ÂDÂB

 

ÂDÂB

MİSVAKIN FAYDALARI

BEDEN TEMİZLİĞİ

HELAYA GİRİŞ ÇIKIŞ VE DEF’İ HACET ÂDABI

EV, İŞYERİ TEMİZLİĞİ VE DÜZENİ

ÇEVRE TEMİZLİĞİ

KALB TEMİZLİĞİ

GİYİM-KUŞAM ÂDABI

YEMEK, İÇMEK ÂDABI

YEMEK ÖNCESİ, YEMEKTE  ve YEMEK SONRASINDA ÂDAB

YÜRÜME ÂDÂBI

GİRİP ÇIKMA ÂDABI

OTURUP, KALKMA ve TOPLANTI ÂDÂBI

SOHBET SONRASI

KONUŞMA ÂDABI

UYKU ÂDÂBI

SELAM ÂDÂBI

YOLCULUK ÂDÂBI

YOLCULUĞA ÇIKIŞ SEBEPLERİ

YOLCULUĞA HAZIRLIK

YOLCULUK ESNASINDA

YOLCULUKTAN DÖNERKEN

MİSAFİRLİK ÂDÂBI

ZİYARET ÂDÂBI

KABİR ZİYARETİ ÂDÂBI

 

ÂDÂB

 

Müslüman hem içini hem dışını temizlemekle mükelleftir. İç temizliği kalp temizliğidir. Niyetin temiz olmasıdır. İmandan boş olan bir kalp, kalplerin en kirlisidir.

Dış temizlik bedenin, giyilen elbiselerin, kullanılan eşyaların ve çevrenin temizliğidir. Müslüman bedenini, giyeceklerini, evini, dükkanını, kullandığı eşyalarını ve çevresini temiz tutmalıdır.

İslam temizliğin her çeşidine önem vermiş ve Müslümanları bu hususta tergib etmiştir.

 

TEMİZLİK ÂDÂBI

İnsan yiyip, içtiklerinin artıklarını, vücuda yaramayan kısımlarını iki yolla dışarı atar. Bu artıkların insana ve çevreye zarar vermemesi için Müslümanlar evlerde, işyerlerinde çarşı ve pazarlarda helâlar yapmışlardır. Avrupa'da ise 18. asra kadar helâ, hamam ve banyo yoktu. Vaftiz suyu ile yıkandıktan sonra bir daha yıkanmamak dindarlık sayılmaktaydı.

 

AĞIZ ve DİŞ TEMİZLİĞİ

Bu temizliği misvak ile yapmak en uygunudur. Temiz maddelerden yapılan fırça ile de yapılabilir. Ancak bugün modern tıbbın da tespit ettiği gibi misvak kullanmanın pek çok faydaları vardır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Ümmetime zor gelmeseydi her namaz kılarken misvaklanmalarını emrederdim." buyurmaktadır. (Buhari)

1- Abdest alırken,

2- Yemek yedikten sonra,

3- Namaz kılarken,

4- Yatmadan önce,

5- Uykudan uyanınca,

6- Ağızda koku hissedilince misvak kullanılması müstehabdır.

Kadınların sakız çiğnemeleri onlar için misvak yerine geçer. Ancak sakızın içinde sakıncalı karışımlar bulunmamalıdır.

 

MİSVAKIN FAYDALARI

Misvak kullanmanın bazı kitaplarda 25, bazılarında 50’den fazla faydası sayılmaktadır.

Onlardan bazıları şunlardır:

1- Ağız kokusunu giderir.

2- Diş çürümesini önler.

3- Diş etlerini sağlamlaştırır.

4- Hazmı kolaylaştırır.

5- Kalbi, mideyi ve göz sinirlerini kuvvetlendirir.

6- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir sünneti olarak yapıldığı için Allah’ın rızası kazanılmış olur.

Misvak kullanmakta iki sünnet vardır. Biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kullandığı için misvak kullanmak, diğeri de ağız ve diş temizliğini yapmaktır.

Diş fırçasını kullanmakta ise sadece bir sünnet yani ağız ve diş temizliği sünneti vardır.

 

 

BEDEN TEMİZLİĞİ

Bıyıkları kısaltmak, edeb yerlerini tıraş etmek, tırnakları kesmek, saç ve sakal tıraşı olmak, en az haftada bir cuma günü yıkanmak beden temizliği ile ilgili sünnetlerdir.

Bıyıkları deri kısmı görünecek şekilde kısaltmak, sakalı bir kabzadan daha kısa ve daha uzun bırakmadan düzeltmek, her Müslümanın uyması gereken âdablardır.

1- Saçları ve sakalı taramak, dağınıklıktan korumak gerekir.

Atâ bin Yesâr radıyallahu anh’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mesciddeyken saçı, sakalı birbirine karışmış bir adam içeriye girdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, saçını düzeltmesi için ona eliyle işaret etti. Adam söyleneni yaptı. Sonra dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Birinizin şeytanı andıracak şekilde saçı darmadağınık gelmesinden bu hâli daha iyi değil midir?’ buyurdu.” (Muvatta)

2- Tamamen veya kısmen kel olan kişilerin peruk takması memnudur.

Bir kadın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

- “Ya Rasûlallah! Kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, başına takma saç ilave edeyim mi?” diye sordu.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allah takana da, taktırana da lânet etmiştir.” buyurdu.” (Buhari, Müslim)

3- Ağaran saç ve sakal kıllarını koparmamalıdır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Saçtaki akları yolmayın. Zira kişi Müslüman iken tek bir kıl bile ağarmış olsa bu kıl, kıyamet gününde onun için mutlaka bir nur olur.” (Ebu Davud)

“Kimin Allah yolunda saç ve sakalına ak düşerse, kıyamet gününde kendisi için nur olur.” (Tirmizi)

4- Bıyıkları derince kesmek, sakalı bir tutam uzatmak sünnettir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Müşriklere muhalefet edin, sakalı bırakın, bıyıklarınızı derince kesin.” (Buhari, Müslim)

5- Savaş zamanlarında düşmana karşı heybetli gözükmek için bıyıkları gür bırakıp uzatmakta mahzur olmadığı hususunda görüş beyan edenler olmuştur. Onun dışında bıyıkları ağzı kapatacak şekilde uzatmak, sağa sola uzatıp kıvırmak veya yanlardan aşağıya doğru uzatmak asla uygun değildir. Hele bıyıkları tamamen kazımak bizim örfümüzde, medeniyetimizde, asla yeri olmayan kör bir taklittir. Bunun çağdaşlıkla ,medenîlikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

6- Saç ve sakalın siyah boya ile boyanması memnudur. Ancak kına ile boyanabilir. Bu hususta kına, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kadın ve erkeklere tavsiye ettiği boyadır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Ahir zamanda saç ve sakallarını güvercin döşleri gibi siyaha boyayacak olan bir kavim gelecektir ki onlar cennet kokusunu koklayamayacaklardır.” (Ebu Davud)

7- Kadınların ellerine tırnaklarına oje ve benzeri katı boya sürmeleri çok kötü bir adettir. Bu boyalar altına su geçirmediğinden abdest ve gusülleri olmaz. Kadınlar için sünnet olan saçları ile beraber el ve tırnaklarını kına ile boyamaktır.

Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle rivayet etmiştir:

“Bir kadın perde arkasından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e mektup gösterdi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem elini derhal geri çekip şöyle buyurdu:

Bu erkek eli midir, yoksa kadın eli midir? (belli değil). Kadın elidir denilince, şöyle buyurdu:

Eğer sen kadın olsaydın tırnaklarını kına ile (boyayarak) rengini değiştirirdin.” (Ebu Davud)

8- Koltuk altları ve edeb yerinin temizliğine de azamî derecede dikkat edilmelidir. Bu kısımları haftada bir, olmazsa 15 günde bir temizlemek gerekmektedir. Çünkü bu temizlik bütün peygamberlerin sünnetidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Beş şey yaratılıştandır. Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyıkları kısaltmak, tırnak kesmek, koltuk altını tıraş etmek.” (Buhari, Müslim)

9- Tırnakları Cuma günü kesmek müstehabdır.  Tırnak keserken, sağ elin önce şehadet parmağından başlayarak sonra da sırasıyla orta, yüzük, küçük ve baş parmağı, sol elin de baş parmağından başlayıp küçük parmağa doğru kesilmesi tavsiye edilmiştir. Herhangi bir sıralamaya tâbi tutmadan kesilmesi de caizdir. Tırnakları bir topluluk içinde onları rahatsız edecek şekilde kesmek, kesilen tırnakları ortalıkta bırakmak uygun değildir. Tırnakları bir kağıt üzerinde sağa sola dağıtmadan kesmek, kesilen tırnakları, mümkünse toprağa gömmek, değilse, kağıt içinde toparlayıp dağıtmadan çöpe atmak gerekir.

Tırnakları yukarıda anlatıldığı şekilde kesmek sadece erkekler için değil kadınlar için de sünnettir. Bir kısım kadınlar tırnaklarını aşırı derecede uzatıyor ve hatta ona şekil veriyor, ucunu sivriltiyor. Bu Müslüman bir kadına asla yakışmaz.

10- Her yemekten önce ve sonra el ve ağız temizliği yapılması. Ellerin kirlendiği zaman muhakkak yıkanması, kirlenme yüzeysel ise ve sadece su ile yıkamakla gidecekse su ile, sabunla gidecek bir kirlenme ise sabunla veya başka temizleyicilerle temizlemek gerekir. Çünkü elimiz en çok kullandığımız ve diğer azalarımızla en çok temas eden bir uzvumuzdur. El temizliğine dikkat etmez isek, onun vasıtasıyla taşıdığımız mikroplar temas ettiğimiz diğer azalarımızın hastalık kapmasına sebep olabilir.

Hele hanımlar bu hususta daha çok dikkatli olmalıdırlar, hem küçük çocukların bakımında hem yemek ve içecek hazırlamakta sürekli kullandığı elini temiz tutmazsa bir çok sıkıntılara, hastalıklara sebep olabilir. Bazı insanlarda ağız ve ayak kokması olur. Bilhassa bu gibi kişilerin toplum içine çıkarken, ziyaretlere, toplantılara giderken, ağız ve ayak kokusunu giderecek tedbirler alması, ağzını misvaklaması, ayağını yıkaması da âdaptandır.

 

HELAYA GİRİŞ ÇIKIŞ VE DEF’İ HACET ÂDABI

1- Helâya sol ayakla girip:

"Allâhümme innî eûzu bike minel hubsi vel habâis. - Allah’ım hubs ve habâisten sana sığınırım.” duasını okumalı sol ayağı üzerine meyilli olarak ön ve arkayı kıbleye çevirmeden oturmalı, konuşmamalı, selam alıp selam vermemelidir.

2- Helâdan çıkarken de, sağ ayakla çıkıp:

"Elhamdülillâhillezî ezhebe anni'l ezâ ve âfânî - Benden eziyeti giderip afiyet veren Allah’a hamdolsun.” diye dua etmelidir.

3- Ayakta bevletmemelidir. Çünkü ayakta bevletmek hem sıhhate, hem âdaba aykırıdır. Ayrıca idrarın elbise üzerine sıçraması ve kirletmesi çok muhtemeldir.

4- Sağ el ile tenasül uzvunu tutmamak lâzımdır.

5- İdrarını yaptıktan sonra mümkünse bir müddet yürümek veya beklemek yahut mesânede kalması muhtemel idrarın çıkması için sol elin baş ve orta parmağı ile tenasül uzvunun arkasından öne doğru meshetmek âdabtandır.

6- Misafirlikte, ev sahibine sıkıntı vermemek için daha helâda iken oturup kalkarak veya silkeleyerek bu âdabı yerine getirmelidir. Bazı kişiler ille de bir müddet beklemek âdabına riayet edeyim derken tuvalet ve lavabo tarafına birkaç kere gidip gelerek ev sahibine sıkıntı vermektedirler. Bu gibi durumlarda diğer insanları rahatsız etmeyecek âdabı uygulamak da bir âdabtır. Bu husus asla gözardı edilmemelidir.

7- Helâdan çıkınca da elleri en iyi bir şekilde temizlemek ve abdest almak da âdabtandır.

8- Açık arazide güneşe veya aya karşı def'i hâcet etmemek, bevlederken bevledilen yerdeki toprağı yumuşatmak, sert bir zemine, taş üzerine bevletmemek gerekir. Arazide büyük def’i hacet yapıldıktan sonra üzeri toprakla örtülmelidir. Yol üzerine, ağaç gölgelerine, su başlarına, su birikintilerine, akarsu kenarlarına küçük, büyük abdest bozulmamalıdır.

9- Abdest bozduktan sonra  şayet açık bir arazide isek önce temiz bir taşla, sonra su ile, helâda isek su ile temizlenilmelidir.

10- Temizlik için sol el kullanılmalıdır.

11- Temizlikten sonra temiz bir bezle kurulanmalıdır.

12- Helânın içine tükürmemek, sümkürmemek, helâdan çıkarken helâyı temiz bir şekilde bırakmak da bir edeptir. Böylece bizden sonra helâya gireceklere eziyet etmemiş, onları rahatsız edecek çirkin görüntülerden korumuş oluruz. Zamanımızda bazı kişiler, helâlarda edep ve ahlâka mugâyir çok çirkin yazılar yazmaktadırlar. Bunlar hem helâ duvarlarını kirletiyor, hem gözleri kirletiyor, hem de kalbleri, zihinleri rahatsız ediyorlar. Büyük bir medeniyetin mensubu olan Müslümanlara böyle basit, edep dışı davranışlar hiç yakışmıyor.

 

EV, İŞYERİ TEMİZLİĞİ VE DÜZENİ

Müslümanlar giydiği elbiseleri, kullandığı eşyaları da temiz bulundurmalıdır. Elbisemiz basit ve yamalı olabilir, evimiz ve işyerimizdeki eşyalarımız, mutfaktaki kap kacaklarımız da basit olabilir. Bunlar bir eksiklik, sahibini küçültecek bir noksanlık değildir. Mühim olan giysilerimizin ve eşyalarımızın her zaman temiz bulundurulması ve yerli yerinde kullanılıp, yerli yerinde  dizayn edilmesidir. Kirli, dağınık, düzensiz, sağa sola rastgele atılmış eşyaların bulunduğu bir ev veya işyerinde huzurla oturmak ve huzurla iş yapmak mümkün değildir. Kişide göz estetiği bulunmalıdır. Göz estetiği olan kişilerin bulunduğu mekanlar düzenli ve gizemli olur. Evde ve işyerinde kurulan düzenin bozulmaması için yapılacak en mühim iş; eşyayı kullandıktan sonra alındığı yere koymaktır. Böylece; düzen bozulmamış, lâzım olduğu zaman (nerede idi) gibi bir telaşa kapılınmamış olur.

Müslüman en az her cuma gusül yaparak vücudunu temizlerken, kirlenen elbiselerini de, hemen temizlemeli temiz ve iyi giyinmelidir. Pejmürde, düzensiz, kirli, yırtık elbiselerle toplum içine çıkmamalıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi elbiselerimiz basit ve yamalı olabilir amma asla yırtık, kirli, sökük ve pejmürde olamaz. Ev kadınları mutfaklarını çok düzenli tutmalı, kap kacaklarını asla yıkanmamış olarak sabahlatmamalı, akşam yemeğinden sonra mutfağını pırıl pırıl etmelidir. Kendinin, kocasının ve çocuklarının, varsa diğer aile fertlerinin çamaşırları zamanında yıkanmalı, sökükleri dikilip, yırtıkları yamanmalı ve ütülenmesi gerekenler ütülenmelidir. Ancak bu hizmetleri yaparken aşırılığa kaçılmamalı ve kendisini ev ve ev eşyalarına mahkûm ve hizmetçi durumuna düşürmemelidir. Gerek giysilerimizi, gerekse mutfak ve diğer ev eşyalarımızı, işyerindeki eşyalarımızı hor kullanmamalıyız. Kullanılabilir olanları, yenisini almak veya modaya uygununu almak için bir kenara atıp israf etmemeliyiz.

Evimiz ve işyerimizdeki eşyaları yerli yerinde düzenli tutarken gerek evimizin ve gerekse işyerimizin içi ve dışını gayet temiz tutmalıyız. Evlerimize ayakkabı ile girmek asla uygun değildir. Bu hem sağlık yönünden, hem de edeb yönünden asla caiz değildir. Bu adet, her kötü adet gibi bize yabancılardan sirayet etmiştir. Müslümanın evi her yerinde namaz kılınabilecek, her türlü ibadetin yapılabileceği temiz bir mekandır, öyle olmalıdır. Orasını kirli ayakkabılarla kirletmek, kirletilmesine müsaade etmek yakışık almaz.

Bu hususta kadınlar çok daha dikkatli olmalı, çocuklarının ayakkabılarını da çıkararak evlere girmelidirler. Buna uymayanlar münasip bir şekilde uyarılmalıdır.

 

ÇEVRE TEMİZLİĞİ

İslâm çevre temizliğine çok önem vermiştir.

1- Yerlere tükürülmemeli, sümkürmemeli, yediğimiz şeylerin ambalajları, kabukları sokağa, yerlere atılmamalı. Evdeki çöpler poşetlere konulup ağızları sıkıca bağlanarak çöp bidonlarına konulmalıdır.

2- Çöpler rastgele, dağınık bir şekilde sokak ortasına atılmamalıdır. Çocuklarımız da bu hususta eğitilmelidir. Atalarımız: "Herkes kendi evinin önünü temizlerse bütün mahalle temizlenir." demişlerdir.

3- Herkes kendi evinin önünü, bahçesini temiz tutarak çevrenin temizliğine katkıda bulunmalıdır.

4- Mesire yerlerine, kırlara gidildiğinde orada yenilip içilenlerden arta kalanları rastgele sağa sola atmamalı, bir poşete konulup varsa oradaki bir çöp bidonuna yoksa oradan getirilerek herhangi bir yerdeki çöp bidonuna atılmalıdır. Herkes böyle yapınca umuma ait mesire yerleri, kırlar, parklar kirletilmemiş ve herkesin rahatlıkla istifâde edeceği şekilde muhafaza edilmiş olur.

5- Bu gibi yerlerde yemek ve çay için yakılan ateşler mutlaka söndürülmeli ve üzerleri toprakla örtülmelidir. Birçok orman yangınlarına kırlarda, mesire yerlerinde yakılıp söndürülmeyen ateşler sebep olmaktadır.

İslâm’da ağaç dikmenin ve yetiştirmenin önemi herkesçe malûmdur. Yıllardır, asırlardır oluşan bu güzelim yeşilliklerin, ormanların bir ihmal veya görgüsüzlük sebebiyle yanıp yok olup gitmesine fırsat verilmemelidir. Hülâsa olarak, temizlik imandandır. Müslüman bedenini, kullandığı eşyalarını, oturduğu mekanları ve çevresini temiz tutmalı kirletenleri uyarmalı. Aile içinde eğitimi yapılmalıdır. Sigara içmek tahrimen mekruhtur. Bazı alimlerce haramdır. Ancak bir kısım Müslümanların maalesef sigara içtiği de bilinmektedir. Sigara içenler izmaritlerini yerlere atarak çevreyi kirletmemeli, toplu oturulan yerlerde içmemelidir.

6- Yollara, ağaç gölgelerine bevletmemeli, def’i hacet yapmamalıdır. Çünkü buralar, halkın yararlandığı yerlerdir.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Lânete sebep iki şeyden sakının.” Mecliste bulunanlardan bir kısmı “O iki lânete sebep nedir, Ya Rasûlallah?” diye sordular.

O, şöyle buyurdu:

“Halkın yürüdüğü yolda ve oturduğu gölgelerde abdest bozan kimsedir.” (Müslim)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

“Abdest bozmakta üç lânetlemeye sebep olan yerden kaçının:

- Su yolları,

- Yol ortası,

- Gölgelikler.” (Ebu Davud)

7- Mesire yerleri, parklar ve benzeri yerlerdeki ağaçlara, güllere ve çimenlere zarar vermemelidir. Gereksiz yere kesmemeli, koparmamalı ve çiğnememelidir. Bu hususta çocuklar eğitilmelidir.

Çevrenin ağaçlandırılması, yeşillendirilmesi için gayret göstermelidir.

8- Herhangi bir sebeple ölen küçük, büyük hayvanları, sokaklara, kırlara, umuma açık yerlere bırakmamalıdır. Hem kötü kokusunu önlemek, hem de çeşitli hastalıklara sebep olmamak için muhakkak toprağa gömmelidir.

9- Fabrika atıkları ve artıkları ile dere, çay, ırmak ve denizlerimiz kirletilmemelidir. Bu hususta fabrika sahipleri gerekli tedbirleri almalı, ayrıca yetkililer de bu hususta dikkat etmeyenleri kontrol edip, gereğini yapmalıdırlar. Bilhassa sanayileşmiş ülkeler çok titiz davranmalı, nükleer atık ve artıkların çevre sağlığına zarar vermemeleri için her türlü önlemi almalıdırlar.

10- Fabrika bacalarından çıkan zehirli gazların çevreye zarar vermemesi için, bacalara filtre takılmalı, filtre takmayanlar ilgililerce takip edilip, uyarılmalı, gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.

 

KALB TEMİZLİĞİ

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Temizlik imandandır." (Müslim) buyurmaktadır.

Müslüman dış temizliğinin yanında  iç temizliğine de dikkat etmelidir. Kalbini tasfiye, nefsini tezkiye etmeyen, bu hususta gayret göstermeyen kişilerin akıbetlerinden korkulur.

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir." (Şems/9-10)

Nefsi kötülüklerden arındırmak, sadece kötülükleri, haramları terk etmek değil, aynı zamanda, kötülükleri, haramları işlemek arzusunu da terk etmektir. Nefsi şu mertebelerden geçirerek mutmainneye ulaştırmak, sonra sâfiye mertebesine çıkarmaktır.

Emmâre: Haramları, haram olduğunu bile bile fütursuzca işleyen nefis.

Levvâme: Nefis kısmen terbiye edilmiş ise de, zaman zaman kötülük yapıyor, haramlara dalıyor, fakat yaptığı kötülüklerden, işlediği haramlardan pişmanlık duyuyor.

Mülhime: Belirli bir ölçüde terbiye edilmiş, taatını artırmış, büyük ölçüde kötülükleri, haramları bırakmış, fakat bıraktığı kötülükleri, yapmak arzusunu terk etmemiş.

Mutmainne: Nefis bütün kötülükleri, haramları terk ettiği gibi bu kötülükleri işleme arzusunu da tamamen terketmiş ve kendini hakiki kulluğa vakfetmiştir.

Râdiye: Artık nefis her işte Allah’ın rızasını kazanmaya yönelmiş, Allah’tan gelen ister bela ve musibet suretinde gelsin, ister nimet şeklinde gelsin arasında fark gözetmeden Allah’tan râzı olmuştur.

Merdiyye: Allah’ın rızasını herşeyin üstünde tutmaya devam eder, bu halini muhafaza eder, istikametten asla ayrılmaz. İşte bu mertebede Allah da kulundan razı ve hoşnut olur.

Sâfiye veya kâmile: Sıddıykların, vâris-i enbiya olan Allah dostlarının ulaştığı bir mertebedir ki, bu mertebeye ulaşanlar dünyadan da, ukbadan da vazgeçerler. Onların tek arzusu Allah celle celaluhu olur.

Kalbi, masivadan, suî zandan, kötü ahlâk, kötü niyet ve kötü düşüncelerden evveliyetle şirk, küfür, nifaktan, hurâfelerden arındırmak gerekir. İçinde şirk, küfür ve nifak bulunan bir kalp kalplerin en kötüsü ve en kirlisidir. Şirk necasetiyle kirlenen bir kalp insanlığın hayrına, iyi niyet besleyemez. Diğergam davranışlar sergileyemez.

Ehl-i hikmet üç şey kalbin kötülüğünün alâmetleridir demişlerdir:

1- Allah'a itaatten tad almamak.

2- Günaha düşmekten korkmamak.

3- Başkasının ölümünden ibret almayıp aksine her gün dünyaya daha çok bağlanmak.

Müslüman düşüncesini, niyetini, amelini her türlü kötülüklerden arındırıp, iyi düşünen, iyilik düşünen, iyi niyetli, sâlih ameller işleyen dışını ve içini imanının gereği olarak sürekli temizleyen, temiz tutan, yaşayışını başkalarının kötü düşünce, kötü niyet ve kötü emellerine göre değil, imanının gerektirdiği şekilde tanzim eden kişidir. İçi ve işi temiz olmayanın dış temizliği bir mânâ ifade etmez.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“O gün (mahşer günü) ne mal, ne evlat fayda verir. O günde ancak Allah’a kalb-i selimle gelenler kurtuluşa erer.” (Şuara/88-89)

Kalb, her an Allah Teâla'ya minnet duygusuyla dolup taşmalıdır. Bizi insan olarak yaratan, iman tacını giydiren, ahir zaman nebisine ümmet kılan, tâdât edilemeyecek kadar nimetlere gark eden Rabbimize minnet heyecanı duymayan bir kalb gerçekten gaflette olan bir kalptir. Gaflet ise kirlenmelere, kötülüklere aralık bırakılmış bir kapıdır.

Ehl-i hikmet üç çeşit kalb olduğunu söyler:

1- Ölü kalb,

2- Hasta kalb,

3- Diri kalb.

Ölü kalb, kâfir ve münafıkların; hasta kalb, günah-ı kebair işleyenlerin, isyan ve tuğyan içinde bulunanların kalb halidir. Diri kalb ise, muttakîlerin, salihlerin, sâdıkların kalbidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalblerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim)

Abdullah Antâki beş şey kalb hastalığını tedavi eder demektedir.

1- Salihlerle oturmak.

2- Kur’an okumak.

3- Mideyi boş tutmak.

4- Gece kalkıp ibadet etmek.

5- Sabahları tazarru ve niyazda bulunmak.

Abdulkadir Geylani kudduse sırruh şöyle demektedir:

“Kalblerinizi ıslah etmeye çalışın. Çünkü onun salah bulması, bütün varlığın salaha ermesi sayılır. Kalbinizi yürümeye alıştırın. O bir adım giderse ikinci adımı yürütmeye koyulun. O yürümeye başlarsa elinden çabuk tutarlar. Yeter ki şâhın yolunu bile. Ona doğru yürüyen kalb bir adım atsa o şah beş adım atar. Belki daha da fazla. O, sevdiklerine kavuşmayı en çok sevendir.”

Vücudun diğer bütün azaları kalbe bağlıdır. Ona tabidir. Kalbin ıslahı diğer azaların ıslahı, kalbin fesadı diğer azaların fesadı demektir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Vücutta bir et parçası vardır ki, o düzelirse vücutta düzelir. O bozulursa vücut da bozulur. Dikkat edin o kalbdir.” (Buharî - Müslim)

Kalb, nazargâh-ı ilahidir. Onu her türlü kötülüklerden, kötü düşünce, niyet ve kötü ahlâklardan korumamız gerekir. Aksi takdirde ilahi nazara teşne olmaz. Kalbi bu ve benzeri kötülüklerden koruyup selamete çıkarmak gerekir. Buna muvaffak olmak büyük bir lütf-u ilahidir.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah Teâlâ bir kuluna hayır murad ederse, onun kalb kilidini açar. Onu yakin ve sıdk sahibi yapar. Kalbini selim, lisanını sâdık, ahlâkını müstakim kılar. Kulağını hakkı işitici, gözünü hakkı görücü eyler.” (Muhtarul Ehadis - Münâvî)

Kalbimizi her türlü havatırdan korumak, tertemiz yapmak, bir an olsun Allah Teâlâ’dan gâfil bırakmamak gerekir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İşte size va’dedilen bu cennet ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahmân’dan korkan ve Allah’a yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere mahsustur.” (Kaf/32-33)

 

GİYİM-KUŞAM ÂDABI

Giyilecek elbiseler temiz ve sâde olmalı vücut hatlarını ve teni belli edecek  kadar dar ve ince olmamalıdır. Dine, örf ve adete aykırı, aşırı derecede dikkat çekici, ya da gülünç duruma düşürücü, toplumu rahatsız edici veya kirli, sökük, yırtık, pejmürde, kötü görünümlü de olmamalıdır. Her hususta olduğu gibi elbise hususunda da israfa kaçmamalıdır. Büyüklenmek, böbürlenmek için giyilen elbiseler, cehennem alevlerinden birer giysidirler. Kibirlenmemek, böbürlenmemek şartıyla güzel elbiseler giymek mübahtır. Bilhassa ibadet ederken, toplum huzuruna çıkarken buna çok dikkat etmelidir.

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (Araf/31)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Ey Mü’minler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyiniz ve Allah yolunda harcayınız. Ancak israfa, kibir ve gurura kaçmayınız." (Buharî)

Şöhret ve gösteriş için elbise giymek memnûdur.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir kimse şöhret elbisesi giyerse, Allah Teâla kıyamet gününde öyle bir elbise giydirir ki, onu cehennem alevleri içinde yakar." (Ebû Davud)

Şöhret elbisesi bir varlık gösterişi olabileceği gibi, zühd ve takva gösterişi şeklinde de olabilir. Netice itibariyle her ikisi de aynıdır. Hatta ikincisi birincisinden daha çirkindir.

Kadınların ve erkeklerin kendi yaratılışlarına ve konumlarına uygun elbiseler giymesi gerekir. Kadınların erkek elbisesi, erkeklerin kadın elbisesi giymesi asla caiz değildir.

İbni Abbas radıyallahu anh şöyle rivayet etti:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erkeklerden kadınlara benzeyenlere ve kadınlardan erkeklere benzeyenlere lânet etti.” (Buhari)

Bu benzeyiş, ya davranışlarda ya da giyimde olur. Kadınların konuşma şekline, oturup kalkma, yürüme ve benzeri davranışlarına özenip, onlara benzemeye çalışmak, onların giysilerine özenip onlar gibi giyinmeye kalkışmak taklitlerin en kötülerindendir. Kezâ kadınların da aynı şekilde erkeklere özenip onların giyimlerine, davranışlarına benzemeye çalışması Müslüman bir kadın için onur kırıcı bir harekettir. Her cins, yaratılışındaki özelliklere göre giyinmek ve davranmakla insanlık onurunu korumuş olur.

Zamanımızda cinsiyet değiştiren kadın ve erkekler, toplumun ne durumlara düştüğünün açık bir göstergesidir. Gerek kadın ve gerekse erkekler görülmemiş bir şekilde israf yarışı içindedirler. Gardıroplarımız elbiselerle dolup taşmaktadır. Dindar kadın ve kızlarımız bile tesettür giyimde kendilerine göre geliştirilmiş modayı takip etmekte, çok cazip, dikkat çekici, pardesü, başörtüsü, ayakkabı giymekte, çarşı pazar dolaşmaktadırlar. Bu hususta erkekler de kadınlardan geri kalmamakta, bu yarışa onlar da büyük bir arzu ve istekle katılmaktadırlar. Modayı takip etmek ve israf etmek ayrı şey, güzel ve temiz giyinmek ayrı şeydir. Müslüman kadın ve erkek elbette temiz, düzgün ve güzel elbiseler giymelidir. İslâm dini buna karşı değildir. Bilakis teşvik etmektedir.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Siz muhakkak din kardeşlerinizin yanına varacaksınız. Binitinizi düzeltiniz. Elbisenizi iyileştirin. Halkın arasında sanki (yüzdeki) ben gibi olunuz. Zira Allah çirkin görünüşlü olmayı ve fenâ konuşmayı sevmez." (Ebu Dâvud)

Maddî imkanı iyi olanlar israfa kaçmadan, kibir ve gurura, gösterişe bulaşmadan, diğer insanlara göre daha pahalı elbiseler giyebilirler.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi hakikaten sever." (Tirmizi)

Kadınların mahrem yerlerini gösteren açık elbise giymeleri veya kapalı olduğu halde vücut hatlarını gösterecek şekilde dar elbise giymeleri haramdır.

Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle rivayet etmiştir:

“Ebu Bekir’in kızı Esma üzerinde ince bir elbise olduğu halde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına girdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirerek şöyle dedi: “Ey Esma! Kadın erginlik çağına girdiği zaman -ellerini ve yüzünü göstererek- şu ve şu azası hariç diğer uzuvların görünmesi uygun olmaz.” (Ebu Davud)

 Çıplaklık toplumda fitneye sebep olduğu gibi, kocasının kendi üzerindeki kocalık hakkına da saygısızlıktır. Elbette hepsinin üstünde Allah Teâla'ya  isyandır. Şu husus kesin olarak bilinmelidir ki, çıplaklık ne bir medenîliktir ve ne de kadın hürriyeti ile ilgilidir. Kadın farkında olmadan modaya ve erkeklerin şehvetlerine ve behîmî arzularına alet olmaktadır. Kadın ana olmak, hayırlı evlat yetiştirmek, eşine yardımcı olmak, evinde bir huzur kaynağı, sevginin ve saygının bir sembolü olmak sûretiyle medenî olur. Bugünün kadınları şayet kadın hakları ile ilgili bir mücadele vereceklerse, kendilerini kadınlık onurundan, kadınlık özelliklerinden uzaklaştıran, bir metâ durumuna düşüren kalın kafalı, ilkel, inançsız, kişiliksiz erkeklere ve yönetimlere karşı mücadele etsinler ve yeniden analık ve mürebbiyelik tahtlarına otursunlar.

Kadınlar evlerinde daha güzel elbiselerini giymeli, kocasına karşı süslenmelidir. Dışarıya çıkarken asla koku sürünmemeli, dikkat çekici yürüyüş ve davranışlardan sakınmalıdır. Zaruret olmadıkça da sık sık çarşı pazar dolaşmamalıdır. Maalesef zamanımız kadınları çarşı pazara çıkarken süsleniyor ve fakat evlerinde bir hizmetçi kadın kılık kıyafetiyle beylerini karşılıyorlar.

Kadınların kocalarına karşı süslenmeleri, güzel elbiseler giymeleri, onları evine bağlayacak, evini bir huzur, bir saadet yuvası yapacak olan güzel davranışlar sergilemeleri İslâmî âdabtandır.

İslâm dini, ziyneti kadına helâl kılmıştır. Çünkü onun yaratılışındaki letâfete ziynet pek uygun düşmektedir. Onun için ipek ve altın kadına helâl, erkeklere haram kılınmıştır.

Müslüman kadın ve erkekler cuma günleri, bayram günleri, düğün ve derneklerde, herhangi bir toplantıya katılacakları zaman yukarıda anlatılan ölçülere dikkat etmek şartıyla her zaman giydikleri elbiselerden daha güzel elbiseler giymelidirler.

İslâm'da bir kıyafet üniforması yoktur. Kadınlar için ille de çarşaf, erkekler için ille de şalvar ve cübbe gibi bir kıyafet belirlenmemiştir. Kişi isterse çarşaf, cübbe ve şalvar giyer, isterse başka bir şey. Mühim olan İslâm'ın emrettiği şekilde örtünmektir. Giyimler milletlerin örf ve adetlerine, coğrafi şartlara göre değişik olabilir. Bu hususta İslâm dini asla müdahil olmamıştır.

Ancak gayr-i müslimlerin dînî sembolleri olan giysileri giymek katiyetle men edilmiştir. Yırtıcı hayvanların derisinden elbise yapıp giymek de yasaklanmıştır.

Ebu Melih: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Yırtıcı hayvanların derilerini kullanmaktan nehyetti." diye rivayet etmektedir. (Ebu Davud, Tirmizi)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli renk ve desenlerde elbiseler giymiştir. Ancak beyaz elbise giymeyi tavsiye etmiştir: "Beyaz elbise giyiniz. Çünkü o son derece temiz ve hoştur. Ölülerinizi de beyaz bez ile kefenleyiniz." (Tirmizi)

Gerek kadın ve gerekse erkekler iç çamaşır giymek hususunda da aynı titizliği göstermelidirler. İç çamaşırlarında temizliğine dikkat etmeli, kadın ve erkek kendi yaratılışlarına uygun tarzda giyinmelidirler. Çorapların temizliği hususunda titiz davranmalıdırlar. Bilhassa câmilere, toplantı yerlerine  kokan kirli çoraplarla asla gitmemeli ve cemaatı rahatsız etmemelidirler.

Gerek çoraplar ve ayakkabılar ve gerekse elbiseler giyilirken sağ taraftan başlamalı, çıkarırken de önce sol taraf çıkarılmalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir şey giyeceğiniz ve abdest alacağınız vakit sağ taraflarınızla başlayın." (Ebu Davut, Tirmizi)

Yeni bir elbise, ayakkabı vs. giyerken Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu duayı yaparlardı:

"Allahümme lekelhamdü Ente kesevtenîhi. Es'elüke hayrahû ve hayra mâ sunia lehü ve eûzü bike min şerrihî ve şerri mâ sunia lehû."

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu duayı yaparken giydiği şeyin ismini de zikrederdi.

Duanın manâsı şudur:

"Ey Allahım! Hamd ancak sana mahsustur. Onu bana Sen giydirdin. Onun hayrını ve onun için takdir olunanın hayrını dilerim. Onun şerrinden ve onun için takdir olunanın şerrinden Sana sığınıyorum."

Bu duanın Arapçasını ezberlemekte zorlananlar Türkçe meali ile dua edebilirler.

Müslüman tavır ve davranışlarıyla olduğu kadar giyimiyle de İslâm'ın mehâbetini göstermeli, İslâm kimliğini tezahür ettirmelidir.

 

YEMEK, İÇMEK ÂDABI

Helâl kazanmak, helâl yiyip içmek çok önemli bir husustur. Müslümanlar kalbini, dilini, gözünü korudukları gibi midelerini de haramdan korumalıdırlar. Midesinde haram lokma olan bir kişinin ibadetlerinden haz alması, dualarının kabul olması beklenemez. Kaldı ki Müslümanlar değil haramlardan, şüpheli şeylerden kaçınmak zorundadırlar.

Hz. Ömer radıyallahu anh: "Kamburlaşacak kadar namaz kılsanız, kıl gibi incelene kadar oruç tutsanız haramdan kaçınmadıkça bu ibadetleriniz sizden kabul olunmaz." buyurmaktadır.

Haram ve şüpheli şeyleri yemek ve içmek haram olduğu gibi yenilip içilmesi haram kılınan şeyleri yiyip içmek de haramdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, canavarların yediği hayvanlar -ölmeden önce yetişip kestiğiniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır." (Maide /3)

 Yahya bin Muaz: "İtaat Allah'ın hazinelerinden bir hazinedir. Fakat onun anahtarı dua, anahtarın dişleri helâl lokmadır." demektedir.

Yemek, içmek hususunda israfa kaçmak da haramdır.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür." (İsra /26-27)

Allah Teâlâ helâl ve temiz olanı yememizi emrediyor:

"Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş bulunduğunuz Allah'tan korkun." buyuruyor. (Maide /88)

Allah Teâlâ kullarına sayılamayacak kadar bol ve çeşitli nimetler ihsan etmiştir. Cennet nimetleri ise tarife sığmaz. Allah Teâlâ'nın helâl kıldığı yiyecek ve içecekleri küçümsemek, ayıplamak asla caiz değildir küfran-ı nimettir. Kişi bazı yiyecek ve içecekleri sever, bazılarından da hoşlanmayabilir. Bu durum kişiden kişiye değişir. Onun için Allah’ın nimeti olan bir yemeği ve içeceği "Ben bunu sevmem, bu nasıl yemek, bu nasıl içecek.” vb. ifadelerle ayıplamak İslâmî edeb ve ahlâka mugâyirdir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir yemeği hiçbir zaman ayıplamamış, yermemiştir. O, bir yemekten hoşlanırsa yerdi, hoşlanmazsa bırakırdı, yemezdi." (İbni Mace)

Yemek ve su kaplarının, çatal ve kaşıkların altın ve gümüşten olması da memnûdur. Bunda hem israf ve hem de kibirlenmek vardır. Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem altın ve gümüşten yapılan kaplardan yemek yemeyi ve su içmeyi men etmiştir.

"Her kim altın veya gümüş kaptan içerse ancak ve ancak karnına cehennemden bir ateş sarılacaktır." buyurmuşlardır. (Buhari-Müslim)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"İpeği giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan içmeyin. Onların sahanlarından yemeyin. Çünkü bunlar dünyada onların (kâfirlerin)dir." (Müslim-Ebu Davud)

 

YEMEK ÖNCESİ, YEMEK ESNASINDA ve YEMEK SONRASINDA ÂDAB

1- Yemek yemeye başlamadan önce ilk yapılacak iş, elleri güzelce yıkamaktır.

Enes bin Malik'ten rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kim, Allah'tan evinin hayır ve bereketini çoğaltmasını istiyorsa yemeğe hazırlandığı zaman abdestlensin (elleri yıkasın)" (İbni Mace)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Yemeğin bereketi, hem yemekten önce hem de yemekten sonra (el ve ağzı) yıkamaktadır.” (Ebû Davud)

Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak sünnettir. Yemekten önce abdest alıp, yemeği abdestli olarak yemek de müstehabtır.

2- Ayakta yemek yemek ve su içmek mekruhtur. Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zemzemi ayakta içtiği rivayet olduğundan, suyun da ayakta içilebileceğini söyleyenler olmuştur. En güzeli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme uyarak zemzemi ayakta içmeli, suyu ve yemeği de oturarak içip yemelidir.

Enes bin Malik radıyallahu anh: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir kimseyi ayakta su içmekten nehiy buyurduğunu rivayet etti. Katâde, Enes'e: "Ya yemek ne olacak?" deyince, "O daha beter, yahut daha kötüdür." cevabını verdi. “Yani ayakta  yemek, içmek, ayakta su içmekten daha kötüdür.” dedi.

Ayakta yemek ve içmek kişinin mehâbetini gidermekte, nimete karşı saygısızlık olmaktadır. Bizim örf ve adetimizde de ayakta yemek ve içmek hoş görülmemiştir.

3- Yemek yerken sofrada oturuş biçimi de mühimdir.

a- Elini yere koyup ona dayanmak,

b- Bağdaş kurup oturmak,

c- Bir tarafa yaslanarak oturmak uygun değildir.

Yemek yerken en uygun oturuş tarzı:

a- Ya iki dizi üzerine çökerek oturmak,

b- Ya da sağ bacağı dikip sol ayak üzerine oturmaktır. Yemek yerken sünnet olan oturuş biçimi budur.

Abdullah bin Büsr radıyallahu anh şöyle anlatır:

“Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme bir koyun (kesip pişirerek) ikram ettim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dizleri üzerine oturup yedi. Bir bedevi; "Bu ne biçim oturuştur?" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah beni mütevazi bir kul etti ve beni kibirli, büyüklenen bir kimse etmedi." buyurdu. (Buhari-İbni Mace)

Abdullah ibni Amr bin As radıyallahu anh:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir yere yaslanarak yemek yerken hiç görülmemiştir.” diye rivayet etmiştir. (Ebu Davud)

4- Yemek yemeye ve su içmeye besmele ile başlanır.

Hz. Aişe radıyallahu anhadan şöyle rivayet edilmiştir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabelerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu esnada bir bedevi gelerek yemeği iki lokma ile yedi (ve bitirdi). Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, "Bilmiş olun ki  eğer o bedevi Bismillah deseydi yemek size yetecekti. Sizden biriniz bir yemek yediği zaman Bismillah desin, şayet yemeğin başında Bismillah demeyi unutursa (yemek esnasında  hatırladığı zaman) Bismillahi fi evvelihi ve ahirihi) desin" buyurdu.” (İbn-i Mace)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"Bir adam evine girerken ve yemek yerken Allah'ı anarsa şeytan (yardımcılarına) sizin için ne mesken var, ne akşam yemeği der. Ama evine girerken Allah'ı anmazsa şeytan; meskene yetişiniz, der. O adam yemeğine başlarken besmele çekmezse şeytan: ‘Hem meskene hem akşam yemeğine yetişiniz’ der." (Müslim)

Müslümanlar bütün işlerine Besmele ile başlamalıdır. Yerken, içerken, otururken, yatarken, bir yerden çıkarken bir yere girerken, yazarken, okurken Besmeleyi diline vird etmelidir.

5- Yemek yerken ve su içerken sağ eliyle yiyip, içmelidir. Zaruret olmadıkça asla sol el kullanılmamalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Sizden her biriniz sağ eliyle yesin sağ eliyle içsin. Sağ eliyle alsın ve sağ eliyle versin. Çünkü şüphesiz şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer, sol eliyle verir, sol eliyle alır." (İbni Mace)

Seleme bin Ekva radıyallahu anh şöyle rivayet etti:

“Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sol eli ile yemek yedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- Sağ elinle ye, buyurdu:

Adam:

- Sağ elimle yiyemiyorum, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- Yiyemiyesin, buyurdu.

Adam kibrinden dolayı böyle yapıyordu. Ondan sonra adam bir daha elini ağzına kaldıramadı.” (Müslim)

6- Yemeğe tuz ile başlamalıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Ali kerremallahu vecheye, yemeğine tuzla başlamasını tavsiye ettiği ve tuzun yetmiş hastalığa şifa olduğu Şir'at’ül-İslâm adlı eserde zikredilmektedir.

7- Bir kaptan toplu halde yenilirken herkes kendi önünden, yemek kabının kenarından başlamalıdır. Yemek kabının ortasından, başkalarının önünden yemek âdaba aykırıdır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Yemek (sofraya) konulduğu zaman, onun kenarından yiyiniz. (Herkes kendisine en uygun yerden yesin) ve ortasını bırakınız. Çünkü bereket onun ortasına iner." (İbn-i Mace)

8- Yemek yerken sağa sola bakmamak, başkalarının yemek yiyişini takip etmemek, ağız şapırdatmamak, ağzı, lokmaların görüneceği şekilde açarak yemek yememek, büyük lokma almamak, bilakis lokmaları küçük almak, yemek esnasında lüzumsuz lakırdılar yapmamak, lokma ağızda çiğnenirken konuşmamak da âdabtandır.

9- Ayrıca ekmeği parçalarken, yiyeceğin kadar bölmek, ayrı kaplarda yeniliyorsa, kabına yiyeceğin kadar yemek koymak, kabında yemek artırmamak, sofraya dökülen kırıntıları toplayıp yemek, yere düşen yemek parçasını temizleyip yemek de âdabtır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Birinizin lokması düştüğü vakit hemen onu alsın ve üzerindeki bulaşığı gidererek yesin. Onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça onu mendile silmesin. Çünkü kişi bereketin, yemeğin neresinde olduğunu bilemez." (Müslim)

10- Yemek yerken tıka basa, çok yememeye dikkat etmelidir. Çok yemek hem israf, hem de sıhhate zararlıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Âdemoğlu karın(mide)dan daha şerli bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultan birkaç lokma yeter. Eğer âdemoğluna nefsi galebe çalarsa karnın (midenin) üçte biri yiyecek, üçte biri içecek ve üçte biri de nefes içindir." (İbn-i Mace)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadır:

"Mü’min bir bağırsağa yer. Kâfir ise yedi bağırsağa yer." (Müslim)

Yemek yerken kabı içinde yemek artıkları kalmayacak şekilde temizlemek de âdabtandır. Bu, bir ekmek parçası ile yemek kabında kalan artıkları güzelce sıyırıp yemek suretiyle yapılabilir.

11- Toplu halde yemek yenilirken, yemek sofrasından önceden kalkmamak, yemek yemeye devam edenlerle beraber oturup, onlarla sofradan kalkmak da âdabtır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Yemek sofrası konulduğu zaman sofra kaldırılmadıkça hiçbir kişi (sofradan) kalkmasın ve bir kişi doysa bile sofradakiler yeme işini bitirinceye kadar elini yemekten kaldırmasın. (Doyan kişi arkadaşları doyuncaya kadar) yemeğe devam etsin, çünkü kişi yemekten elini  çekmekle, yanında oturan kardeşini utandırır ve arkadaşı belki yemek ihtiyacı duyduğu halde elini tutar (yemeden çekinir)." (İbn-i Mace)

12- Yemekten sonra dua etmek de sünnettir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemekten sonra, Allah Teâlâ'nın verdiği nimetlere bir şükür olarak çeşitli şekilde dua etmişlerdir.

Nitekim Ebu Said Hudri radıyallahu anhden şöyle bir rivayet vardır:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir yemek yediği zaman:

"Elhamdülillâhillezî etamenâ ve segânâ vecealenâ min'el müslimîn- Hamd bizi yediren, içiren ve Müslüman kılan Allah'a mahsustur." derdi. (İbn-i Mace)

Peygamberimizin çeşitli yemek duaları vardır. Yukarıdaki dua bunlardan biridir. Yemek yenilip dua edildikten sonra yeniden elleri yıkamak, diş aralarını hilâllemek yani kürdanla diş aralarında kalan yemek kırıntılarını temizlemek ve dişleri misvaklamak da sünnettir.

13- Yemek yer sofrasında yenebildiği gibi, masa üzerinde de yenebilir. Ancak yer sofrasında yemek daha güzeldir.

Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle demiştir:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ne masa üstünde ne küçük tabakta yemek yemiştir. Râvi Ebu Kâtâde Enes'e: Peki onlar yemeği neyin üstünde yiyorlardı? diye sormuş. Enes: "Yer sofraları üstünde diye cevap vermiştir." (İbn-i Mace)

14- Su içerken imkân nisbetinde kıbleye yönelip, oturarak besmele çekip su bardağı sağ ele alınarak içmelidir. Her hususta olduğu gibi su içerken de itidal üzere hareket etmelidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Sakın sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unutursa kusuversin." buyurmuştur. (Müslim)

Yukarıda da anlatıldığı gibi Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin zemzemi ayakta içtiği rivayetleri vardır. Ancak suyu oturarak içmek müstehabtır. Suyu içerken üç defada içmek, su kabının içine nefeslenmemek, her içişte su kabının dışında nefeslenmek de su içmenin âdabıntandır.

İbn-i Abbas radıyallahu anh bir nefeste su içmenin mekruh olduğuna kaildir ve “Bu şeytan içişidir.” demiştir.

Kâtâde babasından naklen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, kabın içine solumaktan nehyettiğini rivayet etmiştir. (Müslim)

Diğer bir hadis-i  şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"Biriniz (su ve benzeri bir şey) içtiği zaman kabın içinde teneffüs etmesin. (Birinci içişten sonra) tekrar içmek istediği zaman kabı (ağzından) uzaklaştırsın (da kabın dışında nefes aldıktan) sonra isterse tekrar içsin." (İbn-i Mace)

Enes radıyallahu anh bir şey içerken üç defa nefes alırdı. (Kabı ağzından uzaklaştırarak kabın dışında nefes alırdı) ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (bir şey içerken) "Üç defa nefes alırdı" demiştir. (İbn-i Mace)

15- İçilecek şeye üflemek de mekruhtur.

İbn-i Abbas radıyallahu anhden rivayet edildiğine göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içeceğe üflemezdi. (İbn-i Mace)

16- Akarsulardan, çeşmelerden veya temiz su birikintilerinden yüzükoyun yere yatarak, ağzı suya daldırarak içmek de mekruhtur. Böyle yerlerden suyu avuçla içmek müstehabtır.

Nitekim Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhden şöyle rivayet edilmiştir:

"Biz bir yolculuk esnasında bir havuza uğradık da dudaklarımızla su içmeye başladık. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kapsız ve avuçlamaksızın dudaklarınızla içmeyiniz. Lâkin ellerinizi yıkayınız. Sonra avuçlarınızdan içiniz. Çünkü elden daha iyi bir kab yoktur." buyurdu. (İbn-i Mace)

17- Su içildikten sonra Allah Teâlâ'ya hamd ü senâ etmeli onun ihsan ettiği bu büyük nimet için şükretmeli, hamdetmelidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Devenin içişi gibi tek bir içişle su içmeyin. Lâkin (dinlenerek) ikişer, üçer (içişle) için. İçerken besmele çekin. İçmeyi bitirdiğinizde ise Allah’a hamdedin.” (Tirmizi)

 

YÜRÜME ÂDÂBI

Yürürken, bir yerlere girip çıkarken, oturup kalkarken dikkat etmemiz gereken âdab vardır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi önüne doğru eğilir, vakar ve sükunetle, rahatça yürürdü. Bakmak istediği zaman bakacağı tarafa tamamen dönerek bakardı. Etrafa gelişigüzel bakınmazdı. Bir şeye işaret edeceği zaman (parmak ile değil) bütün eli ile işaret ederdi." (Tirmizi)

Lokman Hekim oğluna şöyle öğüt veriyor:

“Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Muhakkak seslerin en çirkini eşek sesidir.” (Lokman/19)

Sokak ve caddelerde insanları rahatsız edecek şekilde yolun ortasında yürümek, bir sağa bir sola geçerek, vitrinlere, pencerelere, dükkan içlerine bakarak yürümek asla uygun değildir. Yolda başını yukarı dikerek, ayaklarını yere vurarak kibirli ve kendini beğenmiş bir tarzda yürümemelidir. Bilhassa kadınlar yürüyüşlerine çok dikkat etmelidirler. Erkeklerin dikkatini çekecek derecede süslenerek, koku sürünerek sokağa çıkmamalıdırlar. Vücut hatlarını belli edecek şekilde dar elbise giymemelidirler. Açmaları yasak olan yerlerini açmamalıdırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Evlerinizde vakarla oturun. İlk cahiliye (devri kadınlarının) açılıp, saçılarak, ziynetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin.” (Ahzab/33)

Yürürken yol üzerinde gördüğü zararlı şeyleri  yoldan kaldırmalıdır. Yerlere tükürmemeli, sümkürmemelidir. Yaya kaldırımlarında, yol üzerinde oturmamalıdır. Kadınlarımız sokak ortalarında, evlerinin kapısı önünde küme küme oturup saatlerce dedikodu yapmaktadırlar. Bu durum hem dinen, hem ahlâken asla caiz değildir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Sakın yollara oturmayın.”

Mecliste bulunanlardan bir kısmı:

“Yollarda oturmak durumundayız. Çünkü orada ihtiyaçlarımızı konuşuyoruz.” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Yolda oturmaktan başka bir imkan bulamazsanız o zaman yolun hakkını verin.”

“Yolun hakkını nedir, Ya Rasûlallah?” dediler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Harama bakmamak, eziyet etmemek, verilen selamı almak, iyiliği emredip, kötülükten men etmek.” buyurdu. (Buhari, Müslim)

 Üç beş kişi yanyana veya kolkola yürüyerek veya toplu halde yol ortasında ayakta sohbet ederek yolu kapatmamalı, başkalarının yoldan yararlanmasına mani olmamalıdır. Gerek ayakta ve gerekse yürürken elleri pantolon cebine sokmak veya arkaya koyarak birleştirmek âdaba aykırı hallerdir. Bilhassa büyüklerin yanında böyle bir davranış asla yapılmamalıdır. Yolda karşılaşılan kişilere selâm vermek, musafaha etmek sünnet, verilen selâmı almak farzdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, "Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır." buyurmuş. Kendisine "Nedir onlar Ya Rasûlallah?" denilmiş. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ona rastladığın zaman selâm ver.

Seni çağırırsa icabet et.

Senden nasihat isterse ona nasihat et.

Aksırır da Allah’a hamd ederse ona teşmit et.

Hastalanırsa ziyaret et.

Öldüğü vakit de arkasından  git. (Cenazesini teşyi et)."  (Müslim) buyurmuşlardır.

Musafaha yani el sıkışmak hakkında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: "Aranızdaki selâmlaşmanızın tamamlanması musafaha iledir." (Tirmizi)

"Birbirleri ile karşılaşan iki Müslüman el sıkıştıkları takdirde birbirlerinden ayrılmadan önce, ikisinin de günahları bağışlanır." (Ebu Davud)

Erkeklerin kadınlarla el sıkışması haramdır. Onlara sadece selâm verilir.

Belediye otobüslerine, dolmuşlara, toplu taşıma araçlarına binerken inerken yaşlılara, hastalara, çocuk ve kadınlara öncelik tanımak kolaylık sağlamak gerekir. Mâlül, yaşlı, hasta ve çocuklar caddeleri karşıdan karşıya geçerken yardımcı olmak, gidecekleri yerlere ulaşmakta kılavuzluk etmek bir insanlık borcudur.

Yayalar yolda yürürken, cadde ve sokakları karşıdan karşıya geçerken trafik kaidelerine dikkat etmeli, trafiği aksatacak veya kazaya sebebiyet verecek davranışlardan sakınmalıdırlar. Sürücüler de yayaların haklarına riayet etmeli, yayaların karşıdan karşıya geçmelerinde kolaylık sağlamalı, onlar geçerken, yeşil ışık yansa bile hareket etmekte acele etmemelidirler. Sokak aralarından, kalabalık caddelerden geçerken, arabalarını çok daha temkinli kullanmalıdırlar.

Yurdumuzda meydana gelen trafik kazaları hiçbir ülkede görülmeyen boyutlara ulaşmıştır. Her gün onlarca insanımız hayatını kaybetmekte, yaralanıp sakat kalmaktadır. Acelecilik, bilgisizlik, mesuliyet duygusundan yoksunluk, uykusuzluk, aşırı hız, yanlış sollamak, içkili araba kullanmak gibi sebeplerle birçok cana kıyılmakta, birçok maddi ve manevî zararlara uğranılmaktadır.

 

GİRİP ÇIKMA ÂDABI

Günlük yaşantımızda başta evimiz ve işyerimiz olmak üzere birçok yerlere girip çıkarız. Elbette bu giriş çıkışlarımız rastgele olmayacaktır. Belirli bir âdab içinde yapılacaktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kendi evinizden başka evlere girerken, geldiğinizi farkettirip ev halkına selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Ümit edilir ki düşünüp anlarsınız.” (Nur/27)

1- Bir kişi kendi evine girerken Eûzü besmele çekmeli, ev halkını geldiğinden kapı zilini çalarak veya başka bir şekilde haberdar etmeli, eve girince de selâm vermelidir. Evinden çıkarken de:

"Bismillâh, lâ havle velâ kuvvete illâbillah tevekkeltü alellâh"  diye besmele ve dua ile çıkmalıdır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kişi evinin kapısından çıktığı zaman görevlendirilmiş iki melek onunla beraber olurlar. Bu itibarla kişi: Bismillah dediği zaman o iki melek kendisine: Hidayete, doğru yola erdirildin, derler. Sonra kişi, "Lâhavle velâ kuvvete illâbillâh - Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur” deyince melekler ona: "Korundun" derler. Kişi, "Tevekkeltü alellâh - Allah’a dayandım”deyince de melekler ona: "İşin görüldü", derler." Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam eder. "Sonra iki karîni (yani biri insanlardan biri cinlerden iki şeytanı) ona rastlarlar. Melekler (o şeytanlara) hidayete erdirilen, işi (Allah tarafından) görülen ve muhafaza edilen bir adamdan ne istersiniz? derler. (Yani şeytanlar o kişiyi saptıramazlar)" (İbni Mace)

2- Başka birinin evine girmek isteyen bir kişi, ev sahibinden üç kere izin istemeli, şayet izin verilmez ise daha fazla ısrar etmeden geri dönmelidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin alıp ev halkına selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki iyice düşünürsünüz. Evde kimseyi bulamazsanız izin verilinceye kadar girmeyin. Dönün, denilirse dönün. Bu sizin için daha temizdir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nur/27-28)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Biriniz (başkasının evine girmek için) üç defa izin ister de ona izin verilmezse, o kimse geri dönsün." (Müslim) buyurmaktadır.

İzin isteme şekli, ya selâm vererek, selamdan sonra sözle: "İçeri girebilir miyim? diyerek, ya da kapı zilini çalmakla olur.

“Bir adam Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in evine girmek için girebilir miyim? diye izin istedi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hizmetçisine çık, şuna nasıl izin istenildiğini öğret ve selamün aleyküm girebilir miyim? demesini söyle dedi. Kapıdaki adam bunu işitti. Esselamü aleyküm girebilir miyim? dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem izin verdi ve adam girdi.” (Buhari, Müslim)

Her şekilde de makul aralıklarla izin istenir. Meselâ birinci zili çaldıktan sonra bir müddet beklenir, şâyet evden cevap verilmezse, ikinci kez zil çalınır ve makul bir müddet beklenir, yine cevap gelmezse üçüncü kez zil çalınır. Yine makul bir müddet beklenir. Bu defa da cevap gelmezse daha fazla ısrar etmeden ayrılınır. Eve girmek isteyene içerden ‘Kim o?’ diye sorulursa ‘Ben’ diye cevap verilmez. Ad ve soyadını söyleyerek kendini tanıtır.

3- Çocuklar anne ve babalarının yatak odalarına girmek için mutlaka izin almalıdırlar. Şayet izin verilmezse asla girmemelidirler.

“Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki:

- İçeriye girmek için annemden izin alacak mıyım?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

- Evet, buyurdular.

Adam:

- Ben zâten her zaman onunla evde kalmaktayım, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- Yine de izin almalısın, buyurdular.

Adam:

- Ben ona sürekli hizmet ediyorum, dedi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

- Peki anneni çıplak görmek ister misin? buyurdular.

Adam:

- Hayır, dedi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

- Öyleyse ondan izin al, buyurdular.” (Muvatta)

4- Evlere, mescitlere girerken sağ ayakla girmeli, sol ayakla çıkmalıdır. Helâ, hamam gibi yerlere girerken de sol ayakla girip, sağ ayakla çıkılır. Mescitlere girerken besmele çekip:

"Allâhümmeftah aleynâ ebvâbe rahmetike - Ey Allah’ım rahmet kapılarını aç.” diye dua etmelidir.

Mescitten çıkarken de yine besmele çekip:

"Allâhümmeftah aleynâ ebvâbe fadlike - Ey Allah’ım fadl kapılarını aç.”

veya

“Allâhümme ağsimnî mineşşeytan - Ey Allahım! Beni şeytandan koru.” diye dua etmelidir.

Helâya, hamama ve benzeri yerlere girerken:

"Allâhümme innî eûzübike minel hubsi vel habâis - Allah’ım hubs ve habâisten sana sığınırım.”

Heladan çıkarken de:

"Elhamdülillâhillezî ezhebe annil ezâ ve âfânî - Benden eziyeti gideren ve âfiyet veren Allah’a hamd ederim.” diye dua etmelidir.

5- İşyerlerine, ticaret merkezlerine girerken izin almaya gerek yoktur. Bu gibi yerlere selâm verilerek girilir.

6- Büyüklerin huzuruna girerken de mutlaka izin alınmalı, izin aldıktan sonra selâm verip gösterilen yere edeple oturmalıdır. Onların huzurunda boş lakırdılardan, yüksek sesle konuşmaktan, gereksiz münâkaşalardan, kahkaha ile gülmekten, yersiz ve lüzumsuz suallerden sakınmalıdır.

 

OTURUP, KALKMA ve TOPLANTI ÂDÂBI

Sohbet, istişâre veya başka bir sebeple bir araya gelen kişiler, toplantı yerinde bulunan kişilerle olan münasebetleri ile ilgili edeblere, toplantı yerine giriş çıkışlara, oturup kalkmalara dikkat etmelidirler.

Müslümanlar, pejmürde, dağınık, disiplinsiz, gelişigüzel bir yaşantının insanı olamazlar.

Müslüman, kendi şahsında İslam’ı temsil ettiğinin farkında ve şuurunda olmalıdır. Nerede nasıl hareket edeceğinin, nasıl davranacağının, nasıl oturup kalkacağının, nasıl konuşacağının bilincinde olmalıdır.

Elbette Müslüman sadece toplantı yerlerinde, sohbetlerde değil, yalnız olduğu, ailesi içinde bulunduğu zaman da edeblere riayet etmeli, aile ve çocuklarına yaşantısı ile güzel bir örnek olmaya gayret etmelidir.

Toplantı yerlerine, sohbetlere giriş-çıkış, oturuş ile ilgili bir kısım âdâb şunlardır:

1- Toplantı, herkese açık umumi bir yerde yapılmıyor, özel bir mekanda veya evde yapılıyorsa, kapı açık olsa bile kapı zili çalınarak içerdekiler haberdar edilmeli, izin alınmalıdır.

2- Kapıdan içeriye bakılmamalı, tecessüs edilmemelidir.

3- İçeriye girilince hiçbir şey konuşmadan, selam vermelidir.

4- Sohbet yerinde boş olan yere oturmalıdır.

5- İki kişinin arasına onların izni olmadan oturmamalıdır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“İzinleri olmadan iki kişi arasında oturma.” buyurmuştur. (Ebu Davud)

6- Oturduğu yerden kalkan kişinin boş bıraktığı yere hemen oturmamalı, onun geri döneceği düşünülerek bir müddet boş bırakılmalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Biriniz yerinden kalkıp tekrar geri dönerse oraya oturmakta herkesten daha fazla hak sahibidir.” (Müslim)

Ancak yerinden kalkan kişi şayet geri dönecekse kalktığı yere herhangi bir eşyasını bırakarak geri döneceğini ifade etmelidir.

7- Bir mecliste ya yerde veya sandalye, koltuk ve divan üzerinde oturulur.

Yerde otururken:

a- Dizleri üzerine çökerek oturmak en uygun oturuş tarzıdır.

Kayle binti Mahreme radıyallahu anha, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dizlerini bükerek oturduğunu görmüş ve şöyle demiştir: “Onu öyle tevazu içinde otururken görünce korkudan titremeye başladım.” (Ebu Davud)

Hastalık veya çeşitli sebeplerle böyle oturamayanlar bağdaş kurarak oturabilirler.

b- Ya da bir ayağı üzerine oturup diğer ayağını dikerek otururlar.

c- Ayakları ileriye doğru uzatarak, bir tarafa yaslanıp, ayakları yan tarafa uzatarak, bir elini yere koyup ona yaslanarak, ayakları veya bacakları birbirinin üzerine atarak oturmak uygun oturuş tarzları değildir.

Şerid bin Süveyd radıyallahu anh rivayet ediyor:

“Sağ elimi sırtımın arkasına koyup, sol elimin kabasına dayanarak oturuyorken Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bana uğradı ve şöyle dedi: “Kendilerine gadab edilenlerin oturuşu gibi mi oturuyorsun?” (Ebu Davud)

d- Yanyana oturanlar birbirine yaslanarak arkadaşını rahatsız etmemelidir.

Sandalye, koltuk ve divan üzerinde otururken:

a-  Ayaklar ileriye doğru uzatılmamalıdır.

b- Makat, sandalye veya koltuğun ön tarafına konularak arkaya yaslanmamalıdır.

c- Ayak ayak veya bacak bacak üzerine atılarak oturulmamalıdır.

d- Koltuk üzerinde yan tarafa yaslanarak oturmamalıdır.

 

8- İçeride oturanlar, dışarıdan gelenlere yer göstermeli, oturacak yer olmadığı zaman sıkışarak yer açmalıdırlar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Size meclislerde yer açın denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Size kalkın denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele/11)

 

9- Takvaca üstün, ilim ehli veya bir Müslüman topluluğun büyüğü toplantı yerine, sohbet mahalline geldiği zaman onun oturması için yer açmak veya kalkıp kendi yerini vermek de âdabtandır.

Böyle bir şahsın o meclise geleceği daha önceden biliniyorsa onun için bir yer ayırmak daha uygun bir davranıştır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Size bir kavmin büyüğü geldiği zaman ona ikram ediniz.” buyurmaktadır. (İbni Mace)

Bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem evinde oturuyordu. Hücresi sahabeler ile dolu idi. Bu arada Cerir bin Abdullah radıyallahu anh geldi. Boş bir yer bulamayınca kapıda oturdu. Bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendi ridâsını onun oturması için yere serdi ve ona bunun üzerine otur buyurdu. Cerir bin Abdullah radıyallahu anh ridâyı aldı, yüzüne koydu, öpüp ağlamaya başladı. Sonra ridâyı Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme verdi ve “Ben senin elbisen üzerine oturamam. Sen bana ikramda bulunduğun gibi, Allah da sana ikram etsin.” dedi. Sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem sağına, soluna baktı ve: “Size bir kavmin büyüğü geldiği zaman ona ikram ediniz.” buyurdu. (İbni Mace)

 

10- Bir toplantı yerinde, sohbet veya mecliste:

a- Ârif, âlim, salih kişiler toplantı yerinin baş tarafına oturtulmalıdır.

b- Sonra ilim ehli olmayan yaşlılar.

c- Sonra gençler.

d- Daha sonra çocuklar oturtulmalıdır.

 

11- Toplantı yerinde ayrı ayrı kümeler halinde oturmamalıdır. Hep beraber toplu halde oturulmalıdır. Bir toplantıda üç kişi varsa bunlardan ikisi, diğerinden gizli olarak konuşmamalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Sizden üç kişi bir arada olduğunuz zaman, arkadaşından gizli konuşmasınlar. Çünkü iki kişinin gizli konuşması şüphesiz üçüncü arkadaşı üzer.” (Buhari, Müslim)

Toplantı yerine gereksiz yere girip çıkmamalıdır. Sohbetin huzurunu bozacak tavır ve hareketlerden sakınmalıdır.

 

12- Sohbete gelirken, sohbet esnasında ve sohbetten sonra gözetilmesi gereken âdaba riayet etmelidir.

 

Sohbete gelirken:

1- Temiz elbiselerle gelmeli. Güzel koku sürünmeli.

2- Soğan, sarımsak yememeli.

3- Sohbete, ilim, ahlâk öğrenmek, öğrendiği ile amel etmek ve öğrendiklerini başkalarına da öğretmek niyetiyle gelmelidir.

4- Sohbete kusur araştırmak, hata bulmak için gelmemelidir.

5- Sohbete gelirken yedi Ayet-el Kürsi okunmalıdır.

6- Sohbetten faydalanmak için Allah Teâlâ’ya dua etmelidir.

7- Geçmiş günahları için tevbe ve istiğfar etmelidir.

8- Sohbete her geldiğinde yeni bilgiler öğrenmenin, din kardeşleri ile görüşmenin heyecanını yaşamalı, iştiyakla gelmelidir.

 

Sohbet esnasında:

1- Sohbete, Aşr-ı Şerif okuyarak ve akabinden bir Fatiha, üç İhlas-ı Şerif okuyup üstazlarımızın, hocalarımızın ve geçmişlerimizin ruhlarına bağışlayarak başlamalıdır.

2- Sohbet, tam bir sükunet içinde dinlenmelidir.

3- Lüzumsuz konuşmalardan, faydasız lakırdılardan, dedikodu ve gıybetten uzak durulmalıdır.

4- Toplantıya, sohbete iştirak edenler birbirine saygılı olmalı, birbirlerini sevmeli, birbirlerinin hukukuna riayet etmelidirler.

5- Sohbet yapanlar da hazırlıklı gelmeli, sohbete gelen, toplantıya iştirak edenlere faydalı olmak için gayret etmelidirler.

6- Duruma ve şartlara göre ihtiyaç hissedilen bilgiler en doğru bir şekilde aktarılmalıdır. Çeşitli vasıtalarla topluma aktarılan yalan-yanlış bilgiler tashih edilmeli, toplantıya gelenler bu konularda uyarılmalıdır.

7- Sohbet, dinleyenleri sıkacak, usandıracak derecede uzatılmamalı, fazla uzatmayacağım diye de eksik bilgiler verilmemelidir. Çünkü yerine göre eksik bilgiler, yanlış bilgiler kadar tehlikelidir.

8- Sohbetlerde gereksiz ve lüzumsuz münakaşalara, cedelleşmelere fırsat verilmemelidir. Çünkü münakaşa ve cedelleşmeler doğru bilgilerin elde edilmesine mâni olduğu gibi, şahıslar arasında burûdete ve belki de adâvete sebep olabilir.

9- Sohbet yerinden meşru bir mazeret sebebiyle ayrılmak durumunda olanlar, meclisin büyüğünden izin almalıdır. Kendi başına buyruk hareket etmemelidir.

10- Sohbetin sonunda varsa sorulara cevap verilmeli, zihinlerdeki istifhamlar giderilmelidir.

11- Şurası asla unutulmamalıdır ki, sohbetlerde öncelikle verilmesi gereken bilgiler farz-ı ayn olan bilgilerdir. Bu hususa çok dikkat edilmeli. Size itimat etmiş kişilere, birinci derecede ihtiyacı olan bilgileri vermez, tâli şeylerle ve belki de gereksiz şeylerle onları meşgul ederseniz büyük bir mesuliyet yüklenmiş ve kardeşlik hukukuna riayet etmemiş olursunuz.

Farz-ı ayn olan bilgiler: İtikat, ibadet, ahlâk, muamelat ve kişinin mesleği ile ilgili bilmesi gereken dini bilgilerdir.

12- Toplantılarda sır olarak konuşulanlar mutlaka muhafaza edilmelidir. Sırrı ifşâ etmek, emanete ihanet etmektir. Çünkü sır olarak konuşulanlar, bir emanettir.

13- Sohbet eden kişi, giyim kuşamı, yiyip içmesi, oturup kalkması, konuşması, davranışları, konuştukları ile öncelikle kendisinin amel etmesi, İslamî yaşantısı, güzel ahlâkı ve edebi ile örnek alınacak bir şahsiyet olmak için her türlü çabayı göstermelidir.

 

SOHBET SONRASI

1- Sohbet tamamlanınca Asr suresi okunmalıdır.

2- Sohbet sonunda şu dua okunmalıdır. Çünkü bu dua mecliste meydana gelen hata ve kusurların bağışlanmasına vesile olur. Meclisin keffaretidir:

“Sübhâneke Allâhümme vebi hamdike eşhedü enlâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîkeleke. Estağfiruke ve etûbü ileyke - Ey Rabbim seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına ve yalnız Sen olup ortağın olmadığına şehadet ederim. Senin mağfiretini diler, Sana tevbe ederim.”

3- Sohbetten sonra selam verip, musafaha edip, sükûnetle ayrılmalıdır.

 

KONUŞMA ÂDABI

Gerek karşılıklı konuşurksen ve gerekse bir topluluğa hitap ederken riayet edilmesi gereken edebler vardır.

Dil Allah Teâlâ’nın kullarına büyük bir ihsanıdır. Onunla konuşur ve onunla birbirimizle anlaşırız.

Ehl-i hikmetten bir zat: “Dil keskin bir kılıçtır. Nasıl keseceği bilinmez. Söz geri döndürmesi kolay olmayan bir ok gibidir. Dil harekete geçmeden, sözü söylemeden önce dikkat et. Belki bir dostu üzersin. Belki bir Allah dostunun kalbini kırarsın.” der.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, insanların en beliğ, en fasih konuşanı idi. Gayet güzel ve veciz konuşurdu. Konuşurken tane tane, herkesin anlayacağı şekilde konuşurdu. Sesini ne fazla yükseltir, ne de işitilmesi zor olacak şekilde kısardı. O, her hususta olduğu gibi konuşmasında da itidal üzere idi.

Hikmet ehli bir zat şöyle der: “Konuşmana dikkat et. İnsan faziletini konuşması ile gösterir. Akıl kendisini konuşması ile meydana kor. Bu sebepten az konuş, öz konuş. Az ve özlü söz hoş olur. Kısa ve manâlı ifade beğenilir. İçli insan öz konuşur, açık konuşur.”

Elbette sözlerin en doğrusu ve güzeli Allah Teâlâ’nın kelamı, sonrada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleridir. Konuşmalarımızda Kur’an’ın ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin üslubuna göre konuşmaya dikkat etmeliyiz.

 

Konuşurken dikkat edilmesi gereken âdabtan bir kısmı şunlardır:

1- Konuşmaya besmele, hamdele ve salvele ile başlamalıdır.

2- Konuşurken vakur ve ciddi olmalıyız. Mehabeti giderecek tavır ve hareketlerden, kendimizi beğenmişlikten, dinleyicileri küçümsemekten, önemsememekten, onları tahkir etmekten şiddetle sakınmalıyız.

3- Bağırıp çağırarak, dinleyenleri rahatsız edecek tarzda yüksek sesle, kibirlenerek konuşmamalıyız. Lokman Hekim oğluna şöyle öğüt vermektedir:

“Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) merkeplerin sesidir.” (Lokman/11)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Bana en sevimli olanınız ve kıyamet günü meclis itibari ile en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olanınız. Bana en sevimsiz olanınız, kıyamet günü benden en uzak olanınız çok konuşan ve avurdunu şişirerek konuşan ve mütefeyyikûn zümresidir.” buyurdular. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram:

- Ya Rasûlallah  çok konuşan ve avurdunu şişirerek konuşanları biliyoruz. Lâkin mütefeyyikûn kimlerdir, dediler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- Büyüklük taslayanlardır.” (Tirmizi)

4- Konuşurken sözleri açık seçik, tane tane anlaşılır şekilde konuşmalıdır. Gerektiği zaman konuşmanın çok mühim olan kısmı tekrar edilmelidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sözlerini birbirine ulamaz, sözü tane tane söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem iyice anlaşılsın diye sözünü bazen üç kere tekrarladı.

5- Az ve öz konuşmalı lüzümsuz tafsilattan sakınmalıdır.

Az ve öz konuşmak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünneti, salihlerin, muttakîlerin âdetidir.

6- Her yerde doğruyu konuşmalı yalan söz ve yalan haberden şiddetle sakınmalı, bilhassa yöneticilerin huzurunda doğruları konuşmalı, hakkı söylemeli, sözü eğip bükmemelidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Böyle yaparsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab/70-71)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Âdemoğlu sabahladığı zaman, bütün azalar dilden kifayetli olmasını isteyerek derler ki: Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Çünkü bizim istikametimiz sana bağlıdır. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğrilirsen bizde eğriliriz.” (Tirmizi)

7- Malâyâni, dünyamıza da, ukbamıza da faydası olmayan, bilâkis zararlı olan konuşmalardan şiddetle sakınmalıyız.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlardan kimi de vardır ki, herhangi bir ilmî delile dayanmayan Allah yolundan sapıtmak ve onu eğlence yerine tutmak için laf eğlencesi satın alır. İşte onlara horlayıcı bir azab vardır.” (Lokman/6)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor:

“Malâyâniyi (faydasız konuşmaları) terketmek kişinin İslam’ının güzelliğindendir.” (Tirmizi)

“Âdemoğlunun iyiliği emretmek, kötülüğü men etmek ve Allah azze ve celleyi zikretmek dışında konuştuğu sözler aleyhine olup, lehine değildir.” (İbni Mace)

8- Konuşurken mehâbeti giderecek şekilde kahkalarla gülmemelidir. Aşırı latifelerden kaçınmalı, latifelere yalan katmamalıdır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, çok az güler, pek çok ağlardınız.” (Buhari)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem asla kahkaha ile gülmezdi. Onun gülmesi tebessümdü.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashab-ı ile, çocuklarla, kadınlarla latife yapardı. Ancak onun lâtifeleri gerçek lâtifelerdi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Enes bin Malik küçük bir çocuk iken; Ona “Ey iki kulaklı” diye lâtife ederdi.

Bir gün yaşlı bir kadın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna gelerek:

- Ya Rasûlallah! Ben cennet isterim, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- İhtiyarlar cennete giremez, buyurdular.

Kadın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu latîfesindeki nükteyi anlayamadığından üzüldü.

Hz. Aişe radıyallahu anha validemiz:

- Ya Rasûlallah! Kadıncağızı mahzun ettin, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- İhtiyarlar cennete gençleştirilerek girecektir, buyurdu. Bunun üzerine kadıncağız sevindi.

9- Herhangi bir mecliste bir kişi konuşurken, diğerleri dikkatle ve önemseyerek dinlemelidir. Konuşulanlar bildikleri olsa da... Bir kişi konuşurken dinleyenlerin başka şeylerle meşgul olmaları asla yakışık almaz. Hem konuşana karşı saygısızlık olur, hem de toplantının huzuru bozulmuş olur.

Meselâ, kitap, dergi ve gazete ile meşgul olmak, okumak, yanındaki arkadaşı ile konuşmak, kalemiyle, saçıyla, elbisesiyle oynamak ve benzeri hareketler hoş davranışlar değildir.

Hz. Ali kerremallahu vechehu şöyle rivayet etmektedir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşurken, mecliste bulunanlar, başlarına kuş konmuş gibi sessiz ve hareketsiz bulunurlardı.” (Tirmizi)

10- Konuşmacı veya sohbet eden kişi konuşmalarında muhakkak insanların faidesine olacak şeyleri, toplumun hayrına olan şeyleri konuşmalı, hayır nasihatta bulunmalıdır. Aksi takdirde sükut etmelidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, ya hayır konuşsun, ya da sükut etsin.” buyurmaktadır. (Tirmizi)

Hikmet ehli: “Söz gümüş ise sükut altındır.” demişlerdir.

Müslüman konuşması gereken yerde bildiklerini, doğruları konuşacaktır. Susması gereken yerde de susmanın bir fazilet olduğunu bilecek ve sükût edecektir.

11- Konuşurken kaba, haşin olmamalı; yumuşak, gönüllere tesir edecek şekilde konuşmalıdır.

Müslüman tatlı dilli, yumuşak sözlü olmalıdır. Kaba ve haşin olmak, kırıcı olmak Müslümana yakışmaz. Kaldı ki Müslüman her hali ile örnek olmak durumundadır. Doğru, güzel, yumuşak, nezaketli konuşmaları ile kalblere nüfuz etmeli ve insanların İslam’a ısınmasını, bağlanmasını sağlamaya çalışmalıdır.

Bir vâiz Abbasi Halifesi Me’mun’un huzuruna çıkarak onu çok sert bir dille tenkit etti.

Halife Me’mun şöyle dedi:

Behey adam yavaş ol! Sen Hz. Musa ve Hz. Harun aleyhisselamdan daha mı hayırlısın? Ben de Firavun’dan daha mı aşağıyım ki böyle davranıyorsun? Allah Teâlâ Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Harun aleyhisselamı Firavun’a gönderdi de onlara: “Firavuna gidin. Çünkü o iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak, tatlı dille konuşun. Belki o tezekkür eder, aklını başına alır veya korkar.” (Taha/43-44)

Ecdadımız da: “Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır.”

“Oha var zelve kırdırır. Oha var öküz durdurur.” demişlerdir.

Yunus Emre de:

“Kişi bile söz demini,

Dimeye sözün kemini,

Bu cihan cehennemini,

Sekiz uçmağ ide bir söz.” demekte ve gönüllere cennet esintisi sunmaktadır.

12- Konuşurken, dinleyicilerin yüzüne bakmalı, herhangi birisi soru sorduğu zaman, soru sorana teveccüh edilip sorusuna  cevap verilmelidir. Bazı kişiler kasten, bazıları da bilmediğinden yanlış soru sorabilirler. Bu durumda sertleşmemeli, kabalaşmamalı münasip bir şekilde yanlışları tashih ederek güleryüz ve tatlı dille cevap vermelidir.

13- Sohbet eden, tebliğ eden bir kişi güleryüzlü, tattlı dilli ve mütevazi olmalıdır. Asık suratla, incitici ve kırıcı sözlerle, ucub ve kibirle konuşmak, sohbet etmek, tebliğ etmek İslam’la insanlar arasına siyah bir perde çekmek, kalın bir duvar örmek gibidir.

14- Gerek konuşmalarda ve gerekse sohbet ortamlarında gereksiz tartışmalara, münakaşalara ve cedelleşmeye fırsat verilmemelidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Bir topluluk, içinde bulundukları hidayetten ancak cedelleşmek (gereksiz yere tartışmak) sebebiyle sapıtırlar.” buyurdu. Sonra da Zuhruf suresinin 58. ayetini okudu:

“Sana böyle söylemeleri, sadece seninle tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir kavimdir.” (Tirmizi)

“Kim haksız olduğu durumda tartışmayı bırakırsa onun için cennetin kenarında bir köşk yapılır. Haklı olduğu halde bırakırsa onun için cennetin ortasında bir köşk yapılır. Kimin de ahlâkı güzel olursa ona cennetin en üstünde köşk yapılır.” (Tirmizi)

 

UYKU ÂDÂBI

Bir Müslüman olarak yatma ve uyuma âdabına da riayet etmeliyiz. Zaruret ve mecburiyet olmadıkça erken yatıp erken kalkmaya özen göstermeliyiz.

Gece uykusuna mağlup olmamak için akşamları yağlı, etli, kızarmış yemeklerden ve çok yemekten sakınmalıyız. Mümkün oldukça akşamları hafif sebze yemekleri yemeli ve akşam yemeğini ikindi namazından sonra yemeye gayret etmeliyiz.

Uyumak için yatağa girince besmele çekip sonra:

“Allâhümme emûtü ve ahyâ. - Allah’ım senin isminle ölürüm ve dirilirim.” demelidir.

Uyanınca da Bismillah deyip yatağından doğrulmalı ve:

“Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhinnüşûr. - Bizleri öldürmesinin ardından dirilten ve öldükten sonra dirilip toplanmak da ancak kendisine olacak olan Allah’a hamd ederim.” demelidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“İnsan uyuduğu vakit başının arka tarafında şeytan üç düğüm bağlar. Bunlardan herbirini yerine koyar. Sonra: Uzun bir gecen var uyu der. Eğer uyanıp, Allah’ı zikrederse bir düğüm çözülür. Kalkıp abdest alırsa ikinci düğüm çözülür. Namaz kılarsa düğümlerin hepsi çözülür. Neşeli ve huzurlu bir kalb ile sabahlar. Bunları yapmazsa kötü kalbli ve tembel olarak sabaha çıkar.” (Buhari)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yatağa girdiği zaman ve uyanıp yatağından kalktığı zaman yapmış olduğu çeşitli duaları vardır. Bu dualardan ezberlenmesi ve uygulaması kolay olduğu için en kısa olanlarını yukarıda zikrettik.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yatağa girdiği zaman okuduğu sureler vardır. Bu sureler, Kâfirûn, İhlas, Felak ve Nas sureleridir.

Bu hususta Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle rivayet etmiştir:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem her gece yatağına girdiği zaman, avuçlarını toplar, onlara üfürür ve Kulhuvallahu ahad, Kul Eûzü bi rabbil Felak ile Kul eûzü birabbinnâsi okur. Sonra eli  ile başından ve yüzünden başlayarak yetişebildiği aşağı kısmına doğru vücudunu meshederdi. Bunu üç defa yapardı.” (Buhari, Müslim)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sahabiye şöyle tavsiyede bulunmuştur:

“Kul yâ eyyühel kâfirûne’yi (Kâfirûn suresini) oku. Bitirince uyu. Zirâ bu, insanın şirkten kurtulmuş olduğunun beraatıdır.” (Ebu Davud, Tirmizi)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

“Temiz olarak, zikirle yatan, sonra da uyanınca, Allah’tan dünya ve ahirette hayır ihsan etmesini dileyen bir Müslüman yoktur ki, Allah ona bu hayrı ihsan etmesin.” (Ebu Davud)

Allah Teâlâ’yı zikretmeden, gafletle yatmak, gafletle uyumak ve gafletle yataktan kalkmak ne büyük bir hüsrandır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Kim Allah’ı zikretmeden yatıp uyursa, bu kendisi için kıyamet gününde hasret ve pişmanlık olur.” (Ebu Davud)

Hülâsa seher vakti ihmal edilmemeli, teheccüd namazı için kalkmaya gayret edilmeli, rahmet ve mağfiret deryasının cûş-u hurûşa geldiği o bereketli saatleri gaflet içinde uykuyla geçirmemelidir.

1- Yatarken abdestli olarak yatmalı.

2- Yatmadan önce ve yataktan kalktıktan sonra misvaklanmalı.

3- Yatağa girince ve uykudan kalkınca yukarıda zikredilen duaları okumalı.

4- Yatağa girince Kâfirûn, İhlas-ı Şerif, Felak ve Nas surelerini okumalı.

5- Sonra sağ elin içini sağ yüze koyarak, kıbleye karşı dönüp sağ yanımız üzerine besmele ile yatmalı.

6- Günahlarımız için tevbe ve istiğfar etmeli.

7- O günü nasıl geçirdiğimizin murakabesini yapmalı, nefsimizi sıygaya çekmeliyiz.

8- Uyuyana kadar tesbih, tahmid, tehlil ve salavat-ı şerifeler okunmalı, kalbî zikirle meşgul olunmalıdır.

9- Sabah namazını kıldıktan sonra hemen yatıp uyumamalı, güneş doğup 45-50 dakika geçene kadar uyanık durmalı ve iki rekat işrak namazı kılınmalı.

10- Güneş doğarken, ikindi namazından sonra ve güneş batarken uyumamalıdır. Bu vakitlerde uyumak mekruhtur.

11- Zaman ve fırsat bulanlar kaylûle yapabilir.

Kaylule, öğle namazından sonra bir saat kadar uyumaktır.

12- Yüzükoyun yatmak, bedenin bir kısmını gölgede, bir kısmını güneşte bırakarak yatmak, oturmak, uygun değildir.

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Mescid-i Nebi’de yüzü koyun yatıp uyuyan bir adamın yanından geçti ve ayağıyla dürterek (adama): "Kalk otur. Çünkü bu cehennemî bir yatıştır." buyurdu. (İbni Mace)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vücudun yarısı gölgede, yarısı güneşte olduğu halde yatmak ve oturmak hususunda da şöyle buyurmuşlardır:

"Biriniz gölgede olup da, gölge kendisinden çekilip bir kısmı güneşte, bir kısmı gölgede kalırsa hemen oradan kalksın.” (Ebu Davud)

13- Sırtüstü, ayağını diğer ayağının üzerine koyarak uyumak da âdaba aykırıdır. Ancak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem sırtı üzerine yatardı. Çünkü yatarken vahiy geldiği zaman bu vaziyette vahiy ahzetmesi daha kolay olmaktaydı.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Sizden biriniz bir ayağını diğerinin üstüne koyarak sırt üstü uzanıp yatmasın.” (Müslim)

14- Bir kısım insanlar çok rüya görürler. Bu rüyaların bir kısmı iyi, bir kısmı kötü olabilir. Rüyalar iyi olsun, kötü olsun herkese anlatılmamalıdır. Ancak salih, muttaki kişilere yorumu için anlatılabilir. Ya da bir kısım insanların ibret alması için anlatılabilir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Zaman yaklaştığında Müslümanın rüyası yalan çıkmayacaktır. Sizin en doğru rüya göreniniz, en doğru söyleyeninizdir. Müslümanın rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından bir parçadır. Rüya üç kısımdır. Biri salih rüya ki bu, Allah’dan bir müjdedir. (İkincisi) şeytanın üzmek için gösterdiği rüyadır. (Üçüncüsü) kişinin şuur altı hadiselerden ötürü kendi kendisiyle konuştuğu şeylerden ileri gelen rüyadır. Eğer biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse, hemen kalkıp namaz kılsın ve o rüyayı kimseye anlatmasın.” (Buhari, Müslim)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

“İyi rüya Allah’tan, kötü rüya ise şeytantandır. Biriniz nefret ettiği kötü bir rüya görürse, soluna tükürsün ve onun şerrinden Allah’a sığınsın. O zaman o kötü rüya ona asla zarar veremez.” (Buhari, Müslim)

“Kim hoşlanmadığı bir rüya görürse üç kere soluna tükürsün. Üç kerede taşlanmış şeytandan Allah’a sığınsın. (Eûzü çeksin) üzerinde yattığı yanından öbür yanına dönsün.” (Müslim)

15- Müslüman uyandığı zaman ilk kere Allah Teâlâ’yı anmalı, hatırına ilk gelecek Allah Teâlâ olmalıdır. Bilinmelidir ki bir kişi nasıl yatarsa öyle kalkar. Yani Allah Teâlâ’yı zikrederek uyuyan, Allah Teâlâ’yı zikrederek uyanır. Çeşit çeşit kötü düşüncelerle, hayallerle yatan da aynı kötü düşüncelerle uyanır. Ruhen ve bedenen yorgun olarak kalkar.

16- Seher vakti uyanmak, ailemizi de uyandırarak Teheccüd namazı kılmak, Kur’an okumak, zikretmek, dua etmek çok büyük bir fazilettir.

Allah Teâlâ Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyurmaktadır:

“Gecenin bir vaktinde, sana mahsus nafile olmak üzere Teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a gönderir.” (İsra/79)

Teheccüd namazı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için farz, biz Müslümanlar için sünnet-i müekkededir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Gecenin ilk üçte biri geçince Allah Teâlâ dünya semasına nuzûl eder, yani tecelli eder de şöyle der:

Hükümdar benim! Hükümdar benim! Bana dua edenin duasını kabul edeyim. Benden bir şey isteyenin isteğini vereyim. Bana istiğfar edenin günahlarını affedeyim. Böylece fecre kadar devam eder.” (Müslim)

“Gecede bir saat var ki, dünya ve ahirete dair hayır dileyen Müslümanın dileği, o saate isabet edince Allah, onun dilediğini verir. Bu her gece böyledir.” (Müslim)

Gece kalkıp namaz kılmak, Rabbimize tazarrû ve niyazda bulunmak, dua etmek, zikretmek peygamberlerin ve onların izinde giden salihlerin adetidir.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Gece namazına devam ediniz. Çünkü sizden önceki salih kulların adetidir. Rabbinize yakın olmaya vesile olur. Günahlara keffâret olup günahlardan korur.” (Tirmizi)

Teheccüd namazına ailemizi de kaldırmalı, çocuklarımızı teşvik edip alıştırmalı, seher vaktinin feyiz ve bereketinden onların da faydalanması için gayret gösterilmelidir.

Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Gecenin bir vaktinde kalkıp da namaz kılan ve ailesini uyandıran kişiye Allah rahmet etsin. Eğer ailesi kalkmak istemezse yüzüne su serpsin. Allah, gecenin bir vaktinde kalkıp namaz kılan ve kocasını uyandıran kadına da rahmet etsin. Kocası uyanmak istemezse yüzüne su serpsin.” (Ebu Davud)

17- Az uyumak, az konuşmak, az yemek, çok zikretmek, çok ibadet etmek, çok hizmet etmek Müslümanın şiarı olmalıdır.

Çok uyumak, çok konuşmak, çok yemek kalbi hastalandırır. Zikir, ibadet ve hizmet ise kalbin diriliğine vesile olur. Kalb mâsivadan arınır, her an uyanık olursa böyle bir kalbe Allah Teâlâ nazar eder.

Onun için Hak dostları, Hak âşıkları geceleri asla ihmal etmezler. Geceler, onlar için bir nimettir. Rab Teâlâ ile halvettir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri, Marifetnâmesi’nde uyku ile ilgili şöyle bir nazm yazmıştır:

Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde,

Kevkeblerin et seyrini seyrân gecelerde.

Bak hey’eti alemde, bu hikmetleri seyret,

Bul sânini ol ona hayran gecelerde.

 

Çün gündüz olursun nice ağyâr ile gâfil,

Koy gafleti dildârdan utan gecelerde.

 

Gafletle uyumak ne revâ abdi fâkire,

Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde.

 

Cümle geceyi uyuma Kayyum’u seversen,

Tâ hayy olasın Hayy ile, ey can! gecelerde.

 

Aşıklar uyumaz gece, hem sen uyuma kim,

Gönlün gözüne görüne, cânan gecelerde.

 

Dil beyti Hûda’dır. Onu pâk eyle sivadan,

Kasrına nüzul eyler, ol sultan gecelerde.

 

Az ye, az uyu, hayrete var, fâni ol ondan,

Bul cân-ı beka, ol ona mihman gecelerde.

 

Allah için ol halka mukârin gece gündüz,

Ey HAKKI! Nihan aşk adına yan gecelerde.

 

SELAM ÂDÂBI

Selamlaşmak İslam’ın şiarındandır. Müslümanlar birbirleri ile karşılaştıkları zaman sünnete uygun olarak selamlaşırlar. Böylece hem birbirlerine dua etmiş ve hem de aralarında muhabbet oluşmuş olur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Size bir selam verildiği zaman, daha iyisi veya aynı ile mukabele edin. Gerçekten Allah, her şeyden hesap sorucudur.” (Nisa/86)

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Hayatımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, iman etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim)

Bir adam Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e:

Hangi İslam daha hayırlıdır? diye sordu.

O’da:

- “Yemek yedirirsin, tanıdığına, tanımadığına selam verirsin.” buyurdu. (Buhari, Müslim)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Selam, Allah’ın yeryüzüne koyduğu isimlerden biridir. Bu nedenle onu aranızda yayın. Müslüman bir kişi bir kavme uğrayıp da selam verirse ve onlar da selamını alırlarsa, onlara selamı hatırlattığı için onlardan bir derece fazla sevap alır. Eğer selamını almazlarsa onun selamını onlardan her bakımdan daha üstün ve güzel olan varlıklar alır.” (Tâberâni)

1- Selam vermek sünnet, selam almak farzdır. Bir kişi karşılaştığı kişi ve topluluklara konuşmadan önce selam vermelidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Selam, konuşmadan öncedir.” buyurmaktadır. (Tirmizi)

2- Karşılaşanlardan ilk önce selam veren daha faziletlidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında en kıymetli ve ileri olan, (karşılaştıklarında) selamı ilk verendir.” (Tirmizi)

3- Selam ya aynısıyla ya da daha ziyadesiyle alınır. Selamı daha ziyadesiyle vermek ve almak daha faziletlidir.

İmran bin Husayn radıyallah anh şöyle rivayette bulundu:

“Biz Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında idik. Bir adam gelip Esselamü aleyküm dedi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem selamını aldı.

- On sevap aldı, buyurdu.

Sonra başka birisi geldi. Esselamü aleyküm ve rahmetullah dedi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem selamını aldı.

- Yirmi sevap aldı, buyurdu.

Bir başkası geldi. Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü, dedi.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem selamını aldı.

- Otuz sevap aldı, buyurdu. (Tirmizi)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Allah Âdemi altmış arşın boyunda yarattı ve ona şöyle buyurdu:

“Haydi git orada oturmakta olan meleklere selam ver ve senin selamını nasıl alacaklarına dikkat et. İşte senin ve zürriyetinin selamı da öyle olacaktır.”

Âdemoğlu meleklerin yanına vardı ve şöyle cevap verdi:

“Esselâmü aleyküm” Onlar da bu selamı şöyle aldılar:

“Esselamü aleyke ve rahmetullahi.” Selamlarına ‘ve rahmetullahi’ diye eklediler. Cennete her giren Âdem suretinde olacaktır. Âdem’in torunları onun uzunluğundan şimdiye kadar eksilmeye devam etmişlerdir.” (Buhari, Müslim)

4- Bir yere girildiği zaman selam verildiği gibi, oradan çıkarken de selam verilir veya bir kişi ile karşılaşınca da, ayrılırken de selam verilir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Biriniz bir meclise girdiği zaman selam versin. Oturmak isterse otursun. Sonra ayrılırken (yine) selam versin. Çünkü birinci selam ikincisinden daha evlâ değildir.” (Ebu Davud)

5- Bir yere girip selam verdikten sonra, oradan çıkılsa ve hemen tekrar girilse veya birisi ile karşılaşılıp selam verildikten sonra ayrılınsa biraz sonra tekrar karşılışılsa, her girip çıkmada ve her karşılaşmada selam verilmelidir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Biriniz kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarında bir taş, ya duvar ya da ağaç girip engel olur da sonra yine onunla buluşursa tekrar selam versin.” (Ebu Davud)

6- Bir topluluk, başka bir toplulukla karşılaştığı zaman içlerinden birinin selam vermesi selam verilen topluluktan da birinin selamı alması yeterlidir.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Bir cemaat toplu halde bir yere vardıklarında içlerinden birinin onlara selam vermesi kâfidir. Oturanlardan birisinin selam alması da yeterlidir.” (Ebu Davud)

7- Bir kimse kendi evine girerken ailesine, çoluk-çocuğuna mutlaka selam vermelidir. Bir kısım insanlar bu hususta tekasül gösteriyorlar veya duyarsız kalıyorlar. Selam bir duadır. Kişinin kendi ailesine ve çocuklarına dua etmemesi gerçekten bir cimriliktir.

Enes bin Malik radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor: Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisine şöyle buyurmuş:

“Ey evlatçığım! Evine girdiğin vakit, selam ver. Sana da ev halkına da bereket olur.” (Tirmizi)

8- Bir kimse boş bir haneye veya ev halkının olmadığı zaman kendi evine girdiğinde: “Esselamü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” diye selam vermelidir.

9- Bir kişi mektupta selam yazıp göndermiş ise, mektuptaki selam okununca “Ve aleykesselam” diye selamı alınmalıdır.

Bir kimseden selam getirip tebliğ edene de, “Aleyke ve Aleyhisselam” diye mukabelede bulunulur.

Galib bin Hattâf dedi ki:

“Biz, Hasan el Basri’nin kapısında oturuyorduk. Sonra bir adam gelip dedi ki: Bana, babam, dedemden nakletti. Dedi ki: Babam beni Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Haydi git, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e benden selam söyle, dedi. Vardım ve babamın selamı var dedim. Şöyle buyurdu:

- “Aleyke ve alâ ebikes selam - Selam sana ve babana olsun.” (Ebu Davud)

10- Mezarlıkların yanından geçerken veya kabirler ziyaret edilirken:

“Esselâmü alâ ehliddiyâri minel Mü’minîne vel müslimîne ve yerhamullâhi müstakdimîne minnâ vel müste’hirîn ve innâ inşâallâhu lelâhigûn - Selam Mü’minlerin ve Müslümanların yurdu ahâlisine! Allah öncekilere ve sonrakilere rahmet etsin. İnşaallah biz de (size) katılacağız” diye selam verilir.

Muhammed bin Kays bin Mahreme radıyallahu anh rivayet ediyor:

“(Bir gün) Hz Aişe radıyallahu anha size kendimden ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bahsedeyim mi? dedi. Biz de evet, dedik. Şöyle anlattı:

Benim nöbetimde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem soyundu, ridasını çıkardı. Papuçlarını çıkardı. Ridasının bir kısmını yatağına serdi ve yattı. Uyuduğumu sanıncaya kadar geçen bir zaman bekledikten sonra kalktı, yavaş yavaş ridasını giydi, papuçlarını da sessisce giyip kapıyı açtı. Yavaşça çıkıp gitti. Ben de ardından giyindim. Başörtümü başıma aldım ve iyice kapanıp sarıldım. Sonra onu takip etmek için çıktım. Bâki kabristanına vardı ve orada epeyce durdu. Üç kere ellerini kaldırdıktan sonra ayrıldı. Ben de ayrıldım. O hızlandı, ben de hızlandım. O koştu, ben de koştum ve onu geçip yatağa yattım. İçeri girdi. Şüphelenmiş olacak ki, Ey Aişe ne var? diye sordu. Ben de hiçbir şey yok dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Ya bana bildireceksin, ya da latif ve habir olan (Allah) bana bildirecektir, dedi. Ben de, Ya Rasûlallah annem, babam sana feda olsun! dedim ve yaptıklarımı anlattım.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Demek önümde gördüğüm karartı sendin, dedi. Ben de: Evet, dedim. Göğsüme acıtacak kadar vurdu ve şöyle buyurdu: Allah’ın sana ve Rasûlüne haksızlık edeceğini mi sandın? Ben de: İnsanlar ne kadar gizlerlerse gizlesin, Allah onu mutlaka bilir, dedim.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Evet. Cibril bana geldi. Onu gördüğüm zaman bana seslendi ve senden gizlendi. Ben cevap verdim. Sen soyunmuş olduğun için içeriye girmedi. Ben de bunu senden gizledim. Senin yatıp uyuduğunu sanınca seni uyandırmak ve yalnız bırakıp üzmek istemedim. Cibril bana dedi ki: Rabbin sana Baki’ye gidip onlar için Allah’dan mağfiret dilemeni emretti. Bunun üzerine dedim ki: Ya Rasûlallah! Nasıl mağfiret dileyeceğim?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dersin buyurdu: Selam Mü’minlerin ve Müslümanların yurdu ahalisine! Allah öncekilere ve sonrakilere rahmet etsin. İnşallah biz de (size) katılacağız.” (Müslim)

11- Selam verilirken, “Aleykes selam” şeklinde selam verilmez. “Aleyküm selam” diye selam verilir.

Ebu Cüreyc el Hüceymi radıyallahu anh şöyle rivayette bulundu:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve:

Aleykesselam Ya Rasûlallah dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

Aleykesselam deme. Zirâ, ölülere, aleykesselam denilir.” buyurdu. (Ebu Davud, Tirmizi)

12- Bir meclise gelip selam vererek oturan kimseye, mecliste bulunanların merhaba demesi de âdabtandır. Merhaba, “rahat ol, emniyettesin” demektir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

Kızı Hz. Fatıma radıyalllahu anha’ya: “Merhaba kızım.”

Ümmü Hâni’ye de: “Merhaba Ümmü Hâni” demiştir.” (Buhari)

13- Bir mecliste, gayri müslimler, ateistler, İslam düşmanları ile, Müslümanlar bir arada bulunsa, böyle bir meclise, bir toplantıya giren bir Müslüman, meclisteki Müslümanları kastederek o topluluğa selam vermelidir.

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlarla Yahudilerin karışık olduğu bir meclise rastladı ve onlara selam verdi.” (Buhari)

14- Gayri müslimler ile karşılaşıldığı zaman onlara önce Müslümanların selam vermemesi, onlar selam verdikleri zaman da “Ve aleyküm” denilmesi gerekir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Yahudi ve Nasranilere ilk önce siz selam vermeyin.” (Müslim)

“Ashab-ı Kiram’dan biri:

Ya Rasûlallah! Kitap ehli bize selam veriyorlar. Onların selamını nasıl alalım.” diye sordu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ve aleyküm” deyin, buyurdu.” (Müslim)

15- Kadınlara ve çocuklara da selam vermek sünnettir. Genç kadınlara fitneye sebep olacağı korkusu olunca selam verilmemelidir. Esma binti Yezid radıyallahu anha şöyle rivayet etmektedir:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem biz kadınların yanına uğradı ve selam verdi.” (Tirmizi)

Enes bin Malik radıyallahu anhden de bir rivayet vardır:

“O, çocukların yanına uğrayıp selam verdi. Sonra şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de böyle yapardı.” (Tirmizi)

16- Zamanımızda bir kısım insanlar İslam’ın o güzel selamını terk ederek yabancı, ithal kelimelerle selamlaşıyorlar. Bu, kör bir taklittir. Şahsiyet ve kimlik kaybıdır. Aşağılık duygusunun çok çirkin bir tezahürüdür. Bu gibi kelimeler latife şeklinde de olsa asla kullanılmamalı, kullananlar ikaz edilmelidir.

 

Öncelikli selam vermesi gerekenler:

Kimin kime daha önce selam vereceği hususunda hadisler ve haberler vârid olmuştur. Buna göre kimin kime daha önce selam vermesi gerektiğini şöylece sıralayabiliriz:

1- Gençler yaşlılara.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Küçük büyüğe selam verir.” (Buhari, Müslim)

2- Binekli olanlar yaya olanlara.

3- Yürüyenler oturanlara.

4- Az olanlar çok olanlara.

5- Dışarıdan gelenler içeridekilere.

6- Yukarıdan gelenler aşağıdan gelenlere.

7- Durumları aynı olanlardan herhangi biri selam verirler.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Yürüyen oturana selam verir.” (Tirmizi.

“Yaya olarak giden iki kişi karşılaştıkları zaman, hangisi (önce) selam verirse o daha üstündür.” (Bulügül Meram)

 

Selam verilmeyecek kişiler:

Bir kısım kişilere şirk küfür ve günahlarından dolayı, bir kısım insanlara da selam almaya müsait olmadıklarından dolayı selam verilmez.

Şöyle ki:

1- Ateist, satanist, komünist ve diğer din düşmanlarına selam verilmez.

2- Mürtedlere, yani Müslüman iken din değiştirip Hristiyan, Yahudi olan veya tamamen dinsiz olanlara selam verilmez.

3- Açıktan günah-ı kebair işleyen, yapmakta olduğu bu günahları anlatmaktan hâya etmeyen, utanmayan ve günahlarında ısrar eden kişilere selam verilmez.

4- Günahı işlemekte olan, meselâ, içki içerken, kumar oynarken bir kişiye rastlayan bir Müslüman, o kişiye selam veremez. Verirse mesul olur.

Selama mukabele edemeyecek durumda olanlara selam vermek de mekruhtur.

1- Kur’an okuyanlara,

2- Ezan okuyanlara,

3- Abdest alanlara,

4- Namaz kılanlara,

5- Hutbe okuyana,

6- Yemek yiyene,

7- Küçük, büyük abdest bozanlara selam verilmez.

 

 

YOLCULUK ÂDÂBI

Yolculuk insan hayatının bir parçasıdır. Çeşitli sebeplerle yapılan yolculuk, misafirlik ve ziyaretlerin bir kısım âdabı vardır. Müslüman bir kişi bu âdaba riayet ederse yaptığı seyahat, vâkıf olduğu veya olmadığı bir çok bereketlerle, lütuflarla dolup taşar. Elbette yapılan seyahatler meşrû olmak şartıyla. Kötü maksatla, isyan, tuğyan ve günaha dalmak kastıyla yapılan yolculuklar ise, farkında olunsa da, olunmasa da belâ ve musibetlerle doludur. Dünyevî ve uhrevî bir ziyandır.

 

YOLCULUĞA ÇIKIŞ SEBEPLERİ

Kişiler hayatları boyunca çeşitli sebeplerle yolculuğa çıkarlar. Elbette her Müslümanın sefere çıkış sebebi hayır olmalıdır. Şer için, kötülük için yola çıkmak şerir insanların işidir. Müslümanın cihad, ilim tahsili, Allah için ziyaret, helal yollardan çoluk çocuğunun rızkını kazanmak, sılay-ı rahim için yolculuğa çıkması, ayaklarının tozlanması Allah indinde çok makbul bir ibadettir.

1- İlim tahsil etmek:

Her müslüman, kulluk vazifesini en iyi bir şekilde yerine getirebilmek için zarurî olan dinî ilimleri öğrenmekle mükelleftir. Bu onun için bir farizadır. Aynı zamanda diğer faideli ilimleri de öğrenmelidir. Çeşitli ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ilme teşvik edilmekte ve ilim ehli medhü senâ edilmektedir. Müslümanlar öncelikle farz-ı ayn olan ilimleri öğrenmeli, imkan ve fırsat bulanlar faideli ilimlerin her dalında mütehassıs olmaya çalışmalıdırlar. İlmin ve âlimin rağbet görmediği veya aralarında gerçek âlim ve âriflerin bulunmadığı toplumlar behimî bir hayata mahkum olurlar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Eğer bilmiyorsanız zikir (ilim) ehline sorunuz.” (Nahl/43)

“Rabbim, benim ilmimi artır, de.” (Tâhâ/114)

Allah Teâlâ gerçek alimleri ve onların halini şöyle bildiriyor:

“Kendilerine ilim verilen kimselere Kur’an okununca, derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.” (İsra/107)

“Allah, melekler ve adalette sebat eden ilim adamları şahitlik etmiştir ki, O’ndan başka ilah yoktur. (Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’dan başka ilah yoktur.” Âl-i İmran/18)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah, kimin hayrını dilerse onu dinde fakih kılar.” (Tirmizi)

“Tek bir fakih şeytana bin abidden daha çetindir.” (Tirmizi)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in  zamanında iki kardeş vardı. Biri sanatla uğraşıyordu. Diğeri ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından hiç ayrılmıyor, ondan ilim öğreniyordu. Bu iki kardeşten sanatla iştigal eden, diğer kardeşini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikayet etti.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şikayet eden kardeşe şöyle dedi:

“Belki de sen Allah tarafından onun sayesinde rızıklandırılıyorsun.” (Tirmizi)

İlim öğrenmek, âlim olmak çok güzel bir şey. Ancak öğrendiklerimizle amel etmek, başkalarına öğretmek, başkalarının ilmimizden faydalanması için çaba göstermek gerekir. Aksi takdirde ilim bizim için bir vebal olur. Bir ateş olur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Kim ilmi, Allah’dan başkası için öğrenip, Allah’dan başkası için isterse, ateşteki yerine hazırlasın.” (Tirmizi)

“Âhir zamanda din vasıtasıyla dünyalık etmek üzere bir takım adamlar zuhur edecektir. İnsanlara yumuşak görünmek için koyun postuna bürüneceklerdir. Dilleri baldan tatlı, fakat kalbleri kurt kalbi gibi olacaktır. Allah buyuracak ki: Bana mı güveniyorsunuz, yoksa bana karşı cüret mi gösteriyorsunuz? Zâtıma yemin ederim ki, onlara öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olan kişi bile şaşırıp kalacaktır.” (Tirmizi)

İlim öğrenmek maksadıyla evinden, eş ve dostlarından, memleketinden ayrılıp yabancı diyarlara yolculuğa çıkmak ne hayırlı bir yolculuktur.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kim ilim tahsil etmek için yolculuğa çıkarsa, Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır ve melekler ilim talebesinin rızasını almak için (veya ondan razı oldukları için) kanatlarını yere sererler. Göktekiler ve yerdekiler hatta sudaki balıklar bile ilim talebesi için istiğfar ederler. Âlimin, âbide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Muhakkak âlimler peygamberlerin mirascılarıdır. Muhakkak peygamberler ne altını ve ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygamberler ancak miras olarak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur." (Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace - Mukaddime)

 

2- Sıla-yı rahim:

Her Müslüman yakın, uzak bütün akrabalarını ziyaret etmelidir. Onlar başka beldelerde oturuyorlarsa, onları ziyaret için yolculuk zahmetine katlanmalıdırlar. Salih, âlim, Allah dostu kişileri ziyaret etmek, dualarını almak, sohbetlerinde bulunup nasihatlarını, öğütlerini dinlemek için her fırsatta seyahate çıkmak kişi için nice bereketlere vesile olur. Allah Teâlâ: "Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla berâber olun." (Tevbe/119) buyurarak âlim, salih, sadık kişilerle beraber olmanın, onların meclisinde bulunmanın, onların izini takip etmenin ehemmiyetine işaret ediyor.

Sıla-yı rahmin,  yani akraba ziyaretinin ehemmiyetini anlamak için şu kudsî hadis-i şerife dikkat nazarlarınızı celbederim:

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ben Allah’ım. Ben Rahman’ım. Rahmi Ben yarattım. Ona ismimden bir isim ayırıp taktım. Kim onunla (akrabayla) ilgisini sürdürürse, Ben de onunla ilgimi sürdürürüm. Kim ondan (akrabadan) ilgisini keserse Ben de ondan ilgimi keser, perişan ederim." (Tirmizi-Ebu Dâvud)

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır:

"Sıla-yı rahmi kesen (akrabayla ilişkiyi kesen) cennete giremez." (Müslim)

Baba dostlarıyla ilgilenmek hususunda da şu hâdise güzel bir örnektir:

Abdullah bin Ömer radıyallahu anh Mekke’ye gitmek istediğinde merkebine binerdi. Binmekten usandığı zaman onu dinlendirirdi. Başına da sarık sarardı. Bir keresinde bir bedevi yanından geçti ve İbni Ömer ona: "Sen falan oğlu falan değil misin?" dedi. Adam: "Evet" deyince merkebini ve sarığını ona vererek, "Haydi buna bin ve sarığı da başına sar." dedi. Bunun üzerine arkadaşlarından birisi ona: "Allah seni bağışlasın! Üstüne binip rahatladığın merkebini bedeviye verdin. Sarığını da onun başına sardın." dedi.

Abdullah bin Ömer radıyallahu anh şu cevabı verdi: "Allah Rasûlü sallallahu  aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: İyilikler içinde en güzeli (babası) öldükten sonra dostlarına ilgi gösterip iyilikte bulunmaktır. Onun babası babam Ömer’in dostu idi." dedi. (Müslim)

Başka beldelerde oturan arkadaş ve dostları ziyaretin fazileti hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir adam başka bir kasabada bulunan Müslüman kardeşini ziyaret etti. Allah onun yoluna bir melek gönderdi ve melek ona sordu:

- Nereye böyle?

- Şu kasabadaki  arkadaşıma.

- Ondan beklediğin bir menfaat mi var?

- Hayır. Onu sadece Allah için sevdiğimden.

- Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Bilesin ki onu (arkadaşını) Allah için sevdiğinden dolayı Allah da seni sevmiştir." (Müslim)

Yapılan seyahatlerde uğranılan beldelerde, varsa, peygamber, sahabe, salih, sadık, âlim zatların türbe ve mezarları da ziyaret edilmelidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zaman zaman Bâkî Mezarlığı’na gider ve ziyaret ederdi. Müslümanlara da mezarları ziyaret etmeyi tavsiye buyururdu.

 

3- Allah yolunda cihad, tebliğ, hac ve umre ibadetini yerine getirmek için yolculuk:

Bu hususlarda nazil olan ayet-i kerimeler ve varid olan hadis-i şerifler herkesce mâlumdur. Allah yolunda cihad, mal ve canın ortaya konulduğu, Allah Teâlâ ile cana karşılık cennetin satın alındığı bir alış-verişin yapıldığı, cennet  kokularının alınıp şehâdete sevdalanıldığı bir müstesna ortamdır. Bir büyük ibadettir. Tebliğ, Kur’anî hakikatları, nebevî güzellikleri, İslamî aydınlığı insanlara taşımak, onların hidayetine vesile olmak, zulmün, küfür, şirk ve nifakın ortadan kaldırılıp adâletin, imanın, ahlâkın, tüm güzelliklerin hakim olması için çaba göstermek, gayret etmek bir Müslüman için ne büyük bir mutluluktur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allah Mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta ve İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu büyük bir kurtuluştur." (Tevbe/111)

Tebliğin ehemmiyeti hususunda da Allah Teâlâ, Rasûlüne hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez." (Maide/67)

Hac ve Umre malî ve bedenî bir ibadettir. Hac, imkanı olanlar için ömründe bir defa farz-ı ayındır.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış (ve ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma! Tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut! İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait bir takım faydaları yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin!" (Hac/26-27-28)

O mübarek beldelere yolculuk, iman ve kulluk heyecanını tazelemek, yeniden nefeslenip, soluklanmak, Muhammedî çiçekleri koklaya koklaya hasret dindirmek, âlemlere rahmet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in rehberliğinde Asr-ı Saadet yolculuğu yapmak, ahlâkî güzellikleri derlemek, günahlardan arınıp temizlenmek  için ne güzel bir vesiledir.

 

4- Geçmiş kavimlerin yaşadığı beldeleri, geçmiş medeniyetlerin kalıntılarını görüp ibret almak için yolculuk:

Müslüman isyan ve tuğyanla hayat süren müstekbirlerin, azgın kavimlerin geride bıraktıkları yıkılmış saraylarını, virane olmuş şehirlerini görüp onların kötü akıbetlerini tefekkür ederek nefsine çeki-düzen verir. Nefis ve şeytana uyan, Rabbini unutan toplumların uğradıkları felâketleri ibretle düşünerek, Rabbine daha iyi bir kul olmak için çaba ve gayret sarf eder.

Diğer taraftan Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Nebi, Mescid-i Aksa ve benzeri mukaddes, mübarek beldeleri İslam medeniyetinin beşiği mâmûreleri, imanla, ihlasla yoğrularak bina edilmiş cami, medrese, tekke, zaviye, türbe, kütüphane, hastane, kervansaray, han, hamam ve sair eserleri gezip görerek kendini ve zamanını sorgular. Geri kalmışlığımızın, zillet ve meskenete düşüşümüzün sebeplerini düşünür. Kaybettiğimiz değerlere, o yüksek medeniyete yeniden kavuşmayı planlar, sevda ve hasret dolu bir gayretle çalışmaya koyulur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Sizden önce nice milletlerin vakaları gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah’ın ayetlerini) yalanlayanların akıbeti ne olmuş görün." (Âl-i İmran-137)

 

5- Zulüm, baskı ve işkence sebebiyle hicret:

Mekke’de kâfir ve müşriklerin zulüm ve işkenceleri had safhaya varmıştı. Müslümanlar, bilhassa fakir, kimsesiz ve arkasız Müslümanlar iyice bunalmıştı. Bunun üzerine önce Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret için izin verildi. Mekke fethine kadar, Mekke’den hicret farz kılındı. Böylece hem Müslümanların baskı ve zulümden kurtulmaları ve hem de bir yerde toplanarak güçbirliği yapıp devletlerini kurmaları sağlanmış oldu. Mekke fethinden sonra bu farziyyet kaldırıldı. Ancak şartlar oluşunca hicret farziyeti de avdet eder. Dinini daha iyi yaşayabilmek, Allah Teâlâ’ya daha iyi kulluk edebilmek için doğup büyüdüğü vatanını terk edip gurbete çıkmak, bu uğurda çeşit çeşit sıkıntılara katlanmak ne büyük bir fedakârlıktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da  sonra kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa-100)

 

6- Ticaret maksadıyla yolculuk:

Çoluk çocuğunun, ailesinin helal yollardan nafakasını kazanmak, Müslümanların ihtiyacı olan metâları başka beldelerden getirerek hizmete sunmak için yapılan yolculuklar güzel, hayırlı yolculuklardır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız (ezan okunduğu) zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Cuma-9/10)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Güvenilir, dürüst tacir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır." (Tirmizi)

 

7- Masiyet için yolculuk:

Masiyet için, yani zulüm, zina, içki, kumar, hırsızlık ve benzeri günahlar işlemek için yapılan yolculuk haramdır. Böyle kötü bir maksatla yola çıkan kişinin dört rekatlı farz namazları iki rekat  olarak kılması da caiz değildir.

 

YOLCULUĞA HAZIRLIK

1- Yola çıkmadan önce aile efradıyla, yakınlarıyla vedalaşmalı, helâlleşmeli, gittiği yerlerden bir istekleri olup olmadığını sormalı, aile ve çocuklarının ihtiyacı olan yiyecek ve içecekleri hazırlamalı, ihtiyaç durumunda kullanmak üzere bir miktar para bırakmalıdır.

2- Uzun bir yolculuğa çıkıyorsa, salih, güvenilir yol arkadaşları edinmelidir.

3- Yolculuğa Pazartesi ve Perşembe günleri çıkmaya gayret etmelidir.

4- Evinden çıkmadan önce iki rekat nafile namaz kılmalı, geride bıraktığı aile efradı için dua edip onları Allah’a emanet etmelidir.

5- Yanına zarurî olan, havlu, misvak, tarak, ayna, iğne, iplik, küçük bıçak, kibrit gibi eşyaları almalıdır.

6- Evinden çıkarken:

"Bismillâhi tevekkeltü alallâhi lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi - Allah’ın adıyla. Allah’a güvendim, O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur." demelidir.

 

YOLCULUK ESNASINDA

1- Binek hayvanına veya vasıtaya binince:

"Sübhânellezî sehhara lenâ hazâ vemâ künnâ lehû mugrinîn. Ve innâ ilâ Rabbinâ lemungalibûn. - Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz." (Zuhruf-13/14) ayet-i kerimesini okumalıyız.

2- Vasıtaya binince sekiz Ayet-el Kürsi okumalı ve Rabbimize sığınmalıyız.

3- Yolculuk grup halinde yapılıyorsa iki kişi bile olsa içlerinden birini yol emiri seçmeli ve ona itaat edilmelidir.

4- Grup halindeki yolculuklarda gruptan ayrılmamalı, aykırı davranışlarda bulunulmamalı, vasıtadan inince yol emirinin talimatını almadan dağılıp gidilmemelidir. Şayet belirli bir zaman için serbest bırakılmış, toplanmak için bir saat verilmişse muhakkak verilen saatte hareket edilecek yerde bulunmalı, gecikilmemelidir.

5- Yolculuk boyunca tam bir uyum içinde bulunulmalı, karşılıklı fedakârlıklar yapılarak ülfet ve muhabbeti artıracak, kardeşliği  pekiştirecek bir vasat oluşturmalıdır.

6- Konaklama yerleri çok iyi seçilmelidir. Trafiği aksatacak, kazalara sebep olabilecek işlek yollar üzerinde mola verilmemelidir.

Rasûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem:

"İşlek yol üzerinde konaklamayınız ve yol üzerinde ihtiyaçlarınızı gidermeyiniz. Abdest bozmayınız." (İbn-i Mâce) buyurmaktadır.

 

YOLCULUKTAN DÖNERKEN

1- Eve gece gelinmemelidir. Şayet gece gelmek mecburiyeti hasıl olursa ev halkını haberdar etmelidir.

2- Gidilen yerlerin özelliğini taşıyan hediyeler alarak aile efradının gönlü alınmalıdır. Çünkü hediyeleşmek muhabbeti artırır.

3- Eve gelmeden önce mahalle veya çarşıda bir camide iki rekat namaz kılmalıdır. Bu mümkün olmazsa eve gelince kılınmalı ve bu yolculuktan sâlimen döndüğü ve ailesine kavuştuğu için Rabb Teâlâ’ya şükretmeli, hamd etmelidir.

 

MİSAFİRLİK ÂDÂBI

Misafir olmak, misafir kabul edip ağırlamak Müslümanların çok güzel âdetlerinden biridir. Müslümanların sosyal yaşantısında misafirliğin müstesna bir yeri vardır.

Ecdadımız yollar üzerinde kervansaraylar, şehirlerde hanlar, misafirhaneler yaptırarak hiçbir toplumda görülmeyen üstün bir sosyal dayanışma örneği sergilemişlerdir. Kur’an ve Sünnette yolcuya, garibe, misafire ikram etmek, yardımcı olmak emredildiğinden, tavsiye edildiğinden bu hizmetler büyük bir ibadet şevki ve aşkıyla yapılmıştır. Anadolu’da tasavvufî bir hassasiyetle teşekkül eden Âhîlik teşkilatları, yolcuları, garipleri misafir etmek için birbirleri ile yarış ederlerdi. İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nde bu hususta çok ilginç hadiseler anlatmakta, Âhî misafirhanelerinde  yapılan hizmetlerden sitayişle bahsetmektedir.

Bunların dışında hali vakti yerinde olan köy ve kasaba halkı bulundukları yerlerde evlerinin yakınında misafirhane yaptırırlar, yolcuları, garipleri, çeşitli sebeplerle köy ve kasabaya gelen kimsesizleri misafir ederlerdi. Köyün gün görmüş yaşlıları, gençleri de misafirhaneye gelirler uzun kış gecelerinde çok güzel sohbetler, hasbihaller yapılırdı. Gerek yolcular ve gerekse köy halkından bilge, güngörmüş kişiler katıldıkları savaşlardan, şahit oldukları hâdiselerden, gezip gördükleri şehir ve kasabalardan ve oralar halkının örf, âdet, gelenek ve göreneklerinden büyük bir coşkuyla bahis açarlar, dinleyenlere heyecanlı dakikalar yaşatırlardı. Bu arada misafirhanede bulunan gençler, paşa mangalına sürülmüş 4-5 adet cezvede pişirilen kahveleri misafirlere ikram ederler, zaman zaman ellerinde maşrapa ve testi su dağıtırlar, çeşitli hizmetlerde bulunurlardı. Bu arada kulakları hep sohbette olur, pür dikkat dinlerler, yapılan sohbetlerden istifade eder, edep erkan öğrenirlerdi. Diğer taraftan köyün imamı veya bilge bir kişisi Siyer-i Nebi okur, ilmihal bilgileri verir, böylece misafirhane bir mektep haline gelirdi.

Kasabamızda ecdadımızdan kalma büyük bir misafirhanemiz vardı. Hemen yanında yolcuların hayvanlarının barınması için büyükçe bir de ahır yaptırılmıştı. Zaman olur günde 10-15 misafir konaklardı. Misafirler gelince hemen hayvanları ahıra bağlanır, eşyaları misafirhaneye taşınır, kısa bir zaman içinde yemek çıkarılırdı. Rahmetli anneciğim bu hususta çok hassastı. Gecenin çok ileri saatlerinde gelen misafirlere bile şevkle, aşkla yemek çıkarır, "Onlar Tanrı misafiridir. Bize Rabbimizin bir lütfudur." derdi. Rahmetli babacığım da yemekleri misafirlerle yer, bundan büyük bir zevk alırdı. Gelen yolcular arasında Birinci Cihan Savaşına, İstiklâl Savaşına katılmış, gün görmüş insanlar çok olurdu. Kasabamız halkından da böyleleri epeyce vardı. Aralarında koyu bir sohbet başlardı. Katıldıkları savaşlarda şahit oldukları hâdiseleri bazen ağlayarak, bazen hiddetlenerek anlatırlar, hem kendileri, hem dinleyenler hâlden hâle girerdi. Ben de ailenin en küçük çocuğu olarak babamın hemen yanı başında bu sohbetleri büyük bir dikkatle ve coşkuyla dinler, çok etkilenirdim. Artık zamanımızda o güzelim mekanlar yok. Baş döndürücü hızla gelişen ulaşım ve iletişim vasıtaları ve teknoloji bir çok değerlerimizin kültür, sanat, tarih, örf, âdet ve geleneklerimizin, dinî hayatımızın bizi biz yapan özelliklerini, güzelliklerini alıp götürdü. Televizyon ekranı karşısına çakılıp kalan insanımız, bir kaç saatliğine misafirliğe gelen yakın dost ve akrabalarıyla bile gereği gibi ilgilenemez, gönülden bir sohbet edemez hâle geldi.

 

Misafir ve ev sahibinin dikkat etmesi gereken hususlar:

1- Misafir, daha önce ev sahibi ile görüşüp, geleceğini haber vermeli, müsait olup olmadığını sormalı ve alacağı cevaba göre hareket etmelidir.

2- Şayet misafir olacağı yer herkese her zaman açık bir misafirhane ise haber vermeye gerek yoktur.

3- Misafirlik üç gündür. Evin durumu, hane sahibinin maddî yönü müsait değil ise daha fazla kalıp sıkıntı vermemelidir. Ancak ev sahibi kalmasını arzu ediyorsa, üç günden fazla kalmakta sakınca yoktur.

Ebû Şurayh Al-Adevî radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu kulaklarım duydu, gözlerim gördü ve kalbim de ezberledi: Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi misafirine hediyesini ikram etsin. Hediyesi nedir ey Allah’ın Rasûlü? diye sordular. Şöyle buyurdu: Bir gün ve gecedir. Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadaka sayılır. Kim Allah ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sükût etsin." (Buhari)

4- Misafir tuz, ekmek, su gibi bol olan bir şeyi ev sahibinden isteyebilir. Ancak ev sahibini sıkıntıya sokacak isteklerde bulunmamalıdır. Şakik bin Seleme radıyallahü anh’den şöyle bir rivayet vardır:

"Ben bir arkadaşımla Selmani  Farisî’nin yanına girdim. Selman  dedi ki, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem eğer tekellüfü yasaklamasaydı size tekellüfte bulunurdum. Sonra su ile tuz getirdi. Arkadaşım dedi ki: Ah tuzun yanında bir de kekik otu olsaydı. Hemen Selman matarasını gönderip rehin bıraktı ve karşılığında kekik otu getirdi. Yedikten sonra arkadaşım şöyle dedi: Verdiği rızka karşı bizi kanaat ettiren Allah’a hamd olsun! Bunun üzerine Selman şöyle dedi: Eğer Allah’ın sana verdiği rızka kanaat etseydin, bizim mataramız rehin bırakılmazdı." (Tâberanî - Cemül Fevaid)

5- Ev sahibinin maddî durumu müsait ise misafirlerine fazlaca ikram eder. Bu ikram tekellüf olmadığı gibi, israf da sayılmaz.

6- Misafir eve girerken izin isteyip, izin verildikten sonra da başka bir kelâm etmeden önce selam vermelidir.

7- Ev sahibinin gösterdiği yere oturmalı ve asla sağa sola evi teftiş edercesine bakınmamalıdır.

8- Ev sahibini rahatsız edecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır.

9- Uzak bir yerden geliyor ve durumu müsaitse ev sahibine küçük de olsa bir hediye takdim etmelidir.

10- Ne ikram ediliyorsa onu yemeli şunu yerim, bunu severim, şunları yemem gibi ev sahibini sıkıntıya sokacak sözler sarf etmemelidir.

11- Misafir olduğu evde, kendi evinde imiş gibi serbest hareket etmemeli, bulunduğu odadan başka bir tarafa geçmesi gerekince ev sahibinden, geçeceği tarafın müsait olup olmadığını sorup, ona göre davranmalıdır.

12- Misafirlikten ayrılırken, ev sahibine hayır duada bulunmalı, yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür etmeli, hakkını helal etmesini istemelidir.

13- Ev sahibi de misafiri güler yüzle karşılamalı, onu kendi evinde imiş gibi rahat ettirmeye çalışmalıdır.

14- Misafirin yanında ailesine, çocuklarına, hizmetlilere bağırıp çağırmamalı, azarlamamalı, misafiri huzursuz, rahatsız edecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır.

15- Yemek, içmek hususunda aşırı ısrarda bulunmamalıdır. En fazla üç kere teklif etmeli, ille de daha fazla yemesi için zorlamamalıdır.

16- Uzak yerlerden gelen misafirler için yemek çıkarmakta acele etmelidir.

17- Misafirini uğurlarken hanesinde misafir olduğu için teşekkür etmeli, hizmet ve ikramda yaptığı kusurlardan dolayı özür dilemeli ve hayır duada bulunmalıdır.

 

ZİYARET ÂDÂBI

Gerek anne-baba, yakın-uzak akrabalarımızı ve gerekse dost ve arkadaşlarımızı, gerek hayatta olan âlim, salih zatları, gerekse selefi salihinin kabirlerini ziyaret ederken dikkat edilmesi gereken edepler vardır.

Bu ziyaretlerde öncelikle Allah rızası gözetilmelidir. Hiçbir menfaat duygusu bulunmamalıdır. Niyetinde o âlim, salih kişinin huzurunda bulunup, sohbetinde bilgi edinmek, öğrendiklerini yaşantısına aktarmak, öğrenip yaşadıklarını başka Müslümanlara da ulaştırmak, onları da bilgilendirmek olmalıdır. Bu şekildeki ziyaret Ashab-ı Kiram’ın  sünnetidir. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna bu niyetle gider, onun cana can katan sohbetlerini bu niyetle dinlerlerdi.

Büyüklerin huzuruna izin alınıp, selam verip girildikten sonra gösterilen yere edeple oturmalı, lüzumsuz söz ve gereksiz sorulardan sakınmalıdır. Şayet bir soru sorulacaksa maksadı ifade edecek kadar kısa sorulmalıdır. Şayet huzurunda bulunulan zat bir soru sorarsa, edeple, sesi yükseltmeden, teferruata girmeden kısa ve öz bir şekilde cevap vermelidir. Huzurlarında asla cedelleşmeye, yersiz, tatsız münakaşalara dalmamalıdır.

Bir kısım kişiler ve gençler maalesef bu hususta uyulması gereken âdaba dikkat etmiyorlar. Elleri pantolon cebinde veya elleri arkada dikiliyorlar, yahut ayaklarını ileriye doğru uzatıp, bir tarafına çok biçimsiz bir şekilde yaslanarak oturuyorlar.

Büyüklerin huzurunda onları aşırı derecede meşgul edecek şekilde uzun müddet kalmamalı, sohbetlerini tamamlayıp sükût ettiklerinde dualarını alıp edeple huzurlarından ayrılmalıdır.

İslam dininde sıla-yı rahmin önemi çok büyüktür.

Her Müslüman ana-baba, yakın-uzak bütün akrabaları ile yakından ilgilenmeli, onları her fırsatta ziyaret etmeli, varsa ihtiyaçlarını gidermelidir.

Bu hususta pek çok hadis-i şerif varid olmuştur. Onlardan bir kısmı şöyledir:

“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ım. Ben Rahman’ım. Rahmi ben yarattım. Ona ismimden bir isim ayırıp taktım. Kim onunla (akraba ile) ilgisini sürdürürse, Ben de onunla ilgimi sürdürürüm. Kim ondan ilgisini keserse, Ben de ondan ilgimi keser, perişan ederim.” (Tirmizi)

“Kim, Allah’ın rızkını genişletmesini ve ömrünü uzatmasını isterse, sıla-yı rahim yapsın. Akrabasını ziyaret etsin.” (Buhari)

“Büyüklerinizden akrabalarınızı öğrenin ve onları ziyaret edin. Çünkü akraba ziyareti ailede muhabbeti artırır, malı çoğaltır, ömrü uzatır.” (Buhari, Müslim)

“Akraba ile ilişkiyi kesen, cennete giremez.” (Buhari, Müslim)

“Ahiretteki cezası bâki kalmak üzere, kişiye hemen ceza verdiren şey: Dille tecavüz ve akrabadan alakayı kesmektir.” (Tirmizi)

“Kendisiyle ilgiyi devam ettirdiğinde akraba ile ilgilenmek, gerçek sıla-yı rahim değildir. Asıl ilgi, akrabası kendisinden alakasını kestiği zaman, onu ziyaret etmek, ilgiyi devam ettirmektir.” (Buhari)

Yukarıda zikredilen hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere akraba ile ilişkiyi devam ettirmek, onları ziyaret etmek çok mühimdir. O bakımdan bu, ihmali asla caiz olmayan mühim bir vazifedir.

Bu vazife çeşitli şekillerde ve çeşitli vasıtalarla yapılabilir. Şöyle ki:

1- Bizzat giderek ziyaret edilmelidir. Elbette sıla-yı rahmin, ziyaretin en makbulü budur. Dünyaya dalıp gitmişiz, değerlerimizden çok uzaklarda kalmışız. Çok basit şeyler için, basit dünya çıkarları için şehir şehir, ülke ülke dolaşan bizler, çok yakınımızdaki belki de yaya olarak gidebileceğimiz kadar yakın mesafede olan akraba ve dostlarımızı ve hatta anne-babalarımızı ziyaret etmiyor, basit bahanelerle kendi kendimizi aldatıyoruz. Halbuki büyüklerin duasını almak, onların gönlünü hoş etmek büyük bir saadettir.

2- Bizzat gidemeyenler telefonla, mektupla yakınlarının hal ve hatırını sormalı, durumlarını öğrenmeli gerektiğinde yardımcı olmalıdırlar.

3- Cuma günleri, bayramlarda, mübarek gecelerde muhakkak ziyaret edilmeli, uzakta olanlar telefon veya mektupla, tebrikle aranıp gönülleri allınmalıdır.

4- Ziyaretlerde küçük de olsa hediye alınmalıdır. Bilhassa anne-babalar bu hususta asla ihmal edilmemelidir. Ecdadımız:

“Hediyenin küçüğü, büyüğü olmaz.”

“Bir elma, hatır almadır.” demişlerdir. Ancak kişiler ille de karşı tarafı memnun edeyim diye bütçelerini zorlayacak, maddi sıkıntıya girecek şekilde masrafa girmemelidir.

5- Akrabalardan zalim olanlar, ateist olanlar, İslam düşmanlığı yapanlar ya da Müslüman oldukları halde İslamî hassasiyeti olmayanlar, haramlara, günahlara dalanlar olabilir. Bu gibi kişilerle de alâkamızı kesmemeli, onları ziyaret edip İslam’ın hakikatlarını anlatmalı, İslam’ın güzelliklerini tebliğ etmeliyiz. Hidayet Allah Teâlâ’dandır. Bir de bakarsınız ki bizim konuşmalarımız, tebliğimiz sebebiyle Allah Teâlâ hidayet nasip eder. Onlar kurtulur. Biz de büyük ecre nail oluruz.

6- Kabirleri ziyaret sünnettir. Bu ziyaretler kişiye ölümü hatırlatır. Bir zamanlar bizim gibi yiyip içen, gezip dolaşan, gülen ağlayan bu insanların toprakla bütünleşmiş, şimdiki hallerine bakar, mutlak olan akıbetimizi görürüz. Dünyaya olan sıkı bağlarımızda bir gevşeme olur. Katılaşmış kalbimiz yumuşar, kuruyan gözlerimiz yaşarır, hülasa orada yapacağımız tefekkürler yönümüzü dünyadan ukbaya doğru çevirir. Rabbimize yöneliriz. Kabirleri ziyarette mutlaka abdestli olmalıyız.

 

KABİR ZİYARETİ ÂDÂBI

1- Kabrin başına varılınca:

“Esselâmü alâ ehliddiyâri minel mü’minîne vel müslimîne ve yerhamullâhi müstakdimîne minnâ vel muste’hirîne ve innâ inşâallâhu lelâhigûn.” diye dua edilmelidir.

2- Kabri ziyaret ederken kabrin sağ tarafında ve ölünün yüzüne karşı ayak ucunda durmalı, şayet kabirdeki zatın ismini biliyorsak selamdan sonra ismi zikredilmelidir. Mesela:

"Esselâmü aleyke yâ Eyyûbel Ensârî radıyallâhu anh" denilmelidir.

3- Şayet kısa ve ayakta ziyaret yapılacaksa bir Fatihayı şerife ve onbir ihlası şerif okunup ölünün ruhuna bağışlanmalıdır.

4- Bir müddet kalınacaksa oturulup bir Yasin-i Şerif, bir Fatiha-yı Şerife ve üç İhlas-ı Şerif okunup bağışlanmalıdır.

5- Ziyaret edilen zat için af ve mağfiret duası yapılmalıdır.

6- Mezarların üzerlerine basılmamalıdır.

7- Kabirlerde, türbelerde mum yakmak, çaput bağlamak, küçük taşlar tutturmaya çalışmak, kabirlerdeki zattan, "Ey filan bana şunu ver, bunu ver." gibi isteklerde bulunmak asla caiz değildir, bid’attır, haramdır.

8- Ancak Allah Teâlâ’ya dualarımızda, yakarışlarımızda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi ve hak dostlarını vesile kılmak caizdir. Umulur ki onların vesilesiyle Allah Teâlâ dualarımızı kabul buyurur.