BARIŞA YANAŞANLAR OLURSA

 

«Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü her şey'i hakkıyle işiden, kemâ­liyle bilen bizzat O'dur.» [1]

Az yukarıdaki âyette düşmanların mevcut anlaşmayı boz­duğu, bu yolda hiyânet içinde bulunduğu kesin olarak tesbît edilirse, o takdirde anlaşma düşmanın yüzüne atılır ve savaş için durum adalet üzere kendilerine bildirilir, hususu beyân edilmişti. Bu âyette ise karşı taraf barışa meyledecek olursa, artık savaşa girişilmemesi, maslahat düşünülüyorsa ba-rışın kabul edilmesi tavsiye ediliyor. Çünkü islâmiyet sulh ve selâmet dinidir. Sulhta Müslümanlar için maslahat düşünüldü­ğü müddetçe savaşa gidilmez. Ancak savaş bir zaruret olursa, o takdirde bunu da asla ihmâl etmez. İnsan kanı akıtmak son çare olarak gösterilir. Bu bakımdan İslâm orduları hiyânet ve tuğyan içinde bulunan hangi millet üzerine yürümüşse, Önce onları dine davet etmiş, kabul edilmediğinde cizye teklif etmiş­tir. Buna da razı olmadıkları zaman savaşa karar vermiştir. İş­te îslâmın savaş konusundaki bu prensiplerini dikkate alan âlimler, âyetin mensûh olmadığına hükmetmişlerdir ki: bizce de daha uygun olan budur. Katâde ve İkrime'ye göre bu âyet: âyetleriyle nesholmuştur. [2] [3]  Çünkü Berâet sûresi bütün anlaş­maları hükümsüz bırakmıştır.    İbn-i Abbas (R.A.)a göre işte bu âyet,  âyeûyle nesholmuştur [4]

Birincilerin görüşü, belirttiğimiz gibi daha muvafıktır. Çünkü gerek Hazret-i Ömer, gerekse ondan sonraki halîfeler devrinde Acem beldelerinden cizye alınarak sulha doğru yana-şılnuştır.

Tefsîr-i Rûhu'l-rneânî, Tefsîr-i Kurtubî ve Tefsîr-i İbni Ke-sîr'in de belirttikleri gibi Hazret-i Peygamber (S.A.V.) devrin­de de cizye alınmak suretiyle sulha doğru gidilmiştir, Hayber-lilerle olan anlaşma buna bir misâl teşkil eder. Resûlüllah (S. A.V.) Hayber'i fethettikten sonra, elde edecekleri mahsulâtın yarısını Müslümanlara ödemek üzere topraklarını kendilerine bırakmıştı.

Mücâhid'e göre bu âyetle Benî Kurayza kasdedilmiştir. Çünkü cizye onlardan kabul edilmiş ve öylece sulh anlaşması yapılmıştı. Müşriklere gelince onlardan hiç bir şey kabul edil­mez. Müfessir Suddî ile İbni Zeyd'e göre âyet sulh konusunda sarihtir, halîfeler devrindeki tatbikat bunun nesholmadığmı göstermektedir.

Başta İbni el-Arabî olmak üzere bâzı âlimler Muhammed sûresi 35. âyete dayanarak derler ki: «Müslümanlar daha gaa-lib ve kaahir durumda, izzet ve şevketleri yerinde iken sulh et­meleri doğru olmaz.»

Bunların görüşünü inceleyen büyük müfessir Kurtubî di­yor ki: «Sulhta Müslümanlar için maslahat varsa yâni elde ede­cekleri bir menfaat veya defedecekleri bir zarar düşünülüyor­sa o takdirde barışı tercih ederler.. Nitekim halîfeler de bu yolda hareket etmişlerdir.

Asr-i Saadette ise bunun en güzel misâli Ahzab savaşın­da Resûlüllah (S.A.V.)m Medine'nin hurma mahsulünün üçte birini vermek üzere Uyeyne bin Hısni'l-Fezârî ve Haris bin Avf el-Murriy ile yaptığı anlaşmadır ki Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bu anlaşmayla Müslümanlar lehinde bir takım maslahatlar dü­şünüyordu. Şöyle ki:

Hazret-i Peygamber (S.A.V.) düşman safları arasında ay­rılık yaratmak için Haris bin Avf ve Uyeyne bin Hısn'ın reislik ettikleri Gatafan ve Fezâre kabileleriyle, Kureyşlilerin bu harîs ve aç gözlü müttefikleriyle ayrı sulh görüşmelerinde bulun­mak üzere gizli me'murlar göndermiştir. Bir müddet pazarlık­tan sonra bir anlaşma zemini ortaya çıkmış ve bu bir parşmen üzerine kaydedilmiştir. [5]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Mevcut anlaşmayı bozan düşmana karşı artık anlaşma şartlarının bir mâna taşımadığını bildirmek için anlaşmayı on­ların yüzüne fırlatıp atmak gerekir.

2- Düşman sulha yanaşırsa, bunda Müslümanlar için maslahat düşünülüyorsa kabul edilir.

3- Savaş en son çaredir. [6]


 

[1] Enfâl sûresi, âyet:  61.

[2] Tevbe  sûresi,  âyet:   5.

[3] Tevbc sûresi, kyH;  36

[4] Muhammed sûresi, â^et:  35

[5] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/299-301.

[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/301.