(15/108) KEVSER SURESİ

MEKKE DÖNEMİ

(3 AYET)

Kevser suresi, Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında nâzil olmuştur. Kuran’ın en kısa süresidir ve üç ayetten oluşur. Adını, ilk ayetin sonunda yer alan ve genel olarak “çok hayır” anlamına gelen “kevser” kelimesinden alır. Ayrıca “Nahr suresi” adıyla da anılır. Nüzul sırasına göre 15’inci, tertip sırasına göre de 108’inci suredir.

Hz.Muhammed’in zor durumda kaldığı ve üzüntülü olduğu bir zamanda inen bu surede, ona kevser (çok hayır ve nimet) verildiği müjdelenir. Bunun için ondan, Rabb’ine yönelmesi istenir. Peygamber(a.s)’e buğz eden ve kin duyan İslâm düşmanları kınanır. Böylece Peygamber(a.s)’e ve onun şahsında bütün müminlere, bir gün İslâm düşmanlarının soyunun mutlaka kesileceği mesajı verilerek onların geleceğe umutla bakmaları hedeflenir.

Kaynaklarda belirtildiğine göre, Kevser suresinin inişine sebep olan şudur. Hz.Muhammed’in, Hz.Hatice’den Kasım ve Tahir adında iki erkek çocuğu olmuştur. Kasım, Hz.Muhammed’e peygamberlik verilmeden önce doğmuş ve iki yaşındayken ölmüştür. Tahir de, Hz.Muhammed’e peygamberlik verildikten sonra doğmuş, henüz süt çağındayken vefat etmiştir. Hz.Muhammed’in dünyada erkek çocuğunun kalmadığını gören, nesebi ve erkek çocuğu da haddinden fazla önemseyen müşrik Araplar, Peygamber(a.s)’e ebter (soyu kesik) diyerek hakaret etmişlerdi. Özellikle Âs ibn Vâil, Peygamber(a.s)’in adı anıldığı zaman: “Bırakın onu, o ebterdir, onun soyunu sürdürecek erkek çocuğu yoktur, ölünce adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz.” demiş, Ukbe bin Ebi Muayt ve diğerleri de benzer sözler söylemişlerdir. İşte onların bu sözleri Peygamber(a.s)’i çok üzmüş, onu gelecek hakkında bazı endişelere sevketmiş, Yüce Allah da Elçisini bu karmaşık duygulardan kurtarıp geleceğe umut ve güvenle bakmasını sağlamak üzere bu sureyi indirmiştir. Demek ki Kuran, yaşanan hayata canlı bir rehber olsun diye gönderilmiştir.

Bir rivayete göre de, bu surenin inişiyle ilgili olarak Enes bin Malik şöyle demiştir:«Allah’ın elçisi, mescidde aramızda otururken kendisini bir uyuklama aldı. Sonra gülerek başını kaldırdı. Biz, “seni güldüren nedir ey Allah’ın elçisi” dedik. O, “Bana bir sure indi” dedi ve besmeleyle birlikte Kevser suresini okudu. Sonra da bize: “Kevser nedir, bilirmisiniz?” dedi. Biz, “Allah ve Elçisi daha iyi bilir” dedik. Peygamber(a.s): “O, Rabb’imin bana vadettiği bir ırmaktır, onda çok hayır vardır” buyurdu.»

Bu rivayete dayanarak, Kevser suresinin Medine döneminde indiğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü bu olayı anlatan Enes, henüz on yaşlarında bir çocuk iken Medine’de Peygamber(a.s)’in hizmetine girmiştir. Medinenin yerlisi olan Enes’in işaret ettiği mescit de, Medine Mescidi olabilir. Çünkü Hz.Muhammed’in Medine’ye hicretinden önce, müslümanlara açık olan bir mescid bulunmuyordu.

Bu rivayete, bir haberi vahid (tek kişiye dayanan bir haber) olduğundan, surenin üslup ve içeriği de onun Mekke dönemine ait olduğunu açıkça ortaya koyduğundan, çoğunluk bu surenin Mekke’de indiği görüşündedir. Makbul ve meşhur olan görüş budur.

 

“KEVSER SURESİ’NİN METNİ, MEÂLİ VE AÇIKLAMASI

 

 

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

 

(Ey Muhammed!) Bak biz sana verdik kevser,

Öyleyse sen de Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes(iver).

Doğrusu sana buğz edendir ebter.

 

Hayırlı Çokluk ve Sınırsız Bolluk

Kevser suresinin nüzul zamanı ve ortamı göz önünde bulundurulursa, şu gerçek görülür. Kuran vahyi insanlara ulaşıp giderek kabul görmeye başlayınca, Mekke’nin müşrik liderleri bu gelişmeyi kendi gelecekleri açısından tehlikeli bulurlar. Aralarında toplantılar düzenleyip Peygamber(a.s)’i konuşurlar ve onun davetinin engellenmesi için tedbirler düşünürler. Kuran’ı ve Peygamber(a.s)’i, insanların gündeminden çıkarmak için her olaydan yararlanmak isterler. Peygamber(a.s)’in erkek evlâdının ölümünü bile, ona eziyet etmek için bir bahane olarak kullanırlar. “Muhammed ebterdir-soyu kesiktir.” deyip onu rahatsız edici kötü bir nitelendirmede bulunurlar. Bir tarafta evladını kaybetmenin acısı, diğer tarafta müşriklerin rahatsız edici kötü nitelendirmelerde bulunmaları, Peygamber(a.s)’i iyice hüzünlendirir ve onu gelecek hakkında endişelere sevkeder. İşte bundan dolayı Yüce Allah, hem Peygamber(a.s)’i bu karmaşık duygulardan kurtarıp teskin etmek, hem de onun geleceğe umutla bakmasını temin etmek üzere bu sureyi indirir.

1’inci ayette, Yüce Allah’ın Peygamber(a.s)’e Kevser’i verdiği, bu yüzden onun endişelenmesine ve kaygı duymasına gerek olmadığı bildirilir.

Bu ayette yer alan “kevser” kelimesi, sözlükde, “pek çok” veya “çok şey” anlamına gelen “k s r” kökünün türemiş şeklidir. Kevser kelimesi, “çok hayır” anlamına gelir. Ancak o, salt sayısal bir çokluktan ziyade, hayır ve hasenatı fazla olan nitelikli çokluğu belirtir. Salt ve niteliksiz çokluk ise, daha çok “tekâsür” kelimesiyle ifade edilir. Hayırlı çokluğu ve sınırsız nimetleri dile getiren kevser kelimesinin, çeşitli anlamlara gelebileceği belirtilmiştir. Bunlardan en önemlileri, şöylece özetlenebilir:

Kevser, cennette bir nehrin veya havuzun ismidir. Çünkü Peygamber(a.s) Kevser’i: “O, Rabb’imin bana (cennette) verdiği bir nehirdir; onda çok hayır vardır. O bir havuzdur; kıyamet günü Ümmetim varıp ondan içecektir, onun kapları yıldızlar sayısıncadır..” şeklinde açıklamıştır. Bu yüzden, İslâmi gelenekte kevser, havuz olarak yorumlanmış ve Peygamber(a.s)’in kıyametteki havuzuna “havz-ı kevser” denilmiştir. Hadislerde belirtildiğine göre, Peygamber(a.s)’in havuzu çok geniş, suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzel, kadehlerinin sayısı da gökteki yıldızlardan daha çoktur. Ondan bir kere içen, bir daha ebediyyen susamayacaktır.

Bu ayet gereğince, Peygamber(a.s)’e Kevser’in verilmiş olduğuna inanmak vacib (gerekli) ise de, onun mutlaka bir “nehir” veya “havuz” olduğuna inanmak sahih olmakla beraber gerekli (vacip) değildir. Çünkü kevser kelimesi, başka anlamlara da gelebilmektedir.

Kevser, Hz.Muhammed’e bahşedilen peygamberlik şerefidir. Zira peygamberlik, hem dünya hem de din saadetini gerektiren ve ilâhi lütfu içeren büyük bir hayırdır. “Allah dilediğine hikmeti bağışlar, kime hikmet bağışlanırsa ona çok hayır verilmiş demektir....” Hemen belirtelim ki, Kevser’i “her hayrı içeren Kuran, İslâm, ilim ve hikmet” olarak yorumlayan görüşlerde, bu maddenin kapsamına girmektedir.

Kevser, Peygamber(a.s)’in neslinin veya ümmetinin çokluğudur. Çünkü, oğullarının ölümü ile onun nesli kesilmemiş, tam aksine ona pek çok nesil verilmiştir. Ayrıca çok sayıda hayırlı insan, ona ümmet olmuştur.

Kevser kelimesinin, bunlardan başka anlamları da vardır. Ancak sonuç itibariyle onun iki anlamının meşhur olduğu görülür. Bunlardan ilki, “Cennette bir nehir veya havuz”, ikincisi de “çok hayır” anlamında kullanılmış olmasıdır.

Kevser’in, başta peygamberlik nimeti olmak üzere Hz.Muhammed’e fiilen verilmiş olan bütün nimetler olması daha uygundur. Ayrıca ona verilecek ahiret nimetleri de Kevser’in kapsamına girmektedir. “Çok hayır” anlamı ise, bu nimetlerin hepsini kapsamaktadır. Bu durumda Kevser, sonsuz hayır ve bağışları, coşan bereketi, bol nimeti, zürriyet çokluğunu ve ilâhi lütufların hepsini kapsayan bir kelime olmaktadır. Yüce Allah’ın, Peygamber(a.s)’e hayırların hepsini ve cennet nehirlerinin kaynağı olan Kevser’i bahşettiğini dile getiren bu ayet, ibaresiyle ihbar, iktizasıyla da inşâ niteliğindedir. Çünkü Yüce Allah, Peygamber(a.s)’e maddi ve manevi anlamda iyi ve güzel olan her şeyden bolca ihsan etmiştir.

Nimetin Şükrünü Edâ Etmek

2’nci ayette, Peygamber(a.s)’den ve her mümin benlikten, Rabb’i için ibadet etmesi istenir. Nimetin, şükür ve taatı gerektirdiğine, şükrün de nimeti artırma vesilesi olduğuna işaret edilir.

Bu ayetteki “salli” emir fiili, yaygın anlamıyla “namaz kıl” demektir. Ancak ayette, kılınması gereken namazın hangi namaz olduğu açıkça belirtilmediğinden buradaki namazdan maksadın, “farz namazlar”, “bayram namazı”, “bayram sabahı Müzdelife’de kılınan sabah namazı”, “farzları ve nafileleri içine alan bütün namazlar” olabileceği şeklinde görüşler vardır.

“Venhar” emir fiilinin de nesnesi açıkça belirtilmediğinden bu fiil, “kurban kes”, “namazda tekbir alırken elleri boğaz hizasına kadar kaldır” ve “ğöğsünü kıbleye döndür” şeklinde yorumlanmıştır. “Venhar” emir fiili, kesin olarak “kurban kes” anlamına gelmediği ve zanni bir delil niteliği taşıdığı için, kurban kesmenin hükmünün farz değil, “vacib” veya “sünnet” olduğu belirtilmiştir. Kurban bayramı namazından sonra kurban kesmek, hem Kuran ayetlerinin işaretiyle hem de Peygamber(a.s)’in fiil ve emirleriyle sabit olmuş, bu çerçevede oluşan fıkıh kültüründe de, konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.

Surenin üslubundan ve rivayetlerden anlaşıldığına göre, namaz gibi kurban da eskiden beri Araplar arasında bilinen ve uygulanan bir ibadetti. Ancak Müşrikler bu ibadetleri Allah için değil de putları için yaparlardı. İşte Yüce Allah, Peygamber(a.s)’e ve onun şahsında bütün müminlere yalnız Rableri için namaz kılıp kurban kesmeyi emretti.

Görüldüğü gibi ayetin asıl maksadı, namazın ve kurbanın kendisi veya hükmü değil, onların Allah için yapılmalarıdır. Öyleyse yapılan her iş ve ibadet, hükmü ne olursa olsun, öncelikle sırf Allah için yapılmalıdır. Şu halde kurban kesmek farz olmasa bile, kesilince Allah için kesilmesi farzdır.

Bu ayet, dinin özünün tevhid, ibadetin ruhunun da ihlas olduğu; dinin bütünlüğünü bozmamak ve ibadette ölçüyü aşmamak için bu iki ilkeye mutlaka uyulması gerektiği mesajını verir.

Hayırı Sevmeyen Hayırsız Kalır

3’üncü ayette, Peygamber(a.s)’e kin duyup buğz eden kimsenin, her türlü iyilik ve güzellikten kesileceği haber verilir. Peygamber(a.s)’e ve hak dine kin duyan kim olursa olsun, onun arkası kesilir, nesli nesebi kalmaz, adı ve sanı unutulur.

Bu ayetteki “şâni” kelimesi, “buğz ve düşmanlık eden” “ebter” kelimesi de “kuyruğu (sonu) kesik, güdük ve devamı olmayan” anlamına gelir. Kelime bu anlamları taşıdığı için, zürriyyeti olmayan, kendisinden sonra eseri kalmayan kimseye veya sonunda hayır olmayan işe de istiare yoluyla ebter denir. Bu yüzden Müşrikler, Peygamber(a.s)’e oğlu ölünce ebter (sonu kesik, nesilsiz) dediler.

Bu ayette ebterlik vasfı, Peygamber(a.s)’den tamamen nefyedilip ona buğz edene tahsis edilmekte ve ona oğlunun vefatından dolayı ebter diyenin kendisinin, ebter olduğu belirtilmektedir. Gerçekten de Allah’ın Elçisi’ne buğz edenler hep ebter olmuşlardır. Çünkü iyiliğe imanı ve sevgisi olmayanların hayrı da olmayacaktır.

Hz.Muhammed’e ve İslâm’a düşmanlık edenler, sonunda hüsrana uğrayıp gittiler. Ama onların ebter dedikleri Peygamber(a.s), milyonlarca müslümanın gönlünde hâlâ yaşamaktadır ve bundan sonra da kıyamete kadar mümin gönüllerde yaşamaya devam edecektir. Dini, Kitab’ı ve Peygamber(a.s)’i sevmeyen kimseler ise, hangi yerde ve asırda olurlarsa olsunlar her türlü iyilik ve güzellikten kesilip hayırsız kalacaklardır. Çünkü niyet ve eylemleri aynı olanların, uğradıkları sonuç da aynı olacaktır.

Rabb’im, isteyen her sorumlu cana hayatta hayırı sevmeyi ve işlemeyi, hayatından sonra da hayırla yâd edilmeyi nasip etsin!

GENEL TESPİTLER

Hz.Muhammed, şirk düzeninde tevhid peygamberi olma görevini üstlenmiş, bu görevini yerine getirirken de pek çok zorluklarla karşılaşmış, fakat bunların hepsini Allah’ın yardımıyla aşabilmiş bir tevhid önderidir. O, İslâm’la hayatı bütünleştirip Allah’a itaat ve teslimiyetin en güzel örneğini ortaya koymuştur. Bunun için, gönlünde gerçek manada Allah’a teslim olma idealini taşıyan her insan, bu güzel örneği izlemelidir.

Tevhid inancına ve bilincine sahip olan insan, kaderinde şeytanla ve onun temsilcisi durumunda olan şer güçlerle mücadelenin var olduğunu; hak din İslâm’ın, küfrün merkezinde doğduğunu; tevhidin, şirkin içinde çiçek açtığını bilir. Karşılaştığı güçlük ve engelleri de büyük bir sabırla aşmaya çalışır. O, bir yandan şeytanı yenmenin sevincini duyarken diğer taraftan onun yenildikten sonra da mücadeleye devam edeceğini düşünerek daha dikkatli ve duyarlı davranır.

Meşruiyyeti Kuran ve sünnetle sabit olan Kurban, İslâm’da hüküm yönüyle farz olmasa da kesilince “Allah için kesilmesi” farzdır. Hem sadece kurban değil, müminin yaptığı bütün iş ve ibadetler, şirkten ve her türlü şirk şâibesin den arındırılıp ihlasla yapılmalıdır.

İşte Kevser suresi, hayatı tevhid bilinci ve ihlas ölçüsü içinde yaşamak, dünyacı çıkarlar uğruna dinde ve inançta değişiklik yapmamak gerektiği mesajını verir. Verilen bu mesajla insan, iradesini iyilik yönünde kullanmaya, Allah’ın buyruklarını gönül hoşnutluğu ile karşılamaya, O’na teslimiyetin ve güvenin tadını tatmaya ve geleceğe güvenle bakmaya hazırlanır. Bu yüzden sure, asırlar önceki bir hadisenin tarihi anısından çok bugün, İslâm’a yöneltilen saldırılar karşısında Peygamber(a.s) gibi davranabilmenin; benzeri sabrı, cesareti ve azmi gösterebilmenin gereğini vurgulamaktadır. Çünkü hayatın doğru yaşanması ve insanın mutlu olması, İslâm’ın kişi ve toplum hayatında aktif biçimde yer almasına bağlıdır. Bu da, Kuran’ın, insan hayatının canlı rehberi olmasıyla gerçekleşir.

Peygamber(a.s) döneminde Kuran hayatın canlı rehberi olduğu için İslâm, yeryüzünün önemli bir bölümüne sesini ulaştırdı. Onun vefatından yaklaşık bir asır sonra da gerçek bir dünya dini haline geldi. İslâm’ın, kısa sayılabilecek bir süre de böylesine büyük bir hamle yapmış olmasının temel nedeni, Kuran mesajının dinamik yapısı ve başta Peygamber(a.s) olmak üzere Kuran’ı hayatlarının canlı rehberi yapan müminlerin sabırlı ve ihlaslı gayretleridir.

Her peygamber gibi, Hz.Muhammed’in de düşmanları vardı, hâlâ da vardır, gelecekte de olacaktır. Ancak Allah, Elçisine yardım ederek onu başarıya ulaştırmış, ona soyu kesik diyenleri de soysuz bırakmıştır. Yüce Allah dinine ihlasla bağlanan müminlere bundan sonra da merhametiyle muamele ve yardım edecek; dine ve Peygamber(a.s)’e kin duyanları ise, hayırsız bırakıp hüsrana uğratacaktır. Bu da, Peygamber(a.s)’e ve müminlere Allah tarafından bağışlanmış bir hayır olarak yetecektir.