(21/114) nâs suresi

mekke dönemi

(6 ayet)

Nâs suresi, Mekke döneminde ve peygamberliğin ikinci yılında inmiştir. Felak suresinin devamı niteliğindedir ve 6 ayetten oluşur. Adını, kendini oluşturan altı ayetten beşinin sonunda yer alan “nâs” kelimesinden alır. İniş (nüzul) sırasına göre 21’inci, tertip sırasına göre de 114’üncü suredir.

 

Surenin ilk ayetlerinde Allah’ın, insanların tek Rabb’i, Melik’i ve İlah’ı olduğu dile getirilerek onun insanlara çok yakın olduğuna ve onları koruyacağına vurgu yapılır. Bunun ardından, insanların içine kötü düşünceler atıp onları ayartan cin ve insan vesvesecilerinin şerrinden Allah’a sığınılması istenir. Sure, sığınma işlemini tevhid ve ihlasla yapanları Allah’ın bütün kötülüklerden koruyacağı mesajıyla son bulur.

 

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

 

 

De ki: “Ben insanların Rabb’ine,

Yegâne Hükümdar’ına,

Tek İlah’ına sığınırım.

O sinsi ayartıcının şerrinden.

O ki, insanların kalbine vesveseler fısıldar,

Gerek cinler(in) gerekse insanlar(ın bütün ayartıların)dan (O’na sığınırım.)

Allah, Sığınılacak Tek Rabdır

1’inci ayette, bütün şeytani eğilimlerden, insanların Rabb’ine sığınılması önerilir. Bu ayetteki “Rabb” kelimesi, “bütün varlıklar alemini yaratan, onları terbiye ederek geliştiren Allah” anlamına gelir. Bunun için “er-Rabb” ismi, sadece Allah için kullanılır. Ancak bu kelime, tamlama ile kullanıldığında Allah’tan başka varlıkları da belirtir. Söz gelimi, “Rabbüd dar-ev Sahibi” tamlaması, bu kullanım biçimine örnek olarak gösterilebilir. Ayetteki “en-nâs” kelimesi de, “insanlar ve halk” demektir.

“Rabbin nâs” terkibi ise, “insanların Rabbi” anlamına gelmektedir. Çünkü insanları yaratan, onları akıllı, iradeli ve duygulu varlıklar haline getiren, bütün yaratıklar içinde insanı seçkin ve üstün kılan tek Rabb, Allah’tır.

Allah, bütün âlemlerin Rabbi olduğu halde burada sadece “insanların Rabbi” denilmesi, dikkat çekicidir. Bunun nedeni, ayartıcı güçlerin şerrinden Allah’a sığınması gerekenlerin, insanlar olmasıdır. İşte ayette, Allah’ın insanlara çok yakın olduğuna ve onları koruyacağına dikkat çekmek için, “insanların Rabbi” terkibi kullanılmıştır. Ayrıca Kuran’ın temel amacının insanları doğru yola iletmek ve onları eğitmek olduğuna; insanların ise şeytanın nüfuz ve saldırılarına karşı kendilerini ancak Kuran’la savunabileceklerine işaret etmek için de bu terkip kullanılmış olabilir.

Allah, sığınılacak tek Rabdır. Çünkü O, kendisine sığınanı korumaya kadirdir, O’na karşı koymak imkansızdır. İnsan, canlıların akıllısıdır. Ama onun akıllıların hayırlısı (iyisi) olması, iman yönünden gelişmesine, Allah’a ibadeti en kutsal görev bilmesine, Allah sevgisini ve rızasını da en yüksek gaye edinmesine bağlıdır.

O, Yegane Hükümdardır

2’nci ayette de, sinsi ve ayartıcı güçlerin şerrinden, insanların yegane Hükümdar’ına sığınılması öğütlenir. Bu ayetteki “melik” kelimesi, “hükümdar” manasına gelir. Aynı zamanda melik, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bunun için, “tam kudretle yegane hükümdar olan Allah’a Melik” denir. Melik ismi, Allah’tan başka varlıkları belirtmek için de kullanılır.

İnsanların hepsini hükmü altında tutan, onları buyruk ve yasaklarıyla yöneten, dilediğine mülk verip şah yapan, dilediğini de padişah iken bundan mahrum bırakan mutlak kudret sahibi Allah’tır. Devamlı mülk ve yegane hükümdarlık sadece kendisine ait olan Allah, melikler melikidir. Öyleyse insan, bütün sinsi ve ayartıcı güçlerin şerrinden, her şeye muktedir olan böyle bir Melik’e sığınmalıdır.

İnsanların Tek Hak Mabudu Allah ‘tır

3’üncü ayette ise, her türlü ayartıdan ve bütün ayartıcıların şerrinden insanların İlah’ına sığınılması istenir. Buradaki “ilah” kelimesi, sözlükte “kendisine tapınılan şey, mabud ve tanrı” gibi manalara gelir. Kuran’da bu sözcüğün “el-İlah” şekli hiç kullanılmaz. Ancak “İlah” kelimesi, Kuran’da mücerred olarak genellikle nefy-isbat cümlesi içinde yer alır ve hak mabudun sadece Allah olduğunu belirtir. Bunun için “İlah” ismi, “bütün insanların kendisine ibadet etmekle yükümlü ve sorumlu oldukları tek hak mabud Allah” anlamına gelir. Fakat Kuran’da bu kelime, gerçek ilah olmasa bile, çeşitli kimseler tarafından tapınmaya konu edilmiş varlıkları göstermek için de kullanılır.

“İlâhin nâs” terkibi de, “insanların tek ve hak mabudu Allah” demektir. İlahlık, şirki asla kabul etmediğinden, insanların tek ve hak mabudu Allah’tır. İlâh ismi de, hakikaten ve dinen sadece O’na mahsustur. Çünkü bütün insanlar, sadece Allah’a ibadet etmekle yükümlü ve sorumludur.

Surenin ilk üç ayetinde, Allah’ın Rabb, Melik ve İlah gibi önemli üç güzel ismine yer verilerek O’nun, insanların sadece Rabbi değil her şeyi olduğuna dikkat çekilmiş; böylece ayartıcı güçlerin ve kötü eğilimlerin şerrinden, yaratma, yönetme, yaşatma ve yok etme gibi bütün tasarruflara tam kudretle sahip olan Allah’a sığınılması gerektiği mesajı verilmiştir.

Ayartıcı ve Aldatıcı Etkenlerin Şerrinden Allah’a Sığınılmalıdır

4’üncü ayette, sinsi ayartıcının şerrinden Allah’a sığınmak gerektiği vurgulanır. Bu ayetteki “vesvâs” kelimesi, sözlükte “gizli ses, fısıltı ve fiskos” gibi anlamlar taşıyan ves(vese) kökünün türemiş şeklidir. Bunun için, “şeytanın veya nefsin insana telkin ettiği ayartıcı ve aldatıcı olgulara” vesvese denir. Vesvese, fısıltı ile insanın içine kötü bir duygu veya düşünce aşılayıp onu faydasız bir işe yöneltmektir. “Vesvâs” da, “vesvese veren, ayartan ve aldatan, şeytan” demektir. “Hannâs” ise, “geri çekilip sinen, insanı ardından sinsice izleyip kötülüğe sürüklemek için fırsat buldukça ona vesvese veren sinsi ve ayartıcı güç” anlamına gelmektedir.

“Vesvâsil hannâs” terkibi, “dönek, sinsi ve ayartıcı şeytan” manasına gelir. Şeytan, insanı kötülüğe sürüklemek için kendini gizlediği ve fırsat buldukça ona vesvese verdiği için bu şekilde nitelendirilmiştir. Bu yüzden, “insan Rabb’ini anınca şeytanın geri çekilip sineceği, Rabb’inden gaflet edince de ona vesvese vereceği” söylenmiştir. Demek ki vesvesenin ilacı, Allah’ı çokça anıp O’na sığınmak ve şeytanın arzularına karşı koymaktır.

Kendi iradesi ve gayreti bulunmadıkça içerden ve dışardan telkin edilen kötülükler, insanın ruhunu kirletemez ve insan Allah katında sorumlu da olmaz. Ama o, kendi iradesi ve gayretiyle kötülük işlerse hem sorumlu hem de günahkâr olur.

5’inci ayette, insanların içine vesvese verip duran aldatıcı ve ayartıcı güçlerin şerrinden de Allah’a sığınılması gerektiği hatırlatılır. Ayetin beyanına göre, ayartıcı ve aldatıcı şeytan, insanı Allah yolunda gitmekten ve yaratılış gayesini gerçekleştirmekten alıkoymaya çalışır. Özellikle Allah’ı unutanların aklını ve fikrini çelerek gönüllerine çeşitli kötülükler sokar; onları dinden ve imandan çıkarıp ebedi felâkete sürükler.

Şu halde her şerrin başı olan vesveseyi, insanların kalbine fısıldayıp duran, onları ayartıp aldatan “sinsi etken” ne ise, dönek ve ayartıcı şeytan işte o dur. Demek ki “vesvâsil hannâs” terkibi ile, “kötülüğün dili ve hizmetçisi” olmuş bütün kişi ve kurumlara işaret edilmiştir.

6’ncı ayette de, cinlerden ve insanlardan; onların bütün ayartılarından Allah’a sığınmamız istenir. Ayette, vesvese verenin, kimlerden olduğu beyan edilir. Bu beyandan anlaşıldığına göre vesveseci, cin soyundan veya insanlardandır.

Bu ayette yer alan “cinne” kelimesi, “gizli varlıklar” anlamına gelir. “Duyularla doğrudan idrak edilemeyen, insanlar gibi ilâhi buyruklara uymakla yükümlü tutulan varlık türüne cin denir.” Ayrıca “cin” kelimesi, melekleri de kapsayacak şekilde insan türünün karşıtı olan ve görünmez varlıklar için kullanılan genel bir anlam da taşır. Şu halde görünmeyen varlık anlamında her melek cindir, fakat her cin melek değildir. Bu yüzden İslam âlimleri, meleklerin cinlerden ayrı bir tür olduğunu, cin kelimesinin insan ve melek dışında üçüncü bir varlık türünün adı olarak kullanıldığını söylemişlerdir.

Kuran’da cin kelimesi, çeşitli anlamlara gelmektedir. Bunlardan en çok kullanılanı, “insanın bedensel duygularının kavrayış alanı dışında kalan ruhsal güçler veya varlıklar” anlamıdır. Bu anlam, hem şeytâni hem de meleki güçleri ihtiva etmektedir. Çünkü onların tümü, duygularımıza kapalı olan varlıklar veya güçlerdir.

Kuran’da “cin” terimi bazen “duygularımıza kapalı bulunan, ancak kendilerini bize tezahürleriyle duyuran temel tabiat güçlerini” göstermek için de kullanılır. Ayrıca bu kelime, “insanın şeytâni güçlerle ilişkisinin sembolik olarak kişileştirilmesine”, yahut “bir insanın esrarlı güçlerin etkisi altına girmesine” de işaret eder. Cin kelimesi birkaç yerde de, “bizatihi görünmez olmayan, ama o zamana kadar hiç görülmeyen ve bilinmeyen varlıkları da ifade eder”. Son olarak cin kelimesi, “ Kuran’ın ilk muhataplarının bilincinde derin şekilde nüfuz etmiş bulunan bazı efsaneleri hatırlatmak” maksadıyla da kullanılır. Kuran’ın bu kelimeyi kullanmaktaki asıl amacı, cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların, yanlış ve asılsız olduğuna dikkat çekmektir.

Çünkü cahiliye Arapları, bazı yerlerde insan hayatına tesir eden gizli varlıkların mevcudiyetine inanırlar, cinleri de yeryüzünde oturan ilâhlar olarak kabul ederlerdi. Onlar, cinlerle Allah arasında soy birliğinin olduğunu ileri sürerek cinleri Allah’a ortak koşarlar ve onlara taparlardı.

Yine Araplara göre cinler, kabileler halinde yaşayan, birbirleriyle savaşan, bazı tabii olayları meydana getiren varlıklardı. Ayrıca cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha, kuytu ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine ve çoğaldıklarına inanılırdı. Kısaca, cin kelimesi cahiliye döneminde “bütün şer güçleri” gösteren kültürel bir kod haline gelmişti.

İşte Kuran, Arapların zihinlerinde yer eden bu anlayıştan yola çıkarak cinleri doğrudan görünmeyen, ancak kendilerini etkileriyle hissettiren, genelde korku ve ürperti vererek insanların düşünce ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyen varlıklar olarak tanıtmıştır.

Kuran’da yer alan cin konusunun, rasyonel bir tarzda yorumlanması mümkündür. Ama bu, Kuran’ın temel amacı bakımından gerekli değildir. Bu yüzden Kuran cin terimini, onların efsanevi mahiyetlerini doğrulama ya da yalanlama yönünde bir değerlendirme ortaya koymadan, muhataplarının zihnine her türlü gücün ve üstünlüğün tek sahibinin Allah olduğu fikrini yerleştirmek için bir “ifade aracı” olarak kullanmıştır.

Kuran’da edindiğimiz bilgilere göre, cinler de insanlar gibi Allah’a ibadet etmeleri için yaratılmışlar, fakat onlar, insan türünün mevcudiyetinden çok önce “yakıcı ve her şeye nüfuz edici ateşten” var edilmişlerdir. Kuran’da varlıkları bildirildiği, akıl da bunu imkansız görmediği için, cinlerin varlığına inanmak gerekir.

Cinlerin mahiyetine dair bilgilerin özeti ise şudur: Cinlerin “yakıcı ve her şeye nüfuz edici ateşten” yaratıldığını bildiren tabirler, onların varlıklarının fiziksel olmadığına işaret eden temsili ifadelerdir. Ancak bazı düşünürlere göre cinler, fiziksel yapıları bulunan, fakat biyolojik unsurları insanlarınkinden tamamen farklı olan canlı varlıklardır. Özellikle çağımızda cinlerin mahiyetinin, dumansız ateşten (karbon asidinden) yaratıldıkları göz önüne alınarak, canlılığını ruhtan alan ve ezelde var edilen ışınlardan, ufolardan veya enerjiden, yahut bazı hastalıklara sebebiyet veren mikroplardan ibaret olduğu şeklinde bir takım görüşler ileri sürülmüşse de, bunlar ispatlanamamış birer teori olmaktan öteye gidememiştir.

Naslarda (ayetlerde), cinlerin mahiyeti hakkında ateşten yaratıldıklarının ötesinde bir bilgi mevcut değildir. Ancak cinler mükellef yaratıklar olduklarına göre, onların şuur, idrak ve irade gücüne sahip varlıklar olmaları gerekir.

Kuran’daki ayetlerden, cinlere peygamber gönderildiğini de anlıyoruz. Ancak onlara gönderilen peygamberlerin insan veya cin türünden olup olmadığı tartışmalıdır. İslam âlimlerinin çoğu, cinlere kendi türünden peygamber gönderilmediği, insanlara gönderilen peygamberlerin aynı zamanda cinlerin de peygamberi olduğu görüşünü paylaşırlarsa da, cinlere gönderilen peygamberlerin kendi türlerinden olduğunu kabul etmek de mümkündür. Hz.Muhammed’e gönderilen vahiylerin, cinleri de kapsaması, ona has bir meziyet olarak algılanabilir.

Cinler, insanlara nisbetle daha üstün bir güce sahiptirler. Bu yüzden onlar, uzun mesafeleri kısa sürede alabilir, insanların bilmediği bazı hususları bilebilirler. Fakat gaybı onlar da bilemezler.

Cinlerin insanlarla ilişkileri ve birbirlerine etkileri konusunda da farklı görüşler vardır. Âlimlerin bir kısmı, insanlarla cinlerin birbirlerine tesir etmelerini mümkün görürken, büyük bir kısmı, cinlerin insanlar üzerinde hiçbir etkisinin bulunmadığı görüşündedir. Yine, cinlerin insanlara etkili olabileceği görüşünü paylaşanların çoğu, cinlerin tesirinden kurtulmak veya ona maruz kalmamak için, Kuran okuma dışında herhangi bir yola başvurulmasını tasvip etmemişlerdir.

Sonuç olarak bu ayet, görünür görünmez bütün şer güçlerden, kalplerimizin körlüğünden, ihtiraslarımızdan, İslam dışı yaşayışlardan, sakat anlayışlardan ve tüm şeytâni eğilimlerden Allah’a sığınmamız gerektiğini bildirmektedir. Öyleyse insan, Kuran’da öğretildiği gibi tevhid ve ihlasla Allah’a sığınmalıdır. Çünkü, acıyıp koruyanların en yücesi Allah’tır.

GENEL TESPİTLER

Kuran’a göre yaratma, yönetme, mülk ve hakimiyet Allah’a aittir. Ancak yaratılmışlar içinde insanın merkezi bir yeri ve önemi vardır. İşte insanın bu özelliğine işaret etmek için, Allah alemlerin Rabbi olduğu halde bununla yetinilmemiş, ayrıca onun insanların Rabbi olduğu da belirtilmiştir. Çünkü insanı yaratan, onu akıllı, iradeli ve duygulu bir varlık haline getirip eğiten Allah’tır.

İnsanın içinde yaşadığı âlem, görünen âlemden ibaret değildir. Yakın zamana kadar, her şey görünen âlemden ibaret sayılır, madde ötesinde hiçbir şey yok sanılırdı. Ama bilimin hızla ilerlemesi sonucu insanın düşünce yapısı yepyeni bir boyut kazanmış, artık asrımızda maddeci zihniyet iflas etmiş, bunun yerine varlığı daha doğru okuyan engin ve derin bir kâinat düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Görünmeyen alemin varlık kategorilerinden birini de cinler oluşturur. Cinler, Allah’ın yaratmış olduğu, gözle görülmeyen gizli varlıklardır. Onlar, cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır. Melekler masum oldukları halde, cinler, Allah’a ibadetle mükelleftir ve onlar, bu yönleriyle insanlara benzememektedir. Çünkü cinlerin de insanlar gibi inananları ve inanmayanları vardır. Onların inanmayanlarının en önde geleni İblis’tir. O, şerrin, fesadın, inkârın ve her türlü kötülüğün temsilcisidir. Zira onun esas rolü, insanları aldatarak inkâra ve sapıklığa sevketmektir.

Kuran, insanın içinde uyanan kötü eğilim ve yönelimleri, kâfir cinlerin fısıltı ve vesvesesi olarak niteler. Ancak, buradan cinlerin fıtratları gereği kötü oldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü onlar da tıpkı insanlar gibi şeytanın ayartmalarına uyarak kötülük işlemektedir. Aslında şeytan bile, kötü yaratılmamış, fakat o, Allah’ın kendisine gösterdiği lütfu görmezden gelerek düştüğü kibir nedeniyle ilâhi lânete uğramıştır.

Cinler fıtraten kötü olmamakla beraber onlar çoğu kez bu dünyada fesada hizmet etmektedirler. Ancak onların gerçek değil, geçici bir gücü vardır. Bu yüzden cinler, sadece şeytanın ayartmalarına kanan insanlar üzerinde bir süre etkili olabilirler. Çünkü gerçekte her şeye egemen olan tek Rabb Allah’tır.

İşte bu yüzden Kuran, insana Allah’ın her şeye muktedir olduğunu anlatır, imani kişiliğin oluşmasında aklı ve kalbi esas alır. Çünkü bunlar, hem bedenin biyolojik yapısında hem de psikolojik ikliminde merkezi bir yer işgal ederler. Demek ki bedeni meydana getiren organlar, merkezi bir otoriteden bağımsız biçimde sırf organik işlevlerine göre tanımlanamazlar. Mesela duygu organları, insanın ahlaki dünyaya açılan pencereleri olmaları bakımından oldukça önemli organlardır. Ama onlar aklın ve inancın kontrolünden çıkıp ayartıcı ve aldatıcı güçlerin denetimi altına girerlerse, insanı her türlü kötülüğe sürükleyebilirler. Öyleyse onlar, şer kuvvetlerin zararlı etkisinden korunmalıdır.

İnsan canlıların akıllısıdır, ama onun akıllıların hayırlısı olabilmesi, bilgi ve iman yönünden gelişip Allah’a ibadeti en kutsal görev bilmesine ve onun rızasını kazanmayı en yüksek gaye edinmesine bağlıdır. Günümüzde şer güçlerin hakimiyeti altına giren kimselerin, genellikle İslam’ı bilmeyen ve yaşamayan, ama kendilerini evliya sanıp hayal alemine dalan zavallılar olması, yapılan bu tesbiti doğrulamaktadır. Şu halde ayartıcı ve aldatıcı güçlere karşı alınması gereken en önemli tedbir, doğru bilgiye sahip olmak ve Allah’a tam inanmaktır. Dileyelim Kuran mesajının bu son çağrısıyla birlikte, insanlık az veya çok hevasına ve ihtirasına mağlup olmaktan kurtulup iman özgürlüğünün onuruna ersin; çoğunluğun öldürücü sefaleti, azınlığın da doymak bilmeyen sefahati nihayete ersin!