MÜ'MİN KADINLAR DA SÖYLE GÖZLERİNİ BAKILMASI HARAM SAYILAN

ŞEYLERDEN SAKINSINLAR!

 

«Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakılması haram sayılan şeylerden) indirip sakınsınlar; ırzlarını korusunlar. Süslerini görünen kısım müstesna açmasınlar. Baş ör­tülerini yakalarının üstüne (gelecek şekilde) örlüp salsınlar. Süs (yer)lerini, kocalarından veya babalarından veya kayınpederlerinden veya oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kız kardeşlerinden veya (müslüman) kadınlardan veya ellerindeki cariyelerden veya erkekliği kalmamış (hizmetçi ve pîr-i fâni­ler) den veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan ço­cuklardan başkasına göstermesinler. Gizli tutacakları süsleri­ni, bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza ermeniz için Allah'a tevfoe edin!» [1]

Bu âyet-i kerîme, İslâm'ın irfan havası içinde yetişip îman nuru ile donatılan Müslüman kadınlara Allah'tan apaçık bir emir: kocalara da bir gayrettir. Aynı zamanda onları câhiliyye devri kadınlarının şehvet saçan âdet ve sıfatlarından ayıran üstün bir terbiye sisteminin özetidir.

Çünkü kadının aile ve cenı'iyet bünyesindeki müstesna mevkii dikkate alınarak onu her türlü şehvanî bakışlardan, kö­tü nazarlardan, hayasızca sözlerden, gayr-i ahlâkî sataşmalar­dan uzak bulundurmak; annelik kıymetini küçültecek, fıtrî ca­zibesini külleyecek her türlü teşhirden korumak, şüphesiz ki onun yaratılışmdaki maksada daha. uygun gelir.

Âyet-i kerîmenin iniş sebebi bu maksadı daha iyi açıklı­yor. Eshâb-i kiramdan Câbir bin Abdullah (R.A.) diyor ki: Es­ma blntî Mersed (R.A.) İslâm terbiyesiyle yaşıyan bir hanım­dı. Onun Benî Harise semtinde kendisine ait olan haneye bir çok kadınlar kolları, bacakları, gerdanları açık bir vaziyette girer çıkarlardı.. Hazret-i Esma onların bu hâlini fazlasiyle ya­dırgadı ve «bu ne kötü bir âdet!» diye kendi kendine söylendi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet nazil oldu.. [2]

İslâm bilginlerinden bir çoğu bu âyet ve ilgili rivayetlere dayanarak, «kadınların yabancı erkeklere, ister şehvetle, ister şehvetsiz bakmaları asla caiz değildir» demişlerdir. Bunların delil olarak gösterdikleri hadîsi, Ebû Dâvud ve Tirmîzî rivâyet etmiştir. Hazret-i Ümmü Seleme diyor ki: Ben ve Hz. Mey-mûne (R.A.), Resûlüllah (S.A.V.)ın yanında bulunuyorduk, tanı bu sırada İbn-i Ümmî Mektum çıka geldi. Hicâb âyeti de ineli bir hayli gün geçmişti., Hazrel-i Peygamber (S.A.V.) bize, İbn-i Ümmî Mektum'dan kaçınıp perde arkasına geçmemizi emretti. Bunun üzerine ben merak ettim:

— Ya Resûlellah! dedim, İbn-i Ümmi Mektum âmâdır, bizi bilmez!.

Resûlüllah (S.A.V.) dikkatle beni süzdü ve:

— O görmüyor ama siz de görmüyor musunuz? buyurdu.. [3]

İlim adamlarından bir kısmı ise, kadının erkeğe şehvetsiz bakması caizdir, demişler ve delil olarak da şu sahih hadîsi göstermişlerdir: Habeşlilerden bir ekip bayram günü Mescid-i Saadetin önünde kılıç kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Resûlüllah (S.A.V.) onları seyrederken Hazret-i Âişe validemiz de Resûlülîah'ı siper edinip oyunu izliyordu. Yorulup bıkkın­lık gelinceye kadar ayrılmadığı halde Resûlüllah (S.A.V.) onun bu hâlini yadırgamadı; bilâkis oyunun heyecanlı safhalarına onun dikkatini zaman zaman çekti..

O halde «Mü'min kadınlar gözlerini  (bakılması haram olan şeylerden) indirip sakınsınlar »dan maksad ve murad:

a) Şehvetle erkeklere bakmasınlar..

b) Ahlâkan düşük şehvetperesl erkeklere de bakmasınlar.

c) Bakılması haram sayılan şeylere bakmasınlar.

d) Bakmaları şüphe uyandıran yer ve zamanlarda da er­keklere bakmasınlar..

Mânalarıdır..

«Süslerini  görünen kısım mitetesnâ  açmasınlar!» Mealindeki âyette geçen «Görünen kısım müstesrâ» cümle­sinin delâlet etliği mâna üzerinde görüş farkı vardır:

1- Hz. İbn-i Mes'ud'a göre, süsün görüneni cîbi sedir. Süs yerleri değildir.

2- Tabiînden İbn-i Cübeyr'e göre, elbise ve yüzdür.

3- Atâ ve Evzâî'ye göre, yüz, iki el ve elbisedir.

4- İbn-i Abbas, Katâde ve Misver bin Mahrenıe'ye göre, süsün görünen kısmı, sürme, bilezik, küpe, yüzük ve kınadır.

Bilezik de görünen kısma dahil olunca, bileğin yarışma kadar olan kısmın görünmesinde bir beis yoktur, diyenler şu hadîsle ihticac etmişlerdir. Hazret-i Peygamber (S.A.V.):

«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına, bulûğa erince yüzünden ve iki elinden başka yerini (yabancı erkekle­re) göstermesi helâl olmaz.» buyurdu ve «iki elini» deyince bi­leğinin yarısına kadar olan kısmı tuttu.. [4]

Bunun aksine bileğin gösterilmesinin caiz olmadığını söy-liyenler ise, şu hadîsi delil olarak almışlardır: Hz. F.bûbekir Sıddîk (R.A )ın muhterem kerimesi Esma, üzerinde beden hat­ları görünecek vasıfta ince bi relbise olduğu halde Hâne-i Saa­dete geldi. Onun bu hâlini gören Resûlüllah (S.A.V.) yüzünü çevirdi ve:

«Ya Esma! Hakikat, kadın bulûğa erince, ondan ancak yüz ve iki elin görünmesi uygun olur» buyurdu. [5]

Süs hususundaki görüş farkları şuradan doğuyor:  Zînet iki kısma ayrılır; biri yaratılıştan mevcud olan zînettir ki, yüz bunu ifâde eder;  diğeri sonradan takınılan zînetlerdir ki, el­bise, yüzük, küpe, bilezik, kemer, halhal v.s. bunu ifâde eder­di)

Bileziğin görünen zînetten olup olmadığı da ihtilâf konu­su olmuştur:

a)  Hazret-i Aişe Validemize göre, bilezik de görünen zînetlendir. Çünkü ellerle beraber o da görünebilir.

b)  Mücâhide göre, bilezik görünmesi caiz olmayan zînettendir.

Fukaha bu iki görüşle de amel etmenin caiz olduğunu söy­lemiştir. Çünkü bilezik ekseri bilek kısmında durur. Elin açık olmasıyla o da bizzarure görünebilir.

Baş Örtüsüne gelince :

Bu âyel-i kerîme inmeden önce çoğu kadınlar başlarına aldıkları örtülen, boyun, gerdan ve göğüslerini örtecek şekilde değil de, sadece enselerini örtecek şekilde tutunur ve örtünün sarkan kısmım iki omuzları arasına salarlardı.. Haliyle bu şe­kil örtünenlerin boğaz, gerdan ve bâzan göğüslerinin tamamı veya bir kısmı açık vaziyette kalırdı. Bu açıklık daha fazla ah­lâksızların dikkatini çekeceğinden Cenâb-ı Hak şu emri indirdi: «Baş örtülerini yakalarının üstüne gelecek şekilde örtüp sal­sınlar! »

Çünkü âyette geçen «humur» , «himar»m çoğuludur. Hımar, başı kapsar şekilde örtülen örtüye denilir. Cenâb-ı Hak bu örtünün yakaların üstüne gelecek şekilde örtünmesini em­retmekle kadının, dikkati çeken zînet yerlerini korumuş oldu..

Mü'min kadınlar süs yerlerini ancak şu on iki sınıfa ve bu sınıflara dahil olan kimselere gösterebilirler:

1. Kocalarına ve efendilerine,

2. Babalarına ve dedelerine,

3. Kayınpederlerine,

4. Kendi oğullarına ve torunlarına,

5. Kocalarının başka kadından olan oğullarına,

6. 7. Erkek kardeşlerine ve onların oğullarına, torunları­na,

8. Kızkardeşlerinin oğullarına ve torunlarına,

9. Müslüman kadınlarına ve kızlarına, 10. Ellerinin altındaki cariyelerine,

11. Erkekliği kalmamış hizmetçilere ve şehvetten kesilmiş pîr-i fânilere,

12. Kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuk­lara..

Bunlardan bir kısmını îzâh edelim:

Birincisi, «kendi kocalarına gösterebilirlerdir. Âyette «ba'l» tâbiri kullanılmıştır ki bu, hem kocaya, hem de efen­diye delâlet eder. O halde gerek koca, gerekse efendi (seyyid) kadının mahrem yerlerine bakabilir. Hazret-i Âişe Validemizin Resûlüllah (S.A.V.) ile olan münâsebetlerinde, «Ben Onun mah­rem yerini, O da benim mahrem yerimi görmedi» demesi, bak­manın haram olduğunu değil, edeb ve ciddiyeti ifâde eder.. Ni­tekim İbn-i Huveyzi Mendad diyor ki: «Koca ve seyyid (efendi) kadının her tarafına bakabilir, ancak fercin bâtınına bakması uygun değildir. Bunun gibi kadın da kocasının ve efendisinin avret mahalline bakabilir.»

Beşincisi, «Kocalarının erkek evlâdına gösterebilir»dir.

Kadın zînet yerlerini kocasının erkek evlâdına da göstere­bilir. Çünkü onlar dolayısiyle kendi evlâdı makamına geçiyor­lar. Haliyle kocanın oğlunun oğullarına yâni torunlarına da göstermesinde bir beis yoktur. Ancak kocasına gösterdiği yer­lerinin bir kısmını bunlara gösteremez. Şöyle ki: Koca karısı­nın her tarafına bakabilir; yâni kadın her tarafını kocasına aça­bilir, ama kocasının çocuklarına ve hattâ kendi öz evlâdına bâzı yerlerini açamaz. Bunlara sadece âyette belirtilen zînet yerleri­ni, meselâ: kulak, gerdan, kol, incik gibi kısımlarım açabilir.

Bu kısma, kocanın baba ve dedeleri de dâhildir.

Altıncısı, «Erkek kardeşlere», yedincisi, «Erkek kardeşle­rin oğullarına gösterebilir»dir. Kadın zînet yerlerini erkek kar­deşlerine, onların erkek ve kız çocuklarına, erkek çocuklarının çocuklarına gösterebilir. Dayılarına ve amcalarına gösterme­sinde de bir beis görülmemiştir. Süt evlâd ve süt kardeşler de neseb cihetiyle olan evlâd ve kardeşler gibidir.

Dokuzuncusu, «Müslüman kadınlara gösterebilirdir..

Mü'min bir kadın zînet yerlerini Müslüman kadınlara ve Müslüman cariyelere de gösterebilir. O halde gayr-i müslimle-rin ve müşriklerin kadınlarına göstermesi caiz değildir.

Rivayete göre Hazret-i Ömer (R.A.), başkumandan   Ebû Ubeyde bin Cerrâh'a şu mealde bir mektup yazmıştır:

«Bana ulaşan habere göre, hükümranlığımız altında bulu­nan gayr-i müslim kadınlar, müslüman kadınlarla birlikte ha­mamlara giriyorlarmış. Bunu derhal men'et (bu hususta ara­larında kalan bağı) çöz, (veya bundan başka olan normal gö­rüşmelerine müsâade el)! Çünkü zimmiyenin müslüman ka­dınlarının mahrem yerlerini çıplak bir vaziyette görmesi caiz değildir» [6]

îbn-i Abbas (R.A.) da: «Müslüman bir kadına, Yahudi ve­ya Hıristiyan bir kadının onun mahrem ve zînet yerlerine bak­ması helâl olmaz. Çünkü onlar gördüklerini gidip kendi koca­larına söyliyebilirler.»

On birincisi, «Erkekliği kalmamış hizmetçilere ve şehvet­ten kesilmiş pîr-î fânilere göstermesi»dir..

Avette geçen «Gayre Uli'l-İrbeti minerricâl» kaydına her ne kadar böyle bir mâna verdikse de âlimlerin bu hususta görüş farkı vardır. Her şeyden önce gerek hizmetçi, gerekse pîr-i fâ­ninin sâlih bir kimse olması üzerinde durulmuştur. Yaşlı da olsa, şehvetten de kesilse, fâsık ve ahlâksızın biri ise, elbetteki ona göstermek uygun olmaz, diyenler olmuştur. Görüş farkla­rını ise şöyle tesbit edebildik:

a) Kadınlara ihtiyaç hissetmiyen bön..

b) Akılsız budala..

c) Şehvetten kesilip çalışma gücünü kaybeden ve şunun bunun peşine takılıp karın doyuran zayıf kimse..

d) Tenasül âleti kesik olan..

e) İdiş olan veya tenasül âleti yaratılıştan harelide gelini-yen kimse..

f) Hunsâ olan (hem erkeklik, hem de kadınlık âleti bulu­nan) kimse..

g) Çok yaşlı olan kimse..

Bu mânaları kuvvetlendirir mahiyette olan rivayeti nak­letmemizde fayda vardır. Rivayete göre, Mahnes adında erkek­liği kalmamış sayılan biri Resfılüllah (S.A.V )ın hanelerine ser­best girip çıkardı. Bir gün Resûlüllah (S.A.V.) eve girdiğinde Mahnes'in bir kadından bahsettiğini ve, «o Öyle bir kadındır kî insana yüz çevirip gelince dörl ile gelir; dönüp gidince sekiz ile gider» diye vasfettiğini duyunca, «Bu adamın kadınlarla il­gili hususları bildiğini görüyorum; bundan böyle onu yanınıza sokmayın, yâni içeri almayın!» diye emir verdi.. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sadece erkekliğin kesilmesi kâfi değil, bir de kişinin salih olmasına bakılır.

Bütün bunları özelliyecek olursak:

1. Kocalar için kadınlarının bedeninin hepsine bakmaları helâldir.

2. Mûtâd olan zînet yerleri, yüz el ve ayaklarla, iş görür­ken açılan baş,  saç,  kulak,  boyun,  kol  ve  inciktir.  Kocadan başka geriye kalan onbir sınıfa bu yerlerin açılmasında bir be­is yoktur.

3. Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının da kadına kar­şı avreti, göbekten dize kadardır.

4. Erkeklikten kesilmiş olanlara da —fitne ve dedikodu ihtimali mevcud değilse— zînet yerlerine bakmak helâldir.

5. Çocuklar, iştiha çağma gelmemiş ve kadına karşı ilgi duymuyorsa, zînet yerlerini onlara karşı açık bulundurmak da câi/dir. Ancak yaş durumlarına göre onlara İslâm edeb ve ter­biyesini aşılayıp öğretmek için kadınlar açılma hususunda Öl­çülü olmalıdırlar.

6. Örtünme emri, esir cariyeler hakkında değil, sadece hür olan mü'min kadınlar hakkındadır. Yâni esir cariyelerin zîner yerleri açık olabilir.

Âyetin sonunda «Ey mü'minler! Felah bulmanız için Al­lah'a levbe edin (bu hususta da O'nun emirlerini yerine geti­rin!)» buyuruluyor ki bu çok mühim bir noktaya dikkatimizi çekiyor: Edeb ve terbiye kaidelerine riâyet etmiyen, kendisini sınırsız hür zannedip aklına geleni yapan, namus mefhumuna riâyet etmiyen, kendi karısı ve kızını kıskanmadığı gibi başka­sının karısının peşine takılmakta hiçbir ahlâkî mahzur görme­yen, kadının cem'iyet içindeki müstesna mevkiine saygı göster-miyen, onu sadece bir şehvet vasıtası olarak değerlendiren top­lumlar için felah kapıları kapanır, yokolma yolları açılır. [7]


 

[1] Nûr sûresi, âyet:  31

[2] Mukatil bin Hayyân..

[3] Tirmizî bu hadîsin haseıı  ve  sahîh olduğunu kaydeder

[4] Katâde - Taberî - Kıırtubî: Hz. Âişe  (R.AJden..

[5] Ebû Dâvud - İbnü Cerîr Taberî - Kurtubl:  Hazret-i  Aişe   (R.A.)den

[6] Ubâde bin Nusey - Kurtubî:   C. 12, S. 233.

 

[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/100-108.