YÛNUS SURESİ
(1) Elif, Lâm, Râ.
İşte sana hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri.
(2) "İnsanları uyar, iman edenlere de kendileri için Allah
katında yüksek bir doğruluk derecesi bulunduğunu müjdele" diye içlerinden bir er
kişiye vahiy göndermemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? Küfre batanlar: "Bu adam
açık bir büyücüdür." dediler.
(3) Şu bir gerçek ki, sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı
günde yaratan, sonra arş üzerine egemenik kurup iş ve oluşu çekip çeviren
Allah'tır. O'nun izni olmadıkça hiçbir şefaatçı devreye giremez. İşte bu
Allah'tır sizin Rabbiniz. Artık O'na kulluk/ibadet edin. Düşünüp anlamıyor
musunuz?
(4) Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız
O'nadır. Yaratılışı başlatır, sonra yarattıklarını varlık alanına ardarda
çıkarır ki, iman edip hayra ve barışa yönelik amelleri yerli yerince
sergileyenleri ödüllendirsin. Küfre dalanlara gelince, onlar için, nankörlük
edip gerçeği örtmeleri yüzünden, kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap
öngörülmüştür.
(5) Güneş'i ısı ve ışık kaynağı; Ay'ı, hesabı ve yılların
sayısını bilesiniz diye bir nur yapıp ona evreler takdir eden O'dur. Allah bütün
bunları rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak yaratmıştır. Bilgiyle
donanmış bir topluluk için ayetleri ayrıntılı kılıyor.
(6) Şu bir gerçek ki, geceyle gündüzün birbiri ardınca
değişip durmasında, Allah'ın göklerde ve yerde vücut verdiği şeylerde, sakınan
bir topluluk için sayısız ayetler vardır.
(7) Şu bir gerçek ki, bize kavuşmayı ummayanlar, iğreti
hayatla tatmin bulup onunla rahatlayanlar ve ayetlerimizden uzaklaşıp gaflete
dalanlar,
(8) Kazandıkları şeyler yüzünden varış yerleri ateş
olacakların ta kendileridir.
(9) İman edip haya ve barışa yönelik amel sergileyenlere
gelince, Rableri onları imanlarıyla doğruya ve güzele iletir. Nimetlerle dolu
cennetlerde onların altlarından ırmaklar akacaktır.
(10) Orada onların yakarışı, "Tespih ederiz seni ey
Allahımız!" ve birbirlerine esenlik dilemeleri, "selam" şeklindedir. Ve onların
son çağırışları şudur: Bütün övgüler âlemlerin Rabbi Allah'adır.
(11) Allah, insanlara şerri, onların hayrı acele
istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan
hükmedilmiş olurdu. Ama biz, bize kavuşmayı ummayanları kendi azgınlıkları
içinde körü körüne bocalamaya bırakırız.
(12) İnsanlara zorluk dokunduğu zaman; yan yatarken,
otururken, ayaktayken bize yalvarır. Ama sıkıntısını çözdüğümüzde, kendisine
dokunan bir zorluk yüzünden bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider.
Haksızlığa/aşırılığa sapanlara, yapmakta oldukları, işte böyle süslü
gösterilmiştir.
(13) Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları,
zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde
inanmadıkları için, helak ettik. Günaha batanlar topluluğunu biz böyle
cezalandırırız.
(14) Sonra onların ardından yeryüzünde sizi halefler kıldık
ki, nasıl iş yapacağınızı görelim.
(15) Ayetlerimiz onlara açık-seçik parçalar halinde
okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir Kur'an
getir yahut bunu değiştir." De k: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz
konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem,
büyük bir günün azabından korkuya düşerim."
(16) De ki: "Allah dileseydi, onu size okumazdım, onu size
bildirmezdi de. Ondan önce içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı
kullanmayacak mısınız?"
(17) Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut onun
ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim var? Şu bir gerçek ki, suçlular
iflah etmezler.
(18) Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen,
yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim
Allah katındaki şefaatçılarımızdır." De onlara: "Allah'a, göklerde ve yerde
bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?" Şanı yücedir O'nun, ortak
koştuklarından arınmıştır O.
(19) İnsanlar bir tek ümmetten başka değilken ihtilafa
düştüler. Eğer Rabbinden bir söz öne geçmemiş olsaydı, tartışıp durdukları
konuda aralarında hüküm verilir/iş mutlaka bitirilirdi.
(20) Şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi
ya!" De ki: "Gayb, Allah'ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de
bekleyenlerdenim."
(21) İnsanlara, kendilerine dokunun bir darlıktan sonra bir
rahat tattırdığımızda, ayetlerimiz hakkında hemen bir tuzak sergilerler. De ki:
"Tuzak kurma bakımından Allah daha hızlıdır." Zaten, resullerimiz, kurmakta
oldukları tuzakları kaydediyorlar.
(22) O yürütüyor sizi karada ve denizde. Diyelim,
gemidesiniz: Gemiler, içindekileri latîf bir rüzgârla götürüyorlar. İçerdekiler
ferah ve sevinç duymaktalar. Birden korkunç bir kasırga geliverdi. Her taraftan
dalgalar üzerlerine çullandı. Çepeçevre kuşatıldıklarını düşünüp dini yalnız
Allah'a özgüleyerek duaya koyuldular: "Eğer bizi şu durumdan kurtarırsan, yemin
olsun, sana şükredenlerden olacağız."
(23) Ama Allah onları kurtarınca, hiç vakit geçirmeden
yeryüzünde haksızlığa sapıp azgınlaşırlar. Ey insanlar! Şu iğreti hayatın
menfaati için yaptığınız azgınlık ve taşkınlık yalnız sizin aleyhinizedir. Bir
süre sonra bize döndürüleceksiniz ve yapmakta olduklarınızı size haber
vereceğiz.
(24) Şu iğreti hayatın durumu gökten indirdiğimiz bir suya
benzer: İnsanların ve davarların yedikleri yeryüzü bitkisi onunla karışmıştır.
Nihayet toprak, takılarını kuşanmış, süslenmiştir. Toprağın sahipleri onun
üzerinde egemen olduklarını sanmaktadırlar. Tam bu sırada emrimiz ona gece veya
gündüz ulaşmıştır. Ve onu, sanki dün yerinde yokmuş gibi biçip atmışızdır. Derin
derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.
(25) Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini dosdoğru
bir yola kılavuzlar.
(26) Güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik var. Dahası
da var. Onların yüzlerine kara da bulaşmaz, zillet de... Cennetin dostlarıdır
onlar; sürekli kalıcıdırlar orada.
(27) Kötülük kazananlara ise kötülüğün miktarınca karşılık
vardır. Ama yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak kimse
yoktur. Yüzleri gece parçalarından karanlıklarla kaplanmış gibidir. Ateşin
dostlarıdır bunlar. Sürekli kalıcıdırlar içinde.
(28) Gün olur, onları bir araya toplarız; sonra şirke
batmışlara sesleniriz: "Siz ve ortak yaptıklarınız, yerlerinize!" Aralarını
ayırmışızdır. Ortak tuttukları şöyle haykırırlar: "Siz bize kulluk
etmiyordunuz."
(29) "Sizinle bizim aramızda tanık olarak Allah yeter.
Doğrusu, biz sizin ibadetinizden tamamen habersizdik."
(30) İşte orada, her benlik önceden gönderdiği şeyi kendisi
deneyecektir. Hepsi gerçek Mevlâ'larına döndürülmüş, iftira aracı yaptıkları
şeyler kendilerini koyup gitmiştir.
(31) Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o
işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim
çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!"
diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?"
(32) İşte bu Allah'tır sizin Hak Rabbiniz. Hak'tan sonra,
sapıklıktan başka ne kalır ki? Peki, nasıl oluyor da yüz geri döndürülüyorsunuz?
(33) Bu, budur! Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki, "Onlar
iman etmezler!" sözü gerçekleşmiştir.
(34) De ki: "Ortak tuttuklarınız içinde, yaratışa başlayan,
sonra, yarattığını çevirip bir daha yaratan kim var?" De ki: "Allah! Yaratışı
başlatır, sonra onu çevirip yeniden yaratır. O halde nasıl oluyor da başka bir
yöne döndürülüyorsunuz?"
(35) Şunu da söyle: "Ortak tuttuklarınızdan kim var hakka
götüren?" De ki: "Allah götürür hakka. Hakka götürebilen mi izlenmeye daha
layıktır yoksa kılavuzlanmadıkça yolu bulamayan mı? Peki, ne oluyor size? Nasıl
hüküm veriyorsunuz siz?"
(36) Onların çoğu sanıdan başka bir şeyin ardınca gitmiyor.
Doğrusu da şu ki sanı, haktan hiçbir şey ifade etmez. Allah, onların
yaptıklarını iyice bilmektedir.
(37) Bu Kur'an, Allah'ın berisinden birilerince yalan
isnatlarla oluşturulmuş değildir. O, kendinden öncekinin tasdiki ve Kitap'ın
ayrıntılı kılınmasıdır. Kuşku ve çelişme yoktur onda. Âlemlerin Rabbi'ndendir o.
(38) Yoksa, "onu uydurdu" mu diyorlar! De ki: "Eğer doğru
sözlüler iseniz Allah dışında, elinizin yettiklerini de çağırın da onun benzeri
bir sure ortaya çıkarın."
(39) Hayır, düşündükleri gibi değil. Onlar, ilmini
kuşatamadıkları ve yorumu kendilerine hiç gelmemiş bir şeyi yalanladılar.
Onlardan öncekiler de böyle yalanlamıştı. Bak da gör nasıl olmuştur zalimlerin
sonu!
(40) İçlerinden buna inanacak var, inanmayacak var.
Bozguncuları Rabbin daha iyi bilir.
(41) Seni yalanladılarsa şöyle söyle: "Benim yaptığım bana,
sizin yaptığınız size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin
yaptığınızdan uzağım."
(42) İçlerinde sana kulak verenler de vardır. Peki,
sağırlara sen mi işittireceksin? Hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa!
(43) Onlardan sana bakanlar da vardır. Peki, körlere sen mi
kılavuzluk edeceksin? Hele, kalp gözleriyle de görmüyorlarsa!
(44) Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama
insanlar öz benliklerine zulmediyorlar.
(45) Onları huzuruna toplayacağı gün, gündüzün bir
saatinden başka, dünyada durmamış gibidirler; aralarında tanışırlar. Allah'a
kavuşmayı yalanlayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar, hüsrana uğramışlardır.
(46) Onların vaat ettiğimizin bazısını sana göstersek de
seni vefat ettirsek de dönüşleri bizedir. Sonunda Allah, işlemiş olduklarına
tanıklık edecektir.
(47) Her ümmet için bir resul öngörülmüştür. Resulleri
gelince, aralarında adaletle hüküm verilir. Hiçbir zulme uğratılmazlar.
(48) Diyorlar ki: "Doğru sözlülerseniz bu vaat ne zaman?"
(49) De ki: "Ben kendime bile Allah'ın istediği dışında bir
zarar verme yahut yarar sağlama gücünde değilim. Her ümmetin bir eceli var.
Ecelleri geldiğinde bir saat geri de kalamazlar, ileri de gidemezler."
(50) Şöyle söyle: "Diyelim O'nun azabı size gündüzün veya
geceleyin gelecektir. Suçlular bunlardan hangisini aceleyle ister?"
(51) O azap başınıza patladıktan sonra mı iman ettiniz!
Şimdi mi? Hani onu aceleden isteyip duruyordunuz?
(52) Sonra, zulmedenlere şöyle denecek: "Sonsuzluğun
azabını/sonsuz azabı tadın! Kazandığınız şeyler dışında bir şeyle
cezalandırılmayacaksınız!"
(53) Soruyorlar sana: "Doğru mu bu?" De ki: "Evet! Rabbime
yemin ederim, o doğrunun ta kendisidir! Ve siz ondan yakayı
kurtaramayacaksınız."
(54) Zulmetmiş her benlik, yeryüzündekiler kendinin olsa,
kurtulmak için tümün fidye verecektir. Azabı gördüklerinde pişmanlğı ta
içlerinde duyarlar. Aralarında adaletle hükmedilmiştir. Asla zulme
uğratılmazlar!
(55) Gözünüzü açın, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır!
Gözünüzü açın, Allah'ın vaadi haktır! Ama onların çokları bilmiyorlar.
(56) O, hayat verir, O öldürür. O'na döndürüleceksiniz.!
(57) Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüller
derdine bir şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet geldi.
(58) De ki: "Allah'ın lütfuyla, O'nun rahmetiyle, sadece
onunla sevinip ferahlasınlar! O, onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır."
(59) De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak
indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin
verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"
(60) Yalanı Allah'a yakıştıranlar, kıyamet günü hakkında ne
düşünüyorlar? Allah, insanlara karşı elbette lütuf sahibidir, fakat onların
çokları şükretmiyorlar.
(61) Bir iş ve oluşta bulunsan, Kur'an'dan bir şey okusan;
herhangi bir iş yapsanız, siz ona dalıp gitmişken biz üstünüzde mutlaka
tanıklarız. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de
daha büyüğü de Rabbinden uzakta/gizli kalmaz; tümü apaçık bir Kitap'tadır.
(62) Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku
yoktur. Tasaya da düşmezler onlar.
(63) Onlar inanmış, takvaya sarılmışlardır.
(64) Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara.
Allah'ın kelimelerinde değişme/değiştirme olmaz. İşte budur o büyük kurtuluş.
(65) Onların sözü seni üzmesin. Tüm onur ve kudret
Allah'ındır. O her şeyi işitir, her şeyi bilir.
(66) Gözünüzü açın! Göklerde kim var yerde kim varsa
Allah'ındır! Allah'ın yanında başka şeylere yalvaranlar, ortak koştuklarına
uymuyorlar/Allah'ın yanında ortaklara yalvaranlar neyin ardı sıra gidiyorlar?
Onlar sadece sanıya uyuyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.
(67) O, odur ki, içinde durup dinlenesiniz diye sizin için
geceye vücut verdi, gündüzü de aydınlık kıldı. Hiç kuşkusuz, bunda, dinleyecek
bir topluluk için ibretler vardır.
(68) "Allah çocuk edindi!" dediler. Hâşâ! Allah bundan
arınmıştır! O Ganî'dir, hiçbir şeye muhtaç olmaz! Göklerdekiler de yerdekiler de
O'nundur. Elinizde, söylediğinize ilişkin hiçbir kanıt yok. Allah hakkında
bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?
(69) De ki: "Allah hakkında yalan düzüp iftira edenler
iflah etmeyeceklerdir!"
(70) Dünyada biraz nimetlenme, ardından dönüşleri bize!
Sonra biz, inkâr ettikerinden ötürü şiddetli azabı onlara tattıracağız.
(71) Onlara Nûh'un haberini de oku! Hani, toplumuna şöyle
demişti: "Eğer benim konumum ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır
geliyorsa artık ben, Allah'a dayandım. Siz de ortaklarınızla bir araya gelip
işinize bakın. Yapacağınız şey size bir kaygı da vermesin, hükmünüzü bana
uygulayın. Ve bana fırsat da vermeyin."
(72) "Yüz çevirdiyseniz çevirin. Ben sizden bir ücret
istemedim. Benim ücretim, Allah'tan gelecektir. Bana, müslümanlardan/Allah'a
teslim olanlardan olmam emredildi."
(73) Bunun üzerine, onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla beraber bulunanları kurtardık, onları yöneticiler yaptık; ayetlerimizi
yalanlayanları da batırıp boğduk. Bak da gör, önceden uyarılanların sonu nice
oluyor!
(74) Nûh'un ardından birçok resulleri daha toplumlarına
gönderdik. Onlara açık-seçik kanıtlar getirdiler. Ama onlar daha önceden
yalanladıkları şeye bir türlü inanmadılar. Azgınlığa sapanların kalplerini biz,
işte böyle mühürleriz.
(75) Onların ardından da Mûsa ile Hârun'u ayetlerimiz
eşliğinde Firavun ve kurmaylarına gönderdik. Kibre saptılar ve günahkâr bir
topluluk oldular.
(76) Gerçek, katımızdan onlara geldiğinde şöyle demişlerdi:
"Hiç kuşkusuz, bu, apaçık bir büyüdür."
(77) Mûsa dedi ki: "Gerçek size ulaştığında böyle mi
konuşuyorsunuz? Büyü müdür bu? Büyücülerin kurtuluşu yoktur."
(78) Dediler ki: "Sen bize, atalarımızı üzerinde bulduğumuz
şeyden bizi çeviresin de bu toprakta devlet ve ululuk ikinizin olsun diye mi
geldin? Biz, ikinize de inanmıyoruz."
(79) Firavun seslendi: "Tüm bilgin büyücüleri huzuruma
getirin!"
(80) Büyücüler gelince, Mûsa onlara şöyle dedi: "Ortaya
koyma gücünde olduğunuz şöyleri sergileyin."
(81) Onlar hünerlerini ortaya koyunca Mûsa dedi ki:
"Sergilediğiniz şey büyüdür. Allah onu mutlaka hükümsüz kılacaktır. Çünkü Allah,
bozguncuların işini düzgün yürütmez."
(82) "Ve suçlular hoş görmese de Allah, hakkı,
kelimeleriyle ortaya çıkarıp kanıtlayacaktır."
(83) Firavun ve kodamanlarının kendilerine kötülük
etmelerinden korktukları için, kavmi arasından bir gençlik grubu dışında hiç
kimse Mûsa'ya inanmadı. Çünkü Firavun, o toprakta gerçekten çok üstündü ve
gerçekten sınır tanımaz azgınlardan biriydi.
(84) Mûsa dedi ki: "Ey toplumum! Eğer Allah'a inanmışsanız,
müslümanlarsanız/Allah'a teslim olanlarsanız yalnız Allah'a dayanıp güvenin."
(85) Şöyle yakardılar: "Yalnız Allah'a dayandık. Rabbimiz!
Bizleri, zulmedenler toplumu için bir imtihan aracı yapma!"
(86) "O küfre sapmış toplumdan rahmetinle bizi kurtar!"
(87) Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için
kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble
yapın/karşılıklı yapın ve namaz kılın. İnananlara müjde ver.
(88) Mûsa şöyle dedi: "Rabbimiz! Sen, Firavun ve
kodamanlarına şu geçici hayatta debdebe verdin, mallar verdin. Rabbimiz! Senin
yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür, kalplerini
şiddetle sık ki, acıklı azabı görünceye kadar inanmasınlar."
(89) Allah cevap verdi: "İkinizin duası kabul edildi.
Doğruluktan şaşmayın! İlimden nasipsizlerin yolunu izlemeyin!"
(90) Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve
ordusu, azgınlık ve düşmanlıkla onları izlemekteydi. Nihayet, boğulma ümüğüne
çökünce şöyle dedi: "İman ettim. İsrailoğullarının inanmış olduğu dışında ilah
yok. Ben de O'na teslim olanlardanım."
(91) "Şimdi mi? Daha önce isyan etmiş, bozgunculardan
olmuştun."
(92) "Bugün senin bedenini kurtaracağız ki, arkandan
gelenlere bir ibret olasın. Ama insanların çoğu bizim ayetlerimizden gerçekten
habersiz bulunuyor."
(93) Yemin olsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda
yerleştirdik ve kendilerine temiz yiyeceklerden rızık verdik. Kendilerine ilim
gelinceye kadar ihtilafa düşmediler. Hiç kuşkusuz, Rabbin, tartışmakta oldukları
şey hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
(94) Şayet sen, sana indirdiğimizden kuşkulanmakta isen,
senden önce Kitap'ı okuyanlara sor. Yemin olsun, hak sana Rabbinden gelmiştir. O
halde, sakın kuşkulananlardan olma!
(95) Ve sakın ayetlerimizi yalanlayanlardan olma, yoksa
hüsrana düşenlerden olursun.
(96) Aleyhlerine Rabbinin kelimesi hak olanlar iman
etmezler;
(97) Tüm ayetler onlara gelse bile. Ta, o korkunç azabı
görünceye kadar...
(98) Bir kent inansa da imanı kendisine yarar sağlasa ya!
Yûnus'un kavmi müstesna. Onlar inanınca, dünya hayatında rezillik azabını
üstlerinden kaldırmış ve kendilerini belirli bir süreye kadar nimetlendirmiştik.
(99) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi
toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi
zorlayacaksın!
(100) Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez.
Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.
(101) De ki: "Göklerde ve yerde neler var/neler oluyor, bir
bakın!" O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir toplumun hiçbir işine yaramaz.
(102) Onlar, sırf kendilerinden önce gelip geçenlerin
günleri gibisini bekliyorlar. De ki: "Bekleyin! Sizinle beraber ben de
bekleyenlerdenim."
(103) Sonunda biz, resullerimizi ve iman edenleri
kurtarıyoruz. İşte böyledir. Üzerimize bir borç olarak, inananları kurtarırız.
(104) De ki: "Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz,
ben sizin Allah'ın berisinden kulluk ettiklerinize kulluk etmeyeceğim. Tam
aksine ben, sizin canınızı alacak olan Allah'a kulluk edeceğim. Bana,
müminlerden olmam emredildi."
(105) Şu da emredildi: "Yüzünü, bir hanîf olarak dine
çevir. Sakın müşriklerden olma!"
(106) "Allah'ın berisinden, sana yarar sağlamayacak ve
zarar veremeyecek şeylere yakarma! Eğer bunu yaparsan mutlaka zalimlerden
olursun."
(107) Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kaldıracak
olan başkası değil, yine O'dur. O sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu
reddedecek yoktur. Kullarından dilediğini lütfuyla nasiplendirir. Gafûr'dur O,
Rahîm'dir.
(108) De ki: "Ey insanlar! Şu bir gerçek ki hak size
Rabbinizden gelmiştir. Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir; sapan
da kendi benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim."
(109) Sana vahyedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar
sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır.