Faiz, çeşitli
asırlarda, insanlığın başına bela olmuş, toplumları felâketten felâkete
sürüklemiş, nice haramzâdelerin iştahını kabartarak, çalışmadan, yorulmadan,
hiçbir emeği olmadan kazanmalarına ve dolayısıyla nice ocakların sönmesine,
iktisâdî hayatın felç olmasına sebep olmuştur.
İslam öncesi toplumlarda faiz muameleleri çok yaygındı
ve hatta ayet-i kerimede zikredildiği gibi, "Ed’âfen müdaafa - kat kat
artırarak" faiz muamelesi yaparlardı. Şöyle ki: Bir kişi vadesi tamam olup
da borcunu ödeyemeyince, vermesi gereken faiz, ana paraya eklenerek bu paranın
tamamı yeni bir faize tâbi tutulur ve
ileri bir tarihe ertelenirdi. Böylece zaten maddî durumu zayıf olan borçlular
ağır faiz yükü altında ezilir, fakirleştikçe fakirleşir, öyle ki bütün mal
varlığını verseler borçlarını ödeyemeyecek duruma düşerlerdi. Neticede
kavgalar, kargaşalar ve hatta kıtaller vukû bulurdu.
İslam her türlü kötülüğü, ahlâksızlığı ve pisliği
ortadan kaldırdığı gibi, iktisadî ve manevî bir pislik olan faiz pisliğini de
ebediyen yasaklamıştır.
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Faiz yiyen kişiler, alışveriş de faiz gibidir,
demelerinden dolayı (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış
olarak kalkarlar. Halbuki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan
sonra kimse rabbinden bir öğüt gelir de, faizden vazgeçerse, geçmişte almış
olduğu kendisinindir ve işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse işte
onlar ateşin yâranıdırlar, orada devamlı kalırlar.
Allah faizi mahveder. (Faiz karışan malı helak eder,
bereketini giderir.) sadakaları çoğaltır. (İçinden sadaka verilen malı
ziyadeleştirir, bereketlendirir.) Allah çok nankör (faizi helal saymakta musır)
günahkâr (faizi yemekte ısrarlı) hiç kimseyi sevmez." (Bakara/275-276)
Birinci ayet-i kerimede geçen "Şeytan çarpmış
gibi kalkmak." ifadesi, Kurtubî, Beyzavî, Ruhul Beyan, Nesefî, Hâzin
tefsirlerinde (cünûn) deli, (mesrû) sârâlı bir kişi gibi kalkar diye tefsir
edilmiştir. Demek ki faiz yiyen kişiler, mezarlarından kalktıkları zaman, bir
deli ve bir saralı hasta gibi düşe kalka, ne yaptığını bilmez bir şekilde,
perişan, utanç verici bir durumda, sağa sola yalpa vurarak yürümeye
çalışacaklardır. Bu durum onlara takdir edilen bir çeşit ceza olacaktır. Mahşer
ve hesaptan sonraki ceza ise ayet-i kerimede ifade edildiği gibi ateştir.
Abdullah ibni Abbas radıyallahu anh şöyle diyor:
"Allah Teâlâ, faiz yiyen kişinin ne sadakasını,
ne haccını, ne cihadını ve ne sılay-ı rahmini kabul eder." (Tefsiri Hazin)
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer
inanıyorsanız, (ana paranın dışında) kalan faizi almayın.
Şayet (bunu) yapmazsanız, Allah ve Rasûlü tarafından
ilan edilmiş bir harp ile karşı karşıya olduğunuzu bilin. Eğer tevbe ederseniz,
ana paranız sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz ne de zulme uğramış
olursunuz." (Bakara/278-279)
Faiz haram kılındıktan sonra geçmişte alınıp verilen faizler
affedilmiş ancak halen borçluda bulunan, alınmamış faizleri almak
yasaklanmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine döneminin
sonlarında yasaklanan faiz konusunda Müslümanları sık sık uyarmıştır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, 632. miladi
yılında Arafat’ta yüz binden fazla Müslümana irâd buyurduğu meşhur Vedâ
Hutbesi’nde şöyle demiştir:
"Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu
sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Ayağımın altındadır. Ancak
borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Allah’ın emriyle artık faizcilik yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin
her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abbas bin
Abdulmuttalib’in (amcamın) faizidir."
Görüldüğü gibi faiz haram kılındıktan sonra hemen
uygulamaya geçiliyor. Tebliğe yakın akrabasından başlayan Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem İslamî emir ve nehiylerin uygulanması hususunda da yakın
akrabasından başlıyor.
Faiz konusunda şu hadis-i şerifi duyan, öğrenen bir
Müslüman değil faizle iştigal etmek, onun sözünü etmekten bile çekinir.
"Faiz yetmiş büyük günaha tekabül eder ki,
bunların en hafifi kişinin annesi ile cinsî münasebette bulunmasıdır."
(İbni Mace)
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
Cabir radıyallahu anh şöyle dedi:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, faizi
yiyene, yedirene, kâtibine ve şahitlerine lânet etti ve onlar müsavidirler,
buyurdu.” (Müslim)
Hayâsızca açılıp, saçılmak, mahrem yerlerini teşhir
etmek nasıl cahil, geri, putperest eski kavimlerin, toplumların âdeti ise, faiz
de öyledir. Geri kalmış, cahil ve putperest toplumlar faizi bir ticaret
vasıtası olarak kabul ediyor, fakir ve muhtaçları acımasız bir şekilde
sömürüyorlardı.
Zamanımızda kendilerine, çağdaş, aydın yakıştırması
yapan bir sürü cahil, inançsız, yarı okumuş zavallılar da faizi ticaretin
olmazsa olmaz şartı kabul ediyor ve savunuyorlar. Bilmiyorlar ki iktisadî
hayatın felç olması, toplumun perişan olması, insanlarda şefkat ve merhamet
duygularının dumûra uğraması hep bu faiz belasından kaynaklanmaktadır.
Bir kısım insanlar faizli krediler alarak işini
genişletmek, daha çok para kazanmak istiyorlar. Bilinmelidir ki faizle yapılan
işlerin hiçbir bereketi olmaz. Allah Teâlâ ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemle savaş halinde olan bir kişinin, bir toplumun âkıbetinin nasıl
olacağını bir düşünelim. Sonuç, mutlak hüsran, zillet ve perişanlıktır.
Faizle yapılan ticaretlerde, malın zahiren çoğaldığı
da olabilir. Aslında o çoğalma gerçek bir artış değildir. Mal zahirde çoğalsa
da, hakikatte durmadan azalmakta, sahibinin başına türlü türlü belâ ve
musibetler gelmekte, asla huzur bulamamakta, zelil ve rüsvay olmaktadır.
Ahiretteki rüsvaylık ise çok daha kötü olacak, cehennem ateşiyle azap
olunacaktır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Faizden mal çoğaltan hiçbir kimse yoktur ki,
işinin sonu, malın azalmasına dönüşmesin." (İbni Mace)
Nitekim yukarıda mealini zikrettiğimiz Bakara
suresinin 276. ayetinde de: "Allah faizi mahveder (faizin karıştığı malın
bereketini giderir) sadakaları ise (içinden sadaka verilen malı
bereketlendirir) Allah çok nankör, günahkâr kimselerin hiçbirini sevmez."
buyurularak, faizin zahirde malı çoğalttığı zannedilse de, gerçekte malın
azalmasına, bereketinin zâil olmasına sebep olduğu, sadakanın ise zâhirde malı
azalttığı zannedilse de gerçekte malın bereketlenmesine, çoğalmasına sebep
olduğu beyan edilmektedir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Miraca götürüldüğüm gece, karınları odalar gibi
(büyük) bir kavmin üzerine vardım. Karınlarında dışardan görülebilen yılanlar
vardı. Bunlar kimler ya Cibril? diye sordum. Cebrail, bunlar faiz yiyenlerdir,
dedi." (İbni Mace)
20. asırda yaşanılan câhilî hayat 21. asrın şu ilk
yıllarında da bütün kötülükleri, ahlâksızlıkları, zulümleri ile hızla devam
etmektedir. Faiz, fuhuş, çıplaklık, içki, kumar, dinsizlik, din düşmanlığı,
zulüm ve soykırım bu asırların simgesi haline gelmiştir.
Öyle ki bu kötülükleri bizâtihî yapmayan Müslümanlar
da dolaylı yollardan, yani bu din dışı ahlâksızlıklara, kötülüklere tavır
almayarak, ses çıkarmayarak, olanlara tepki göstermeyerek, belki de göz yumarak
ortak olmaktadırlar.
Belki açıktan ve bilerek faiz yemiyorlar ama, faizle
iştigal eden kişileri ikaz etmiyorlar. Yaptıkları işin haram olduğunu
söylemiyorlar. Belki de verdikleri yalan yanlış bilgilerle, insanların daha da
çok harama, faize dalmalarına sebep oluyorlar. Bilerek veya bilmeyerek
faizcilerin sofrasında bulunuyor, onlarla düşüp kalkıyorlar. Böylece onlar da
faizden nemalanmış oluyorlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki
onlardan faiz yemeyen hiç kimse kalmayacaktır. Faiz yemeyene de faizin tozu
isabet edecektir." (İbni Mace)
Zamanımız o zamandır. Maalesef yaşadığımız asrın
insanında helal haram hassasiyeti zaafa uğramış, mal makam, riyaset hırsı,
dünyaperestlik toplumumuzu bir nevi esir almıştır.
Bir kısım Müslümanlar ticarî meselelere dini hükümler,
İslami hassasiyetler açısından değil de kâr zarar zâviyesinden yaklaşıyorlar.
Herhangi ticarî bir konuda kâr varsa hemen üzerine abanıyorlar. Yaptıkları
ticaretin İslamî esaslara uyup uymadığına pek aldırış etmiyorlar. Bir kısmı da
yaptıkları gayri İslamî ticarete İslamî bir kılıf giydirmek için bu hususta
hassasiyeti olmayan bazı kişilerden fetva alarak güyâ rahatlıyorlar. Neticede
aldanıyor ve aldatıyorlar.
Diğer taraftan bazı kişiler de makam, mevki ve riyaset
uğruna İslami hükümleri tevil ediyor, ne Kur’an’da ne de sünnette bir delili
olan mazeretlerle İslam’ın asla müsâade etmediği günahları irtikap ediyorlar.
İşin çok acı diğer bir yönü bu yaptıklarını bir meziyet, ince bir siyaset
zannetmek gafletinde bulunuyorlar. İşin başka bir acı yönü de bu gibi İslamî
kişiliği zaafa uğramış, gafil kişiler toplumda rağbet görüyorlar.
Bankalardan faizli kredi almak konusunda öyle sözler
ediliyor ki, dehşete kapılmamak mümkün değil.
Şöyle ki:
1- Bazı kişiler bankadan faizli araba kredisi almak
istiyorlar. Bahaneleri, bu şekilde araba almanın, piyasadan alınacak arabadan
daha ucuza mal olduğu. Yaklaşımları, helal mi, haram mı olduğu değil, daha ucuz
olduğu, daha kârlı olduğu. Bu gibi kişilerin bir kısmı hiç tereddüt etmeden
faize dalıyor. Her türlü ticaretini faizli alışverişlerle yapıyor ve bundan hiç
mi hiç rahatsız olmuyor. Diğer bir kısmı da yapacakları bu faizli muamelelere
İslamî bir kılıf bulmak için çalmadıkları kapı kalmıyor ve nihayet istedikleri
fetvayı alıyor ve güya rahatlıyorlar.
Faizli araba kredilerine veya işyeri kredilerine fetva
veren kişilerin faizli krediyi meşru kılacak şartları da şöyle:
a- Kişinin binek arabası yoksa,
b- İşyeri için ihtiyacı olan bir araba alacaksa,
c- Arabayı dışardan aldığında daha pahalı ise,
d- İşini geliştirmek, genişletmek ve modernize etmek
durumunda ise, bunu yapmadığı takdirde bir kısım işçileri çıkarmak
mecburiyetinde kalacaksa, bankalardan bu işler için kredi alınabilirmiş.
Böyle bir yaklaşım zaten İslamî hassasiyeti, helal
haram hassasiyeti zaafa uğramış toplumun, faize ve harama karşı
duyarlılıklarını daha da zaafa uğratmakta ve hiçbir endişe duymadan harama
dalmalarına sebep olmaktadır. Bunun vebali çok büyüktür.
İslam dini, şeriatın kabul ettiği çok zaruri bir
durum, bir sebep olmadıkça, dinin yasakladığı hiçbir şeye asla müsaade etmez.
Yukarıda sıralanan sebeplerin hangisi şeriatın kabul
edebileceği bir zarûrettir, bir sebeptir? İnsafla düşünelim şu geçici basit
dünya için, dünyevî çıkarlar için ebedî hayatımızı mahvetmeyelim.
2- Bir kısım kişiler de banka kredilerinden dindar
olmayan veya İslam’la alâkası bulunmayan kişiler faydalanıyor ve zengin
oluyorlar. Dindar Müslümanlar ise banka kredisi almadıkları için işyerlerini
geliştiremiyorlar, modernize edemiyorlar, dolayısıyla zengin olamıyorlar,
diyor.
Yine aynı mantık harekete geçiyor. Helal haram
hassasiyeti, İslami hassasiyet göz ardı ediliyor. İslam’ın prensipleri
görmezlikten geliniyor, dünyaperestlik, çok kazanmak hırsı ön plana çıkıyor.
Yeniden kapılar çalınıyor, telefonlar çalıştırılıyor, günahlarına ortak olacak
fetvacılar aranıyor ve bulunuyor.
Bu gibi kişiler yukarıda zikredilen şu ayet-i kerime
ile, şu hadis-i şerifi yeniden ve defâatle okusunlar. Bu konuda fetva verenler
ise daha çok okusunlar, düşünsünler, başkalarının dünyası için kendi
ahiretlerini harap etmesinler.
"Allah, faizi mahveder. (Faiz karışan malı helak
eder, bereketini giderir.) Sadakaları çoğaltır. (Zekatı ve sadakası verilen
malı ziyadeleştirir, bereketlendirir.) Allah, çok nankör (faizi helal saymakta
musır) günahkâr (faiz yemekte ısrarlı) hiç kimseyi sevmez." (Bakara/276)
"Faizden mal çoğaltan hiçbir kimse yoktur ki,
işinin sonu malın azalmasına dönüşmesin." (İbni Mace)
Demek ki faiz malı çoğaltmıyor. Zâhirde çoğalmış gibi
olsa da sonunda helak oluyor. Faiz yiyenlerin, tevbe etmeden faizde ısrar
edenlerin akıbetleri çok kötü oluyor. Etrafımıza şöyle bir bakalım, yüzlerce
örneğini görebiliriz. İbret alabilene, idrak ve firaset sahibi olana çok şeyler
anlatır, geçmişte olanlar ve hâlâ olmakta devam edenler. Ancak bir kişinin, bir
toplumun idraki körelmiş, firaseti kapanmışsa böylelerine hikmet deryalarından,
marifet ve hakikat ummanlarından harıl harıl âbu hayat akıtsanız, çoraklaşmış
kalp toprağında bir fidan yeşertemez, bir çiçek açtıramazsınız.
3- Bir kısım kişiler, biz Kur’an’ın haram kıldığını
haram sayar, helal kıldığını helal sayarız diyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellemin sünnetlerini göz ardı ediyor, Kur’an’ı da kendi görüşlerine göre
tevil ederek İslam’ın berrak, temiz, yolunu bulandırmaya, zihinleri
karıştırmaya çalışıyorlar. Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünneti olmadan Kur’an’ı anlamak, İslam’ı yaşamak mümkün değildir.
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Sizden biriniz koltuğuna yaslanıp da Allah’ın
Kur’an’dakilerin dışında hiçbir şey yasak etmediğini mi sanır: Dikkat edin.
Vallâhi ben duyurdum. Emirler verdim, yasaklar koydum. Bütün bunlar Kur’an
ayetleri kadar, belki de daha çoktur." (Ebu Davud)
Görüldüğü gibi dinin emir ve yasakları sadece
Kur’an’da zikredilmiyor. Yine Allah Teâlâ’nın ilhamıyla Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem de nice yasaklar koymuş ve nice emirler vermiştir. Bunlarsız
bir din düşünülemez, bunlarsız Kur’an anlaşılamaz.
Bir çok ayet-i kerime bu hususa dikkat çekmekte,
Müslümanlara Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme itâat etmeyi, onun
sünnetine uymayı, verdiklerini almayı, yasak ettiklerinden sakınmayı
emretmektedir. Dolayısıyla Kur’an’a uymak, sünnete uymaktır. Sünnete uymak
Kur’an’a uymaktır. Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmak dalâlettir,
sapıklıktır.
Bu hususta Allah Teâlâ’nın buyruklarından bir kısmı
şöyledir:
"Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi
yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı
çetindir." (Haşr/7)
"Rasûlüm de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana
tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son
derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Al-i İmran/31)
Peygamberimiz, Efendimiz, Cânımız Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem de zamanla insanların bozulacağından, Kur’an’la
sünneti birbirinden ayırarak, sünnete itibar etmeyeceğinden, böylece hem
kendisinin, hem de etrafındakilerin yoldan çıkacaklarından, dalâlete
düşeceklerinden haber vermiş ve haber verdiği şeyler zamanı geldikçe zuhur etmiştir.
İnsanların Kur’an’la sünnetin arasını ayıracaklarını,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek kelamlarını kibirle, kendisini
beğenmiş bir tavırla dikkate almayacaklarını şu hadis-i şerif çok bâriz bir
şekilde haber veriyor:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyuruyor:
"Yakındır, (bir zaman gelecek) bir adama benim
hadisim ulaşacak ve o, kalçasının üstüne oturup yaslanacak ve şöyle diyecek:
Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onun içinde helal olarak
bulduğumuzu helal sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız. Halbuki (o
bilmiyor ki) Allah’ın bazı şeyleri haram kıldığı gibi, Rasûlullah da bazı
şeyleri haram kılmıştır." (Tirmizi)
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Size Allah’dan korkmanızı, dinleyip itaat
etmenizi tavsiye ederim. Habeşî bir köle bile (başınıza geçse) ona itaat
etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar bir çok ihtilaflar göreceklerdir.
Onun için benim sünnetime, hidayete ermiş doğru yolda olan râşid halifelerin
sünnetine sarılın." (Tirmizi)
4- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını
korumuş olur. Kim de şüpheli şeylerin içine düşerse, harama düşmüş olur."
buyurmaktadır. (Buhari, Müslim)
Faiz, günah-ı kebâirdendir. Çok büyük bir günahtır.
Yukarıda zikredilen ayet ve hadisler, faizin çirkinliğini, haramlığını bizlere
en açık bir şekilde beyan etmektedir. Bize düşen ise faizden şiddetle
sakınmakla beraber içinde faiz olma ihtimali, şüphesi olan şeylerden de mutlaka
uzak durmaktır. Bir meselede bir fakih bu muamele faizdir demiş, başka biri de,
bu muamelede faiz yoktur demişse, şüpheli olandan sakınmak, faiz pisliğine
düşmek ihtimalinden kurtulmak için, bu muamelede faiz vardır diyene uymak ve
ona göre hareket etmek gerekir. Mütedeyyin, samimi bir Müslümana yakışanda
budur.
Sadece faiz konusunda değil, her konuda şüpheli
olandan sakınmak Müslümanın şiarı olmalıdır.
"İslam’da her şüpheli şeyden sakınmak menduptur.
Faiz şüphesinden sakınmak ise vaciptir." (Ahmet Davutoğlu, Sahihi Müslim
Tercemesi ve Şerhi)
"Faiz lügatte, mutlak fazlalık manasındadır.
Şer’î ıstılahta ise, herhangi bir muavaza aktinde alan ve satandan biri için
(şer’i ölçülerde) karşılığı olmayan fazlalıktır.
Fâsit olan bütün alışverişler faizdir. Bu fazlalık mevcut
olduğu müddetçe bedelinin değil aynının iadesi gerekir. Çünkü fâsit akitlerde,
kabz ile mülkiyet sabittir." (İbni Âbidin Tercemesi, Ahmet Davutoğlu)
Hidaye ve onun şerhi Fethul Kâdir’de, Mülteka’da da
bazı lafız farklılıkları ile beraber aynı tarifler yapılmaktadır.
Faizin iki çeşidi vardır:
1- Ribel fadl
- Fazlalık ribası: Karşılığında hiçbir şey bulunmayan fazlalıktır ki, ölçü ve
tartıyla alışverişi yapılan aynı cins şeylerin peşin olarak birinin diğerinden
daha fazla olarak değiştirilmesidir.
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmaktadır:
"Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla,
arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuz ile aynı miktarda eşit ve peşin olarak
değiştirilir. Her kim fazla verir veya alırsa muhakkak alan da, veren de faiz
yemekte eşit olmuş olurlar." (Müslim)
Hadis-i şeriften anlaşıldığı gibi:
- Altın,
- Gümüş,
- Buğday,
- Arpa,
- Hurma,
- Tuz ve bunlar gibi ölçü ve tartı ile alınıp satılan
diğer bütün mallarda aralarında kalite farkı olsa bile, ölçü ve tartılarda bir
tarafta fazlalık olursa, o fazlalık faizdir.
Meselâ, kaliteli bir ölçek buğdaya karşı bir buçuk
ölçek daha az kaliteli buğday peşin olarak; yüz milyon lira, yüz on milyon lira
ile peşin olarak; yüz gram altın yüz on gram altınla peşin olarak; bin riyal,
bin yüz riyal ile peşin olarak mübadele edilse, yani değiştirilse fazlalıklar
faiz olur.
Ancak kaliteli bir buğday ile kalitesi düşük bir
buğday piyasa değerleri farklı ise -ki ekseriya bu böyledir- o taktirde zararın
önlenmesi için karşılıklı olarak buğdaylara kıymet biçilir ve o biçilen değer
üzerinden mübâdele edilir. Şüpheden kurtulmak için daha sağlıklı yol kaliteli
buğday almak isteyen kalitesiz buğdayını satıp, ondan elde ettiği parayla
kaliteli buğday almalıdır. Diğer mallarda da durum aynıdır.
Bilâl radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
selleme Berni denilen iyi bir hurma getirdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi sellem:
- Bu nereden? diye sordu. Bilal radıyallahu anh:
- Bizde âdi hurma vardı. Peygamber aleyhisselama
yiyecek olsun diye ben onun iki ölçeğini bir ölçeğe sattım, dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Eyvah! Faizin ta kendisi! Bunu yapma. Lâkin hurma
alacağın zaman kendi hurmanı sat, sonra onun kıymeti ile (öbür hurmayı) satın
al." buyurdu. (Müslim)
Ancak yukarıda zikri geçen malların cinsleri ayrı
olunca birinin diğerinden fazla oluşu faiz olmaz. Bir ölçek buğday karşılığında
iki ölçek arpa almak gibi.
2- Riben nesie:
Vâdeli satıştan dolayı meydana gelen faize, nesie faizi denir. Böyle
alışverişlerde alım satımı yapılan malların miktarları mevzu bahis değildir.
Yani değiştirilen mallardan birinin miktarının diğerinden daha az olması, fazla
olması veya eşit olması neticeyi değiştirmez. Yine faiz cereyan etmiş olur. Bu
malların cinslerinin aynı olmasıyla, ayrı ayrı cinsten olması da bu husustaki
hükmü değiştirmez. Ancak ayrı cinsten olanların sayı ile, metre ile, ağırlık
ile satılma özelliklerinde beraberlik olması gerekir.
Meselâ: Buğday ile arpa bu bakımdan aynı özelliği
taşırlar. Dolayısıyla aralarında vâdeli bir alım satım gerçekleşse,
miktarlarına bakılmadan nesie faizi tahakkuk etmiş olur.
Şöyle ki:
On ölçek buğday on ölçek arpa karşılığında,
On ölçek buğday onbeş ölçek arpa karşılığında,
On ölçek buğday sekiz ölçek arpa karşılığında on ay
sonra ödemek üzere vadeli olarak satılsa bu alışverişte faiz cereyan eder.
Cinsleri aynı olan mallarda da durum aynıdır.
Beş ölçek buğdayı beş ölçek buğday karşılığında,
Beş ölçek buğdayı altı ölçek buğday karşılığında,
Beş ölçek buğdayı, dört ölçek buğday karşılığında altı
ay sonra ödemek üzere vâdeli olarak satmak faizli bir alışveriştir.
Adet ile alınıp satılan standart mallarda da aynı
durum vâki olur.
Elli adet cevizi elli adet ceviz karşılığında,
Elli adet cevizi yetmiş adet ceviz karşılığında,
Elli adet cevizi kırk adet ceviz karşılığında iki ay
sonra ödemek üzere vadeli olarak satmak faizli bir alışveriştir.
Faizin azı da, çoğu da haramdır. Her Müslüman faizden,
faiz şüphesi olan her alışverişten sakınmalıdır.
Zamanımızda kâr
amacıyla kurulan sigorta şirketleri İslam’a uygun değildir. Dolayısıyla sigorta
şirketlerine prim yatırmak, gerek kaza ve gerekse hayat sigortası yaptırmak
caiz değildir.
Ancak bir kısım kişilerin bir araya gelerek
yardımlaşma maksadıyla şirket kurmaları ve bu şirkete prim ödemeleri ve ortaklardan
birinin herhangi bir zarara uğradığında yardımcı olmaları güzel bir oluşumdur.
Böyle bir sigorta şirketinde şu hususlara dikkat edilmelidir:
1- Bu primlerden bir kısmı yüzde olarak meselâ % 20’si
yardım için ayrılır.
2- Kalan kısmı ile ticaret yapılabilir.
3- Bu oluşumdan isteyen istediği zaman ayrılabilir.
4- Ayrılanlara ödedikleri prim ve ticaretten elde
edilen kâr ödenir.
5- Primlerden yardım için ayrılan kısım hibe olarak
verildiğinden ayrılan üyeye iade edilmez.
6- Kaza, ağır hastalık tedavisi, altından
kalkılamayacak bir borçlanma için yapılan yardımlar, bu yardımları ödeme
imkanına sahip olanlar için karz-ı hasen olarak verilir.
7- Yapılan yardımları ödemeyecek durumda olanlara hibe
edilir.
8- Yapılan işlemlerde asla faiz uygulaması yapılmaz.
Borsa, hisse
senetlerinin alınıp satıldığı bir yer, bir pazardır.
Şirketlerin ortaklık için ya
da kâr zarar ortaklığı için çıkardıkları senetlerin alınmasında, gerektiğinde
satılmasında bir mahzur görülmemektedir.
Ancak;
1- İslam’ın haram kıldığı bir işle meşgul olan, meselâ
içki imalâtı yapan, içki, domuz ticareti ile meşgul olan, bar, pavyon,
kumarhâne, meyhâne, umumhâne gibi yerleri çalıştıran şirketlerin, hisse
senetlerini alıp-satmak, onlara ortak olmak,
2- Faiz müesseseleri olan banka şirketlerinin veya
ticaretini tamamen faizle yapan, bütün alışverişlerinde faiz uygulayan
şirketlerin çıkardıkları hisse senetlerini ya da kâr
zarar ortaklığı senetlerini alıp satmak,
3- Faizli borç senedi durumunda olan tahvil, hazine
bonosu gibi kıymetli evraklar faizle borç alıp verme niteliğinde olduğu için
bunları ister devlet, ister özel şirketler veya şahıslar çıkarsın alıp satmak
asla caiz değildir.
Bugün Menkul Kıymetler Borsası durumunda olan borsada,
satışa arzedilen hisse senetlerinin alınıp
satılmasına gelince: Her ne kadar bazı şahıslar, bir kısım şartlar
muvâcehesinde borsanın caiz olduğunu ileri sürüyorlarsa da, bugünkü durumu ve
işleyişi ile borsaya cevaz vermek mümkün değildir.
Şöyle ki:
1- Borsada satışa arzedilen
hisse senetleri, şirket varlığından tamamen ayrılarak müstakil bir kıymet
kazanmakta ve çek, senet gibi kıymetli evrak hükmüne girmektedir. Bu gibi
kıymetli evrakın satışı ise para satışı hükmündedir.
2- Borsada satışa arzedilen
hisse senetleri çok çeşitli faktörlere bağlı olarak çok büyük değişikliğe
uğramaktadır. Dolayısıyla borsada bir istikrar yoktur. Günlük ve hatta saatlik
büyük fiyat oynamaları görülmektedir.
a- Dünyadaki herhangi bir olay borsayı etkilemektedir.
b- Günlük siyasi olaylar, siyasi kararlar veya hükümet
başkanı ya da bir hükümet yetkilisinin bir beyanı
borsayı allak bullak etmektedir.
c- Bir kısım baskı gruplarının, büyük sermaye
sahiplerinin beyan ve tutumları neticesinde borsa bir inip, bir çıkarak, bir
anda kazanıp, bir anda kaybederek işi bir kumar durumuna düşürmektedir.
3- Borsada hisse senetleri satan şirketlerin hemen
tamamına yakını haram helal hassasiyeti olmayan, faizle iştigal eden veya
İslam’ın yasakladığı alanlarda ticaret yapan şirketler olduğundan bu
şirketlerin borsada satışa arzettikleri hisse
senetlerini alıp satmak zaten caiz değildir.
4- Borsaya cevaz verenlere göre hareket edilse bile,
onların da borsa hakkında ileri sürdükleri şartlar var, onlar da borsanın
faizli bir pazar, kumara benzer bir yönü olduğu şüphesini taşımaktadırlar.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, her şüpheli şeyden
sakınmak menduptur. Faiz şüphesinden sakınmak ise
vaciptir.
5- Netice olarak borsa caiz görülmemekte ve
Müslümanların borsadan uzak durması gerekmektedir. Ayrıca borsanın saatlik iniş
çıkışları, bir anda kazanıp, bir anda kaybetme ihtimalinin yüksekliği, borsa
ile meşgul olanların sürekli olarak borsayı takip etmelerini gerektirmekte ve
dolayısıyla kişilerin ve toplumun ruh sağlığı bozulmaktadır. Bu gibi kişilerin
ciddî şeyleri düşünme hususunda kendi işi ve vazifesi ile ilgili konularda ve
hatta ailesi ile ilişkilerinde ciddî sorunları bulunmakta, bunalıma
düşmektedirler.
Borsa hakkında söz ederken, meseleyi bu boyutu ile de
mütalaa etmek gerekmektedir.
Allah’ım! Helal kazanıp, helal yemek nasip eyle.
Bizleri faiz belasından koru. Kazandıklarımızı Sen’in yolunda infak etmek şuuru
ver. Cimrilikten, israftan, lüksten, her türlü mâsiyetten
sana sığınırız. Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan, bizleri öyle güzel bir kul
eyle. ÂMÎN YÂ MÛÎN.