51 ZÂRİYÂT SÛRESİ
Mekkede nâzil olmuştur. 60 âyettir. Adını
ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûre-i şerife
kâinatta cereyan eden bazı muazzam işlere veya onlara müvekkel
kılınan melaikeye dikkat çekip, kasem ederek başlar.
Kurânın ilk muhatapları olan Mekkelilerden birçoğunun dini
yalanladıklarını, onların dünya ve âhiretteki
âkıbetlerini, diğer taraftan müminlerin istikbalini, daha sonra
Allahın kudret, hikmet ve birliğine dair bazı delilleri, bazı
resullerin kısa kıssalarını ele alır, cin ve insin
yaratılışının esas maksadının kulluk
olduğunu bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 O tozutup savuran (rüzgârlara)
2 Yağmur yüklenen bulutlara,
3 Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar
vb.) şeylere,
4 Emirleri, rızıkları, yağmurları
vb. şeyleri taksim eden meleklere yemin ederim ki,
5 Size vâd olunan diriliş elbette gerçektir.
6 İşlerin karşılığı da
mutlaka alınacaktır.
7-8 Yollarla,
yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki
içindesiniz.
9 Oysa bu dâvetten, ancak aklı
çarpılmış olan kimse çevrilip vazgeçebilir.
Dünyadaki insanların farklı inançlarından
bahsederken gökyüzünün çeşitli yollarına ve yörüngelerine
yemin edilmesi, bir benzetme yapma gayesine de yönelik olabilir. Yani
gökte yıldız kümeleri ve bulutlar nasıl farklı
farklı ise, siz yerdeki insanlar da çeşit çeşit inançlara
sahipsiniz. Demek ki insanlara gerçeği bildiren vahyin gelmesi mutlaka
gereklidir.
En ufak zerreden en büyük güneşlere kadar her
şeyin nizama bağlı olduğu bir kâinatta, insan gibi bir
varlığın nizamsız kalması nasıl mümkün olabilir?
Her şey birçok gayeye göre yaratılmışken insan gibi
mükemmel varlığın gayesiz, başıboş kalması
nasıl mümkün olabilir?
Burada şöyle bir incelik vardır:
Âhireti inkâr edenler çürüyüp, toz toprak olacağız,
zerrelerimiz havada uçuşacak, bundan sonra bedenimiz nasıl olur da
birleşebilir? diyorlardı. Oysa dünyadaki sular güneşin
ısısıyla buharlaşarak zerreler halinde bir araya gelip
sıkışmış bulutlar oluşturmakta sonra yeryüzüne
damlalar halinde geri dönmektedirler. Her gün bunları
gerçekleştiren ilahî kudretin insanların vücutlarının
dağılmış zerrelerini hava, su ve toprağın içinden
toplayıp bir araya getiremeyeceği iddia edilebilir mi? Toz zerreleri, su buharları ve yağmur
bulutlarından bahseden ilk üç âyet, buna işaret eder gibidir.
10-12 O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve
cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir
de alay ederek: Ne zaman o hesap günü? diye sorarlar.
13 O gün, onların ateşin üzerinde
fokurdayacakları gündür!
14 Onlara: Tadın bakalım fitnenizi, tadın
dünyada kaynattığınız fitne ateşinin neticesini!
İşte gelmesi için can attığınız azap! denilir.
15 Ama müttakiler bahçelerde, pınar
başlarındadırlar.
16 Rablerinin kendilerine verdiği mükâfatları
almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan
kimselerdi.
17 Geceleri az uyurlardı.
18 Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.
19 Mallarında isteyenlerin ve yoksulların
hakkını ayırırlardı.
20-22 Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller
vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller
vardır. Hâla görmeyecek misiniz?
Gökte de hem rızkınız (rızkınızın
vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.
23 Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki bu vaad,
tıpkı sizin konuşmanızın sabit olduğu gibi bir
gerçektir.
24 Sahi! İbrâhimin şerefli misafirlerinin
gelişlerinden haberin oldu mu?
25 Onlar yanına varınca: Selam! dediler. O da:
Size de Selam! diye cevap verdi, ama içinden: Bunlar tanımadığım
kimseler, hayırdır inşaallah! dedi. [15,51;
4,86; 11,69]
26-27 Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına
geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup buyurmaz
mısınız? diye ikram etti. [11,69]
{KM, Tekvin 18. bölüm}
28 O sırada onlardan yana içine bir korku düştü.
Korkma! dediler ve ona büyüdüğünde âlim olacak bir
çocuklarının dünyaya geleceğini müjdelediler. [11,70-73; 15,52]
29 Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi,
elini yüzüne vurarak: Vay başıma gelene! Ben kısır bir
kocakarı iken mi doğuracağım! diye çığlık
attı.
30 Onlar, hanımına: Evet, Rabbin böyle
buyurdu, dediler. O, tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi
hakkıyla bilir.
31 İbrâhim: Peki sizin gelişinizin asıl
sebebini öğrenebilir miyim ey değerli elçiler? dedi.
32-34 Biz dediler, Suçlu bir güruhun, haddini
aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde
damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.
35 Derken, oradaki müminleri şehirden çıkarma
emrini verdik.
36 Ama orada, bir hane dışında, Bize itaat
eden aile bulamadık.
37 Ve öyle acı bir azaptan korkanlar için, orada
bir alâmet bıraktık.
Burada Ölü Deniz (Lût Gölü) kasd edilmektedir.
Bu gölün güney kısmı, büyük bir felâketin izlerini bu gün bile
taşımaktadır. Uzmanların tahminlerine göre Lût
kavminin büyük şehri, şiddetli depremden dolayı yer altına
gömülmüş, üzerini de Lût gölünün suları basmış
olmalıdır. Batma zamanı da, M. Ö. iki bin yıl kadar
öncesine yerleştirilmektedir ki bu da Hz. İbrâhim ve Hz. Lût
(a.s.)ın yaşadığı zamana rastlamaktadır.
Lût gölünün Ellisan adlı yarımada
görünümündeki bölümü güneyde bulunmakta ve daha sonra meydana
geldiği anlaşılmaktadır. Eski Lût gölünün bu
yarımadanın kuzeyine kadar görülen tarihi kalıntıları,
güneydeki kalıntılardan çok farklıdır. İşte
bundan dolayı, önceleri güney kısmının bu göl
yüzeyinden yüksekte olduğu, daha sonra batarak o gölün altına
gömüldüğü tahmin edilmektedir.
38 Mûsânın olayında da alınacak dersler
vardır. Onu âşikâr bir delille (mûcize ile) Firavuna göndermiştik.
39 O vargücüyle ve bütün ordusuyla sırtını
çevirdi ve Mûsâ, ya bir büyücü, ya da bir delidir dedi.
40 Biz de hem onu, hem ordularını yakalayıp
denizin dibine geçiriverdik. Boğulurken, pişmanlıkla kendi
kendini kınıyordu.
41 Âd halkında da alınacak dersler
vardır. Onlara da ortalığı kasıp kavuran
köklerini kurutan bir kasırga gönderdik.
42 Bu rüzgâr, uğradığı her şeyi
derhal kül gibi savuruyordu.
43 Semûd ahalisinde de böyle alınacak ibretler
vardır. Onlara da Bir süre hayattan zevk alın bakalım!
denilmişti.
44 Onlar Rablerinin emrinden uzaklaşıp
azıtınca kendileri baka baka, o müthiş yıldırım
onları çarpıverdi.
45 Oldukları yerde çöke kaldılar, ne
doğrulabildiler, ne de yardım gördüler.
46 Daha önceleri de Nûhun halkını helâk
etmiştik. Çünkü onlar da din yolundan çıkmış
kimselerdi.
47 Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina
ettik, onu genişleten Biziz. Çünkü Biz geniş kudret ve
hakimiyet sahibiyiz.
Mûsiûn:
Geniş güç ve kudret sahibi mânasına olduğu gibi
genişleten mânasına da gelir. Allahın bu büyük kâinatı
bir kere yaratıp bırakmadığını, bilakis onu
devamlı olarak genişlettiğini gösterir. 20. yüzyılda
bulunan kâinatın genişlemesi düşüncesi, evrenin sonlu bir
büyüklüğe sahip olmasına rağmen, alan olarak sürekli
genişlediğini ifade eder.
48 Yeryüzünü de Biz döşedik, bakınız Biz
ne de güzel döşedik!
49 Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders
alasınız. [36,36; 43,12]
50 O halde, Allaha kaçın, çabuk Allahın
himayesine koşun. Zira ben Onun tarafından, sizi uyarmak için
gönderilen âşikâr bir elçiyim.
Bu âyette Allah Teâla, Peygamberinin dili ile bu
hitabı yapmaktadır. Mesela Fatiha sûresinde de bu durum vardır.
Fatihanın baş tarafında gizli bir De ki: fiili bulunur; zira o
ifadeler kulların söylemesi matlub olan sözlerdir.
Kurânın daha başka yerlerinde de bazan meleklere, bazan
peygamberlere ait sözlerin Allaha izafe edildiği görülür.
Sözün akışından kime ait olduğu
anlaşılır. [Bkz. 19,64-65; 37,159-167; 42,10; 51,57-58]
51 Sakın Allahın yanısıra başka
mâbud icad etmeyin. İşte ben Onun tarafından, sizi uyarmak için
gönderilen aydınlatıcı bir elçiyim.
52 İşte böyle... Senin hemşehrilerinden
önceki ümmetlere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona muhatapları
büyücü veya deli dediler.
53 Birbirlerine tavsiye mi ettiler, aralarında
anlaştılar mı ki hep aynı şeyleri
söylediler?Hayır, böyle bir tavsiye yok ama, onlar
azgınlıkta müşterekler. İşte ondan, böyle
söylerler.
54 Sen de onlardan yüz çevir, yeterince onlara hakkı
anlatmaya çalıştığından artık kimse seni ayıplayamaz.
55 Bununla beraber yine de hatırlatıp
öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatta bulunma,
inananlara ve inanacaklara fayda verir.
56 Ben cinleri ve insanları sırf Beni
tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Burada Allah, Allahtan başka nesneleri şerik
sayan insanları ve cinleri azarlayarak Ben onları
başkalarına kulluk etsinler diye değil, Bana ibadet etsinler
diye yarattım. diyor. Bütün kâinatı yarattığı halde
onlardan sadece ikisinin ele alınmasının sebebi şudur:
Kâinattaki bütün varlıklar Allaha itaat ve ibadet içindedirler. Fakat irade ve tercih
hakkı insanlarla cinlere verilmiştir. Bunların başka
nesnelere yönelip şirk koşmalarını önlemek
gerekir.
57-58 Onlardan nafaka istemiyorum, beni yedirip beslemelerini
de istemiyorum. Asıl bütün mahlûkların
rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan
Allah Teâladır.
Nafaka istemiyorum buyruğundan maksat şudur:
Dünya efendilerinin, hizmetçilerinden faydalanmaları gibi, onların
hizmetleriyle imkânlarımı artırmam söz konusu
değildir.
59 Muhakkak ki şimdiki zalimlerin de, daha önceki
meslekdaşlarının payı gibi, bir azap payı vardır.
Acele etmelerine hiç gerek yok, nasılsa ona kavuşacaklar!
60 Ama tehdit olundukları o gün de gelince,
çekeceklerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!