I-
Haber (Bildirme) Ve İnşâ (Dilek) Cümleleri
1-
Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri
A)
Haber Cümlesinin Söyleniş Gayeleri İle İlgili Misaller:
B)
Haber Cümleleri İle İlgili Diğer Bazı Misaller:
C)
Haber Cümlesi İle İlgili Bazı Türkçe Misaller:
D)
Değisik Manaları İfâde Eden Haber Cümleleri İle İlgili Âyetler:
3-
Haber Cümlesinin (Durumun Gereğinden Çıkıp) İsik Şekillerde İfâde Edilmesi
C-
Bazı Karinelerle İstifhamın Değişik Mânalarda Kullanılması
Bu ilim, muktezâ-yı
hâl't (duruma ve yerine) göre söylenen arapça sözlerin durumu, kendisi
vasıtasıyla bilinen bir ilimdir. Durumun değişmesiyle sözün şekilleri de
değişir.
Maânî ilmi, bu kitapta
altı kısım halinde incelenecektir. [1]
Bütün sözler; ya haber
(bildirme) veya inşâ (dilek) şeklindedir. Haber Sözü söyleyene; o, bu sözünde
doğrudur veya yalancıdır diyebileceğimiz her kelâma haber denir.
Mesela: « Ali, ikamet
ediyor.» « Muhammed, sefere çıktı. » gibi.
Eğer söylenen söz,
gerçeğe uygun ise, onu söyleyen şahıs sözünde doğ-rudur. « ilim fay dalıdır.»
gibi.
Şayet söylenen söz,
gerçeğe uygun değil ise, onu söyleyen şahıs, sözünde yalancıdır. «Zeyd ayağa
kalktı.» gibi.
Haberin doğru
olmasından maksat, onun gerçeğe uygun olmasıdır. Yalan olmasından maksat ise;
gerçeğe uymamasıdır. Öyle ise «Ali, ikâmet ediyor,» cümlesinden anlaşılan
nisbet (hüküm), eğer gerçeğe uygun ise bu cümle doğrudur. Uygun değilse
yalandır.[2]
İnşâ : Sözü
söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancidır diyemeyeceğimiz cümlelere
inşâ denir.[3]
Muhammed sefere çık!
Ey Ali ikâmet et!» gibi.
Her "haber"
ve "inşâ" cümlesinin; "mahkûmun aleyh" (özne) ve
"mahkûmun bihi" olmak üzere iki unsuru vardır. Birinci
kelimeye,"müsnedün ileyh" denir. Meselâ; tam fiilin faili, nâib-i
fail ve haberi zikredilen müb-tedâ, aslında mübteda olan ve benzerlerinin ismi,
ve diğer "efâl-ı kulûb"ün birinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan
fiillerin ikinci mefûlü gibi.
İkinci kelimeye,
"miisned" denir. Mesela; tam fiil ve merfûu (faili) ile yetinen
(mânası tamamlanan) müştak bir kelime olan mübtedâ, mübtedânın haberi, ve
benzerlerinin haberi, isim fiiller, ve emir fiili yerine kullanılan masdarlar,
(û-^) ve diğer "efâl-ı kulûb"ün ikinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan
fiillerin üçüncü mefûlü gibi.
Bunların dışında
kalan; müzâfün ileyh, ve sıla cümlesi hariç, diğer unsurlara kayd denilir.[4]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
Ebû İshak el-Ğazzî (
01.524/ 1130) şöyle demiş:
«Eğer Ehu't -Tayyib
el-Kindi ( el-Mütenebbî) olmasaydı, insanların kulakları (Seyfüddevle) İbn
Hammdân'ın (Ö1356I967) övgüsüyle dolmazdı.[5]
" el-öazzî, bu
sözünde doğru sözlü olabildiği gibi, yalan da söylemiş olabilir. Eğer onun bu
sözü, gerçeğe uygun ise doğrudur, eğer bu sözü gerçeğe uygun değil ise o yalan
söylemiştir.
Ebu't -Tayyib
el-Mütenebbî (Öİ.354/ 965) şöyle demiş:
«Ben, elden
kaçırmadığım bir şeye, hırslı olarak göz dikerek bakmam. Elden kaçırdığım şey
üzerine de, üzülerek geceyi geçirmem.»[6]
İkinci beyitte,
el-Mütenebbî, nefsinden bahsederek kendisinin kanaatkar ve halinden memnun
olduğunu anlatıyor. Gelecek şeye başını kaldırarak bakmak ve kaçırdığı bir şey
için de hasret çekmek, onun adeti olmadığını bildirir. Onun bu sözünde doğru
sözlü olmayıp, yalancı olması mümkündür.
Ebu'l-'Atâhiyye,
İsmail b. Kasım (Öİ.211/826) şöyle demiş: «Cimri,"her ne ka-dar
zenginlikten faydalansa dahi, devamlı onda fakirlik alâmetleri ve işaretleri
(izlenimleri) görünür.»[7]
Ebu'l-'Atâhiyye'nin,
bu sözünde ve iddiasında doğru sözlü olması muhtemel olduğu gibi, yalancı
olması da muhtemeldir.
Bilginlerden biri
oğluna şöyle demiş:
Ey oğulcuğum! Güzel
konuşmayı öğrendiğin gibi, güzelce dinlemeyi de öğren.»[8]
Bu sözü söyleyene; o
doğru sözlüdür veya yalancıdır dememiz mümkün değildir. Çünkü söz sahibi,
oğluna çağmr ve ona bir şeyi yapmasını emreder.
Abdullah b. Abbâs
(51.68/687) (r.a.) bir adama nasihatta bulunarak şöyle demiş: . ilgilendirmeyen
şeyleri konuşma! Seni ilgilendiren bir çok konuda da konuşma! Ta ki yeri
gelince konuş!»[9]
Abdullah b. Abbâs'a
da; bu sözünde o doğru sözlüdür veya yalan söy-emiştir demek mümkün değildir.
Çünkü o bir şeyin yapılmamasını emreder.
Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî şöyle demiş:
"Yaşadığın sürece,
zamanını ancak üzüntüsüz karşıla! (Çünkü sıkıntı ve refah, zamanda ardarda
insanın başına gelirler. Hayatla birlikte ümitsizlik olmamalıdır.) »[10]
el-Mütenebbî'ye bu
sözünde; o doğru sözlüdür veya yalan söylemiştir demek mümkün değildir. Çünkü o
bir davranışta bulunmamayı emreder.
Birinci gruba giren
bütün sözlere "haber" denilir.
İkinci gruba giren
bütün sözlere "inşâ= dilek" denilir.
Yukarıdaki misallerde
geçen ve diğer misallerdeki bütün cümleler iki temel rükünden oluşurlar.
Bunlardan birincisine." mahkûmun 'aleyh- müs-nedü ileyh", ikincisine;
"mahkûmun bih- müsned" denilir.
Cümlenin bu iki esas
unsuru dışındaki kelimelere "kayıt" denir.[11]
Ebu'l-'Alâ el-Ma'arrî
(öl.449/1057), bir şiirinde şöyle demiş:
« Ben, her ne kadar
son zamanlarda gelmiş olsam dahi, öncekilerin yapamadığı şeyi yaparım.»[12]
el-Ma'arrî, bu
beytinde dediği gibi, kendinden önce yaşamış insanların yapamadığı bir işi
yaparsa, sözü doğrudur. Şayet yapamazsa hem sözü yalandır, hem de kendisi
yalancıdır.
a) Haber ve
inşâ cümleleri ile ilgili diğer bazı misaller:
Cümlenin nevilerini
belirtmek ayrıca her ana cümlede bulunan "müsne-dün ileyh" ve
"müsnedi" belirlemek için örnek metin.
Abdulhamîd
el-Kâtib(öl.l35/752)[13],
katiplere edebiyatın güzelliklerini tavsiye ederek şöyle dedi:
«Ey katipler topluluğu!
Edebiyat nevilerinde yarışınız!"Dini, tedrici ^T rak anlayınız
(öğreniniz)! Önce Yüce Allah'ın kitabını öğrenmekle (tahsile) başlayınız. Sonra
Arapçayi öğreniniz. Çünkü o (Arapça) konuşmanızın rağbetini artırır. Sonra
haltınızı mükemmelleştiriniz. Çünkü o (hatt) kitap Iannızm süsüdür. Şiirleri
rivayet ediniz! Şiirlerdeki garip kelimeleri've onların mânalarını öğreniniz.
Ayrıca Arapların ve diğer milletlerin önemli tarihî günlerini, onlarla ilgili
sözleri, ahlak ve davranışlarını öğreniniz Çunku bunlar, alicenaplığınızı
yükseltmek için size yardımcı olurlar [14]
EbûNüvls(öI.195/811) şöyle demiş:
«Rızık ve ondan mahrum
olmanın her ikisinin akışı, Allah'ın hükmü ve takdiri iledir, öyle ise zaman
bir kötülük yaptığında sabret/ Çünkü basiretli (uzağı gören) kişinin kalkanı
sabretmesidir,»[15]
Haber cümlesi, iki
maksatla söylenir:
a) Haber,
aslında herhangi bir cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için
söylenir«Emir, geldi,» dememiz gibi. Haber cümlesindeki hükme, "faide-i
haber" (haberin faydası) adı verilir.
b) Konuşan
kimsenin, dinleyici tarafından bilinen bir hususu, kendisinin de bildiğini
ifâde etmesi için söylenir. Mü teke İlimin bunu bilmesine de;
"lazım-ıfâide~yi haber" (haberin faydasının lazımı) adı verilir.
«Sen, derslerine çok çalışırsın.»
« Sen dün geldin.»
gibi. Bazen de; merhamet dilemek, güçsüz olduğunu açıklamak, üzüntüsünü
belirtmek, iftihar etmek, çalışma ve çaba harcamaya teşvik etmek; azarlamak;
küçümsemek; nasihat ve irşâd v.s. için kullanılır.[16]
Peygamber (s.a.) tu
vakası senesinde doğdu, kırk yasında kendisine vahiy gönderildi. Mekke'de onüç
yıl, Medine'de on yıl ikâmet etti.»[17]
Bu misalde, birinci
şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cümlenin içerdiği hüküm hakkında
bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin faydası" denilir. Bu misalde
mütekellim, dinleyiciye Peygamber (s.a.)'in doğumu ona vahiy gönderilen zamanı, Vahiyden sonra Mekke'de ne
kadar kamet ettiğini ve Medine'de ne kadar ikâmet ettiği hakkında bilgi verir.
Abdulaziz (öl.101/719)[18]
bey-tü'l-nal'dan (hazineden) hiç bir şey almıyordu. Ganimet malından da kendi
şahsı için hiç bir dirhem harcamıyordu.»[19]
Bu misalde, birinci
şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cümlenin içerdiği hüküm hakkında
bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin faydası" denilir. Bu misalde
mütekellim, muhataba Ömer b. Abdülaziz'in nıüslümanlarm malı hakkında ne kadar
nezih ve takva sahibi olduğunu bildiriyor.[20]
«Gerçekten sen bugün
uykundan erken uyandın.»[21]
bahçende çalışıyor.[22] Bu
iki misalde; mütekellim, dinleyiciye yeni bir şey anlatmak istemiyor. Ancak o,
cümlede anlattıkları hakkında bilgi sahibi olduğunu anlatmak istiyor. Öyle ise
dinleyici, bu durumda anlatılan sözden yeni bir bilgi elde etmek suretiyle
faydalanmadı. Ancak o, mütekellimin bu cümlelerde anlat-tıkların i bildiğini
öğrendi. Buna "lâzimü'l-fâide-i haber" denilir.
Yahya b. Halid
el-Bermekî (öl.l90/806)[23], Halife
Harun er-Reşîd'e (Öİ.192/806)[24]
hitap ederek şöyle demiş:
«Senin yanında
felakete ve belaya maruz kalan Bermekîler, yüzleri sararmış ve onların üstünde
zillet elbiseleri görünür.»[25]
Yahya el-Bermekî bu misalde durumunu Harun er-Reşîde anlatmak istemiyor. Çünkü
Harun er-Reşid onu bu duruma sokmuştur. Bilâkis Yahya, Harun er-Reşid'den
kendisine ve akrabalarına şefkat ve merhamet etmesini ve acımasını istiyor.
Muhtemelen Harun, bu sözlerini dinler, tekrar ona iyilik ve şefkat eder.[26]
Yüce Allah, Hz.
Zekeriyardan(a.s.) bahsederek şöyle buyurmuş: «Rabbim! Şüphesiz (artık Öyle bir
durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı) bembeyaz
alev gibi tutuştu.»[27] Bu
misalde Hz. Zekeriyyâ, durumunu niteliyor. Zayıf olduğunu ve gücünün
tükendiğini açıklıyor.[28]
Bir bedevi, çocuğu
için ağıt yakarken şöyle demiş:
senden (ölümünden)
sonra sabır ve üzüntüyü çağırdığımda; üzüntü isteyerek cevap verdi, fakat sabır
cevap vermedi.»
«Eğer senden ümidim
kesilirse, muhakkak ki dünya devam ettiği sürece senin için duyduğum üzüntü
sürecektir.»[29] Bu misalde bedevî,
çocuğunu ve ciğerinin bir parçasını kaybettiği için hasret çekiyor ve
üzüldüğünü ortaya koyuyor[30]
Amr b.Gülsûm[31] şöyle
demiş:
Bizim çocuğumuz sütten
kesilme çağına ulaştığında, zalimler ona
(boyun eğerler)[32]'Amr
b. Gülsüm, bu misalde kavmi ile gederler (boyun tünüyor ve onlardaki güç ve kuvvet ile
iftihar ediyor.[33]
Tâhir b el-Hüseyin
(51.207/ 822),[34] valisi buluunduğu
eyâletin vergisini geciktiren Abbas b. Musa el-Hâdi'ye (öl.l96/811)[35]
yazdığı mektupta şöyle demiş:
"İhtiyaç sahibi,
gece boyunca uyuyan kimse değildir. Fakat ihtiyaç sahibi geceyi korku ile
geçiren kimsedir[36] Tdhir b. el-Hüseyin, bu
sözleri ile valisini; vergi toplama hususunda çalışmaya ve çaba harcamaya teşvik
ediyor. Bu son gayelerin tamamı, sözün bizzat kendisinden değil, ancak cümlenin
gelişinden anlaşılır.[37]
Hz, Mu'âviye (r.a.)
(öl.601680)[38], iyi bir siyasetçi olup
işlerin tedbirini zamanında alıyordu. Yumuşak davranması gereken yerlerde
yumuşak davranırdı. Katı ve sert davranılması gereken yerlerde de sert
davranırdı."[39]
«Gerçekten sen
oğullarını- katı davranmak ve cezalandırmakla değil,- yumuşak ve şefkah
davranmakla terbiye ettin.»[40]
«Hz. Ömer
(r.a.),'Hicrî 23 yılında vefat etti (şehid edildi).»[41] Ebû
Firâs el-Hamdânî şöyle demiş:
«Benim yüce
özelliklerim yıldızlar sayısıncadır. Benim evim de asillerin sığınağı ve
misafirlerin evidir.»[42]
Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî, şöyle demiş:
«iyilik yapmayı
arzulayan herkes iyilik yapacak değildir, iyiliği yapan herkes de onu
tamalayacak değildir.»[43]
el-Mütenebbî
Seyfüddevle'nin kızkardeşine ağıt yakarak şöyle demiş:
<£y ölüm sen
sözünde durmadın. Sen, dokunduğun kişi ile nice şahısları yok ettin. Ve nice
haykırışları susturdun.»[44]
Ebul Atahiyye (öl-211/826),
oğlu Ali için ağıt yakarak şöyle demiş:
F "Ali1 gözümün
yaşıyla senin için ağladım. Senin için ağlamanın hiç bir f dası olmadı. Senin
hayatında benim için bazı öğütler vardı. Ve sen, hüsün hayatta bulunduğun
zamandan daha fazla öğüt vericisin,»[45]
«Muhakkak ki seksen
yaş - ki ben ona ulaştım- kulağımı tercümana muhtaç kıldı.»[46]
Ebu'I-'AIâ1 el-Ma'ani, Ahmed b. Abdullah (öl.449/İ057),[47]
şöyle demiş:
«Benim öyle bir dilim
(ve aklım) vardır ki; benim gerçek mansıbıma razı olmuyur. Halbuki ben(im- öyle
yüce bir değerim vardır ki sanki ben el-A'zel ve er-Râmih ismindeki) iki yıldız
arasında bulunuyorum.[48]
İbrahim b. Muhammed
el-Mehdî (öl.224/839),[49]
el-Me'mûn'a hitap ederek şöyle demiş:
cürüm (suç) işledim. Ve sen (suçu) affetmeye
ehilsin. Eğer sen affedersen bu bir minnettir. Eğer öldürürsen adalettir.»[50]
«Kim kendisi ile
Allah'ın arasım düzeltirse, Allah da onun ile insanların arasını düzeltir. Kim
ahir e t işlerini düzene koyarsa Allah da onun için dünya işlerini düzene
koyar. Kimin kendi nefsinden bir vaizi (Öğüt vereni) varsa, Allah tarafından
onun bir koruyucusu olacaktır.»[51]
Muhakkak ki sen öfkeni
yenersin, öfkelendiğinde sabredersin, gücün yettiğinde hakkından vazgeçersin
ve sürçmeyi affedersin.»[52]
«Ahmed evdedir.»
«Hasan evde değildir.»
«Ahmed evde oturmuş
derslerine çalışıyor.» gibi.[53]
« ve yalnız senden
medet umarız.» Bu ayetteki haber
cümlesi, dua manasınadır.[54]
Boşanmış kadınlar, kendi
baslarına (evlerinde)'üç defa ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.»
Bu ayetteki haber cümlesi, emir manasınadır.[55]
«Emzirmeyi tamamlamak
isteyen (baba) için, anneler çocuklarım iki tam yıl emzirirler.» Bu ayetteki
haber cümlesi, emir manasınadır.[56]
Üzüntüyü açıklamak:
'İmrân'ın karısının aşağıdaki âyette üzüntüsünü açıklaması gibi;
«-Allah, ne
doğurduğunu bilip dururken- «Rabbim! Ben onu kız doğurdum.»[57]
«Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve
lanet olasılar!»[58] Bu ayetteki haber cümlesi,
beddua manasınadır. «. onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla)
döndürülüyorlar.» Bu ayetteki haber cümlesi, beddua manasına-dir.[59]
Hz. Zekeriyyâ'nın
(s.a.) acizliğini ortaya koymak için, şu âyette yaptığı gibi: .
«Rabbim! Şüphesiz
(artık öyle bir durumdayım ki) kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı)
bembeyaz alev gibi tutuştu.»[60]
Hz. Musânın şu âyette
merhamet dilemesi gibi:
« ...Rabbim! Bana
gön-dereceğin hayra ve rızka muhtacım » dedi.[61]
Leheb'in iki eli
kurusun! Kurudu da.[62]»
eyetteki haber cümlesi, beddua manasım ifâde eder. [63]
Bir haberi veren
kimsenin maksadı, verdiği haberle muha-hf!vdaIı olmak olduğu için «saçma sapan
sözlerden sakınıp» konukken sözlerini ihtiyaca göre kısa kesmesi gerekir.
Muhatap şu üç durumun birinde olabilir:
1)
Muhatabın, sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir bilgisi yoksa;
haber pekiştirilmeden (durumun gereğine göre) ona bildirilir. Bu neviden olan
habere "İbtidâî haber" denir. Meselâ;«. tfa«fe$m. gibi.
2) Muhatap,
sözün doğruluğu hakkında tereddüt eder ve onu kesinlikle «doğru bir şekilde»
öğrenmek istiyorsa, bu durumda onun zihninde yerleşmesi için sözü pekiştirmek
uygundur. Haberin bu nevine, "Talebi haber" denir. Meselâ:
«Gerçekten kardeşin geldi.» gibi.
3) Eğer
muhatap, haber cümlesinin anlamını asla kabul etmiyorsa, bu durumda durumun
gereği ve tepki derecesine göre sözü bir, iki veya daha fazla te'kid edatiyla
pekiştirmek gerekir. Buna « inkârı haber» denir. Haber cümlesini pekiştirmek
için çok miktarda edat vardır.[64]
Bu edatlardan bazıları
şunlardır: kasem edatları, ibtidâ lamı,
tekîd nunlan, tenbîh (uyarma) edatları, zâid (herhangi bir mânaya delâlet
etmeyen) edatlar«kad» edatı veya şart edatı olan «emnıâ»; zamîrü'ş-şe'n; «len»
ve sözü tekrarlama ile yapılır.[65]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
« Gerçekten kardeşin
geldi.», =« Muhakkak ki o geldi.»,
-«Vallahi muhakkak o
geldi.» gibi.
Buna göre haber
cümlesi; yukardaki misallerde görüldüğü gibi; te'kid-siz, bir edatla veya
birkaç edatla pekiştirilmiş olmasına göre üç kısma ayrılır.
Özetle: Birinci kısma,
«ibtidâî haber», ikincisine «talebi haber» ve üçüncüsüne de «inkârı haber»
denir.
Hz. Mu'âviye
(öl.60/680), valilerinden birine bir genelge yazarak şöyle dedi:
«insanları, bir çeşit
siyasete göre idare etmemiz bize yakışmaz. Her ikimiz birlikte yumuşak
davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanlar günah işlemek için şımarırlar.
ikimiz birlikte sert davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanları tehlikeli
durumlara sürükleriz. Fakat sen sertlik ve kabalıktan yana olacaksın. Ben de
acıma ve merhametten yana ola-cağım.»[66]
Ebû Temmâm şöyle
demiş:
«Genç, cahil olduğu
halde maişetini elde eder. Genç, bilgili olduğu halde uzun zaman (ömrü boyunca)
az mal sahibi olur. Eğer nzıklar akla göre verilseydi, o takdirde hayvanlar
bilgisizliklerinden dolayı helak olurlardı.»[67]
Yüce Allah şöyle
buyurmuş:
Allah, içinizden
(savaş alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri
gerçekten bili- Zaten bunların pek azı savaşa katılır. »[68]
es_Serî er-Refâ (öl. 366/ 97)[69] şöyle
demiş:
«Şüphesiz ki binanın
yan tarafı yıkıldığı zaman, kalan kısmının yıkılmasından insanlar güven içinde
olamazlar.»[70]
Ebu'l-'Abbâs
es-Seffâh(öl.l36 /753)[71]
şöyle demiş:
«Şiddetten baş-ka bir şey fayda vermeyinceye
kadar kesinlikle ben yumuşak davranacağım. Halka karşı davranışlarına
güvendiğim sürece, özel adamlarıma mutlaka saygı göstereceğim. Hak çıkarıncaya
kadar, kesinlikle kılıcımı kınına koyacağım. Bağış için yer bulamayıncaya
kadar, muhakkak ki (malı) vermeye devam edeceğim.»[72]
Yüce Allah şöyle
buyurmuş: «Andolsun ki, mallarınız ve
canlarınız konusunda imtihana çekilecek-siniz.»[73]
«Allah'a yemin ederim
ki ben, şeref ve asalete doğru yükselen ve gevşemeyen bir gayretten
(enerjiden) ayrılmayacağım.»[74]
Yukarıda geçen
misalleri, incelediğin zaman bunların haber cümleleri olduğunu görürsün.
Birinci gruptaki cümlelerde herhangi bir pekiştirme edatı bulunmadığını; son
iki gruptaki cümlelerin ise; ya bir veya iki veya daha fazla edatla pekiş ti ri
İd iğini görürsün. Bu değişik şekildeki ifâde edilişin hikmeti nedir? Araştırma
yapıldığında bu değişik ifâde tarzlarının sebebinin muhatabın durumundan başka
bir şey olmadığı görülür. Çünkü birinci gruptaki misallerde, cümlenin
muhtevası hakkında muhatabın zihni boştur.(Yani herhangi bir bilgisi yoktur).
Bundan dolayı konuşan şahıs, bu cümleleri pekiştirme ihtiyacını hissetmemiştir.
Ve bu cümleleri pekiştirmeden muhataba söylemiştir. Haberin bu nevine "
ibtidâî haber" denir.
İkinci gruptaki
misallere gelince; bu misallerde verilen bilgi hakkında muhatabın şüphe ile
karışık az bir bilgisi vardır. Ve o gerçeği öğrenmeyi özenle bekliyor. Bu
durumda muhataba, durumu açıklayan ve şüphesini gideren biraz açık bir ifâde
tarzı ile haber vermek iyi olur. Bundan dolayı üçüncü misalde cümle « xâ»ile,
dördüncü misalde «^1»ile pekiştiril-miştir. Haberin bu nevine "talebi
haber" denir.
Son gruptaki
misallerde ise; muhatap söylenen şeyleri kabul etmiyor ve onları reddediyor.
Böyle bir durumda; muhatabın bu tepkisini gideren ve onu verilen haberi kabul
etmeye davet eden sözü pekiştiren ve takviye eden vasıtaların bulunması
gerekir. Ve bu pekiştirmenin de muhatabın tepki derecesine göre olması
gerekir. Bundan dolayı cümleler beşinci ve altıncı misallerde iki edatla
pekiştirilmiş - ki bunlar yemin ve te'kid nunudur-. Son misalde ise; şair,
muhatabın tepkisinin daha kuvvetli olduğunu varsaymış ve sözünü üç te'kid edatı
ile pekiştirmiştir. Bunlar; yemin, ve "lâm" edatıdır. Haberin bu
nevine "inkârı haber" denir.[75]
a) Haber
cümlesinin nevileri ve bazı te'kid edatları ile ilgili misaller:
Ebu'l-'Atâhiye (öl.
211/826) şöyle demiş:
«Şüphesiz ki ben
dünyadaki sonuçları gördüm; korktuğum şeyden (cezadan) dolayı arzuladığım şeyi
terkettim.»[76]
Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî (Öİ.354/965) şöyle demiş:
«Gayretler, ehlinin
değerine göre meydana gelir. Cömertlikler de cömertlerin değerine göre meydana
gelir. Küçük gayretler, değersiz kimselerin gözünde büyük görünür. Değerli
kimselerin gözünde de büyük gayretler, küçük görünür.»[77]
Hassan b. Sabit
(Öİ.54/674) (r.a.) şöyle demiş:
«Şüphesiz ben tatlı
(neşeli) olduğumda acı bir şey (olay) başıma gelir. Muhakkak ki ben âdet
edinmediğim şeyleri tamamen terkediyorum.»[78]
el-Ürcânî (Kadı Nâsihuddin Ebû Bekir) (Öİ.545./1150) şöyle demiş:
«Şüphesiz biz fitnelerle dolu bir zamandayız. Öyle ise
bu zamanda, içi korku ile dolu olan kimse kınanmaz.»[79]
Lebîd b. Rabî'a b.
Mâlik (Öİ.41/661) şöyle demiş:
«Andolsun ki ölümümün
kesin olarak geleceğim öğrendim. Muhakkak ki Ölüm okları, hedefim şaşmaz.»[80]
en-Nâbiğatü'z-Zübyânî
(öl. M.640) şöyle demiş:
«Ey Nu'mân! Sen
kardeşler ve dostların hatâlarını ve yanlış davranış lavını hoş
karşılamadığından dolayı, hiçbir dostun sevgisini devam ettiremezsin. Erkekler
içinde ahlakça kusursuz olan herhangi biri var mı?»[81]
eş-Şerîf er-Radî
(61.406/1015) şöyle demiş:
«Bazen fakir ve cesur
kimsenin ulaşamayacağı şeye, korkak adam malıyla ulaşabilir. »[82]
b) Aşağıdaki
ayetleri okuyunuz ve te'kid edatlarını belirtiniz:
1) Mâna
açısından fail olan kelimeyi fiilinden önce mübtedâ olarak zikretmekle:
Allah, seni
insanlardan korur.»[83]
«Allah, doğru yoldan
çıkan bir topluluğu hidâyete erdirmez.»[84]
2) harfi ile
te'kid yapmak:
«Onların
söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliriz.»[85]
Fakat biz toprağın
onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz.»[86]
«Elbette nefsini
temizleyip parlatan kurtulmuştur.[87]
3) Yemin ile
yapılan te'kid:
Tîne ve Zeytun'a
(incire, zeytine), slna dağı-,na, Ve güvenli beldeye andolsun ki , Biz insanı
en güzel biçimde yarattık.[88]
4) Şeddeli
ve hafîf te'kid nunlan ile te'kid yapılır:
Allahı, kendisine
(kendi dinine) yardım 'enlere muhakkak surette yardım edecektir.»[89]
Andolsun, eğer'o'kendisine emredeceğimi
yapmazsa mutllaka zindana atılacak ve elbette zelillerden olacaktır.»[90] Bu
misaldeki kelimesinde hafif te'kid nıınu, Kur'ân hattının bir özelliği oJarak
tenvîn şeklinde yazılmıştır. «O«w mutlaka ceza-{andıracağım veya onu mutlaka
keseceğim, ya da mutlaka bana' apaçık bir delil getirecektir.»[91]
lafızlarında, te'kid, pekiştirme edatının tekrarlanması, yapılacak işlerin
kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir.
5) İbtidâ
lamı ile te'kid yapılır:
»«iman edenlere karşı
düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak yahudi-leri ve Allah'a
ortaklık koşanları bulursun.»[92]
« «Onların kalblerinde
sizin korkunuz, Allah'ın korkusundan fazladır.»[93]
6) Medih ve
zenım fiilleri ile te'kid yapılır: « Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür!»[94]
«Nefislerinin kendilerine
sunduğu 'şey ne kadar kötüdür!»[95]
Allah'tan korkanların
yurdu ne güzeldir!»[96]
«... Biz de ne güzel
kabul etmiştik!»
Biz de ne güzel kabul
etmiştik!»[97]
7) nin
haberinin başına gelen = lâm ile te'kid yapılır:
Şüphesiz bu (Isa
hakkında söylen berlerdir.»[98]
«Şüphe'siz Rabbim
duayı işitendir(kabul edendir.[99]
«Şüphesiz bunda
basiret sahipleri için mutlak ibret vardır.»[100]
8) ile
te'kid yapılır:
«Elbette bunda çok
sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.» âyetinde mübalağa kalıplan
ile birlikte pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıdır.[101]
«Kıyamet mutlaka
kopacaktır» cümleleri ve pekiştirilmiştir.[102]
«Onlar, mutlaka zafere
ulaşacaklardır. Bilim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.» âyetlerinde mânânın mutlaka
gerçekleşeceğini ifâde etmek için bir kaç edatla pekiş-tirme yapılmıştır.
Cümlelerden herbiri ve ile pekiştirilmiştir.[103] «Şüphesiz
ilâhınız gerçekten tekdir.» âyetinde ve ile pekiştirme vardır. Muhataplar,
Allah'ın birliğini inkâr ettikleri için kelâmın makamı bunu gerektirmektedir.[104]
«Gerçekten, sen gönderilmiş
peygamberlerdensin.»[105]
«Gerçekten biz size
gönderilmiş peygamberleriz.»[106] gibi
cümleler birden fazla pekiştirme edatıyla pekiştirilmiştir. Çünkü hatap inkarcıdır.
Burada her iki cümle ve edatlanyla pekiştirilmişti.
«Şüphesiz, göklerde ve
yerde alâmetler vardır." cümlesi, ve
edatlanyla pekiştirilmiştir. Çünkü muhataplar, Allah'ın birliğini inkâr
edenlerdir.[107]
«Allah, münafıkların
kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder." âyetinde daha fazla
açıklamak için cümle, yemin ve edatları ile pekiştirilmiştir.[108]
«Muhakakki insan,
Rabbine karşı nankördür. Şüphesiz buna kendisi de şahittir. Ve o, mal
sevgisine de aşırı derecede düşkündür.» gibi âyetlerde, daha fazla açıklama ve
anlama maksadıyla , öj ve J ile pekiştirme yapılmıştır.[109]
«Allah'in tâyin ettiği
vakit, elbette gelecektir.» cümlesinde muhatap, inkarcı olduğu için, ve ile
pekiştirilmiştir.[110]
«İleri gelenler, seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar.» cümlesinde,
ve ile pekiştirme yapılmıştır.[111]
«Şüphesiz Rabbin lütuf
sahibidir.»[112] «Rabbin elbette bilir.»[113]
«Şüphesiz o bir
hidâyettir.» cümleleri, ve edatları ile pekiştirilmiştir.[114]
«Şüphesiz insan,
apaçık bir nankördür.» cümlesi; ve "mübalağa kalıbı ile te'kid
edilmiştir. Çünkü ve kalıpları, mübalağa kalıplarındandır.[115]
«Çünkü Allah, hakkın
ta kendisidir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir.»[116]
9) den
hafifletilmiş ile te'kid yapılır:
Allah'ın hidâyet
verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.[117]
«Müşrikler, sana vahyettiğimizden
başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, neredeyse, sana
vahyettiğimizden saptıracaklar...»[118]
«Elbette onların hepsi
(kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.»[119]
10) Mübtedâ
ve haber arasına giren "Fas! zamiri"
veya te'kid için kullanılan zamir ile te'kid yapılır:
«Ey Allah'ım! Eğer bu
kitap senin katından gelmiş bir gerçekse... »[120]
«Beni vefat ettirince
artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun[121] .«Onlara,
biz vâris olmuşuzdur.»[122]
«Eğer malca ve evlâtça
beni kendin-den güçsüz görüyorsan.»[123]
11) veya ile
te'kid yapılır:
«De ki: Bilgi ancak
Allah'ın kamdadır.»[124]
va'dedilen kesinlikle
doğrudur.»[125]
De ki özr uyarıcıyım.»[126]
Ben Apaçık bir uyarıcı
olduğum için bana vahyolunuyor.»[127]
12) Şart
edatı olan ile te'kid yapılır:
Şüphesiz Allah (hakkı
açıklamak için] sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten
çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak
ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince, «Allah böyle misal
vermekle ne murad ediyor?» derler.»[128]
13) Uyarma
edatı olan ile te'kid yapılır:
«Dikkat edin veîiHn
ki, o Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.» âyetinde, mübalağa kalıpları ile
birlikte peş-peşe pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıyla fasıl
(ayırma) zamiri dir.[129]
bilesiniz ki, Allah'ın
dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.[130]
Bilesiniz ki,
kendillerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir.»[131]
14) Cümleyi
pekiştirmek için kullanılan zaid edatlarla te'kid yapılır*
«Bir sûre indirildiği
zaman, (göz kırpıp alay ederek) birbirlerine bakar....»[132]
' olmadan hiç kimse
şefaatçi olamaz.» [133]
...şahid olarak da
Allah yeter.[134]
kendinizi ellerinizle
tehlikeye atmayın.» [135]
«Allah, kuluna kâfi
değil mi?»[136]
15) Bir va'd
veya bir uyarıya delâlet eden bir fiilin önüne gelen « ve v_edatları ile te'kid
yapılır;
insan ve cin! Sizin de
hesabınızı ele alacağız. [137]
«Allah, şükredenleri
mükâfatlandıracaktır. [138]
«Allah, mü'minlere
yakında
büyük mükâfat
verecektir,»[139]
16) edatı
ile te'kid yapılır:
«Lâkin Allah, bütün
âlemlere karşı lütuf ve kerem sahibidir.»[140]
Fakat o zâlimler
açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.»[141]
Haber cümlesi,
zihninde cümle ile ilgili bir şey bulunmayan kimseye 'kidsiz söylendiğinde ve
cümlenin muhtevası hakkında tereddüt ederek soru soran kimseye te'kid edilerek
söylenmesi güzel ise; ve cümlenin muhtevasını inkar eden kimse için durumuna
göre cümle pekiştirilerek söylenirse, bu haber cümlesi, durumun gereğine
(icabına, yerinde ve adamına) göre söylenmiştir, demektir.
Bazen mütekellimin
(konuşan kimsenin) göz önünde bulundurduğu bazı durumlardan dolayı haber
cümlesi, durumun icabına aykırı olarak söylenir. Bu durumlardan bazıları
şöyledir:
a) Zihni boş
olan kimse, tereddüt ile soru soran kimse yerine koyulur. Bu da cümlede,
haberin hükmüne işaret eden bir şey geçtiğinde söz konusu olur.
b) Kendisinde
inkâr (tepki) işaretleri göründüğü için, inkâr etmeyen kimse, inkâr eden
kimsenin yerine koyulur.
c) İnkâr
eden (tepki gösteren) kimse, inkâr etmeyen kimse yerine koyulur. Bu durumda o
şahsın önünde Öyle deliller ve işaretler bulunur ki şayet bunları dikkatle
incelerse, inkâr etmekten (tepkisinden) vazgeçer.[142]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
«Zulmedenler hakkında
bana bir şey söyleme! Onlar, kesinlikle 'suda boğulacaklardır.»[143]
u misale bakılırsa;
burada zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın ında bir şeyin bulunmadığı
anlaşılır. Burada durumun gereğine (icabına) göre, haber cümlesinin te'kidsiz
ona söylenmesi gerekirdi. Fakat bu âyet-i celîle te'kid ile gelmiştir. Öyle ise
bu âyetin, durumun gereği dışına çıkmasının sebebi nedir? Sebep şudur: Yüce
Allah, muhalifleriyle ilgili Hz. Nuh'un kendisine hitap etmesini yasaklayınca,
bu yasak, Hz. Nuh'u onların başına gelecek belayı merak etmeye şevketti.
Böylece Hz. Nuh; onlar' aleyhine suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa
hükmedilmedi mi? şeklinde tereddüt ile soru soran kimse yerme koyuldu ve
böylece; kesinlikle onlar suda boğulacaklar." cümlesi ile ona cevap
verildi.[144]
Yüce Allah, şöyle
buyurmuştur:
«Nefsim temize çıkarmıyorum.
Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.»[145] Bu
misalde de aynı durum söz konusudur. Çünkü Yüce Allah'ın -şüphesiz nefis aşırı
şekilde kötülüğü emreder." cümlesinin kapsamı hakkında muhatabın aklında
bir şey yoktur. Ancak Yüce Allah'ın; Hz. Yusuf tan hikâye tarzında naklettiği:
=Nefsimi temize çıkarmam" ayeti, bu cümleden Önce geçtiği için, ve o
cümle, nefis hakkında sevilmeyen bir şey ile hüküm edildiğine işaret
ettiğinden dolayı, muhatap bu hükmün nevine bakışlarını çevirerek dikkatle ona
baktı. Bu nedenle muhatap, tereddütle bir şeyi soran kimse yerine koyuldu. Ve
haber cümlesi te'kid edilerek ona söylendi.[146]
«Sonra, muhakkak ki
siz, bunun ardından elbette öleceksiniz.»[147] Bu
misale bakınız! Muhatapların, Yüce Allah'ın sözünün kapsadığı hükmü inkâr
etmediklerini görürsün. Öyle ise bu haber cümlesinin te'kid edilerek onlara
söylenmesinin sebebi nedir? Bunun
sebebi; (onlarda cümlenin muhtevası
hakkında) inkâr (tepki) alâmetlerinin görünmesidir. Çünkü onların, ölümden
gafil olmaları ve iyi işler yaparak ölüme hazırlanmamaları, inkâr alâmetlerinden
sayılırlar. Bundan dolayı onlar, inkâr eden kimseler yerine koyuldular ve haber
cümlesi, iki pekiştirme edatı ile pekiştirilerek onlara söylendi.[148]
Hacel b. Nadle
el-Kaysî, şöyle demiş:
«Şakîk, mızrağının
sivri olmayan ucunu düşmana çevirip, onu dizleri üzerine koyarak geldi.
Muhakkak ki senin amcaoğullarında mızraklar vardır.[149]
Hacel b. Nadle
el-Kaysî'nin sözünde de durum aynı şekildedir. Çünkü Şakîk, amcaoğullarınm
mızraklarının varlığını inkâr etmiyor. Fakat onun, mızrağının sivri olmayan
ucunu düşmana çevirip dizi üzerine koyarak savaşmaya hazırlıksız bir şekilde
gelmesi, onlara aldırmamasınm bir delili sayılır. Ayrıca bu davranış,
amcaoğullarınm silahsız olduklarına inandığının bir delilidir. Bundan dolayı
Şakîk, inkâr edenlerin yerine koyuldu ve haber cümlesi onun için te'kid edildi
ve inkâr eden kimseye yapılan hitap şekli ile ona hitap edildi. Ve ona denildi
ki: [150]
Yüce Allah, birliğini
inkâr edenlere hitap ederek şöyle buyurmuş:
«ilahınız bir tek
ilâh'tır.»[151]
Bu misale bakınız!
Yüce Allah'ın bu ayette, birliğini inkâr edenlere hitap ettiğini görürsün.
Fakat Yüce Allah, onlara, inkâr etmeyenlere hitap ettiği gibi, haber cümlesini pekiştirmeden
hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur: Bunun sebebi nedir? Sebebi şudur: Bunların
önünde öyle apaçık deliller ve burhanlar vardır ki; eğer onları dikkatle
inceleseler, (Allah'ın birliği hakkında) onları ikna eden yeterli miktarda
delilleri bulurlar. Bundan dolayı Allah, bu inkarlarına değer ve önem vermedi
ve onlara hitap ederken inkar etmelerini hesaba katmadı.[152]
Cahilliğin zararlı
olduğunu inkar eden kimseye şöyle denir:
«Cahillik, zararlıdır.[153]
Son misalde de durum
aynıdır. Şüphesiz ki muhatabın nezdinde cehaletin zararlı olduğuna delalet
eden öyle deliller vardır ki; şayet onları dikkatle incelerse mutlaka inkâr
etmekten vazgeçer. Bundan dolayı haber cüm-Iesi, te'kid edilmeden ona
söylenmiştir.[154]
a) Konu ile
ilgili bazı âyetler:
«Ey insanlar! Rabbinizden
korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir sey-dir.».[155] misalde, normal olarak haber cümlesinin
te'kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü ayette belirtilen hüküm hakkında
muhatabın aklında bir şey yoktur. Fakat bu ayette, hükmün nevine işaret eden
bir şey geçince, muhatap başını kaldırarak bu hükme bakan birisi gibi kabul
edildi. Böylece o, soru soran ve tereddüt eden kimse yerine kondu. Ve durumun
gereğine aykırı olarak bu sözün te'kid edilerek ona söylenmesi güzel sayıldı.
Anne ve babasına itaat
etmeyen kimseye şöyle denilir: «Şüphesiz anne ve babaya iyilik etmek vaciptir.[156] Bu
misalde; durumun gereğine göre haber cümlesinin te'kidsiz söylenmesi
gerekirdi. Çünkü muhatap, anne ve babaya
iyilik etmenin gerekli olduğunu inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de
etmez. Fakat onun (ebeveyne) isyan etmesi, inkâr alâmetlerinden bir alâmet
sayıldı. Böylece muhatap, "iyilik etmenin vacip olduğunu" inkâr eden
kimse yerine konuldu ve cümle jlve J ile te'kid edildi.
Haksız yere insanlara
zulmeden kimseye şöyle dersin: «Muhakkak ki Yüce Allah, kulların yaptıklarını
görür.»[157] Bu misalde de normal olarak haber cümlesinin
te-kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, Allah'ın kullarının yaptıklarım
bildiğini inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de etmez. Fakat onda;
Allah'ın haksız yere kullara zulmetmesi gibi, bu hükmü inkâr etme alâmetleri
göründüğü için, o inkâr eden kimse yerine konuldu ve haber cümlesi, ve ile
te'kid edilerek ona sunuldu.
Bir münkire şöyle
denilir:
«Allah vardır.»[158] Bu
misalde; haber cümlesinin, normal olarak te'kid edilmesi gerekirdi. Çünkü
muhatap, Allah'ın varlığını inkâr ediyor. Fakat şayet o, önünde mevcut olan
delilleri ve şahitleri inceleseydi, mutlaka bu hükmü inkâr etmekten vazgeçerdi.
Böylece muhatap, hükmü inkâr etmeyen kimse yerine kondu. Ve zahirin muktezâsına
(durumun gereğine) aykırı olarak, cümle te'kidsiz bir tarzda ona sunuldu.
b) Aşağıdaki
misallerin herbirinde haber cümlesinin zahirin muk-tezâsmdan (durumun
gerektirdiği halden) çıkmasının sebebini belirti-
«Ve onlar için
hayırdua et! Çünkü senin duan onlar için
sükûnettir.»[159]
«De ki o Allah birdir.
Allah, Samed'dir.[160]
işsizliğin zararlı olduğunu bilen ve çalışmayı
sevmeyen kimseye şöyle demhr «Muhakkak ki issizlik (ahlakın) bozulmasının
sebebidir.[161]
ilmin faydalı olduğunu
inkâr eden kimseye şöyle denir:
«İlimfaydalıdır.»[162] Ebû
Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:
<<Ey efendİ!
On~ merhamet et Çünkü suçluya acımak,
onun için bir azarlamadır. »[163]
«Zulmetme! Çünkü
zulmün sonu vahimdir.»[164]
«Tartışmayı terketf
Çünkü o kötülüğü celbeder (kötülüğe sebep olur).»[165]
Namazı terkedene şöyle
denir: Muhakkak ki namaz farzdır.»[166]
Müsrife şöyle denir:
«Allah'a yemin ederim ki israf zararlıdır.[167]
Malın ilimden faydalı
olduğuna inanan kimseye şöyle denir:, maldan daha faydalıdır .»[168]
Huyların değişeceğini
kabul etmeyen kimseye şöyle denir:
«Huylar değişir. »[169]
İnşâ, Iugatta icâd
etmek, yoktan var etmek mânasına gelir. Bir ıstılah olarak: inşâ ; doğru veya
yalan ihtimali olmayan sözdür.[170]
İnşâ (dilek) kipi, iki
kısma ayrılır. Talebi (bir isteğe delalet eden), ve ğayr-ı talebi (bir isteğe
delalet etmeyen) inşâ.
a) Talebî inşâ:
İstek anında bulunmayan (var olmayan) bir şeyin yapılmasını gerektiren
inşâdır. Bu ise, emir, nehy (yasaklama), soru, temenni ve nida (çağırma) ile
yapılır.
b) Talebî olmayan inşâ: Bir isteğe delâlet etmeyen inşâdır. Bunun bir çok
üslûbu vardır. Ta'accüb, övme, yerme, yemin, "recâ fiilleri" ve akitlerde
(sözleşmelerde) kullanılan ifâdeler bu uslûbların bazılarıdır.[171]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
«Kendi nefsin için sevdiğin
şeyi, insanlar için de sevkı (gerçek) fnüslüman olursun. »[172]
Hz. Hasan'nın (r.a.)
(Öİ.5O/67O), bir sözü:
«Sadece yaptığın iş
kadar karşılık iste!»[173]
Ebu Tayyib el-
Mütenebbî şöyle demiş:
«Dikkat edin! Bugün
Seyfüddevle'yi kınayan yoktur, insanlar ona feda olsun. Onun kılıçlarının
çentikleri keskin idi.»[174]
" Hassan b.
Sâbit(öI.54/674) demiş ki:
«Keşke ben Hz. Ali ile
Affân'ın oğlu (Hz. Osman) arasındaki anlaşmazlığın sebebini bilseydim, ve
keşke kuşlar bunu, bana bildirselerdi. »[175]
Ebu't-Tayyib el-Mütenebbî
demiş ki:
<r£y kendilerinden
ayrılmak zorumuza giden kimseler! Sizden ayrıldıktan sonra, her şeyi bulmamız
bile, bize hiç bir şeyimiz yokmuş gibi gelir.»[176] Sımme b. Abdullah (öl.95/714)[177] demişki:
«Canım o toprağa feda
olsun! Yüksek yerlerinin(tepelerinin havası) ne hoştur! Yazlık ve İlkbaharda
konaklanan yerleri ne güzeldir!»[178]
el-Câhız, Amr b.
Bahr(öl.255/869)[179] bir mektubun bir kimsında şöyle demiş:
«Sadede gelince; Hatâ
yerine (ondan dolayı) özür dilemek ne güzel bir şeydir. Tevbe yerine, günahta
ısrar etmek ne kötü şeydir.»[180]
Abdullah b. Tâhir (öl. 117/735) demiş ki:
«Ömrüne yemin ederim
ki; ne akıl ile zenginlik kazanılır. Ne de malı kazanmakla, akıl kazanılır.»[181]
Zu'r-Rümme (öl.
117/733) demiş ki:
'«Belki aşktan
gözyaşlarının dö'kiUmesi(ağlamak)nden sonra, (insanın) içi ahat olur.Veya gönlü
üzüntü ile dolan kimsenin içi rahat olur.»[182]
Başka bir şair şöyle demiş:
«Umulur ki ihtiyaç
sahibi bir dilenciyi, bugün dilendiği şeyden men edersen (yani ona yardım
etmezsen) umulur ki yarın, onun olabilir.»[183]
Yâni yarın o zengin olduğunda o da seni mahrum edebilir.
Yukarıda geçen
misallerin tamamı inşâdır. Çünkü bu misallerin doğru veya yalan olmalarının
ihtimali yoktur. Nitekim ilk beş misal ile, istek anında mevcut olmayan bir
şeyin yapılması istenmektedir. Bundan dolayı; bunlara "Talebi inşâ"
denilir. Son kısımdaki misaller ile, yapılması istenen bir şey bulunmadığı için
onlara "Gayr-ı talebi inşâ" denir.[184]
a) İnşâ ile
ilgili diğer bazı misaller:
Ebû Temmâm bir
şiirinde demiş ki:
«Kınama suyunu bana
içirme! Çünkü ben çok aşık olmuşum. Ve ben gözyaşlarımı tatlı buldum.»[185] Bu
şiirdeki cümlesi, nehy mânasını ifâde ettiği için''talebidir" .
«Dostunu az sev! Günün
birinde senden nefret eden biri olabilir, Nefret ettiğin kişiden az nefret et!
Umulur ki günün birinde dostun olabilir.[186]
Bu cümlenini baş
tarafında ve ortasında n az başIayan
kısmı taIebMir ve emir ifade eder.
İbnü'z-Zeyyât,
Muhammed b. Abdilmelik(öl.233/847),[187]
el-FazI b. Seni es-Serahsî'yi (01.202/ 818),[188]
överek şöyle demiş:
«Ey! Kementleri
çürüdüğünde dine yardım eden şahıs! Şüphesiz ki sen barındıranların ve yardım
edenlerin en cömerdisin.[189] 'Bu şiiriin baş tarafı, nida (çağırma)
olduğu için,''talebidir" .
Ümeyye b. Ebi's-Salt
(öl.5/626),[190] bir ihtiyacını
istediğinde şöyle demiş:
«Ben ihtiyacımı söyleyeyim
mi? Yoksa utanma duygun bana yeter mi?
Şüphesiz ki; haya senin mizacındır'.»[191]
Bu şiir, istifham (soru) mânasını ifâde ettiği için,
"talebidir" .
Züheyr b. Ebî Sülmâ
(öl.M.609)[192] şöyle demiş:
«Herim (öl.M.608),[193] ne
güzel bir şahıstır. Birisinin başına bir belâ gelir gelmez, mutlaka o (Herim),
belâdan korkan kişi için sığınak olur.»[194] Bu
şiir, övme mânasını ifâde ettiği îçin,"gayr-i talebidir" .
Îmrti'u'1-Kays b. Hucr
b. el-Hâris el-Kindî(öI.M.545),[195] bir
şiirinde şöyle demiş:
«Ey hanım komşumuz!
Biz ikimiz burada yabancıyız. Ve her yabancı, yabancının akrabasıdır
(sayılır).[196] Bu cümlenin kısmı, nida (çağırma) olduğu
için,"talebidir" ,
«Keşke iyiliğe engel
olan kimse; öyle engel olsaydı; nihayet bazı adamlar, yaptıkları (hatânın)
acısını tatsaydılar.»[197] Bu
cümlenin kısmı temennî mânasını ifâde ettiği için,''talebidir" .
Ebû Nüvâs, Hasan b.
Hânî(öl. 198/814),[198]
Halife el-Emîn'den (öl. 198/ 813) merhamet dileyerek şöyle demiş:
«Başının hayatına
yemin ede-rimki; onun benzerini yapmaya'tekrar dönmeyeceğim. Başının hayatına
yemin ederim ki...»[199] Bu
cümle, yemin mânasını ifâde ettiği için talebidir" .
Dı'bil b. Ali b. Rezîn
el-Huzâ'î (öl.246/860),[200] bir
şiirinde şöyle demiş:
«İnsanlar, ne kadar
çoktur. Hayır. Bilâkis onlar, ne kadar da azdır. Allah bilir ki ben (bu
sözümde) yalan söylemedim. Çünkü ben gazilerimi açtığımda onları, çok kişinin
üzerine açıyorum. Fakat hiç kimseyi göremiyorum.»[201]
Şâir, bu beyti ile, insanların vefasız olduklarını dile getirmek istiyor. Bu
şiiirin kısımları, ta'accüb (hayret) mânasını ifâde ettiği için,"gayr-i
talebidir" . [202]
Emir, üstünlük yoluyla
bir işin yapılmasını istemektir. (Veya büyüğün, küçükten bir işi yapmasını
istemesidir ). Emir için dört ayrı kip vardır:
a) Emir
fiili,
b) Başında
emir lamı bulunan müzâri fiil (emr-i ğâib).
c) Emir
mânasına gelen ism-i fiil.
d) Emir
fiilî yerine kullanılan masdar.[203]
Bazen emir kipleri
asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda
kullanılır:
Bunlar: İrşâd, duâ,
iltimas (istek), temenni, serbest bırakma, eşitlik, aciz bırakma, tehdit ve
mubah kılma, gibi mefhumlardır.[204]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
1- Emir fiili:
Meselâ; «Ey Yahya! Kitaba simsıkı sarıl,[205]
«Namazı kılın, zekâtı
verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.»[206]
«Kendin için sevdiğin
(istediğin) şeyi, in-sanlar için de iste. »[207]
«Dostunu az sev!
Gü-.. hirinde senden nefret eden birisi
olabilir. Nefret ettiğin kişiden az nefret et' Umulur ki günün birinde dostun
olabilir.»[208]
Hz Ali, Mekke Valisi
İbn Abbâs'a (Öİ.68/687) yazdığı bir mektubun bir bölümünde şöyle demiş:
Sadede gelince;
insanlar için hac ibadetini düzenle! Onlara, (kötü amellerinden dolayı)
Allah'ın (eski ümmetleri azab ettiği) günleri hatırlat! Sabah ve akşam onların
(arasında hükmetmek için) otur. Böylece fetva isteyene fetva ver. Cahile
(bilmediklerini) Öğret. Âlim ile müzakere et (ilmîkonuları tartış!).»[209]
2- Başında emir lamı bulunan müzâri fiil:
imkanı geniş olan,
nafakayı imkanlarına göre versin.[210]
«Bu beyt (Kabe) nin
Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kurtararak doyurmuştur ve her
tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir.»[211]
«Yazan kişi, Allah'ın
kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi
üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'tan
korksun da ...»[212]
Sonra kirlerini
ğidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Evi (Ka'be'yi) tavaf
etsinler. »[213]
3- Emir mânasına gelen ism-i fiil:
«Namaza koşunuz.[214]
edenleri Siz kendinize
bakın. Siz doğru yolda olunca, sapan kim-se size zarar veremez. »[215]
«Sakın doğruluktan
ayrılma.[216]
Sus! İn[217]
gibi.
4- Emir fiili yerine kullanılan nıasdar:
Bazen masdarlar emir
fiili manasında kullanılırlar. Yâni bazen mefûlü mutlak aynı harflerden türeyen
emir fiili manasında kullanılır.
İyilik yapmak yolunda
çalışıp çabala! »[218]
«Anaya, babaya...
iyilik edin.»[219]
«(Artık) o çılgın ateş
halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar.[220]
a) Emir
fiillerinin sözün gelişinden anlaşılan diğer manalarda kullanılması:
Bazen emir kipleri
asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda
kullanılır:
Bu mânalar: İrşâd,
duâ, iltimas (istek), temennî, tahyîr (serbest bırakma), ihanet, teshir,
eşitlik, t'aciz (aciz bırakma), tehdit ve ibâha (mubah kılma), tesviyye, te'dip
ve taaccüb gibi mânalardır.[221]
1) Duâ : (Bit
işin olmasını Allah'tan istemektir.[222] Türkçe
misâller:
«Yâ Rabbi! Hemîşe
lutfunu et rehnümâ hana.
Gösterme ol tarîki ki
yetmez sana, bana.[223] Bir
mücrim u 'âsî kulunum rûy siyâhem Afvinle nazar kıl bu günahkâra İlâhî[224]
»«(Süleyman) onun
sözüne gülümseye-Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi, ve
hoşnut olacağın iyi amel yapmamı gönlüme getir.[225]
Ey Rabbim! Benim
göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz ki, sözümü iyi
anlasınlar.»[226]
«Ey Rabbim! Beni,
babamı, annemi... bağışla!».[227]"
el-Mütenebbî, Seyfüddevle'ye
hitap ederek şöyle dedi:
«Beni kıskananların
kıskanmasını, onları zelil kılmak suretiyle yok et! Çünkü onları, beni kıskanan
kimseler haline getiren, sensin.» (Yani sen, bana verdiğin bol bol bağışlarınla
onları beni kıskanan kimseler haline ge-tirdin.)[228]
2) iltimas: (Aym
seviyedeki insanlardan birinin diğerinden bir işi yapmasını istemesidir):
'« Seninle aynı
seviyede bulunan birine; kitabını ver. »[229] demen gibi.
«Bir de bana ailemden
bir vezir ver.[230]
İmruü'1-Kays (b. Hucr
b. el-Hâris el-Kindî) (öl.M.545)[231] bir
şiirinde şöyle demiş:
«Arkadaşlar (ikiniz)
durun! Sevgiliyi ve onun Dehül ile Havmel arasında bulunan Sıktü'l-livâ'daki
yurdunu anıp ağlayalım.»[232]
3) Temenni ; Vukuu
imkansız olan bir şeyi istemekdir. Türkçe Örnek: «Turnam, kalk havalan tortum
suyundan.»[233] İmrü'u'l-Kays'm şu
şiirinde olduğu gibi:
«Dikkat ey uzun gece!
Dikkat sabah (in aydınlığı ile) açıl! (Bana göre) sabah senden daha güzel
değildir.»[234] (Çünkü gece çektiğim
acıları gündüz de çekiyorum.)
4) Tehdîd : (Bir
işin vukuunda, failin zarar göreceğini ilade eden emirdir.)
Türkçe örnek: «Hele
vazoyu kır, o zaman gününü görürsün.»[235]
«Usûlünüze göre âmel
edin» âyetindeki emir de aşırı tehdit ifâde eder.[236]
«De ki: bekleyin,
şüphesiz ki biz de beklemekteyiz. Bu ayetteki emir, tehdit mânasını ifâde eder.[237]
«Deki, küfrünle eğlene
dur.» cümlesindeki emir tehdit ifâde eder.[238]
«Dilediğinizi yapın!
Doğrusu rendir.» emri tehdit ifâde eder. Burada emir, asıl manasından
çıkarılarak tehdit ve korkutma manasında kullanılmıştır.[239] Bir
sair şöyle demiş: gecelerin sonucundan korkmadığın ve utanmadığın zaman,
dilediğini yap.»[240]
5) Tâ'ciz: (Birinin
bir işi yapmaktan âciz olduğunu ifâde etmektedir.)
«...haydi onun benzeri
bir sure getirin...» Buradaki emir, aciz olduklarını ifâde etmek içindir.[241]
Her iddianızda doğru
iseniz, kendinizden Ölümü uzaklaştırınız!»[242]
«Çıkabiliyorsanız
çıkın.» âyetindeki emir, acze düşürme mânâsını ifâde eder.[243]
ey tfeicr oğullareye
kaçış!'»[244] (Yâni benden kurtulmanız
mümkün değildir.) Başka bir şair şöyle demiş:
«Bana cimriliğiyle
ömrü uzayan bir cimri gösteriniz. Ve çok bağışlamasından dolayı (açlıktan)
ölen bir cömerdi getiriniz![245]
6) Tesviye:
(Birbirine zıt hallerin, sözü söyleyene göre eşit-ligini ifâde eden
emirdir.)
«Sabretmeniz de
sa-bretmeseniz de artık sizin için değişen bir şey olmayacaktır.»[246]
«Ey Muhammedi ister
bağışlanmalarını dile, ister dileme, birdir. »[247]
Ebu-t-Tayyib şöyle demiş:
«ister azız (şerefli)
olarak yaşa, ister mızrakların darbeleri ve bayrakların dalgalanmaları
arasında, sen asıl olarak öl![248]
7) Teshir:
Alay etme ve küçümseme ifâde eden emirdir.
«Musa onlara
atacağınızı atın, dedi.» Bu ayetteki emir, küçümseme mânasını ifâde eder.[249]
«Eğer doğrulardan
isen, kendi ettiğini (azabı) bize getir!» Bu ayetteki emir ile alay ve eğlenmek
kasdedilmiştir.[250]
maymunlar olun!» Burada
emir; küçümseme ve hor görme mânasını ifâde eder.[251]
8) İbâhe:
Mübahlığa delâlet eden emirdir.
«Sabahın beyaz ipliği
( aydınlığı), ipliğinden (karanlığından)
ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.»
Burada emir, mübahlık mânasını ifâde eder.[252]
«Eğer kendilerinde bir
hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen onlarla mükâtebe
ediniz.»[253]
«Namaz bitince,
yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin.» Bu ayetteki emir, ibâhe
ifâde eder.[254]
9) İhâne:
Hor görmeye ve küçümsemeye delalet eden emirdir.
« De ki; ister taş
olun, ister demir.. .»[255]
«Tad bakalım, sen
kendince üstündün şerefliydin»
âyetindeki emir kipi, hor görme ve küçümsemeyi ifâde
eder.[256]
5en de onlara: Eğer
sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de....» Buradaki emir, susturma ve azarlama içindir.[257]
«Öyle ise azabı tadın!
Size, azaptan başka birşeyi çoğaltmayacağız.» âyetinde emir, hor görme
ve'küçümseme
ifâde eder.[258]
10) İrşâd:
Yol göstermeye delâlet eden emir.
Alış-v'eriş
yaptığınızda şahit tutun.» Bu ayetteki emir, irşâd (yol gösterme ve rehberlik)
mânasını ifâde eder[259]
Ebu't-Tayyib, Seyfüddevle'yi överek şöyle demiş:
«Kim düşmanlarını
arıyorsa; o, onun (Seyfüddevlej gibi yürüsün. Şan, şeref ve asalet peşinde
olanlar da senin yürüyüşün gibi (bütün gece) yürüsünler.»[260]
Terbiye etme mânâsım
ifâde eden emir«İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun.[261]
onları yatakta yalnız
bırakın![262]
Önünden ye![263]
12) Ta'accüb: Hayret
ve şaşkınlık ifâde eden emir.[264]
»«Onlar ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler
.'(bir gör-
13) Tahyîr:
İki şey arasında tercih yapmada serbest bırakmayı
ifâde eden emir:
el-Buhturî
(01.284/897) şöyle demiş:
«Dileyen cimrilik
etsin, dileyen cömert olsun. Sizin cömertliğiniz bütün isteklerimi karşılamak
için bana yeter.»[265]
b) Emir çeşitleri
ile ilgili diğer bazı misaller:
el-Errecânî (Ahmed b.
Muhammed b. el-Hüseyin) (öl.544/1149)[266]
şöyle demiş:
«5e« istişare ehlinden
(müsteşar) olsan bile, bir gün, başına bir bela geldiği zaman, başkasıyla
istişare et!»[267]
Ebu'l-Atâhiyye
(öl.211/826) şöyle demiş:
«Eğer sana emirlik
(idarecilik) verilirse, kanadını ger (mütevazı ol)! Ve keyif ve eğlence ile
helak olmaktan vazgeçerek nefsini onlardan uzaklaştır.)»[268]
Ebu'l-'AIâ el-Ma'arrî
(ÖI.449/1057) şöyle demiş:
«Ey Ölüm! (Beni)
ziyaret et! Çünkü yaşamak kötü bir hale gelmiş? Ey nefis! Çaba harca. Çünkü
senin zamanın zayıflanmıştır.)[269]
Başka bir şair şöyle
demiş:
«Bana zayıflıktan Ölen
bir cömerdi göster. Belki senin gördüğünü ben de görürüm. Veya ebedi (sürekli)
yaşayan bir cimriyi (bana göster).»![270]
Halit b. Safvân (Öl.
115/ 733), oğluna nasihat ederek şöyle dedi: «Gizli yapılan işlerden, af^
olarak (aleniyette) sana yaramayanları terket.»[271]
Beşşâr b. Bürd (öl.
167/784) şöyle demiş:
«(Senin yanında bir
arkadaşının yanılmamasını istersen) yalnız başına yaşa! Veya kardeşinle
ilişkini sürdür. Muhakkakki o bir defa günah işler, bir defa da ondan (günah
işlemekten) sakınır}[272]
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
«Deki; ( istediğiniz
gibi) yaşayın? Çünkü dönüşünüz ateşedir.»[273]
Ebut'-Tayyib
el-Mütenebbî, Seyfuddevlet'e hitap ederek şöyle dedi:
Cömert insan!
insanlara sahip olduğun şeyi ver. insanlara benim söylediğim (şiirleri) asla
verme!» (Yani; beni başkasını övmeye muhtaç etme!)[274]
Katarı b. el-Fücâ'a
(öl.78/697) kendi nefsine hitap ederek şöyle dedi:
«Ölümle ilgili konuda
sabret, sabret.! Çünkü ebedi kalmayı elde etmek mümkün değildir.[275]
Ey Yezid sağlam ol çünkü dinde hiçbir eğrilik
yoktur. Sen sağlam olduğun zaman, yönetimine hiçbir zarar gelmez.»[276]
Halifelerden biri, bir
valisine nasihat ederek şöyle dedi:
«Kur'an'ın ipine
(İslama) sımsıkı sarıl! Ve ondan öğüt al! Onun helallerini helâl say,
haramlarını da haram kıl.»[277]
Bir bilgin oğluna
şöyle dedi:
«Yavrucuğum!
İnsanların kötülerinden Allah'a sığın, insanların iyilerine karşı da tedbirli
ve uyanık ol!»[278]
«Yavrucuğum!(sürekli huzurlarında)
iki dizin (üzerinde oturarak) âlimleri sıkıştır (onlarla beraber ol.)
Kulaklarınla onları dinle! Ölü (kurak) toprak gökten inen yağ-murla dirildiği
gibi, kalb de ilmin nuru ile dirilir.[279]
Ya hayırlı (faydalı)
bir şey söyle veya sus!»[280]
Ey kahraman! Kılıcını
al![281]
İşine erkenden git!»[282]
«Sizden herbiriniz
vazifesini yapsın!»[283]
«Dilediğini yap!»[284]
«Uygun gördüğün şeyi
yap!»[285]
«Benden uzaklas,
defol!»[286]
«Ey Muhammed şakayı terket![287]
«Konuştuğum zaman sus![288]
£y nefsim güçlüklere
sabret!;[289]
«Ey hişâm yerinde dur,
kımıldama![290]
Nehy; maddî
veya manevî yönden muhatabından üstün olan birisinin ondan bir işi yapmamasını
istemesidir. Nehyin, sadece bir kipi vardır. O da nehy edatı olan « V»ile
birlikte bulunan müzâri fiildir. yapma! gibi. Bu müzâri fiil, muhatap için
kullanılırsa "nehy-i hazır"; gâib için kullanılırsa "nehy-i
gaib" meydana gelir.
Bazen nehy kipi gerçek
mânası dışında, cümlenin gelişinden ve durumdan anlaşılan başka manâlarda
kullanılır. Mesela; Du'â, iltimas (istek), te-mennî, irşâd, kınama, te'yîs
(ümitsiz kılma), tehdit, küçümseme, âkibeti bildirme, çirkin görmek ve eşitlik
gibi.[291]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
«Mallarınızı aranızda
haksız sebeplerle yemeyiniz.» Bu ayetteki "nehy", gerçek anlamında
kullanılmıştır.[292]
Yüce Allah, kötü
insanları sırdaş edinmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuş:
iman edenler! Kendi
d'ışımzdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri
durmazlar»[293]
Yüce Allah, yetimin
malım haksız yere almayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
«Erginlik çağına
erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en güzel bir niyet ve maksatla
yaklaşın.»[294]
Yüce Allah şöyle
buyurmuş: Islâh edildikten sonra yeryüzünde
bozgunluk
yapmayın.»'Bu ayetteki "nehy", gerçek yasaklama manasınadır.[295]
Yüce Allah, insanın
akrabasıyla ilişkisini kesmesini yasaklayarak şöyle buyurmuş:
«İçinizden faziletli
ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara matlarından vermeyeceklerine
yemin etmesinler. »[296]
Bazen"«efty"
asıl mânası dışında kullanılır. Bu mânaların, en önemlileri şunlardır:
a) İrşâd:
Nehy, bu durumda; insanlara, hareket ve davranış tarzlarını gösterme mânasını
ifâde eder.
Ebu'l-'Alâ el-Ma'arrî
(öl.449/1057),[297]
şöyle demiş:
«Alçak kimselerle
oturma! Çünkü sefihlerin ahlakları başkasına geçer.»[298] Bu
misaldeki "nehy", içindir.
Yüce Allah şöyle
buyurmuş:
"Hiç bir kâtip
Allah'ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan geri durmasın; (her
şeyi olduğu gibi) yazsın.» Bu ayetteki "nehy", irşâd ve nasihat
anlamında kullanılmıştır.[299]
«Ey iman edenler!
Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.» Bu âyetteki
"nehy", irşâd mânasına kullanılmıştır.[300]
b) Duâ:
Nehy, Yüce Allah veya hükümdar gibi büyüklere yönelik olduğu takdirde duâ
manasına gelir.
Müslim b. Velîd'in
(Öİ.208/823)[301] Halife Hârunü'r-Reşîd
hakkında söylediği şu beyti, dua için bir örnekdir:
İslam ülkesi senin gibi
Hükümdarları kaybetmeye! Çünkü sen, Islâmiyetin zayıflayan itibârını yücelttin
ve onu güçlü ve kuvvetli kıldın.»[302]
Yüce Allah şöyle
buyurmuş:
«Rabbimiz! Unutursak
veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere
yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.» Bu ayetteki "nehy",
duâ anlamında kullanılmıştır.[303]
«Rabbimiz!Bize hidâyet
verdikten sonra kalblerimizi eğrilimle!» Bu âyetteki nehy, duâ manasına
kullaml-mıştır.[304]
«... kıyamet gününde
bizi rezil-rüsvay etme!..." Bu
ayetteki "nehy", duâ mânasında kullanılmıştır.[305]
c) iltimas:
Nehyin iltimas mânası demek; aynı seviyede olan iki şahıstan birinin diğerinden
bir işi yapmamasını istemesidir. Ebû Tayyib el-Mütenebbî, Seyfuddevle hakkında
şöyle demiş:
«Söylediklerimi ona
ulaştırmayınız. Çünkü o cesurdur. Ne zaman (mızrak vs., ile) yaralama ona
zikredilirse, o savaşmaya özlem duyar.»[306] Bu
misaldeki "nehy" iltimas içindir.
«(Harun:) Ey annemin
oğlu! dedi, sakalımı ve'saçımı tutma (yolma)!» Bu ayetteki "nehy",
iltimas mânasmadir.[307]
d) Temenni:
Bu durumda nehy, birisinden bir şeyi yapmamasını temenni etmek mânasını ifâde
eder.
Ebû Nüvâs
(öl.195/811), Halife el-Emîn'i (öl.i98/813),[308] överek şöyle demiş:
«Ey deve! Elinin
ayasını öpmek, Rüknü'l-(Yemânî) yi öpmek ile eşit olan hükümdara ulaşıncaya
kadar usanma! Sen ne zaman sağsalim yükü onun yanına atarsan (bırakırsan)
halkın, bir insanın suretinde toplanmış olduğunu görürsün.[309] Bu
misaldeki "nehy" temenni içindir.
e) Kınama ve azarlama: Ebu'l-Esved ed-Düelî (Zâlim b.'Anir b.
Zâlim)(öl.65/684), şöyle demiş:
«Bir huyu
(alışkanlığı) kendin yaptığın halde, onu başkalarına yasaklama! Böyle yaparsan
bu senin için büyük bir kusurdur.»[310] Bu
misaldeki "nehy' azarlama içindir.
«Bilerek hak-ki bâtıl
ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.» Bu ayetteki "nehy", azarlama
anlamında kullanılmıştır.[311]
<Ey mu' mınler! Bir
topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha
iyidirler." Bu ayetteki "nehy", azarlama manasınadır.[312]
f) Ümitsizliğe düşürme:
Bir şair şöyle demiş:
«Ellerinin cömertliği
ile, Ca'fere benzeşmeye kalkışma! Çünkü sen onun dengi değilsin.»[313] Bu
misaldeki "nehy", ümitsiz kılmak içindir. «(Boşuna) özür dilemeyin,
çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.» Bu ayetteki
"nehy", ümitsiz kılma manasınadır.[314]
g) Tehdit:
Maddî veya mânevi
açıdan senden aşağı olan birisine şöyle demen, gibi: «Emrime boyun eğme!»[315]
Bu misaldeki
"nehy", tehdit içindir.
h) Tahkir:
Nehy, küçümseme manasını ifâde ettiğinde tahkir manasına gelir.
Ebû Tayyib, el-Kâfur
el-Ihşidîyi hicv ederek şöyle demiş: “Köleyi ancak sopa ile beraber satın al.
Çünkü muhakkak köleler hayırsız ve
necistirler. (Yani köleler, ancak dövme ve küçümsenme ile İslah olurlar.)[316] Bu
misaldeki "nehy", küçümseme içindir.
«Buyurur ki: Orada
açaldıkça alçalırı orada! Bana konuşmayın artık.» Bu ayetteki "nehy",
küçümseme ve hor görme manasınadır.[317]
ı) Akıbeti bildirmek:
«Allah yolunda
öldürülenleri sakın'ölü sayma!» Bu âyetteki"tte', akıbeti bildirmek
mânasına kullanılmıştır.[318]
i) Çirkin görmek:
«Yeryüzünde
böbürlenerek dolaşma!» Bu âyetteki "nehy", hoş karşılamamak mânasına
kullanılmıştır.[319]
j) Eşitlik:
«... ister sabredin,
ister sabretmeyin.» Bu âyetteki "nehy", eşitlik mânasını ifâde eder.[320]
İstifham:
istif âl babından fiilinin masdan olup daha Önce bilinmeyen bir şey hakkında
bilgi istemektir. İstifham için kullanılan birçok edat vardır.
"Hemze" ve herr de bu edatlardandır.[321]
l- Hemze ile
tasavvur veya tasdik ile ilgili iki şeyden biri hakkında bilgi edinmek
istenîr.
a) Tasavvur
sorusu, müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur. Tasavvur şeklindeki
sorularda; hakkında soru sorulan; müsnedtin ileyh, müsned, mef ûl, hâl, veya
zarf gibi unsurlar hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen isimdir. Bu ismin,
edatından sonra gelen bir dengi ve benzeri bulunur. Bu «fi» «em» edatına
muttasıl em denilir.«Muhammed mi yolcudur, yoksa Mahmut mu? » Bu misâlde her
ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin olarak biliyorsun. Fakat hangisinin
çıktığını muhtaptan belirtmesini istiyorsun. Bu nedenle, bu soruya yolculuğa
çıkan kimse belirtilmek suretiyle cevap verilir.
Meselâ;
«Muhammedyolculuğa çıktı.» denilir.[322]
\« Kabda pekmez mi var
yoksa bal mı?»[323]
Müsnedün ileyh (özne veya sözde özne)'nin halini sormak için şöyle
dersin;
«Bunu sen mi yaptın
yoksa Yusuf mu yaptı?»
b) Tasdik (sorusu): Tasdik sorusu; faile, nâib-i faile, mübtedâya veya aslında mübtedâ
olan isme isnâd edilecek hükmün sabit olup olmadığını tesbit etmek için sorulan
sorudur. Cümledeki hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri
(muâdili) bulunmaz. Eğer tasdik sorusundan sonra edatı bulunursa bu edat
münkati' olarak kabul edilir Ve «fakat»
mânâsına gelir. Meselâ: «Misafirler geldi mi?» Bu misalde, misafirlerin gelip
gelmediklerini öğrenmek istiyorsun. Bundan dolayı bu soruya, «evet» veya «hayır», demek suretiyle cevap verilir.[324]
2- Hel,
sadece tasdik sorusu için kullanılır.
Meselâ: «Arkadaşın
geldi mi?» Bu sorunun cevabı ya evet» veya «hayır» dır. Bundan dolayı
umummiyetle soru edatı ile birlikte bir şeyin dengini (benzerini) zikretmek
mümkün değildir. Bundan dolayı:
«Dostun mu geldi yoksa
düşmanın mı?» denilmez.[325]
Hel, mânâ bakımından
iki kısma ayrılır:
a) Eğer bu
edatla bir şeyin varlığı sorulursa buna basit denilir.
Meselâvar mıdır
?» »« Hareket, var mıdır?»
«Vefakar dost var
mıdır?[326]
b) Eğer bu
edatla bir şeyin bir varlıkta bulunup bulunmadığı sorulursa buna mürekkeb
(birleşik) (denir.
Meselâ: «Merih, ikâmet
edilen bir gezegen mi?»
kuşu yumurtlar ve
yavru çıkarır mı[327]
Hel edatı, olumsuz cümle, şimdiki zamana delâlet eden
müzâri fiil, inne, şart edatları ve atıf edatlarının önüne getirilmez. Hel
yerine bu gibi "/2ömze"kullanılır.[328]
Konu ile ilgili
misaller:
yolcusun, yoksa
kardeşin mi?
Sen, alıcı mısın yoksa
satıcı mısın?
-«Arpa mı ektin, yoksa
buğday mı?»
Binerek mi, yoksa
yayan mı geldin-
«İşçiler Cuma günü mü
dinlenirler, yoksa Pazar günü mü?»
Altın paslanır mı?»
«Bulut hareket eder
mi?»
«Yeryüzü hareket eder
mi?»
vazgeçer misin?»
« Hayvan anlar
mı?»
«Bitki hisseder mi?»
«Cansız varlık (lar)
büyür mü?»[329]
Mefûlün (Nesne)
durumunu sormak İçin şöyle dersin;
«Benimi kasdediyorsun,
yoksa Saidi mi?»
Ze^ö/ mi dövdün ? »
Edebiyatla ilgili bir
kitap m; yoksa daha fazla mı okudun? »[330]
Zarf ( mefülün fîh
)'ın durumunu sormak için şöyle denir:
«Perşembe günü mü geldin,
yoksa Cuma günü mil?[331] Ve
benzeri sorular.
Mübtedânın durumunu
sormak için şöyle denir:
«Sen mi bunu yaptın,
yoksa Yusuf mu yaptı? »[332]
Hâl'in durumunu sormak
için şöyle denir:
«işine yürüyerek mi
yoksa binerekmi gidiyorsun?»[333]
Kural:
"Hemze" ve dışında istifham için kullanılan diğer bazı edatlar
vardır. Bunların en Önemlileri şunlardır:
Mâ, men, meta, eyyâne,
keyfe, eyne, kem ve eyyü'dür.[334]
1- men : Bu
soru edatı ile akıllı varlıkların durumunun belirtilmesi istenir.[335]
Meselâ: <<Sm
kimdir?» «Kim Kahire'nin planını çizdi?» Süveyş Kanalı m kazdı?» «Mısır'ı kim
fethetti? » gibi. 2- mâ : Bu soru
edatı ile; a) Bir ismin açıklanması istenir.[336]
Mesela: el-'Asced
(Altın) nedir?» veya « el-Lüceyn (Gümüş) nedir?»
b) Herhangi
bir varlığın hakikatinin açıklanması istenir. Meselâ:
« el-Kerâ (Uyku)
nedir?» İsraf nedir?»
d) Bir
varlığın mahiyeti ile birlikte durumu sorulur. Meselâ: Yanma gelen birisine; «
Sen nesin ( kimsin)?»
3- meta : Bu
soru edatı ile; «ister geçmiş zaman, ister gelecek zaman olsun» zamanın
belirtilmesi istenir.[337]
« Ömer, ne zaman
halifeliği üstlendi?»
«Yolcular, ne zaman
dönecekler?'»
«Kıyamet ne zaman kopacaktır?[338], Ne
zaman geldin? ve "Ne zaman gideceksin?» v.s.
4- eyyâne: Bu soru edatı ile sadece
gelecek zamanın belirlenmesi istenir. Ve dehşet verici şeyler sorulur.[339]Şu
âyetlerde olduğu gibi:
Muhammedi Sana kıyametten
soruyorlar, ne zaman kopacak diye,»[340]
Kıyamet gününe
zamanmış?'»diye sorar. »[341]
5- keyfe: Bu soru edatı ile durumun
belirtilmesi istenir.[342]
Meselâ: « Sen
nasılsın?», Siz nasıl geldiniz?» gibi.
6- eyne: Bu
soru edatı ile yerin belirtilmesi istenir.[343]Meselâ:
Nereye gidiyorsun ?
O/c/e ve Fzra?
(nehirleri) nerededirler?»
7- ennâ : Bu
soru edatı, bir kaç mânâya gelir.[344]
a) «nasıl »
mânâsına gelir. Meselâ: Şu âyette olduğu gibi:
«(Veya altı üstüne
gelmiş bir şehire uğrayan kimseyi görmedin mi? O kimse: «Burayı ölümünden sonra
Allah nasıl diriltecek?» demişti»[345]
«Tarlanıza nasıl
isterseniz öyle varın.[346]
Yâni dilediğiniz şekilde hanımlarınıza yaklaşın.
«Mensupları, hor görüldükleri
halde, aşiret nasıl değer ve itibar kazanır?»
.
b) «nereden
» mânâsına gelir.
Mesela: Ey Meryem ! Bu
sana nereden geldi? »[347]
Onlar, (daha Önce)
fakir oldukları halde, bu mal nereden onların eline geçti?»
c) « Ne
zaman» mânasına gelir. Meselâ: «Nil nehrinin suyu ne zaman çoğalır (taşar ?»
8- «kem»: Bu
soru edatı ile bilinmeyen bir sayının miktarının belirtilmesi istenir.[348] Meselâ:
«İçlerinden bir sözcü ne kadar kaldınız? Dedi.[349]
«Birlikte, kaç asker
vardır? dirhemin vardır?»
9- «eyyü»:
Bu soru edatı, "Hangi" anlamındadır.[350]Meselâ:
«Mü'min ve kâfir iki gruptan hangisi mevki yönünden daha hayırlıdır? derler.»[351]
kardeşten hangisi
yasça daha büyüktür?» Ayrıca bu edatla, izafe edildiği isme göre; zaman, yer,
durum, sayı, akıllı ve akılsız varlıklar hakkında da soru sorulabilir.
Yukarıda geçen bütün
edatlar ile "tasavvur" sorusu sorulur. Bundan dolayı bunların
cevabı, kendisi hakkında soru sorulan kimseyi veya şeyi belirtmekle olur.[352]
Kural: Bazen
istifham esâs mânasından çıkıp cümlenin gelişin-den anlaşılan diğer mânalarda
kullanılır. Bu mânaların başlıcalan şunlardır: Hefy (olumsuzluk), inkâr (hoş
karşılamama), ikrar ettirme, azarlama, yüceltme, küçümseme, gecikmiş sayma,
hayret ve şaşkınlık, eşitlik, temenni ve teşvik vs.[353]
el-Buhtürî
(51.284/897) bir şiirinde şöyle demiş:
«Dünya sıkıntı ve o
sıkıntının süratle ortadan kalkmasından başka bir şey midir? Ve o (dünya)
sıkıntıdır ve sıkıntının ortadan kalkmasıyla onun ardından rahatlığın meydana
gelmesidir.» Bu misaldeki istifham, "olumsuzluk" mânasını ifâde eder.[354]
Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî (Öİ.354/965), (Kâfur el-Ihşîdî için söylediği bir) methiyede şöyle
demiş:
«Düşmanların (bu kadar
delil ve apaçık şahit) gördükten sonra, (Allah'ın seni galip kılacağına dair
tekrar başka) apaçık bir delil ve bür-han mı isterler?» [355] Bu
misaldeki istifham," inkâr"
(yâni hoş karşılamama) mânasını ifâde eder.
el-Buhtürî, şöyle
demiş:
«Sen onların içinde
cömertliği en yaygın olan, vücudu en kuvvetli ve kılıcı en keskin olan kimse
değil misin?[356]
ikrar ettirme)
mânasını ifâde eder. Diğer bir şair şöyle demiş:
«Aranızdaki bu anlaşmazlık ne zamana kadar, ne
kadar devam edecek? Bu büyük gürültü ne
üzerine yapılıyor?[357]»
Bu misaldeki
istifham,''azarlama" mânasını ifâde eder.
Ebu't-Tayyib, mersiye
olarak şöyle demiş:
«Anık toplantılar,
ordular ve gece baskınları için kim var? (Halk), seni kaybetmekle (tekrar)
doğmayacak bir güneşi kaybetti. «Misafirlere bakmak için halef olarak (yerine)
kimi bıraktın? Onlar, zayi oldular (yok oldular). Senin gibiler, neredeyse zayi
etmezler.»[358] Bu misaldeki
istifham,"ta'zîm ve yüceltme " mânasını ifâde eder.
Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî, Kâfur el-Ihşîdîyi (öl.375/968) hicvederek şöyle demiş:
«Senin gibi birine
cömertlik, hangi yollardan (nereden) gelir? Ey Kafur! (Kan) şişeleri nerede ve
neşter nerededir?»[359] Hu
misaldeki istifham, "tahkîr= küçümseme" mânasını ifâde eder.
Ve yine Ebu't-Tayyib
el-Mütenebbî şöyle demiş:
«Ne zamana kadar gece
karanlığında yıldızlarla birlikte yürüyeceğiz? Çünkü o (yıldız) ne deve gibi
tabanı (ayağı) üzerinde yürür. Ne de insan gibi ayak üzerinde yürür.»[360]
Böylece deve ve insanlar gibi yorulmaz. Bu misaldeki istifham, bir işin''yavaş
yapıldığı" mânasını ifâde eder.
Ve yine Ebu Tayyib
el-Mütenebbî sıtma hastalığına yakalanmışken şöyle demiş:
«Ey sıtma! Bende her
türlü musibet vardır. Sen nasıl bu kalabalığı yarıp geçtin ve bana ulaştın.»[361]9 Bu
misaldeki istifham,"hayret ve şaşkınlık" mânasını ifâde eder.
Yüce Allah şöyle
buyurmuş:
«Onlar şöyle dediler:
İster öğüt ver, ister öğüt verme bizce birdir.»[362] Bu
misaldeki istifham, "eşitlik" mânasını ifâde eder.
«Keşke bizim
şefatçılarımız olsalardı da bize şefaat etseydiler.»[363] Bu
misaldeki istifham, "temenni" mânasını ifâde eder.
«Ey iman edenler! Sizi
acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?»[364] 'Bu
misaldeki istifham,"şevk verme , teşvik etme" mânasını ifâde eder.
Aşağıdaki âyetlerde
bulunan istifhamların mânâlarını öğreniniz.
Bazı soru edatları,
asıl mânaları dışında sözün gelişinden anlaşılan şu mânalarda kullanılırlar.
a) Eşitlik mânası.
« Ey Muhammedi Şüphe
yok ki, 'kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler.»[365]
b) Olumsuzluk mânası:
«İyiliğin mükâfatı,
iyilikten başka bir şey olur mu?»[366]
(Yani iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değildir.)
c) İstememek, hoş görmemek
Söyleyin bana Allah'ın
azabı size erisse veya kıyamet vakti size gelse Allah'tan başkasına mı
yalvarırsınız?»[367]
Ve «Allah kuluna kâfi
değil mi?»[368]
d) Emir mânasına gelir.
«...sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan
alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz mi?»[369]
«Kendilerine kitap verilenlere ve
okur-yazarlığı olmayanlara, deki: İslam oldunuz mu?»[370]
Bu her iki ayetin
mânası sırayla şöyledir: «Vazgeçiniz !» ve «İslâm olunuz!».
e- Nehiy (Yasaklama): mânasına gelir.
«Yoksa onlardan
korkuyor musunuz ? Eğer gerçekten mü'minler iseniz, korkmanız gereken yalnız
Allahtır.»[371] (Yâni onlardan
korkmayınız!).
f) Teşvik mânâsına gelir.
edenleri Sizi can yakıcı bîr azaptan
kurtaracak bir ticâreti size göstereyim mi ?[372]
g) Tâzîm (Yüceltme) mânasına gelir.
«Ö'nun izni olmadan,
katında kim edebilir ?»[373]
h) Küçümseme
mânasına gelir.
«Allah, peygamber
olarak bunu mu gönderdi? »[374]
ı) Hayret (mânasını ifâde eder:
« Allah'ı nasıl inkâr
ediyorsunuz?»[375]
«insanlara iyiliği
emredip kendinizi unutuyor musunuz?»[376]
«Allah'ın kendilerine
gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi?» ayetlerinde
istifhamdan maksat, "hayret" ifâde etmektir.[377]
«Münafıklık edenleri
görmedin mi? » ayetin de sorudan maksat, inkar ve hayrete düşürmektir.[378]
«Namaz kıldığında bir
kulu engellem ey e çalışana ne dersin?>>[379] (âyeti
ile
Eğer o, doğru yolda
ise ne dersin?»[380] âyetindeki
soru, yasaklamaya çalışanın durumunun hayret verici olduğunu ifâde etmek içindir.
«İnsan bu yere ne
oluyor. » dediğinde cümlesindeki soru, bu olayın şaşılacak ve çok enteresan
birşey olarak görüldüğünü ifâde eder.[381]
i) Kınama ve azarlama mânasına getir.
«Onları doğru yola
sevketmedi mi?» «Suyu ulaştırdığımızı görmediler mi?» «Halâ dinlemiyorlar mı?»
«Halâ görmüyorlar mı?»[382]
soruları kınama ve azarlama ifâde eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek
maksadıyla sorulmuştur.
«Gösterin bana! Onlar yerden
hangi şeyi yarattılar!»[383] cümlesindeki
istifhâm-i inkârı olup kınama ifâde eder. «Yoksa onların göklerde ortaklıkları
mı var'?»[384] âyetindeki soru kınama
ifâde eder,
«Ondan başka tanrılar
mı edineyim?»[385] sorusu kınama ifâde
eder.
«Hala şükretmiyorlar
mı?»[386]
ayeti, istifhâm-i inkâri olup kınama ve azarlama ifâde eder.
«Halâ akıl erdiremiyor
musunuz?»[387]
Siz dininizi Allah'a
mı öğretiyorsunuz?»[388] âyetindeki
istifham-"i inkârı, kınama ifâde-eder.
«Demek erkek size,
dişi Allah'a? Öyleyse bu insafsızca bir taksim»[389] âyetlerinde,
onların akıllarının azlığı ifâde edilmekle birlikte kınama sorusu
kullanılmıştır.
«Size bir uyarıcı
gelmedi mi?»[390]26Bu, istifhâm-i inkâri olup
kınama ve azarlama için sorulmuştur.
«Onlardan herbiri
nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?»[391] §iyetinde
istifhâm-ı inkâri, kınama ve azarlama ifâde eder.
«İnsan başıboş
bırakılacağını mı sanıyor?»[392] sorusu
istifhâm-ı inkârıdır. Çünkü gaye kınamak ve azarlamaktır
maktır.
«insan, kendisinin
kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?»[393] Bu,
kınamak maksadıyla sorulmuş bir istifhâm-ı inkâridir.
«ihsanı bol Rabbine
karşı seni aldatan nedir?[394] sorusu
kınama ve inkârı (yapılan hareketi benimsememeyi) ifâde eder.
«Kimsenin kendisine
güç yetiremi-yeceğini mi zannediyor? »[395]
âyeti ile;
Kimsenin kendisini
görmediğini mi zannediyor.[396] âyetindeki
soru kınama ifâde eder.
j- Takrir mânasına gelir:
Biz, sizi hakir bir
sudan yaratmadık mı? »[397]
âyetindeki soru, muhatabı ikrar etmeye zorlamak için sorulmuştur. «B/2,
Öncekileri yok etmedik mi?»[398]
âyetindeki soru, muhatabı ikrar ettirmek için sorulmuştur.
«Biz senin için göğsünü
(Kalbini) açmadık mı ?[399] âyetinde
istifhâm-ı takriri vardır. Bu, Allah'ın nimetlerini saymak ve hatırlatmak
içindir.
«Biz ona iki göz' bir
dil ve iki dudak vermedik mi[400] âyetlerindekİ
istifhâm-ı takriri, nimetleri hatirlat-mak içindir.
«Görmedin mi, Rabbin
'Ad'a ne yapti?»[401] âyetinde
istifhâm-ı takriri vardır.
«Allah, hâkimlerin hâkimi değil mi?[402]
âyetteki soru, muhatabı ikrar ettirmek
içindir.
k) Tehvîl (korkutma) mânasına gelir:
«Târik'in ne olduğu
sana bildirildi mi? O, karanlığı delen yıldızdır.»[403]
sorusu yıldızın önemini ve bu yüklüğünü gösterir.
«Kâria! (çarpacak.kıyamet)
Nedir o kâna? Kârianın ne olduğunu sen bilir misin?»[404] sorusu kıyametin önemini ve büyüklüğünü
gösterir.
m) Tehekküm (alay etme) mânasına gelir.
«Siz öldükten sonra,
didik didik parçalandığınız vakit, ... size birtakım haberler veren kişiyi gösterelim[405]
4l^cümlesindeki soru, alay ve istihza ifâde eder. Onların bundan maksatları,
peygamberle (s.a.) alay etmektir. Peygamberin (s.a.) tanınmayan bir adam
olduğuna işaret etmek için adını zikretmediler. Sanki o, bilinmeyen bir
insanmış.
«Toprak içinde
kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?»[406] 'ayetinde
istifhâm-ı inkârî vardır. Maksat, alay etmektir.
«Dediler ki: "Ey
Şuayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi... sana namazın mı emrediyor?»[407]
ayetinde istifhâm-ı inkârî vardır. Maksat, alay etmektir. [408]
[1] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet
Yayınları: 151.
[2] el-hkân, 2/874-875; Delâiiü'l-i'câz, s. 528-529; Nihâyetü'l-îcâz fî dirâyeti'î-i'câz, s. 149;
Miftâhu'l-'ulûm, s. 164-174;
Mu'terekü'l-akrân, 1/319;
el-îzâh, 1/85; el-Mutavvel, s. 37-38; Muktasaru'l-me'ânî, s. 31-33;
el-KüHiyyât, s. 414-415; Keşşâfü
ıstılâhâti'l-funûn, 1/411-413; Cevâhiru'l-belâğa, s. 53-54 ; İlmü'l-Me'ânî, s.
47-68: 'Vlûmü'l-hetâğa, s. 43; el-Belâğatü'l-vâzıha, s, 139-140; el-Câmi', s. 38-4]
Mu'cemü'l-mustatahâti'l-'arabiyye, s. 157; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-beîâğiyye,
s. 478-479; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arahiyye, s. 191-192,337-339; el-Belâğatü'I-'arabiyye,
1/ 166-192; el-Belâğave'n-nakd,s.83; Mecâmi'u'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s, 69;
Edebiyat Lügati, s. 49; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 43-44.
[3] el-İlkân, 2/874-875; Miftâhu'l-'ulûm, s. 302-307;
el-îzâh, 1/85; el-Mııtavvel, s. 37; Muh-
tasaru'l-me'ânî, s. 31-33; Mu'terekü'l-akrân, 1/319; eî-Külliyyât, s.
197; Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünûn, 2/1360; Cevâhiru'l-beîâğa, s. 75;
İlmü'l-Me'ânî. s. 69-l\;'l!lûmİi'l-bclâğa, s. 59; el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
139-140; el-Câmi', s. 45-46; Mu'cemü'l-mıtsta/ahâti'l-'arabiyye, s. 63;
Mu'cemü'l-mustalahâîi'l-beîâğiyye, s. 195-196; Mu'ce-mü'l-belâğati'l-'arabiyye,
s. 677- 678; el-Belâğatü'l-'arabİyye, 1/168; el-Belâğa ve'n-nakd, s. 83;
Mecâmi'u'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s. 69; Edebiyat Lügati, s. 64-66; Edebiyat Bilgi
ve Teorileri, s. 46-53.
[4] Muhtasaru'l-me'âhî, s. 32; Cevâhiru'l-belâğa, s. 48-52; İlmü'l-Me'ânî, s. 47-68; .
'Ulûmü'l-belâğa, s. 45; Mu'cemü'l-belâğatİ'l-'arabiyye, s. 677-678;
Mu'cemul-mustalahâü'l-belâğiyye, s 478-479, 620-621; el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
139-140; e/-Belâğatü'I-'arabiyye, 1/ 155
[5] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 137.
[6] eI-Belâgatü'l-vâzıha, s. 137.
[7] Age., aynı yer.
[8] Age., aynı yer.
[9] el-Belâgatül-vâzıha, s. 138-139.
[10] el-Belâgatü'l-vâztha, s. 138-139.
[11] Age., s. 139; Cevâhiru'l-belâğa, s. 49.
[12] el-Câmi\ s. 38.
[13] O, Ebû Galip Abdulhamid b, Yahya b. Sa'd'dır. Eşsiz
bir yazar idi. O, mektupları ve atasözleri edebî sanatlara uygun olarak yazmada
hünerli idi. es-Se'âlibî (ÖI.429/1038) onun hakkında şöyle demiş: Yazı
Abdülhamid ile başladı ve İbnü’l Amid ile son buldu. Emevilerin son kralı olan
Mervan’a katiplik yapmıştır ve o, Hicri 135 senesinde öldürülmüştür.
[14] "el-Betâğatü'l-vâzıha, s. 140-141.
[15] Age, Aynı yer.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 151-155.
[16] el-İtkân, 2/876-879; Delâilü'l-i'câz, s. 528-529;
Miftâhu'l-'ulûm, s. 166; ei-îzâh, V9U el-Mutavvel, s.44-45; Muhtasaru'l-me'ânî,
s. 37-39; Mu'terekü'l-akrân, 1/320-323; Keşğâfİİ istilâhâti'l-fünûn, 1/411;
Cevâhiru'l-helâğa, s. 54-55; İlmü'l-Me'ânî, s. 50; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 46-47;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 146-147; ehCâmı, s. 38-41;
Mıı'cemul-mustalahâti'l-belâgiy-ye, s. 479-482; Mu'cemü'I-belâğati'l-'arabiyye,
s-191-193; ei-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/173-1752; el-Belâğa ve'n-nakd, s. 86-90;
Edebiyat Lügati, s.49; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 45.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 156.
[17] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 144.
[18] Ömer b. Abdulaziz b. Mervân b. el-Hakem. O, Emevî
halifelerindendir. Salih, dindar olması ve adâleriyle şöhret kazanmıştır. Hicrî
99 yılında halife olmuş ve h. 101(720) de vefat etmiştir. ( bk.,
Târihu'l-hulefâ', s. 228-246.; Mu'ce-mü'l-A'tâm, s. 549)
[19] el-Belâgatü'1-vâzıha, s. 144.
[20] Age.. s. 145-146.
[21] Age., s. 144.
[22] Age., aynı yer.
[23] Yahya b. Halit b. Bermek, Hârûn er-Reşîd'in veziridir.
O, İran asıllıdır. Fasih konuşan, °gru görüşlü, iyi tedbir alan, cömert bir zat
idi. Harun er-Reşîd tarafından hapsedildi. icn 190(806) senesinde ölünceye
kadar hapiste kaldı, (bk., Mu'cemü'l-A'lâm, s. 938.)
[24] Harun er-Reşîd, fazileti, fesahati ve cömertliğiyle
şöhret bulan Abbasî halifelerdendir. O, şiiri sevdiği gibi, edebiyatçıları ve
islam hukukçularını da severdi. Hicrî 70(786) tarihinde halife oldu. H.193(809)
tarihinde vefat etti. (bk., Târihu'l-hulefâ', s. 228-246; Mu'cemü'l-A'lâm, s.
908)
[25] el-Belâgatü'I-vâzıha, s. 144.
[26] el-Belâgatul-vâzıha, s. 144.
[27] Meryem suresi. 19/4.; ayrıca bk., Zamehşerî, Keş$âf,
2/405; Sajvetü't-tefâsîr, 2/217; et-Tefsfrü'l-münîr, 16/50.
[28] el-Belâgatii'I-vâzıha, s. 145-146; Cevâhiru'l-belâğa,
s. 55; el-Câmı", s, 39; Mu'cemü'l-mustalahâtî'l-kelâğiyye, s. 480.
[29] el-Belâgatü'l-vâziha, s. 145-146; Cevâhiru'l-belâğa,
s. 65; Mıı'cemü'l-musialahân'l-beiâğiyye, s. 480.
[30] el-Belâgatii'l-vâzıha, s. 146.
[31] Künyesi Ebu'l-Esved olan 'Amr b. Gülsüm, Tağlib
kabilesindendir. Câhiliyye döneminde yaşamış "Mu'allaka"
şairlerindendir. Miladî 584 te vefat etmiştir, (bk., Kitâbü'ş-şi'r ve'ş-şu'arâ\
s. 137-139; Mu'cemü'l-A'lâm , s. 561.)
[32] el~Belâgatü'I-vâzıha, s. 145-146;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 481.
[33] cl-Belâgatü'Uvâzıha, s. 146.
[34] Künyesi Ebu't-Tayyib olan Tahir b. el-Hüseyin, Halife
el-Me'mûn'un veziridir. O, edebiyatçı, hikmet sahibi ve cesur bir zat idi.
Hicrî 207(822) tarihinde Mcrv şehrinde vefat etti. (bk., Mu'cemü'l-A'lâm. s.
362.)
[35] Abbâs, Abbasî halifesi Musa el-Hâdî'nin üçüncü
oğludur. Halife el-Emîn, döneminde Küfe valiliğini yapmış. Hicrî 196 (812) de
vefat etmiştir.
[36] el~BeIâgaiü'l-vâzıha, s. 146.
[37] Age., aynı yer.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 156-159.
[38] Mu'âviye b. Ebî Siifyân en büyük sahabelerden biri
olup aynı zamanda Hz. Peygamberin vahiy katipliğini de yapmıştır. Zekası ve
siyâsî kabiliyetiyle meşhurdur. Emevı devleti'nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Hicrî 60(680)
tarihinde vefat etmiştir, (bk., Târihu'l'hulefâ', s. 194- 205; el-A'tâm,
7/261-262; Mu'cemü'l-A'lâm, s. 680)
[39] el-Belâgatii'l-vâzıha, s. 147; Cevâhiru'l-belâğa, s.
64.
[40] Aynı eserler, aynı yerler.
[41] el-Belâgatii'1-vâzıha, s. 147.
[42] Age., aynı yer.
[43] Age. aynı yer,
[44] el-Belâgatü'l-vâztha, s. 148; Cevâhiru'l-belâğa, s.
65.
[45] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 148; Cevâhiru'l-belâğa, s.
65.
[46] el-Kavlü'l-ceyyid, s. 233; el-Belâgatü'l-vâzıha,
s.148; Cevâhiru'l-belâğa, s. 65.
[47] Ebu'K'Alâ' künyesi ile şöhret bulan Ahmed b. Abdullah
b. Ahmcd, aslen el-Ma'arra'h olup büyük bir şair ve filozoftur. Hicrî 449(1057)
tarihinde doğduğu yer olan el-Ma'arrâ kentinde vefat etmiştir.( Bk., el-A'lâm,
1/157; Mu'cemü'l-A'lâm, s. 49.)
[48] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.148; Cevâhiru'l-belâğa, s. 66.
[49]
[50] el'BelâgatÜ'l-vâzıha, s.148; Cevâhiru'l-belâğa, s. 66.
[51] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 149.
[52] Age., aynı yer.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 160-62.
[53] Mecâmi'u'l-edeb, İlm-i Me'ânt,s. 158.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 162.
[54] Fatiha suresi, 1/ 5; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/321;
eî-hkân, 2/ 876; Mu'terekü'l-eh-ân, 1/320.
[55] Bakara Suresi' 2/ 228; aynCa bk-' eUBürhân>
2mO;et-İtkân, 2/ 876; Mu'terekü'l-ekrân, i J2U, Safvetu't-tefâsîr, 1/147;
et-Tefsîrul-münîr, 2/318; Mu'cemü'1-mustaiahâ-ti'i-... hetagıyye, s. 480.
[56] Bakara 2/
233; aynca bk ^ el_BürMlh 2/320;
e/_/rİ43/1| 2/ 8?6; Mu'terekü'l-an 1/320; Safvetü't-tefâstr, 1/152; et-TefsîrÜ'l-münîr, 2/357;
Mucemui-^loiahatn-belâğiyye, s. 480.
[57] Ali imrân suresi- 3/36= aynca bk., ri-Câmi', s. 39.
[58] Maide suresi, 5/64; ayrıca bk., el-itkan 2/876;
Mu’terekül-ekran, 1/320.
[59] Tevbe Suresi, 9/30; ayrıca bak 'el-Bürhân, 2/326;
e/-Mön, 2/ 876; Mu'terekü'l-ekrân, 1/320
[60] Meryem suresi, 19/4; ayrıca bk., SaJvetU't-tefâstr,
2/217; eZ-Cdmi', s. 39.
[61] Kasas suresi, 28/24; ayrıca bk., SafvetÜ'Hefâsîr,
2/435; et-Tefsîrü'l-münîr, 20/81.
[62] Mesed suresiaynca bk., el-İtkân, 2/876;
Mu'terekü'l-ekrân, 1/320; Safvetü't-tefâsîr, 3/618.
[63] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet
Yayınları: 163-164.
[64] Miftâhu'l-'ulÛm~elTzâh, 1/92-93; el-Mutavvel, s.46-49;
Muhtasaru'l-me'ânî, s. 38-42; Cevâhiru'l-belâğa, s. 58-59; tlmü'l-Me'ânî, s,
52-54; Vlûmü'l-belağa, s-49-50; el-Belâğatül-vâztha, s. 155-156; el-Câmi\ s.
42-43; WwV.rm« /-musta!ahâti'l--be!âğiyye, s. 479; el-Belâğa ve'n-nakd, s.
91-95
[65] el-Külliyyât, s. 269; Muhtasaru'1-me'ânî, s. 39-40;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 60; //m«7-we'â,,f, s. 52-54; VlÛmu'l-belâğa, s. 51-52;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 156; ei-Câmi', S-42-43; el-BelâğatÜ'l-'arabiyye,
1/178-182.
[66] el-Belâgatü'I-vâzıha, s. 153.
[67] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 153; el-Câmi', s. 44.
[68] Ahzâh suresi, 33/18.
[69] es-Serî b. Ahmed b. es-Seiî el-Kindî'dir. Künyesi
Ebu'l-Hasan'dır. O büyük bir şair ve ediptir. Çocukluğunda babasının dükkanında
elbiseleri yamaladığı için ona "er-Reffâ"1 künyesi takılmıştır. H.
366'da Bağdatta vefal etmiştir. (Bk.cl-A'lâm, 3/ 81)
[70] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.154.
[71] Onun adı Abdullah b. Muhammcd b. Ali b. Abdullah b.
Abbâs'dır. Abbâsîlerin ilk halifesidir.
Hicrî 123 (74i) de Halife oldu. O cömert, güzel ahlak sahibi idi. Enıevîlerden
çok sayıda insanı Öldürdüğü için ona, çok kan döken mânasına
gelenes-Seffâh" lakabı takıldı. Hicrî 136 (753) le Enbâr'da vefat etti.
(Bk., el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 154; el-A'lâm, 4/166.
[72] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 154.
[73] Al-i'İmrân suresi, 3/186.
[74] el-Belâgatü'l-vâztha, s. 154.
[75] el-Külliyyât, s. 269; el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 154.
[76] el-BelâgatÜ'l-vâztha,s. 156.
[77] Age., aynı yer; İlmü'l-Me'ânî, s.49.
[78] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 156; Cevâhiru'l-belâğa, s.
67; el-Câmi', s. AA; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
53.
[79] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 157.
[80] Age., aynı yer.
[81] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 157.
[82] Age., aynı yer.
[83] Mâjde suresi, 5/67; ayrıca bk., -Belâğatü'l-'arabiyye,
1/186.
[84] Mâjde suresi, 5/67; Belâğatü'l-'arabiyye, 1/186.
[85] En’am Suresi, 6/33.
[86] Kaf suresi, 50/4; ayrıca bk, el-Belağatül-arabiyye,
1/188.
[87] Şems suresi, 91/9; ayrıca bk. el--Belağatül-arabiyye,
1/188.
[88] Tin Suresi 95/1^4;
ayrıca bk., el-Betâğatü'l-'arahiyye, 1/188.
[89] Hac Suresi 22/40; ayrıca bk., el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/188.
[90] Yâsufswesi, 12/32; ayrıca bk.,
el-Belâğatii'l-'arabiyye, 1/188.
[91] Neml Suresi, 27/21; ay''İCa bk-' S^tü't-tefâsîr,
2/410, (Trc.4/380); et-Tefsîrul-münîr, 19/281.; el-Belâsatü'l-'arabiyye, 1/189.
[92] Maide Suresi 5/82; ayrıca bk.,
el-BelâğatiTl-'arabiyye, 1/189.
[93] Haşr Suresi 59/13; aynCa bk-' el-Belâsatü'l-'arabiyye,
1/189.
[94] Maide Suresi 5/62; ayrıca bk.,
el-BelâğatiTl-'arabiyye, 1/189
[95] Maide Suresi
5/80; aynca.bk., et-Tefstrü'l-müntr, 6/275-276; el-Belâğatü'l-'arabiyye,l/l 89.
[96] Nahl Suresi 16/30;
aynca bk. el-Belâğatü'l-'arabiyye, l/l 89.
[97] Sajfât suresi, 37/75; ayncabk.,
el-Belâğatü'l-'ambiyye, 1/189.
[98] j4/-/ 'Imrân suresi, 3/ 62; aynca bk., el-Belâğatü'l-
'arabiyye, 1/189.
[99] İbrahim suresi, 14/39; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, I/I89.
[100] Nâr suresi, 24/44; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/189.
[101] £wm j«rfiH, 42/33; ayrıca bk., Safvetii't-tefâsîr,
3/142, (trc. 5/459); et-Tefsîrü'l-münîr, 25/67-68.
[102] Hicr suresi, 15/85; Mümmin suresi, 40/59; 7a/nî
suresi, 20/15; //acc suresi, 22/7; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/113,
(trc.5/401); et-Tefsîrü'l-münîr, 24/147; el-Belâğa-tii'l- 'arabiyye, 1/190.
[103] Sâffât suresi, 31/ 172-173; ayrıca bk.,
Safvetü't-tefâstr, 3/4 , (trc. 5/273).
[104] Saffat Suresi, 37/4 ; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/35. (trc, 5/247); et-Tefsîrü'l-münîr, 23/63; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/190.
[105] KâsfH şuran, 36/3; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/12,
(trc. 5f205);et-Tefsîrü'l-münîr, 22/ 291.
[106] Yâsîn suresi, 36/14.
[107] Câsiye suresi, 45/3; ayncabk., Safvetü't-tefâsîr, 3/189, (trc.6/51); et-Tefsîrü'l-münîr,
25/249.
[108] Münafikun suresi, 63/1; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/388, (trc. 6/452); et-Tefsîrü'l-münîr, 28/214; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/190.
[109] el-'Âdiyât suresi,
100/ 6, 7, 8; aynca bk., Sajvetü't-tefâsîr, 3/594; (trc. 7/398);
e?-Tefsîrü'l-münîr, 30/368.
[110] Ankebut suresi, 29/5.
[111] Kassas 28/ 20; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 2/435,
(trc.4/429); et-Tefsîrü'l-münîr, 20/72.
[112] Neml Suresi 27/73; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 2/422, (trc. 4/401); et-Tefsîrü'l-münîr,
20/22.
[113] Neml suresi, 27/74; ayrıca bk.,
Safvetü't-tefâsîr, 2/422, (trc. 4/401);
et-Tefsîrü'l-münîr, 20/22.
[114] Neml Suresi, 27/77; ayrıca bk., Safretü't-tefâsîr,
2/422, (trc. 4/40İ).
[115] Hac suresi, 22/66; ayrıca bk., et-Tefsîrü'l-münîr,
17/260.
[116] Hacc suresi, 22/6; aynca bk.. el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/190.
[117] Bakara suresi, 2/ 143; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/190.
[118] hrâ suresi, 17/73; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/190.
[119] Yâsîn suresi. 36/32.
[120] Enfâlsuresi, 8/32;
ayrıca bk., el-Bürhân, 2/410; el-Belâğaîü'l-'arabiyye, 1/190.
[121] Mâide suresi, 5/117; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/190.
[122] Al-Kasas suresi. 28/58; ayrıca bk.,el-Belâğatü'l''arabiyye. 1/190.
[123] Kehf suresi, 18/39; aynca bk., el-Bürhân, 2/409;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/190.
[124] Ahkâf suresi', 46/23; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, I/190.
[125] Zâriyât suresi, 51/5; aynca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/191.
[126] Sâd suresi, 38/65; ayrıca bk., el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/191.
[127] Sarf jWrej/, 38/ 70; aynca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/191.
[128] Bakara suresi, 2/27; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/191.
[129] S&tf jHrM/, 42/5; ayrıca bk., Sajvetü't-tefâsîr,
3/147, (trc.5/468); et-Tefsîrü'l-münîr, 25/23.
[130] Yunus 10/62; ayrıca bk., el-Belâğatü'l-'arabiyye,
I/I91.
[131] Hûdsuresi, 11/8; ayrıca bk., el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/191.
[132] Tevbe suresi, 9/127; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/192.
[133] KtfnHj.s«rf.î/, 10/3; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/192.
[134] Nisa suresi, 4/79; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/192.
[135] Bakara suresi, 2/195; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/192.
[136] Zümer suresi, 39/36; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, î/192.
[137] Rahman suresi, 55/31; aynca bk.,
el-Belâğatü'i-'arabiyye, 1/193.
[138] Ali İmrân, ?>I\AA\ aynca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/193.
[139] Nisâ suresi, 4/146; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/193.
[140] Bakara suresi, 2/251; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/193.
[141] Enam suresi 6/33; ayrıca bk., el-Belâğatü'l-'arabiyye,
I/I93.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 165-176.
[142] Miftahul ulum s 17M74: e!-Izâh' W el-Mutavvel, s.
49-50; Muhtasaru'l-me'ânU 164-lfiV- i'flaf!ıru'ı-betâğa, s.60-63;
İlmü'I-Me'ânt, s. 60-63; el-Belâğatul-vâzıha,
s. ? w, 'ei'BelaSatü'l-'arabiyye, 1/182-185;
Vlûmü'l-belâsa, s. 50
[143] Hud Suresi 11/37 ayrıca bk-' Miftâhu'l-'ulûm, s.
173; c/-/zâ/i, 1/94; el-Mutavvel, s.
elagatu'l-'arabiyye, 1/183;
İlmü'l-Me'âm, s. 61; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 50.
[144] Muhtasaru'l-me'ânî, s. 41; el-Mutavvel, s. 49-50; el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 163;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 61; 'Ulûmü'l-helâğa, s. 50; el-Belâğatü'l-'arahiyye,
1/183.
[145] Yûsuf suresi, 12/ 53; ayrıca bk., Miftâhu'l-'ulûm, s.
173; el-îzâh, 1/94;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/183; 'İlmü'l-Me'ânî, s. 61;
et-Tefsîrü'l-münîr, 13/5.
[146] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 163; Cevâhiru'l-belâğa, s.
61; et-Tefsîrü'l-münîr, 18/17.
[147] el-Mü'minûn suresi, 23/15.
[148] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 162; 'İlmü'l-me'ânî, s. 62.
[149] Miftâhu'l-'ulûm, s. 174; el-Mutavvel, s. 50; Muhtasaru'l-me'anî,
s. 41; el-Kavlü'l-ceyyid, s. 49-50; el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 163;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 61-62; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/184;
'Ulûmü'l-belâğa,&.51.
[150] el-Kavlü'l-ceyyid, s. 49-50; el-Belâgatü'l-vâzıha, s.
163-164; Cevâhiru'l-belâğa, s. 62; Ulûmü'l-belâğa, s. 51;
el-Belâğatü'l-'arahiyye, 1/184.
[151] el-Bakara suresi, 2/ 163; ayrıca bk., el-îzâh, 1/95.
[152] et-Tefsîrü'l-münîr, 2/58; el-Belâgatü'l-vâzıha, s.
164; Cevâhiru'l-belâğa, s. 62; İlmü'l-me'ânî, s. 63; el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
164-165;' Ulûmü'l-belâğa, s. 51.
[153] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 162.
[154] Age., s. 164; el-Belâğatâ'l-'arahiyye, 1/185;
tlmü'l-Me'ânî, s. 63.
[155] Hacc suresi, 22/1.
[156] el'Belâgatü'l-vâzıha, s. 165.
[157] Age., aynı yer.
[158] el-BeIâgatÜ'l-vâzıha, s. 165.
[159] Tevhe suresi, 9/103.
[160] fhlâs suresi, 112/1
[161] el-BelâSotü'i-vâzıha, s. 166.
[162] Age., ayni yer.
[163] A8e., aynı yer.
[164] el-Belâğatu'l-vâzıha, s. 166.
[165] Delilü'l-Belâgati'l-vâzıha, s. 90.
[166] Age., aynı yer.
[167] Age., s. 91.
[168] Age., aynı yer
[169] 4ge., aynı yer.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 177-182.
[170] el-lzâh. 1/227; el-Kâmus, s. 96; Usânü'l-'ardb,
1/170-171; Şürûhü-Telhıs, 2/234; e-Ta'rîfât, s. 56; Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünûn,
2/1360; Cevâhiru'I-belâğa, s. 75; Hmul-Me'ânî, s. 69; Vlûmü'l-belâğa, s. 59-60;
el-Belâğatü'l-'arabiyye. 1/222^224; e/-6fl/m , s. 45;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-'arabiy-ye, s. 63; Mu'cemü'l'mustalahâtıl-belagıyye.s.
195; Mu-cemul-belâğati'l-'arabiyye, s. 677-678; £döAi>& L«#a«, s. 64-66;
&fc/w>-flf B(7g/ v^ Teorileri, s. 46; Mecâmi'ui'l-edeb, İlm-i Me'ânt, s.
167-168.
[171] el-İzah, 1/227; Şürûhu't-Telhîs, 2/234; ^/-Möfl,
2/874-875; el-Mutavvel, s.224; 'lbi
İiü'l'âî s 7677; Cev c/-/zâA, 1/227; Şürûhut-Telhîs, 2/234; ^/Möfl,
2/8747; ıstılâhâti'l-fünûn, 2/1360; el-Belâğatü'l-'arabiyye, İimü'l-me'ânî, s.
76-77; Cevahırul- 67470 Îiü'lM'â s
6970; '£//«m«/-ıstılâhâtilfünûn, 2/1360; elBelâğatüyy, helâğa, s. 75-76;
el-Belâğatül-vâzıha, s. 167470; Îimü'l-Me'âm, s. 69-70; '£ ö^a, s. 59-60;
eUBelâğaiüVarahiyye, 1/224-225; Mecâmi'u'l-edeb, Ilm-ı Me anı 167-169,181;
et-Câmi', s. 45, 75; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-'arabiyye, s. 63;
Mu'cemul-mustalahâti'l-belâğîyye, s. 195; Mu'cemü'l-belâğatİ'l-'arabiyye, s.
677-678; Edebiyat Lügati, s. 64-66; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.46.
[172] Tirmizt, Zuhd2;
İbnMâce, Zühd 24; el-Belâgatü'I-vazıha, s. 167.
[173] el-Belâgatü'I-vâztha, s. 167.
[174] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 167.
[175] Age., aynı yer.
[176] Age, aynı yer.
[177] Mu'cemü'l-A'lâm, s, 355.
[178] el-Betâgatü'l-vâzıha, s.168;
Mu'cemÜ'I-musıalahâtt'l-belâğiyye, s.196.
[179] Mu'cemü'l-A'lâm, s, 557.
[180] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 168.
[181] Age., aynı yer.
[182] el-Betâgatü'l-vâzıha, s.168;
Mu'cemÜ'I-musıalahâtt'l-belâğiyye, s.196.
[183] el-Betâgatü'l-vâzıha, s.16
[184] Age., aynı yer.
[185] Age., s. 170.
[186] Tirmizi, Birr 60; feyzü’l-kadir, 1/222 (No: 223);
el-Belağatül-vazıha, s. 170.
[187] Mu'çemü'l-A'lâm, s. 744.
[188] Age., s. 592.
[189] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.170.
[190] Kitâhu'§-şi'rve'ş-şü'arâ,§. 176; el-A'lâm, 2/23;
Mu'cemü'i-A'lâm, s.118.
[191] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.171.
[192] Kitâhu'ş-şi'r ve'ş-§u'arâ, s. s. 44; el-A'lâm, 3/52;
Mu'cemul-A'lâm, s. 283.
[193] el-A'lâm, 8/82; Mu'cemü'l-A'lâm, s.914.
[194] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 171.
[195] Kitâbuf§-şi'r ve'ş-şu'arâ, s. 31; el-A'lâm, 2/11-J2;
Mu'cemü'l-A'lâm, s. 115 .
[196] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 171.
[197] Age., aynı yer.
[198] Kitâbıı'ş-şi']- ve'ş-şu'arâ, s. 313; el-A'lâm, 2/225;
Mu'cemü'l-A'lâm, s. 206.
[199] el-A'lâm, 76127; Mu'cemü'l-A'lâm, s. 804-805.
[200] Kitâbu'ş-şi'r ve'ş-şu'arâ, s. 350; el-A'lâm, 2/339;
Mu'cemü'l-A'lâm, s. 246.
[201] el-Belâgatü'l-vâztha, s. 171.
[202] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları:
183-187.
[203] el ithkân, 2/891; Miflâhu'l-'ulûm, s. 318; ei-Izâh,
1/241; el-Mutavvel, s. 239-240; el-Küîliyyât, s. 177-178; Keşşâfü
ıstılâhâti'l-fünûn, 1/68-69; el-Belâğatü'l-vâztha, s.176-180; İlmü'l-Me'ânî, s.
75-77; Vlûmü'l-belâğa, s. 71-72 ; el-Belâğatü'l-'arahiyye, 1/ 228;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 77-78; el-Câmi'. s. 46-47;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-helâğiyye, s. 184 ; Mıı'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
50; el-Belâğa ve'n-nakd, 1/91-99; Mecâmi'ui'l-edeb, İlm-i M e'ânı, s. 170;
Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 48.
[204] Mu'terakü'l-akrân, 1/335; el-İtkân, 2/892-293; Miftâhu'i-'ıtlûm. s. 318; el-Mutavvel, s.
240-241; el-Küiliyyât, s. 179; Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünûn, 1/68-69;
eî-Belâğatü'l-vâzıha, s. 176-180; hmitl-Meânî, s. 75-77; Vlûmü'l-belâğa, s.
71-72; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/228;
Cevâhiru'l-helâğa, s. 77-78; el-Câmi', s. 46-47; Mu'cemü'l-mustahhâti'l-belâğiyye, s,
184-189; Mu'cemü'l-helâğati'l-'arabiyye, s. 50; el-Bela.ga ve'n-nakd, 1/97-99;
Mecâmi'ui'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s. 170; Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi
ve Teorileri, s. 48-49.
[205] Meryem suresi, 19/12; ayrıca bk., Cevâhiru'l-belâğa,
s. 78.
[206] MÖr .tw«ı, 24/56; ayrıca bk., 7c'vf/«
müşkili'l-Kur'ân, s. 280-281; el-Bürhân, 2/374; W-Mân, 2/892; İlmü'l-me'ânî, s.
75; 'Mu'cemü'l-musîalahâti'l-belâğiyye, s. 184.
[207] Feyzü'l-kadîr, 1/176 (No: 222).
[208] Tirmizî, Birr, 60; Feyzü'l-kadîr, 1/222 (No: 223).
[209] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 176.
[210] Talak suresi, 65/7.
[211] KureyS suresi, 106/ 3-4; aynca bk., İlmul-Me'ânî, s.
76.
[212] Bakara Suresi 2/ 282; ayrıca bk., el-Câmi', s. 46.
[213] Hac suresi, 22/29.
[214] EbûDâvûd, Salât, 28,34, 36, 46, 208; Tirmizî, Salât 149; İhn Mâce, İmamet 50;
el-Câmi\ s. 47.
[215] Mâide suresi, 5/105; ayrıca bk.,
Mu'cemü'i-mustalahâti'l-belâğiyye, s, 184; Cevâhirul-belâğa, s. 78 .
[216] Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 50.
[217] Mu'cemü'î-mustalahâti'-î-belâğiyye, s. 184-185.
[218] Cevâhiru'l-belâğa, s. 78 .
[219] Bakara suresi, 2/83.
[220] Mülk suresi, 67/11; ayrıca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/230.
[221] el-îzâh, 1/241 -243; Mu'terakü'l-akrân, 1/335;
el-İtkân, 2/ 892-894; el-Mutavvel.^-240-241; Miftâhu'l-'ulûm, s. 318;
el-Köliiyyât, s. 178-179; Keşsâfü ıstılâhâti'l-fönûn. 1/ 71; el-Belâğatul-vâzıha, s. 379; İlmü'l-Me'Ûnî,
s. 77-79; Uiûmü'l-beîâğa, s. 71-72; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/231-239;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 78-79; el-Câmi', s. 46-47;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 184-188; el-Belâğa ve'n-nakd, I/99-10I;
Mecâmi'ul-edeh, İlm-i Me'ânî, s. 178-179;
Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 48-49.
[222] el-Külliyyât, s. 179.
[223] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.48.
[224] Mecâmi'u'hedeh, İlm-i Me'ânî, s,. 177.
[225] Nemi suresi, 27/19.
[226] Taha Suresi, 20/25-28.
[227] Nuh suresi, 71/ 28; ayrıca bk., el-İzâh, 1/243;
Mu'terakü'l-akrân, 1/335; el-İtkân, 2/;
el-Mutavvel, s. 241.
[228] el'Belâgatü'l-vâziha, s. 176.
[229] 'Ulûmü'l-belâğa, s. 72.
[230] Tâhâ suresi, 20/29.
[231] Mu'cemü'l-A'lâm, s. 115; el-A'lâm, 2/11-12.
[232] el-Kavlü'l-ceyyid, s. 421,435, 513;
el-Belâgatü'l-vâzıha. s. 177; el-Câmi\ s.52.
[233] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.49.
[234] /-/zâA, 1/243; el-Külliyyât, s. 179;
el-Kavlü'l-ceyyid, s. 185, 426;
el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 177; İlmü'l-Me'ânî, s. 78; el-Belâğatü'î-'ambiyye,
1/233; el-Câmi\ s. 50; Cevâhiru'l-belâğa, s. 79;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 188.
[235] Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s.48.
[236] Enam Suresi 6/135;
ayrıca bk., el-Keşşâf, 1/529; Sajvetu't-tefâsir, 2/458, (trc. 4/ 476);
et-Tefsîrü'l-münîr, 8/52-53.
[237] En’am Suresi , 6/158; ayrıca bk., el-hkân, 2/ 892;
Sajvetü't-tefâsîr, 1/432; et-Tefsîrü'l-münîr,8/U2.
[238] Zümer Suresi, 39/8; ayrıca bk., Safvetu't-tefâsir,
3/90, (trc.5/354); et-Tefsîml-münîr, 23/255; et-Tefsîrü'l-münîr, 23/255.
[239] Fussilet suresi, 41/140; ayrıca bk., 7e'vf/tf müşkili'l-Kur'ân, s 280;
el-îzâh, 1/242; e/-B«rAâ«, 2/ 25; Muterakul-akrân, 1/335; el-hkân, 2/ 892;
el-Mutavvel, s. 240; W-Külliyyât, s. 179; Safvetü't-tefâsîr, 3/130; (trc. 5/434); et-Tefsîrü'l-münîr, 24/239;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 78; İlmü'l-Me'ânî, s. 81;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 188.
[240] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.178; el-Belâğatü'i-'arabiyye,
1/229; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye,s. 187.
[241] Sato,-a jurcjI-t 2/23;
ayrıca bk., e/-/zd/ı, 1/242; el-İtkân, 2/ 892; el-Mutavvel s.240; Safvetü't-tefâsîr; 1/43;
et-Tefsîrü'l-mümr, 1/100.
[242] Ali İmrân suresi, 3/ 168; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/25.
[243] Rahman suresi, 55/ 33;
ayrıca bk., Safvetu't-tefâsir, 3/303, (trc.6/283); et-Tefsîrü'l- mü nîr,
27/212.
[244] el-Belâga, s. 14.
[245] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.177; İlmü'l-Me'ânî, s. 80;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 81; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 188.
[246] Tûr suresi.
52/16; ayrıca bk., et-îzâh,
1/241; Mu'terakü'l-akrân, 1/336; el-İtkân, 2/ 892; el-Mutavvel, s. 241; el-Külliyyât, s. 179;
et-Tefsîm'l-münîr, 27/55; Cevâhiru'l-belâğa, s. 79; el-Câmi', s. 49;
İlmü'l-Me'ânî, s. 81; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 187.
[247] Tevbe suresi, 9/80;
ayncabk.,»S'fl/v£fü'Me/ff,îfr, 1/556; et-Tefsîrü'l-münîr, 10/325.
[248] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 177; İlmü'l-Me'ânî, s. 81;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/229, 234; el-Câmı", s. 52;
Mu'cemü'l'mustalahâti'l-belâğiyye, s. 187.
[249] Yûnus suresi, 10/80;
ayrıca bk., <r/-/z<3A. 1/243; Safvetü't-tefâsîr, 1/594;
et-Tefsîrü'l-münîr, 8/112; Mu'cemü'l-musîalahâti'l-belâğiyye, s. 186.
[250] Hûd suresi, U/32; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 2/14
(trc.3/94)
[251] Bakara suresi, 2/65; ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1/335; e/-/2â/*, 1/242; el-Mutavvel, s- 240; Safvetü't-tefâsîr, 1/65;
et-Tefsîrü'l-münîr, 1/180; Mu'cemÜ'l-mustalahâtİ'l-belağiyye, s.187.
[252] SaW i«,-«/, 2/187;
ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 1/122-123 ; Cevâhiru'l-belâğa, s./S,
el-Camı', s. 87; Ulûmü'l-belâğa, s. 72; İlmü'l-Me'ânî, s. 80;
Mu'cemü'l-mustala-natıl-belâğiyye, s. 185.
[253] Nur Suresi, 24/33. aynca bk-ı reV-/zV- mü§kHn.Kur'ân^
s 280; Mu'terakü'l-akrân, Mlel'llkân- 2/892> el-Külliyyât, s. 179;
İlmü'l-Me'ânî, s. 81; Mu'cemü'l-mustala-natı l-belâğiyye, s. 185.
[254] Cuma Jw.ejI-t 62/i0;
aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/ 381; et-Tefsîrü'l-münîr, 28/195;
Mucemü'l-mustalahâti'l-helâğiyye, s. 185.
[255] Isrâ suresi, 17/50;
aynca bk., e/-/^, 1/242;
el-İtkân, 2/892; el-Mutavvel, s.
240; zafvitu't-tefâsîr, 2/168; et-Tefsîrü'l-münîr, 15/92;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 79; c/-aelâgatü
ve'n-nakd, 7/100; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-helâğiyye, s. 186.
[256] Duhân suresi. 44/49; ayrıca bk., Mu'terakul-akrân,
1/335; el-hkân, 2/892; el-fzâh, 1/242; ei-Küîiiyyât, s. 179; Safvetu't-tefâsir,
2/582, (trc. 5/188); et-Tefsîril'l-münîr, 25/234.
[257] 5a/wra ,î«ra/, 2/111;
ayrıca bk., e/-/r^, 3/85; Safvetü't-îefâsîr, 1/89; et-Tefsîrü'l-münîr,
1/274.
[258] Nebe'suresi, 78/30; ayrıca bk., Safvetu't-tefâsir,
3/511, (trc. 7/194-195); et-Tefstrul-miinîr, 30/15.
[259] Bakara suresi,2/2%!',
aynca bk., el-İtkân, 2/ 892; Safvetü't-tefâstr, 1/ 177-178; c/- Câmi',
s. 48; Mu'cemü'l-mustalahâü'l-bcîâğiyye, s. Î86.
[260] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 176; el-Belâgatü'l-'arabiyye,
1/229; İlmü'l-Me'ânî, s. 76.
[261] TaIak suresi, 65/2; aynca bk., 7>'ı-77w
müşkili'l-Kur'ân, s. 280; Mu'cemü'1-mustala-hâti'l-belâğiyye,s. J86-187.
[262] Nisâ suresi, 4/34; ayrıca bk., 7"e'v/7H
müşkili'l-Kur'ân, s. 280; Mu'cemü'l-mustatahâti'l'
belâğiyye, s. 187.
[263] Buhârî, Et'ime 2-3; Müslim, Eşribel08-109; Ebû Dâvud,
Et'ime 20; İbn Mâce, Eî'ime ByTirmizî, Et'ime-47; Nesâî, Nikâh 84; Dârimî,
Et'ime 1, 15; Muvatta', Sıfatü'n-nebî 32; Cevâhiru'i-belâğa, s. 79;
'Ulûmü'l-belâğa, s.72.
[264] Meryem suresi, 19/38; aynca bk., el-İtkân, 2/ 893;
Safvetü't-tefâsîr, 2/217; et-Tefsîrul-müntr, 16/87-88.
[265] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 177; el-Belâğatü'l~'arabiyye,
1/229; Cevâhiru'i-belâğa, s. 81.
[266] Mu'cemü'l-a'lâm, s. 67; el-A'/âm, 1/215.
[267] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.180; İlmü'l-Me'ânî, s.79.
[268] İtfz ££fen eserler, aynı yerler..
[269] Adı geçen eserler, aynı yerler.; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
74.
[270] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 180; Cevâhiru'l-belâğa, s.
80; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 73.
[271] el-Belâgatü'l-vâzıha, s.180.
[272] Age., aynı yer; İImÜ'l-Me'ânî,s.79.
[273] İbrahim suresi, 13/30; el-İtkân, 2/892.
[274] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 180; İlmü'l-Me'ânî, s.77.
[275] Adı geçen eserler, aynı yerler ;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/230.
[276] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 181.
[277] Age., s. 182.
[278] el-Belâgatü'l-vâzıha, s. 182.
[279] Age., aynı
yer;
[280] Delilü'l-Belâgatü'l-vâzıha, s. 97.
[281] A^e., s. 98.
[282] 4g£., aynı yer.
[283] Age., aynı yer.
[284] Age., s. 97.
[285] Age., aynı yer.
[286] Delilü'l-Belâgatü'l'vâzıha, s. 97.
[287] Age., s. 98.
[288] Age., s. 97.
[289] Age.,s. 98.
[290] Age., aynı yer.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 188-200.
[291] el-Kâmus, s. 1728; Lisânü'l-'arab, 15/343;
Mu'cemü'l-mekâyis fi'l-luğa, s. 999; el-İtkân, 2/893; Miftâhu'l-'utûm, s. 320;
el-İzâh, 1/244; el-Mutavvel, s. 241-242; el-Külliyyât, s. 903-904; Kessâfü
ıstılâhâti'l-fünûn, 1/ 1438-1439; el-Belâğatü'l-vâzıha, s.187; İlmü'l'Me'ânî,
s. 83-84; Vlûmü'l-belâğa, s.74; el-Belâğatul-'ambiyye, 1/228-231;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 82-83; el-Câmi', s. 53-54;
Mu'cemü'l-mustalahâti't-'arabiyye, s. 694; Mu'cemii'l-mustala-hâti'l-belâğiyye,
s. 667; el-Belâğa ve'n-nakd, s. 99; Mecâmi'ul-edeh, İlm-i Me'ânî, s. 176-177;
Edebiyat Lügati, s. 65; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 50.
[292] Bakara suresi, 2/188; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
1/125.
[293] Al-i İmrân suresi, 3/ 118; ayrıca bk.,
Safvetü't-tefâsîr, 1/225; et-Tefsîrü'l-münîr, 4/45; el'Belâğatul-'arabiyye,
1/231.
[294] el-En'âmsuresi, 6/ 152; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
1/428-429; et~Tefsîrul-münîr,8/9S.
[295] el-A'râfsuresi,7/85; ayrıcabk., Sajvetü't-tefâstr,
1/458.
[296] Nûr suresi, 24/22; ayncabk., Safveîü't-îefâsîr, 2/33;
et-Tefsîrü'l-münîr, 18/171.
[297] Mu'cemü'l-A'lâm, s. 49.
[298] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 185;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/231;
İlmü'l-Me'ânt, s. 86; Cevâhiru'l'belâğa, s. 85.
[299] Bakara suresi,
2/282; ayrıca bk., Safvetü'î-tefâsîr, 1/178; et-Tefsîrü'l-münîr, 3/105;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 667.
[300] MS/de jmtmı, 5/101; aynca bk., el-İtkân, 2/893;
el-Külliyyât, s. 904; Safveîü't-iefâsîr, 1/368; et-Tefsîrü'l-münîr, 7/79-80.
[301] Mu'cemü'l-A'lâm, s. 838.
[302] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 185.
[303] Bakara suresi, 2/286;
ayrıca bk., el-Külliyyât, s. 904; Sajvetü't-tefâstr, 1/181;
Cevâlı.irul'bdâSa, s. 83; 'İlmü'l-me'ânî, s. 84; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/232.
[304] Ali 'Imrân suresi,
3/8; aynca bk.,
Mu'terakÜ'l-akrân, 1/337; el-İtkân,
2/893; Saf- Çtu'Mefâsîr, 1/185.
[305] Ali 'Imrân suresi, 3/194.
[306] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 185; aynca bk.,
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/231; İlmü'l-Me'ânî,s- 85.
[307] Tâhâ suresi, 20/94; ayrıca bk.,
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 667.
[308] Mu'cetnü't-A'lâm, s. 804-805.
[309] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 185.
[310] el-BeIâğatü'l-vâzıha, s. 186; el-Belâğaîü'l-'arabiyye,
1/231; İlmü'l-Me'ânî, s. 87;
'Ulûmü'l-belâğa, s. 74; Cevâhiru'l-belâğa, s. 84;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 668.
[311] Bakara suresi, 2/42;
ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 1/53-54; et-Tefsîrü'l-münîr, 1/148;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 84; Ulûmü'l-belâğa,
s. 75; el-Belâğaîü'l-'arabiyye, 1/236.
[312] Mucurât suresi, 49/11; ayrıca bk., Safvetü't-tefâstr,
3/235.
[313] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 186.
[314] Tevbe Suresi, 9/66' ayrıca bk-'Mutarekul-akran 1/337;
e/VAhte, 2/894; el-Külliyyât, U4; Safvetü't-tefâsîr, 1/546; Cevâhiru'l-belâğa,
s. 83; Mıı'cemii'l-mustalahâtVl-nelagtyye, s. 668.
[315] el-izah, 1/244; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 186.
[316] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 186.
[317] Mü'minûn suresi, 23/108; ayrıca bk. Mu'terakû'l-akrân,
1/337; e/-Mâfl 2/894" W-vetut-tefâstr, 2/321.
[318] Ali İmran suresi, 3/169; ayrıca bk.,
Mtı'terakü'l-akrân, 1/337; el-İtkân, 2/893; <?< Külhyyât, s. 904;
Safvetü't-tefâsîr, 1/244; Cevâhiru'l-belâğa, s. 83.
[319] İsrâ suresi, 17/37; aynca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1336; el-İtkân, 2/893; Safvetul-tefâsîr, 2/159-160; et-Tefsîrü'l-münîr, 15/76;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/236.
[320] Tur suresi, 52/16; ayrıca bk., el-İtkân, 2/893.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 201-206.
[321] el-Kâmus.s, 1479; Lisânul-'arab, 16/459;
Miftâhul-'ulûm, s. 308; el-îzâh, 1/288 el-Mutavvel, s. 226; Muhtamru'l-me'ânî,
s. 197; Mu'terakü'l-akrân, 1/327;
el-İtkân, 21 883; el-Külliyyât, s. 97; Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünûn, 2/ 1
\55;eUBelâğatü'l-vâzıha, s. 194; Ilmü'l-me'ânî, s. 88; Cevâhiru'l-belâğa, s.
85; el-Câmi', s. 57; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
61-62; eUEelâğatü'l-'arabiyye, 1/258;
Mecâmi"u'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s.171-172; e/-Se/öğo ve'n-nakd, 1/103-105;
Mu'cemÜl-mustatahâti'I-'arabiyye, s. 30-31; Mu'cemü'l-mustalahâü'l-betâ-ğiyye,
s. 108-109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 523; Edebiyat Bilgi ve
Teorileri, s. 46.
[322] Miftâhu'l-'ulûm, s. 308; e/-/z<3/7, 1/228;
el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru'l-me'anî, s. 197, 198; el-Külliy-yât, s.
97; el-Belâğatii'l-vâzıha, s. 194;
İlmü'l-Me'ânî, s. 89; Cevâhiru'l-belâğa, s. 85-86; el-Câmi', s. 58-59;
VlûmıTl-belâğa, s. 62; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/258-261; Mecâmi'u'l-edeb,
İlm-i Me'ânî, s. 172-173; Mu'cemü'l'belâğati'i-'arabiyye, s. 523; Edebiyat
Bilgi ve Teorileri, s. 47.
[323] Miftâhu'l-ıulûm, s. 308; c/-/z<î/i, 1/228; el-Mutavvel, s. 226; Muhta.saru'1-me'ânî, s.
ı9%; el-Câmi', s. 57.
[324] Miftâhu'l-'ulûm, s. 308; el-îzâh, 1/228; el-Mutavvel,
s. 226; Muhtasaru'l-me'ânî,s. 197-198; el-Külliyyât, s. 99;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 194; İlmü'l-Me'ânî, s. 88-90; Cevâhinı'l-belâğa, s.
88-89; el-Câmi', s. 58; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 63; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/259-261; Mecâmi'u'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s.172-173; eî-Belâğa ve'n-nakd,
1/105; Mu'cemü'l-belâğati'I-'arabiyye, s. 523;
Mu'cemü'l-mustalahâti'î-belâğiyye, s. 109; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46.
[325] Miftâhu'l-'ulûm, s. 308; el-îzâh,,1/229; el-Mutavvel, s. 226;
Muhtasaru'l-me'ânî, s. 199; el-Külliyyât, s. 99; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 194; İlmü'l-Me'ânî, s. 91-92; Cevâhiru'I'helâğa,
s. 88-89; el-Câmi', s. 58; Vlûmul-belâğa, s. 63-64; ei-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/261-263; el-Belâğa ve'n-nakd, 1/105; Mu'cemü'l-belâğati'I-'arabiyye. s-523;
Mu'cemÜ'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109.
[326] el-îzâh, 1/230; el-Mutavvel, s. 231;
Muhtasaru'l-me'âm, s. 203; İlmü'l-Me'ânî, s. 92
[327] el-Belâğa, s. 16.
[328] el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/263; Cevâhiru'l-belâğa, s.
90; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 64-65.
[329] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 192; Cevâhiru'l-belâğa, s.
86- 88.
[330] el-Mutavvel, s. 227; Muhtasarıı'l-me'ânî, s. 198-199;
İlmü'l-Me'ânî, s. 93; Cevâhiru'l-belâğa,
s. 86; Vlûmü'l-belâğa, s. 62.
[331] Cevâhiru'l-belâğa, s. 87.
[332] İlmü'l-Me'ânî, s. 93; Cevâhiru'l-belâğa, s. 87.
[333] Cevâhiru'l-belâğa, s. 87.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 207-210.
[334] Miftâhu'l-'ulûm, s. 308-310; el-îzâh, 1/228;
el-Mutavvel, s. 226; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 197; Mu'terakü'l-akrân, 1/327; el-İtkân, 2/883; el-Külliyyât, s. 99;
el-Belâğaîü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 93; Cevâhiru'l-belâğa, s. 91;
el-Câmi\ s. 57; Vlûmü'l-helâğa, s. 62-65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/258;
el-Belâğa ve'n-nakd, 1/ 106-107; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109;
Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s- 523; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 46.
[335] Miftâhu'l-'ulûm, s. 311; el-îzâh,\/232; el-Mutavvel, s. 233;
Muhtasaru'l-me'ânî, s. 205; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 93;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 92; e/-CâmV, s. 59; Vlûmü'l-belâğa, s. 65;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/265;
Mu'cemü'l-mımalahâti'l-belâğiyye, s. 109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[336] Miftâhu'l-'ulûm, s. 310; e/-/zâ£, 1/230-231; el-Mutavvel,
s. 232; Muhîasarul-me'ânî, s. 205-206; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196;
İlmü'l-Me'ânî, s. 94; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92; el-Câmi', s. 59;
Vlûmü'l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/263;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[337] Miftâhu'l-'ıdûm, s. 313; el-hâh, \ 1234; el-Mutavvel,
s. 234; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 206; el-Belâğatü'1'vâzıha, s. 196;
İlmü'l-Me'ânî, s. 94; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92; e/-Câmı", s. 59;
'Ulûmü'l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/265;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-helâğiyye, s. 109; Mu'cemul-helâğati'l-'arabiy-ye, s.
523.
[338] - Buhârî, İmân 37; Müslim, İmân 1; EbûDâvûd, Sünnet
16; Tirmizî, İmân 4; Nesâî, İmân
5; /7;/7 Mîce, Mukaddime 9; /lAmcrf £. Hanhel, I, 52,11, 326.
[339] 7eVf/w müskili'l-Kur'ân, s. 522; Miftâhu'l-'ulûm, s.
313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 207;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s.196; İlmü'l-Me'ânî, s. 94-95; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92;
el-Câmi', s. 59; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/265-266;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-helâğiyye, s.
109-110; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 523.
[340] A'râf suresi, 7/187; aynca bk., İlmü'l-Me'ânî, s. 95;
el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/266.
[341] Kıyâmet suresi, 75/6; ayrıca bk., el-hâh, 1/234;
İlmü'l-Me'ânî, s. 95; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
65; el-Belâğatü'l-'arabİyye, 1/266; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye,
s. 109-110.
[342] Te'vîlü müşkilil-Kur'ân, s. 520; Miftâhu'l-'ulûm, s.
313; e/-/zâ/î, 1/233; el-Mutavvel, 234; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 206;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 95; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92;
el-Câmi', s. 60; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/266;
Mıı'cemü'l-mustalahâü'l-belâğiyye, s.
109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 523.
[343] Miftâhu'l-'ulûm, s. 313; el-hâh, 1/234; İlmü'l-Me'ânî,
s. 95: Muhtasaru'l-me'ânî, s. 206;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 95; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92;
t'/-Cfî/m', s. 60; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/266-267;
Mu'cemii'l-mustalahâti'l-belâğîyye, s. 109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[344] 7Vvf/« müskiti'l-Kur'ân, s. 525; Miftâhu'l-'ulûm, s.
313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 207;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 95; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92; el-Câmi', s. 60; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
65; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/267; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[345] Bakara suresi, 2/259; ayrıca bk., Cevâhiru'l-belâğa,
s. 92; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109.
[346] Bakara suresi, 2/223; ayrıca bk., Miftâhu'l-'ulûm, s.
313; el-hâh, 1/234; el-Mutavvel, s. 234;
Muhtasaru'l-me'ânî, s. 207; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/268.
[347] Meryem jHre«, 19/37; aynca bk., ATe^#; I, \&7;
el-îzâh, 3/67; el-hâh, 1/234; <>/-Mutavvel, s. 234; Cevâhiru'l-belâğa, s.
93; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/267; Mu'cemul-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109.
[348] Miftâhu'l-'ulûm, s. 312; el-îzâh, 1/233; el-Mutavvel, s. 234; Muhtasaru'l-me'â-nî, s.
206; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196; İlmü'l-Me'ânî, s. 95; Cevâhiru'l-belâğa, s.
92;/?/-Câmi', s. 60;'Ulûmü'l-belâğa, s. 65-66; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/268;
Mu'cemü'l-mustalahûti'l-belâğiyye, s. 109; Mu'cemü'l-kelâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[349] Kehf suresi, 18/19;
^-/zâA, 1/233.
[350] Miftâhu'l-'ulûm, s. 312; el-îzâh, \ 1232; el-Mutavvel,
s. 234; Muhtasaru'l-me'â-nî, s. 206; el-Beiâğatü'l-vâzıha, s. 196;
İlmü'l-Me'ânî, s. 95; Cevâhiru'l-belâğa, s. 92;<?/-Câmi', s.
60;'Ulûmü"I-belâğa, s. 66; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/268;
Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 109; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s.
523.
[351] Meryem suresi, 191 73; ayrıca bk., el-îzâh, 1/232;
el-Mutavvel, s. 234. Meryem suresi, 191 73; ayrıca bk., el-îzâh, 1/232;
el-Mutavvel, s. 234.
[352] el-îzâh, 1/230; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 196.
Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları: 211-214.
[353] Miftâhu'l-'ulûm, s. 313-315; el-îzâh, 1/234; el-Bürhân, 2/328-347; Mu'terakü'l-akrân, 1/328-335; et-İtkân, 2/884-890; el-Mutavval, s. 235-236;
Muhtasaru'l-me'ânl s. 207-212; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 199; İlmü'l-Me'ânî, s.
95-110; Cevâhiru'l-belâğa, s. 93-96; el-Câmi\ s. 60-64; Vlûmü'l-belâğa, s.
66-68; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/269-303; Mecâmi'u'l-edeb, İlm-iMe'âm,
s.172-173; Mu'cemü'l-musialahati'l-belâğiyye, s. 110.
[354] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 197; İlmü'l-Me'ânî, s. 97;
Mu'cemü'l-mustalahati'l-belâğîyye, s. 116.
[355] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 197.
[356] Age., aynı yer ; Ilmü'l-Me'ânî, s. 99.
[357] el-Belâğaîü'l-vâzıha, s. \91;Cevâhirü'l-heîâğa, s.
100.
[358] el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 197; /Imiİ'I-Me'ânî, s. 99.
[359] Age., aynı yer ; İlmu'l-Me'ânî, s. 100.
[360] Age., aynı yer; İlmü'l-Me'âm, s. 101.
[361] el-Belâğatü'l-vâzıha,s.\9H-,
Mu'ccmül-mustalahâtil-belâğiyye s 113.
[362] Şuara suresi, 26/136.
[363] Araf suresi 7/53;
ayncabk-.Bü>/tfıi, 2/341; Mıiterakü'l-akrân, 1/332; eUİtkân 2/
-Bela8atü'l-vaZIha,s. Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye s
115.
[364] Saf suresi, 61/ 10; ayrıca bk., Mu'terakâ'l-akrân,
1/331; câ, 2/888; el-BelâSa-zıha, s. 198
[365] Bakara suresi, 2/ 6; aynca bk., el-Külliyyât, s. 98;
Cevâhiru'l-belâğa, s. 93.
[366] Rahman suresi, 55/ 60; ayrıca bk., Safi'etü't-tefâsîr,
III, 301; İlmü'l-me'ânî, s. 96; Mu'cemü'l-mustalahâii'l-belâğiyye, s. 116.
[367] Enâm suresi, 6/40.
[368] Zümer suresi, 39/36; ayrıca bk., el-Mutavvel, s. 237.
[369] Mâide suresi, 5/91; ayrıca bk., Cevâhiru'l-belâğa, s.
93.
[370] Ali 'İmrân suresi, 3/ 20.
[371] Tevbe suresi, 9/13; aynca bk., Cevâhiru'l-belâğa, s.
93.
[372] Saf suresi, 61/10.
[373] Bakara suresi, 2/255; aynca bk., el-Bürhân, 2/37;
Mu'terakü'l-akrân, 1/332; el-İtkân,el-Küttiyyât, s. 99.
[374] el-Furkân suresi, 25/41; ayrıca bk.,el-Külliyyât, s.
99.
[375] Bakara suresi, 2/28; aynca bk.,el-Bürhân, 2/344;
Mu'terakü'l-akrân, 1/330; el-İtkân, 2/886; el'Külliyyât, s. 98.
[376] Bakara suresi, 2/44; aynca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1/330; el-İtkân, 2/886; el-Câmi' s 61.
[377] el-Mücâdele, 58/14;
aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/345, (trc. 6/365); et-Tefsîrü'l- müntr,
28/50.
[378] Haşr suresi, 59/11;
ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/357,(trc. 6/390); et-Tefsîrü'l-miinîr,
28/94.
[379] Alak Suresi,
96/9-10; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsir, 3/584, ftrc. 7/369);
et-Tefsîrü'l-münîr, 30/322.
[380] Alak suresi, 96/11; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsir,
3/5S4, ftrc. 7/369); et-Tefsîrü't-münîr, 30/322.
[381] Zelzele suresi, 99/3; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsir,
3/592, (trc. 7/390); et-Tefsîrü'l-münîr, 30/358.
[382] Secde suresi, 32/ 26, 27; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
2/508, (trc. 5/52).
[383] Fâtir suresi, 35/40; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
2/582, (trc. 5/188); et-Tefsîrü'l-münîr, 22/276.
[384] Fârir suresi, 35/40;
ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 2/582, (trc. 5/188); et-TefsTrü'l-münîr,
22/276.
[385] Yâsîn suresi, 36/23;
ayrıca bk.,Sajvetü't-tefâsîr, 3/12, (trc. 5/205); et-Tefslrü'l-mümr, 22/300.
[386] Yâsîn suresi,, 36/35; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/26, (trc. 5/229).
[387] Yâsîn suresi, 36/62; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/26, (trc. 5/229); et-Tefsîrü'l-münîr, 23/35.
[388] Hücürât suresi, 49/16; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/239, (trc. 6/151); et-Tefsîrü'l-münîr, 26/267.
[389] Necim suresi, 53/21-22; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/281,
(Trc.6/235); et-Tefsîrü'l-münîr, 27/107.
[390] Mülk suresi, 67/8; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/422, (trc. 6/519); et-Tefsîrü'l-münîrt 29/14.
[391] Me'âric suresi, 70/38; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/448, (trc. 7/61); et-Tefsîrü'l-münîr,
29/127.
[392] Kıyâmet suresi, 75/36; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/488, (trc.
7/147); et-Tefsîrü'l-münîr, 29/270.
[393] Kiyâmet suresi, 75/3; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/488, (trc. 7/147); et-Tefsîrü'l-münîr, 29/252.
[394] İnfitâr suresi, 82/6; ayncabk., Safvetü't-tefâsîr,
3/529, (trc. 11239); eî-Tefsîrü'1-münîr, 30/97.
[395] Beled suresi, 90/5; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/563, (trc. 7/319); et-Tefsırü'l-mümr, 30/243.
[396] Beled suresi, 90/5;
aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/563, (trc. 7/319); et-Tefstrü'J-müntr, 30/243.
[397] Mürselât suresi, 77/20; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/505 (trc.
7/181); et-Tefsîrü'l- mümı\29/3lS.
[398] Mürselât suresi, 77716; ayrıca bk., Mu'terakiıî-akrân, 1/331;
el-İtkân, 2/ 887; Sflfvetü't-tefâsîr,
3/505 (trc. 7/181); et-Tefsîrü'l-münîr, 29/318.
[399] fnşirâh suresi, 94/1; aynca bk., el-Bürhân, 2/332; Muterakü'l-akrân,
1/329; el-İtkân, 2/885; Sttfvetü't-tefâsîr, 3/576, (trc. 7/350);
et-Tefsîrül-münîr, 30/292.
[400] Beled suresi, 90/8-9;
aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/563, (trc. 7/319); et-Tefsîrü'l-münîr,
30/248.
[401] Fecir suresi, 89/6; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/559, (trc. 7/308); et-Tefsîrü'l-münîr, 30/222.
[402] Tin suresi, 95/8; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/579,
(trc. 7/359); et-Tefsîrü'l-münîr, 30/303.
[403] Târık suresi, 86/2; ayrıca bk. Safvetü't-tefâsîr,
3/546, (trc. 7/279); et-Tefsîrü'l-münîr,
30/174.
[404] Kâria suresi, 101/1-3; aynca bk. el-Küliiyyât, s. 98.
[405] Sehe' suresi, 34/7; ayrıca bk. Safvetü't-tefâsîr,
2/549, (Trc.5/127); et-Tefsîrü'l-münîr, 22/143.
[406] Secde suresi, 32/10;
Safvetü't-tefâsîr, 2/508, (Trc. 5/52); et-Tefsîrü'l-münîr, 21/195.
[407] Hûd suresi, 11/87; ayrıca bk., el-îzâh, 1/240;
el-Külliyyât, s. 98.
[408] Yrd. Doç. Dr. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet
Yayınları: 215-223.