ORUÇ TUTMANIN HARAM OLDUĞU GÜNLER
ORUÇ TUTMANIN MEKRUH OLDUĞU GÜNLER
ORUÇLUYA MEKRUH OLMAYAN ŞEYLER
ORUCU BOZAN VE KAZAYI GEREKTİREN ŞEYLER
HEM KAZAYI, HEM KEFFÂRETİ GEREKTİREN ŞEYLER
ADAĞIN SAHİH OLMASI İÇİN GEREKEN ŞARTLAR
Âkıl-bâliğ her Müslümanın tutması farz olan ramazan
ayı orucu, hicretin ikinci yılında, şaban-ı şerifin onuncu günü farz
kılınmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dokuz ramazan oruç tutmuş
ve Teravih namazı kılmıştır. Ramazanın farziyyeti kitap, sünnet ve icma ile
sabittir. İslam’ın beş şartından biridir.
“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)’lere yazıldığı
(farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı).”
(Bakara/183)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Her kim inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan
bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari,
Müslim)
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Ademoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yediyüz
misline kadar katlanır. Allah buyurdu ki: “Ancak oruç müstesnâ. Çünkü o benim
içindir. Onun mükafatını ancak ben verim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf
benim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır: Birinci sevinci iftar
ettiği zaman, ikinci sevinci ise Rabb’ine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız
kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.” (Buhari, Müslim)
Diğer bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır.
Cehennem kapıları kilitlenir. Şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Müslim)
Allah rızası için tutulan orucun fazileti pek
büyüktür. Oruç bir sabırdır. Bir rahmettir. Günahlara ve kötülüklere karşı bir
kalkandır. Bir zikir, bir tesbihtir. Melekler oruçlu için istiğfar ederler.
Onların bağışlanmasını dilerler. Bütün azalar zikir ve tesbih ederler. Yukarıda
zikri geçen hadis-i şerifte buyurulduğu gibi şayet inanarak ve karşılığını
yalnız Allah Teâlâ’dan bekleyerek oruç tutulursa, oruçlu için böyle
güzellikler, nice manevi dereceler vardır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yemek
yerlerken Hz. Bilal radıyallahı anhe, “Ya Bilal! Yemek yiyelim.” buyurdu. Bilal
radıyallahu anh de: “Ya Rasûlullah ben oruçluyum.” dedi. Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Biz rızıklarımızı yiyoruz.
Bilal’in rızkının fazlası cennettedir. Ey Bilal! Oruçlunun kemiklerinin tesbih
çektiğini, meleklerin de onun için yanında yemek yendikçe Allah’tan mağfiret
dilediklerini biliyor musun?” (İbn-i Mace)
Orucun dünyevî, uhrevî birçok faideleri vardır. Oruç
elbette yalnız Allah Teâlâ’nın rızası için tutulur. Dolayısıyla bunun karşılığı
çok büyüktür. Allah Teâlâ’nın rızasıdır. Günahların bağışlanmasıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Cennette Reyyan adında bir kapı vardır. Bu kapıdan
oruçlular çağrılır. Kim oruçlulardan ise oraya girer, giren ise asla susamaz.”
(Buhari, Müslim)
Ramazan, Müslümanlar arasındaki yardımlaşmayı doruk
noktaya yükseltir. Bilhassa zekat farzının ifâsı genellikle bu ayda yapıldığı
için, fakir, muhtaç, dul, yetim müslümanların büyük ölçüde ihtiyaçları
karşılanır.
Diğer taraftan vakıflar, topluma hizmet gâyesiyle
kurulan dernekler, bu mübarek ayda diğer aylara nazaran daha çok sosyal
faaliyette bulunurlar. Zenginler ile fakir ve muhtaçlar arasında bir köprü
vazifesi görürler.
Bu ayda gerek tutulan oruçlar, gerek kılınan Teravih
namazları, va’zu nasihatlar insanların kalblerini yumuşatır. Ayrıca oruca ve
ramazan ayına karşı genel saygı, insanların kötülüklerden el çekmesine ve hatta
diğer aylarda yaptıkları bir kısım günahları, içki ve benzeri günahları
terketmelerine, dolayısıyla suç oranlarının diğer aylara göre hızla düşmesine
vesile olur.
Her gün açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu
yaşayarak öğrenen varlıklı insanlar fakirlere karşı daha anlayışlı, daha
merhametli olurlar.
Ayrıca oruç bedene sıhhat verir. Gönüle sürur verir.
Başka zamanlarda yaşanılamayan mutluluklar yaşanır. İftar sofrasındaki
mutluluğu bir düşünelim. Aile reisi, hanımı, çocukları ile berâber sofraya
oturmuşlar. Önlerinde çeşit çeşit yiyecekler, içecekler var. Hiçbiri el
uzatmıyor. Kulakları ezanda, dilleri duada, kalbleri huzurda büyük bir huşû ile
bekleşiyorlar. Allahu Ekber ne hoş bir seda! Yaratıcının büyüklüğü bir daha
ilan ediliyor. O’nun ihsan ve ikramıyla dolu sofraya eller Besmele ile
uzanıyor. Diller duada: “Ya Rabbi! Sen’in için oruç tuttum. Sana inandım. Sana
tevekkül ettim ve Sen’in verdiğin rızıkla iftar ettim.” Böyle bir huzur, böyle
bir saadet manzarası, böyle bir mutluluk nerede yaşanılabilir? Bu manzara
dünyada yaşanılabilen cennet manzaralarından bir manzara değil midir?
Ramazan ayının, dolayısıyla ramazan orucunun
başlangıcı, ramazan hilâlini görmekle sabit olur. Ramazan bayramı ise, şevval
ayının hilalini görmekle başlar.
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmaktadır:
“Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutun ve onu gördüğünüz
zaman iftar edin. (Bayram yapın) Şayet hava kapalı ve bulutlu ise otuz gün oruç
tutun.” (Buhari, Müslim)
Hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere Müslümanların
hem ramazan hilâlini, hem de bayram hilâlini, yani şevval ayının hilâlini
gözetlemeleri, oruçlarına ona göre başlayıp, bayramlarını ona göre yapmaları
gerekmektedir. Bir memlekette bu vazifeyi hiç kimse yapmıyor, tamamen ihmal
ediliyorsa bütün Müslümanlar mes’ul olur.
Şayet hava bulutlu ve kapalı olur da, bayram hilâlini
görmek mümkün olmazsa, böyle bir durumda ne yapmamız, nasıl hareket etmemiz
gerektiği de çok açık olarak bildirilmiştir. Oruç, otuz güne tamamlanacaktır.
Keza ramazan hilâlini gözetlerken de durum aynıdır. Hava bulutlu ve kapalı
olursa hilâli görmek mümkün olmazsa, şaban ayı otuz güne tamamlanır. Sonra
oruca başlanır.
Rasathanede yapılan hesapların her zaman isabet
etmediği, hatta çeşitli merkezlerdeki rasathanelerin bazen ayrı ayrı neticeler
verdiği bilinen bir gerçektir.
Rasathanelerin hesabı ile hilâli gözetleme neticesinde
elde edilen bilgiler birbirini teyid ediyorsa mesele yoktur. Ancak bu bilgiler
birbirine aykırı ise, mesela, hilali gözetleyen kişi ramazan hilalini gördü de
rasathane hilal gözükmedi diyorsa, her hususta olduğu gibi bu hususta da
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin buyrukları doğrultusunda hareket
edecek, rasathaneye değil hilâli gözetleyene itibar edeceğiz.
Oruçlar, farz, vacip ve nafile olmak üzere üç
çeşittir.
1- Farz oruçlar:
a- Ramazan ayında tutulan oruç.
b- Farz olan ramazan orucunun kazası.
c- Keffâret orucu.
2- Vacip oruçlar:
a- Adak oruçları.
b- Kazaya bırakılan adak oruçlarının kazası.
3- Nafile oruçlar:
Bu oruçlar pek çoktur. Bir kısmı şunlardır:
a- Pazartesi, perşembe oruçları.
b- Muharrem, şaban aylarında tutulan oruçlar.
c- Şevval ayında altı gün tutulan oruçlar.
d- Her kamerî ayın on üç, on dört ve on beşinci
günleri tutulan oruçlar.
e- Zilhiccenin ilk dokuz günü tutulan oruçlar ve
benzerleri.
Bir kişiye orucun farz olması için iki şart vardır:
1- Müslüman olması.
2- Akıl baliğ olması.
Kendisine oruç farz olan bir kişinin bu farziyyeti
yerine getirmesi için de iki şart vardır:
1- Sıhhatli olmak:
Hasta olan bir kimse, şayet oruç tutarsa hastalığı
şiddetlenecek, ağırlaşacak veya ölümüne sebep olacak dereceye yükselecek ise ve
Müslüman mütedeyyin bir doktor tarafından muayene edilip böyle bir neticeye
varılmış ise orucunu tehir eder. İyileştiği zaman kaza eder. Ancak oruç tutmak
bu kadar ağır bir netice vermeyecekse, hasta için orucunu tutmak daha
faziletlidir. Hasta olmamakla beraber çok yaşlı olan, güç ve kuvvetini
kaybeden, ölünceye kadar bu güçsüzlüğü, bu zaafiyeti devam etmesi kuvvetle muhtemel
olan kişiler de oruçlarını tutmazlar. Her gün için bir fidye verirler. Bir
fidye, bir kişinin sabah ve akşam doyabileceği kadar yemek yedirmektir veya
bunun karşılığında nakit paradır. Şayet bu ihtiyar ölmeden önce yeniden güç
kuvvet sahibi olursa, tutmadığı oruçları kaza etmesi gerekir.
2- Mukim olmak, yani yolcu olmamak:
Ramazan-ı şerifte en az doksan kilometrelik bir
yolculuğa çıkan kişi, bu yolculuğun devamı müddetince oruç tutmayabilir.
Tutmadığı oruçları ramazandan sonra kaza eder. Çünkü yolculukta çeşit çeşit
sıkıntılar vardır. Bu ruhsat Allah Teâlâ’nın kullarına bir ihsanı, bir
ikramıdır.
Ancak bu ruhsata rağmen kendini güçlü hisseden,
yolculuğun meşakkatlerine dayanıklı olan bir kimsenin oruç tutması daha güzel
olur.
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her
kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç
tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış, hastalık gibi devamlı mazereti olup
da oruç tutmaya güç yetiremeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakirin doyumu
kadardır. Bunun dışında kim gönüllü bir hayır yaparsa bu kendisi için daha
hayırlıdır. Eğer gerçekleri anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız
sizin için daha hayırlıdır.
Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve
doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen
aydır. Sizden her kim hilâli görürse oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu
olursa tutmadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.
Allah size kolaylık ister. Zorluk istemez. O, sayıyı
tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı tazim etmenizi ister.
Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara, 184-185)
Hamza bin Amr el-Eslemi radıyallahu anh, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve selleme, “Yolculukta oruç tutmayayım mı?” diye sordu. Bu
zat çok oruç tutardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İstersen tut, istersen tutma.” (Buhari, Müslim)
Düşmanla savaşanlar, oruç tuttuğu zaman kendisinin ve
çocuğunun zarar görme ihtimali kuvvetli olan emzikli kadınlar, oruç tutmazlar,
sonra kaza ederler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi
için yola çıktı. Ramazan ayında idiler. Kurâ’ul Ganim denilen yere ulaşana
kadar oruç tuttu. Sefere katılanlar da onunla beraber oruç tuttular. Sonra bir
bardak su istedi. İnsanların gözü önünde kaldırıp içti. Daha sonra bir kısım
insanların oruç tutmaya devam ettiğini kendisine bildirdiler. Şöyle buyurdu:
“Onlar âsîlerdir. Onlar âsîlerdir.” (Müslim, Tirmizi)
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah yolcudan namazın yarısını kaldırdı. Ona oruç
tutmamaya müsaade etti. Çocukları hakkında (yetersiz beslenme sebebiyle) bir
endişeye düştükleri takdirde emzikli ve hamile kadına oruç tutmamaya izin
verdi.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Ancak ramazan-ı şerifte oruç tutmanın fazileti pek
büyüktür. Bu fazileti kaçırmamaya azami derecede dikkat etmelidir. Hele hiçbir
mazereti olmadan ramazan orucunu tutmayanlar, çok basit bahanelerle kaçamak
yapanlar cidden mahrum insanlardır.
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Her kim ruhsatsız ve hasta olmadığı halde, ramazanda
oruç tutmazsa (ramazan dışında) bir sene oruç tutsa bile onun (sevabını) elde
edemez.” (Buhari, Müslim)
Orucun yerine getirilmesinin sahih olması için iki
şart vardır:
1. Niyet etmek:
Niyette aslolan kalbdir. Farz, vacip ve nafile oruçlar
için kalb ile niyet etmek kâfi olduğu gibi, oruç tutmak için sahura kalkmak da
niyettir. Niyetin dil ile yapılması ise menduptur.
Niyetin Vakti:
a- Ramazan orucu.
b- Nafile oruçlar.
c- Tayin edilmiş adak oruçları için niyetin vakti:
Güneşin batışından başlar, kuşluk vaktine kadar devam eder. Ancak bu oruçlara
geceleyin niyet etmek daha faziletlidir.
Bir kimse, “Nezir ettim. Perşembe günü oruç
tutayım.” diye adak yaparsa, bu oruç
tayin edilmiş yani zamanı, günü belirlenmiş bir adak orucu olmuş olur.
Fakat, “Nezrim olsun. Bir gün oruç tutayım.” diye oruç
adarsa bu oruç mutlak adak orucu olmuş olur. Çünkü zamanı, günü
belirlenmemiştir. Bu adak orucunu herhangi bir günde, herhangi bir zamanda tutabilir.
a- Bütün kaza oruçları.
b- Keffaret oruçları.
c- Mutlak adak oruçları için niyetin vakti gecedir
veya ikinci fecrin başlangıcında yapılması şarttır.
Ayrıca bu oruçlar için tayin şarttır. Şöyle ki:
Tutacağı orucun kaza orucu mu, keffaret orucu mu, adak orucu mu olduğunu
belirlemesi ve mesela: “Şu adak orucumu tutmaya niyet ettim.” demesi gerekir.
Ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi
gerekir.
2- Hayız, nifas hallerinden temizlenmiş olmak:
Hayız: Kadınların ay hali.
Nifas: Lohusalık halidir.
Bu durumda olan kadınlardan belirli bir müddet kan
gelir. Bu kan tamamen durup gusül, boy abdesti almadan ve temizlenmeden
kadınların oruç tutmaları caiz değildir. Bu da onlar için bir kolaylık, bir
ruhsattır. Allah Teâlâ’nın bir ikramıdır.
Hayız ve nifas halinde oruç tutan kadınların
tuttukları bu oruç, ramazan orucundan sayılmaz. Ramazan çıktıktan sonra kaza
etmeleri gerekir.
1- Sahur
yemeği yemek:
Fazilet, sahur yemeğini yememekde değil bilâkis bir
hurmayla, bir yudum su ile de olsa sahur yapmaktadır.
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Sahura kalkın. Çünkü sahurda bereket vardır.”
(Buhari, Müslim)
“Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü o, mübarek bir yemektir.”
(Nesai)
2- Sahur
yemeğini geç yemek:
Mâlik bin Âmir radıyallahu anh, Aişe radıyallahu
anhaya şöyle diyor:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından iki
kişi var, birisi iftarda acele ediyor, sahurda ağır davranıyor, ötekisi iftarı
geç, sahuru ise erken yapıyor.” Hz. Aişe radıyallahu anha: “Hangisi iftarı
erken, sahuru geç yapıyor? “diye sordu.
“Abdullah bin Mesud radıyallanu anh.” dedi. Bunun
üzerine Hz. Aişe radıyallahu anha validemiz:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de öyle
yapardı.” buyurdu. (Müslim)
İftarı acele etmek, sahuru geciktirmek bütün
peygamberlerin sünnetindendir.
3- İftarda
acele etmek:
Akşam ezanından önce iftar sofrası hazırlanmalı. Aile
reisi, hanımı ve çocukları ile beraber sofraya oturup ezanın okunmasını büyük
bir huşû ve huzur içinde beklemelidir. Ezan okunur okunmaz da, ya bir hurma ile
ya da su ile eûzü besmele çekip iftar etmelidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Kim hurma bulursa onunla iftar etsin. Hurma bulamazsa
su ile iftar etsin. Çünkü su temizdir.” (Tirmizi)
İftar etmeden akşam namazını kılmamalıdır. İftar edip
ilk lokmasını yediği zaman da:
“Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke
tevekkeltü ve alâ rızgıke eftartu - Ey Allah’ım! Senin için oruç tuttum. Sana
iman ettim. Sana güvenip dayandım ve senin verdiğin rızıkla iftar ettim.” diye
dua etmelidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“İnsanlar iftar etmekte acele ettiği müddetçe hayır
üzere bulunurlar.” (Buhari, Müslim)
“Allah azze ve celle şöyle buyurdu: Kullarım içinde en
çok sevdiğim, iftar yapmakta acele edenlerdir.” (Tirmizi)
“İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe dinin
üstünlüğü devam eder. Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar iftarı geciktirirler.” (Ebu
Davud)
1- Ramazan Bayramı’nın birinci günü
2- Kurban Bayramı’nın dört günü
1- Kadın için kocası izin vermeden oruç tutmak.
2- Şaban ayının otuzuncu günü (Şek günü) ramazan
orucuna niyet edilerek tutulan oruç. Her ayın son gününü oruçlu geçirmeyi âdet
edinen kişinin şek günü oruç tutması mekruh değildir. Bir de ifşa etmemek şartı
ile alimlerin o gün oruç tutması mekruh değildir.
3- İftar etmeden iki üç gün peşi peşine oruç tutmak.
4- Yalnız cuma günü, yalnız cumartesi günü oruç
tutmak.
5- Yalnız muharremin onuncu (Aşure) günü oruç tutmak.
Çünkü Yahudiler o güne saygı duyar ve oruç tutarlardı.
6- Ateşperestlerin bayram olarak kutladığı Nevruz günü
(ilkbahar şenliği), Mehrican (sonbahar şenliği) oruç tutmak.
7- Güçsüzlük vereceği, dolayısıyla menasık-ı haccı
yerine getiremeyeceği ihtimali olan kişilerin tevriye ve arefe günlerinde, yani
zilhicce ayının sekiz ve dokuzuncu günleri oruç tutmak.
Oruç tutmanın haram ve mekruh olduğu günler hususunda
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir kısım buyrukları şöyledir:
Ebu Said radıyallahu anh şöyle dedi:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki günün
orucunu yasakladı. Ramazan Bayramı’nın ilk günü ve Kurban Bayramı günlerini.”
(Buhari, Tirmizi)
“Sakın biriniz ramazandan bir veya iki gün önce oruç
tutmasın. Ancak daha önce oruçlu ise devam edebilir.” (Buhari)
“Günler arasında oruç tutmak için yalnız cuma gününü
ayırmayın. Yalnız (o gün) sizden birinizin tutmakta olduğu orucun arasına
rastlarsa başka.” (Buhari, Müslim)
1- Misk ve gül koklamak. Misvak kullanmak.
2- Kendinden emin olmak ve aşırı olmamak şartıyla
hanımını öpmek ve okşamak.
3- Göze sürme çekmek, bıyığı yağlamak.
4- Ağıza su alıp çalkalamak.
5- Buruna su çekmek.
6- Hacamat olmak, kan aldırmak. (Zayıf düşmeyeceğinden
emin olursa)
7- Kocası kötü huylu olan bir kadının, pişirdiği
yemeği yutmamak şartıyla tuzuna, tadına bakması.
1- Herhangi bir şeyin bir mazeret yokken tadına
bakmak.
2- Yiyecek bir şeyi çiğnemek.
3- Tükrüğü ağızda biriktirip yutmak.
4- Sakız çiğnemek.
5- Aşırı derecede hanımını öpmek, okşamak.
6- Çıplak olarak hanımı ile boyun boyuna sarılmak.
7- Gerek abdest alırken ve gerekse gusül yaparken ağız
ve buruna aşırı derecede su çekmek.
1- Unutarak yemek, içmek, cinsi münasebette bulunmak.
2- Uykuda ihtilam olmak, cünüp olarak sabahlamak.
3- Ağıza gelen balgamı, buruna gelen akıntıyı çekip
yutmak.
4- Elinde olmayarak boğaza duman, toz, sinek girmek.
5- Dişler arasında kalan nohuttan küçük kırıntıyı
yutmak.
6- Ağıza gelen az miktardaki kusmuğu yutmak.
7- Ağıza gelen kusmuğun kendiliğinden geri gitmesi.
8- Ağıza kendiliğinden kusmuk gelmesi çok bile olsa
yutulmaz ise orucu bozmaz.
Kaza: Günü gününe oruç tutmak demektir. Yolculuk,
hastalık, hayız sebebiyle ramazan orucunu tutamayan kişilerin ramazan ayı
sonrasında tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Farz olan oruçların
kazası da farzdır. Bozulan nafile bir orucun, bozulan bir adak orucunun da
kazası gerekir.
1- Sade un yemek. Leblebi unu hariç. Çünkü onu yemek
adettendir.
2- Çiğ pirinç yemek. Kokuşmuş, tiksinti veren et
yemek.
3- Bir defada çok tuz yemek.
4- Kâğıt ve benzeri yenmesi âdet olmayan şeyleri yutmak.
5- Ceviz, fındık ve bademi kabuğu iyice sertleşince
kabuğu ile beraber yutmak.
6- Taş, demir, bakır gibi madenî maddeleri yutmak.
7- Buruna ilaç çekmek. Su çekilir de genize kadar
ulaşırsa aynı hükümdedir.
8- Kulak içine yağ damlatmak.
9- Boğaza kaçan yağmur veya karı kendi isteği ile
yutmamak. Kendi isteği ile yutarsa keffaret gerekir.
10- Birine orucu zorla yedirmek.
11- Zorla ilişkide bulunulan kadına da kaza gerekir.
12- Ağız dolusu kusuntu getirmek.
13- Kendi isteğiyle genzine duman çekmek.
14- Fecir doğduğuna şüphe edip sahur yemeği yemek,
cinsi münasebette bulunmak.
15- Ağız ve burnu yıkarken boğaza veya genize hatâen
su kaçırmak.
16- Güneş battı zannıyle iftar etmek.
17- Önce unutarak yemek, içmek. Sonra da “orucum
bozuldu” zannederek bilerek yiyip, içmek.
18- Ramazan orucuna niyet etmeden, orucu yemek.
19- Makada su veya yağ gibi bir şey akıtmak. Bez,
pamuk gibi bir şey sokmak.
20- Kadının tenasül uzvuna bir şey damlatmak. İçinde
kaybolacak şekilde bir bez veya benzeri bir şey sokmak.
Keffâret: Bile bile oruç bozmanın cezası olarak hiç
ara vermeden üst üste iki ay oruç tutmaktır. Şayet oruç tutmaya gücü yetmeyecek
kadar çok yaşlı veya iyileşme imkanı olmayan ağır bir hasta ise, altmış fakiri
akşamlı sabahlı doyurmak veya bu altmış fakirden her birine bir sadakayı fıtır
vermek gerekir.
1- Karşılıklı olarak istenerek yapılan cinsi
münasebet.
2- Yiyeceklerden bir şey yemek, içeceklerden bir şey
içmek.
3- Ağıza giren yağmur, kar ve doluyu yutmak.
4- Enfiye çekmek, sigara içmek.
5- Çiğ et, iç yağı yemek. Her ne kadar bunları çiğ
olarak yemek âdetten değilse de, ilaç olarak kullanılmak da, yenildiği zaman
gıda olmaktadır.
6- Buğday, arpa, susam taneleri yutmak veya çiğneyerek
tadını almak.
7- Az miktarda tuz yemek.
8- Kil, toprak gibi şeyleri yemeği âdet edinen kişinin
bunları yemesi.
9- Karısının tükrüğünü yutmak.
10- Gıybet ettikten, kan aldırdıktan, hanımını öpüp
okşadıktan sonra orucum bozuldu diye bilerek orucunu bozmak.
Keffâret orucunu hiç ara vermeden tutmak gerekir.
Özürsüz olarak, ya da yolculuk, hastalık gibi bir sebeple keffâret orucunu
yese, keffârete yeniden başlaması gerekir. Keza keffâret orucu, oruç tutulması
haram olan Ramazan Bayramı’nın ilk gününe veya Kurban Bayramı’nın ilk gününe
rastlarsa yeni baştan tutması lâzımdır.
Kadınların nifas haline rastlarsa keffâret orucuna
yine baştan başlamak gerekir. Ancak kadınların hayız hali bundan müstesnadır.
Çünkü bundan sakınmak mümkün değildir.
Bir kimse bir ramazan veya bir kaç ramazanda, bir kaç
defa keffâreti icap ettirecek şekilde oruç bozsa, hepsi için bir keffâret
gerekir. Ancak keffâret orucunu tuttuktan sonra yeniden böyle bir hâl zuhur
etse yeniden keffâret orucu tutması gerekir.
Adak: Haram olmayan bir işi yapmak için söz vermektir.
Kendisine bir işin yapılmasını vacip kılmaktır.
Adak: Allah rızası için ibadet kastıyla yapılırsa
makbuldür, memduhtur. Herhangi bir dünya işi için birşey adamakta bir sevap
yoktur. Yapılan adakları yerine getirmek gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Adaklarını yerine getirsinler.” (Hac/29)
Günahı gerektiren bir adağı yerine getirmek şöyle
dursun, onu adamak bile günahtır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Kim Allah’a itaat etmeyi adarsa, ona itaat etsin. Kim
ona isyan etmeyi adarsa, isyan etmesin.” (Buhari)
1- Adak yapılan şeyin cinsinden farz veya vacip bir
ibadet olmalıdır. “Yarın oruç tutayım.” diye adak sahih iken, “Yarın arkadaşım
filanı ziyaret edeyim.” demek sahih bir adak olmaz. Çünkü bu adağın cinsinden
bir farz veya vacip ibadet yoktur.
2- Adak edilen şey aslında günah olmamalıdır. Meselâ:
“İntihar edeyim.” diye adak caiz değildir.
3- Adak edilen şey muhal olmamalıdır. Geçmiş bir günde
oruç tutmayı adamak gibi.
4- Adak yapılan şeye adak yapanın gücü yetmelidir.
Fakir bir kimse asla güç yetiremeyeceği şekilde bir nezirde bulunursa bu,
geçersiz olur. Meselâ: “Yüz kilo altın tasadduk edeyim.” diye adak yapması
gibi.
5- Adanan şey başkasına ait bulunmamalıdır.
Meselâ: “Komşum Hasan’ın filan bahçesini adadım.”
demek gibi. Bu sahih bir adak değildir.
Meşru bir sebeple oruç tutmayı adamak, o orucu kendisi
için vacip kılmış olur. Orucu tutmaz ise günahkâr olur.
Niyet edip tutmaya başladığı adak orucunu herhangi bir
sebeple bozan kişiye, bu orucu kaza etmek vaciptir. Kaza etmediği taktirde
günahkâr olur.
Yukarıda da ifade edildiği gibi bir çok nafile oruç
vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kısmını çoğunlukla, bir
kısmını zaman zaman tutmuşlar, biz Müslümanlara da tavsiye etmişlerdir.
1- Pazartesi, perşembe oruçları:
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmaktadır:
“Ameller Allah’a pazartesi ile perşembe günü sunulur.
Ben amelimin oruçlu iken sunulmasını isterim.” (Tirmizi)
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme pazartesi
gününün orucundan soruldu da o şöyle buyurdu: “O, benim doğduğum, Peygamber
olarak gönderildiğim ya da Kur’an’ın bana indirildiği gündür.” (Müslim)
2- Eyyamı Bîd’de oruç tutmak:
Kamerî ayın eyyam-ı bîd denilen on üç, ön dört ve on
beşinci günleri oruç tutmak da çok faziletlidir.
İbni Milhan radıyallahu anh şöyle bir rivayette
bulunuyor:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, eyyam-ı bîd
olan (her) ayın on üç, on dört ve on beşinci günleri oruç tutmamızı emrederdi
ve şöyle derdi: “O, tüm yılın orucu gibidir.” (Ebu Davud, Nesai)
3- Şevval ayı orucu:
Şevval ayından altı gün oruç tutmanın sevabı çok
büyüktür. İlk onunda iki gün, ikinci onunda iki gün, üçüncü onunda da iki gün
oruç tutmak daha faziletlidir. Altı günü arka arkaya tutmakta da bir kerâhet
yoktur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Kim ramazan orucunu tutar da, şevval ayından da ona
altı gün katarsa, tüm sene oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim)
4- Muharrem ayının dokuz ve onuncu günü orucu:
Muharremin onuncu günü Aşûre günüdür. O gün hem
Müslümanlar, hem de Yahudi ve Hristiyanlarca mübarek bir gündür. Dolayısıyla o
günde Yahudi ve Hristiyanlar da oruç tutarlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Ramazandan sonra en üstün oruç, Allah’ın ayı olan
muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en üstün ve değerli
namaz da gece yarısında kılınan (Teheccüd) namazıdır.” (Müslim)
İbni Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Aşûre günü
(muharrem ayının onuncu günü) oruç tutup, o gün oruç tutulmasını da emredince
dediler ki: “Ya Rasûlallah! Bu Yahudi ve Hristiyanların saygı gösterdiği bir
gündür.” (Bunun üzerine) şöyle buyurdu: “İnşaallah gelecek sene (ye ulaşırsam)
dokuzuncu gün de oruç tutarım.” Fakat gelecek sene gelmeden Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem vefat etti.” (Müslim, Ebû Davud)
Diğer bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
“(Muharremin) dokuzuncu ve onuncu günü (Aşûre günü)
oruç tutmak suretiyle Yahudilere muhalefet ediniz.” (Tirmizî)
5- Şaban ayında oruç tutmak:
Hz. Aişe radıyallahu anhadan şöyle rivayet edilmiştir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devamlı oruç
tutardı. Hatta, galiba hiç açmadan orucuna devam edecek, derdik. O kadar da
uzun süre tutmazdı ki, galiba artık hiç oruç tutmayacak derdik.
Ramazandan başka tam ay oruç tuttuğunu hiç görmedim.
Şaban ayından daha çok (nafile) oruç tuttuğu bir ay da görmedim.” (Buhari,
Müslim”
Üsâme radıyallahu anhten:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ya
Rasulallah! Hiçbir ayda, şaban ayı kadar oruç tuttuğunu görmedik.” denildi.
O şöyle buyurdu:
“O, recep ile ramazan arasında insanların gafil olduğu
bir aydır. O, amellerin Âlemlerin Rabbi’ne yükseltildiği bir aydır. Onun için
amelimin Rabbime ben oruçlu iken yükseltilmesini isterim.” (Nesaî)
6- Zilhicce ayında tutulan oruçlar:
Zilhicce hac ayıdır. Zilhiccenin onuncu günü Kurban
Bayramı’dır. Kurban Bayramı’ndan bir gün önceki güne arefe denir. Arefeden bir
gün önceki güne de tevriye denir. Zilhiccenin ilk dokuz günü bilhassa arefe
günü orucu çok faziletlidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
“Salih ameller ve ibadet etmek için Allah’ın en çok
sevdiği günler zilhiccenin ilk on günüdür. Çünkü onun her gününün orucu bir
seneye, her gecenin kıyamı da (ihyası da) Kadir gecesinin ihyasına denktir.”
(Tirmizi)
Diğer bir hadisi şerifte şöyle buyuruluyor:
“İçinde salih amellerin bulunduğu günlerin, Allah
katında en sevimli ve makbul olanı zilhiccenin ilk on günüdür.”
Dediler ki:
“Cihad da mı bu kadar kıymetli değildir?”
“Cihad da bu denli değerli değildir. Ancak kişi malı
için çıkar, canı ile savaşıp da geri dönmeden şehid düşerse başka.” buyurdu.
(Buhari, Tirmizi)
Rasulllah sallallahu aleyhi ve sellem arefe günü orucunun
fazileti için de şöyle buyurdu:
“Arefe gününün orucuna gelince, Allah’tan umarım ki, o
(oruç) sonraki bir senelik ve önceki bir senelik (günahlara) keffâret olur.”
(Tirmizi)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine-i
Münevvere’ye hicretlerinden sonra vefatlarına kadar ramazan-ı şerifin son on
günü her sene itikâf yapmışlardır. İtikaf, bir mescitte veya mescit hükmünde
olan bir yerde ibadet etmek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetini
icra etmek maksadıyla durmaktır.
Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle rivayet etti:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ölünceye
kadar, ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. Ondan sonra hanımları da
itikâfa girdiler.” (Buhari, Müslim)
İtikafın fazileti hakkında Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İtikâfa giren kişi, günahları hapsedip sevapların
tümünü elde eden kişi gibi, kendisine sevaplar kazandıran kişidir.” (İbni Mace)
İtikâf üç nevidir:
1- Vacip itikâf: Dil ile adanan itikâf vaciptir.
2- Sünneti müekkede olan itikâf: Ramazan-ı şerifin son
on gününde yapılan itikâf ise müekked bir sünnet-i kifayedir. Yani bir beldede
bir kimse ramazanın son gününde itikâfa girerse, diğer Müslümanlardan bu sünnet
düşmüş olur.
3- Müstehab itikâf: Ramazanın son on gününün dışında
herhangi bir zamanda ibadet niyeti ile bir mescitte itikâfa girmek müstehaptır.
1- İtikâf yapan kişi Müslüman, akıllı ve temiz
olmalıdır. Gayri müslimin, deli ve mecnunun, cünübün, hayız ve nifas halinde
olan kadının itikâfı caiz değildir. Ancak itikâf için hürriyet, erkeklik ve
akıl baliğ olmak şart değildir. Yani köle ve esirlerin, kadınların, akıllı
çocukların itikâfı caizdir. Ancak kadınların kocalarından, kölelerin
efendilerinden izin almadan itikâfa girmeleri uygun değildir.
2- İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır. Çünkü bütün
ameller niyete bağlıdır. Niyetsiz bir amel geçerli değildir.
3- İtikâf mescitte yahut mescit hükmünde olan bir
yerde yapılmalıdır. Cuma namazı kılınan, cemaati çok olan camilerde yapılması
daha faziletlidir. Kadınlar için mescit kendi evleridir. İtikâf için bir oda
ayırıp orada itikâfa girerler.
4- Vacip olan itikâf için oruçlu olmak gerekir. Diğer
itikâflar için böyle bir mecburiyet yoktur.
1- İtikâfı mescitlerin en faziletlisinde, ramazanın
son on gününde yapmak.
2- İtikâf müddetince Kur’an tilavetinde bulunmak,
hadis-i şerif okumak, namaz kılmak, zikir, dua etmek.
3- Temiz elbiseler giyip, güzel kokular sürünmek.
4- Hayır konuşmak, zaruret olmadıkça dünya kelamı
konuşmamak.
1- İtikâf edilen camiden zaruret olmadan çıkmak.
2- Cinsi münasebette bulunmak.
3- Cinsi münasebete vesile olacak derecede hanımını
öpmek, okşamak.
4- Cinnet getirmek.
5- Bayılmak.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Mescitlerde itikâfa girdiğiniz zaman kadınlarınıza
hiç yaklaşmayın (gece de, gündüz de). Bunlar Allah’ın yasak hudutlarıdır.”
(Bakara/187)