ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MODERN TEFSÎR FAALİYETİ13

MODERN TEFSÎR FAALİYETİ13

İlk Belirtiler:13

I- TÜRKİYE'DE TEFSÎR FAALİYETLERİ:14

II- MISIR'DA TEFSÎR ÇALIŞMALARI:16

III- KUZEY AFRİKA ve MAĞRİB'DE TEFSÎR ÇALIŞMALARI24

IV- HİND YARIMADASINDA TEFSÎR ÇALIŞMALARI25

V- İRAN'DA TKFSÎR ÇALIŞMALARI26

GELECEĞİN UFUKLARI:27


bildiği söylenmektedir. Büyük bir tefsîrinin yanısıra hadîs ve edebiyatla ilgili bazı eserleri de bulunmaktadır.

82-  Ebu'l-Kâsim el-Kazvînî (öl. 623/1226)

Abdülkerîm İbn Muhammed İbn Abdülkerîm el-Kazvînî' tefsîr, hadîs ve usûl alanında şöhret yapmış ünlü bir bilgin olup 623 (1226) yılında Kazvîn'de vefat et­miştir. Şafiî fıkhına dâir eserlerinin yanısıra el-Emâlî isimli tefsîrle ilgili küçük bir eseri bulunmaktadır.

83-  İbn Berrecân (öl. 627/1239)

EbuM-Hakem Abdü's-Selam ibn Abdurrahmân el-Endelûsî Endülüs'te İşbî-liye (Sevilla şehrinde yetişmiş ve 627 (1239) yılında Merrâkeş'te vefat etmiş ünlü bir bilgindir, el-lrşâd fi Tefsîr'il-Kur'ân isimli tamamlanmamış bir eseri de bulunan İbn Berrecân, özellikle vefk ve havâssla ilgilenmiş ve Kur'ân'dan geleceğe dâir haber­ler çıkartmaya çalışmıştır.

84-  el-Muâfâ el-Mavsılî (öl. 631/1233)

el-Muâfâ İbn Ismâî! eş-Şeybânî, Musul'da yetişmiş ünlü bir bilgin olup Nihâyet'ül-Beyân ü Tefsîr'it-Kur'ân isimli bir tefsîr yazmıştır. 631 (1233) yılında vefat etmiş bulunan Mavsılî'nin, ayrıca hadîs ve kıssalardan oluşan bir eseri de bulun­maktadır.

85-  Şihâbeddîn es-Sühreverdî (öl. 632/1234)

Ömer İbn Muhammed İbn Abdullah es-Sühreverdî, ünlü bir sûfî olup 539 (1144) yılında Sühreverd'de dünyaya gelmiş ve 632 (1234) yılında Bağdâd'ta vefat etmiştir. Özellikle Avârif'ül-Maârif isimli eseriyle şöhret bulmuş olan Sühreverdî'nin Nuh-bet'ül Beyân isimli bir de tefsiri bulunmaktadır.

86-  Sehâvî (öl. 643/1245)

Ebu'l-Hasan Ali İbn Muhammed İbn Abdüssamed el-Mısrî, Mısır'ın Sehâ ken­tinde dünyaya gelmiş, sonra Şam'a giderek orada yerleşmiş ve 643 (1245) yılında Şam'da vefat etmiştir. Fıkıh, usûl bilimlerinin yanısıra tefsîr ve lügatla da ilgilenmiş bulunan Sehâvî'nin kendi adıyla anılan ve Kehf sûresine kadar olan bir tefsîri bu­lunmaktadır. Ancak onun şöhreti daha çok kırâetle ilgili çalışmalarından kaynaklanır.

87-  Sibt İbn'ül-Cevzî (öl. 654/1256)

Şemsüddîn Yûsuf İbn Kızoğlu İbn Abdullah Ebu'l-Ferec İbn'ûl-Cevzî'nin kızı­nın oğlu bulunan Yûsuf Bağdâd'da 581 (1185) yılında doğmuş, daha sonra Şam'a yerleşerek 654 (1256) yılında burada vefat etmiştir. Dedesi Ebu'l-Ferec İbn'ül-Cevzî'den, Hanbelî fıkhını okuduktan sonra Şâm ve Musul'da gezilerde bulunmuş, daha sonra Hanefî mezhebine girmiştir. Mir'ât'üz-Zeman isimli ünlü tarihinden ay­rı olarak bir Kur'ân tefsîri Ebu Hanîfe'nin menkıbesini ihtiva eden bir eseri ve ha­dîsle ilgili bazı kitâblan bulunmaktadır.

88-  Ebu Abdullah el-Mürsî (öl. 655/1257)

Şerefüddîn Muhammed İbn Abdullah İbn Muhammed, Endülüs'ün Mürsiye (Murcie) kentinde dünyaya gelmiş, daha sonra Bağdâd, Horasan, Haleb ve Şam'da ikâmet etmiş, hac vazifesini ifâ ettikten sonra Mısır'a gitmiş, Şam'a dönerken 655 (1257) yılında yolda vefat etmiştir. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve usûl alanında şöhreti bulunan el-Mürsî'nin kendi adıyla anılan bir tefsirinden ayrı olarak orta boyda et-Tefsîr'Ül-Evsat ve bunun da Özeti durumunda bulunan daha.küçük et-Tefsîr'üs-Sağîr isimli üç tefsîri bulunmaktadır. Ayrıca İmâm Müslim'in Sahîh'inîn bir özeti, fıkıh, kelâm ve gramere dâir bazı eserleri vardır.

89-  Ibn Abdüsselâm (öl. 660/1262)

Abdülazîz îbn Abdüsselâm Ibn Ebu'l-Kâsım, Mısır'da yetişmiş ünlü bir bilgin olup bir süre Şam'da dersler vermiş, Emevî câmiinin imâm ve hatîbliği görevini üst­lenmiş, Eyyûbîler döneminin yetiştirdiği ünlü bir bilgindir. Tefsîr'i Ibn Abdüsselâm diye şöhret bulan kısa bir tefsirinden başka fıkıh, hadîs ile ilgili bir çok eseri bulun­maktadır.

90-  Izzeddîn er-Rüstağfenî (öl. 661/1263)

Abdürrezzâk Ibn Rızkullah er-Rüstağfenî Re's Ayna'da yetişmiş ünlü bir Han-belî bilgini olup Bağdâd, Şâm, ve Haleb'te öğrenim gördükten sonra Musul'da uzun süre tefsir ve hadîs dersleri okutmuştur. Matâli-ü Envâr'it-Tenzîl isimli bir tefsîri bulunmaktadır.

91-  Muvaffaküddîn el-Mavsîlî (öl. 680/1281)

Ebu'l-Abbâs Ahmed Ibn Yûsuf, Musul yakınlarındaki Kevâşe'de yetişmiş ve 680 (1281) yılında burada vefat etmiş Şafiî bilginlerindendir. Tabsira fi't-Tefsîr isimli bir eser kaleme almış, bilâhere bunun özeti niteliğinde Telhîs isimli bir tefsir yaz­mıştır. Celâİeddin el-Mahallî, tefsirinde bu eserden yararlanmıştır.

92-  Ebu'l-Abbâs el-lskenderî (Öl. 683/1284)

Nâsîrüddîn Ahmed Ibn Muhammed Ibn Mansûr el-Mâlikî, İskenderiye'de ye­tişmiş ünlü bir bilgin olup, Zemahşerî'nin el-Keşşâf isimli tefsirini tenkîd eder mâ­hiyette el-Intisâf isimli bir eser kaleme almıştır. 683 (1284) yılında İskenderiye'de vefat etmiştir.

93-  Burhâneddîn e!-Hanefî (öl. 689/1290)

Ebu'I-Maâlî Ahmed Ibn Nasır İbn Tâhir. Kendi adıyla anılan bir tefsirin sahibi olup Hanefî, fukuha ve bilginlerindendir. 689 (1290) yılında vefat etmiştir.

94-  Abdü'1-Azîz ed-Dîrînî (öl. 694/1294)

Sa'düddîn Abdülazîz Ahmed Ibn Saîd ed-Dîrînî, Mısır'da yetişmiş, daha çok tasavvufî görüşlere sâhib bir bilgin olup et-Teysîr fi-tlm'it-Tefsîr isimli manzum bir eseri bulunmaktadır. 694 (I294)'te Mısır'da vefat etmiştir.

95-  Bahaeddînel-Kıftî(öl. 697/1297)

Ebu'l-Kâsım Hibetullah Ibn Abdullah el-Kıftî, Mısır'da yetişmiş, fıkıh, nahiv ve cebirle ilgili eserler kaleme almıştır. Ibn Seyyid el-Küll diye de bilinen bu zâtın kendi adıyla anılan ve Meryem sûresine kadar olan bir tefsîri bulunmaktadır. 697 (1297) yılında Mısır'da vefat etmiştir.

96-  İbn'ün-Nakîb el-Makdîsî (öl. 698/1298)

Ebu Abdullah Muhammed İbn Süleyman Ibn Hasan Belh asıllı olup Kudüs'te dünyaya gelmiş ve 698 (1298) yılında burada vefat etmiştir. Bir süre Kâhire'de Câmi'ül-Ezher'de dersler vermiş bulunan İbn'ün-Nakîb kendi zamanına kadar ya­zılmış olan tefsirlerden ihtisarla et-Tahrîr ve't-Tahbîr li Akvâ'i Eimmet'it-Tefsîr isimli geniş bir eseri vardır.

97-  Kutbeddîn Şîrâzî (öl. 710/1310)

KutbeddînPMahmûd İbn Mes'ûd İbn Muslih eş-Şîrâzî, 634 (1236) yılında Şî-râz'da dünyaya gelmiş, bilâhere Anadolu'ya geçerek Sivas ve Malatya kadılıkların­da bulunmuş, Şam'ı ziyaret ettikten sonra Tebriz'e yerleşmiş ve 710 (1310) yılında Tebrîz'de, vefat etmiştir. Şafiî mezhebinden olan Kutbeddîn Şîrâzî, Sadreddîn Ko-nevî'nin derslerinde bulunmuş ve Feth'ül-Mennân isimli büyük bir tefsîr kaleme al­mıştır. Tefsîr, havâss, felsefe ve astronomiye dâir eserleri bulunmaktadır.

98-  Necmeddîn el-Bağdâdî (öl. 710/1310)

Ebu Rebî' Süleyman Abdülkavî et-Tûfî, Bağdâd civarındaki Sarsar'da doğmuş, 710 (1310) yılında vefat etmiştir Fakîh, edîb ve şâir olan bu zât, Şam'da İbn Tey-miyye ile tanışmış, Mısır'da hadîs ve nahivle ilgili eserler okumuş, bir süre burada ikâmet etmiştir. el-lşârât*ül-llâhiyye isimli tefsirinden ayrı olarak el-lksîr fi İlm'it-Tefsîr isimli bir tefsiri, ayrıca Şafiî fıkhına dâir bazı eserleri ve hadîsle ilgili çahşma-ları bulunmaktadır.

99-  İmâdüddîn el-Mâlikî (öl. 720/1320)

Ebu'l-Hasan İbn Ebu Beir el-Kindî, bir süre İskenderiye kadılığı yapmış, daha sonra Endülüs'e giderek Gırnata'ya yerleşmiştir. 720 (1320) yılında vefat ettiği sa­nılmaktadır. Daha ziyade gramer ağırlıklı el-Kefîl bi Maânî't-Tenzîl İsimli bir tefsiri bulunmaktadır.

100-  Şerefüddîn İbn'ül-Bârizî (öl. 738/1337)

Hibetullah İbn Abdürrahîm İbn'ül-Bârizî, Şafiî fakîhlerinden olup Hama ka­dılığı yapmış, bir süre Basra'da bulunarak er-Ravza fi-Tefsîr'il-Kur'ân isimli bir tefsîr kaleme almıştır. 738 (1337) yılında vefat etmiştir. Fıkıh ve hadîsle ilgili daha başka eserleri bulunmaktadır.

101-  Şerefüddîn el-Mağrıbî (öl. 743/1342)

Şerefüddîn Hasan İbn Muhammed tbn Abdullah el-Mağrıbî, Mağrib'te yetiş­miş ünlü bir bilgin olup Zemahşerî'nin Keşşafına haşiye yazarak bu eserdeki kırâet şekillerini, hadîslerin sıhhat derecesini ve gramer mes'elelerini tedkîk etmeye çalış­mıştır. Kendisi Ehl-i Sünnetten olduğu için Zemahşerî'nin Mu'tezİIî görüşlerini de eleştiren Şerefüddîn, hadîs ve beyân ilmiyle ilgili eserler yazmıştır. 743 (1342) yılın­da vefat etmiştir.

102-  Hasan tbn Muhammed et-Tûsî (öl. 743/1342)

Hasan İbn Muhammed İbn Abdullah et-Tûsî; tefsîr, hadîs ve belagat ilminde şöhret bulmuş bir zât olup 743 (1342) yılında vefat etmiştir. Zemahşerî'nin Keşşaf­ını şerhetmiş olan bu zâtın ayrıca bir de Kur'ân tefsîri bulunmaktadır.

103-  Ahmed el-Çarperdî (öl. 746/1345)

Fahreddîn Ahmed İbn Hasan el-Çarperdî, Tebrîz yakınlarında yetişmiş ve Kâ-dî Beydâvî'den ders almış bir bilgindir. 746 (1345) yılında vefat etmişbulunan Çar-perdî'nin Keşşafa yazmış olduğu haşiyesi meşhurdur. Bu eserinde Zemahşerî'nin Ehl-i Sünnet'e karşı tavırlarını eleştirmiştir.

104-  Tâceddîn en-Nahvî (öl. 749-1348)

Ahmed tbn Abdülkâdîr İbn Ahmed el-Kaysî, Hanefî bilginlerinden olup Ebu Hayyân'ın el-Bahr'üI-Muhît isimli tefsirinden derlenerek meydana getirilmiş olan ed-Dürr'ül-Lakît min'el-Bahr'ü-Muhît isimli eseri meşhurdur. 749 (1348) yılında vefat etmiştir.

105-  İbn'üt-Lebbân (öl. 749/1348)

Şemseddîn Muhammed İbn Ahmed İbn Abdülmü'min; Şam'da yetişmiş bir bil­gin olup 749 (1348) yılında vefat etmiştir. Kur'ân'daki kelimelerin kullanılış şekille­rini anlattığı Tâ'bîrât'ül-Kur'ân isimli eseri meşhurdur.

106-  Ebu's-Senâ el-Isfahânî (öl. 749/1348)

Şemseddîn Muhammed İbn Abdurrahmân İbn Ahmed; İsfahan'da yetişmiş ve 749 (1348) yılında Kâhire'de vebadan ölmüştür. Kudüs, Hicaz ve Şam'da bulunmuş olan Isfahânî, İbn Teymiyye'nin de takdirini kazanmıştır. Envâr'ül-Hakâik isimli tefsir kitabı bu alanda yazılmış olan eserlerin önemlilerinden sayılır.

107-  İmâdüddîn Yahya el-Yemenî (öl. 750/1349)

Yahya İbn Kasım el-Alevî Yemen halkından olup Zemahşerî'nin el-Keşşâf isimli tefsirine iki tane haşiye yazmıştır. 750 (1349) yılında vefat etmiş bulunan Yemenî'-nin ilk eserinin adı Dürer'ül-Asdâf'tir. Daha sonra Tühfet'ül-Eşrâf isimli ikinci ha­şiyesini yazmıştır.

108-  İbn'ül-Kayyım el-Cevziyye (öl. 751/1350)

Ebu Abdullah Şemsüddîn Muhammed İbn Ebu Bekir İbn Eyyûb, 691 (1291) yılında Şam'da dünyaya gelmiş ve 751 (1350) yılında yine Şam'da vefat etmiştir. Hanbelî mezhebine mensûb bulunan İbn'ül-Cevziyye'nin fıkıh, tefsir ve usûle dâir bir çok eseri bulunmaktadır. İbn Teymiyye'nin öğrencilerinden olan İbn'ûl-Cevziyye Kur'ân, hadîs, fıkıh ve irşâdla ilgili pek çok eserler kaleme almıştır.

109-  Şihâbeddîn es-Semîn (Öl. 756/1335)

Şihâbeddîn Ahmed İbn Yûsuf İbn Abdüddâim; Haleb'te yetişmiş, bilâhere Kâ-hire'ye yerleşmiş ve 756 (1355) yılında burada vefat etmiştir. ed-Dürr'üI-Masûn isimli bir tefsîrinîn yamsıra, Kur'ân'm i'râbıyla İlgili bir eseri bulunmaktadır.

110-  Takıyüddîn es-Sübkî (öl. 756/1355)

Ebu'I-Hasan Ali İbn Abdülkâfî İbn Yûsuf el-Ansârî Mısır'da dünyaya gelmiş, Kahire ve Şam'da bulunmuş, 756 tarihinde (1355) Kâhire'de vefat etmiştir. Şeyh'ül-İslâm unvanını da hâiz bulunan Sübkî; tefsir, hadîs ve tarih alanında eserler vermiş ünlü bir Şafiî bilginidir. ed-Dürr'ün-Nazîm fi Tefsîr'ü-Kur'an'il-Azîm isimli tamam­lanmamış bir tefsîri bulunmaktadır.

111-  Adududdîn el-'îcî (öl. 766/1364)

Kâdî Abdurrahmân İbn Abdulğaffâr el-îci, Şîrâz yakınlarındaki İç'te dünyaya gelmiş olup Hz. Ebubekr'in soyundan geldiği nakledilmektedir. Aklî ve naklî bilim­lerde büyük bir şöhreti hâiz bulunan Adududdîn el-îcî, sultan Ebu Sâid zamanında başkadı (kâdî'l-kudât) olmuş ve bilâhere Kirman hükümdarı tarafından hapse atı­larak 766 (1364) tarihinde hapishanede vefat etmiştir. Tahkîk'üt-Tefsîr isimli eseri Zemahşerî'nin, Râzî'nin ve Kâdî Beydâvî'nin eserlerinden çıkarılmış bir özet gibi­dir. Ayrıca kendi adıyla anılan akâid ile ilgili Adudiyye ve daha sonra kelâm ilminin klasikleri arasında yer alacak olan el-Mevâkıf isimli eserleri ünlüdür.

112-  İbn'ün-Nekkâş (öl. 763/1361)

Şemsüddîn Muhammed îbn Ali İbn Abdülvâhid el-Mısrî Fıkıh, tefsir ve edebi­yat alanında şöhret bulmuş olup Takîyüddîn Sübkî'nin takdirlerini kazanmış bir bil­gindir. Kendi adıyla anılan bir tefsîri (Tefsir Ibn'ûn-Nakkâş) bulunmaktadır. 763 (1361) yılında Mısır'da vefat etmiştir.

113-  Kutbeddîn er-Râzî (öl. 766/1364)

Kutbeddîn Mahmûd İbn Muhammed er-Râzî; Büveyhoğulları hanedanına men-sûb olup Şam'da yaşamış ünlü bir kelâm, felsefe ve tasavvuf bilginidir. Felsefe, man­tık ve kelâma dâir eserlerinin yanısıra Zemahşerî'nin Keşşafına yazmış olduğu haşiye meşhurdur. 766 (1364) yılında Şam'da vefat etmiştir.

114-  Ebubekir er-Râzî (öl. 768/1366)

Zeyneddîn Muhammed İbn Şemseddîn, Cevherinin Sıhâh isimli eserinden özet­leyerek yapmış olduğu Muhtar'üs-Sıhâh'ın yanısıra Beyân ve Bedî'e ve dâir eserle­riyle şöhret bulmuş olup ez-Zeheb'ül-Ibrîz fi Tefsîr'il-Kitâb'il-Azîz isimli bir tefsîri bulunmaktadır. 768 (1366) yılından sonra vefat etmiştir.

115-lbn Akfl(öl. 769/1367)

Bahâeddîn Abdullah tbn Abdurrahman İbn Akîl, aslen Hemedân'h olup bilâ-here Mısır'da Balis kentine yerleşmiştir. Özellikle gramerle ilgili çalışmaların en mü­kemmel örneklerinden sayılan İbn Melek'in Elfıyye isimli manzum eserinin şerhinden ibaret olan şerh-i îbn Akîl ile şöhret bulan bu zatın et-Ta'lîk'ül- Vecîz isimli tamam­lanmamış bîr de tefsîri bulunmaktadır. 769 (1367/) de Mısır'da vefat etmiştir.

116-  Cemâleddîn Aksarâyî, (öl. 770/1368)

Cemâleddin İbn Muhammed İbn Muhammed; imâm Fahreddîn Râzî'nin to­runlarından olup Karaman'da müderrislik yapmış büyük bir Hanefî bilginidir. 770 (1368) yılında vefat etmiş bulunan Cemâleddin Aksarâyî'nin bir de Keşşaf haşiyesi bulunmaktadır.

117-  Mahmûd el-Konevî (777/1375)

Ebu's-Senâ Mahmûd İbn Ahmed İbn Mes'ûd; Şâm kadılığında bulunmuş Kon­yalı bir bilgin olup Tehzîb'ü Ahkâm'il-Kur'ân isimli ahkâm âyetlerinin tefsiri bu­lunmaktadır. 777 (1375) yılında Şam'da vefat etmiştir.

118-  Şihâbeddîn Sivâsî (öl. 780/1318)

Şihâbeddîn Ahmed İbn Mahmûd es-Sivâsî; Sivas'ta yetişmiş sonra Aydınoğul-larının himayesine girmiş ve 780 (1378) yılında Ayasuluğ'da vefat etmiştir. Uyûn'üt-Tefâsîr isimli daha çok diğer tefsirlerden derlenerek hazırlanmış bir eserinin yanısı­ra bazı tasavvufî risaleleri bulunmaktadır.

119-  Ekmelüddîn el-Bâbertî (öl. 786/1384)

Ekmelüddîn Muhammed ibn Mahmûd el-Bâbertî, Bağdâd yakınlarındaki Bâ-berta'da doğmuş, bilâhere Şâm ve Kâhire'ye gitmiş, 786 (1384) yılında Kâhire'de vefat etmiştir. Mısır'da sultan Zahir Berkûk'un iltifatına mazhar olmuş bulunan Ek­melüddîn Bâbertî'nİn; fıkıh, hadîs, kelâm ve gramerle ilgili eserleri bulunmaktadır. Özellikle Hidâye şerhi Osmanlı medreselerinde fazlasıyla ilgi görmüştür. Zemahşerî'nin Keşşafına yazmış olduğu haşiyeyi tamamlayamamıştır.

120- Şemseddîn el-Kirmânî (Öl. 786/1384)

Şemseddîn Muhammed İbn Yûsuf İbn Ali el-Kirmânî, Kirmân'da dünyaya gel­miş, Şâm ve Mısır'da öğrenim görmüş, bilâhere Bağdâd'a yerleşmiş, 786 (1384) yı­lında Bağdâd'ta vefat etmiştir. Abududdîn el-îcî'nin el-Mevâkıf isimli eserine yazmış olduğu şerhin yanı sıra, gramer ve hadîsle ilgili çalışmaları bulunan Kirmânî'nin, Keşşafla ilgili bir eseri ve Kâdî Beydâvî'nin tefsirine yazmış olduğu bir haşiyesi bu­lunmaktadır.

121- Sa'deddin Teftâzânî (öl. 793/1390)

Mes'ûd İbn Ömer İbn Abdullah et-Teftâzânî el-Horasânî; Horasan bölgesin­deki Nesâ yakınında bulunan Teftâzân*da doğmuş ve 793 (1390) yılında Semerkand'-da vefat etmiş, bilâhere na'şı Serahs'a taşınmış olan bu ünlü bilgin, Moğol istilâsından sonra Türkistan ve Mâverâünnehir bölgesinde sönmeye yüz tutmuş bulunan ilim meş'-alesini yeniden aydınlatan büyük bir bilgindir. Eserleri Osmanlı medreselerinde çok rağbet görmüş olan Teftâzânî, Anadolu'ya gelerek birçok ilmî mübâhaselerde bu­lunmuştur. Keşf Ül-Esrâr isimli Farsça bir tefsîr kaleme almış bulunan Teftâzânî'-nin Zemahşerî'nin Keşşaf isimli tefsîrineyazmış olduğu haşiyesi de meşhurdur. Ayrıca Nesefî akaidinin şerhi, Adüdiyye akaidinin şerhi ve bir çok eserlere yazmış olduğu şerhleriyle şöhret bulmuştur.

122-  el-Haddâdî (öl. 800/1397)

Ebubekir Ahmed İbn Muhammed İbn Ali İbn Muhammed el-Haddâdî, Yemenli, Hanefî mezhebine mensûb ünlü bir tefsîr ve fıkıh bilginidir. Keşf üt-Tenzîl isimli bir de tefsiri bulunan Haddâdî 800 (1397) yılında Yemen'in Zebîd kentinde vefat etmiştir. Haddâdî'nin imâm Kudûrî'nin fıkha dâir eserinin şerhi olan el-Cevheret'ün-Neyyİre isimli eseri Osmanlı ulemâsı arasında çok rağbet görmüştür.

123-  Muhammed ibn Arefe (öl. 803/1400)

Ebu Abdullah Muhammed İbn Arefe, mâliki bilginlerinden olup 803 (1400) yı­lında vefat etmiştir. İbn Arefe tefsîri diye şöhret bulan bu eser, daha çok Fahreddîn Râzî ve Zemahşerî'nin eserlerinden yapılmış bir derleme niteliğindedir.

124-  Sirâcüddîn el-Bülkînî (öl. 805/1402)

Şeyh'ül-İslâm Ömer ibn Reslân el-Bülkînî, Kahire yakınlarındaki Bülkîn'de doğ­muş ve 805 (1402) yılında Kâhire'de vefat etmiştir. el-Keşşâf alâ'l-Keşşâf isimli tef­sîri Zemahşerî'nin adıgeçen eserine yazılmış olan haşiyelerin en ünlülerindendir.

125-  Mecdüddîn Fîrûzâbâdî (öl. 816/1413)

Ebu Tâhir Muhammed İbn Ya'kûb İbn Muhammed eş-Şîrâzî; Şîrâz yakınla­rındaki Fîrûzâbâd'a bağh Kazerîn'da dünyaya gelmiş olan Fîrûzâbâdî Hz. Ebubekr'e kadar uzanan bir ailenin mensubu olup 816 (1413) yılında Yemen'in Zebîd kentinde vefat etmiştir. Özellikle Arap dilinin günümüze ulaşan en önemli sözlüklerinden bi­risi olan el-Kamûs'un müellifi bulunan Fîrûzâbâdî'nİn ed-Dürr'ün-Nazîm isimli bir tefsîri ve ayrıca el-Besâir isimli tefsîr ilmiyle ilgili bir başka eseri bulunmaktadır. Bu son eserinde Adap dilinin incelikleri, belagat, fıkıh ve tasavvuf noktalarından âyetleri izah etmeye çalışmıştır. İbn Abbâs'ın Tenvîr'ül-Mikbâs ismiyle günümüze ulaşmış bulunan tefsirini de Firûzâbâdî'nin cem'ettiği söylenmektedir.

126-  Seyyîd Şerîf el-Cürcânî (öl. 816/1413)

Ebu'l-Hasan Ali İbn Muhammed İbn AH el-Hüseynî el-Cürcânî; fıkıh, tefsîr, hadîs, mantık, felsefe ve kelâm ilimlerinde şöhret yapmış bulunan bu ünlü bilgin, Kadî tefsirine bir ta'lîke kaleme almış, ayrıca Zemahşerî'nin Keşşaf isimli tefsirinin baştaraflarına da bir haşiye yazmıştır. 816 (1413) yılında vefat etmiş.olan Seyyid Şeririn Keşjâf haşiyesine Muhyiddîn el-Atîk (öl. 901/1494), Alâeddin Ali et-Tûsî (öl. 816/1413) ve ünlü Osmanlı bilgini Kemâl Paşazade (öl. 940/1533) birer haşiye yazmışlardır. Seyyid Şerifin Mutavval haşiyesi, Mevâkıf şehri ve Ta'rîfât isimli eser­leri ünlüdür.

127-  Hacı Paşa (öl. 820/1417)

Cclâleddin Hızır İbn Hoca Ali İbn Murâd İbn Hoca Ali İbn Hüsâmeddîn; Konya kökenli olup, bilâhere Aydın'a göç etmiş ve bu sebeple Aydmlf Hacı Paşa diye anıl­mıştır. Konya'da Öğrenim gördükten sonra Mısır'a gitmiş, Seyyid Şerîf Cürcânî ve şeyh Bedreddîn Simâvî ile birlikte Mübarek Şah'tan ders almış ve Şeyh Ekmelüddîn Bâbertî'den yararlanmıştır. Bu arada tıp ilmiyle ilgilenen Hacı Paşa, dönüşünde Ay-dmoğullan hanedanından Mehmet Bey'in isteği üzerine Birgi'ye gitmiş ve burada ders vermiş, eserlerini te'lîf etmiştir. 820 (1417) yılında vefat etmiş bulunan Hacı Paşa'nın Mecmâ'ül-Envâr isimli bir tefsiri bulunmaktadır. Ayrıca kelâm, felsefe ve tıbba dâir eserleri vardır.

128-  Kutbeddîn İznîkî (Öl. 821/1418)

Muhammed İbn Muhammed el-lznîkî; Birinci Sultân Bâyezid döneminde İz­nik'te yetişmiş ünlü bir tasavvuf bilgini olan Kutbeddîn isimli birkaç ciltlik tefsîrin-den başka tasavvufî ve ahlâkî risaleleri bulunmaktadır.

129-  Bedreddîn Simâvî (Öl. 823/1420)

Bedreddîn Mahmûd İbn İsrâîl İbn Kâdî Simavne; aslen Selçuklu hanedan aile­sine mensûb olduğu kabul edilen Bedreddîn Simâvî, Edirne yakınlarındaki Simav-na'da dünyaya gelmiş çeşitli siyâsî faaliyetlerden sonra 823 (1420) yılında Siroz'da kendi fetvasıyla idam edi!miştir.Anadolu'nun muhtelif yerlerini gezmiş olan Bed­reddîn Simâvî, Mısır'da devrin ünlü bilgini Seyyid Şerif Cürcanî ile Mübarek Şâh'-tan ve Ekmeİüddin Bâbertî'den ders almış ve Ahlath dergâhı şeyhlerinden Hüseyin Ahlâtî'nin tarikatına girmiş, bir süre Tebriz'e giderek Timur'un meclisinde bulun­muş ve nihayet Yıldırım Bâyezid İle Tİmûr arasında cereyan eden savaşı müteâkib Osmanlı Beyliğinin dağılması tehlikesiyle yüz yüze geldiği Fetret devrinde Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Mûsâ Çelebi'nin kazaskeri olmuştur. Fakat devletin birliğini kuran Çelebi Sultân Mehmed tarafından ta'kibâta uğramış, önce Sinop'a sonra da Delior­man'a kaçmış ve nihayet yakalanarak Siroz'da idam edilmiştir. Fıkıh, hadîs, tefsîr ve kelâma âit eserleri bulunan Bedreddîn Simavî'nin Nûr'ül-Kulûb isimli bir de tef­siri vardır.

130-  Hoca Muhammed (öl. 822/1419)

Muhammed İbn Mahmûd el-Buhârî, Bahâeddin Nakşibendî'nin seçkin halîfe­lerinden olup yetmişüç yaşlarında 822 (1419) yılında Medine'de vefat etmiştir. Bazı sûrelerin tefsirinden ibaret bir eseri günümüze kadar ulaşmıştır.

131-  Ya'kûb el-Karamânî (öl. 833/1429)

Ya'kûb Ibn tdrîs el-Karamânî, aslen Niğdeli olup, Karaman'a yerleşmiştir. Fı­kıh, hadîs ve tarihe âşinâ olan ve Kara Ya'kûb diye bilinen bu zâtın, Kâdî Beydâvî'-nin tefsirine yazdığı bir haşiyesi mevcûddur. 833 (1429) da Karaman'da vefat etmiştir.

132-  Molla Fenârî (öl. 834/1430)

Şemseddin Muhammed tbn Hamza Ibn Muhammed, ilk osmanlı Şeyh'üt-İslâmlarından olup babasından ve Cemâleddin Aksarâyî, Ekmeleddîn Bâbertî gibi devrin ünlü bilginlerinden ders görmüş, Şeyh Hamİdûddîn Kayserî'den tasavvuf dersi almıştır. Mısır'da Seyyid Şerîf Cürcânî ile birlikte öğrenim gören Molla Fenârî, Hi­caz'a gitmiş, Kahire ve Kudüs'ten sonra Antakya ve Şam'ı dolaşmış, 834 (1430) yı­lında vefat etmiştir. Bursa'da müderris ve kadılık yapan Molla Fenârî Sultan II. Murâd'ın büyük iltifatlarına mazhar olmuştur. Fıkıh, kelâm, mantık ve tefsîre dâir eserleri bulunan Molla Fenârî'nin Fatiha sûresi tefsiri daha çok tasavvufî bir yo­rumla ve Ibn'ül-Arabî ekolünün açıklamaları doğrultusunda yazılmış bir tefsîrdir.

133-  Ali el-Hindî (öl. 835/1431)

Ali Ibn Ahmed İbn Ali İbn İbrâhîm İbn İsmâîl el-Kevkebî, Hindistan'ın Bom­bay kenti yakınlarındaki Mehâyim'de dünyaya gelmiş olan Ali el-Hindî, Tebsirat'ür-Rahmân isimli tasavvufî yönü ağır basan bir tefsîr yazmıştır. 835 (1431) de Mehâ-yim'de vefat etmiştir.

134-  Muhammed et-Tilimsanî (öl. 842/1438)

Muhammed Ibn Ahmed İbn Muhammed İbn Merzûk; Mağrib'te Tilimsân'da yetişmiş fıkıh, hadîs ve edebiyata vâkıf Ünlü bir bilgindir. 842 (1438) yılında vefat etmiş olup Ihlâs sûresinin tefsirine dâir bir eseri vardır.

135-  Yazıcızâde Mehmed Bicân (öl. 855/1451)

Muhammed Bîcân İbn Kâtib Salâhaddîn; kısaca Yazıcızâde diye bilinen bu bü­yük bilgin, Tekirdağ civarında dünyaya gelmiş, Gelibolu'da ikâmet etmiş ve II. Murâd devrinde büyük şöhret kazanmış ünlü Türk bilginidir, Muhammediye isimli eseri, asırlarca Anadolu'da destânî tarzda dilden dile aktarılmış bulunan Mehmed Bîcân'ın, ayrıca Fatiha sûresi tefsiri bulunmaktadır. 855 (1451) yılında Gelibolu'da vefat et­miştir.

136-  Alâeddîn es-Semerkandî (öl. 860/1455)

Alâeddîn AH İbn Yahya, Semerkand asıllı olup, Anadolu'ya hicret etmiş ve Ka­raman'da ikâmet ederek 860 (1455) yılında burada vefat etmiştir. Bahr'ül-Ulûm isimli tefsiri özellikle Kur'ân'm anlaşılması için kelime ve lafızların açıklamasına yer ve­ren bir tefsîrdir. Çok az da olsa kelâmî konularda bu temas edilmektedir.

137- Burhâneddîn el-Bikâî (öl. 885/1480)

Burhâneddîn İbrâhîm Ibn Ömer, Suriye'nin Bikâa vâdîsinde doğmuş, Şam'da yerleşmiş, tefsîr, edebiyat ve tarih alanında şöhret bulmuş bir bilgindir. Nazm'üd-Dürer isimli tefsîri -ki Münesâbat-i Bikâî diye de bilinir- özellikle âyetler ve sûreler arasındaki ince münâsebetlere geniş yer verir. 885 (1480) yılında Şam'da vefat etmiştir.

138- Celâleddîn Mahallî (öl. 864/1459)

Celâleddîn Ebu Abdullah Muhammed Ibn Ahmed, Kâhire'de yetişmiş ve bu­rada vefat etmiş ünlü bir şafiî bilginidir. Tefsîr, fıkıh, kelâm, grame ve mantık ilimlerinde şöhret bulmuş olan Celalcddîn Mahallî, medrese öğrencilerinin Kur'ân'ın lafızlarını anlamaları için Isrâ sûresinin sonuna kadar gelen bir tefsîr yazmış, ancak bu tefsirini tamâmlayamadan vefat edince daha önce adı geçen Celaleddîn Suyûtî bu tefsîri tamamlamıştır. Her iki Celâl'in birlikte kaleme aldıkları bu tefsîr, iki Ce­lâl anlamına "Celâleyn" tefsîri diye şöhret bulmuş ve günümüze kadar medrese öğ­rencilerinin elinde temel kaynak olagelmiştir. Daha çok kelimelerin anlamlarının ve nahivle ilgili açıklamaların yer aldığı bu tefsire birçok bilgin tarafından haşiyeler yazılmıştır. Bunlar arasında; Şemseddîn Muhammed İbn Abdurrahmân el-Alkamî'nin (öl. 963/1492) Kabes'ün-Neyyireyn isimli haşiyesi; Muhammed Bedreddîn el-Kerhî' (öl. 1006/1597) nin Mecma'ül-Bahreyn isimli haşiyesi; Ali el-Kârî (öl. 1014/1605) nin Cemâleyn isimli haşiyesi; Abdurrahmân el-Fâsî'nin (Öl. 103;V1626) haşiyesi; Atıyye İbn Atıyye'nin (öl. 1190/1776) el-Kevkebeyn'ün-Neyyirey;ı isimli haşiyesi; Şeyh Süleyman Cemel'in (Öl. 1204/1889) el-Fütûhât'ül-llâhiye'si; Muham­med İbn Salih es-Sibâî'nin (öl. 1268/1851) haşiyesi; Sa'dullah İbn Ğulâm el-Kandehârî'nin (öl. 1306/1889) Keşfül-Mahcûbîn isimli haşiyesi;.Abdullah İbn Mu­hammed en-Nebrâvî'nin (öl. 1357/1938) Kurret'ül-Ayn isimli haşiyesi bulunmaktadır.

139-  Salih el-Bü!kînî (öl. 868/1462)

Alem'üd-dîn Salih İbn Sirâc Ömer el-Bülkînî, Mısır'da yetişmiş Şafiî bilginle­rinden olup Tefsîr'ûl-Bülkînî isimli bir eseri vardır. 868 (1462) yılında Mısır'da ve­fat etmiştir.

140-  Alâeddin Musannifek (öl. 875/1470)

AH İbn Mecdüddîn Muhammed es-Şahrûdî; Fahreddîn Râzî'nin torunlarından olup Horasan'da Bistâm yakınlarındaki Şâhrûd'da doğmuş Herât ve çevresinde öğ­renim gördükten sonra Önce Konya'da dersler vermiş, sonra Fâtih Sultân Mehmed'İn huzuruna kabul edilerek büyük iltifatlarına mazhar olmuş ve 875 (1470) yılında İs­tanbul'da vefat etmiştir. Mülteka'l-Bahreyn isimli arapça yazdığı tefsîri Fâtih tara­fından büyük bir takdîrle karşılanmıştır. Ayrıca Zemahşerî;'nin Keşşafına bir de haşiye yazmıştır. Diğer taraftan tasavvufî, edebî, felsefî ve mantıkî bazı eserleri bu­lunmaktadır.

141-  Ahmed el-Kırîmî (öl. 879/1474)

Seyyid Ahmcd İbn Abdullah el-Kırîmî, nisbesinden de anlaşılacağı gibi Kırımlı olup İstanbul'da dersler vermiş ve Mısbâh'ül-Hâdî isimli Beydâvî tefsîrine bir haşi­ye yazmıştır. 879 (1474) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

142-  Muhyiddîn Kâfiyeci (öl. 879/1474)

Muhammed İbn Süleyman İbn Saîd; aslen Bergamalı olup medreselerde gra­mer kitabı olarak okutulan İbn Hâcib'in Kâfiyesi ile çok meşgul olduğundan kendi­sine "kâfiyeci" nesbesi verilmiştir. İran, Âzerbeycân ve Mısır'a seyâhatlar yapan ve 879 (1474) yılında vefat eden Kâfiyeci'nin et-Teysîr fî İlm'it-Tefsîr isimli bir tef­sîri bulunmaktadır.

143-  Sirâceddîn el-Mahzûmî (öl. 885/1480)

Muhammed İbn Abdullah er-Rıfâî, aslen Vâsıt'lı olup 885 (1480) yılında Bağ-dâd'da vefat etmiştir. el-Beyân fî Tefsîr'il-Kur'ân isimli bir tefsîri vardır.

144-  Molla Hüsrev (öl. 885/1480)

Molla Muhammed Ibn Ferâmûz tbn Ali, Tokat asıllı olup Edirne'de müderris­lik yapmış ilk istanbul kadısı Hızır Bey'den sonra Ayasofya müderrisliğine tayın edilerek istanbul kadılığı payesine verilmiştir. Fâtih tarafından büyük iltifata maz-har olan Molla Hüsrev özellikle Hanefî fıkhına dâir Durer ve Gurer isimli eseriyle şöhret bulmuştur. Kâdî Beydâvî tefsirine yazdığı haşiyeyi tamamlayamamıştır. An­cak Muhammed Ibn Abdülmelik el-Bağdâdî (öl. 1016/1608) bunu tamamlamak is­temişse de Bakara sûresinin sonuna kadar bir zeyil yazabilmiştir. Mir'ât'ül-Usûl isimli eseri Osmanlı ulemâsı arasında büyük rağbet görmüştür. 885 (1480) yılında istan­bul'da vefat etmiş, ancak na'şı Bursa'ya taşınmış ve kendi adına İnşâ ettirdiği med­reseye gömülmüştür.

145-  Molla Gürânî (Öl. 893/1487)

Şemseddîn Ahmed Ibn Ismâîl; İran'daki Isferâyin'in çevresinde yer alan Gü-rân'da doğmuş, Osmanlı şeyhü'l-îslâmlarının dördüncüsüdür. 893 yılında (1487) is­tanbul'da vefat eden Molla Gürânî kendi adına yaptırmış olduğu camide metfundur. Gâyet'ül-Emânî isimli bir tefsîriden başka Kâdî Beydâvî'nin tefsirine yazmış oldu­ğu haşiyesi vardır.

146-  Seyyid Muîn (öl. 894/1488)

Şeyh Muîn İbn Safiyyüddîn, Mekke-i Mükerreme'de yaşamış olup Câmi'Üt-Tibyân isimli bir tefsiri kaleme almıştır. 894 (1488)'de Mekke'de vefat etmiştir.

147-  Muhammed et-Tilimsânî (öl. 895/1489)

Ebu Abdullah Muhammed Ibn Yûsuf İbn Ömer es-Senûsî Mağrib'te Tilimsân'da doğmuş, 895 (1489) yılında burada vefat etmiştir. Akâid-i Senûsiyye isimli eseriyle şöhret bulmuş olan Muhammed es-Senûsî'nin Sâd suresinden başlamak üzere bir de tefsiri vardır. Senûsî tarikatının kurucularındandır.

148-  Molla Câmî (öl. 898/1492)

Nûreddîn Abdurrahmân İbn Şemseddîn Ahmed, ünlü Hanefî fakîhlerinden İmâm Muhammed'in soyundan olup Horasan'ın Câm kasabasında doğmuş ve 898

(1492)  yılında Herât'da vefat etmiştir. Edebiyat, tasavvuf, hadîs, tefsîr ile ilgili bir çok eseri de bulunan Molla Câmî'nin kendi adına nisbet edilen bir de tefsîri vardır. Devrin bütün bilginlerini İstanbul'da toplamaya çalışan büyük hükümdar Fâtih Sul­tân Mehmed'in daveti üzerine İstanbul'a gelmek üzere yola çıkmışsa da Konya'ya geldiğinde Fâtih'in vefat ettiğini öğrenmiş ve bu sebeple geri dönmüştür.

149-  Cemâl el-Halvetî (öl. 899/1493)

Çelebi Halîfe diye bilinen Şeyh Muhammed Cemâlî daha önce zikri geçen Ce-mâleddîn Aksarâyî'nin soyundan olup aslen Karamanlıdır. Amasya'da doğmuş, 899

(1493) veya 912 (1506) yılında hacca giderken vefat etmiştir. Halvetî halîfelerinden olan Cemâl el-Halvetî II. Bâyezîd'in daveti üzerine İstanbul'a gelmiş, bir süre Koca Mustafa Paşa'daki Halvetî dergâhında ikâmet etmiş, sonra hükümdarın sağladığı imkânla hacca giderken yolda vefat etmiştir. Duha sûresinden aşağıya bir tefsîri bu­lunmaktadır.

150-  Muhammed Karahisârî (öl. 900/1494)

Revnak'üt-Tefâsîr isimli bir tefsirin müellifi olan Muhammed tbn Necîh Af-yonkarahisâr çevresinde yetişmiş bir bilgin olup 900 (1494) yılında vefat etmiştir.

151-  Hüsâmeddîn Bitlîsî (öl. 900/1494)

Mevlâna İdrîs-i Bitlîsî'nin babası olan Hüsâmeddîn Ali, el-İşâre isimli bir tefsî-rin müellifidir. 900 (1494) yılında vefat etmiş bulunan Hüsâmeddîn Bitlîsî'nin bir de Kâşânî'nin Istılâhât-ı Sûfiye'sine yazdığı şerhi vardır.

152-  Hüseyin el-Kâşifî (öb 903/1497)

Hüseyin İbn Ali el-Vaiz el-Kâşifî el-Mevâhib'ül-Aliyye adında Farsça bir tefsir yazmış ve bu eser bilâhere Idrîs el-Bitlîsî'nin oğlu Muhammed (öl. 982/1574) daha sonra da Ferrûh Ismâîl Efendi (öl. 1256/1840) tarafından Türkçeye Mevâkib adıyla tercüme edilmiştir. Özellikle Bursalı îsmâîl Hakkı tarafından pek çok alıntılar yapı­lan Kâşifî'nin Emîr AH Şîr adına ÂI-i İmrân sûresinin sonuna kadar yazabildiği Cevâhir'üt-Tefsîr isimli bir tefsiri daha vardır.

153-  Celâleddîn Devvânî (öl. 918/1512)

Celâleddîn Muhammed îbn Es'ad es-Siddîkî; İran'da Kazerün yakınlarındaki Devvân'da doğmuş, Anadolu, Horasan ve Mâverâünnehir'de geziler yaptıktan sonra tekrar doğduğu yere dönmüş ve 918 (1512) yılında vefat etmiştir. Daha çok Şîrâz'da yaşamış olan Celâleddîn Devvânî, Tefsîr el-Kalâkil diye bilinen ve (kul) lafzıyla baş­layan sûreleri tefsîr eden bir eser kaleme almış, ayrıca muhtelif sûrelerin tefsîrini yapmış, Ünlü işrâkî filozofu Sühreverdî'nin Heyâki'ün-Nûr'unu şerhetmiş, kelâm ve mantığa dâir bir çok eserler yazmıştır.

154-  Hakimşâh el-Kazvînî (öl. 908/1502)

Muhammed İbn Mübarek el-kazvînî, Celâleddin Devvânî'nin öğrencilerinden olup Osmanh bilginlerinden Müeyyedzâde'nin tavsiyesi üzerine Sultân Bâyezîd ta­rafından İstanbul'a davet edilmiş fıkıh, mantık, edebiyat, tefsîr ve kelâm alanında eserler kaleme almış ve 908 (1502) yılında vefat etmiştir. Fetih sûresinden başlamak üzere kaleme almış olduğu Tefsîr-i Hakîmşâh isimli bir tefsîri vardır.

155-  Ni'metullah Nehcuvânî (öl. 920/1514)

Ni'metullah İbn Mahmûd, Âzarbeycân'ın Nehcuvân kentinde doğmuş, bilâhe­re Konya'ya gelerek Akşehir'e yerleşmiş ve 920 (1514) yılında burada vefat etmiştir. el-Fevâtih'ül-İIâhiyye isimli tefsîri daha çok tasavvufî ağırlığı olan bir tefsîrdir.

156-  Kemâlüddîn el-Karamânî (öl. 920/1514)

Kara Kemâl diye şöhret bulmuş olan Ismâîl İbn Bâlî, Karaman asıllı olup Ah-med Hayalî ve Molla Husrev gibi zevattan dersler almış, önce Edirne sonra İstan­bul'da müderrislik yapmış ve 920 (1514) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kelâm ve fıkıha dâir eserlerinin yanısıra Kâdî Beydâvî'nin tefsirine yazmış olduğu haşiye ile, Zemahşerî'nin Keşşaf isimli eserine yazmış olduğu kısmî haşiyesi meşhurdur.

157-  Müeyyedzâde Abdurrahmân Efendi (öl. 922/1516)

Mevlânâ Abdurrahmân İbn Müeyyed Ali; Celâleddîn Devvânî'nin öğrencile­rinden olup Amasya'da Şehzade Bâyezîd tarafından korunmuş ve bilâhere İstan­bul'a gelerek müderrislik ve kadılık yapmış, Rumeli Kazaskeri olmuştur. 922 (1516) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kelâma ve astronomiye dâir eserleri bulunan Mü­eyyedzâde'nin bazı Kur'ân süreleriyle ilgili tefsîri mevcûddur.

158-  Çemâleddîn İshâk (öl. 930/1523)

Cemâl Halîfe diye bilinen Şeyh Cernâleddin İshâk; Karamanlı olup tasavvuf ve kelâmla ilgili eserler kaleme almış, 930 (1523) veya 940 (1533) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kâdî Beydâvî'nin tefsirine bir haşiye yazmış, ayrıca Mücâdele sûre­sinden sonra Kur'ân'ı onar bölüm halinde tefsir ettiği kendi adıyla anılan bir de tef-sîr kaleme almıştır.

159-  Ebu Zekeriyyâ el-Ansârî (öl. 926/1519)

Zekeriyyâ İbn Muhammed İbn Zekeriyyâ el-Mısrî, Mısırda yetişmiş bir bilgin olup tefsîr, hadîs, fıkıh, tasavvuf ve belagat gibi İslâm ilimlerinde şöhret bulmuş ve Sultan Kayıtbay'ın ısrarıyla Kâhire'de Kâdî'l-Kudât mevkiine yükselmiş bir bil­gindir. Feth*ül-Celîl ve Feth'ür-Rahmân isimli tefsirle İlgili iki eseri vardır. Birincisi Kâdî Beydâvî'nin tefsîrinin hâşiyesidir. 926 (1519) da Kâhire'de vefat etmiştir.

160-  Zeyneddîn el-Uleymî (öl. 928/1521)

Abdurrahmân İbn Muhammed İbn Abdurrahmân, Kudüs'te yetişmiş bir bil­gin olup Feth'ür-Rahmân isimli bir tefsîr yazmıştır. Hanbelî mezhebine mensûb bu­lunan eMJIeymî 928 (1521) yılında vefat etmiştir.

161-  Yahşî Halîfe (öl. 930/1523)

Yahşî Halîfe, Amasyalı bir bilgin olup Mısır'a gitmiş ve burada devrin bilginle­rinden dersler almış İsra sûresinin tefsirine dair bir eser yazmıştır. 930 (1523) yılın­da vefat ettiği sanılmaktadır.

162-  İbn Kemâl Paşa (öl. 940/1533)

Şemscddîn Ahmcd İbn Kemâl Paşa, Kemâlpaşâzâde Süleyman Bey'in oğlu olup Tokat'ta doğmuş, Osmanlı devletinin muhtelif eyâletlerinde müderrislik yapmış, Ana­dolu Kazaskerliği makamına yükselmiş, Yavuz Sultân Selîm İle beraber Mısır sefe­rine katılmış ve nihayet Kânûnî Sultân Süleyman zamanında Şeyh'ül-lslâm olmuş ve iki dünyanın müftîsi anlamına Müfti's-Sakaleyn unvanına hâiz bulunmuş büyük bir bilgin olup 940 (1533) yılında İstanbul'da vefât etmiştir. Üçyüzden fazla eseri ol­duğu kabul edilen Kemâl Paşazâde'nin Kâdî Beydâvî ve Zemahşerî'nin tefsirlerinin baştarafına yazmış olduğu haşiyelerden ayrı olarak kendi adına nİsbet edilen bir de tefsîr yazmıştır.

163-  Muhyiddîn cl-Vefâî (öl. 940/1533)

Muhammed İbn Bedreddîn Mahmûd, aslen Muğlalı olup Kütahya ve Bursa'da müderrislik yapmış ve 940 (1533) yılında Bursa'da vefât etmiştir. Tenvîr'üd-Duhâ isimli Duhâ sûresinin tefsirinden başka bir de Âyet el-Kürsî tefsiri vardır.

164-  Hüsâmeddîn el-İsferâyînî (951/1544)

İbrâhîm İbn Muhammed Arab Şâh, Ebu İshâk el-Esferîyînî'nin soyundan olup Semerkand doğumludur. Babası ve dedesi de İsferâyin'de kadılık yapmış olan Hü-sâmeddin, Molla Câmî'nin öğrencilerinden olup Kâdî Beydâvî'nin tefsirine yazmış olduğu haşiyeyi Sultân Süleyman'a ithaf etmiştir. Derin bir bilgin olan Hüsâmed­dîn 951 (1544) yılında vefât etmiştir.

165-  Şeyh'ül-İslâm Sa'dullah Efendi (öl. 945/1538)

Kastamonu çevresinde doğmuş olan Şeyh'ül-İslâm Sa'dullah Efendi, Edirne ve İstanbul'da müderrislik yaptıktan sonra İstanbul kadısı olmuş ve İbn Kemâl'in ölü­mü üzerine Şeyh'Ül islâmlık makamına getirilmiştir. Kâdî Beydâvî tefsirine yazmış olduğu bir haşiyeden başka Hidâye ve Kâmüs haşiyeleri vardır. Bir süre Murâd Pa­şa camii imamlığı da yapmış olan Sa'dullah Efendi, 945 (1538) yılında vefat etmiştir.

166-  Ömer Atûfî (öl. 948/1541)

Hayreddîn Hızır İbn Mahmûd İbn Ömer, Merzifon'da doğmuş, İkinci Sultân Bâyezîd tarafından saray muallimliği görevine getirilmiş ve 948 (1541) yılında vefat etmiştir. Kâdî Beydâvî tefsîrine ve Zemahşerî'nin Keşşaf tefsirine haşiyeler yazmış, ayrıca Hısn'ül-Âyât ismiyle En'âm sûresinin bazı âyetlerini tefsîr etmiştir.

167-  Şehzade Muhyiddîn (öl. 951/1544)

Muhyiddîn Muhammed tbn Muslihiddîn Mustafâ, izmitli olup Şehzade diye şöhret bulmuştur. Kâdî Beydâvî'ye yazmış olduğu ve kendi adıyla anılan haşiyesi çok ünlüdür. 951 (1544) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

168-  Muhammed es-Sıddîkî (Öl. 952/1545)

Ebu'l-Hasan Muhammed İbn Muhammed es-Sıddîkî, Mısırlı olup TeshîFtts-Sebîl isimli bir tefsiri vardır. 952 (1545) yılında Mısır'da vefat etmiştir.

169-  Bedreddîn Mahmûd (öl. 956/1549)

Aydınlı bir bilgin olup İstanbul'da Sofu Paşa medresesinde müderrislik yap­mış ve kendi adına nisbet edilen bir de tefsîr yazmıştır. 956 (1549) yılında vefat et­miştir.

170-  Mevlâna Muslihûddîn Lârî (öl. 979/1571)

Muhammed İbn Salâh elrAnsârî, Hindistan ile İran arasında bulunan Lâr şeh­rinde doğmuş 979 (1571) yılında Diyarbakır'da vefat etmiş bir bilgin olup Celâled-din Devvânî'nin örencilerindendir. Astronomi, kelâm ve gramere dâir birçok eserinin yanı sıra, Kâdî Beydâvî' tefsîrine yazmış olduğu ta'lika Bakara ve Âl-i İmrân sûre­lerini İhtiva etmektedir.

171-  Ahmed el-Karâmânî (öl. 981/1572)

Nureddîn Ahmed İbn Mahmûd, Karamanlı olup Kâdî Beydavî'nin tefsîrine bir haşiye yazmış, ayrıca Alâeddiri Ali İbn Yahya'nın kaleme almış bulunduğu Bahr'ül-Ulûm isimli tefsîr kitabının tamamlanmayan kısmını tamamlamıştır. 981 (1572) yı­lında karaman'da vefat etmiştir.

172-  İmâm Birgivî (öl. 981/1572)

Zeyneddîn Muhammed İbn Pîr A!i, 929 (1522) yılında Balıkesir'de dünyaya gel­miş ve 981 (1572) yılında Birgi'de vefat etmiştir. Kanunî devrinin bu ünlü bilgini, özellikle parayla Kur'ân okunmasının ve ilim öğretilmesinin caiz olmadığını savu-*narak zamanın bilginleriyle çetin tartışmalara girişmiş ve ünlü Şeyh'ül-lslâm Ebu's-Suûd Efendi'yi bu konuda eleştirmiştir. Tamâmlayamadığı bir tefsirinden başka Tarîkat-ı Muhammediye isimli eseri ve daha çok vaz ve nasıhata dâir kitapları bu­lunmaktadır.

173-  Münşî Muhammed (Öl. 1000/1591)

Muhammed İbn Bedreddîn, Akhisâır'h olup Nezîl'üt Tenzîl isimli bir tefsîr yaz­mış ve III, Sultân Murâd'a ithaf etmiştir. Bu çalışması sonucu kendisine Harem-i Nebevî şeyhliği payesi verilmiş ve ölümüne kadar Medîne-i Münevvere'de ikâmet etmiştir. Bakî' kabristanına defnedilmiş olan Münşî Mehmed Efendi hicrî 1000 (1591) yılında vefat etmiştir.

174- Muînüddîn el-îcî (öl. 906/1500'den sonra)

Muhammed İbn Safiyyûddîn Abdurrahman İbn Muhammed el-Icî Cevâmi'üt-Tibyân İsimli bir tefsîrin müellifi olup İran'da îc'de dünyaya gelmiş ve tahminen 906 (1500) yıllarından sonra Mekke-i Mükerreme'de vefat etmiştir.

175- Şeyh-ül-lslâm Zekeriyyâ Efendi (öl. 1001/1592)

Ankara'da doğmuş olup İstanbul'da tahsil ettikten sonra Mısır ve Hicaz'a git­miş olan Şeyh'ül-îslâm Zekeriyyâ Efendi; Haleb, Bursa, istanbul kadılıklarında bu­lunmuş, bilâhere Anadolu Kazaskerliği ve Rumeli Kazaskerliği yapmıştır. 999 (1590) yılında Şeyh'ül-tslâmlık mevkiine yükselmiş, 1 sene, 5 ay bu mevkide kaldıktan sonra 1001 (1592) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Fıkıh ve kelâma dâir şerhlerinin yanı sıra Kâdî tefsirine ve Keşşaf tefsirine bazı ta'lîkler yazmış, bir de Fatiha sûresi tefsi­ri kaleme almıştır.

176-  Feyzî Hindî (öl. 1004/1595)

Hindistanlı ünlü bilgin ve şâir Feyzî Hindî, Dekkan veya Ağra'da doğmuş, tef-sîr, fıkıh, astronomi ve tıb bilimlerinde değerli çalışmalar yapmıştır. Tarih, mûsikî ve edebiyyattan zevk alan Feyz-i Hindî, Sansitriceyi de bildiğinden Hind felsefesini yakından tanımış ve 1004 (1595) yılında vefat etmiştir. Savâtı'ül-llhâm isimli tefsîri çok tanınmıştır.

177-  Ali el-Kârî (öl. 1014/1605)

Ali İbn Muhammed İbn Sultân el-Herevî, Molla Kârî diye de şöhret bulmuş olan Ali el-Kârî, Hanefî fakîhlerinden olup Herât'da öğrenim gördükten sonra Mı­sır ve Hicaz'a gitmiş, bilâhere Mekke-i Mükerreme'ye yerleşmiştir. Fıkıh, hadîs ve. tefsirde ihtisas sahibi olan Ali el-Kârî, Envâr'ül-Kur'ân isimli bir de tefsîr kaleme almıştır. Daha önce de zikrettiğimiz gibi Celâleyn tefsirine haşiye yazmıştır. 1014 (1605) yılında Mekke'de vefat etmiştir.

178-  Şeyh'ül-İslâm Muhammed Efendi (öl. 1024/1615)

Tâc'üt-Tevârîh isimli eserin müellifi Hoca Sa'deddîn Efendİ'nin oğlu olan Şe­rif Mehmed Efendi, Bursa'da doğmuş Mekke ve İstanbul kadılıklarında bulunduk­tan sonra Anadolu Kazaskerliğine tayîn edilmiş, 1007 (1598) yılında Şeyh'ül-tslâm olmuştur. 1024 (1615) yılında vefat etmiş bulunan Şeyh'ül-İslâm Mehmed Efendi'-nin, Hulâsat'üt-Tebyîn isimli Yâsîn sûresinin tefsîri bulunmaktadır.

179-  Bahâeddîn el-Âmilî (öl. 1031/1621)

Bahâeddîn Muhammed İbn Hüseyn İbn Abdüssamed, Şâm civarında doğmuş (Ba'lbek yakınlarındaki Âmil'e nisbetle bu isim verildiği gibi, İran'daki Âmül'e nis-betle de bu ismin verilmiş olduğu söylenir) Kazvîn'e yerleşmiş ve İsfahan'a geçerek Safevî hükümdarlarından Şâh Abbâs'ın iltifatına mazhar olmuştur. Hicaz, Mısır ve Kâhire'de bulunmuş bilâhere İsfahan'a dönerek 1031 (1621) yılında burada vefat etmiştir. Kâdî Beydâvî tefsirine yazmış olduğu haşiyeden ayrı olarak astronomi, ma­tematik, nahiv   belagat ve Şu fıkhına dâir eserleri bulunmaktadır.

180-  İsmâîl Rusûhî (öl. 1042/1632)

Şeyh tsmâîl Ankaravî, Ankara'da doğmuş, önce Hacı Bayrâm-ı Velî'ye mün-tesib iken bilâhere Mevlevi tarikatına geçmiş ve Galata Mcvlcvîhânesi şeyhi olmuş­tur. Mesnevi şerhiyle şöhret bulmuş olan Ismâîl Rusûhî Dede'nin Fütuhat-î Ayniye ' isimli türkçe bîr Fatiha sûresi tefsiri bulunmaktadır. 1042 (1632) yılında vefat etmiştir.

181-Abdülmecîd Sivâsî (öl. 1049/1639)

Halvetiye tarikatına mensûb bulunan Abdülmecîd Sivâsî III. Sultan Mehmed'-in daveti üzerine İstanbul'a gelmiş ve 1049 (1639) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Bir Fâtİha tefsirinin yanı sıra Mesnevi Şerhi ve akâidle ilgili eserleri bulunmaktadır.

182-  Fereciıllah el-Hüveyzî (öl. 1050/1640)

Ferecullah İbn Muhammed İbn Derviş, Hûzistân'da yetişmiş Şiî, imâmiyye mü-fessir ve tarihçilerinden olup bir Kur'ân tefsiri, ayrıca astronomiye dâir eserleri bu­lunmaktadır. 1050 (1640) yılında Hûzistân'da vefat etmiştir.

183-  Abdurrahmân el-İmâdî (öl. 1051/1641)

Abdurrahmân İbn Muhammed Şam'da yetişmiş bir bilgin olup Tahrîr'Üt-Te'vîl isimli bir tefsîr kaleme almıştır. Hicaz'da da ikâmet etmiş bulunan İmâdî' 1051 (1641) yılında vefat etmiştir.

184-  Beypazarh Muslihüddîn (öl. 1051/1641)

Tefsîr-i Bekbazârî diye de bilinen bir tefsirin müellifi bulunan Muslihüddîn Efen­di Beypazarmda yetişmiş bir Osmanlı bilginidir. 1051 (1641) yılında vefat etmiştir.

185-  Manastırlı Şâh Muhammed (öl. 1052/1642)

Muhammed İbn Ahmed, Manastır'da yetişmiş bir bilgin olup Nehr'üd-Dekâik adında türkçe bir tefsîr yazmıştır. 1052 (1642)*de Manastır'da vefat eden Şâh Mu-hammed'in bu eserini Nccmeddîn Kübrâ'nın Te'vîlât isimli tefsirinden özet olarak Türkçeye çevirdiği sanılmaktadır.

186-  Tireli Mehmed Efendi (öl. 1061/1650)

Tire'de doğmuş bulunan Mehmed Efendi, bir süre Tire'de İbn Melek medrese­sinde müderrislik yapmış daha sonra bir vesîle ile geldiği İstanbul'da 1061 (1650) veya I0İ6 (1607) yılında vefat etmiştir. Fıkıh, usûl ve kelâma dâir eserleri bulunan bu zâtın Kur'an'ın yarısına kadar bir tefsiri mevcûddur.

187-  Abdülhakîm es-Siyelkûtî (öl. 1067/1657)

Hindistan'da Siyelkût'ta yetişmiş bulunan Abdülhakîm İbn Şemseddîn'in akâ-id, mantık ve belâğate dâir eserlerinin yanı sıra Kâdî tefsirine yazmış olduğu bir de haşiyesi vardır. 1067 (1657) yılında memleketinde vefat etmiştir.

188-  Şihâbeddin el-Hafâcî (öl. 1069/1658)

Mısırlı Hafâc kabilesine mensûb bulunan Ahmed İbn Muhammed ibn Ömer, Kâdî İyâz'ın Şifa'sına yazdığı şerhle şöhret bulmuş olup, İstanbul'a gelerek Rume­li'de kadılık yapmış, sonra doğduğu yer olan Mısır'da 1069 (1658) yılında vefat et­miştir. Kâdî Beydâvî tefsirine yazdığı büyük haşiyesi İnâyet'ül-Kâdî ye Kifâyet'ür-Râdî adını taşımaktadır.

189-  Manisalı Abdurrahmân Efendi (öl. 1080/1669)

Kadî tefsirine bir şerh yazmış bulunan Manisalı Abdurrahmân İbn Abdullah 1080 (1669) yılında Manisa'da vefat etmiştir.

190-  Şeyh'ül-lslâm Yahya Efendi (öl. 1088/1677)

Alanyalı Minkârîzâde Ömer Efendi'nin oğlu olan Şeyh'ül İslâm Yahya Efendi, değişik yerlerde müderrislik yaptıktan sonra İstanbul kadılığına tayîn edilmiş ve bi-lâhere Rumeli Kazaskeri olmuştur. 1073 (1662) yılında Şeyh'ül-lslâm olan Yahya Efendi, 1088 (1677) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kâdî Tefsîrine yazmış oldu­ğu bir haşiyesi vardır.

191- Ahmed Nâsıh (öl. 1096/1684)

Bağdâd'da Abdülkâdır Geylânî'nin mescidinde vaiz olan Ahmed İbn Abdul­lah, Vezîr İbrâhîm Paşa'nın arzusu üzerine Zübdet'ül-Âsâr ismiyle türkçe bir tefsîr yazmıştır. 1096 (1684) yılında vefat eden Ahmed Nâsıh, bu tefsirini muhtelif tefsir­lerden özetleyerek tercüme etmiştir.

192-  Antakyah Remzî Efendi (öl. 1100/1688)

İstanbul kadısı olan Antakyah Remzî Efendi, Lem'at'ül Envâr isimli Kâdî Bey-dâvî tefsîrine bir haşiye yazmıştır. 1100 tarihinde (1688) İstanbul'da vefat etmiştir.

193- Abdülbakî et-Tebrîzî (öl. 1033/1623'den sonra)

Tebrîzli bir bilgin olan Abdülkâdîr et-Tebrîzî, kendi adına nisbet edilen bir tef­sîr yazmıştır, önsözünde eserini Zemahşcrî'nin ve Kâdî Beydâvî'nin tefsirlerini ör­nek alarak yazdığını ve 1033 (1623) yılında tamamladığını belirtmektedir.

194-  İznikli Ali Çelcbî (Öİ. 1108/1694)

İznikli Ali İbn Hüsrcv Bayrâmiyye tarikatının Mclâmiyyc koluna mensûb olup III. Sultân Mehmed zamanında İstanbul'a gelmiştir. Keşf'ül-Esrâr isimli bir tefsîri bulunmaktadır. 1108 (1696) yılında İstanbul'da vefât eden Ali Çelcbi'nin havâssa ve tasavvufa dâir eserleri bulunmaktadır.

195-  Usturumcalı Şeyh Ismâîl (öl. 1110/1698)

Kendi adına anılan türkçe bir tefsirin müellifi olan Şeyh Ismâîl Usturumca do­ğumlu olup 1110 (1698) yılında vefât etmiştir.

196- Şeyhü'l-tslâm Feyzullah Efendi (öl. 1115/1703)

Erzurumlu olan Feyzullah Efendi, Kâdî Beydâvî tefsîrine bir haşiye yazmıştır. Çeşitli siyâsî olaylara da karışmış bulunan Şeyhü'l-lslâm Feyzullah Efendi, kayın­pederi Vâ'ni Efendi'nin delaletiyle padişah hocası olmuş, daha sonra Rumeli Ka­zaskerliğine yükselmiş, IV. Mehmed'in tahttan indirilmesinden sonra da Şeyh'ül-lslâm olmuşsa da daha sonra bu makamdan azledilerek Erzurum'a sürül­müştür. II. Sultân Mustafâ'nın tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılarak ikinci kez Şeyh*Ül-lslâmlık makamına oturtulmuştur. Oğullarından ikisini kazasker, biri­ni hoca tayîn ettirmiş büyük oğlunu da pâdişâhın İradesiyle kendi yerine halef tayîn ederek Şeyh'ül-lslâmhk payesi verdirmiştir. Kendi akrabalarını büyük memûruyet-lere getirtmekle şöhret bulmuş olan Feyzullah efendi III. Ahmed'in tahta çıkmasıy­la bu görevden alınarak U5'de (1703) tarihinde Yeniçeriler tarafından Edirne'de katledilmiş ve cenazesi Tunca nehrine atılmıştır. Osmanlı devletinde öldürülen üçün­cü Şeyh'ül-lslâmdır. Kâdî Beydâvî tefsîrine bir haşiyesinin yamsıra diğer bazı eser­leri bulunmaktadır.

197- Abdülhayy Efendi (1117/1705)

Celvetiye tarikatı mensûblanndan olan Abdülhayy Efendi'nin Fatiha sûresinin tefsirinden ibaret olan Feth'ûl- Beyân isimli bir eseri vardır. 117 (1705) yılında İs­tanbul'da vefat etmiştir.

198- Şeyh'ül-lslâm Abdürrahîm Efendi (öl. 1128/1715)

Bursalı olan Abdürrahîm Efendi, muhtelif kadılıklarda bulunduktan sonra Ana­dolu ve Rumeli Kazaskerliklerinde bulunmuş ve 1127 (1715) yılında Şeyh'Ül-lslâm olmuş ve 1128 (1715) yılında vefat etmiştir. Kâdî Beydâvî'nin Tefsirine dâir ta'Hkâtı vardır.

199- Ahmed el-Hindî (öl. 1130/1717)

Ahmcd İbn Ebu Saîd İbn Abdullah Rezzâk el-Hindî, aslen Mekkeli olup, Hin­distan'da dünyaya gelmiş ve M 30 (1717) yılında Dehli'de vefat etmiştir. Sultân Alem-gîr'in büyük iltifatına mazhar olan Ahmet el-Hindî'nin et-Tefsîrât*ülAhmediye isimli bir tefsîri vardır. Daha çok fıkhî mes'eleleri ele almaktadır.

200-  Saçakhzâde Mehmed Efendi (öl. 1145/1732)

Maraşh ünlü bir aileye mensûb bulunan Mehmed Efendi; felsefe, tasavvuf, tefsir ilmine dâir pek çok eser kaleme almıştır. Keşşaf tefsirine yazdığı haşiyenin yanısıra müteşâbih âyetlerle ilgili bir risalesi bulunmaktadır. 1145 (1732) yılında Mafaş'ta

vefat etmiştir.

201-  Mescizâde Abdullah Efendi (öl. 1148/1735)

Kelâm ve tefsîr ilminde şöhret bulmuş olan Abdullah Efendi; Kâdî Beydâvî Tef-sîrine yazdığı haşiyeden ayrı olarak bu tefsirdeki haber ve rivayetleri değerlendiren bir eser ile Gazzâlî ve İbn Rüşd arasındaki tartışmaları konu edinen kelâma dâir bir eser yazmıştır. 1148 (1735) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

202-  Kazâbâdh Ahmed Efendi (öl. 1163/1749)

Tokat'ın Kazova ilçesinde doğmuş bulunan Ahmed İbn Muhammed İbn lshâk el-Hanefî; İstanbul'da Süleymâniyye medresesinde müderrislik yapmış, Selânîk, Mısır ve Mekke kadılıklarında bulunmuş, 1163 (1749) yılında İstanbul'da vefat et­miş bir bilgin olup Nebe' ve Fatiha sûrelerinin tefsîri ile ilgili iki eserinin yanısıra kelâm ve ahlâka dâir eserleri vardır.

203-  İzmirli Mehmed Efendi (öl. 1165/1751)

Aslen Kırşehirli olan Mehmed İbn Velî İbn Resul; İstanbul'da öğrenim gör­dükten sonra İzmir'e giderek burada müftülük görevini ifâ etmiş ve 1165 (1751) yı­lında izmir'de vefat etmiştir. Kelâm ve felsefeyle ilgili eserlerinin yanısıra Kâdî Tefsirine yazmış olduğu bir haşiyesi bulunmaktadır.

204-  Lübbî Mehmed Efendi (öl. 1166/1752)

Lübb'üt-Tefâsîr isimli bir eserinden dolayı bu lakabı alan Mehmed Efendi 1166: (1752) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

205-  Amasyalı Abdullah Efendi (öl. 1167/1753)

Abdullah Hilmî Efendi, Amasya asıllı olup İstanbul'da öğrenim görmüş, bilâ-here saray hocalığına yükseltilmiş ve 1167 (1753) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

Buhârî şerhi ile meşhur olan bu zatın Fâtihe ve Mülk sûreleri tefsirinden başka Sahîh-i Müslim'in de yansına kadar bir şerhi vardır.

206- Hadımh Mehmed Efendi (öl. 1176/1862)

Aslen Buhârâlı olup Konya'nın Hadım kasabasında dünyaya gelmiş olan Meh­med İbn Mustafâ; Kâdî Beydâvî'nin tefsirinin bir kısmına tâ'Iîk ve ayrıca Ihlâs sû­resine tefsir yazmıştır. Fatiha sûresi tefsirini, devrin hükümdarının daveti üzerine İstanbul'a gelerek Ayasofya camiinde halka takrîr etmiştir. 1176 (1762) yılında ve­fat etmiştir.

207-  Şah Veliyullah ed-Dihlevî (öl. 1176/1762)

Azîmüddîn Ahmed İbn Abdürrahim ed-Dİhlevî; Hindistan'da yetişmiş büyük bir bilgin olup Moğol Hanedanına karşı Hindistan'da Ehl-i Sünnet akidesini koru­maya çalışmış ve bu konuda bir çok eserler kaleme almıştır. Bilhassa Huccetullah'il-Bâliğe isimli eseri büyük bir rağbete mazhar olmuştur. Feth'ür-Rahmân isimli Fars­ça bir tefsîri de bulunmaktadır. 1176 (1762) yılında vefat etmiştir.

208-  Abdülğafûr el-Âmidî (öl. 1185/1771)

Abdülğafûr Lebîb; Diyarbakırlı bir bilgin olup, Kâdî Beydâvî tefsirine ta'lîkât yazmıştır. 1185 (1771) yılında Diyarbakır'da vefat etmiştir.

209-  Konyalı İsmâîl Efendi (öl. 1195/1780)

Hafız İsmâîl İbn Muhammed İbn Mustafâ, Konyalı olup İstanbul medresele­rinde öğrenim gördükten sonra Sultân Mustafâ ve I.Abdülhamîd'in saygısını ka­zanmış, hac vazifesini îfâ ettikten sonra dönüşünde 1195 (1780) yılında Şam'da vefat etmiştir. Kâdî Tefsîrine yazdığı haşiye Ünlüdür.

210-  Erzurumlu Lutfullah Efendi (öl. 1202/1787)

Göğsü Gür Lutfullah diye de bilinen bu zât; Râmûz'üt-Tahrîr isimli bir tefsir kaleme almış ve 1202 (1787) yılında Haleb'te vefat etmiştir.

211-  Bursalı Abdülkâdir Efendi (öl. 1202/1787)

Eşref oğlu Rûmî soyundan gelen Abdülkâdir Necîb, Kadir? tarikatına mensûb olup Zübdet'ül-Beyân İsimli arapça bir tefsir yazmış ve 1202 (1787) yılında Bursa'-da vefat etmiştir.

212-  Müstakîmzâde Sa'deddîn Efendi (öl. 1202/1787)

Âlim, edîb ve şâir bir zât olan Müstakîmzâde'nin, tasavvuf, ahlâk ve edebiyat­la ilgili eserlerinin yanısıra Tuhfet'ül-Hattâtîn isimli eseri meşhurdur. 1202 (1787) yılında vefat etmiş olup Fatiha sûresi tefsîri bulunmaktadır.

213-  Süleyman el-Ezherî (öl. 1204/1789)

Cemel diye de bilinen Süleyman İbn Ömer İbn Mansûr el-Uceylî, Mısır'ın Mun-yetU Uceyl kasabasında doğmuş, bilâhere Kâhire'ye yerleşerek 1204 (1789) yılında burada vefat etmiştir. Özellikle Celâleyn tefsîrine yazmış olduğu el-Fûtühât'ül-llâhîyye isimli haşiyesi (Cemel) Osmanlı ulemâsı arasında büyük bir rağbete maz­har olmuştur.

214-  İsmâîl Müfid Efendi (öl. 1217/1802)

Kâdî Beydâvî Tefsîrine haşiye yazmış olan İsmâîl Müfîd Efendi, 12Î7 (1802) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

215-  Bursalı Abdüllatîf Efendi (öl. 1247/1831)

Gazzîzâde Abdüllatîf Efendi diye de bilinen Halvetiyye tarikatına mensûb bu zât; Fütûhât-i Kenz-i Kur'ân ve zübdet'ül-Beyân isimli tefsirlerin yanısıra nâsihve mensûhile ilgili bir de eser yazmıştır. 1247 (1831) de Bursa'da vefat etmiştir.

216-  Muhammed Emîn tbn Âbidîn (öl. 1252/1836)

Muhammed Emîn İbn Ömer Abdülazîz, Şamlı bir bilgin olup fıkıh alanındaki çalışmalarıyla şöhret bulmuş, Hanefî fıkhının son büyük temsilcilerinden birisi.ol­muştur. 1252 (1836) yılında Şam'da vefat etmiştir. Redd'ül-Muhtâr isimli İbn Âbi­dîn diye şöhret bulmuş olan fıkıh eserinin yanısıra, Kâdî Beydâvî tefsîrine de haşiye yazmıştır.

217-  Eyyûb'lu Abdullah Efendi (öl. 1252/1836)

Eyyûb Sultân Camii İmâmı ve Sultân Ahmed Camii vaizi olan Abdullah ibn Muhammed Salih; fıkıh, mev'ize ve tasavvufa dâir eserlerinin yanısıra tefsirle ilgili iki eseri vardır. 1252 (1836) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

218-  Siirt'li Halîl Efendi (öl. 1257/1841)

Siirt'Ii Molla Halîl diye bilinen bu zâtın, Tebsiret'ül-Kulûb isimli bir tefsîri vardır. 1257 (1841) yılında vefat etmiştir.

219-  Şeyh Muhammed el-Mirganî (1268/1851)

Muhammed Osman İbn Muhammed İbn Ebubekir el-Mirganî; Tâif'te dünya­ya gelmiş, Mİrganî tarikatını Hicaz, Mısır ve Sudan'da yaymaya çalışmış, 1268(1851) yılında Tâif'te vefat etmiştir. Tâc'üt-Tefâsîr isimli iki ciltlik bir tefsîri vardır.

220-  Ebu Bekr el-Külâlî (öl. 1280/1863)

Ebu Bekr ibn Ahmed İbn Dâvûd el-Külâlî, Şam'da yetişmiş olup Safvet'üt-Tefâsîr isimli bir eseri vardır. 1280 (1863) yılında Şam'da vefat etmiştir.

221-Ebubekrel-Bennânî (öl. 1284/1867)

Ebubekr ibn Muhammed ibn Abdullah el-Bennânî; Fas'ta Rabat'ta yetişmiş ünlü bir sûfî olup büyük bir Kur'ân tefsîri yazmıştır. 1284 (1867) yılında Rabât'da vefat etmiştir.

222-  Osman Necâtî (öl. 1293/1876)

Eskişehir'de dünyaya gelmiş, Kayseri'de öğrenim gördükten sonra istanbul'da müderris olmuş ve 1293 (1876) yılında burada vefat etmiştir. Amme cüz'ünü türkçe olarak tefsîr etmiştir.

223-  Şeyh'ül-Islâm Ahmet Muhtar Bey (öl. 1300/1882)

Sadr-ı A'zam Hoca Yûsuf Paşa'nın torunu olan Şeyh'ül-îslâm Ahmed Muhtar Bey iki kerre Şeyh'ül-tslâm olmuş ve 1300 (1882) yılında istanbul'da vefat etmiştir. Tuhfet'ül-Muhtâr isimli Celâleyn tefsîrine haşiyesi vardır.

224-  Muhammed Senâullah el-Hindî (öl. 1216/1801)

Hindistanlı değerli bir bilgin olan Muhammed Senâullah; et-Tefsîr'ül-Mazherî (?) isimli bir tefsîr yazmıştır. 1216 (1801) civarında vefat etmiştir.

Buraya kadar, tedvîn edilmiş tefsirler döneminden günümüze değin tefsîr ala­nında yapılmış olan faaliyetleri kısaca tanıtmaya çalıştık. Bu bölümde tanıtmaya çalıştığımız müfessirler, genellikle herhangi bir ekole mensûb olmayan ama muhte­vaları bakımından da fazla derinliği bulunmayan sıradan müelliflerdir. Bunlar da­ha çok pratikte ihtiyâç duyulan medrese öğrencilerinin el kitabı olarak okudukları eserler veya bu eserlere şerhler, ya da haşiyeler yazmış olan kimselerdir.

XV. asrın başından itibaren tslâm dünyasının her tarafında görülen durgunluk »ve sığlık bu tefsirlerde de göze çarpmaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi, tefsîr ilmi, devrin -diğer ilimleriyle çok yakın bir ilişki içerisindedir. İlim ve tefekkü­rün canlı olduğu zamanlarda kaleme alınmış bulunan tefsirler de son derece zengin bir muhteva ile devrin kültürünü yansıtmaktadırlar. Buna mukabil olarak ilim ve kültürün durgun olduğu dönemlerde-diğer alanlarda olduğu gibi-tefsîr alanında ya­zılan eserlerde genel bir seviyye düşüklüğüne şâhid olmaktayız. Bu olgu, incelemiş olduğumuz dönem için de geçerlidir.

Bu sebeple Batılılaşma hareketinin başlangıcına kadar son derece donuk geçen tefsîr çalışmaları, Batılılaşma hareketinin belirmesiyle birlikte canlanmaya başlaya­cak ve yeni, modern tefsîr hareketi ortaya çıkacaktır. Şimdi bu dönemdeki tefsîr faaliyetini görmeye çalışalım.[1]

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MODERN TEFSÎR FAALİYETİ

MODERN TEFSÎR FAALİYETİ

 

İlk Belirtiler:

 

Gazzâlî'den sonra İslâm dünyasında duraklamaya başlayan fikrî hayat; yalnız­ca felsefî ve ilmî sâhâda görülmekle kalmaz, dinî alanda ve özellikle Kur'ân tefsîri alanındaki çalışmalarda daha bariz olarak ortaya çıkar. Ancak zaman zaman geniş görüşlü devlet adamlarının da desteği ile oldukça çaplı bilginler yetişir. Ne var ki İslam dünyasının siyâsî alandaki durgunluğuyla birlikte belki de fikrî durgunluğun neticesi olarak ortaya çıkmış bulunan siyâsî durgunluk ve gerileme ile birlikte tefsîr sahasında da şerhçilik ve hâşiyecilik anlayışının yaygınlaştığı görülür. Bilhassa İs­lâm dünyasının Sünnî kesiminde Ebu's-Suûd Efendi ile birlikte kapanmaya başla­yan canlı tefsîr faaliyeti, Osmanlı İslâm devletinin gerilemeye başlaması ile büyüt; çapta durgunluğa düşer. Onyedinci Yüzyılın sonlarında yapılan Karlofça antlaşma sıyla birlikte, Batılı devletler karşısında yenilgiye uğrayan Osmanlı İslâm devleti ken dîni bir daha kolay kolay toparlayamaz. Sanayi devriminin yapıldığı ve sömürgecilü faaliyetlerinin büyük bir hızla gelişme kaydettiği Onsekizinci Yüzyıl boyunca Islârr dünyasındaki ilim ve düşünce merkezleri tamamen kendi içlerine kapanıp kalır. Da ha önce de sözünü ettiğimiz gibi, pratik ihtiyâçların ötesinde hâşiyecilik anlayışının ilerisinde bir gelişme gösteremez. İkİyüz yıl boyunca süren bu siyâsî gerileme hare­keti aynı zamanda İlmî ve fikrî geriliğin de ivmesini arttırır. Ondokuzuncu Yüzyılın başlarına gelindiğinde artık İslâm dünyasının tarihî hasmı Haçlı dünyası her alanda gelişme kaydetmiş, büyük sanayi devrimi yapılmış, sömürgecilik ruhu her tarafı ku­şatmaya başlamıştır. Bu dönemde Batı karşısında askerî yenilgilere uğrayan Osmanlı Devleti, bu yenilginin sebeplerini araştırmaya çalışır, ancak sağlıklı bir çözüm bula­maz ve böylece Osmanlı Devletinde Batılılaşma faaliyeti dediğimiz hareket ortaya çıkar. Devlet-i Aliyye'ye bağlı bulunan diğer memleketlerde de bu cereyan yavaş da olsa görülmeye başlar. Kendi içine tamamen kapanıp kalmış olan medrese, çağın gereklerini göz önünde bulunduracak yeterli çözümler bulmak şöyle dursun aramak zahmetine bile katlanmaz.

Ondokuzuncu Yüzyılın başlarında görülen tanzîmât hareketiyle birlikte Batılı­laşma cereyanı artık devletin ve milletin yapısını tehdîd edecek boyutlara ulaşınca buna karşı çâreler aranmaya başlanır. Bu arayış dönemi, Hilâfet-i îslâmİyyenin mer­kezi olan Der-i Saadette uzun bir müddet devam edecek ve nihayet Doğu-Batı sen­tezi yerine, Doğu-Batı çatışması şeklinde ortaya çıkacaktır. Buna mukabil tefsîr çalışmaları da Der-i Saadette ve Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye hudûdları dahilînde çok zayıf ve eskinin tekrarı niteliğinde olmak üzere devam edip gidecektir. Ancak İslâm dünyasındaki bu durgunluğu, Afgan asıllı efsânevî ve oldukça esrarengiz bir kişiliği bulunan Cemaleddîn Esedâbâdî dağıtmaya çalışacaktır. Cemâleddîn Afgânî'nin ortaya atacağı görüşler, İslâm dünyasında bîr fikrî canlılık ve organizasyon sağlayacağına, bütünüyle karışıklıklara, bunalımlara ve hattâ büyük tartışmalara zemîn hazırlayacaktır. Nevar ki durgun olan bu denizde yine de birtakım dalgalan­malar meydana getirecektir. Fakat Afgânî'nin yankılan, birsüre ikâmet etiği İstan­bul yerine, kendisine büyük akisler veren Mısır'dan gelecektir. Ama gerçek odur ki; İslâm dünyasındaki fikrî canlılık hareketinin sistemli olarak ortaya çıkışı ve ge­lişmesi Mısır'dan önce İngiltere'nin sömürgesi olan Hind kıt'asında, görülmektir. Medreselerin ıslâhı ve Batı tipinde öğrenim kurumlarının açılmasıyla birlikte Hind kıt'asındakİ müslümanlar Muhammed Kasım en-Nanotevî (öl. 1880) Muhammed İbn AbdÜl Ali el-Hasenî (öl. 1927) Sıddîk Hasan Bahâdır Hân'ın (öj. 1889) ve onun muhterem zevcesi Behupal Melîkesi Sultân Cihan Bcgüm'ün gayretleriyle kurulmuş bulunan Dâr'ül-Musannifîn, Divbend İslâm İlimleri Enstitüsü Lekneo'da kurulmuş bulunan Nedvet'ül-Ulemâ ve buna bağlı olarak te'sîs edilen Dâr'ül-Ülûm gibi mü­esseselerde başta İslam ilim ve düşüncesi olmak üzere yeni bir metod ve üslûb ile Kur'ân araştırmaları başlar.

Tefsîr alanındaki çalışmaların şüphesiz ki en çok ürün verdiği sâhâ; İslâm dün­yasının ilim merkezi durumunda bulunan Mısır olacaktır. Mehmed Ali Paşa'dan sonra Batı ile yakın alâka içerisine giren Mısır'da; Batı karşısındaki yenilginin yükü çok acı olarak hissedilir ve Mısır'ın Fransız ve İngiliz sömürgesi olması burada yeni faaliyetlerin başlaması sonucunu doğurur. Afgânî'nin öğrencisi Şeyh Muhammed Abduh (Öl. 1905) tarafından oldukça sistemli şekilde geliştirilen düşünce canlılığı, bir süre daha devam eder ve tefsîr alanında modern tefsîr faaliyetinin en güzel ürünleri verilir.

Diğer taraftan Safevi Hanedanı döneminde, özellikle Molla Sadra diye bilinen Sadreddîn ŞîrâzîMen itibaren Şîî düşüncesi yeni bir hız ve boyut kazanır. Bu hız, Sünnî dünyadaki durgunluğa karşı olarak Şîî dünyada fikrî canlılığın nedeni olur. Bu canlılık ile işrâkî ekolü ve özellikle İbn Arabi'nin temsîl ettiği vahdet-i vücûdçu düşünce, Şîî düşünce ile iç içe girerek yeni bir sentez oluşturur. Mîr Dâmâd (öl. 1632) Mir Ebu'-Kâsım Fendereskî (öl. 1641), Sadreddîn Şîrâzî (öl. 1641), Receb Ali Teb-rîzî (öl. 1670) Kadı Sâid Kummî (öl. 1692) Şeyh Ahmed Ahsâî (öl. 1826), Ca'fer Keşfî (öl. 1850), Molla Hâdî Sebzâverî (öl. 1878) ve Molla Culâm Hüseyn (öl. 1901) gibi kişilerin rehberliğinde İran Şîî düşüncesi büyük bir canlılık kazanır. Di­ğer taraftan Mehdî'lİk ve Sunûsîlik hareketi ile birlikte Kuzey Afrika'da yeni bir fikrî canlılık görülür.

işte bu fikrî canlılık ortamında modern tefsîr faaliyeti diyebileceğimiz ve bu­gün büyük Örneklerine şâhid olduğumuz tefsîr ile ilgili çalışmalar ortaya çıkar. Bu çalışmaların olumlu ve olumsuz yanları bulunmakla beraber, İslâm dünyasının içinde bulunduğu kargaşa ortamını ilmî ve fikrî alanda da sergilemesi bakımından dikkat çekicidir. Şimdi biz modern tefsîr faaliyetiyle ilgili çalışmaları, bu yüzyılın başında hâlâ İslâm hilâfetinin başkenti olan Osmanlı Devletinin merkezinden başlayarak zik­rettiğimiz diğer ülkelerdeki tefsîr faaliyetlerini de gözden geçirmeye çalışalım:[2]

 

I- TÜRKİYE'DE TEFSÎR FAALİYETLERİ:

 

Gelenekçi tefsîr anlayışı, Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu bölgelerde Yirminci Yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Ancak islâm dünyasının diğer bölgelerinde modern tefsîr hareketi gelişip kurulduktan sonra Müslüman Türk cemiyetinde gelişme isti'dât gösterecektir. Hâlâ Kâdî ve Keşşaf doğrultusunda eserler vermeye devam eden Osmanlı medreselerinde Keşfi Mustafâ Efendi (öl. 1308/1890) Kâdî tefsirine ta'lîkler yazmakta, Râif Efendi (öl. 1309/1891) muhtelif sûrelere tef­sirler kaleme almakta, Hâcerzâde Receb Efendi (1311/1892) Nebe' sûresi tefsîri yaz­makta, Sabit Mehmed Efendi (öl. 1311/1892) Fatiha sûresi tefsîri kaleme almaktadır.

Ancak Tanzîmâtm meyvelerini vermeye başladığı ve Sultân II. Abdülhamid Hân'ın dinî siyasetinin bariz bir şekilde kendini gösterdiği dönemde klasik modeli bırakıp günün insanının anlayacağı üslûb ve dille eserler kaleme alınmaya başlanır. Bunun bir numunesi olarak Giridli Sırrî Paşa'mn Ahsen'ül-Kasas ve Sırr-i Kur'an, Sırr-i Furkân gibi eserleri sayılabilir.

1-  Girid'li Sırrî Paşa (öl. 1313/1895)

Girit'in Kandiye kasabasında doğmuş olan Sırrî Paşa, medrese öğrenimini ta­mamladıktan sonra çeşitli İdari görevlerde bulunmuş ve bir müddet Diyarbakır vâ-lîliği yapmıştır. Herne kadar tâm bir tefsîr meydana getirememişse de Sırrî Paşa eski kelâm geleneğini yenileştirerek Türkçe, halkın anlayabileceği tarzda yukarıda zikri geçen tefsîrle ilgili eserlerini yazmıştır. 1313 (1895) yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

2-  Mehmed Fevzî Efendi (öl. 1316/1900)

Bu dönemin bilginlerinden Mehmed Fevzî Efendi Tavas kazasında dünyaya gel­miş, İzmir ve çevresinde dini eğitim gördükten sonra tskenderiyye ve Hicaz'da kal­mış ve burada camilerde arapça tefsîr dersleri vermiş, dönüşünde Edirne'ye yerleşerek birkaç medrese te'sîs etmiş ve bir müddet Edirne müftülüğünde bulunduktan sonra İstanbul'a gelerek 1318 (1900) yılında burada vefat etmiştir. Kuds'ül-Ferah, Kuds'ül-İrfân ve Tesyîr'ül-Fülk isimli muhtelif sûrelere dâir arapça yazılmış tefsîrleri bulun­maktadır.

3-  AH Yekta Efendi (öl. 1327/1909)

Bu yüzyılın başında İstanbul'da yetişmiş bulunan Ali Yekta Efendi de bazı türkçe tefsirler kaleme almıştır.

4-  Manastır'h İsmâîl Hakkı (öl. 1330/1911)

Modern mânâda tefsîr faaliyetlerinin Türk asıllı öncüleri arasında Manastır'»' ismâîl Hakkı Efendi'yi saymak gerekir. Manastır'da doğmuş olan İsmâîl Şevket Efen-di'den icazet almış ve o devrin önemli bir dînî mevkii olan Kürsü Şeyhliği vazifesini ifâ etmiştir. Meşrutiyetin ilânından sonra A'yân (Senato) üyeliği de yapmış olan İs­mâîl Hakkı Efendi, Türkiye'deki İslamcı görüşün temsilciliğini yapan Sırât-ı Müs-takîm dergisinde yazılar yazmış ve Ayasofya Camiinde verdiği vaazlarını burada neşretmiştir. Dâr'ül-Fünûn İlahiyat Şu'bcsinde bir süre tefsîr hocalığı da yapan Ma­nastırlı İsmâîl Hakkı Efendi 1330 (1911) yılında anîden vefat etmiştir. Tefsîrle ilgili dersleri ve Fatiha, Kadir sûresi tefsîrleri bulunmaktadır.

5-  Şeyh'ül-îslâm Mûsâ Kâzım Efendi (Öl. 1330/1911)

Modern tefsîr çalışmalarının ilk örneklerinden bir diğeri de Şeyh'ül-Islâm Mû­sâ Kâzım Efendi'nin Safvet'ül-Beyân fî Tefsîr'il-Kur'ân isimli tamamlanmamış tef-sîridir. 1275 (1858) yılında Erzurum'da doğan Mûsâ Kâzım Efendi, ilk tahsilini doğduğu yerde yaptıktan sonra bir süre Balıkesir'de Öğrenim görmüş, sonra İstan­bul'a gelerek Hafız Şâkir Efendi'den icazet almıştır. Müteakiben o devirde yapılan Rüüs imtihanını kazanarak kendisi de dersler vermeye başlamıştır. Devrin îslâmî ilimlerinin öğretildiği ve medreselerin ıslâh edilmiş şekli olan Medreset'ül-Kudât, Medreset'ül-Vâizîn gibi Öğrenim kurumlarında dersler vermiş bulunan Mûsâ Kâzım Efendi, devrin ünlü kişilerine özel olarak dersler takrîr etmiş ve bir süre Bâb-ı Meşî-hat Tedkîk'i Müellefât Meclisi üyeliğine tayîn edilmiş, Meşrûtiyetin ilânından sonra da Maârif Nazâretinde kurulan Meclis-i Kebîr-i İlmî a'zâlığına yükseltilmiş ve A'-yân Meclisi kurulunca da bu meclisin üyeliğine tayîn edilmiştir. 1328 (1910) yılında Şeyh'Ül-fslâm olmuş ve 1330 (1911) yılında bu makamdan ayrılmış ve 1337 (1918) da Edirne'de vefat etmiştir.

Devrin siyasî olayları içinde yer almış bulunan Mûsâ Kâzım Efendi; kısa bir süre daha yeniden Şeyh'ül-tslâm olmuş, ancak bu mevkide fazla kalamamıştır. Ba­kara sûresinin bir bölümün yer aldığı türkçe bir tefsir yazmıştır. Âyetlerin önce türk-çe mealini vererek, sonra kelimelerin açıklamasına geçerek, sonra da çeşitli gramer ve belagat özelliklerini anlatarak açıklamış ve nihayet felsefî tasavvuf! izahlara yer vermiştir.

6- Elmahlı Muharmned Hamdi Yazır (öl. 1358/1942)

Modern tefsîr faaliyeti içerisinde türkçe kaleme alınmış bulunan en büyük tef-sîr, şüphesiz ki Elmahlı Mehmed Hamdi Yazir'ın tefsiridir. Hamdi Efendi 1295 (1878) yılında Antalya'nın Elmalı kasabasında dünyaya gelmiş, Mehmed oğlu Nu'mân Efen-di'nin mahdumudur. Memleketi olan Elmalı'da ilk ve orta öğrenimini gördükten sonra (Ibtidâî, Rüşdiyye) İstanbul'da Küçük Ayasofya Medresesine kaydolup cami derslerine devam etmiştir. Müderris İbrâhîm Efendi'den ve Kayserili müderris Bü­yük Hamdi Efendi'den dersler okumuş sonra da bu zâttan icazet almıştır. Önce Şeyh'Ül-lsIâmhk makamı Mektubî kalemine me'mûr olmuş, bilâhere Rüûs adı veri­len imtihanda başarı göstererek Dersiam olmuştur. Meşrûtiyetin ilâm ile Elmalı meb'-usu olmuş ve anayasanın hazırlanması faaliyetine iştirak etmiştir. Birinci Cihan Savaşından sonra kısa bir süre Evkaf Nazırlığı ve bilâhere de Â'yân (senato) üyeliği yapmıştır. Millet vekili ve bakan olarak siyâsî hayata katkıda bulunmuş olan Ham­di Efendi, diğer taraftan Bâyezîd ve Şehzade camilerinde ders okutmuş, Medreset'ül-Kuzât'da fıkıh dersleri vermiş Medreset'ül Vâizîn'de fıkıh usûlü ve Süleymâniye Med­resesinde mantık hocalığı yapmıştır.

Daha küçük yaşta iken Kur'ân'ı hıfzetmiş bulunan Hamdi Efcndi'nin çok gü­zel bir hattat olduğu ve aynı zamanda beğenilen şiirler yazdığı görülmektedir. 1358 (1942) yılında İstanbul'da vefat etmiş ve Erenköy'deki Sahra-i Cedîd mezarlığına gömülmüştür.

Hocası Kayserili Hamdi Efendi'den ayırdedilmek üzere -ki buna büyük Hamdi deniyordu- Küçük Hamdi diye şöhret bulan Elmahlı, bahis konusu edeceğimiz tef­sirinden ayrı olarak Paul Janet ve Gabrielle Seaille tarafından yazılmış olan bir fel­sefe tarihini Metâlib ve Mezâlib adıyla türkçeye çevirmiş ayrıca Ahkâm'ül-Avkâf adıyla ders notlarını bastırmış, bir İngiliz düşünürünün mantığa dâir eserini tercü­me etmiş ve Beyân'ül-Hakk ve Sebîl'ür-Reşâd mecmualarında muhtelif makaleler kaleme almıştır.

Tefsir, Kelâm, Fıkıh, Usûl Fıkıh ve Felsefe sahalarında inceleme yapmış bulu­nan Elmahlı Hamdi Efendi'nin matematik, fizik kimya ve sosyoloji gibi pozitif ilimler de ilgilendiği görülmektedir. Cumhuriyetin ilânından sonra büyük şâir Mehmed Akif Ersoy'a Kur'ân meali ve Elmahlı Hamdi Efendi'ye de Kur'ân tefsîri yazma görevi verilmiş, Akif yedi yıl Kur'ân tercümesiyle uğraştıktan sonra eserini tamamlamış, fakat Türkiye'de ezanın türkçeleştirmesi sonucu ibâdet dilinin de türkçe olması ce­reyanının bazı mahfellerde rağbet görmesi üzerine, eserini teslîm etmeyerek yakıl­masını tavsiye etmiş ve yine -ne yazık ki- eser yakılarak kaybolmuştur. Buna karşılık Elmahlı Hamdi Efendi almış olduğu görevi, oniki yıl içerisinde tamamlayarak yeri­ne getirmiştir. 1935 yılında kaleme almaya başladığı 6433 sayfadan müteşekkil ve8 cildden meydana gelen bu tefsirini 12 Cumâd'el-Âhire 1357 (8 Ağustos 1938) yılın­da tamamlayabilmiştir. Kısa bir önsözle başlayan tefsirin Fatiha ve Bakara süresiy­le, son kısımda yer alan sûreler oldukça mufassal olarak tefsir edilmiş, ara yerdeki sûreler ise nisbeten kısa geçilmiştir.

Elmahlı Hamdi Efendi'nin tefsîri türkçe yazılmış İlk büyük tefsir olması nede­niyle hakîkaten müstesna bir yeri hâizdir. Bu tefsirde ilmî, edebî, sosyal ve felsefî bir çok inceliklere yer verilmiş; astronomi ve jeoloji konularına, fizik ve kimya gibi pozitif bilimlere oldukça geniş yer ayrılmıştır. Herne kadar burada yer alan ma'Iû-mâtın bir kısmı artık günümüzde eskimişse de Fahreddîn Râzî'den beri birçok tef-sîrde karşılaştığımız ilmî açıklamalar devrin ilmî görüşünü yansıtması nedeniyle son derece ehemmiyeti hâizdir. Elmahlı Hamdi Efendi bu tefsîrinde âyetleri devrin an­laşılır diliyle tahlile tabi tutmuş, nüzul sebeplerini ve âyetler arasındaki insicam ve ilişkileri açıkça belirtmiş kırâet farklılıklarını göstermiş, fıkhî ve kelâmı tartışma­lara yer vermiştir. Ibn Atıyye, Ebu Hayyân, Kâdî Beydâvî Fahreddîn Râzî ve Ebu's-Suûd Efendi gibi müfessirlerle Elmahlı özellikle Tantâvî Cevherî'nin pozitif bilim­lerle İlgili açıklamalarından yararlanmıştır.

Ömer Nasûhî Bilmen'in çok haklı deyimi ile bu eser; "Türkçe'de nazîri bulun­mayan pek kıymetli bir tefsirdir, bizim için bir İlim ve irfan hazînesi sayılmaya her vech ile lâyıktır." (Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 790)

Yazıldığı zamana göre oldukça sade sayılan bu tefsirin dili günümüzde anlaşı­lır bir dil olmaktan çıkmıştır. Bu sebeble biz, bu tefsirden yaptığımız iktibaslarda dilini sadeleştirmeye gayret ettik. Önemli ve diğer tefsirlere göre oldukça orijinal saydığımız kısımlarını iktibas ettik. Bu alıntılar, tefsîrin muhtevası hakkında bilgi vermek için yeterli olduğundan burada ayrıca herhangi bir açıklamaya gerek duy­muyoruz.

7- Konya'h Mehmed Vehbi Efendi

Türkçe kaleme alınan tefsirlerden bir diğeri de Konyalı Vehbî Efendi'nin Hülâsat'ül-Beyân fî Tefsîr'il-Kur'ân isimli tefsiridir. Konya'nın Hadım kazasında dünyaya gelmiş olan Vehbî Efendi, burada öğrenimini tamamladıktan sonra Kon­ya'da Müftü Hacı Hüseyin Efendi'nin derslerine devam etmiş ve kendisinden icazet almıştır. Konya Mahmudiye medresesine müderris olarak tayîn edilen Vehbî Efendi Meşrûtiyetin ilânı ile birlikte Konya meb'ûsu olmuş, bir süre vâlî muavinliğinde de bulunmuş, Büyük Millet Meclisine Konya milletvekili olarak iştirak etmiş, önce Bü­yük Millet Meclisi başkan vekîli olmuş, bir süre de Şer'iyye Vekâleti görevini üst­lenmiştir. Ahkâm-Kur'âniyye ve Akâid-İ Hayriyye gibi eserlerin de müellifi bulunan Vehbî Efendi'nin tefsîri; Elmahlı Hamdi Eendi'nin tefsîri kadar muhtevalı olmayıp daha çok orta tabakadan halka hitab eden bir tefsîrdir. Âyetlerin nüzul sebebleri ve ihtiva ettiği inceliklerin anlatılmaya çalıştığı bu tefsir, Özellikle vaz metoduna uy­gun olarak geniş kıssalarla doldurulmuş ve arapça tefsirlerden tercüme edilerekak-tarılmış bölümlerden oluşmaktadır. Orijinal tarafı pek bulunmayan bu tefsîr daha çok halka lslâmî kültür verilmek amacıyla yazılmıştır.

8- Bedî'üz Zaman Saîd Nursî (öl. 1380/1960) 1293 (1876) yılında Bitlis yakınla­rındaki Nurşîn'de doğmuş olan Saîd Nursî, Medrese eğitimi gördükten sonra İstan­bul'a gelmiş ve çeşitli siyâsî faaliyetlere katılmıştır. Devrin hâkim fikir akımı olan Milliyetçi görüşleri benimsemiş bilâhere bu görüşlerinden vazgeçerek islamcı düşün­ceyi yaymaya çalışmıştır, özellikle Birinci Cihan Savaşı ve İstiklâl Harbinden sonra kendisinin ilham eseri saydığı görüşlerini yaygınlaştırmak üzere Risâle-i Nûr cemâ­ati adı verilen öğrenci topluluğunu yetiştirmeye gayret etmiş ve uzun süre mahkû­miyet ve sürgün cezasına çarptırılmış. Kastamonu ve İsparta'da ikâmete mecbur edildikten sonra 1960 yılında Urfa'da vefat etmiştir.

Nûr Risaleleri adı verilen 10 cilde yakın ve 125 parçadan oluşan eserlerinde da­ha çok modern ve materyalist fikir akımlarına karşı halkın inanç değerlerini koru­maya çalışmıştır. Ağdalı bir üslûbla kaleme almış olduğu eserlerinde klasik tarz ile modern tarzı birleştirmeye dikkat eder. Hemen hemen her eserinde Kur'ân âyetleri­ni yorumlamaya çalışan Saîd Nursî, önce Işârât'ül-t'câz fi Mazânn'il-İcâz isimli tef­sirini yazar, bilâhere 60 cild olarak tasarladığı tefsîrini yazmaktan vazgeçip, mühferid eserlerinde tefsîr geleneğini sürdürür.

9- Ömer Nasûhî Bilmen (öl. 1391/1971)

Türkçe tefsîr yazan müelliflerin en önemlilerinden birisi de şüphesiz ki Ömer Nasûhî Bilmen'dir. 1300 (1884) tarihinde Erzurum'da dünyaya gelen Ömer Nasûhî Bilmen, önce memleketinde öğrenim gördükten sonra İstanbul'a gelerek Tokatlı Şâkir Efendi'nin derslerine iştirak edip ondan icazet almıştır. O zamanki Hukuk Fakülte­si sayılan Medreset'ül-Kuzât'ı da tamamlayan Ömer Nasûhî Efendi, Ruüs imtihanı­nı vererek Fâtih Dersiamı olmuştur. Bir süre Dâr'ül-Hilâfe medreselerinde ve Medreset'ül-vâizîn'de Fıkıh ve Fıkıh Usûlü dersleri okutmuş, Sahn medresesinin yük­sek kısmında Kelâm dersleri vermiş ve bir vakıf kuruluşu olan Dâr'üş-Şafaka'da Kelâm, Siyer ve Ahlâk dersleri okutmuştur. Bir çok idari görevlerde de bulunan Ömer Nasûhî Bilmen, 1926 yılında başladığı İstanbul müftü muavinliği görevinden sonra 1943 yılında İstanbul müftüsü olmuştur. 1960 yılına kadar bu görevi devam ettiren Ömer Nasûhî Bilmen, bir süre sonra Diyanet işleri Başkanlığı yapmıştır. Büyük İs­lâm İlmihâli, İstılâhât-i Fıkhıyye Kâmûsu, Muvazzah ilm-i-Kelâm gibi eserlerinin yanı sıra önce iki ciltlik Büyük Tefsîr Tarihi'ni yazmış, bilâhere sekiz cilt tutarında Kur'ân'ı Kerîm'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsîri isimli tefsîrini kaleme almıştır. Eser­lerinde klasik medrese geleneğini devam ettiren Ömer Nasûhî Bilmen, çok derin ol­mamakla beraber yüzyılımızdaki kültürel gelişmelere de yer vermiştir. Tefsirinde daha çok halka dinî bilgiler ulaştırmayı amaçlayan Ömer Nasûhî Bilmen'in muhtelif tef­sirlerden derleyerek kısmen rivayet ve kısmen de dirayet tefsîri tarzında yazmış ol­duğu bu tefsîri oldukça sathîdir.

Sistematik bakımdan genel tefsîr literatürü içerisinde fazla önemi hâiz bulun­mayan Türkçe tefsîr mahsûlleri içerisinde Elmalılı Hamdi Efendi'nin tefsîri olduk­ça seçkin bir yer işgal eder. Bunun dışındakiler tamamen nakillerden ibaret tefsîrlerdir.

Diğer taraftan bilâhere bahis mevzuu edileceği gibi, tarafımızdan iki arkadaşla bir­likte tercüme edilmiş bulunan Seyyid Kutub'un Fı'ZilâPü-Kur'ân tefsîri ve yine ye­ni neşre başlanmış olan Celâl Yıldırım'ın Yirminci Yüzyılın ilmî Tefsîri ve elinizde bulunan İbn Kesîr tefsîri, ayrıca bahis mevzu edilecek olan Mevdûdî'nin Tefhîm'ül-Kur'ân isimli tefsîri gibi eserlerin tercümesiyle dilimizdeki tefsîr literatürü oldukça zenginleşmiştir. Diğer taraftan tefsîr niteliği taşımamakla beraber, İzmirli tsmâîl Hak­kı tarafından kaleme alınan Kur'ân tercümesi, Ömer Rıza Doğrul tarafından kale­me alınan Tanrı Buyruğu, Ömer Fevzi Mardin tarafından kaleme alman Kur'an-ı Kerîm'in mevzulara göre Tasnîfli, şerhli türkeesi, Hasan Basri Çantay tarafından yazılmış olan Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafın­dan neşredilmiş bulunan Kur'ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı ve yine bu kurum tara­fından neşre başlanmış olup da uzun yıllar ancak bir tek cildi neşredilebilmiş olan Kur'an Tefsîri bu sâhâda yapılan çalışmalar arasında zikredilebilir.[3]

 

II- MISIR'DA TEFSÎR ÇALIŞMALARI:

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâm dünyasındaki fikrî durgunluğun ve geri­liğin nedenleri ile, getirilecek çözüm konusunda batıcı ve emperyalist anlayışa karşı ilk direnmeyi başlatmış olan Cemâleddin Afganî İslâm dünyasının belli başlı kültür. merkezlerine geziler yaparak ilim ve fikir adamlarını uyandırmaya ve İslâm'ı yeni­den canlandırmaya çalışır. Fakat Afgânî'îıin en büyük aksi Mısır'da görülür. 1286 (1869) yıllarının sonlarında Mısır'a gelen Cemâleddin Afgânî Muhammed Abduhu ile tanışır ve böylece İslâm dünyasında hem yeni bir fikir hareketinin temelleri atıl­maya başlanır ve hem de modern tefsîr faaliyetinin, kıymetli mahsûllerinin sergile­neceği yeni bir fikrî muhît oluşturulmaya çalışılır. Gerek Cemâleddin Afgânî'nin ve gerekse onun bir takım siyâsî hatâları (İngiliz emperyalizmine âlet olmaları) ve şahsiyetlerinden kaynaklanan bazı aşın görüşleri bir yana bırakılırsa, özellikle Hin­distan dışındaki islâm ülkelerinde çağdaş Islâmî dinamizmin ve modern tefsîr anla­yışının doğuşunda önemli etkileri olur.

1- Şeyh Muhammed Abduh (öl. 1323/1905)

Türkmen asıllı Hasan Hayrullah'ın torunu olan Muhammed Abduh 1265 (1849) yılında Aşağı Mısır'da Bahriyye Müdîriyyesine bağlı Mahall-i Nasr veya Ayn Şems denilen yerde doğmuştur. Babası Abduhu'nun yanında Kur'ân öğrendikten sonra 1862 yılında Tantâ'ya medreseye gönderilmiş ve kısa bir süre sonra okumayı bıra­karak köyüne dönmüştür. 1282- (1865) yılında evlenen Muhammed Abduh bir süre sonra babasının ısrarı üzerine Tahtâ'ya tekrar öğrenim görmeye gider ve bu esnada babasının dayılarından Şeyh Dervîş ile karşılaşır ve onun tarikatına intisâb eder. 1866'da tekrar öğrenme merakına tutulur ve Kâhire'ye gelerek el-Ezher Camiine gi­rer. Burada tâm bir tasavvufî hayata gönül vermiş olan Muhammed Abduh, 1872 yılında Cemâleddîn Afgânî ile karşılaşır. Afgânî o günkü Mısır'ın kültürlü münev-verleriyle birlikte Muhammed Abduhu'nun da dikkatini modern dünyaya ve Batı'-daki gelişmelere çevirir. Muhammed Abduh Afgânî'nin fikirlerini benimser ve onun teşvikiyle basın ve yayın faaliyetine başlar. 1879'da bu gün Kahire Üniversitesine bağlı bir fakülte olan Dâr'ül-Ülûm'a müderris tâyin edilen Abduhu, siyâsî sebebler-le bu görevinden alınır ve üstadı Afgânî ile birlikte Mısır'ın dışına çıkarılır. Bir müddet sonra bağışlanan Muhammed Abduhu, Mısır'ın resmî gazetesi olan Vakâi'ül-Mısrıyye gazetesinin başyazarlığına tayın edilir. Arabî Paşa isyanı nedeniyle 1882 yılının son­larında Mısır'ı terke zorlanan Abduhu, önce Beyrut'a gider. Buradan Paris'e geçe­rek Cemâleddîn Afgânî ile buluşur ve ikisi birlikte el-Urvet'ül-Vüskâ isimli bir gazete çıkarırlar. Bu gazete ancak sekiz ay yayın yapabilir. Ancak bir müddet sonra Afgâ­nî Paris'ten Tunus'a geçer ve 1885 yılı başlarında da Beyrut'a gidip burada dersler verir. Bir yandan Cemâleddîn Afgânî'nin er-Redd Alâ'd-Dehriyye Materyalistlere Reddiye isimli eserini Farsçadan arapçaya tercüme eder, diğer yandan Hz. Ali'nin Nehc'ül Belâğa isimli sözlerinden müteşekkil olan eserin şerhini ve Bedî'üz-Zeman el-Hemedânî'nin makâmâtınm şerhini neşreder- 1889'da Mısır'a dönmesine izin ve­rilir ve burada Mahâkim el-Ehliyye kadılığına, bilahere temyîz mahkemesi müste­şarlığına tayın olur. Şer'î mahkemelerin ıslâhı ile ilgilenmiş olan Abduhu 1899'da Mısır müftüsü görevini üstlenir. Bir yandan da Halk Meclisinin Teşrî' Hey'eti A'-zâsı ve el-Ezher Camii İdare Meclisi Üyeliği görevini yürütür. Böylece Ezher'in ıslâ­hı için büyük çaba harcar. İstanbul, Paris, Londra, Sûdân, Tunus gibi muhtelif yerlere geziler yapmış olan Muhammed Abduhu, tutulduğu kanser hastalığından te-dâvî olmak üzere Avrupa'ya giderken İskenderiye'de 1323 (1905) yılında vefat eder. Anılan eserlerden ayrı olarak muhtelif bölümler halinde tefsirleri bulunmaktadır. Ayrıca Fransız Dışişleri bakanı Monsieur Hanete'nun İslâmiyet aleyhine yaptığı bir konuşmayı red için bir risale kaleme alır.

Muhammed Abduhu'nun en önemli özelliği Mısır'da yeni bir düşünce akımını başlatmış olmasıdır. Muhammed Abduhu ve ekolü mezheb taassubu gütmeksizin Kur'ân-ı Kerîm'e objektif bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışmış, Isrâiliyâta dayalı rivayetleri titiz bir tedkîkle red ve cerh ederek mevzu' hadîsler karşısında hassasiyet göstermiş ve o güne kadar klasik medreselerde okutulan tefsîr tarzını bırakarak mo­dern kompozisyon tekniği i!e herkesin anlayacağı bir üslûb içerisinde gerek kültür tarihinin mes'elelerini, gerekse güncel konuları Kur*ân-ı Kerîm'in âyetleri ışığında yorumlamaya çalışmışlardır. Bu arada i'tikâdî konularda kelâm tartışmalarına yer vermekten kaçınmış ve klasik tefsirlerde rastlanan aşırı derecedeki gramer ve belâ-ğat titizliklerine kapılmamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî üstünlüğünü ortaya koy­maya ve siyâsî, sosyal, felsefî, ahlâkî verilerini gözler önüne sermeye çalışmıştır. Diğer yönden Rönesans'la birlikte gelişen pozitif ilimlerin verileri doğrultusunda Kur'ân'ın anlaşılması için çaba harcamıştır, özellikle Aristoteles mantığına ve Batlamyus ast­ronomisine dayalı Ortaçağ bilim geleneği doğrultusundaki yorumlan bırakarak as­rın geliştirdiği İlmî ve fikrî metodu benimsemiştir. Diğer yandan gerek İslama, gerekse Kur'ân tefsirine sokuşturulmuş olan her türlü hurafe ve bid'atlan reddederek yeni­den köke dönme faaliyetini (selefiyye) başlatmıştır. Ne var ki Ondokuzuncu Yüzyıl müsîüman aydınlarının çoğu gibi Abduhu da -Hocası Afgânî'nin izinden gİderek-pozitif bilimlerin verilerine fazlasıyla kendini bağımlı saymış ve sömürgeci Batının siyâsî hegemonyası karşısında eziklik duymaktan kurtulamamıştır. Bu sebeple Batı­daki gelişmeleri olduğundan fazla büyüterek değerlendirdiği gibi, siyâsî konularda sömürgecilerin oyununa gelmekten kurtulamamıştır. Nitekim aklın kavrayış alanı­nın dışında kalan hiçbir yoruma yer vermemeye çalışmış, akıl ile nakil arasında tam bir uyum sağlayabilmek için büyük çaba harcamıştır. Kısacası Abduhu, günlük ha-yatm dışına itilmeye çalışılan İslâm'ı günlük hayatın içine çekmeye çalışmış ve bu­nun için de akıl dışı izahlara kalkışmaktan kaçınarak İslâm'ı ve Kur'ân'ı rasyonel bir anlayışla yorumlamaya gayret etmiştir. Tunus'ta islâm Hayır Cemiyeti a'zâlarının isteği Üzerine önce anlaşılır bir ifâde ile öğrencilere okutulmak üzere kaleme al­mış" bulunduğu Amme Cüz'ü, tefsirini, sonra Cezayir'de bilginler hey'etine verilen konferanslardan oluşan Asr sûresi tefsirini yazmış ve nihayet öğrencisi Reşîd Rızâ'-nın ısrarlı arzusu üzerine Ezher'de öğrencilerine dikte ettirdiği tefsirini hazırlamış­tır. 1317 (1899) yılında başlamış olduğu bu tefsirin 1323 yılında (1905) ancak Nisa sûresinin 126 ncı ayetine kadar olan kısmını not ettirebilmiştir. Adı geçen öğrencisi tarafından kaleme alınmış bulunan Tefsir'ül-Menâr'da yer alan bu tefsirlerde, Mu-hammed Abduhu'nun yeni bir anlayışla yola çıktığı klasikleşmiş tefsîr metodundan tamamen farklı eski görüşleri ve tefsirleri tekrarlamaktan uzak yepyeni bir üslûb île eserini kaleme aldığı görülmektedir. Din ve dünya ayırımı yapmaksızın Kur'ân'-ın yalnız uhrevî bir kitâb olmayıp aynı zamanda gündelik hayatın problemlerine de çâre getirdiğini tekrarlayan Muhammed Abduhu, gramer ve belagat inceliklerine da­lan, fıkhî ihtilâfların ve kelâmî tartışmaların içinde boğulup kalan klasik tefsîrcileri eleştirmekten geri durmaz. Ona göre; Kur'ân'ın kelimelerinin tahlilinden, ı'râbdan ve belagattan sözeden tefsirler Allah'ın kitabını açıklamaktan uzak tefsîr dahi de­nemeyecek eserlerdir. Bunları nahiv veya belagat konusunda yazılmış eserler olarak mütalâa etmek gerekir. Gerçek tefsîr; Allah'ın buyruğunun anlaşılması, i'tikâd ve ahkâmla ilgili teşrîâtın hikmetinin belirlenmesi, Allah kelâmının hayata indirgen­mesi, İçin çalışmaya teşvîk eden tefsirlerdir. (Bkz. Tefsir'üI-Menar, I, 35)

Muhammed Abduhu; hiçbir zaman için Kur'ân'ın edebî i'câzmı gözden uzak tutmaz. Ancak bu i'cazı n belirlenmesine vesile olan belagat ve gramer ilimlerinin, Kur'ân tefsirinin tek amacı haline gelmesine karşı çıkar. Bu konulara gerektiğince yer verilmesi gerektiğini, ancak tefsirlerin asıl amacının bu gramer incelikleri olma­dığını belirtir. Keza mezhep farklılıklarını esas alarak Kur'ân'a yaklaşmanın yanlış olduğunu, aslında mezheplerin Kur'ân anlayışı doğrultusunda değerlendirilmesi'ge­rektiğini bildirir. Pozitif bilimlerle ilgili değerlendirmelerinde zaman zaman aşırı­lıklar göze çarpar, özellikle Fil sûresi tefsirinde bu aşırılıkların bariz örnekleri görülebilir. Biz, bu, eserin Fîl sûresi tefsirine gerek Abduhu'nun, gerekse Elmalı ve Seyyid Kutub'un görüşlerini geniş olarak verdiğimiz için, burada tekrar aynı mese­leye dalmak istemiyoruz. Keza büyü ile ilgili görüşlerini de yine Felak ve Nâs sûrele­rinin sonunda naklettik. Yeri geldikçe gerek Menâr tefsirinden gerekse Abduhu'nun tefsîr çalışmalarından yeterince iktibaslar yaptığımızdan burada ayrıca bu konuya yer vermçyeceğiz. (Daha geniş bilgi için bkz. J. Scaht, İslâm Ansiklopedisi Abduh maddesi; Zîriklî, el-A'lâm, Muhammed Abduhu maddesi; Abdülmün'im Hammâ-de, el-Üstâz'ül-lmâm Muhammed Abduhu, Reşîd Rızâ, Tarih'ül-Üstâz el-lmam; Kadri el-Kaleci, Muhammed Abduhu; BataFüs-Sevret'iI-Fikriyye; Osman Emin, Mu­hammed Abduhu; Mustafa Abdürrâzık, Muhammed Abduhu; Ahmed Emin, Zu'amâ'ül-Islâh, 285-345; Zehebî et-Tefsîr ve'1-Müfessirûn, II, 548-575)

2- Muhammed Reşîd Rızâ (Öl. 1354/1935)

Şeyh Muhammed Abduhu'nun ünlü Öğrencisi Reşîd Rızâ 27 Cumad'el-Ûlâ (28 Eylül 1865) tarihînde Trablusşâm yakınlarındaki Kalmûn köyünde dünyaya geldi. Babası Ali Rızâ Efendi Hz. Peygamber'e kadar ulaşan soylu bir aileye mensûbtu. Kalmûn köyü imâmı olan Ali Rızâ Efendi'den Kur'ân ve arapça dersleri alan Re­şîd Rızâ, ilkokulda öğrenim gördükten sonra yine aynı semtte el-Medreset'ül-Vataniyyet'ül-tslâmiyye isimli özel okula gider. Bu okulun yöneticisi olan ve daha sonra Risâle-i Hamîdiyye'nin yazarı bulunan Hüseyn Cisr'in etkisinde kalan Reşîd Rızâ, o devrin aydınlan gibi daha çok genç yaşta iken siyâsî faaliyetlere katılır. Bu dönemlerde İstanbul'a gitmekte olan bir tanıdığı aracılığıyla Şeyh Cemâleddin Af-gâriî ile haberleşmek ister. Ancak bu mümkün olmaz. Daha sonra 1898'de Muham-med Abduhu ile görüşmek üzere Mısır'a gider. el-Menâr isimli derginin neşri konusunda Muhammed Abduh ile anlaşır ve Üstadı bu konuda kendisine destek va-adeder.

Böylece İslâm dünyasının el-Urvet'ül-Vûskâ, Sırât-i Müstakim ve SebîTür-Resad gibi t slâm düşüncesi bakımından önemli dergileri arasında yer alan el-Menâr dergi­si yayın hayatına başlar. Başlangıçta Osmanlı taraf d ân bir politika güden bu dergi ve mensûblan, zaman içerisinde önce devrin sultânı II. AbdUlhamîd Hân'a karşı, sonra da Osmanlı Devleti fikrine karşı cephe almaya başlarlar. Bir süre memleketi olan Suriye'de geziler yapan Reşîd Rızâ, Ittiha'd ve Terakki cemiyetinin iktidara gelmesi üzerine bu cemiyetle yakın ilişki içine girer ve bu hususta görüşmeler yap­mak üzere 1909 yılında İstanbul'a gelir. Herne kadar İstanbul'a gelişinin asıl amacı dinî eğitim veren bir enstitü kurmak ve Arap-Türk dostluğunu pekiştirmek ise de, daha önce Selanik'te tttihâd ve Terakkî Cemiyeti mensûbları ile haberleşen Reşîd Rızâ, Cemiyetin desteğini te'min etmek ister. Bir süre Hindistan'a ve Hicaz'a gider. Osmanlı Devletinin yıkılması üzerine önce Mekke Şerifi Hüseyn'in yanında yer alır, sonra Suûd kabilesinin hâkimiyeti üzerine Kral Abdülazîz ile yakın ilişki içerisine girer ve onu mecmuasında destekler. İngiliz ve Fransızların Osmanlı İmparatorlu­ğunun yıkılışını müteakiben Arabistan'da müstakil ve birleşik bir Arap devleti ku­rulmasına yardımcı olmak yerine, bu bölgenin sömürü odağı olması ve bunu sağlayacak nitelikte küçük devletçiklere bölünmesini hedef alan politikaları üzerine Osmanlı Devletine karşı takınılan tavrın yanlışlığını gören Reşîd Rızâ; hemşehrisi Emîr Şekîb Arslan ile birlikte Arap birliği için fâaliyete geçer. Cenevre'de toplanan bir kongrede Mİchel Lutfullah isimli bir Hıristiyan kongre başkanı ve Reşîd Rızâ da başkan yardımcısı olur. Bir süre Şam'da kurulan Mecma'ül-İlmî el-Arabî Şe­ref başkanlığı da yapmış olan Reşîd Rızâ; Kızılay, Şems'ül İslâm, Genç Müslüman­lar Cemiyeti, Doğu Birliği, İlk Dil Cemiyeti gibi cemiyetlere üye olarak faaliyet gösterir ve Romanya'da kurulmuş bulunan Psikolojik Bilimler ve Ma'nevî Araştır­malar Cemiyetinin Şeref A'zasî olur.

Uzun süre başyazarlığını yaptığı el-Menâr dergisinin hemen hemen bütün işle­rini kendisi üstlenen Reşîd Rızâ 1932 yılında bir rahatsızlık geçirir ve bunun sonu­cunda 1357 yılı Cumâd el-Ûlâ ayının 23 ncü Perşembe günü (22 Ağustos 1935) Süveyş dönüşü yolda otomobilde vefat eder.

İslâm dünyasının kalkınıp yükselmesi için büyük gayretler sarfetmiş olan Re­şîd Rızâ özellikle Afgânî ve Abduhu ekolünü devam ettirmeye çalışır. Muhammed Abduhu'nun; el-Menâr dergisinin sahibi, benim fikirlerimin tercümanıdır, dediği Reşîd Rızâ Muhammed Abduhu'nun vermiş olduğu tefsîr derslerini ta'kîb eden ve onun yanından hiç ayrılmayan bir öğrencisi olarak; Yûsuf sûresinin 53 ncü âyetine kadar yazmış olduğu el-Menâr isimli tefsirinde Muhammed Abduhu'nun fikirlerini zaman zaman ondan doğrudan iktibaslar yaparak, zaman zaman da kendi görüşle­rini onun görüşleri ışığında sergileyerek son derece dolgun ve zengin bir tefsîr mey­dana getirir, özellikle Kur'ân'ın Kur'ân'la veya sahîh Sünnetle tefsîri metodunu benimseyen Reşîd Rızâ; Arap dilinin kurallarını ve inceliklerini ortaya koyduğu gi­bi, çağdaş insanın problemlerini çözümlemeye ve bunu yaparken de modern bir üs­lup kullanmaya itinâ gösterir. Üstadı Muhammed Abduhu gibi, tefsîrcilerin nakillerine Önem vermeyen Reşîd Rızâ; Isrâiliyyâta ve mevzu hadîslere fazlasıyla dik­kat eder ve klasik tefsîr geleneğinden tamamen farklı bir metod izleyerek, herkesin anlayacağı bir dille âyetleri açıklamaya, anlaşılması zor konulan izah etmeye ve bil­hassa günümüzdeki ateist cereyanlara karşı islâm'ın temel prensiblerini savunma­ya, şeriatın üstünlüklerini belirtmeye gayret eder. Biz, bu tefsirden genişçe iktibaslar yaptığımız için burada ayrıca örnek vermeye gerek duymuyoruz.

Anılan tefsirin dışında el-Hilâfe ve'1-Imâme; el-Vahhâbiyyûn ve'1-Hicâz; el-Vahy'ül-Muhammedî; es-Sünne ve'ş-Şîa ve Tarîh'ül-Üstâz el-tmâm eş-Şeyh Muham­med Abduh, isimli eserleri bulunmaktadır. Diğer taraftan 1898 yılında yayınlama­ya başladığı el-Menâr isimli dergiyi ölümüne kadar (1935) devam ettirmiş ve burada muhtelif islâmî konularla ilgili önemli yazılar yazmıştır.

(Daha geniş bilgi için bkz. Zîriklî el-A'lâm VI, 361-362; Ibrâhîm Ahmed el-Adevî, Reşîd Rızâ el-Imâm'ül-Mücâhid; Abdülmüteal es-Saîdî, el-Müceddidûn fî'I-Islâm; Emîr Şekîb Arslan, Hâdır'ül-Âlem'iI-lslâmî, I, 284-286; Ahmed eş-Şerebâsî, Reşîd Rızâ Sâhib'ül-Menâr)

3-  Cemâleddin el-Kâsımî (öl. 1332/1914)

Cemâlüddîn İb'n Muhammed Saîd Ibn Kasım, Hz. Hüseyin soyundan olup 1283 (1866) yılında Şam'da doğmuş, burada öğrenim gördükten sonra bir süre gezici öğ­retmenlik yapmış sonra Mısır'a gitmiş, hac vazifesini ifâ ettikten sonra evine çekile­rek tefsîr, edebiyat ve şer'î ilimlerle ilgili özel dersler vermiş ve eserler tasnîf etmiştir. 1332 (1914) tarihinde Şam'da vefat etmiştir. Bahis mevzuu edeceğimiz tefsirinin dı­şında Islâhu'l-Mesâcİd, Ta'tîr'ül-Meşâm, DelâiFüt-Tevhîd gibi daha bir çok eser yaz­mıştır.

Mehâsin'üt-Te'vîl isimli onikİ ciltlik tefsirinde çoğunlukla Ahmed tbn Hanbel, Şeyh'ül-İslâm Ibn Teymiyye gibi selefî bilginlerin metodunu takîb etmiştir. Hattâ yeni bir mezheb kurmakla itham edilmiş bulunan Cemâleddîn el-Kâsımî bu vesile ile ta'kîbâta bile uğramıştır. Öncelikle Kur'ân'ın Kur'ân ve Sünnetle tefsîrine çalı­şan müellif, eserinde selefî görüşleri yansıtmaktadır. Bu eserde çağdaş problemler­den fazla sözedilmez. Bu yüzyılda karşılaşılan pozitif bilimlerle ilgili ma'lûmâta rastlanmaz. Biz bu tefsîrden bazı iktibaslar yaptığımızdan burada ayrıca alıntı yap­maya gerek duymuyoruz. (Daha geniş bilgi için bkz. Zîriklî, el-A'Iâm, II, 131; Mu­hammed Kürd Ali, el-Müzekkirât, III, 687-697; eş-Şabtî, Teracim A'yân-ü Dımaşk, 118; Serkîs, Cami'üt-Tasânîf, 63, 83, 96; Ömer Rıza Kehhâle, Mu'cem'ül-Müellifîn, III, 157-158)

4-  Abdülazîz Çâvîş (öl. 1347/1929)

Aslen Tunuslu bir aileye mensûb olan Abdülazîz Çâvîş 1293 (1876) yılında İs­kenderiye'de doğmuş, Ezher ve Dâr'ul-UIüm'da öğrenim gördükten sonra Camb-ridge Üniversitesinde Arap edebiyatı okutmuş, tekrar Mısır'a dönerek müfettişlik görevinde bulunmuş, el-Livâ' isimli bir dergi çıkarmış, birkaç kez tutuklanmış, da­ha sonra el-Hilal, el-Hidâye ve el-Âlem'ül-lslâm isimli dergilerde yazarlık yapmış­tır. Birinci Cihan Harbinde büyük şâir Mehmed Akif Ersoy gibi Avrupa'daki muslüman askerlere konuşma yapmak ve burada Osmanlı politikasını anlatmak Üzere Berlin'e gönderilmiş Genç Müslümanlar Cemiyeti adıyla bir cemiyetin kurulması fa­aliyetine katılmış ve 1347 yılının Şa'bân ayında (1929) Kâhire'de vefat etmiştir, el-Islâmü Dîn'ül-Fıtra, Ğunyefül-Müeddibîn, Eser'ül-Kur'ân fîTahrîr'il-Fikr'ü-Bcşerî, el-Hicâb fî'l-islâm gibi eserleri bulunmaktadır. Bunlardan bilhassa fikir hürriyetin­den sözeden ve Angilikan kilisesi tarafından İslama yöneltilen tenkîdlere cevâb ni­teliğinde olan eseri büyük şair Mehmed Akif Ersoy tarafından Angilikan Kilisesine Cevâb adıyla türkçeye çevirilmiştir.

Bakara sûresinin 141 nci âyetine kadar olan kısımların tefsirinden ibaret bulu­nan Esrar'ül-Kur'ân isimli tefsiri, özellikle Kur'ân* in hedef aldığı gayeleri anlatan ve modern bir bakış açısıyla Kur'an'ı değerlendirmeye çalışan önsözü ile dikkati çek­mektedir. Abdülazîz Çâvîş bu tefsirinden zaman zaman geçmiş müessirlerin hatâ­larından sözetmckte ve bu noktada, Öteki muslüman aydınları gibi geçmişin değerlendirilmesinde tarafsız ve objektif bir tavır takınmak yerine, İslâm dünyasını içine düştüğü geriliği ve bunalımı özellikle bilginlerin sırtına yüklemeye çalışmakta­dır. Abdülazîz Çâvîş, gerek makaleleri ve gerekse eserleriyle yüzyılımızda tslâmî uya­nışın ve aydınlanmanın önemli isimlerinden birisi olmuştur.

(Daha geniş bilgi için bkz, Zîriklî, el-A'lâm, IV, 140; Charles Adams, el-İslâm ve't-Tecdîd fi Mısır, 201; İbrâhîm el-Mâzenî, es-Siyâset'ül-Usbuiyye, sayı 152, say­fa 10; Şekîb Arslan, el-Feth, sayı 3, sayfa 622-623; el-Menâr, yıl 14, sayı 40, sayfa 121-127; Angilikan Kilisesine Cevâb, önsöz)

5- Muhammed Mustafâ el-Merâğî (öl. 1364-1945)

Muhammed Mustafâ İbn Muhammed Ibn Abdülmün'im el-Merâğî. Güney Mı­sır'ın Saîd bölgesinde bulunan Merâğa'da 1298 (1881) yılında doğmuş, daha sonra Ezher'e gelerek yirmibeş yaşlarında Ezher'den âlim derecesine nail olan ilk genç ol­muş ve aynı yıl Sûdân kadılığı görevini üstlenmiştir. Daha sonra Mısır'a gelerek şer'î mahkeme reisliğinde bulunmuş ve 1928 yılında kırksekiz yaşında iken Ezher Şeyhi olmuştur, Ezher öğreniminde olduğu gibi bu makama yükselen en genç Ezher şey­hidir de. Bir süre Ezher şeyhliğinden ayrılan Merâğî 1935 yılında yeniden Ezher şey­hi olmuş, nihayet 1945 yılında İskenderiye'de vefat etmiş ve cenazesi Kâhire'ye defnedilmiştir.

Merâğî başlı başına bir tefsîr yazamamıştır. Ancak muhtelif sûrelerin tefsiri, mütehassıslarca çok beğenilmiştir. Ezher şeyhi olan Merâğî'nin tefsîr anlayışı, Re-şîd Rizâ'dan daha değişik ve daha mükemmel tarzda Muhammed Abduhu'nun tef­sîr anlayışına yaklaşmaktadır. Kâhire'nin muhtelif camilerinde yürütmüş olduğu tefsîr dersleri, halktan ve seçkinlerden büyük rağbete mazhar olmuş ve muhtelif şekiller­de yayınlanmıştır. Önce geçmiş tefsîr kaynaklarına başvuran Merâğî, bu kaynak­lardan yararlandığı gibi, modern gelişmelerden de yararlanarak Kur'ân'ı yorumlamaya çalışmıştır. Kur'ân'ın muhkem konularını açıklama gayreti içine gir­meyen Merâğî, asıl dikkatini İslâm şeriatına ve ilâhi emirlerdeki hikmetlere yönelt­miştir. İslâm devletinin gerileyiş ve çöküş nedenleri üzerinde fazlasıyla duran Merâğî, müslümanların ilerlemesi ve kalkınması için büyük bir gayret göstermektedir. Eser yazmaktan çok öğrenci yetiştirmeye mesâisini emeğini hasretmiş olan Merâğî Mı­sır'da yeni bir tefsîr anlayışının kök salıp gelişmesinde büyük emeği geçmiştir. (Daha geniş bilgi için bkz., Fahreddîn ez-Zevâhidi, es-Siyase veM-Ezher, 55-70; Charles Adams, el-lslâm ve't-Tecdîd fî Mısr, 2; Abdülmüteâl es-Saîdî, el-Müceddidûn fî'l-İslâm, 545-549; Ztriklî el-A'lâm, 7, 324; Ali Abdülvahid Lemha an Tarîh'U-Ezher, 92; Zehebî, et-Tefsîr ve'I-Müfessirûn, II, 590-609; Menî' Abdülhalîm Mahmûd, Menâhic'ül-Müfessirin, 339-345)

6- Şeyh Mahmûd Şeltût (öl. ?)

Mahmûd Şeltût 1893 yılında Münye Benn Mansûr kasabasında dünyaya gel­miş, İskenderiye Dini İlimler Enstitüsünde öğrenim görmüş ve 1918 yılında bu öğ­renim kurumunu tamamladıktan sonra İskenderiye'de Öğretmenlik yapmış, sonra yüksek tahsîlini tamamlamış ve bir süre de avukatlık yapmıştır. 1942*de Büyük Bil­ginler Cemiyetinin üyesi olan Mahmûd Şeltût, Ezher'de göreve başlamış ve 1958 yı­lında Ezher Şeyhi olmuştur. Mahmûd Şeltût ilk defa radyoda dinî konuşmaları başlatan bilgin olup, yazmış olduğu küçük ebatlı tefsîrinde Kur'ân'ı genel bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışmış ve Kur'ân'm üslûbundaki fevkalâde üstün i'câzı tebarüz ettirmiştir. Tefsirinin Önsözünde şöyle demektedir: "Müslümanların uzun tarihleri boyunca çalışmış oldukları her ilmî faaliyette asıl itici âmilin o ilim nokta-i nazarından Kur'ân'a hizmet etmek olduğunu çok iyi biliriz. Dilin dayanağı olan ve kişiyi hatâya düşmekten koruyan nahiv ilmiyle Kur'ân-ı Kerîm'in doğru okunması gayesi güdülmüştür. Arap dilinin incelik ve güzelliklerinin ortaya çıktığı belagat il­miyle Kur'ân-ı Kerîm'in i'câz bakımından üstünlüklerinin açıklanması, edebî esra­rının ortaya konulması gayesi güdülmüştür. Dilin lügat bakımından kelimelerinin incelenmesi, mânâlarının belirlenerek lafızların kaydedilmesi ve şiirden şevâhidin araş­tırılması ile Kur'ân-ı Kerîm'in lafızlarının korunması, mânâsının zabtı ve kapalılık­tan, tahriften uzaklaştırılması gayesi güdülmüştür. Tecvîd ve kirâet İle Kur'ân'm okunuşu ve lehçelerinin ezberlenmesi gayesi güdülmüştür. Tefsîrİn hizmeti ise Kur'ân-ın mânâsını açıklamak, maksadını keşfetmek şeklinde olmuştur. Fıkıh ilmi Kur'­ân'ın ahkâmını çıkarmak, Usûl İlmi Kur'ân'ın genel teşrik kaidelerini ve hüküm çı­karma usûllerini belirtmek hizmeti görmüştür. Kelâm ilmi Kur'ân'ın getirdiği akîdeyi açıklamak ve bunlara muhtelif yollarla delil aramak hizmetini görmüştür. Keza müs-lümanların Kur'ân'ın vahyettiği gerçeği anlamaları için delîl getirmek üzere kullan­dıkları tarihi de buna örnek verebilirsiniz... Kur'ân'm âyetlerinden ilhamla geliştirilen coğrafya ve iklîm bilgisini de buna örnek verebilirsiniz... Allah Teâlâ'nın bazı âyet­lerinde belirttiği kâinat ilimleri de böyledir. Astronomi, Tıp, Astroloji, Biyoloji, Je­oloji ve daha bunlardan başka insan bilimleri de aynı şekilde mütâlâa edilebilir. Müslümanlardan bu ilimlerle ilgilenenler, bununla Kur'ân'a hizmet etmeyi veya Kur'­ân'ın getirmiş olduğu vahyin anlamını kavramayı amaçlamışlardır. Hattâ şiirde bile durum böyledir. Müslümanlar zevklerini geliştirmek, kabiliyetlerini olgunlaştırmak ve Kur'ân-ı anlamak, Kur'ân'daki güzellikleri idrâk etmek için hazırlanmak ama­cıyla şiirle meşgul olmuşlardır... Bütün bunlardan dolayı ben, şuna inanıyorum ki; ister semavî olsun, ister yeryüzüne âit olsun eski ve yeni milletlerden hiçbir milletin kitâblarından hiçbirisi Kur'ân'ın müslümanlar vasıtasıyla ve müslüman bilginler ta­rafından ele alındığı kadar ele alınıp ilgilenilmediğini söylersem insaf ve i'tidâl sını­rını aşmış olmam." (Nakleden Menî' Abdülhalîm Mahmûd, Menâhic'ül-Müfessirin, 348-350)

Muhtelif eserlerinin yanısıra el-Fetâvâ isimli çağdaş müslümanin günlük hayatında karşılaştığı problemleri ele alan eseri ve incelediğimiz tefsiri çok itibar gör­müştür.

7- Muhammcd Ferîd Vecdî (öl. 1373/1954)

Muhammed Abduhu ekolünün temsilcilerinden olan Muhammed Ferîd Vecdî, 1292 (1875) yıllarına doğru iskenderiye'de dünyaya gelmiş, buradan Dimyât*a gö-çederek gençliğini Dimyat'ta geçirmiş, sonra Süveyş'e gitnliş ve burada el-Hayât isimli mecmuasını çıkartmış, sonra Kâhire'ye gelip Evkaf Vezirliğinde küçük bir görev al­mış ve ardından da bir matbaa kurarak günlüked-Düstûr gazetesini çıkarmıştır. Bi-lâhere haftalık mecmua şeklinde el-Vecdiyyât isimli bir seri neşretmiş ve bir müddet de Mecellet'ül-Ezher'in yönetimini Üstlenmiştir. 1373 (1954) yılında vefat etmiş bu­lunan Muhammed Ferîd Vecdi1 nin ondördün üzerinde eseri bulunmaktadır. Bun­lardan en büyüğü Yirminci Yüzyıl Ansiklopedisi başlığını taşıyan Dâiret'ül-Maârif| Karn'il -t'şrîn isimli eseri gelir kti bu eser geniş bir islâmî bilgiler ansiklopedisidir. Ayrıca Alâ AtlâPil -MezhebMl-Mâddî, el-İslâm'ü Dinü'n Âmm'un Hâlid'ün, el-Felsefet'ül-Hakka gibi eserleri bulunmaktadır. el-Mushaf'ül-Müyesser diye bilinen Safvet'ül-trfân fî Tefsîr'il-Kur'an isimli tefsiri, diğer tefsirlerden derlenerek hazır­lanmış ve daha çok Kur'ân'dakİ güç anlaşılan lafızların açıklanmasından ibarettir. Celâleyn tefsiri tarzındaki bu küçük tefsir geniş anlamda bir tefsîr olmaktan ziyâde, öğrenciler İçin bir el kitabı mahiyetindedir. Bu bakımdan üzerinde fazlaca durul­maya gerek yoktur.

(Daha geniş bilgi için bkz. Muhammed Abdûl Fettâh, Eşhur'Ü Meşâhîr'ü Üdebâ'iş-Şark, I, 114-128; Muhammed Zekiyyüddîn, Meşâhîrü Üdebâ'il-Asr'il-Hâzır, 114-115; Sarkis, Câmi'üt-Tesânîf, 81; Zîriklî el-A'lâm, 7, 220-221; Ömer Rı­za Kehhâle, Mu'cem'ül-Müellifîn, XI, 126-127; Menî' Abdülhalîm Mahmûd, Menâhic'ül-Müfessirîn, 369-376)

8- Tantâvî Cevheri (öl. 1359/1940)

1287 (1870) yılında Mısır'ın Tantâ şehrinde "yetişmiş olan Tantâvî Cevheri, Kâ-hire'de öğrenim görmüş ve bilâhere bugün Kahire Üniversitesine bağlı bulunan Dâr'ül-Ülûm'da hocalık yapmıştır. Nizâm'ül-Âlem ve'1-Umem, Cevâhir'ül-Ulûm, et-Tâc'ül-Murassa', Cemâl'ül-Âlem, en-Nİzâm ve'l- İslâm, el-Ümme ve Hayatuha gibi birçok eserler de kaleme almış bulunan Tantâvî Cevheri 1359 (1940) yılında ve­fat etmiştir. Bir kısmını Dâr'ül-Ülûm'da Öğrencilerine tutturduğu notların, bir kıs­mını da mecmualarda neşrettiği makalelerin oluşturduğu Tefsîr'ül Cevahir ismini taşıyan eseri'ne klasik anlamda ne de modern mânâda bir tefsîr olma niteliğine sâ-hibtir. Müellif aklına gelen ve akla gelebilecek herşeyi tefsîrine doldurmuş ve bir yerde eseri ansiklopedik ma'lûmât yığınağı haline getirmiştir. Zaman zaman pozitif bilim adına âyetleri yorumlamaya ve hattâ hiç de ihtimâl dâhilinde bulunmayan mâ­nâlara çekip götürmeye çalışmıştır. Batıda herhangi bir gazete veya dergide okudu­ğu makaleleri esâs alan Tantâvî Cevheri bugün birçoğu eskimiş, değişmiş ve hattâ reddedilmiş olan nazariyeleri tefsîrine doldurmuş ve âyetleri bunlara' göre yorumla­ma gayreti içine girmiştir. Bütün zaaflarına rağmen Cevheri*nin bu eseri, ondokuzun-cu yüzyıl sonunda pozitivizmin dünyaya hâkim olduğu günlerde, pozitif verilerin diğer mukaddes kitâblar için tehlike teşkil ettiği gibi Kur'ân bakımından tehlike teşkil et­mediğini, binâenaleyh pozitif bilimin verilerinin Kur'ân'a tamamen zıt olmadığını savunup değerlendirmesiyle yetişmekte olan aydınların pozitivist ve ateist mecraya sürüklenmesine büyük çapta engel olmuştur. Müslümanların geriliğini, Batının ilerilİğini ve gelişmişliğini konu edinen Tantâvî Cevheri, müslümanların fıkıh ilmi­ne fazla önem vermelerini eleştirerek Kur'an'da 150'ye yakın âyetin fıkhî muhtevalı olduğunu, halbuki 750'den fazla âyetin pozitif bilimlere teşvîk ettiğini belirtmekte ve kendisinin Kur'ânı bu ilimlere göre yorumlamaya çalıştığını bildirmektedir. (Tan­tâvî Cevheri Tefsîr'ül-Cevâhir, XV, 53) Tantâvî Cevheri, tefsirine birçok resimler, şekiller ve hayvan motiflerini de almış ve böylece genellikle orta öğrenimde görülen fizik, kimya ve tabîat bilimlerine âit ma'Iûmâtla eserini doldurmuştur. Bu sebeple Tantâvî Cevherî'nin tefsîri birçok bilgin tarafından eleştirilmiştir. Bilhassa pozitif ilimlerin verilerinin sürekli değişken olması Kur'ân âyetlerinin bu verilere göre yo­rumlanmasını önlemektedir. Çünkü bu gün ilmî realite olarak kabul edilen birçok nazariyye ve teori kısa bir süre sonra ilim dışı kalmaktadır. Fahreddîn Râzî'nin tef­sirinde karşılaştığımız bu gerçek yüzyılımızda Cevherî'nin tef şîrînde de karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple mes'eleyi daha geniş boyutta değerlendiren Mahmud Şel-tût, Emin el-Hûlî, Reşîd Rızâ, Muhammed Mustafâ el-Merâğî gibi bilginler Tan­tâvî Cevherî'nin metodunu benimsememişler ve yeri geldiğinde eleştirmişlerdir. Biz örnek olması bakımından bu tefsirden bazı bölümleri İbn Kesîr Tefsirinin ilâveler kısmında tercüme edip gösterdik. Bu sebeble tefsîre ait örnekleri burada tekrarla­maya gerek duymuyoruz.

(Daha geniş bilgi için bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'I-Müfessirûn, II, 505-519; Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi, II, 783-785)

9- Seyyid Kutub (öl. 29 Ağustos 1966)

Seyyİd İbn Hâc Kutub İbrâhîm Hüseyin el-Şazelî (Müellifin kardeşi Muham­med Kutub'un Salâh Oahbûr ile yaptığı konuşmadan, nakleden Abdullah el-Habbâs, Seyyid Kutub, el-Edîb'ün-Nâkid 79) Kendisinin Mısır'ı ziyaret eden Ebu'l-Hasan Ali en-Nedevî'ye anlattığına göre aslen Hindistanlı olan bir aileye mensûbtur. 1906 yılının Eylül ayında Asyût vilâyetinin Moşa isimli köyünde dünyaya gelmiştir. Bu­rada Şeyh Abdül Fettâh isimli bir evliyanın kabri olduğundan resmen adı Beled'üş-Şeyh Abd'ül-Fettâh olarak geçmektedir. Seyyid Kutub Köyden Bir Çocuk isimli ese­rinde bu köyden sözetmekte ve Mısır köylülerin hayat tarzıyla ilgili detaylı bilgi ver­mektedir. İki kerre evlenmiş olan Seyyid Kutub'un babasının ikinci hanımından üç erkek üç de kız çocuk dünyaya gelmiştir. Bunlar, kendisinden üç yaş küçük olan kızkardeşİ Nefise, Seyyid Kutub, kendisinden üç yaş küçük olan küçük kızkardeşi Emine Kutub, onun da küçüğü olan Muhammed Kutub ve Hamîde Kutub. Nefîse Kutub 1903 doğumlu olup 1960'larda Seyyid Kutub'un tutuklanması üzerine tutuk­lanmış ve iki oğlu Rıfat ve Azmî ağır işkencelere ma'ruz kalmış ve nihayet büyük oğlu Rıfat hapishanede öldürülmüştür.

Küçük kardeşi Emîne Kutub 1909 doğumludur. Dört kardeşin birlikte kaleme aldıkları el-Atyâf ül-Erbaa isimli eserde belirttiği gibi, şairane duygulara sâhib, ede-biyyat zevki olan çağdaş bir hikaye yazarıdır. Hayat Seli adında ve Yolda başlığını taşıyan iki hikâye kitabı bulunmaktadır. Diğer aile fertleri gibi 60'larda Emîne Ku­tub da tutuklanmış ve uzun süre hapiste kalmıştır.

Ailenin üçüncü ferdi olan Muhammed Kutub, 1919 yılında doğmuş, Kâhire'de orta öğrenimini tamamladıktan sonra Edebiyat Fakültesi İngiliz dili bölümünde öğ­renim görmüştür. Bilâhere Eğitim Fakültesinde psikoloji lisansı yapmış olan Muhammed Kutub, Millî Eğitim Bakanlığında çalışmış ve 1954 yılında kardeşiyle birlikte tutuklanmıştır. Hapishaneden çıktıktan sonra iki yıl boyunca Benû Süveyf lisesinde öğretmenlik yapmış ve 1965 yılında tekrar tutuklanarak 1970 yılına kadar hapiste kalmıştır. Şu anda Mekke Melik Abdülazîz Üniversitesinde görevli bulunan Muham-med Kutub'un pek çok eseri vardır.

Ailenin en küçük ferdi olan Hamide Kutub'un Dört Hayâl isimli edebî eserde­ki birkaç hikâyesinin dışında herhangi bir yayını olmamıştır. 60'lı yıllarda Seyyid Kutub'un kardeşi olması nedeniyle tutuklanan Hamide Kutub, on yıl ağır cezaya çarptırılmış ve bunun 6 yıl 4 ayını hapishanede geçirmiştir.

Daha çocuk yaşta dayılarının yanında Öğrenmek üzere Kâhire'ye gelen Seyyid Kutub, önce babasını kaybeder. 15 yaşlarında Abdülazîz Medresesinde orta öğreni­mini sürdürür ve 1928 yılında bugün Kahire Üniversitesine bağlı bulunan Dâr'ül-Ulûm'un hazırlık kısmını tamâmlar ve 1930 yılında adı geçen fakülteye girerek 1933 yılında Arap dili mütehassısı ve eğitim diploması alıp lisans eğitimini tamâmlar. 1939 yılına kadar Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğretmenlik yapan Seyyid Ku­tub, 1948 yılına kadar genel kültür bölümünde görev almak üzere Maârif Bakanlı­ğının merkezî teşkilâtında çatışır. Mısır'da eğitimin ıslâhı için birçok projeler de hazırlamış olan Seyyid Kutub, bu dönemde muhtelif çocuk hikâyeleri yazar ve arap dilinin yenileştirilmesi faaliyetine katılır. Bir yandan da gazetelerde yazı yazmaya devam eden Seyyid Kutub, bakanlıktaki görevinden ayrılmak zorunda kalır, ancak devrin- ünlü edebiyatçılarından Tâhâ Hüseyin'in çabaları sonucu görevine devam et­mesi sağlanır. Tâhâ Hüseyin'in tavsiyesi üzerine öğrenimin ıslâhı konusunda kap­samlı bir rapor hazırlamak üzere Güney Mısır'da bir süre teftîş yapmakla görevlendirilir. Bu dönemde Dikenler isimli kitabında anlatmaya çalıştığı şekilde ba­şarısız bir evlilik tecrübesi geçirir ve bir daha evlenemez. Bilâhere 1964 yılında ha­pisten çıktıktan sonra, evlenmek üzere iken, tekrar tutuklanır.

Bu kez de evlenmeye fırsat bulamaz.

Devrin bütün aydınlan gibi Mısır'daki hürriyet ve bağımsızlık faaliyetlerine ka­tılan Seyyid Kutub, 1947 yılında el-Fikr'ül-Cedîd (Yeni Düşünce) isimli bir mecmua çıkarır. Bu mecmuasında kaleme aldığı yazılarında gerek Mısır'daki partileri ve ge­rekse saraydaki entrikaları ağır dille eleştirir. Ancak kısa bir süre sonra dergisi ka­patılır ve saray tarafından tutuklanmak üzere bir dosya hazırlandığını anlayınca devrin başbakanı Mahmûd Fehmî Vefd partisi döneminde Seyyid Kutub'la tanıştı­ğı için, onun tutuklanmasını istemez ve Amerika'ya gönderilen yüksek eğitim plan­lamasıyla ilgili hey'etin arasına onu da girdirerek Mısır'ı terketmesini sağlar. İlkin bunu kabul etmeyen Seyyid Kutub, durumun hiç de elverişli olmadığım görünce bu görevi kabul ederek 1948 yılı sonlarında Amerika'ya gider. İki yıl boyunca muhtelif Amerikan üniversitelerinde ve araştırma kurumlarında eğitim faaliyetleri üzerinde inceleme yapan Seyyid Kutub 1950 yılı Ağustos ayında Kâhire'ye döner ve Maârif Bakanlığındaki görevine başlar. Amerika'da bağımsız araştırmacı olarak yaptığı in­celemelerde Amerikan toplumunu yakından tanıma imkânı bulan Seyyid Kutub, bu­rada İslâm düşüncesi ve Mısır'daki islâmî hareketlerle fikrî alâka içerisine girer. Müslüman kardeşlerin reîsi Hasan el-Bennâ'nın öldürülmesi üzerine, kiliselerin çan­larını çaldıklarını ve bu olaya fazlasıyla sevindiklerini müşâhade edince adıgeçen teş­kilâta sempatisi artar. Dönüşünden sonra bir müddet me'zûn olduğu Dâr'ul-UIûm'da konferansçı öğretim görevlisi olarak çalışan Seyyid Kutub, diğer yandan da bakan­lıkta teknik danışmanlık görevini sürdürür. Fakat basın ve düşünce hayatıyla daha içice olmak için 1952 devriminden önce resmî görevinden istifa edip serbest çalış­maya başlar. 1951 yılında Müslüman Kardeşler teşkilâtıyla organik bağ içerisine gi­ren Seyyid Kutub, teşkilâtın irşâd kolu başkanı olarak görevlendirilir: 1951 yılında Kudüs'te toplanan Milletlerarası İslam kongresinde Müslüman kardeşler teşkilâtını temsil eder, 1954 yılında adıgeçen teşkilâtın "Müslüman Kardeşler" adıyla yayınına başladığı haftalık derginin başyazarlığı görevini üstlenir. 1952 devriminde hür su­baylar teşkîlâtı ile yakın diyalog içinde bulunan Seyyid Kutub, devrimi öven bazı yazılar yazar. Devrimden sonra genç subaylar kendisine Millî Eğitim Bakanlığı ve­ya Mısır Radyo Kurumu Başkanlığı görevini teklîf ederlerse de, kabul etmez. Bilâ-here devrim konseyi kendisini devrimin kültür işleriyle görevli danışmanı yapar fakat birkaç ay sonra Seyyid Kutub bu görevi de terkeder.

1954 yılında Müslüman Kardeşlerin önde gelen yöneticileriyle birlikte tutukla­nan Seyyid Kutub, Cemâl Salim başkanlığında kurulan mahkeme tarafından 15 yıl ağır cezaya çarptırılır. On yıl hapis yatan Kutub, hastalığı üzerine hastaneye nakle­dilir. 1964 yılında, Irak cumhurbaşkanı Abdüsselâm Arifin tavassutu ile sıhhî ne­denlerden dolayı hapisten çıkarılır. Ancak 9 Ağustos 1965'te Maâlim fî't-Tarîk isimli eserinden ve diğer yazılardan dolayı yeniden tutuklanır. Muhammed Fuâd ed-Decevî'nin başkanlığındaki mahkeme Seyyid Kutub'un idamına karâr verir. Avu­kat tutmasına dahi izin verilmeyen adalet dışı usûllerle muhakeme edildikten sonra ağır işkencelere tabi tutulan Seyyid Kutub 29 Ağustos 1966 tarihinde idam edilir.

Seyyid Kutub'un edebî, fikrî, dinî ve sosyal araştırmalardan oluşan yirminin üzerinde eseri vardır. Birçoğu da dilimize çevrilmiş olan bu eserlerin en önemlileri; İslam'da Sosyal Adalet, Cihan Sulhu ve İslâm, ve Medeniyetin Problemleri, Islâmî Etüdler, Kur'ân'da Edebî Tasvîr, Kur'ân'da Kıyamet Sahneleri İslâm ve Kapita­lizm Çatışması, İstikbâl bu Dinindir, İslâm Düşüncesinin Esâslaradır.

Fakat Seyyid Kutub'un en önemli eseri ve aynı zamanda modern tefsîr çalış­malarının da zirvelerinden birisi, hattâ birincisi Kur'ân'ın Gölgesinde anlamına gelen Fî Zılâl'İI-Kur'ân isimli tefsiridir. Bu tefsîri, büyük düşünürün bütün eserlerinin özeti ve bir yerde hayat tecrübesinin muhteşem bir hülasası gibidir. Klasikleşmiş tefsîr geleneğinin çıkmaza girmesi, modern tefsîr geleneğinin kurulamaması ve toplumun islâm'dan, İslâm'ın toplumdan uzaklaşması sonucu Kur'ân'ın hayatla ilişkisinin kop­tuğu bu son yüzyıllarda Seyyid Kutub tefsîre ve tefsîr anlayışına, buna bağlı olarak dafclâm düşüncesine yepyeni ufuklar açmış ve çok güçlü bîr soluk getirmiş büyük mütefekkirdir. 1951 yılı sonlarında Hasan el-Bennâ'nm dâmâdı olan Saîd Ramazân el-Müslimûn isimli bir dergi çıkarmaya başlayınca, birçok İslâm bilgini gibi Seyyid Kutub da bu dergide Kur'ân'ın Gölgesinde başlığı altında seri halinde yedi makale neşretmiş Fatiha ve Bakara sûreleri ile ilgili yorumlarını kaleme almıştır. Büyük bir ilgi ile karşılanan bu tefsîr, 1952 yılının Ekim ayında neşredilerek düşünce ve kültür dünyasına sunulmuştur. Ayda bir cüz' halinde neşredilmesi programlanan tefsîr'in 1954 yılının ocak ayına kadar onaltıncı cüz'Ü yayınlanmıştır. Ancak 1954 yılında Seyyid Kutub tutuklanmış ve buna rağmen 17 nci ve 18 nci cüz'leri neşret-miştir. Kısa sürede serbest bırakılan Seyyid Kutub; devrin çok hareketli siyâsî plat­formunda Müslüman Kardeşler Dergisinin başyazarlığı görevini üstlenmesi nedeniyle tefsirin müteâkib cüz'lerini kaleme alamamıştır. Ancak kısa bir müddet sonra Müs­lüman Kardeşlerle birlikte tutuklanınca Seyyid Kutub eserinin kalan kısmını zindanda tamamlamıştır.

Başlangıçta hapishanede yazı yazmasına izin verilmez. Ancak bu eseri neşre­den Dârü thyâİ'l-Kütüb'il-Arabiyye isimli yayıneviyle yaptığı sözleşme gereği yayı­nevi büyük bir kısmı yayınlanmış olan tefsirin te'lifine engel olunmasından dolayı karşılaştığı büyük mâl? problemi konu edinerek yüksek mahkemeye başvurmuş ve bunun neticesinde hükümet düşünürün yazı yazmasını engelleyen karârım kaldır­mıştır. Zindanda eserini tamamlamasına mahkeme kararıyla izin verilen Seyyid Ku-tub'un bu eserini dinî yönden kontrol etmek üzere Muhammed el-Gazzâlî görevlendirilir. Böylece eser tamamlanabilmiştir. 1961 yılında yapılan ikinci baskı­da eserin baştarafını yeniden gözden geçirmiş, böylece muhteva birliğini sağlamıştır.

Fî ZilaPil-Kur'ân'a yazmış olduğu kısa ve öz mukaddimede tefsir metodunu ve tefsir anlayışım özetleyen Seyyid Kutub öncelikle Kur'ân'm bir hayat kitabı ol­duğunu; kavruk çölün sıcaklığında hayatlarını sürdürmek zorunda olan insanların, gölgeliklere sığınması gibi, câhiliyyenin bataklığı içerisinde yüzen günümüz müslü-manının da "Kur'ân'ın Gölgesi"ne sığınarak rahat ve huzura ereceğini belirterek başlıyor. Bu tefsirinin "Kur'ân'ın Gölgesinde" geçirdiği günlerdeki duygu ve izle­nimlerini dile getirdiğini bildiren Seyyid Kutub, *'Kur*ân*ın Gölgesinde varlıkların dış görünüşlerinden çok daha büyük olduğunu görerek yaşadım" diyor. Varlıkların yalnızca görülen âlemden ibaret olmadığını, görülen ve görülmeyen âlem ikilemi­nin bulunduğunu, belirterek "Kur'ân'ın Gölgesinde" yaşayan mü'minin çevresin­deki evrenle yakın ilişki ve dostluk içerisinde bulunduğunu ve Kur'ân'ı okuyan mü'minin kendisinin dünyanın başından sonuna doğru uzanan bir peygamberler ka­filesinin takîbçisi ve devamı olduğunu hissettiğini belirtiyor ve İslâm'ın insan fıtra-tıyla paralel yürüyen yegâne nizâm olduğunu ifâde ediyor. İnsanoğlunun bozulan bir kilidi ustaya götürmek gibi basît bir kuralı bildiğini ancak her bakımdan has­ta olan ruhunu gerçek bir hekime teslim etmekten kaçındığını söyleyerek insanlığın başına gelen felâketlerin ana kaynağının insanın kendine güvenip Allah'ı unutması olduğunu bildiriyor. Beşeriyyetin bugün içine düştüğü bunalımdan kurtulmasının yalnızca Allah'a dönmesiyle mümkün olabileceğini, nasıl bir makinayı icad edip ya­pan İnsanın o makinayı diğer İnsanlardan daha iyi bildiği herkes tarafından kabul edilirse; insanı yaratan Allah Teâlâ'nın da insanı en iyi bilen olduğu müteraifesinin kabul edilmesi gerektiğini ve dolayısıyla insanın Allah'a teslîm olması İcâbettiğini söylüyor. Ve nihayet yazdığı gerçeklerin ve burada belirttiği fikirlerin "Kur'ân'ın Gölgesinde" yaşadığı sürece edindiği intibâlardan ve duygulardan bir nebze oldu­ğunu bildiriyor.

Seyyid Kutub, geleneksel tefsîr metodunu hiç nazar-ı itibâra almaz. Hattâ İbn Kesîr tefsiri dışında diğer tefsirlerin nakillerinin sıhhati konusunda kuşkusu bulun­duğu için hiçbir tefsire başvurmaz. Doğrudan doğruya Kur'ân diyalektiği ile kale­me aldığı bu eserinde bir yandan Arap edebiyatının en güzel örneğini sergilemişken, diğer yandan da İslâm düşüncesinin en mümtaz örneklerinden birisini ortaya koy­muştur. Bazı kimseler bu tefsirdeki edebî ağırlığı gözönünde bulundurarak onun tefsîr olmaktan çok bir edebiyat eseri olduğunu söylemektedirler. Ne varki Hz. Muham­med'in getirdiği en büyük mucize Kur'ân olduğunu ve Kur'ân'ın taşıdığı en büyük i'cazın da edebî i'câz olduğunu hatırlayacak olursak Fî Zılâl'il-Kur'ân'da Seyyid Ku­tub'un edebî zevke hitâb etmesinin ne derece yerinde olduğu açıkça görülür. Bu ki­tabımızda gördüğümüz gibi başlangıcından günümüze kadar hemen hemen İslâm müelliflerinin büyük bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'in edebî i'câzı üzerinde durmuş ve muhtelif edebiyyat san'atları yönünden Kur'an'ı tefsir etmeye çalışmışlardır. Ne var ki bu edebî tefsîr türünün zirvelerinde Seyyid Kutub'un Fî ZılâPil-Kur'ân'ı yer alır. Bu gerçek hem klasik, hem de çağdaş Arap edebiyatı bakımından geçerlidir.

Seyyid Kutub bu eserinde klasik tefsîr modellerine .uygun olarak Kur'ân'ın ke­lime kelime izahıyla oyalanmak yerine, Kur'ân'ın pratik cephesini ve hayatta yaşa­nan, yaşanabilecek noktalarını ortaya koymaya çalışmış ve bir yerde hayatın kitabı olan Kur'an'ı yine hayatın içine indirgemiştir. Böylece uzun yıllardan beri minber­lerin ve mihrâbların köşesine hapsedilmekle yüz yüze bulunan Kur'an'ı cemiyyet ara­sına getirmeye çalışmış ye bu hususta fevkalade başarılı olmuştur.

Seyyid Kutub, hitâb etmek istediği günümüz insanının anlayacağı bir üslûb kul­lanmayı tercih ettiği gibi, üzerinde önemle durduğu mes'elelerin de hayalî veya tari­hîn bir döneminde vuku bulmuş mâzîye ait bir vakıa olmaktan çok yaşayan insanın günlük hayatında karşılaştığı gerçekler olmasına da dikkat etmiştir. Zaman zaman duygu, ihsas, ümîd ve arzularına da yer verdiği bu eserinde Seyyid Kutub Ondoku-zuncu Yüzyıldan beri gelişen modernleşme ve ıslâhat düşüncelerinin esasen eksik plan yönlerini ve taşıdıkları çıkmazlarını da ortaya koymuştur. Bu bakımdan o, fikir iti­bariyle Afgânî'den sonra gelişen modernist zihniyete tâm olarak bağlı değildir ve bu sebeple birçok eserlerinde olduğu gibi Fîl sûresi tefsirinde de Muhammed Abdu-hu, Muhammed tkbâl ve Cemâleddin Afgânî gibi Ondokuzuncü yüzyıl islâm düşü­nürlerini çok dikkatli biçimde eleştirmiştir.

(Fî Zilâi'il-Kur'ân tefsiri, İsmail Hakkı Şengüler, Emin Saraç ve tarafımızdan türkçeye tercüme edilerek 16 cilt halinde Hikmet Yayınlan arasında neşredilmiştir.)

Seyyid Kutub'un tefsîre kazandırdığı modern üslûb, ifâde ve güçlü soluktan son­ra başta Mısır olmak üzere diğer Arap ülkelerinde onu aşabilecek veya onun stilin­den daha farklı bir stille eser ortaya koyacak orjinal bir müfessİr yetişmemiştir. Ve yapılan tefsîr çalışmalarının çoğunluğu ya klasik tarza dönüş veya bilimsel izah tar­zında olmuştur. Bu bakımdan Muhammed el-Behiyyin bazı sûrelerin tefsirinden olu­şan eseri, Hanefî Ahmed'in et-Tefsır'ül-İlmî li'1-Âyât'il-Kevniyye fî'1-Kur'ân isimli, Kur'an'ı pozitif bilimlerle yorumlamaya çalışan tefsîri, Muhammed İzzet Derveze'-nin Kur'ân-ı Kcrîm'i nüzul sırasına göre tefsîr eden ve bu noktada gerçekten başarı­lı olan Tefsîr'ül-Kur'an'il-Kerîm'i, Mahmûd Hicâzî'nin daha çok vaaz ve nasihat üslubuyla kaleme almış olduğu et-Tefsîr'ül-Vazıh isimli tefsîri ve nihayet Seyyid Ku­tub ekolüne mensûb olan ancak te'lif gücü bakımından Seyyid Kutub'un çok çok gerilerinde kalmış olan Saîd Havva'nın tefsîri günümüz Arap dünyasında karşılaş­tığımız başlıca tefsîr çalışmalarıdır. Fakat bu çalışmalardan hiçbirisi ne klasik mo­delde, ne de modern tefsîr faaliyetinde karşılaştığımız örnekleri geçemedikleri gibi her iki gruba da idhâl edilemezler.[4]

 

III- KUZEY AFRİKA ve MAĞRİB'DE TEFSÎR ÇALIŞMALARI

 

Endülüs'ün çöküşüyle birlikte "yeşilada"da yaşayan müslümanların büyük bir kısmı Kuzey Afrika'ya geçerek burada oldukça köklü bir kültür tabanı oluşturmuşlardır. Kuzey Afrika ülkelerinin islâm ülkeleri içinde sömürgeleşen ilk bölge olması ve Afrika'ya yönelik misyonerlik faaliyetinin çıkış noktası bulunmaları nedeniyle İslâm dünyasının imparatorluk merkezi dışındaki bölgelerinden daha önce Batılı emperyalistlerin hedefi haline gelmiştir.

Ne var ki, Hind Kıt'asmda olduğu gibi Kuzey Afrika'da geniş tabanlı bîr mo­dernleşme faaliyetine şâhid olmuyoruz. Buna karşılık Kuzey Afrika'nın tepkisi içe-dönme ve düşmanı red şeklinde tezahür etmektedir". Bunun sebebi belki Kuzey Afrika halkının arapça konuşması nedeniyle geleneksel anlayışın halk tabanına geniş bi­çimde yayılması olabilir. Sudan'da Mehdi'nin ve Cezayir'de Abdülkâdif'in faali­yetleri ile çok canlı mücâdele örneklerine şâhid olduğumuz Kuzey Afrika'da fikrî canlılık aynı derecede hareketli olmasa da bazı modern tefsîr anlayışına uygun ça­lışmalar göze çarpmaktadır.

Şimdi biz Kuzey Afrika'da kaleme alınmış bulunan tefsirlerden bazılarını tanı­maya başlayalım:

1-  Muhammed el-Mirganî (öl. 1268/1852)

Muhammed Osman İbn Muhammed el-Mirğanî, 1208 (1794) yılında Tâİfte dün­yaya gelmiş, küçük yaşta babasını yitirmiş, öğrenim hayatına burada başlamış, sonra Mekke'ye gelerek Fâs'lı Şeyh Ahmed İbn İdrîs'in ders halkasına katılmıştır. Adıge-çen zâtın teşvikleri ile kendini İslâm'ı tanıtmaya adayan Muhammed Osman; Mısır ve Habeşistan'a gitmiş, bir süre Eritre'de kalmış ve Eritre'de ilkel hayat yaşayan kabileler arasında bulunarak onlara İslâm'ı tanıtmış ve müslüman olmalarını sağla­mıştır. Bir süre Güney Mısır'a giden Muhammed Osman, sonunda Sudan'a geçmiş ve diğer yerlerde olduğu gibi Sudan'da Hâtİmiyye adı verilen bölgeye yerleşerek ça­lışmalarını devam ettirmiş ve burada mescidler inşa edip Islâmiyyeti tanıtmaya ça­lışmıştır Sözkonusu edeceğimiz Tâc'üt-Tefâsîr'den ayrı olarak Şerh'ul-Beykâniyye, ez-Zuhûr'üI-Fâika ve Ğunyet'üs-Sûfiyye gibi eserleri de bulunan Muhammed Os­man, 1268 (1852) yılında vefat etmiştir.

İki büyük boy iki cilt halinde kaleme almış bulunduğu Celâleyn tefsiri tarzında olup daha çok Kur'ân'ın anlaşılması güç ifâdelerinin anlatılması amacına yönelik­tir. Öncelikle dille alâkalı açıklamalara yer veren Muhammed Osman çok kısa bi­çimde âyetleri tefsîr etmeye çalışmıştır. Uzun tarihî ma'lümâta yer vermekten kaçınan Muhammed Osman mevzu' hadîslerden ve Isrâiliyâttan da uzak durmaya çalışır. Ancak sûrelerin başında İşârî tefsirlerde yer alan bazı remizlere dikkat çeker. Tefsî-rin fazlaca orijinal bir tarafı yoktur. (Daha geniş bilgi için bkz. Zîriklî, el-A*lâm, VII, 144-145; Brockelmann, G.A.L., II, 475; Suppl., II, 809-810; Ömer Rıza Keh-hâle, Mu'cem'Ül-müellifîn, X, 286; Menî'Abdülhalîm Mahmûd, Menâhic'ül-Müfessirîn, 355-360)

2- Tâhir el-Cezâirî (öl. 1338/1920)

Tâhir İbn Salih İbn Ahmed İbn Mevhûb el-Cezâirî, aslen Cezayirli olup 1268*de (1852) Şam'da dünyaya gelmiş, burada öğrenim gördükten sonra İbranca, Süryân-ca, Habeşçe, Türkçe ve Farsça gibi şark dillerini öğrenmiş, mektep müfettişliği gö­revinde bulunmuş ve Kudüs'te Hâlidiyye kütübhânesinin kurulması faaliyetine katılmış, bilahere Kahire ve Şam'a gitmiş Şam'da Zâhiriyye kütübhânesi müdürlü­ğü, Mecma'ül-llmî el-Arabî'nin azası olmuş ve 14 Rebî'ül-Âhir 1338 (1920) yılında vefat etmiştir. Daha çok Arap diliyle ilgilenen Tâhir el-Cezâirî'nin birçok yayınları­nın yanısıra küçük bir de tefsîri mevcûddur. Onun gördüğü ve tanıdığı eserlerle ilgi­li ma'lûmâtlar ihtiva eden tezkireleri eserlerinden daha fazla ün salmıştır

(Daha geniş bilgi için bkz., Zîriklîel-A'Iâm III, 320; Serkis, Mu'cem'ül-Matbûât, 688-691; Fahrî el-bârûdî, el-Müzekkirât, I, 58; eş-Şattî, Terâcim A'yân'ü Dımeşk, 120; Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi, II, 775; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cem'ül-Müellifîn, V, 35-36)

3- Abdülhamîd Benbâdis (öl. 1359/1940)

Abdülhamîd tbn Muhammed Mustafâ tbn Mekkî tbn Badis 1305 (1887) yılın­da Kosantîne'de doğmuş, aslen Sınhâc kabîlesine mensûb bir ailedendir. Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzettikten sonra Tunus'a gelmiş ve 1912 yılında ZeytÛne Üniversitesinde öğrenimini tamamlamış, sonra hacca gitmiş ve burada Şeyh Beşîr el-lbrâhîmî gibi Cezayirli bazı kişilerle buluşmuş ve Cezayir'in bağımsızlığı için mücâdele verilmesi konusunda anlaşmıştır. 1931 yılında gizlice Cezayirli Müslüman Bilginler Cemiyeti­ni kurmuştu. eş-Şihâb isimli bir mecmua çıkarmış ve Fransız emperyalizmine karşı bayrak açmıştır. Yirmibeş yıl süresince Kur'ân tefsîri üzerinde çalışan Benbâdis Fran­sızlar tarafından büyük işkencelere maruz bırakılmış ve 1940 yılında Cezayir'de ve­fat etmiştir.

Benbâdis'in Kur'ân tefsîri Muhamed Abduh ekolünün anlayışına yaklaşmak­tadır. Kur'ân'm Kur'ân veya Sünnetle tefsirine gayret eden Benbâdis eserinde gün­cel bilgilere de yer vermiştir.

(Daha geniş bilgi için bkz., Zîriklî, el-A'Iâm, IV, 60; Menî' Abdülhalîm Mah-mûd,Menâhic*ül Müfessirîn,323-326; Ömer Rızâ Kehhâle, Mü'cem'ül-Müellifîn, Vt 105)

4- Tâhir tbn Âşûr (öl. 1395/1975)

Siyâsî, ilmî ve fikrî alanda birçok büyük şahsiyetlerin, yetiştiği bir aileye men­sûb bulunan Muhammed Tâhir İbn Âşûr, Tunus'ta dünyaya gelmiş, Kur'ân ve arapça öğrenimini geliştirdikten sonra Zeytûne üniversitesine girmiş, burada muhtelif İs­lâm ilimlerini de öğrendikten sonra değişik dinî görevlerde bulunmuştur. Maddî du­rumu yerinde olan ailesinin de desteği ile babalarından tevarüs ettiği kitâblarım derleyerek zengin bir kütübhâne kurmuş ve burada dinî ilimleri neşre çalışmıştır. Bir süre Ezher Şeyhi olan Tunus'lu Muhammed Hıdir Hüseyin ile birlikte Tunus'un kurtuluş hareketinde de etkin rol almış bulunan Tâhir İbn Âşûr, emperyalist Fran­sızlar tarafından hapse atılmıştır. Tunus'un bağımsızlığını kazanmasından sonra îs-lâmî konulardaki düşünceleri nedeniyle Burgiba yönetimiyle ters düşmüş olan Tâhir İbn Âşûr Tunus müftüsü olmuş, bir müddet sonra bu makamdan ayrılmıştır. İdarî görevden uzaklaştıktan sonra tefsîr yazmak fikrini gerçekleştirmiş olan Tâhir tbn Âşûr diğer tefsîrlerden derlemiş olduğu et-Tahrîr ve't-Tenvîr isimli tefsirini yazma­ya başlamıştır. Eski tefsîrlerden yararlanmışsa da onlarda bulunmayan ince nokta­lan tesbite çalışmıştır. Geçmişi bütünüyle reddetmeyen Tâhir İbn Âşûr, eskiden yararlanarak yeni bir düşünce tarzı kurmaya çalıştığını belirtmektedir: "Eskilerin sözleri karşısında insanları iki şekilde gördüm: Bir kısmı eskilerin yazmış oldukları eserlerin üzerine abanıp kalmışlar. Diğer bir kısmı da eline bir balyoz alarak geç­mişten kalan her şeyi kırıp yıkmaya çalışıyor. Bana göre her ikisinin de pek çok zararı vardır. Halbuki gerek abanmaktan ve gerekse kırmaktan uzak bir başka tarz daha bulunmaktadır: Bu tarz geçmişin ortaya koymuş olduğu değerleri inceleyerek onları geliştirme ve genişletme yoludur. (Tâhir İbn Âşûr, et-Tahrîr, önsözünden nak­leden Menî Abdülhalîm Mahmûd, Menâhİc'ül-Müfessİrîn, 336)

Bu anlayışla tefsirini kaleme alan Muhammed Tâhir İbn Âşûr Kur'ân'ın edebî i'cazını ve Arap dili bakımından inceliklerini de tebarüz ettirmeye çalışmıştır. Ku­zey Afrika'da yazılmış bulunan en önemli tefsirlerden birisi olan Tâhir İbn ÂşÛr'-un tefsiri aynı zamanda modern tefsîr faaliyetine örnek teşkil edebilecek değerli bir tefsîrdir. (Daha geniş bilgi için bkz., Menî Abdülhalîm Mahmûd, Menâhic'ül-Müfessirîn, 333-338)[5]

 

IV- HİND YARIMADASINDA TEFSÎR ÇALIŞMALARI

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, islâm dünyasındaki uyanış ve modern düşünce hareketi ilkin Hind yarımadasında başladı. Bilhassa Şâh Nakşibend'in getirmiş ol­duğu tasavvuf anlayışı ile tslâm dünyasını uzun yıllar kapsamlı biçimde etkilemiş olan Muhyiddîn Ibn'ül-Arabî'nin vahdet-i vücûd anlayışına karşı çıkması ve yeni­den düzenli şer'î prensiblerle tasavvufî fikirleri uzlaştırmaya çalışması Hind yarı­madasında yeni bir şekillenişin temelini oluşturdu. Şâh Veliyullah Dihlevî' (öl. 1762/ Onsekizinci yüzyılda Hind kıtasında Şâh Nakşibend ile gelişen şer'î tasavvufî dü­şünceyi daha da kökleştirdi. Bilâhere Seyyid Ahmed'in oluşturmaya çalıştığı Selefi düşünce,.Şeyh Muhammed Kasım Nânotevî (öl. 1880) nin kurmuş olduğu Divbend İlimler Enstitüsü ile yeni bir seviyye kazandı. Bu dönemde Behvüpâl Melikesi Sultân-ı Cihan Begüm Hân'ın büyük gayretiyle kurulan Dâr'ül-Musannifîn' ile İslâm kay­naklarını yeniden ele alarak çağın ihtiyâçlarına göre yorumlama faaliyeti hız kazan­dı. Adıgeçen Behvüpâl melikesinin samîmî olarak İslâm ilimlerini ihya etmeye çalışması ve kendisinin ünlü düşünür Sıddîk Hasan Bahadır Hân'la evlenmesi, Hind ki t'asında islâmî düşünüşün yeni bir boyut kazanmasına neden oldu.

1- Sıddîk Hasan Bahâdır Hân (öl. 1307/1890)

Ebu't-Tayyıb Sıddîk Hasan Hân İbn Ali el-Hüseyn el-Buhârî el-Kannûcî. As­len Buhârâlı olup 1248 (1832) yılında Kannûc'da dünyaya gelmiş, burada Öğrenim gördükten sonra Dehlî'ye gelerek Şeyh Sadreddîn'den ders almış ve bilâhere yarı bağımsız bir hanlık olan BehvüpâFa giderek burada şöhrete ulaşmıştır. Şâh Veli­yullah Dihlevî'nin te'sîrinde kalan Sıddîk Hasan Bahâdır Hân, Hicaz'da Şevkânî'-nin öğrencileri İle tanışmış ve dönüşünde Behvüpâl melikesi Sultân Cİhân Begüm Hân'la evlenerek Behvüpâl meliki ve emîri unvanını almıştır. İlmî şöhretinden do­layı Begüm Hân'ın kendisiyle evlenmesi her bakımdan Sıddîk Hasan Hân'a geniş imkânlar ve büyük bir itibâr te'mîn etmiştir. Yaklaşık 220'ye yakın eseri bulunan Sıddîk Hasan Bahâdır Hân'ın en büyük eseri şüphesiz Feth'ül-Beyân fî Makâsıd'il-Kur'ân isimli tefsiridir. Rivayet ve dirayet metodlarını birleştiren bu tefsîr açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış ve genellikle selefi akideye mensûb müfessirlerin fikirlerine yer vermiştir. Sıraladığımız tefsîr çalışmaları içerisinde orijinal bir-nitelik taşımamakla beraber, Hindistan'da yeni bir çığır açmış olması bakımından önem ifâde etmektedir. Genellikle Re'y ehline karşı bir tavrın sergilendiği bu tefsîr, bir­çok bilgin tarafından eleştirilmiştir.

(Daha geniş bilgi için bkz., Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi, II, 757-759; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cem'ül-Müellifîn, VII, 66)

2- Ebu'1-A'lâ-el-Mevdûdî (öl. 1400/1979)

1903 Eylülünde Hindistan'ın Haydarâbâd bölgesinin Örnekâbâd şehrinde dün­yaya gelen Mevdûdî, Çiştiyye tarikatının kurucularından Şeyh Kutbeddîn Mevdû-dî'nin soyundandır. Babasının vefatı üzerine öğrenimini yanda bırakarak gazeteciliğe başlayan Mevdûdî; Tâc, Müslim, Cemiyyet gibi gazetelerde makaleler yazar ve ya­zılarıyla Hind kıt'asındaki müslümanlan uyarmaya, İngiliz emperyalizmine karşı mü­câdeleye teşvik eder. Tercümân'ül-Kur'ân ismiyle çıkarmaya başladığı dergi Pâkistân'in büyük şâiri Muhammed İkbâl'in dikkatini çeker. Onun yakın teşvikle­rini gören Mevdûdî 1941 yılında Cemâat-i İslâmî adıyla bir parti kurarak siyâsî faa­liyetlere iştirak eder. Hindistan'da bir müslüman devlet kurulması fikrini Muhammed İkbâl ile birlikte ateşli biçimde savunan Mevdûdî, 1948'de Pakistan'ın kuruluşuyla bu "devletin islâmî devlet olması için mücâdele verir. Ancak siyâsî sulta tarafından 1950 yılında tutuklanır. 1964 yılında tekrar tutuklanan Mevdûdî bir müddet sonra serbest bırakılır.

Kurmuş olduğu siyasi teşekkülle birlikte İslâm düşüncesini yeniden ihya ede­bilmek için büyük çaba harcayan Mevdûdî, oluşturduğu araştırma gruplarıyla bir yandan İslâm düşüncesinin temellerini aydınlatmaya çalışırken, diğer yandan da müs-lümanın çağdaş dünyada karşı karşıya bulunduğu problemlere çâreler arar ve İs­lâm'ın ana kaynağı ışığında asrın problemlerini çözmeye çalışır. Gerek siyasi gerekse sosyal konularda onun ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalar, gerçekten de; bugün müslümanların karşı karşıya bulunduğu problemlere İslâm kaynaklan ışığında ras­yonel çözümler götürür. Mevdûdî bu çalışmaları ile asrımızda en verimli eserler or­taya koymuş bir fikir adamı hüviyetini kazanmıştır. Tefhîm'ül-Kur'ân isimli tefsiri; klasik tefsîr kültürüne yeni şeyler eklemezse de Batı kültürü içinde yetişmiş entel-lektüellere Kur'ân'ı anlatıp tanıtmak bakımından oldukça yeni ve modern bir üslûb getirmektedir. Arapça kaynakların elde bulunmadığı ve Arap olmayan müslüman­ların zengin tefsîr kaynaklarının dağınık birikintileri altında boğulup kalmadan Kur'­ân'ı anlayıp öğrenmelerini sağlaması bakımından bu tefsîr adından da anlaşılacağı gibi son derece yararlıdır. Dilimize de çevirilmiş bulunan bu tefsîr zaman zaman çok kısa da olsa klasik kaynaklarda karşılaştığımız yorumlardan farklı yorumlarda getirmektedir.

(Daha geniş bilgi için bkz., Halîl Ahmcd el-Hâmidî, Ebu'l A'la el-Mevdûdî, Hayatuhu ve Efkârûhu[6]

 

V- İRAN'DA TKFSÎR ÇALIŞMALARI

 

Bilindiği gibi modern İran düşüncesinin temelleri XVII. yüzyılda Molla Sadra tarafından atılır.

Şîrâz vâlîsî Allahverdi Hân'ın adı geçen kentte bir medrese kurarak başına Sad-reddîn Şirâzî'yi getirmesiyle birlikte hızla yenilenmeye başlayan Şîî düşünce, daha önce de belirttiğimiz gibi Molla Muhsin Feyz Kâşânî, Mirza Hasan Lâhîcî, Hüseyin Tonkâbûnî, ve daha sonra Hacı Molla Hâdî Sebzâverî, Molla Ali Nûrî, Molla Ali Müderris Zünnûnî gibi birçok İslam düşünürünün yetişmesini sağlamıştır. Günü­müze kadar, devam eden bu ekolün temsilcileri   arasında Ebu'I-Hasan   el-Kazvînî Muhammed Kâzım Assâr ve Seyyid Muhammed Hüseyn Tabâtabâî gibi çağdaş bil­ginlerin ismini sayabiliriz.

1- Muhammed Hüseyn et Tabâtabâî (öl. 1402/1982)

Molla Sadra ekolUne mensub olan Seyyid Muhammed Hüseyn tbn Muhammed lbn Mirza Ali Asgar; birçok ünlü Şiî din bilgininin yetiştiği Tabâtabâî ailesinden olup, 29 Zilhicce 1321 (1903) yılında Tebriz'de doğmuş, Tebrîz, Necef ve Kum kent­lerinde öğrenim görmüştür. O zamanki Şîî medrese eğitim sistemine göre mukadde-mât eğitimi sutûh eğitimi ve Hâriç eğitimi adı verilen ilköğretim, orta öğenim ve yüksek öğrenimini tamamlayan Tabâtabâî, Muhammed Hüseyn en-NaîmîMuham-med Hüseyn en-Necefî'den fıkıh ve usûl ilmi okumuş, Seyyid Hüseyn Bâdkûlî'den felsefetahsîliyapmıştır. Seyyid el-Kâsım el-Havansârî'den fizik ve matematik bilim­lerini okumuş olan Tabâtabâî, Hacı Mirza Ali Kâdî'den de ahlak öğrenimi görmüş­tür. 1343 yılında (1924) Tebriz'den Necefe geçen Tabâtabâî, on yıl burada kaldıktan sonra 1365 (1945) yılında tekrar memleketi olan Tebriz'e yerleşmiştir. 1944'de Teb­riz'de felsefe ve tefsîr dersleri vermeye başlamış ve kısa zamanda ünü bütün İran'a yayılmıştır. Her yıl sonbaharda birçok yerli ve yabancı ilim adamının katıldığı ilmî tartışmaları yönetmiş olan Tabâtabâî din ve felsefe ile ilgili bu tartışmaları aynı za­manda neşretmiştir.

Bugün günümüz îran İslam devriminin önemli simalarından Murtazâ Mutah-harî, Doktor Behişti, Şîâ âlimlerinden Cevâb el-Âmûlî, Şeyh Muhammedi ve Şeyh Misbâh el-Yezdî gibi birçok kişinin yetişmesinde müessir olan Tabâtabâî'nin 37 ese­ri bulunmaktadır. Arapça ve Farsça yazan Tabâtabâî'nin Sadreddîn Şîrâzî'nin Es-fâr'i Erbaa'sına, Küleynî'njn Usûl'ül-Kâfi'sine ve Muhammed Bakir el-Meclisî'nin Bihâr'ül-Envâr'ına, Muhammed Kâzım el-Horasanî'nin el-Kifâye isimli usûle dair eserine yazmış olduğu ta'likâtın yanısıra, felsefeye dâir Bidâyet'ül-Hİkmet'i meş­hurdur. Farsça yazmış olduğu Kur'ân ve İslâm İsimli eseriyle Şîî düşünce üzerine Henri Corbin ile yaptığı konuşmaları ünlüdür.

Tabâtabâî'nin en büyük eseri şüphesiz ki yirmi cİId halinde arapça kaleme aldı­ğı el-Mîzân fî Tefsîr'il-Kur'ân isimli eseridir. Bu tefsirinde klasik ve modern kay­naklara başvurmuş olan Tabâtabâî hadîs, gramer, fıkıh ve felsefî yorumlamalara yer vermektedir. Sekiz bin sayfayı aşkın olan bu tefsîr 1956 yılında yayınlanmaya başlamış, 1972 yılında tamamlanmıştır. Her sûrenin başında o sûre ile ilgili bilgileri özet olarak veren Tabâtabâî, mekkî ve medenî oluşlarına göre sûreleri ve âyetleri tartışmakta, kelimelerin anlamlarını verdikte/ı sonra bu konuda klasik Arap Şiirin­den örnekler getirerek felsefî ve kelâmî açıklamalara yer vermektedir.

Diğer Şîî bilginler gibi Tabâtabâî de Kur'ân-ı Kerîm'in bâtını anlamı üzerinde fazlasıyla durmaktadır. Ona göre: "Şeriatın zahirinin arkasında onun bâtını olan gerçekler bulunduğu doğrudur. însanm bunu elde edebileceğini söylemek de doğru­dur. Ancak kullanılacak metod dinî hükümlerin zahirini anlarken kullanılan me-toddur. Zahirin göstermediği bâtının bulunması olur şey değildir. Zâhİr, bâtının adresi ve yoludur. Kur'ân'ın zahirine uygun düşmeyen gerçek bir bâtının olması muvafık değildir. Burhanın reddedip çelişik saydığı zahiri veya bâtınî bir gerçek olamaz. Di­ni koyan yaratıcının göstermiş olduğu şeyden doğruya daha yakın bir şeyin bulun­ması olur şey değildir." (Tabâtabâî, el-Mîzan, V, 282)

 (Daha geniş bilgi için bkz. Ali el-Evsî, et-Tabâtabâî, ve Menhecuhu fî Tefsîrihî'l-Mîzân).[7]

 

GELECEĞİN UFUKLARI:

 

Bu araştırmamızda görüldüğü gibi, müslümanlar daha ilk günden itibaren Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak ve anlatmak için büyük çaba harcamışlar. Rivayet şek­linde dilden dile aktarılan tefsîr tarzının tamamlanıp tedvîn döneminin başlamasın­dan sonra, gelişen hayatın seyri içerisinde müslümanların karşılaştıkları problemleri çözümlemek üzere Kur'ân'a başvurmaları sonucu yeni bir tefsîr tarzı olan dirayet tefsiri türü doğmuştu. Geçen sayfalarda gördük ki; her bilgin, kendi zamanındaki kültürel, ilmî ve fikrî seviyeye göre Kur'ân-ı Kerîm'i anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştır. Diğer taraftan gerek itîkâdî, gerekse amelî, mezheplerin hepsi bir yan­dan kendi görüşlerini Kur'ân ve sünnete dayanarak tesîs ederken, diğer yandan da kendi dünya görüşleri doğrultusunda Kur'ân'dan delîller bulmaya çalışmışlar ve bu­nun neticesinde mezhep tefsirleri doğmuştur. Böylece zenginleşen tefsîr literatürü, îslâm dünyasındaki bilginlerin en önemli iştigâl sâhâsı olarak karşımıza çıkmıştır.

Biz birinci hicret asrından bu yana baktığımızda her asırda yaklaşık otuzun üze­rinde, tefsîr [yazıldığını müşahede etmekteyiz. Bu demektir ki; her devirde bilginler, Kur'ân'ıanlayabilmek için büyük çabalar harcamışlar ve muhtelif açılardan Kur'ân'a yaklaşmaya çalışmışlardır. Biz bu araştırmamızda yalnızca Kur'ân tesfîri adıyla neş­redilmiş veya günümüze ulaşmış eserleri ve müelliflerini bahis mevzuu edebildik. Hal­buki çok az bir zümre istisna edilirse, İslâm dünyasında yazılan bütün eserlerde Kur'ân'ın muhtelif yönlerden değerlendirildiğini veya muhtelif görüşlerin Kur'ân'-ın bakış açısıyla değerlendirildiğini görmekteyiz. Bu çalışmalar, başlı başına bir tef­sîr olarak değerlendirilmemekte müstakil bilimlere âit çalışmalar olarak mütalaa edilmektedir. Bu da gösteriyor ki; ondört yüzyıl boyunca müslümanlar hangi konu­da araştırma inceleme yapar ve hangi alanda düşünürlerse düşünsünler, mutlaka Kur'­ân'dan bir şeyler almış ve Kur'ân'ı kendi bakış açıları doğrultusunda değerlendirmeye çalışmışlardır.

Ne var kî zamanla İslâm dünyasında duraklayan diğer ilimler gibi tefsîr ilmi de bir duraklama dönemine girmiştir. Az önce de belirttiğimiz gibi, tefsîr ilmi; için­de yaşanan dünyanın şartlarına göre Kur'ân'ı anlayıp yorumlama metodu olarak değerlendirilince, siyâsî, sosyal ve ekonomik alandaki gelişmelerin bu ilmin seyrine de etkili olması gayet tabiidir. Onaltıncı yüzyıldan itibaren duraklamaya başlayan İslâm toplumuyla birlikte tefsîr alanında da bir kısırlık görülmeye başlar. Ondoku-zuncu yüzyılın başlarından itibaren çok çeşitli problemlerle yüzyüze gelen islâm dün­yasında beliren fikri canlılık ortamında, tefsîr faaliyetinin de canlanıp geliştiğine şâhid olmaktayız. Yirminci yüzyılda gelişen olaylar ve İslâm dünyasının karşı karşıya bu­lunduğu problemler; tefsîr sahasında da yankısını hissettirmekte ve dolayısıyla Ba­tılılaşma, Laisizm ve Modernizasyon problemleriyle birlikte tefsîrin konuları ve muhtevası da daha canlı ve dinamik bir yapı kazanmaktadır.

Her sâhâda görülen klasik ve modern; eski ve yeni; Doğu ve Batı tartışmaları ve bunun getirdiği sorunlar tefsîr faaliyetlerinde de gözlenmektedir.

Ancak hicretin onbeşinci asrı, İslâm dünyası bakımından Ondördüncü asrın­dan daha parlak ve şanslı gibi görülmektedir. Bu bakımdan ondördüncü asırda görülen, tefsirdeki canlılık ve dinamizmin önümüzdeki yüzyılda çok daha değişik veçhelere bürüneceği düşünülebilir. Ne var ki genel olarak İslâm dünyasının bütün mes'elelerinde olduğu gibi, tefsir konusunda da bazı tıkanmalar gözlenmektedir. Özel­likle düşünce dünyasındaki açmazlar dolaylı veya dolaysız olarak tefsire de yansı­maktadır.

Bir milyarın üzerinde genç, dinç ve sorunlarla iç içe girmiş olmanın dinamizmini yaşayan İslâm dünyasının önünde; zorluklar ve meşakkatlerle dolu olsada daha ay­dınlık dolu ve daha parlak bir ufuk görülmektedir. Karşı karşıya bulunduğumuz bu aydınlık ufuklar içinde daha nice yeni tefsirlerin zengin tefsir literatürüne ekle­neceği şüphesizdir. Bu bakımdan tefsir sâhâsı tıkanmıştır, burada yeni hiçbir şey söylenemez diyenlere hak vermek imkanımız yoktur. Kanaatimizce tefsir sahası tı-kanmamıştır, aksine geçmişe göre çok büyük açılarla ve daha geniş olarak Önümüze açılmıştır. Yeter ki şâirin sözüne İyice kulak verelim

"Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhamı; Asrın idrâkine söyletmeliyiz   İslâm'ı"[8]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/231-264

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/267-268

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/268-273

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/273-285

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/285-288

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/288-289

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/289-291

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 16/291-292