007-ARAF SURESİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Elif, Lam, Mim, Sad. (1)
(Bu,) Bir Kitap'tır ki
onunla uyarman için ve mü'minlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse
bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. (2)
Rabbinizden size
indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz? (3)
Biz nice ülkeleri yıkıma
uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken bizim zorlu
azabımız onlara geliverdi. (4)
Zorlu azabımız onlara
gelince yakarabildikleri: "Biz gerçekten zulme sapanlardandık"
demelerinden başka olmadı. (5)
Andolsun, kendilerine
(peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere (peygamberlere)
de elbette soracağız. (6)
Andolsun
(yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve biz gaibler
(onlardan uzakta olan habersizler) de değildik. (7)
O gün tartı haktır.
Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. (8)
Kimin tartıları hafif
kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini
hüsrana uğratanlardır. (9)
Andolsun, sizi
yeryüzünde yerleşik kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az
şükrediyorsunuz? (10)
Andolsun, biz sizi
yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e
secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde
edenlerden olmadı. (11)
(Allah) Dedi: "Sana
emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki:
"Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın." (12)
(Allah:) "Öyleyse
ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük
düşenlerdensin." (13)
O da: "(İnsanların)
dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (14)
(Allah:) "Sen
gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi. (15)
Dedi ki: "Madem
öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin
dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." (16)
"Sonra muhakkak
önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların
çoğunu şükredici bulmayacaksın." (17)
(Allah) Dedi:
"Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim
seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (18)
Ve ey Adem, sen ve eşin
cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın.
Yoksa zalimlerden olursunuz. (19)
Şeytan, kendilerinden
'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve
dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek
olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." (20)
Ve: "Gerçekten ben
size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. (21)
Böylece onları aldatarak
düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve
üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri
kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın
sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" (22)
Dediler ki:
"Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (23)
(Allah) Dedi ki:
"Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar
sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır." (24)
Dedi ki: "Orda
yaşayacak, orda ölecek ve ordan çıkarılacaksınız." (25)
Ey Ademoğulları, biz
sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir
giyim' indirdik (varettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır.
Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (26)
Ey Ademoğulları, şeytan,
anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini
sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya
uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden)
sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları
kıldık. (27)
Onlar, 'çirkin bir
hayasızlık' işlediklerinde: "biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah
bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin
hayasızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı
söylüyorsunuz?" (28)
De ki: "Rabbim
adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi
(O'na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na dua edin.
"Başlangıçta sizi yarattığı" gibi döneceksiniz." (29)
Kimine hidayet verdi,
kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli
edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (30)
Ey Ademoğulları, her
mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O,
israf edenleri sevmez. (31)
De ki: "Allah'ın
kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De
ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise
yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklarız. (32)
De ki: "Rabbim
yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli
olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi
hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve
Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (33)
Her ümmet için bir ecel
vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne
alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (34)
Ey Ademoğulları,
içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve
(davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun
olmayacaklardır. (35)
Ayetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır;
onda sonsuzca kalacaklardır. (36)
Öyleyse, Allah'a karşı
yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim
kimdir? Kitap'tan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet
elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara
diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar
bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar,
gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. (37)
(Allah) diyecek:
"Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe
girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler.
Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde
gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat
kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) "Hepsi için kat
kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek.
(38)
(Bu sefer) Önde
gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: "Sizin bize göre bir
üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın." (39)
Şüphesiz ayetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz
ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz
suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (40)
Onlar için cehennemden
yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.
(41)
İman edenler ve salih
amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını
yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak
kalacaklardır. (42)
Biz onların göğüslerinde
kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi
buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz
doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler."
Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir"
diye seslenilecek. (43)
Cennet halkı, ateş
halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek
buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden
seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine
olsun." (44)
"Ki onlar Allah'ın
yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti
tanımayanlardır." (45)
İki taraf arasında bir
engel ve burçlar (A'raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır.
Cennete gireceklere: "Selam size" derler, ki bunlar, henüz girmeyen
fakat (girmeyi) 'şiddetle arzu edip umanlardır.' (46)
Gözleri cehennem
halkından yana çevrilince: "Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte
kılma" derler. (47)
Burcun üstündeki
adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara
seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük
taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı." (48)
"Kendilerine
Allah'ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?
(Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun
olmayacaksınız." (49)
Ateşin halkı cennet
halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan
aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram
(yasak) kılmıştır." (50)
Onlar, dinlerini bir
eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar,
bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak
tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız. (51)
Andolsun, biz onlara bir
Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere
bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık. (52)
Onlar, onun tevilinden
başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler
ki: "Gerçekten Rabbimizin elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize
şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden
başkasını yapsak." Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır,
uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (53)
Gerçekten sizin
Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır.
Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve
yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir
de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (54)
Rabbinize yalvara
yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (55)
Düzene konulması
(ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve
umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek
yakındır. (56)
Rahmetinin önünde
rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp
yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla
oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz, ölüleri
de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız. (57)
Güzel şehrin bitkisi,
Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte biz,
şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (58)
Andolsun biz Nuh'u kendi
kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün
azabından korkmaktayım." (59)
Kavmimin önde gelenleri:
"Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde
görüyoruz" dediler. (60)
O: "Ey kavmim,
bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir
elçiyim." dedi. (61)
"Size Rabbimin
risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin
bilmediklerinizi ben Allah'tan biliyorum. (62)
"Sakınıp rahmete
kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir
zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?" (63)
Onu yalanladılar. Biz de
onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları
suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (64)
Ad (toplumuna da)
kardeşleri Hud'u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk
edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak
mısınız?" dedi. (65)
Kavminin önde
gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'aklî bir
yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu
sanıyoruz." (66)
(Hud:) "Ey
kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten
alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. (67)
"Size Rabbimin
risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (68)
"Sizi uyarmak için
aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi
şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin
yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın.
Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız." (69)
Dediler ki: "Sen
bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı
bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi
getir, bakalım." (70)
"Andolsun"
dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı.
Allah'ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği ve sizin ile
babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar
ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun;
şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (71)
Böylece onu ve onunla
birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan
sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk. (72)
Semud (toplumuna da)
kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize)
gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın
arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab
yakalar" dedi. (73)
"(Allah'ın) Ad
(kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle)
yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan
evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde
bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." (74)
Kavminin önde
gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de
onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in
gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar:
"Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. (75)
Büyüklük taslayanlar
(müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı
tanımayanlarız." (76)
Böylelikle dişi deveyi
öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler:
"Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen,
vaadettiğin şeyi getir, bakalım." (77)
Bunun üzerine onları
dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (78)
O da onlardan yüz
çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini
tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
(79)
Hani Lut da kavmine
şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı
hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? (80)
"Gerçekten siz
kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan
(azgın) bir kavimsiniz." (81)
Kavminin cevabı:
"Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen
insanlarmış!" demekten başka olmadı.
(82)
Bunun üzerine biz,
karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar
arasında) geride kalanlardandı. (83)
Ve onların üzerine bir
(azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
(84)
Medyen (toplumuna da)
kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir
belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan
mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha)
konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için
daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız." (85)
"O'na iman edenleri
tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak
(böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve
güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına
bir bakın." (86)
"İçinizden bir
grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına
göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (87)
Kavminin önde
gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb,
seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya
mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:) "Biz istemesek de
mi?" dedi. (88)
"Allah bizi ondan
kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan
yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri
dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi
kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında
'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın." (89)
Kavminin önde
gelenlerinden inkâr edenler, dediler ki: "Andolsun, Şuayb'a uyacak
olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz." (90)
Bunun üzerine onları
dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak
sabahladılar. (91)
Şuayb'ı yalanlayanlar,
sanki orda 'hiç refah içinde yaşamamışlar' gibi oldular: Şuayb'ı yalanlayanlar,
asıl büyük hüsrana uğradılar. (92)
O da onlardan yüz
çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini
tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl
üzülebilirim?" (93)
Biz hangi memlekete bir
peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları
dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz. (94)
Sonra kötülüğün yerini
iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: "Atalarımıza da
(bazan) şiddetli sıkıntılar (bazan da) refah ve genişlikler dokunmuştu"
dediler. Bunun üzerine, biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız
kıskıvrak yakalayıverdik. (95)
Eğer o ülkeler halkı
inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden
(sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de
onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (96)
O ülkeler halkı,
geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
(97)
Ya da o ülkeler halkı,
kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden
güvende miydiler? (98)
(Veya) Onlar, Allah'ın
tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan
bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (99)
(Bütün bunlar,)
Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya
çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir
musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle
işitmeyenler olurlardı. (100)
İşte bu ülkeler, sana
onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara elçileri apaçık
belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder
olmadılar. İşte Allah, inkâr edenlerin kalplerini böyle damgalar. (101)
Onların çoğunda
'verdikleri söze bağlılık' görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar)
olarak gördük. (102)
Sonra bunların
(peygamberlerin) ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen
çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte
bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. (103)
Musa dedi ki: "Ey
Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."
(104)
"Benim üzerimdeki
yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık
bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder." (105)
(Firavun) Dedi ki:
"Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda
onu getir (bakalım)." (106)
Böylelikle (Musa)
asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. (107)
(Bir de) Elini sıyırdı,
o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi). (108)
Firavun kavminin önde
gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür."; (109)
"Sizi
topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"
(110)
Dediler ki: "Onu ve
kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de
toplayıcılar yolla"; (111)
"Bütün bilgin
büyücüleri sana getirsinler." (112)
Sihirbazlar Firavun'a
gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık
(armağan) var, değil mi?" (113)
"Evet" dedi.
"(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." (114)
Dediler ki: "Ey
Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?" (115)
(Musa:) "Siz
atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler,
onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (116)
Biz de Musa'ya:
"Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de
baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. (117)
Böylece hak yerini
buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. (118)
Orada yenilmiş oldular
ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (119)
Ve sihirbazlar secdeye
kapandılar. (120)
"Alemlerin Rabbine
iman ettik" dediler. (121)
"Musa'nın ve
Harun'un Rabbine..." (122)
Firavun: "Ben size
izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan
sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna
karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." (123)
Muhakkak ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim." (124)
(Onlar da:) "Biz de
şüphesiz Rabbimize döneceğiz" dediler. (125)
Oysa sen, yalnızca, bize
geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam
almıyorsun. "Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür."
(126)
Firavun kavminin önde
gelenleri, dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk
çıkarmaları, seni ve ilahlarını terketmeleri için mi (serbest)
bırakacaksın?" (Firavun) Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve
kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe
sahibiz." (127)
Musa kavmine:
"Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona
kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir."
dedi. (128)
Dediler ki: "Sen
bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:)
"Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde
halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek"
dedi. (129)
Andolsun, biz de Firavun
aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün
kıtlığına uğrattık. (130)
Onlara bir iyilik
geldiği zaman "Bu bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet
ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak
yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar
kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
(131)
Onlar: "Bizi
büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana
inanacak değiliz" dediler. (132)
Bunun üzerine, ayrı ayrı
mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve
kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim
oldular. (133)
Başlarına iğrenç bir
azab çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına-
bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun
sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz. (134)
Ne zaman ki, onların
erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine
andlarını bozdular. (135)
Biz de onlardan intikam
aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları
nedeniyle onları suda boğduk. (136)
Kendisine bereketler
kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları
(müstaz'afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü
(vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve
kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da
yerle bir ettik. (137)
İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa
rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları (var; onların
ki) gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik
etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. (138)
Onların içinde
bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de
geçersizdir." (139)
"O sizi alemlere
üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir ilah mı arayacağım?" (140)
"Hani size
dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden
sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı."
(141)
Musa ile otuz gece için
sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk
geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah
et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.
(142)
Musa tayin edilen sürede
gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni
göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer
o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli
edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde:
"Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim"
dedi. (143)
(Allah:) "Ey
Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni
insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden
ol." (144)
Biz ona Levhalar'da her
şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) "Şimdi
bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size
fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim" (dedik). (145)
Yeryüzünde haksız yere
büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler
bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak
benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler.
Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları
dolayısıyladır. (146)
Ayetlerimizi ve ahirete
kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından
başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (147)
(Tura gitmesinin)
Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini
(tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola
da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı)
edindiler de, zulmedenler oldular. (148)
Ne zaman ki
(yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve
kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize
merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan
olacağız" dediler. (149)
Musa kavmine oldukça
kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil
ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları
bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:)
"Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve
neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey
yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi. (150)
(Musa yalvarıp) Dedi ki:
"Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet
edenlerin en merhametli olanısın."
(151)
Şüphesiz, buzağıyı
(tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet
yetişecektir. İşte biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız. (152)
Kötülük işleyip bunun
ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden)
sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (153)
Musa kabaran öfkesi
(gazabı) yatışınca Levhalar'ı aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden
korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı.) (154)
Musa, belirlediğimiz
buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da 'dayanılmaz
bir sarsıntı' tutuverince, dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve
beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin
yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası
değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim
velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en
hayırlısısın." (155)
Bize bu dünyada da,
ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı
dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu
korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere
yazacağım." (156)
Onlar ki, yanlarındaki
Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi)
olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri
(kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve
onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar,
destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru
izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (157)
De ki: "Ey
insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki
göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir
ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da
Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş
olursunuz. (158)
Musa'nın kavminden hakka
ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır. (159)
Biz onları
(İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak
ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur"
diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan-
topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve
onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:)
"Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar
bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. (160)
Onlara: "Bu şehirde
oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin ve
kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik
yapanların (armağanlarını) arttıracağız" denildiğinde, (161)
Onlardan zulmedenler,
sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun
üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azab' indirdik. (162)
Bir de onlara deniz
kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını
çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında',
balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına
uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla
onları böyle imtihan ediyorduk. (163)
Onlardan bir topluluk:
"Allah'ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak
istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde "Rabbinize
karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye" dediler. (164)
Kendilerine
hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık.
Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakaladık.
(165)
Onlar, kendisinden
sakındırıldıkları 'şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca' onlara:
"Aşağılık maymunlar olunuz" dedik. (166)
İşte o zaman Rabbin,
onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine
mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek
çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir. (167)
Onları yeryüzünde ayrı
ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda)
bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle
ve kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler. (168)
Onların ardından
yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu
değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında
bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da
alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi
söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı
okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl
erdirmeyecek misiniz? (169)
Kitaba sımsıkı sarılanlar
ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz.
(170)
Bir zamanlar dağı, sanki
bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine
düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) "Size verdiklerimize sımsıkı
sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız." (171)
Hani Rabbin, Adem
oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı
şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de)
onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet
günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. (172)
Ya da: "Bizden önce
ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız;
işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?"
dememeniz için. (173)
İşte biz ayetleri böyle
birer birer açıklarız, umulur ki dönerler. (174)
Onlara kendisine
ayetlerimizi verdiğimiz kişinin
haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da
sonunda azgınlardan olmuştu. (175)
Eğer biz dileseydik, onu
bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu.
Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan
dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan
topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.
(176)
Ayetlerimizi
yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür.
(177)
Allah kime hidayet
verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da
hüsrana uğrayanlardır. (178)
Andolsun, cehennem için
cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır
bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte
bunlar gafil olanlardır. (179)
İsimlerin en güzeli
Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve
inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında
cezalandırılacaklardır. (180)
Yarattıklarımızdan,
hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.
(181)
Ayetlerimizi
yalanlayanları ise, onları bilmiyecekleri bir yönden derece derece (günahları
yükletip azaba) yaklaştıracağız. (182)
Onlara bir süre
tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. (183)
Sahiplerinde (ya da
arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiç bir şey olmadığını düşünmüyorlar
mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (184)
Onlar, göklerin ve yerin
'bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete' (melekût) Allah'ın yarattığı şeylere ve
ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar
artık hangi söze inanacaklar? (185)
Allah'ın saptırdığı kimseye
artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir
durumda bırakıverir. (186)
Saatin (kıyametin) ne
zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: "Onun ilmi
yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O'ndan başkası açıklayamaz. O,
göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası
değildir." Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De
ki: "Onun ilmi yalnızca Allah'ın katındadır. Ancak insanların çoğu
bilmezler." (187)
De ki: "Allah'ın
dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim.
Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir
kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden
başkası değilim." (188)
O, sizi tek bir nefisten
yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini)
örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim
ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir
çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız." (189)
Ama O, onlara (Adem'in
çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği
şey konusunda O'na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından
yücedir. (190)
Kendileri yaratılıp
dururken, hiç bir şeyi yaratamıyan şeyleri mi ortak koşuyorlar? (191)
Oysa (bu şirk koştukları
güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine
yardım etmeğe. (192)
Onları hidayete
çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size
karşı (tutumları) birdir. (193)
Allah'tan başka
taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da
size icabet etsinler. (194)
Onların yürüyecek ayakları
var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa
işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir
düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." (195)
Hiç şüphesiz, benim
velim Kitabı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini)
yapıyor. (196)
O'ndan başka
taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (197)
Eğer onları doğru yola
çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar
görmezler bile. (198)
Sen af (veya kolaylık)
yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
(199)
Eğer sana şeytandan yana
bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O,
işitendir, bilendir. (200)
(Allah'tan) Sakınanlara
şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı
zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (201)
(Şeytan'ın) Kardeşleri
ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (202)
Onlara bir ayet
getirmediğin zaman: "Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana"
derler. De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu,
Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve
bir rahmettir." (203)
Kur'an okunduğu zaman,
hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz. (204)
Rabbini, sabah akşam,
yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için
için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (205)
Şüphesiz Rabbinin katında
olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız
O'na secde ederler. (206)