Namazın  Dili




Salih ÖZBEY


 

 

1. Baskı

Nisan 2007

 

ISBN 978-975-9045-15-9

 

 

Yeşilova Mah. Yeni Camii Sk. No: 32 Z 1

Küçükçekmece / İstanbul

Tel.Fax: 0212 579 21 83

 

 

 

Takdim.. 2

 

GİRİŞ. 3

Kur'an-ı Kerim de Namaz. 3

Sünnette Namaz. 3

Müminlerin Miracı Namaz. 3

Namaz ve Sağlığımız. 3

Namaz Acılara Dayanma Gücü Verir 4

Namazın Faydaları 4

Namazda Yaşadıklarımız. 4

Gelin Hep Beraber Ağlayalım.. 5

 

1.BÖLÜM... 5 NAMAZIN ŞARTLARI. 5

Hadesten Tahâret 5

Abdest 6

Abdest Şöyle Alınır: 6

Teyemmüm.. 6

Teyemmümün Alınışı: 6

Necâsetten Tahâret 6

Setr-i Avret 7

İstikbâl-i Kıble. 7

Vakit 7

Niyet 8

 

2.BÖLÜM... 8 NAMAZIN RÜKÜNLERİ. 8

İftitah Tekbîri 8

Kıyâm.. 9

1-Sübhaneke Okumak. 9

2-İstiaze Okumak. 10

3-Besmele Okuma. 10

Kırâat 11

Fatiha Okumak. 11

Kur’an-ı Kerim Okuma. 11

Rükû' 13

Rükudan Kıyama Kalkmak. 13

Secde. 14

Vitir ve Kunut 14

Vitir ile ilgili hadisler: 14

Kunut 15

Türkçe Okunuşu: 15

Ka'de. 15

Ka'de-i Ula (İlk Oturuş, Tahiyyat) 15

Ka'de-i Ahire (Son Oturuş, Tahiyyat) 15

Salli Duası 16

Barik Duası 16

Rabbena Duası 16

Rabbenağfirli Duası 16

Cum'a Namazı 17

Cum'a Namazının Farz Olmasının Şartları 17

Hutbe. 17

Bayram Namazı 17

Bayram Hutbesi 18

Teşrik Tekbiri 18

Cenâze Namazı 18

Cenaze Namazının Kılınışı 18

Secde-i Sehiv. 19

Secde-i Tilâvet 19

 

Kaynakça. 19

Yazarın Diğer Kitapları 20

 

 

 

 


 

KISALTMALAR

 

 

a.g.e                 Adı geçen eser.

(a.s)                 Aleyhisselâm.

b.                     bin, ibn /oğlu

bint                  kızı

bkz.                 Bakınız.

çev.                  Çeviren

H.                    Hicri

c.                     Cilt, cüz

(c.c)                 Celle Celâlühû

Hz.                  Hazret

Nşr:                 Neşreden

M.                    Milâdî

Mad.                Maddesi,Madde

ö.                  Ölüm tarihi

(r.a)                  Radıyallahû anh

(ranha)             Radıyallahû anha

(rha)                Rahmetullahi aleyh

s.                      Sayfa

Trc.                  Tercüme

v.                     Vefatı,Vefat tarihi

y.y.                  Yüzyıl

vd.                   Ve devamı

Yay.                Yayınevi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Takdim

 

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve Selâm, efendimiz Muhammed (a.s)’in üzerine, onun aile halkının, sahabilerinin ve ona tabi olan mü’minlerin üzerine olsun.

Asıl itibariyle Farça olan “Namaz” kelimesi, Arapça’daki “Salat”’ın karşılığıdır. Dilimize namaz diye çevrilmiş olan salât, sözlük manası itibariyle dua demektir. Terim mânasıyla salât kelimesi dînî metinlerde "dua", "namaz", "rahmet" gibi çeşitli mânalarda kullanılmıştır. Fakat namaz deyince, taharet, kıyam, kıraat, rüku, secde tabirleriyle ifade edilen müslümanlara özgü, belirli zamanlarda, belli şartlar altında, bilinen şekiller ve hareketler çerçevesinde yapılan ibadeti kast ederiz.

İbadet ve dua deyince, belli şekil ve şartlarla sınırlandırılmayan, hangi dinde olursa olsun her insanın ortaya koyacağı tazim ve taabbüd kast edilir. Namaz müslümanlara özgü bir ibadettir. Müslüman ise giriş kapısını kelime-i şehâdetin teşkil ettiği ve en mühim hizmetini namaz teşkil eden kulluğu yerine getirmek akdini yapmış, bu akdin şartlarına teslim olmuş kimse demektir.

Namaz, İslâm'ın sembolü, İslâm dîninin direği, Allah'a takdim edilen kulluğun en yücesidir. Namaz, farz olması hasebiyle, Allah'a kulluğun, yegane kurtuluş senedidir.

Bu kitapta ele aldığım konular ilmihal bilgilerinden öte namazda yaptığımız hareketlerin ve sarf ettiğimiz sözlerin ne anlama geldiğini bilmektir. Yani namaz içinde yaptıklarımızın dilini çözmektir. Amacım bu bilgilerle bir müminin namaza dururken aşk ve şevkle huzur içinde bir ibadet eda edebilmeye katkıda bulunmaktır.

Ayrıca bu kitapta namazın farzlarını kapsayan bir değerlendirmenin üzerinde durmaya çalıştım. Yani namazın sünnetlerinin kaç olduğunu, namazı bozan şeylerin neler olduğunu belirtmekten çok, namazda kullandığımız kelimelerin dilini, sade ve akıcı bir ifadeyle açıklamaya çalıştım.

Kitabın yayınlamasına vesile olan Behram Çelik’e teşekkür eder okuyanlara yararlı olmasını yüce Allah’tan temenni ederim.

 

 

   14-02-2007

Adıyaman\Besni

 Salih ÖZBEY

 

 

 

 

 

 

 


GİRİŞ

 

Kur'an-ı Kerim de Namaz

Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde: “Namazı kılınız…"[1] "Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin."[2] "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır."[3] "Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. İşte doğru din budur."[4] "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır."[5]

 

Sünnette Namaz

Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerden bazıları şunlardır: "İbn Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır."[6]

Hz. Peygamber (a.s), Muaz b. Cebel (r.a)'i Yemen'e gönderirken ona şöyle buyurmuştur: "Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeğe çağır. Allah'ı tanırlarsa, Allah'ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılanlarsa; Allah’ın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur."[7]

Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacip hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir: Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuş: "Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir." Bedevî; "Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah'ın Resulu (a.s) şöyle cevap vermiştir: "Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır". Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur."[8]

Ubâde b. es-Sâmit'in naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurulur: “Kullarına farz kıldığı beş vakit namazı, küçümsemeden hakkını vererek, eksiksiz olarak kılan kimseyi, Allah Teâlâ cennetine sokmaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler için böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar."[9]

Ebû Hureyre (r.a)'ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur: "Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır?" Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.”[10]

Âile içinde kadın ve erkeğin Allâh’a ibâdet ve sâlih ameller işleme husûsunda birbirlerine destek olmalarının önemine dikkat çeken Efendimiz (a.s) bilhassa gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle ifâde etmiştir: “Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.”[11]

 

Müminlerin Miracı Namaz

Hz. Muhammed (a.s.) miraca varıp geriye dönmek istediğinde: "Ey izzet sahibi Rabbim! Yolcu, vatanına dönmek istediğinde, eşine, ahbabına ve dostuna hediye olarak götüreceği bazı şeylere ihtiyaç hisseder" dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (a.s)'e: "Senin ümmetine verilecek hediye namazdır" denildi. Namaz, cismanî miraç ile ruhanî miracı birleştirir. Cismanî miraç, fiillerle; ruhanî miraç ise zikirlerle olur. Ey kul, bu namaz miracına başlamak istediğinde ilk önce temizlen. Çünkü bu makam, kudsî bir makamdır.

Binaenaleyh elbisen ve bedenin temiz olsun. Çünkü sen "Mukaddes Tuvâ vadi"[12] ndesin. (Yani Allah ile konuşacaksın) Yanında da hem melek hem şeytan var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem din hem dünya var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem akıl hem hevâ var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver: Hayra mı şerre mi; doğruluğa mı, yalana mı; hakka mı, batıla mı; akla mı, akılsızlığa mı; kanaate mi hırsa mı... Birbirine zıt huylar ve sıfatlar hususunda da söylenecek olan aynıdır. O halde bu iki taraftan hangisine arkadaş olacağına ve hangisine uyacağına karar ver. Çünkü arkadaşlık ileri dereceye vardığında, ayrılmak imkansızlaşır. Görmüyor musun, Hz. Ebû Bekr Hz. Muhammed (a.s.)'i arkadaş olarak seçti de, dünyada, kabirde, kıyamette ve cennette ondan ayrılmadı. Yine bir köpek Ashâb-ı Kehf'le arkadaş oldu da, hem dünyada, hem ahirette onlardan ayrılmadı. İşte bu sırdan ötürü Cenâb-ı Hakk, "Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun"[13] buyurmuştur.

Sonra temizlendiğinde, her iki elini kaldır; bu iki elini kaldırman dünya ve ahiret âlemine veda etmene işarettir. Binaenaleyh, bu iki âlemden tamamıyla alâkanı kes, kalbini, ruhunu, sırrını, aklını, anlayışını, zikrini ve fikrini Allah'a yönelt de, sonra "Allahu Ekber!" de! Bununla, Allah her türlü varlıktan daha büyük, bilinen her şeyden daha yüce, en büyük ve en aziz, bundan da öteye O, bir şeyin, kendisiyle mukayese edilmekten veya O, en büyüktür denilmekten de büyüktür. Sonra "Allah'ım, seni tenzih eder, hamdinle tespih ederim " de. Bu makamda, sana Celâlin azametinin nuru tecelli eder.

Eğer namazla bu miraca çıkmayı başardığında, bu makamda sana cennet kapılarından bir kapı olan, marifet kapısı açılır. Cennet kapılarından ikincisi zikir kapısıdır. Üçüncü kapı, şükür kapısıdır. Dördüncüsü, recâ (ümit) kapısıdır. Beşinci kapı, havf (korku) kapısıdır. Altıncı kapı, ubûbiyyet ve rubûbiyyet bilgisinden meydana gelen ihlâs kapısıdır. Yedinci kapı, dua ve niyaz kapısıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, “Bana dua ediniz, size icabet edeyim"[14] buyurmuştur. Sekizinci kapı, temiz ve güzel ruhlara uyma, onların nurlarıyla hidayete erme kapısıdır. İşte böyle bir yolla namazın inceliklerine vâkıf olursan, sana cennetin sekiz kapısı da açılır. İşte bu da, namazda meydana gelen miraca işarettir.[15] Her namaz kılışın seni Allah ile buluşturmaya ve cennete mirac etmene araçrtır. Evrende bundan daha büyük bir nimet ve vasıta yoktur. Bu büyük vasıtaya sahip olan biz müminlerin hala sürünmelerine hayret ediyorum.   

 

Namaz ve Sağlığımız

Mü'minlerin mi'racı olan namazın ruh ve vicdanı arındırma hususundaki yüksek değerini din âlimlerimiz anlatmaktadırlar. Burada size yalnızca namazın sağlık yönünden ne kadar faydalı bir ibâdet olduğunu açıklamaya çalışacağım.

Günde 5 vakit namaz kılınır. Bu namazlar, farz, sünnet ve vacipleri ile birlikte 40 rekat eder. Her rekat, bir kıyam, bir rükû, iki secdeden; her iki rekat da bir oturmadan ibarettir. Buna göre bir günlük namazlarda 40 kıyam, 40 rükû', 80 secde, 21 oturma vardır, demektir. Bundan başka 13 defa namaza dururken elleri erkekler için kulaklara, kadınlar için göğse kadar kaldırma ve 13 defa selâm verirken başı sağa ve sola çevirme hareketi vardır.

Kıyamda vücut dimdik durur. Rükûa varırken en çok karın adaleleri, rükûdan kalkarken sırt ve bel adaleleri faaliyete geçer. Aynı zamanda bu harekete destek olmak için, bacak adaleleri tam kasılma hâlindedirler. Bu hareket esnasında kolların da işi vardır. Hele rükû zamanında diz kapaklarına dayanan kolların adalelerinden büyük bir kısmı, hareket eder. Secdede bel, uyluk ve bacak adaleleri faaliyete geçer. Kalça, diz ve ayak mafsalları geniş hareketler yapar. Secdeden, bir yana tutunmadan ayağa kalkmak hareketinde hemen bütün vücut adalelerinin rolü vardır. Oturmada diz üstü oturulur. Bu oturuş, diz mafsallarına son haddine varan bir bükülme sağlar. Bundan başka namazdan çıkarken iki tarafa verilen selâm, boyun adalelerini harekete getirir.

Verdiğimiz açıklamadan anlaşılıyor ki, namaz Müslümanlar için son derece önemli olan bir takım beden hareketlerini sağlamaktadır.

Namazdaki hareketler ağır ağır yapılır, insanı yormaz, genç - ihtiyar, şişman - zayıf herkesin yapabileceği tatlı hareketlerdir. Bu sayede vücut adaleleri gelişir, kuvvetlenir, mafsallar geniş hareketlere alışır.

Namaz kılan insan, bu sayede çevik, kuvvetli olur, çabuk yorulmaz ve bununla birlikte, İslâmiyetin emri gereği yemekte aşırıya gitmezse şişmanlamaz. Şişmanlık, şeker hastalığı ve tansiyon artması gibi birçok hastalıkların en büyük sebeplerinden biridir. Namaz bu suretle insanı bu hastalıklardan da korumaya yarar.

Burada namaz hakkında sağlıklı bir kurala işaret etmek isterim. Namaz mümkün olduğu kadar aç karnına kılınmalıdır ki bu da güç bir şey değildir. Esasen sabah namazı aç karnına kılınır. Kişi öğle namazını, öğle yemeğinden önce kılmaya alışmalıdır. İkindi namazı öğle yemeğinden iki-üç saat sonra kılındığından maksat kendiliğinden sağlanıyor demektir. Akşam namazı da böyle. Ramazanda orucu bozup akşam namazı kılındıktan sonra yemeğe oturmak sünnet-i seniyyedir ki çok sağlıklı bir harekettir. Bu husus halka tavsiye edilmelidir.[16]

 

Namaz Acılara Dayanma Gücü Verir

 Ebû Hüreyre (r.a) buyuruyor ki: "Bir gün karnım çok ağrıyordu. Kıvrılarak yatmakta iken, Peygamber (a.s) Efendimiz beni görüp: “Karnın mı ağrıyor? buyurdu. Cevaben:

Evet, yâ Resûlâllah; dedim. Bana o vakit: “Kalk namaz kıl! Zira namaz kılmak şifa vasıtasıdır,” diye emretti.[17] Peygamberimizin bu tavsiyesinin sebep ve hikmetini, âlimler şu şekilde izah etmektedirler: Nefis, namaz kılmakla meşgul iken duyduğu maddî acıları unutacak, böylece keder ve elemden kurtulacaktır.

Ünlü tabibler vücudun kuvvet ve direncini desteklemek üzere pek çok yolları denerler. Bâzen gıdalarla, bâzan ümitlendirmek ile, bâzan utandırmak veya korkutmak suretiyle insandaki tabiî kuvveti yani, vücudun mukavemet gücünü takviye etmek yoluna giderler.

Namaz kılmak ise, tabiblerin başvurdukları bu gücü artırma ve şiddetlendirme yollarının çoğunu kendisinde toplamıştır. Şöyle ki: Bir kul için namazda bulunduğu sırada korku, dehşet, ümid, sevgi, utanma, âhireti hatırlama gibi insanın tabiî gücünü takviye edecek ve göğsünü genişletip ferahlatacak mânevî tecellilerin meydana geleceğinde ve bu sebeble hastalığın eleminin defedileceğinde şüphe yoktur.

Misâl olarak, Hz. Ali'yi (r.a) gösterebiliriz. Bedeninde meydana gelen yaranın tıp açısından, kesilmesi, açılması gerekiyordu. Halbuki buna imkân bulunamamıştı. Bunun üzerine bizzat kendileri razı oldular. Ve ameliyat sırasında namaza durdular. Tabibler hemen ameliyata başladılar. Hz. Ali'nin ise namazı edâ esnasında aldıkları lezzetten dolayı, yaranın açılmasını bile duymadıkları bilinen sağlam ve mevsuk rivayetlerdendir.

Ebu Eyyûb’el-Ensarî (r.a) evinde iken aile efradına susmalarını emreder, fakat namaza durunca konuşmalarına müsaade buyurur, sebeb olarak da aile ferdlerine: “Ben namazda iken sizin söylediklerinizi işitmem,” derlerdi. Hattâ bir defa namazda iken mescidin duvarı yıkıldığı halde onunla hiç ilgilenmedikleri de sahih rivayetlerdendir.

 

Namazın Faydaları

Namaz kılmanın sayılamayacak kadar çok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

• Kulluk bilincini canlı tutmak,

•Tevhid, risalet ve âhiret inancını sürekli hatırlamak,

• Sürekli  temizlik  (gusül,  abdest,  elbise  ve  mekan temizliği),

• Emredilen   yerlerin   örtülmesi   ve   ahlâkî   hayatın yerleşmesi,

• Toplu yaşama bilinci, sosyal hayat ve yardımlaşma,

• Kısa  süreli  de  olsa  Allah'ın  huzuruna  yükselme (miraç),

• Namazdan elde edilen vecd (manevi tat) ile insan hayatı değişir, (ahlâksızlık ve her türlü kötü işlerden bir müddet de olsa uzaklaşır.)

• Huşu eğitimi (kalp, vücut ve bedende huşu),

• Saygı ve tevazu eğitimi,

• Sabır eğitimi,

• Kur'ân, dua ve zikir eğitimi,

• Üç hareketin önemini kavrama: kıyam, rükû ve secde,

•Namazda Kur'ân okumakla dünya-âhiret birlikteliği sağlanır; namaz kılarken bir kişi ekonomi, toplum, ticaret, psikoloji ya da biyoloji ile igili âyetleri okur, uhrevi bir vecd içinde olduğu hâlde dünyevî sistemini de hatırlar, gözden geçirir,

• Müslümanlar   namazda   kıbleye    dönerek   tevhid Allah'ın birliğinin yanı sıra vahdeti (kendi oluşumlarındaki birlikteliği) de yaşarlar,

• Yeryüzündeki zaman farkı nedeniyle bir an da olsa dünya   ezansız   kalmaz,   çünkü   her   saniye   ezan okunmaktadır,

• Hayatın içinde genel ve özel ibadet vardır, namaz özel ibadeti temsil eder,

• Günlük 24 saat olan zaman diliminin bir bölümünü Allah'a feda edebilme şuuru,

• Bütün Müslümanlar renk, ırk ve soy gibi dünyevi fark ve makamlardan uzak olarak aynı şartlarda yaşamayı öğrenirler (vahdet eğitimi),

• Haftalık zorunlu toplantı cuma namazı ve senede iki defa  sabah  namazından  sonra  cemaatle  kılınması gereken bayram namazlarının da ayrı bir güzelliği vardır,

• İbadetin  merkezi  mescitlerdir,  oradan dalga dalga bütün yeryüzüne kulluk bilinci yayılır,

• Namaz (bedenî) ibadetlerin özüdür.[18]

 

Namazda Yaşadıklarımız

Namazdaki güzelliği her mü'min yaşamaktadır. Namazın coşkusunu Şah Veliyyullah Dehlevi (v. 1176/1762) şöyle izah eder: "Şunu bil ki insan bazen göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir an içinde Allah'ın huzuruna götürülür ve mümkün olan en yakın mesafe ile yüce Allah'ın (arşının eşiğine) kendini yakın bulur, işte tam bu sırada o kişinin bütün ruhunu kaplayan birtakım ilâhi tecelliler meydana getirir. O burada öyle şeyler görür/ hisseder ki insanın konuştuğu dil bunu ifade etmekten âciz kalır. (Bir şimşek hızıyla cereyan edip giden) bu hâl geçip gittikten sonra insan, daha önceki durum ve şartlarına döner. Ancak bu cezbe ve vecd halinin kaybolup gitmesi sebebiyle kendini üzüntü ve ızdırap içinde bulur. Böylece elinden kaçırdığı bu şeyi tekrar bulabilmek için büyük gayret gösterir. Allah'a karşı elde ettiği bu bilgi ve marifet sayesinde bu dünyada sahip olduğu şartlar dahilinde O'nunla beraber olma durumuna ulaşmaya/yükselmeye çalışır. Bu durum, emredilen fiil ve sözler ile hürmet, saygı ve yöneliş/bağlanma ifadesidir..."[19]

Namazın sırlarını ise Muhammed Hamidullah (v.2002) şöyle anlatır: "Bir Müslümanın namaz kılış tarzı, bütün varlıkların muhtelif şekiller altında gerçekleştirdiği çeşitli namaz kılışlarının (dua edişlerinin) bir araya toplanmış şeklinden ibarettir:

1- Akarsular devamlı yıkama ve temizleme halindedirler (Müslümanlar da namazdan önce bazı uzuvlarını yıkamak zorundadırlar).

2- Yıldızlar gökyüzündeki hareketlerini hiç değişmeksizin sürekli tekrar ederler (Müslümanlar da namaz kılarken sürekli aynı hareketleri yaparlar).

3- Dağlar ayakta dikili dururlar (Müslümanların namazı kıyamda/ayakta başlar).

4- Hayvanlar devamlı eğilerek dolaşırlar ve dururlar (Namazda kıyamdan sonra rukûya gidilir).

5- Bitkilerin ağızları kökleridir ve yaşamaları için gerekli olan besinleri kökleri vasıtasıyla çekerler. (Namazda da rukûdan sonra secdeye gidilir)...''[20]

Muhammed Esed'in (v.1992) namazla ilgili bir hatırası ise şöyledir: "Günde birkaç kez namaz için toplanıyorlar ve eğer hava yağmurlu değilse namazlarını açıkta kılıyorlardı. Uzun tek bir safta toplanıyorlar, hareketlerindeki düzen ve uyumla askerlere benziyorlardı; hep birlikte Mekke yönüne döner, birlikte eğilir, sonra kalkar ve birlikte diz çökerek alınları üzerine yere kapanırlardı. İki secde arasında seccadesi üzerinde, yalın ayak, elleri önünde bağlı, dudakları sessizce kıpırdayan ve kapalı gözleriyle derin bir huşu içinde dalıp giden imamın, bütün kalbiyle dua ettiğini görürdünüz; ötekiler, imamlarının işitilmeyen sözlerini izliyor olmalıydılar.

Böylesine içten bir duanın bir takım mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin ediyordu. Bir gün, biraz İngilizce bilen Hacı'ya bu konuyu sordum: "Allah'ın sizden O'na duyduğunuz saygıyı eğilerek, diz üstü oturarak ve yere kapanarak göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? İnsanın sadece kendi içine bakarak, yüreğin sükûneti içinde dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu bedeni hareketlerin hikmeti ne?"

Daha bunları söyler söylemez, pişmanlık duymaya başladım; yaşlı adamın dinî duygularını incitmek istememiştim. Fakat Hacı hiç de gücenmiş görünmüyordu. Dişsiz ağzıyla gülümsedi ve şöyle dedi: "Başka nasıl ibadet edebiliriz ki Allah'a? O, bedeni de, ruhu da birlikte yaratmadı mı? Böyle olunca da insanın ruhuyla olduğu kadar bedeniyle de dua etmesi gerekmez mi? Bakın, biz Müslümanlar duamızı niçin böyle yaparız anlatayım size. Yüzümüzü Kabe'ye, Allah'ın Mekke'deki Beyt-i Haram'ına çeviririz ve biliriz ki, o anda dünyanın neresinde olursa olsun, namaz kılan bütün Müslümanlar, hepsi yüzlerini Kabe'ye çevirmişlerdir; bîr tek vücut gibiyizdir ve düşüncelerimizin merkezi de O' dur. Önce ayakta durarak Kur'an’ı Kerim’den bölümler okuruz, bunu yaparken, okuduğumuz kelâmın, insana hayatta dimdik ayakta kalması, sebat etmesi için verilen Allah Kelâmı olduğu bilinci içindeyizdir.

Sonra 'Allahu Ekber' (Allah en büyük!) deriz; bununla Allah'tan başka kulluk etmeye değer başka hiç kimsenin, hiçbir şeyin olmadığını dile getirir ve bunun apaçık bir gerçek olduğunu bir daha duyar ve bu gerçeğe bir daha tanıklık ederiz.

Sonra o her şeyden yüce olan Allah'a duyduğumuz saygıyı, bu yüceliğin önünde eğilerek gösterir, O'nun gücünü, celâl ve azametini övgüyle anarız. Ve O'nun önünde bir toz zerresinden, yokluktan, hiçlikten başka bir şey olmadığımızı, O'nunsa bizim yüceler yücesi yaratıcımız, ve Rabbimiz olduğunu duyarak alınlarımızın üzerine coşkuyla yerlere kapanırız.

Sonra alınlarımızı yerden kaldırır ve oturup, günahlarımızı bağışlaması, bizi rahmetiyle bağışlaması, doğru yola yöneltmesi, bizi sağlık ve rızkla nimetlendirmesi için dua ederiz, O'nun haberini bize ulaştıran Hz. Muhammed (a.s)'e, ondan önceki peygamberlere, bize, kendimize ve doğru yolu izleyen herkese Allah'ın selâm ve rahmetini dileriz. Bize bu dünyada da, öteki dünyada da iyilik ve güzellik ihsan etmesini niyaz ederiz Allah'tan.

Sonunda da, başımızı sağa ve sola çevirerek, nerede olursa olsun, doğru yolda olan herkese selâm vererek namazdan çıkarız. Peygamberimiz (a.s) böyle namaz kıldı, böyle dua etti ve kendisini izleyenlere de böyle yapmalarını öğretti, bu onların kendilerini isteyerek ve ta yürekten Allah'a teslim edebilmelerini -ki İslâm'ın anlamı da budur- ve onunla da, kendi kaderleriyle de barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak içindir. Şüphesiz yaşlı adam anlatırken aynı sözcükleri kullanmadı, ama hatırlayabildiğim kadarıyla söylediklerinden çıkarılabilecek anlam buna yakındı. Yıllar sonra anladım ki bu yalın açıklamalarıyla, benim İslâm'ı bir din olarak seçmek yolunda herhangi bir eğilim duymadığım o günlerde bile, bir camide ya da işlek caddenin kenarında ne zaman çıplak ayaklarıyla halı ya da hasır bir seccade üzerinde ya da toprakta, ayakta dikilip, elleri birbirine kenetli, başı öne eğik bir adam görsem, alışılmadık bir alçak gönüllülük, tuhaf bir boyun eğme duygusu kıpırdanırdı içimde."[21]

 

Gelin Hep Beraber Ağlayalım..

Hakkını veremeden eda edilen namazlarımıza ağlayalım..

Hakkını veremeden eğilip kalkmalarımıza ve bunlara namaz deyişimize ağlayalım…

Aşıkla mâşuk misali ALLAH (c.c) ile kulun buluşma noktası olan secdelerimizin ve seccadelerimizin hakkını veremeyişimize ağlayalım..

Günde en az beş defa sunulan af piyangosunu kaçırdığımıza ağlayalım..

Her bir namazda bütün günahlarımızdan arınma fırsatını kaçırdığımıza ağlayalım..

Uykunun kollarında gaflet içinde geçen zamanımıza ağlayalım..

Gaflet ile geçirilen ve boşa giden günlerimize ağlayalım..

Her gün onca hadise karşısında ürpermeyen kalplerimize ağlayalım..

Dünyaları yutsa da doymayan nefislerimize teslim oluşumuza ağlayalım.

Kalbim temiz deyip her türlü melaneti işleyip kendimizi avutmamıza ağlayalım..

Üç kuruş sadaka ile cenneti satın almış gibi bir havaya girişimize ağlayalım..

Şeytanın bizi ALLAH (c.c), “Rahimdir affeder” diye diye kandırıp kulluk vazifelerimizi ihmal ettirme tuzağına düşürmesine ağlayalım..

 

 

 

 

 

1.BÖLÜM

 

NAMAZIN ŞARTLARI

 

Namazın şartları: Şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mahiyetinden ayrı olan şeydir.[22]

Namazın şartları ise; abdest alma, avret yerlerini örtme, kıbleye doğru dönme ve vakit gibi dışında olan şeylerdir. Bu şartlar bulunmadan da namaz kılınabilir, fakat geçerli olmaz.

Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaz kılacak kimseden bulunması gereken farzlar olup şunlardır:

1) Hadesten Tahâret

2) Necasetten Tahâret

3) Setr-i Avret

4) İstikbâl-i Kıble

5) Vakit

6) Niyet.

Bunlara, “namazın şartları”da denir.

 

Hadesten Tahâret

Hades: Sonradan meydana gelme; pislik, necâset; abdestin bozulması anlamında fıkhî bir terimdir. Abdest, boy abdesti veya teyemmümle giderilen ve varlığı hükmen kabul edilen pislik. Ayrıca buna "necâset-i hükmiyye" de denir. Namazın altı şartından birincisi hadesten tahârettir.[23]

Hades; hades-i asğar (küçük hades) ve hades-i ekber (büyük hades) diye ikiye ayrılır.

Küçük hades; abdestsizliktir. Büyük hades (hades-i ekber), boy abdestidir; yani guslü gerektiren hallerdir. Bunlar cünüplük, aybaşı (hayız) ve lohusalık halleridir.

Hadesten taharet (temizlenme) su, taş, toprak ve toprak cinsinden olan temizleyici maddelerle ancak olur.[24]

Gusül abdesti şöyle alınır: Önce gözle görülen necaset temizlenir. Sonra namaz abdesti gibi abdest alınır. Daha sonra ağza ve burna üçer defa su verilir. Daha sonra da bedenin hiçbir yeri kuru kalmaksızın bütün beden yıkanır. Ve: “Ya Rabbi! Bedenimin görünür pisliklerinden kendimi temizledim. Sen de görünmez pisliklerden beni temizle ve temizlenen kulların zümresine ilhak eyle” demektir.

Allah Teâla (c.c) insanlara elbiselerini temiz tutmalarını, pislikten arınmalarını ve tertemiz olmalarını teklif etmiş, Resûl-i Ekrem (a.s) bu konuda mü'minlere örnek olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de “Orada tertemiz olmak isteyen kimseler vardır. Allah da tertemiz olanları sever"[25]  hükmü beyan buyurulmuştur. İbn Kesir su ile temizlenmek hususunda aşırı titizlik gösteren ensarın (Medinelilerin) bu ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydeder.[26] Fakat ayetin hükmü umumidir ve temizlik teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s): "Temizlik, imânın yarısıdır”[27] diyerek, müminleri bu hususta uyarmıştır.

Necasetten temizlenmek, herkesin karıdır. Lakin gusül abdesti alarak (cünüplükten) temizlenmek herkesin karı değil ancak Müslümanlara mahsustur.

Her yaratık üzerindeki görünür pislikleri temizleyebilir. Fakat gusül abdesti ancak Kur’an da belirttiği gibi almakla temizlenilir ve bu şekilde ibadet edilmiş olunur.

Görünür pisliklerden temizlenen kişi, insanların içine çıkabilir. Gusül abdesti alan kişi de Yüce Allah’ın huzuruna çıkabilir.

Taharet almadan ve gusül abdesti almadan Yüce Allah’ın kutsal değerlerine yaklaşılamaz ve namaza durulamaz.

Gusül abdestiyle görünür pisliklerden temizlenilir. Namaz abdestiyle de görünmez günahlardan temizlenilir.

Taharet olmadan gusül olmaz. Gusül olmadan da abdest olmaz. Abdest olmadan da namaz olmaz.

 

Abdest

Abdest: İslâm'da bazı ibâdetlerin yerine getirilmesi için yapılan ve bizzat kendisi ibâdet olan temizlenme. Abdest kelimesi Farsça'da su anlamına gelen "âb" ile el anlamına gelen "dest" kelimelerinden oluşmuş birleşik bir isimdir. Arapça karşılığı olan "vudû" kelimesi hadislerde kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de ise temizlik anlamında "tahâret" ve "zekâ" kelimeleri geçmektedir. Vudû' kelimesi güzellik ve temizlik anlamına gelmektedir.[28] Dolayısıyla ibâdete başlanmadan önce insanın iç dünyasını güzelleştirmesi ve dışını da iyice temizlemesi gerekir.

İslâm'da abdestin farziyetine "Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)..."[29] âyeti delâlet etmektedir. Hz. Peygamber (a.s.)'in abdest almadan hiçbir iş yapmadığını görüyoruz.[30]

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez."[31]

“Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiçbir namazı kabul etmez."[32]

Namazdan önce necaset (pislik)ten temizlenip ve temizlendiğine emin olunduktan sonra abdest için paçalar sıvazlanır.

 

Abdest Şöyle Alınır:

Farz, sünnet usûlüne göre ancak şöylece alabiliriz:

Abdeste başlarken şu dua yapılmalıdır:

"Bismillâhilazîm ve'l hamdülillâhi alâ dini'l İslâm."[33]

"Yüce Allah'ın ismini anarak başlarım. Beni İslâm dini ve akidesi üzere yarattığı için hamd ederim."

Abdest almaya niyetlendikten sonra, eûzü besmele çekilerek eller bileklere kadar yıkanır. Parmakta yüzük varsa, kımıldatılır. Yüzüğün altına suyun geçmesi sağlanır.

Uzuvların yıkanması sırasında bizden öncekilerden nakledilen şu duaları okumak abdestin edeplerindendir.

 

a- Mazmaza=Ağıza su verme sırasında:  

"Allah'ım, Kur'ân-ı Kerimi okumada, seni zikretme, sana şükretme ve sana güzel şekilde kulluk etmede yardımını istirham ederim."

 

b- İstinşak = Buruna su verme sırasında:

"Allah'ım, bana Cennetin kokusunu koklat. Cennet nimetlerinden beni rızıklandır."

 

c- Yüzü Yıkama Sırasında:

"Allah'ım, bir kısım yüzlerin ağarıp nurlandığı, bir kısım yüzlerin ise karardığı gün, benim yüzümü nurlandır, ağart."

 

d- Sağ Eli Yıkama Sırasında:

"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sağ elime ver ve hesabımı kolaylaştır."

 

e- Sol Eli Dirseklere Kadar Yıkama Sırasında:

"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sol elimden ve arkamdan verme."

 

Sonra sıra başı meshetmeye gelir.

Kaplama mesh için, eller ıslatılır, küçük parmakla üç parmak uc uca getirilir. Önden başlayarak başın üstü sıvazlanıp arka ve yan taraflarda böylece meshedilir.

 

f- Kulakları Yıkarken:

"Allah'ım, beni hak sözü dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle." denilir ve kulaklar yıkanır.

 

g- Boyuna Mesh Etme Sırasında:

"Allah'ım, boynumu Cehennem ateşinden azad buyur."

 

h- Ayakları Yıkama Sırasında:

"Allah'ım, Sırat köprüsünde ayakların kaydığı günde ayaklarımı kaydırma, sabit eyle..."

Abdest alıp bittikten sonra Rasûlullah (a.s.)'a salavât getirilmeli ve şu dua okunmalıdır: "Allah'ım, beni, tevbe eden ve günahlardan temizlenen kullarından eyle" demektir.

Hz.Peygamber (a.s): “Bir müslüman abdest alıp yüzünü yıkadığında, yüzündeki âzaların işlediği bütün günahları; el ve ayaklarını yıkadığında el ve ayaklarıyla işlediği bütün hata ve günahları, su damlalarıyla beraber akıp gider ve kendisi de tertemiz olur. Hatta kirpik ve tırnak diplerindeki günahlarından eser kalmaz. Âdâp ve erkânına uymak suretiyle abdest alıp kıbleye dönerek: "Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü" diyen bu kul için cennetin kapıları açılmıştır; o, cennet kapılarının dilediğinden içeri girer.”[34]

İşte bu şekilde abdestin dilini konuşarak namaza hazırlanılmış olunur.

 

Teyemmüm

Teyemmüm: Kast etmek, yönelmek manasına gelen teyemmüm, şeriat dilinde su bulunmadığı veya bulunsa da kullanma gücü olmadığı zaman, temiz toprak cinsinden bir şeyle hadesi (abdest almak veya gusül gerektiren hal) gidermek amacıyla yapılan hareketleri dile getirir.[35]

Teyemmüm kitap ve sünnet ile sabittir. Kur'an-ı Kerim'de "Su bulamazsanız temiz yere teyemmüm ediniz"[36] ayeti su bulunmadığı durumlarda teyemmümü öngörür. “Yer bana mescid ve temizleyici kılındı. Binaenaleyh kime namaz vakti gelirse, namazını kılsın."[37]

 

Teyemmümün Alınışı:

1- Niyet. Eli toprağa vururken temizlenmeye ya da namaz tilavet secdesi ve cenaze namazı gibi bir ibadete niyet etmek.

2- Teyemmümü gerektiren bir özürün bulunması.

3- Teyemmüm edilen maddenin temiz bir toprak ya da taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey olması.

4- Yüzü ve kolları kaplarcasına meshetmek.

5- Meshi elin hepsi veya çoğuyla yapmak.

6- Eli toprağa ya da toprak cinsinden bir şeye iki kere vurmak.

7- Teyemmüm edecek kimse kadın ise, abdest almaya ve gusul yapmaya engel olan hayız ve nifas gibi bir hâli bulunmaması.

8- Meshedilecek uzuvlarda meshe engel bir şey varsa, evvela onları gidermek.

 

Necâsetten Tahâret

Necâset: Pislik, kan, sidik ve dışkı gibi pis şey. Ruhsat olmaması halinde namazın sıhhatine engel olan pisliktir. Necaset, temizliğin; necis de temiz olanın zıddıdır. Necis, şer'an pis olan şeyi ifade eder. Hakikî veya hükmî necis için kullanılır. Hakikî necise "habes", hükmî olanına ise "hades" denir. Necis sıfat, neces şekli ise isim olarak kullanılır.[38]

Kan, sidik, dışkı gibi..."Elbiseni de temiz tut" [39] ayeti uyarınca bunları temizlemek farzdır.

Necâset, hakikî ve hükmî olmak üzere ikiye ayrılır. Hakikî necâset, sözlükte kan, sidik ve dışkı gibi gerçek pislik olarak var olan şeyleri; terim olarak ise, namazın sıhhatine engel olan pisliği ifade eder. Hükmî necâset ise, insan bedeninde manevî olarak bulunan abdestsizlik veya cünüplük hâli için kullanılır.

Hafif pisliğin namazda bağışlanan miktarı, bulaştığı yer elbise ise, elbisenin tamamının dörtte biri; kol ve ayak gibi bedenin bir organı ise bulaştığı organın dörtte biridir. Bununla, kaçınılması güç olan, mesleği ve içinde bulunduğu kültür ortamı bakımından temizliğe tam dikkat edemeyen veya hayvancılıkla uğraşanların farkında olmadan karşılaştığı hafif pislikler için kolaylık getirilmiştir.[40]

Necaset: Namaza başlamadan önce ön ve arkadan çıkan veya başka bir şekilde bedene yahut elbiseye bulaşan pisliklerden su veya toprak ile: “Ya Rabbi! Beni rahatsız eden görünür pisliklerden kendimi temizledim. Sen de beni görünmez pisliklerden temizle” demektir.

Necaset, leke, kir, pas vb. pisliklerdir. Bunlardan temizlenmek Müslümanın şiarındandır.

Necaset, kan, leş, domuz ve içkidir. Bunlardan korunmak muminin şiarındandır.

Necaset, kumar, fal, put ve hırsızlıktır. Bunlardan korunmak kamil ahlaktır.

Necaset, yalan, rüşvet, hile, faiz, zina etmektir. Bunlardan korunmak erdemliliktir.

Necaset, aslında ismi ne olursa olsun pis, kötü, çirkin ve fena olan her şeyden taharetlenip (temizlenip) İslam’a girmektir.

Sonuç olarak, zühd makamında olan kimsenin, temizliği, dünyanın helâl ve haramından temizlenmesi şeklinde olur. İhlâs makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı amellerine değer vermeme ile olur. Muhsinler makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı iyiliklere değer vermeme ile olur. Sıddîklar makamında olan kimsenin temizliği de, Allah'tan başka her şeyden temizlenme ile olur.

 

Setr-i Avret

Setr-i Avret: Müslüman erkeklerin ve kadınların değişik ortam ve farklı kişilerin yanında vücutlarının ne şekilde örtülmesi gerektiğini ifade eden bir fıkıh ıstılahıdır. "Setere" fiilinden türeyen "setr", örtmek, kapatmak, "Avret" ise örtünmesi gereken yerler demektir. Setr-ı avret, namazın farzlarından biridir.[41]

Erkeklerin örtülmesi gereken uzuvları göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamberin şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır."[42] Diz kapağı avret yerindendir.[43]

Kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise bir fitne korkusu bulunmadıkça namazda da namaz dışında da avret değildir. Sağlam görüşe göre, ayaklar da avret sayılmaz. Çünkü ayaklarla yolda yürünür ve yoksullar için bunları örtme zorluğu vardır. Yine sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da örtülmelidir. “Kadınlar kendiliğinden görünen yerler dışında, zînetlerini göstermesinler”[44] ayetinde kastedilen, zinetlerin takıldığı yerler olup, eller ve yüz bundan müstesnadır. Hadiste şöyle buyurulur: "Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker."[45]  Hz. Âişe (r.anhâ)'dan nakledilen; "Allah Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez"[46] hadisi saçları da kapsamına alır.

Her insanın doğasında var olan avret mahalini örtmek namazdan önce müslümanın temel görevlerindendir.                                        

Örtünürken: “Ya Rabbi! Ben ayıp yerlerimi örttüm. Sende ayıplarımı ört” demektir.

Setri avret, erkekler için en az diz kapağından göbek arası, bayanlar için el, yüz ve ayak hariç her tarafını öretmek, namazın şartlarındandır.

Örtü, fıtratın bir gereğidir. Çünkü dünyadaki her şeyin kendini koruması ve etrafındaki varlıkları rahatsız etmemek için doğal olarak örtünür.

Örtü, mahrem yerlerini örtmek için bir zinettir. Zinet, yaratılmışların fıtratlarını teşhir etmemek için edeple örtündükleri süse denir.

Örneğin; karpuzun özünü kaybetmemek için kabukla örtünmesi gibi.

-Güneşin her gün, gün batımında balçıkla örtünmesi gibi. Eğer güneş, her gün batımında balçıkla örtünmezse, ertesi gün her yaratık güneşten fayda yerine zarar görür.

-Eğer limon kabuksuz dalından insanlara takdim edilirse, kesinlikle fayda yerine zarar verir. Çünkü limonun özünü koruyan üzerindeki örtü olan kabuktur. Ve kabuklu olarak örtü haliyle hem varlığına güzellik katıyor hem de yiyenlere fayda veriyor.

 

İstikbâl-i Kıble

Kıble: Arapça'da yön ve yönelme demektir. İslam'da müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe yönünü dile getirir.[47]

Hz. Muhammed (a.s) Mekke'de Kâbe'ye doğru, Kâbe'yi araya alarak ya da doğrudan Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılıyordu. Hicretten sonra Medine'de yaklaşık on yedi ay yine Beytü'l-Makdis'e doğru durarak namaz kıldı. Ancak;

"Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu görüyoruz. Elbette seni hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescidü'l-Haram tarafına çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi o yöne çevirin..."[48] âyetinin gelişinden sonra kıble Kâbe'ye çevrildi.

İstikbâl-i Kıble: Namazı, kıble denilen Mekke'de bulunan Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek suretiyle kılmak demektir.

Namaza durmadan önce Yüce Allah’ın kendisine yönelme yönü olarak belirlediği ve bütün Meleklerin kıblesi “Beytü'l-Ma'mûru”[49] ve Müslümanların kıblesi olan “Beytü'l-Ma'mûru” yani Kabe’ye yönelmeleri namazın şartındandır.

Kıble, sadece Mekke-i Mükerreme'deki taş binadan ibâret değildir. Şeriata göre kıble, Kâbe'nin üstünden ta Arş'a, altından ise Ferşe kadar uzanan nuranî bir sütun, direktir. Bu sebeble kişi ister uçağın içinde Kâbe'nin üstünde olsun, isterse yerin karnında Kâbe'nin altında bulunsun, bu nuranî sütuna yönelerek namazını kılar. İstikbâl-i kıble şartını böylece yerine getirmiş olur.

Kıble’ye yönelirken: “Ya Rabbi! Ben yönümü ve yüzümü Kıble’ne yönelttim. Sen de dünyada ve ahirette yüzümü kara çıkarma” demektir.

Kıble; yönünü ve yüzünü Cenab-ı Hakk’ın evine doğru çevirmektir.

Kıble, dörttür. Dördü de haktır. Fakat Kabe’ye doğru dönmenin sebebi “Beyt-i Mamur”dur.

“Beytü'l-Ma'mûru”; melekler tarafından tavaf edilen yerden arşa uzanan dünyanın görünmez bir direği ve tek merkezidir. Onun için dünyanın her yerinde oraya yönelmek, dönmek farzdır.

“Beyt-i Haram”; Hz.Adem (a.s) döneminde inşa edilen ve Hz. İbrahim (a.s) zamanında tekrar keşfedilen, en son Hz.Muhammed (a.s) tarafından yeniden eski kutsallığına iade edilen ve Suudiarabistan’ın Mekke şehrinde bulunan Yüce Allah’ın evi diye tanımlanır.

İşte burası Kabe’dir. Dünyanın her yerinde ve her renkten Müslümanların ziyaret yeri ve namazlarda yönelme merkezidir.

Her namaz için Kıble’ye döndüğümüzde “Kiramen Katibin” olan sağımızdaki iyilikleri yazan, solumuzdaki ise kötülükleri yazan melekleri düşünerek, karşımıza Kabe’nin olduğunu düşünerek Allah’ın huzurunda durmamız gerek.

Müslümanların namaz kılarken yeryüzünde mâbedlerin en eskisi ve en mukaddesi olan Kâ'be'ye yönelmeleri; aralarında birlik ruhunu canlı tutmak, gönülleri müşterek bir ibâdetin İlâhî neşvesi ve nuruyla aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır. Aynı kıbleye yönelerek ibâdet etmek, aynı zamanda dil, renk, ırk farkını ortadan kaldırarak, tam bir sevgi ve cihanşümûl bir kardeşliğin tesîsine de vesîledir.

 

 

Vakit

Vakit: Arapça "vekate-yekıtu" fiilinden "vakt" mastarı vakit koymak, vakit tayin etmek demektir. Vakt bir isim olarak vakit, zaman, süreç anlamına gelir. Çoğulu "evkât" tır.[50]

Vakit bazı ibadetlerin yükümlünün üzerine farz olması için bir sebeptir. Vakit girmedikçe farz da meydana gelmez. Mesela Ramazan ayının girmesi orucun farz olmasına sebeptir. Hadiste, "Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz, Şevval hilâlini görünce de oruç yeyiniz"[51] buyurulur. Diğer yandan Kur'ân-ı Kerîm'de; "Sizden kim Ramazan ayına yetişirse, onu oruçlu geçirsin"[52] buyurularak, farz olan orucun vakti belirlenmiştir.

Hz.Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber (a.s)'e beş vakit farz namazların başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir: "Câbir (r.a)'ten rivayete göre şöyle demiştir: "Cebrail (a.s) Allah elçisine gelerek "Kalk namaz kıl" demiştir. Hz. Peygamber güneş tepe noktasından batıya meylettiği zaman öğle namazı kılmıştır.

Sonra Cebrâil (a.s) yine ikindi vaktinde gelerek, namaz kılmasını istemiş, Rasûlüllah (a.s) kalkıp ikindi namazını kalmıştır.

Sonra akşam vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de güneş batınca akşam namazını kılmıştır.

 Sonra yatsı vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş ve Hz. Peygamber aydınlık kaybolunca yatsı namazını kılmıştır.

Sonra Cebrâil (a.s) sabah vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de fecr-i sadığın hemen ardından sabah namazını kılmıştır.

Sonra ertesi gün öğle vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber, her şeyin gölgesi bir misli uzadığı bir sırada öğle namazını kılmıştır.

Sonra ikindi vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, o da ikindi namazını her şeyin gölgesini iki katına uzadığı bir sırada kılmıştır.

Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve önceki günün vaktinde kıldırdı.

Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı geçtikten sonra veya gecenin üçte biri geçtikten sonra geldi ve Hz. Peygamber yatsı namazını kıldı.

Sonra ortalık iyice aydınlanınca geldi ve namaz kılmasını söyledi. O da sabah namazını kıldı.

Sonra Cebrâil (a.s) şöyle dedi: "Bu iki vaktin arası sabah vaktidir."[53]

 Buhâri; bu hadisin namazların vakitleri konusunda en sağlam hadis olduğunu söylemiştir. Hadis, akşam namazı dışındaki namazların iki vakti olduğuna, başka bir deyimle iki vakit arasında kılınabileceğine delâlet etmektedir.[54]

Vakit, her ibadet için öncelikle şarttır. Çünkü vakti gelmeden önce yapılan ibadetlerin ve kılınan namazların, farzı eksik olduğundan dolayı makbul değildir.

Her namazın vakti Allah ile randevusu belirlenmiş andır.

Her namaz vakti için: “Ya Rabbi! Bu saatte beni huzuruna namaz kılmaya çağırdın. Tam randevulaştığımız saatte hiç vakit geçirmeden işte şimdi huzurundayım ve rahmetini diliyorum” demektir.

Vakit, nakit değil zamandır. Eğer gelip çatan vakti iyi değerlendirmezsek elimizden uçup gider. Bir daha o vakti geri getirmemiz ve ele geçirmemiz mümkün değildir.

Eğer vakit nakit olsaydı; cüzdanımıza koyar, istediğimiz zaman, istediğimiz kadar çıkarıp harcardık. Böyle bir şey maalesef mümkün değildir. O zaman her vakti gelen ibadet ve namaz için: “İşte bu benim son namazın olabilir.” O halde bu namazın hakkını vererek kılmam lazım” demeliyiz.

 

Niyet

Niyet: Azim, kasıt, kesin irade; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında bir fıkhi terimdir. Çoğulu "niyyât"dır.[55]

Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyurulur: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir."[56] 

İmam Şâfiî ve diğer bazı âlimler, bu hadisin İslam'ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî'nin; fıkhın yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğunu söylediği nakledilir.[57]

Ebu Dâvud şöyle demiştir: "Hz. Peygamberden beşyüz bin hadis yazdım. Bunlardan hükümler konusunda dörtbin sekizyüz hadis seçtim. Zühd ve takvâya dair hadislere gelince; onları kitabıma almadım. Bir kimseye bunlardan dini için aşağıdaki dört tanesi yeter: 1) Ameller niyetlere göredir. 2) Helâl ve haram açıklanmıştır. 3) Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması müslümanlığının güzelliğindendir. 4) Sizden biriniz, kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz hadisleridir."[58]

Bazen niyet amelin de önüne geçer. Çeşitli sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir kazandırır. Zeyd b. Sabit (r.a)'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir"[59] ayeti inince, Allah Elçisi bunu yazmamı istedi. Tam bu sırada bir a'ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; "Ey Allah'ın Resulü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak aynı ayetin devamında; "Özürsüz olarak (savaşa katılmayıp oturanlar)" istisnasını indirdi."[60]

Buna göre özürleri sebebiyle savaşa katılamayanlar sırf niyetleri yüzünden savaşa katılanların ecrini almaktadır.

İslam'da yapılan amellerin değeri niyete göre belirlendiği için, niyetin önemli bir yeri vardır.

Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, o işin ne için yapıldığını düşünmek bilmek demektir. Namaz hususunda niyet ise, sırf Allah rızası için namaz kılmayı dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz olduğunu bilmek, içinden geçirmek demektir.

Niyet kulun yaptığı bütün amelleri niçin yaptığını ve ne yapmak istediğinin sembolüdür. Nasıl ki, ‘imansız amel olmaz’ aynı şekilde niyetsiz ibadet ve niyetsiz namaz da olmaz.

O halde her namaz için: “Ya Rabbi! Bu namazımdan maksadım, kime kimseye değil sadece Senin rızanı kazanmak için” demektir.

Niyet, bedeni ortaya koyup dağınık düşünceleri tek noktada toplamaktır.

Niyet, neyi, kimin için yaptığının bilincine kendini konsantre etmektir.

Niyet, ‘desinler’ ‘görsünler’ diye değil sadece Allah rızası için hazır olmaktır.

Niyet, her ne kadar biz O’nu görmüyorsak da O’nun bizi gördüğünü ve gözettiğinin düşüncesini sürekli canlı tutmaktır.

Niyet, yapılan işin bir yük olduğu ve “bir an önce o yükü sırtımdan indireyim” mantığını değil yapılan işin bir emir ve ibadet olduğunu kavramaktır.

Sonuç olarak, bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.

Niyet öyle bir özelliğe sahiptir ki, âdetleri, ibadete çeviren bir ilaç ve bir mayadır.

Yine niyet ölü olan şeyleri ihya eden, hayatı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve yine, niyette öyle bir özellik vardır ki, günahı sevaba ve sevabı günaha dönüştürür.. Demek ki, niyet bir ruhtur. [61]

 

 

 

2.BÖLÜM

 

NAMAZIN RÜKÜNLERİ

 

Rükün: Bir şeyi oluşturan asıl parçalardan her biri; direk, dayanak, maddî ve mânevî destek; bir ibadet veya muamelenin varlığı kendisine bağlı bulunan ve onun esas unsur ve parçalarını teşkil eden temeller. Çoğulu "erkân" ve "erkün" gelir.[62]

Namazın rükünleri, yani, içindeki farzları şunlardır:

1 - İftitah tekbiri

2 - Kıyam

3 - Kırâat

4 - Rükû'

5 - Sücûd

6 - Ka'de-i âhire

 

 

 

 

İftitah Tekbîri

Tekbir: Büyütmek, ululamak, büyük görmek, ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ demek. "Kebure" kökünden "tef'îl" babında bir mastardır. Bütün namazlara giriş "Tekbir" ile olduğu gibi, namaz rükünlerinin ayrılması tekbir cümlesi ile olur. Bayram veya cenaze namazlarında ilâve tekbirler, teşrik tekbirleri de Allah'ın yüceliğinin anıldığı diğer tekbir çeşitleridir: Buna göre tekbir hüküm olarak farz, vacip, sünnet veya nafile olarak tekrarlanan "övgü ve senâ" cümlesidir.[63]

İftitah Tekbiri: Namazın farzlarından biridir. Namaza bu tekbirle başlandığı için "iftitah tekbiri" denmiştir. Namaz içinde bazı şeylerin yapılması bu tekbirle haram kılındığı için buna,"tahrim[64] tekbiri", "tekbiretü'l-ihram" da denilir.

Hz. Peygamber (a.s) ilk gelen vahiyle Cenab-ı Hakkı ululama, O'nu her şeyin üstünde tutma, en yüce varlık olarak kabul etme konusunda senâda bulunmakla emrolunmuştur. Rivâyete göre, Hz. Peygamber'e (a.s) ilk vahiy olarak Hira dağında Alâk suresinin ilk ayetleri inmiştir. "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı, oku, Rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir.”[65]

Bütün namazlarda iftitah (başlama) tekbiri farzdır. Çünkü Allah Teâlâ "Rabbini yücelt"[66] buyurmuş, Hz. Peygamber (a.s) de namazın tekbirle başlanması gerektiğini çeşitli hadislerinde belirtmiştir.[67]

Diğer yandan namazlarda rükûya eğilirken ve secdelere eğilip kalkarken veya oturuştan sonra ayağa kalkarken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilmesi sünnettir. Abdullah b. Mes'ud (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in her kalkış ve eğilişlerinde, kıyam ve oturuşlarında tekbir getirdiğini gördüm."[68]  Bu duruma göre günlük beş vakit kılınan 17 rekat farz namazda 94 defa, 20 rekâtlık sünnet namazlarda 110 defa, vitir namazında da 17 defa olmak üzere toplam 281, buna kunut tekbiri de eklenince 282 defa ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilmektedir. Ezan ve kametlerle birlikte bu sayı 342'ye ulaşır. Namazdan sonraki tesbihlerde de 33 x 5 = 165 defa ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denildiği düşünülürse sayı 507 olur. Kuşluk, evvâbîn, teheccüd, cenaze ve bayram namazlarındaki tekbirlerle, kurban bayramında tekrarlanan "teşrîk tekbirleri" bunun dışındadır.

Namaza ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ tekbiriyle girilir. Çünkü Yüce Allah’ı en güzel anlatan bu isimdir.      

Allahü'l-azîm Tebârekâllah, Elhamdülillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahümme, Allah.. Bismillâh, Estağfirullah, Eûzü billâh, İnnâ lillâh, v.s. gibi ifadelerle ise namaza başlanılmaz. Çünkü bu ifadelerde ta'zim mânâsı yoktur. Bunlar birer duâ kelimesidir.[69]

Hz. Vail b. Hücr (r.a)'den: Hz.Peygamber (a.s) ellerini  kulaklarının yumuşağına değin kaldırdı.[70]

Süfyan b. Uyayne dedi ki: Bize Hammâd, ona da İbrahim en-Neheî buna da A'l'kama ile Esved, bu ikisine İbn Mesûd (r.a) haber verdi, “Allah'ın Elçisi (a.s) yalnız, namaza başlarken ellerini kaldırır, bunun dışında böyle bir şey yapmazdı.”[71]

Ebu Humeyd (r.a)’den: “Rasûlullah (a.s) namaza kalktığında kıbleye yönelir, ellerini kaldırır ve: ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ derdi.[72]

Her namaz içinde altı (6) defa bu ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ tekbiri alınır.

Birincisi: Namaza başlarken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilir.

İkincisi: Rukua inerken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’denilir.

Üçüncüsü: Secdeye gideken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilir.

Dördüncüsü: Secdeden kalkarken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilir.

Beşincisi: Tekrar secdeye giderken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Alla’hu Ekber’ denilir.

Altıncısı: Kıyama kalkarken ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilir.

Her ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ tekbiri aldığımızda: “Ya Rabbi! Senden başka Ekber (büyüklerden daha büyük) kimse yoktur. Çünkü Sen herkesten ve her şeyden daha öte ve daha yücesin, büyüksün” demektir.

Tekbir, ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ huzurunda saygı duruşuna geçtiğinin kim olduğunu haykırmaktır.

Tekbir, kulun kimliği ile Yüce Allah’ın kim olduğunu anımsatan ifadedir.

Tekbir, çokların kalabalığından tek olana yönelmenin haykırışıdır.

Tekbir, birler, ikiler, üçler vs. isteklerden sıyrılıp tek olan birinin huzurunda bulunmanın mutluluğun çağrısıdır.

Tekbir, dünyada herkese herşey denilebilir fakat hiçbir kimseye ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilemez. Çünkü ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’in sahibi sadece ve sadece Allah’u Azim’üş-Şandır.

 

Kıyâm

Kıyâm (Namazda): Ayakta durmak, ayağa kalkmak, namazın rükünlerinden birisidir.[73]

Farz namazlarında, ayakta durabilen için kıyam farz; adak ve sabah namazının sünneti gibi bazı namazlarda vacip hükmündedir. Nâfile namazlarda ise bazı ruhsatlar vardır.

Namazın ayakta kılınacağına dair Kur'an ve sünnette delil vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Gönülden boyun eğerek, Allah'ın huzuruna durun"[74] buyurulur.

İmran b. Husayn (r.a)'den rivâyete göre, Hz Peygamber, namazın kılınış şekliyle ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir: "Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üstüne yatarak kıl". Nesâî'de Hadis-i şerife şu ilâve vardır: "Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez." [75]

Vâil b. Hücr (r.a)’den yapılan rivayette, Hz. Peygamber (a.s) Efendimiz: “Kıyamda sağ elini sol elinin ayası üzerine, bileğinin iç kısmını, sol bileğinin üst kısmına koyardı.”[76]

Hz.Ali (r.a)’den yapılan rivayette, şöyle demiştir: “Namazda sağ elini sol elinin üzerine koyup göbek altında bağlamak sünnettir.”[77]

Kadınlar da halka etmeksizin sağ elleri göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine koymaları sünnettir.[78]

Kıyam, ayakta durmaktır. Yani yüce Allah’ın huzurunda hazırol vaziyetine geçmektir.

Her kıyam, insan ile Allah arasında, amir ile memurun ötesinde Yaratan ile yaratılmışın karşı karşıya gelmesidir.

O zaman kıyamda dururken: “Ya Rabbi! Sen beni yoktan var ettin. İşte huzuruna geldim. Bütün emirlerine amadeyim” demektir.

Kıyam, esas duruştur. Esas duruş; insanın ruhen ve bedenen olgunluğunu gösterir.

Kıyam, Alemlerin Rabbinin huzurunda saygı duruşuna geçmektir.

Kıyam, verenin verdiğine ve daha vereceğine karşı minnet duyarak esas duruşa geçmesidir.

Kıyam, saygıyı hak eden hak sahibi olana, Cenab-ı  Hakka hak ettiği saygıyı göstermektir.

Kıyam, kula verdiği nimetlere karşı hiçbir maddi beklentiye muhtaç olmayan Zat-ı zül Celal’e karşı el pençe durmaktır.

Kıyam, şahinşahların ve padişahların padişahının karşısında durmaktır.

Kıyam, bütün yaratılmışlardan yüz çevirip Yüce Yaratıcının divanında hazır bulunmaktır.

Kıyamda dururken; Sübhaneke, Euzu ve Besmele okumak gerek. Çünkü bunlar, duadır. Kur’an yani kıraat okumadan önce bu dualarla giriş yapılır. Bu dualar şunlardır:

1-Sübhaneke Okumak

Tekbir ile başlayan namaz, Sübhaneke duasıyla devam eder. Sübhaneke, sure ve ayet değil, bir duadır.

Namazda kimin huzurunda durduğumuzun ifadesi olan Sübhaneke duasıyla: Ey Allahım! Seni noksanlıklardan tenzîh eder. Ve Sana hamd ederim. Senin ismin tebarıktır. Ve senin şânın her şeyin üstündedir. (En yüce övgüler Sanadır.) Ve Senden başka ilâh yokdur demektir.

 

Arapçası:

سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَ بِحَمْدِكَ * وَ تَبَارَكَ اسْمُكَ وَ تَعَالَى جَدُّكَ * وَ جَلَّ ثَنَاؤُكَ * وَ لاَ اِلَهَ غَيْرُكَ

Kelime Kelime:

سُبْحَانَكَ  Seni noksanlıklardan tenzîh eder اللَّهُمّ َ Allahım! وَ ve بِحَمْدِكَ Sana hamd ederim * وَ تَبَارَكَ  tebarıktır اسْمُك َ Senin ismin وَ  Ve تَعَالَى her şeyin üstündedir جَدُّك َ senin şânın * وَ جَلَّ En yüce ثَنَاؤُكَ övgüler Sanadır * وَ Ve لاَ yoktur اِلَهَ ilâh غَيْرُكَ Senden başka

Türkçe yazılışı:

“Sübhanekellahümme ve bihamdik. Ve tebârakesmük. Ve tealâ ceddük. (Ve celle senâük.)[79] Velâ ilâhe ğayrük."

Meali:

“Ey Allahım! Seni noksanlıklardan tenzîh eder. Ve Sana hamd ederim. Senin ismin tebarıktır. Ve senin şânın her şeyin üstündedir. (En yüce övgüler Sanadır.) Ve Senden başka ilâh yoktur.”

Hak sahibine hakkını vermek gerekir. Çünkü hakka en layık olan Cenab-ı Hakk’ın ta kendisidr.

İşte Sübhaneke Yüce Allah’ı sena etmenin bir duasıdır.

Tekbir namaza giriştir.

Sübhake senadır.

İstiaze şeytandan korunmaktır.

Besmele başlangıçtır.

Fatiha açılıştır.

Kıraat Allah ile kelam etmektir.

***

Tekbir Allah’ı birlemektir.

Sübhaneke Allah’ı övmektir.

İstiaze Yüce Allah’a sığınmaktır.

Besmele Allah ile başlamaktır.

Fatiha yürek kapısını Allah’a açmaktır.

Kıraat Yüce Allah ile bire bir konuşmaktır.

 

 

2-İstiaze Okumak

İstiâze: Herhangi bir işe başlarken: "Euzü billahi mine'ş-Şeytani'r-racîm", yani; "Kovulmuş (iyilikten uzaklaştırılarak, lânetlenmiş) olan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" cümlesini söylemektir.[80]

Bir imtihan yeri olan bu dünya hayatında insanın en büyük düşmanı şeytandır. O, insanı aldatmak, doğru yoldan saptırmakla görevlidir. Bu görevini gerçekleştirmek için de gizli-açık bir çok yola başvurur. Bu nedenle inanan kişi, şeytanın oyunlarına karşı daima uyanık olmalı, aklını kullanarak peygamberlerin gösterdiği yoldan gitmelidir. Bunun yanı sıra insana yaraşan daima Rabbına sığınması, koruyucusunun O olduğunu bilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kur'an okumak istediğin zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın."[81]

Hz. Peygamber'in istiâze duasını okuduğuna dair pek çok hadis nakledilmiştir."Kovulmuş, taşlanmış şeytandan Allah'a sığırınım" duası, bazı rivayetlerde "... her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığırınım" ilâvesiyle nakledilmiştir.[82]

Hz. Peygamber (a.s)'in dualarında, insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve ahirette zillete düşürecek birçok konularda Allah'a sığındığını görmekteyiz. O'nun cehennemden; cehennem ateşinden; kabir fitnesinden; her şeyin ve her canlının şerrinden, nefsinin şerrinden; yoksulluk ve borcun galebe çalmasından; tembellikten, küfürden, kötü ahlâk, iş ve heveslerden; kederden ve çok yaşlılıktan; yangın ve sel felâketinden Allah'a sığınması bunlar arasında sayılabilir. [83]

Yüce Allah’a hamd ve senadan sonra, şerlilerin başı olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak için: “Ya Rabbi! (Rahmetinden) kovulmuş şeytanın şerrinden Sana sığınıyorum” demektir. 

 

Arapçası:

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

 

Kelime Kelime:

اَعُوذُ sığınırım بِاللهِ Allah’a مِنَ الشَّيْطَانِ şeytanın şerrinden الرَّجِيمِ Kovulmuş

Türkçe yazılışı:

“Euzubillahimineşşeytanirracim.”

Meali:

“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”

Görünmez düşman olan şeytanın şerrinden ancak ondan daha güçlü ve büyük birine sığınarak insan emniyete kavuşabilir.

Her işimize burnunu sokan şeytan kıldığımız namaza burnunu sokmaması için “İstiaze” her namazın girişinde bir defa söylenir.

Bu istiazeyi söylemekle: “Ya Rabbi! Namazımı şeytanın şerrinden uzak tut. Çünkü şeytanın karıştığı her iş hayır olmaktan çıkar. Senin huzuruna şeytanın olmayacağı bir amel ile gelmek istiyorum” demektir.

İstiaze, şeytan ve dostlarının entrikalarından Yüce Allah’a sığınmaktır.

İstaze, şeytan ve onun karıştırdığı bütün entrikaları Yüce Allah’a havale etmektir.

İstiaze, kirlenmiş her şeyden silkinip bağışlayan Yüce Allah’a yönelmektir.    

 

 

3-Besmele Okuma

Besmele: "Bismi'llâhi'r-rahmâni'rrahîm" sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet'ten önce Araplar, herhangi bir işe başlarken, bağlı bulundukları ilâhlarının adlarını anarak başlarlar, meselâ, Bismi'l-Lat (Lat'ın ismiyle), Bismi'l-Uzza (Uzza'nın ismiyle) derlerdi. Her kavimde buna benzer sözlerin kullanıldığı ve meselâ bir hizmetlinin, âmirinin verdiği bir emri yerine getirirken, "Bunu falanın adına yapıyorum" demesi âdettendir.[84]

Resulullah (a.s.), İslâm dinini tebliğ etmeğe başladıktan sonra, cahiliye Arapları'nın kullandığı sözü değiştirmiş ve, "Ey Allah'ım, senin adınla" anlamına gelen, "Bismike Allahümme" ve "Allah'ın adıyla" anlamına gelen, "Bismillahi" sözlerini kullanmıştır. Ancak Kur'an-ı Kerîm'de Neml suresinin otuzuncu ayeti nazil olduktan sonra besmele son şeklini almıştır. Bu ayette Süleyman (a.s.) tarafından yazılan bir mektup söz konusudur. Mektupta "Bu mektup Süleymandan'dır ve Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır." denilmektedir. Kısaca besmele dediğimiz ve "Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla" anlamına gelen Bismi'llahi'r-Rahmani'r-Rahim'in Kur'an-ı Kerîm'den[85] bir ayet, yahut bir ayetin bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır.[86]

Arapçası:

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

Kelime Kelime:

بِسْـمِ adıyla başlarım ٱللهِ Allah’ın  ٱلرَّحْمٰن ِ Rahman ٱلرَّحِيمِ Rahim olan

Türkçe yazılışı:

“Bismillahirrahmanirrahim.”

 Meali:

“Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım.”

Her yaptığımız işin hayırlı olması için ve şerden korunmak için “Besmele” ile başlarız. Namaza başlarken: “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla başlarım” demektir.

Her hayırlı işin, hayırla başlayıp hayırla bitmesi ancak “Besmele” ile mümkündür. Onun için namazın her rekatında ve “Fatiha”dan önce söylenir.

“İstiaze” her niyet edilen namazda bir defa getirilirken “Besmele” niyet edilen her namazda “Fatiha”dan önce söylenir. Eğer iki rekatlı bir namaz ise bir defa “İstiaze” getirilir. Ama iki defa “Besmele” getirilir. Dört rekatlı namazda yine bir defa “İstiaze” getirilirken “Besmele” dört defa “Fatiha”dan önce söylenir.

Arapça cümle yapısı itibariyle besmeleden önce "ba"nın ilgili bulunduğu mahzuf bir fiil vardır. Bu, besmele ile başlanacak herhangi bir fiildir: "Bismillâh diye başlıyorum", "Allah'ın ismiyle kalkıyorum, okuyorum, hayvan kesiyorum..." gibi. Böylece Allah ile kul arasında sevgiye dayalı olan derûni münasebeti ifade eden besmele, İslâm'ın bir sembolü ve her iyiliğin anahtarıdır. Kişi ile Allah arasındaki bu ilişki, sadece Allah’tan yardım istenip O’ndan medet umulacağını idrâk etmektir.

Besmele, her hayrın başıdır.

Besmele, her işin hayırla başlayıp hayırla bitmesinin simgesidir.

Besmele, hem dua hem ibadet hem de Kur’an-ı Kerim de bir ayettir.

Besmele, hem ziya hem niyaz hem de zikirdir.

Besmele, hem iman hem islam hem de müslümanlığın sembolüdür.

Besmele, hayrın talebi ve şerrin  defidir.

Besmele, hem dünya hem ahiret hem de ebedi saadetin anahtarıdır.

 

Kırâat

Kıraat: Namazda okumak; namaz kılanın kendisi işitecek şekilde, diliyle harflerini çıkararak Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden bir miktar okumasıdır.[87]

Kıraat, namazın bir şartı olarak farzdır. Okuyanın kendisinin bile işitemeyeceği okuma, kıraat sayılmaz. Ancak imama uyan kimse bundan müstesnadır.

Nâfile ve vitir namazının bütün rekatlarında, farz namazların ise herhangi iki rek'atinde kıraat farzdır. Kur'ân-ı Kerîmde şöyle buyurulur: "O halde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun." [88] Buradaki emir vacib içindir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kıraatsiz namaz olmaz."[89]

Namazda Fâtiha sûresi'ni okumak Hanefi fakîhlere göre farz değil vaciptir. Gizli veya açık okunan namazlarla, imam veya cemaatin okuması hükmü değiştirmez. Hz. Peygamber, namazını yanlış kılan (musî') sahabeye, namazın kılınış şeklini tarif ederken kıraatla ilgili olarak; "Sonra, Kur'ân'dan ezberinde olan, sana kolay geleni oku" [90] buyurmuştur.

Âyette şöyle buyurulur: "Kur'ân-ı Kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki merhamet olunasınız."[91] Ahmed b. Hanbel, bilginlerin, bu âyetin namaza ait olduğunda görüş birliği içinde bulunduklarını belirtir. Âyet; "dinleme" ve "susma"yı emretmektedir. Birinci sabah, akşam ve yatsı namazları gibi sesli (cehrî) okunan namazlara âittir. Susma ise, açık veya gizli okunsun. Bütün namazları kapsamına alır. Buna göre namaz kılanların sesli namazda dinlemeleri, sessiz kılınanlarda ise susmaları vacip olur. Bu prensibe uymamak tahrimen (harama yakın) mekruhtur.

Hadiste şöyle buyurulur: "Kim imamın arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onun da kıraatidir.”[92] Bu hadis, gizli ve açık okunan bütün namazları kapsamına alır. Başka bir hadiste söyle buyurulur: "İmam, kendisine uyulmak için öne geçirilmiştir. Bu yüzden, o tekbir alınca siz de alınız. Okuduğu zaman ise susunuz." [93]

Kıraat, Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim de en az üç ayet veya üç ayet uzunluğunda bir ayet ve yahut bir sure okumaktır. Bu şarttır.

Kıraat, Allah’ın kelamıyla namaza durmaktır.

Kıraat, Allah ile kul arasındaki konuşmadır.

Kıraat, her ne kadar ne dediğimizi anlamazsak dahi kimle konuştuğumuzun bilinciyle Kur’an okumaktır.

Kıraat, Allah’ın kullarına gönderdiği kelamını tekrar kulların diliyle Allah’a arz olunmasıdır.

Kıraat, Allah’ın kelamıyla yine Allah’a yönelerek kendini takdim etmektir.

Şimdi namaz için olmazsa olmaz olan Fatiha ve kısa (Fil suresinden aşağı) surelerin Arapça  ve Türkçe anlamlarını takdim edelim: 

 

Fatiha Okumak

Fâtiha sûresi: Kur'an-ı Kerîm'in ilk suresi. Fâtiha, "açılacak şeylerin başı, ilk açılacak yer" demektir. Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâmının başında bulunduğu yahut namazda ilk okunan sûre veya tümüyle ilk inen sûre olarak Fâtiha sûresi denilmiştir.[94]

Çoğunluğun görüşüne göre Mekkî'dir ve yedi ayettir. Besmelenin sureden olup olmadığı ihtilâflıdır. Surenin yirmiden fazla adı vardır. En meşhurları: Fâtiha, Ümmü'l-Kitap (Kitabın anası), Ümmü'l-Kur'an, Seb'ul-Mesânî (tekrarlanan yedi), el-Hamd (konuşma dilinde Elham)'dır. Surenin fasılası Nûn ve Mim harfleridir. Bazı âlimlere göre Fâtiha sûresi, Kur'an'ın bir özetidir. Tevhid, âhirette cezâ ve mükâfat, sadece Allah'a ibadet, sırat-ı müstakim yani hidayet ve saadet yolu, geçmiş toplulukların ibret alınacak kıssalarını hedef edinen Kur'ân'ın bu ilk suresinde bütün bunlara temel teşkil eden hususlar vardır.[95] Böylece her namazda (cenaze namazı hariç) Fâtiha'yı okuyan bir müslüman namazın her rekâtında Kur'an'ın bir özetini okumuş olmakta, Kur'an'a tabi olacağına dair Allah'a söz vermektedir.

Fatiha suresinin fazileti ile ilgili birçok hadis rivayeti mevcuttur. Bunlardan birisi şöyledir: "Bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'ân'da vardır." [96]  Namazda okunması sebebiyle bir ismi de "es-Salât" olan Fâtiha hakkında bir hadis-i kutside şöyle buyurulmuştur: "Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Bir yarısı benimdir, diğer yarısı kulumundur. Kuluma istediği verilecektir. Kul: "Hamd alemlerin Rabbi Allah'adır" dediği zaman, Allah: "Kulum bana hamd etti" der. Kul: "Rahman ve Rahim olan...'' dediği zaman Allah: "Kulum bana senada bulundu" der. Kul: "Din gününün mâliki" dediği zaman, Allah: "Kulum beni yüceltti" der. Kul: "Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz " dediği zaman, Allah: "Bu benimle kulum arasında iki yarıdır. Kuluma istediği vardır" der. Kul: "Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil" dediği zaman Allah: "Bunlar kulumundur, kuluma istediği verilecektir" der."[97]

Arapça:

 

ٱَلْحَمْدُ  ِللهِ رَبِّ ٱلْعَالَمِينَ  ﴿﴾ ٱَلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ ﴿﴾ مَالِكِ يَوْمِ ٱلدِّينِ ﴿﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴿﴾ ٱِهْدِنَا ٱلصِّرَاطَ ٱلْمُسْتَقِيمَ ﴿﴾ صِرَاطَ ٱلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ ٱلْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿﴾ اٰمِينَ

 

Kelime Kelime:

ٱَلْحَمْدُ Hamd  ِللهِ Allâh'a mahsustur رَبّ ِ Rabbı ٱلْعَالَمِينَ  âlemlerin   ٱَلرَّحْمٰنِ  Rahmân ٱلرَّحِيمِ  Rahîm  مَالِكِ  sâhibi olan يَوْمِ  gününün ٱلدِّينِ  dîn  اِيَّاكَ  Yalnız sana نَعْبُدُ  ibâdet eder وَ  ve اِيَّاكَ yalnız senden نَسْتَعِينُ  yardım dileriz  ٱِهْدِنَا  Bizi ilet ٱلصِّرَاطَ  yola ٱلْمُسْتَقِيمَ doğru  صِرَاطَ  yoluna ٱلَّذِينَ  kendilerine اَنْعَمْتَ  nîmet عَلَيْهِمْ    verdiklerinin غَيْرِ  değil ٱلْمَغْضُوبِ  gadaba عَلَيْهِمْ    uğrayanlarınkineوَلاَ ٱلضَّآلِّينَ  sapıklarınkine  اٰمِينَ (Kabul buyur)

Türkçe Yazılışı:

"Elhamdü lillâhirabbil alemin. Errahmânir rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'büdü ve iyyâke nestein. İhdine's-sıratal müstekim. Sıratallezine en amte aleyhim. Gayril meğdubi aleyhim veled - dallin.”(Amin.)

Meali:

"Hamd, âlemlerin Rabbı, Rahmân, Rahîm dîn gününün sâhibi olan Allâh'a mahsustur. Yalnız sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna ilet, gazabına uğrayanların ve sapıtmışların (yoluna) değil." (Kabul buyur).[98]

Tek başına namaz kılan kimse Sübhânekeden sonra gizli olarak eûzü besmele okur ve her rekatte Fâtiha'dan önce besmeleyi tekrar eder. Fâtiha bitince "âmin" der. Anlamı: “Ey Rabbimiz, duamızı kabul buyur” demektir.[99]

Ebu Hüreyre (r.a)'den Hz. Peygamber (a.s): "Kim kıldığı namazda Fâtiha okumazsa onun namazı eksiktir, eksiktir, eksiktir" buyumuştur.[100]

İşte bu sure, yani dua yer ile arş arasını dolduracak büyüklükteki bir duadır. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in hepsini kendisinde barındıran; az, öz fakat anlamı ve ağırlığı çok büyüktür.

Fatiha yüreğin kapılarını Yüce Allah’a açıp yürek fatihi olmaktır.

Fatiha ile yüreğine hükmedemeyen memleket fatihi olamaz. O zaman her bir Fatiha’yı okumamız bizi yüreğimizin fatihi yapması gerekir.

Fatiha suresi namazın olmazsa olmazıdır. Kıldığımız namazların her rekatında mutlaka Fatiha olması gerekiyor.

Fatiha hem Kur’an da bir suredir hem de duadır. Her namazın rekatında okuduğumuz gibi her hayırlı işin akabinde de okuruz. Çünkü duaların en güzeli ve özlüsü; şüphesiz ki Fatihadır.  

 

Kur’an-ı Kerim Okuma

Kur’an-ı Kerim Okuma[101]

 

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ ٱلْفِيلِ ﴿﴾ اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِى تَضْلِيلٍ ﴿﴾ وَاَرْسَلَ عَلَيهِم طَيْرًا اَباَبِيلَ ﴿﴾ تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ ﴿﴾ فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَاْكُولٍ ﴿﴾

 

Türkçe Anlamı:

“Elemtera keyfe feale rabbüke bi eshabil fiyl. Elem yec'al keydehüm fii tadlil. Ve ersele aley him tayran ebâbil. Termiyhim bi hıcâratim min siccil. Fecealehüm Ke asfim me'kül"

Meali:

"(Habîbim) Rabbinin fil sahiplerine nasıl (muâmele) ettiğini görmedin mi? O, bunların plânlarını boşa çıkarmadı mı? O, bunların üzerine sürü sürü kuş(lar) gönderdi ki, bunlar onlara pişkin tuğladan (yapılmış) taş(lar) atıyor(lar)dı. Derken (Allâh) onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi."

 

Kureyş Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ِلاِيلاَفِ قُرَيْشٍ ﴿﴾ اِيلاَفِهِمْ رِحْلَةَ ٱلشِّتَآءِ وَٱلصَّيْفِ ﴿﴾ فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰذَا ٱلْبَيْتِ ﴿﴾ ٱَلَّذِى اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“Li iylâfi kurayşin iylâfihim rihleteş şitâi vessayf. Fel ya'büdü rabbehâzel beytillezi et 'amehüm min cuıv ve âmene hüm min havf."

Meali:

"(Allah) Kureyşi emn ü selâmete, kış ve yaz kendilerini seyrü seferde esenliğe (ve garantiye) kavuşturduğundan dolayı, şu beytin (Kâbe'nin) Rabbine ibâdet etsinler onlar. (O Allah ki,) onları açlıktan (kurtarıp) doyuran, kendilerine korkudan eminlik verendir O."

Mâûn Sûresi


بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

اَرَاَيْتَ ٱلَّذِى يُكَزِّبُ بِٱلدِّينِ ﴿﴾ فَذٰلِكَ ٱلَّذِى يَدُعُّ ٱلْيَتِيمَ ﴿﴾ وَلاَ يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ ﴿﴾ فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ ﴿﴾ ٱَلَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ ﴿﴾ ٱَلَّذِينَ هُمْ يُرَآؤُنَ ﴿﴾ وَيَمْنَعُونَ ٱلْمَاعُونَ ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“Eraeytellezi yükezzibü biddin. Fezâlikellezi yedü'ul yetim. Velâ yehuddu alâ ta'amil miskin. Feveylül lil musallin. Elleziyne hüm an salâtihim sâhün. Elleziyne hüm yüra  üne ve yemneunel mâun."

Meali:

"Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi şiddetle iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. Fakat veyl! Namaz kılanların vay hâline ki, onlar namazlarından gafildirler, onlar riyakârların tâ kendileridir. Zekâtı da men edenler onlardır."

 

Kevser Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ ٱلْكَوْثَرَ ﴿﴾ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَٱنْحَرْ ﴿﴾ اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ ٱْلاَبْتَرُ ﴿﴾

 

Türkçe Anlamı:

“İnnâ e'taynâkel kevser. Fesalli li rabbike ven har. İnne şâ nieke hüvel ebter."

Meali:

"(Habîbim) hakikat, biz sana, Kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Sana buğz eden (yok mu? İşte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz ki odur."

 

Kâfirûn Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

قُلْ يَا اَيُّهَا ٱلْكَافِرُونَ ﴿﴾ لاَ اَعْبُدُ ماَ تَعْبُدُونَ ﴿﴾ وَلاَ اَنْتُمْ عَابِدُونَ ماَ اَعْبُدُ ﴿﴾ وَلاَ اَنَا عَابِدٌ ماَ عَبَدْتُمْ ﴿﴾ وَلاَ اَنْتُمْ عَابِدُونَ ماَ اَعْبُدُ ﴿﴾ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِىَ دِينِ ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“Kul yâ eyyühel kâfirun. Lâ e'büdü mâ te'büdün. Velâ entüm abidüne mâ a'büd. Velâ ene abidüm mâ abedtüm. Velâ entüm abidüne mâ e'büd. Leküm dinüküm veliye din."

Meali:

"(Habîbim şöyle) de: Ey kâfirler, ben, sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Benim (kendisine) ibâdet (de devam) edeceğime de siz kulluk ediciler değilsiniz. Ben (zâten) sizin taptıklarınıza (hiçbir zaman) tapmış değilim. Siz de benim kulluk etmekte olduğuma (hiçbir vakit) kulluk ediciler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.

 

Nasr Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيم

اِذَا جَآءَ نَسْرُ ٱللهِ وَٱلْفَتْحُ ﴿﴾ وَرَاَيْتَ ٱلنَّاسَ يَدْخُلُونَ فِى دِينِ ٱللهِ اَفْوَاجًا ﴿﴾ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَٱسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“İzâ câe nasrullaahi vel fethu. Ve raeytennâse yedhu-lüne fii diynillâahi efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike vesteğfirhü innehü kâane tevvâbâ."

Meali:

"Allâh’ın fethi gelince, sen de insanların cemaat cemaat Allâh'ın dinine girdiklerini görünce hemen Rabbini hamd ile tesbih (ve tenzîh) et. Onun mağfiretini iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir."

 

 

Tebbet Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

تَبَّتْ يَدَا اَبِى لَهَبٍ وَتَبَّ ﴿﴾ ماَ اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَماَ كَسَبَ ﴿﴾ سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ ﴿﴾ وَٱمْرَاَتُهُ حَمَّالَةَ ٱلْحَطَبِ ﴿﴾ فِى جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“Tebbet yedâ ebiylehebivve tebbe. Mâ ağnâ anhü mâlü-hüü ve mâ keseb. Se yaslâ nâran zâte leheb. Vemraetühü hammâletel hatab. Fii ciydihâa hablüm mim mesed."

Meali:

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu (helâk oldu ya). Ona ne malı, ne kazandığı fayda verdi. Alevli bir ateşe girecek o. Karısı da (hem) odun hammalı olarak. (Karısının) boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde."

 

 

İhlâs Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

قُلْ هُوَ ٱللهُ اَحَدٌ ﴿﴾ ٱَللهُ ٱلصَّمَدُ ﴿﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ﴿﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ ﴿﴾

Türkçe Anlamı:

“Kul hüvellâhü ehad. Allâhüs samed. Lem yelid ve lem yüled. Velem yeküllehü küfüven ehad."

Meali:

"De ki: O Allâh, birdir. Allâh Samed'dir.[102] O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey Ona eş veya denk değildir."

 

Felak Sûresi   

سْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

 

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ ٱلْفَلَقِ ﴿﴾ مِنْ شَرِّ ماَ خَلَقَ ﴿﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ ﴿﴾ وَمِنْ شَرِّ ٱلنَّفَّاثَاتِ فِى ٱلْعُقَدِ ﴿﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ﴿﴾

 

Türkçe Anlamı:

“Kul euzü birabbil felak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri ğasikın izâ vekab. Ve min şerrin neffâsâti fil 'ukad. Ve min şerri hasidin izâ hased."

Meali:

"De ki: Sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürenlerin şerrinden. Ve haset edenin, haset ettiği zaman şerrinden."

 

Nâs Sûresi

بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ

 

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ ٱلنَّاسِ ﴿﴾ مَلِكِ ٱلنَّاسِ ﴿﴾ اِلٰهِ ٱلنَّاسِ ﴿﴾ مِنْ شَرِّ ٱلْوَسْوَاسِ ٱلْخَنَّاسِ ﴿﴾ ٱَلَّذِى يُوَسْوِسُ فِى صُدُورِ ٱلنَّاسِ ﴿﴾ مِنَ ٱلْجِنَّةِ وَٱلنَّاسِ ﴿﴾

 

Türkçe Anlamı:

“Kul euuzü birabinnâas. Melikinnâs. İlâhinnâs. Min şerril vesvâsil hanâs. Ellezi yüvesvisü fii sudürinâs. Minel cinneti vennâas."

Meali:

"De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların (yegâne) mâlikine, insanların mabûduna, o sinsi şeytanın şerrinden, ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. (O şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun)."

 

Rükû'

Rükû': Eğilme, namazda kıraatten sonra eğilerek baş ile arkayı düz bir vaziyete getirme anlamında bir fıkıh terimidir. Rüku', namazın şartlarından biridir ve farzdır.[103]

Rüku'da eller dizlere kadar varır. Ayakta namaz kılan bir kimsenin yalnız başını eğmesi yetmez. Arkasını da eğerek başı ile arkası düz bir şekilde olması gerekir. Namazda rükû'u tam yapmayan kimse kıyama daha yakınsa rükû' yapmış sayılmaz. Rükû' durumuna daha yakınsa rükuu sahih olur. Rükû'da dizler dik tutulur, eller diz kapaklar üzerine konur ve el parmakları diz kapaklarını kavrar. Oturarak namaz kılan bir kimse alnı dizlerinin hizasında olacak şekilde sırtını eğmelidir. Rükû'a varmış gibi kambur olan bir kimsenin rükû' için başını biraz eğmesi gerekir. Kamburluğu rüku sayılmaz. Cemaatle namaz kılarken imama rükuda yetişen kimse ayakta tekbir alır sonra rüküya gider ve: “Ya Rabbi! Ancak Senin büyüklüğünün karşısında bel eğebilirim. Çünkü Sen o kadar büyüksün ki, Senin büyüklüğün kadar ben küçüğüm” demektir.

Daha sonra 3-5 veya 7-11 kadar da olabilir; “Sübhane Rabbiyel Azim” denir.

Arapça:

سُبْ حَا نَ رَبِّيَ  لْعَظِيم

Kelime Kelime:

سُبْ حَا نَ  Sen bütün noksan sıfatlardan münezzeh رَبِّيَ Rabbimizsin لْعَظِيم Büyük olan

Türkçe Yazılışı:

“Sübhane Rabbiyel Azim.”

Meali:

“Sen bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve Büyük olan Rabbimizsin.” 

Rüku’, kendinden daha büyük birinin huzurunda eğilmek, saygı göstermektir.

Rüku’, yaratılmış kulun kendini yaratanın huzuruna eğilerek saygı göstermektir.

Rüku’, canın canana kendini arz etmesidir.

Rüku’, insanın Allah’a ben küçüğüm Sen büyüksün demenin beden dilidir.

Rüku’, “Ya Rabbi! Senden daha büyük huzurunda boyun eğecek kimseyi bulamadım” demektir.

Rüku’, kul ile kölenin arasında farkın ifa ve ispatıdır.

Köle; kılıç zoruyla teslim olup boyun eğer. Kul ise; hür iradesiyle boyun eğer.

Köle korktuğu için boyun eğer. Kul ise sevdiği için boyun eğer.

Köle, eline imkan geçerse kaçar. Fakat kul ise imkanı olursa daha çok boyun eğip ibadet eder.

Kölenin hürriyet hakkı yoktur. Çünkü bütün hakları kendi gibi bir mahlukun elinde esirdir. Kul ise Allah gibi bir zata boyun eğmek ve insan, şeytan ve nefis gibi mahlukların esaretinden kurtulup asıl hürriyetine kavuşmuş olur.

Kölenin iyi ile kötüyü, hayır ile şerri tercih hakkı yoktur. Kulun ise tercih hakkı vardır.

Kölenin cennet ve cehennemi tercih hakkı yoktur. Kulun ise tercih hakkı vardır.

Kölenin aşk, iş ve maaş hakkı yoktur. Kulun ise aşk, iş ve maaş hakkı vardır.

Kölenin iman, amel ve ibadet hakkı yoktur. Kulun ise iman, amel ve ibadet hakkı vardır.

 

Rükudan Kıyama Kalkmak

Rükudan başımızı kaldırdığımızda eller serbest bırakılarak; "Semiallahü limen hamideh" denir. [104]

Arapça:

سَمِعَ  اللّهُ  لِمَنْ  حَمِدَهُ

Kelime kelime:

سَمِعَ İşitici اللّهُ Allahım لِمَنْ حَمِدَهُ  hamde layıksın

Türkçe Yazılışı:

"Semiallahü limen hamideh" denir.

Meali:

“Allahım! İşitici, hamde layıksın.”

Daha sonra; “Allahumme Rabbena lekel hamd” denir.

Arapça:

اللَّهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الحَمْدُ

Kelime Kelime:

 اللَّهُمَّ  Allah رَبَّنَا  Rabbimiz olan لَكَ  sanadır الحَمْدُ hamd

Türkçe Yazılışı:

“Allahumme Rabbena lekel hamd.”

Meali:

“Rabbimiz olan Allah hamd sanadır.”

Hamd işitene yapılır. İşitmeyene yapılan hamdin bir faydası olmaz.

İşiten ancak hamdi duyabilir. İşitmeyene hamd edilmiş veya edilmemiş hiçbir faydası yoktur.

Hamd layık olana yapılır. Layık olmayana yapılan hamd; ya yalakalık olur, ya da rüşvet olur.

Hamd, hem gizli hem de aşikar olan ve işitene yapılır.

Yaratılmışların içindeki birine hamd edersek eğer. Onu yaratana ne diyeceğiz?

Hamde layık olmayana hamd edersek şayet, hamde layık olana ne diyeceğiz?

Hamd ancak işitene yapılır. Bu da ancak Yüce Allah’tır.

 

Secde

Secde: Sözlükte, eğilme ve boyun büküş demektir.   Bu anlamda secde, Allah’ın önünde eğilme ve O’na karşı kulluk yapmak demektir ki insanları, hayvanları ve cansızları kuşatır.[105]

Secde, bir anlamda üstün bir varlığın önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere, saygıdan eğilmek, yere kapanmaktır. Özel anlamıyla secde; en önemli ibadet olan namazı tamamlayan, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak şeklindeki hareket ve namazdan bir rükündür (olmazsa olmaz şartıdır).  Allah'ın huzurunda yere kapanış demek olan secde, Allah'a memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yapılan bir ibadettir. Secde kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an'da 92 yerde geçer. Secde yapana ‘sâcid’, çok secde yapana ise ‘süccâd’ denir. Üzerinde secde yapılıp namaz kılanan kumaş veya küçük halıya 'seccâde', secde yapılıp (topluca) namaz kılınan binaya "mescid", secde organlarına da mesced adı verilir. Secde yapma olayına da ‘sücûd’ denilir. Sücûd aynı zamanda çok secde yapan anlamına da gelmektedir.[106]

 Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetinde müslümanlar, rükû ve secde edenler şeklinde tanımlanmış; Allah'a yaptıkları secde nedeniyle yüzlerinin nurlandığı ve alınlarındaki secde izlerinden tanınacakları bildirilmiştir.[107]

Vâil b. Hücr'den; demiştir ki: "Ben, Peygamber (a.s)'i, secdeye varacağında ellerinden önce dizlerini(yere) koyarken, (secdeden ayağa) kalkacağında ise, dizlerinden önce ellerini kaldırırken gördüm."[108]

Her rekatta iki secde olmasındaki hikmet nedir?

İlk secde ezel içindir, ikinci secde ise ebed içindir. Bu iki secde arasında kalkmak ise, dünyanın ezel ile ebed arasında var olduğuna işarettir. Çünkü, Allah'ın ezelî oluşu ile O'nun "evvel" olduğunu, kendisinden önce başka bir evvelin olmadığını anlıyor ve bunun üzerine O'na secde ediyoruz. Allah'ın ebedî oluşu ile de O'nun "âhir" olduğunu, ondan sonra başka bir âhirin olmadığını öğreniyor ve bunun üzerine O'na ikinci kez secde ediyoruz.[109]

Tekbir alıp secdeye varırken; 3-5 veya 7-11 defa olmak üzere: Sübhane Rabbbi yel A’la” denir.

Ukbe b. Amir el-Cüheni'den dedi ki: “Subhâne Rabbiye1-A'lâ” (O en yüce Rabbinin ismini tesbih et) [110] buyruğu nazil olunca, Hz. Rasûlullah (a.s): "Bunu secde ettiğiniz vakit söyleyiniz" diye buyurdu. [111]

Arapça:

سُبْ حَا نَ رَبِّيَ لْأَ عْلى

Kelime Kelime:

سُبْ حَا نَ  Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın رَبِّيَ Rabbimiz لْأَ عْلى  Çünkü çok yücesin çok

Türkçe Yazılışı:

Sübhane Rabbbi yel A’la” denir.

Meali:

“Rabbimiz! Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Çünkü çok yücesin çok.”

Başımızı secdeye koyarken: “Ya Rabbi! Bu başım ancak Senin huzurunda eğilir. Senden başka hiç kimseye başım eğilmez. Çünkü Senden başka hiç kimsenin huzurunda baş eğmeye değmez” demektir.

Secde, namazın en mühim şartıdır.

Secde, Allah Teâlâ'ya gösterilen ta'zimin en üst noktasıdır. Namazda kıyâm ve rükû mertebelerinden geçerek gittikçe artan mahviyet ve hürmet, secde ile son dereceye varır.

Secde, her türlü masivai (Allah harici) yabancı duygulardan uzak, mutlak bir teslimiyet ve sâf bir kulluğun ifâdesidir.

İslâm mabedlerine secde edilecek yer demek olan mescid isminin verilmesi de secdenin önemini göstermektedir.

Secde mü'minin Allah'a ilticâsının en güzel şeklidir. Benlikten kurtulup mâsivadan sıyrılıp Bâkî-i Hakikîye ulaşmanın sırrıdır.

Secde, kulun Allah ile Allah’ın kulu ile en yakın mesafeye ulaştığı andır. Bu esnada dilin söylediklerine dikkat etmekle beraber kalbin duygularının secde anına kilitlenmesidir. İşte o zaman insan ruhunun huzur ve sevinçle dolup taştığı vakittir.

Secde, bedenin yere kapanarak ruhun semaya, arşa yükseldiği zamandır.

Secde, aklın yerde kalbin ise Sidre’tul Müntehaya yükselip Halık’ın büyüklüğü ile mahlukun küçüklüğü arasındaki diyaloğa geçmesidir.

Secde, aklın sakinleştiği kalbin küt küt attığı andır.

Secde, ruhun sukunete erdiği andır.

Secde, kalbin huzur bulduğu andır.

Secde, aklın bütün kapılarının kapandığı andır.

Secde,  ruhun itminane erdiği andır.

Secde, kalbin et parçasından çıkıp gerçek anlamını hissettiği andır.

Secde, aklın kötü kötü şeyler düşünmediği andır.

Secde, ruhun üzerindeki kir ve pasların temizlendiği andır.

Secde, kalbin vesveseden uzaklaştığı andır.

 

 

Vitir ve Kunut

Vitir: Tek, tek başına olan şey, yatsı namazından sonra kılınan üç rek'at namazdır.[112]

Vitir namazı, üç rekatlı bir namazdır. Yatsı namazının son sünnetinden sonra kılınır. Namazının vakti, yatsı namazının vakti ile aynıdır, yatsı namazının vaktinin bitimi ve sabah namazının vaktinin başlangıcı ile son bulur.[113]

Vitir namazına, "niyet ettim Allah rızası için bu günkü vitir namazını kılmaya" diye niyet edilir. Normal olarak iki rek'at kılınır. İki rekatın sonundaki oturuşta "et-Tahiyyât" okuduktan sonra üçüncü rekata kalkılır. Besmele ile Fatiha ve bir miktar Kur'ân okunduktan sonra, Allahu ekber deyip tekbir alınır, eller bağlanır ve Kunut duası okunur. Sonra "Allahu ekber" diyerek rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra oturulur ki, bu son oturuştur. Bu oturuşta "et-Tehiyyât", "salli-barik" ve "Rabbenâ" duaları okunur ve iki tarafa selâm verilir.[114]

 

Vitir ile ilgili hadisler:  

"Ey Kur'ân ehli, vitir namazını kılın! Çünkü Allah tektir, tek'i sever."[115]

"Üç şey vardır ki, bana farzdır. Fakat size farz değildir. Kuşluk namazı, kurban namazı ve vitir namazı."[116]

“Allah size bir namazı daha fazladan ilâve etmiştir. Bu namaz da vitir namazıdır. Vitir namazını, yatsı ile sabah vakti doğuncaya kadar geçen zaman içinde kılınır."[117]  “Hz. Aişe validemiz (r.anhe); "Hz. Peygamber üç rekat ile vitir kılar ve üç rekatın sonunda selam verirdi" demiştir.[118]

Vitir namazı vacip olduğundan, zamanında kılınmadığı takdirde, iadesi gerekir. Vitir namazı, zamanında normal olarak nasıl kılınıyorsa, iade edilince de, aynı şekilde kılınır.[119]

 

Kunut

Kunut: İbadet, taat, huşû, kıyam, sükût, dua demektir. Terim olarak; yatsı namazından sonra kılınan vitir namazının son rekâtında rükûdan önce yapılan duanın adıdır.[120]

Vitir namazının üçüncü rekatında Fatiha ve sûre okunduktan sonra ayakta iken tekbir alınır, eller kaldırılır, eller yeniden bağlanır ve kunut duaları okunur. Kunutta meşhur duayı okumak ve Hz. Peygambere salavât getirmek sünnettir. Ancak genel anlamda uygun herhangi bir duayı okumak ve tekbir almak Ebû Hanîfe'ye göre vacib, Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise sünnettir.[121]

Uygun görülen kunut duası şöyledir:

Arapça:

اَللَّهُمَّ إِنَّا نَسْتَعِينُكَ وَ نَسْتَغْفِرُكَ وَ نَسْتَهْدِيكَ * وَ نُؤْمِنُ بِكَ وَ نَتُوبُ اِلَيْكَ * وَ نَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ * وَ نُثْنِى عَلَيْكَ اْلخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَ لاَ نَكْفُرُكَ * وَ نَخْلَعُ وَ نَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ *

Kelime Kelime:

اَللَّهُمَّ  Ey Allahım إِنَّا  Kuşkusuz نَسْتَعِينُكَ biz Senden yardım dileriz وَ نَسْتَغْفِرُكَ  Ve Sana istiğfar ederiz وَ نَسْتَهْدِيكَ Ve Senden hidâyet isteriz * وَ Ve نُؤْمِنُ بِكَ  Sana îmân ederiz وَ Ve نَتُوبُ tevbe ederiz اِلَيْكَ  Sana * وَ Ve نَتَوَكَّلُ  tevekkül ederiz عَلَيْكَ  Sana * وَ نُثْنِى  överiz عَلَيْكَ  Seni اْلخَيْرَ  hayırlarla كُلَّهُ  bütün نَشْكُرُكَ Sana şükreder وَ ve لاَ نَكْفُرُكَ  Sana nankörlük etmeyiz * وَ Ve نَخْلَعُ  atar وَ نَتْرُكُ  Senin için terk ederiz مَنْ  edeni يَفْجُرُكَ Sana  fücur *

Türkçe Okunuşu:

"Allahümme innâ nesteînuke ve nestağfruke ve nestehdike ve nu'minu bike ve netubu ileyke ve netevekkelu aleyke ve nusnî aleyke'l-hayra kullahû neşkuruke velâ nekfuruk ve nahla'u ve netruku men-yefcuruk.

Meali:

“Ey Allahım! Kuşkusuz biz Senden yardım dileriz. Ve Sana istiğfar[122] ederiz. Ve Senden hidâyet isteriz. Ve Sana îmân ederiz. Ve Sana tevbe ederiz. Ve Sana tevekkül ederiz. Ve bütün hayırlarla Seni överiz. Sana şükreder ve Sana nankörlük etmeyiz. Ve Sana  fücur[123] edeni atar ve Senin için terk ederiz.

Arapça:

اَللَّهُمَّ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ لَكَ نُصَلِّى وَ نَسْجُدُ * وَ اِلَيْكَ نَسعْىَ وَ نَحْفِدُ * نَرْجُو رَحْمَتَكَ وَ نَخْشَى عَذَابَكَ * اِنَّ عَذَابَكَ الْجِدَّ بِاْلكُفَّارِ مُلْحِقٌ *

Kelime Kelime:

اَللَّهُمَّ  Ey Allahım اِيَّاكَ  Ancak sana نَعْبُدُ  ibâdet eder وَ  ve لَكَ Sana نُصَلِّى  namâz kılar وَ نَسْجُدُ  secde eder * وَ اِلَيْكَ  Sana نَسعْىَ koşar وَ  ve نَحْفِدُ  iltica ederiz * نَرْجُو  ümîd eyler رَحْمَتَكَ Rahmetini وَ  ve نَخْشَى  korkarız عَذَابَكَ  azâbından * اِنّ َ Kuşkusuz عَذَابَكَ  Senin azâbın بِاْلكُفَّارِ  kâfirlere مُلْحِقٌ mutlaka ulaşır *

Türkçe Okunuşu: 

“Allahümme iyyâke ne'budu ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidu narcû rahmeteke ve nahşâ azabek inne azâbeke bi'l-küffâri mulhik."[124]

 

Meali:

“Ey Allahım! Ancak sana ibâdet eder ve Sana namâz kılar, secde eder, Sana koşar ve iltica ederiz. Rahmetini ümîd eyler ve azâbından korkarız. Kuşkusuz Senin azâbın kâfirlere mutlaka ulaşır.”[125]

 

Kunut duasını okumak vacip olduğu için, unutulduğu takdirde, namazın sonunda sehiv secdesi yapılır.

 

Ka'de

Ka'de: Bir oturuş, üzerine oturulan hasır, keçe vb. şey; oturan kimsenin oturduğu yerden aldığı miktardır.

Namazda teşehhüd için, yani "et-Tehiyyâtü lillâhi" yi okumak için oturmak anlamında bir fıkıh terimidir.[126]

Üç ve dört rekâtlı namazlarda iki "ka'de" vardır. Birincisine "Ka'de-i ûlâ = ilk oturuş", ikincisine de "Ka'de-i âhire = son oturuş" denir.

Âlimlerin çoğunluğuna göre, birinci ka'de sünnettir. Hanefîlere göre, vâcip olup terkinden dolayı sehiv secdesi gerekir.[127]

Nitekim, Abdullah İbn Buhayne'den nakledilen hadise göre: "Hz. Peygamber (a.s), öğle namazına kalktı. Oturması gerekirken oturmadı. Namazı tamamlayınca iki secde yaptı. Her secdede selâm vermeden önce, oturarak tekbîr aldı. Cemaat da onunla birlikte secde ettiler. Böyle yapması, birinci oturuşu unuttuğu içindi."[128]

Yine Hz. Peygamber (a.s)’in: "Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız"[129] hadisi, birinci teşehhüdün vacip olduğuna delalet eder, terkinin sehiv secdesini gerektirmesi de vacip olduğunu gösterir.[130]

Teşehhüdde, sol ayak yayılarak üzerine oturulur. Sağ ayağın baş parmağı kıbleye yönelik olarak dikilir. Hz. Aişe (r.a) Hz. Peygamber (a.s)'in namazdaki oturuşunu bu şekilde tarif etmiştir.[131]

Kadın; sol tarafa kalçası üzerine oturarak, sol ayağını sağ yandan çıkarır. Bu, onun tesettürüne daha uygundur.[132]

 

Ka'de-i Ula (İlk Oturuş, Tahiyyat)

Tahiyyat: Selâm, azamet ve mülk sahibi olmada baki olma, her türlü afet ve noksanlıklardan beri olma. Tahiyyat çoğul olan bir isimdir. Tekili "Tahiyye"dir.[133]

Tahiyyât kelimesi Kur'an'da altı âyette geçmektedir. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir:

"Bir selâm ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut verilen selâmı aynen iâde edin."[134]

Burada söz konusu olan selâm, ayette tahiyyat olarak geçmektedir ve halk arasında bilinen selâm demektir.

 

Arapçası:

اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ وَ الصَّلَوَاتُ وَ الطَّيِّبَاتُ * اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِيُّ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ * السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَ عَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ * اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ *

Kelime Kelime:

اَلتَّحِيَّاتُ  Selam olsun ِللهِ  kendisi için olan Allah'a وَ الصَّلَوَاتُ ibadetlerim وَ الطَّيِّبَاتُ  istiğfarım * اَلسَّلاَمُ  selâmı عَلَيْكَ üzerine olsun اَيُّهَا  Ey النَّبِيُّ  Nebî وَ رَحْمَةُ  rahmeti الله ِ Allah’ın وَ بَرَكَاتُهُ bereketi * السَّلاَمُ  selâmı عَلَيْنَا  üzerimize وَ  ve عَلَى üzerine olsun عِبَادِ  kulların اللهِ  Allah'ın الصَّالِحِينَ  sâlih * اَشْهَدُ Şehâdet ederim ki اَنْ  kuşkusuz لآ  yoktur اِلَهَ  ilâh اِلاَّ  başka اَللهُ Allah'tan وَ  Ve اَشْهَدُ  şehâdet ederim ki اَنَّ  kuşkusuz مُحَمَّداً Muhammed (a.s) عَبْدُهُ  O’nun kulu وَ  ve رَسُولُهُ  Resûlüdür *

 

Türkçe Okunuşu:

"Et-tahiyyatu[135] lillahi ve's-salâvatu[136] ve't-tayyibâtu[137] es-selâmu aleyke eyyuhen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu es-selâmu aleyna ve alâ ıbâdi'llahi's-salihin. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh."

Meali:

"Selam, ibadetlerim ve istiğfarım kendisi için olan Allah'a olsun. Ey Nebî! Allah’ın selam rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Allah'ın selâmı üzerimize ve sâlih kulların üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, kuşkusuz Allah'tan başka ilâh yoktur. Ve şehâdet ederim ki, kuşkusuz Muhammed (a.s) O’nun kulu ve Resûlüdür."

Bu tahiyyât, Hz. Muhammed (a.s)'ın Mirac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır. Allah ile onun arasındaki mesâfe, iki yay kadar yahut daha az kalınca,[138] Allah'a selâmlarını şöyle arz etti:

"Selam, ibadetlerim ve istiğfarım kendisi için olan Allah'a olsun." Yüce Allah şöyle mukâbele etti:

"Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun" Hz. Muhammed (a.s) şöylece yeniden söz aldı:

"Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun."[139]

Hz. Peygamber; namazların sonunda daima oturmuş, ettehiyyatü'yü okumuş ve okumasını ashâbına da emir buyurmuştur. [140]

 

Ka'de-i Ahire (Son Oturuş, Tahiyyat)

Namazın son rekatında, secdelerden sonra oturmak demektir.

Namaz kılarken ikinci ve dördüncü rekattan sonra oturmaya ka'de denir. Üç rekatlı olan akşam ve vitir namazlarında ise, ikinci ve üçüncü rekatlardan sonra oturulur. İkinci rekattan sonraki oturuşa ka'de-i ûlâ (ilk oturuş), üçüncü veya dördüncü rekattan sonraki oturuşa da ka'de-i âhire (son oturuş) denir.

İlk oturuş vâcib, son oturuş ise farzdır. İki rekatlı namazlarda ise, ikinci rekatın sonundaki oturma, son oturuştur. Bunlarda ilk oturuş yoktur.

Teşehhütte oturuş, Yüce Allah’ın huzuru divanında oturmaktır.

Teşehhütte otururken, dizler bükük, eller dik, baş eğik, kalp dakik, dil kıvrak, ve gözlerin pür dikkat olmasıdır.

Teşehhütte oturuş, yücelerin en yücesi ve büyüklerin en büyüğünün huzurunda nasıl durması gerekiyorsa öylece durmaktır. Yüce Allah’tan daha yüce ve büyük kimse olmadığına göre bu oturuşa çok dikkat edip özen göstermektir.[141]

 

Salli Duası

Namazların son oturuşunda "Allahümme salli ve barik dualarının okunması hadisle sabittir. Ashab-ı kirâm, Hz. Peygamber'e; "Biz sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz, fakat nasıl salât getireceğiz? bunu bilmiyoruz" deyince, Allah elçisi bu duayı, ta'lim buyurdu.[142]

Peygamberimiz (a.s) ve ehli, genel anlamlı bir isim olup, bir neseb, bir din, bir san'at, bir ev veya bir belde bağı ile meydana gelen insan topluluğu demektir.[143]

Ettehiyyâtü'den sonra yalnız; "Allahümme salli alâ Muhammed" (Allah'ım, Muhammed (a.s)'e rahmet et) şeklinde kısa salavat getirmek ruknüne "Allahümme salli-barik" duâlarının devamını okumak ise sünnettir. Delil şu ayettir: "Şüphesiz, Allah ve melekleri o peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin."[144]

 

اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلَى ﺁلِ مُحَمَّدٍ * كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى ﺁلِ اِبْرَاهِيمَ * اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ *

Kelime Kelime:

اللَّهُمَّ  Ey Allahım صَلِّ  rahmet eyle عَلَى  üzerine de مُحَمَّدٍ Muhammed’in  وَ  ve عَلَى  üzerine de ﺁلِ  âlinin مُحَمَّدٍ Muhammed’e * كَمَا  gibi صَلَّيْتَ rahmet ettiğin عَلَى  üzerine اِبْرَاهِيمَ İbrâhîm’e وَ  ve عَلَى  üzerine ﺁلِ  âlinin اِبْرَاهِيمَ  İbrahimin * اِنَّكَ Muhakkak Sen حَمِيدٌ  hamde layık مَجِيدٌ  mecîdsin *

Türkçe Okunuşu:

“Âllahümme sallî alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kema salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamîdun Mecîdun.”

Meali:

“Ey Allahım! İbrâhîm’e ve İbrahimin âlinin üzerine rahmet ettiğin gibi, (Efendimiz) Muhammed’e ve Muhammed’in âlinin üzerine de rahmet eyle. Muhakkak Sen hamde[145] layık mecîdsin.[146]

 

Birincisi, salavatların hepsinde Hz. Peygamber (a.s) müslümanlara, kendisine selam ve salat göndermenin en iyi yolunun, Allah'a "Allahım Muhammed'e salat eyle" diye dua etmek istediğini söylemektedir. "Allahümme salli alâ Muhammedin" diye dua eden bir kimse aslında Allah karşısında kendi acizliğini kabul ediyor ve "Allah'ım, ben Rasûlüne gerektiği gibi salat gönderemem. Bu yüzden sana yalvarıyorum; benim yerime sen ona salât et ve bu hususta benden dilediğin hizmeti al."[147]

 

Barik Duası

Allahümme salli ve barik" dualarını okumak sünnettir. Ka'b b. Ucre (r.a)'den bir topluluk şöyle nakletmiştir: Resulullah (a.s) bizim yanınıza geldi. Biz: "Ey Allah'ın elçisi, Allah bize, sana nasıl selâm vereceğimizi öğretti. Biz sana salât'ı nasıl yapacağız? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Salatı şöyle yapınız: Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli lbrâhim'e, inneke hamîdun mecîd. Ve bârik alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhim'e inneke hamîdun mecîd."[148]

 

اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلَى ﺁلِ مُحَمَّدٍ * كَمَا بَارَكْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى ﺁلِ اِبْرَاهِيمَ * اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ *

 

Kelime Kelime:

اَللَّهُمّ َ Ey Allahım بَارِكْ  bereketler ihsan eyle عَلَى  üzerine de مُحَمَّدٍ  Muhammed’in وَ  ve عَلَى üzerine ﺁلِ  âlinin مُحَمَّدٍ  Muhammed’e * كَمَا  gibi بَارَكْتَ  bereketler ihsan etdiğin عَلَى üzerine اِبْرَاهِيمَ  İbrâhîme وَ ve عَلَى ﺁلِ  âlinin اِبْرَاهِيمَ İbrahimin * اِنَّكَMuhakkak sen حَمِيدٌmecid مَجِيدٌmecidsin *

 

Türkçe Okunuşu:

“Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamidun Mecîdun. "

Meali:

 “Ey Allahım! İbrâhîm’e ve İbrahimin âlinin üzerine bereketler ihsan etdiğin gibi, (Efendimiz) Muhammed’e ve Muhammed’in âlinin üzerine de bereketler ihsan eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin.”[149]

İkincisi, Hz. Peygamber (a.s) bu duayı sadece kendisine hasretmemiş; ashabını, hanımlarını ve soyundan gelenleri de buna dahil etmiştir. Hanımları ve soyundan gelenlerle ne kastedildiği bellidir. "Âl" kelimesi ise sadece Hz. Peygamber'in ev halkını değil, onu takib eden ve onun sünnetine uyan herkesi içine alır.[150]

Hz. Peygamber (a.s) tarafından öğretilen tüm bu (dua ve selamlar) ile, ona Hz. İbrahim ve onun Âline salât, rahmet ve bereketin aynısını indirmesi için Allah'a dua edilmektedir. Allah, Hz. İbrahim'e (a.s) yer yüzünde başka hiç kimseye ihsan etmediği bir nimet vermiştir. Peygamberliği, vahyi ve Kitab'ı hidayet kaynağı olarak kabul eden Müslüman, Yahudi yahut Hıristiyan olsun, bütün insanlar Hz. İbrahim'in önderliğini kabul etmiştir. O halde Hz. Peygamber'in (a.s) söylemek istediği şudur: "Allah'ım! Hz. İbrahim'i bütün peygamberlere inananların sığınağı yaptığın gibi, beni de bütün peygamberlerin sığınağı yap ki; risalete inanan hiç kimse benim peygamberliğime inanma nimetinden mahrum olmasın."[151]

 

Rabbena Duası

Bu salavât-ı şerîfelerden sonra şu dualar okunur:

Arapça:

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Kelime Kelime:

رَبَّنَا  Yâ Rabbî آتِنَا  bize ver فِي الدُّنْيَا  Dünyâda حَسَنَةً  iyilikler وَ فِي اْلآخِرَةِ  âhıretde حَسَنَةً iyilikler وَ  ve قِنَا bizi koru عَذَابَ  azâbından النَّارِ ateşin

Türkçe Okunuşu:

“Rabbenâ âtina fid-dünya haseneten ve fï'l-âhireti haseneten ve kinâ azâbe'n-nâr.”

Meali:

“Yâ Rabbî! Dünyâda, âhirette bize iyilikler ver ve bizi ateşin azâbından koru.”[152]

 

Rabbenağfirli Duası

 

رَبَّنَا ٱغْفِرْ لِى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ ٱلْحِسَابُ

Kelime Kelime:

رَبَّنَا  Ey rabbimiz ٱغْفِرْ لِى  bizi mağfiret et وَلِوَالِدَىَّ Anne ve babamı وَ ve لِلْمُؤْمِنِينَ  müminleri de يَوْمَ  günü يَقُومُ  geldiği zaman ٱلْحِسَابُ  hesab

Türkçe Okuma: 

"Rabbenağfirlii ve livâa lideyye ve lil mü'miniyne yevme yekumül hısâb."

Mânâsı:

“Ey rabbimiz, hesab günü geldiği zaman bizi mağfiret et. Anne ve babamı ve müminleri de mağfiret et."

 

Sağa ve Sola Selam Vermek

Selâm: Barış, rahatlık, esenlik demektir. “Allah her türlü kazâdan ve beladan korusun” demektir.[153]

Başını sağ ve soluna çevirirken, o taraftaki meleklere, insan ve cinlerden olan müslümanlara selâm vermeye niyet edilir. [154]

İlk selâmda: “es-Selamü aleyküm ve rahmetullah" ilâvesiyle ikinci selâm sünnettir.[155]

Arapça:

اسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّهِ

Kelime Kelime:

اسَّلاَمُ  selâm عَلَيْكُمْ  sizin üzerinize olsun وَ  ve رَحْمَةُ   rahmeti اللّهِ Allah’ın

Türkçe Okunuşu:

“es-Selamü aleyküm ve rahmetullah"

Meali:

“Allah’ın selâm ve rahmeti sizin üzerinize olsun” demektir.

 

 

 

 

 

Cum'a Namazı

Cum'a Namazı: Cum'a günü öğlen namazı vakti içinde bir hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namazdır.

Cum'a Arapça bir isim olup, "toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk" anlamlarına gelir. Sözlükte cumua ve cumea şeklinde de okunur. Bir terim olarak perşembe günü ile cumartesi arasındaki günün adı olduğu gibi, aynı gün öğle vaktinde kılınan iki rekat farz namazın da adıdır. Cum'a gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.[156]

 

Cum'a Namazının Farz Olmasının Şartları

Cum'a namazı; namaz, oruç, hac, zekât kelimeleri gibi, fıkıh usulü açısından "kapalı anlatım (mücmel)" özelliği olan bir terimdir. Bu yüzden onun kılınış şekil ve şartları âyet, hadis ve sahabe açıklamalarına ihtiyaç gösterir. Çünkü Allah elçisi "Namazı benim kıldığım gibi kılınız"[157] buyurmuştur.

Câbir b. Abdullah'ın naklettiği bir hadiste şartlar şöyle belirlenmişti:

"Allah'a ve âhiret gününe inananlara Cum'a namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır."[158] Bu istisnaların dışında kalan her müslüman erkek bu namazla yükümlü demektir. Buna göre şartlar şöyledir:

a) Erkek olmak: Cum'a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez.[159]

b) Hür olmak: Hürriyetten yoksun bulunan esir ve kölelerle, ceza evindeki hükümlülere, Cum'a günü öğle namazını kılmaları yeterlidir. Cum'a namazı farz değildir. Ancak anlaşmalı (mükâteb) kölelerle, kısmen azad edilmiş kölelere farzdır. Kendisine Cum'a namazı farz olmayan köle esir veya mahkumlar her ne sûretle olursa olsun, Cum'a'yı kılmış olsalar, sahih olur.

c) Mukîm olmak: Yolcuya Cum'a namazı farz değildir. Çünkü o, yolda ve gittiği yerlerde genel olarak güçlüklerle karşılaşır. Eşyasını koyacak yer bulamaz veya yol arkadaşlarını kaybedebilir. Bu sebeple ona bazı kolaylıklar getirilmiştir.

d) Hasta olmamak veya bazı özürleri bulunmamak: Namaza gidince hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere Cum'a farz olmaz. Yine, hasta bakıcı, aciz ihtiyar, gözü görmeyen, ayaksız, kötürüm ve müslümanlar Cum'a'yı kılarken onların güvenliğini sağlamakla görevli olan emniyet nöbetçisi gibi özrü bulunanlar, vakit bulunca öğle namazı kılmakla yetinirler. Ancak bu kimseler cemaatle Cum'a namazına katılırlarsa yeterli olur.[160]

Ayrıca, düşman korkusu, şiddetli yağmur ve çamur, ağır bir hastaya bakma gibi özürler de Cum'a namazını kılmamayı mübah kılan özürlerdir. Körün, elinden tutup camiye götürecek kimsesi olursa, Cum'a'yı kılması İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre farz olur. Üzerlerine Cum'a namazı kılması farz olmayan müslüman kimseler, Cum'a'yı kılmaya imkan bularak kılsalar, vaktin farzını eda etmiş olurlar, artık o günün öğle namazını kılmaları gerekmez. Cum'a namazı kılmaları farz olmayan kimseler, bulundukları bölgede Cum'a namazı kılınıyor ise, öğle namazını cemaatle değil, yalnız başlarına kılarlar. Bulundukları bölgede Cum'a namazı kılınmıyor ise, öğle namazlarını cemaatle kılabilirler.

 

Hutbe

Hutbe: Konuşma, cemaate konuşma yapmak, Allah'a hamd, Rasûlüne salat ve selam getirmek ve müminlere duadan ibaret olan bir zikirdir. Hutbe farzdır ve Cuma ve bayram namazlarının yerine getirilme şartlarından birisidir.[161]

Cuma ile ilgili, "Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın"[162] Âyette sözü edilen zikr bilginlere göre hutbedir veya hutbe ile birlikte namazdır. Buna göre hutbe de Cuma namazı gibi farzdır ve hutbe okunmayan Cuma namazı eda edilmiş sayılmaz.[163] Ayrıca ümmetin bu konuda icma'ı da bulunmaktadır. Çünkü Hz. Peygamberden günümüze kadar, cuma namazları hutbeli olarak kılına gelmiştir.

 

 

Bayram Namazı

Bayram: Neşe ve sevinç günleridir. Hemen hemen her akîde ve ümmetin kendine has bir bayramı veya bayramları vardır.[164]

İslâm ümmetinin iki bayramı vardır. Bunlar bütün İslâm âleminde kutlanan bayramlardır. Biri Kurban Bayramı, diğeri de Ramazan Bayramı'dır. Ramazan Bayramı Ramazan ayının bitiminde, Şevvâl'in birinde; Kurban Bayramı da Zilhicce ayının onuncu gününde olur. Ramazan bayramı üç gün, Kurban Bayramı dört gündür.

İslâmî kardeşliğin perçinlendiği bu mübarek günler, müslümanların sevinç ve mutluluk günleridir. Nitekim Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin iki bayramı olduğunu öğrendi. Medineliler bu bayramlarında oyun oynar ve eğlenirlerdi. Bu durumu gören Hz. Peygamber (a.s) “Allah Teâlâ size kutladığınız bu iki bayrama bedel olarak daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lûtuf olarak vermiştir." [165]

Bu bayramların neşe ve sevinç günleri olduğunu yine bizzat Hz. Peygamber ifade buyurmuşlardır. Buhârî'nin Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmıştır: "Bir defasında, Kurban Bayramı'nın ilk günlerinde Hz. Peygamber yanıma girdi. Yanımda, "Buâs" ezgilerini (def çalarak) okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanıp, yüzünü çevirdi. Derken babam Ebû Bekr (r.a.) içeri girdi. "Bu ne! Resulullah'ın (a.s.) yanında şeytan çalgıları mı?" diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) ona dönerek, "Onlara dokunma" buyurdu. Ben de babam bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da çıktılar.[166]

Yine bir bayram günü Habeşîler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Bunlara bakmak için ya ben Hz. Peygamber'den izin istedim veya O "Bakmak istiyor musun?" diye bana sordu (iyice hatırlamıyorum). Ben "Evet" dedim. Bunun üzerine beni arkasında yanağım yanağına değecek şekilde ayak üstü durdurup, oyun oynayanlara "Haydi devam edin Erfideoğulları!" buyurdu. Nihayet ben usanınca Artık yeter mi?" diye sordu. "Evet" dedim. "Öyleyse git!" buyurdular."[167]

Bayram namazları ikişer rekattır. Cemaat şartı vardır. İmam okuduğu sureleri dışından açık okur. Ezan ve kamet getirilmeksizin, imam iki rekat Ramazan veya Kurban Bayramı namazına diye; cemaat de aynen imam gibi, hangi bayram namazını kılıyorsa o bayram namazına niyet eder ve imama uyduğunu söyler. Şöyle ki: Niyet ettim Allah rızası için iki rekat Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum imama der. İmam ve arkasından cemaat "Allâhü ekber" diyerek iftitah tekbirini alır. Arkasından hep birlikte eller bağlanır ve gizlice "Sübhaneke" okunur.

Sonra imam açıktan, cemaat sessizce arka arkaya üç tekbir alır. Her tekbirde eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve arkasından aşağıya indirilir. her iki tekbir arasında da üç defa "sübhanallah" diyecek kadar durulur. Üçüncü tekbirin ardından eller bağlanır ve imam gizlice "eûzü besmele" çeker. Arkasından açıktan Fatiha ile bir sure okur veya en az Kur'an'dan üç ayet veya üç ayet miktarı bir ayet okur. Bunları okuduktan sonra hep beraber "Allahü ekber" diyerek rukûa gidilir. Normal namazdaki gibi rukû ve secdeler yapıldıktan sonra ayağa kalkılır ve eller bağlanır. Yine imam içinden gizlice besmele çeker. Açıktan Fatiha ve bir zammı sûre okuduktan sonra, tekrar "Allahü ekber" diyerek üç defa tekbir alınır. Her tekbirde, birinci rekatta olduğu gibi eller kaldırılır ve tekbir aralarında yine üç defa 'sübhanallah' diyecek kadar durulur. Tekbir aralarında eller bağlanmayıp aşağıya salıverilir. Dördüncü tekbiri de imam açıktan; cemaat gizli alarak, rukûa giderler. Normal bir namazdaki gibi, rukû' ve secdelerden sonra oturulur. "Ettehıyyatü.." "Allahümme salli ve Bârik" duaları ile "Rabbenâ âtina.." duaları okunduktan sonra iki tarafa selâm verilir.

 

Bayram Hutbesi

Bayram namazı, üzerine Cum'a namazı farz olan her yükümlüye vaciptir.[168]

Bayram namazından sonra hutbe okunması ve onun dinlenmesi ise sünnettir. Ebû Saîd (r.a)'den yapılan rivâyete göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah (a.s), ramazan ve kurban bayramı günü musallaya çıkardı. ilk önce namaza başlar, sonra bitince kalkar cemaatin karşısına geçerdi. Cemaat saflarında oturmuş olduğu halde onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve onlara emirler verirdi. Eğer herhangi bir tarafa asker göndermek isterse gönderir, emredeceğini emreder, sonra dönerdi." Ebu Said (r.a) devamla şöyle demiştir: "İnsanlar, Medine emiri olan Mervan'la birlikte kurban veya ramazan bayramına çıktığımız zamana kadar bu şekle devam ettiler.

 

Teşrik Tekbiri

Teşrik Tekbiri: Teşrik, doğuya doğru gitmek, parlamak, eti güneşe sermek demektir.

Teşrik tekbiri, Kurban bayramı günlerinde farz namazlardan sonra getirilen tekbirlerdir. Kurban Bayramının ilk gününe "yevm-i nahr", diğer üç güne ise "eyyâmü't-teşrîk (teşrîk günleri)" denir. Bayramdan bir gün önceki güne de "arefe günü" denir.[169]

Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç farz namazının arkasından birer defa

 

الله اكبَرْ الله اكبَرْ لإله لإّ الّله  وَلَّلهُ اَكْبَرْ الله اكْبَرْ ولِلَّهِلْ حَمْد

 

"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" diye tekbir getirilir ki, buna "teşrîk tekbiri" denir.

Meali:

"Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah'a mahsustur".

Tekbirlerin bu şekli Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd (r. anhümâ)'ya dayanır.

Teşrîk tekbirlerinin başlangıcı Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme olayına kadar uzanır. İbrahim (a.s), gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir. Kurban hazırlıkları sırasında Cebrail (a.s) gökten buna bedel olarak bir koç getirir. Dünya semasına ulaştığında yetişememe endişesi ile Cebrail (a.s); "Allahu ekber Allahu ekber" diyerek tekbir getirir. İbrahim (a.s) bu sesi işitince başını gökyüzüne çevirir ve onun bir koçla geldiğini görünce; "Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber" diye cevap verir. Bu tekbir ve tevhîd kelimelerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail (a.s) da; "Allahu ekber velillâhi'l-hamd" der. Böylece kıyamet gününe kadar sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur.[170]

 

 

 

Cenâze Namazı

Cenâze Namazı: Gömülmemiş ve gömülmeye hazırlanmış insan ölü ve ölüyü gömmek için yapılan tören ve işlemlerdir. İslâm bu tören ve işlemler ile ilgili olarak bazı emir ve nehiyler getirmiştir. Genellikle bunlar sünnet ile sabit olan ve Hz. Peygamber (a.s.) tarafından bizzat uygulanan ve bize kadar intikal eden hususlardır. Ölüm döşeğinde can çekişme durumunda olan kimseyi -kendine zorluk olmazsa- yüzü Kıbleye karşı gelmek üzere sağ tarafa çevirmek sünnettir. Başını biraz yükselterek sırtı üstüne yatırmak da caizdir.

Hasta can çekişiyorken ve gerçekten mümin birisi ise ona yardımcı olmak, yakınları için bir gereklilik ve ayrıca da sevaptır. Onun için yanında "kelime-i şehadet" getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Rasûlullah (a.s.) şöyle buyurmuşlardır:

"-Ölülerinize, Lâ ilâhe illallah"ı telkin ediniz. Zira ölüm halinde onu söyleyen (bir mümin)'i bu kelime Cehennem'den kurtarır. " "Son sözü Lâ ilâhe illallah olan kimse Cennet'e girer."[171]

 

Cenaze Namazının Kılınışı

Cenaze namazı farz-ı kifâyedir. Yani bir beldede bir kısım müslümanların bu namazı kılmalarıyla, diğerlerinin üzerinden yükümlülük kalkar. Cenaze namazı hiç kılınmazsa, o beldedeki bütün müslümanlar sorumlu ve günahkâr olur.

Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyette, ölünün erkek veya kadın, küçük erkek veya kız çocuğu olduğu belirtilir. İmam olan kimse; Allah Teâlâ'nın rızası için hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek, namaza başlar. Ayrıca imamlığa niyet etmesi gerekmez. Cemaatten her biri de Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder. Ölü, erkek ise: "şu hazır erkek için", kadın ise; "şu hazır kadın için" diye niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaatten biri, cenazenin erkek mi, kadın mı olduğunu bilmezse, "üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imam ile beraber namaz kılmaya ve dua etmeye" niyet eder.

Cenaze namazının rüknü tekbirler ve kıyâm'dır. Bu namazda rukû ve secdeler bulunmadığı gibi Kur'an okumak ve teşehhüd de yoktur. Şartları altıdır: Ölünün müslüman olması, kendisinin ve konulduğu yerin temiz olması, cemaatin önünde bulunması, vücut azalarının çoğunun veya başıyla beraber yarısının mevcut olması, arz üzerine konulmuş olması, namaz kılacak kimsenin özürsüz olarak bir şeye binmiş veya oturmuş olmaması. Cenaze namazında cemaat şart değildir. Yalnız bir müslüman erkek yahut bir müslüman kadının kılması ile farz yerine getirilmiş olur. Cenaze namazının sünnetleri dörttür.

1-İmam cenazenin göğsü hizasına durur. Bu namazda erkek, kadın, büyük ve küçük arasında fark yoktur

2-Birinci tekbirden sonra "sübhâneke allâhümme" duasının "ve celle senâüke" kısmı ile birlikte okunması lâzımdır. Dua kasdıyla fatiha okunması da caizdir.

3- İkinci tekbirden sonra, Peygamber (a.s.)'e salât getirmek: "Allâhümme salli ve bârik" duâsı okunur.

4- Üçüncü tekbirden sonra ölüye, kendi nefsine ve müslümanlara dua etmek. Duânın ahirete ait olmasından başka bir şart yoktur. Fakat Hz. Peygamber'den nakledilen duâları yapmak daha güzeldir. Bu duâ da şudur:

Arapça:

ٱَللّٰهُمَّ ٱغْفِرْ لِحَيِّنَا وَمَيِّتِنَا وَشَاهِدِنَا وَغَآئِبِنَا وَكَبِيرِنَا وَصَغِيرِنَا وَذَكَرِنَا وَاُنْثَانَا ٱَللّٰهُمَّ مَنْ اَحْيَيْتَهُ مِنَّا فَاَحْيِهِ عَلَى ٱْلاِسْلاَمِ وَمَنْ تَوَفَّيْتَهُ مِنَّا فَتَوَفَّنَا عَلَى ٱْلاِيمَانِ وَخُصَّ هٰذَا ٱلْمَيِّتَ بِٱلرَّوْحِ وَٱلرَّاحَةِ وَٱلرَّحْمَةِ وَٱلْمَغْفِرَةِ وَٱلرِّضْوَانِ ٱَللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ مُحْسِنًا فَزِدْ فِى اِحْسَانِهِ وَاِنْ كَانَ مُسِيئًا وَتَجَاوَزْ عَنْهُ وَلَقِّهِ ٱْلاَمْنَ وَٱلْبُشْرٰى وَٱلْكَرَامَةَ وَٱلزُّلْفٰى بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ ٱلرَّاحِمِينَ

Kelime Kelime:

اَللَّهُمَّ  Allah'ım اغْفِرْ  bağışla لِحَيِّنَا  dirimizi وَ مَيِّتِنَا  ölümüzü وَ شَاهِدِنَا  burada olanımızı وَ غَائِبِنَا  olmayanımızı وَ صَغِيرِنَا  küçüğümüzü وَ كَبِيرِنَا  büyüğümüzü وَ ذَكَرِنَا  erkeğimizi وَ اُنْثَانَا  kadınımızı * اَللَّهُمَّ  Allah'ım مَنْ اَحْيَيْتَهُ  yaşattığını مِنَّا  bizden فَتَوَفَّهُ  öldür عَلَى üzerine اْلاِيمَانِ iman * وَ خُصَّ  ihsan eyle هَذَا  Bu اْلمَيِّتُ ölüye  (هَذِهِ اْلمَيْتَةُ) بِالرَّوْحِ  sevinç وَ الرَّاحَةِ  rahat وَ الرَّحْمَةِ merhamet وَ اْلمَغْفِرَةِ  mağfiret وَ الرِّضْوَانِ rıza * اَللَّهُمَّ  Allah'ım اِنْ كَانَ (كَانَتْ) مُحْسِنًا (مُحْسِنَةً) فَزِدْ فِى اِحْسَانِهِ (هَا) وَ اِنْ  eğer كَانَ  idiyse (كَانَتْ) مُسِيئًا iyi (مُسِيئَةً) فَتَجَاوَزْ geç عَنْهُ iyiliğini artır (هَا) وَ لَقِّهِ  Ona et (هَا) اْلاَمْنَ  güven وَ اْلبُشْرَى  müjde وَ اْلكَرَامَةَ  ikram وَ الزُّلْفَى rahmetine yaklaştır

 

Türkçe Okunuşu:

"Allâhummağfirlî hayyina ve meyyitinâ veşâhidinâ ve gâibinâ ve zekerinâ ve unsânâ ve sağîrinâ ve kebîrinâ. Allâhumme men ahyeytehû minnâ fe ahyihî ale'lislâm ve men tevef feytehü minnâ feteveffehû ale'l-imân ve hussa hâza'l-meyyite birravhi ve'rrâhati ve'f-mağfireti ve'r-rıdvân. Allâhümme in kâne muhsinen fezid fî ihsânihî ve in kâne musîen fetecâvez anhu ve lakkıhi'l-emne ve'l-büşrâ ve'lkerâmete ve'z-zülfâ bi rahmetike yâ erhame'r-râhimîn."

Meali:

"Allah'ım, dirimizi, ölümüzü, burada olanımızı, olmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü bağışla. Allah'ım, bizden yaşattığını iman üzerine öldür. Bu ölüye de sevinç, rahat, mağfiret ve rıza ihsan eyle. Allah'ım, eğer (bu kimse) iyi idiyse iyiliğini artır, geç. Ona güven, müjde, ikram et ve rahmetine yaklaştır.”

 

Eğer cenaze kadınsa, "ve hussa dan sonraki zamirler müennes okunur." Hâzihi'l-meyite... in kânet muhsineten fe-zid fr-ihsânihâ ve in kânet musîeten fe-tecâvez an seyyiâtihâ ve lakkîhâ'l-emne... " gibi.

Bu duâlardan sonra imam dördüncü tekbiri alır, sonra önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa sesli olarak, cemaat ise gizlice selâm vererek namaza son vermiş olurlar. Bu vacip olan selâm ile ölüye, cemaate ve imama selâm verilmesine niyet edilir. Cenaze namazının başına yetişmeyen kimse hemen iftitah tekbirini alıp imama uyar ve diğer tekbirleri imamla beraber almaya devam eder. İmam selâm verdikten sonra geçirdiği tekbirleri birbiri ardınca kaza eder, bu tekbirler esnasında herhangi bir dua okunmaz. Birkaç cenaze varsa hepsine ayrı ayrı namaz kılma daha iyidir. En erken getirilenin namazı önce kılınır. Hepsi birlikte gelmiş ise halk nazarında daha faziletli olanın ki önce kılınır. Hepsine bir tek namaz kılmak da yeterli olur. Bu takdirde cenazeler, geniş bir sıra halinde dizilir ve imam bunlardan birisinin göğsü karşısında durarak namaz kıldırır. Yahut cenazeler tek sıra hâlinde kıbleye doğru uzunlamasına da konulabilir.

Namaz kılmak mekruh olan üç vakitte, yani; güneş doğarken, tam tepedeyken ve batarken cenaze namazı kılınmaz. Ancak, bu vakitlerde kılınmışsa kazası da gerekmez. Kabristanda ve cami içinde cenaze namazı kılınmaz, ancak; imam ve cemaatin bir kısmı cami dışında, bir kısmı da cami içinde olarak kılmalarında bir mahzur yoktur. Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar.

Sağ doğup ölen çocuğun adı konulur, yıkanıp kefenlenir ve namazı kılınır. Ölü doğan çocuğun adı konulur, yıkanıp bir bezle sarılır ve cenaze namazı kılınmadan defnedilir. Ölen gebe kadının karnındaki çocuk hareket ederse, kadının karnı yarılarak çocuk alınır. Kasden ve zulmen ana veya babasını öldürenlerin, öldürülmüş eşkıya ve yol kesicilerin namazları kılınmaz.

Cenazede cemaat şartı olmamakla birlikte, cemaat sayısı ne kadar çok olursa, sevap da çoğalır. Hz. Âişe, Rasûlullah (a.s.)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir cenazenin namazını yüz müslüman kılarak hepsi ona şefaat dilerse, kendilerine o kimse hakkında şefaate izin verilir."[172]

İbn Abbas (r.a.), Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir müslüman öldüğü zaman, cenazesini, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayan kırk kişi tutup kaparsa, Allah kendilerine o kimse hakkında şefaate izin verir."[173]

-“Namaz kılınıncaya kadar cenazede hazır olan kimseye bir kırat, gömülünceye kadar hazır bulunana da iki kırat sevap vardır. " İki kırat nedir?" diye sorulunca, Hz. Peygamber (a.s.) "İki büyük dağ gibi" diye cevap verir, yani iki büyük dağ kadar sevap verilir.”[174]

 

 

 

Secde-i Sehiv

Secde-i Sehiv: Secde, alnı yere koyma; aşırı saygı gösterme; sehiv, dalma, gaflet etme, bilmeyerek terk etme demektir. Sehiv secdesi ise, yanılmak suretiyle namazın rükünlerinden birisini geciktirme veya bir vacibi terk ya da geciktirme halinde, namazın sonunda yapılması gereken iki secde demektir.[175]

Bir rüknün tehiri veya bir vacibin terk yahut tehiri halinde son oturuşta yalnız Tahiyyat okunduktan sonra iki tarafa selâm verilir, daha sonra ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilerek secdeye varılıp, üç kere " سُبْ حَا نَ رَبِّيَ لْأَ عْلى Sübhane Rabbiyel A'lâ" okunur; sonra "Allahu ekber" denilerek oturulur, bir tesbih miktarı celseden sonra yeniden "Allahu ekber" diye, ikinci secdeye varılır; yine üç defa " سُبْ حَا نَ رَبِّيَ لْأَ عْلى Sübhane Rabbiyel- A'lâ" okunduktan sonra ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilerek oturulur. Tahiyyat, Allahümme salli ve Allahümme barik ve Rabbenâ âtinâ duaları okunduktan sonra önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa selâm verilir.

Yalnız sağ tarafa selâm verildikten sonra sehiv secdelerinin yapılması daha faziletli ve ihtiyata daha uygundur. Nitekim cemaatla kılınan namazlarda cemaatin yanlışlıkla dağılmasına meydan vermemek için, yalnız sağ tarafa selâmdan sonra sehiv secdelerinin yapılması gerekli görülmüştür.

Hanefilerin sağlam görülen görüşüne göre sehiv secdesi vacib, genel olarak diğer mezheplere göre ise sünnettir. [176]

Hanefilerin bu konuda dayandığı delil, Abdullah b. Mes'ud (r.a)'den nakledilen şu hadistir: "Sizden birisi namazında şüpheye düşerse, doğrusunu araştırsın ve namazını kanaatine göre tamamlasın, sonra selam verip sehiv secdesi yapsın, yani yanıldığı için iki secde daha yapsın."[177] Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) de Allah elçisinin şöyle buyurduğunu nakleder: "Sizden biri namazı üç rek'at mı yoksa dört rek'at mı kıldığında şüpheye düşerse, şüphesini atsın ve kesin olarak bildiği ne ise, onun üzerinden namazı tamamlasın. Selâm vermeden önce de iki secde yapsın. Eğer beş kılmış ise, bu secdeler namazına şefaatçi olur, tam kılmış durumda ise, bu iki secde şeytanın kendisinden uzaklaşmasına vesile olur."[178]

 

 

 

Secde-i Tilâvet

Secde-i Tilâvet: Kur'an'daki bir secde âyetini okuyan veya dinleyen müslümanın yapması vacib olan secdedir.

Tilavet, arapça bir mastar olup; okuma, özellikle Kur'an-ı Kerîm'i okuma anlamına gelir. Kur'an'daki bir secde âyetini okuyan veya dinleyen âkıl, bâliğ bir müslümanın bir defa secde yapması vacibtir. Secde âyetinin tercemesini okuyan veya dinleyen kimse de secde yapmalıdır.[179]

Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar ve kendilerine Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar."[180] Bir kimse ancak vacib olan işi yapmamaktan ötürü kötülenir. Diğer yandan bu secde namazda yapılan secde olup, namaz secdesi gibi vacib hükmüne tabi olur.  Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı okuyan ve dinleyene secde etmek vacibtir."[181] Hadisin anlamı mutlak olup, dinlemek isteyeni de istemeyeni de kapsar.

Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre tilâvet secdesi sünnettir. Zeyd b. Sabit (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'e Necm Süresi'ni okudum ve bizden hiçbir kimse secde yapmadı."[182] Diğer yandan Hz. Ömer'in, en-Nahl süresindeki secde âyetini okuduktan sonra cemaatı secde yapıp yapmamakta serbest bırakmıştır. O, şöyle demiştir: Allah bize secde yapmayı farz kılmamıştır. Ancak kendiliğimizden dilersek yaparız."[183]

Tilâvet secdesi şu sebeplerle vacib olur:

1. Secde âyetini okumak. Okuyanın kulakları duymasa bile secde gerekli olur.

2. Okunan secde âyetini işitmek veya dinlemek. İşitmek kasıtsız, dinlemek ise kasıtlı olur.

3. Bir imama uymuş olmak, imama uyan kimse imamın okuduğu secde âyetini duymasa bile tilâvet secdesi yapar. Çünkü öğle namazı gibi gizli okunan bir namazda imam okuduğu secde âyetinden dolayı secde yapsa cemaat de kendisine uyar.

Bu secdenin yapılışı şöyledir: Tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın ٱَللهُ اَكْبَرُ  Allah’u Ekber’ denilerek secdeye varılır, secdede üç kere " سُبْ حَا نَ رَبِّيَ لْأَ عْلى Sübhane Rabbîyel- A'lâ (En yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim)" denilir. Bundan sonra ٱَللهُ اَكْبَرُAllah’u Ekber’ denilerek secdeden kalkılır.

Tilâvet secdesinin rüknü, Allah Teâlâ'yı ta'zîm için yüzü yere koymaktır. Ancak namaz hâlinde rükû ve hastalar için imâ da bu secde yerine geçer.[184]

Secde Ayetlerinin Bulunduğu Süreler Şunlardır:

Kur'an-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti bulunmaktadır. Bu süre ve âyet noları aşağıda verilmiştir: el-A'raf, 7/206; er-Ra'd, 13/15; en-Nahl, 16/50; el-İsrâ, 17/109; Meryem,19/58; el-Hac, 22/18; el-Furkân, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sâd, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62; el-İnşikâk, 84/20 ve Alak, 96/19.

 

 

 

 

Kaynakça

 

İbn Hanbel, Ahmed ibnu, (v. 241) Müsnedu Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahire (baskısından ofset). Beyrut, ty.

Aydın, Mehmet, Dinler Tarihi, Konya 1980

Allan, Muhammed b.- Delilu'l-Fâlihîn, Mısır 1971

Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979

…………. Şerhu'l Fıkhı'l-Ekber, Mısır 1323 h.

Ahmed Saim Kılavuz, İman-Küfür Sınırı, İstanbul 1982

Bağdâdî, Târihû Bağdâd, Mısır 1394/ 1931

………..Usûlü'd-Dîn, İstanbul 1346/1928

Bediüzzaman Said-i Nursi, Mesnevî-i Nuriye - Katre

Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985

Buharî, Ebi Abdillah Muhammed İbnu İsmail (sv. 256) el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.

…………..et-Tarihu'l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360

Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ankara 1988.

Cessas, Ebu Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370), Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, ty.

el-Ceziri, el-Fıkh ale'l- Mezâhibi'l -Erbea, Çağrı, İstanbul, 1968

el-Cevher, es-Sıhah, Beyrut, 1399/1979

Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul, 1311 h.

………et-Ta'rifât, Beyrut,ty.

Devâlibî,Muhammed Maruf, İlmi Usûl-i Fıkıh, Beyrut 1965

Döndüren Hamdi, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul, 1991

……….  Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983

Darakutnî, Ali İbnu Ömer (v. 358), es-Sünen, Kahire, 1386/1966

Firûzâbâd, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305

Gölcük-Şerafettin, Kelâm, Konya 1988

Haydar, Ali, Düreru'l-Hukkâm şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, İstanbul 1299

Hadimî, Ebu Said Muhammed, Menâfiu'd-Dakâik fi, Şerhi Mecâmü'l-Hakâik, İstanbul 1305

el-Hâkim, el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn, Haydârâbâd-Deken 1335.

Hallâf, Abdulvehhab, İlmu Usûli'l-Fıkh, Kahire 1978

Hüseyin, Taha, el-Fitnetu'l-Kübra, Kahire 1966

Hüsrev,Molla, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Gureril-Ahkâm, İstanbul 1979,

İbnü'l-Cevzî; Menâkıbu'l-İmam Ahmed, Mısır 1349

İbn Kesir, İmamuddin Ebu'l Fida (v. 774), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966.

İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-Ayân, Kahire 1367/1948

İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır

İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984

İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır 1961

İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire t.y.

İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut 1317

İbnu Hibban, Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban el-Bustî, Sahihu İbnu Hibban, Beyrut 1987.

İbn-i Manzur, Lisânü'l-Arap, Bulak Mısır 1303

İbn Nüceym, el-Efbah ve'n-Nezâir (Hamevi Şerhi ile), İstanbul 1257

İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe, Müsned, Emin Yayınları

el-İsnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, Mısır 1316

Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi, Beyrut 1328/1910

Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmi'l Kur'an, Kâhire 1967

Mevdudî, Tefhîmul-Kur'an, İstanbul 1991

Meydanî, el-Lubâb, İstanbul, ty.

el-Mutîî, Necib, Tekmiletü'l-Mecmü', Bâcî, el-Müntekâ, Kahire 1332

Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut 1972

Molla Hüsrev, Düraru'l-Hukkâm, İstanbul 1307

En-Nevbaht, Firaku'ş-şîa, Necef 1368

Nizameddin, Şeyh, Fetâvâ'l-Hindiyye, Bulak 1310 h.

Râgıb, El-Mutredâd; Asım Efendi, Kamüsü'l-Mühit tercemesi, İstanbul 1272

………….el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır, 1961

Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937

Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979

Subkî, el-Menhel, Beyrut, 1394

Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1331

…….. Şerhu's-Siyeri'l Kebîr, Kahire 1971

Şa'ban, Zekiyüddin, Usûlü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990

eş-Şafiî, el Ümm, Kahire 1321-1325

…… er-Risâle, Kahire 1979

Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır,ty

Tahavî, Ebu Ca'fer Ahmed İbnu Muhammed (v. 321), Şerhu Me'ani'l-Asar, Kahire, 1387/1968

……..Hâşiye alâ Merâkı'l felâh, İstanbul, 1985

Taftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, İstanbul t.y.

Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mısır 1388/1968

……..Tarih, Mısır 1326

Tehanevî, Keşşâfu lstılâhâti'l-Funun, İstanbul 1984

Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1971.

ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1977

ez-Zebidi, Seyyid Muhammed Murtaza, Ed, Tâcü'l-Arûs, Beyrut, ty,

Zeylâî, Tebvînü'l-Hakâik, Beyrut, ty

………..Nasbu'r-Râye, 1. Baskı, 1393/1973

Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985

 

 

 

Yazarın Diğer Kitapları

 

1. KUR’AN-I KERİM MEALİ (Sebeb-i Nüzulü Açıklamalı ve Kelime Kelime Meali)

 

2. KIRK AYET –KIRK HADİS  (Çıktı)

 

3. EVRENİN RUH HARİTASI (Akaid Kitabı)

 

4. İNSANLIĞIN RUH HARİTASI (Ahlak Kitabı)

 

5. RUHLARIN ŞİFASI (Esma’ül Husna)

 

6. YAŞAMIN RUH HARİTASI (Fıkıh Kitabı)

 

7. BEŞERİYETİN RUH MİMARLARI PEYGAMBERLER (Peygamberlerin Hayatı)

 

8. PEYGAMBERLERİN ÇİZDİĞİ RUH HARİTASI (Hz. Peygamber (a.s)'in Hayatı)

 

9. ÇOCUKLARIN RUH DÜNYASI (Doğumundan Ölümüne Kadar Çocuk Terbiyesi)

 

10. DERSLERİN RUHU (Tefsir Dersine Giriş 1) 

 

11. DERSLERİN RUHU (Tefsir İlmine Giriş 2)

 

12. ÇAĞIN ALTIN RUHLULARI (Ashab-ı Kiramın)

 

13. HER ADEM BİR ALEMDİR  -I- (Araştırma)

 

14. HER ADEM BİR ALEMDİR –II- (Vecizeler)

 

15. DOĞRULARIN BABASI (Öykü)

 

16. EĞİTİM - ÖĞRETİM (Öykü)

 

17. RÜYA İLE DİRİLİŞ (Öykü)

 

18. HAYAL UMUDUN KAPISIDIR (Öykü)  

 

19. MEDENİYETİN ORTAK DEĞERLERİ (Araştırma)

 

20.  ACILARDA AĞLARMIYMIŞ? (Şiir)

 

21. AKLIN GÖCÜ (Öykü)

 

22. DİN NASİHATTIR (İbretli Sözler) *Çıktı*

 

23.ARAPÇANIN DİLİ (Kur’an-ı anlamanın Dilbigisi)

 



[1]   Bkz:  Namaz Kılmak: Bakara, 2\3, 43, 238; En'am, 6\72, 92; Hacc, 22\77, Mü'minun, 23\9; Lokman, 31\4; Meâric, 70\22-23; A'lâ, 87\15, 18-19.

[2]  el-Bakara, 2/238.

[3]  en-Nisa, 4/103.

[4]  el-Beyyine, 98/5.

[5]  el-Hacc, 22/78; bkz. Sabah Namazı: İsra, 17\78; Rûm, 30\17; Kaf, 50\39, Tûr, 52\49. Öğle Namazı: Rûm, 30\18; Kaf, 50\39. İkindi Namazı: Bakara, 2\238; Rûm, 30\18; Kaf, 50\39. Akşam Namazı: Rûm, 30\17; Kaf, 50\40; Tûr, 52\49; İnsan, 76\26. Yatsı Namazı: Rûm, 30\17; Kaf, 50\40; Tûr, 52\49; İnsan, 76\26.  

[6]  Buhârî, İman,1, 2; Müslim, İmân, 19-22.

[7]  Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî, Zekât, I .

[8]  Buhârî, İmân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, İmân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd, Salât, 1.

[9]  Ebû Dâvûd, Vitr, 2; Nesâî, Salât, 6; Dârimî, Salât, 208; Mâlik, Muvatta', Salâtül-Leyl, 14.

[10]  Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvûd, Salât, 145; Nesaî, Salât, 9, Tahrîm, 2; İbn Mâce, İkame, 202.

[11]  Ebû Dâvud, Tatavvu, 18, Vitir, 13.

[12] Tâhâ, 20\12

[13] Tevbe, 9\119

[14]  Mümin, 40\60

[15] Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, Mısır, 1308, I, 154

[16]  Prof. Dr. Tevfik Sağlam, Diyanet Dergisi, sayı: 1, 1964.

[17] İbni Mace, Salat, 3458; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 8823.

[18] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 3/258-259.

[19] Dehlevî, Şah Veliyyullah, Huccetullah el~Bâliğa, 1/214.

[20] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, 2/791.

[21] Esed, Muhammed, Mekke'ye Giden Yol (Tr. Cahit Koydak) s, 103-104.; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (el-Fethu’r-Rabbani Tertibi,) Ensar Yayıncılık: 3/259-260.

[22] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 475.

[23] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar, 73-74.

[24] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', I, 114 vd.; İbnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179

[25]  Tevbe, 9/108.

[26]  İbni Kesir, Tefsir-ul Kur’an-il Azim, Buyrut, 2, 389.

[27]  Müslim, Tahare, 1

[28] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar, 85.

[29]  Mâide, 5/6

[30]  Elmalı, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1583

[31]  Buhârî, Vüdû, 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 308.

[32]  Buhârî, Vüdû, 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû', 21; Ahmed İbn Hanbel, 2, 39.

[33] Abdeste başlarken Allah'u Teâlâ'nın ismiyle yani besmele ile başlamak sünnettir. Rasûlullah (a.s.): "Allah'u Teâlâ'nın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti yoktur." (Ebû Davud, Tahâre, 48; Tirmizî, Tahâre, 20; İbn Mâce, Tahâre, 41). Besmeleyi abdeste başlarken okumak esastır. Çıplak bir hâlde iken veya tuvalette besmele okunmaz. Bir kimse abdestin başında "Lâilâhe illallah" veya "Elhamdülillah" dese besmele yerine geçer. (Fetâvâ ı-Hindiye, Bûlak 1310 H. c,1s,,7).

[34] Müslim, Tahare, 32, 33; Tirmizî, Tahâre, 2.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, 3/73-74.

[36] Maide, 5/6.

[37]  Ahmed Davudoğlu, Selâmet Yolları, I, 154.

[38] ez-Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 60.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 24.

[39]  Müddessir, 74/4.

[40]  İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I,135.; Meydânî, el-Lübâb, I, 55; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 73; Şîrâzi, el-Mühezzeb, I, 46; İbn Kudâme, el-Muğnî; I, .52; Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletü, Dimaşk 1405/1985, I, 115.

[41] Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95; İbn Kudame, el-Muğnî, I, 599; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111.

[42]  Ahmed b. Hanbel, II, 187.

[43]  Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297.

[44]  Nûr, 24/31.

[45] Tirmizî, Radâ, 18.

[46] İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160.

[47] el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 431

[48] Bakara, 2/144.

[49] BEYTÜ'L-MA'MÛR: Ma'mûr, bayındır, bakımlı ev. Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da "Durâh"dır. Beytü'l-Ma'mûr'dan Kur'an'ı Kerîm'de şöyle bahsedilir: "Tür'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb'a, bayındır eve (beytü'l-ma'mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki, Rabbi'nin azabı hiç şüphesiz gelecektir." (et-Tur, 52/1-7).

Müfessirler bu ayet-i kerîmede sözü geçen Beytü'l-Ma'mûru genellikle, yedinci kat semada, Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir ev olarak tefsir etmişlerdir. Onu günde yetmiş bin melek namaz kılmak ve tavaf etmek için ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye dönmezler. Beytü'l-Ma'mûr Kâbe'nin üst hizasındadır. (Muhtasar'u Tefsir-i İbn Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbunî, Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lubâbü't-Te'vîl fî Maâni't-Tenzîl, IV, 242; el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV, 467; İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV, 123).

[50] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 307.

[51]  Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 4,18.

[52]  Bakara, 2/185.

[53]  Buhârî, Mevâkît, 24, Ezan,162; Tirmizî, Salât,1; Ahmed b. Hanbpl, I, 382, III, 330, 331, 352, IV, 416; eş-Şevkânî; Neylü'l Evtâr, I, 300.

[54]  Şevkânî, a.g.e., I, 300.

[55] Kâsânî, el-Bedâyî', I,17; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 98-100; el-Meydânî, el-Lübâb, I,16; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 21; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 110.

[56]  Buhârî, Bed'ül-Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5, Talâk,11, Menâkıbul-Ensar, 45, Itk, 6, Eymân, 23; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, 11, Tirmizî, Fezâilül-Cihâd, 16.

[57]  Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1972, IX, 118.

[58]  Sahih-i Müslim, a.g.e., IX, 118, 119.

[59]  Nisâ', 4/95.

[60]  Buhârî, Cihad, 31, Tefsîru Nisa, 4/18, Tirmizî, Tefsîru Nisa, 4/19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 184,

[61]    Bediüzzaman Said-i Nursi, Mesnevî-i Nuriye - Katre – S,1305.

[62] Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, t.y., 1377/1958, s. 66; el-Mülkiyyetü ve Nazariyyetül-Akd, Kahire 1938, s. 355.

[63] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, 1. Baskı, 1393, I, 259.

[64]  Tahrim:, Bir şey'i haram kılmaya denir. Namaza ٱَللهُ اَكْبَرُ  Alla’u Ekber’ sözüyle başlandığı ve bundan sonra namazdan çıkana kadar yeme, içme, dünyevî konuşma ve çalışmalar haram olduğu için, iftitah tekbirine bu isim verilmiştir.

[65]  Alâk, 96/1-5.

[66]  Müddessir, 74/3.

[67]  Bkz. Ebû Dâvud, Salât, 73, 144, Tahâret, 31; Tirmizî, Mevâkît, 62, 110, Tahâret, 3; Buhârî, Ezân, 95, 122; Müslim, Salât, 45.

[68]  Buhârî, Ezân, 116; Tirmizî, Salât, 74; Nesâî, Tatbik, 34, 90, 94, Sehv, 70; Dârimî, Salât, 40.

[69] Abdurrahman el-Cezirî, "el-Fıkhu Ala Mezâhibi'l-Arbaa", Mısır, 1939 I. 198-220; Fetâvâ'l-Hindiye, I, 68; Vehbe ez-Zühaylî, "el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühü", 1989 Dımaşk, I, 631.

[70] Ebu Hanife, Müsned, 93/15-1: Başka bir rivayette şöyledir: “Evet iki elini, kulaklarının yumuşağına kadar kaldırdı.”  (Ebu Hanife, a.g.e, 15-2) 

[71] Nesâî, İftitah: 1; Ebû Dâvûd, Salat: 116; Ebu Hanife, Müsned, 96\18

[72] Müslim, Salât, 240; Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an; 1/424-425.

[73] el-Kâsânî Bedâyîu's-Sanâyî', Beyrut 1328/1910, I, 105 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, Kahire, t.y, I, 192, 304, 378; ez-Zeylaî Tebyinü'l-Hakâik, Emiriyyetab'ı, I, 104; es-Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 70, 199-204; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 100.

[74]  Bakara, 2/238

[75] Buhârî, Taksir, 19; Tirmizî, Mevâkît, 157; Ebû Dâvud, Salât, 175; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 175; ayrıca bk. el-Bakara, 2/286.

[76] Müslim, Salat, 401; Hanefîler, el bağlarken göbeğin altına koymak daha ziyâde ta'zim ifâde eder. Namaz kılanı ehl-i kitaba benzemekten uzaklaştırır. Bir de elleri göğse bağlamak kadınlara benzemektir. Binâenaleyh elleri göğse değil, göbeğin altına koymak sünnettir” derler.

[77] Sünen-i Ebu Davud 3/156.

[78] Sünen-i Ebu Davud 3/156.

[79] (Ve celle senâük): Bu cümle cenazelerde okunur.

[80] İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire, ty., I, 27-29.

[81]  Nahl, 16/98

[82]  Buhârî, Bed'ü'l-Halk, II, Edeb, 76; Müslim, Birr, 109, 110; Ebû Dâvud, Salât, 18, 119, 120, 122; Tirmizî, Mevâkît, 65, Sevâbu'l-Kur'ân, 22; ed-Dârimî, Salât, 33, Fadâilü'l-Kur'ân, 22; Ahmed b. Hanbel, III, 50, V, 26, 253.

[83] Buhârî, Deavat, 35-46, Et'ime, 28, Eşribe, 30; Bedü'l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149, Cihâd, 25, Fiten, 15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96, Birr, 109, 110, Fadâilu's-Sahâbe, 140, Eymân, 36; Ebû Dâvud, Edeb, 98, 104, Salât, 18, ll9, 120, 122, Tıbb, 19; Tirmizi, Tahâre, 4, Deavât, 15, 19, 67, 74, 76, 110; Nesâ; İstiâze, 7, 12, 17, 18, 25, 26, 33, 38, 60; Ahmed b. Hanbel, I, 247, II, 202, III, 50, 427, V, 356, VI, 31, 100, 139, 190; İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire, ty., I, 27-29.

[84] Mecmuat'u't-Tefasir, İst.1320, VI, 539.

[85] Neml, 27/30

[86] Molla Hüsrev, Dürerû'l-Hükkam fi Şerhû Gureru'1 Ahkâm, İst.1307, c. I, sh. 278. Ayrıca, Ebu Bekir el-Cessas, el-Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut 1335 c. I, sh. 8.

[87] el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 110; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., I, 193, 205, 222, vd.; ez-Zeylaî, Tebyînü'l Hakâik, l, 104, vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır, ty., I, 415.

[88]  Müzemmil, 73/20

[89]  Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167.

[90] Buhâri, Husûmât, 4, İsti'zan, 18, İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebû Dâvud, Salât, 144, Tatavvu', 17, Vitr, 22; Tirmizî, Salat, 110, Kur'ân, 9; Nesaf, İftitâh, 7, 37, Tatbik, 77; İbn Mâce, İkâme, 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 40, 43, II, 437.

[91] A'râf, 7/204

[92] İbn Mâce, İkâme, 13.

[93] Buharî, Salât, 18, Ezân, 51, 74, 82, 128, Taksîru's-Salât, 17; Müslim, Salât, 77 , 82.

[94] Alûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 59-137; Kurtubî, Câmiu'l-Ahkâm, I, 133-149; Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'ân, I, 3646; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 56-145; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azım, I, 29

[95]  M. Abduh, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakim, Mısır 1373 H., I, 37-38

[96]  İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesir, I, 10; Kurtubî, el-Câmiu'li Ahkâmü'l-Kur'an, I, 108.

[97]  Müslim, Salât,38, 40; Ebû Dâvûd, Salât, 132.

[98] Hz. Peygamber (a.s.), namaz'da Fatiha Suresi'nin okunması bittikten sonra "âmin" denmesini özellikle istemiştir. Şöyle ki: "İmam, Fatiha'yı tamamlayıp âmin dedikten sonra siz de "âmin" deyiniz. Kimin bu sırada "âmin" demesi meleklerin o anda "âmin" deyişi ile aynı ana rastlarsa geçmiş günahları affolunur." (Müslim, K. Salat, 72; Ebû Dâvud, Salat, 167-168; Tirmizî, Mevâkîttü's-Salat, 116). Seleme b. Küheyl’den, Hucr b. Anbes’den, Alkame b. Vâil ve babasından şöyle rivâyet ediyor: Rasûlullah (a.s.) “Gayril mağdubi aleyhim ve laddallin” dedi ve sesini fazla çıkarmaksızın “Amin” dedi. (Tirmizi, Salat,184)

Bu hadislere göre namaz'da Fatiha'dan sonra "âmin" demek sünnettir. İmam-ı A'zam'a göre "âmin" gerek imam ve gerekse cemaat tarafından hafiyyen (sessizce); söylenmesi sünnettir. (Sünen-i Ebû Dâvud Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1988, III, 470-474).

[99]  Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, I, 646, 647.

[100]  Buhâri, İman, 15; Müslim, Salât, 38, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 132; Tirmizî, Salât, 1 10, 1 16; Nesâi, İftitah, 1 23, 7; İbn Mâce, İkâme, 11, 72.

[101] Fil suresinden aşağı surelerin kelime kelime tahlili mealimizden yapılmıştır.

[102] Samed: Her şey O’na Muhtaç ama O, hiçbirşeye muhtaç değildir.

[103] El-Câmi’ul-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, II, 26-46; Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 113-115 

[104] Bkz: Ebu Hanife, Müsned, 105/27: A.g.e, 96/18: Vd. Ebû Dâvud, Salât: 119, (748); Tirmizî, Salât: 191, (257), 188, (253); Nesâî, İftitah: 110, (2, 195), 124, (1, 204), Sehv: 70.

[105] İbn Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1315, I, 300.

[106]  Bakara, 2\125; Hacc; 22\26.

[107]  Fetih, 48/29.

[108] Müslim, Salat: 45; Nesâî, İftitah: 128; Sünen-i Ebu Davud 3/311; Ebu Hanife, Müsned, 106/28; Dârekutnî, el-Hâkim ve el-Beyhakî'nin, Âsım el-Ahvel vasıtasıyla Enes'den rivayet ettikleri; "Ben Peygamber (a.s)i tekbir alıp secdeye giderken ellerinden önce dizlerinin yere indiğini gördüm" hadisle Dârimî'nin rivayet ettiği aynı hadisin bu hadisi kuvvetlendirdiğini ve bu hadisin Hâkim'e göre Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun olduğunu" söylemiştir. (el-Menhel, V, 275-276)

[109] Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 1/396-398.

[110] A’la Suresi 87/1.

[111] İbn Huzeyme, Sahih, I, 334; İbn Hibbân, Sahih, V, 225; Hâkim, Müstedrek, I, 347, II, 519; Darimî, Sünen, I, 341; Ebu Davud, I, 230; İbn Mace, I, 287; Müsıted, IV, 155.

[112] el-Kasanî, Bedaiu's Sanai' Beyrut, 1974, I, 270 vd.; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, Dımaşk, 1984, I, 820.

[113] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 118.

[114]  İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar,Mısır, 1966, II, 5, vd.

[115]  Buhârî, Deavât, 69; Müslim, Zikir, 5-6; Nesâî, Kıyâmü'l-Leyl, 27; Tirmizî, Vitir, 2; EbuDâvud, Vitir, 1.

[116]  Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 105.

[117]  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,180, 206, 208; V, 242; VI, 7.

[118] Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 118.

[119]  İbn Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1315, I, 300 vd.

[120] et-Tahtâvî, Hayiye, Mısır, 1970, 312.

[121] ez-Zeylâî, Nasbu'r-Râye, II,123; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, I, 826

[122] Maddî kir ve pisliklerden temizlemek için su ve sabunu vasıta kılan Allah (c.c) ruh ve kalpleri günah kirlerinden temizlemek izin de Gafûr ve Gaffâr isimlerinin tecellisini mağfirete ve bağışlamaya sebep kılmıştır.

[123] Fücur: Azmak, günaha dalmak, doğru yoldan ayrılmak, yemin ve sözünde yalancı çıkmak. Allah'ın emirlerinden çıkmak, dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket etmek, fısk ve isyana düşmek demektir..

[124]  Tahtavî, Haşiye; 307 vd.

[125] Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, Beyrut 1402/1982, I, 273, 274; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, Mısır 1398/ 1970; İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 10 vd.

[126] el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 51.

[127]  Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 171.

[128]  Buhârî, Sehiv, 5.

[129]  Buhârî, Ezan, 18.

[130]  es-Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 171.

[131]  Mergînânî, el-Hidâye, I, 51.

[132]  Mergînânî, a.g.e., l, 51.

[133] Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır 1308, X, 209.

[134]   Nisa, 4/86.

[135]  Tahiyyat: Selamdır.

[136]   Salavat: İbadelerdir.

[137]  Tayyibat: Tevbe-i İstiğfardır.

[138]  Necm, 53/9.

[139]  Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, 1, 106.

[140]   Buhârı, Ezân, 148, 150; el-Ameli's-Salât, 4; Müslim, Salât, 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100, Nikâh, 17.

[141] İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1315, l, 210; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 105 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 522; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Beyrut ty., I, 297

[142]  Buhârî, Enbiyâ, 10 , Müslîm, Salât, 65, 66, 69; Nesâî, Sehv, 49, 50-54.

[143]  İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, Beyrut 1374/1955, Şemseddin Sami, Kâmus Tercemesi "âl" maddeleri.

[144]  Ahzâb, 33/56.

[145] Hamd: Kelimesi, "şükür" kelimsiyle birlikte ifade edilir. Hamdeden kimse aynı zamanda şükretmektedir. Bir hadiste de "Hamd şükrün başıdır, Allah'a hamd etmeyen Şükür de etmemektedir" "Allah'a hamd edin ve O'na şükredin." (Ahmed b. Hanbel, I, 211).

[146] Mecîd: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir. (Hud, 11/73).

[147]  Mevdudî, Tefhîmul-Kurân, 4, 453.

[148]  Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır t.y., 2, 284; İbn Kesir, Tefsîr, 3, 507.

[149] Buharî, Enbiyâ,10; Daavât, 31, 32; Müslim, Salat, 65, 66, 69.

[150]  Mevdûdî, a.g.e., 4, 453.

[151]  Mevdudî, a.g.e., 4, 454-455

[152]  Bakara, 2/20; İbrahim, 14/41.

[153] Ahmed b. Muhammed b. İsmail et-Tahtâvî, Haşiye ala-Merâki'l-Felâh Şerhi Nur'il-İzâh, Mısır 1970, s. 202.

[154] Kâsânî, a.g.e., I, 113; İbnu'l-Hümam, a.g.e., I, 225; Zeylai, Tebyînu'l-Hakâik, el-Matbaatü'l-Emiriyye, l, 104; ibn Âbidîn, a.g.e, I, 418.

[155]  Şevkânî, a.g.e., I, 292.

[156]  Zebidî, Tâcu'l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, 18, 97, 98.

[157] Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27.

[158]  Ebû Dâvud, 1, 644, H. No: 1067; Dârakutnî, 2, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, 1, 225.

[159]  Serahsî, 2, 22, 23; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, 1, 591, 851-852.

[160]  Serahsî, 1, 22, 23; İbnü'l-Humam, Fethu'l-Kadir, 1, 417.

[161] el-Fetâvâ'l Hindiyye, Beyrut, 1400,1,146, 147.

[162]  Cuma, 62/9.

[163]  Molla Hüsrev, Dürerü'l Hukkâm, İstanbul 1307, 1, 138.

[164] Meraku'f-Felah, İstanbul 1327, 158.

[165]  Ebû Davûd, Salat 239, Neseî, İdeyn, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3, 103, 178.

[166]  Müslim, Salatu'l- İdeyn,16.

[167]  Buhârî, İdeyn, 2.

[168]  Merginânî, el-Hidâye, Kahire 1965, c.1; s, 85.

[169]el-Mavsılî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire (t.y), I, 87, 88.

[170]  Saffât, 37/102, 107; el-Mavsılî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire (t.y), 1, 87, 88.

[171]  Müslim, Cenâiz, 1-2; Ebû Davud, Cenâiz, 16.

[172]  Müslim Cenâiz, 58.

[173]  Müslim, Cenâiz, 59.

[174]  Müslim, Cenâiz, 52.

[175] eş-Şevkani, Nehyül-Evtâr, II, 320.

[176]  İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, 1, 355, 374; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, 1,163-179; el-Meydânî, el-Lübâb, İstanbul t.y, 1, 95 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, 1, 87.

[177]  Buhârî, Salat, 31; Müslim, Mesâcid, 88, 89; Ebû Dâvud, Salât, 190, 191, 193; Nesâî, Sehv, 24, 25; İbn Mâce, İkâme, 132, 133; Muvatta', Nidâ, 61-63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 190, 193, 204-206.

[178]  Buhârî, Sehv, 6, 7; Müslim, Salât, 19, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3, 12, 37, 42.

[179] el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanayi, I, 179.; İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-Kadir, I, 380-392; İbn Âbidîn, a.g.e. I, 715 vd.; el-Meydânî, a.g.e., I, 103 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 6l6 vd.; eş-Şirbinî, Muğni'l-Muhtâç, Mısır, t.y. 1, 214; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul 1991, . 371.

[180]  İnşikâk, 84/21.

[181]  Buhârî, Sücûd, 10; Zeylaî bu hadis için garîb demiştir. bkz. Nasbu'r-Râye, 2, 178.

[182]  Buhârî, Sücûd 6; Müslim, Mesâcid,106; Tirmizî, Cum'a, 52; Nesâî, İftitah, 50; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 3, 101.

[183]  Şevkânî, a.g.e., 3, 102.

[184] Meydânî, el-Lübâb, I, 103; eş-Şürünbülâlî, Merakîl-Felâh, 84.