)-İbnu Hişam,
Ebu Muhammed Abdü'l-Melik (v. 218), es
Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955,
(48)-İbnu Sa'd, Ebu
Abdillah Muhammed (v. 230), Tabakatu'l-Kübra, Beyrut, 1960,
(49)-İbnu'l-Esir,
İzzü'd-Din Ebu'l-Hasen Ali İbnu Muhammed
el-Cezerî (v. 630), Üsdü'l-Gabe Fî Ma'rifeti's-Sahabe, Kahire, 1970
(50)-İbnu'l-Arabi,
Ebu Bekr (v. 543), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1968.
(51)-İbnu
Abdi'l-Berr, Ebu Ömer Yusuf (v. 463), e-İsti'ab Fî Ma'rifeti'l-Ashab, Kahire 1328
(baskısından ofset),
(52)-İbnu Kesir
İmadü'ddin Ebu'l-Fida İsmail (v. 774), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966
(53)-İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955
(54)-İbrahim Hakkı
Erzurumi (v. 1194), Marifetname, İstanbul,
1330
(55)-İbnu Haldun
Abdurrahman (v. 808), el-Mukaddime, Beyrut, ty.
(56)-İbnu Hazım, el
Hemedani; Ebu Bekr Muhammed İbnu Musa
(v. 584) Kitabu'l-İtibar fi Beyanı Nasih
ve'l-Mensuh, Humus, 1386/1966.
(57)-İbnu Hazm, Ebu
Muhammed Ali İbnu Ahmed (v. 456), el-Muhalla, Tahkik: Hasan
Zeydan Talebe Mısır.
(58)-İbnu Hibban,
Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban el-Bustî, Sahihu
İbnu Hibban Beyrut 1987.
(59)-İbnu Mace-Ebu
Abdillah Muhammed İbnu Yezid el-Kazvini (v. 275), Sünenü İbni Mace, Kahire 1952, Tahkik; Muhammed
Fuad Abdulbaki.
(60)-İbnu
Abdilberr, Ebu Ömer Yûsuf (v. 463/1070): Câmi'u
Beyâni'l-İlmi ve Fadlihi, Medîne, 1968.
(61)-İbnu'l-Arabî,
Ebu Bekr Muhammed İbnu Abdillah (v.543/1148) Ârızatu'l-Ahvazî bi-Şerhi Sahîhi't-Tirmizî, Beyrut, ty.
(62)-İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır.
(63)-İbnu Hacer,
Şihâbü'd-Dîn Ebu'l-Fadl Ahmed İbnu Ali el-Askalânî (v. 852/1448): Hedyü's-Sârî Mukaddimetu Feth'i'l-Bâri, Bulak 1301.
(64)-…………..Şerhu'n-Nuhbe, Mısır, 1934.
(65)-………….Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarâbâd-Deken 1328
(66)-………….Selamet Yolları, Tercüme: Ahmed Davudoğlu,
Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1972
(67)-İbnu Hamza
el-Hüseynî, es-Seyyid İbrahim İbnu's-Seyyid (v. 1120/1706): el-Beyân ve't-Ta'rîf fi Esbâbı Vürûdi'l-Hadîsi'ş-Şerif, Halebi 1329.
(68)-İbnu Hazm,
Ali, el-Endülusî (v. 457/1064): el-İhkâm
fi Usûlü'l-Ahkâm, Kahire, tarihsiz.
(69)-İsfehani,
Ebu'l-Kasım el-Hüseyn ibnu Muhammed er-Rağıb (v. 502), el-Müfredat Fi Garibi'l-Kur'an, Mısır 1961
(70)-İbnu's-Salâh,
Ebu Amr Osman İbnu Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v. 643/1245): Mukaddime (veya Ulumu'l-Hadîs). Matbâ'atu'l-Âmire,
1931.
(71)-el-Kâri,
Nuru'd-Dîn Molla Ali İbnu's-Sultân Muhammed el-Herevî (v. 1014/1605): el-Esrâru'l-Merfu'a fi'l-Ahbâri'l-Mevzû'a, Beyrut, 1971.
(72)-el-Kâri, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker, İstanbul 1327.
(73)-Kastalânî,
Ebu'l-Abbâs Şihâbu'd-Dîn Ahmed İbnu Muhammed (v. 923/1517): İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, Bulak, 1304.
(74)-Keşmîrî,
Muhammed Enver (v. 1352/1933): Feyzü'l-Bâri
fi Sahihi'l-Buhârî, Beyrut, tarihsiz.
(75)-Kettânî,
es-Seyyid eş-Şerîf Muhammed İbnu Ca'fer (v. 1345/1926): er-Risâletu'l-Müstetrafe li-Beyâni Meşhûri
Kütübi's-Sünneti'l-Müşerrefe, İstanbul 1986.
(76)-Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman
Uludağ, İst. 1978,
(77)-Koçyiğit,
Talât: Hadîs Istılahları, Ankara 1980.
(78)-Koçyiğit,
Talât, Hadîsçilerle Kelamcılar Arasındaki
Münakaşakalar, Ankara 1969.
(79)-Koçyiğit
Talât, Hadîs Usûlü, Ankara 1975.
(80)-Leknevî,
Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hayy (v. 1304/1886): er-Ref'u ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl, 2. tab,
Haleb, 1968.
(81)-Maverdi
Eb'l-Hasen Ali ibnu Muhammed (v. 450), Edebu'd-Dünya ve'd-Din İstanbul 1299
(82)-Kınalızade Ali
Efendi, Ahlak-ı Alaî (v. 980),
Bulak, 1248
(83)-Kasani,
Alauddin Ebu Bekr İbnu Mes'ud (v. 587), Bedai'u's-Sanai
fi Tertibi'ş-Şerai, Beyrut 1974/1394.
(84)-el-Mübarekfuri-Ebu'l-Ali
Muhammed Abdurrahman İbnu Abdirrahim (v. 1353). Tuhfetu'l-Ahvazi bi-Şerhi Cami't-Tirmizî, Kahire, 1963.
(85)-el-Muttaki,
Alaeddin Ali, Kenzu'l-Ummal, (v. 975),
Haleb, 1969.
(86)-Münavi-Şemsü'd-Din
Muhammed Zeynü'd-Din Abdurrauf (v. 1031), Feyzu'l-Kadir
Şerhu'l-Cami'i's-Sağir, Beyrut, 1972.
(87)-Müslim-Ebu'l-Hüseyin
Müslim İbnu'l-Haccac el-Kuşeyri en-Neysaburi (v. 261) Sahihu Muslim Tahkik: Muhammed Fuad Abdul'l-Baki Kahire, 1955.
(88)-en-Nesai-Ebu Abdirrahman Ahmed İbnu Ali İbni Şuayb (v. 303), es-Sünen, Kahire 1930.
(89)-en-Nevevî-Muhyi'd-Din
Ebu Zekeriyya Yahya (v. 677), Şerhu Muslim, Mısır, ty.
(90)-Nûru'd-Dîn
İbnu Muhammed: el-İmâmu't-Tirmizî ve'l-Muvâzene Beyne
Câmi'ihi ve Beyne's-Sahîheyn, Mısır, 1970.
(91)-Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969,
(92)-er-Razi-Ebu
Abdillah Muhammed İbnu Ömer İbni Hüseyn (v. 606), et-Tefsiru'l-Kebir, Naşiri: Abdurrahman Muhammed,
Kahire, tarihsiz.
(93)-es-Serahsî,
Şemsü'd-Dîn Ebu Bekr Muhammed İbnu Ahmed (v. 490/1096): Usûlu's-Serahsî, Haydarâbad-Deken, 1973.
(94)-Sezgin, Fuat: Buhârî'nin Kaynakları, İstanbul, 1956.
(95)-Sibâ'i,
Mustafa: es-Sünne ve Mekânetühâ fi
Teşrî'i'l-İslâmî, Dımeşk 1966.
(96)-Suyûtî,
Hâtimetu'l-Huffâz Celâlü'd-Dîn Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr (v.911/1505): Tedrîbu'r-Râvî fi şerhi Takrîbi'n-Nevevî, Medîne, 1959.
(97)-Şerbini
Muhammed eş-Şerbinî, Muğni'l-Muhtaç, Mısır
1958/1377.
(98)-Şafii,
Muhammed İbnu İdris (v. 204), er-Risale, Tahkik: Ahmed
Muhammed Şakir, Beyrut, tarihsiz.
(99)-eş-Şâtıbî, Ebu
İshâk İbrahim İbnu Mûsâ (v. 790/1388): el-Muvâfakât
fî Usûli'l-Ahkâm, Kahire. 1969.
(100)-Şeyhu'l-Emir,
Muhammed: Müsnedu Şeyhi'l-Emîr Muhammed, Süleymaniye.
Bağdadlı Vehbi. Nu 316.
(101)-Taberi,
Muhammed İbnu Cerir (v. 310), Tarihu'l-Mülûk,
ve'l-Umem Mektebetu Hayyat, Beyrut,
tarihsiz (ofset)
(102)-Zehebî, Ebu
Abdillah Muhammed İbnu Ahmed (v. 748/1347): Mîzânu'l-İttidal
fî Nakdi'r-Ricâl, Kahire. 1963.
(103)-………Tezkîretu'l-Huffâz, Haydarâbâd. 1956.
(104)-Zürkâni, Ebu
Abdillah Muhammed İbnu Abdi'l-Bâki (v. 1122/1710): Şerhu Muvatta'ı'l-İmâmı Mâlik, Kahire. 1961.
BASKIYA
HAZIRLANAN KİTAPLAR
1. KUR’AN-I KERİM MEALİ (Sebeb-i Nüzulü Açıklamalı ve
Kelime Kelime Meali)
Bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak içindir,
Bütün bilgiler tek bir bilgiye ulaşmak içindir,
Bütün hakikatler tek bir hakikat içindir,
Bütün dinler tek bir dine kavuşmak içindir,
Bütün güzellikler tek bir güzeli görmek içindir,
Bütün ilahlar tek bir Allah'a erişmek içindir,
Bütün yollar tek bir yolu yürümek içindir,
Bütün şeyler tek bir şeyi anlamak içindir,
Aslında herşey tek bir şey ve aynı şeydir.
2. KIRK AYET –KIRK HADİS
(Çıktı)
Resûlullah (a.s): "Kim ümmetime, sünnetimden kırk
tanesini koruyup ulaştırırsa ben kıyamet günü onun imânına şâhid ve şefaatçi
olurum" Beyhakî, Şuabu'l-İmân,
2/270)
Sebeb-i Nüzulüne göre kırk ayet ve Sebeb-i Vüruduna göre
kırk hadis.
3. EVRENİN RUH HARİTASI (Akaid Kitabı)
Kaybetmişiz Pusulamızı
Ebrehelerin Hüküm Sürdüğü Kaldırımlarda
Ölüler Abid
Taşlar Mabud
Ağaçlar Mabed Olmuş.
4. İNSANLIĞIN RUH HARİTASI (Ahlak Kitabı II Cilt)
Ahlak, ruhun derinliklerinde dışa yansıyan iyiliğin,
kıvılcımıdır.
Gülün güzelliği rengidir.
Bülbülün ki, sesidir.
Göğün ki, yıldızlardır.
Yerlerin ki, bitkilerdir.
Dilberin ki, cemalidir.
Yiğidin ki, bileğidir.
Arifin ki, bilgidir.
Abidin ki, zikridir.
İnsanlığın ki ise, AHLAKIDIR.
5. RUHLARIN ŞİFASI (Esma’ül Husna) (Çıktı)
“En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde
O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri
bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (7:180)
6. YAŞAMIN RUH HARİTASI (Fıkıh Kitabı IICilt)
Anlamak (fıkh etmek), insanın ruh portresidir.
Anlayış sahibi insanlar, halkların gülü ve çiçekleridir.
Anlayış sahipleri, halklar tarafından her zaman koklanmaya
çalışılır.
Bazen göklere çıkartılıp yükseltilirler.
Bazen yerlere atılıp ezilirler.
7. İNSANLIĞIN RUH MİMARLARI PEYGAMBERLER (Peygamberlerin
Hayatı IICilt)
Evrenin en büyük sanatçısı Allah’tır.
Yüce Allah’ın en büyük sanat eseri insandır.
İnsanın en büyük sanatı ruhtur.
Ruhun mimarları aziz Peygamberlerdir.
8. PEYGAMBERLERİN ÇİZDİĞİ RUH HARİTASI (Hz. Peygamber
(a.s)'in Hayatı II Cilt)
Kaybolmuşuz Peygamberlerin çizdiği haritanın üzerinde.
Yön tayin etmede zorlanıyoruz.
Neresi doğu.
Neresi batı.
Neresi kıble.
9. ÇOCUKLARIN RUH DÜNYASI (Doğumundan Ölümüne Kadar Çocuk
Terbiyesi)
“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar.”
Hiç bir çocuk, anne ve babasının meşru veya gayri meşru yaptıklarıyla sorumlu
değildir.
Her çocuk kendi kişisel menkıbesinin sorumlusudur.
Çocuklar, ailenin balı ve dalı,
Toplumun gülü ve bülbülü,
Kainatın çiçeği ve eşrefidirler.
10. DERSLERİN RUHU (Tefsir Dersine Giriş 1)
Bütün kitaplar, bir kitabı anlamak içindir, oda KUR’ANI
KERİM’dir.
Bütün ilimler, tek bir ilimden onay alır, oda KUR’ANI KERİM’dir.
Bütün ilimlerin merkezi, tefsir ilmidir, oda KUR’ANI
KERİM’dir.
11. DERSLERİN RUHU (Tefsir İlmine Giriş 2)
Usûl, Arapça asl'ın çoğuludur.
Asl sözlükte temel, kök, soyluluk ve orijinal anlamlarına
gelir.
Tefsir usûlü ya da İlmu Usûli't Tefsir,
Kur'ân-ı Kerim'in insanlar tarafından anlaşmasına yardımcı
olmak üzere onu, insanların zihinlerine,
akıllarına yaklaştırma çalışmaları
diyebileceğimiz tefsirin ve müfessirlerin prensiplerini, şartlarını ve çerçevesini
belirleyen, tarihini tespit eden ilim
veya ilimlerin hepsine birden verilen
isimdir.
12. ÇAĞIN ALTIN RUHLULARI (Sahabe-i Kiramın Hayatı II Cilt)
Rasulullah (a.s)’ın da üzere yaratılmış olduğu “ALLAH
AHLÂKI”?…
“VERMEK”! Karşılıksız vermek! Çıkar düşünmeksizin vermek!
EBU BEKİR gibi.
Zâhirde ve bâtında her an ve her koşul altında adil olmak!
ÖMER gibi.
Ar, haya, sevgi vermek!.. Karşılık beklemeksizin! OSMAN
gibi.
İlim, cesaret
vermek!… Karşılık beklemeksizin! ALİ (r.anhum) gibi...
13. HER ADEM BİR ALEMDİR
-I- (Vecizeler)
Adem dedikleri; el,
ayak, baş değil, manaya derler.
Kaş, göz değil, ruha derler.
14. HER ADEM BİR ALEMDİR –II- (Vecizeler)
Her insan bir ademdir.
Her adem bir alemdir.
Her alem bir sırdır.
Her sır bir yitiktir.
Her yitik bir hikmettir.
Her hikmet bir hazinedir.
Her hazine bir saadeti dareyndir.
15. DOĞRULARIN BABASI (Öykü)
Düşünmek, “seviyorum, peşinden koşuyorum ve arıyorum”;
anlamına gelen ve
“bilgi, bilgelik” anlamına gelen sözcüklerinden türeyen
terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplindir.
Buna göre düşünme “bilgelik sevgisi” yada; “bilginin
peşinden koşma” anlamına gelir.
16. EĞİTİM - ÖĞRETİM (Öykü)
Her Müminin dinini öğrenmesi ve bildiklerini öğretmesi dini
bir ihtiyaçtır.
Zira inandıklarını uygulayabilmesi öğrenmeye bağlıdır.
Öğrenim, eğitimin bir parçasıdır.
Eğitim, hedeflenen davranışların programlı ve planlı
faaliyetlerle insana kazandırılmasıdır.
Öğretim ise, öğretme faaliyetlerinin belirlenen hedefler
doğrultusunda, planlı ve kontrollü olarak düzenlenmesi ve uygulanmasıdır.
17. RÜYA İLE DİRİLİŞ (Öykü)
Rüya konusunda; Batı bilginleri genelde rüyanın insanın
günlük yaşantısı sonucu gördüğü şey olarak yorumlarken,
Doğu bilginleri bu görüşe katılmakla birlikte Allah'tan
gelen ilahi bir mesaj olarak da görmüşlerdir.
18. HAYAL UMUDUN KAPISIDIR (Öykü)
Fertte çağrışım yapan hayaller neticesinde meydana gelen
kolektif alt şuuru psişik hayatın esaslı faktörüdür.
19. MEDENİYETİN ORTAK DEĞERLERİ (Araştırma)
Allah'ın indirdiklerini kendisine hayat nizamı olarak kabul
eden toplumlarda medeniyet, kavramın içerdiği gerçek anlamıyla ortaya
çıkmıştır. İslâm medeniyeti, iman, amel, ahlâk, sosyal ilişkiler, toplum
hayatını insanların iyiliği doğrultusunda yöneten idarî prensiplerin bir
tezâhürüdür.
20. ACILARDA
AĞLARMIYMIŞ? (Şiir)
Şair, Şiir yazarken,
çocuk dünyaya getiren
bir annenin sancısını çekmiyorsa
yazdıklarının hepsi yalandır.
21. AKLIN GÖCÜ (Öykü)
Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla
ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden
daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Akıl insanoğluna verilmiş
manevi bir kuvvettir. İnsan bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder.
Bilgiyi elde eden güç İslâm'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür. Bu güç
insanda ana rahminde cenin iken oluşan özelliktir. Bu erginlik çağına gelince
gelişir ve gittikçe olgunlaşır. Bu da, zarûriyyâtı anlayan güçtür. Bu güç ile
elde edilen 'bilgi'ye gelince yerine göre kullanılmadığında akılsızlık
özelliğini taşır.
22. DİN NASİHATTIR (İbretli Sözler) *Çıktı*
Nasihat, İslâm'ın pratik hayata aktarılması, ahlâkî
prensiplerin yaşanması, insanî erdemliliklerin, görgü kurallarının öğretilmesi
amacıyla bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ve hatırlatmada bulunması amacıyla
yapılan öğütlerdir. Bu öğütler yapılırken asla bir ard niyet güdülmez, dünyevî
çıkarlar düşünülmez.
23.NAMAZIN DİLİ
Namaza başlarken ve namaz kılarken, söylediklerimizin
anlamı nedir? Neden “Allah’u Ekber” diyoruz? Neden Ku’ran ile değil de
“Sübhaneke” ile namaza giriş yapıyoruz? Neden “Ruku” ediyoruz? Niçin “Secde”ye
kapanıyoruz? Bütün bunlar ne anlama geliyor? Ve biz bunları yaparken ne demek
istiyoruz? Bunların anlamı ve dili nedir?
24.ARAPÇANIN DİLİ
Arapçayı, Araplara olan özentiden dolayı öğrenmek hiç bir
insanın akıl karı değildir. Yüce Allah Kura’an-ı Kerim-i Arapça indirdiğinden
dolayı ve Kur’an-ın dilini anlamak için öğrenilir. Amaç Kur’an-ın mesajını
hakkıyla anlayıp kavramaktır. Eğer bu anlayışla Arapça öğrenilir ve öğretilirse,
o zaman Araplarda gelip o Arapçayı öğrenmek zorunda kalırlar.
[1] A 'râf, 7/180; el-İsrâ,
17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24
[2] A'râf, 7/180
[3] İsrâ, 1 7/110
[4] Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât
358,
[5] Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57,
[6] Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât
358, (1495); Nesâî, Sehv 57,
[7] Bakara,2\ 163
[8] Âl-i İmrân,3\ 1-3; Ebû Dâvud, Salât 358,
(1496); Tirmizî Daavât 65,
[9] A’raf, 7\
[10] el-A'râf, 7/180; el-İsrâ,
17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24)
[11] A'râf, 7/180
[12] İsrâ, 1 7/110
[13] Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât
358,
[14] Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57,
[15] Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât
358, (1495); Nesâî, Sehv 57,
[16] Bakara,2\ 163
[17] Âl-i İmrân,3\ 1-3; Ebû Dâvud, Salât 358,
(1496); Tirmizî Daavât 65,
[18] Haşr,59/22; Bkz.(1:1) (3:18)
(5:109) (6:124) (7:180)
(8:40) (16:91) (20:8)
(29: 61) (57:5) (65:3) (74:56)
(85:20).
[19] Müslim,
İman 151,
[20] Enam,6/103
[21] Araf,7/74
[22] Müslim fiten bab 5, Hadis
2889, Ebu Davud fiten 1 hadis 4252, Tirmizi fiten Hadis 2203, İbni Mace fiten
hadis 3952.
[23] Haşr,59/22; Bkz: (1:3) (17:110) (19:58) (21:112) (27:30) (36:52) (59:
22-24) (50:33) (55:1) (59:22) (78:38
[24] Müslim,
İmâret 18; Nesâî, Âdâb 1,
[25] Haşr,59/22-24; Bkz. (59:22-24) (1:3) (17:110 (19:58) (21:112) (27:30)
(36:52) (50:33)(55:1) (59:22) (78:38)
[26] Nur,24\
58
[27] Ebû Dâvud, Edeb 141
[28] Ahzab,33/43
[29] Haşr,59/23; Bkz:(59: 22-24)
(20:114)(23:116)(59:23)(62:1) (114:2).
[30] Buharî,
Tevhid 19; Müslim, Sıfatu'l-Münafikun 24; Ebu Dâvud, Sünne 21,
[31] Haşr,59/23;Bkz:(62:1).
[32] Nasr,110\
3
[33] Buhârî,
Ezân 123, 139, Meğâzî 50, Tefsîr, İzâcâe nasrullahi ve'l-Feth; Müslim, Salât
217, (484); Ebû Dâvud, Salât 152, (877); Nesâî, İftitâh 153,
[34] Haşr,59\ 23, Cum’a,62\ 1
[35] Taha,20\12
[36] Haşr,59/23; Bak: (36/58).
[37] Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât
224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,
[38] Haşr,59\ 23
[39] Nisa,4/86
[40] Buhari
1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481
[41] Kuşeyri, et Tahbir fi t Tezkir, s:29
[42] Haşr,59: 22-24). Bak:(41/30) (21/101-103)
(10/62-64
[43] Tirmizî, Cenâiz 11; İbnu Mâce,
Zühd 31
[44] Buhari
1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481
[45] Haşr,59: 22-24
[46] Buhârî,
Rikak 38.
[47] Haşr,59\ 23
[48] Maide,5\48
[49] Haşr,59\ 22-24;Bak.(14: 47) (2:129) (3:6-4-18)
(4:158) (9:40-71) (10:65) (48:7) (59:23)
(58:21) (61:1).
[50] Müslim,
Tevbe 32
[51] Fussilet,41\41
[52] Fatır,35\10
[53] İbni Hacer, münebbihat bab,3; Kuşeyri, et-Tahbir s:32. Hadisi
Beyhakinin rivayet ettiğini Keşf-ül hafa haber verir.
[54] Haşr,59\ 22-24
[55] Buhârî,
Rikâk 44; Müslim, Münâfikûn 30,
[56] Hud,11\59
[57] Kaf,50/45
[58] Haşr,59\22-24
[59] (Bu hadisin uzun olan metnin son
kısmıdır.)Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman
322
[60] Necm,53/17
[61] Haşr,59\24;Bak:(6:102) (13:16)
(39:62)(40:62)
[62] Yusuf,12\ 106
[63] Rezin'in ilavesidir; Taberi 13, 51
[64] Bakara,2\29
[65] Zariyat,51/56
[66]
Haşr,59\24;Bak:(67/3-4)(1:54)(59:24).
[67] Müslim, İman 131, (78); Tirmizî,
Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20,
[68] Haşr,59\24;Bak:(3:6)
[69] Ebû Dâvud, Salât 334, (1414);
Tirmizî, Salât 407, (508); Nesâî, İftitah 71,
[70] Ali-İmran,3\6
[71] Mümin,40\64; Teğabün,64\ 3
[72] Beyine,98\6
[73] Zümer,39\5; Bak:(38:66) (40:42)
(71:10). (20:82).
[74] Buhârî,
Sıfâtu's-Salât 149, Daavât 17, Tevhîd
[75] Nisa,4/147
[76] Bakara,2/182
[77] Nur,24\19
[78] Rad,13/16; Bak: (14:48) (38:65)
(39:4) (40:16).
[79] Tirmizî, Tefsir, Kehf, (3151); İbnu Mâce,
Fiten 33,
[80] Alak,96\16
[81] Araf,7\127
[82] Sad,38\9-35
[83] Müslim,
Birr 55; Tirmizî, Kıyamet 49
[84] Ali İmran 8, Sad 9,35
[85] Ali-İmran,3\8
[86] Müslim, Selâm,154
[87] İnsan,76\8-9
[88] Zariyat,51\58; bak:
(11/6
[89] Tirmizî, Zühd 33
[90] Tirmizî,
Kırâ'ât 1; Ebû Dâvud, Hurûf 1
[91] Zariyat,51\58
[92] Maide,5/112
[93] Hud,11/6
[94] Necm,53\39
[95] Zuhruf,43/32
[96] Araf,7/179
[97] Bakara,2\29
[98] 7\31
[99] Tirmizi, Zühd, 2441, İbni Mace,
Zühd, 4164
[100] İbrahim,14/34
[101] Hadid,57\23
[102] Sebe,34\26).bak: (7/88) (35/12).
[103] Tirmizî,
Salât 234
[104] Sebe,34/26
[105] Bakara,2\ 42
[106] A’raf,7\ 96
[107] İnşirah,94\1
[108] Bakara,2\115) bak:(24: 41)(2:115-158)(3:92) (4:35) (24:41)
(33:40)(35:38) (57:6)
[109] Sâd,38\ 86
[110] Duhan,93\10-15
[111] Duhan,93\ 16
[112] Buharî,
Tefsir, Hamim ed-Duhân (Duhan) 1, İstiskâ 2, 13, Tefsir, Yusuf 4, Rum, Sâd;
Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 39, (2798); Tirmizî, Tefsir, Duhan (3251)
[113] Alak,96\ 4
[114] Maide,5\ 110
[115] Rahman,55\ 2
[116] Bakara,2\ 31
[117] Enbiya,21\ 80
[118] Neml,27\ 16
[119] Zümer,39\ 9
[120] Yusuf,12/76
[121] Bakara,2\245
[122] Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31;
Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu Dâvud, Salât 11,
(435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît 53,
54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47
[123] Bakara,2\245
[124] İsra,17\30
[125] Ebu
Dâvud, Büyû 51, (3451); Tirmizî, Büyû 73, (1314). Tirmizî hadisin sahih
olduğunu söylemiştir.
[126] Bakara,2\ 245
[127] Hud,11\57 bak:12\64
[128] Ebû
Dâvud, Büyû 51
[129] Ali-İmran,3\55
[130] Mümin,40\15
[131] Rad,13\2
[132] Enam,6\165
[133] Nisa,4\185
[134] Mücadele,58\11; bak: 4\158
[135] Ebû Dâvud, Büyû 51
[136] Ali İmran,3\ 55
[137] Mü’min,40\15
[138] Ra’d,13\ 2
[139] En’am,6\165
[140] Nisa,\4185
[141] Ali-İmran,3\26
[142] Nesâî, Tahrim 2
[143] Ali-İmran,3\26
[144] Cinn,72\8
[145] Ali-İmran,3\26
[146] Ebu Davud, Libas 5
[147] Rad,13\9
[148] Bakara,2\127;
bak:(2:137-256) (8:17)
(49:1)
[149] Mücâdele,58\ 1 :Buharî, Tevhid 9; Nesâî, Talâk
33; İbnu Mâce, Talâk 25
[150] Taha,20\46
[151] Taha,20\44
[152] İsra,17\36
[153] Nisa,4\134
[154] Mücadele,58\1
[155] Buharî,
Tevhid 9; Nesâî, Talâk 33, (6, 168); İbnu Mâce, Talâk 25, (2063).]
[156] Bakara,2\110;bak. (3:163) (4:58)
(17:1) (42:11) (42:27) (57:4)
(67:19).
[157] Müslim, İman 293
[158] Hadid,57\4
[159] Mülk,67\ 19
[160] Bakara,22\69
[161] Ebu Dâvud, Edeb 70, (4955);
Nesâî, Kadâ 7
[162] Eníam,6\ 57; Yusuf,12\ 40,67
[163] Maide,5\
50
[164] Ra’d,13\ 41
[165] Kehf,18\ 26
[166] Maide,5\ 50
[167] Maide,5\ 44,45,47
[168] Bakara,2\145
[169] Hud,11\56
[170] Enam,6\115; bak:(5: 8,41) (10:54)(16:90)
[171] Tirmizî, İmân 11
[172] İnfitar82\7
[173] Enam,6\90
[174] Nisa,\
58
[175] Bakara,2\ 282
[176] Hucurat,49\ 9
[177] En’am,6\ 152
[178] Hacc,22\63;bak: (6:103) (22:63) (31:16) (33:34) (67:14)
[179] Tirmizî, Daavât 30, (3415)
[180] Mülk,67\14
[181] Yusuf,12\ 100
[182] Hacc,22\ 63
[183] Lokman,31\16
[184] Bakara,2\233; bk: (2:233-234))
(6:18) (17:30) (31:34) (49:13) (59:18)
(63:11) (67:14).
[185] Lokman,31\ 34; Buhârî, Tefsir, Lokman 2, En'âm
1,İstiska 29.
[186] Haşr,59\18
[187] Haşr,59\18
[188] Bakara,2\225; bak:(2:225)
(2:235) (17:44) (22:59)
(35:41).
[189] Nur,24\ 58
[190] Ebü Dâvud, Edeb 141.
[191] Tevbe,9\114; Hud,11\75; Saffat,37\101; Hud,11\
87
[192] Bakara,2\235
[193] İsra,17\141-144
[194] İbrahim,14\42
[195] Hud,11\75
[196] Fatır,35\45
[197] Bakara,2\255;bak:(42:4) (56:96)
[198] Ebu Dâvud, Salât 154; Tirmizi,
Salât 194, (261).
[199] Hicr,15\ 87
[200] İbn Kesîr,
Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahire, 1373.2:255
[201] Bakara,2\255
[202] Bakara,2\173;bak: (8:69) (16:110)
(41:32) (60:7)
[203] Buhârî, Sıfâtu's-Salât 149, Daavât 17, Tevhîd
[204] Zümer,39\53
[205] Fatır,35\30; bak: (35:34) (42:23)
(64:17).
[206] Ebû Dâvud, Edeb 110,
[207] Fatır,35\29,30
[208] Şura,42\23
[209] Teğabun,64\17
[210] Şura,42\51; bak: (42:51) (2:255) (4:34)
(31:30) (42:4).
[211] Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî,
Tefsir, Sebe, (3221).
[212] Lokman,31\30
[213] Taha,20\68
[214] Ali-İmran,3\139
[215] Fethul-Bari, ibni Hacer 3/220 Darakutni ve
fevaidi Ebi Ya’ladan.
[216] Rad,13\9;bak.(13:9) (22:62)
(31:30) (34:23)
(40:12).
[217] Müslim, Mesâcid 150, (601); Tirmizî, Daavât
137, (3586); Nesâî İftitâh 8,
[218] Müdessir,74\3
[219] Sebe,34\21;bak: (11:57) (34:21) (42:6).
[220] Buharî, ahkâm 51; Müslim, İmâret 12, (1823);
Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harac 8,
[221] Hud,11\57
[222] Hud,11\ 37
[223] Enbiya,21\80
[224] Nisa,4\85
[225] Tirmizî, Ahkâm 8,
[226] Nisa,4\85
[227] Fussilet,41\10
[228] Necm,53\39
[229] Nisa,4\6;bak: (4:86) (33:39).
[230] Tirmizî, Salat 305; Nesâî, Salat 9,
[231] Nisa,4\86
[232] Zilzal,99\8
[233] Ali-İmran,3\173
[234] Rahman,55\27
[235] Tirmizî, Daavât 99,
[236] Rahman,55\27,28)
[237] Neml,27\40;bak:(82:6).
[238] Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât
224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,
[239] Neml,27\ 40
[240] İnfitar,82\6
[241] Nisa,4\1; bak:(5:117).
[242] Haşr,59\18
[243] Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64,
[244] Nisa,4\1
[245] Hud,11\61;bak:(2:186).
[246] Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13,
Müslim,Salâtu'l-Müsâfirin 166, (758); Muvatta, Kur'ân 30, (1, 214); Tirmizî,
Daavât 80, (3493); Ebû Dâvud, Salât 311,
[247] Hud,11\61
[248] Mümin,40\60
[249] Bakara,2\115;bak:(2:261) (2:268) (3:73) (5:54).
[250] Müslim, Cenâiz 85, (963); Tirmizî, Cenâiz 38,
(1025); Nesâî, Cenâiz 77,
[251] Taha,20\98
[252] A’raf,7\156
[253] Bakara,2\ 255
[254] Hud,11\ 45; bak: (2:129) (2:260) (31:27) (46:2) (57:1)(66:2)
(95:8) (10:109).
[255] Mâide,5\118. Nesâî, İftitah 79,
[256] Yasin 2. Ali İmran 58. Yunus 1. Lokman, 2
[257] (Hud,11\90;bak: (85:14)
[258] Tirmizî, Daavât 30,
[259] (Hud,11\ 90
[260] Buruç,85\14
[261] Mücadele,58\ 22
[262] Meryem,19\ 96
[263] Mümtehine,60\ 7
[264] Hud,11\73
[265] Müslim,Salât
65, (405), Kasru's-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû
Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49,
[266] Hud,11\73
[267] Buruç,85\15
[268] Buruç,85\21
[269] Kaf,50\1
[270] Hacc,22\7
[271] Tirmizî, Kader 10
[272] Hacc,22\7
[273] Yasin,36\78-79
[274] Nisa,4\79:bak:(4:166) (22:17)
(41:53) (48:28).
[275] Tirmizî,
Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194,
[276] Nisa,4\33
[277] Nisa,4\79
[278] Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, İst. 1978,s, 67
[279] Tur,52\48
[280] Hacc,22\62;bak:(6:62)
(23:116)(31:30) (18:44) (20:114) (22: 6-62)
(31:30) (71: 25) (43: 86) (57:16) (60:1).
[281] Tirmizî, Vesaya 5, Nesai, Vesaya 5,
[282] Nur,24\25
[283] Sad,38\84
[284] Hacc,22\74
[285] Bakara,2\121
[286] Sad,38\26
[287] Enam,6\141
[288] Hacc,22\78
[289] Müzemmil,73\9;bak: (3:173)(4:171) (28:28) (33:3).
[290] Ebu Dâvud, Akdiye 28,
[291] Yunus,10\22. (29:65) ( 31:32)
[292] İsra,17/2
[293] Ali-İmran,3\173
[294] Enbiya,21\69
[295] Hud,11/66; bak: (22:40)(22:74)
(42:19)(57:25) (58:21)
[296] Kehf,18\
46
[297] Muvatta, Kur'ân 22,
[298] Enfal,8\52
[299] Hud,11\ 66
[300] Hacc,22\40
[301] Zariyat,51\58
[302] Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2941); Ebû Dâvud, Hurûf 1, (3993).
[303] Zariyat,51\58
[304] Nisa,4\45;bak (7:196) (42:28)
(45:19) (3/68)
[305] Buharî, Menakıb 6; Müslim, Fezailu's-Sahabe
189, 190, (2520-2521); Tirmizî, Menakıb, (3945).
[306] Bakara,2\257
[307] Tevbe,9\71
[308] Ali-İmran,3\28
[309] Yunus,10\62
[310] İbrahim,14\1;bak: (14:8)
(31:12) (31:26)
(41:42).
[311] Müslim,Salât 65, (405), Kasru's-Salât
67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981);
Nesâî, Sehv 49,
[312] Buhârî, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69,
(407); Muvatta, Kasru's-Salât 66, (1, 165); Ebû Dâvut, Salât, 183, (979);
Nesâî, Sehv 54,
[313] Buhârî, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406);
Ebû Dâvud, Salât 183, (976);Nesâî, Sehv 51, (3, 47); Tirmizî Vitr,20,
[314] Bakara,2\267, 22:64, 31:26).
[315] Cinn,72\28;bak:(63:94, 36:12, 79:29).
[316] Buhârî, Megâzî, 38, 9, 170, Tevhid 14; Ebu
Dâvud, Cihad 115, (2660, 2661), Cenâiz 16,
[317] Cinn,72\ 28, 63:94, 36:12, 79:29).
[318] Rum,30\27;bak:(10:4) (10:34)
(27:64) (29:19) (85:13).
[319] Buharî, Tefsir 1, Bed'u'l-Halk 1; Nesâî,
Cenâiz 117,
[320] Rum,30\27;bak:(10:4)(10:34) (27:64)(29:19) (85:13).
[321] Buhârî, Enbiya 8, Tefsir, Şuara 1.
[322] Aaraf,7\158; bak:(3:156)
(7:158) (15:23)(30:50)
(57:2).
[323] Nesâî, İftitâh 16,
[324] Rum,30\50; Fussilet,41\ 39
[325] Fussilet,41/39
[326] Rad,13\11
[327] Araf,7\158; bak:(3/156) (15:23)
(57:2).
[328] Tirmizî, Da'avât 38, (3427,
3428); İbnu Mâce, Dua 22, (3892).] [Rezîn ilavesidir.
[329] Rad,13\11
[330] Bakara,2\255;bak:(3:2) (20:111)
(25:58) (40:65).
[331] Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât
358, (1495); Nesâî, Sehv 57,
[332] Bakara,2\255
[333] Bakara,2\255;bak: (3:2)
(20:111).
[334] Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât
358, (1495); Nesâî, Sehv 57,
[335] Taha,20\111
[336] Duha,93\6-7-8
[337] Rezin bu elfazla tahric etmiştir.
Tirmizi'de muhtasar olarak kaydedilmiştir. Sıfatu'l-Kıyâmet 60, (3518).
[338] Duha,93\ 7-8
[339] Hud,11\73
[340] Tirmizî, Edeb 41,
[341] Maide,5\73;bak.(2:163) (5:73)
(9:31) (18:110) (37:4).
[342] Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr
5, (2677); Tirmizî, Daavât 87,
[343] Enbiya,21\22
[344] Bakara,2/163
[345] İhlas,112\1,2
[346] İhlas,112\1-4.
[347] Tirmizî, Tefsir, İhlâs, (3361, 3362).
[348] İhlas,112\2
[349] Enam,6\65;bkz:(36:81) (6:65) (36:81)
(46:33) (75:40) (86:8).
[350] Muvatta, Hacc 127, (1, 372); Müslim, Hacc 147,
(1218); Ebu Dâvud, Menâsik 57, (1908); İbnu Mâce, Menâsik 84,
[351] Ahkaf,46\33
[352] Kehf,18\45
[353] Kehf,18\45;bkz: (54:42-55).
[354] Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Dâvud, Edeb 133,
(5159, 5160); Tirmizî, Birr 30,
[355] Kehf,18\45
[356] Kamer,54\ 55
[357] Furkan,25\23
[358] Buhârî, Teheccüt 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24,
[359] Kaf,50\28
[360] Nuh,71\4
[361] Hacc,22/14
[362] Müslim,
Salâtul-Müsâfirîn 201, (771), Tirmizî, Daavât 32, (3417, 3418, 3419); Ebû
Dâvud, Salât 121, (760); Nesâî, İftitâh 17,
[363] Hadid,57/3
[364] Tirmizî, Daavât 68, (3477); İbnu Mâce, Dua, 2
[365] Hadid,57\3
[366] Hadid,57/3
[367] Yunus,10/ 94
[368] Hadid,57\ 3;Ebu Davud, Edeb 118,
[369] Hadid,57/3
[370] Hadid,57/3
[371] Tirmizi, Daavât 68); İbnu Mâce,
Dua, 2
[372] Hadid,57/3
[373] A’raf,7\ 33; En’am,6\ 120
[374] Hadid,57/3
[375] Tirmizi, Daavât 68); İbnu Mâce,
Dua, 2
[376] Hadid,57/3
[377] A’raf,7\ 33; En’am,6\120
[378] Rad,13\11
[379] Âl-i İmrân,3\ 122
[380] Buharî,
Megâzî 18, Tefsir, Âl-i İmrân 8; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 171,
[381] Rad,13\11
[382] Rad,13\9
[383] Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî,
Tefsir, Sebe, (3221)
[384] Rad,13\9
[385] Bakara,2\255
[386] Tur,52\ 28;bkz: (16:17-18) (52:28) (16:17-18)
[387] Tirmizî,
Sevâbu'l-Kur'ân, 17. 2913(13).
[388] Tur,52\ 28
[389] Meryem,19\
14
[390] Meryem,19\ 32
[391] Nahl,16\4-16
[392] Bakara,2\37; bkz: (2:128) (4:64)
(17/25) (49:12) (110:3)
[393] Nisa,4\145
[394] Buharî,Tefsir, Nisa,4\25.
[395] Bakara,2\37
[396] Secde,32\22;bkz: (43:41) (44:16).
[397] Tirmizî. Daavât 73,
[398] Rum,30\47
[399] Nisa,4/99;bkz. (4:149) (22:60).
[400] Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29,
[401] Nisa,4\149
[402] Ali İmran,3\ 134
[403] Bakara,2\ 178
[404] Tirmizi, Hudud bab 2, ibni Mace
Hudud 5
[405] Zümer,39\53
[406] Ali-İmran,3/30;bkz: (9:117)
(57:9) (59:10)
[407] Nur,24\ 2
[408] Rezîn ilavesidir.
[409] Haşr,59\10
[410] Bu
hadisi bazı farklılıklarla Buhari, Edeb bab 18, Hadis 5628, Müslim, Tevbe bab
4, Hadis 2754, ibni Mace Zühd, bab 35, Hadis 4297’de rivayet edilmiştir.
[411] Bakara 143
[412] Bakara
207
[413] Ali
İmran 30
[414] Nahl 7
[415] Müslim, Selam 154
[416] Ali-İmran,3\26
[417] Buhârî,
Edeb 114; Müslim, Edeb 20, (2143); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4961); Tirmizî Edeb 65,
[418] Ali-İmran,3\26
[419] Rahman,55\27-78
[420] Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât
224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80,
[421] Rahman,55\7-28
[422] Rahman,55\78
[423] Ali-İmran,3\18
[424] Maide,5\ 43
[425] Maide,5\ 50;Ebu Dâvud, Diyât 1,
(4494), Akdiye 10, (3591); Nesâî, Kasâme 7,
[426] Yunus,10\54
[427] Ali-İmran,3\9;bkz:(2:148) (4:140).
[428] Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3152).
[429] Ali-İmran,3\9
[430] Nisa,4\ 140
[431] Bakara,2\263;bkz: (3:97) (39:7)
(47:38) (57:24).
[432] Tirmizî,Tefsir, Kehf, (3152)
[433] Yasin,36\15
[434] Necm,53\ 48
[435] Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048);
Tirmizî, Zühd 27,
[436] Tevbe,9\28
[437] Buharî, Zekat 50, Rikak 20; Müslim, Zekat 124,
(1053); Muvatta, Sadaka 7 , (2, 997); Ebu Davud, Zekat 28, (1644); Tirmizî,
Birr 77, (2025); Nesaî, Zekat 85,
[438] Necm,53\48
[439] Necm,53\ 48
[440] Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048);
Tirmizî, Zühd 27,
[441] Hacc,22\40
[442] Buhârî,
Büyû' 83, Selem 4; Müslim, Müsâkat 15-17 (1555), Büyû 49, 50 (1534-1554);
Muvatta, Büyû 11 (2, 618); Ebu Dâvud, Büyû 23, (3367); İbnu Mâce, Ticaret 61,
[443] Yunus,10\107
[444] Yunus,10\107;bkz: (39:38) (37: 23).
[445] Ebû Dâvud, Akdiye 31 (3635); Tirmizî, Birr 27,
(1941); İbnu Mâce, Ahkâm 17,
[446] Fetih,48\11
[447] Buhârî,
İlm 20; Müslim, Fedail 15
[448] Araf,7\18
[449] Nur,24/35
[450] Hicr,15\ 75;Tirmizî, Tefsir, Hicr, (3125)
[451] Nur,24\35
[452] Zümer,39\69
[453] Enam,6\115
[454] Furkan,25/31;bkz.(1:6) (7:178)
(28:56).
[455] Buhârî,
İlm 20; Müslim, Fedail 15 (2282).
[456] Ra’d,13\ 7
[457] Hacc,22\54
[458] Furkan,25\31
[459] Tekvir,81\27,28)
[460] Enam,6\101; bkz: (2:117)
(6:101)(7:29).
[461] Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât
358, (1495); Nesâî, Sehv 57,
[462] Bakara,2\117
[463] Rahman,55/27
[464] Müslim Fiten 52,
[465] Taha,20\73
[466] Hacc,22\45
[467] İsra,15\23
[468] İhlas,112\1-4
[469] Tirmizî, Tefsir, İhlâs, 3361, 3362
[470] Hicr,15\23
[471] Mümin,40\16
[472] Kehf,18\17
[473] Ebu Davud, Salat 32, (517);
Tirmizi, Salat 153
[474] Enbiya,21\51
[475] Kehf,18\ 66
[476] Kehf,18\ 17
[477] Kehf,18\10
[478] Hud,11\97
[479] Hicr,42\21
[480] Buhari, Edeb 71, Tevhid 3; Müslim,
Sıfatu'l-Münafıkin 49
[481] Tarık,86\17
[482] Nahl,16\61