NAMAZ,
BEŞ VAKİT NAMAZA VE ORTA NAMAZA DEVAM
«Namazlara ve orta namaza devam edin. Gönülden boyun
eğerek Allah için namaza durun. Eğer korkarsamz, yaya yahut binekte iken
(kıbleye veya her hangi bir semte karşı) kılın. Güvene erişince Allah'ı, size
bilmediğiniz şeyleri nasıl öğretdi ise, öylece anın.» (Bakara sûresi, âyet:
238)
Âyetin kısaca îzahı:
Beş vakit farz namazlara ve orta namaza, Allah'ın
emrettiği gibi şartlarına, sınırlarına, rükün ve sünnetlerine riâyet ederek,
belli vakitlerinde devam ediniz. Özellikle orta namaza muvazebet gösterin. Allah'ın
dîvânına tam bir huşu' ve gönül alçaklığiyle durun.
Fakat savaş, su baskını, yangın ve benzeri
tehlikelerden korkarak Hakkın dîvânına tam huşu' ile durup namazın bütün şart
ve rükünlerini yerine getirmek mümkün olmadığında, artık yürüyerek, yahut binekte
iken kıbleye veya herhangi bir semte karşı kılın, namazı terkctmeyin.
Tehlikeden emîn olduğunuz vakit yine emniyet içinde edâ ettiğiniz şekilde
yerine getirip Allah'ı öylece anın.
Namaz, bir taraftan insanı ruhen yükseltip
geliştirirken, diğer taraftan musallîler arasında his ve ideal birliğini te'mîn
eder; halkı aristokrat ve burjuva diye bölmez, fakir, zengin, efendi ve köleyi
omuz omuza durdurup sınıf farkını kaldırır.
O halde, bilhassa cemaatle namaz kılmak, mâna ve bilgi
yönünden olan değeri bir yana, şekil bakımından insanla insan arasında duran
bütün engelleri yıkar; beşer nev'inin bu esas vahdetini bir hayat gerçeği
olarak gerçekleştirmek emelini ifâde eder.
Bunun içindir ki namazın hiç bir zaman terkedilmemesi,
çok tehlikeli zamanlarda bile asıl mâna ve gaayesini tahakkuk ettirmek ve bunun
insan ruh ve dimağına aksettireceği hayat ve hayat ötesiyle alâkalı hakikate
erişmek için şekli bırakıp, yürüyerek, süvari olarak kılınması emrediliyor.
Bilhassa hayat çarkının insan zihninde husule getireceği
günlük sıklet ve tazyiki hafifletmek ve yeniden rûh ve zihin zindeliğine
kavuşmak için Öğle veya ikindi namazından tahsi-san bahsediliyor.
Yirminci asrın son yansında namaz kılacak kadar
vakitlerimizin olmadığım, devamlı çalışmamız gerektiğini diyen bâzı
maddeciler, herhalde rûh ve dimağ zindeliğinin ne yolla gerçekleşeceği
üzerinde bir Hıristiyan bilgin olan Alexıs carrel (Aleksi Karıl) kadar düşünüp
kafa yormamışlardır.
Namaz ve diğer ibâdetler insana ölçülü bir kuvvet ve
muhtaç olduğumuz kudreti her gün tazeliyerek verir. Adı geçen bilgin bu
gerçeğe değinerek diyor ki: «Hayatı korumak için onu yok etmekten çekinmek kâfi
değildir. Aynı zamanda hayatı daha geniş, daha derin, daha pervasız, daha
sevinçli bir hale getirmek lâzımdır. Yâni bedenî ve ruhî faaliyetlerimizin
kenuniyetini, keyfiyetini artırmalıdır. İnsan ancak kuvvet sayesinde
yükselebilir... Zayıf mahvolmağa mahkûmdur. Zira hayat yalnız kuvvetlileri
sever. Bizim muhtaç olduğumuz kuvvet ne atletin sahip olduğu adelî kuvvete, ne
nefsine hâkim insanın sahip olduğu (ölçüsüz) manevî kuvvete, ne de filozofun
yahut entellektüel insanın sahip olduğu zihnî kudrete benzer. Bu kudret hem
adelî, organik ve ruhî mukavemet, hem muvazene, hem de kolaylıkla intibak
kaabiliyetidir. Aynı zamanda yorgunluğa, fena havaya, açlığa, uykuszluğa,
keder ve endişelere tahammülü mümkün kılan da odur.
Acaba bu kudret nasıl elde edilebilir? Bunun yegâne
çaresi azim, sabır ve ısrarla her gün gayret göstermektir.»
Cenâb-ı Allah bu kudretin asıl menba'ını beyânla buyuruyor
ki: «Kendiniz bilip dururken Hakkı bâtıla karıştırıp da gerçeği gizlemeyin.
Dosdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû' eden mü'mİnierle birlikte rükû' edin.»
«Hem sabır ile, hem namazla (Haktan) yardım îsteyîn.
Gerçi bu, (İrâdesi zayıf olanlara) elbette büyük (ağır ve çetin bir şey)dlr.
Ancak (Allaha) karşı yüksek saygı gösterenler hakkında öyle değil...» (Bakare
sûresi, âyet: 42-45).
Namazın hayatımız üzerindeki te'sirleri bu olunca,
onu, bütün irâde ve gücümüzü kullanıp, maddî ve manevî varlığımız için
yıkılmıyan bir destek yapmalıyız.
orta namaz hakkında âlimlerin görüş farkları vardır:
1 - Sabah namazıdır..
Bu, Hz, Ömer, îbnü Abbas, Ibnü Ömer, Muar, Câbir,
Atâ'r îkrime, Mücâhid ve Rebi' b. Enes'in görüşüdür. ımam-ı Şafiî ile îmam
Mâlik bu görüşü kabul etmişlerdir.
imam Mâlik Muvatta' adlı eserinde îbnü Abbas ile Hz.
Ali'nin «Orta namaz»m sabah namazı olduğunu söylediklerini tahrîc etmiştir.
Bunlara göre: Öğle ile ikindi, gündüz namazı olarak,
akşamla yatsı gece namazı olarak birleşir. Ortada yalnız olarak sabah namazı
kalıyor. Bu itibarla ona «Salât-i vüstâ = Orta namaz» denilmiştir. Hem sabah
namazı, uykunun tatlı, organların gevşediği bir zamana rastlar. Bunun için
«Salât-i vüstâ'yı beyândan sonra «Allahın divânına gönülden boyun eğeerk durun»
buyuruluyor ki «Kunûtmn bir mânâsı da ayakta fazla durmaktır. Nitekim ayakta en
çok durulan namaz, sabah namazıdır.
El-Isrâ sûresi, âyet 78'de buna işaretle buyuruluyor
ki: «Güneşin (zeval vaktinde} kayması ânından gecenin kararmasına kadar
güzelce namaz kıl. Sabah namazını da (öylece edâ et). Çünki sabah namazı
şâhidlidlr.»
Her iki âyetle de beş vakit namaza işaret ediliyor.
Ayrıca gece melekleriyle, gündüz meleklerinin sabah namazına şâhid oldukları
bildiriliyor.
2 - Öğle namazıdır..
Bu, Zeyd b. Sabit, Üsârne b. Zeyd ve Ebû Saîd
el-Hudrî'-nin görüşüdür. Hz. Âişe validemizden de bu mânâda bir rivayet
yapılmıştır. Ebû Hanîfe Hazretlerinin de aynı görüşte olduğunu Abdullah b. Şeddad
nakletmiştir.
îmam Mâlik Muvatta' adlı eserinde Zeyd b. Sabit ile
Hz. Âişe'den tahrîc etiği rivayette, demişler ki:
Orta namaz' öğle namazıdır» Tirmizî de ikisinden
ta'likan rivayet etmiştir. Ebû Davud'un Zeyd b. Sâbit'den tahrîc ettiği hadîste
de:
«Resûlüllah (S.A.) Öğle namazını sıcağın arttığı gün
ortasında kılardı. Eshaba en ağır gelen, Resûlüllah (S.A.)m kıldırdığı bu
namaz idi. Bu sebeple âyeti indi.»
3 - İkindi namazıdır..
Bu Hazret-i Ali, İbnü Mes'ud, Ebû Eyyûb, Ebû Hüreyre,
îbnü Ömer, îbnü Abbas, Ebû Saîd'in görüşüdür. Hasan el-Bas-rî, tbrâhîm Nahaî,
Katâde, Dahhak, Kelbî ve Mukatil de bu görüşe uymuşlardır.
Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud ve îbnü
Mün-zir'in de mezhebi budur.
Maverdiye göre: Şafiî'nin mezhebi de böyledir.Hazret-i
Ali'den yapılan rivayette, Cenâb-ı Peygamber (A.S.)'ahzab günü, diğer bir
rivayette hendek günü şöyle buyurdular :
«Allah onların (müşriklerin )kalblerini ve evlerini
ateşle doldursun! Bizi Orta Namaz'dan alıkoydular, tâ ki güneş battı..» Diğer
bir rivayette ise: «Bizi Orta Namaz'dan, ikindi namazından alıkoydular.»
Müslim'in Îbnü Mes'ud tarikiyle tahrîc ettiği hadîste:
«Müşrikler, Resûlüllah Efendimizi güneş kızanncaya kadar,
yahut sararmaya yüz tutuncaya kadar ikindi namazından alıkoydular. Bunun üzerine
Resûlüllah: Onlar bizi Orta Namaz, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların
içlerine ve kabirlerine ateş doldursun!.» buyurdular.
Müslim'in tahrîç etitği diğer bir hadîste, Hazret-i
Âişe validemizin azâdh kölesi Ebû Yûnus divor ki:
«Hazret-i Âişe bir mushaf yazmamı (istinsah etmemi) emretti
ve ilâve edip dedi ki: « âyetine geldiğin zaman benden müsaade
alacaksın,» Ben de o âyete gelince, Hz. Âişe'den müsaade istedim. 0 da onu de
bana imlâ ettirdi..»
Bu mânâyı kuvvetlendirir mahiyette Buharî ile
Müslim'in îbnü Ömer (RA.)dan ittifakla rivayet ettikleri hadîste:
«tkindi namazını kaçıran kimse, malı ve ehli alınıp
yalnız bırakılmış gibi olur..» (Yâni ehlini ve malını yitirmiş gibi olur.)
4 - Akşam namazıdır..
Bu, Kubeyse b. Zûeyb'e göredir. Delili ise: Akşam
namazı gündüzün az aydmlığiyle gecenin karanlığı arasında gelir, Ayrıca bu
namaz iki rek'atle dört arasında bir sayı taşır. Sefer de kısaltılmaz. Hem
Cebrail'in ilk getirip kıldırdığı namaz, öğle namazıdır. Bunun için Öğleye
«Salât-i vüstâ Orta Namaz» denilmiştir.
Bu takdirde akşam namazı «Orta Namaz» olmuş oluyor.
5 -
Yatsı namazıdır..
Bu hususta Seleften hiç bir rivayet yoktur ve
yapılmamıştır. Sadece bu görüşü, ulemâ-i müteahhîrîn (Hicrî beşinci asırdan
sonra gelen âlimler)den bir kısmı izhar etmişlerdir. Onların delili ise: Yatsı
namazı, seferde kısaltılmıyan iki namaz (sabah ve akşam) arasında gelir.
6 -
Belirsiz olarak beş vakit namazdan biridir..
Çünki Cenâb-ı Hak beş vakit nadaza devam etmemizi emretmiş
ve «orta namaz» buna atfediîmiştir. Âyet-i Kerîmede bu namazın hangisi olduğu
belirtilmemiştir. Tâ ki bütün namazlara ihtimamla devam edile. Kadir gecesinin
ramazanda, eş ref-i saatin cumada gizli tutulması ne ise Salât-i vüstâ'mn da
belli edilmemesindeki hikmet de odur. Nitekim İbnü Sirîn diyor ki: «Orta
Namaz»ın hangisi olduğu, Zeyd bin Sabit (R.A.) den sorulduğunda, «Beş vakit
namaza devam edin, isabet edersiniz..» buyurdu.
Fakat bütün bu rivayetlerle beraber, en sahîh söz ve
görüş: Onun ikindi namazı olduğudur. Çünki bu hususta bir çok sahîh hadîsler
vârid olmuştur.
«Beş vakit namaa,
şartlarına uygun olarak kılıp.»
« Kunût » ; Birkaç
mânâya gelir:
a) Duâ ve zikir.
Bu takdirde «Duâ ve niyaz ederek Allaha ibâdet edin..»
b) Susmak,
konuşmamak.
Zeyd b. Erkam diyor ki: Biz namazda iken yanımızda
duran kimseyle konuşurduk. Bu âyet inince Allah-ü Teâlâ bizi bundan men'etti.
Buharî'nin tahrîrine göre: Abdullah b. Mes'ud (R.A.)
diyor ki: «Habeşistan'a hicret etmeden önce, Resülüllah'a namazda iken selâm
verirdik, o da selâmımızı alırdı. Habeşistan'dan döndüğümüzde yine aynı hal
üzere selâm verdiğimde, Re-sûlüllah karşılık vermediler, bilâhare sebebini
sorduğumda, buyurdular ki: «Allah dilediği emri verir; Namazda konuşmamızı
kesin olarak men'etti:
Müslim'in Muâviye b. Hakem el-Sülemî'den yaptığı
rivayette Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuşlar: «Bizim şu namazımız yok mu? Onda
insan sözünden bir şey konuşmak doğru olmaz. Çünkü bu namaz tesbîh, tekbîr ve
Kur'ân okumaktır.»
Ebû Saîd el-Hudri'den yapılan rivayete göre: Bir adam
Ce-nâb-ı Peygambere namazda selâm verdi. Peygamber (A.S.) sadece ona hafif baş
işaretiyle karşılık verdi ve selâmdan sonra buyurdular ki: «Biz namazda selâm
alır ve karşılık verirdik. Fakat böyle yapmaktan artık men'olunduk!.»
c) Namazda kıyam (ayakta durmayı) uzatmak..
Bu mânâyı te'yid eder mahiyette Buharı ve Müslim'in
rivayet ettikleri hadîste buyuruluyor ki
«Namazın en üstünü, kıyamı en uzun olanıdır.»
d) Rükû'
ve secdeleri uzatmak..
e) Namazda huşu'
üzere bulunmak..
«Eğer korkarsanız, yaya yahut bînekte iken (kıbleye
veya herhangi bir semte karşı) kılın..»
Muharebe ve benzeri bir fitneden korkarak Hakk'ın divânına
tam bir huşu' ile durup bütün şartları yerine getirmek mümkün olmadığında
namazı yürüyerek, yahut süvari olarak
kıbleye veya herhangi bir semte doğru
kılın. Buna, «Salât-i havf Korku namazı» denilir. Korku namazı iki
kısımdır: Biri savaş ânında — ki bu âyette ona işaret ediliyor diğeri savaş dışındadır ki Nisa sûresinde işâret etmektedir. ileride bundan
bahsedilecektir.
Savaş ânında namazı terketmek mümkün olmadığına göre,
nasıl namaz kılmak gerekir:
a) Şafiî mezhebine göre: Hem süvari olarak, hem de yaya
yürürken kıbleye veya başka bir semte yönelip namaz kılınır. Rükû' ve secde
imâ' (baş işareti) ile yerine getirilir. Ancak secde için baş biraz daha
eğilir.
b) Ebû Hanîfe'ye göre: Yaya olarak, yürürken namaz kılınmaz,
savaş korkusu kalktıktan sonra kaza edilir. Çünki Peygamber (A.S.) Hendek
savaşında öğle ve ikindi namazını ancak güneş battıktan sonra kaza etmişlerdi.
O halde Peygamber'e uymak gerektir.
İmam-ı Şafiî, yukarıdaki âyeti hüccet olarak kabul
etmiş ve Hendek gününde henüz korku namazı hakkındaki âyet inmemişti ve bu
âyet indikten sonra Peygamber (A.S.) hiç bir narmazı te'hîr etmemiştir.»
demiştir.
Savaş dışındaki korkulu ânlarda kılman namaz da böyledir.
Ancak îbnii Abbas (R.A.)dan bir rivayet gelmiştir; Allah namazı.
Peygamberimizin diliyle size farz kılmıştır. Haberde dört rek'ât, seferde iki,
korku ânında bir rek'ât...
Seleften Hasan el-Basrî, Atâ', Tavus, Mücâhid, Katade,
Dah-hâk, îbrâhîm ve îshâk bu rivayetin zahirine uymuşlardır.
îmam-ı Şafiî, îmam Mâlik ve Cumhur-i ulemâ'ye göre:
Korku namazı, rek'ât sayılarında diğer namazlar gibidir.
îbnii Abbas'in sözü, imamla kılınan bir rek'âte
işarettir. O halde korku namazı, ister savaş ânında, ister sel, yangın ve
benzeri bir tehlike vukuunda olsun, imâ' ile kılınır. Abdullah b. Enis'in
hadîsinde Cenâb-ı Peygamber (A.S.) onu Hâlid b. Süfyân etHüzelî'yi öldürmek
üzere gönderiyor. Abdullah, Hâlid ile karşılaşınca, ikindi namazının vakti
girmiş bulunduğundan, namazı vaktinde kılamamanm endişesiyle hemen imâ' ile
kılıyor ve sonra işini bitiriyor.
îmam Evzaî diyor ki: Savaş kızışır, fethe doğru
gidilir ve o ânda namaz kılmaya güç ve imkân bulunmazsa, herkes kendi başına
imâ' ile kılar. Buna da imkân bulunmazsa, savaş kesilip emniyet gelinceye
kadar te'hîr edilir.
Korku namazı iki rek'ât olarak kılınır. Buna imkân olmazsa,
iki secdeli bir rek'ât kılınır. Bu da mümkün olmadığında sadece tekbir
getirilerek namaz edâ edilmiş olmayacağından te'hîr edilir. [1]
1- Âyette geçen «salâvat = namazlar»
kelimesi beş vakit namaza işarettir
2 - «Kunût» kelimesi, şartlarına, erkân ve vücubuna uygun
namaz kılmaya işarettir. Başka mânâlara da gelir.
3 - Korku namazı:
Şâfiîlere göre, hem süvari, hem yaya yürürken kıbleye
veya başka bir semte yÖnelip kılınır. Rükû' ve secdeleri imâ ile yerine
getirilir.
Ebû Hanîfe'ye göre, yaya olarak yürürken kılınmaz.
Bilâhare kaza edilir.
4 -Şafiî, Mâlik ve cumhura göre, korku namazı rek'ât
sayılarında diğer namazlar gibidir. Hanefîlere göre de böyledir.
5- îmam Evzaî'ye göre: Savaşta asıl şekliyle namaz kılma
imkânı kalmadığında herkes münferiden baş işaretiyle kılar. Bu da mümkün
olmadığında te'hîr edilir.
Geniş bilgi için fıkıh kitapları «Salât-i havf»
bahsine müracaat edilmesi. [2]
«Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size
bir fenalık yapacağından endişe ediyorsanız namazdan kısaltmanızda size bir
vebal yoktur. Şüphesiz ki küfür edenler sizin apaçık düşmanınızda1.» (En-Nisâ
sûresi, âyet: 101)
Seferde (yolculuk hâlinde) namazı kısaltmak ilâhî bir
sadakadır, onu kabul etmek, Allah'ın hoşnutluğuna yol açar. Veya bir
azimettir, onu emredildiği şekilde yapmak vâcibdir.
Ancak âyet-i kerîmenin zahirî delâletinden anlaşılan,
seferde dört rek'âtli farz namazları kısaltmak (ikişer rek'ât kılmak) vâcib
değil, ihtiyarîdir. Çünki «Kısaltmanızda size bir vebal yoktur» cümlesi
kısaltmanın ilâhî bir ruhsat olduğunu ifâde eder. Bu bakımdan fukahânın ancak
az bir kısmı kısaltmanın vâcib olduğunu söylemişlerdir. Ömer bin Abdulazîz,
Kaadı Ismâîl, Hammad bin Ebî Süleyman ve daha birkaç Kûfeli âlimler bu gruba
dâhildir. îmam Mâlik'den de vâcib olduğuna dâir rivayet vardır. Bunların
delili, Hazret-i Âişe Vâlidemiz'den sabit olan sahîh rivayettir:
«Namaz önce İkişer rek'ât olarak farz kılınmıştı.
Sonra ha-zarde (iki rek'ât daha) fazla kılındı, seferde ise olduğu gibi kaldı.»
[3]
Bunun gibi Ya'lâ bin Ümeyye'nin hadîsi de delil olarak
gösterilmiştir. Hazret-i Ya'lâ diyor ki: «Hazret-i Ömer (R.A.) den sordum,
dedim ki, âyette namazın kısaltılmasına şart olarak kâfirlerin fenalıkta
bulunma korku ve endişesi gösteriliyor. Bugün ise artık bizler için böyle bir
korku ve endişe mevcud değildir. Hazret-i Ömer (R.A.) cevaben buyurdu ki:
«Senin anladığın gibi veya hayret ettiğin gibi ben de anlamış ve hayret
etmiştim. Aynı soruyu Hazret-i Peygamber (A.S.) den sordum, buyurdular ki:
«Allah bunu bir sadaka olarak size lütfetti. Artık
Onun sadakasını kabul edin!» [4]
Hadîste (O'nun sadakasını kabul edin!) mealindeki cümlenin
zahiri, kısaltmanın vâcib olduğunu ifâde eder.
«Kâfirlerin size bir fenalık yapmasından endişe
ediyorsanız» (Nisa sûresi, âyet: 101) meâlindeki şartın zahirinden de, seferde
namazı kısaltmanın caiz olmadığı, ancak kâfirlerin fitne ve fenalık yapma
endişesi hâlinde caiz olacağı anlaşılıyorsa da Cenâb-ı Peygamber (A.S.)ın emniyet
günlerinde de seferde namazı kısalttığı sünnet ile sabit olmuştur. O halde
âyetteki şart mefhumu, gaalib-i ahvale göredir. Çünki îslâmın-ilk devrinde
Müslümanların ekseri seferleri korku ve endişe verici idi.
Ulemâdan bir kısmına göre şart, mâ-kabline muttasıl değildir,
âyet «mine's-salâti» ile tamamlanmış oluyor. Sonra şart ile ikinci cümleye
başlanılıyor ki onunla irtibatlı olmuş oluyor.
Diğer bir kısmına göre ise, cümledeki
şart, sünnet ile mensûhtur. [5]
Seferi namaz hakkında bir çok muhtelif rivayetler vardır.
Biz bunlardan iki tanesini nakletmekle yetiniyoruz.
Buharı ve Müslim'in kaydettiklerine göre, Abdullah bin
Ömer (R.A.) diyor ki: «Seferde Cenâb-ı Peygamber (A.S.) ile birlikte dört
rek'âtli farz namazları ikişer rek'ât olarak kıldık. Ebûbekr ile Ömer
devirlerinde ve Osman'ın da ilk hilâfet yıllarında yine ikişer rek'ât olarak
kılıyorduk. Sonra Hz. Osman dörder rek'ât olarak tamamladı.»
Yine Buharî'nin tahrîcine göre: Abdurrahmân bin Yezid
diyor ki: «Hazret-i Osman, namazı seferde de dörder rek'ât olarak bize
kıldırdı. Onun böyle yaptığı Abdullah bin Mes'ud Hazretlerine anlatılınca,
«înnâ lillâhi...» dedi, biz Peygamber (A.S.) ile Minâ'da (dört rek'âtli farz
namazları) ikişer rek'ât olarak kıldık. Ebûbekr ve Ömer (R.A.) ile de aynı
yerde ikişer rek'ât olarak kıldık.. Şu dört rek'ât neye?.. Keşke sebebini
bilmiş olsaydım!.» [6]
Gerçi Dâre Kutnî'nin Hazret-i Âişe Validemiz'den
yaptığı rivayette; Hz. Âişe diyor ki:
«Hazret-i Peygamber (A.S.) seferde namazı hem
kısaltır, hem tamam kılardı. Hem oruç tutar, hem de iftar ederdi.» Bu, Hazret-i
Osman için bir delil olabilirse de, ma'lûldur. Mahfuz olan, Hazret-i Âişe
(R.A.) nin kendisinin böyle yaptığıdır. [7] Zira
îmam-ı Beyhakî'nin yaptığı rivayette, deniliyor ki:
«Âişe Validemiz,
Hazret-i Peygamber (A.S.) ile birlikte Umre yapmalı üzere Medine'den
Mekke'ye gelmişlerdi. Hz. Aişe:
— Ey Allah'ın
Resulü! Anam-babam sana feda olsun!. Ben namazı tamam kıldım, siz kısalttınız.
Ben oruç tutmadım, siz
ise tuttunuz, dedi.
Hazret-i Peygamber (A.S.) ona : İyi yaptın ya Âişe». buyurdular ve onu ayıplamadılar.».[8]
1 Seferde
namazı kısaltmak ümmetin icmâiyle caizdir. Çünki Allah-ü Teâlâ günah saydığı
şeylerin işlenmesini hoş görmediği gibi, (kolaylık olsun diye) vermiş olduğu ruhsatlarının
yapılmasını da sever.
- Ahmed bin Hanbel'in bu mealde naklettiği hadîs meşhurdur.
Hz. Ömer, Hz. AH, îbnü Ömer, Câbir, îbnü Abbas, Hasan
el-Basrî, Katade ve Ömer bin Abdulazîz'e göre ise vâcibdir. îmam-ı Â'zam ile
îmam Mâlik'e göre de böyledir. Çünki kısaltma bir ruhsat olmaktan ziyâde
azimettir. Az yukarıda da naklettiğimiz gibi, Buharî ve Müslim'in, Hazret-i
Âişe'nin şöyle dediğini tahrîc etmişlerdir: «Cenâb-ı Allah şüphesiz ki namazı
(önce) ikişer ikişer farz kıldı. Resûlüllah (A.S.) Medine'ye hicret
ettiklerinde hazar namazına fazlalık yapıldı, seferi namaz ise olduğu gibi
kaldı.»
2. Seferi halde dört rek'âtli farzlar ikişer rek'ât
olarak da kılınabilir. Çünki kısaltma bir ruhsattı, yolcunun ihtiyarına bırakılmıştır,
îmam-ı Şafiî ile îmam Ahmed'in mezhebi de budur. Hangi seferlerde kısaltma
yapılabilir?
3. îmam-ı Şafiî, îmam Mâlik, İmam Ahmed ve cumhura göre,
mubah olan her seferde dört rek'âtli farz namazları iki rekât olarak kılmak
caizdir. Bâzı âlimlere göre, hac, umre, cihâd ve benzeri tâat için yapılan bir
sefer olması şarttır. Aksi halde kısaltma yapmak caiz değildir.
Ebû Hanîfe ve Sevri'ye göre, sefer günah da olsa yine
kısaltmak vâcibdir.
Kısaltma mesafesi hakkında da görüş farkı vardır:
a) Dâvud el-Zahiriyye göre, uzun olsun, kısa olsun bütün
seferlerde namazı kısaltmak caizdir,
b) Evzaî'ye göre, namazı kısaltmak için bir günlük mesafe
şarttır. îmam Mâlik ile îmam Ahmed bin Hanbel'e göre de böyledir. Bir günlük
mesafe ise dört berîddir. Çünki İbnü Ab-bas (R.A.)dan merfuan rivayet edilen
hadîs-i şerifte buyu-ruluyor ki:
«Namazı ancak dört berîdden az olmayan bir mesafede kısaltın.»
[9]
c) îmam-i
Şafiî'ye göre iki gecelik mesafe şarttır. Bu, on-altı fersahtır. Her fersah ise
üç mildir.
d) îmam-ı Â'zam
ile Sevrî'ye göre, üç günlük mesafe şarttır. Buharî'nin, îbnü Ömer (R.A.)dan
yaptığı rivayette, buyu-ruluyor ki:
«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden hiç bir kadına
nıah-remsiz olarak üç günlük mesafeden fazla yolculuk yapmak helâl
olmaz.»
Kısaltma mesafesi hakkında görüş farkı olduğu gibi seferde
ikaamet müddeti hakkında da görüş farkı vardır:
a) îmam-ı Şafiî, tmam Mâlik, Ebû Sevr, Leys bin Sa'd ve
Taberî'ye göre, belli mesafeyi aşıp gittiği yerde dört gün ikaa-mete niyet
ederse kısaltma yapması caiz değildir. Bundan az bir müddet ikaamete niyet
ederse seferi olmaktan çıkmaz. Bu, Saîd bin Müseyyeb'den mervîdir. Ebû Davud'un
yaptığı rivayette, Hazret-i Enes diyor ki: «Biz Resûlüllah (A.S.) ile Medine'den
çıkıp Mekke'ye gittik. Medine'ye dönünceye kadar Hazret-i Peygamber ikişer
rek'ât namaz kıldılar.»
Bunun üzerine Hazret-i Enes'e soruldu:
— Mekke'de bir
müddet kaldınız mı?
— Evet, on gün
kaldık..
b) îmam-ı Â'zam, Ebû Hanîfe, arkadaşları ve îmam-ı
Sev-rî'ye göre: Onbeş gece ikaamete niyet ederse seferi olmaktan çıkar ve artık
namazları kısaltmaz.
Bu, îbnü Ömer ve îbnü Abbas (R.A.)dan mervîdir.
Eshab-ı kiramdan bu hususta bu iki zata muhalefet eden olmamıştır. Çünki îbnü
Ömer (R.A.)nm rivayet ettiği hadîs-I şerifte buyu-ruluyor ki:
«Yolculuk halinde bir beldede onbeş gün kalmaya niyet
edecek olursan, namazı tamamla (yâni dört rek'ât olarak kıl)!»
c) imam Ahmed'e göre yolcu gittiği yerde yirmibir vakitten
fazla bir müddet kalmaya niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve namazları
kısaltır. Dâvud el-Zahiriyye göre de böyledir.
îmam-ı Kurtubî'ye göre, Şafiî ile Mâlik'in bu
husustaki kavli daha sahihtir.
Bu görüşlerden başka bir de Hazret-i Enes'in Nisabur'da
iki yıl ikaamet ettiği ve bu müddet içinde dört rek'âtli namazları iki rek'ât
olarak kıldığı rivayet edilmiştir. Ebû Miclez de diyor ki: «îbnü Ömer
Hazretlerine sordum: Birtakım işlerimi görmek için Medine'ye gelip yedi, sekiz
ay, kaldığım oluyor. Bu durumda seferi olmaktan çıkar mıyım? Hayır, namazı
kısaltarak kılarsın, diye cevap verdiler.» [10]
(Korkulu ânlarda kılınacak namazın keyfiyeti)
«Ey Muhammed! Sen de içlerinde bulunup da kendilerine
namaz kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve
silâhlarını da yanlarına alsınlar; secde ettikleri zaman artık onlar arkanıza
geçsinler, henüz namazını kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber
namazlarım kılsınlar ve onlar da tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar.
Kâfirler, size ansızın bir baskın vermek için silâh ve eşyanızdan gaafil
bulunmanızı dilerler. Yağmurdan bir zarar olursa, veya hasta bulunursanız,
silâhlarınızı korumanızda üzerinize vebal yoktur, fakat yine de bütün ihtiyat
tedbirlerini alm. Allah, şüphesiz ki kâfirlere horlayıcı ağır bir azâb
hazırlamıştır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 102)
Namaz ve namazın telkin ettiği tedbirli tevekkül,
Müslümanların hem manevî silâhı, hem de millet olarak ebediyyen
yaşayabilmelerinin, tam bir hürriyet içinde istiklâllerini koruyabilmelerinin
hayat ve enerji kaynağıdır. Onsuz bir islâm cemaati olmak ne mümkün.. Çünki
îmânın dış görünüşümü/deki en güzel tezahürü namazdır. Günlük, haftalık, aylık
ve yıllık yaşayışımızı tanzime medar olan, gerçek anlamivle iç ve dış âlemimizi
aydınlatan, cemaatleşme şuurunu vcıen, her türlü sınıf farkını ara yerden
kaldıran, millet olarak varlığımızın a<ıl gaye ve hedefini tâyin eden
düstur, ilâhî düsturlardan biri olan namazdır. Artık o hiç bir \erde ve hiç bir
halde terkedilemez.
Buna işaretle Allah-ü Tcâlâ, seferde namaz kısaltma
ruhsatına mazhar olan ve düşmanın her ân bir baskın yapmasından endişe duyan
mü'minlere namazı terketmeleri için değil de onu kılmaları için diğer bir
kolaylık gösteriyor.
îbnü Abbas ve Câbir bin Abdullah (R.A.)dan yapılan
rivayete göre: Bir seferde idik. Müşrikler, Resûlüllah (A.S.) ile es-habmın
öğle namazını edaya kalktıklarını ve hep birlikte kıldıklarını görünce, hücuma
geçmediklerine ve bu yüzden iyi bir fırsatı kaçırdıklarına hayıflandılar.
İçlerinden, Müslümanların namaza olan bağlılık ve iştiyakını bilenler dediler
ki: «Üzülmeyin, bundan sonra onların bir namazı daha vardır ki, o bütün
namazlardan onlara daha sevimlidir (bununla/ikindi namazım kasdediyorlardı).
îşte o namaza kalktıklarında bizler hep birlikte hücuma geçer ve böylece
hepsini kılıçtan geçiririz.»
Bunun üzerine Hazret-i Cibrîl-i Emîn (A.S.) indi ve
korku namazının nasıl kılınacağını Resûlüllah'a târîf etti.
Dâre Kutnî'nin Ebû Ayyaş'dan yaptığı rivayette ise, bu
zat diyor ki: «Biz, Resûlüllah (A.S.) ile beraber Usfân'da bulunuyorduk.
Ansızın müşrikler karşımıza çıktılar, başlarında da Halid bin Velid
bulunuyordu. Bunlar bizimle kıble arasında mevki aldılar. Hazret-i Peygamber
(A.S.) da kalkıp bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler bu durumda hücuma
geçmediklerine pişman olmuşlar, aralarından birkaçı demiş ki: Sabredin, biraz
sonra onların bir namaz vakti daha gelecek ki o namaz onlara kendi canlarından
ve çocuklarından daha sevimlidir.
îşte bunun üzerine Hazret-i Cibrîl-i Emîn yukarıdaki
âyetle iniyor ve korku namazını öğretiyor. [11]
Nitekim îbnü Ömer ve îbnü Mes'ud (R.A.)mn rivayetlerine
göre, Hazret-i Peygamber (A.S.) korku namazını kıldırdığında, âyet-i kerimede
açıklandığı gibi ilk grup ile bir rek'ât ve diğer grubla da bir rek'ât kılmış,
sonra bu grub düşmana karşı gitmiş ve evvelki grub gelip ikinci rek'âti
kıraatsiz kaza etmek suretiyle selâm vermiş, sonra bunlar gidip yine ikinci
grub gelmiş, birinci rek'âti kıraat ile kaza edip selâm vermiş ve böylece her
grub iki rek'ât kılmışlardır.
Bu rivayetin sıhhatiyle beraber korku namazının birkaç
çeşidi vardır ve bu hususta muhtelif rivayetler nakledilmiştir:
a) Düşmanın tam kıble tarafında bulunması,
b) Kılınacak namazın iki veya dört veya üç rek'âtli
olması,
c) Düşmanın kıbleden başka bir cihette mevzilenmesi,
d) Cemaatle kılınması, harbin şiddetli zamanlarında münferiden
imâ ile kılınması,
e) Bütün bu hallerde kıbleye veya başka bir cihete
yöne-lip kılınması,
f) Bu namazın yalnız Hazret-i Peygamber'e (A.S.) has olduğu
mes'elesi.
g) Resûlüllah'ın
irtihalinden sonraki umerâye de şâmil olması,
Ulemâdan bir kısmına göre cemaat yalnız bir rek'ât
kılar ve ayrılır. Geride kalan diğer cemaat de gelip bir rek'ât kılar, îbnü
Abbas'a göre de böyledir. Ahmed bin Hanbci'in mezhebi de budur.
Bu. Ata', Câbil, el-Hasan, Mücâhid, Katade ve Hammad'm
kavlidir.
îbnü Hazm ve Muhammed bin Nasirü'l-Mervezî'ye göre,
korku zamanında sabah namazı bir rek'ât olarak kılınır. îshâk bin Rahaveyh'e
göre, kılıçlar birbirine girdiği zaman imâ' ile bir rek'ât kılmak yeter. Ahmed
bin Hanbel ve arkadaşları da böyle söylemişlerdir. Câbir bin ALdullah, Abdullah
bin Ömer, Kâ'b ve daha bir kısım sahabiye göre de böyledir. İbnü Cerîr aynı
rivayeti almıştır.
Ulemâdan diğer bir kısmına göre, savaşın aralıksız devamından
dolayı namazı geciktirmek caizdir. Nitekim Hazret-i Peygamber (A.S.)ın Ahzab ve
günü öğle ile ikindi namazlarını akşam vaktine te'hîr ettiği sahîh rivayetle
sabit olmuştur. Re-sûlüllah (A.S.) o gün akşam vakti önce geciktirilen öğle ile
ikindi namazlarını, sonra da akşam namazını kılmışlardı. Ayrıca Benî
Kurayze'ye karşı teçhiz ettirdiği askere: «Siz ancak ikindi namazını Benî
Kurayze'de kılabilirsiniz!» buyurmuşlardı. Asker henüz yolda iken ikindi vakti
girmiş, bir kısmı Hazret-i Peygamber (A.S.) bizden ancak acele gitmemizi irâde
etmişlerdi, namazı geciktirmemizi değil diyerek ikindi namazını kılmışlar.
Diğer bir kısmı da «Hayır, Hazret-i Peygamber (A.S.) ikindi namazını
geciktirmemizi emrettiler» diyerek yolda kıl-mayıp namazı te'hîr ettiler, ancak
Benî Kurayze'ye grubtan sonra yetişip öylece kıldılar. Dönüşlerinde durumu
Hazret-i Peygamber'e arzettiler, fakat Peygamber (S.A.) iki tarafı da kınamadı,
sükûtla mukabele etti.
Cumhura göre, te'hîr-i salât (namazı geciktirmek),
korku namazı hakkındaki âyetle nesholunmuştur.
Müzenî, Kaadı Ebû Yûsuf ve İbrahim bin îsmâîl bin
Aliy-ye'ye göre ise, salât-i havf (korku namazı) Hazret-i Peygam-ber'in Hendek
gününde namazı te'hîr etmeleriyle nesholunmuştur.
Resûlülîah (A.S.)m korku namazını biri Usfân, biri de
Benî Süleym'de olmak üzere iki def'â kıldıkları rivayet edilmektedir. Buna
benzer bir rivayeti de Ahmed bin Hanbel almıştır. [12]
Buharî'nin îbnü Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayette,
İbnü Abbas diyor ki: «Hazret-i Peygamber (A.S.) namaza kalktı, es-hab-ı kiram
da onunla birlikte kalktı, Peygamber (A.S.) tekbîr aldı, eshab da tekbîr aldı,
rükû'a vardı, onlar da rükû'a vardılar. Sonra secde etli, onlar da secde
ettiler ve Peygamber (A.S.) ikinci rek'âta kalktı, secde eden cemaat ise
kalkıp, kardeşlerini korumaya koyuldular, diğer grub Hazret-i Peygamber'e
uyarak rükû' ve secdeleri yaptılar. Böylece oradaki esbabın hepsi namazda idi,
fakat sırayla birbirlerini koruyorlardı.»
Bu rivayetten, Peygamber (A.S.)m iki grubtan her biriyle
birer rek'ât kıldığı anlaşılıyor.
Eshab-i Kiramdan Câbir bin Abdullah (R.A.)dan seferde
kılman iki rek'ât namazın kısaltılıp kısaltılmadığından sorulduğunda şöyle
cevap veriyor:
— «Seferde iki rek'ât tamamdır. Kısaltma ise savaş hâlinde
bir rek'âttir. Nitekim savaşta Resûlüllah ile beraber bulunuyorduk. Kaamet
getirildi, Resûlüllah (A.S.) kalktı, mev-cud cemaati ikiye ayırdı, bir grubu
düşmana karşı gönderdi, diğer grubla bir rek'ât namaz kıldıktan sonra onlar
düşmana karşı çıktı, öbür grub gelip Resûlüllah ile bir rek'ât kıldı ve böylece
her iki grub da Resûlüllah ile selâm verdiler. Böylece Hazret-i Peygamber iki
rek'ât, eshab ise bir rek'ât kılmış oldular.»[13]
1.
îmam Ebû Yûsuf ve Hasan bin Ziyâd'a göre, korku namazı Resûîüîlah'a has idi.
Ondan sonra başkası için caiz değildir.
îmam-ı Şafiî'nin arkadaşlarından Müzeni diyor ki: «Korku
namazı Önce sabit idi, sonra nesholdu. Halbuki Resûlüllah (A.S.)den sonra
Hazret-i Ali'nin Herîr'de, Huzeyte bin Yemâıı'-ın Taberistan'da ve Ebû Mûsâ'nm
başka bir yerde cemaate korku namazı kıldırdıkları rivayet yoluyla sabit
olmuştur. Bu bakımdan Şâfiîlerin çoğuna göre hüküm şöyledir :
«Düşman kıble cihetinde olursa, imam cemaati iki salla
ayırır ve onlarla namaz kılar, secdeye varınca birinci saf onunla beraber
secdeye varır, diğer saf ayakta gö/etleme vazifesi yapar. îmam secdeden
kalkınca, gözetlemede olan sat secdeye varır ve ayakta imama iltihak eder.
İkinci rek'âtte ise önce gözetleme yapan saf imamla secdeye varır, diğer saf
gözetleme yapar, imam teşehhüde oturunca gözetlemede olan saf secdeye varır ve
her iki saf da oturmuş olur. İmamla birlikte selâm verirler. îşte bu,
Resûlüllah (A.S.)in Usfân'da kıldığı namazdır.
Düşman kıbleden başka bir cihette ulursa, imam iki
defa namaz kıldırır: Her defa bir grubla.. Bu da Resûlüllah (A.S.)ın Batn-i
NahI mevkiinde kıldığı namazdır. Veyahut, bir grub düşmana karşı çıkar, imama
diğer grubla bir rek'ât kılar ve ikinci rek'âte kalkınca bu grub imamdan
ayrılıp kendi başına bir rek'ât daha kılarak namazını tamamlar ve sonra düşmana
karşı çıkar, bu def'â diğer grub gelir, imama uyar, bir rek'ât kılar, imam
teşehhüde oturunca onlar imamdan ayrılıp kendi başlarına bir rek'ât kılar ve
teşehhüdde imama ulaşırlar, artık imamla birlikte selâm verirler. Bu,
Resûlüllah (S.A.V.)ın Za-tü'r-Rika'da kıldığı namazdır. Fakat bu, Bam-i Mahl'de
kıldığı rivayetinden daha sahihtir.
Kılman namaz akşam namazı ise, imam bir grubla iki,
clı-ğer grubla bir rek'ât kılar.»
2. Düşman kıbleden başka bir cihette bulunursa, imam
cemaati ikiye ayırır: bir grub düşmana karşı durur, diğer grub ile bir rek'ât
kılar, ikinci rek'âte kalkınca imam avakta bekler, onlar ise kendi başlarına
namazlarını tamamlarlar ve yukarıda belirtilen şekilde iki grub da namazım kılmış
olur ki bu bizzat îmam-ı Şafiî'nin ihtiyarıdır.
Ebû Hanîfe ise bu hususla Câbin bin Abdullah (R.A.) in
ve aynı mefhumda îbnü Mes'ud ve tbnü Ömer'in rivayetlerim ihtivar etmiştir.
Şöyle ki: Korku namazının kılınabilmesi için, düşmanın mevcudiyeti ve gö/le
görülebilecek bir durumda olması sarltır. Meselâ: Uzaktan görünen karaltı
düşman asken sanılarak namaza durulur ve buna göre namaz kılındıktan sonra
karaltının düşman olmadığı anlaşılırsa, namazı iade etmek lâzımdır. Sel, yangın
ve benzeri bir korku vaktinde de salât-i havf hükmüne göre kılınır.
İmam cemaati ikiye ayırır: Bir kısmını düşmana karşı
bırakır, diğer kısmiyle namaza durur. Kılınacak namaz seferi veya sabah
namazı veya cuma olduğuna göre, o kısma bir, seferi değillerse veya akşam
namazı ise iki rek'ât kıldırdıktan sonra kendisini kalkıp ayakta bekler, o
kısım ise saf halinde düşmana karşı durur, düşman karşısında bulunan diğer
kısım gelip imama uyar, imam onlara namazın bakıyyesini kıldırır ve kendi
başına selâm verir. Bunlar selâm vermeden kalkıp düşmana karşı durur, diğer
kısım gelip lâhik olarak kıraatsiz bir rek'ât veya iki rek'ât kılarak namazı
tamamlar ve selâm verip düşmana karşı durur, diğer kısım olduğu yerde mesbuk
olarak kıraatle namazı tamamlar.
İmam Mâlik Muvatta'de (Salât-i havf)i şu rivayetlerle
ifâde etmiştir :
«Zatü'r-Rika' gününde Resûlüllah (S.A.V.) ile korku namazı
kılanlar şu şekilde kılmışlardı: Bir grub Peygamberle beraber namaza durmuş,
diğer grub düşmana karşı durmuş. Peygamber (S.A.V.) o gruba bir rek'ât kıldırdıktan
sonra ikinci rek'âta kalkıp ayakta beklemiş, onlar imamdan ayrılıp kendi
başlarına namazlarım tamamlamış ve sonra saf halinde düşmana karşı durmuşlar,
diğer grup gelerek Resûlüllah (S.A.V.) ile bir rek'ât kılmış, Peygamber
(S.A.V.) oturmuş, onlar kendi başlarına namazlarım tamamlamış ve Peygamberle
birlikte selâm vermişlerdin»
Bundan başka îmam Mâlik üç rivayet daha almıştır ki kitabımızın
hacmi buna müsait değildir. Arzu edenler Muvatta a müracaat etsinler.
3. Savaş kızışıp bütün şiddetiyle devam ettiği zaman,
îmam-ı Şafiî'nin mezhebine göre, yaya ve süvari olarak imâ' ile (baş
işaretiyle) namaz kılınır, te'hîri câiz değildir Yani hu vaziyette miımkün
olan ne ise ona göre hareket edilıı ve namaz vaktinde kılınır.
İmam Mâlik, Evzâî ve Sevrî'ye göre de böyledir.
îmam-ı A'zam'm mezhebine göre, bu vaziyette nama/ kılınmaz,
emniyet teessüs edinceye kadar, yani sava$> hı/ını kav-bedinceye kadar
te'hîr edilir.
4. Korku hallerinde nama/ kılarken silâhlı bulunmak
müstehabdır. [14]
[1] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/47-56.
[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/56-57.
[3] İmam Kurtubl ve İbnü Kesir'e göre: Bu hadîsin senedi
sahîhse de metni zayıftır. Çünkü beş vakit namaz ikişer rek'ât olarak farz
kılınmış değildir, akşam namazı Üç rek'ât olarak farz kılınmış, yaln» seferi
namaz de&İl, sabah namazı da iki rek'ât olarak farz kalmıştır. M.
[4] İmam Ahmed - Müslim
[5] Bu, Kltab-ı Kerim sünnet ile yâni ayet, hadîs ile
nesholunabilir, diyen-lere göredir.
[6] Mlna'da hac günlerinde seferi bulundukları halde
Hazret-1 Osman'ın dört rek'âtli farz namazları kısaltmadım sebebini, başta
Müfeşslr Kurtabl ™ tbntt Kesir olmak üzere bir kısım tefeciler söyle izah
etmişlerdir: Hac bâ-letl lcin gelenler arasında birçok câhil bedeviler de
bulunuyordu. Dört rek âtH namazlar kısaltılarak kılınmış olsaydı, bu naınazlann
her zaman böyle kılınacağı zannını uyandırırdı. iste bu endişeyle Hz. Osman
kısaltma yapmaimstir
[7] Malûl hadis: Vehme kap.lan ve böylece tanınan bir
râvinin nakletti Malûl naaseiiedjnde veya metninde illet bulunursa ona melül
denilir.
[8] Şeyhülislam İbn Teymiyye’ye göre bu hadis batıldır.
Çünkü biz, Hazret-i Aişe validemizin Peygamber’e (s.a.v.) ve ashabınamuhalefet
edeceğini kabul etmiyoruz. Buhari ve Müslim’in tahriclerine göre, Hz. Aişe
diyor ki: “Allah namazı ikişer rek’at olarak farz kıldı. Rasulullah Medine’ye
hicret edince hazari namaza ziyade edildi, seferi namaz olduğu gibi kaldı.”
Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları,
Bahar Yayınları: 1/57-60.
[9] Beyhaki Bi-senedin sahihin.
[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/61-63.
[11] Halİd bin Velid'in dâire-i tslâma girmesine bu sebep
olmuştur. M.
[12] Müzeni ile Kaadı Ebû Yûsuf'un görüşleri hayretle
karşılanmıştır; Çün-ki tarihçilerimizin tesbitine göre, korku namazı Hendek
günü de meşru' İdi. Zira Zatü'r-Iİika* savaşı Hendek savaşından önce vuku'
bulmuştur. Buhari'ye göre, Zatü'r-Rlka' Hendekten sonra vuku' bulmuştur. Bütün
bu rivayetlerle beraber gerçek olan Hendek savaşından sonra da korku namazının
kılındığıdır. M.
[13] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/64-68.
[14] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/68-71.