Salih ÖZBEY
1. Baskı
Nisan 2007
ISBN 978-975-9045-15-9
Yeşilova
Mah. Yeni Camii Sk. No: 32 Z 1
Küçükçekmece
/ İstanbul
Tel.Fax: 0212 579 21 83
Namaz Acılara Dayanma Gücü Verir
Ka'de-i Ula (İlk Oturuş, Tahiyyat)
Ka'de-i Ahire (Son Oturuş, Tahiyyat)
Cum'a Namazının Farz Olmasının Şartları
KISALTMALAR
a.g.e Adı
geçen eser.
(a.s)
Aleyhisselâm.
b. bin,
ibn /oğlu
bint kızı
bkz. Bakınız.
çev. Çeviren
H. Hicri
c. Cilt,
cüz
(c.c) Celle
Celâlühû
Hz. Hazret
Nşr: Neşreden
M. Milâdî
Mad.
Maddesi,Madde
ö. Ölüm
tarihi
(r.a) Radıyallahû
anh
(ranha)
Radıyallahû anha
(rha)
Rahmetullahi
aleyh
s. Sayfa
Trc.
Tercüme
v.
Vefatı,Vefat tarihi
y.y. Yüzyıl
vd. Ve
devamı
Yay.
Yayınevi
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a
mahsustur. Salât ve Selâm, efendimiz Muhammed (a.s)’in üzerine, onun aile
halkının, sahabilerinin ve ona tabi olan mü’minlerin üzerine olsun.
Asıl itibariyle Farça olan “Namaz”
kelimesi, Arapça’daki “Salat”’ın karşılığıdır. Dilimize namaz diye çevrilmiş
olan salât, sözlük manası itibariyle dua demektir. Terim mânasıyla salât
kelimesi dînî metinlerde "dua", "namaz", "rahmet"
gibi çeşitli mânalarda kullanılmıştır. Fakat namaz deyince, taharet, kıyam,
kıraat, rüku, secde tabirleriyle ifade edilen müslümanlara özgü, belirli
zamanlarda, belli şartlar altında, bilinen şekiller ve hareketler çerçevesinde
yapılan ibadeti kast ederiz.
İbadet ve dua deyince, belli şekil ve
şartlarla sınırlandırılmayan, hangi dinde olursa olsun her insanın ortaya
koyacağı tazim ve taabbüd kast edilir. Namaz müslümanlara özgü bir ibadettir. Müslüman
ise giriş kapısını kelime-i şehâdetin teşkil ettiği ve en mühim hizmetini namaz
teşkil eden kulluğu yerine getirmek akdini yapmış, bu akdin şartlarına teslim
olmuş kimse demektir.
Namaz, İslâm'ın sembolü, İslâm dîninin
direği, Allah'a takdim edilen kulluğun en yücesidir. Namaz, farz olması
hasebiyle, Allah'a kulluğun, yegane kurtuluş senedidir.
Bu kitapta ele aldığım konular ilmihal
bilgilerinden öte namazda yaptığımız hareketlerin ve sarf ettiğimiz sözlerin ne
anlama geldiğini bilmektir. Yani namaz içinde yaptıklarımızın dilini çözmektir.
Amacım bu bilgilerle bir müminin namaza dururken aşk ve şevkle huzur içinde bir
ibadet eda edebilmeye katkıda bulunmaktır.
Ayrıca bu kitapta namazın farzlarını
kapsayan bir değerlendirmenin üzerinde durmaya çalıştım. Yani namazın
sünnetlerinin kaç olduğunu, namazı bozan şeylerin neler olduğunu belirtmekten
çok, namazda kullandığımız kelimelerin dilini, sade ve akıcı bir ifadeyle
açıklamaya çalıştım.
Kitabın yayınlamasına vesile olan Behram
Çelik’e teşekkür eder okuyanlara yararlı olmasını yüce Allah’tan temenni ederim.
14-02-2007
Adıyaman\Besni
Salih
ÖZBEY
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde: “Namazı kılınız…"[1] "Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin."[2] "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır."[3] "Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. İşte doğru din budur."[4] "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır."[5]
Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerden bazıları şunlardır: "İbn Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır."[6]
Hz. Peygamber (a.s), Muaz b. Cebel (r.a)'i Yemen'e gönderirken ona şöyle buyurmuştur: "Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeğe çağır. Allah'ı tanırlarsa, Allah'ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılanlarsa; Allah’ın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur."[7]
Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacip hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir: Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuş: "Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir." Bedevî; "Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah'ın Resulu (a.s) şöyle cevap vermiştir: "Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır". Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur."[8]
Ubâde b. es-Sâmit'in naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurulur: “Kullarına farz kıldığı beş vakit namazı, küçümsemeden hakkını vererek, eksiksiz olarak kılan kimseyi, Allah Teâlâ cennetine sokmaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler için böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar."[9]
Ebû Hureyre (r.a)'ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur: "Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır?" Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.”[10]
Âile içinde kadın ve erkeğin Allâh’a ibâdet ve sâlih ameller işleme husûsunda birbirlerine destek olmalarının önemine dikkat çeken Efendimiz (a.s) bilhassa gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle ifâde etmiştir: “Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.”[11]
Hz. Muhammed (a.s.) miraca varıp geriye dönmek istediğinde: "Ey izzet sahibi Rabbim! Yolcu, vatanına dönmek istediğinde, eşine, ahbabına ve dostuna hediye olarak götüreceği bazı şeylere ihtiyaç hisseder" dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (a.s)'e: "Senin ümmetine verilecek hediye namazdır" denildi. Namaz, cismanî miraç ile ruhanî miracı birleştirir. Cismanî miraç, fiillerle; ruhanî miraç ise zikirlerle olur. Ey kul, bu namaz miracına başlamak istediğinde ilk önce temizlen. Çünkü bu makam, kudsî bir makamdır.
Binaenaleyh elbisen ve bedenin temiz olsun. Çünkü sen "Mukaddes Tuvâ vadi"[12] ndesin. (Yani Allah ile konuşacaksın) Yanında da hem melek hem şeytan var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem din hem dünya var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem akıl hem hevâ var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver: Hayra mı şerre mi; doğruluğa mı, yalana mı; hakka mı, batıla mı; akla mı, akılsızlığa mı; kanaate mi hırsa mı... Birbirine zıt huylar ve sıfatlar hususunda da söylenecek olan aynıdır. O halde bu iki taraftan hangisine arkadaş olacağına ve hangisine uyacağına karar ver. Çünkü arkadaşlık ileri dereceye vardığında, ayrılmak imkansızlaşır. Görmüyor musun, Hz. Ebû Bekr Hz. Muhammed (a.s.)'i arkadaş olarak seçti de, dünyada, kabirde, kıyamette ve cennette ondan ayrılmadı. Yine bir köpek Ashâb-ı Kehf'le arkadaş oldu da, hem dünyada, hem ahirette onlardan ayrılmadı. İşte bu sırdan ötürü Cenâb-ı Hakk, "Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun"[13] buyurmuştur.
Sonra temizlendiğinde, her iki elini kaldır; bu iki elini kaldırman dünya ve ahiret âlemine veda etmene işarettir. Binaenaleyh, bu iki âlemden tamamıyla alâkanı kes, kalbini, ruhunu, sırrını, aklını, anlayışını, zikrini ve fikrini Allah'a yönelt de, sonra "Allahu Ekber!" de! Bununla, Allah her türlü varlıktan daha büyük, bilinen her şeyden daha yüce, en büyük ve en aziz, bundan da öteye O, bir şeyin, kendisiyle mukayese edilmekten veya O, en büyüktür denilmekten de büyüktür. Sonra "Allah'ım, seni tenzih eder, hamdinle tespih ederim " de. Bu makamda, sana Celâlin azametinin nuru tecelli eder.
Eğer namazla bu miraca çıkmayı başardığında, bu makamda sana cennet kapılarından bir kapı olan, marifet kapısı açılır. Cennet kapılarından ikincisi zikir kapısıdır. Üçüncü kapı, şükür kapısıdır. Dördüncüsü, recâ (ümit) kapısıdır. Beşinci kapı, havf (korku) kapısıdır. Altıncı kapı, ubûbiyyet ve rubûbiyyet bilgisinden meydana gelen ihlâs kapısıdır. Yedinci kapı, dua ve niyaz kapısıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, “Bana dua ediniz, size icabet edeyim"[14] buyurmuştur. Sekizinci kapı, temiz ve güzel ruhlara uyma, onların nurlarıyla hidayete erme kapısıdır. İşte böyle bir yolla namazın inceliklerine vâkıf olursan, sana cennetin sekiz kapısı da açılır. İşte bu da, namazda meydana gelen miraca işarettir.[15] Her namaz kılışın seni Allah ile buluşturmaya ve cennete mirac etmene araçrtır. Evrende bundan daha büyük bir nimet ve vasıta yoktur. Bu büyük vasıtaya sahip olan biz müminlerin hala sürünmelerine hayret ediyorum.
Mü'minlerin mi'racı olan namazın ruh ve
vicdanı arındırma hususundaki yüksek değerini din âlimlerimiz anlatmaktadırlar.
Burada size yalnızca namazın sağlık yönünden ne kadar faydalı bir ibâdet
olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Günde 5 vakit namaz kılınır. Bu namazlar,
farz, sünnet ve vacipleri ile birlikte 40 rekat eder. Her rekat, bir kıyam, bir
rükû, iki secdeden; her iki rekat da bir oturmadan ibarettir. Buna göre bir
günlük namazlarda 40 kıyam, 40 rükû', 80 secde, 21 oturma vardır, demektir.
Bundan başka 13 defa namaza dururken elleri erkekler için kulaklara, kadınlar
için göğse kadar kaldırma ve 13 defa selâm verirken başı sağa ve sola çevirme
hareketi vardır.
Kıyamda vücut dimdik durur. Rükûa varırken
en çok karın adaleleri, rükûdan kalkarken sırt ve bel adaleleri faaliyete
geçer. Aynı zamanda bu harekete destek olmak için, bacak adaleleri tam kasılma
hâlindedirler. Bu hareket esnasında kolların da işi vardır. Hele rükû zamanında
diz kapaklarına dayanan kolların adalelerinden büyük bir kısmı, hareket eder.
Secdede bel, uyluk ve bacak adaleleri faaliyete geçer. Kalça, diz ve ayak
mafsalları geniş hareketler yapar. Secdeden, bir yana tutunmadan ayağa kalkmak
hareketinde hemen bütün vücut adalelerinin rolü vardır. Oturmada diz üstü
oturulur. Bu oturuş, diz mafsallarına son haddine varan bir bükülme sağlar.
Bundan başka namazdan çıkarken iki tarafa verilen selâm, boyun adalelerini
harekete getirir.
Verdiğimiz açıklamadan anlaşılıyor ki,
namaz Müslümanlar için son derece önemli olan bir takım beden hareketlerini
sağlamaktadır.
Namazdaki hareketler ağır ağır yapılır,
insanı yormaz, genç - ihtiyar, şişman - zayıf herkesin yapabileceği tatlı
hareketlerdir. Bu sayede vücut adaleleri gelişir, kuvvetlenir, mafsallar geniş
hareketlere alışır.
Namaz kılan insan, bu sayede çevik,
kuvvetli olur, çabuk yorulmaz ve bununla birlikte, İslâmiyetin emri gereği
yemekte aşırıya gitmezse şişmanlamaz. Şişmanlık, şeker hastalığı ve tansiyon
artması gibi birçok hastalıkların en büyük sebeplerinden biridir. Namaz bu
suretle insanı bu hastalıklardan da korumaya yarar.
Burada namaz hakkında sağlıklı bir kurala
işaret etmek isterim. Namaz mümkün olduğu kadar aç karnına kılınmalıdır ki bu
da güç bir şey değildir. Esasen sabah namazı aç karnına kılınır. Kişi öğle
namazını, öğle yemeğinden önce kılmaya alışmalıdır. İkindi namazı öğle
yemeğinden iki-üç saat sonra kılındığından maksat kendiliğinden sağlanıyor
demektir. Akşam namazı da böyle. Ramazanda orucu bozup akşam namazı kılındıktan
sonra yemeğe oturmak sünnet-i seniyyedir ki çok sağlıklı bir harekettir. Bu
husus halka tavsiye edilmelidir.[16]
Ebû
Hüreyre (r.a) buyuruyor ki: "Bir gün karnım çok ağrıyordu. Kıvrılarak
yatmakta iken, Peygamber (a.s) Efendimiz beni görüp: “Karnın mı ağrıyor?
buyurdu. Cevaben:
Evet, yâ Resûlâllah; dedim. Bana o vakit: “Kalk
namaz kıl! Zira namaz kılmak şifa vasıtasıdır,” diye emretti.[17]
Peygamberimizin bu tavsiyesinin sebep ve hikmetini, âlimler şu şekilde izah
etmektedirler: Nefis, namaz kılmakla meşgul iken duyduğu maddî acıları
unutacak, böylece keder ve elemden kurtulacaktır.
Ünlü tabibler vücudun kuvvet ve direncini
desteklemek üzere pek çok yolları denerler. Bâzen gıdalarla, bâzan
ümitlendirmek ile, bâzan utandırmak veya korkutmak suretiyle insandaki tabiî
kuvveti yani, vücudun mukavemet gücünü takviye etmek yoluna giderler.
Namaz kılmak ise, tabiblerin başvurdukları
bu gücü artırma ve şiddetlendirme yollarının çoğunu kendisinde toplamıştır.
Şöyle ki: Bir kul için namazda bulunduğu sırada korku, dehşet, ümid, sevgi,
utanma, âhireti hatırlama gibi insanın tabiî gücünü takviye edecek ve göğsünü
genişletip ferahlatacak mânevî tecellilerin meydana geleceğinde ve bu sebeble
hastalığın eleminin defedileceğinde şüphe yoktur.
Misâl olarak, Hz. Ali'yi
(r.a) gösterebiliriz. Bedeninde meydana gelen yaranın tıp açısından, kesilmesi,
açılması gerekiyordu. Halbuki buna imkân bulunamamıştı. Bunun üzerine bizzat
kendileri razı oldular. Ve ameliyat sırasında namaza durdular. Tabibler hemen
ameliyata başladılar. Hz. Ali'nin ise namazı edâ esnasında aldıkları lezzetten
dolayı, yaranın açılmasını bile duymadıkları bilinen sağlam ve mevsuk
rivayetlerdendir.
Ebu Eyyûb’el-Ensarî (r.a) evinde iken aile
efradına susmalarını emreder, fakat namaza durunca konuşmalarına müsaade
buyurur, sebeb olarak da aile ferdlerine: “Ben namazda iken sizin
söylediklerinizi işitmem,” derlerdi. Hattâ bir defa namazda iken mescidin
duvarı yıkıldığı halde onunla hiç ilgilenmedikleri de sahih rivayetlerdendir.
Namaz kılmanın sayılamayacak kadar çok
faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
• Kulluk bilincini canlı tutmak,
•Tevhid, risalet ve âhiret inancını sürekli
hatırlamak,
• Sürekli
temizlik (gusül, abdest,
elbise ve mekan temizliği),
• Emredilen yerlerin
örtülmesi ve ahlâkî
hayatın yerleşmesi,
• Toplu yaşama bilinci, sosyal hayat ve
yardımlaşma,
• Kısa
süreli de olsa
Allah'ın huzuruna yükselme (miraç),
• Namazdan elde edilen vecd (manevi tat) ile
insan hayatı değişir, (ahlâksızlık ve her türlü kötü işlerden bir müddet de
olsa uzaklaşır.)
• Huşu eğitimi (kalp, vücut ve bedende
huşu),
• Saygı ve tevazu eğitimi,
• Sabır eğitimi,
• Kur'ân, dua ve zikir eğitimi,
• Üç hareketin önemini kavrama: kıyam, rükû
ve secde,
•Namazda Kur'ân okumakla dünya-âhiret
birlikteliği sağlanır; namaz kılarken bir kişi ekonomi, toplum, ticaret,
psikoloji ya da biyoloji ile igili âyetleri okur, uhrevi bir vecd içinde olduğu
hâlde dünyevî sistemini de hatırlar, gözden geçirir,
• Müslümanlar namazda
kıbleye dönerek tevhid Allah'ın birliğinin yanı sıra vahdeti
(kendi oluşumlarındaki birlikteliği) de yaşarlar,
• Yeryüzündeki zaman farkı nedeniyle bir an
da olsa dünya ezansız kalmaz,
çünkü her saniye
ezan okunmaktadır,
• Hayatın içinde genel ve özel ibadet
vardır, namaz özel ibadeti temsil eder,
• Günlük 24 saat olan zaman diliminin bir
bölümünü Allah'a feda edebilme şuuru,
• Bütün Müslümanlar renk, ırk ve soy gibi
dünyevi fark ve makamlardan uzak olarak aynı şartlarda yaşamayı öğrenirler
(vahdet eğitimi),
• Haftalık zorunlu toplantı cuma namazı ve
senede iki defa sabah namazından
sonra cemaatle kılınması gereken bayram namazlarının da ayrı
bir güzelliği vardır,
• İbadetin
merkezi mescitlerdir, oradan dalga dalga bütün yeryüzüne kulluk
bilinci yayılır,
• Namaz (bedenî) ibadetlerin özüdür.[18]
Namazdaki güzelliği her mü'min
yaşamaktadır. Namazın coşkusunu Şah Veliyyullah Dehlevi (v. 1176/1762) şöyle
izah eder: "Şunu bil ki insan bazen göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir an
içinde Allah'ın huzuruna götürülür ve mümkün olan en yakın mesafe ile yüce
Allah'ın (arşının eşiğine) kendini yakın bulur, işte tam bu sırada o kişinin
bütün ruhunu kaplayan birtakım ilâhi tecelliler meydana getirir. O burada öyle
şeyler görür/ hisseder ki insanın konuştuğu dil bunu ifade etmekten âciz kalır.
(Bir şimşek hızıyla cereyan edip giden) bu hâl geçip gittikten sonra insan,
daha önceki durum ve şartlarına döner. Ancak bu cezbe ve vecd halinin kaybolup
gitmesi sebebiyle kendini üzüntü ve ızdırap içinde bulur. Böylece elinden
kaçırdığı bu şeyi tekrar bulabilmek için büyük gayret gösterir. Allah'a karşı
elde ettiği bu bilgi ve marifet sayesinde bu dünyada sahip olduğu şartlar
dahilinde O'nunla beraber olma durumuna ulaşmaya/yükselmeye çalışır. Bu durum,
emredilen fiil ve sözler ile hürmet, saygı ve yöneliş/bağlanma
ifadesidir..."[19]
Namazın sırlarını ise Muhammed Hamidullah
(v.2002) şöyle anlatır: "Bir Müslümanın namaz kılış tarzı, bütün varlıkların
muhtelif şekiller altında gerçekleştirdiği çeşitli namaz kılışlarının (dua
edişlerinin) bir araya toplanmış şeklinden ibarettir:
1- Akarsular devamlı yıkama ve temizleme
halindedirler (Müslümanlar da namazdan önce bazı uzuvlarını yıkamak
zorundadırlar).
2- Yıldızlar gökyüzündeki hareketlerini hiç
değişmeksizin sürekli tekrar ederler (Müslümanlar da namaz kılarken sürekli
aynı hareketleri yaparlar).
3- Dağlar ayakta dikili dururlar
(Müslümanların namazı kıyamda/ayakta başlar).
4- Hayvanlar devamlı eğilerek dolaşırlar ve
dururlar (Namazda kıyamdan sonra rukûya gidilir).
5- Bitkilerin ağızları kökleridir ve
yaşamaları için gerekli olan besinleri kökleri vasıtasıyla çekerler. (Namazda
da rukûdan sonra secdeye gidilir)...''[20]
Muhammed Esed'in (v.1992) namazla ilgili
bir hatırası ise şöyledir: "Günde birkaç kez namaz için toplanıyorlar ve
eğer hava yağmurlu değilse namazlarını açıkta kılıyorlardı. Uzun tek bir safta
toplanıyorlar, hareketlerindeki düzen ve uyumla askerlere benziyorlardı; hep
birlikte Mekke yönüne döner, birlikte eğilir, sonra kalkar ve birlikte diz
çökerek alınları üzerine yere kapanırlardı. İki secde arasında seccadesi
üzerinde, yalın ayak, elleri önünde bağlı, dudakları sessizce kıpırdayan ve
kapalı gözleriyle derin bir huşu içinde dalıp giden imamın, bütün kalbiyle dua
ettiğini görürdünüz; ötekiler, imamlarının işitilmeyen sözlerini izliyor
olmalıydılar.
Böylesine içten bir duanın bir takım
mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin
ediyordu. Bir gün, biraz İngilizce bilen Hacı'ya bu konuyu sordum: "Allah'ın
sizden O'na duyduğunuz saygıyı eğilerek, diz üstü oturarak ve yere kapanarak
göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? İnsanın sadece kendi içine
bakarak, yüreğin sükûneti içinde dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu
bedeni hareketlerin hikmeti ne?"
Daha bunları söyler söylemez, pişmanlık
duymaya başladım; yaşlı adamın dinî duygularını incitmek istememiştim. Fakat
Hacı hiç de gücenmiş görünmüyordu. Dişsiz ağzıyla gülümsedi ve şöyle dedi: "Başka
nasıl ibadet edebiliriz ki Allah'a? O, bedeni de, ruhu da birlikte yaratmadı
mı? Böyle olunca da insanın ruhuyla olduğu kadar bedeniyle de dua etmesi
gerekmez mi? Bakın, biz Müslümanlar duamızı niçin böyle yaparız anlatayım size.
Yüzümüzü Kabe'ye, Allah'ın Mekke'deki Beyt-i Haram'ına çeviririz ve biliriz ki,
o anda dünyanın neresinde olursa olsun, namaz kılan bütün Müslümanlar, hepsi
yüzlerini Kabe'ye çevirmişlerdir; bîr tek vücut gibiyizdir ve düşüncelerimizin
merkezi de O' dur. Önce ayakta durarak Kur'an’ı Kerim’den bölümler okuruz, bunu
yaparken, okuduğumuz kelâmın, insana hayatta dimdik ayakta kalması, sebat
etmesi için verilen Allah Kelâmı olduğu bilinci içindeyizdir.
Sonra 'Allahu Ekber' (Allah en büyük!)
deriz; bununla Allah'tan başka kulluk etmeye değer başka hiç kimsenin, hiçbir
şeyin olmadığını dile getirir ve bunun apaçık bir gerçek olduğunu bir daha
duyar ve bu gerçeğe bir daha tanıklık ederiz.
Sonra o her şeyden yüce olan Allah'a
duyduğumuz saygıyı, bu yüceliğin önünde eğilerek gösterir, O'nun gücünü, celâl
ve azametini övgüyle anarız. Ve O'nun önünde bir toz zerresinden, yokluktan,
hiçlikten başka bir şey olmadığımızı, O'nunsa bizim yüceler yücesi yaratıcımız,
ve Rabbimiz olduğunu duyarak alınlarımızın üzerine coşkuyla yerlere kapanırız.
Sonra alınlarımızı yerden kaldırır ve
oturup, günahlarımızı bağışlaması, bizi rahmetiyle bağışlaması, doğru yola
yöneltmesi, bizi sağlık ve rızkla nimetlendirmesi için dua ederiz, O'nun
haberini bize ulaştıran Hz. Muhammed (a.s)'e, ondan önceki peygamberlere, bize,
kendimize ve doğru yolu izleyen herkese Allah'ın selâm ve rahmetini dileriz.
Bize bu dünyada da, öteki dünyada da iyilik ve güzellik ihsan etmesini niyaz
ederiz Allah'tan.
Sonunda da, başımızı sağa ve sola
çevirerek, nerede olursa olsun, doğru yolda olan herkese selâm vererek namazdan
çıkarız. Peygamberimiz (a.s) böyle namaz kıldı, böyle dua etti ve kendisini izleyenlere
de böyle yapmalarını öğretti, bu onların kendilerini isteyerek ve ta yürekten
Allah'a teslim edebilmelerini -ki İslâm'ın anlamı da budur- ve onunla da, kendi
kaderleriyle de barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak içindir. Şüphesiz yaşlı
adam anlatırken aynı sözcükleri kullanmadı, ama hatırlayabildiğim kadarıyla
söylediklerinden çıkarılabilecek anlam buna yakındı. Yıllar sonra anladım ki bu
yalın açıklamalarıyla, benim İslâm'ı bir din olarak seçmek yolunda herhangi bir
eğilim duymadığım o günlerde bile, bir camide ya da işlek caddenin kenarında ne
zaman çıplak ayaklarıyla halı ya da hasır bir seccade üzerinde ya da toprakta,
ayakta dikilip, elleri birbirine kenetli, başı öne eğik bir adam görsem,
alışılmadık bir alçak gönüllülük, tuhaf bir boyun eğme duygusu kıpırdanırdı
içimde."[21]
Hakkını veremeden eda edilen namazlarımıza ağlayalım..
Hakkını veremeden eğilip kalkmalarımıza ve bunlara namaz deyişimize ağlayalım…
Aşıkla mâşuk misali ALLAH (c.c) ile kulun buluşma noktası olan secdelerimizin ve seccadelerimizin hakkını veremeyişimize ağlayalım..
Günde en az beş defa sunulan af piyangosunu kaçırdığımıza ağlayalım..
Her bir namazda bütün günahlarımızdan arınma fırsatını kaçırdığımıza ağlayalım..
Uykunun kollarında gaflet içinde geçen zamanımıza ağlayalım..
Gaflet ile geçirilen ve boşa giden günlerimize ağlayalım..
Her gün onca hadise karşısında ürpermeyen kalplerimize ağlayalım..
Dünyaları yutsa da doymayan nefislerimize teslim oluşumuza ağlayalım.
Kalbim temiz deyip her türlü melaneti işleyip kendimizi avutmamıza ağlayalım..
Üç kuruş sadaka ile cenneti satın almış gibi bir havaya girişimize ağlayalım..
Şeytanın bizi ALLAH (c.c), “Rahimdir affeder” diye diye kandırıp kulluk vazifelerimizi ihmal ettirme tuzağına düşürmesine ağlayalım..
Namazın şartları: Şart; varlığı kendisinin
varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mahiyetinden ayrı
olan şeydir.[22]
Namazın şartları ise; abdest alma, avret
yerlerini örtme, kıbleye doğru dönme ve vakit gibi dışında olan şeylerdir. Bu
şartlar bulunmadan da namaz kılınabilir, fakat geçerli olmaz.
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı
namaz kılacak kimseden bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten Tahâret
2) Necasetten Tahâret
3) Setr-i Avret
4) İstikbâl-i Kıble
5) Vakit
6) Niyet.
Bunlara, “namazın şartları”da denir.
Hades: Sonradan meydana gelme; pislik,
necâset; abdestin bozulması anlamında fıkhî bir terimdir. Abdest, boy abdesti
veya teyemmümle giderilen ve varlığı hükmen kabul edilen pislik. Ayrıca buna
"necâset-i hükmiyye" de denir. Namazın altı şartından birincisi
hadesten tahârettir.[23]
Hades; hades-i asğar (küçük hades) ve
hades-i ekber (büyük hades) diye ikiye ayrılır.
Küçük hades; abdestsizliktir. Büyük hades
(hades-i ekber), boy abdestidir; yani guslü gerektiren hallerdir. Bunlar
cünüplük, aybaşı (hayız) ve lohusalık halleridir.
Hadesten taharet (temizlenme) su, taş,
toprak ve toprak cinsinden olan temizleyici maddelerle ancak olur.[24]
Gusül abdesti şöyle alınır: Önce gözle
görülen necaset temizlenir. Sonra namaz abdesti gibi abdest alınır. Daha sonra
ağza ve burna üçer defa su verilir. Daha sonra da bedenin hiçbir yeri kuru
kalmaksızın bütün beden yıkanır. Ve: “Ya Rabbi! Bedenimin görünür
pisliklerinden kendimi temizledim. Sen de görünmez pisliklerden beni temizle ve
temizlenen kulların zümresine ilhak eyle” demektir.
Allah Teâla (c.c) insanlara elbiselerini
temiz tutmalarını, pislikten arınmalarını ve tertemiz olmalarını teklif etmiş,
Resûl-i Ekrem (a.s) bu konuda mü'minlere örnek olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de “Orada
tertemiz olmak isteyen kimseler vardır. Allah da tertemiz olanları sever"[25] hükmü beyan
buyurulmuştur. İbn Kesir su ile temizlenmek hususunda aşırı titizlik gösteren
ensarın (Medinelilerin) bu ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydeder.[26]
Fakat ayetin hükmü umumidir ve temizlik teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s):
"Temizlik, imânın yarısıdır”[27]
diyerek, müminleri bu hususta uyarmıştır.
Necasetten temizlenmek, herkesin karıdır.
Lakin gusül abdesti alarak (cünüplükten) temizlenmek herkesin karı değil ancak
Müslümanlara mahsustur.
Her yaratık üzerindeki görünür pislikleri
temizleyebilir. Fakat gusül abdesti ancak Kur’an da belirttiği gibi almakla
temizlenilir ve bu şekilde ibadet edilmiş olunur.
Görünür pisliklerden temizlenen kişi,
insanların içine çıkabilir. Gusül abdesti alan kişi de Yüce Allah’ın huzuruna
çıkabilir.
Taharet almadan ve gusül abdesti almadan
Yüce Allah’ın kutsal değerlerine yaklaşılamaz ve namaza durulamaz.
Gusül abdestiyle görünür pisliklerden
temizlenilir. Namaz abdestiyle de görünmez günahlardan temizlenilir.
Taharet olmadan gusül olmaz. Gusül olmadan
da abdest olmaz. Abdest olmadan da namaz olmaz.
Abdest: İslâm'da bazı ibâdetlerin yerine
getirilmesi için yapılan ve bizzat kendisi ibâdet olan temizlenme. Abdest
kelimesi Farsça'da su anlamına gelen "âb" ile el anlamına gelen
"dest" kelimelerinden oluşmuş birleşik bir isimdir. Arapça karşılığı
olan "vudû" kelimesi hadislerde kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de ise
temizlik anlamında "tahâret" ve "zekâ" kelimeleri
geçmektedir. Vudû' kelimesi güzellik ve temizlik anlamına gelmektedir.[28]
Dolayısıyla ibâdete başlanmadan önce insanın iç dünyasını güzelleştirmesi ve
dışını da iyice temizlemesi gerekir.
İslâm'da abdestin farziyetine "Ey
iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte
ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte
ayaklarınızı da (yıkayın)..."[29] âyeti delâlet etmektedir. Hz. Peygamber (a.s.)'in abdest
almadan hiçbir iş yapmadığını görüyoruz.[30]
Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Abdest
bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez."[31]
“Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiçbir
namazı kabul etmez."[32]
Namazdan önce necaset (pislik)ten
temizlenip ve temizlendiğine emin olunduktan sonra abdest için paçalar
sıvazlanır.
Farz, sünnet usûlüne göre ancak şöylece
alabiliriz:
Abdeste başlarken şu dua yapılmalıdır:
"Bismillâhilazîm ve'l hamdülillâhi alâ
dini'l İslâm."[33]
"Yüce Allah'ın ismini anarak başlarım.
Beni İslâm dini ve akidesi üzere yarattığı için hamd ederim."
Abdest almaya niyetlendikten sonra, eûzü
besmele çekilerek eller bileklere kadar yıkanır. Parmakta yüzük varsa,
kımıldatılır. Yüzüğün altına suyun geçmesi sağlanır.
Uzuvların yıkanması sırasında bizden
öncekilerden nakledilen şu duaları okumak abdestin edeplerindendir.
a- Mazmaza=Ağıza su verme sırasında:
"Allah'ım, Kur'ân-ı Kerimi okumada,
seni zikretme, sana şükretme ve sana güzel şekilde kulluk etmede yardımını
istirham ederim."
b- İstinşak = Buruna su verme sırasında:
"Allah'ım, bana Cennetin kokusunu
koklat. Cennet nimetlerinden beni rızıklandır."
c- Yüzü Yıkama Sırasında:
"Allah'ım, bir kısım yüzlerin ağarıp
nurlandığı, bir kısım yüzlerin ise karardığı gün, benim yüzümü nurlandır,
ağart."
d- Sağ Eli Yıkama Sırasında:
"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi-
sağ elime ver ve hesabımı kolaylaştır."
e- Sol Eli Dirseklere Kadar Yıkama
Sırasında:
"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi-
sol elimden ve arkamdan verme."
Sonra sıra başı meshetmeye gelir.
Kaplama mesh için, eller ıslatılır, küçük
parmakla üç parmak uc uca getirilir. Önden başlayarak başın üstü sıvazlanıp
arka ve yan taraflarda böylece meshedilir.
f- Kulakları Yıkarken:
"Allah'ım, beni hak sözü
dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle." denilir ve kulaklar
yıkanır.
g- Boyuna Mesh Etme Sırasında:
"Allah'ım, boynumu Cehennem ateşinden
azad buyur."
h- Ayakları Yıkama Sırasında:
"Allah'ım, Sırat köprüsünde ayakların
kaydığı günde ayaklarımı kaydırma, sabit eyle..."
Abdest alıp bittikten sonra Rasûlullah
(a.s.)'a salavât getirilmeli ve şu dua okunmalıdır: "Allah'ım, beni,
tevbe eden ve günahlardan temizlenen kullarından eyle" demektir.
Hz.Peygamber (a.s): “Bir müslüman abdest
alıp yüzünü yıkadığında, yüzündeki âzaların işlediği bütün günahları; el ve
ayaklarını yıkadığında el ve ayaklarıyla işlediği bütün hata ve günahları, su
damlalarıyla beraber akıp gider ve kendisi de tertemiz olur. Hatta kirpik ve
tırnak diplerindeki günahlarından eser kalmaz. Âdâp ve erkânına uymak suretiyle
abdest alıp kıbleye dönerek: "Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ
şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü" diyen bu kul için
cennetin kapıları açılmıştır; o, cennet kapılarının dilediğinden içeri girer.”[34]
İşte bu şekilde abdestin dilini konuşarak
namaza hazırlanılmış olunur.
Teyemmüm: Kast etmek, yönelmek manasına
gelen teyemmüm, şeriat dilinde su bulunmadığı veya bulunsa da kullanma gücü
olmadığı zaman, temiz toprak cinsinden bir şeyle hadesi (abdest almak veya gusül
gerektiren hal) gidermek amacıyla yapılan hareketleri dile getirir.[35]
Teyemmüm kitap ve sünnet ile sabittir.
Kur'an-ı Kerim'de "Su bulamazsanız temiz yere teyemmüm ediniz"[36]
ayeti su bulunmadığı durumlarda teyemmümü öngörür. “Yer bana mescid ve
temizleyici kılındı. Binaenaleyh kime namaz vakti gelirse, namazını
kılsın."[37]
1- Niyet. Eli toprağa vururken temizlenmeye
ya da namaz tilavet secdesi ve cenaze namazı gibi bir ibadete niyet etmek.
2- Teyemmümü gerektiren bir özürün
bulunması.
3- Teyemmüm edilen maddenin temiz bir
toprak ya da taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey olması.
4- Yüzü ve kolları kaplarcasına meshetmek.
5- Meshi elin hepsi veya çoğuyla yapmak.
6- Eli toprağa ya da toprak cinsinden bir
şeye iki kere vurmak.
7- Teyemmüm edecek kimse kadın ise, abdest
almaya ve gusul yapmaya engel olan hayız ve nifas gibi bir hâli bulunmaması.
8- Meshedilecek uzuvlarda meshe engel bir
şey varsa, evvela onları gidermek.
Necâset: Pislik, kan, sidik ve dışkı gibi
pis şey. Ruhsat olmaması halinde namazın sıhhatine engel olan pisliktir.
Necaset, temizliğin; necis de temiz olanın zıddıdır. Necis, şer'an pis olan
şeyi ifade eder. Hakikî veya hükmî necis için kullanılır. Hakikî necise
"habes", hükmî olanına ise "hades" denir. Necis sıfat,
neces şekli ise isim olarak kullanılır.[38]
Kan, sidik, dışkı gibi..."Elbiseni
de temiz tut"
[39] ayeti uyarınca bunları temizlemek farzdır.
Necâset, hakikî ve hükmî olmak üzere ikiye
ayrılır. Hakikî necâset, sözlükte kan, sidik ve dışkı gibi gerçek pislik olarak
var olan şeyleri; terim olarak ise, namazın sıhhatine engel olan pisliği ifade
eder. Hükmî necâset ise, insan bedeninde manevî olarak bulunan abdestsizlik
veya cünüplük hâli için kullanılır.
Hafif pisliğin namazda bağışlanan miktarı,
bulaştığı yer elbise ise, elbisenin tamamının dörtte biri; kol ve ayak gibi
bedenin bir organı ise bulaştığı organın dörtte biridir. Bununla, kaçınılması
güç olan, mesleği ve içinde bulunduğu kültür ortamı bakımından temizliğe tam
dikkat edemeyen veya hayvancılıkla uğraşanların farkında olmadan karşılaştığı
hafif pislikler için kolaylık getirilmiştir.[40]
Necaset: Namaza başlamadan önce ön ve
arkadan çıkan veya başka bir şekilde bedene yahut elbiseye bulaşan pisliklerden
su veya toprak ile: “Ya Rabbi! Beni rahatsız eden görünür pisliklerden kendimi
temizledim. Sen de beni görünmez pisliklerden temizle” demektir.
Necaset, leke, kir, pas vb. pisliklerdir.
Bunlardan temizlenmek Müslümanın şiarındandır.
Necaset, kan, leş, domuz ve içkidir.
Bunlardan korunmak muminin şiarındandır.
Necaset, kumar, fal, put ve hırsızlıktır.
Bunlardan korunmak kamil ahlaktır.
Necaset, yalan, rüşvet, hile, faiz, zina
etmektir. Bunlardan korunmak erdemliliktir.
Necaset, aslında ismi ne olursa olsun pis,
kötü, çirkin ve fena olan her şeyden taharetlenip (temizlenip) İslam’a
girmektir.
Sonuç olarak, zühd makamında olan kimsenin,
temizliği, dünyanın helâl ve haramından temizlenmesi şeklinde olur. İhlâs
makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı amellerine değer vermeme ile
olur. Muhsinler makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı iyiliklere değer
vermeme ile olur. Sıddîklar makamında olan kimsenin temizliği de, Allah'tan
başka her şeyden temizlenme ile olur.
Setr-i Avret: Müslüman erkeklerin ve
kadınların değişik ortam ve farklı kişilerin yanında vücutlarının ne şekilde
örtülmesi gerektiğini ifade eden bir fıkıh ıstılahıdır. "Setere"
fiilinden türeyen "setr", örtmek, kapatmak, "Avret" ise
örtünmesi gereken yerler demektir. Setr-ı avret, namazın farzlarından biridir.[41]
Erkeklerin örtülmesi gereken uzuvları
göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz
kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamberin şu
hadisidir: "Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır."[42] Diz kapağı avret yerindendir.[43]
Kadınların yüzleriyle ellerinden başka,
sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise bir fitne
korkusu bulunmadıkça namazda da namaz dışında da avret değildir. Sağlam görüşe
göre, ayaklar da avret sayılmaz. Çünkü ayaklarla yolda yürünür ve yoksullar
için bunları örtme zorluğu vardır. Yine sağlam görüşe göre, hür kadınların
kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da örtülmelidir. “Kadınlar
kendiliğinden görünen yerler dışında, zînetlerini göstermesinler”[44] ayetinde kastedilen, zinetlerin takıldığı yerler olup, eller ve
yüz bundan müstesnadır. Hadiste şöyle buyurulur:
"Kadın örtülmesi
gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker."[45] Hz. Âişe (r.anhâ)'dan nakledilen;
"Allah
Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez"[46]
hadisi saçları da kapsamına alır.
Her insanın doğasında var olan avret mahalini
örtmek namazdan önce müslümanın temel görevlerindendir.
Örtünürken: “Ya Rabbi! Ben ayıp
yerlerimi örttüm. Sende ayıplarımı ört” demektir.
Setri avret, erkekler için en az diz
kapağından göbek arası, bayanlar için el, yüz ve ayak hariç her tarafını
öretmek, namazın şartlarındandır.
Örtü, fıtratın bir gereğidir. Çünkü
dünyadaki her şeyin kendini koruması ve etrafındaki varlıkları rahatsız etmemek
için doğal olarak örtünür.
Örtü, mahrem yerlerini örtmek için bir zinettir.
Zinet, yaratılmışların fıtratlarını teşhir etmemek için edeple örtündükleri
süse denir.
Örneğin; karpuzun özünü kaybetmemek için
kabukla örtünmesi gibi.
-Güneşin her gün, gün batımında balçıkla
örtünmesi gibi. Eğer güneş, her gün batımında balçıkla örtünmezse, ertesi gün
her yaratık güneşten fayda yerine zarar görür.
-Eğer limon kabuksuz dalından insanlara
takdim edilirse, kesinlikle fayda yerine zarar verir. Çünkü limonun özünü
koruyan üzerindeki örtü olan kabuktur. Ve kabuklu olarak örtü haliyle hem
varlığına güzellik katıyor hem de yiyenlere fayda veriyor.
Kıble: Arapça'da yön ve yönelme demektir.
İslam'da müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe yönünü dile getirir.[47]
Hz. Muhammed (a.s) Mekke'de Kâbe'ye doğru,
Kâbe'yi araya alarak ya da doğrudan Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılıyordu.
Hicretten sonra Medine'de yaklaşık on yedi ay yine Beytü'l-Makdis'e doğru
durarak namaz kıldı. Ancak;
"Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip
durduğunu görüyoruz. Elbette seni hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz.
(Bundan böyle) yüzünü Mescidü'l-Haram tarafına çevir. Nerede olursanız
yüzlerinizi o yöne çevirin..."[48] âyetinin gelişinden sonra kıble Kâbe'ye çevrildi.
İstikbâl-i Kıble: Namazı, kıble denilen
Mekke'de bulunan Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek suretiyle kılmak demektir.
Namaza durmadan önce Yüce Allah’ın
kendisine yönelme yönü olarak belirlediği ve bütün Meleklerin kıblesi “Beytü'l-Ma'mûru”[49] ve Müslümanların kıblesi olan “Beytü'l-Ma'mûru” yani Kabe’ye
yönelmeleri namazın şartındandır.
Kıble, sadece Mekke-i Mükerreme'deki taş
binadan ibâret değildir. Şeriata göre kıble, Kâbe'nin üstünden ta Arş'a,
altından ise Ferşe kadar uzanan nuranî bir sütun, direktir. Bu sebeble kişi
ister uçağın içinde Kâbe'nin üstünde olsun, isterse yerin karnında Kâbe'nin
altında bulunsun, bu nuranî sütuna yönelerek namazını kılar. İstikbâl-i kıble
şartını böylece yerine getirmiş olur.
Kıble’ye yönelirken: “Ya Rabbi! Ben
yönümü ve yüzümü Kıble’ne yönelttim. Sen de dünyada ve ahirette yüzümü kara
çıkarma” demektir.
Kıble; yönünü ve yüzünü Cenab-ı Hakk’ın
evine doğru çevirmektir.
Kıble, dörttür. Dördü de haktır. Fakat
Kabe’ye doğru dönmenin sebebi “Beyt-i Mamur”dur.
“Beytü'l-Ma'mûru”; melekler tarafından
tavaf edilen yerden arşa uzanan dünyanın görünmez bir direği ve tek merkezidir.
Onun için dünyanın her yerinde oraya yönelmek, dönmek farzdır.
“Beyt-i Haram”; Hz.Adem (a.s) döneminde
inşa edilen ve Hz. İbrahim (a.s) zamanında tekrar keşfedilen, en son
Hz.Muhammed (a.s) tarafından yeniden eski kutsallığına iade edilen ve Suudiarabistan’ın
Mekke şehrinde bulunan Yüce Allah’ın evi diye tanımlanır.
İşte burası Kabe’dir. Dünyanın her yerinde
ve her renkten Müslümanların ziyaret yeri ve namazlarda yönelme merkezidir.
Her namaz için Kıble’ye döndüğümüzde
“Kiramen Katibin” olan sağımızdaki iyilikleri yazan, solumuzdaki ise
kötülükleri yazan melekleri düşünerek, karşımıza Kabe’nin olduğunu düşünerek
Allah’ın huzurunda durmamız gerek.
Müslümanların namaz kılarken yeryüzünde
mâbedlerin en eskisi ve en mukaddesi olan Kâ'be'ye yönelmeleri; aralarında
birlik ruhunu canlı tutmak, gönülleri müşterek bir ibâdetin İlâhî neşvesi ve
nuruyla aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır. Aynı kıbleye yönelerek
ibâdet etmek, aynı zamanda dil, renk, ırk farkını ortadan kaldırarak, tam bir
sevgi ve cihanşümûl bir kardeşliğin tesîsine de vesîledir.
Vakit: Arapça "vekate-yekıtu"
fiilinden "vakt" mastarı vakit koymak, vakit tayin etmek demektir.
Vakt bir isim olarak vakit, zaman, süreç anlamına gelir. Çoğulu
"evkât" tır.[50]
Vakit bazı ibadetlerin yükümlünün üzerine
farz olması için bir sebeptir. Vakit girmedikçe farz da meydana gelmez. Mesela
Ramazan ayının girmesi orucun farz olmasına sebeptir. Hadiste, "Ramazan
hilâlini görünce oruç tutunuz, Şevval hilâlini görünce de oruç yeyiniz"[51]
buyurulur. Diğer yandan Kur'ân-ı Kerîm'de; "Sizden kim Ramazan ayına
yetişirse, onu oruçlu geçirsin"[52] buyurularak, farz olan orucun vakti belirlenmiştir.
Hz.Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber (a.s)'e beş
vakit farz namazların başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir:
"Câbir
(r.a)'ten rivayete göre şöyle demiştir: "Cebrail (a.s) Allah elçisine
gelerek "Kalk namaz kıl" demiştir. Hz. Peygamber güneş tepe
noktasından batıya meylettiği zaman öğle namazı kılmıştır.
Sonra Cebrâil (a.s) yine ikindi vaktinde
gelerek, namaz kılmasını istemiş, Rasûlüllah (a.s) kalkıp ikindi namazını
kalmıştır.
Sonra akşam vaktinde gelip, namaz kılmasını
söylemiş, Hz. Peygamber de güneş batınca akşam namazını kılmıştır.
Sonra yatsı vaktinde gelip, namaz kılmasını
söylemiş ve Hz. Peygamber aydınlık kaybolunca yatsı namazını kılmıştır.
Sonra Cebrâil (a.s) sabah vaktinde gelerek,
namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de fecr-i sadığın hemen ardından sabah
namazını kılmıştır.
Sonra ertesi gün öğle vaktinde gelerek,
namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber, her şeyin gölgesi bir misli uzadığı
bir sırada öğle namazını kılmıştır.
Sonra ikindi vaktinde gelip, namaz
kılmasını söylemiş, o da ikindi namazını her şeyin gölgesini iki katına uzadığı
bir sırada kılmıştır.
Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve
önceki günün vaktinde kıldırdı.
Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı
geçtikten sonra veya gecenin üçte biri geçtikten sonra geldi ve Hz. Peygamber
yatsı namazını kıldı.
Sonra ortalık iyice aydınlanınca geldi ve
namaz kılmasını söyledi. O da sabah namazını kıldı.
Sonra Cebrâil (a.s) şöyle dedi: "Bu
iki vaktin arası sabah vaktidir."[53]
Buhâri; bu hadisin namazların vakitleri
konusunda en sağlam hadis olduğunu söylemiştir. Hadis, akşam namazı dışındaki
namazların iki vakti olduğuna, başka bir deyimle iki vakit arasında
kılınabileceğine delâlet etmektedir.[54]
Vakit, her ibadet için öncelikle şarttır.
Çünkü vakti gelmeden önce yapılan ibadetlerin ve kılınan namazların, farzı
eksik olduğundan dolayı makbul değildir.
Her namazın vakti Allah ile randevusu
belirlenmiş andır.
Her namaz vakti için: “Ya Rabbi! Bu saatte
beni huzuruna namaz kılmaya çağırdın. Tam randevulaştığımız saatte hiç vakit
geçirmeden işte şimdi huzurundayım ve rahmetini diliyorum” demektir.
Vakit, nakit değil zamandır. Eğer gelip
çatan vakti iyi değerlendirmezsek elimizden uçup gider. Bir daha o vakti geri
getirmemiz ve ele geçirmemiz mümkün değildir.
Eğer vakit nakit olsaydı; cüzdanımıza
koyar, istediğimiz zaman, istediğimiz kadar çıkarıp harcardık. Böyle bir şey
maalesef mümkün değildir. O zaman her vakti gelen ibadet ve namaz için: “İşte
bu benim son namazın olabilir.” O halde bu namazın hakkını vererek kılmam
lazım” demeliyiz.
Niyet: Azim, kasıt, kesin irade; kalbin bir
şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında
bir fıkhi terimdir. Çoğulu "niyyât"dır.[55]
Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir
hadiste de şöyle buyurulur: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için
ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise, onun
hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek
için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir."[56]
İmam Şâfiî ve diğer bazı âlimler, bu
hadisin İslam'ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî'nin; fıkhın
yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğunu söylediği nakledilir.[57]
Ebu Dâvud şöyle demiştir: "Hz.
Peygamberden beşyüz bin hadis yazdım. Bunlardan hükümler konusunda dörtbin
sekizyüz hadis seçtim. Zühd ve takvâya dair hadislere gelince; onları kitabıma
almadım. Bir kimseye bunlardan dini için aşağıdaki dört tanesi yeter: 1)
Ameller niyetlere göredir. 2) Helâl ve haram açıklanmıştır. 3) Kişinin kendini
ilgilendirmeyen şeyleri bırakması müslümanlığının güzelliğindendir. 4) Sizden
biriniz, kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe
gerçek mümin olamaz hadisleridir."[58]
Bazen niyet amelin de önüne geçer. Çeşitli
sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir
kazandırır. Zeyd b. Sabit (r.a)'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Müminlerden
savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad
edenler bir değildir"[59] ayeti inince, Allah Elçisi bunu yazmamı istedi. Tam bu sırada
bir a'ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; "Ey Allah'ın Resulü
cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım" dedi. Bunun
üzerine Cenab-ı Hak aynı ayetin devamında; "Özürsüz olarak (savaşa
katılmayıp oturanlar)" istisnasını indirdi."[60]
Buna göre özürleri sebebiyle savaşa
katılamayanlar sırf niyetleri yüzünden savaşa katılanların ecrini almaktadır.
İslam'da yapılan amellerin değeri niyete
göre belirlendiği için, niyetin önemli bir yeri vardır.
Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, o
işin ne için yapıldığını düşünmek bilmek demektir. Namaz hususunda niyet ise,
sırf Allah rızası için namaz kılmayı dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz
olduğunu bilmek, içinden geçirmek demektir.
Niyet kulun yaptığı bütün amelleri niçin
yaptığını ve ne yapmak istediğinin sembolüdür. Nasıl ki, ‘imansız amel olmaz’
aynı şekilde niyetsiz ibadet ve niyetsiz namaz da olmaz.
O halde her namaz için: “Ya Rabbi! Bu
namazımdan maksadım, kime kimseye değil sadece Senin rızanı kazanmak için”
demektir.
Niyet, bedeni ortaya koyup dağınık
düşünceleri tek noktada toplamaktır.
Niyet, neyi, kimin için yaptığının bilincine
kendini konsantre etmektir.
Niyet, ‘desinler’ ‘görsünler’ diye değil
sadece Allah rızası için hazır olmaktır.
Niyet, her ne kadar biz O’nu görmüyorsak da
O’nun bizi gördüğünü ve gözettiğinin düşüncesini sürekli canlı tutmaktır.
Niyet, yapılan işin bir yük olduğu ve “bir
an önce o yükü sırtımdan indireyim” mantığını değil yapılan işin bir emir ve
ibadet olduğunu kavramaktır.
Sonuç olarak, bu
niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.
Niyet öyle bir
özelliğe sahiptir ki, âdetleri, ibadete çeviren bir ilaç ve bir mayadır.
Yine niyet ölü olan
şeyleri ihya eden, hayatı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
Ve yine, niyette
öyle bir özellik vardır ki, günahı sevaba ve sevabı günaha dönüştürür.. Demek ki,
niyet bir ruhtur.
[61]
Rükün: Bir şeyi oluşturan asıl parçalardan
her biri; direk, dayanak, maddî ve mânevî destek; bir ibadet veya muamelenin
varlığı kendisine bağlı bulunan ve onun esas unsur ve parçalarını teşkil eden
temeller. Çoğulu "erkân" ve "erkün" gelir.[62]
Namazın rükünleri, yani, içindeki farzları
şunlardır:
1 - İftitah tekbiri
2 - Kıyam
3 - Kırâat
4 - Rükû'
5 - Sücûd
6 - Ka'de-i âhire
Tekbir: Büyütmek, ululamak, büyük görmek, ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u Ekber’ demek.
"Kebure" kökünden "tef'îl" babında bir mastardır. Bütün
namazlara giriş "Tekbir" ile olduğu gibi, namaz rükünlerinin
ayrılması tekbir cümlesi ile olur. Bayram veya cenaze namazlarında ilâve
tekbirler, teşrik tekbirleri de Allah'ın yüceliğinin anıldığı diğer tekbir
çeşitleridir: Buna göre tekbir hüküm olarak farz, vacip, sünnet veya nafile
olarak tekrarlanan "övgü ve senâ" cümlesidir.[63]
İftitah Tekbiri: Namazın farzlarından biridir.
Namaza bu tekbirle başlandığı için "iftitah tekbiri" denmiştir. Namaz
içinde bazı şeylerin yapılması bu tekbirle haram kılındığı için
buna,"tahrim[64] tekbiri", "tekbiretü'l-ihram" da denilir.
Hz. Peygamber (a.s) ilk gelen vahiyle
Cenab-ı Hakkı ululama, O'nu her şeyin üstünde tutma, en yüce varlık olarak
kabul etme konusunda senâda bulunmakla emrolunmuştur. Rivâyete göre, Hz.
Peygamber'e (a.s) ilk vahiy olarak Hira dağında Alâk suresinin ilk ayetleri
inmiştir. "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan
pıhtısından yarattı, oku, Rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren
en büyük kerem sahibidir.”[65]
Bütün namazlarda iftitah (başlama) tekbiri
farzdır. Çünkü Allah Teâlâ "Rabbini yücelt"[66] buyurmuş, Hz. Peygamber (a.s) de namazın tekbirle başlanması
gerektiğini çeşitli hadislerinde belirtmiştir.[67]
Diğer yandan namazlarda rükûya eğilirken ve
secdelere eğilip kalkarken veya oturuştan sonra ayağa kalkarken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilmesi sünnettir. Abdullah b. Mes'ud (r.a) şöyle dediği
nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in her kalkış ve eğilişlerinde, kıyam ve
oturuşlarında tekbir getirdiğini gördüm."[68] Bu duruma göre günlük
beş vakit kılınan 17 rekat farz namazda 94 defa, 20 rekâtlık sünnet namazlarda
110 defa, vitir namazında da 17 defa olmak üzere toplam 281, buna kunut tekbiri
de eklenince 282 defa ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilmektedir. Ezan ve kametlerle birlikte bu sayı 342'ye ulaşır.
Namazdan sonraki tesbihlerde de 33 x 5 = 165 defa ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denildiği düşünülürse sayı 507 olur. Kuşluk, evvâbîn, teheccüd,
cenaze ve bayram namazlarındaki tekbirlerle, kurban bayramında tekrarlanan
"teşrîk tekbirleri" bunun dışındadır.
Namaza ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ tekbiriyle girilir. Çünkü Yüce Allah’ı en güzel anlatan bu
isimdir.
Allahü'l-azîm Tebârekâllah, Elhamdülillâh,
Lâ ilâhe illâllah, Allahümme, Allah.. Bismillâh, Estağfirullah, Eûzü billâh,
İnnâ lillâh, v.s. gibi ifadelerle ise namaza başlanılmaz. Çünkü bu ifadelerde
ta'zim mânâsı yoktur. Bunlar birer duâ kelimesidir.[69]
Hz. Vail b. Hücr (r.a)'den: Hz.Peygamber
(a.s) ellerini kulaklarının yumuşağına
değin kaldırdı.[70]
Süfyan b. Uyayne dedi ki: Bize Hammâd, ona
da İbrahim en-Neheî buna da A'l'kama ile Esved, bu ikisine İbn Mesûd (r.a) haber
verdi, “Allah'ın Elçisi (a.s) yalnız, namaza başlarken ellerini kaldırır, bunun
dışında böyle bir şey yapmazdı.”[71]
Ebu Humeyd (r.a)’den: “Rasûlullah (a.s) namaza
kalktığında kıbleye yönelir, ellerini kaldırır ve: ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ derdi.[72]
Her namaz içinde altı (6) defa bu ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ tekbiri alınır.
Birincisi: Namaza başlarken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilir.
İkincisi: Rukua inerken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’denilir.
Üçüncüsü: Secdeye gideken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilir.
Dördüncüsü: Secdeden kalkarken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilir.
Beşincisi: Tekrar secdeye giderken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Alla’hu
Ekber’ denilir.
Altıncısı: Kıyama kalkarken ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilir.
Her ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ tekbiri aldığımızda: “Ya Rabbi! Senden başka Ekber (büyüklerden
daha büyük) kimse yoktur. Çünkü Sen herkesten ve her şeyden daha öte ve daha yücesin,
büyüksün” demektir.
Tekbir, ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ huzurunda saygı duruşuna geçtiğinin kim olduğunu haykırmaktır.
Tekbir, kulun kimliği ile Yüce Allah’ın kim
olduğunu anımsatan ifadedir.
Tekbir, çokların kalabalığından tek olana
yönelmenin haykırışıdır.
Tekbir, birler, ikiler, üçler vs. isteklerden
sıyrılıp tek olan birinin huzurunda bulunmanın mutluluğun çağrısıdır.
Tekbir, dünyada herkese herşey denilebilir
fakat hiçbir kimseye ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilemez. Çünkü ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’in sahibi sadece ve sadece Allah’u Azim’üş-Şandır.
Kıyâm (Namazda): Ayakta durmak, ayağa
kalkmak, namazın rükünlerinden birisidir.[73]
Farz namazlarında, ayakta durabilen için
kıyam farz; adak ve sabah namazının sünneti gibi bazı namazlarda vacip
hükmündedir. Nâfile namazlarda ise bazı ruhsatlar vardır.
Namazın ayakta kılınacağına dair Kur'an ve
sünnette delil vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Gönülden boyun eğerek,
Allah'ın huzuruna durun"[74] buyurulur.
İmran b. Husayn (r.a)'den rivâyete göre, Hz
Peygamber, namazın kılınış şekliyle ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir:
"Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün
yetmezse yan üstüne yatarak kıl". Nesâî'de Hadis-i şerife şu ilâve vardır:
"Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Allah hiçbir kimseye
gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez."
[75]
Vâil b. Hücr (r.a)’den yapılan rivayette, Hz. Peygamber (a.s) Efendimiz:
“Kıyamda sağ elini sol elinin ayası üzerine, bileğinin iç kısmını, sol
bileğinin üst kısmına koyardı.”[76]
Hz.Ali (r.a)’den yapılan rivayette, şöyle
demiştir: “Namazda sağ elini sol elinin üzerine koyup göbek altında bağlamak
sünnettir.”[77]
Kadınlar da halka etmeksizin sağ elleri
göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine koymaları sünnettir.[78]
Kıyam, ayakta durmaktır. Yani yüce Allah’ın
huzurunda hazırol vaziyetine geçmektir.
Her kıyam, insan ile Allah arasında, amir
ile memurun ötesinde Yaratan ile yaratılmışın karşı karşıya gelmesidir.
O zaman kıyamda dururken: “Ya Rabbi! Sen
beni yoktan var ettin. İşte huzuruna geldim. Bütün emirlerine amadeyim”
demektir.
Kıyam, esas duruştur. Esas duruş; insanın
ruhen ve bedenen olgunluğunu gösterir.
Kıyam, Alemlerin Rabbinin huzurunda saygı
duruşuna geçmektir.
Kıyam, verenin verdiğine ve daha vereceğine
karşı minnet duyarak esas duruşa geçmesidir.
Kıyam, saygıyı hak eden hak sahibi olana,
Cenab-ı Hakka hak ettiği saygıyı
göstermektir.
Kıyam, kula verdiği nimetlere karşı hiçbir
maddi beklentiye muhtaç olmayan Zat-ı zül Celal’e karşı el pençe durmaktır.
Kıyam, şahinşahların ve padişahların
padişahının karşısında durmaktır.
Kıyam, bütün yaratılmışlardan yüz çevirip
Yüce Yaratıcının divanında hazır bulunmaktır.
Kıyamda dururken; Sübhaneke, Euzu ve
Besmele okumak gerek. Çünkü bunlar, duadır. Kur’an yani kıraat okumadan önce bu
dualarla giriş yapılır. Bu dualar şunlardır:
Tekbir ile başlayan namaz, Sübhaneke
duasıyla devam eder. Sübhaneke, sure ve ayet değil, bir duadır.
Namazda kimin huzurunda durduğumuzun ifadesi
olan Sübhaneke duasıyla: “Ey Allahım! Seni
noksanlıklardan tenzîh eder. Ve Sana hamd ederim. Senin ismin tebarıktır. Ve senin şânın
her şeyin üstündedir. (En yüce övgüler Sanadır.) Ve Senden başka ilâh yokdur” demektir.
Arapçası:
سُبْحَانَكَ
اللَّهُمَّ وَ
بِحَمْدِكَ *
وَ تَبَارَكَ
اسْمُكَ وَ
تَعَالَى
جَدُّكَ * وَ
جَلَّ
ثَنَاؤُكَ *
وَ لاَ اِلَهَ
غَيْرُكَ
Kelime Kelime:
سُبْحَانَكَ
Seni
noksanlıklardan tenzîh eder
اللَّهُمّ َ Allahım! وَ ve
بِحَمْدِكَ Sana hamd ederim * وَ
تَبَارَكَ tebarıktır
اسْمُك َ Senin
ismin
وَ
Ve
تَعَالَى
her şeyin üstündedir جَدُّك َ senin şânın * وَ جَلَّ En yüce ثَنَاؤُكَ övgüler Sanadır * وَ Ve لاَ yoktur
اِلَهَ
ilâh
غَيْرُكَ
Senden başka
Türkçe yazılışı:
“Sübhanekellahümme
ve bihamdik. Ve tebârakesmük. Ve tealâ ceddük. (Ve celle senâük.)[79] Velâ ilâhe
ğayrük."
Meali:
“Ey
Allahım! Seni noksanlıklardan
tenzîh eder. Ve Sana hamd ederim. Senin ismin
tebarıktır. Ve senin şânın her şeyin üstündedir. (En yüce övgüler Sanadır.) Ve
Senden başka ilâh yoktur.”
Hak sahibine hakkını vermek gerekir. Çünkü
hakka en layık olan Cenab-ı Hakk’ın ta kendisidr.
İşte Sübhaneke Yüce Allah’ı sena etmenin
bir duasıdır.
Tekbir namaza giriştir.
Sübhake senadır.
İstiaze şeytandan korunmaktır.
Besmele başlangıçtır.
Fatiha açılıştır.
Kıraat Allah ile kelam etmektir.
***
Tekbir Allah’ı birlemektir.
Sübhaneke Allah’ı övmektir.
İstiaze Yüce Allah’a sığınmaktır.
Besmele Allah ile başlamaktır.
Fatiha yürek kapısını Allah’a açmaktır.
Kıraat Yüce Allah ile bire bir konuşmaktır.
İstiâze: Herhangi bir işe başlarken: "Euzü
billahi mine'ş-Şeytani'r-racîm", yani; "Kovulmuş (iyilikten
uzaklaştırılarak, lânetlenmiş) olan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım"
cümlesini söylemektir.[80]
Bir imtihan yeri olan bu dünya hayatında
insanın en büyük düşmanı şeytandır. O, insanı aldatmak, doğru yoldan
saptırmakla görevlidir. Bu görevini gerçekleştirmek için de gizli-açık bir çok
yola başvurur. Bu nedenle inanan kişi, şeytanın oyunlarına karşı daima uyanık
olmalı, aklını kullanarak peygamberlerin gösterdiği yoldan gitmelidir. Bunun
yanı sıra insana yaraşan daima Rabbına sığınması, koruyucusunun O olduğunu
bilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kur'an okumak istediğin
zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın."[81]
Hz. Peygamber'in istiâze duasını okuduğuna
dair pek çok hadis nakledilmiştir."Kovulmuş, taşlanmış şeytandan
Allah'a sığırınım" duası, bazı rivayetlerde "... her şeyi işiten ve
bilen Allah'a sığırınım" ilâvesiyle nakledilmiştir.[82]
Hz. Peygamber (a.s)'in dualarında, insana
sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve ahirette zillete
düşürecek birçok konularda Allah'a sığındığını görmekteyiz. O'nun cehennemden;
cehennem ateşinden; kabir fitnesinden; her şeyin ve her canlının şerrinden,
nefsinin şerrinden; yoksulluk ve borcun galebe çalmasından; tembellikten,
küfürden, kötü ahlâk, iş ve heveslerden; kederden ve çok yaşlılıktan; yangın ve
sel felâketinden Allah'a sığınması bunlar arasında sayılabilir.
[83]
Yüce Allah’a hamd ve senadan sonra,
şerlilerin başı olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak için: “Ya Rabbi!
(Rahmetinden) kovulmuş şeytanın şerrinden Sana sığınıyorum” demektir.
Arapçası:
اَعُوذُ
بِاللهِ مِنَ
الشَّيْطَانِ
الرَّجِيمِ
Kelime Kelime:
اَعُوذُ sığınırım بِاللهِ Allah’a مِنَ
الشَّيْطَانِ şeytanın şerrinden الرَّجِيمِ Kovulmuş
Türkçe yazılışı:
“Euzubillahimineşşeytanirracim.”
Meali:
“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a
sığınırım.”
Görünmez düşman olan şeytanın şerrinden
ancak ondan daha güçlü ve büyük birine sığınarak insan emniyete kavuşabilir.
Her işimize burnunu sokan şeytan kıldığımız
namaza burnunu sokmaması için “İstiaze” her namazın girişinde bir defa
söylenir.
Bu istiazeyi söylemekle: “Ya Rabbi!
Namazımı şeytanın şerrinden uzak tut. Çünkü şeytanın karıştığı her iş hayır
olmaktan çıkar. Senin huzuruna şeytanın olmayacağı bir amel ile gelmek
istiyorum” demektir.
İstiaze, şeytan ve dostlarının
entrikalarından Yüce Allah’a sığınmaktır.
İstaze, şeytan ve onun karıştırdığı bütün
entrikaları Yüce Allah’a havale etmektir.
İstiaze, kirlenmiş her şeyden silkinip
bağışlayan Yüce Allah’a yönelmektir.
Besmele: "Bismi'llâhi'r-rahmâni'rrahîm"
sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın
adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet'ten önce Araplar,
herhangi bir işe başlarken, bağlı bulundukları ilâhlarının adlarını anarak
başlarlar, meselâ, Bismi'l-Lat (Lat'ın ismiyle), Bismi'l-Uzza (Uzza'nın
ismiyle) derlerdi. Her kavimde buna benzer sözlerin kullanıldığı ve meselâ bir
hizmetlinin, âmirinin verdiği bir emri yerine getirirken, "Bunu falanın
adına yapıyorum" demesi âdettendir.[84]
Resulullah (a.s.), İslâm dinini tebliğ
etmeğe başladıktan sonra, cahiliye Arapları'nın kullandığı sözü değiştirmiş ve,
"Ey Allah'ım, senin adınla" anlamına gelen, "Bismike
Allahümme" ve "Allah'ın adıyla" anlamına gelen,
"Bismillahi" sözlerini kullanmıştır. Ancak Kur'an-ı Kerîm'de Neml
suresinin otuzuncu ayeti nazil olduktan sonra besmele son şeklini almıştır. Bu
ayette Süleyman (a.s.) tarafından yazılan bir mektup söz konusudur. Mektupta
"Bu mektup Süleymandan'dır ve Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla
başlamaktadır." denilmektedir. Kısaca besmele dediğimiz ve "Rahman,
Rahim olan Allah'ın adıyla" anlamına gelen
Bismi'llahi'r-Rahmani'r-Rahim'in Kur'an-ı Kerîm'den[85] bir ayet, yahut bir ayetin bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır.[86]
Arapçası:
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
Kelime Kelime:
بِسْـمِ adıyla başlarım ٱللهِ Allah’ın ٱلرَّحْمٰن
ِ
Rahman
ٱلرَّحِيمِ Rahim olan
Türkçe yazılışı:
“Bismillahirrahmanirrahim.”
Meali:
“Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
başlarım.”
Her yaptığımız işin hayırlı olması için ve
şerden korunmak için “Besmele” ile başlarız. Namaza başlarken: “Esirgeyen ve
bağışlayan Allah’ın adıyla başlarım” demektir.
Her hayırlı işin, hayırla başlayıp hayırla
bitmesi ancak “Besmele” ile mümkündür. Onun için namazın her rekatında ve
“Fatiha”dan önce söylenir.
“İstiaze” her niyet edilen namazda bir defa
getirilirken “Besmele” niyet edilen her namazda “Fatiha”dan önce söylenir. Eğer
iki rekatlı bir namaz ise bir defa “İstiaze” getirilir. Ama iki defa “Besmele”
getirilir. Dört rekatlı namazda yine bir defa “İstiaze” getirilirken “Besmele”
dört defa “Fatiha”dan önce söylenir.
Arapça cümle yapısı itibariyle besmeleden
önce "ba"nın ilgili bulunduğu mahzuf bir fiil vardır. Bu, besmele ile
başlanacak herhangi bir fiildir: "Bismillâh diye başlıyorum",
"Allah'ın ismiyle kalkıyorum, okuyorum, hayvan kesiyorum..." gibi.
Böylece Allah ile kul arasında sevgiye dayalı olan derûni münasebeti ifade eden
besmele, İslâm'ın bir sembolü ve her iyiliğin anahtarıdır. Kişi ile Allah arasındaki
bu ilişki, sadece Allah’tan yardım istenip O’ndan medet umulacağını idrâk
etmektir.
Besmele, her hayrın başıdır.
Besmele, her işin hayırla başlayıp hayırla
bitmesinin simgesidir.
Besmele, hem dua hem ibadet hem de Kur’an-ı
Kerim de bir ayettir.
Besmele, hem ziya hem niyaz hem de
zikirdir.
Besmele, hem iman hem islam hem de
müslümanlığın sembolüdür.
Besmele, hayrın talebi ve şerrin defidir.
Besmele, hem dünya hem ahiret hem de ebedi
saadetin anahtarıdır.
Kıraat: Namazda okumak; namaz kılanın
kendisi işitecek şekilde, diliyle harflerini çıkararak Kur'ân-ı Kerîm
âyetlerinden bir miktar okumasıdır.[87]
Kıraat, namazın bir şartı olarak farzdır.
Okuyanın kendisinin bile işitemeyeceği okuma, kıraat sayılmaz. Ancak imama uyan
kimse bundan müstesnadır.
Nâfile ve vitir namazının bütün
rekatlarında, farz namazların ise herhangi iki rek'atinde kıraat farzdır.
Kur'ân-ı Kerîmde şöyle buyurulur: "O halde Kur'ân'dan kolayınıza
geleni okuyun."
[88] Buradaki emir vacib içindir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Kıraatsiz namaz olmaz."[89]
Namazda Fâtiha sûresi'ni okumak Hanefi
fakîhlere göre farz değil vaciptir. Gizli veya açık okunan namazlarla, imam
veya cemaatin okuması hükmü değiştirmez. Hz. Peygamber, namazını yanlış kılan
(musî') sahabeye, namazın kılınış şeklini tarif ederken kıraatla ilgili olarak;
"Sonra, Kur'ân'dan ezberinde olan, sana kolay geleni oku"
[90] buyurmuştur.
Âyette şöyle buyurulur:
"Kur'ân-ı
Kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki merhamet olunasınız."[91]
Ahmed b. Hanbel, bilginlerin, bu âyetin namaza ait olduğunda görüş birliği
içinde bulunduklarını belirtir. Âyet; "dinleme" ve
"susma"yı emretmektedir. Birinci sabah, akşam ve yatsı namazları gibi
sesli (cehrî) okunan namazlara âittir. Susma ise, açık veya gizli okunsun.
Bütün namazları kapsamına alır. Buna göre namaz kılanların sesli namazda
dinlemeleri, sessiz kılınanlarda ise susmaları vacip olur. Bu prensibe uymamak
tahrimen (harama yakın) mekruhtur.
Hadiste şöyle buyurulur:
"Kim imamın
arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onun da kıraatidir.”[92]
Bu hadis, gizli ve açık okunan bütün namazları kapsamına alır. Başka bir
hadiste söyle buyurulur: "İmam, kendisine uyulmak için öne
geçirilmiştir. Bu yüzden, o tekbir alınca siz de alınız. Okuduğu zaman ise
susunuz."
[93]
Kıraat, Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim
de en az üç ayet veya üç ayet uzunluğunda bir ayet ve yahut bir sure okumaktır.
Bu şarttır.
Kıraat, Allah’ın kelamıyla namaza
durmaktır.
Kıraat, Allah ile kul arasındaki
konuşmadır.
Kıraat, her ne kadar ne dediğimizi
anlamazsak dahi kimle konuştuğumuzun bilinciyle Kur’an okumaktır.
Kıraat, Allah’ın kullarına gönderdiği
kelamını tekrar kulların diliyle Allah’a arz olunmasıdır.
Kıraat, Allah’ın kelamıyla yine Allah’a
yönelerek kendini takdim etmektir.
Şimdi namaz için olmazsa olmaz olan Fatiha
ve kısa (Fil suresinden aşağı) surelerin Arapça ve Türkçe anlamlarını takdim edelim:
Fâtiha sûresi: Kur'an-ı Kerîm'in ilk
suresi. Fâtiha, "açılacak şeylerin başı, ilk açılacak yer" demektir.
Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâmının başında bulunduğu
yahut namazda ilk okunan sûre veya tümüyle ilk inen sûre olarak Fâtiha sûresi
denilmiştir.[94]
Çoğunluğun görüşüne göre Mekkî'dir ve yedi
ayettir. Besmelenin sureden olup olmadığı ihtilâflıdır. Surenin yirmiden fazla
adı vardır. En meşhurları: Fâtiha, Ümmü'l-Kitap (Kitabın anası), Ümmü'l-Kur'an,
Seb'ul-Mesânî (tekrarlanan yedi), el-Hamd (konuşma dilinde Elham)'dır. Surenin
fasılası Nûn ve Mim harfleridir. Bazı âlimlere göre Fâtiha sûresi, Kur'an'ın
bir özetidir. Tevhid, âhirette cezâ ve mükâfat, sadece Allah'a ibadet, sırat-ı
müstakim yani hidayet ve saadet yolu, geçmiş toplulukların ibret alınacak
kıssalarını hedef edinen Kur'ân'ın bu ilk suresinde bütün bunlara temel teşkil
eden hususlar vardır.[95]
Böylece her namazda (cenaze namazı hariç) Fâtiha'yı okuyan bir müslüman namazın
her rekâtında Kur'an'ın bir özetini okumuş olmakta, Kur'an'a tabi olacağına
dair Allah'a söz vermektedir.
Fatiha suresinin fazileti ile ilgili birçok
hadis rivayeti mevcuttur. Bunlardan birisi şöyledir: "Bu surenin
benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'ân'da vardır."
[96] Namazda okunması sebebiyle bir ismi de
"es-Salât" olan Fâtiha hakkında bir hadis-i kutside şöyle
buyurulmuştur: "Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Bir yarısı benimdir,
diğer yarısı kulumundur. Kuluma istediği verilecektir. Kul: "Hamd
alemlerin Rabbi Allah'adır" dediği zaman, Allah: "Kulum bana hamd etti"
der. Kul: "Rahman ve Rahim olan...'' dediği zaman Allah: "Kulum bana
senada bulundu" der. Kul: "Din gününün mâliki" dediği zaman,
Allah: "Kulum beni yüceltti" der. Kul: "Ancak Sana kulluk eder,
ancak Senden yardım dileriz " dediği zaman, Allah: "Bu benimle kulum
arasında iki yarıdır. Kuluma istediği vardır" der. Kul: "Bizi doğru
yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmiş
olanların ve sapmışların yoluna değil" dediği zaman Allah: "Bunlar
kulumundur, kuluma istediği verilecektir" der."[97]
Arapça:
ٱَلْحَمْدُ ِللهِ
رَبِّ
ٱلْعَالَمِينَ
﴿﴾
ٱَلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
﴿﴾ مَالِكِ
يَوْمِ
ٱلدِّينِ ﴿﴾
اِيَّاكَ نَعْبُدُ
وَاِيَّاكَ
نَسْتَعِينُ
﴿﴾ ٱِهْدِنَا
ٱلصِّرَاطَ
ٱلْمُسْتَقِيمَ
﴿﴾ صِرَاطَ ٱلَّذِينَ
اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
غَيْرِ
ٱلْمَغْضُوبِ
عَلَيْهِمْ
وَلاَ
ٱلضَّآلِّينَ
﴿﴾ اٰمِينَ
Kelime Kelime:
ٱَلْحَمْدُ Hamd ِللهِ Allâh'a
mahsustur
رَبّ ِ Rabbı
ٱلْعَالَمِينَ
âlemlerin ٱَلرَّحْمٰنِ
Rahmân
ٱلرَّحِيمِ Rahîm
مَالِكِ sâhibi olan يَوْمِ gününün
ٱلدِّينِ dîn
اِيَّاكَ Yalnız sana
نَعْبُدُ ibâdet eder وَ ve اِيَّاكَ yalnız
senden
نَسْتَعِينُ yardım dileriz
ٱِهْدِنَا Bizi ilet
ٱلصِّرَاطَ yola
ٱلْمُسْتَقِيمَ doğru
صِرَاطَ yoluna
ٱلَّذِينَ kendilerine
اَنْعَمْتَ nîmet
عَلَيْهِمْ
verdiklerinin غَيْرِ
değil
ٱلْمَغْضُوبِ
gadaba
عَلَيْهِمْ uğrayanlarınkineوَلاَ
ٱلضَّآلِّينَ
sapıklarınkine
اٰمِينَ (Kabul
buyur)
Türkçe Yazılışı:
"Elhamdü lillâhirabbil
alemin. Errahmânir rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'büdü ve iyyâke nestein. İhdine's-sıratal
müstekim. Sıratallezine en amte aleyhim. Gayril meğdubi aleyhim veled - dallin.”(Amin.)
Meali:
"Hamd, âlemlerin Rabbı,
Rahmân, Rahîm dîn gününün sâhibi olan Allâh'a mahsustur. Yalnız sana ibâdet
eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nîmet
verdiklerinin yoluna ilet, gazabına uğrayanların ve sapıtmışların (yoluna) değil."
(Kabul buyur).[98]
Tek başına namaz kılan kimse Sübhânekeden
sonra gizli olarak eûzü besmele okur ve her rekatte Fâtiha'dan önce besmeleyi
tekrar eder. Fâtiha bitince "âmin" der. Anlamı: “Ey Rabbimiz,
duamızı kabul buyur” demektir.[99]
Ebu Hüreyre (r.a)'den Hz. Peygamber (a.s): "Kim
kıldığı namazda Fâtiha okumazsa onun namazı eksiktir, eksiktir, eksiktir" buyumuştur.[100]
İşte bu sure, yani dua yer ile arş arasını
dolduracak büyüklükteki bir duadır. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in hepsini
kendisinde barındıran; az, öz fakat anlamı ve ağırlığı çok büyüktür.
Fatiha yüreğin kapılarını Yüce Allah’a açıp
yürek fatihi olmaktır.
Fatiha ile yüreğine hükmedemeyen memleket
fatihi olamaz. O zaman her bir Fatiha’yı okumamız bizi yüreğimizin fatihi
yapması gerekir.
Fatiha suresi namazın olmazsa olmazıdır.
Kıldığımız namazların her rekatında mutlaka Fatiha olması gerekiyor.
Fatiha hem Kur’an da bir suredir hem de
duadır. Her namazın rekatında okuduğumuz gibi her hayırlı işin akabinde de
okuruz. Çünkü duaların en güzeli ve özlüsü; şüphesiz ki Fatihadır.
Kur’an-ı Kerim Okuma[101]
بِسْـمِ
ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
اَلَمْ
تَرَ كَيْفَ
فَعَلَ
رَبُّكَ
بِاَصْحَابِ
ٱلْفِيلِ ﴿﴾
اَلَمْ
يَجْعَلْ
كَيْدَهُمْ
فِى
تَضْلِيلٍ
﴿﴾
وَاَرْسَلَ
عَلَيهِم
طَيْرًا
اَباَبِيلَ
﴿﴾
تَرْمِيهِمْ
بِحِجَارَةٍ
مِنْ
سِجِّيلٍ ﴿﴾
فَجَعَلَهُمْ
كَعَصْفٍ
مَاْكُولٍ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Elemtera keyfe feale rabbüke bi eshabil
fiyl. Elem yec'al keydehüm fii tadlil. Ve ersele aley him tayran ebâbil. Termiyhim
bi hıcâratim min siccil. Fecealehüm Ke asfim me'kül"
Meali:
"(Habîbim) Rabbinin fil sahiplerine
nasıl (muâmele) ettiğini görmedin mi? O, bunların plânlarını boşa çıkarmadı mı?
O, bunların üzerine sürü sürü kuş(lar) gönderdi ki, bunlar onlara pişkin
tuğladan (yapılmış) taş(lar) atıyor(lar)dı. Derken (Allâh) onları yenik ekin
yaprağı gibi yapıverdi."
Kureyş
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
ِلاِيلاَفِ
قُرَيْشٍ ﴿﴾
اِيلاَفِهِمْ
رِحْلَةَ
ٱلشِّتَآءِ
وَٱلصَّيْفِ
﴿﴾ فَلْيَعْبُدُوا
رَبَّ هٰذَا
ٱلْبَيْتِ
﴿﴾ ٱَلَّذِى
اَطْعَمَهُمْ
مِنْ جُوعٍ
وَاٰمَنَهُمْ
مِنْ خَوْفٍ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Li iylâfi kurayşin iylâfihim rihleteş
şitâi vessayf. Fel ya'büdü rabbehâzel beytillezi et 'amehüm min cuıv ve âmene
hüm min havf."
Meali:
"(Allah) Kureyşi emn ü selâmete, kış
ve yaz kendilerini seyrü seferde esenliğe (ve garantiye) kavuşturduğundan
dolayı, şu beytin (Kâbe'nin) Rabbine ibâdet etsinler onlar. (O Allah ki,)
onları açlıktan (kurtarıp) doyuran, kendilerine korkudan eminlik verendir O."
Mâûn
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
اَرَاَيْتَ
ٱلَّذِى
يُكَزِّبُ
بِٱلدِّينِ
﴿﴾ فَذٰلِكَ
ٱلَّذِى
يَدُعُّ
ٱلْيَتِيمَ ﴿﴾
وَلاَ
يَحُضُّ
عَلٰى
طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ
﴿﴾ فَوَيْلٌ
لِلْمُصَلِّينَ
﴿﴾
ٱَلَّذِينَ
هُمْ عَنْ
صَلاَتِهِمْ
سَاهُونَ ﴿﴾
ٱَلَّذِينَ
هُمْ
يُرَآؤُنَ
﴿﴾ وَيَمْنَعُونَ
ٱلْمَاعُونَ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Eraeytellezi yükezzibü biddin. Fezâlikellezi
yedü'ul yetim. Velâ yehuddu alâ ta'amil miskin. Feveylül lil musallin. Elleziyne
hüm an salâtihim sâhün. Elleziyne hüm yüra üne ve yemneunel mâun."
Meali:
"Dini yalan sayanı gördün mü? İşte
yetimi şiddetle iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. Fakat veyl! Namaz
kılanların vay hâline ki, onlar namazlarından gafildirler, onlar riyakârların
tâ kendileridir. Zekâtı da men edenler onlardır."
Kevser
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
اِنَّا
اَعْطَيْنَاكَ
ٱلْكَوْثَرَ
﴿﴾ فَصَلِّ
لِرَبِّكَ
وَٱنْحَرْ
﴿﴾ اِنَّ
شَانِئَكَ
هُوَ
ٱْلاَبْتَرُ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“İnnâ e'taynâkel kevser. Fesalli li rabbike
ven har. İnne şâ nieke hüvel ebter."
Meali:
"(Habîbim) hakikat, biz sana, Kevseri
verdik. O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Sana buğz eden (yok mu? İşte
asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz ki odur."
Kâfirûn
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
قُلْ
يَا اَيُّهَا
ٱلْكَافِرُونَ
﴿﴾ لاَ اَعْبُدُ
ماَ
تَعْبُدُونَ
﴿﴾ وَلاَ
اَنْتُمْ عَابِدُونَ
ماَ اَعْبُدُ
﴿﴾ وَلاَ
اَنَا عَابِدٌ
ماَ
عَبَدْتُمْ
﴿﴾ وَلاَ
اَنْتُمْ عَابِدُونَ
ماَ اَعْبُدُ
﴿﴾ لَكُمْ
دِينُكُمْ
وَلِىَ دِينِ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Kul yâ eyyühel kâfirun. Lâ e'büdü mâ
te'büdün. Velâ entüm abidüne mâ a'büd. Velâ ene abidüm mâ abedtüm. Velâ entüm
abidüne mâ e'büd. Leküm dinüküm veliye din."
Meali:
"(Habîbim şöyle) de: Ey kâfirler, ben,
sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Benim (kendisine) ibâdet (de devam)
edeceğime de siz kulluk ediciler değilsiniz. Ben (zâten) sizin taptıklarınıza
(hiçbir zaman) tapmış değilim. Siz de benim kulluk etmekte olduğuma (hiçbir
vakit) kulluk ediciler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيم
اِذَا
جَآءَ نَسْرُ
ٱللهِ
وَٱلْفَتْحُ
﴿﴾ وَرَاَيْتَ
ٱلنَّاسَ
يَدْخُلُونَ
فِى دِينِ
ٱللهِ
اَفْوَاجًا
﴿﴾
فَسَبِّحْ
بِحَمْدِ رَبِّكَ
وَٱسْتَغْفِرْهُ
اِنَّهُ
كَانَ تَوَّابًا
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“İzâ câe nasrullaahi vel fethu. Ve
raeytennâse yedhu-lüne fii diynillâahi efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike
vesteğfirhü innehü kâane tevvâbâ."
Meali:
"Allâh’ın fethi gelince, sen de
insanların cemaat cemaat Allâh'ın dinine girdiklerini görünce hemen Rabbini
hamd ile tesbih (ve tenzîh) et. Onun mağfiretini iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri
çok kabul edendir."
Tebbet
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
تَبَّتْ
يَدَا اَبِى
لَهَبٍ
وَتَبَّ ﴿﴾
ماَ اَغْنٰى
عَنْهُ
مَالُهُ
وَماَ كَسَبَ
﴿﴾ سَيَصْلٰى
نَارًا ذَاتَ
لَهَبٍ ﴿﴾
وَٱمْرَاَتُهُ
حَمَّالَةَ
ٱلْحَطَبِ
﴿﴾ فِى
جِيدِهَا
حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ
﴿﴾
Türkçe
Anlamı:
“Tebbet yedâ ebiylehebivve tebbe. Mâ ağnâ
anhü mâlü-hüü ve mâ keseb. Se yaslâ nâran zâte leheb. Vemraetühü hammâletel
hatab. Fii ciydihâa hablüm mim mesed."
Meali:
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi
de kurudu (helâk oldu ya). Ona ne malı, ne kazandığı fayda verdi. Alevli bir
ateşe girecek o. Karısı da (hem) odun hammalı olarak. (Karısının) boynunda
bükülmüş bir ip olduğu halde."
İhlâs
Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
قُلْ
هُوَ ٱللهُ
اَحَدٌ ﴿﴾
ٱَللهُ
ٱلصَّمَدُ
﴿﴾ لَمْ
يَلِدْ
وَلَمْ
يُولَدْ ﴿﴾
وَلَمْ يَكُنْ
لَهُ كُفُوًا
اَحَدٌ ﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Kul hüvellâhü ehad. Allâhüs
samed. Lem yelid ve lem yüled. Velem yeküllehü küfüven ehad."
Meali:
"De ki: O Allâh, birdir.
Allâh Samed'dir.[102] O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey Ona eş
veya denk değildir."
Felak Sûresi
سْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
قُلْ
اَعُوذُ
بِرَبِّ
ٱلْفَلَقِ
﴿﴾ مِنْ شَرِّ
ماَ خَلَقَ
﴿﴾ وَمِنْ
شَرِّ
غَاسِقٍ اِذَا
وَقَبَ ﴿﴾
وَمِنْ شَرِّ
ٱلنَّفَّاثَاتِ
فِى
ٱلْعُقَدِ
﴿﴾ وَمِنْ
شَرِّ
حَاسِدٍ
اِذَا حَسَدَ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Kul euzü birabbil felak. Min
şerri mâ halak. Ve min şerri ğasikın izâ vekab. Ve min şerrin neffâsâti fil
'ukad. Ve min şerri hasidin izâ hased."
Meali:
"De ki: Sabahın Rabbine
sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin
şerrinden, düğümlere üfürenlerin şerrinden. Ve haset edenin, haset ettiği zaman
şerrinden."
Nâs Sûresi
بِسْـمِ
ٱللهِ
ٱلرَّحْمٰنِ
ٱلرَّحِيمِ
قُلْ
اَعُوذُ
بِرَبِّ
ٱلنَّاسِ ﴿﴾
مَلِكِ ٱلنَّاسِ
﴿﴾ اِلٰهِ
ٱلنَّاسِ ﴿﴾
مِنْ شَرِّ
ٱلْوَسْوَاسِ
ٱلْخَنَّاسِ
﴿﴾ ٱَلَّذِى
يُوَسْوِسُ
فِى صُدُورِ
ٱلنَّاسِ ﴿﴾
مِنَ ٱلْجِنَّةِ
وَٱلنَّاسِ
﴿﴾
Türkçe Anlamı:
“Kul euuzü birabinnâas. Melikinnâs.
İlâhinnâs. Min şerril vesvâsil hanâs. Ellezi yüvesvisü fii sudürinâs. Minel
cinneti vennâas."
Meali:
"De ki: Sığınırım
insanların Rabbine, insanların (yegâne) mâlikine, insanların mabûduna, o sinsi
şeytanın şerrinden, ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. (O
şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun)."
Rükû': Eğilme, namazda kıraatten sonra
eğilerek baş ile arkayı düz bir vaziyete getirme anlamında bir fıkıh terimidir.
Rüku', namazın şartlarından biridir ve farzdır.[103]
Rüku'da eller dizlere kadar varır. Ayakta
namaz kılan bir kimsenin yalnız başını eğmesi yetmez. Arkasını da eğerek başı
ile arkası düz bir şekilde olması gerekir. Namazda rükû'u tam yapmayan kimse
kıyama daha yakınsa rükû' yapmış sayılmaz. Rükû' durumuna daha yakınsa rükuu
sahih olur. Rükû'da dizler dik tutulur, eller diz kapaklar üzerine konur ve el
parmakları diz kapaklarını kavrar. Oturarak namaz kılan bir kimse alnı
dizlerinin hizasında olacak şekilde sırtını eğmelidir. Rükû'a varmış gibi
kambur olan bir kimsenin rükû' için başını biraz eğmesi gerekir. Kamburluğu
rüku sayılmaz. Cemaatle namaz kılarken imama rükuda yetişen kimse ayakta tekbir
alır sonra rüküya gider ve: “Ya Rabbi! Ancak Senin büyüklüğünün karşısında
bel eğebilirim. Çünkü Sen o kadar büyüksün ki, Senin büyüklüğün kadar ben küçüğüm”
demektir.
Daha sonra 3-5 veya 7-11 kadar da olabilir;
“Sübhane Rabbiyel Azim” denir.
Arapça:
سُبْ
حَا نَ رَبِّيَ لْعَظِيم
Kelime Kelime:
سُبْ
حَا نَ Sen bütün noksan sıfatlardan münezzeh
رَبِّيَ Rabbimizsin
لْعَظِيم Büyük olan
Türkçe Yazılışı:
“Sübhane Rabbiyel Azim.”
Meali:
“Sen bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve
Büyük olan Rabbimizsin.”
Rüku’, kendinden daha büyük birinin
huzurunda eğilmek, saygı göstermektir.
Rüku’, yaratılmış kulun kendini yaratanın
huzuruna eğilerek saygı göstermektir.
Rüku’, canın canana kendini arz etmesidir.
Rüku’, insanın Allah’a ben küçüğüm Sen
büyüksün demenin beden dilidir.
Rüku’, “Ya Rabbi! Senden daha büyük
huzurunda boyun eğecek kimseyi bulamadım” demektir.
Rüku’, kul ile kölenin arasında farkın ifa
ve ispatıdır.
Köle; kılıç zoruyla teslim olup boyun eğer.
Kul ise; hür iradesiyle boyun eğer.
Köle korktuğu için boyun eğer. Kul ise
sevdiği için boyun eğer.
Köle, eline imkan geçerse kaçar. Fakat kul
ise imkanı olursa daha çok boyun eğip ibadet eder.
Kölenin hürriyet hakkı yoktur. Çünkü bütün
hakları kendi gibi bir mahlukun elinde esirdir. Kul ise Allah gibi bir zata
boyun eğmek ve insan, şeytan ve nefis gibi mahlukların esaretinden kurtulup
asıl hürriyetine kavuşmuş olur.
Kölenin iyi ile kötüyü, hayır ile şerri tercih
hakkı yoktur. Kulun ise tercih hakkı vardır.
Kölenin cennet ve cehennemi tercih hakkı
yoktur. Kulun ise tercih hakkı vardır.
Kölenin aşk, iş ve maaş hakkı yoktur. Kulun
ise aşk, iş ve maaş hakkı vardır.
Kölenin iman, amel ve ibadet hakkı yoktur.
Kulun ise iman, amel ve ibadet hakkı vardır.
Rükudan başımızı kaldırdığımızda eller serbest
bırakılarak; "Semiallahü limen hamideh" denir.
[104]
Arapça:
سَمِعَ اللّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ
Kelime kelime:
سَمِعَ İşitici
اللّهُ Allahım
لِمَنْ حَمِدَهُ
hamde layıksın
Türkçe Yazılışı:
"Semiallahü limen hamideh" denir.
Meali:
“Allahım! İşitici, hamde layıksın.”
Daha sonra; “Allahumme Rabbena lekel
hamd” denir.
Arapça:
اللَّهُمَّ
رَبَّنَا
لَكَ
الحَمْدُ
Kelime Kelime:
اللَّهُمَّ
Allah
رَبَّنَا Rabbimiz olan لَكَ sanadır
الحَمْدُ hamd
Türkçe Yazılışı:
“Allahumme Rabbena lekel hamd.”
Meali:
“Rabbimiz olan Allah hamd sanadır.”
Hamd işitene yapılır. İşitmeyene yapılan
hamdin bir faydası olmaz.
İşiten ancak hamdi duyabilir. İşitmeyene
hamd edilmiş veya edilmemiş hiçbir faydası yoktur.
Hamd layık olana yapılır. Layık olmayana
yapılan hamd; ya yalakalık olur, ya da rüşvet olur.
Hamd, hem gizli hem de aşikar olan ve
işitene yapılır.
Yaratılmışların içindeki birine hamd
edersek eğer. Onu yaratana ne diyeceğiz?
Hamde layık olmayana hamd edersek şayet,
hamde layık olana ne diyeceğiz?
Hamd ancak işitene yapılır. Bu da ancak
Yüce Allah’tır.
Secde: Sözlükte, eğilme ve boyun büküş
demektir. Bu anlamda secde, Allah’ın
önünde eğilme ve O’na karşı kulluk yapmak demektir ki insanları, hayvanları ve
cansızları kuşatır.[105]
Secde, bir anlamda üstün bir varlığın
önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere,
saygıdan eğilmek, yere kapanmaktır. Özel anlamıyla secde; en önemli ibadet olan
namazı tamamlayan, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak şeklindeki
hareket ve namazdan bir rükündür (olmazsa olmaz şartıdır). Allah'ın huzurunda yere kapanış demek olan
secde, Allah'a memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yapılan
bir ibadettir. Secde kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an'da 92 yerde geçer.
Secde yapana ‘sâcid’, çok secde yapana ise ‘süccâd’ denir. Üzerinde secde
yapılıp namaz kılanan kumaş veya küçük halıya 'seccâde', secde yapılıp
(topluca) namaz kılınan binaya "mescid", secde organlarına da mesced
adı verilir. Secde yapma olayına da ‘sücûd’ denilir. Sücûd aynı zamanda çok
secde yapan anlamına da gelmektedir.[106]
Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetinde müslümanlar,
rükû ve secde edenler şeklinde tanımlanmış; Allah'a yaptıkları secde nedeniyle
yüzlerinin nurlandığı ve alınlarındaki secde izlerinden tanınacakları
bildirilmiştir.[107]
Vâil b. Hücr'den; demiştir ki: "Ben,
Peygamber (a.s)'i, secdeye varacağında ellerinden önce dizlerini(yere)
koyarken, (secdeden ayağa) kalkacağında ise, dizlerinden önce ellerini
kaldırırken gördüm."[108]
Her rekatta iki secde olmasındaki hikmet
nedir?
İlk secde ezel içindir, ikinci secde ise
ebed içindir. Bu iki secde arasında kalkmak ise, dünyanın ezel ile ebed
arasında var olduğuna işarettir. Çünkü, Allah'ın ezelî oluşu ile O'nun
"evvel" olduğunu, kendisinden önce başka bir evvelin olmadığını
anlıyor ve bunun üzerine O'na secde ediyoruz. Allah'ın ebedî oluşu ile de O'nun
"âhir" olduğunu, ondan sonra başka bir âhirin olmadığını öğreniyor ve
bunun üzerine O'na ikinci kez secde ediyoruz.[109]
Tekbir alıp secdeye varırken; 3-5 veya 7-11
defa olmak üzere: Sübhane Rabbbi yel A’la” denir.
Ukbe b. Amir el-Cüheni'den dedi ki: “Subhâne
Rabbiye1-A'lâ” (O en yüce Rabbinin ismini tesbih et)
[110] buyruğu nazil olunca, Hz. Rasûlullah (a.s): "Bunu secde
ettiğiniz vakit söyleyiniz" diye buyurdu.
[111]
Arapça:
سُبْ
حَا نَ رَبِّيَ
لْأَ عْلى
Kelime Kelime:
سُبْ
حَا نَ Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın
رَبِّيَ Rabbimiz لْأَ
عْلى
Çünkü çok yücesin çok
Türkçe Yazılışı:
Sübhane Rabbbi yel A’la” denir.
Meali:
“Rabbimiz! Sen bütün eksik sıfatlardan
uzaksın. Çünkü çok yücesin çok.”
Başımızı secdeye koyarken: “Ya Rabbi! Bu
başım ancak Senin huzurunda eğilir. Senden başka hiç kimseye başım eğilmez.
Çünkü Senden başka hiç kimsenin huzurunda baş eğmeye değmez” demektir.
Secde, namazın en mühim şartıdır.
Secde, Allah Teâlâ'ya gösterilen ta'zimin
en üst noktasıdır. Namazda kıyâm ve rükû mertebelerinden geçerek gittikçe artan
mahviyet ve hürmet, secde ile son dereceye varır.
Secde, her türlü masivai (Allah harici) yabancı
duygulardan uzak, mutlak bir teslimiyet ve sâf bir kulluğun ifâdesidir.
İslâm mabedlerine secde edilecek yer demek
olan mescid isminin verilmesi de secdenin önemini göstermektedir.
Secde mü'minin Allah'a ilticâsının en güzel
şeklidir. Benlikten kurtulup mâsivadan sıyrılıp Bâkî-i Hakikîye ulaşmanın
sırrıdır.
Secde, kulun Allah ile Allah’ın kulu ile en
yakın mesafeye ulaştığı andır. Bu esnada dilin söylediklerine dikkat etmekle
beraber kalbin duygularının secde anına kilitlenmesidir. İşte o zaman insan
ruhunun huzur ve sevinçle dolup taştığı vakittir.
Secde, bedenin yere kapanarak ruhun semaya,
arşa yükseldiği zamandır.
Secde, aklın yerde kalbin ise Sidre’tul
Müntehaya yükselip Halık’ın büyüklüğü ile mahlukun küçüklüğü arasındaki
diyaloğa geçmesidir.
Secde, aklın sakinleştiği kalbin küt küt
attığı andır.
Secde, ruhun sukunete erdiği andır.
Secde, kalbin huzur bulduğu andır.
Secde, aklın bütün kapılarının kapandığı
andır.
Secde, ruhun itminane erdiği andır.
Secde, kalbin et parçasından çıkıp gerçek
anlamını hissettiği andır.
Secde, aklın kötü kötü şeyler düşünmediği
andır.
Secde, ruhun üzerindeki kir ve pasların
temizlendiği andır.
Secde, kalbin vesveseden uzaklaştığı andır.
Vitir: Tek, tek başına olan şey, yatsı
namazından sonra kılınan üç rek'at namazdır.[112]
Vitir namazı, üç rekatlı bir namazdır.
Yatsı namazının son sünnetinden sonra kılınır. Namazının vakti, yatsı namazının
vakti ile aynıdır, yatsı namazının vaktinin bitimi ve sabah namazının vaktinin
başlangıcı ile son bulur.[113]
Vitir namazına, "niyet ettim Allah
rızası için bu günkü vitir namazını kılmaya" diye niyet edilir. Normal
olarak iki rek'at kılınır. İki rekatın sonundaki oturuşta
"et-Tahiyyât" okuduktan sonra üçüncü rekata kalkılır. Besmele ile
Fatiha ve bir miktar Kur'ân okunduktan sonra, Allahu ekber deyip tekbir alınır,
eller bağlanır ve Kunut duası okunur. Sonra "Allahu ekber" diyerek
rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra oturulur ki, bu son oturuştur. Bu
oturuşta "et-Tehiyyât", "salli-barik" ve "Rabbenâ"
duaları okunur ve iki tarafa selâm verilir.[114]
"Ey Kur'ân ehli, vitir namazını kılın!
Çünkü Allah tektir, tek'i sever."[115]
"Üç şey vardır ki, bana farzdır. Fakat
size farz değildir. Kuşluk namazı, kurban namazı ve vitir namazı."[116]
“Allah size bir namazı daha fazladan ilâve
etmiştir. Bu namaz da vitir namazıdır. Vitir namazını, yatsı ile sabah vakti
doğuncaya kadar geçen zaman içinde kılınır."[117] “Hz. Aişe validemiz (r.anhe); "Hz. Peygamber üç rekat ile
vitir kılar ve üç rekatın sonunda selam verirdi" demiştir.[118]
Vitir namazı vacip olduğundan, zamanında
kılınmadığı takdirde, iadesi gerekir. Vitir namazı, zamanında normal olarak
nasıl kılınıyorsa, iade edilince de, aynı şekilde kılınır.[119]
Kunut: İbadet, taat, huşû, kıyam, sükût,
dua demektir. Terim olarak; yatsı namazından sonra kılınan vitir namazının son
rekâtında rükûdan önce yapılan duanın adıdır.[120]
Vitir namazının üçüncü rekatında Fatiha ve
sûre okunduktan sonra ayakta iken tekbir alınır, eller kaldırılır, eller
yeniden bağlanır ve kunut duaları okunur. Kunutta meşhur duayı okumak ve Hz.
Peygambere salavât getirmek sünnettir. Ancak genel anlamda uygun herhangi bir
duayı okumak ve tekbir almak Ebû Hanîfe'ye göre vacib, Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed'e göre ise sünnettir.[121]
Uygun görülen kunut duası şöyledir:
Arapça:
اَللَّهُمَّ
إِنَّا
نَسْتَعِينُكَ
وَ نَسْتَغْفِرُكَ
وَ
نَسْتَهْدِيكَ
* وَ نُؤْمِنُ
بِكَ وَ
نَتُوبُ
اِلَيْكَ * وَ
نَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ
* وَ نُثْنِى
عَلَيْكَ
اْلخَيْرَ كُلَّهُ
نَشْكُرُكَ
وَ لاَ
نَكْفُرُكَ *
وَ نَخْلَعُ وَ
نَتْرُكُ
مَنْ
يَفْجُرُكَ *
Kelime Kelime:
اَللَّهُمَّ
Ey Allahım إِنَّا Kuşkusuz
نَسْتَعِينُكَ biz Senden yardım
dileriz
وَ
نَسْتَغْفِرُكَ
Ve Sana istiğfar ederiz وَ
نَسْتَهْدِيكَ Ve Senden hidâyet
isteriz *
وَ Ve نُؤْمِنُ
بِكَ Sana
îmân ederiz
وَ Ve نَتُوبُ tevbe ederiz
اِلَيْكَ Sana * وَ Ve
نَتَوَكَّلُ tevekkül ederiz عَلَيْكَ Sana * وَ
نُثْنِى överiz عَلَيْكَ Seni اْلخَيْرَ
hayırlarla كُلَّهُ bütün
نَشْكُرُكَ Sana şükreder وَ ve لاَ
نَكْفُرُكَ Sana nankörlük etmeyiz * وَ Ve نَخْلَعُ atar وَ
نَتْرُكُ Senin için terk ederiz مَنْ edeni
يَفْجُرُكَ Sana fücur *
Türkçe Okunuşu:
"Allahümme innâ nesteînuke ve
nestağfruke ve nestehdike ve nu'minu bike ve netubu ileyke ve netevekkelu
aleyke ve nusnî aleyke'l-hayra kullahû neşkuruke velâ nekfuruk ve nahla'u ve
netruku men-yefcuruk.
Meali:
“Ey Allahım! Kuşkusuz biz Senden yardım
dileriz. Ve Sana istiğfar[122] ederiz. Ve Senden hidâyet isteriz. Ve Sana îmân ederiz. Ve Sana
tevbe ederiz. Ve Sana tevekkül ederiz. Ve bütün hayırlarla Seni överiz. Sana
şükreder ve Sana nankörlük etmeyiz. Ve Sana
fücur[123] edeni atar ve Senin için terk ederiz.
Arapça:
اَللَّهُمَّ
اِيَّاكَ
نَعْبُدُ وَ
لَكَ نُصَلِّى
وَ نَسْجُدُ *
وَ اِلَيْكَ
نَسعْىَ وَ نَحْفِدُ
* نَرْجُو
رَحْمَتَكَ
وَ نَخْشَى عَذَابَكَ
* اِنَّ
عَذَابَكَ
الْجِدَّ بِاْلكُفَّارِ
مُلْحِقٌ *
Kelime Kelime:
اَللَّهُمَّ
Ey Allahım اِيَّاكَ Ancak sana نَعْبُدُ ibâdet eder وَ ve لَكَ Sana
نُصَلِّى namâz kılar وَ
نَسْجُدُ secde eder * وَ
اِلَيْكَ Sana نَسعْىَ koşar وَ ve نَحْفِدُ iltica ederiz * نَرْجُو ümîd eyler رَحْمَتَكَ Rahmetini وَ ve نَخْشَى korkarız عَذَابَكَ
azâbından * اِنّ َ Kuşkusuz
عَذَابَكَ Senin azâbın
بِاْلكُفَّارِ
kâfirlere مُلْحِقٌ mutlaka ulaşır *
“Allahümme
iyyâke ne'budu ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidu narcû
rahmeteke ve nahşâ azabek inne azâbeke bi'l-küffâri mulhik."[124]
Meali:
“Ey Allahım! Ancak sana ibâdet eder ve Sana
namâz kılar, secde eder, Sana koşar ve iltica ederiz. Rahmetini ümîd eyler ve
azâbından korkarız. Kuşkusuz Senin azâbın kâfirlere mutlaka ulaşır.”[125]
Kunut duasını okumak vacip olduğu için,
unutulduğu takdirde, namazın sonunda sehiv secdesi yapılır.
Ka'de: Bir oturuş, üzerine oturulan hasır,
keçe vb. şey; oturan kimsenin oturduğu yerden aldığı miktardır.
Namazda teşehhüd için, yani
"et-Tehiyyâtü lillâhi" yi okumak için oturmak anlamında bir fıkıh
terimidir.[126]
Üç ve dört rekâtlı namazlarda iki
"ka'de" vardır. Birincisine "Ka'de-i ûlâ = ilk oturuş",
ikincisine de "Ka'de-i âhire = son oturuş" denir.
Âlimlerin çoğunluğuna göre, birinci ka'de
sünnettir. Hanefîlere göre, vâcip olup terkinden dolayı sehiv secdesi gerekir.[127]
Nitekim, Abdullah İbn Buhayne'den
nakledilen hadise göre: "Hz. Peygamber (a.s), öğle namazına kalktı.
Oturması gerekirken oturmadı. Namazı tamamlayınca iki secde yaptı. Her secdede
selâm vermeden önce, oturarak tekbîr aldı. Cemaat da onunla birlikte secde
ettiler. Böyle yapması, birinci oturuşu unuttuğu içindi."[128]
Yine Hz. Peygamber (a.s)’in: "Benim
namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız"[129] hadisi, birinci teşehhüdün vacip olduğuna delalet eder,
terkinin sehiv secdesini gerektirmesi de vacip olduğunu gösterir.[130]
Teşehhüdde, sol ayak yayılarak üzerine
oturulur. Sağ ayağın baş parmağı kıbleye yönelik olarak dikilir. Hz. Aişe (r.a)
Hz. Peygamber (a.s)'in namazdaki oturuşunu bu şekilde tarif etmiştir.[131]
Kadın; sol tarafa kalçası üzerine oturarak,
sol ayağını sağ yandan çıkarır. Bu, onun tesettürüne daha uygundur.[132]
Tahiyyat: Selâm, azamet ve mülk sahibi
olmada baki olma, her türlü afet ve noksanlıklardan beri olma. Tahiyyat çoğul
olan bir isimdir. Tekili "Tahiyye"dir.[133]
Tahiyyât kelimesi Kur'an'da altı âyette
geçmektedir. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir:
"Bir selâm ile selamlandığınız zaman,
siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut verilen selâmı aynen iâde
edin."[134]
Burada söz konusu olan selâm, ayette
tahiyyat olarak geçmektedir ve halk arasında bilinen selâm demektir.
Arapçası:
اَلتَّحِيَّاتُ
ِللهِ وَ
الصَّلَوَاتُ
وَ الطَّيِّبَاتُ
* اَلسَّلاَمُ
عَلَيْكَ اَيُّهَا
النَّبِيُّ
وَ رَحْمَةُ
اللهِ وَ
بَرَكَاتُهُ *
السَّلاَمُ
عَلَيْنَا وَ
عَلَى
عِبَادِ
اللهِ
الصَّالِحِينَ
* اَشْهَدُ
اَنْ لآ
اِلَهَ
اِلاَّ
اَللهُ وَ
اَشْهَدُ
اَنَّ
مُحَمَّداً
عَبْدُهُ وَ
رَسُولُهُ *
Kelime Kelime:
اَلتَّحِيَّاتُ
Selam olsun ِللهِ kendisi için olan Allah'a وَ الصَّلَوَاتُ ibadetlerim وَ
الطَّيِّبَاتُ
istiğfarım *
اَلسَّلاَمُ selâmı عَلَيْكَ üzerine olsun
اَيُّهَا Ey
النَّبِيُّ Nebî وَ
رَحْمَةُ rahmeti الله ِ Allah’ın وَ
بَرَكَاتُهُ bereketi *
السَّلاَمُ selâmı عَلَيْنَا
üzerimize وَ ve عَلَى üzerine olsun عِبَادِ kulların اللهِ Allah'ın
الصَّالِحِينَ
sâlih * اَشْهَدُ Şehâdet ederim ki اَنْ kuşkusuz لآ yoktur
اِلَهَ ilâh
اِلاَّ başka اَللهُ Allah'tan وَ Ve اَشْهَدُ şehâdet ederim ki اَنَّ kuşkusuz
مُحَمَّداً Muhammed (a.s)
عَبْدُهُ O’nun kulu وَ ve رَسُولُهُ
Resûlüdür *
Türkçe Okunuşu:
"Et-tahiyyatu[135] lillahi ve's-salâvatu[136]
ve't-tayyibâtu[137] es-selâmu aleyke eyyuhen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu
es-selâmu aleyna ve alâ ıbâdi'llahi's-salihin. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve
eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh."
Meali:
"Selam, ibadetlerim ve istiğfarım
kendisi için olan Allah'a olsun. Ey Nebî! Allah’ın selam rahmeti ve bereketi
üzerine olsun. Allah'ın selâmı üzerimize ve sâlih kulların üzerine olsun.
Şehâdet ederim ki, kuşkusuz Allah'tan başka ilâh yoktur. Ve şehâdet ederim ki,
kuşkusuz Muhammed (a.s) O’nun kulu ve Resûlüdür."
Bu tahiyyât, Hz. Muhammed (a.s)'ın Mirac
gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır. Allah ile onun arasındaki
mesâfe, iki yay kadar yahut daha az kalınca,[138] Allah'a
selâmlarını şöyle arz etti:
"Selam, ibadetlerim ve istiğfarım
kendisi için olan Allah'a olsun." Yüce Allah şöyle mukâbele etti:
"Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın
rahmet ve bereketi senin üzerine olsun" Hz. Muhammed (a.s) şöylece yeniden
söz aldı:
"Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın
salih kullarının üzerine olsun."[139]
Hz. Peygamber; namazların sonunda daima
oturmuş, ettehiyyatü'yü okumuş ve okumasını ashâbına da emir buyurmuştur.
[140]
Namazın son rekatında, secdelerden sonra
oturmak demektir.
Namaz kılarken ikinci ve dördüncü rekattan
sonra oturmaya ka'de denir. Üç rekatlı olan akşam ve vitir namazlarında ise,
ikinci ve üçüncü rekatlardan sonra oturulur. İkinci rekattan sonraki oturuşa
ka'de-i ûlâ (ilk oturuş), üçüncü veya dördüncü rekattan sonraki oturuşa da
ka'de-i âhire (son oturuş) denir.
İlk oturuş vâcib, son oturuş ise farzdır. İki
rekatlı namazlarda ise, ikinci rekatın sonundaki oturma, son oturuştur.
Bunlarda ilk oturuş yoktur.
Teşehhütte oturuş, Yüce Allah’ın huzuru
divanında oturmaktır.
Teşehhütte otururken, dizler bükük, eller
dik, baş eğik, kalp dakik, dil kıvrak, ve gözlerin pür dikkat olmasıdır.
Teşehhütte oturuş, yücelerin en yücesi ve
büyüklerin en büyüğünün huzurunda nasıl durması gerekiyorsa öylece durmaktır.
Yüce Allah’tan daha yüce ve büyük kimse olmadığına göre bu oturuşa çok dikkat
edip özen göstermektir.[141]
Namazların son oturuşunda "Allahümme
salli ve barik dualarının okunması hadisle sabittir. Ashab-ı kirâm, Hz.
Peygamber'e; "Biz sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz, fakat nasıl
salât getireceğiz? bunu bilmiyoruz" deyince, Allah elçisi bu duayı, ta'lim
buyurdu.[142]
Peygamberimiz (a.s) ve ehli, genel anlamlı
bir isim olup, bir neseb, bir din, bir san'at, bir ev veya bir belde bağı ile
meydana gelen insan topluluğu demektir.[143]
Ettehiyyâtü'den sonra yalnız;
"Allahümme salli alâ Muhammed" (Allah'ım, Muhammed (a.s)'e rahmet et)
şeklinde kısa salavat getirmek ruknüne "Allahümme salli-barik"
duâlarının devamını okumak ise sünnettir. Delil şu ayettir: "Şüphesiz,
Allah ve melekleri o peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona
salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin."[144]
اللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ وَ
عَلَى ﺁلِ
مُحَمَّدٍ *
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى اِبْرَاهِيمَ
وَ عَلَى ﺁلِ
اِبْرَاهِيمَ
* اِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ *
Kelime Kelime:
اللَّهُمَّ
Ey Allahım صَلِّ rahmet eyle عَلَى üzerine de مُحَمَّدٍ Muhammed’in
وَ ve عَلَى üzerine de ﺁلِ âlinin مُحَمَّدٍ Muhammed’e * كَمَا
gibi صَلَّيْتَ
rahmet ettiğin عَلَى üzerine اِبْرَاهِيمَ İbrâhîm’e وَ ve عَلَى üzerine ﺁلِ âlinin
اِبْرَاهِيمَ
İbrahimin * اِنَّكَ Muhakkak Sen
حَمِيدٌ hamde layık مَجِيدٌ mecîdsin *
Türkçe Okunuşu:
“Âllahümme sallî alâ Muhammedin ve alâ âli
Muhammedin. Kema salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamîdun
Mecîdun.”
Meali:
“Ey Allahım! İbrâhîm’e ve İbrahimin âlinin
üzerine rahmet ettiğin gibi, (Efendimiz) Muhammed’e ve Muhammed’in âlinin üzerine
de rahmet eyle. Muhakkak Sen hamde[145]
layık mecîdsin.”[146]
Birincisi, salavatların hepsinde Hz.
Peygamber (a.s) müslümanlara, kendisine selam ve salat göndermenin en iyi
yolunun, Allah'a "Allahım Muhammed'e salat eyle" diye dua etmek
istediğini söylemektedir. "Allahümme salli alâ Muhammedin" diye dua
eden bir kimse aslında Allah karşısında kendi acizliğini kabul ediyor ve
"Allah'ım, ben Rasûlüne gerektiği gibi salat gönderemem. Bu yüzden sana
yalvarıyorum; benim yerime sen ona salât et ve bu hususta benden dilediğin
hizmeti al."[147]
Allahümme salli ve barik" dualarını
okumak sünnettir. Ka'b b. Ucre (r.a)'den bir topluluk şöyle nakletmiştir:
Resulullah (a.s) bizim yanınıza geldi. Biz: "Ey Allah'ın elçisi, Allah
bize, sana nasıl selâm vereceğimizi öğretti. Biz sana salât'ı nasıl yapacağız?
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Salatı şöyle yapınız: Allahümme salli alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli lbrâhim'e, inneke hamîdun
mecîd. Ve bârik alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli
İbrâhim'e inneke hamîdun mecîd."[148]
اَللَّهُمَّ
بَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ وَ
عَلَى ﺁلِ
مُحَمَّدٍ *
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى
اِبْرَاهِيمَ
وَ عَلَى ﺁلِ
اِبْرَاهِيمَ
* اِنَّكَ
حَمِيدٌ مَجِيدٌ
*
Kelime Kelime:
اَللَّهُمّ
َ Ey
Allahım
بَارِكْ bereketler ihsan eyle عَلَى üzerine de مُحَمَّدٍ
Muhammed’in وَ ve عَلَى üzerine ﺁلِ
âlinin مُحَمَّدٍ Muhammed’e * كَمَا gibi بَارَكْتَ
bereketler ihsan etdiğin عَلَى üzerine
اِبْرَاهِيمَ
İbrâhîme وَ ve عَلَى ﺁلِ âlinin
اِبْرَاهِيمَ İbrahimin *
اِنَّكَMuhakkak sen حَمِيدٌmecid مَجِيدٌmecidsin *
Türkçe Okunuşu:
“Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli
Muhammedin. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamidun
Mecîdun. "
Meali:
“Ey Allahım! İbrâhîm’e
ve İbrahimin âlinin üzerine bereketler ihsan etdiğin gibi, (Efendimiz)
Muhammed’e ve Muhammed’in âlinin üzerine de bereketler ihsan eyle. Muhakkak sen
hamîd ve mecîdsin.”[149]
İkincisi, Hz. Peygamber (a.s) bu duayı
sadece kendisine hasretmemiş; ashabını, hanımlarını ve soyundan gelenleri de
buna dahil etmiştir. Hanımları ve soyundan gelenlerle ne kastedildiği bellidir.
"Âl" kelimesi ise sadece Hz. Peygamber'in ev halkını değil, onu takib
eden ve onun sünnetine uyan herkesi içine alır.[150]
Hz. Peygamber (a.s) tarafından öğretilen
tüm bu (dua ve selamlar) ile, ona Hz. İbrahim ve onun Âline salât, rahmet ve
bereketin aynısını indirmesi için Allah'a dua edilmektedir. Allah, Hz.
İbrahim'e (a.s) yer yüzünde başka hiç kimseye ihsan etmediği bir nimet
vermiştir. Peygamberliği, vahyi ve Kitab'ı hidayet kaynağı olarak kabul eden
Müslüman, Yahudi yahut Hıristiyan olsun, bütün insanlar Hz. İbrahim'in
önderliğini kabul etmiştir. O halde Hz. Peygamber'in (a.s) söylemek istediği
şudur: "Allah'ım! Hz. İbrahim'i bütün peygamberlere inananların sığınağı
yaptığın gibi, beni de bütün peygamberlerin sığınağı yap ki; risalete inanan
hiç kimse benim peygamberliğime inanma nimetinden mahrum olmasın."[151]
Bu salavât-ı şerîfelerden sonra şu dualar
okunur:
Arapça:
رَبَّنَا
آتِنَا فِي
الدُّنْيَا
حَسَنَةً وَ
فِي
اْلآخِرَةِ
حَسَنَةً
وَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِ
Kelime Kelime:
رَبَّنَا
Yâ Rabbî آتِنَا bize ver فِي
الدُّنْيَا Dünyâda
حَسَنَةً iyilikler وَ فِي
اْلآخِرَةِ âhıretde حَسَنَةً iyilikler وَ ve قِنَا bizi koru عَذَابَ azâbından
النَّارِ
ateşin
Türkçe Okunuşu:
“Rabbenâ
âtina fid-dünya haseneten ve fï'l-âhireti haseneten ve kinâ azâbe'n-nâr.”
Meali:
“Yâ
Rabbî! Dünyâda, âhirette bize iyilikler ver ve
bizi ateşin azâbından koru.”[152]
رَبَّنَا
ٱغْفِرْ لِى
وَلِوَالِدَىَّ
وَلِلْمُؤْمِنِينَ
يَوْمَ
يَقُومُ
ٱلْحِسَابُ
Kelime Kelime:
رَبَّنَا
Ey rabbimiz ٱغْفِرْ
لِى bizi mağfiret et
وَلِوَالِدَىَّ Anne ve babamı وَ ve
لِلْمُؤْمِنِينَ
müminleri
de يَوْمَ günü يَقُومُ geldiği zaman
ٱلْحِسَابُ
hesab
Türkçe Okuma:
"Rabbenağfirlii ve livâa lideyye ve
lil mü'miniyne yevme yekumül hısâb."
Mânâsı:
“Ey rabbimiz, hesab günü geldiği zaman bizi
mağfiret et. Anne ve babamı ve müminleri de mağfiret et."
Sağa ve Sola Selam
Vermek
Selâm: Barış, rahatlık, esenlik demektir.
“Allah her türlü kazâdan ve beladan korusun” demektir.[153]
Başını sağ ve soluna çevirirken, o
taraftaki meleklere, insan ve cinlerden olan müslümanlara selâm vermeye niyet
edilir.
[154]
İlk selâmda: “es-Selamü aleyküm ve
rahmetullah" ilâvesiyle ikinci selâm sünnettir.[155]
Arapça:
اسَّلاَمُ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَةُ
اللّهِ
Kelime Kelime:
اسَّلاَمُ selâm
عَلَيْكُمْ sizin üzerinize olsun وَ ve
رَحْمَةُ rahmeti اللّهِ Allah’ın
Türkçe Okunuşu:
“es-Selamü aleyküm ve rahmetullah"
Meali:
“Allah’ın selâm ve rahmeti sizin üzerinize
olsun” demektir.
Cum'a Namazı: Cum'a günü öğlen namazı vakti
içinde bir hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namazdır.
Cum'a Arapça bir isim olup, "toplanma,
bir araya gelme, toplu dostluk" anlamlarına gelir. Sözlükte cumua ve cumea
şeklinde de okunur. Bir terim olarak perşembe günü ile cumartesi arasındaki
günün adı olduğu gibi, aynı gün öğle vaktinde kılınan iki rekat farz namazın da
adıdır. Cum'a gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle
bu isim verilmiştir.[156]
Cum'a namazı; namaz, oruç, hac, zekât
kelimeleri gibi, fıkıh usulü açısından "kapalı anlatım (mücmel)"
özelliği olan bir terimdir. Bu yüzden onun kılınış şekil ve şartları âyet,
hadis ve sahabe açıklamalarına ihtiyaç gösterir. Çünkü Allah elçisi
"Namazı benim kıldığım gibi kılınız"[157]
buyurmuştur.
Câbir b. Abdullah'ın naklettiği bir hadiste
şartlar şöyle belirlenmişti:
"Allah'a ve âhiret gününe inananlara
Cum'a namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan
müstesnadır."[158] Bu istisnaların dışında kalan her müslüman erkek bu namazla
yükümlü demektir. Buna göre şartlar şöyledir:
a) Erkek olmak: Cum'a namazı kadınlara farz
değildir. Ancak namazı cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını
kılmaları gerekmez.[159]
b) Hür olmak: Hürriyetten yoksun bulunan
esir ve kölelerle, ceza evindeki hükümlülere, Cum'a günü öğle namazını
kılmaları yeterlidir. Cum'a namazı farz değildir. Ancak anlaşmalı (mükâteb)
kölelerle, kısmen azad edilmiş kölelere farzdır. Kendisine Cum'a namazı farz
olmayan köle esir veya mahkumlar her ne sûretle olursa olsun, Cum'a'yı kılmış
olsalar, sahih olur.
c) Mukîm olmak: Yolcuya Cum'a namazı farz
değildir. Çünkü o, yolda ve gittiği yerlerde genel olarak güçlüklerle
karşılaşır. Eşyasını koyacak yer bulamaz veya yol arkadaşlarını kaybedebilir.
Bu sebeple ona bazı kolaylıklar getirilmiştir.
d) Hasta olmamak veya bazı özürleri
bulunmamak: Namaza gidince hastalığının artmasından veya uzamasından korkan
kimselere Cum'a farz olmaz. Yine, hasta bakıcı, aciz ihtiyar, gözü görmeyen,
ayaksız, kötürüm ve müslümanlar Cum'a'yı kılarken onların güvenliğini
sağlamakla görevli olan emniyet nöbetçisi gibi özrü bulunanlar, vakit bulunca
öğle namazı kılmakla yetinirler. Ancak bu kimseler cemaatle Cum'a namazına
katılırlarsa yeterli olur.[160]
Ayrıca, düşman korkusu, şiddetli yağmur ve
çamur, ağır bir hastaya bakma gibi özürler de Cum'a namazını kılmamayı mübah
kılan özürlerdir. Körün, elinden tutup camiye götürecek kimsesi olursa,
Cum'a'yı kılması İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre farz olur. Üzerlerine Cum'a
namazı kılması farz olmayan müslüman kimseler, Cum'a'yı kılmaya imkan bularak
kılsalar, vaktin farzını eda etmiş olurlar, artık o günün öğle namazını
kılmaları gerekmez. Cum'a namazı kılmaları farz olmayan kimseler, bulundukları
bölgede Cum'a namazı kılınıyor ise, öğle namazını cemaatle değil, yalnız
başlarına kılarlar. Bulundukları bölgede Cum'a namazı kılınmıyor ise, öğle
namazlarını cemaatle kılabilirler.
Hutbe: Konuşma, cemaate konuşma yapmak,
Allah'a hamd, Rasûlüne salat ve selam getirmek ve müminlere duadan ibaret olan
bir zikirdir. Hutbe farzdır ve Cuma ve bayram namazlarının yerine getirilme
şartlarından birisidir.[161]
Cuma ile ilgili,
"Ey iman
edenler, cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman hemen Allah'ı zikretmeye
koşun ve alış-verişi bırakın"[162]
Âyette sözü edilen zikr bilginlere göre hutbedir veya hutbe ile birlikte
namazdır. Buna göre hutbe de Cuma namazı gibi farzdır ve hutbe okunmayan Cuma
namazı eda edilmiş sayılmaz.[163]
Ayrıca ümmetin bu konuda icma'ı da bulunmaktadır. Çünkü Hz. Peygamberden
günümüze kadar, cuma namazları hutbeli olarak kılına gelmiştir.
Bayram: Neşe ve sevinç günleridir. Hemen
hemen her akîde ve ümmetin kendine has bir bayramı veya bayramları vardır.[164]
İslâm ümmetinin iki bayramı vardır. Bunlar
bütün İslâm âleminde kutlanan bayramlardır. Biri Kurban Bayramı, diğeri de
Ramazan Bayramı'dır. Ramazan Bayramı Ramazan ayının bitiminde, Şevvâl'in
birinde; Kurban Bayramı da Zilhicce ayının onuncu gününde olur. Ramazan bayramı
üç gün, Kurban Bayramı dört gündür.
İslâmî kardeşliğin perçinlendiği bu mübarek
günler, müslümanların sevinç ve mutluluk günleridir. Nitekim Hz. Peygamber
Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin iki bayramı olduğunu
öğrendi. Medineliler bu bayramlarında oyun oynar ve eğlenirlerdi. Bu durumu
gören Hz. Peygamber (a.s) “Allah Teâlâ size kutladığınız bu iki bayrama
bedel olarak daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lûtuf
olarak vermiştir."
[165]
Bu bayramların neşe ve sevinç günleri
olduğunu yine bizzat Hz. Peygamber ifade buyurmuşlardır. Buhârî'nin Hz.
Âişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmıştır:
"Bir defasında, Kurban Bayramı'nın ilk günlerinde Hz. Peygamber yanıma
girdi. Yanımda, "Buâs" ezgilerini (def çalarak) okuyan iki kız vardı.
Yatağına uzanıp, yüzünü çevirdi. Derken babam Ebû Bekr (r.a.) içeri girdi.
"Bu ne! Resulullah'ın (a.s.) yanında şeytan çalgıları mı?" diyerek
beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) ona dönerek, "Onlara
dokunma" buyurdu. Ben de babam bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret
ettim, onlar da çıktılar.[166]
Yine bir bayram günü Habeşîler kalkan ve
mızrak oyunu oynuyorlardı. Bunlara bakmak için ya ben Hz. Peygamber'den izin istedim
veya O "Bakmak istiyor musun?" diye bana sordu (iyice
hatırlamıyorum). Ben "Evet" dedim. Bunun üzerine beni arkasında
yanağım yanağına değecek şekilde ayak üstü durdurup, oyun oynayanlara
"Haydi devam edin Erfideoğulları!" buyurdu. Nihayet ben usanınca
Artık yeter mi?" diye sordu. "Evet" dedim. "Öyleyse
git!" buyurdular."[167]
Bayram namazları ikişer rekattır. Cemaat
şartı vardır. İmam okuduğu sureleri dışından açık okur. Ezan ve kamet
getirilmeksizin, imam iki rekat Ramazan veya Kurban Bayramı namazına diye;
cemaat de aynen imam gibi, hangi bayram namazını kılıyorsa o bayram namazına
niyet eder ve imama uyduğunu söyler. Şöyle ki: Niyet ettim Allah rızası için iki
rekat Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum imama der. İmam ve arkasından
cemaat "Allâhü ekber" diyerek iftitah tekbirini alır. Arkasından hep
birlikte eller bağlanır ve gizlice "Sübhaneke" okunur.
Sonra imam açıktan, cemaat sessizce arka
arkaya üç tekbir alır. Her tekbirde eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve
arkasından aşağıya indirilir. her iki tekbir arasında da üç defa
"sübhanallah" diyecek kadar durulur. Üçüncü tekbirin ardından eller
bağlanır ve imam gizlice "eûzü besmele" çeker. Arkasından açıktan
Fatiha ile bir sure okur veya en az Kur'an'dan üç ayet veya üç ayet miktarı bir
ayet okur. Bunları okuduktan sonra hep beraber "Allahü ekber" diyerek
rukûa gidilir. Normal namazdaki gibi rukû ve secdeler yapıldıktan sonra ayağa
kalkılır ve eller bağlanır. Yine imam içinden gizlice besmele çeker. Açıktan
Fatiha ve bir zammı sûre okuduktan sonra, tekrar "Allahü ekber"
diyerek üç defa tekbir alınır. Her tekbirde, birinci rekatta olduğu gibi eller
kaldırılır ve tekbir aralarında yine üç defa 'sübhanallah' diyecek kadar
durulur. Tekbir aralarında eller bağlanmayıp aşağıya salıverilir. Dördüncü
tekbiri de imam açıktan; cemaat gizli alarak, rukûa giderler. Normal bir
namazdaki gibi, rukû' ve secdelerden sonra oturulur. "Ettehıyyatü.."
"Allahümme salli ve Bârik" duaları ile "Rabbenâ âtina.."
duaları okunduktan sonra iki tarafa selâm verilir.
Bayram namazı, üzerine Cum'a namazı farz
olan her yükümlüye vaciptir.[168]
Bayram namazından sonra hutbe okunması ve
onun dinlenmesi ise sünnettir. Ebû Saîd (r.a)'den yapılan rivâyete göre; o
şöyle demiştir: "Rasûlüllah (a.s), ramazan ve kurban bayramı günü
musallaya çıkardı. ilk önce namaza başlar, sonra bitince kalkar cemaatin
karşısına geçerdi. Cemaat saflarında oturmuş olduğu halde onlara vaaz eder,
tavsiyelerde bulunur ve onlara emirler verirdi. Eğer herhangi bir tarafa asker
göndermek isterse gönderir, emredeceğini emreder, sonra dönerdi." Ebu Said
(r.a) devamla şöyle demiştir: "İnsanlar, Medine emiri olan Mervan'la
birlikte kurban veya ramazan bayramına çıktığımız zamana kadar bu şekle devam
ettiler.
Teşrik Tekbiri: Teşrik, doğuya doğru
gitmek, parlamak, eti güneşe sermek demektir.
Teşrik tekbiri, Kurban bayramı günlerinde
farz namazlardan sonra getirilen tekbirlerdir. Kurban Bayramının ilk gününe
"yevm-i nahr", diğer üç güne ise "eyyâmü't-teşrîk (teşrîk
günleri)" denir. Bayramdan bir gün önceki güne de "arefe günü"
denir.[169]
Arefe günü sabah namazından itibaren
bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç farz namazının
arkasından birer defa
الله
اكبَرْ الله
اكبَرْ لإله
لإّ الّله
وَلَّلهُ
اَكْبَرْ الله
اكْبَرْ
ولِلَّهِلْ
حَمْد
"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe
illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" diye tekbir getirilir ki, buna "teşrîk tekbiri" denir.
Meali:
"Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden
yücedir. Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden
yücedir. Hamd Allah'a mahsustur".
Tekbirlerin bu şekli Hz. Ali ve Abdullah b.
Mes'ûd (r. anhümâ)'ya dayanır.
Teşrîk tekbirlerinin başlangıcı Hz.
İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme olayına kadar uzanır. İbrahim (a.s),
gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir.
Kurban hazırlıkları sırasında Cebrail (a.s) gökten buna bedel olarak bir koç
getirir. Dünya semasına ulaştığında yetişememe endişesi ile Cebrail (a.s);
"Allahu ekber Allahu ekber" diyerek tekbir getirir. İbrahim (a.s) bu
sesi işitince başını gökyüzüne çevirir ve onun bir koçla geldiğini görünce;
"Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber" diye cevap verir. Bu tekbir ve
tevhîd kelimelerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail (a.s) da;
"Allahu ekber velillâhi'l-hamd" der. Böylece kıyamet gününe kadar
sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur.[170]
Cenâze Namazı: Gömülmemiş ve gömülmeye
hazırlanmış insan ölü ve ölüyü gömmek için yapılan tören ve işlemlerdir. İslâm
bu tören ve işlemler ile ilgili olarak bazı emir ve nehiyler getirmiştir.
Genellikle bunlar sünnet ile sabit olan ve Hz. Peygamber (a.s.) tarafından
bizzat uygulanan ve bize kadar intikal eden hususlardır. Ölüm döşeğinde can
çekişme durumunda olan kimseyi -kendine zorluk olmazsa- yüzü Kıbleye karşı
gelmek üzere sağ tarafa çevirmek sünnettir. Başını biraz yükselterek sırtı
üstüne yatırmak da caizdir.
Hasta can çekişiyorken ve gerçekten mümin
birisi ise ona yardımcı olmak, yakınları için bir gereklilik ve ayrıca da
sevaptır. Onun için yanında "kelime-i şehadet" getirmek ve
söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Rasûlullah (a.s.) şöyle
buyurmuşlardır:
"-Ölülerinize, Lâ ilâhe
illallah"ı telkin ediniz. Zira ölüm halinde onu söyleyen (bir mümin)'i bu
kelime Cehennem'den kurtarır. " "Son sözü Lâ ilâhe illallah olan
kimse Cennet'e girer."[171]
Cenaze namazı farz-ı kifâyedir. Yani bir
beldede bir kısım müslümanların bu namazı kılmalarıyla, diğerlerinin üzerinden
yükümlülük kalkar. Cenaze namazı hiç kılınmazsa, o beldedeki bütün müslümanlar
sorumlu ve günahkâr olur.
Cenaze namazının şartı niyettir. Bu
niyette, ölünün erkek veya kadın, küçük erkek veya kız çocuğu olduğu
belirtilir. İmam olan kimse; Allah Teâlâ'nın rızası için hazır olan cenaze
namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek, namaza başlar.
Ayrıca imamlığa niyet etmesi gerekmez. Cemaatten her biri de Allah rızası için
o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder. Ölü,
erkek ise: "şu hazır erkek için", kadın ise; "şu hazır kadın
için" diye niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir.
Cemaatten biri, cenazenin erkek mi, kadın mı olduğunu bilmezse, "üzerine
imamın namaz kılacağı ölüye, imam ile beraber namaz kılmaya ve dua etmeye"
niyet eder.
Cenaze namazının rüknü tekbirler ve
kıyâm'dır. Bu namazda rukû ve secdeler bulunmadığı gibi Kur'an okumak ve
teşehhüd de yoktur. Şartları altıdır: Ölünün müslüman olması, kendisinin ve
konulduğu yerin temiz olması, cemaatin önünde bulunması, vücut azalarının
çoğunun veya başıyla beraber yarısının mevcut olması, arz üzerine konulmuş
olması, namaz kılacak kimsenin özürsüz olarak bir şeye binmiş veya oturmuş
olmaması. Cenaze namazında cemaat şart değildir. Yalnız bir müslüman erkek
yahut bir müslüman kadının kılması ile farz yerine getirilmiş olur. Cenaze
namazının sünnetleri dörttür.
1-İmam cenazenin göğsü hizasına durur. Bu
namazda erkek, kadın, büyük ve küçük arasında fark yoktur
2-Birinci tekbirden sonra "sübhâneke
allâhümme" duasının "ve celle senâüke" kısmı ile birlikte
okunması lâzımdır. Dua kasdıyla fatiha okunması da caizdir.
3- İkinci tekbirden sonra, Peygamber
(a.s.)'e salât getirmek: "Allâhümme salli ve bârik" duâsı okunur.
4- Üçüncü tekbirden sonra ölüye, kendi
nefsine ve müslümanlara dua etmek. Duânın ahirete ait olmasından başka bir şart
yoktur. Fakat Hz. Peygamber'den nakledilen duâları yapmak daha güzeldir. Bu duâ
da şudur:
Arapça:
ٱَللّٰهُمَّ
ٱغْفِرْ لِحَيِّنَا
وَمَيِّتِنَا
وَشَاهِدِنَا
وَغَآئِبِنَا
وَكَبِيرِنَا
وَصَغِيرِنَا
وَذَكَرِنَا
وَاُنْثَانَا
ٱَللّٰهُمَّ
مَنْ
اَحْيَيْتَهُ
مِنَّا
فَاَحْيِهِ
عَلَى ٱْلاِسْلاَمِ
وَمَنْ
تَوَفَّيْتَهُ
مِنَّا
فَتَوَفَّنَا
عَلَى
ٱْلاِيمَانِ
وَخُصَّ
هٰذَا
ٱلْمَيِّتَ
بِٱلرَّوْحِ
وَٱلرَّاحَةِ
وَٱلرَّحْمَةِ
وَٱلْمَغْفِرَةِ
وَٱلرِّضْوَانِ
ٱَللّٰهُمَّ اِنْ
كَانَ
مُحْسِنًا
فَزِدْ فِى
اِحْسَانِهِ
وَاِنْ كَانَ
مُسِيئًا
وَتَجَاوَزْ
عَنْهُ
وَلَقِّهِ
ٱْلاَمْنَ
وَٱلْبُشْرٰى
وَٱلْكَرَامَةَ
وَٱلزُّلْفٰى
بِرَحْمَتِكَ
يَا اَرْحَمَ
ٱلرَّاحِمِينَ
Kelime Kelime:
اَللَّهُمَّ
Allah'ım اغْفِرْ
bağışla
لِحَيِّنَا
dirimizi وَ
مَيِّتِنَا
ölümüzü وَ
شَاهِدِنَا
burada olanımızı وَ
غَائِبِنَا
olmayanımızı وَ
صَغِيرِنَا
küçüğümüzü وَ
كَبِيرِنَا
büyüğümüzü وَ
ذَكَرِنَا
erkeğimizi وَ
اُنْثَانَا
kadınımızı *
اَللَّهُمَّ
Allah'ım مَنْ
اَحْيَيْتَهُ
yaşattığını مِنَّا
bizden
فَتَوَفَّهُ
öldür عَلَى üzerine
اْلاِيمَانِ iman
* وَ
خُصَّ ihsan eyle هَذَا
Bu
اْلمَيِّتُ ölüye
(هَذِهِ
اْلمَيْتَةُ)
بِالرَّوْحِ
sevinç وَ
الرَّاحَةِ
rahat وَ
الرَّحْمَةِ
merhamet وَ
اْلمَغْفِرَةِ
mağfiret وَ
الرِّضْوَانِ rıza
*
اَللَّهُمَّ
Allah'ım اِنْ
كَانَ
(كَانَتْ)
مُحْسِنًا
(مُحْسِنَةً)
فَزِدْ فِى
اِحْسَانِهِ
(هَا) وَ اِنْ
eğer كَانَ
idiyse (كَانَتْ)
مُسِيئًا iyi
(مُسِيئَةً)
فَتَجَاوَزْ geç
عَنْهُ iyiliğini artır
(هَا) وَ
لَقِّهِ Ona et (هَا)
اْلاَمْنَ
güven وَ
اْلبُشْرَى
müjde وَ
اْلكَرَامَةَ
ikram وَ
الزُّلْفَى rahmetine
yaklaştır *
Türkçe Okunuşu:
"Allâhummağfirlî hayyina ve meyyitinâ
veşâhidinâ ve gâibinâ ve zekerinâ ve unsânâ ve sağîrinâ ve kebîrinâ. Allâhumme
men ahyeytehû minnâ fe ahyihî ale'lislâm ve men tevef feytehü minnâ feteveffehû
ale'l-imân ve hussa hâza'l-meyyite birravhi ve'rrâhati ve'f-mağfireti
ve'r-rıdvân. Allâhümme in kâne muhsinen fezid fî ihsânihî ve in kâne musîen
fetecâvez anhu ve lakkıhi'l-emne ve'l-büşrâ ve'lkerâmete ve'z-zülfâ bi
rahmetike yâ erhame'r-râhimîn."
Meali:
"Allah'ım, dirimizi, ölümüzü, burada
olanımızı, olmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü
bağışla. Allah'ım, bizden yaşattığını iman üzerine öldür. Bu ölüye de sevinç,
rahat, mağfiret ve rıza ihsan eyle. Allah'ım, eğer (bu kimse) iyi idiyse
iyiliğini artır, geç. Ona güven, müjde, ikram et ve rahmetine yaklaştır.”
Eğer cenaze kadınsa, "ve hussa dan
sonraki zamirler müennes okunur." Hâzihi'l-meyite... in kânet muhsineten
fe-zid fr-ihsânihâ ve in kânet musîeten fe-tecâvez an seyyiâtihâ ve
lakkîhâ'l-emne... " gibi.
Bu duâlardan sonra imam dördüncü tekbiri
alır, sonra önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa sesli olarak, cemaat ise
gizlice selâm vererek namaza son vermiş olurlar. Bu vacip olan selâm ile ölüye,
cemaate ve imama selâm verilmesine niyet edilir. Cenaze namazının başına
yetişmeyen kimse hemen iftitah tekbirini alıp imama uyar ve diğer tekbirleri
imamla beraber almaya devam eder. İmam selâm verdikten sonra geçirdiği
tekbirleri birbiri ardınca kaza eder, bu tekbirler esnasında herhangi bir dua
okunmaz. Birkaç cenaze varsa hepsine ayrı ayrı namaz kılma daha iyidir. En
erken getirilenin namazı önce kılınır. Hepsi birlikte gelmiş ise halk nazarında
daha faziletli olanın ki önce kılınır. Hepsine bir tek namaz kılmak da yeterli
olur. Bu takdirde cenazeler, geniş bir sıra halinde dizilir ve imam bunlardan
birisinin göğsü karşısında durarak namaz kıldırır. Yahut cenazeler tek sıra
hâlinde kıbleye doğru uzunlamasına da konulabilir.
Namaz kılmak mekruh olan üç vakitte, yani;
güneş doğarken, tam tepedeyken ve batarken cenaze namazı kılınmaz. Ancak, bu
vakitlerde kılınmışsa kazası da gerekmez. Kabristanda ve cami içinde cenaze
namazı kılınmaz, ancak; imam ve cemaatin bir kısmı cami dışında, bir kısmı da
cami içinde olarak kılmalarında bir mahzur yoktur. Namazı bozan şeyler cenaze
namazını da bozar.
Sağ doğup ölen çocuğun adı konulur, yıkanıp
kefenlenir ve namazı kılınır. Ölü doğan çocuğun adı konulur, yıkanıp bir bezle
sarılır ve cenaze namazı kılınmadan defnedilir. Ölen gebe kadının karnındaki
çocuk hareket ederse, kadının karnı yarılarak çocuk alınır. Kasden ve zulmen
ana veya babasını öldürenlerin, öldürülmüş eşkıya ve yol kesicilerin namazları
kılınmaz.
Cenazede cemaat şartı olmamakla birlikte,
cemaat sayısı ne kadar çok olursa, sevap da çoğalır. Hz. Âişe, Rasûlullah
(a.s.)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir cenazenin namazını yüz
müslüman kılarak hepsi ona şefaat dilerse, kendilerine o kimse hakkında şefaate
izin verilir."[172]
İbn Abbas (r.a.), Rasûlullah'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir müslüman öldüğü zaman, cenazesini,
Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayan kırk kişi tutup kaparsa, Allah kendilerine
o kimse hakkında şefaate izin verir."[173]
-“Namaz kılınıncaya kadar cenazede hazır
olan kimseye bir kırat, gömülünceye kadar hazır bulunana da iki kırat sevap
vardır. " İki kırat nedir?" diye sorulunca, Hz. Peygamber (a.s.)
"İki büyük dağ gibi" diye cevap verir, yani iki büyük dağ kadar sevap
verilir.”[174]
Secde-i Sehiv: Secde, alnı yere koyma;
aşırı saygı gösterme; sehiv, dalma, gaflet etme, bilmeyerek terk etme demektir.
Sehiv secdesi ise, yanılmak suretiyle namazın rükünlerinden birisini geciktirme
veya bir vacibi terk ya da geciktirme halinde, namazın sonunda yapılması
gereken iki secde demektir.[175]
Bir rüknün tehiri veya bir vacibin terk
yahut tehiri halinde son oturuşta yalnız Tahiyyat okunduktan sonra iki tarafa
selâm verilir, daha sonra ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilerek secdeye varılıp, üç kere "
سُبْ حَا نَ
رَبِّيَ لْأَ
عْلى Sübhane Rabbiyel A'lâ" okunur; sonra "Allahu ekber" denilerek oturulur, bir
tesbih miktarı celseden sonra yeniden "Allahu ekber" diye, ikinci
secdeye varılır; yine üç defa " سُبْ
حَا نَ
رَبِّيَ لْأَ
عْلى Sübhane Rabbiyel- A'lâ" okunduktan sonra ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilerek oturulur. Tahiyyat, Allahümme salli ve Allahümme barik ve
Rabbenâ âtinâ duaları okunduktan sonra önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa
selâm verilir.
Yalnız sağ tarafa selâm verildikten sonra
sehiv secdelerinin yapılması daha faziletli ve ihtiyata daha uygundur. Nitekim
cemaatla kılınan namazlarda cemaatin yanlışlıkla dağılmasına meydan vermemek
için, yalnız sağ tarafa selâmdan sonra sehiv secdelerinin yapılması gerekli
görülmüştür.
Hanefilerin sağlam görülen görüşüne göre
sehiv secdesi vacib, genel olarak diğer mezheplere göre ise sünnettir.
[176]
Hanefilerin bu konuda dayandığı delil,
Abdullah b. Mes'ud (r.a)'den nakledilen şu hadistir: "Sizden birisi
namazında şüpheye düşerse, doğrusunu araştırsın ve namazını kanaatine göre
tamamlasın, sonra selam verip sehiv secdesi yapsın, yani yanıldığı için iki
secde daha yapsın."[177]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) de Allah elçisinin şöyle buyurduğunu nakleder: "Sizden
biri namazı üç rek'at mı yoksa dört rek'at mı kıldığında şüpheye düşerse,
şüphesini atsın ve kesin olarak bildiği ne ise, onun üzerinden namazı
tamamlasın. Selâm vermeden önce de iki secde yapsın. Eğer beş kılmış ise, bu
secdeler namazına şefaatçi olur, tam kılmış durumda ise, bu iki secde şeytanın
kendisinden uzaklaşmasına vesile olur."[178]
Secde-i Tilâvet: Kur'an'daki bir secde
âyetini okuyan veya dinleyen müslümanın yapması vacib olan secdedir.
Tilavet, arapça bir mastar olup; okuma,
özellikle Kur'an-ı Kerîm'i okuma anlamına gelir. Kur'an'daki bir secde âyetini
okuyan veya dinleyen âkıl, bâliğ bir müslümanın bir defa secde yapması
vacibtir. Secde âyetinin tercemesini okuyan veya dinleyen kimse de secde
yapmalıdır.[179]
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Onlara
ne oluyor ki iman etmiyorlar ve kendilerine Kur'an okunduğu zaman secde
etmiyorlar."[180]
Bir kimse ancak vacib olan işi yapmamaktan ötürü kötülenir. Diğer yandan bu
secde namazda yapılan secde olup, namaz secdesi gibi vacib hükmüne tabi olur. Allah elçisi şöyle
buyurmuştur: "Kur'an'ı okuyan
ve dinleyene secde etmek vacibtir."[181] Hadisin anlamı mutlak olup, dinlemek isteyeni de istemeyeni de
kapsar.
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre tilâvet
secdesi sünnettir. Zeyd b. Sabit (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'e
Necm Süresi'ni okudum ve bizden hiçbir kimse secde yapmadı."[182]
Diğer yandan Hz. Ömer'in, en-Nahl süresindeki secde âyetini okuduktan sonra
cemaatı secde yapıp yapmamakta serbest bırakmıştır. O, şöyle demiştir: Allah
bize secde yapmayı farz kılmamıştır. Ancak kendiliğimizden dilersek
yaparız."[183]
Tilâvet secdesi şu sebeplerle vacib olur:
1. Secde âyetini okumak. Okuyanın kulakları
duymasa bile secde gerekli olur.
2. Okunan secde âyetini işitmek veya
dinlemek. İşitmek kasıtsız, dinlemek ise kasıtlı olur.
3. Bir imama uymuş olmak, imama uyan kimse
imamın okuduğu secde âyetini duymasa bile tilâvet secdesi yapar. Çünkü öğle
namazı gibi gizli okunan bir namazda imam okuduğu secde âyetinden dolayı secde
yapsa cemaat de kendisine uyar.
Bu secdenin yapılışı şöyledir: Tilâvet
secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Allah’u
Ekber’ denilerek secdeye varılır, secdede üç kere "
سُبْ حَا نَ
رَبِّيَ لْأَ
عْلى Sübhane Rabbîyel- A'lâ
(En yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim)" denilir. Bundan sonra ٱَللهُ
اَكْبَرُ‘Allah’u Ekber’ denilerek secdeden
kalkılır.
Tilâvet secdesinin rüknü, Allah Teâlâ'yı
ta'zîm için yüzü yere koymaktır. Ancak namaz hâlinde rükû ve hastalar için imâ
da bu secde yerine geçer.[184]
Secde Ayetlerinin Bulunduğu Süreler
Şunlardır:
Kur'an-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti
bulunmaktadır. Bu süre ve âyet noları aşağıda verilmiştir: el-A'raf, 7/206;
er-Ra'd, 13/15; en-Nahl, 16/50; el-İsrâ, 17/109; Meryem,19/58; el-Hac, 22/18;
el-Furkân, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sâd, 38/24; Fussilet, 41/37;
en-Necm, 53/62; el-İnşikâk, 84/20 ve Alak, 96/19.
İbn Hanbel, Ahmed ibnu, (v. 241) Müsnedu
Ahmedi'bni Hanbel, 1313. Kahire (baskısından ofset). Beyrut, ty.
Aydın, Mehmet, Dinler Tarihi, Konya 1980
Allan, Muhammed b.- Delilu'l-Fâlihîn, Mısır
1971
Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y.
Vehbi Yavuz, İstanbul 1979
…………. Şerhu'l Fıkhı'l-Ekber, Mısır 1323 h.
Ahmed Saim Kılavuz, İman-Küfür Sınırı,
İstanbul 1982
Bağdâdî, Târihû Bağdâd, Mısır 1394/ 1931
………..Usûlü'd-Dîn, İstanbul 1346/1928
Bediüzzaman Said-i Nursi, Mesnevî-i Nuriye
- Katre
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali,
İstanbul 1985
Buharî, Ebi Abdillah Muhammed İbnu İsmail
(sv. 256) el-Ebedi'l-Müfred, Kahire, 1379.
…………..et-Tarihu'l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı
Şerhi, Ankara 1988.
Cessas, Ebu Bekir Ahmed İbnu Ali (v. 370),
Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, ty.
el-Ceziri, el-Fıkh ale'l- Mezâhibi'l -Erbea,
Çağrı, İstanbul, 1968
el-Cevher, es-Sıhah, Beyrut, 1399/1979
Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul, 1311 h.
………et-Ta'rifât, Beyrut,ty.
Devâlibî,Muhammed Maruf, İlmi Usûl-i Fıkıh,
Beyrut 1965
Döndüren Hamdi, Delilleriyle İslâm
İlmihali, İstanbul, 1991
……….
Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983
Darakutnî, Ali İbnu Ömer (v. 358),
es-Sünen, Kahire, 1386/1966
Firûzâbâd, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305
Gölcük-Şerafettin, Kelâm, Konya 1988
Haydar, Ali, Düreru'l-Hukkâm şerhu
Mecelleti'l-Ahkâm, İstanbul 1299
Hadimî, Ebu Said Muhammed, Menâfiu'd-Dakâik
fi, Şerhi Mecâmü'l-Hakâik, İstanbul 1305
el-Hâkim, el-Müstedrek alâ's-Sahîheyn,
Haydârâbâd-Deken 1335.
Hallâf, Abdulvehhab, İlmu Usûli'l-Fıkh,
Kahire 1978
Hüseyin, Taha, el-Fitnetu'l-Kübra, Kahire
1966
Hüsrev,Molla, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu
Gureril-Ahkâm, İstanbul 1979,
İbnü'l-Cevzî; Menâkıbu'l-İmam Ahmed, Mısır
1349
İbn Kesir, İmamuddin Ebu'l Fida (v. 774),
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut, 1966.
İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-Ayân, Kahire
1367/1948
İbnu Asâkir, Keşfu'l-Gıta fi
Fazâili'l-Mustafa, 1946, Mısır
İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984
İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an,
Mısır 1961
İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire t.y.
İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut 1317
İbnu Hibban, Ebu Hatim Muammed İbnu Hibban
el-Bustî, Sahihu İbnu Hibban, Beyrut 1987.
İbn-i Manzur, Lisânü'l-Arap, Bulak Mısır
1303
İbn Nüceym, el-Efbah ve'n-Nezâir (Hamevi
Şerhi ile), İstanbul 1257
İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe, Müsned, Emin
Yayınları
el-İsnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, Mısır 1316
Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi, Beyrut 1328/1910
Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmi'l Kur'an,
Kâhire 1967
Mevdudî, Tefhîmul-Kur'an, İstanbul 1991
Meydanî, el-Lubâb, İstanbul, ty.
el-Mutîî, Necib, Tekmiletü'l-Mecmü', Bâcî,
el-Müntekâ, Kahire 1332
Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut 1972
Molla Hüsrev, Düraru'l-Hukkâm, İstanbul
1307
En-Nevbaht, Firaku'ş-şîa, Necef 1368
Nizameddin, Şeyh, Fetâvâ'l-Hindiyye, Bulak
1310 h.
Râgıb, El-Mutredâd; Asım Efendi,
Kamüsü'l-Mühit tercemesi, İstanbul 1272
………….el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır,
1961
Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937
Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu,
Ankara 1979
Subkî, el-Menhel, Beyrut, 1394
Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1331
…….. Şerhu's-Siyeri'l Kebîr, Kahire 1971
Şa'ban, Zekiyüddin, Usûlü'l-Fıkh, Terc.
İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990
eş-Şafiî, el Ümm, Kahire 1321-1325
…… er-Risâle, Kahire 1979
Şevkânî, Neylü'l-Evtâr,
el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır,ty
Tahavî, Ebu Ca'fer Ahmed İbnu Muhammed (v.
321), Şerhu Me'ani'l-Asar, Kahire, 1387/1968
……..Hâşiye alâ Merâkı'l felâh, İstanbul,
1985
Taftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, İstanbul t.y.
Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mısır 1388/1968
……..Tarih, Mısır 1326
Tehanevî, Keşşâfu lstılâhâti'l-Funun,
İstanbul 1984
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'ân
Dili, İstanbul 1971.
ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1977
ez-Zebidi, Seyyid Muhammed Murtaza, Ed,
Tâcü'l-Arûs, Beyrut, ty,
Zeylâî, Tebvînü'l-Hakâik, Beyrut, ty
………..Nasbu'r-Râye, 1. Baskı, 1393/1973
Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh,
Dımaşk 1405/1985
1. KUR’AN-I KERİM MEALİ (Sebeb-i Nüzulü
Açıklamalı ve Kelime Kelime Meali)
2. KIRK AYET –KIRK HADİS (Çıktı)
3. EVRENİN RUH HARİTASI (Akaid Kitabı)
4. İNSANLIĞIN RUH HARİTASI (Ahlak Kitabı)
5. RUHLARIN ŞİFASI (Esma’ül Husna)
6. YAŞAMIN RUH HARİTASI (Fıkıh Kitabı)
7. BEŞERİYETİN RUH MİMARLARI PEYGAMBERLER
(Peygamberlerin Hayatı)
8. PEYGAMBERLERİN ÇİZDİĞİ RUH HARİTASI (Hz.
Peygamber (a.s)'in Hayatı)
9. ÇOCUKLARIN RUH DÜNYASI (Doğumundan
Ölümüne Kadar Çocuk Terbiyesi)
10. DERSLERİN RUHU (Tefsir Dersine Giriş
1)
11. DERSLERİN RUHU (Tefsir İlmine Giriş 2)
12. ÇAĞIN ALTIN RUHLULARI (Ashab-ı Kiramın)
13. HER ADEM BİR ALEMDİR -I- (Araştırma)
14. HER ADEM BİR ALEMDİR –II- (Vecizeler)
15. DOĞRULARIN BABASI (Öykü)
16. EĞİTİM - ÖĞRETİM (Öykü)
17. RÜYA İLE DİRİLİŞ (Öykü)
18. HAYAL UMUDUN KAPISIDIR (Öykü)
19. MEDENİYETİN ORTAK DEĞERLERİ (Araştırma)
20.
ACILARDA AĞLARMIYMIŞ? (Şiir)
21. AKLIN GÖCÜ (Öykü)
22. DİN NASİHATTIR (İbretli Sözler) *Çıktı*
23.ARAPÇANIN DİLİ (Kur’an-ı anlamanın Dilbigisi)
[1]
Bkz: Namaz Kılmak: Bakara, 2\3,
43, 238; En'am, 6\72, 92; Hacc, 22\77, Mü'minun, 23\9; Lokman, 31\4; Meâric,
70\22-23; A'lâ, 87\15, 18-19.
[2]
el-Bakara, 2/238.
[3]
en-Nisa, 4/103.
[4]
el-Beyyine, 98/5.
[5]
el-Hacc, 22/78; bkz. Sabah Namazı: İsra, 17\78; Rûm, 30\17; Kaf, 50\39,
Tûr, 52\49. Öğle Namazı: Rûm, 30\18; Kaf, 50\39. İkindi Namazı: Bakara, 2\238;
Rûm, 30\18; Kaf, 50\39. Akşam Namazı: Rûm, 30\17; Kaf, 50\40; Tûr, 52\49;
İnsan, 76\26. Yatsı Namazı: Rûm, 30\17; Kaf, 50\40; Tûr, 52\49; İnsan,
76\26.
[6]
Buhârî, İman,1, 2; Müslim, İmân, 19-22.
[7]
Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî,
Zekât, I .
[8]
Buhârî, İmân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, İmân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd,
Salât, 1.
[9] Ebû
Dâvûd, Vitr, 2; Nesâî, Salât, 6; Dârimî, Salât, 208; Mâlik, Muvatta',
Salâtül-Leyl, 14.
[10]
Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvûd, Salât, 145; Nesaî, Salât, 9, Tahrîm, 2;
İbn Mâce, İkame, 202.
[11] Ebû
Dâvud, Tatavvu, 18, Vitir, 13.
[12] Tâhâ, 20\12
[13] Tevbe, 9\119
[14]
Mümin, 40\60
[15] Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, Mısır, 1308, I, 154
[16]
Prof. Dr. Tevfik Sağlam, Diyanet Dergisi, sayı: 1, 1964.
[17] İbni Mace, Salat, 3458; Ahmed İbn Hanbel,
Müsned, 8823.
[18] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
(el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 3/258-259.
[19] Dehlevî, Şah Veliyyullah, Huccetullah
el~Bâliğa, 1/214.
[20] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi,
2/791.
[21] Esed, Muhammed, Mekke'ye Giden Yol (Tr.
Cahit Koydak) s, 103-104.; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (el-Fethu’r-Rabbani
Tertibi,) Ensar Yayıncılık: 3/259-260.
[22] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 475.
[23] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar, 73-74.
[24] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', I, 114 vd.;
İbnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179
[25]
Tevbe, 9/108.
[26]
İbni Kesir, Tefsir-ul Kur’an-il Azim, Buyrut, 2, 389.
[27]
Müslim, Tahare, 1
[28] Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar, 85.
[29]
Mâide, 5/6
[30]
Elmalı, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1583
[31]
Buhârî, Vüdû, 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 308.
[32]
Buhârî, Vüdû, 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû',
21; Ahmed İbn Hanbel, 2, 39.
[33] Abdeste başlarken Allah'u Teâlâ'nın
ismiyle yani besmele ile başlamak sünnettir. Rasûlullah (a.s.): "Allah'u
Teâlâ'nın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti yoktur." (Ebû Davud,
Tahâre, 48; Tirmizî, Tahâre, 20; İbn Mâce, Tahâre, 41). Besmeleyi abdeste
başlarken okumak esastır. Çıplak bir hâlde iken veya tuvalette besmele okunmaz.
Bir kimse abdestin başında "Lâilâhe illallah" veya
"Elhamdülillah" dese besmele yerine geçer. (Fetâvâ ı-Hindiye,
Bûlak 1310 H. c,1s,,7).
[34] Müslim, Tahare, 32, 33; Tirmizî, Tahâre,
2.
[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
3/73-74.
[36] Maide, 5/6.
[37]
Ahmed Davudoğlu, Selâmet Yolları, I, 154.
[38] ez-Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 60.;
el-Meydânî, el-Lübâb, I, 24.
[39]
Müddessir, 74/4.
[40]
İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I,135.; Meydânî, el-Lübâb, I, 55; İbn Rüşd,
Bidâyetül-Müctehid, I, 73; Şîrâzi, el-Mühezzeb, I, 46; İbn Kudâme, el-Muğnî; I,
.52; Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletü, Dimaşk 1405/1985, I, 115.
[41] Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95; İbn
Kudame, el-Muğnî, I, 599; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111.
[42]
Ahmed b. Hanbel, II, 187.
[43]
Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297.
[44]
Nûr, 24/31.
[45] Tirmizî, Radâ, 18.
[46] İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât,
160.
[47] el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67;
eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; İbn Kudâme,
el-Muğnî, I, 431
[48] Bakara, 2/144.
[49] BEYTÜ'L-MA'MÛR: Ma'mûr, bayındır,
bakımlı ev. Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da
"Durâh"dır. Beytü'l-Ma'mûr'dan Kur'an'ı Kerîm'de şöyle bahsedilir: "Tür'a,
yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb'a, bayındır eve
(beytü'l-ma'mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki,
Rabbi'nin azabı hiç şüphesiz gelecektir." (et-Tur, 52/1-7).
Müfessirler bu ayet-i kerîmede sözü geçen
Beytü'l-Ma'mûru genellikle, yedinci kat semada, Kâbe'nin üst hizasında bulunan
bir ev olarak tefsir etmişlerdir. Onu günde yetmiş bin melek namaz kılmak ve
tavaf etmek için ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye dönmezler.
Beytü'l-Ma'mûr Kâbe'nin üst hizasındadır. (Muhtasar'u Tefsir-i İbn Kesîr,
Nşr. M. Ali es-Sâbunî, Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lubâbü't-Te'vîl fî
Maâni't-Tenzîl, IV, 242; el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV,
467; İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV, 123).
[50] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 307.
[51]
Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 4,18.
[52]
Bakara, 2/185.
[53]
Buhârî, Mevâkît, 24, Ezan,162; Tirmizî, Salât,1; Ahmed b. Hanbpl, I,
382, III, 330, 331, 352, IV, 416; eş-Şevkânî; Neylü'l Evtâr, I, 300.
[54]
Şevkânî, a.g.e., I, 300.
[55] Kâsânî, el-Bedâyî', I,17; İbn Âbidîn,
Reddül-Muhtâr, I, 98-100; el-Meydânî, el-Lübâb, I,16; İbn Rüşd,
Bidâyetül-Müctehid, I, 21; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 110.
[56]
Buhârî, Bed'ül-Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5, Talâk,11, Menâkıbul-Ensar,
45, Itk, 6, Eymân, 23; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, 11, Tirmizî,
Fezâilül-Cihâd, 16.
[57]
Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1972, IX, 118.
[58]
Sahih-i Müslim, a.g.e., IX, 118, 119.
[59]
Nisâ', 4/95.
[60]
Buhârî, Cihad, 31, Tefsîru Nisa, 4/18, Tirmizî, Tefsîru Nisa, 4/19;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 184,
[61] Bediüzzaman Said-i Nursi, Mesnevî-i Nuriye -
Katre – S,1305.
[62] Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, t.y., 1377/1958,
s. 66; el-Mülkiyyetü ve Nazariyyetül-Akd, Kahire 1938, s. 355.
[63] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, 1. Baskı, 1393,
I, 259.
[64] Tahrim:,
Bir şey'i haram kılmaya denir. Namaza ٱَللهُ
اَكْبَرُ ‘Alla’u Ekber’ sözüyle başlandığı ve
bundan sonra namazdan çıkana kadar yeme, içme, dünyevî konuşma ve çalışmalar
haram olduğu için, iftitah tekbirine bu isim verilmiştir.
[65]
Alâk, 96/1-5.
[66]
Müddessir, 74/3.
[67]
Bkz. Ebû Dâvud, Salât, 73, 144, Tahâret, 31; Tirmizî, Mevâkît, 62, 110,
Tahâret, 3; Buhârî, Ezân, 95, 122; Müslim, Salât, 45.
[68]
Buhârî, Ezân, 116; Tirmizî, Salât, 74; Nesâî, Tatbik, 34, 90, 94, Sehv,
70; Dârimî, Salât, 40.
[69] Abdurrahman el-Cezirî, "el-Fıkhu Ala
Mezâhibi'l-Arbaa", Mısır, 1939 I. 198-220; Fetâvâ'l-Hindiye, I, 68; Vehbe
ez-Zühaylî, "el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühü", 1989 Dımaşk, I, 631.
[70] Ebu Hanife, Müsned, 93/15-1: Başka bir
rivayette şöyledir: “Evet iki elini, kulaklarının yumuşağına kadar kaldırdı.” (Ebu Hanife, a.g.e, 15-2)
[71] Nesâî, İftitah: 1; Ebû Dâvûd, Salat: 116; Ebu
Hanife, Müsned, 96\18
[72] Müslim, Salât, 240; Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an; 1/424-425.
[73] el-Kâsânî Bedâyîu's-Sanâyî', Beyrut
1328/1910, I, 105 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, Kahire, t.y, I, 192, 304,
378; ez-Zeylaî Tebyinü'l-Hakâik, Emiriyyetab'ı, I, 104; es-Şirâzî, el-Mühezzeb,
I, 70, 199-204; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 100.
[74]
Bakara, 2/238
[75] Buhârî, Taksir, 19; Tirmizî, Mevâkît, 157;
Ebû Dâvud, Salât, 175; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 175; ayrıca bk. el-Bakara,
2/286.
[76] Müslim, Salat, 401; Hanefîler, el
bağlarken göbeğin altına koymak daha ziyâde ta'zim ifâde eder. Namaz kılanı
ehl-i kitaba benzemekten uzaklaştırır. Bir de elleri göğse bağlamak kadınlara
benzemektir. Binâenaleyh elleri göğse değil, göbeğin altına koymak sünnettir”
derler.
[77] Sünen-i Ebu
Davud 3/156.
[78] Sünen-i Ebu Davud 3/156.
[79] (Ve celle senâük): Bu cümle
cenazelerde okunur.
[80] İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm,
Kahire, ty., I, 27-29.
[81]
Nahl, 16/98
[82]
Buhârî, Bed'ü'l-Halk, II, Edeb, 76; Müslim, Birr, 109, 110; Ebû Dâvud,
Salât, 18, 119, 120, 122; Tirmizî, Mevâkît, 65, Sevâbu'l-Kur'ân, 22; ed-Dârimî,
Salât, 33, Fadâilü'l-Kur'ân, 22; Ahmed b. Hanbel, III, 50, V, 26, 253.
[83] Buhârî, Deavat, 35-46, Et'ime, 28, Eşribe,
30; Bedü'l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149, Cihâd, 25, Fiten,
15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96,
Birr, 109, 110, Fadâilu's-Sahâbe, 140, Eymân, 36; Ebû Dâvud, Edeb, 98, 104,
Salât, 18, ll9, 120, 122, Tıbb, 19; Tirmizi, Tahâre, 4, Deavât, 15, 19, 67, 74,
76, 110; Nesâ; İstiâze, 7, 12, 17, 18, 25, 26, 33, 38, 60; Ahmed b. Hanbel, I,
247, II, 202, III, 50, 427, V, 356, VI, 31, 100, 139, 190; İbn Kesîr,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire, ty., I, 27-29.
[84] Mecmuat'u't-Tefasir, İst.1320, VI, 539.
[85] Neml, 27/30
[86] Molla Hüsrev, Dürerû'l-Hükkam fi Şerhû
Gureru'1 Ahkâm, İst.1307, c. I, sh. 278. Ayrıca, Ebu Bekir el-Cessas,
el-Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut 1335 c. I, sh. 8.
[87] el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Beyrut
1328/1910, I, 110; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., I, 193, 205, 222,
vd.; ez-Zeylaî, Tebyînü'l Hakâik, l, 104, vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar,
Mısır, ty., I, 415.
[88]
Müzemmil, 73/20
[89]
Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167.
[90] Buhâri, Husûmât, 4, İsti'zan, 18,
İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebû Dâvud, Salât, 144, Tatavvu', 17,
Vitr, 22; Tirmizî, Salat, 110, Kur'ân, 9; Nesaf, İftitâh, 7, 37, Tatbik, 77;
İbn Mâce, İkâme, 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 40, 43, II, 437.
[91] A'râf, 7/204
[92] İbn Mâce, İkâme, 13.
[93] Buharî, Salât, 18, Ezân, 51, 74, 82, 128,
Taksîru's-Salât, 17; Müslim, Salât, 77 , 82.
[94] Alûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 59-137; Kurtubî,
Câmiu'l-Ahkâm, I, 133-149; Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'ân, I, 3646; M. Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 56-145; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azım, I, 29
[95] M.
Abduh, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakim, Mısır 1373 H., I, 37-38
[96]
İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesir, I, 10; Kurtubî, el-Câmiu'li Ahkâmü'l-Kur'an,
I, 108.
[97]
Müslim, Salât,38, 40; Ebû Dâvûd, Salât, 132.
[98] Hz. Peygamber (a.s.), namaz'da Fatiha
Suresi'nin okunması bittikten sonra "âmin" denmesini özellikle istemiştir.
Şöyle ki: "İmam, Fatiha'yı tamamlayıp âmin dedikten sonra siz de
"âmin" deyiniz. Kimin bu sırada "âmin" demesi meleklerin o
anda "âmin" deyişi ile aynı ana rastlarsa geçmiş günahları
affolunur." (Müslim, K. Salat, 72; Ebû Dâvud, Salat, 167-168;
Tirmizî, Mevâkîttü's-Salat, 116). Seleme b. Küheyl’den, Hucr b. Anbes’den,
Alkame b. Vâil ve babasından şöyle rivâyet ediyor: Rasûlullah (a.s.) “Gayril mağdubi
aleyhim ve laddallin” dedi ve sesini fazla çıkarmaksızın “Amin” dedi.
(Tirmizi,
Salat,184)
Bu hadislere göre namaz'da Fatiha'dan sonra
"âmin" demek sünnettir. İmam-ı A'zam'a göre "âmin" gerek
imam ve gerekse cemaat tarafından hafiyyen (sessizce); söylenmesi sünnettir. (Sünen-i
Ebû Dâvud Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1988, III, 470-474).
[99]
Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, I, 646, 647.
[100]
Buhâri, İman, 15; Müslim, Salât, 38, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 132; Tirmizî,
Salât, 1 10, 1 16; Nesâi, İftitah, 1 23, 7; İbn Mâce, İkâme, 11, 72.
[101] Fil suresinden aşağı surelerin kelime
kelime tahlili mealimizden yapılmıştır.
[102] Samed: Her şey O’na Muhtaç ama O, hiçbirşeye muhtaç değildir.
[103] El-Câmi’ul-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi,
II, 26-46; Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat,
c. 1, s. 113-115
[104] Bkz: Ebu Hanife, Müsned, 105/27: A.g.e,
96/18: Vd. Ebû Dâvud, Salât: 119, (748); Tirmizî, Salât: 191, (257), 188,
(253); Nesâî, İftitah: 110, (2, 195), 124, (1, 204), Sehv: 70.
[105] İbn Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1315, I,
300.
[106]
Bakara, 2\125; Hacc; 22\26.
[107]
Fetih, 48/29.
[108] Müslim, Salat: 45; Nesâî, İftitah: 128; Sünen-i
Ebu Davud 3/311; Ebu Hanife, Müsned, 106/28; Dârekutnî, el-Hâkim ve
el-Beyhakî'nin, Âsım el-Ahvel vasıtasıyla Enes'den rivayet ettikleri; "Ben
Peygamber (a.s)i tekbir alıp secdeye giderken ellerinden önce dizlerinin yere
indiğini gördüm" hadisle Dârimî'nin rivayet ettiği aynı hadisin bu hadisi
kuvvetlendirdiğini ve bu hadisin Hâkim'e göre Buhârî ve Müslim'in şartlarına
uygun olduğunu" söylemiştir. (el-Menhel, V, 275-276)
[109] Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb,
1/396-398.
[110] A’la Suresi 87/1.
[111] İbn Huzeyme, Sahih, I, 334; İbn Hibbân, Sahih, V, 225; Hâkim, Müstedrek, I, 347, II, 519; Darimî, Sünen, I, 341; Ebu Davud, I, 230; İbn Mace, I, 287; Müsıted, IV, 155.
[112] el-Kasanî, Bedaiu's Sanai' Beyrut, 1974,
I, 270 vd.; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, Dımaşk, 1984, I, 820.
[113] ez-Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 118.
[114] İbn
Abidin, Reddu'l-Muhtar,Mısır, 1966, II, 5, vd.
[115]
Buhârî, Deavât, 69; Müslim, Zikir, 5-6; Nesâî, Kıyâmü'l-Leyl, 27;
Tirmizî, Vitir, 2; EbuDâvud, Vitir, 1.
[116]
Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 105.
[117]
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,180, 206, 208; V, 242; VI, 7.
[118] Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 118.
[119] İbn
Hümâm, Fethu'l-Kadir, Mısır 1315, I, 300 vd.
[120] et-Tahtâvî, Hayiye, Mısır, 1970, 312.
[121] ez-Zeylâî, Nasbu'r-Râye, II,123;
ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, I, 826
[122] Maddî kir ve pisliklerden temizlemek için
su ve sabunu vasıta kılan Allah (c.c) ruh ve kalpleri günah kirlerinden
temizlemek izin de Gafûr ve Gaffâr isimlerinin tecellisini mağfirete ve
bağışlamaya sebep kılmıştır.
[123] Fücur: Azmak, günaha dalmak, doğru
yoldan ayrılmak, yemin ve sözünde yalancı çıkmak. Allah'ın emirlerinden çıkmak,
dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket etmek, fısk ve isyana düşmek demektir..
[124]
Tahtavî, Haşiye; 307 vd.
[125] Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, Beyrut
1402/1982, I, 273, 274; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, Mısır 1398/ 1970; İbn
Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 10 vd.
[126] el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 51.
[127] Seyyid
Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 171.
[128] Buhârî, Sehiv, 5.
[129]
Buhârî, Ezan, 18.
[130]
es-Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 171.
[131]
Mergînânî, el-Hidâye, I, 51.
[132]
Mergînânî, a.g.e., l, 51.
[133] Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır
1308, X, 209.
[134] Nisa, 4/86.
[135] Tahiyyat:
Selamdır.
[136] Salavat: İbadelerdir.
[137] Tayyibat:
Tevbe-i İstiğfardır.
[138]
Necm, 53/9.
[139]
Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, 1, 106.
[140]
Buhârı, Ezân, 148, 150; el-Ameli's-Salât, 4; Müslim, Salât, 56, 60, 62;
Ebû Dâvud, Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100, Nikâh, 17.
[141] İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1315,
l, 210; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 105 vd; İbn Kudâme,
el-Muğnî, I, 522; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Beyrut ty., I, 297
[142] Buhârî,
Enbiyâ, 10 , Müslîm, Salât, 65, 66, 69; Nesâî, Sehv, 49, 50-54.
[143] İbn
Manzûr, Lisanü'l-Arab, Beyrut 1374/1955, Şemseddin Sami, Kâmus Tercemesi
"âl" maddeleri.
[144]
Ahzâb, 33/56.
[145] Hamd: Kelimesi, "şükür"
kelimsiyle birlikte ifade edilir. Hamdeden kimse aynı zamanda şükretmektedir.
Bir hadiste de "Hamd şükrün başıdır, Allah'a hamd etmeyen Şükür de
etmemektedir" "Allah'a hamd edin ve O'na şükredin." (Ahmed b.
Hanbel, I, 211).
[146] Mecîd: Şan, şeref, büyüklük ve
kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir.
Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir. (Hud, 11/73).
[147]
Mevdudî, Tefhîmul-Kurân, 4, 453.
[148]
Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır t.y., 2, 284; İbn Kesir, Tefsîr, 3, 507.
[149] Buharî, Enbiyâ,10; Daavât, 31, 32; Müslim,
Salat, 65, 66, 69.
[150]
Mevdûdî, a.g.e., 4, 453.
[151]
Mevdudî, a.g.e., 4, 454-455
[152]
Bakara, 2/20; İbrahim, 14/41.
[153] Ahmed b. Muhammed b. İsmail et-Tahtâvî,
Haşiye ala-Merâki'l-Felâh Şerhi Nur'il-İzâh, Mısır 1970, s. 202.
[154] Kâsânî, a.g.e., I, 113; İbnu'l-Hümam,
a.g.e., I, 225; Zeylai, Tebyînu'l-Hakâik, el-Matbaatü'l-Emiriyye, l, 104; ibn
Âbidîn, a.g.e, I, 418.
[155]
Şevkânî, a.g.e., I, 292.
[156]
Zebidî, Tâcu'l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, 18,
97, 98.
[157] Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27.
[158] Ebû
Dâvud, 1, 644, H. No: 1067; Dârakutnî, 2, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, 1, 225.
[159]
Serahsî, 2, 22, 23; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, 1, 591, 851-852.
[160]
Serahsî, 1, 22, 23; İbnü'l-Humam, Fethu'l-Kadir, 1, 417.
[161] el-Fetâvâ'l Hindiyye, Beyrut, 1400,1,146,
147.
[162] Cuma, 62/9.
[163]
Molla Hüsrev, Dürerü'l Hukkâm, İstanbul 1307, 1, 138.
[164] Meraku'f-Felah, İstanbul 1327, 158.
[165] Ebû
Davûd, Salat 239, Neseî, İdeyn, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3, 103, 178.
[166]
Müslim, Salatu'l- İdeyn,16.
[167]
Buhârî, İdeyn, 2.
[168]
Merginânî, el-Hidâye, Kahire 1965, c.1; s, 85.
[169]el-Mavsılî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar,
Kahire (t.y), I, 87, 88.
[170]
Saffât, 37/102, 107; el-Mavsılî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire
(t.y), 1, 87, 88.
[171]
Müslim, Cenâiz, 1-2; Ebû Davud, Cenâiz, 16.
[172]
Müslim Cenâiz, 58.
[173]
Müslim, Cenâiz, 59.
[174]
Müslim, Cenâiz, 52.
[175] eş-Şevkani, Nehyül-Evtâr, II, 320.
[176]
İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, 1, 355, 374; el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, 1,163-179; el-Meydânî, el-Lübâb, İstanbul
t.y, 1, 95 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, 1,
87.
[177]
Buhârî, Salat, 31; Müslim, Mesâcid, 88, 89; Ebû Dâvud, Salât, 190, 191,
193; Nesâî, Sehv, 24, 25; İbn Mâce, İkâme, 132, 133; Muvatta', Nidâ, 61-63;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 190, 193, 204-206.
[178]
Buhârî, Sehv, 6, 7; Müslim, Salât, 19, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3,
12, 37, 42.
[179] el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanayi, I, 179.;
İbnü'I-Hümâm, Fethu'l-Kadir, I, 380-392; İbn Âbidîn, a.g.e. I, 715 vd.;
el-Meydânî, a.g.e., I, 103 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 6l6 vd.; eş-Şirbinî,
Muğni'l-Muhtâç, Mısır, t.y. 1, 214; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam
İlmihali, İstanbul 1991, . 371.
[180]
İnşikâk, 84/21.
[181]
Buhârî, Sücûd, 10; Zeylaî bu hadis için garîb demiştir. bkz.
Nasbu'r-Râye, 2, 178.
[182]
Buhârî, Sücûd 6; Müslim, Mesâcid,106; Tirmizî, Cum'a, 52; Nesâî,
İftitah, 50; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 3, 101.
[183]
Şevkânî, a.g.e., 3, 102.
[184] Meydânî, el-Lübâb, I, 103; eş-Şürünbülâlî,
Merakîl-Felâh, 84.