İTİKÂDÎ HÜKÜMLER

İmanın şartları altıdır:

1- Allah'a İman

2- Meleklere İman

3- Kitaplara İman

4- Peygamberlere iman.

5- Ahiret gününe iman.

6- Kadere, hayrın da, şerrin de Allah’tan olduğuna iman.

İmanın bu altı şartına inanmak her Müslüman’a farzdır.

 

ALLAH TEÂLÂ’NIN SIFATLARI

ZATÎ SIFATLAR    SUBÛTÎ SIFATLAR    FİİLÎ SIFATLAR

           KIYAMET ALÂMETLERİ

KÜÇÜK ALÂMETLER    BÜYÜK ALÂMETLER

           KADERE, HAYIR VE ŞERRİN ALLAH’DAN OLDUĞUNA İNANMAK:

ECEL    RIZIK     KABİR HAYATI    HAŞR - MAHŞER     HAVZ     HESAP

AMEL DEFTERİ      MİZAN     ŞEFAAT    SIRAT  ÂRAF   CENNET    CEHENNEM

            ELFAZ-I KÜFÜR

KÜFÜR SÖZLER HAKKINDA HÜKÜMLER

 

 

ALLAH’A İMAN

İslam dininin temeli tevhiddir. Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine inanmaktır. Şu muazzam kainatı, bildiğimiz bilmediğimiz bütün âlemleri yoktan var eden Allah Teâlâ’dır.

O birdir. Her şey O’na muhtaçtır. Fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir. Zatında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri yoktur. Hiçbir göz O’nu göremez. Fakat O, her şeyi görür. Hiçbir beşerî ilim, onu ihata edemez. Hiçbir insan, O’nun zatını idrak edemez. Fakat O her şeyi bilir, işitir, görür. Kulluk ve ibadet yalnız O’na yapılır. O’ndan başkasına kulluk yapmak, O’ndan başkasına ibadet etmek şirktir, küfürdür. O, Âdil-i mutlaktır. Hakim-i mutlaktır. O dilediğini dilediği şekilde yapar, sürekli yaratma halindedir. O’nun irade etmediği hiçbir şey var olmaz. O Rezzak-ı âlemdir. Yarattığı bütün mahlukatın rızkını, O verir. Allah Teâlâ’nın mübarek güzel isimleri, kemal sıfatları vardır. Allah Teâlâ’nın doksan dokuz mübarek ismi vardır ki, bunlara Esma’ül-Hüsnâ denilir.

(Bu mübarek Esma’ül-Hüsnâ’yı, kısa manalarını da yazarak bu bölümün sonuna ilave ettik.)

 

ALLAH TEÂLÂ’NIN SIFATLARI

Allah Teâlâ’nın zâtî, subûtî ve fiilî sıfatları vardır. Zatı gibi sıfatları da diğer yaratıkların sıfatlarına benzemez. Zatında ortağı olmadığı gibi, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde ve mülkünde de ortağı yoktur. Allah Teâlâ’nın sıfatları zatı ile kaimdir. Zatı ve isimleri gibi, sıfatları da ezelîdir. Evveli yoktur, sonu yoktur. Allah Teâlâ’nın sıfatlarının hepsine birden Kemal Sıfatları denilir.

 

ZATÎ SIFATLAR

Allah Teâlâ’nın zatından ayrı olmayan, O’nun zatıyla beraber bulunan sıfatlardır ki bu sıfatlara aynı zamanda Selbî Sıfatlar da denir. Bu sıfatlar: Vücud, Kıdem, Beka, Vahdâniyet, Kıyam binefsihî, Muhalefetün lil havadis olmak üzere altıdır.

1- Vücud: Allah Teâlâ’nın var olduğu, varlığının mutlak olduğu demektir. Allah Teâlâ’nın varlığı aklî ve naklî delillerle sabittir.

Nitekim Ali-i İmran suresi 190 ve 191. ayet-i kerimelerde insanoğlundan kainatın yaratılışı üzerinde tefekkür etmesi ve bu muazzam kainatı yoktan var eden yaratıcıya tazim etmesi istenmektedir.

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için (Allah’ın kudret ve azametini ve varlığını gösteren) açık alâmetler vardır. O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler (ve şöyle dua ederler) Rabb’imiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru."

Bu ayet-i kerimeler nazil olduğu zaman, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bu ayetleri okuyup da tefekkür etmeyen kimseye yazıklar olsun."

Bütün varlık âlemi, O’nun varlığının çok açık bir delilidir. Tefekkür eden, akleden bunu anlamakta asla gecikmez.

2- Kıdem: Evveli olmayan, başlangıcı bulunmayan, ezelî olandır. Allah Teâlâ ezelîdir, kadîmdir. Varlığının başlangıcı yoktur. O varken, O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.

3- Bekâ: Allah Teâlâ ebedîdir. Varlığının sonu yoktur, değişiklikten ve yok olmaktan münezzehtir.

4- Vahdâniyet: Allah Teâlâ birdir. Zatında, sıfatlarında, fiillerinde birdir. Benzeri yoktur. Çoğalmaktan, eksilmekten, parçalara bölünmekten münezzehtir. Allah Teâlâ uluhiyetinde, zatında, mabudiyetinde bir olduğu gibi, yaratıcı olarak da birdir. Çünkü O’ndan başka yaratıcı yoktur.

5- Kıyam binefsihî: Varlığı kendi zatından olmak demektir. O’nun varlığı kendi zatıyla kaimdir.

O, vacib’ül-vücuttur. Yani varlığı kendi zatından dolayı gereklidir. O’nun varlığı asla başka bir yaratıcıya muhtaç değildir. O’ndan başka bir yaratıcı yoktur ki ona muhtaç olsun. Yaratan, yoktan var eden sadece O’dur. Allah Teâlâ, ezelî ve ebedî varlığı kendi zatıyla kaim olandır.

6- Muhâlefetün lil-havâdis: O, yaratılmışlardan hiçbir şeye, yaratılmışlardan hiçbiri de O’na benzemez. O, insanın aklına gelen, hayal ettiği, her şeyden mutlaka başkadır.

 

SUBÛTÎ SIFATLAR

Subûtî sıfatlar, zâtî olmayan, fakat zâtıyla kâim onunla birlikte bulunan sıfatlardır. Bu sıfatlar zat olmadıkları gibi zattan da ayrı değillerdir. Onun için bu sıfatlara "Allah’ın aynı da değildir, gayrı da değildir." denilmiştir.

Bu sıfatlar: Hayat, İlim, Semi, Basar, İrade, Kudret, Kelâm ve Tekvin olmak üzere sekizdir.

1- Hayat: Allah Teâlâ diridir. İlim, Semi, Kudret, İrade gibi sıfatlara sahip olması ancak diri olmakla, mümkündür. Diri olmayan, hayatı olmayan, başkasına nasıl hayat verebilir? Allah Teâlâ Hay’dır. Diri’dir. Kayyum’dur. Her şeyi dirilten ayakta tutandır.

2- İlim: Allah Teâlâ ilim sahibidir. O’nun ilmi bütün kainatı kuşatmıştır. O açığı, gizliyi bilir. Kalbimizden geçirdiklerimizi, niyet ettiklerimizi de bilir.

3- Sem’i: Allah Teâlâ, her şeyi vasıtasız olarak işitir. İster açık, ister gizli konuşulsun. İster kişi kendi kendine fısıldasın. Allah Teâlâ hepsini işitir. O’nun işitmesi kulların işitmesi gibi değildir.

4- Basar: Görme kuvveti demektir. Allah Teâlâ’nın görmesine ne karanlık, ne de uzaklık mani değildir. O’nun görmesi kulların görmesi gibi değildir. O en karanlık gecelerde siyah karıncaları görür. O’nun görmesinden hiçbir şey gizli kalmaz.

5- İrade: Dilemek ve dilediğini dilediği şekilde tayin etmektir. Allah Teâlâ, bir şeyin olmasını irade ettiği zaman o mutlaka olur. Allah Teâlâ bu kainatı ezelî olan iradesi ile yaratmıştır.

6- Kudret: Allah Teâlâ güç ve kuvvet sahibidir. O dilerse binlerce âlemi yoktan var eder ve dilerse hepsini bir anda yok eder. Bütün varlık âlemi O’nun yed-i kudretindedir. O, her şeyi yapar, niçin yaptığı sorulamaz.

7- Kelâm: Allah Teâlâ’nın kelâmı zatı ile kaim ezelî bir sıfattır. O’nun kelâmı harf ve sesten berîdir. Kadimdir. O’nun kelâmı mahlukatın kelamına benzemez.

8- Tekvin: Tekvin sıfatı da, diğer sıfatları gibi Allah Teâlâ’nın kadîm bir sıfatıdır. Yani başlangıcı yoktur. Tekvin var etmek, yaratmak demektir. Varlık âlemi yaratılmadan önce de Allah Teâlâ’nın tekvin sıfatı vardı. "Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman ona "ol" der. O da oluverir." (Yasin/82)

 

FİİLÎ SIFATLAR

Allah Teâlâ’nın fiilî sıfatları sayılamayacak kadar çoktur. Bu sıfatları da kadîmdir. Ezelîdir. Öldürme, diriltme, rahmet, gadap, rıza, muhabbet, rızık vermek gibi sıfatlar fiili sıfatlardır.

 

MELEKLERE İMAN

Melekler nurânî  varlıklardır. Yemezler, içmezler, uyumazlar, yorulmazlar. Dişilik ve erkeklik gibi bir cinsiyetleri yoktur. Aralarında evlilik olmaz. Çeşitli sûretlere girebilirler. Allah Teâlâ’nın emrettiklerini, emredildikleri şekilde yerine getirirler. Asla isyan etmezler. Bir kısmı yerde, bir kısmı gökte çeşit çeşit ibadetlerde ve hizmetlerde bulunurlar. Sayılarını ancak Allah Teâlâ bilir.

Meleklerin en büyükleri, Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail’dir.

Cebrail aleyhisselam: Allah Teâlâ ile peygamberler arasında bir elçidir. Allah Teâlâ’dan aldığı emirleri peygamberlere getirip tebliğ eder.

Mikail aleyhisselam: Yeryüzünde, yağmur yağması, bitkilerin bitmesi, rüzgarların sevk edilmesi gibi hizmetlerle vazifelidir. 

İsrafil aleyhisselam: Sûr’a üflemekle vazifelidir. İki kere Sûr’a üfleyecektir. Birinci üflemesinde kıyamet kopacak, yerde, gökte ne kadar canlı varsa hepsi ölecektir. Allah Teâlâ’nın dilediği kadar bir müddet dünya bomboş ve ıssız kalacaktır. Daha sonra Allah Teâlâ’nın dilediği bir vakitte İsrafil aleyhisselam ikinci defa Sur’a üfleyecek ve yerde, gökte ne kadar canlı varsa yeniden dirilecek ve mahşerde toplanarak hesaba çekileceklerdir.

Azrail aleyhisselam: Allah Teâlâ, her canlıya bir ömür takdir etmiştir. Takdir edilen bu müddet tamam olunca dünyadaki hayatları sona erer. Elbette insanlarda bir müddet yaşar ve ölürler. İşte Azrail aleyhisselam insanlara takdir edilen ömür tamam olunca onların canlarını almakla vazifelidir.

Her insanın sağ ve solunda Kirâmen Kâtibîn denilen iki melek vardır. Sağ taraftaki melek sevapları, sol taraftaki melek günahları yazar. Sol taraftaki melek sağ taraftaki meleğin emrindedir. Ayrıca Münker, Nekir denilen iki melek vardır ki bu melekler insanın eceli gelip öldükten ve kabre konduktan sonra ölüyü, “Rabb’in kim? Peygamberin kim? Dinin ne? Kitabın ne?” diye sorguya çekerler. Arş melekleri, cennet ve cehennemde vazifeli melekler vardır. Cehennemdeki meleklerin reisi Mâlik, cennetteki meleklerin reisi Rıdvan’dır.

 

KİTAPLARA İMAN

Allah Teâlâ, insan ve cinleri kendisini tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratmıştır. (Zariyat/56)

Bir kısım peygamberlerine indirdiği kitaplar vasıtasıyla da emir ve yasaklarını, nasıl ibadet edeceklerini bildirmiştir.

Bir kısım peygamberlere sahifeler, bir kısım peygamberlere de büyük kitaplar vermiştir.

Hz. Âdem’e 10, Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30, Hz. İbrahim’e 10 sahife indirilmiştir.

Hz. Musa’ya Tevrat, Hz. Davud’a Zebur, Hz. İsa’ya İncil ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme de Kur’an olmak üzere dört büyük kitap nazil olmuştur.

Allah Teâlâ, bu kitapları peygamberlere Cibrîl-i Emin vasıtasıyla vahiyle bildirmiş, bazen de başka bir yolla ilham etmiştir.

Biz Müslümanlar, bu kitapların tamamına iman ederiz.  Yukarıda da ifade edildiği gibi şu anda Yahudi ve Hristiyanların elinde bulunan Tevrat ve İncil Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya indirilen kitaplar değillerdir. Tamamen tahrif edilmişlerdir. Dolayısıyla bizim iman ettiğimiz kitaplar, bugün Yahudi ve Hristiyanlar’ın ellerinde bulunan tahrif olmuş kitaplar değil Hz. Musa ve Hz. İsa’ya indirilen kitapların asıllarıdır.

Kur’an-ı Kerim’in nüzulü ile de daha önceki kitapların tamamı neshedilmiş, hükümleri kaldırılmıştır. Kur’an-ı Kerim bir kelimesi bile değişmeden zamanımıza kadar aslî şekliyle ulaşmıştır. Kıyamet sabahına kadar da öyle kalacaktır. Çünkü Allah Teâlâ O’nu koruması altına almıştır. "Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik, elbette O’nu yine biz koruyacağız." (Hicr/9)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, nazil olan her sûre ve ayeti vahiy katiplerine yazdırmış, ayrıca Kur’an’ın tamamını kendisi ezberlediği gibi, sahabe-yi kiramdan pek çok zat da ezberlemiştir.

Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhin hilafeti zamanında vahiy katipleri tarafından yazılan ve sahabenin hıfzında olan ayetler, şahitlendirilerek bir kitap haline getirilmiştir. Hz. Osman radıyallahu anhın zamanında da bu nüshadan çoğaltılarak belli başlı İslam merkezlerine gönderilmiştir.

1- Kur’an- Kerim lafzıyla da, manasıyla da mûcizdir. Lafzı da, manası da Allah’tandır. Onun için Kur’an’ın başka dillere yapılan tercemelerine Kur’an hükmü verilemez. Dolayısıyla Kur’an’ın başka dillere yapılan tercümeleri ile ibadet edilemez.

2- Kur’an-ı Kerim Allah Teâlâ’nın değişmez kanunudur. O’nun bütün hükümleri kıyamete kadar bâkidir. İnkârı küfürdür. O’na hiçbir şey ilave edilemez. O’ndan hiçbir şey çıkarılamaz.

3- Kur’an’ın bir ayetini, bir hükmünü inkâr etmek, tümünü inkâr etmek gibidir. Ehil olmayan kişilerin, Kur’an’ın meal ve tefsirlerine bakarak hüküm çıkarmaları asla caiz değildir. Kur’an ayetlerini hevâ ve hevesine, şahsî düşüncelerine göre te’vil etmek imanî noktadan büyük bir tehlikedir.

4- Sahih bir şekilde namaz kılacak kadar Kur’an’dan sûre, ayet ve Fatiha’yı Şerife’yi ezberlemek her Müslümana farzdır.

5- Kur’an’ı yüzünden bakarak okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir. Manasını bilenlerin yüce mealini tefekkür ederek okuması daha efdaldir.

6- Kur’an’ı günde en az bir hizip (5 sayfa) okumak sûretiyle senede dört kere hatmetmek makbul bir ameldir.

7- Kur’an’ı okumak, ezberlemek elbette bir fazilet, sahih bir ameldir. Bunları yapmakla beraber daha güzeli ve makbul olanı, Kur’an’ın ahkamıyla emel etmek ve ulaşabildiği herkese öğretip, onun hakikatlarını tebliğ etmektir.

8- Kur’an’ı abdestsiz ele almak, abdestsiz yüzünden okumak asla caiz değildir. Abdestsiz olarak ezberden okumak caiz ise de, adâba aykırıdır. Zaruret olmadıkça abdestsiz olarak ezberden de okumamak daha güzel bir davranıştır. Aslında Müslüman her zaman abdestli bulunmalıdır. Selef-i salihin bu hususa çok dikkat etmişlerdir.

9- Hayız ve nifas hali olan kadınlar, cünüp olan kişiler ise Kur’an’a el süremedikleri gibi, ezbere de okuyamazlar.

"Ona ancak temizlenenler dokunabilir." (Vakıa/79)

10- Kur’an’ın, Kitabullah, Kelâmullah, Kelâm-ı Kadîm, Kitab-ı Mübîn, Ahsen’ül-Hadis, Furkan, Nur, Zikir gibi birçok isimleri vardır.

 

PEYGAMBERLERE İMAN

Peygamber, Allah Teâlâ’nın insanlar arasından seçip kullarına dini esasları bildirmek için vazifelendirdiği seçkin insandır.

Peygamberlerin hepsine iman etmek şarttır. Peygamberlerden birini inkâr etmek hepsini inkâr etmek gibidir.

Allah Teâlâ, buyruklarını ya Cibril-i Emin vasıtasıyla vahyeder, ya da başka bir yolla ilham eder. Peygamberler de kendilerine bildirilen dinî hükümleri, kendilerinden asla bir şey ilave etmeden ve asla hiçbir şey çıkarmadan vahyolunduğu şekilde insanlara bildirirler.

Bir kitap ve şeriatla gönderilen peygambere rasül, başka bir peygamberin şeriatına tabi olarak gönderilen peygambere de nebî denir. Her rasül nebîdir. Fakat her nebî, rasül değildir. Peygamber erkek kişilerden olur. Kadınlardan peygamber olmaz. Cinlerden de peygamber yoktur. İlk peygamber Hz. Adem aleyhisselam, son peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir. Bu ikisi arasında sayılarını ancak Allah Teâlâ’nın bildiği pek çok peygamber gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de isimleri zikredilen peygamberler yirmi beştir:

1- Âdem aleyhisselam,

2- İdris aleyhisselam,

3- Nuh aleyhisselam,

4- Hud aleyhisselam,

5- Salih aleyhisselam,

6- İbrahim aleyhisselam,

7- Lût aleyhisselam,

8- İsmail aleyhisselam,

9- İshak aleyhisselam,

10- Yakup aleyhisselam,

11- Yusuf aleyhisselam,

12- Eyyûb aleyhisselam,

13- Şuayb aleyhisselam,

14- Musa aleyhisselam,

15- Harun aleyhisselam,

16- Davut aleyhisselam,

17- Süleyman aleyhisselam,

18- İlyas aleyhisselam,

19- Elyesa aleyhisselam,

20- Zülküf aleyhisselam,

21- Yunus aleyhisselam,

22- Zekeriyya aleyhisselam,

23- Yahya aleyhisselam,

24- İsa aleyhisselam,

25- Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem.

Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen Lokman, Üzeyir ve Zülkarneyn için, bir kısım ulema peygamber, bir kısmı da büyük velidir demişlerdir.

Bütün peygamberler peygamberlik sıfatları bakımından eşit iseler de, fazilet ve derece bakımından bazısı bazısından daha üstündür.

Peygamberlerin en büyükleri, faziletçe en üstün olanlarına ulû’l-azm peygamberler denir ki sayıları beştir. Onlar da şu peygamberlerdir:

1- Nuh aleyhisselam,

2- İbrahim aleyhisselam,

3- Musa aleyhisselam,

4- İsa aleyhisselam,

5- Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellam.

Elbette bütün peygamberlerin en üstünü, en faziletlisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir. O, cihanşümul bir Peygamberdir ve kıyamete kadar hükmü bâkî cihanşümul bir kitap ve şeriatla bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanlar ve cinler onun ümmetidir. Onun davetine icabet edip Müslüman olan insan ve cinlere Ümmet-i İcabet, Müslümanlığı kabul etmeyenlere de Ümmet-i Davet denir. Diğer peygamberler ise sadece bir kabileye veya bir bölgeye gönderilmiştir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden sonra, artık hiçbir peygamber gelmeyecek, hiçbir kitap ve din gönderilmeyecektir.

Allah Teâlâ, bütün kavim ve kabilelere peygamber göndermiştir. Peygamber gönderilmeyen hiçbir topluluk kalmamıştır. Ancak kabile ve milletler ya peygamberleri tasdik etmiş, kurtulmuş ya inkâr etmiş, inanmamışlar ya da zamanla kendilerine tebliğ edilen tevhid dinini terk etmişler veya tahrif etmişler, neticede dalâlet ve sapıklığa düşmüşlerdir.

Bu sonuçtan salim kalan tek kitap Kur’an, tek din İslam’dır. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bütün kabile ve milletlere peygamber gönderildiği çok açık bir şekilde bildirilmiştir. Bu husustaki bir kısım ayet-i kerimeler şunlardır:

"Allah’a yemin olsun ki, senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler) İşte bugün o, onların velisidir ve onlar için acıklı bir azab vardır." (Nahl/63)

"Biz seni hak ile, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur." (Fatır/24)

Peygamberler de diğer insanlar gibi, yer, içer, uyur, hastalanırlar. Alışveriş yapar, ticaretle meşgul olur, evlenir, üzülür, sevinir, yorulur, bedenen zayıflar, yaşlanır ve nihayet ölürler.

Peygamberlerin insan oluşlarının bir hikmeti de, onlardan biri olarak ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları, bir hayat boyu karşılaştıkları çeşitli durumlarda nasıl davranacakları, şeriatın ahkâmını, Allah Teâlâ’nın istediği şekilde nasıl tatbik edecekleri hususunda onlara canlı bir örnek olmak içindir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilâhınızın sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim, Rabb’ine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve Rabb’ine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın." (Kehf/110)

Peygamberler insan olmakla beraber, diğer insanlardan çok farklı özelliklere, meziyetlere, vasıflara ve üstünlüklere sahiptirler.

Peygamberler için vacib olan sıfatlar beştir:

1- İsmet: Peygamberler mâsumdurlar. Büyük, küçük günahlardan, şirk ve küfürden korunmuşlardır. Ancak kendilerinden yanılma ve unutma sebebi ile zelle denilen küçük hatalar varid olmuştur. Bu zelle kabilinden hatalar da peygamberlerin İsmet sıfatına bir noksanlık getirmez.

2- Emanet: Bütün peygamberler emindir. Asla emanete hiyanet etmezler. Allah Teâlâ’dan gelen vahyi hiçbir şey ilave etmeden, hiçbir şey çıkarmadan insanlara aynen ulaştırırlar.

3- Sıdk: Hem din işlerinde, hem de dünya işlerinde doğrudurlar. Onlardan asla yalan sadır olmaz.

4- Fetânet: Peygamberler, bütün insanların en akıllısı, en zekisidir. Bönlükten münezzehtirler. Hikmet ehlidirler.

5- Tebliğ: Allah Teâlâ’dan aldıkları vahyi aldıkları şekilde bildirirler. Aldıkları vahyi insanlardan asla gizlemezler.

Bütün peygamberler en üstün sıfatlarla muttasıftırlar. İhanet, yalancılık, zeka kıtlığı, cimrilik, korkaklık, cehalet, haset, kibir, ucub, riyâ, dünya sevgisi gibi bütün kötü sıfat ve ahlâklardan; körlük, topallık, sağırlık, çirkinlik gibi cismanî noksanlıklardan münezzehtirler. Sûret ve sîretleri güzel, soyları temizdir.

Allah Teâlâ, peygamberlerini teyid için onlara mucizeler vermiştir. Salih, muttakî, velî kullarına da kerametler lutfetmiştir.

 

Olağanüstü olaylar altıdır:

1- Mucize,

2- Kerâmet,

3- İrhas,

4- Maûnet,

5- İstidrac,

6- İhânet.

 

1- Mucize: Peygamberlerin, peygamberliğini doğrulamak için başka hiçbir kimsenin yapmaya güç yetiremeyeceği, aciz kalacağı olağanüstü haller göstermesine mucize denir. Peygamberler bu mucizeleri ancak Allah Teâlâ’nın izniyle gösterebilirler.

Her peygamber, döneminin özelliklerine göre çeşitli mucizeler göstermiştir. Hz. Musa aleyhisselam zamanında sihirbazlık çok ileri gitmiş, halk ve hatta yöneticiler bile işlerini onlara danışır olmuşlardı. Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın asasını bir mucize olarak yılan haline getirmekte, elini cebine sokup çıkardığı zaman bembeyaz bir nur saçmaktaydı. Böylece Hz. Musa, halkın itibar ettiği bir göz boyamadan başka bir şey olmayan sihiri ve sihirbazları aciz bıraktı ve hatta sihirbazlar gerçeği görüp Müslüman oldular.

Hz. İsa’ya da, körleri görür hale getirmek, ölüleri diriltmek, iyileşmeleri mümkün olmayan hastaları iyileştirmek gibi mucizeler verildi. Çünkü Hz. İsa zamanında tıp epeyce ileri seviyede idi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında ise, şiir ve edebiyat çok ilerlemiş şair ve edipler toplumun gözdesi olmuşlardı. Bütün şair ve edipler Kur’an’ın fesâhat ve belâgatı ve "Hadi bir mislini de siz getirin." diye meydan okuması karşısında aciz kalmışlar. Bir kısmı: "Dahîlek Ya Rasûlallah" diyerek Müslüman olmuşlardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Bunun dışında iki parmak işareti ile Ay’ın ikiye ayrılması, parmakları arasından pınarlar akıtması, ağaçların yerleri yararak huzuruna kadar gelip onun peygamberliğine şehadet etmesi, pişirilen bir küçük oğlakla yüzlerce sahabenin doyması ve yine de etin artması gibi yüzlerce mucizesi vardır.

2- Keramet: Allah Teâlâ’nın kudreti ve izniyle Allah dostları velilerde zuhur eden olağanüstü hallerdir. Velilerin kerameti haktır. Velilerin gösterdiği kerâmetler, velilerin tâbi olduğu peygamber için de bir mucize sayılır. Çünkü velilerden sâdır olan kerametler, tabi oldukları  peygamberlerin hak peygamber olduğuna delâlet eder.

Kerâmetler, hissi kerametler ve manevî kerametler olmak üzere iki kısımdır. Hissi kerâmetler, havada uçmak, su üzerinde batmadan yürümek, tay-yı mekan yapmak, yani bir anda saniyeler içinde çok uzak mesafelerde bulunmak gibi. Manevî kerâmetler ise, istikamet üzere olup, sünnet-i seniyye üzere yaşamaktır ki en büyük kerâmet budur.

Velinin bulunduğu manevi makama velâyet denir. Veli kullar, Allah dostlarıdır. Bütün yaşantılarını, Kur’an ahkâmına ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetlerine göre tanzim etmişlerdir. Onlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. Bu en büyük kurtuluştur." (Yunus/62-64)

3- İrhas: Bir peygamberde, peygamberlik gelmeden önce görülen olağanüstü hallerdir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, peygamberlik gelmeden önce bazı ağaçların, taşların selam vermesi, Hz. İsa aleyhisselamın beşikte iken konuşması gibi.

4- Maûnet: Bir kısım salîh, muttakî, güzel ahlâklı Mü’minlerde Allah Teâlâ’nın yardımı ile, olağanüstü hallerin zuhur etmesidir. Büyük bela ve musibetlere göğüs germek, sabretmek. Az bir gelirle sıkıntısız bir şekilde yaşamak, kazancının çok belirgin bir şekilde bereketlenmesi, Allah Teâlâ’nın izni ile insanların içlerinden geçirenleri, niyetlerini bilmek gibi. Bu gibi hallere sahip olan kişi için bunlar bir maûnettir.

5- İstidrac: Kâfir, münafık, müşrik ve büyük günahları hiçbir utanç duymadan, severek açıktan yapan kişilerde görünen olağanüstü hallerdir. Firavun’dan, Deccal’den ve benzeri kişilerden sâdır olan olağanüstü haller istidracdır.

Firavun ve Nemrut uzun yıllar yaşadılar. Saltanat sürdüler. Dörtyüz yıl kadar yaşayan Firavunun başı bile ağrımadı. Onlar çeşit çeşit nimetler içinde yüzdüler. Bütün bunlar onların azgınlığını artırdı. Küfürlerini artırdı. İşte bütün bunlar onlar için bir istidracdır. İblis’in kıyamete kadar mühlet verilmesi için yaptığı duasının kabulü de onun için bir istidracdır.

6- İhanet: Kâfir, münafık ve müşriklerin istidracda olduğu gibi istedikleri şekilde değil de, istediklerinin tam tersi olarak zuhur eden olağanüstü hallerdir.

Yalancı peygamber Müseylime, dibinde çok az bir su olan kuyuya suyu çoğalması için tükürdü. Kuyunun suyu tamamen kurudu.

Bir gözü kör olan çocuğun, açılması için gözüne tükrüğünü sürdü. Çocuğun gören gözü de kör oldu.

 

AHİRETE İMAN

İnsanlar için, dünya, berzah ve ahiret olmak üzere üç âlem vardır. İnsanın küçük kıyameti ölümüdür. Ana rahminden, ölüme kadar dünyada kalacak olan insan, ölümüyle berzah alemine intikal edecektir. Bu âlem insanın ölüp kabre konuluşundan başlar yeniden dirilişine kadar devam eder.

İsrafil aleyhisselamın ilk defa sûra üflemesiyle, yeryüzündeki bütün canlılar ölecek, dağlar taşlar, yerler gökler paramparça olacak ve dünya hiçbir canlının yaşamadığı ıssız bir çöl haline gelecektir. İşte bu büyük kıyamettir. Büyük kıyamet kopmadan önce çok latif bir rüzgar esecek, bu rüzgarla kalbinde zerre kadar iman olan mü’minler çok kolay bir şekilde ölecek. Kıyamet kâfir, müşrik ve münafıkların üzerine kopacaktır. İsrafil aleyhisselam, Allah Teâlâ’nın takdir ettiği bir zamanda ikinci kere Sûr’a üfleyecek ve bütün insanlar yeniden dirilecek ve Mahşer denilen çok geniş, düz bir sahada toplanacaklardır. Böylece insanlar ebediyyen kalacakları ahiret âlemine intikal edeceklerdir.

Mahşer’de insanlara amel defterleri sunulacak, Mizan’da amelleri tartılacak, şefaat edileceklere şefaat edilecek, affolunmaya lâyık olanlar affedilecek neticede, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme konulacaktır. Kâfir, müşrik ve münafıklar cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Mü’minlerden affedilmeyen günahkârlar bir müddet cehennemde kalacak daha sonra cehennemden çıkarılıp cennete konulacaktır. Ba’sü ba’de’l-mevtten (yeniden diriliş) sonra ölüm yoktur. Cennettekiler cennette, cehennemlikler cehennemde ebedi olarak yaşayacaklardır.

Ahiret hayatına iman eden, dünya hayatında yaptıklarından mahşerde inceden inceye hesaba çekileceğine ve sonuçta ya cennete veya cehenneme gireceğine inanan fert ve toplumlar, kendi küçük kıyametleri kopmadan yani ölüm gelip çatmadan, salih ameller, hayırlı hizmetler yaparak Kur’anî ve nebevî ahlâkla donanarak ölüme ve ölüm ötesi ebedî hayata hazırlanırlar.

Böylesi toplumlarda, dinî, ahlâkî, insanî tüm değerleri tahrip eden, ahlâksızlıklar, haksızlıklar, zulüm, terör, anarşi, utanç verici çeşit çeşit kötülükler asla zuhûr etmez. Çünkü tüm bu kötülüklerin temelinde ya inançsızlık, ya inanç zafiyeti, ya da dünyaperestlik yatmaktadır.

 

KIYAMET ALÂMETLERİ

Kıyametin ne zaman kopacağını, yalnız Allah Teâlâ bilir. Bu hususta, ne ayet-i kerimelerde, ne de hadis-i şeriflerde bir açıklama yoktur. Ancak kıyametin bir kısım küçük ve büyük alâmetleri bildirilmiştir.

 

KÜÇÜK ALÂMETLER

Küçük alâmetlerin bir kısmı şunlardır:

1- Gerçek alimler kalmayacak. Ya da çok az olacak. Kötü alimler, bir dünya metaı veya makam mevki elde etmek, ya da elde ettiklerini korumak için, dinî esasları tahrif edecek, kendi heva ve heveslerine göre tevil edecekler. Dinî cehalet artacak, insanların tüm çaba ve gayretleri dünyalık elde etmek için olacaktır.

2- Cahiller, dünyaperestler iş başına gelecek.

3- Faiz, içki, kumar, zina gibi büyük günahlar açıktan yapılacak.

4- Emin, güvenilir insanlar azalacak. Hatta öyle ki filan beldede emin bir kişi varmış denilecek. 

5- İnsanlar gerçek alimleri bırakıp, ya kötü bilginlerin, ya da kör cahillerin peşine düşecek, onlara uyacak.

6- Çocuklar anne babasına isyan edecek. Kadınlara itaat edilecek

7- Kalbinde iman bulunmayan nice fasık ve münafıklara nazik, efendi, akıllı kişidir diye iltifat edilecek.

8- Fitneler, adam öldürmeler çok olacak.

9- İyiliklerin emredilip, kötülüklerin yasaklanması terk olunacak. Hatta hangi asırda yaşıyoruz diye küçümsenecek. Buna karşılık, iyilikler, dince emredilen pek çok şeyler yasaklanacak. Dinin yasakladıkları, çeşit çeşit kötülükler emredilecek. Din dışı yaşantı rağbet görecek. Dinin bir kısım emirleri ayıp ve çağdışı sayılıp terk edilecek.

10- İnsanlar arasında muhabbet azalacak. Akrabalık bağları tamamen zayıflayacak, düşmanlık artacak.

11- Geçmişteki, alim, salih, ârif, müctehid, muttakî kişiler küçümsenecek, cehaletle itham edilecekler.

12- Büyük ve yüksek binalar yapmakta yarış edilecek.

13- Aşağılık, soysuz, ahlâksız kişiler rağbet görecek, sözlerine itibar edilecek.

14- Lüks ve israf artacak, haramlar helal sayılacak.

15- İnsanlar dünya menfaatlerini, ahiret menfaatlerine tercih edecek.

 

BÜYÜK ALÂMETLER

Sahih-i Müslim’de Huzeyfe bin Esid radıyallahu anhten rivayet edilen bir hadis-i şerifte kıyametin on büyük alâmeti olduğu bildirilmektedir.

1- Doğuda bir yerin batması.

2- Batıda bir yerin batması.

3- Arap yarımadasında bir yerin batması.

Buralardaki yer batması bildiğimiz yer çöküntüleri gibi olmayacak. Dehşet verici, uyarıcı büyük bir batış olacaktır.

4- Duman.

Gökyüzünde kırk gün kalacak. Bu dumandan kafirler ölecek. Mü’minler nezle olmuş gibi olacak.

5- Deccal.

İlahlık iddiasında bulunacak. Kendisinden istidrac kabilinden haller zuhur edecek. Bir gözü kör olacak, iki gözü arasında kefere diye yazı olacaktır.

Bir kısım insanlar, özellikle Yahudiler onun etrafında toplanacak. Ancak gerçek Mü’minler onun fitnesinden uzak duracak, ona aldanmayacaklar. Nihayet Hz. İsa aleyhisselam gökten inecek Mehdi ile buluşacak, Müslümanlar İsa aleyhisselam ile Mehdi’nin etrafında toplanacak ve Deccal öldürülecektir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Âdem’in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccal’den daha büyük bir fitne yoktur." buyurmuşlardır. (Müslim)

6- Dabbet’ül-Arz.

Kur’an- Kerim’de Dabbet’ül-Arz’ın çıkacağı hakkında şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar hakkındaki söz gerçekleştiği (yaklaştığı) zaman, bunlar için dabbe çıkarırız ki bu, onlara insanların ayetlerimize kesin olarak iman etmediklerini söyler." (Neml/82)

Dabbet’ül-Arz, Mekke’de Safa tepesinden çıkacak yanında Musa aleyhisselam’ın asası, Süleyman aleyhisselamın mührü olacak, mühür ile Mü’minin yüzünü parlatacak, asâ ile kâfirin burnunu kıracaktır.

7- Ye’cüc - Me’cüc

Ye’cüc, Me’cüc hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle bahsedilmektedir:

"(Zülkarneyn) nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir söz anlamayan bir kavim buldu.

Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Yecüc, Mecüc bozgunculuk yaparlar. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim mi?

(Zülkarneyn) dedi ki: Rabb’imin beni içinde bulundurduğu nimet daha hayırlıdır. Siz bana kuvvet yönünden destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.

Bana demir kütleleri getirin. Nihayet  dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince, üfleyin, körükleyin dedi. Artık onu kor haline sokunca, getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim dedi.

Artık onu ne aşmaya muktedir oldular, ne de onu delebildiler.

Zülkarneyn: Bu Rabb’imden bir rahmettir. Fakat Rabb’imin vâdi gelince, o bunu yerle bir eder. Rabb’imin vâdi haktır, dedi." (Kehf/93-98)

Ye’cüc ve Me’cüc çok kalabalık olacak, yeryüzünde  büyük fesat çıkaracaklar, insanları katledeceklerdir. Neticede toptan helâk olacaklar, onların şerlerinden ve fitnelerinden Hz. İsa aleyhisselam ve Hz. Mehdi’nin etrafında toplanan, onlarla beraber olan Mü’minler selamette olacaklardır.

8- Güneşin battığı yerden doğması.

Yeryüzünde düzenin bozulup, kıyametin yakın olduğuna bir işaret de, kısa bir süre için güneşin batıdan doğmasıdır. Bu hali gören bütün insanlar iman edecekler fakat, bu hali gördükten sonra iman edenlerin imanı kabul edilmeyecektir.

9- Aden (Yemen) toprağından bir ateş çıkması.

Bu ateş çok büyük olacak ve insanlar büyük bir dehşete kapılacaklar.

10- İsa aleyhisselamın gökten inmesi.

Hz. İsa aleyhisselam gökten inecek. Hz. Mehdi ile buluşacak. Bir rivayete göre kırk, bir rivayete göre 7 yıl dünyada kalacak ve İslam Şeriatı ile amel edecektir.

Hz. Mehdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin soyundandır. Kendi adı Muhammed, babasının adı Abdullah’tır. Mehdi’nin zuhuru da kıyamet alâmetlerindendir.

 

KADERE, HAYIR VE ŞERRİN ALLAH’DAN OLDUĞUNA İNANMAK:

Kader: Allah Teâlâ’nın ezelî takdiridir.

Allah Teâlâ, olacak her şeyi ezelde takdir etmiş ve olacak her şey Levh-i Mahfuz’a yazılmıştır. Allah Teâlâ kaleme kıyamete kadar olacakları yazmasını emretmiş, kalem de yazmıştır. Ancak bunlar olsun diye emretmemiş, olacakları bildiği için bunlar olacaktır diye yazmıştır.

Allah Teâlâ Alîm’dir. Geçmişi, hâli, geleceği, açığı, gizliyi, kalblerdekini, her şeyi bilir. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır. Kullardan sâdır olan bütün fiilleri Allah yaratmaktadır.

Allah Teâlâ imanı, iyi amelleri sever, beğenir, irade eder ve yaratır. Küfrü, şirki, çirkin, kötü şeyleri ise asla sevmez, beğenmez. Ancak kul bu kötü fiilleri seçer, iradeyi cüziyyesi ile tercih eder, Allah da bu fiilleri yaratır. Onun için kul, küfründe, isyanında, yaptığı kötülüklerde mazur olamaz. Çünkü küfrü, isyanı kendisi seçmiş, Allah Teâlâ’da halketmiştir.

Kişiler, Allah ezelde benim için küfrü, isyanı takdir etmiştir. O takdir ettiği için ben kâfir oldum, asî oldum diyemez. Çünkü Allah’ın ezelî takdirini, hiçbir kul bilmemektedir. Kaldı ki insan,  Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu için, Mü’min, kâfir, mutî, asî olmuyor ki. Onların öylece olacağını Allah Teâlâ bildiği için Levh-i Mahfuz’a yazmıştır.

Kaza: Allah Teâlâ’nın ezelde takdir ettiği şeylerin zamanı gelince, kadere uygun bir şekilde meydana gelmesidir.

Kaza iki kısımdır:

1- Kaza-i Mübrem: Hiçbir sebebe ve hiçbir şarta bağlı olmadan kesin olarak hükmolunan kazadır.

2- Kaza-i Muallak: Bir sebebe bağlı olarak meydana gelen kazadır.

Çocuğun dünyaya gelmesi için evlenmenin şart olması gibi. Ancak kul kazanın, mübrem mi, muallak mı olduğunu bilmediği için sebebe tevessül etmeli, bir kul olarak yapması gerekenleri yapmalı, yapmaması gerekenlerden sakınmalı, sonra da tam bir tevekkül içinde işlerin sonucunu beklemeli, sonuç hoşuna gitse de, gitmese de razı olmalıdır. Allah Teâlâ, peygamberleri vasıtasıyla bütün insanlara hak ve batılı, hayır ve şerri, haram ve helalleri, iman esaslarını, küfür, şirk ve nifakın kötülüğünü, öbür alemdeki ceza ve mükafatı, cennet ve cehennemi, hülâsa olarak insanların dünya ve ukba saadetinin yollarını bildirmiştir. Kullara yaraşan Allah’ın emirlerine, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine sımsıkı sarılmak, küfürden, isyandan, Allah Teâlâ’nın yasakladığı şeylerden şiddetle sakınmaktır. Allah Teâlâ’ya güvenip dayanmak, sadece O’ndan yardım dileyip sadece O’na kulluk etmek, O’na iltica edip, O’na dua etmektir. Ümit ile korku arasında yaşamaktır. Hz. Ömer radıyallahu anhin dediği gibi: "Bir kişi cennete girecek denilse, o ben olabilirim diye ümitlenmek, bir kişi cehenneme girecek denilse, acaba o ben miyim ki diye korkmaktır."

Hülâsa olarak:

Allah Teâlâ’nın iradesi zatı ile kaimdir. Ezelîdir. O’nun iradesi her şeyi kuşatmıştır. İradesinin dışında hiçbir şey meydana gelmez. Varlık âleminde mutlak irade sahibi sadece O’dur.

"O’nun işi, bir şey yaratmak istediği zaman sadece ‘Ol’ demektir. Ve o şey derhal var olur." (Yasin/82)

Allah Teâlâ insana cüz’i irade vermiştir. İnsan bu iradesiyle, hayrı da şerri de tercih edebilmektedir. Ancak insanda bu tercihlerini halketme gücü yoktur. Kul sadece iradesi ile bir şeyi seçer, iradesini o şey üzerinde kullanır. Allah da kulun seçtiği, tercih ettiği fiili halkeder.

Kâfir kendi irade ve isteğiyle kâfir olmuştur. Küfründe asla mazur değildir.

 

ECEL

Hayatı da, ölümü de takdir eden Allah Teâlâ’dır.

"Allah, her şeyi yarattı da ona bir kader tayin etti." (Furkan/2)

Allah Teâlâ, hayatı ve ölümü yarattığı gibi sebeplerini de yaratmıştır. Kimi hastalıktan, kimi trafik kazasından, kimi bir yere çarpıp düşmekten, kimi depremde yıkık altında kalmaktan ve benzeri sebeplerden ölmektedir. Kimi de bir kâtil tarafından öldürülmektedir.

"Her canlı ölümü tadacaktır." (Al-i İmran/185)

"Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz." (Ankebut/57)

Ecel birdir. Hastalanarak ölen de, çökük altında kalarak ölen de, bir kâtil tarafından öldürülen de kendi eceli ile ölmüştür. Ancak kâtil, Allah’a isyan ettiği, haksız yere bir cana kıydığı için cezalandırılır. Maktül, kâtil tarafından öldürüldüğü için ecelinden daha önce ölmüş değildir. Ölenin eceli tamam olmuş, katil ise onun ölümüne sebep olmuştur. Nitekim hastalık, trafik kazası vb. sebebiyle ölen de ecelleri tamam olduğu için ölmüşlerdir. Hastalık, trafik kazası ve benzerleri ise sebep olmuştur.

"(Onların) eceli geldiği zaman ne bir an geri bırakılırlar, ne de bir an önce öldürülürler." (Nahl/61)

Hayat da, ölüm de kullar için bir imtihandır. Hayat yemek, içmek, nefsanî  arzuları tatmin etmek gibi manasız, faydasız bir yaşantı değildir. Dünyadaki geçici hayatımız, ebedî ahiret hayatını kazanmak, hayırlı hizmetler yapmak, Allah Teâlâ’ya, O’nun istediği gibi bir kul olmak için bir vesiledir. İnsanın çok mükemmel bir şekilde yaratılması, onun geçici hayat için yaratılmadığını göstermektedir.

Ölüm bir yok oluş değil, bilâkis dünyada yaptıklarımızın karşılığını göreceğimiz yeni, ebedî bir hayata geçiş kapısıdır.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"O, (Yüce Allah) hanginizin daha güzel amel yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir. Çok bağışlayıcıdır." (Mülk/2)

Bir kul dünya hayatında salih ameller işler, sıla-yı rahim yapar, bol bol sadaka verir ise, bu kişinin ömrü artar. Ancak bunun ilmi Allah katındadır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:

"Her kim rızkının bollaştırılmasını ve ecelinin geciktirilmesini arzu ederse sıla-yı rahim yapsın." (Buhari-Müslim)

Allah Teâlâ ezelî ilmiyle onun sıla-yı rahim yapacağını, bol bol tasadduk edeceğini, salih ameller işleyeceğini biliyor ve ona fazladan bir ömür takdir ediyordur. Bu takdiri ikinci bir ecel değildir ve ecel yine birdir.

İnsan ölürken bazı alâmetler görülür. Mesela alnı terler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Mü’min alnı terleyerek ölür." (Tirmizi)

Kişi ölürken, yanına ya rahmet meleklerinin, ya da azab meleklerinin geleceğini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem haber vermektedir. Şöyle ki:

"Mü’min can çekişirken, rahmet melekleri beyaz bir ipekle gelip, ‘Haydi sen Allah’tan, Allah da senden hoşnut olduğu halde Allah’ın rahmetine ve reyhanına öfkeli olmayan Rabb’ine doğru çıkıp gidiver.’ derler. Bunun üzerine ruh misk gibi güzel bir koku saçarak çıkar. Hatta onu melekler birbirlerine verirler. Gök kapılarına el üstünde getirirler ve derler ki: “Yerden size gelen koku ne kadar iç açısı ve ferahlatıcıdır.” Sonra onu ruhların yanına götürürler. Onlar sizden birinizin gurbette olan yakınına kavuştuğu zaman duyduğu sevinci duyarlar. Yanına gelip ruhlar sorarlar: “Filan ne yaptı? Filan ne âlemde?” Başka ruhlar cevap verirler. “Bırakın onu, o dünya zevkine dalmıştı.” Bunun üzerine gelen ruh: “O öldü size hâlâ gelmedi mi?” der. “Öyleyse o, haviye cehennemine götürüldü.” der. Kâfir can çekişirken, azab melekleri ellerinde bir kamçı ile gelirler ve derler ki: “Haydi sen Rabb’ine öfkeli, Rabb’in de sana öfkeli  olarak çıkıver.” O da leş kokusundan daha kötü bir koku içinde Allah’ın gazabına doğru çıkar. Nihayet yeryüzünün kapısına iletilir. “Ne kötü bir koku?” diyerek, onu kafirlerin ruhlarının bulunduğu yere götürürler." (Nesai)

Ruh bedenden çıkınca göz onu izler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ölmek üzere olan Ebu Seleme’nin yanına girdiğinde, Ebu Seleme’nin gözü yerinden fırlamış yukarı doğru bakıyordu.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu:

“Ruh kabzolunduğu zaman göz onu izler.” (Müslim)

 

 

RIZIK

Allah Teâlâ yarattığı her canlı için bir rızk takdir etmiştir. Bütün canlıların rızkı Allah’tandır. Ancak kul kendine takdir edilen rızkı elde etmek için çalışıp çaba gösterecek ve sebeplerine tevessül edecektir.

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah Teâlâ’ya aittir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı yeri bilir. Çünkü (bunların) hepsi, açık bir kitapta (levhi mahfuzda)dır." (Hud/6)

Hiçbir kimse, başka birinin rızkını yiyemez. Kişinin rızkı çeşitli vasıtalarla kendine ulaşır. Helal, rızk olduğu gibi haram da, rızktır. Ancak Allah Teâlâ rızkı haram yollardan temin etmeyi yasaklamıştır. Bir kul böyle bir tercihte bulunursa, haram yollardan rızık teminini arzu ederse Allah kişinin istediğini yaratır ve bu tercihinden dolayı da onu mesul tutar.

"Ey insanlar yeryüzünde bulunan (yiyeceklerin) helal ve temiz olanlarından yiyin.  Şeytanın adımları arkasından gitmeyin. Zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır." (Bakara/168)

KABİR HAYATI

İnsan, ölümle yeni bir hayata başlar. Bu kabir hayatıdır. İnsan, kabirde yeniden dirilişe kadar kalır. Bu âleme, Âlem-i Berzah denir.

İnsan ölünce kabre koymakta acele edilmelidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmaktadır:

“Cenazelerinizi acele götürünüz. Eğer iyi ise biran önce yerine ulaştırmış olursunuz. Kötü ise biran önce sırtınızdan atmış olursunuz." (Buhari-Müslim)

Salih kişi ölünce kabre konulmayı şiddetle arzu eder. Kötü birisi ise kabre girmeyi arzu etmez.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Cenaze hazırlanıp da insanlar onu taşımak için omuzlarına aldıklarında, eğer salih ise: "Çabuk beni bir an önce yerime ulaştırın." der. Kötü ise, "Beni nereye götürüyorsunuz?" diye bağırır. Onun bu bağırmasını insan ve cinlerden başka tüm varlıklar duyar. Şayet insan duymuş olsaydı bayılıp düşerdi." (Buhari)

Ölüyü kabre salih kişiler koymalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek kızlarından Rukiyye radıyallahu anha vefat etmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem kabrin kenarında oturmuş, gözleri yaşla dolu dolu olmuştu.

Şöyle dedi: “Bu gece içinizde günah işlemeyen biri var mı?” Ebu Talha “Ben.” dedi. “Öyleyse kabre sen in.” buyurdu. Ebu Talha da kabre inip validemizi mezarına koydu. (Buhari)

Kabir, ahiret konaklarının ilk konağıdır. Kabirdeki sorgulamadan kurtulanlar için, diğer konaklar daha kolay olur.

Hz. Osman’ın azatlısı Hâni şöyle dedi:

“Osman bir kabirde durduğu zaman gözyaşı sakalını ıslatacak kadar ağlardı. Ona dediler ki: ‘Cennet ve cehennemden söz ettiğin zaman ağlamıyorsun. Kabirden söz ettiğin zaman ise ağlıyorsun. Bunun sebebi nedir?’ Şöyle cevap verdi:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:”

"Kabir, ahiret konaklarının ilk konağıdır. Orada kim kurtulursa artık gerisi kolaydır. Kimde orada kurtulamaz ise, gerisi ondan daha zordur."

Yine Rasûlullah  sallallahu aleyhi ve sellemden duydum:

"Hangi manzara ile karşılaştım ise, kabri ondan daha korkunç buldum." (Tirmizi)

Kabir suali haktır. İnsan ölüp kabre konulunca Münker, Nekir denilen iki melek gelip sorguya çeker. Bunun için ölünün kabre konulması gerekmez. Bir kişiyi vahşi hayvan yese, denizde boğulsa, uçaktan düşüp parça parça olsa, ateşte  yanıp kül olsa yine sorguya çekilir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmaktadır:

"Kul kabre konulup da arkadaşları kabir üstünden dağıldıkları zaman onların ayak seslerini duyar. Tam o anda iki melek gelip onu oturtup sorarlar: Şu zat (Muhammed) hakkında ne derdin? Eğer inanmış ise şöyle der: ‘Tanıklık ederim ki O, Allah’ın kulu ve Rasûlüdür.’ Ona şöyle denir: ‘Cehennemdeki şu yerine bak. İşte Allah şu cennetteki yerinle değiştirmiştir.’ Böylece o adam, o iki yerini de görür.

Kâfir ile münafığa gelince, (Meleklerin sorularına): ‘Bilmiyorum. Ben onun hakkında insanlar ne dedilerse onu diyordum.’ der. Bunun üzerine ona şöyle derler:

‘Ne anladın, ne de (O’na) uydun.’ Daha sonra O’nun iki kulağı arasına demir kamçı ile öylesine şiddetle vururlar ki acısından dolayı attığı çığlığı, insan ve cinlerden başka bütün varlıklar duyarlar." (Buhari, Müslim)

Bu hususta başka bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

"Ölü defnedildiği zaman, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen iki siyah ve (gözleri) mavi melek gelip sorarlar: ‘(Peygamberi kastederek) Bu Zat hakkında ne diyordun?’ Şu cevabı verir: ‘Şöyle derdim: O, Allah’ın kulu ve Rasûlüdür.  Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Muhammed de O’nun hem kulu, hem Rasûlüdür.’ Onlar da: ‘Zaten biz senin bunu söylediğini biliyorduk.’ derler. Kabir, boyundan ve eninden yetmiş arşın genişletilip aydınlatılır. Sonra ‘Haydi uyu.’ derler. O da şöyle der: ‘Aileme gidip de bu sevindirici durumu bildireyim.’ Onlar yine ona: ‘Haydi kendisini ancak sevdiklerinin uyandırdığı bir gelin gibi yat ve uyu.’ Allah onu kıyamet gününde yerinden kaldırılıp diriltinceye kadar orada öylece rahat ve huzur içinde kalır.

Münafığın cevabı şöyle olur: ‘İnsanlar (onun hakkında) bir şeyler söylerdi. Ben de aynını söylerdim. Ama (işin gerçeğini) bilmiyorum.’ Onlar da şöyle derler: ‘Zaten biz de senin ne dediğini biliyorduk.’ Sonra yere: ‘Haydi yut onu.’ denilir. O da onu sıkar. Ta ki kaburgaları birbirine geçer. Allah onu yerinden kaldırıp diriltinceye kadar orada öylece azap içinde kıvranır." (Tirmizi)

Ölü kabre konulunca, ruhu ona iade edilecektir. Ruh cesedin ya tamamına ya da beline kadar girecek ve kabir suali ruh cesede girdikten sonra sorulacaktır. Münker, Nekir melekleri şöyle soracaklardır: “Rabb’in kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?”

Kabrin ölüyü sıkması ve kabir azabı haktır. Kabir Mü’min, kâfir, münafık herkesi sıkacaktır. Ancak Mü’mini şefkatli bir ananın evladını kucaklaması gibi sıkacak, kâfir ve münafığı da kaburga kemiklerini çatırdatırcasına sıkacaktır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz kabrin sıkıştırması haktır. Kabrin sıkıştırmasından bir kimse kurtulacak olsa, ölümünden dolayı arşın titrediği Sa’d bin Muaz kurtulurdu." (Tirmizi)

Kâfir, münafık ve günahkâr mü’minlerden bir kısmına kabirde azap olunacaktır:

Nitekim  Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

Mûti, muttaki Mü’minler için kabir azabı yoktur. Ancak kabir onu bir ana şefkatiyle sıkar da kabrin korkusunu anlar. Kabir azabı hem ruha hem de cesede yapılacaktır. Kâfir ve münafıkların kabir azabı kıyamete kadar devam edecektir. Mü’minlerin kabir azabı ise sürekli olmayacaktır. 

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Eğer siz lezzetleri yok eden (ölümü) ansaydınız, bu kadar çok konuşmazdınız. O lezzetleri yok edeni çokça anın.

Kabir her gün şöyle konuşur: “Ben gurbet eviyim. Ben içinde yalnız yaşayan bir evim. Ben içinde kurtlar ve zararlı haşaratların bulunduğu bir evim.”

Mü’min bir kul defnedildiğinde kabir ona şöyle hitap eder: “Merhaba, hoş geldin, safa geldin. Sen üzerimde yürüyenlerin en sevimlisi idin. İşte şimdi bana kavuştun. Sana yapacağım iyiliği gözünle göreceksin.” Sonra kabir genişler, genişler ve ona cennete bakan bir kapı açılır.

Facir ve kâfir kula gelince, kabir ona şöyle seslenir: “Sana ne merhaba, ne hoş geldin, ne de safa geldin. Çünkü sen üzerimde yürüyen en nefret ettiğim kişi idin. Şimdi ise bana geldin, bana kavuştun. Şimdi sana yapacaklarımı göreceksin.” Sonra üzerine çullanacak, sıkacak, sıkacak, kaburgaları birbirine girecektir." (Tirmizi)

Ölümle bedenden ayrılan ruhlar, çeşitli yerlerde bulunacaklardır. Peygamberlerin ruhları en yüksek makamda bulunacaklardır.

Bir kısım ruhlar hür, bir kısım ruhlar hapis, bir kısım ruhlar azaptadır. Zaman zaman kabirleri ziyaret edip, ölümü de ölüm ötesi hayatı  da tefekkür etmelidir.

İlk zamanlarda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanları kabir ziyaretinden men etmişti. Daha sonra müsaade etti ve şöyle buyurdu:

"Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır." (Müslim)

Kabrin başına varınca önce şöylece selam verilmelidir:

"Esselâmü alâ ehlid diyâr min el Mü’minîne vel müslimîne ve yerhamullâhul müstakdimîne vel müste’hirîne ve innâ inşâallâhu lelâhıgûn -  Selam Mü’min ve Müslümanların yurdunun ahalisine Allah öncekilere ve sonrakilere rahmet etsin. İnşaallah biz de eninde sonunda size kavuşacağız." (Müslim)

Kabirdekileri böyle selamladıktan sonra onlar için hayır duada bulunmalı, ruhları için Fatiha, İhlas ve Yasin surelerini okunmalıdır.

 

HAŞR - MAHŞER

İsrafil aleyhisselam ikinci kere Sûr’a üfleyince insanlar, melekler, cinler ve hayvanlar mahşer denilen yerde haşrolunacaklar, toplanacaklardır.

"Allah ki ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır?" (Nisa/87)

“Hayvanlar, birbirlerinden ve insanlardan haklarını alıp toprak olacaklardır. Mahşerin dehşetini gören kâfir ‘Keşke ben de toprak olsaydım.’ der." (Nebe/40)

“O gün herkes kime tabi oldu, kimi önder edindi  ise onunla beraber haşrolunacaktır. "O gün her topluluğu önderleri ile birlikte çağıracağız." (İsra/71)

Dünya hayatında peygamberlere inanan, onların getirdikleri şeriata tabi olanlar, peygamberlerin sancağı altında toplanacaktır.

Firavun’a, Nemrut’a, İblis’e herhangi bir kâfir münkir ve münafığa tabi olan, onların peşinden gidenler de onlarla beraber haşrolunacaklardır. 

"Firavun kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir." (Hûd/98)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mahşerin dehşetinden şöyle bahsetmektedir:

"Kıyamet gününde güneş, bir mil miktarı kadar yaklaştırılacaktır. İnsanlar amellerine göre terleyecek. Kimi ayaklarına kadar, kimi dizlerine kadar, kimi kalçalarına kadar ter içinde kalacak. Kimini de ağzına kadar bürüyecektir." (Müslim-Tirmizi)

Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

"Kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredileceksiniz."

Bir kadın dedi ki: "Bu durumda birbirimizin avret yerini görmeyecek miyiz?"

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

"Ey filan kadın! O gün içinizden herkesin kendini meşgul edecek işi olacak." (Buhari-Müslim)

Bu hususta Allah Teâlâ’da şöyle buyurmaktadır:

"Kulakları patlatan gürültü geldiğinde,

İşte o günde kişi kardeşinden,

Annesinden babasından,

Eşinden ve çocuklarından kaçar.

O gün bir takım yüzler sevinçli,

Güleç ve müjdelidir.

Bir takım yüzleri de toz kaplamış.

Karanlıklar örtmüştür.

İşte onlar kefere-i fecere’dir." (Abese/33-42)

İnsanların mahşer yerine nasıl intikal edecekleri hususunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet gününde insanların bir kısmı yaya, bir kısmı binek üzerinde, bir kısmı da yüzüstü sürünerek üç ayrı şekilde haşrolunacaktır."

Denildi ki:

- Ey Allah’ın Rasülü! Onlar yüzüstü nasıl yürüyecekler?     

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- İki ayak üzerinde yürüten Allah, kıyamette de yüzüstü yürütmeye kâdirdir." (Tirmizi)

“Dünyada iken hükümranlık iddiasında bulunan, çeşit çeşit zulümler, haksızlıklar, kötülükler yapanlar o gün perişan, zelil ve rüsvay olacaklardır. "O gün gerçek hükümranlık çok merhametli olan Allah’ındır. Kâfirler için ise o, çok çetin bir gündür." (Furkan/26)

Dünya hayatında, peygamberleri, peygamberin yolundan giden salih, muttaki Müslümanları terk eden ve hatta terk etmekle kalmayıp onlara çeşit çeşit eza ve cefa verenler, kâfir ve münafıkları dost edinip onların peşine düşen, geçici, fani, basit dünya menfaatleri için dininden, imanından tavizler verenler o gün çok pişman olacaklar amma bu pişmanlıkları asla fayda vermeyecektir.

Bu gibilerin durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılıyor:

"O gün, zalim kimse ellerini ısırıp şöyle der:

Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım. Ne yazık bana! Keşke filancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur’an bana gelmişken, O, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (saptırıp sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmakta." (Furkan/27-29)

“Kâfir, münkir ve münafıklar böyle pişman, nâdim ve rüsvay bir vaziyette iken ve insanlar üzerlerine bir mızrak boyu eğilen güneşin altında ter deryasında iken yedi sınıf insan arşın gölgesinde gölgelenecektir. Bunlar:

1- Adaletli devlet reisi.

2- Gençliğini ibadetle geçiren genç.

3- Kalbi mescitlerde bağlı olan kimse.

4- Allah için birbirini seven bu sevgiyle bir araya gelen ve bu sevgiyle ayrılan iki kişi.

5- Mevki sahibi güzel bir kadın kendine davet edince, "Ben Allah’tan korkarım" diye o davete icabet etmeyen.

6- Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli görmeyecek şekilde gizli sadaka veren.

7- Tenhada Allah’ı zikredip gözleri yaşaran kişi." (Buhari)

 

HAVZ

Allah Teâlâ: "Biz sana kevseri verdik." (Kevser/1) buyurmaktadır. Kevser, cennette Peygamberimize lütfedilen bir ırmaktır. Ayrıca mahşerde de kendisine bir Havz verilecektir. Mahşerdeki havuza, cennetteki Kevser ırmağından oluklarla harıl harıl su akacak ve bu havuzdan mahşerin o dehşetli sıcağında susuzluktan kavrulan Mü’minler içeceklerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Her peygamberin, ümmetinin varıp da içeceği bir havzı bulunacaktır. Onlar birbirlerine ‘Hangimizin geleni daha çoktur?’ diye övüneceklerdir. Ben havzımdan içeceklerin hepsinden daha çok olmasını isterim." (Tirmizi)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem havzının özelliklerini şöyle haber vermektedir:

“Onun köşeleri düzdür. Suyu gümüşten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir. Bardakları gökyüzünün yıldızları gibidir. Ondan kim içerse ebediyen susamaz." (Müslim)

Dünya hayatında, doğruluktan, istikametten ayrılan, sünnet üzere yaşamayı terk eden, dünya menfaati için dininden tavizler veren ve dinin bir kısım esaslarını inkâr ederek mürted olan kişiler Havz’dan su içemeyecekler, onun başına geldiklerinde uzaklaştırılacaklardır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Ben havzın başında olacağım. Tâ ki sizden yanıma gelenleri göreyim. Bana yaklaşan bazı insanlar yakalanacak. (Havz’dan uzaklaştırılacak) Ben: Ya Rabb’i! (Bunlar) benden benim ümmetimdendir, diyeceğim. Bana: Sen duymadın mı? Onlar senden sonra neler yaptılar. Vallahi onlar senden sonra geriye dönmekte devam ettiler, denilecek buyurdu" (Müslim)

Kevser ırmağı, cennette halen mevcuttur. Havz-ı Kevser’in bir benzeri başka bir peygambere verilmemiştir. Havz hadisini elliden fazla sahabe nakletmiştir.

 

HESAP

Mahşerde, hesap haktır. Kullar dünyada yaptıklarından mutlaka hesaba çekileceklerdir. Ancak bir kısım has Mü’minler hesaptan muaf olacaklardır. Bunların başında peygamberler gelmektedir. Mahşerde hesabın hak olduğuna pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif delildir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Rabb’ine andolsun ki mutlaka onların  hepsine yaptıklarından soracağız." (Hicr/92-93)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet gününde, kulun ayakları şu beş şey sorulmadan Rabb’inin huzurundan kıpırdamaz:

1- Ömrünü nerede harcadığından,

2- Gençliğini nerede geçirip yıprattığından,

3- Malını nereden kazandığından,

4- Malını nereye harcadığından,

5- İlmi ile amel edip etmediğinden." (Tirmizi)

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:

"Kulun ilk hesap vereceği şey namazdır. İnsanlar arasında ilk görülecek dava da, kan davalarıdır." (Buhari-Müslim)

Allah Teâlâ kulları hesaba çekerken azalarının şahitlik edeceğinden şöyle haber veriyor:

"O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını (yaptıkları iyi ya da kötü amelleri) bize elleri anlatır. Ayakları da şahitlik eder." (Yasin/65)

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Allah, kulunu karşısına alıp şöyle diyecek:

Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Ben seni başkaları üzerine efendi kılmadım mı? Ben seni eş sahibi yapmadım mı? Atları, develeri senin emrine vermedim mi? Reislik yapmana, ganimet malının dörtte birini almana müsaade etmedin mi?

Kul:

- Verdin ya Rabb’i! diye cevap verecek.

- Günün birinde Bana kavuşacağına inanıyor muydun?

Kul:

- Hayır, diyecek. Allah Teâlâ da:

- O halde şimdi Ben de seni, daha önce senin beni unuttuğun gibi unutuyorum, diyecek.

Sonra Allah Teâlâ ikincisini huzuruna alacak, onunla da aynı konuşmayı yapacak.

Sonra üçüncüsünü huzuruna alacak da onunla karşılıklı konuşup:

- ‘Ey Rabb’im Sana, kitabına, peygamberine iman ettim. Namaz kıldım, oruç tuttum ve zekat verdim.’ Mümkün olduğu kadar O’na hamd ü senada bulunup hayır ile övdükten sonra Allah: Öyleyse şimdi sen burada dur. Sana bir şahit getireceğim, diyecek.

Kul: ‘Acaba bana kim şahitlik edecek?’ diye düşünürken, ağzı mühürlenecek.

Uyluğuna, ‘haydi onun hakkında sen konuş.’ denilecek. Bunun üzerine onun hakkında uyluğu, eti ve kemiği konuşup yaptıklarını anlatacak ve aleyhinde şahitlik yapacaktır.

İşte bu, kulun tutunabileceği hiçbir özrü kalmaması içindir. Bu üçüncü kul, münafıktır. İşte böylesi adam Allah’ın gazabına uğrayanın tâ kendisidir." (Müslim)

Kullar böylece çeşit çeşit hesaba çekileceklerdir. İnsanlar kötü amellerinden kaçmak isteyecektir. Heyhat! Kaçış nereye? Orada kaçmak ne mümkün.

"Herkesin iyilik ve kötülük olarak yaptığı her şeyi karşısında hazır bulduğu günde (mahşerde) insan isteyecek ki kötülükleri ile arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisine (karşı gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına oldukça şefkatlidir." (Al-i İmran/30)

Dünyadaki yaptıklarından hesaba çekilenlerin azaba uğrayacakları hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle bir hadis rivayet olunmuştur:

"Kıyamet günü hesaba çekilen mutlaka azaba uğratılacak demektir." (Buhari-Müslim)

Hesap günü her mazlumun hakkı, zalimden alınacak, bütün haklar sahiplerine ödenecektir.

"Hep birden Allah döndürüleceğiniz bir günden (hesap gününden) sakının. Sonra (orada) her şahsa (dünyada iken) kazandıkları noksansız verilir ve onlar haksızlığa uğramazlar." (Bakara/281)

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine ödenecektir. Hatta (kısasen) boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkı bile alınacaktır." (Müslim)

Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Kim Müslüman kardeşinin dil ile namusuna ve ırzına sataşarak hakkını yemiş ise, altın ve gümüşün para etmeyeceği gün (kıyamet) gelmeden önce, bu dünyada onunla helallaşsın. Çünkü ona yaptığı haksızlık kadar salih amelinden alınacaktır. Eğer sevapları yoksa, hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık yapana yüklenecektir." (Buhari)

Yine Ebu Hureyre şöyle bir rivayette bulunuyor:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

-Müflis kimdir bilir misiniz? diye sordu. Orada bulunanlar:

- Bizce müflis, parası ve malı olmayandır, dediler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- Asıl müflis, kıyamet günü namazı, orucu ve zekatı ile gelir. Öte yandan buna hakaret etmiş, ona iftira etmiş, berikinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış ve falanı dövmüş olarak gelir. Yaptığı iyilik ve sevapları işte böylece ona buna dağıtılacaktır. Borcu ödenmeden sevapları biterse, bu defa onların günahlarını kendisi yüklenecek ve sonra da cehenneme atılacaktır." (Müslim)

 

AMEL DEFTERİ

Kirâmen Kâtibîn denilen iki melek kulların yaptıkları bütün amelleri ve konuştuklarını bir deftere kaydetmektedir. İşte bu defter kıyamet günü sahiplerine sunulacak ve "oku kitabını" denilecektir.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için kıyamet gününde açılmış olarak önüne konulacak bir kitap çıkarırız.

Kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (İsra/134)

"Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Vay halimize! derler. Bu nasıl kitapmış? Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş!) Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabb’in hiç kimseye zulmetmez." (Kehf/49)

"(Ey insanlar!) o gün (mahşerde hesap için) huzura alınırsınız. Size ait hiçbir sır gizli kalmaz.

Kitabı sağ tarafından verilen, ‘alın kitabımı okuyun doğrusu ben, hesabımla karşılacağımı zaten biliyordum’ der.

Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette sefalı bir hayat içindedir.

(Onlara denir ki) geçmiş günlerde (dünyada) işlediklerinize karşılık afiyetle yiyin, için.

Kitabı sol tarafından verilene gelince: O, keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.

Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi.

Malım bana hiç fayda vermedi.

Saltanatım da benden yok olup gitti.

Onu yakalayın da (ellerini boynuna) bağlayın.

Sonra onu alevli ateşe atın." (Hakka/18-32)

"Kimin kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı temenni edecek ve alevli ateşe girecek. Muhakkak o, dünyada iken (mal-mülk sebebiyle) ailesi içinde şımarıktı." (İnşikak/10-13)

Dünyada, kul hakkı yemekten, insanlara, hayvanlara eziyet etmekten, zulmetmekten, dedikodu, gıybet, iftira ve benzeri kötü huylardan şiddetle sakınmalıdır. Bir kul, yukarıda mealleri verilen hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere, yaptıkları iyilikler, hayru hasenattan hasıl olan sevapları şayet helalleşip hakkını vermemişse, gıybetini yaptığı, iftira ettiği, hakkını gasbettiği kişilere verilecek ve böylece iflas etmiş olacaktır.

 

MİZAN

Kulların dünya hayatında yaptıkları iyi kötü amelleri, keyfiyetini ancak Allah Teâlâ’nın bildiği Mizan’da tartılacaktır.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"O gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin tartıları (sevabı) ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları (sevabı) hafif gelirse, işte onlar ayetlerimizi inkâr ettiklerinden dolayı ziyan edenlerdir." (Araf/8-9)

"Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan amel) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu teraziye getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz." (Enbiya/47)

Hz. Aişe-i Sıddıka radıyallah anha rivayet ediyor:

“(Bir gün) cehennemi hatırladım ve ağladım. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Neden ağlıyorsun? diye sordu.

Ben de:

Cehennem aklıma geldi de onun için ağlıyorum (Ya Rasûlallah!). Siz kıyamet gününde ailelerinizi hatırlayacak mısınız? (diye sordum). Şöyle cevap verdi:

Şu üç yerde kimse kimseyi hatırlamayacak:

Mizan’da, mizanı hafif mi, ağır mı tartacak, bunu anlayıncaya kadar.

Kitaplar (amel defteri) verildiğinde, sağından mı, solundan mı, yoksa arkasından mı verilecek, bunu iyice anlayıncaya kadar.

(Bir de) cehennem üstüne kurulacak sırat üzerinde, (sıratı) geçip selamete erinceye kadar." (Ebu Davud)

 

ŞEFAAT

Şefaat haktır. Bütün peygamberler, Peygamberimiz, Efendimiz, ahir zaman Nebisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, sıddıklar, şehitler, velîler, âlimler, salihlerin şefaatleri haktır. Allah Teâlâ’nın izniyle şefaat edeceklerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Her peygamberin ümmetine yaptığı bir duası vardır. Ben ise asıl duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım." (Buhari-Müslim)

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"O gün çok esirgeyici (Allah’ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Taha/109)

Demek oluyor ki, herkes istediğine, istediği şekilde şefaat edemez. Ancak Allah Teâlâ’nın izin verdiği, kendilerinden hoşnut olduğu has kulları şefaat edebilirler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Şefaatim büyük günah sahipleri içindir." (Tirmizi) buyurur.

Hadisin ravisi Cabir radıyallahu anh: "Büyük günah sahibi olmayanların şefaate ne ihtiyacı olacaktır ki?" dedi.

Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellemin en büyük şefaati Şefaat-i Kübra, kıyamet günü olacaktır.

Şöyle ki:

Enes bin Malik radıyallahu anh rivayet etti:

"Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bize şunu anlattı:

Kıyamet gününde insanlar kalabalık halinde birbirine girmiş bir vaziyette Âdem aleyhisselama gidecekler:

- Zürriyetine şefaat et, diyecekler. O şöyle diyecek:

- Benim buna yetkim yok. Siz İbrahim’e gidin. Çünkü o Allah’ın dostudur.

Hemen İbrahim’e gidecekler. O da:

- Buna benim yetkim yoktur. Siz Kelimullah Musa’ya varın diyecek.

Derhal Musa’ya varacaklar. O şöyle diyecek:

- Benim buna yetkim yok. Siz Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gidin.

O’na vardıklarında ise O:

- Benim buna yetkim yok. Siz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gidin diyecek. Nihayet bana gelecekler.

Ben de Allah’a varıp izin isteyeceğim. O da bana izin verecek. Huzurunda şimdi yapamayacağım. (Fakat) O zaman bana ilham edeceği hamd ü senalarda bulunacağım. Sonra Rabb’ime secdeye kapanacağım. Şöyle buyuracak:

- Ey Muhammed! Kaldır başını! Söyle sözün dinlenecek. İste, istediğin sana verilecek. Şefaat yetkisi dile, o da sana verilecektir.

Ben de şöyle yalvaracağım.

- Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetim!

Şöyle denilecek:

- Haydi git. Kalbinde bir buğday ya da arpa tanesi kadar imanı bulunanları oradan (cehennemden) çıkar. Gidip buyruğunu yerine getireceğim. Gelip aynı hamd ü senaları yine yapacağım. Huzurunda secdeye kapanacağım. Bana şöyle denilecek:

- Ey Muhammed! Kaldır başını! Söyle, sözün dinlenecek:

İste, istediğin verilecek. Şefaat yetkisi dile, o da sana verilecektir.

- Rabb’im! Ümmetim, Ümmetim! diyeceğim. Şöyle buyuracak:

- Haydi git oradan kalbinde bir hardal tanesi kadar imanı bulunanı çıkar. Gidip bu emri yerine getireceğim.

Sonra gelip Rabb’ime aynı hamd ü senalarda bulunacağım. Sonra secdeye kapanıp O’na yalvaracağım. Bana şöyle denilecek:

- Kaldır başını! Söyle, sözün dinlenecek. İste, istediğin verilecek. Şefaat yetkisi iste, o da sana verilecek. Bunun üzerine,

- Ya Rabb’i! Ümmetim, ümmetim! diyeceğim.

Bana şöyle denilecek:

- Haydi git, hardal tanesinden daha az, daha az, daha az imanı bulunanı da oradan çıkar. Hemen büyük bir neşe ile gidip, O’nun buyruğunu yerine getireceğim." (Buhari-Müslim)

Peygamberimiz aleyhisselamın çeşitli şefaatleri olacaktır. Şöyle ki:

1- Mahşer halkının hesabının hemen görülmesi ve böylece mahşerin dehşetinden daha erken kurtulması için şefaat edecektir ki, bu büyük şefaat sadece Peygamberimize mahsustur.

2- Muttaki, salih bir kısım Müslümanların hesapsız cennete girmeleri için.

3- Amelleri tartılıp cehenneme girmeye hak kazanan günahkârların, cehenneme girmeden cennete girmeleri için.

4- Cennete girenlerin derecelerinin yükselmesi için.

5- Cehenneme giren iman ehlinin cehennemden çıkarılıp cennete girmeleri için.

Elbette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şefaat edecekleri sadece bunlar değildir. Daha pek çoklarına çeşit çeşit şefaat edecektir.

 

SIRAT

Sırat, cehennemin üzerine kurulan bir köprüdür. Bütün insanlar bu köprünün üzerinden geçmek üzere o tarafa sevk edileceklerdir. Mü’minler selametle geçecek ve cennete girecekler, kâfir, müşrik, münafık ve affolunmayan günahkâr Mü’minler sıratı geçemeyecek, cehenneme yuvarlanacaklardır.

"Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabb’iniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onlar (sırat üzerinden geçerken) nurları önlerinden ve yanlarından koşar da: Ey Rabb’imiz! Nurumuzu tamamla. Bizi bağışla. Çünkü sen her şeye kâdirsin, derler." (Tahrim/8)

Bu ayet-i kerime, sıratın var olduğuna delil olduğu gibi, Mü’minler sırattan geçerken onları bir nurun kuşatacağı ve o nurun kılavuzluğunda sıratı geçeceklerini de haber vermektedir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Mü’minlerin sırat köprüsünden geçerken şiarı:

Rabb’im! Selamete erdir! Selamete erdir! olacaktır." (Tirmizi)

İnsanlar sırat üzerinden iman ve amellerinin derecelerine göre geçerler. Kimi, kısa bir anda, kimi yıldırım gibi, kimi rüzgar gibi, kimi koşarak, kimi yürüyerek, kimi de sürünerek geçerler. Bir kısım has kullar vardır ki, onlar sırattan geçecekler, fakat ne sıratı ne de cehennemi görmeyeceklerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Cehennemin üzerine sırat kurulacak. Peygamberlerden ümmeti ile ilk geçen ben olacağım. Orada peygamberlerden başka hiç kimse konuşmayacak. Peygamberlerin o günkü sözü: Allah’ım! Selamete erdir! Selamete erdir! olacak. Cehennemde sâ’dân dikeni gibi çengeller olacak. Siz sâ’dân dikeni gördünüz mü? (Ashab): Evet dediler: İşte o çengeller tıpkı sâ’dân dikeni gibidir. Ancak büyüklüğünü Allah bilir. İnsanları işledikleri amelleri sebebiyle kapacak. Onlardan kimi helak olacak. Kimi de kurtuluncaya kadar ceza görecek." (Buhari-Müslim)

 

ÂRAF

Cennetle cehennem arasında yüksek bir sur veya dağdır ki, rivayete göre günahları ile sevapları denk gelenler bir müddet burada bulunacaklar. Daha sonrada cennete gireceklerdir. Âraf’tan ve Âraf ehlinden Kur’an’da şöyle bahsedilmektedir:

"İki taraf arasında bir perde ve Ârâf üzerinde de (cennetlik ile cehennemliklerin) birbirini yüzlerindeki alâmetlerden tanıyan erkekler vardır ki bunlar henüz cennete giremedikleri halde (gireceklerini) umarak cennet ehline: Selam üzerinize olsun diye seslenirler. Onların gözleri cehennem ehli tarafına çevrildiği zaman da: Ey Rabb’imiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma derler." (Âraf/46-47)

 

CENNET

Cennet, Mü’minler için hazırlanmış ebediyet yurdudur. Şu anda mevcuttur. Allah Teâlâ, Mirac gecesinde Peygambermiz sallallahu aleyhi ve selleme cenneti, cehennemi, azapta olanları, nimete gark olanları, hûrileri ve benzeri ahvali göstermiştir.

Mü’minler cennete girdikten sonra, oradan bir daha çıkmayacaklar, ebediyyen, "gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşerin kalbinden geçirmediği" nimetler içinde yaşayacaklardır.

Cennetin sekiz kapısı vardır. Peygamberimiz, Efendimiz, ahir zaman nebisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bütün peygamberlerden ve insanlardan önce cennete girecektir. Daha sonra diğer peygamberler ve derecelerine göre diğer insanlar girecektir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, cennetin Rahmet kapısından cennete girecektir. Cennet meleği Rıdvan, ayağa kalkıp kapıyı açacak ve "Ey Muhammed! (sallallahu aleyhi ve sellem) Sen’den önce hiç kimseye bu kapıyı açmadım ve Sen’den başka hiç kimse için ayağa kalkmadım." diyecek.

Cennete hiç kimse kendi amelinin karşılığı olarak girmez. Cennete ancak Allah Teâlâ’nın lütfu ile girilir. Yani insanın kısa dünya hayatında yaptığı ameller, ebedî bir hayatın ve nimetlerin karşılığı olamaz. İster genç olarak, ister ihtiyar olarak ölmüş olsun, cennet ehlinin hepsi otuzüç yaşında, çok güzel bir sûrette ve çok güzel bir sirette olacaklardır. Derecelerine göre yüzleri güneş, ay ve yıldız gibi parıldayacaktır. Cennette hastalık, keder, üzüntü, sıkıntı, yorgunluk, bezginlik, bıkkınlık, güçsüzlük, ihtiyarlık olmayacaktır. Orada düşmanlık, kırgınlık, küskünlük, kıskançlık, dedikodu, gıybet, yalan benzeri hiçbir kötülük yoktur. Bütün cennet ehli birbirini sevecek, zaman zaman birbirlerini ziyaret edip hoş sohbetler yapacaklardır.

Sündüs, ipek, atlas ve benzeri çeşit çeşit elbiseler giyecekler. Bu elbiseler ne solacak, ne eskiyecek, ne de güzelliğinden bir şey kaybedecektir. Başlarında nurdan taçlar olacaktır.

Cennetin toprağı, misk ve zaferandan olacaktır. Orada asla toz olmayacaktır. Dünya güneşi gibi bir güneş olmayacaktır. Oraya mahsus bir aydınlık olacak, insan orada ne üşüyecek, ne de sıcaktan sıkılıp terleyecektir. Çünkü orada sıcak, soğuk yoktur.

Cennetteki kadınlar hayzdan, nifastan, her türlü kötü ahlaktan temizdirler. Cennette, cennette yaratılan çok güzel hûriler vardır. Cennete giren dünya kadınları, derece bakımından cennet hûrilerinden daha üstün olacaklardır. Bütün maddî ve manevî güzelliklerle donatılacaklardır. Bütün kötü ahlâklardan uzaktırlar. Mü’min erkeklere derecelerine göre bir çok cennet hûrisi verilecektir.

Cennette yemek hazırlamak, pişirip ikram etmek gibi bir şey yoktur. Orada istenilen her yemek pişmiş ve hazırlanmış olarak önlerine gelir. Yenilen ve içilenlerden dolayı bir sıkıntı yoktur. Abdest bozmak yoktur. Yenilen ve içilenler, misk gibi kokan bir terle dışarı çıkacaktır.

Cennet serapâ bir yeşilliktir. Çeşit çeşit meyveler, yiyecekler, içecekler vardır. Orada cennet ağaçlarının yaprakları hafif rüzgarlarla sallanacak, her biri latif sesler çıkaracaklardır. 

Cennette biri sütten, biri baldan, biri şerbetten, biri de sudan dört ırmak vardır. Bu ırmaklardan çaylar, dereler ayrılarak bütün cennete dağılırlar, ağaçların altından köşklerin önlerinden, hiç kirlenmeden, bozulmadan, tertemiz akarlar.

Cennette Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme mahsus Kevser ırmağı, havzı vardır. Çevresi altın, iç kısmı inci ve yakuttandır. Suyu baldan tatlı, kardan beyazdır. Cennet ehlinin derecelerine göre köşkleri vardır. Kimi inciden, kimi yakuttan, kimi zebercedden, kimi altındandır. Cennet ehlinin sahip oldukları cennetin büyüklüğü, güzelliği ve nimetleri de yine derecelerine göredir.

Cennette herkes derecelerine göre peygamberlere yakın olacak, komşu olacak ve sohbetlerinde bulunacaklardır.

Elbette cennet ehline verilecek en büyük nimet, cennetten, Allah Teâlâ’nın görülmesidir. Allah Teâlâ zamandan, mekandan ve cihetten münezzeh olarak, cennetten görülecektir.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacaktır. (Onlar) Rablerine bakacak (O’nu görecektir.)" (Kıyame/22-23)

Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mehtaplı bir gecede aya baktı ve şöyle buyurdu:

"Siz Rabb’inizi, şu ayı perdesiz ve birbirlerinizi itip kalkmadan gördüğünüz gibi, ayan beyan göreceksiniz." (Buhari-Müslim)

Cennet ehli Allah Teâlâ’yı görünce, kendilerine verilen nimetlerin en büyüğünün Allah celle celaluhuyu görmek olduğunu anlayacaklardır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:

"Cennet ehli cennete girdiği zaman, Allah Tebareke ve Teâla şöyle buyuracak: Size fazladan, ilave olarak yapmamı istediğiniz başka bir şey var mıdır? Cennet ehli:

Bizim yüzlerimizi bembeyaz yapmadın mı? (Bundan daha fazla ne olabilir ki?) diyecekler.

Bunun üzerine perde kaldırılacak ve kendilerine Rableri Teâlâyı görmekten daha sevimli bir şey verilmediğini anlayacaklardır." (Buhari-Müslim)

Cennetin evsafı, cennet nimetleri ve cennet ehlinin ahvali ile ilgili bir çok ayet-i kerime nazil olmuş, bir çok hadis-i şerif varit olmuştur. Onların bir kısmı şöyledir:

"Takva sahiplerine va’dolunan cennetin özelliği (şudur) Onun zemininden ırmaklar akar. Meyveleri ve gölgesi süreklidir. İşte, bu (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir." (Ra’d/35)

"Allah, iyilere sabretmelerine karşılık cenneti ve cennetteki ipekli elbiseleri lütfeder.

Orada koltuklarına kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne yakıcı sıcak, ne dondurucu soğuk bulunur.

(Cennet ağaçlarının) gölgeleri üzerlerine sarkar. Kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.

Yanlarında gümüş kaplar ve billûr kâselerle, gümüşî beyazlıkta (billur gibi) şeffaf kupalarla dolaşırlar ki, (bu kupalara) cennet ehlinin içecekleri ölçüde takdir ederler.

Onlara, cennette bir kaseden içirilir ki, karışımında zencefil vardır. Bu oradaki bir pınardandır ki, adı selsebildir.

O, (cennetteki) insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafı saçılıp dağılmış inciler sanırsın.

Ne yana bakarsan bak (sayısız) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde yeşil renkli ince ve kalın elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.

(Onlara şöyle denir): Bu sizin için bir mükafattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur." (İnsan/12-22)

"Şüphesiz muttakiler için, kurtuluşa erme zamanı ve orada bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kaseler vardır.

Rabb’inden bir mükafat, bir hediye, bir hesap görme olarak, orada (cennette) onlar ne boş bir lakırtı ve ne de birbirlerine karşı yalan işitirler." (Nebe/31-37)

"Bugün (ahirette) cennetlikler, nimetler içinde safâ sürerler.

Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.

Orada her çeşit meyve onlar içindir. Bütün arzuları yerine getirilir.

Bağışlayıcı Rabb olan Allah’tan onlara söz olarak selam vardır." (Yasin/55-58)

"Onların (Mü’minlerin) Rableri katında mükafatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları adn cennetleridir. Allah kendilerinden razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Bu söylenenlerin hepsi Rab’binden korkanlar içindir." (Beyine/8)

"İman edip iyi amellerde bulunanlara gelince onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır.

Orada ebedi olarak kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler." (Kehf/107-108)

"(Mü’min, muttakiler) için bilinen bir rızık ve türlü meyveler vardır. Naim cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş oldukları halde kendilerine ikram edilir.

Kendilerine kaynaktan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.

Berraktır. İçenlere lezzet verir.

O içkide ne sersemletme vardır. Ne de onunla sarhoş olurlar.

Yanlarında güzel bakışlarını yalnız kendilerine tahsis etmiş iri gözlü eşler vardır.

Sanki onlar sedefler içine yerleştirilmiş incilerdir." (Saffat/41-49)

“Sağcılar ne mutlu sağcılara!

Dikensiz kirazlar.

Meyveleri tıklım tıklım dizili muzlar.

Yayılmış gölgeler.

Çağlayarak akan sular.

Pek çok meyve arasında

Tükenmeyen ve yasaklanmayan

Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

Gerçekten biz hurileri yepyeni bir yaratılışla yarattık.

Onları bakireler kıldık.

Eşlerine düşkün ve yaşıttırlar.

(Bütün bunlar) sağcılar içindir." (Vakıa/27-38)

Cenneti, cennet ehlinin nasıl olacağını ve cennet nimetlerini anlatan hadis-i şeriflerden bir kısmı şöyledir:

Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor:

"(Bir gün) Ya Rasûlallah mahlukat neden yaratıldı? diye sordum.

- Sudan buyurdu.

Cennetin yapısı nedir? diye sordum.

- Bir tuğlası gümüş, bir tuğlası altın, harcı keskin kokulu misk, döşemesi inci ve yakut, toprağı ise zaferan olup oraya giren mutlu olur. Umutsuz olmaz. Ebedi olur. Ölmez. Ne giydikleri eskir, ne de gençlikleri tükenir." (Tirmizi)

"Cennet ehli cennette yerler, içerler, tükürmezler. Küçük ve büyük abdestlerini bozmazlar. Sümkürmezler. Dediler ki: Peki yedikleri ne olacak?

Misk gibi kokan geğirme ve terleme ile giderilecek.

Tıpkı soluk almak ilham edildiği gibi onlara tesbih ve tahmid etmek de ilham edilecek." (Müslim-Ebu Davud)

"Cennet ehli cennete girdiklerinde, amellerinin derecelerine göre oraya yerleşecekler. Sonra onlara dünya günlerinden Cuma günü kadar bir süre Rablerini ziyaret etmelerine izin verilecek. Onlara Allah’ın arşı gösterilecek. Onlara cennet bahçelerinden bir bahçeden gözükecektir. Onlara nur minberleri, inci minberleri, yakut minberleri, zeberced minberleri, altın minberleri ve gümüş minberleri kurulacak. En aşağı dereceli kişileri bile -ki içlerinden aşağı dereceli kimse yoktur- misk yığını üzerinde oturacak. Kürsi sahiplerinin onlardan daha üstün meclisleri bulunduğunu görmezler.

Dedim ki:

- Ey Allah’ın Rasûlü! Rabb’imizi görecek miyiz?

- Evet. Siz güneşi görmekte birbirlerinizi iter misiniz? Ya da mehtap gecesi dolunay görmekte birbirinizi itip sıkıntıya girer misiniz? buyurdu.

- Hayır, dedik. Şöyle buyurdular:

- Cennette de Rabb’inizin cemalini öyle birbirinizi itmeden, sıkıntıya girmeden müşahede edeceksiniz. O mecliste Allah’ın katında bulunup O’na muhatap olamayacak hiç kimse bulunmayacaktır. Hatta onlardan bir adama:

- Ey filan oğlu filan! Falan falan günde böyle böyle dediğini hatırlıyor musun? Deyip onun bazı yaramaz hareketlerini hatırlatacak.

O adam da şöyle diyecek:

- Ey Rabb’im! Sen beni bağışlamadın mı?

Evet bağışladım. Benim mağfiretimin bol oluşu sayesinde sen bu makama ulaştın, buyuracak.

Onlar öyle karşılıklı sohbet ederlerken, üzerlerinde bir bulut belirecek ve onlara güzel bir koku yağdıracak. O zamana kadar koklamadıkları pek güzel bir koku.

Rabb’imiz şöyle buyuracak:

- Haydi sizin için hazırladığım büyük bağışa kalkın! Canınızın çektiğini alın. Hemen meleklerin çepeçevre sardıkları bir çarşıya gideceğiz. Oradan canımızın çektiği her şeyi alış veriş yapmaksızın alıp yükleneceğiz. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan aklının tahayyül edemediği  güzel şeyler, lezzetli nimetler. O çarşıda cennet ehli birbirine rastlayacaklar. Yüksek menzilinden aşağı doğru inerken, kendisinden daha aşağı olan kimseye -ki gerçi orada aşağılık yoktur- rastlayacak.

O karşılaştığı kişi üstündeki göz kamaştıran elbiseyi görünce dehşete kapılacak. Daha söz ve sohbetleri bitmeden ondan daha güzel bir elbise de kendisine sunulacaktır. Çünkü orada mahzun olmak, üzülmek ve meraklanmak yoktur. Sonra oradan evlerimize döneceğiz, hanımlarımız bizleri karşılayıp:

- Merhaba hoş geldiniz! Bizi terk ettiğin zaman ki güzelliğinden daha bir güzellik ve neşe ile geldin, deyip hayret ve şaşkınlıklarını ifade edecekler ve biz de onlara şöyle diyeceğiz:

- Biz bugün Rabb’imiz Cebbarı ziyaret ettik. İşte bundan dolayı şimdiki güzelliğimize bürünmeyi hak ettik." (Tirmizi)

"Cennet ehlinin en aşağı derecesinde olan kişi cennetlerine, hanımlarına, nimetlerine, hizmetçilerine ve yataklarına bin senelik yoldan bakıp seyredecektir. Allah katında olanların en kıymetlileri ise, sabah akşam Allah’ın cemâlini görebilenlerdir. Sonra; O gün bir takım yüzler parlak ve sevinçli olarak Rablerine bakacaktır, ayetini okudu." (Tirmizi)

 

CEHENNEM

Cehennem kâfir, müşrik ve münafıklar için hazırlanmıştır. Şu anda mevcuttur. Onlar cehenneme hor ve hakir olarak atılırlar. Cehennem ateşi onları her taraftan kuşatır. Oradaki azabın şiddeti, küfür, şirk, nifak ve günahın derecesine göredir. Azgınlar, zalimler, küfründe çok ileri gidenler, şiddetle azap olunurlar. Küfre, nifaka öncülük edenler, insanları hak yoldan saptırmak için çeşit çeşit hileler, tuzaklar kuranlar, azabın en acısını tadarlar. Zulmü sadece kendi nefsine olanlar yani küfre nifaka düşmüş ve fakat başkalarına bir zararı olmayanların azabı diğerlerine göre daha hafif olacaktır.

Cehennemin yedi tabakası, yedi kapısı vardır. En üst tabakasında günahkâr Mü’minler azap olunacak. Neticede hepsi cehennemden kurtulup cennete gireceklerdir. Böylece cehennemin bu tabakası boş kalacaktır. Cehennemin en alt tabakası Haviye’dir. Burada münafıklara azap olunacaktır. Burası Esfel-i Safilin’dir.

Cehennemde her şey ateş, her şey ateştendir. Elbiseleri ateştendir. Yiyecekleri, erimiş bir bakır gibi midelerinde kaynayacak olan ZAKKUM’dur. İçecekleri pis kokulu, irinli kaynar su, irinli kandır. Sürekli ölmeyi talep ederler. Ancak onlar için asla ölüm yoktur.

Vücutları ateşte yanıp kömür haline gelince, etleri ve derileri yenilenir, azaba devam edilir.

Cehennemde Zebani denilen vazifeli melekler vardır. Adetlerini Allah bilir. Bu meleklerin on dokuzu reisleridir. Hepsinin reisi Malik’tir.

Pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde cehennemin dehşeti anlatılmış ve insanlar onun azabından, ateşinden sakındırılmıştır:

"Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü dönüştür.

Oraya atıldıklarında onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.

Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.

Onlar şöyle cevap verirler: Evet doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti. Fakat biz onu yalan saymış ve Allah’ın bir şey gönderdiği yok, siz, olsa olsa bir sapıklık içindesiniz, demiştik.

Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık, derler.

Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun o alevli cehennemin mahkumları." (Mülk/6-11)

"Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı hep ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin suya saldırdığı gibi içeceksiniz." (Vakıa/51-55)

"Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım. Sen biliyor musun Sekar nedir: Hem (bütün bedenini helak eder hiçbir şey) bırakmaz. Hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez. İnsanın derisini kavurur.

Üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır." (Müddessir/26-30)

"O, (zakkum) cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır.

Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.

Onlar (cehennem ehli) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.

Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır.

En sonunda onların dönüşü kesinlikle çılgın ateşe olacaktır." (Saffat/64-68)

Cehenneme atılıp o kızgın, çılgın alevli ateşle azap olunan cehennem ehli, "Keşke Allah’a itaat etseydik. Keşke peygambere itaat etseydik" diyecekler. Dünyada iken peşlerine düştükleri, kendilerini hak yoldan çıkaran, küfre, şirke sokan önderlerine lânet edeceklerdir. Fakat oradaki pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Azaplarını gidermeyecek, azaltmayacaktır.

İnsana yaraşan, dünyada iken gerçekleri görmek, bâtılı fark etmek, Hak’ka uyup bâtıldan sakınmak, Yaratıcısı’na teslim olup onun gönderdiği Peygamber’e, ahir zaman nebisine uymak, İslam Şeriatı’na tabi olmaktır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Cehennemin ateşi bin sene yakıldı. Nihayet kıpkırmızı kesildi. Bin sene daha yakıldı, bembeyaz kesildi. Bin sene daha yakıldı simsiyah oluverdi. Şimdi o simsiyah, kapkaranlıktır." (Tirmizi)

Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün." mealindeki ayeti okudu. Sonra şöyle buyurdu: "Eğer dünyaya zakkumdan bir damla damlatılsa dünya halkının yaşantısını mahveder. Ya onu yiyenlerin hali nice olur?" (Tirmizi)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Cehennem ehlinin göreceği azabın en hafifi, kişiye ateşten iki ayakkabı giydirilip onların hararetinden beyninin kaynaması şeklinde olacaktır." (Müslim)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

"Cehennem ehli, cehennemde ne ölürler, ne de yaşarlar. Ancak (küfür ve şirk yüzünden değil de) günahları ya da hataları yüzünden girenleri cehennem ateşi öldürecek, kömür haline geldiklerinde onlara şefaat etme izni çıkacak, grup grup getirilip cennet nehirlerine atılacaklar. Sonra cennet ehline: Haydi onların üstüne su dökün denilecek. Böylece onlar selin yatağında biten taneler gibi biteceklerdir." (Müslim)

Bir hadis-i şerifte cehennem ehlinin ahvali şöyle anlatılıyor:

"Cehennem ehli acıkacak. Açlıkları onlara bir azap olmaya başlayınca, açız diye bağrışacaklar. Onlara besleyici olmayan, açlıklarını da gidermeyen kötü kokulu diken verilecek. Yine açız diye feryat edecekler. Bu sefer onlara boğazı tıkayan bir yiyecek verilecek. Böyle bir yiyeceği dünyadayken boğazlarından ancak içecek bir şey ile geçirdiklerini hatırlayacaklar ve içecek isteyecekler. Onlara demir çengellerle, kaynatılmış su verilecek. Yüzlerine yaklaştırıldığı zaman yüzlerini kavuracak. Şöyle diyecekler: Cehennem bekçilerini çağırın, belki azabımızı hafifletirler. Çağıracaklar. Onlar gelince şöyle diyecekler: Size peygamberiniz, deliller, belgeler getirmediler mi? Evet, diye cevap verecekler. Öyleyse istediğiniz kadar dua edin. Duanız kabul olmaz. Çünkü kâfirlerin duası boşa çıkar. Öyleyse haydi Malik’i (cehennemde görevli meleklerin reisi) çağırın diyecekler. (Malik gelince ona):

Ey Malik! Rabb’in bizi öldürsün. Malik: Siz burada ebediyen diri kalacaksınız, diyecek. Onlara: Haydi Rabb’inize dua edin. Zira O’ndan başkasının size bir faydası olmaz, diyecekler. Onlarda Rab Teâlâ’ya şöyle dua edecekler:

Ey Rabb’imiz! Azgınlığımız bizi alt etti. Biz bir sapık topluluk idik. Ey Rabb’imiz! Bizi buradan çıkar. Tekrar günaha dönersek belli ki biz zalim insanlarız. Rab Teâlâ şöyle diyecek: Orada alçaldıkça alçalın ve artık benimle konuşmayın. İşte o zaman her şeyden ümitlerini kesecekler. Daha da pişman, umutsuzlukla elim azabın içinde feryat edip kıvranacaklar." (Tirmizi)

 

ELFAZ-I KÜFÜR

İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır.  O bakımdan imanın tasdik ve ikrar mahalli olan kalb ve dilimize sahip olmalı, niyet ve sözlerimize dikkat etmeliyiz.

Fitne ve dini cehaletin korkunç boyutlara ulaştığı zamanımızda, öyle sözler sarf ediliyor, öyle işler yapılıyor ki, bu sözler ve işler sebebiyle bir çok insan çoğu kez cehaleti sebebiyle, farkında olmadan İslam dairesinden çıkıyor, küfre düşüyor.

İnsan, sadece kendi küfür sözleri ile küfre girmez. Bir kâfirin, bir münafığın veya herhangi bir kişinin küfür sözünü tasdik etmek sûretiyle de küfre düşer.

Çok acıklı diğer bir hususta bu kişilerden bir çokları ya cehaletleri, ya da gafletleri sebebiyle İslam dairesinden çıktıklarının farkında olmamakta, dolayısıyla tevbe edip, tecdidi iman da yapamamaktadırlar.

Kişi bir sözle:

"Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûlühû" diyerek Müslüman olur.

Başka bir sözle de -Allah korusun- küfre girer. Mesela bir kişi faizin haram olduğunu kabul etmeyerek, "Bu devirde faiz de mi haram olurmuş?" dese, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı bir şeyi helal saydığından kâfir olur. Onun bu sözünü tasdik eden de kâfir olur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem fitne dönemlerindeki tehlikelerden şöyle haber veriyor:

"Karanlık gecenin (zifiri) karanlıklarına benzeyen fitneler zuhur etmeden amellere şitap edin. (O fitneler zuhur ettiğinde) kişi Mü’min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak. Yahut Mü’min olarak akşamlayacak kâfir olarak sabahlayacak, dinini bir dünya metaı karşılığında satacaktır." (Müslim)

Hadis-i şerifte haber verilen tehlikelere, vartalara düşmekten korunmak için, çok dikkatli olmalıyız. Bilmediğimiz ya da az bildiğimiz dini meselelerde asla konuşmamalı, görüş bildirmemeliyiz. Aynı zamanda öğrenmemiz, bilmemiz gereken farz-ı ayn ilimleri hiç vakit kaybetmeden, ilmiyle amil, bilgisine güvenilir âlimlerden veya okuduklarımızı anlayabilecek durumda isek sahih kitaplardan öğrenmeliyiz.

Kaldı ki bildiğimiz konularda bile kifayet miktarı konuşmalı, bulunduğumuz mecliste bizden daha bilgili, ilmiyle amil birisi varsa bunu nimet bilmeli, onun konuşmasına fırsat verip, kendimiz de edeple dinlemeliyiz. Gerektiğinde, konunun daha iyi anlaşılması, dinleyenlerin daha çok istifade etmesi için edeble, usûlüne uygun bir tarzda sorular sormalıyız.

İlmiyle amel etmeyen, dünyalık çıkarlar için, dininden tavizler veren, ayetleri, hadisleri tevil ederek mevcut düzene yaltakçılık yapan, dünyaperest, şöhretperest kötü alimlerden uzak durmalıyız. Kur’an’a sünnete ve bu ümmetin medar-ı iftiharı ehli sünnet vel cemaatın mezhep imamlarının, müctehid ulemanın görüşlerine ters düşen; zihinleri karıştırmaktan, kalbleri bulandırmaktan, fitne çıkarmaktan ve ümmetin saf imanını darbelemekten, İslam düşmanlarına fırsat vermekten başka hiçbir işe yaramayan yanlış, sakat görüşlere, fetvalara asla iltifat etmemeliyiz.

Onların bu yanlış ve sakat görüşleri, fetvaları kalbimizde iz bırakmış veya bizi bazı tereddütlere sevketmişse hiç vakit kaybetmeden ilmiyle amil, güvenilir bir ilim ehlinden tereddütlerimizi giderecek sağlam bilgiler almalıyız. Onların yalan yanlış görüşlerini çeşitli yerlerde ve hele bu konulara muttali olmayan kişilerin yanında asla konuşmamalıyız. Görüşlerinin yayılmasına aracı olmamalıyız. Şayet onların görüşleri hakkında soru sorulur da  biz de o konuda yeterli bilgiye sahipsek soru soranı ve orada bulunanları doğru bir şekilde bilgilendirmeliyiz. Bunu yapmaz isek çok büyük bir vebal yüklenmiş oluruz. Asla gaflete düşmemeliyiz. 

Bir kısım kişiler, dini konulara kuru bir akıl, kuru bir mantıkla yaklaşıyor. Dinî her meseleye aklının kavrayacağı noktasından hareket ederek, aklının ermediği, aklının kavramadığı noktalara itiraz ediyor ve hatta inkâra sapıyor.  Kendi aklını putlaştırıyor. Halbuki kendi aklının kavramadığı bir meseleyi başka birinin aklı pek âlâ kavrıyor, anlıyor ve hatta o konudaki yüce hikmetler karşısında hayretlere düşüyor. Akılların yorgun düştüğü öyle meseleler vardır ki, o noktada aklı bırakıp iman etmek, peygamberin getirdiği şeriat esaslarına teslim olmak gerekir.

Elbette akıl büyük bir nimettir. Allah Teâlâ’yı arayıp bulmada, O’nun varlığına, birliğine iman etmede akla ihtiyaç vardır. Onun için kendilerine peygamber gelmeyen toplumlar, akıl sahibi olmaları sebebiyle Allah Teâlâ’nın varlığını, birliğini istidlal yoluyla bulup inanmakla mükelleftirler. Yani: "Ortada bir eser varsa, bir müessir de vardır. Bu kainat mevcut olduğuna göre, kainatı yaratan bir yaratıcı da vardır." diyerek Rabb’ine ulaşıp iman etmekle mükelleftir.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, aklı selim sahipleri için açık ibretler vardır." (Al-i İmran/190)

Evet akıl büyük bir nimettir. Fakat akıl her şey değildir, bilgi edinme vasıtalarından biridir. Duyu organlarımız da bilgi edinme vasıtalarındandır. Mesela: Arı duru görebilen bir insan, bir cisme baktığı zaman, onun şekli, rengi ve benzeri özellikleri hakkında bilgi sahibi olur. Keza tat alma duyusu sıhhatli olan bir kişi de ağzına aldığı bir yiyecek veya içeceğin tatlı mı, acı mı, ekşi mi olduğu hakkında bir bilgiye ulaşır. İmanî ve İslamî konularda gerçek bilgi kaynağı ise, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bize vahiy yoluyla bildirdiği haberlerdir.

Bu kısa malûmattan anlaşıldığı gibi, bilgi edinme yolları üçtür.

1- Haberi Sadık,

2- Aklı Selim,

3- Havassı Selime.

Yukarıda da izah edildiği gibi, akıl ile ya da duyu organları ile elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle tezat teşkil ederse, vahye itibar olunur. Onunla amel edilir.

Şayet vahiyle tezat teşkil eden bilgiler, imanî konuda ise, bu bilgileri vahye tercih eden, nasları reddedip, diğer bilgileri kabul eden bir kişi kâfir olur. Maalesef zamanımızda bu konuda vartaya düşen bir çok insan vardır.

Meselâ: Bir kişi aklını ve duyu organlarını kullanarak çeşitli araştırmalar yaparak, bir kısım fosilleri tetkik ederek, biyolojik incelemelerde bulunarak, Hz. Adem aleyhisselam’ın hâşâ, ilkel bir varlık olduğuna, peygamber olmadığına veya insanın Hz. Adem’den değil maymundan türediğine kanaat getirip, böylece inansa kâfir olur.

Çünkü Hz. Adem, aleyhisselam’ın ilk insan olduğu ve aynı zamanda peygamber olduğu, yeryüzünde mevcut olan bütün insanların Hz. Adem’in evlatları olduğu yani onun neslinden geldiği vahiyle sabittir.

Hülasayı kelam; insan, nefsin bitmez tükenmez istekleri, şeytanın çeşit çeşit hile ve tuzakları, kötü çevrenin çirkin, aldatıcı, saptırıcı telkin ve teşvikleri ile imanî, amelî, ahlâkî yönden bir çok vartalara düşebilir.

Her türlü kötülüklerden korunmak, kulluk vazifemizi lâyıkı veçhile yerine getirmek için İslam’ı doğru öğrenip, doğru yaşayıp, doğru olarak tebliğ etmeliyiz.

Salihlerle, sâdıklarla, ilmiyle âmil fazilet erbabı ile beraber bulunmalı, onların meclislerine devam etmeliyiz.

 İmanımızı tehlikeye düşüren, İslam dairesinden çıkaran küfür sözler hakkında doğru bilgiler edinmeliyiz. Öğrendiğimiz bu bilgileri öncelikle aile efradımıza, mesuliyetimiz altında olan herkese, ulaşabildiğimiz her Müslümana öğretmeye çalışmalıyız, öğrenmeleri için teşvik etmeliyiz.

Bütün ömürlerini İslam’ı öğrenmek, öğretmek ve yaşamakla geçirmiş müctehid, muttaki, sadık, salih, ilmiyle âmil âlimlerimiz her konuda olduğu gibi, bu konuda da çok geniş tetebbularda bulunmuşlar, yazdıkları eserlerde izah etmişler ve Müslümanları uyarmışlardır.

Onlara minnettarız. Duacıyız. Şayet onların bu ihlaslı çalışmaları, gayretleri olmasaydı nice sapık mezhepler, zındıklar İslam toplumuna daha büyük zararlar verebilirlerdi.

Elfaz-ı küfür konusu çeşitli kitaplarda ya muhtasar olarak, ya da çok geniş bir şekilde ele alınmış, izah edilmiştir.

Biz burada tafsilata geçmeden, zamanımızda söylenilen küfür sözlere de dikkat çekerek bir kısım küfür sözlerden bahsedeceğiz.

1- Allah Teâlâ’ya cehalet, acizlik, güçsüzlük gibi noksan sıfatlar izafe etmek.

2- Allah Teâlâ’nın emirleriyle alay etmek.

3- Allah Teâlâ’ya küfretmek, sövmek.

4- Herhangi bir kişiyi, herhangi bir şeyi Allah’tan daha çok sevmek. Mesela: “Ben filan kişiyi veya dünyayı Allah’tan daha çok seviyorum.” demek.

5- Allah’lık iddiasında bulunmak.

6- Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme sövmek, onu ayıplamak, şahsına, ahlakına noksanlık izafe etmek, lânet etmek.

7- Herhangi bir peygamberle alay etmek.

8- Herhangi bir peygambere sövmek.

9- Herhangi bir peygamberin, peygamberliğini inkâr etmek. Mesela: Bütün peygamberlere inandığı halde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin peygamberliğini kabul etmemek.

10- Herhangi  bir kişiyi, peygamberlerden üstündür diye itikat etmek. Mesela: Filan veli veya filan filozof peygamberden daha üstündür demek.

11- Peygamberlik iddiasında bulunmak. Çünkü Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem son peygamberdir. Ondan sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Bu naslarla sabittir.

12- Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme “çöl bedevisi” diye hakaret etmek. O Arapların peygamberi demek.

13- Bir İslam alimi ile, İslam alimi olduğu için alay etmek.

14- Kuran’dan herhangi bir ayeti, hatta bir kelimeyi inkâr etmek, yahutta Kuran’dan olmadığına inanmak. Mesela: İhlas sûresi, Kuran’dan değildir. Kuran’da geçen kıssalar, Allah kelamı değildir demek.

15- Kur’an eski kavimlerin hikayelerini, masallarını anlatan Muhammed’in sözleridir diyerek Allah kelamı olduğunu inkâr etmek.

16- Nasların (Kur’an ve sünnetin) zahiri manalarını inkâr edip, zahiri hükümleri ile amel etmeyi reddetmek. Meselâ: Namazdan maksat kalb temizliğidir. Belli hareketleri yapmak değildir veya namaz duadır diyerek namaz kılmayı reddetmek.

17- Kur’an’a sövmek, Kuran’la alay etmek. Kur’an ayetlerini alay ederek, hakaret ederek okumak.

18- Herhangi bir kitabın Kuran’dan üstün olduğuna itikat etmek. Meselâ: Filan kişinin yazdığı şu kitap Kuran’dan daha üstündür demek.

19- Kur’an Araplar’a indirilmiş bir kitabıdır. Bizi ilgilendirmez demek.

20- Kur’an çağdışı bir kitaptır demek.

21- Kur’an nazil olduğu zaman için geçerlidir, zamanımızda bir hükmü yoktur demek.

22- Mütevatir hadisleri inkâr etmek.

23-  Herhangi bir beşeri sistemin, düzenin İslam nizamından üstün olduğuna itikat etmek. Mesela: Sosyalizm, laiklik İslam nizamından daha üstündür diye itikat etmek.

24- İslam şeriatına çağdışı demek.

25- İslamî hükümlerin zamanı geçmiştir. Artık onunla amel edilmez demek.

26-  Herhangi bir ilmin meselâ fen ilminin Kur’an ilminden, şeriat ilminden üstün olduğuna itikat etmek.

27- İslam dini ile veya onun hükümlerinden bir hükmü ile alay etmek.

28- Küçük olsun, büyük olsun haram olan bir şeyi helal saymak. Mesela: İçki helaldir. Faiz helaldir diye itikat etmek.

29- Helal olan bir şeyi haram saymak. Meselâ, koyun, keçi, sığır eti yemek haramdır diye itikat etmek.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Değiştirenler helak olmuştur. Değiştirenler helak olmuştur. Değiştirenler helak olmuştur." (Müslim) buyurmuşlardır.

30- Haram olduğu nasla, icma ile sabit olan bir haramı inkâr etmek, ya da haram olduğundan şüphe etmek.

31- Helal olduğu nasla icma ile sabit olan bir helali inkâr etmek, ya da helal olduğundan şüphe etmek.

32- Kesinkes haram olan bir şeyi  mesela, zina, zulüm, haksız yere adam öldürmenin helal olmasını temenni etmek.

33- Farziyyeti nasla, icma ile sabit olan bir farzı inkâr etmek veya farziyyetinden şüphe etmek. Mesela: Namazın, orucun, zekatın, haccın farz olduğunu kabul etmemek veya bunların farz olduğundan şüphe etmek.

34- Gaybı bildiğini iddia etmek. Gaybdan haber vermek.

35- Gaybdan haber veren kişinin gaybden getirdiğini iddia ettiği habere inanmak.

36- Hristiyan veya Yahudi olmayı temenni etmek.

37- Bugün ki Müslümanların, Müslüman milletlerin perişanlığına bakarak şayet İslam dini Hak bir din olsaydı, Müslümanlar böyle geri, muhtaç bir durumda olmazdı demek.

38- Hacca gidip de ne yapacağım. Araplara para mı yedireyim diye Hac ibadetini küçümsemek.

39- Kabe Arabın olsun. Bizim kıblemiz filan yerdir demek.

40- Niye zekat vereyim. Bu malı, fakirler, benimle mi kazandı. Benden haraç mı istiyorsunuz demek.

41- Yatıp kalkmaktan ne anlıyorlar ki? diye namazı küçümsemek, alay etmek.

42-  Orucun aç kalmaktan başka ne faydası var demek. Oruç ibadetini küçümsemek.

43- Ölümden sonra yeniden dirilmeyi inkâr etmek. "Çürümüş, toprak olmuş kemikleri, yeniden kim diriltecek?" diye alay etmek.

44- Kıyameti, mahşeri, hesabı, mizanı, sıratı, amel defterini inkâr etmek.

45- Cennet ve cehennemin varlığını ve ebediliğini inkâr etmek.

46- Cinlerin ve meleklerin varlığını inkâr etmek.

47- Cebrail’e, Mikail’e, İsrafil’e, Azrail’e sövmek, düşmanlık yapmak.

48- Cennetten Allah Teâlâ’nın görüleceğine inanmamak.

49- Yahudi, Hristiyan, Mecûsî ve diğer batıl inanç sahiplerinin dini âlâmetlerini isteyerek, beğenerek, imrenerek onlar gibi olmayı arzulayarak giymek, kuşanmak. Böyle bir kasıt olmaksızın sadece giyip çıkarmak küfür değildir.

50-  Küfre rıza küfürdür. Bir kimse gerek  kendisi ve gerekse başka birisi için küfre girmekte bir beis görmez, küfrü çirkin addetmezse küfre girer. Ancak bir zalimin, aşırı zulmünden, insanlara verdiği aşırı zararlardan, hayatı çekilmez hale getiren çeşit çeşit ahlâksızlıklardan dolayı cezalandırılmasını istemek, intikam almak kastıyla, kâfir olarak ölmesi için beddua etmek küfür olmaz.

 

KÜFÜR SÖZLER HAKKINDA HÜKÜMLER

1- Küfür olduğunda ittifak olan bir sözü söyleyen kişinin, Müslüman iken yaptığı amelleri heder olur. Karısı boş olur. Mürted, yani İslam’dan dönen kişi bunlardandır. İrtidat üzere ölürse Müslüman kabristanına konmaz. Vakıflar bırakmışsa batıldır. İrtidadından önce hac etmiş ise, yeniden İslam’a döndüğünde haccını yeniden yapması gerekir. Yeniden nikahlanmadan, hanımına yaklaşamaz.

2- Küfür olduğunda ittifak olmayan bir sözü söyleyen kişinin tecdidi nikah yapması, tevbe ederek o sözünden dönmesi gerekir.

3- Hata ile söylenen küfür sözler, kişiyi kâfir yapmaz. Tevbe ve istiğfar etmelidir.

4- Bir kimse kendini küfre götüren bir söz söylese, sonra da tecdidi iman yapmak istese, önce o küfür sözden tevbe edip rücû etmesi gerekir. Sonra da tecdidi iman yapar.

Meselâ: Faizin helal olduğuna itikat ederek küfre girmişse, önce bu itikadından vazgeçecek yani faizin haram olduğuna inanacak, sonra da tecdidi iman yapacaktır. Faizin helal olduğu inancından vazgeçmeden şehadet getirmesi onun küfrünü gidermez.

Müslümanın sözünü iyiye hamletmek için karineler varsa, imkan varsa, onun küfrüne fetva vermemelidir. Kalbindekini ise ancak Allah Teâlâ bilir. Şayet o kalben küfürde ise, onun Müslümanlığına fetva vermek sadece dünyada Müslüman muamelesi yapmak, Müslüman kabristanına koymak gibi bir fayda verse de, ahirette hiçbir faydası yoktur.

Her Müslüman küfürden, şirk ve nifaktan Allah’a sığınmalı ve sabah akşam en az üçer kere şu duayı okumalıdır:

“Allâhümme innî eûzu bike min en üşrike bike şey’en ve ene a’lemü ve estagfiruke lima lâ a’lem inneke ente allâmül ğuyûb”

Meali: "Allah’ım! Bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğimden de affını dilerim. Muhakkak sen gaybı en iyi bilensin."

 

Ya Rabb’i! Bizi bize, bizi nefsimize bırakma.

Nefsimizin şerrinden, şeytanın şerrinden, şerirlerin şerrinden, şerir düzenlerin şerrinden, bütün kötülüklerden koru.

Her türlü küfürden, küfür sözlerden, nifaktan, şirkten koru.

Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan bizi öyle bir kul eyle.

Son nefesimize kadar Din-i Mübini İslam’a hizmetkâr eyle.

Kur’anî, Muhammedî ahlâkla ahlâklandır.

Müslüman olarak yaşat, Müslüman olarak ruhumuzu al. Müslüman olarak haşret.

Peygamberler, sıddıykler, şehitler ve salihlerle haşr eyle.

Ahir ve akibetimizi hayreyle.

Kabir azabından, mahşerin sıkıntılarından, cehennem ateşinden koru.

Cennetin ve cemâlinle müşerref eyle. ÂMİN.