2.BAKARA SÜRESİ
Medenidir, ikiyüz seksen altı âyettir.
Rahman ve rahîm Allah adiyle
1- Elif lâm mîm.
2- Bu, bir kitaptır ki onda şüphe yok. Takvâ sahiplerine yol göstericidir.
3- Onlar, gaybe inanırlar, namaz kılarlar, rızıklandırdığımız
şeylerin bir kısmını yoksullara harcarlar.
4- Onlar, sana indirilene de inanırlar, senden önce indirilenlere
de; ahirete de iyice inanmışlardır.
5- Onlardır rablerinden doğru yolu bulanlar, onlardır kurtulup
muratlarına erenler.
6- Kâfir olanlara gelince: İster korkut onları, ister korkutma,
birdir; inanmazlar.
7- Allah kalplerini, kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde
var, pek büyük azâb onlara.
8- İnsanlardan Allah'a ve son güne inandık diyenler de var,
inanmamışlardır.
9- Allah'ı ve inanları kandırırlar sanki Halbuki haberleri yok,
ancak kendilerini kandırırlar.
10- Kalplerinde hastalık var, Allah da hastalıklarını arttırmıştır.
Yalan söylediklerinden dolayı onlara elemli bir azap var.
11- Onlara, yeryüzünde fesat çıkarmayın dendi mi, derler ki: Biz
ıslâh edicileriz.
12- Bilin ki onlardır fesatçılar ama anlamazlar.
13- Onlara, inanan insanlar gibi siz de inanın dendi mi, derler ki:
Akılsızlar gibi biz de mi inanacağız? Bilin ki aklı az olanlar onlardır ama
bilmezler.
14- İnananlarla buluştular mı inandık derler. Şeytanlarıyla yalnız
kaldılar mı şüphe yok ki derler, biz sizinleyiz, biz ancak alay etmekdeyiz.
15- Allah onlarla alay eder, taşkınlıklarında, azgınlıklarında başı
boş dolaşsınlar diye mühlet verir onlara.
16- Onlardır doğru yolu satıp azgınlığı alanlar. Alış-verişlerinden
faydalanmadıkları gibi bir kazanç yolu da tutmamışlardır.
17- Onlar, bir ateş yakıp ışıklanmak isteyen kimseye benzerler. Ateş,
çevrelerindeki şeyleri aydınlattı mı Allah, nurlarını alıverir de onları
karanlıklarda bırakır, görmezler.
18- Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, doğru yola dönemezler.
19- Yahut da gökten boşana boşana yağan yağmura tutulmuşa benzerler;
orada karanlıklar var, gök gürlemede, şimşek çakmada. Ölüm korkusuyla
yıldırımların sesini duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Allah'sa
inanmayanları çepçevre kaplamış, kavramıştır.
20- Şimşek neredeyse gözlerini alacak onların. Çakıp etraf aydınlandı
mı yürürler, karanlıkta kaldılar mı dururlar. Allah dilerse duymalarını da
alır, gözlerini de kör eder. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
21- Ey insanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize
ibadet edin de takvâ sahiplerinden olun.
22- Öyle bir Allah'tır ki size yeryüzünü döşek etmiştir, gökyüzünü
tavan. Gökten yağmur yağdırır, o yağmurla meyveler yetiştirir. Sizi
rızıklandırır. Ona eşitler var demeyin, zâten olmadığını bilirsiniz de.
23- Kulumuza indiregeldiğimiz Kur'ân'da şüpheniz varsa ona benzer bir
sûre getirin, doğrucuysanız Allah'tan başka tanıklarınızı da çağırın.
24- Bunu yapamazsanız, kesin olarak da yapamazsınız ya, sakının odunu
insanlarla taşlar olan ve kâfirlere hazırlanan ateşten.
25- İnananlara ve iyi işlerde bulunanlara müjde ver: Onlar içindir kıyılarından
ırmaklar akan bahçeler. Orada bir meyveyle rızıklandılar mı bundan önce de bunu
tatmıştık derler, onları dünyadakilere benzetirler. Onlara, dünyadakilere
benzer rızıklar sunulur. Orada tertemiz eşler de var onlara, orada ebedî
kalırlar.
26- Şüphe yok ki Allah, sivrisineği de örnek getirmekten çekinmez,
ondan üstün olanları da. İnananlar bilirler ki bu örnek, yerindedir ve
Rablerindendir. Fakat inanmayanlar, Allah bu örnekle ne demek istiyor ki
derler. O, bununla çoklarını şaşırtıp azdırır, çoklarını da doğru yola getirir.
Azdırıp şaşırttıkları, ancak kötü işler yapanlardır.
27- Kötülükte bulunanlar onlardır ki Allah'la ahdettikten sonra
ahitlerini bozarlar. Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler,
yeryüzünde bozgunculuk ederler. Onlardır ziyankârlar.1[1]
[1] Âyette
bahis konusu olan Allah ahdi hakkında çeşitli sözler var. Ahid bir şeyi korumak
anlamına gelir. İnsanların akıllarıyla, eserlerini görüp, peygamberlerle,
kitaplarla doğruluğunu anladıktan sonra gene Tanrının varlığını, birliğini
inkâr etmeleri; peygamberlerin sözlerini, buyruklarını duyduktan sonra itaat
etmemeleri, Tanrı ahdini bozmalarıdır denmiştir. Eski kitaplarda Hz. Muham-med
(s.a.a)'in Peygamber olarak gönderileceği yazıldığı halde inanmayanların, Tanrı
ahdini bozmuş olduklarını söyleyenler de olmuştur ki Tabari, bunu kabûl eder.
Allah'ın, ulaştırılmasını buyurduğu şey de, insanların, Peygamberlere ve
inananlara ulaşmaları, onlara katılmalarıdır. Yakınları görüp gözetmek, bütün
peygamberlere inanmak, inanca ibâdetleri katmaktır diyenler de vardır.
28- Allah'ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki ölüydünüz, diriltti sizi.
Sonra öldürür, sonra gene diriltir, sonra da gerisin geriye ona dönersiniz.
29- Öyle bir Allah'tır ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için
yarattı, sonra iradesini yücelere yöneltti de gökleri nizam ve intizam üzere
yedi kat olarak yarattı. O, her şeyi bilir.2[2]
[2] 38. Ahd-i Atıyk, Tekvin, 1. 26
ve devamı, 2-3. Bu kitapta aynen Kur’ân'daki gibi Âdem Peygamber yaratılır,
yalnız cennete değil de doğu tarafında Aden'de kurulan bir bahçede konaklar.
Her şeyden yiyip içmesine izin verilir, yalnız hayrı, şerri bilmek ağacından
yememesi emrolunur ve yediğin gün ölürsün denir. Tanrı, Hz. Âdem'e bütün
hayvanların adlarını koydurur. Yalnız
olduğunu görüp ona bir uyku verir, eğe kemiklerinin birini alıp ondan Havva'yı
yaratır. İkisi de çırçıplaktır, fakat utanmayı bilmezler. Kur’an'daki Şeytan
yerine Ahd-i Atıyk'te hayvanların en zekisi olan yılan geçer. Yılan, bu ağaçtan
yerseniz gözleriniz açılır, hayrı şerri tanır, Tanrılar gibi olursunuz diyerek
önce Havva'yı kandırır, ağacın meyvesinden yedirir, sonra Adem de yer. Çıplak
olduklarını anlarlar, utanıp incir ağacının yaprağıyla edep yerlerini örterler.
Tanrı, yılana, sen karnının üstünde sürüneceksin, insanoğlu, topuğuyla başını
ezecek der. Kadına, sen de doğururken zahmet çekeceksin der. Adem'e de rızkını
güçlükle kazan deyip her üçünü de bahçeden çıkarır. Ahd-i Atıyk'te meleklerin
Adem'e secde etmesi yoktur. Ahd-i Atıyk'teki hikayelerin çoğu, halk
rivayetlerine girmiştir.
30- Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife
yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek
birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını
söylemede, seni kutlamadayız ya; ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti.
31- Âdem'e bütün adları bildirmişti de meleklere o adlarla anılan
şeyleri gösterip hadi demişti, doğrucuysanız bunların adlarını haber verin.
32- Demişlerdi ki: Noksan sıfatlardan seni arı biliriz, bize
bildirdiğin şeylerden başka bilgimiz yok. Şüphe yok ki sen, her şeyi bilirsin,
hüküm ve hikmet sahibisin.
33- Demişti ki: Ey Âdem onlara, yaratıkları adlarıyla haber ver,
Âdem, her şeyi adlı adınca haber verince demişti ki: Ben size demedim mi,
göklerdeki gizli şeyleri de bilirim, yeryüzünde ki gizli şeyleri de. Açığa
vurduğunuzu da bilirim, gizlediğinizi de.
34- Hani meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de İblisten başka
bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak
istemişti de kâfirlerden olmuştu.3[3]
[3] İblis
kelimesinin, şiddetli sıkıntıya, kedere uğramak anlamına gelen
"iblâs" kelimesinden geldiği söylendiği gibi bu sözün Arapça olmayıp
yabancı bir dilden Arapça'ya geçtiği de söylenmiştir (al-Müfredât, s. 59, Mecma'-ül-Beyan, c.1, s.35).
35- Demiştik ki: Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, dilediğinizi
bol bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa haddini aşanlardan olursunuz.
36- Şeytansa oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları
makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bâzınız, bâzınıza düşman olarak inin buradan.
Bir zamana kadar yeryüzünde oturmanız, oradan rızıklanmanız mukadder.
37- Âdem, Rabbinden bâzı sözler belledi de Allah tövbesini kabul
etti. Şüphe yok ki o, bütün tövbeleri kabul eder, rahîmdir.
38- Dedik ki: Hepiniz de cennetten inin. Fakat benden size bir doğru
yol gösterici geldi mi o doğru yolu gösterenin izinden gidenlere ne korku
vardır, ne hüzün.
39- İnanmayanlarla delillerimizi yalanlayanlara gelince: Onlardır
ateş ehli; onlar, orada ebedî kalırlar.
40- Ey İsrailoğulları, anın size verdiğim nîmeti. Vefa edin ahdime de
vefa edeyim ahdinize ve ancak benden korkun artık.
41- İndirdiğim Kur'ân'a inanın. Sizdeki kitabı da doğrulayıcıdır o.
Ona ilk inanmayan siz olmayın. Delillerimi az ve değersiz bir parayla
değişmeyin, ancak benden sakının.
42- Doğruyu bâtılla karıştırıp da bile bile gerçeği unutup
gizlemeyin.
43- Namaz kılın, zekât verin, rükû edin rükû edenlerle.
44- İnsanlara iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor
musunuz? Ve kitabı okumaktasınız siz. Aklınız mı yok, düşünmez misiniz?
45- Sabretmek ve namaz kılmak hususunda Allah'tan yardım dileyin.
Bunlar ağır ve büyük şeylerdir ama saygılı kimselere göre değil.
46- Saygılılar, öyle kimselerdir ki Rablerine ulaşacaklarını iyiden
iyiye umarlar, ona döneceklerini iyiden iyiye bilirler.
47- Ey İsrail oğulları, anın size verdiğim nîmetlerimi, anın sizi
bütün âlemlerden üstün ettiğimi.
48- Korkun o günden ki hiç kimse, bir başkasının yerine bir şey
ödeyemez o gün; kimsenin kimseye şefaati kabul edilmez, kimseden karşılık da
alınmaz, onlara yardım da edilmez.
49- Hatırlayın o zamanı ki sizi Firavun'un soyundan kurtardık. Onlar,
size kötü bir sûrette azâp ediyorlar, oğullarınızı kesiyorlar, kızlarınızı diri
bırakmak istiyorlardı. Bu işte Rabbinizin bir sınaması vardı.
50- Bir vakit sizin için denizi yardık da kurtardık sizi; Firavun'un
soyunu sopunu sulara boğduk; siz de buna bakıp duruyordunuz.
51- Bir vakit Mûsâ'ya kırk gecelik vâde verdik. Sonra siz, o yokken
tuttunuz da buzağıya kapıldınız, böylece zulmediyordunuz işte. 4[4]
[4] Kırk
gece. Bu bahis Ahd-i Atıyk'ın Huruc bölümünde geçer (24, 32). Yalnız Ahd-i
Atıyk'te buzağıyı yapan, Hârûn'dur, Kur’ân'sa 20. sûrenin 94. âyetinde
Hârûn'un bunu yapmadığını, hattâ bu hususta İsrailoğullarına öğütler verdiğini,
fakat Samîri'nin onları kandırarak bu işi yaptığı anlatılır.
52- Bundan sonra gene sizi affettik, şükretmeniz gerekti.
53- Doğru yolu bulasınız diye bir vakit Mûsâ'ya kitap ve doğruyla
eğriyi ayırt eden hükümler verdik.
54- Hani Mûsâ, kavmine, siz buzağıya kapılmakla gerçekten kendinize
zulmettiniz; tertemiz yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu,
yaratıcınız katında sizin için çok hayırlıdır demişti de Allah, bu yüzden
tövbenizi kabul etmişti. Şüphe yok ki o, tövbeleri kabul eden rahîmdir.
55- Bir zamanlar yâ Mûsâ demiştiniz, Allah'ı apaçık görmedikçe
inanmayız sana. Derken bakınıp duruyordunuz, bir yıldırım düşmüş de sizi
yakıvermişti.
56- Sonra da gene şükredesiniz diye ölümünüzden sonra sizi dirilttik.
57- Bulutla gölgelendirmiştik sizi. Rızıklandırdığımız tertemiz
şeylerden yiyin diye size kudret helvasıyla bıldırcın indirmiştik. Onlar, zulmü
bize etmediler, kendilerine ettiler.
58- Bir vakit şu şehre girin, nîmetlerinden, nerede dilerseniz orada
bol-bol
yiyin, kapısından secde ederek girin, burası yurttur deyin, yarlıganma dileyin
de suçlarınızı örtelim; iyilikte bulunanların sevabını daha da arttıracağız
demiştik.5[5]
[5]
Bahsedilen şehir Kudüs'tür demiştir.
59- Fakat zulmedenler, sözü, kendilerine söylenen şekilden başka bir
şekle sokmuşlar, değiştirmişlerdi. Biz de zulmedenlere, kötülükte
bulunduklarından dolayı gökten bir azap indirivermiştik.
60- Gene bir zaman oldu ki Mûsâ, kavmi için su diledi de ona, sopanla
vur taşa demiştik. Vurunca taştan on iki pınar fışkırmıştı. Halkın her bölüğü,
su içeceği kaynağı bilmiş, anlamıştı. Allah'ın rızkından yiyin, için de
haddinizi aşıp yeryüzünü fesada vermeyin. 6[6]
[6] ) Ahd-i
Atıyk, Huruc, 17, 5-6.
61- Bir zaman demiştiniz ki: Yâ Mûsâ, biz bir türlü yemeğe
dayanamayız. Rabbinden bizim için iste de bize yerin yetiştirdiği şeylerden
versin. Yerden yeşillik, kabak, sarımsak, mercimek, soğan bitirsin. Mûsâ
demişti ki: Daha hayırlı olanı, ondan daha aşağılık bir şeyle değiştirmek mi
istiyorsunuz? Mısır'a inin, orada dilediğiniz şey var. Üzerlerine aşağılık ve
yoksulluk çullanmıştı, Allah'ın da gazabına uğradılar. Evet, öyle de oldu;
çünkü Allah'ın delillerine inanmamışlardı, haksız yere peygamberleri
öldürüyorlardı. Evet, öyle de oldu; çünkü isyana boğulmuşlardı, çünkü aşırı
gidiyorlardı.
62- Şüphe yok ki insanlarla Yahûdi olanlardan, Nasrânîlerden, Sâbiî-lerden,
Allah'a ve son güne inanan ve iyi işler gören kimselere, Rableri katında ecir
var. Onlar için ne korku vardır, ne hüzün.7[7]
[7]
Sâbie'ye Hanif de denir. Bunlar, İbrahîm Peygamberin dinine salik olanlardır
denmiştir. Ansiklopedya Britanika'ya göre Babil'de, yarı Hıristiyan bir mezhebe
tabi olanlardır. Bunlar, Yahya Peygambere uyanlara benzerlerdi. Habib-i Neccâr,
Ebu-Zerr, Selman ve saire gibi bâzı kişiler, bu mezhepten sayılmışlardır. Şehristanî,
"al-Mileli ven-Nihal" inde bu fırkayı Sâbie ve Hunefâ diye ikiye
ayırıyor. Ona göre Sâbie, cismani bir mutavassıtla değil de ruhani bir
vasıtayla Tanrı bilinebilir ve ona ulaşılır derler. Hunefa ise bir insan
vasıtasıyla ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri kabul
ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis ederlerdi (Beyrut,
al-Matbaat-al-Ananiyye, taş basması, s. 136-137).
Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema felsefesini geliştiren ve tasavvufu
besleyen esaslar, hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı eser,
s. 151 ve devamı). Bunlara, Mandeens
denirdi. Bu ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis kelimesinin
müradifi olan Manda sözünden alınmıştır. Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap’tan bir
fırka sayar. Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar. No'man-İbn-i-Sabit'e isnad
edilen bir rivayete göre Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar.
Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa'nın güneyindeki eski Haran
şehriydi. Hille ve Kerbela'da da hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların
Ginza denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar vaftizi de kabul
ederler. Bunlarca İsa yalancıdır, gerçek peygamber Yahya'dır. Manihaizmin
kurucusu Mani de önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar ve
Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1. sene, sayı. 3, İst.
Evkaf Matbaası, 1926, s. 113-176. Sabie hakkındaki kısım, s. 164-166). Buharı, Kureyş'in, Ebu-Zerr-i
Gıfari'ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-Tecrid, c. 2, s. 48).
Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara denir, sonradan, puta
tapan ve Kitap Ehli olmayanların hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine
uyanlar kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed (s.a.a)'in
Yemen'deki Mecusilerden cizye aldığına tanıklık edinceye dek onlardan cizye
almamıştı (al-Tecrid, Kitabu Bed'il-halk, 2,
39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in Mecusilerden Kitap Ehli'nden aldığı gibi cizye aldığını göstermesi
bakımından pek önemlidir.
63- Gene bir vakit sizden söz almıştık, Tur dağını üstünüze
yüceltmiştik. Size verdiğimiz kitabı azimle alın, sakınanlardan olmak için de
içindeki emirleri anın demiştik.
64- Bundan sonra gene yüz çevirmiştiniz. Allah'ın ihsânı ve rahmeti
ol-masaydı
ziyankârlardan olurdunuz ya.
65- Bilirsiniz elbet, içinizde cumartesi gününe hürmet etmeyip
emirden çıkanlara aşağılık maymun olun demiştik.8[8]
[8]
Mücalid, kalplerinin çarpıldığını söyler (Mecma'ül-Beyan 1, 56).
66- O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da
bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk.
67- Gene bir zaman Mûsâ, kavmine demişti ki: Şüphe yok ki Allah, size
bir inek boğazlamanızı emrediyor. Kavmi, bizimle alay mı ediyorsun demişti.
Mûsâ, Allah'a sığınırım bilgisizlere katılmaktan demişti.
68- Peki demişlerdi, Rabbine dua et de ne biçim inek keselim,
açıklasın bize. Mûsâ, Allah diyor ki demişti, ne işten kalmış kart olacak, ne
genç. İkisi arası dinç bir inek olmalı. Hadi, size emredilen şeyi yapın.
69- Demişlerdi ki: Rengi nasıl olsun? Rabbine dua et de açıklasın
bize. Mûsâ, Allah diyor ki demişti, sapsarı, lekesiz olacak, bakanlara sevinç,
neşe verir bir renk.
70- Demişlerdi ki: Bu nasıl inek? Bizce inek ineğe benzer. Rabbine
dua et de bize bildirsin. Allah dilerse buluruz elbet.
71- Mûsâ, Allah diyor ki demişti, ne çifte koşulup tarla sürmüş
olacak, ne ekin sulamış olacak. Ayıpsız, lekesiz, alacasız olmalı. Hah
demişlerdi, şimdi gerçeği söyledin. İneği boğazladılar, boğazladılar ama az
kaldı bu emri yerine getiremeyeceklerdi.
72- O vakit birisini öldürmüş, çekişip suçu üstünüzden atmıştınız
hani. Allah'sa gizlediğinizi açığa vuracaktı.
73- Demiştik ki: O adama, ineğin bir uzvuyla vurun işte Allah,
aklınız başınıza gelsin diye ölüleri böyle diriltir, delillerini size böyle
gösterir.
74- Ama bundan sonra kalpleriniz katılaştı, taşa döndü, Hattâ taştan
da katı bir hale geldi. Çünkü öyle taşlar var ki içinden nehirler kaynar.
Öylesi var ki çatladı mı bağrından su fışkırır. Öylesi de var ki Allah
korkusundan yerlere yuvarlanır. Allah, yaptığınızdan gafil değil ki.
75- Bunların, size inanıvereceklerini mi umuyor, buna mı tamah
ediyorsunuz? İçlerinde bir bölük var ki Allah sözünü duyduktan, akılları o
sözleri aldıktan sonra da bile-bile değiştirirlerdi o sözleri.
76- Onlar, inananlarla buluştular mı inandık derler de sonra
birbirleriyle yalnız kaldılar mı aklınız mı yok derler, Rabbiniz indinde
sizinle çekişsinler, aleyhinize delil göstersinler diye mi Allah'ın size
açıkladığı şeyi tutup onlara söylüyorsunuz?
77- Bilmezler mi ki Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa
vurduklarını da.
78- İçlerinde, anasından doğduğu gibi kalan, okuma yazma bilmeyenler
de var ki onlar, kitap nedir bilmezler. Bildikleri şey, ancak kuruntularıdır,
onlar, ancak zanna kapılırlar.
79- Elleriyle kitap yazıp sonra da az bir para almak için bu, Allah
tarafından geldi diyenlerin vay hallerine. Elleriyle yazdıklarından, o kitabı,
kendileri düzdüklerinden dolayı vay hallerine, kazançları yüzünden vay
hallerine.
80- Dediler ki: Ateş, bizi yaksa bile birkaç gün yakar. De ki:
Allah'tan bir söz mü aldınız? Aldınızsa Allah sözünden hiç dönmez. Yoksa Allah
hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?
81- Hayır, iş öyle değil; kim bir günah kazandı, vebali kendisini
sardı, kapladıysa işte o çeşit adamlardır ateş ehli. Onlar, ateşte ebedî
kalırlar.
82- İnananlarla iyi işler görenlere gelince: Onlar cennet ehlidir,
onlar da cennette ebedîdir.
83- Bir zaman İsrailoğullarından, Allah'tan başkasına tapmamak,
anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik etmek üzere kesin söz
almıştık. İnsanlara güzellikle söz söyleyin, iyi şeyler buyurun, namaz kılın,
zekât verin demiştik. Sonra pek azınız müstesna, sözünüzden dönmüştünüz, hâlâ
da dönmedesiniz zâten.
84- Bir zaman birbirinizin kanını dökmemek, yerinizden yurdunuzdan
çıkmamak hususunda kesin söz almıştık sizden. Sonra siz de bunu ikrar etmiş,
siz de buna tanık olmuştunuz.
85- Sonra da sizler, o kişilersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz.
Bir bölüğünüzü yerinden yurdundan çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde, kötülükte,
düşmanlıkta bulunmak üzere birleşiyorsunuz. Elinize esir düşerlerse onlara
karşılık esirler veriyor, gene onları yurtlarına sokmuyorsunuz. Halbuki onları
yurtlarından çıkarmak bile haramdı size. Yoksa kitabın bir kısmına inanıyor,
bir kısmına inanmıyor musunuz? İçinizde bunları yapanların kazancı, dünya
hayatında ancak horluktan ibaret, kıyamet günüyse onlar daha çetin bir azâba
atılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir ki.
86- Onlar, ahireti dünya yaşayışına satmış kimselerdir. Onların azâbı
da hafifletilmez, onlara yardım da edilmez.
87- Şüphe yok ki Mûsâ'ya Tevrat'ı verdik, ardından birtakım
peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verip onu Rûh-ül-Kudüs'le
kuvvetlendirdik. Nefsinizin hoşlanmadığı bir emirle peygamber geldi mi demek
ululanmak isteyeceksiniz, kiminiz onları yalanlayacak, kiminiz öldürecek ha.9[9]
[9]
Rûh-ül-Kudüs, bu âyette ve gene bu sûrenin 253.,
5. sûrenin 110. âyetlerinde geçer ve bütün bu âyetlerde İsa'nın
Ruh-ül-Kudüs'le teyit edildiği bildirilir. 16.
sûrenin 2. âyetinde "Ruh"
diye adı geçer ve meleklerin, Tanrı kullarından dilediğine ve emriyle, Ruh'la
melekleri indirdiğini bildirir. Aynı sûrenin 102. âyetinde Ruh-ül-Kudüs''ün, gerçek olarak, inananları,
inançlarında tespit için Rab tarafından indirildiği söylenir. 26. sûrenin 193. âyetinde, Ruh-ül-Emin diye anılır ve Hz. Peygamberin kalbine,
Kur’ân'la indiği söylenir. 40.
sûrenin 15. âyetinde Ruh'un,
kullarından dilediğine, emriyle ilga edildiği, 58. sûrenin 22. âyetinde
inananların Ruh'la teyit edildiği, 70.
sûrenin 4. âyetinde meleklerle
Ruh'un, uzunluğu elli bin yıl olan bir günde, göğe ağacağı, 78. sûrenin 38. âyetinde Ruh'la meleklerin, kıyamette ayrı birer saf teşkil
edeceği, 77. sûrenin 4. âyetinde Rablerinin izniyle
meleklerle Ruh'un kadir gecesi yere ineceği, 19. sûrenin 17. âyetinde
Ruh'un, Meryem'e bir insan sûretinde temessül ettiği bildirilir.
Matyus İncil’inin son babı olan 28. babının 19. ayetinde
Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs teslisine rastlarız. Yuhanna İncil’inde, İsa'nın
müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs'tür (14, 16-17). Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve Baba'yla
Oğul'dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz. Peygamberler ve erenler, olağanüstü
şeyleri bu kudretle yaparlar. Müslümanlarsa İncil'de geçen teselli ediciyi,
Paraklet (Arapça’da Firaklit) tarzında kabul edip Hz. Muhammed (s.a.a)'in İsa
tarafından müjdelendiğini iddia ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i
Şehristani: Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i Tebligat-i İslami
yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri 1323,
bilhassa s. 107-117).
88- Dediler ki: kalplerimiz örtülü, kılıf içinde. İş öyle değil.
Küfürleri yüzünden Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onun için azı, pek
azı inanır.
89- Evvelce kâfir olanlara üst gelmek için imdat isterlerken Allah
tarafından, onların inandığı kitabı tasdik eden bir kitap geldi, bildikleri,
tanıdıkları zuhur etti mi ona kâfir oldular. Hay Allah'ın lâneti kâfirlere
olsun.
90- Ne pis şeydir o kendilerini satmaları, bu sûretle de Allah'ın
indirdiği Kur'ân'a kâfir olmaları, Allah'ın, kullarından dilediğine ihsân edip
kitap indirmesine haset ederek kâfirlikte bulunmaları. Bu yüzden gazap üstüne
gazaba uğradılar. Kâfirler için aşağılık bir azap var.
91- Onlara, Allah'ın indirdiğine inanın denince biz, bize indirilene
inandık derler de ondan başkasına inanmazlar. Halbuki o, gerçektir, onlara inen
kitabın gerçekliğini söyler. De ki: İnanmışsanız neden önceleri Tanrı
peygamberlerini öldürdünüz?
92- Andolsun ki Mûsâ, size açık delillerle geldi de ondan sonra
tuttunuz, buzağıya taptınız, siz o zâlimlersiniz işte.
93- De ki: O vakit sizden kesin söz almıştık, Tur dağını üstünüze
yüceltmiştik. Size verdiğimizi azimle tutun, dinleyin demiştik. Onlar da duyduk
demişlerdi ve âsi olduk. Buzağı sevgisi, küfürleri yüzünden tâ iliklerine
işlemişti. İnanmışsanız inancınız, ne de kötü ve pis şey emrediyor size.
94- De ki: Âhiret yurdu, Allah katında başkalarının değil de bilhassa
sizinse ve sözünüzde doğrucuysanız ölümü dilesenize.
95- Fakat elleriyle kazandıkları suçlardan dolayı hiçbir zaman
dilemezler. Allah, zâlimleri iyice bilir.
96- Andolsun ki onları, insanların hayata en düşkünü olarak bulursun.
Onlar, müşriklerden de düşkündür hayata. Her biri bin yıl yaşamayı arzular.
Fakat yaşasa ne olacak? Onu azaptan kurtaramaz ki. Allah, ne yapıyorlarsa
görmede.
97- De ki: Kim Cibrîl'e düşmansa iyi bilsin ki o, Allah'ın izniyle
evvelce inen kitapların doğruluğunu bildiren, inananlara doğru yolu gösteren ve
bir müjdeci olan Kur'ân'ı, senin kalbine indirmiştir.10[10]
[10] Cibril,
Cebreil, Cebrail, Cibrâl tarzlarında da kullanılır. Bu sözün Arapça olmayıp
Süryaniciden geldiği ve Süryanicide cebr kelimesinin kul, il, kelimesinin de
Allah anlamını ifade ettiği ve bu sözün Tanrı kulu demek olduğu söylenmiştir.
(Mecma'ül-Beyan, 1. 71). Tanrı kudreti anlamına geldiğini
söyleyenler de vardır. Ahd-i Atıyk'te, Cebrail'in vahiy meleği olduğu, Danyâl
bölümünden anlaşılıyor (8, 16). Fakat aynı kitaptan,
İsrailoğullarının Mikâil'i daha çok sevdikleri anlaşılmaktadır (12, 1) Fedekli Yahûdilerin bir kısmının, Cebrail bizim düşmanımızdır,
bize azapla, harple gelir; Mikâl, bollukla, iyilikle gelir demişlerdi. Bu âyet,
bunun üzerine vahyedilmiştir. Cebrail, İslâm inancında, peygamberlere vahiy
getiren melektir.
98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve peygamberlerine ve Cibrîl'e ve
Mîkâl'e düşman olursa bilsin ki Allah da kâfirlere düşmandır.11[11]
[11] Mik
kelimesinin, kulcağız anlamına Süryanice bir kelime olduğu ve Mikâil'in Allah
kulcağızı anlamına geldiği söylenmiştir (Mecma'ül-Beyan, aynı sahîfe). Mikâil,
yelleri estiren, yağmuru yağdıran, Tanrı dileğine göre rızıkları bölen,
paylaştıran melektir. Sur'u da bu melek üfleyecektir. Mikâil, Mikâl tarzında da
söylenir.
99- Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onlara, ancak kötü
işlerde bulunanlar kâfir olur.
100- Onlarla bir ahde girişildi mi içlerinden bir bölüğü o ahdi
bozacak ha. Bir bölüğünün ahdini bozması şöyle dursun, zâten çokları
inanmazlar.
101- Allah tarafından onlarda bulunan kitabın doğruluğunu bildiren bir
peygamber geldi mi kitap ehlinin bir kısmı, Allah'ın kitabını artlarına
atarlar, sanki de bilmezler.
102- Tuttular da Süleyman'ın saltanatı aleyhine, Şeytanların
kapıldıkları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir olmamıştı, Şeytanlar kâfir
olmuşlardı. İnsanlara büyü yapmasını ve Babil'deki Hârût, Mârût adlı iki meleğe
indirilen şeyleri öğretiyorlardı. O iki melek, hiçbir kimseye biz, ancak ve
ancak Allah tarafından bir sınamayız, sakın kâfir olma demeden bir şey
öğretmiyordu. Onlardan, karıyla kocanın arasını açan şeyleri öğreniyorlardı.
Öğrenenler de Allah'ın izni olmaksızın hiçbir kimseye zarar veremezlerdi.
Kendilerine zarar verecek, fakat hiçbir faydası olmayacak şeyleri
öğrenmekteydiler. Andolsun ki bu bilgiyi satın alanın âhiretten nasibi yoktur,
bunu iyice bilmişlerdi de. Fakat bir de canları pahasına satın aldıkları o
şeyin ne pis şey olduğunu bilselerdi. 12[12]
[12] Ahd-i
Atıyk'te Süleyman'ın, kadınlarının hatırı için putlara mabetler yaptırdığı ve
Tanrının, onun aleyhine gazebe geldiği anlatılır (Müluk-i Sâlis, 11, 1 Y. d.). Kur’ân, bu rivâyeti reddeder. Hârut, Mârut adlı iki
melekten bahseden bu âyetteki "melekeyn"i, "melikeyn" diye
okuyanlar vardır ki bunlara göre Hârut ve Mârut Babil'de hüküm süren iki
padişahtır. Bunlar Dâvut ve Süleyman Peygamberlerdir diyenler de vardır. Dâvut
ve Süleyman, Ahd-i Atıyk'e göre peygamber olmayıp iki padişahtır, halbuki
Kur’ân bunları peygamber olarak kabul eder. Bu âyetler, "Süleyman kâfir
olmadı, fakat insana büyü belleten Şeytanlar kâfir oldular. İki meleğe sihir
indirilmedi, fakat Babil'deki Hârut ve Mârut'a büyü bilgisi verildi"
tarzında tevil de edilmiştir, fakat bu tevil, nassın sarahatına uymaz. Bu
melekler hakkında türlü türlü rivâyetler ve hikâyetler vardır (Bakınız; İslâm
Ansiklopedisi, Azer: Garbi Asya ve Anadolu Akvam-ı Kadimesinin Din Tarihi,
Konya Mecmuası, sayı. 34, 5. Konya - 1940, s. 1922-1936).
103- İman edip de kötülüklerden korunsalardı elbette Allah'tan elde
edecekleri sevap, daha hayırlı olacaktı. Bir bilselerdi bunu.
104- Ey insanlar, "bizi de gözet, bırak da anlayalım"
demeyin. "Bize de bak, bizi de gözet" deyin ve dinleyin. Kâfirlere
pek elemli bir azap var. 13[13]
[13] Bizi de
gözet anlamına gelen "Râinâ" sözünü Yahûdiler, "Râinâ -
çobanımız" tarzına çevirdiler. Bu âyet, bu yüzden vahyedildi.
105- Ne kitap ehlinden kâfir olanlar, ne de müşrikler, size
Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler. Allah'sa dilediğini rahmetiyle
seçer de ona bir hususiyet verir. Allah büyük bir ihsân sahibidir.
106- Bir âyetin hükmünü değiştirir, yahut geri bırakırsak ya ondan hayırlısını
getiririz, yahut onun eşidini. Bilmez misin ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
107- Bilmez misin ki şüphesiz göklerin saltanatı da Allah'ındır,
yeryüzünün saltanatı da ve sizin için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne
bir yardımcı.
108- Yoksa siz de peygamberinizi, evvelce Mûsâ'ya olduğu gibi sorguya
mı çekmek istersiniz? Kim küfrü imanla değişirse artık doğru yoldan sapmış,
azıtmış gitmiştir.
109- Kitap ehli olanların çoğu, sizi imana geldikten sonra döndürmek
ister, kâfir olmanızı diler. Gerçek, kendilerince de besbellidir ama sonra
bunu, özlerindeki hasetlerinden isterler. Allah emri gelinceye dek bırakın,
aldırış bile etmeyin. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
110- Namaz kılın, zekât verin. Kendiniz için; Önceden ne hayırda
bulunursanız onu, Allah katında bulursunuz. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı
görür.
111- Cennete Yahûdi yahut Nâsranî olmayan kesin olarak giremez
dediler, kendi kuruntuları bu. De ki: Doğrucuysanız hadi, delillerinizi getirin
bakalım.
112- Evet, kim, özü halis olarak yüzünü tertemiz bir sûrette Allah'a
çevirir, ona teslîm olursa ecri Rabbinin katındadır. Onlara ne korku vardır, ne
de mahzun olurlar.
113- Yahûdiler, Nâsranîlere, hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler.
Nâsranîler de, Yahûdiler, hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler. Halbuki hepsi de
kitap okurlar. Bilgisi olmayanlar da tıpkı onların dediklerini dedi. Allah,
aykırılığa düştükleri şey yüzünden, kıyamet gününde aralarını bulur, gerçek
hükmü verir elbet.
114- Allah için yapılan mescitlerde Allah'ın adının anılmasını
men'eden ve onların yıkılmasına çalışan kimseden daha zâlim kim var ki? Bunlar,
ancak oralara korka korka girebilirler. Onlara dünyada horluk var, âhirette de
pek büyük bir azap.
115- Doğu da Allah'ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün,
orada Allah'a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah'ın lütfü, rahmeti boldur, o
her şeyi bilir.
116- Allah, kendisine oğul edindi dediler, hâşâ. Belki göklerde de ne
varsa onundur, yeryüzünde de; hepsi de ona ram olmuştur.
117- Gökleri de eşsiz, örneksiz yaratan odur, yeryüzünü de. Bir işin
olmasını diledi mi ona ancak ol der, o iş oluverir.
118- Bilgisi olmayanlar, Allah bizimle konuşsa, yahut bize bir delil,
bir mucize gelse dediler. Önce gelenler de tıpkı onlar gibi söylemişlerdi.
Kalpleri, ne kadar da birbirine benzedi onların. Gerçeği iyice bilmek
isteyenlere âyetlerimizi apaçık gösterdik.
119- Şüphe yok ki biz, seni dosdoğru bir müjdeci ve korkutucu olarak
gönderdik, zâten sen, o cehennemliklerden sorumlu da değilsin.
120- Onların dinine uymadıkça ne Yahûdiler senden razı olurlar, ne
Nasrânîler. De ki: Ancak Allah'ın hidâyet yolu, doğru yoldur. Bilgi sahibi
olduktan sonra da onların nefsanî dileklerine uyarsan sana Allah'tan başka ne
bir dost vardır artık, ne bir yardımcı.
121- Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla okurlar. İşte
onlar kitaba inanırlar. Ona inanmayanlarsa ziyankârların ta kendileridir.
122- Ey İsrailoğulları, size verdiğim nîmetimi ve sizi âlemlere üstün
ettiğimi anın.
123- Sakının o günden ki kimse, o gün kimsenin bir şeyini ödeyemez,
kimseden bir karşılık kabul edilmez, kimsenin kimseye şefaati fayda vermez,
onlara yardım da edilmez.14[14]
[14] Bu ve
buna benzer âyetler, Mûsâ Peygamber zamanındaki vahiyleri, hikâye yollu
tekrarlar, yoksa hüküm bakımından bütün devirlere şamil değildir.
124- O zamanlar Rabbi, İbrahîm'i bâzı sözlerle sınadı. O, bunları
yerine getirip tamamlayınca dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim. İbrahîm,
soyumu da imam et dedi. Allah, benim ahdime dedi, zâlimler nail olamazlar.15[15]
[15] Hz.
İbrahîm'in sınandığı sözler, oğlunun kesilme emridir diyenler bulunmuş, 37. âyette, Âdem Peygamberin bellediği
sözler olduğunu söyleyenler de olmuştur (Mecma-ül Beyan, 1. 84-85).
125- O sıralarda Kâ'be'yi sevap kazanma yeri ve emniyet yurdu ettik.
İbrahîm'in makamını namazgâh edinin. İbrahîm'le İsmâîl'e de, evimi, dönüp
dolaşanlara, burada oturup ibadette bulunanlara, rükû ve sücud edenlere
tertemiz tutun diye kesin emir verdik.
126- O zaman İbrahîm, Yâ Rabbi dedi, bu şehri emniyetli bir yer et.
Buradakilerden Allah'a ve son güne inananları meyvelarla rızıklandır. Allah,
kâfir olanı da bir müddet rızıklandıra-cağım da sonra zorla onu, ateşle
azâba uğratacağım. Oraya gidiş, ne yaman bir sonuçtur, ne kötü bir gidiştir
dedi.
127- O vakit İbrahîm ve İsmâîl Kâbe'nin temel duvarlarını yükselttiler
de Rabbimiz dediler, bu evi yaptık, sen kabul et. Şüphe yok ki sen, her şeyi
duyansın, bilensin.
128- Rabbimiz, bizi sana teslîm olmuş kullardan et, soyumuzdan da
Müslüman bir ümmet izhar eyle. İbadet yerlerini, ibadetimizin yolunu yordamını
göster bize. Tövbe ettikçe tövbemizi kabul et. Şüphe yok ki sen, tövbeleri
kabul eden rahîmsin.
129- Rabbimiz, onların içinden bir peygamber gönder de onlara, senin
âyetlerini okusun, kitabı, hikmeti öğretsin, onları tertemiz bir hale getirsin.
Şüphe yok ki sen, yücelik, hüküm ve hikmet sahibisin.
130- Kendini bilmeyenden, aklı başında olmayandan başka kim,
İbrahîm'in dininden döner? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik, âhirette de
şüphe yok ki o, sâlihlerdendir.
131- O zaman Rabbi, İbrahîm'e, râm ol, teslîm ol dedi. İbrahîm dedi
ki: Âlemlerin Rabbine teslîm oldum.
132- İbrahîm de bunu oğullarına vasiyet etti, Yakup da, oğullarım
dedi, Allah şüphesiz sizin için bir din seçti, siz de artık ancak Müslüman
olarak ölün.
133- Yoksa Yakup ölürken oradaydınız da gözlerinizle mi gördünüz?
Yakup, ölüm haline gelince oğullarına, benden sonra kime tapacaksınız dedi.
Dediler ki: Senin Allah'ına tapacağız. Babalarının, İbrahîm'in, İsmâîl'in,
İshak' ın Allah'ı olan bir Allah'a. Biz, ona teslîm olanlarız.
134- Onlar birer ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazançları
kendilerine, sizin kazancınız size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz.
135- Yahûdi, yahut Nasrânî olun da doğru yolu bulun dediler. De ki:
Hayır, küfürden, şirkten uzak ve temiz olan İbrahîm'in dinindeyiz. O, hiçbir
zaman şirk koşanlardan olmadı.
136- Deyin ki: Allah'a, bize indirilen kitaba, İbrahîm'e İsmâîl'e,
İshak'a, Yakup'a, Yakup'un oğullarına indirilenlere, Mûsâ'ya, İsa'ya ve
peygamberlere Rablerinden verilene inandık, onların hiçbirini öbüründen ayırt
etmeyiz ve biz, Allah'a teslîm olanlarız. 16[16]
[16] Hanif
sözü, bâtıl dinlerden gerçek dine daha mail, doğru, düz anlamlarına gelir.
Yahûdilikten ve Hıristiyanlıktan meyledip doğruyu kabul ettikleri cihetle bu
inancı benimseyenlere denmiştir. Hanif, doğru dinde sabit ve haniflik, doğruluk
anlamlarına gelir diyenler de vardır. Hanif dini, Müslümanlıktan önce Araplar
arasında bâzı kimseler tarafından benimsenmişti. Haşimoğullarının çoğu bu
inançtaydı (62. âyetin izahına da
bakınız).
137- Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse mutlaka doğru yolu
buldular demektir. Fakat yüz çevirdiler mi onlar, ancak ayrılık, aykırılık
içindedir. Onlara karşı koymak için sana, Allah yeter ve o, her şeyi duyandır,
bilendir.
138- Allah'ın verdiği renk. Allah'tan daha güzel renk veren kim? Ve
biz ona tapanlarız.17[17]
[17]
Allah'ın verdiği renk. İbn-i Abbas, Hasen, Katâde ve Mücâhid'e göre Allah
dinine yapışmaktır. İmam Ca'fer-üs-Sâdık (a.s), Allah rengine, Müslümanlık
demiştir. Ferrâ ve Belhi, bu sözü, sünnet anlamına almışlardır. Tanrı yaratışı
diyenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1.
92). Râgıb-ı İsfahanî'ye göre
Tanrının, insanları hayvanlardan ayırt etmek üzere ihsân ettiği akıldır ve gene
ona göre Hıristiyanlar, doğan çocuğu, doğumunun yedinci günü Amudiyye suyunda
Vaftiz ederler ve böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna inanırlardı, ayet,
yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru dine sahip oluş diye kabul ediyor
(al-Müfredat, s. 275). Hz. Muhammed
(s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı yaratışına uygun doğar, sonra dil
beller de anası babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar"
mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık olarak kabul etmiştir
(Süyuti: al-Camii-al-Sakıyr fi Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül-Hariyye- 1321 h. c. 2, s. 79).
139- De ki: Allah hakkında bizimle mücadeleye mi girişiyorsunuz? O,
bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbi-niz. Bizim yaptıklarımız bize ait,
sizin yaptıklarınız size ve biz, bütün kalbimizle Allah'a bağlıyız.
140- Yoksa İbrahîm de, İsmâîl de, İshak da, Yakup da, oğulları da
Yahûdi, yahut Nasrânîydi mi diyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz,
Allah mı? Allah'ın bildiği, bildirdiği şeyi bilerek gizleyenden daha zâlim kim
var? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir ki.
141- Onlar birer ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazançları onlara,
sizin kazancınız size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz.
142- İnsanlardan aklı, idraki olmayanlar diyecekler ki: Bunları,
yöneldikleri kıbleden döndüren sebep de nedir? Doğu da Allah'ındır de, batı da.
Dilediğine doğru ve düz yolu buldurur.
143- İşte böylece bütün insanlara tanıklık etmeniz, Peygamberin de
size tanık olması için sizi, doğru yolun tam ortasında giden bir ümmet
yapmışızdır. Zâten evvelce yöneldiğin Kâ'be'yi kıble yapışımızdan maksat da
ancak Peygambere uyacak olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye
döneceklerden ayırt etmektir. Bu, elbette Allah'ın doğru yolu gösterdiği
kimselerden başkalarına ağır gelecek. Allah, imanınızı zayi etmez. Şüphe yok ki
Allah, insanları esirgeyicidir, rahîmdir.18[18]
[18] İman’dan
maksat, gerçek inancı belirten namazdır ve âyet önceden Kudüs'e karşı kılınan
namazın zayi olmayacağını bildiriyor.
144- Gerçekten de yüzünü göğe çevirip arandığını görmekteyiz. Seni,
razı olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Hadi, yüzünü Mescid-i Harâm'a çevir. Siz de
Nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o tarafa döndürün. Kendilerine kitap
verilenler de bilirler ki bu, Rablerinden gelmiştir, yerindedir, gerçektir ve
Allah, onların yaptıklarından gafil değildir. 19[19]
[19] Kıble,
ibadette dönülen cihete ve mabede denir. Müslümanlıkta ilk kıble, Kudüs'tü.
Hicretten on altı ay sonra Kâ'be, kıble oldu ve bir öğle namazında bu emir
vahyedildi. Namaz kılınan yere bir mescit yapılmış ve bu yüzden o mescide iki
kıble mescidi anlamına gelen "Mescid-ül-Kıbleteyn" denmiştir.
145- Andolsun ki sen, kendilerine kitap indirilmiş olanlara bütün
delilleri getirsen gene de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine
uymazsın. Zâten onların bir kısmı da bir kısmının kıblesine uymaz. Bunu iyice
bildikten sonra artık tutar, onların dileklerine uyarsan şüphe yok ki
zâlimlerden olursun.
146- Kendilerine kitap indirdiğimiz kimseler, Peygamberi, oğullarını
tanır gibi tanırlar. Tanırlar ama gene de içlerinden bir kısmı bile-bile
gerçeği gizler.
147- Gerçek, Rabbindendir. Artık sakın şüpheye düşenlerden olma.
148- Herkesin yöneldiği bir yer var, oraya döner. Siz de hep hayırlara
yönelin, hayır yolunda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizi toplar,
birleştirir. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
149- Nerede bulunursan bulun, hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir.
Bu emir şüphesiz gerçektir, Rabbindendir ve Allah yaptığınız şeylerden gafil
değildir.
150- Nerede bulunursan bulun, yüzünü Mescid-i Harâm'a çevir. Nerede
olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çevirin de insanlar, aleyhinizde bir itirazda
bulunamasınlar, ama haksızlık edenler ve zulümde bulunanlar başka. Siz
korkmayın onlardan, benden korkun da hem size verdiğim nîmetimi tamamlayayım,
hem de bu sûretle hidâyete erişin.
151- Nasıl ki içinizden size bir Peygamber gönderdik. Size
âyetlerimizi okumada, ahlâkınızı temiz bir hale koymada. Size kitap ve hikmet
öğretmede ve bilmediğiniz şeyler hakkında size malûmat verip sizi bilgi sahibi
etmede.
152- Artık siz de anın beni, anın da ben de anayım sizi. Nankörlüğü
bırakın da şükredin bana.
153- Ey inananlar, sabretmek ve namaz kılmakla Allah'tan yardım
dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerledir.
154- Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz
anlamazsınız.
155- Andolsun ki mutlaka sizi birazcık korkuyla, açlıkla, mal, can ve
meyve noksanıyla sınayacağız. Müjdele sabredenleri.
156- O sabredenleri ki onlar, bir musîbete uğradılar mı biz
Allah'ınız, gene de gerisin geriye ona döneceğiz derler.
157- Öyle kimselerdir onlar ki Rablerinden yarlıganma ve rahmet
onlara. Onlardır doğru yolu bulanlar.
158- Şüphe yok ki Safâ ve Merve, Allah alâmetlerindendir. Artık kim
hac veya umre etmek için Kâ'be'yi tavaf edip Safâ ve Merve arasında koşarsa
suçsuzdur. Kim gönlünden koparak hayır işlerse şüphe yok ki Allah, ona
mükâfatta bulunur ve her şeyi de bilir. 20[20]
[20] Safâ,
düz taş anlamına gelir. Toz toprak gibi başka bir madde ile karışmamış taşa da
derler. Merve de yumuşak bir hale gelmiş katı taşa denir. Hac, lügatte,
tekrarlamak niyetiyle bir şeyi kastetmektir. Şeriatta, malla ve bedenle yapılan
bir ibadettir. Yol eminse ergenlik çağına gelen Müslüman, hasta değilse,
ailesinin geçimi yerindeyse ve kendisi zenginse ömründe bir kere Mekke'de
muayyen töreni yapmak zorundadır. Safâ ve Merve, Mekke civarında iki tepedir.
Câhiliyye devrinde Safâ'da Üsâf, Merve'de Nâile denen iki put vardı.
Müslümanlıktan önceki Hac töreninde Müşrikler Safâ ile Merve arasında sa'y
yaparlarken, yani yedi kere gidip gelirlerken bu iki puta ellerini, yüzlerini
sürerlerdi. Hac törenini, ekonomik bir zaruret olarak teşri eden ve sa'y
geleneğini de bırakan Müslümanlık, Safâ ile Merve'den bu putları kaldırmıştır.
159- İndirdiğimiz apaçık delilleri, bildirdiğimiz dosdoğru yolu,
insanlara Kur'ân'da tamamıyla anlattıktan sonra bunu gizleyenlere gelince:
Allah da onlara lânet eder, lânet edenler de.
160- Ancak içlerinden tövbe edenler, hallerini düzeltenler ve doğruyu
söyleyenler müstesna. Onların tövbesini kabul ederim. Ben tövbeleri kabul eden
rahîmim.
161- Kâfir olup küfründe ısrar ederek bu halle can verenler yok mu!
Allah'ın lâneti de onlara, meleklerin lâneti de, bütün insanların lâneti de.
162- Ebedî olarak lânette kalırlar. Ne azapları hafifletilir, ne
yüzlerine bakılır.
163- Allah'ınız, bir Allah'tır ondan başka tapacak yok, rahman ve
rahîm odur.
164- Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide,
Allah'ın, gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde,
sonra da yeryüzüne, yürüyen hayvanları yaymasında, yelleri dilediği gibi
estirip değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine münkad olan bulutta, şüphe
yok ki aklı erenler için varlığına, birliğine deliller var.
165- İnsanların bir kısmı Allah'tan başka ona birtakım eşitler
edinirler de onları, Allah'ı sever gibi severler. İnananlarsa, Allah'ı onlardan
daha kuvvetli bir sevgiyle severler. Zulmedenler, bir görselerdi ki azâba
düşecekleri vakit bütün kuvvet, ancak ve ancak Allah'ındır ve Allah, çok
şiddetli azâp eder.
166- O vakit kendilerine uyulanlar, azâbı görerek kendilerine
uyanlardan kaçınır, uzaklaşırlar, aralarındaki vesile ve sebepler de tamamıyla
kesilir gider.
167- Onlara uyanlar da muhakkak derler ki: Keşke bir kere daha dünyaya
dönseydik de onlar bizden nasıl kaçındıysa biz de onlardan kaçınsaydık,
çekinseydik. İşte Allah, onlara yaptıkları işleri, üstlerine çöken bir
hasretten ibaret olarak gösterir. Onlar, ateşten dışarı çıkamazlar.
168- Ey insanlar, yeryüzünde helâl ve temiz olan şeyleri yiyin.
Şeytan'ın izini izlemeyin. Şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
169- O, size ancak ve ancak çirkin ve kötü şeyler buyurur, Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170- Onlara, Allah neyi indirdiyse ona uyun dendi mi dediler ki:
Hayır, biz atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın aklı bir
şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak?
171- Kâfirler, hiçbir şey duyup dinlemeden, anlamadan bağırıp çağıran
kimseye benzerler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da edemez onlar.
172- Ey inananlar, size rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yiyin ve
ancak ona tapıyorsanız karşılık olarak şükredin.
173- Söz budur ancak. O, size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini,
Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram etmiştir. Fakat zorda kalan,
başkasının hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarını da aşmamak üzere yerse
günah etmiş olmaz. Çünkü Allah, suçları örten rahîmdir. 21[21]
[21] Ölü
eti, Mûsâ dininde de haramdır (Lâvililer, 7,
24), kan (26 , 27) ve domuz da
öyle (11, 7).
174- O kimseler ki Allah'ın indirdiği kitaptan bir emri, bir hükmü
gizlerler de buna karşılık değersiz bir miktar para alırlar, işte muhakkak
onlardır ateş yiyenler. Karınlarında ateşten başka bir şey yoktur. Allah
kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne de onları temizler. Onlara ancak elemli
bir azap var.
175- Onlardır sapıklığı doğru yola, azâbı yarlıganmaya karşılık olarak
satın alanlar; ateşe ne de sabırlı kimselerdir ya.
176- Bu, haksız da değildir. Çünkü Allah, kitabı şüphe yok ki hak
olarak, doğruyu söylemek için indirdi. Allah kitabında ihtilafa düşenler,
elbette haktan uzak bir ayrılıktadırlar.
177- Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki.
Hayır ve taat sahipleri, Allah'a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere
inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,
isteyenlere ve esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren, ahdettikleri zaman
ahitlerine vefa eden, sıkıntı ve şiddet vakitlerinde sabreden kişilerdir. Onlardır
sözleri doğru olanlar, onlardır sakınanlar.
178- Ey inananlar, öldürülenler hakkında size kısas farz edilmiştir:
Hüre karşılık hür, kula karşılık kul, kadına karşılık kadın. Fakat öldüren,
kardeşinden azıcık bir affa nail olursa o zaman kısas kalkar; öldürülenin
velîsinin, akla ve örfe uygun olarak iyiliğe uyması, öldürenin de, öldürdüğü
kişinin velîsine güzellikle bir şey vermesi kalır. Bu, Rabbinizden hükmü
hafifletmedir, rahmettir. Bundan sonra da gene zulme kalkan ve aşırı giden
olursa artık ona elemli bir azap var.
179- Ey aklı erenler, özü sözü temiz kimseler, korunmanız, sakınmanız
için kısasta size hayat var.
180- Biriniz ölürken kendisinden sonra bir hayır bırakacaksa anasına,
babasına ve yakınlarına, örfe uyarak vasiyette bulunmalı. Bu, sakınanlara bir
haktır, bir borçtur.
181- Vasiyeti duyduktan sonra değiştiren olursa şüphe yok ki bu işin
vebali, ancak değiştirenedir. Muhakkak ki Allah, her şeyi duyar ve bilir.
182- Vasiyet edenin yanılmasından, suç işlemesinden ürküp aralarını
bulana suç yok. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
183- Ey inananlar, kötülüklerden, şüpheli şeylerden korunmanız için
oruç, sizden öncekilere farz edildiği gibi size de farz edilmiştir.22[22]
[22] Oruç
herhangi bir şeyden nefsi çekmektir. Şeriatta muayyen bir zaman içinde nefsi,
yemekten içmekten, cimâdan menetmektir. Oruç Musevilerle Hıristiyanlarda da
vardır.
184- Oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden biri hastalanır, yahut yolda
bulunursa orucunu yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç tutar.
Kime oruç zor gelirse her gün için bir yoksulu doyurur. Hayır için verdiği şeyi
çoğaltırsa bu da kendi hayrına. Fakat bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha
hayırlıdır.23[23]
[23] Oruç
tutmaya kudreti varken yiyen kişinin her gün bir yoksulu doyurması, bir
rivâyete göre neshedilmiştir. Bunu kabul edenlere göre bu âyetin hükmünü
kaldıran âyet, bu sûrenin 185.
âyetidir ve o âyette yalnız hasta olanın, yahut seferde bulunanın orucunu
yiyebileceği bildirilmiştir. Bu, İbn-i Abbas,ın sözüdür. Hasen ve Atâ'ya göre
bu hüküm, kaldırılmamıştır. Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı
kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan neshedilmiştir. Bazılarına
göreyse "Yutıykuunehu" sözünde, bir "la" takdir edilmiştir
ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki,
"Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır" sözüne aykırı
olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'a göre çok yaşlı,
susuzluk illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı
hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir, fakat öbür
ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince yediği
oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurur (Mecma'ül-Beyan, 1, 115).
185- Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa
ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur'ân, bu ayda
indirildi. Sizden kim, bu aya erişirse orucunu tutsun. Hasta olan ve yolcu
bulunan, hastalığında, yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği günler kadar
tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu da sayıyı
tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu göstermesine karşılık onu ululamanız
içindir, böylece de ona şükretmiş olabilirsiniz.
186- Kullarım, sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, muhakkak onlara
pek yakınım. Beni çağıran, bana dua eden kişiye çağırdığı, dua ettiği anda
icabet ederim. Artık onlar da benim çağırmama koşsunlar, bana inansınlar da
doğru yolu bulsunlar.
187- Oruçlu olduğunuz günün gecesinde kadınlarınızla buluşmanız, size
helâl edilmiştir. Onlar sizin için elbisedir, siz onlar için elbisesiniz. Allah
bildi ki nefsinizi yenemeyecek, sabredemeyecek, bir iştir, işleyeceksiniz, bu
yüzden tövbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Gayri onlarla buluşun ve Allah'ın
size yazdığını dileyin. Fecir doğup da aydınlığıyla kara iplik, sizce beyaz
iplikten ayırt edilinceye dek yiyin, için. Sonra orucu ertesi geceye kadar
tamam olarak tutun. Fakat mescitlerde ibadet için niyetlendiniz, oturdunuz
kaldınız mı kadınlarınıza dokunmayın. İşte bunlar, Allah sınırlarıdır,
yaklaşmayın o sınırlara. İnsanlar, sakınıp korunsunlar diye Allah, delillerini
bu sûretle apaçık bildirir.
188- Mallarınızı aranızda boş yere yemeyin. İnsanların bir kısım
mallarını da günah ederek yemek için bile-bile hâkimlere mal vermeyin.
189- Sana yeni ayları sorarlarsa de ki: Onlar, insanlara vakitlerini
bildirir, hac zamanı da onlarla bilinir. Sonra hayır, evlere arka taraflarından
girmek değildir. Hayır sahibi, Allah'tan çekinendir. Evlere kapılarından girin.
Allah'tan sakının ki kurtulmuş kimselerden olup muradınıza eresiniz.24[24]
[24] İbn-i
Abbas'ın, Katâde'nin ve Atâ'nın rivâyetlerine göre Araplarda, hac için ihram
girenler, evlerine, kapılarından girmezler, arka taraftaki duvarı aşmak
sûretiyle girerlerdi. Çıkarken de gene o sûretle çıkarlardı. Bunu Ebül-Cârûd,
İmam Muhammed-ül-Bâkır'dan da rivâyet etmiştir. Kureyş, Kinâne, Huzâa, Sakıyf,
Ceşm, Sa'saa oğlu Benû-Âmir boylarının, bu işi yapmadıklarını söyleyenler
olmuştur. Bâzılarına göreyse bu âdete uyanlar, bu boylardır. Aynı zamanda
âyetten, bir işi, o işin başarılacak yönlerinden, iyiliği ve hayrı, iyi ve
hayırlı kişilerden arayın anlamını da verdiğini söyleyenler vardır.
"Evlere kapılarından girin" cümlesinin tefsirinde Ebû-Câ'fer Muhammed-ül-Bâkır
(a.s), Muhammed'in soyu, Tanrı kapılarıdır, Tanrı yoludur, onlar cennet
davetçileridir; hakkı oraya çekenler, halka kılavuzluk edenlerdir demiştir.
(Mecma'ül-Beyan, c. I, s.120).
190- Sizinle savaşıp vuruşanlarla Allah yolunda siz de savaşın, vuruşun,
fakat haddi aşmayın, zulmetmeyin. Şüphe yok ki Allah, haddini aşanları ve
zulmedenleri sevmez.
191- Onları Nerede yakalarsanız öldürün. Sizi yurdunuzdan çıkardıkları
gibi siz de onları yurtlarından çıkarın. Fitne, adam öldürmeden beterdir.
Yalnız onlar, Mescid-i Hâram yanında sizinle savaşa kalkışmazlarsa siz de onlarla
Mescid-i Harâm yanında savaşmayın. Ama onlar, sizi orada öldürmeye
kalkışırlarsa öldürün onları. Budur kâfirlerin cezası işte.
192- Fakat vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
193- Bir fitne kalmayıncaya, din tamamıyla Allah'ın dîni oluncaya dek
onlarla çarpışın. Vazgeçtiler mi artık düşmanlık, yalnız zâlimleredir,
başkalarına değil.
194- Haram ay, haram aya bedel. Saygı karşılıklıdır. Şu halde kim size
tecavüz ederse onun tecavüz ettiği gibi siz de ona saldırın, düşmanlara
tecavüzde bulunun. Sakının Allah'tan ve bilin ki Allah, ancak kendisinden
korunanlarla ve sakınanlarladır.
195- Mallarınızı Allah yoluna sarfedin, kendinizi, ellerinizle
tehlikeye atmayın, iyilik edin. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.
196- Haccı ve umreyi de Allah için tamamlayın. Tamamlayamayacaksanız
gücünüz yettiği kadar bir şey kurban edin ve kurbanı, yerinde boğazlayıncaya
dek başınızı tıraş ettirmeyin. İçinizde hasta olan, başında bir eziyet bulunan
varsa tıraş olur ve karşılığında oruç tutar, sadaka verir, yahut kurban keser.
Sonra emin oldunuz, muktedir bulundunuz mu hac zamanına dek umre yapmak
isteyen, gücü neye yeterse kurban eder. Buna imkân bulamayan üç gün hacda, yedi
gün de dönünce oruç tutar, işte bu, tam on gündür. Bu da ayali Mescid-i
Harâm'da olmayan içindir. Allah'tan sakının ve bilin ki şüphe yok, Allah'ın
azâbı çok şiddetlidir. 25[25]
[25] Umre,
Arafat dağında gecelemeksizin yapılan hac törenidir. Hac, muayyen bir mevsimde
yapılır, umrenin mevsimi yoktur. Ancak hacdan önce veya sonra yapılması, yahut
recep ayında edası sünnet sayılmıştır. İmamiyye'de umre, hac gibi farzdır.
197- Hac, malûm aylarda olur. Kim o aylarda hacca niyet ederse bilsin
ki hacda ne kadınla buluşma vardır, ne kötülükte bulunma, ne de kavga ve dövüş.
Hayra dair ne işlerseniz Allah bilir. Yol azığı hazırlayın. Şüphe yok ki
azıkların hayırlısı da sakınıp çekinmedir. Ey aklı eren temiz kişiler, sakının
benden.
198- Rabbinizden rızık fazlalığı isteyerek ticarette bulunmanızda bir
beis yok. Arafat'tan seller gibi boşanıp hep berâber inince de Meş'ar-ül-Harâm'da
Allah'ı anın. Hem de o, size doğru yolu nasıl gösterdi, onu anmanızı nasıl
bellettiyse öyle anın. Bundan önce gerçekten de sapıklardandınız ya.26[26]
[26] Arafat,
Mekke civarındaki dağdır. Hacılar, zilhiccenin dokuzuncu günü burada
toplanırlar. Meş'ar-ül-Harâm, Müzdelife civarındaki yerdir. Arafat'tan
inilirken buradan geçilir.
199- Sonra insanların, hep birden Arafat'tan döndüğü yerden siz de dönün,
Allah'tan yarlıganmak dileyin. Şüphe yok ki Allah suçları örter, rahîmdir.
200- Hacca ait ibadetlerinizi bitirince babalarınızı andığınız gibi,
hattâ ondan da üstün bir sûrette Allah'ı anın. Çünkü insanlardan, Rabbimiz,
bize dünyada ihsânda bulun diyenler vardır ki bu çeşit adama âhiretten nasip
yoktur.
201- Öylesi de vardır ki Rabbimiz der, dünyada da iyilik, güzellik
ver, âhirette de iyilik ve güzellik, bizi ateşin azâbından koru.
202- İşte kazançlarından nasibi olanlar bunlardır. Allah'ın hesap
görmesi de pek tezdir.
203- Sayılı hac günlerinde Allah'ı anın. İki gün içinde acele edip de
dönmek isteyenlere suç yok. Geri kalanlara da suç yok ama sakınmak şartıyla.
Allah'tan sakının ve bilin ki siz, şüphe yok onun tapısında haşr edileceksiniz.27[27]
[27] Sayılı
günler, zilhiccenin on birinci, on ikinci, on üçüncü günleridir; bu günlere
"Eyyam-ı Teşrıyk" denir. Bayram gününde ve bu günlerde, namazlardan
sonra tekbir getirilir. Âyet, bunu emrediyor.
204- İnsanlardan öylesi var ki dünya yaşayışı hakkında söylediği söz,
seni şaşırtır, imrendirir, kalbindekine de Allah'ı tanık tutar. Halbuki o,
düşmanların en yamanı, en inatçısıdır.
205- Bir işe koyuldu mu yeryüzünde çalışır çabalar, orayı bozmak,
ekini, soyu sopu helâk etmek için uğraşır. Allah'sa fesadı sevmez.
206- Ona, Allah'tan sakın, kork dendi mi suçla, günahla ululanmaya
girişir. Cehennem gelir onun hakkından. Orası, gerçekten de ne kötü, ne pis
yataktır.
207- İnsanların öylesi de var ki Allah rızasına nail olmak için âdeta
kendisini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger.
208- Ey inananlar, hepiniz birden sulha, selâmete girin, Şeytan'ın
izini izlemeyin; şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
209- Size bunca açık deliller geldikten sonra gene de ayağınız kayarsa
artık bilin ki Allah, şüphesiz pek yüce ve üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
210- Yoksa onlar, Allah'ın, bulutların gölgelerinde, meleklerle
gelivermesini ve işlerinin olup bitivermesini mi gözetirler? Halbuki bütün
işler, döner, Allah'a varır. 28[28]
[28]
211- Sor İsrail oğullarına, onlara nice apaçık deliller getirdik. Kim
Allah'ın nîmetini, ona nail olduktan sonra tebdil ederse yok mu. Şüphesiz ki
Allah'ın azâbı ve mihneti pek çetindir.
212- Kâfir olanlara dünya yaşayışı, süslü gösterildi de inananların
bir kısmıyla alay ediyorlar. Fakat Allah'tan sakınan iman sahipleri, kıyamet
gününde onlardan üstündür. Allah, dilediğine sayısız nîmet verir.
213- İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müjdeci ve korkutucu olarak
peygamberler gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında
dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap da indirdi. Onlara bunca açık deliller
geldikten sonra da gene ancak ihtirasları yüzünden tuttular da ihtilafa
düştüler. Halbuki Allah inananları, onların ihtilâfa düştükleri doğru şeye,
kendi izniyle muvaffak etti, gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru ve düz
yola çıkarır.
214- Yoksa sizden öncekilerin örnek olan, ibret veren halleri,
başınıza gelmeden cennete giriveririz mi sandınız? Onlar yoksulluklara
uğradılar, zararlara düştüler, çetin sıkıntılara çattılar. Öylesine sürçtüler,
öylesine kaydılar, sarsıldılar ki peygamber ve onunla berâber bulunan iman ehli
bile, Allah yardımı ne vakit dediler. Bilin ki şüphe yok, Allah'ın yardımı
yakındır.
215- Ne gibi nafaka vereceklerini, mallarını nereye sarfedeceklerini
soruyorlar sana. De ki: Hayra ait sarf edeceğiniz şey, anaya, babaya,
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlaradır. Hayra dair ne yaparsanız
şüphe yok ki Allah onu bilir.
216- Hoşlanmazsınız, size ağır gelir ama düşmanlarla savaşmak, size
farz edilmiştir. Bâzı şeyler vardır ki hoşlanmazsınız, fakat hayırlıdır size.
Bâzı şeyler de vardır, hoşlanırsınız, şerdir size. Allah bilir, siz bilmezsiniz
ki.
217- Sana, savaş haram olan ayda savaşı soruyorlar. De ki: O ayda
savaş büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan çıkarmak, onu inkâr
etmek, halkı Mescid-i Harâm'dan menetmek ve mescit ehlini, oradan çıkarmak, Allah
katında daha büyük bir günahtır. Fitneyse adam öldürmeden de beterdir. Gücü
yeterse sizi dininizden döndürmedikçe sizinle savaştan geri kalmaz onlar.
Sizden birisi dininden döndü de kâfir olarak öldü mü işlediği hayırlı işler,
dünyada da heder olup gitmiş demektir, âhirette de. Onlardır ateş ehli, orada
da ebedîyen kalırlar.29[29]
[29] Bu ay,
recep ayıdır. Araplar, Müslümanlıktan önce Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep
aylarında savaş etmezlerdi .
218- İnananlar, Allah yolunda muhacir olanlar ve savaşanlarsa, onlar
Allah rahmetini umarlar. Allah da suçları örtücüdür, rahîmdir.
219- Sana şarap ve kumarın hükümlerini soruyorlar. De ki: İkisinde de
hem büyük günah var, hem insanlara faydalar var; fakat günahları, faydalarından
daha çok. Sonra mallarından neyi vereceklerini soruyorlar. De ki: Kendilerini
sıkmayanını, sıkıntıya düşürmeyenini, fazlasını. İşte Allah, delillerini size
böylece bildirir, tâ ki düşünesiniz. 30[30]
[30] Bu ayet
henüz içki ve kumar haram edilmeden vahyedilmiştir.
220- Dünyada da, âhirette de. Yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların
hallerini düzene koymak, işlerine karışmamaktan hayırlıdır. Onlara karışır,
onlarla uzlaşırsanız sonucu onlar da kardeşlerinizdir sizin. Allah, onların
işlerini bozanı, düzgün bir hale getirenden ayırt eder, bilir. Allah dileseydi
işinizi sarpa sardırırdı sizin. Şüphe yok ki Allah pek üstündür, hüküm ve
hikmet sahibidir.
221- Allah'a şirk koşan kadınları, imana gelmedikçe nikâhlamayın. İman
sahibi bir cariye bile sizi imrendiren bir müşrik kadından daha hayırlıdır.
Şirk koşan erkeklere de kızlarınızı vermeyin. Müşrik, sizi imrendirse bile iman
ehli bir kul, ondan hayırlıdır. Onlar, sizi ateşe çağırırlar, Allah'sa, izniyle
cennete ve yarlıganmaya. Anarlar, hatırda tutarlar diye de insanlara
delillerini apaçık bildirmededir.
222- Sana hayız hakkında da soruyorlar. De ki: O bir pisliktir. Hayız
vaktinde kadınlardan çekilin, temizleninceye dek onlara yaklaşmayın.
Temizlendiler mi Allah size nasıl emrettiyse öylece yaklaşın. Şüphe yok ki
Allah, adamakıllı tövbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever.
223- Kadınlarınız, tarlalarınızdır. Tarlalarınıza dilediğiniz gibi
girin ve kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun. Allah'tan sakının ve
bilin ki ona ulaşacaksınız. Müjdele inananları.
224- Ettiğiniz yeminlerden dolayı iyilik etmenize, sakınmanıza,
insanların arasını bulmanıza Allah'ı engel etmeyin. Allah duyar ve bilir.
225- Allah, boş yere yemin ettiğiniz için sizi suçlu tutmaz, kalplerinizde,
niyet yüzünden kazandığınız günah dolayısıyla sizi suçlu tutar. Allah suçları
örter, ceza vermede acele etmez.
226- Kadınlarına yaklaşmamak için yemin edenler, dört ay beklerler.
Erkekler, bundan vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah suçları örter, rahîmdir.
227- Boşamayı kurmuşlarsa şüphe yok ki Allah duyar ve bilir.
228- Boşanan kadınlar, üç ay âdet beklerler. Allah'a ve son güne
inanmışlarsa Allah'ın, rahîmlerinde yarattığını gizlemeleri helâl değildir.
Kocaları, bu müddet içinde barışmak isterlerse tekrar kadınlarını almaya tam
hakları vardır. Aşırı ve eksik olmamak üzere kadınlar, kendi aleyhlerine olduğu
gibi, lehlerine de hak sahipleridir. Ancak erkekler, kadınlardan üstündür.
Allah yüce ve üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
229- Boşamak, iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak
gerek, ya hoşlukla bırakmak. Onlara verdiğinizden bir şey almak da helâl
değildir. Fakat erkek ve kadın, Allah sınırlarını koruyamayacaklarından
korkarlarsa o başka. Siz de onların Allah sınırlarını muhafaza
edemeyeceklerinden korkarsanız kadının, hakkından vazgeçmesinde ikisi için de
günah yok. Bunlar, Allah'ın tâyin ettiği sınırlardır, bunları aşmayın sakın.
Kim Tanrı sınırlarını aşarsa o ve o çeşit adamlar, zâlimin ta kendisi olurlar.
230- Erkek, kadını bir kere daha boşayacak
olursa bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadıkça eski kocasına helâl
olmaz. Kadını almış olan adam, onu boşarsa o vakit Allah'ın sınırlarını
koruyacaklarına ümitleri varsa kadının, eski kocasına dönmesinde, tekrar
evlenmelerinde bir beis yoktur. İşte bunlar, Allah sınırlarıdır ki bilen kavme
açıklanmadadır.31[31]
[31] Bu
hüküm, boşamayı sınırlamak içindir. Kadını alan kişinin, onunla buluşması ve
kadını boşadıktan sonra iddet zamanının, yani üç hayız müddetinin geçmesini
beklemesi hakkında hadisler vardır. Ancak Hz. Muhammed (s.a.a), karısını tekrar
alabilmesi için bir başkasıyla evlendirene ve kadını, tekrar boşayıp kocasına
helal etmek için alana, yani şeriatte helal kılmak anlamına gelen
"tahlil-i şer'i" yapana ve yaptırana lanet etmiştir
(al-Cami-üs-Sagıyr, 2, 103).
231-
Kadınları boşadınız da boşandıktan sonraki müddetlerini geçirdiler mi artık
onları ya iyilikle tutun, yahut hoşlukla salıverin. Haklarında aşırı muâmelede
bulunmak için zararlarına olarak onları zorla tutmayın. Bunu kim yaparsa ancak
kendisine zarar eder. Allah'ın âyetlerini şaka sanmayın. Size verilen Allah
nîmetlerini, öğüt vermek için indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti anın. Sakının
Allah'tan ve bilin ki o, her şeyi bilir.
232- Kadınları boşadınız da zamanlarını geçirdiler mi aralarında
güzellikle uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu, içinizde
Allah'a ve son güne inananlara verilmiş bir öğüttür. Bu, sizin için daha
hayırlıdır, daha temiz bir iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.
233- Analar, emzirme zamanını tamamlamak isterlerse tam iki yıl,
çocuklarına süt verirler. Evlât sahibi olana da evlâdını emzirenin rızkını,
elbisesini, örfe göre, vermesi borçtur. Kimseye gücünden fazla bir şey teklif
edilemez. Ne ana evlâdından zarar görmeli, ne baba. Mîrasçıya da hüküm aynıdır.
Anayla baba, birbirleriyle danışırlar da, razı olurlar, çocuğu memeden kesmek
isterlerse beis yok. Çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğiniz
şeyi güzelce, yollu yordamlı verdikten sonra artık size suç yoktur. Sakının
Allah'tan ve bilin ki Allah, ne yaparsanız görür.
234- İçinizden biri ölür de arkasında kadın bırakırsa bu çeşit
adamların kadınları dört ay, on gün beklerler. Bu müddeti geçirdikten sonra
meşru bir sûrette kendiliklerinden dilediklerine varabilirler, bu hususta size
bir suç yoktur artık. Allah, ne yaparsanız, hepsinden de haberdardır.
235- Alacağınız kadınlara, onları alacağınızı anlatmanızda, yahut da
bunu gizlemenizde bir beis yok. Allah bilir ki siz, onları anacak,
hatırlayacaksınız. Yalnız onlarla gizlice de sözleşmeyin, doğru ve yolunda bir
söz söylerseniz o başka. Farz olan müddet geçmedikçe nikah bağını bağlamaya
kalkışmayın. Şüphe yok ki Allah, gönlünüzdekini de bilir, bundan dolayı çekinin
ondan. Bilin ki Allah suçları örter, cezada acele etmez.
236- Kadınları, onlara dokunmadan, yahut nikâh parası kesişmeden
boşadınızsa beis yok. Ama onları da faydalandırın. Gücü yeten, gücü yettiği
kadar, kudreti olmayan da kendi miktarınca ve örfe uygun olarak bir şey versin.
Bu, ihsân sahiplerine bir borçtur.
237- Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz
takdîrde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek. Ancak kadın, hakkını
bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı.
Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.
Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür.
238- Koruyun namazları, hele orta namazına çok dikkat edin ve Allah'a
itaat ederek namaz kılın. 32[32]
[32] Orta
namazı, günün ortasında olduğu için öğle namazıdır diyenler vardır. Sabit oğlu
Zeyd, İbn-i Ömer, Ebû-Saîd-ül-Hûdrî, Üsâme ve Ayişe bunu riveyet etmişler, Hz.
Muhammed-ül-Bâkır'la Hz. Ca'fer-üs-Sâdık'tan da bu çeşit rivâyet edilmiştir.
Zeydi imamlarının bir kısmı, orta namazının, cuma günleri cuma namazı, diğer
günler öğle namazı olduğunu kabul etmiştir. Sabahla öğle ve akşamla yatsı
namazlarının arasında bulunduğu için ikindi namazıdır diyenler olmuştur ki
İbn-i Abbas ve Hasen bunu kabul ederler, Ali'den, İbn-i Mes'ud'dan, Katâde'den,
Dahhâk'ten bu kavil rivâyet edilmiştir. Ebû-Hanife de bunu kabul eder.
Rikatları uzun ve kısa olan namazların ortasında, üç rikattan ibaret olduğu
için akşam namazıdır diyenler, orta namazını, sabah ve yatsı namazı olarak
kabul edenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1.
s. 145).
239- Korkuyorsanız yürüyerek, yahut hayvana binmiş olduğunuz halde
kılın. Emniyete çıktınız mı bilmediğiniz şeyleri size belleten Allah'ı anın.
240- İçinizden ölüp de karısını geride bırakacaklara gelince, onlara,
evlerinden çıkarmaksızın yılına kadar bir geçim vasiyet etmeleri gerek. Yok,
eğer karıları evlerini bırakıp giderlerse yapacakları meşru bir şeyden dolayı
size suç yok. Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
241- Boşanan kadınlar için de artık ve eksik olmamak üzere bir şey
vermek gerek. Bu da sakınanlara bir borçtur.
242- İşte Allah, aklınız ersin diye size âyetlerini böyle apaçık
bildirir.
243- Görmez misin ki binlerce kişi, ölümden çekinerek yurtlarından
nasıl çıktılar da sonra Allah onlara ölün dedi, sonra da diriltti onları. Şüphe
yok ki Allah, insanlara karşı ihsân sahibidir ama insanların çoğu şükretmez.33[33]
[33]
İsrailoğullarından bir bölük halk, şehirlerinde çıkan taun hastalığından
kaçmışlardı, buna işaret edilmektedir.
244- Allah yolunda vuruşun, savaşın ve bilin ki Allah, şüphesiz duyar,
bilir.
245- Kimdir o ki Allah'a güzel bir sûrette borç versin de Allah onu, o
kimseye fazlasıyla ve kat - kat ödemesin? Allah daraltır da,
ferahlatır da. Hepiniz de sonunda ona dönüp ulaşacaksınız.
246- Görmez misin İsrailoğullarının ileri gelenlerini? Hani Mûsâ'dan
sonra bir zaman geldi ki peygamberlerine, bize bir padişah gönder de ona uyup
Allah yolunda savaşa girişelim demişlerdi. Peygamberleri, size savaş farz
edilir de savaşmayıverirseniz demişti. Neden savaşmayacakmışız demişlerdi,
yurtlarımızdan çıkarıldık, evladımızdan ayırdılar bizi. Fakat savaş farz
edilince pek azı katlandı, öbürleri dönüverdiler. Allah bilir zâlimleri.34[34]
[34] Bu
peygamber, Samoil'dir (Ahd-i Atıyk, Müluk-i evvel, 8).
247- Peygamberleri, Allah size padişah olarak Tâlût'u gönderdi dedi.
Nasıl olur da dediler, bize buyruk yürütür o? Bizim ondan ziyade padişahlığa
hakkımız var, malca da bizden üstün değil. Peygamberleri, şüphe yok ki dedi,
onu Allah seçmiş sizden üstün etmiş, ona bilgi ve vücut bakımından üstünlük
vermiştir. Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti boldur, her şeyi
bilir. 35[35]
[35]
Samoil'in, İsrailoğullarına tâyin ettiği padişah, Saul'dur. Kur’ân, Saul'u,
Tâlut diye anıyor. Tâlut'a, çok uzun boylu olduğu için bu adın verildiği
söylenmiştir (Mecma'ül-Beyan, I, 149).
Ahd-i Atıyk'te de kavmin ortasında dururken omuzundan yukarısı, herkesin başını
aştığı anlatılır (Müluk-i evvel, 10,
23). Zâten âyette de buna işaret
vardır.
248- Gene peygamberleri demişti ki: Onun padişahlığının apaçık
alameti, Rabbinizden size itminan ve sükûn veren, içinde, Mûsâ ile Hârûn
soyundan artakalanlar bulunan ve melekler tarafından taşınan tabutla
gelmesidir. İnanmışsınız işte bunda, size kesin bir delil var. 36[36]
[36]
Tevrat'ta, "Tâbut-ı Sekiyne" diye birçok yerlerde geçer (Meselâ
bakınız: 15 v. d.)
249- Tâlût, orduyla harekete geçince dedi ki: Allah sizi bir ırmakla
sınayacak. Kim o ırmağın suyundan içerse benden değil, onu tatmayan benden.
Yalnız eliyle bir avuç su alana söz yok. Irmağa gelince hemen hepsi içti,
içlerinden pek azı içmedi. Tâlût ve onunla berâber bulunan inananlar, o ırmağı
geçince, bizim bugün Câlût'la ordusuna karşı duracak takatimiz yok dediler.
Allah'a kavuşacaklarını umanlarsa nice azlık taife vardır ki dediler, Allah'ın
izniyle çokluk taifeye üst olmuştur, Allah sabredenlerledir.
250- Câlût'la ordusuna karşı çıkınca da Rabbimiz dediler, sen bize
sabırlar ver, ayaklarımızı diret, bizi kâfirlere üstün et.37[37]
[37] Câlut,
Ahd-i Atıyk'te Colyat diye geçer (Müluk-i evvel, 17, 23 v. d.). Dâvûd, bu
boylu poslu Filistin kahramanını, bir sapan taşıyla alnından yaralayıp yere
yıkmış, kendi kılıcıyla başını keserek öldürmüştür
251- Allah'ın izniyle onları bozdular. Dâvûd da Câlût'u öldürdü.
Allah, kendisine saltanat ve hikmet ihsân etti, dilediği bâzı şeyleri de
belletti. Allah insanları, birbiriyle savıp gidermeseydi yeryüzü mutlaka
bozulup giderdi fakat Allah'ın âlemlere ihsânı var, lütfü var.38[38]
[38]
Âyetteki "hikmet" ten maksat, peygamberliktir. Musevilere göre Dâvûd,
peygamber değildir, Müslümanlık onu peygamber olarak kabul eder.
252- İşte bunlar, Allah'ın delilleridir. Onları sana hakkıyla
okumadayız ve muhakkak ki sen, gönderilenlerdensin, peygamberlerdensin.
253- O peygamberlerden bâzısını bâzısına üstün ettik. Onlardan
Allah'la konuşan var, bâzılarının da derecelerini yüceltmiştir. Meryemoğlu
İsa'ya apaçık deliller verdik, onu, Rûh-ul-Kudüs'le
kuvvetlendirdik. Allah dileseydi onlardan sonrakiler, kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra artık birbirlerini öldürmezlerdi. Ama gene de
aykırılığa düştüler. İçlerinde inanan var, inanmayan var. Allah dileseydi
birbirlerini öldürmezlerdi, fakat Allah dilediğini, dilediği gibi yapar.
254- Ey inananlar, sizi rızıklandırdığımız şeylerden bir kısmını
yoksullara harcayın o gün gelip çatmadan ki o gün ne alış-veriş var, ne dostluk,
ne şefaat. Kâfirlere gelince onlardır zâlimler.
255- Öyle bir Allah ki ondan başka yoktur tapacak. Diridir, her an
yarattıklarını tedbîr ve tasarruf edip durur. Ne uyuklamaya kapılır, ne uykuya
dalar. Onundur ne varsa göklerde ve yeryüzünde. Kimdir izni olmadıkça onun
yanında şefaate kalkışacak? Önlerindekini de bilir, artlarındakini de. Onun
bilgisinden, dilediği miktardan başka hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsüsü
gökleri de kaplayıp kucaklamıştır, yeryüzünü de. Göğü, yeri korumak, ona ağır
da gelmez. O'dur çok yüce ve çok ulu. 39[39]
[39] Bu
âyette "kürsi" kelimesi geçtiği için kürsü âyeti anlamına
"Âyet-ül-Kürsi" denmiştir. Hattâ bu sûreye "Kürsi sûresi"
diyenler de vardır. Kürsü, örfte, üstüne oturulan şey anlamına gelir. Bu söz,
kirs aslından gelmiştir, toplu anlamınadır. Yapraklar forma haline getirilince,
bir araya toplandığı cihetle "kürrase" ve bunun yanlış söylenişi olan
"kerrase" adiyle anılır. Kirs, bir şeyin aslı manasını da ifade eder.
İbn-i Abbas'ın rivayetine göre kürsi, Tanrı bilgisidir. Saltanat, tedbir ve
tasarruftur da denmiştir. Batlamyus mesleğine uyanlarca yedi göğü kavrayıp
kaplayan ve sabitelerin göğü olan sekizinci kat göktür (al-Müfredat, s. 441. Kürsi hakkındaki çeşitli
rivayetleri anlamak için bakınız: Mecma'ül-Beyan, 1. s. 154. Hasan Basri
Cantay: Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, c.1.
İst. 1372-1953, s. 71-72, not. 213).
256- Dinde zor yok. Gerçekten de doğru yolla azgınlık apaçık meydana
çıkmıştır. Kim putları inkâr edip Tanrı'ya inanırsa şüphe yok, öyle sağlam bir
kulpa yapışmıştır ki hiç kopmaz o ve Allah her şeyi duyar, bilir.
257- Allah, dostudur inananların. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır.
İnanmayanlarınsa dostları Şeytan'dır, onları ışıktan karanlıklara götürür.
Onlardır ateş ehli, onlardır orada ebedî kalanlar.
258- Kendisine Allah'ın saltanat verdiği kişinin, İbrahîm'le çekişmeye
başladığını görmedin mi? O zaman İbrahîm, benim Rabbim diriltir, öldürür
demişti. O, ben de diriltirim, öldürürüm dedi. İbrahîm dedi ki: Şüphe yok ki
Allah, güneşi doğudan çıkarmada, sen batıdan doğdur. İnanmayan, bu söze şaşırıp
kalmıştı. Allah zâlim kavmi doğru yola sevketmez ki.40[40]
[40] İbrahîm
Peygamber'le davaya girişen Nümrud'dur. Halk arasında bu padişaha Nemrut
denegelmiştir. Rivâyete göre Tanrılık dâvasına kalkışan ilk adamdır.
259- Bir de hani yapıları çökmüş, çatıları döşemelerinin üstüne
yıkılmış şehre uğrayan, Allah bu şehri, ölümünden sonra nasıl diriltecek ki
demişti. Allah, onu tam yüz yıl ölü bir halde bırakmış, sonra diriltmişti de
demişti ki: Ne kadar yattın? O da bir gün, yahut günün birkaç saati kadar bir
müddet demişti. Allah, tam yüz yıl yata kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak,
henüz bozulmamış bile. Eşeğine de bak; bu iş seni, insanlara bir delil göstermek
maksadıyla oldu; eşeğin kemiklerini nasıl birleştiriyor, sonra onlara nasıl et
giydiriyoruz, hele dikkat et demişti. Bu, ona apaçık belli olunca dedi ki:
Bilirim, şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.41[41]
[41] Bu
âyet, Ahd-i Atıyk'te, Hızkıyâl Peygamberin bir rüyasına işarettir. (Hızkıyâl, 37).
260- An o zamanı da, hani İbrahîm, Rabbim demişti, ölüyü nasıl
diriltirsin? Allah, inanmıyor musun demişti de İbrahîm, evet, inanıyorum ama
kalbim tam yatışsın, iyice anlayayım demişti. Allah da demişti ki: Dört kuş al,
onları kesip paramparça et, parçalarını birbirine kat, sonra o karışık
parçalardan her birini bir dağın üstüne koy, sonra da onları çağır, koşarak
sana gelecekler. Bil ki Allah, şüphe yok ki pek yücedir, hikmet sahibidir.
261- Mallarını Allah yolunda harcayanlar, her başağında yedi yüz
tanesi olan ve tam yedi tane başak bitiren tek bir tohuma benzer. Allah
dilediğine kat kat verir, arttırır. Allah'ın ihsânı boldur ve her şeyi bilir.
262- Mallarını verip ardından da, verdiklerinin başlarına kakmayanların,
onlara minnet yüklemeyen ve eziyette bulunmayanların ecri, Rableri katındadır.
Onlara ne korku vardır, ne hüzün.
263- Güzel söz ve suç bağışlama, ardında minnet olan sadakadan
hayırlıdır. Allah müstağnîdir, ceza vermede acele etmez.
264- Ey inananlar, malını insanlara gösteriş için harcayan ve Allah'a,
âhiret gününe inanmayan kişi gibi sadakalarınızı, başa kakmakla minnet ve
eziyetle hiç verilmemiş bir hale getirmeyin. O çeşit adam, sanki şiddetli bir
yağmur altında kalıp üstündeki toprağın kayarak sıvışmasıyla kaypak bir hale
gelen kayadır. O çeşit adamlar, kazançlarından hiçbir sevap elde edemezler ve
Allah, inanmayan kavmi doğru yola sevk etmez.
265- Mallarını, Tanrı rızasını kazanmak ve özlerindekini yerli bir
hale getirip kendilerine mâl etmek için verenlerse bir tepedeki bahçeye
benzerler; bol-bol yağan yağmur, o bahçenin meyvelerini iki misline çıkarır.
Hattâ bu çeşit yağmur yağmasa bile mutlaka bir çisentiye kavuşur orası ve
Allah, bütün yaptıklarınızı görür.
266- Biriniz arzular mı ki onun bir hurma fidanlığı, bir üzüm bağı
olsun, kıyısından ırmaklar aksın, o fidanlıkta, o bağda bütün meyveler
yetişsin, kendisi de ihtiyarlığa düşsün, küçük ve âciz dölü-döşü bulunsun da tam bu
çağda fidanlığına, bağına, yakıp kavurucu bir sam yeli gelip çatsın, bahçe ve
bağ, yanıp mahvolsun? İşte Allah, düşünürsünüz diye size delillerini böyle
açıklar.
267- Ey inananlar, kazandığınız temiz şeylerden, yeryüzünden sizin
için çıkardığımız nesneleri verin, görmemek için gözlerinizi yummadan ele
alamayacağınız bayağı ve aşağılık şeyleri değil ve bilin ki Allah, müstağnîdir
ve tam hamda lâyık olan odur.
268- Şeytan, sizi yoksulluğa çağırır, size kötülüğü buyurur. Allah'sa
yarlıgamasına, ihsânına davet eder ve Allah'ın ihsânı boldur, her şeyi o bilir.
269- Dilediğine hikmet ihsân eder ve kime hikmet ihsân ederse şüphe
yok ki o, çok hayra nail olmuş demektir, fakat bunu, aklı başında olanlardan
başkaları düşünmez bile.42[42]
[42] Hikmet,
Kur’ân bilgisi, sözde ve işte doğruyu buluş, doğru akıl, İsabetli tedbîr, her şeyi
yerine koymak ve bâzı yerde de peygamberlik anlamlarını ifade eder.
270- Ne sadaka verir ve ne adak adarsanız şüphe yok ki Tanrı, bilir
onu ve zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.
271- Sadakalarınızı açık verirseniz ne hoş, fakat gizlice yoksullara
verecek olursanız bu, size daha hayırlıdır ve bu, günahlarınızın karşılığı
olur; Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
272- Onları doğru yola götürmek sana ait değil. Fakat Allah dilediğine
doğru yolu gösterir. Hayra ait bir şey verirseniz bunun faydası size. Zâten
yoksullara vermeniz de ancak Allah rızası içindir. Hayır yapmak için verdiğiniz
şey, size fazlalaştırılır ve siz zulüm görmezsiniz.
273- Verilen şeyler, kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olup
yeryüzünde dolaşamayan yoksullara aittir. Bilmeyen kişi, onların istiğnalarını
görüp zengin sanır, halbuki sen, yüzlerinden tanırsın onları. Yüzsuyu dökerek
halktan bir şey istemez onlar. Hayır için ne harcarsanız şüphe yok ki Allah,
onu bilir.
274- Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık harcayanlar yok mu,
onların ecirleri, Rableri katındadır ve onlara ne korku vardır, ne de mahzun
olurlar.
275- Faiz yiyenler, ancak Şeytan tarafından çarpılmış gibi bir hale
geliverirler. Bu da onların, alış-veriş de faiz almaya benzer, onun
eşidi demelerindendir. Allah, alış-verişi helâl etti, faizi haram.
Rabbinden kendisine öğüt verilen, faizden vazgeçerse eskiden aldıkları ona
aittir, işi de Allah'a ait. Fakat bundan sonra gene tutup faiz alanlar, ateş
ehlidir, orada da ebedî kalırlar.
276- Allah faizi eksiltir, sadakalarıysa arttırır ve Allah, fazlasıyla
inkâra düşüp çok suç işleyenlerin hiçbirini sevmez.
277- İnananlara, iyi işler yapanlara, namaz kılanlara, zekât verenlere
gelince: Onların ecirleri Rableri katındadır, onlara ne korku vardır, ne hüzün.
278- Ey inananlar, Allah'tan sakının ve artık almadığınız faizleri
bırakın inancınız varsa.
279- Bunu yapmazsanız bilin ki Allah'la ve Peygamberiyle savaşa
giriştiniz. Tövbe ederseniz anamalınız sizindir, ne zulmedersiniz, ne zulüm
görürsünüz.
280- Borçlu dardaysa genişleyinceye dek mühlet verin ona. Borcunuzu
sadaka olarak bağışlarsanız bu, bilseniz, sizin için daha hayırlıdır.
281- Sakının o günden ki dönüp Allah'a ulaşacaksınız, sonra da herkese
kazancının karşılığı verilecek ve onlara zulmedilmeyecek.
282- Ey inananlar, muayyen bir müddet için borçlandığınız vakit bunu
mutlaka yazın. Aranızda bir yazıcı bulunsun ve bunu dosdoğru yazsın. Yazıcı,
Allah kendisine nasıl bellettiyse öylece yazmaktan çekinmesin borçlanan da
yazdırsın, onu geliştiren Allah'tan çekinsin de hiçbir noktayı eksik
bırakmasın. Borçlu, akılsız biriyse, yahut aklı azsa, yazdırmaya gücü yetmezse
velîsi, doğru olarak yazdırsın. Adamlarınızdan iki erkeği de bu muâmeleye tanık
tutun. İki erkek olmazsa biri unuttuğu vakit öbürünün hatırlatması için razı
olacağınız kimselerden bir erkekle iki kadın tanık olsun. Tanıklar da,
çağrıldıkları vakit kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, muayyen müddete kadar
verilen borcu yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında daha ziyade adâlete uyan, tanıklık
için daha sağlam olan, tereddüde ve şüpheye düşmemenize daha ziyade yarayan bir
şeydir. Ancak peşin alış-verişte bulunuyor, malı, aranızda
elden ele devrediyorsanız onu yazmamakta bir suç yok size. Alış-verişte
de tanık bulunsun, yazan da hiç zarar görmesin, tanık da. Zarar verirseniz bu,
şüphe yok ki bir isyandır sizin için. Sakının Allah'tan, Allah size
öğretmededir ve Allah, her şeyi tamamıyla bilir.
283- Eğer bir yolculuktaysanız, kâtip de bulamadınızsa alınan rehin de
kâfi. Birbirinize emniyetiniz varsa emniyet edilen borçlu, kendisini geliştiren
Allah'tan sakınsın da emanetini tama-mıyla ödesin ve tanıklığı
gizlemeyin. Kim gizlerse şüphe yok, kalbi günaha batar ve Allah yapıklarınızı
tamamıyla bilir.
284- Allah'ındır göklerde ne varsa ve yeryüzünde ne varsa.
İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah, onunla sizi hesaba çeker.
Dilediğini yarlıgar, dilediğini azaplandırır ve Allah'ın her şeye gücü yeter.
285- Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene inanmıştır, inananlar
da. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmıştır.
Peygamberlerinden hiçbirini öbüründen ayırmayız, duyduk demişlerdir ve itaat
ettik, Rabbimiz, yarlıganma dileriz senden, varacağımız yer, tapındır senin.
286- Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla bir şey teklif
etmez. Herkesin kazandığı sevap kendisine aittir, elde ettiği suç gene
kendisine ait. Rabbimiz, bizi muaheze etme unuttuysak, yahut yanıldıysak.
Rabbimiz, bize ağır yük yükleme bizden öncekilere yüklediğin gibi. Rabbimiz,
yükleme gücümüzün yetmeyeceği şeyi. Bağışla bizi, yarlıga bizi, acı bize,
sensin yardımcımız, artık yardım et bize inanmayanlara karşı.43[43]
[43] Sûrenin
bu iki son âyeti hakkında birçok hadisler vardır, fazileti anlatılır.