(36/ 86) TÂRIK SURESİ

MEKKE DÖNEMİ

17 AYET

Târık suresinin, Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında indiği belirtilir. Sure, 17 ayetten oluşur. Adını, ilk ayetinde geçen “târık” kelimesinden alır. Nüzul sıralamasına göre 36’ncı; tertip sıralamasına göre de 86’ncı suredir.

Surenin ilk ayetlerinde, gökyüzüne ve karanlıkları delip geçen parlak yıldıza yemin edilir. İnsanın korumasız bırakılmadığı bildirilerek ondan, sorumluluk bilinciyle hareket etmesi istenir.

Bunun ardından insan, kendi yaratılışını düşünmeye davet edilir. İnsanı bir damla sudan yaratan Allah’ın, onu tekrar diriltmeye kâdir olduğu; bir gün, insanın yeniden yaratılışı ile birlikte tüm sırların ortaya çıkacağı ve o gün hiç kimsenin ona yardım edemeyeceği haber verilir.

Daha sonra, göklerde ve yeryüzünde meydana gelen gözlemlenebilir olaylara dikkat çekilerek yaratılışın ilahî bir fiil olduğu gibi, Kuran’ın da doğruluğu kesin ilahî bir söz olduğu ifade edilir.

 

Sure, inkârcıların Kuran’ı geçersiz saymak ve davetini başarısız kılmak için aldıkları önlemlerin, Allah tarafından boşa çıkarılacağını dile getiren ve Hz. Peygamberi teselli eden ayetlerle son bulur.

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

 

1. Göğe ve gece vakti gelene and olsun

2. Bilir misin, nedir geceleyin gelen?

3. O, (ışığı ile hayatın) karanlığı(nı) delip geçen yıldızdır.

4. Üzerinde muhafız bulunmayan hiçbir insan yoktur.

5. Öyleyse insan, neden (hangi şeyden) yaratıldığına bir baksın.

6-7. O, (erkeğin) bel(i) ile (kadının) kaburga kemiği arasından atılıp çıkan (spermalı) bir sudan yaratılmıştır.

8. Elbette O, (yoktan varettiği) insanı yeniden hayata döndürmeye de kâdirdir.

9-10. Bütün sırların ortaya serileceği gün, (dirilmeyi inkâr eden) insanın, ne bir kuvveti ne de bir yardımcısı kalır.

11-14. Dönüp duran göğe ve (bitkilerin çıkması için) yarılan yere and olsun ki, bu (ilahî kelam), doğruyu yanlıştan ayırdeden kesin bir sözdür; o, boş bir lakırdı değildir.

15. Elbette on(u yalanlayan)lar, (ilahî kelâmı çürütmek için) bir(çok) tuzak kurarlar.

16. Ben de (onlarınkini boşa çıkarmak için) daha ince tuzak(lar) kurmaktayım.

17. Öyleyse sen, şimdilik o inkârcılara biraz süre tanı; acele etme, sakin ol, dilediklerini kısa bir süre daha yapsınlar (onlar, yakında cezalandırılacaklar!)

 

1’inci ayette, Kuran vahyinin, evrendeki tekvînî ayetler gibi Allah’a ait olduğunu; O’nun sözlerindeki ciddiyeti, itimadı ve itibarı vurgulamak için göğe ve gece gelene yemin edilir.

2’nci ayette, soru ifadesiyle, gece gelenin önemine işaret edilir.

3’üncü ayette ise, gece gelenin, ışığı ile karanlığı delip geçen parlak bir yıldız olduğu belirtilir.

Buradaki “târık” kelimesi, lafzen “şiddetle vuran ve çarpan”; mecâzen de “gece vakti gelen” anlamındadır. Müfessirlerin bir kısmı “târık”ın, gecenin bitimine doğru görünen “Sabah yıldızı” olduğunu söylemişler, bir kısmı da onu, “yıldız cinsi” olarak yorumlamışlardır. Bunun için “târık”la, aydınlatan ve yol gösteren bütün yıldızlar kastedilmiştir.

Kuran’ın tedricen vahyedilen ayetlerine de, “necm-yıldız” dendiği hatırlanırsa “târık”ın burada “sabah yıldızı” anlamına geldiği düşünülebilir. Çünkü bu sözcükle, insanlığın üstüne çöken şirk ve cehâlet karanlığının, Hz. Muhammed’e inen Kuran nuruyla aydınlanmaya başladığına işaret edilmiştir.

Ayrıca “târık” teriminin, “felâketin ve sıkıntının derin karanlığında bunalmış bir insana, zaman zaman gelen semâvî bir teselli ve rahatlamayı; belirsizliğin karanlığını gideren âni bir aydınlanmayı, yahut insanın kalbini teselli edip onda rahatlama ve aydınlanma fonksiyonlarını gören ilahî vahyi” ifade eden bir mecaz olabileceği de belirtilmiştir.

“Necm-i sâkıb” terkibi ise, “delen yıldız” anlamına gelir. Zira, ışığının kuvvetinden dolayı, karanlığı delip geçen parlak yıldıza “necm-i sâkıb” denir. Bu terkiple, inanmadan yaşanan hayatın karanlığını delip geçen ve âdeta insanın şuuruna parlak bir yıldız gibi çarpıp gönlüne işleyen “hak nuruna” işaret edilmiş de olabilir.

4’üncü ayette, her insanın, Allah’ın gözetimi altında bulunduğu ve hiç kimsenin korumasız bırakılmadığı belirtilir. Buradaki “nefs” kelimesi, “bir bütün ve birey olarak insanı” ifade eder. “Hafiz” sözcüğü ise, “koruyan-koruyucu” anlamına gelir.

Hiç kuşkusuz, bütün varlıkları yaratıp koruyan, insana şah damarından daha yakın olan Allah’tır. Fakat buradaki koruyucu veya gözetici gücün, “insanın bütün fiillerini kaydeden melekler”, ya da kişinin “kendi vicdanı” olması da mümkündür.

Bu ayette; insanın, Allah’ın gözetimi altında olduğu, manevî güçler tarafından korunduğu ve yaptıklarının yine aynı güçler tarafından kaydedildiği mesajı verilir. Bu mesajdan maksat, insanın uyarıları ciddiye almasını ve sorumluluk bilinciyle yaşamasını sağlamaktır. Çünkü insanın, geleceği olan iyi işler yapması, büyük ölçüde sorumluluk bilinciyle hareket etmesine bağlıdır.

5-7’nci ayetlerde, insan, kendi yaratılışını düşünmeye davet edilir. Onun, erkeğin beli ile kadının kaburga kemiği arasından çıkan spermalı bir sıvıdan yaratıldığı haber verilir.

Buradaki “sulb” sözcüğü, “erkeğin bel kemiği”; “terâib” de, “kadının kaburga kemiği” anlamına gelir. Bu sözcüklerle, erkek ve kadın anatomisinin “bel” ve “bağır” gibi iki temel unsuruna işaret edilir.

Ayetlerde, “atılgan suyun”, “sulb” ile “terâib” arasından çıktığı ifade edilir. Şu halde insan, tazyikle atılan suyun içindeki milyonlarca spermden sadece birinin yumurtayı aşılamasıyla yaratılmaya başlar. Modern anatomide bunu doğrular. Zira bilimsel tespitlere göre insan, erkeğin husyelerinde oluşan menideki sperm ile, kadındaki yumurtanın birleşmesiyle yaratılma sürecine girer.

Ayrıca Kuran, “atılan suyun” “sulb” ile “terâib”den değil, bunların arasından çıktığını dile getirerek, ilmi bir gerçeğe de işaret eder. Çünkü meni, husye bezlerinde üretilse de o “sulb” ile “terâib” arasından geçen boşalma yoluyla dışarı çıkar.

Ayetlerin amacı, herkesin gördüğü ve bildiği bir gerçeğe değinerek Allah’ın yaratıcı gücüne dikkat çekmek; O’nun, dilediği her şeyi yapabileceğini muhataplara anlatmaktır. Demek ki erkekte sperm, kadında yumurta gibi hücreleri yaratıp bunların birleşmesinden yürüyen, gören, duyan, düşünen, konuşan ve daha pek çok işler yapan insanı yaratan Allah, onu yeniden hayata döndürmeye de kâdirdir.

8-10’uncu ayetlerde, insanın bir gün yeniden yaratılacağına işaret edilir ve o günün dehşeti dile getirilir. Gün gelir, insanı yoktan var eden Allah onu yeniden diriltir ve hayata döndürür. O gün, gizli niyetler açıklanır, bütün sırlar ortaya çıkarılır ve günahkâr insan yaptığı kötü işlerinden dolayı cezalandırılır. Suçlu insan o gün, kendini Allah’ın azabından koruyacak ne bir güç ne de bir yardımcı bulur. Öyleyse her insanın, yüz kızartacak ve ortaya dökülmesi halinde elem verici azaba sebep olacak iğrenç şeylerden kaçınması gerekir.

11-12’nci ayetlerde, Allah’ın yaratma ve yeniden diriltme kudretini muhataplara iyice kavratmak için, yağmurun oluştuğu göğe ve bitkilerin yetiştiği yere yemin edilir; evrendeki sabit nizama ve üstün sanata dikkat çekilir.

Buradaki “zâti’r-rec” terkibi, “dönüşlü, dönüp duran” anlamına gelir. Bu terkiple, dönüp dönüp yağmur yağdıran veya yerden aldığı suları yağmur olarak yine yere döndüren “göğün”, ya da “yağmurlu bulutun” kastedildiği söylenir.

“Zâti’s-sad’” terkibi ise, “yarılan yer” anlamına gelir. Bu terkiple de filizler, çiçekler ve bitkiler çıkaran; yahut Kıyamet’te yarılıp içindekileri dışarı atacak olan “yere” işaret edildiği belirtilmiştir.

Yağmurla bitki, canlı hayatın birer misalidir. Kuran’ın burada anılan misalleri zikretmesi de çok yerindedir. Çünkü, gökten inen yağmur, babanın sulbünden dökülen suyu; yerden çıkan bitki de, ana rahminde oluşup doğan çocuğu anımsatmaktadır. Demek ki yeniden dirilme, inkârı imkansız bir gerçektir. Zira bu gerçeğe, insanın üstündeki gök ve altındaki yer şahitlik etmektedir.

13-14’üncü ayetlerde; Kuran’ın doğruyu yanlıştan ayıran kesin bir söz olduğu; onun saçma ve şaka türünden bir şey olmadığı bildirilir. Burada, Kuran’ın ne olduğuna ve ne olmadığına açıklık getirilir. Kuran, “kavlun fasl”dır. Bu tabir, “başka bir söze, tartışmaya ve şüpheye meydan bırakmayan kesin söz” anlamına gelmektedir. Şu halde Kuran, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan kesin olarak ayırt eden bir sözdür. O, şaka, saçma ve boş lakırdı türünden bir şey değildir.

Ayetlerin amacı, Kuran’ı insanlara daha iyi tanıtmak, onun sözlerindeki ciddiyeti, itibarı ve itimadı vurgulamaktır. Çünkü Kuran’ın bildirdiği gerçekler köklü ve kalıcıdır. Ona batıl karışmaz ve asırların geçmesiyle onun bildirdiği gerçekler zevâl bulmaz. Öyleyse Kuran’ı can kulağı ile dinleyip ciddiye almak ve onun sürekli rehberliğinden yararlanmak gerekir.

15-16’ncı ayetlerde; inkarcıların, Kuran’ı geçersiz saymak ve davetini başarısız kılmak için pek çok önlem aldıkları; ama Allah’ın, onların bütün planlarını boşa çıkaracağı haber verilir.

Bu ayetlerde yer alan “keyd” kelimesi, “tuzak” veya “plan” demektir. “Keyd” sözcüğü Allah’a nispet edilirse, “O’nun erişilmez nitelikteki yaratış plânını” ifade eder. İnsana nispet edildiğinde ise, “doğru olan bir şeye karşı yanlış ve yanıltıcı itirazlar geliştirme” anlamına gelir. Bunun için inkârcıların, Kuran mesajını çürütmek maksadıyla yanlış ve yanıltıcı girişimlerde bulunmaları, ayette “keyd” kelimesiyle ifade edilmiştir.

Allah’ın tuzak kurması, inkârcıların Kuran’ı geçersiz saymak ve davetini başarısız kılmak için aldıkları önlemleri boşa çıkarması; bir de onlara vereceği cezanın, işlenen suça uygun olması anlamına gelir. Demek ki inkârcıların yaptıkları kötülüklerin her biri, kendilerini cehenneme götüren birer tuzaktır. Ne var ki onlar, bunun farkında değillerdir.

17’nci ayette, Hz. Peygamber den biraz beklemesi, hakikati inkâr edenlere kısa bir süre tanıması istenir. Ayet, Allah’ın ayetlerini karalamaya yönelik temelsiz itirazların ve yanlış uğraşların başarılı olamayacağını, aksine bütün şeytânî tuzakların sonunda sadece sahiplerini yutacağını belirterek günahkârları bekleyen acı sona dikkat çekmektedir.

Demek ki, inkârcıların düzenleri, dünyada başarıya ulaşamaz; ahirette de kendilerine hiçbir fayda sağlayamaz. Ama hiç kimse, yaptıklarının sonucundan kurtulamaz.

GENEL TESPİTLER

Kuran, ışığı ile gece karanlığını delip geçen parlak bir yıldız gibi, inkâr ve cehalet karanlığını ortadan kaldıran bir hakikat ve hidayet nurudur. O, kâinat kitabının tercümesi, tekvini ayetlerin tefsiri, görünen dünyada görünmeyen âlemin dilidir; Allah’ı tanıtıp anlatan, insanlığı eğitip mutluluğa götüren kutlu bir rehberdir.

Her insan, Allah’ın gözetimi altındadır; hiç kimse, korumasız bırakılmamıştır. Bu yüzden, insanın yaptığı işler, teker teker tespit edilir ve herkes, iradesiyle yaptığı işlerden Allah’a hesap verir. Çünkü insan, bu dünyada fiillerini özgür iradesiyle işleyen, ahirette ise, iradesiyle işlediği fiillerin karşılığını görecek olan sorumlu bir varlıktır.

İnsanı, erkeğin spermi ile kadının yumurtacığından var eden Allah, onu yeniden diriltip yaratmaya kâdirdir. Ayrıca varlığın menşeini, insanın yeryüzündeki konumunu ve sorumluluğunu belirleyen de O’dur.

Kuran, inkârcıların ahiretle ilgili itirazlarını, insanın yeniden yaratılacağını dile getirerek çürütmeye çalışır. Bunun nedeni, onların öldükten sonra yeniden dirilmeyi yalanlamaları ve alay konusu yapmalarıdır. Halbuki her sorumlu can, ahirette yeniden diriltilip ahlâkî kimliği ile var edilecek ve dünyada yaptıklarından Allah’a hesap verecektir.

Kurana göre dünya ilk oluşun, ahiret ise, dünya düzeninin bozulmasından sonra var edilecek yeni oluşun ismidir. Bunun için, dünya ve ahiret arasında mahiyet farkı vardır. Eğer bu iki oluş arasında mahiyet farkı bulunmasaydı, bu kurulu düzenin yıkılarak yenisinin var edilmesi anlamsız olurdu.

Kuran’ın bildirdiği esaslar, asılsız, saçma ve şaka değil, aksine gerçek ve haktır. Bu yüzden Hz. Peygamber, insanlığın içine düştüğü karanlıktan ancak Kuran’ın ışık saçan aydınlık mesajı ile kurtulabileceğini; onu terkedenlerin ise, doğru yoldan çıkıp sapıklığa düşeceklerini bildirmiştir.

İnkârcıların düzenleri, dünyada başarıya ulaşamaz, ahirette de kendilerini Allah’ın azabından kurtaramaz. Aksine bütün şeytânî tuzaklar, sonunda sadece sahiplerini yutar.