MÜŞRİKLERİN MESCİDLERİ İMARA EHLİYETLERİ YOKTUR.. 1

MÜŞRİKLERİN MESCİD-İ HARÂM'A YAKLAŞMALARINA MANİ' OLMAK.. 2

 

MÜŞRİKLERİN MESCİDLERİ İMARA EHLİYETLERİ YOKTUR

 

«Allah'a eş-ortak koşanların, kendi nefisleri üzerine küfür­le şâhİd oldukları halde Allah'ın mescidlerini, i'mar etmelerine (ehliyet ve liyakatları) yoktur. İşte onların amelleri boşa git-1 mistir;   ateşte  de  ebedî  kalıcılar  onlardır.»   (Tevbe   sûresi, âyet:   17).

Allah'ın ismi üzerine kurulan, O'nun rızâsını eld£ etmek için yükseltilen mescidleri maddeten ve manen bayınttır hale getirmeye müşrikler lâyık ve ehil değildirler. Çünki mescidlff Allah'ın varlığım, birliğini tâlime en müsâid yerlerdir. Allah'­ın ebedî ve ezelî olduğunu, ibâdete ancak O'nun lâyık bulun­duğunu yansıtır. Ruhen yükselmenin, ahlâkan gelişmenin, nef­si terbiye etmenin en güzel havası ancak mescidlerde teneffüs edilir. Artık ahlâkî, i'tikadî ve ruhî yapısı tamamen bu mak­sada zıd olan bir müşrik veya dinsiz mescidlere hizmet edebi­lir mi? Bâtıl akidesiyle oraları bayındır hale getirebilir mi? ElWte ki bu olur şey değildir. Amelin makbul olabilmesi için ırnan ve islâm şarttır.

EshabKirâm'dan Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.)den yapılan rivayete göre, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki: «Adamı mescide gitmeyi itiyad ettiğini gördüğünüzde, îmân İle onun lehin­de şahitlikte bulunun!.» [1]

Diğer bir hadîs-i şerifte de «Mescİdleri İ'mar edenlerdir ancak Allah'ın dost ve yaranları!»

buyuruluyor.  [2]

Tâbiîn-i kiramdan Amr bin Meymûn el-Evdî diyor ki: -«Hazret-i Muhammed (S.A.V.)m eshabından birçok kimselere yetiştim. O mübarek insanlar şöyle diyorlardı: «Mescİdler yer­yüzündeki Allah'ın evleridir; Allah'ı bu evlerde ziyaret eden­lere Allah'ın ikramda buluıunsaı (O'nunva'd ve kanunu icâbı) üzerine bîr haktır.»

Âyet-i Kerîme'nin te'vîline gelince, bunda görüş farkları vardır:

a) Müşrikler, Mescid-i Haram'ı ziyaretten men' edildik­ten sonra artık onların gelip bu Mescid'de ibâdet etmeye ehli­yet ve liyâkati kalmamıştır; küfürlerine bizzat kendileri şâ-hid iken.

Daha Önceleri, yani bu ve diğer âyetler inmeden Önce Bey-tullah'm, hacılara hizmet, onlara su dağıtmak, ziyafetler ver­mek gibi hizmetlerini müşrikler yerine getirirdi. Cenâb-ı Hak, müşriklerin bu gibi ulvî hizmetlere ehil olmadıklarını, ancak mü'minlerin lâyık bulunduğunu beyân ederek, Beytu'llah'ı müşriklerin sırf âdete dayanan, imân ve islâmla ilgisi olmıyan hizmetinden uzak tuttu..

b) Rivayete göre Bedir harbinde Hazret-i Abas da esirler arasında bulunuyordu. Eshâb-ı kiram onu küfür ve akrıbasma karşı merhametsizlikle ayıpladı. O da: «Siz sadece bizim ayıp­larımızı söylüyorsunuz, iyilik ve mehasinimizden hiç söz etmi­yorsunuz» diyerek mukabelede bulundu. Bunun üzerine Haz­ret-i Ali (R.A.) ona: «Sizin bir mehasininiz var mıdır?» diyerek müşriklerin iyiliklerinin boşa çıkacağına i$âret etti. Abbas da: «Evet, biz Mescid-i Haram'ı i'mar ediyoruz, Kabe'ye örtü takı­yoruz, gelen hacılara su dağıtıyoruz, esirleri serbest bırakıyo­ruz,» diye cevap verdi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi.

O halele «mesâcid» kelimesinden, «Mescid-i Haram» kas-dediîmiştir. Fakat ekseri âlimlere göre, bufc bütün mescidleri ifâde eder.

Müşrikler, küfür içinde kaldıkları müddetçe hayır ve iyi­lik namına yaptıkları her amel boşa gitmiştir. Bu bakımdan bir müşrikin beşeriyete yaptığı hizmetin mükâfatı ne olabi­lir? Meselâ Edison'un bunca hizmeti boşa mı gitmiştir,? Hiz­metlerin iki türlü mükâfatı vardır: Biri yalnız dünyada, diğeri hem dünyada, hem âhirette... Allah'a tam bir imân şuuru için­de yani O'nuh Vermiş olduğu akıl, zekâ, isti'dad ve imkânlarla başarılı olduğuna inanıp, şükrünü edâ ederek yapılan hizmet­lere dünyada bir karşılık beklenmediği için bunun mükâfatı bilhassa âhirette verilecektir. Bu itibarla dinimizde, yapılan her türlü iyilik ve ibâdet gösterişten uzak olmalıdır, diye tavsiye edilir Aksi halde uhrevî değerini kaybettiği için mükâfatı si­linir. Allah'ı bilmeme, tanımama cehaleti içinde yapılan hizmet­ler ve iyilikler sadece nam ve şöhret için, mevki için yapılmış olacağından, bunun karşılığı tamamen dünyada görülmüş olu­yor. Âhirette ise ancak Allah için yapılan iyilikler mükâfat gö­recektir. Çünki ameller niyetlere göre değer alır.

Evet,

«Allah'ın mescîdlerlni ancak Allah'a âhiret gününe dosdoğ­ru imân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı (kuruşuna ka­dar) veren ve Allah'dan başkasından korkmiyau kimseler i'mar eder. İşte doğru yola ermişlerden, (Allah İçin amel ve hizmet­te bulunanlardan) olmaları umulanlar bunlardır.»

Bu 18. âyetin tefsirinde ise, üç önemli mes'ele tesbît ede­biliyoruz:

1. Mescidleri i'mar edenlerin imâna sahip bulunduklarına şahitlik yapmak sahihtir. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) buna işaretle buyuruyor ki: «Adamın mescide gidip ibâdet etmeyi âdet edindiğini gördüğünüz zaman ona imân ile şâhidlikte bu­lunun.»

2 «Allah'dan başkasından korkmayan....» buyuruluyor. Bundan maksad, ibâdetinde ve umûr-i dinde Allah'dan başkasından korkmıyan kimseler i'mar eder. Yoksa peygamberler de, mü'minler de Allah'ın düşmanlarından zaman zaman korkmuş­lardır. Kur'ân'da buna dair beyânlar, tarihte de örnekler var­dır. Demek ki, 'korku ve haşyet, ibâdetle umûr-i dinde ola­caktır.

3 .Mescidleri i'mar edenlere imân îsbât edilirken, Resûlül-lah'a imândan bahsedilmemiştir. Haifeuki Resülüllah'a imân etmiyen kimsenin imâm asla sahih değildir..Âyet-i kerîmenin veciz dizisi içinde «namazı dosdoğru kılan, zekâtı veıyen» atıflarıyla bu mânâ zımnen ifâde edilmiş oluyor. Çünki ancak Al­lah'a ve Resulüne imân edenler namaz: îkıîar: ve zekât verir. [3]

 

MÜŞRİKLERİN MESCİD-İ HARÂM'A YAKLAŞMALARINA MANİ' OLMAK..

 

«Ey imân edenler! Müşrikler ancak necistir. Onun İçin bu yıldan sonra Mescld-İ Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlik­ten korkarsanız, Allah dilerse sizi bol nimetleriyle zenginleşti­recektir. Şüphesiz ki Allah her şey'i hakkiyle bilen ve yegâne hikmet sahibidir.» (Et-Tevbe sûresi, âyet: 28).

Tevbe sûresi 17. âyetle, müşriklerin Mescid-i Harâm'ı zi­yaretten men'edildikten son,ra artık onların gelip bu Mescid'de ibâdet etmeye ehliyet ve liyâkati kalmadığı belirtilmişti. Bu âyetle de onların Allah'a eş-ortak koşan kimseler olmaları hay-sivetivle  cünüplükten başka manevî pisliklerin en kötü­sünü üzerlerinde taşıdıkları için ilânın yapıldığı hicri dokuzun­cu seneden sonra Mescid-i Harâm'a yaklaşmaları men'ediliyor.

Şirk manevî pisliklerin en kötüsüdür. Zira aklı, zekâsı ve fıtrî bütün yeteneklerini, kâinatın yaratıcısı olan Allah'ın varlığı, birliği, ezelî ve ebedî olduğu hakkında kullanmayıp ken­disi gihi birtakım fânilere tapan veya varlık alemindeki mev­cut düzeni idrâk edemiyerek şirke düşenler, bu davranış ve iti-kadlanyla pislikten başka bir şey değildirler.

Müşriklerin necis olmaları hususunda âlimlerin görüşleri ise şöyledir:

a) Katâde, Ma'mer bin Râşid v.b. göre müşrikler cünüp oldukları için onlara bu vasıf verilmiştir.

b) îbni Abbas (R.A.)ye göre onların kendileri, köpek ve domuz gibi necistir.

c) Hasan Basrî de aynı görüşte olup ayrıca şunu ilâve eder: «Bir müşrik ile el sıkışan kimse, abdest alsın!»  [4]

Nitekim Ebû Şeyh ile îbni Merdveyh'in çıkardıkları bir hadîste buyuruluyor ki:

«Bir müşrik ile el sıkışan kimse, ya abdest alsın veya eîlerini yı­kasın!.» Ayrıca İbni Merdveyh'in Hişâm bin Urve'den çıkardı­ğı rivayette de deniliyor ki: «Hazret-i Peygamber (S.A.V.) Cib­ril'i karşıladı ve musafaha etmek için elini uzattı. Fakat Cib-rîl elini vermekten imtina' etmiştir. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (S.A.V.) :

  Ya Cibril! elimi tutmaktan seni men'eden nedir? diye soruyor. Cibril:

Çünki sen bir yahudînin elini tuttun.. Bir kâfirin eline dokunan ele dokunmayı hoş görmedim, diye cevap veriyor. Bu­nun üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.Y.) su getirtip abdest alı­yor ve sonra elini Cibril'e uzattığında o da elini uzatıyor.

Ancak, bu âyet-i kerîmenin inişinden önce bu hâdisenin vu­ku' bulduğunu söyliyenler var. Bu bakımdan müctehidler yu­karıdaki iki hadîsi sened olarak almamışlardır. [5]

d) Dört mezhep imamlarına göre ise, müşrik bizzat necis değildir. Çünki Allah onların hazırladığı yemeklerin yenilme­sini bize helâl kılmıştır. Necis olmuş olsalardı, yemeklerinin de yenilmemesi icab ederdi. Nitekim Hazret-i Peygamber (S.A.V.) onların kaplarından yemek yemiş, su içmiş ve abdest almış­tır. [6]

Ayrıca bu âyete dayanarak bütün mezhepler, müslüman-lığı kabul eden müşriklerin gusletmesi üzerinde ittifak etmiş­lerdir. Yalnız îbni Abdilhakem müstesna.. Ona göre İslâmiyet'e giren müşrike gusletmek vâcib değildir. Çünki îslâm kendin­den önceki her şey'i kökünden kesip atar. Yani daha önce iş­lenmiş günâhlar, terkedilmiş ameller artık bir değer taşımaz.

İmâm-ı Şafiî de: «Bence müslüman olan müşrikin guslet­mesi sadece müstehabdır.» diyor. İbni Kaasım da aynı görüş­tedir. İmâm Mâlik'den gelen bir rivayete göre gusül gerekmez.. Fakat Sümâme hadîsi bu gibi görüş ve rivayetleri reddeder ma­hiyettedir. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bir gün Sümâme'ye uğ­ramıştı, o da müslümanlığı kabul ederek hak dine girmişti. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) onu Ebû Talhâ'mn bahçesindeki su ile gusletmek üzere göndermişti. Sümâme bu emir üzerine gidip gusletmiş ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra Hazret-i Peygamber'e gelmişti. Allah'ın Resulü: «Arkadaşınızın îslâmi-yeti cidden güzel oldu!.» buyurmuştur. [7]

Âyette geçen «Mescid-i Harâm»dan, Harem'in bütünü kas-dedildiğine hükmedilerek [8] müşriklerin harem dâhilinde me­kân tutmaları, yani bu bölgeye girmelerine imkân verilmesi yasak edilmiştir. Şayet müşriklerden bir elçi gelecek olursa, hükümdar onu h i l'de (haram dışında) karşılayıp kabul eder.

Harem'e gizli olarak girip ölen kimsenin cenazesi, defnedilmiş-se, kabri açılarak cesed veya kemikleri çıkarılıp harem dışına götürülüp gömülür.

Cezîretü'1-Arap (Arap yarımadası) bu hükme dahil mi­dir? Çünki Arap yarımadası denilince şu beldeler hatıra gelir: Mekke, Medine, Yemâme, Yemen ve bunlara bağlı köy ve ka­sabalar.. İmamlar arasında görüş farkı vardır:

a) îmâm-ı Mâlik'e göre bu yerlerden Müslüman olmıyan kim varsa çıkarılır. Ancak yolcu olarak gelip geçenler müs­tesna..

b) îmâm-ı Şafiî'ye göre de Yemen müstesna olmak üze­re hüküm böyledir. Hazret-i Ömer'in yaptığı gibi onlara üç gün bir müddet tanınır.

Müşriklerin diğer mescidlere girebilmesi hususunda beş ayrı görüş vardır:

1. Medine âlimlerine göre, âyet-i kerîme diğer müşriklerle sair mescidler hakkında umumîdir. Ömer bin Abdülaziz (R.A.) bu âvete dayanarak ülkesindeki valiliklere bu mânâda bir ta­mim göndermiştir.

2.  îmâm-ı  Şafiî'ye  göre müşrikler hakkında umumîdir; mescidler hakkında ise değil... Bu bakımdan müşriklerin di­ğer mescidlere girmesine mâni' olunmaz. Nitekim Hazret-i Pey­gamber (S.A.V.), müşrik olduğu halde Sümâme'yi Mescid'de durmaktan men'etmemiştir.

3. îmâm Ebû Hanîfe'ye göre, yahudî ve hıristiyanlarm Mescidü'l-harâm'a ve diğer mescidlere girmelerine mâni' olun­maz. Mescidül-harâm'dan ise ancak müşriklerle putperestler men'edilir.                    

Elmalılı merhum Hamdi Yazır'ın tefsirinde İmâm Ebû Ha-nîfe'nin görüşü biraz daha değişik olarak şöyle tesbît edilmiş­tir: «Bunlar Mescid-i harâm'da hac ve omreden men'olundu-lar. Mescid-i harâm'a yakalşmasmlar demek, hac ve omreye gelmesinler, demektir.  Zira Mescid-i harâm'a takarrüb, ona mahsus olan ef âli ibâdet ile alâkadar olmak zahirdir ki o da hac ile ömredir.» [9]

Müfessir Alûsî de diyor ki: «Âyetin zahirine göre hicrî  9 ncu yıldan sonra müşriklerin Mescid'e ibâdet için yaklaşma-lan men'ediliyor. îmâm Ebû Hanîfe bu zahirî mânâya uyarak hac  ve  ömre   için   yaklaşmalarının   men'edildiğini,   savunu­yor.»  [10]

4. Atâ' bin Ebî Rabah'a göre Harem'in hepsi kıble ve mes-cid sayıldığı için müşriklerin Harem'e girmesini önlemek lâ­zımdır.

5. Katâde'ye göre müşrikler Mescid-i haram'a yaklaşamaz, meğer ki cizye veren biri olsun, veya Müslümanlara ait" bir kâ­fir köle olarak bulunsun... [11]

 



[1] Ahmed bin Hanbel. Tivmizî -  İbnİ Merdveyh - Hâkim: Abdullah bin Vehbden..

[2] Müsned-i Abd bin  Huineyd:  Enes bin Mâlik  (R.A.)den

[3] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/418-421.

[4] Tefslr-i  Kurtubi,  c:   8,  s:   103.

[5] Rûhu'l-maanî, c:   10,  s:   76.

[6] Neylü'l-merâm  s:   296

[7] Musned-i  Ebi  Hatim  el-Büstî..

[8] Mekke ve  civarının bitkileri kesilmemek, hayvanları avlanmamak üze­re etrafından bir sınır tâyin edilmiştir. İşte bu smınn içinde kalan yerlere Ha­rem, dışında kalan yerlere de HU denilir. Mekke'nin haremi, Medine cihetinden üç, Irak ve Tâif (Yemeni de buna ilave edebiliriz)  cihetinden yedi, Ci'râne ci­hetinden dokuz ve Cidde cihetinden on mil mesafede bulunan arazi parçasıdır.

[9] Hak  Dini  Kuran Dili Elmalılı  Tefsiri, c:   i, s:   2502.

[10] Rûhu'I-Maan Tefsiri, e: 10, s: 77.

[11] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/421-425.