9

TEVBE    SÛRESİ

 

بَرَاءَةٌ مِنَ اللّهِ وَرَسُولِه اِلَى الَّذينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (1) فَسيحُوا فِى الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِى اللّهِ وَاَنَّ اللّهَ مُخْزِى الْكَافِرينَ (2) وَاَذَانٌ مِنَ اللّهِ وَرَسُولِه اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّهَ بَرىءٌ مِنَ الْمُشْرِكينَ وَرَسُولُهُ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِى اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَليمٍ (3) اِلَّاالَّذينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِكينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيًْا وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَدًا فَاَتِمُّوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلى مُدَّتِهِمْ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقينَ (4) فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواالْمُشْرِكينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُواالصَّلوةَ وَاتَوُاالزَّكوةَ فَخَلُّوا سَبيلَهُمْ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (5) وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِكينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَاْمَنَهُ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ (6) كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكينَ عَهْدٌ عِنْدَ اللّهِ وَعِنْدَ رَسُولِه اِلَّا الَّذينَ عَاهَدْتُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَمَا اسْتَقَامُوا لَكُمْ فَاسْتَقيمُوا لَهُمْ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ  الْمُتَّقينَ (7) كَيْفَ وَاِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لَا يَرْقُبُوا فيكُمْ اِلًّا وَلَا ذِمَّةً يُرْضُونَكُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ وَتَاْبى قُلُوبُهُمْ وَاَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ (8) اِشْتَرَوْا بِايَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَليلًا فَصَدُّوا عَنْ سَبيلِه اِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (9) لَايَرْقُبُونَ فى مُؤْمِنٍ اِلًّا وَلَاذِمَّةً وَاُولئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ (10) فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلوةَ وَاتَوُا الزَّكوةَ فَاِخْوَانُكُمْ فِى الدّينِ وَنُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (11)

 

 

M E A L İ:

1-- Bu, ELLAH'tan ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yaptığımız müşriklere ihtardır. 2-- Yeryüzüne dört ay daha dolaşabilirsiniz. ELLAH’ı âciz bırakamayacaksınız, ELLAH Kâfirleri rezil edeceğini bilin. 3-- Ve bilin ki bu, ELLAH ve Resulünün Hacc'ı Ekber günü, insanlara ilan ve Beyânıdır ki, ELLAH ve Resulü artık müşriklerin ahitlerinden beridir. Eğer tevbe ederseniz hakkınızda hayırlı olur. Yüz çevirirseniz bilin ki ELLAH’ı âciz bırakamayacaksınız. Kâfirlere elim bir azabı müjdele... 4-- Yalnız antlaşma hükümlerine size karşı bir eksiklik etmeyen müşriklerle yapmış olduğunuz antlaşmalarınızda sonuna kadar riayet edin. ELLAH sakınanları sever. 5-- Hürmetli aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse peşlerini bırakın. Çünkü ELLAH Gafur ve Rahîm'dir. 6-- şayet müşriklerden biri sana sığınacak olursa, ELLAH’ın sözlerini dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güven içinde varacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz insanlardır.              7-- Mescidi Haram’ın yanında antlaşma etmiş olduklarınızın dışında müşriklerin ELLAH katında ve Resulünün önünde antlaşmaları nasıl olur? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse, sizde kendilerine doğrulukla muamele edin. ELLAH antlaşmaları bozmaktan sakınanları sever. 8-- Onların nasıl ahitleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi, size karşı ne akrabalık bağına nede muahede hükümlerine aldırış etmezlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar. Onların pek çokları Fasıktır.      9-- O Fasıklar, ELLAH’ın ayetlerini az bir değere değişip insanları onun yolundan alıkoydular. Onların işlemiş oldukları bu hal gerçekten çok kötüdür. 10--  Onlar bir Mümin hakkında ne akrabalık bağlarına nede antlaşma hükümlerine riayet ederler? Onlar taşkınların tamam kendileridir. 11-- Eğer tevbe eder, Namaz kılar ve Zekât verirlerse Din'de sizin kardeşiniz olurlar. Biz ayetlerimizi bilen insanlar için böyle açıklıyoruz.

M E R A M I:

ELLAH ve Resulünden Müşriklere geçici olarak bir Beraaet vardır.

Onlara dört ay bir mühlet verilmiştir. Ki, bozmuş oldukları İmân Ahdini ve Halife’i Resule karşı olan sorumluluklarını yerine getirsinler diye...

Bu Ezan ELLAH'tan ve Resulünden Hacc'ı Ekber günü, yani hakimiyetin bilakaydu şart ELLAH’ın ve Resulünün olduğu günden Kıyâmete dek bütün insanlara bir duyurudur. Ki, ELLAH ve Resulü, beşeri hükümlerle hükmedenlerden ve ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlardan uzak ve beridir. Ama son Resule İmân edip Halifesine teslim olanlardan ELLAH ve Resulü razı olup memnundur.

Bunların dışına kalan insanlardan, sadece Halife’i Resul ile antlaşma yapanlara, yapılan antlaşma gereği iyi davranılmasını istemektedir.

Antlaşma edip de badehu antlaşmalarına riayet etmeyen Müşriklerin yakalandıkları yerde öldürülmelerini emretmektedir. Lâkin tevbe ederseler, İmân ederseler ve Halife’i Resule teslim olup, Namaz kılıp, zekât verirseler ELLAH’ın affına, müminlerin emanına ererler.

Bunlardan başka Müşriklerden ELLAH’ın affına ermeyip, Halife’, Resulün emanına ulaşan Müşrikler şunlardır: Savaştığı saf’ı terk edip İslam cemaatine sığınan Müşriklere eman verilir ve gitmek istedikleri yere tehlike arz etmediklerinde emniyet içinde gönderilirler. Bu iyilik, olur ki onların İmân etmesine vesile olur.

Bunlardan başka antlaşma yapılmış olunan Müşriklerin dışına kalan Müşriklerin ELLAH katında ve Resulü önünde bir emanları yoktur.

Çünkü o zalimler fırsat bulup galip geldiklerinde müminlerin lehine hiçbir şarta ve hiçbir yakınlığa değer vermezler. Ama İslam galip olursa kalpleri istemezken dilleriyle dostluk etmeye çalışırlar. Çünkü Fasıktırlar.

Fasık oldukları için ELLAH’ın ayetlerini, tağutun maaş ve makamı ile değişip müminleri İslamdan ayırarak tağutun --LAİK--  düzenine hizmet ettirirler. ELLAH’da: Bunlardan daha zalim insan olmaz der.

İşte bu zalimler için ne İmân bağı olur, ne akrabalık, ne arkadaşlık, ne kardeşlik bağı olur. Zira bu zalimler batıl yolda olan insanların en taşkınlarıdır.

Öyle ki, tevbe etmek hatırlarına dahi gelmez. Çünkü namaz kılıp zekât verirler ama İslam Cemaatinde yerini alan müminleri kardeş edinmeyip tağutun cemaatine sinen laik müminleri kardeş edinirler. ELLAH ıslah etsin.

V E  İ Z A H I:

Sûre'i Enfal'in Mahal ve Mahiyeti değişmeden, Rahman ve Rahîm sıfatı ile tam bir sür'at ve şiddet hevasına bürünerek düşmana gözünü açtırmamak üzere, ELLAH Habibinin lisanıyla Müşriklere sesleniyor: BERAAETUN! Yani ELLAH ve Resulü ile antlaşma yapıp da badehu antlaşmalarını bozan müşriklere geçici olarak bir beraaet verilmiştir. İmdi, ELLAH ve Resulüne, Halifesine düşman olan Müşrik ve Kâfirlere ihtar verme zamanı ne zamandır? Hac farizasının Ekberle ifa edildiği zaman, Kâfir ve Müşriklere ihtar verilmiş olup, ihtar verilme zamanıdır. Öyleyse Hac, Ekber olarak nasıl ifa olunur? Ki, o şartları yerine getirelim de, Haccımız Ekber olup Kâfirlere ve Müşriklere ihtar ve ilam verme hakkına sahip olalım? Bu sorulara cevaben deriz: Hacc'ı, Ekber makamına irca eden şart, ELLAH’ın hükümleri, Risâletin yolundan hâkim olduğu gün yapılan Haclar, Hacc'ı Ekber olur. Ve o yapılan Haclar da Kâfir ve Müşriklere ihtar ve ilam verilmiş olur. Yani ELLAH’ın burda vermiş olduğu ihtar ve ilam geçerliliğini koruyup tekrar be tekrar ELLAH’ın lisanı ile ve Resulünün sünneti ile verilmiş olur. Belki hem de Evet, Arafat’tan bütün Dünyaya Halife’i Resulün lisanından bu âyetler en seri iletişim cihazları ile duyurulur. Böylesi bir Halife’i Resule sahip olmadan ve ELLAH’ın hükümlerini hâkim kılmadan tağutun ruhsatı ile yapılan Haclar, Tağuti düzenin istikrarına kalb olup hâkimiyetini, Hac ibadeti ile kabul etmek olur. Yani o makamdan tağuta, Yahudi ve Nasaralara Bi’at etmek olur. Böylece de: --LEBBEYK ELLAHUMME LEBBEYK-- telbiyesini, lebbeyk ey reisim, ey kralım ve ey laik düzenim lebbeyk telbiyesine çevirir.

Öyleyse Arefe günü şu günde bu günde olursa Haccul Ekber olur diyenlerin biraz olsun sallanmaları, uyanmaları güzel olur. Sırt üstü yatmaktansa kıç üstü otursalar yeter kanaatindeyiz. Yani Evet, tağutun ruhsatı ile Hac olmaz, Cum'a kılınmaz demeleri uyanıp oturmalarına vesile olacaktır. Aksi halde Yahudi ve Nasaraların bozması olan tağutun ruhsatı ile tağutun İmameti altında Vahdet olup ELLAH’a kulluk etmeye mecbur kalacaklardır. Ve mecbur kalmışlar ki, bu gün yeryüzünde olan İslamın müminleri, kırk küsur parça Hubel’in ruhsatı ile Hac ediyorlar. İşte bu Haclar, İslamın Menasıkı Haccından değillerdir. Sadece, Menasıkı laiklik ve Menasıkı demokrasi Haccından olabilirler. Böylece küfre Vahdeti temin etmiş olurlar. Oysa Hac, Cum'a, Bayram ve sıra Cemaatin hikmeti Resulullah'ın izinden ELLAH’ın İslam dinine yani İslam hükümetine Vahdete amirdirler.

Öyleyse Halife’i Resul olmayınca Cum'a olmaz. Cum'a olmayınca Hac olmaz. Hac olmayınca yeryüzünde ELLAH Tevhid edilmiş olmaz. Yani ELLAH tek olarak Rab, Razık, İlâh ve Hafız kabul edilmiş olmaz. Öyleyse burda söylenecek son söz şudur: müminlerin Dünya ve Âhiret işlerini yürüten İmamlar tağutun yanlısı, bağlısı maaşçısı ve yardımcısı olursa bunlara uymak sevap değil Günahı Kebair olur. Çünkü ELLAH ve Resulü bu gibilerden uzak olup beridir. Şayet tevbe edip Halife’i Resule dönerseler, şüphe yok haklarında hayırlı olur. Ama haklarına hayırlı olan bu tevbe’i etmeseler ELLAH’ı âciz bırakacak değiller ya... Zira ELLAH, Azizun Zuntikam'dır ve Kahharu Kibriyadır. Ki, müminlerle antlaşma edip de, sözüne duran Müşriklere mühlet veriyor ve düzeni Risâletin altına kendilerine hayat hakkı tanıyor. Çünkü Risâlet düzeni, ELLAH’ın düzenidir.

Tevbe sûre’sinin bu ilk âyetleri, gayrı müslimler, son Resulün Risâletine İmân etsinler diye bir Dâvettirler. Çünkü İslam Gemisi yüzdürülmüştür. Ki, önünü kesen ve kesmek isteyen haydutların önlerinin kesilmesini ve İmân edip Namaz kıldıkları, Zekât verdikleri takdirde yani yüzen İslam gemisine bindikleri takdirde, yollarının açılmasını emretmektedir. Yolları açılmayıp öldürülmeleri emredilen haydutlar şunlardır: İslam Gemisi ve kaptanı hakkında, kimdir o ve onlar diyerek müminlerin ve Halife’i Resulün aleyhinde bir karalama ile aşağılamaya kalkan yakalandığında öldürülür. Yada faaliyetlerinden tecrit edilirler.

İşte Rabbimizin emri: Şayet müşriklerden sana sığınanlar olursa, ELLAH’ın sözlerini dinlemeleri için onlara Aman ver. Sonra onları güven içinde varacakları yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz insanlardır. Öyleyse ve muhakkak, yeryüzünden ve gökyüzünden haberdar olup haber vermek ilim değildir. İlim, ancak ve sadece Tevhid ilmi olan Risâlet yolunu ve ilmini ve düzenini idrak etmektir. Yani ilim, ELLAH’ı Tevhid, Tahmid, Tekbir ve Tenzih etmektir. Bu ilmi bilmeyen ve beceremeyen Kâfir ve Müşrik olarak ortada sırıtıp kalır. Ortada sırıtarak kalmamak için, son Resulullah'a İmân edip Halifesinin emri altına girip İmanın zarfı olan Namaz'ı kılarak Zekât vermek farzdır. Öyleyse son Resule İmân ettiğini deyip, ama Namaz kılmayanlar ve Namaz kılması için tağuttan ruhsat alanlar, yani tağutun izniyle Cum'a kılıp sıra cemaatlere koşanlar, İmanlarına zulüm karıştırdıklarını, yani ELLAH'tan başka yada ELLAH ile beraber İlâh edindiklerini bilmezler. Söylesen inanmazlar. Çünkü İmân edip Namaz kılan müminlerin Tağuttan izin alıp ELLAH’a ibadet edemez şeklinde bir bilgileri yoktur. Bu bilgiden yoksun olan insan, mutlaka ahdi misakını bozar ve bozmuştur. Ki, ELLAH ile beraber gayrı İlahlar edinmişlerdir ve Risâletten gayrı itaat edilecek, uyulacak makam ve düzenler bulmuşlardır. Böylece ELLAH’ın dinini tahrip ve tağyir etmişlerdir. Okuyalım: 

وَاِنْ نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُوا فى دينِكُمْ فَقَاتِلُوا اَئِمَّةَ الْكُفْرِ اِنَّهُمْ لَا اَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ (12) اَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِاِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَؤُكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ اَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللّهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَوْهُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (13) قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِاَيْديكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنينَ (14) وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ (15) اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّهِ وَلَارَسُولِه وَلَاالْمُؤْمِنينَ وَليجَةً وَاللّهُ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (16)

M E A L İ:

12-- Şayet ahitlerinden sonra yeminlerini bozarda dininize dil uzatırlarsa, sizde küfrün elebaşlarıyla vuruşun. Belki vaz geçerler çünkü onların ant ve ahitleri yoktur. 13-- Yeminlerini bozup ELLAH’ın Resulünü yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden, düşmanlıkta ilk olan bir kavim ile savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer Müminlerseniz bilin ki asıl korkulması lâzım olan ELLAH’tır.  14--  Onlarla savaşın ki, ELLAH onları sizin ellerinizle cezalandırsın. Onları zelil etsin. Yardımıyla sizi üzerlerine galip kılsın da müminlerin gönüllerini hoşnut etsin.  15--  Kalplerinde olan Gayzı gidersin. Zira ELLAH dilediğine tevbe nasip eder. ELLAH Âlim ve Hâkim olandır. 16-- ELLAH içinizden Cihad edenleri, ELLAH ve Resulünden başka sırdaş edinmeyenleri belli etmeden sizi kendi halinize bırakacağını mı sanıyorsunuz? ELLAH işlediklerinizden haberdardır.

 

M E R A M I:

ELLAH’ın bu ayetlerinden hissesini almayan insan, ELLAH’ın son Resulüne İmân edemez ve İmân ettiği halde Risâlet'e ve Halifesine Bi’at verip teslim olamaz. Böylece Ahdi Misakını ve antlaşmasını bozar.

Haliyle ELLAH’ın emriyle öldürülmeye layık olurlar. Çünkü bunların geçmiş selefleri, ELLAH’ın Resulünü yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden kişilerdir. Hem bu nedenle olacak ki, bu seleflerin günümüzdeki halefleri Resulullah'ın Halifesini vazifesinden terhis edip sürmüşlerdir. Öyleyse böylesi zalimlerle savaşmayı ELLAH on üçüncü ayetiyle emru ferman ediyor.

Onları müminlerin elleriyle cezalandıracağını vaad ediyor. Böylece müminleri galip edip gönüllerini hoş edeceğini bildiriyor. müminlerin kalbinde yatan Gayzı gidereceğini Beyân ediyor. Ne var ki ELLAH dilediği insana İmân ve dilediği Mümine de, İmân yolunda sebat nasip edendir.

V E  İ Z A H I:

Son Resule İmân etmeyen her insan ve son Resule İmân edip de, Halifesinin emrinde olmayan her Mümin şüphe yok Ahd ve Antlaşmalarını bozmuşlardır. Yani Evet: İmân etmeyen Gayrı Müslimler, ruhlar âleminde ELLAH’a vermiş oldukları sözü bozmuşlardır. İmân edenler de, tağutun emrini amir edinip ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmeye yöneldikleri için, Resulullah ve Halifesiyle yapmış oldukları Bey'at Antlaşmasını bozmuşlardır. Böylece bunlar da ruhlar âleminde ELLAH’a vermiş oldukları sözden cayanlardan olmuşlardır. Öyleyse bu zalimler, hem ruhlar âleminde, hem de mülk âleminde ELLAH’a verdikleri sözden caydıkları için, sadece ruhlar âleminde verdiği sözden cayanlardan daha azgın, daha şaşkın ve daha zalim olmuşlardır. Ki, ELLAH o zalimlerle bu zalimleri terbiye ediyor. Yani onların elleriyle bu zalim müminleri yani tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid olan bu müminleri cezalandırıyor. Oysa ELLAH on dördüncü ayetinde: Onlarla savaşın ki, ELLAH onları sizin ellerinizle cezalandırsın buyuruyor. ELLAH sözünden caymayacağına göre, demek bu zalimler sözünden caydı ve onlarla savaşmadı ve savaşmamak için Halife’i Resulü vurup çıkardılar. Ama şimdi ELLAH onların elleriyle bunları cezalandırıyor. Ve bunları zelil edip onların yüreklerine serin su serpiyor. Çünkü onlar ELLAH’a bir kez söz verip bir kez caydılar. Bunlar ise, iki kez söz verip iki kez cayandırlar. Böylece günahları onlardan çok olup, onların günahlarını ağır basarak aşağılara düşendirler. Böylece ELLAH’ın şu ayetinin muhatabı olup yeryüzüne rezil olandırlar:         --ELLAH içinizden Cihad edenleri, ELLAH’dan, Resulünden ve müminlerden başka sırdaş edinmeyenleri belli etmeden sizi kendi halinize mi bırakacağını zan ediyorsunuz? Oysa ELLAH işlediklerinizden haberdardır.-- Okuyalım: 

مَا كَانَ لِلْمُشْرِكينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّهِ شَاهِدينَ عَلى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ اُولئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ وَفِى النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ (17) اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّهَ فَعَسى اُولئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدينَ (18) اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَجَاهَدَ فى سَبيلِ اللّهِ لَايَسْتَوُنَ عِنْدَ اللّهِ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ  الظَّالِمينَ (19) اَلَّذينَ امَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فى سَبيلِ اللّهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّهِ وَاُولئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ (20) يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فيهَا نَعيمٌ مُقيمٌ (21) خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا اِنَّ اللّهَ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظيمٌ (22) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَتَّخِذُوا ابَاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْايمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُولئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (23) قُلْ اِنْ كَانَ ابَاؤُكُمْ وَاَبْنَاؤُكُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَشيرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّهِ وَرَسُولِه وَجِهَادٍ فى سَبيلِه فَتَرَبَّصُوا حَتّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِه وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقينَ (24)

M E A L İ:

17--  Müşriklerin, ELLAH’ın Mescidlerini ziyaret etmeye ve Mescidi mamur etmeye hakları yoktur. Onlar kendi küfürlerine kendileri şahittir onların bütün amelleri boştur. Zira onlar ebedi olarak ateşte kalıcıdırlar.  18--  ELLAH’ın Mescidlerini ancak ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân eden, Namaz kılan ve Zekât veren ve ELLAH'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte Sıratı Müstakimde olması umulanlar bunlardır. 19-- Hacca gelenlere su vermeyi, Mescidi Haram’ı imar etmeyi,  ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmak ve ELLAH yolunda Cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar ELLAH katında bir değildir. ELLAH zalimleri hidayete erdirmez.  20--  İmân edip Hicret eden ve ELLAH yolunda mallarıyla canlarıyla savaşan kimselerin ELLAH’ın yanında dereceleri pek büyüktür. İşte kurtulanlar bunlardır. 21-- Rableri onlara Rahmetini, Rızasını ve içinde tükenmeyen nimetleri bulunan Cennetleri ebedi kalmak üzere müjdelemiştir. 22-- Orda ebedi kalırlar. Doğrusu mükafatın büyüğü ELLAH katındadır. 23--  Ey Müminler! Baba ve kardeşlerinizi, şayet küfrü sevip İmana tercih ediyorsalar dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse işte onlar kendisine yazık edenlerden olur.         24--  De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız mesken ve yurtlar size ELLAH ve Resulünden ve onların yolunda savaşmaktan daha sevimli ve değerli ise, o halde ELLAH emrini gönderinceye kadar bekleyin. ELLAH Fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.

M E R A M I:

ELLAH, Müşrikler kendi küfürlerine şahiddir derken şunu demektedir: Son Resule İmân edip Namaz kılan Mümin şayet Halife’i Resulün elinde, emrinde olmayıp tağutun, vesayetiyle Yahudi ve Nasaraların elinde ve emrinde olarak ELLAH’ın emridir diye Cami ve Mescid yapanların sağyını ve Namaz kılanların Namazını kabul etmeyeceğini demiş oluyor. Böylece bunların Kâfir olduklarını bildirmiş oluyor.

ELLAH, böylesi müminlerin Müşrik olduklarını izhar ederken, Mescidlere yani idareye ancak son Resule İmân edip Halifesine teslim olan, Namaz kılan ve Zekât veren böylece ELLAH'tan başka kimseden korkmayıp kâfirlere boyun eğmeyen müminlerin layık olduğunu ve layık olacağını bildirmiş oluyor.

Bunların dışına kalanlar ise, ELLAH’ın Rızası namına yaptıklarını zerreden küreye dek kabul etmeyeceğini ve kabul etmediğini söylemiş oluyor.

Son Resule İmân edip Halifesine Hicret ile Cihad edenlerin dışında, İmanın ve müminin olmadığını ve olamayacağını ders vermiş oluyor.

Böylece son Resule İmân edip Halifesinin emrinde mallarıyla canlarıyla Cihad edenleri, içinde ebedi kalmak üzere cennetle müjdeliyor.

Tekrar ve tekrar orda ebedi kalırlar diyerek. Müminleri yanında olan derecelere böylece isteklendirmek istemektedir.

Ki, Baba ve kardeşte olsa, Küfrü İmana yani tağutun Hükümlerini ELLAH’ın hükümlerine tercih etmeleri halinde, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettikleri takdir de dost edinilmemelerini emretmektedir.

Böylesi zalim baba ve kardeşler dost edinildiği takdir de ELLAH’ın emri gelene dek bekleyin haberini vermektedir. Yani böylesi zalimler idareyi ellerine aldıkları takdir de onlarla savaşmaya, yirmi dördüncü âyette Beyân edilenlerin sevgisi mani olmamalıdır demektedir. Mani olduğu takdir de, mutlaka hükmünü müminlerin aleyhinde vereceğini bildirmektedir.

V E  İ Z A H I:

Bu dersin birinci ayetinde: Müşriklerin ELLAH’ın Mescidlerini ziyarete ve mamur etmeye hakları yoktur haberinden şunu anlamamız doğru olur: müminlerin üzerine Yahudi ve Nasaraların ve valisi olan tağutun tasarruf etmeye, amir olmaya hakları yoktur. Çünkü bu zalimler Şeriatullah'a düşman olduklarını iftiharla söylerler. Öyleyse mümin bunları başına baş ederse ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve talebe olursa ve böyle olanlardan İmanının selameti için şeyhler, üstadlar edinirse şüphe yok Müşrik olur. Çünkü Mescidlerin imarı tamiri derken, aklımız taşa, çiniye ve boyaya gitmesin de, üç kişi bir sahrada birlikte secde ederse oranın Mescid olduğuna aklımız gitsin. Öyleyse tağutun hâkimiyeti altında yakuttan yapılıp, binlerce Cemaati olan Mescidin, harab olduğunu ve Dirar olduğunu bilsin ve bilelim. Öyleyse Mescid, Cami sözcükleri ile Cemaat, düzen, emir ve idare kastedildiği bilinsin. Bu gerçek bilindiği an, müminlerin idaresine ELLAH’a, Âhiret gününe İmân edenler, Namaz kılanlar, Zekât verenler ve Zekât düzenini çalıştırıp gayrı İslami düzenlere sapmaktan ELLAH'tan korkanlar gelir ve getirilir. Böylece ELLAH’ın Rızasını almak, hidayete ermek ELLAH'tan umulur. Zira ELLAH’ın Mescidleri dört duvar olmayıp kalplerdir ELLAH’ın Mescidleri. Kalplerin, Halife’i Resulün etrafına Vahdet olması ELLAH’ın Mescidi olan Beytullah'tır. Öyleyse bu Beyti Müşriğin ziyaret etmeye ne hakkı vardır? Çünkü ELLAH ile beraber gayrı bir İlâhı kalbinde taşımaktadır. Gerçi cami, yol, çeşme, köprü ve hasta hane yapmak bunların cemaatlerine yardım etmek ihtiyaçlarını temin etmek fena şeyler değildir. Ne var ki, bunları Müşrikler ve Kafirlerde yapar ve yapıyorlar. Nitekim bunlar, Dünyanın her köşe bucağında artan bir hızla yapılmaktadır. Bu cümleden olmak üzere Mescidi Haram altın, gümüş işlenip oraya gelen insanlar: Artık bu kadar yeter diyeceği geliyor. Ve İslam dinine büyük bir hizmet olduğuna inanıyor. Öte yandan yeryüzünde Halife’i Resul yoktur. Halife’i Resulün yokluğu, İslam dininin yokluğudur. İslam dininin yokluğu da,  ELLAH’ı Tevhid etmenin zorluğudur, ELLAH’ı Tevhid etmenin yokluğudur. Zira ELLAH, İslamdan önce olan Cahiliye devrinde, yapılan Haclarla ve yapılan ibadetlerle ve yapılan cihadlarla ve zikirlerle şayet Tevhid ediliyordu ise, şüphe yok yapılan şimdiki haclarla ve kılınan Cuma’larla da ELLAH Tevhid ediliyor demektir. Çünkü İslamdan önce olan Cahiliye devrinde de, Halife’i Resul yoktu ve şimdide yoktur. İşte bu nedenledir ki, ELLAH Hicreti unutup Cihadı red edenleri, ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân etmemişlerden sayıyor. Su ve tamir işlerini ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmayan zalimlerde yapar ve yapmışlardır yapıyorlar diyor.

Öyleyse Halife’i Resulün olmadığı zaman yani İslam dininin olmadığı zaman tağutun ruhsatı ile yapılanlar ELLAH için olmaz. Çünkü Beytullah da ve şubeleri olan Camiler de Yahudi ve Nasaraların küfürleri, şirkleri aleyhinde karar almak ve konuşmak yasak olmuşsa, o eğri büğrü, cicili süslü binaların adı ne olursa olsun ELLAH’a değil tağuta hizmet için oldukları ve oluyor oldukları tebarüz eder. Böylece tağut denilen tuğyankâr da, ELLAH’ın karşıtı bir İlâh olduğu için, o yerlere toplanmak sadece Mümini Müşrik eder. Böyle yerlere girip Müşrik olmamak için, ELLAH yeryüzünü bu ümmete Mescid kılmıştır. Öyleyse Camilere Muvahhid girip de, Müşrik olarak dışarı çıkıldığı bir zamanda, yani tağutun ruhsatı ile Cum'a kılınıp bayramlar edinildiği bir zaman da, tağutun emrinde olan Camilere girmeyip yeryüzünde Mescidler edinmeli. Bunun ELLAH katında Hicret edip Cihad etmek gibi değeri ve derecesi vardır. Çünkü böyle etmekle tağuta Bi’at etmekten ve ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmekten kurtulur Mümin. Hem de o zalimlere İmanın en asgarisi olan Buğzu Fillahı yapmış olur Mümin. Böyle olup etmenin dışında o zalimlere Buğz etmek mümkün olmaz. Zira nasıl mümkün olur ki? Çünkü hem ruhsat verecek ve memurunu gönderip sana Cum'a bayram kıldıracak, Hac ve Umre yaptıracak sen ise ona Buğz edeceksin, lanet edeceksin? Hayır, bu olmaz. Çünkü onun Camisinde ve onun memurunun peşinde olup da, onlara lanet edenler şüphe yok kendisine lanet etmiş olur. Madem o ve düzeni lanete layıktır, kontrolü altında olan Camide, memurunun peşinde ne arıyorsun? Ve madem memurunun ardına kıldığın Namaz, yaptığın Cihad kabul edildiğine inanıyorsun daha ne diye lanet edeceksin onlara? Zira yaptığın bu lanet, en basit bir ifade ile ayıptır ayıp!

Bu konuyu böyle noktaladıktan sonra bilelim ki, İslam dininde dost edinmek için kan ve nütfe bağı yoktur. Sadece İmân bağı vardır, Bey’at bağı vardır. Öyleyse kim ve kimler baba ve kardeşi de olsa ELLAH’a ve Resulüne ve Halifesine düşman olduğunu bildiği halde, kan ve nütfe bağından dolayı dost edinirse, o müminin İmân ilişiği ELLAH'tan kesilir. Nitekim dersimizin son yirmi dördüncü ayeti bu konuyu açık, açık açıklamaktadır. Okuyalım: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız yurtlar ve meskenler sizin için ELLAH ve Resulünden ve Risâlet yolunda Vahdet olup savaşmaktan daha değerli ise ve daha sevimli ise o halde ELLAH emrini gönderinceye dek bekleyip durun. Fasık ve zalim olarak ölün. tağuta kul, Yahudi ve Nasaralara köle olun küfür ve şirk düzenlerine hizmet verin zira nasıl olsa ELLAH Fasıkları hidayete erdirmeyecektir. Dalaletten, felakete ve felaketten Cehenneme iletecektir. Son Resule İmân ettiği halde tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelenler Fasıktır. ELLAH Fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Okuyalım:

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ فى مَوَاطِنَ كَثيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ اِذْ اَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيًْا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِرينَ (25) ثُمَّ اَنْزَلَ اللّهُ سَكينَتَهُ عَلى رَسُولِه وَعَلَى الْمُؤْمِنينَ وَاَنْزَلَ جُنُودًا لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذينَ كَفَرُوا وَذلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرينَ (26) ثُمَّ يَتُوبُ اللّهُ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ عَلى مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ (27) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هذَا وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنيكُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه اِنْ شَاءَ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ حَكيمٌ (28) قَاتِلُوا الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَدينُونَ دينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ حَتّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ (29) وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسيحُ ابْنُ اللّهِ ذلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُنَ قَوْلَ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ اَنّى  يُؤْفَكُونَ (30) اِتَّخَذُوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّهِ وَالْمَسيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا اُمِرُوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اِلهًا وَاحِدًا لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (31) يُريدُونَ اَنْ يُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلَّا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ (32) هُوَ الَّذى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدى وَدينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّينِ  كُلِّه وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ (33) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنَّ كَثيرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَاْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبيلِ اللّهِ وَالَّذينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا فى سَبيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَليمٍ (34) يَوْمَ يُحْمى عَلَيْهَا فى نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ (35)

M E A L İ:

25-- Yemin olsun ki ELLAH size birçok savaş yerlerinde, sayınızın çokluğundan hoşlanıp da övündüğünüz, fakat çokluğunuz bir faide vermediği, yeryüzü genişliği ile beraber size dar geldiği ve nihayet dönüp gittiğiniz o Huneyn gününde yardım etti. 26-- Bozgundan sonra ELLAH Resulüne, Müminlere güvenlik verdi ve görmedikleri ordular indirip Kâfirleri azaba uğrattı. Kâfirlerin cezası budur. 27-- Bundan sonra ELLAH onlardan dilediğinin tevbesini kabul etti o Gafur ve Rahîm olandır. 28-- Ey Müminler! Müşrikler necistir. Artık bu yılınızdan sonra onlar Mescidi Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki ELLAH bol nimetleriyle sizi zengin kılar. ELLAH muhakkak Alim'dir, Rahîm'dir. 29--  Kendilerine kitab verilenlerden olup da, ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân etmeyen ELLAH ile Resulünün haram kıldığını haram saymayan hak dini kabul etmeyen kimselere boyun eğip size itaat etmeleri yada cizye’i verinceye kadar savaşın. 30-- Yahudiler: Üzeyir ELLAH’ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da: Mesih ELLAH’ın oğludur dedi. Bu, daha önce kâfir olanların sözlerine benzeterek, ağızlarına doladıkları sözdür. ELLAH'tan bulsunlar nasılda uyduruyorlar? 31-- Bu uyduranlar,  ELLAH’ı bırakıp bilginlerini, Rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i İlahlar edindiler. Oysa onlarda, tek olan ELLAH’a ibadet etmekten başkasıyla emr olunmamışlardı. Ondan başka hiçbir İlâh yoktur. ELLAH, bunların eş tuttukları her şeyden münezzehtir.        32-- ELLAH’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler, Kâfirler istemese de ELLAH nurunu mutlaka tamamlayandır. 33--  Müşrikler istemese de, dinini bütün Din'lerden üstün kılmak üzere Resulünü doğru yol ve Hak dini ile gönderen ELLAH’tır. 34-- Ey Müminler! Haham ve Rahiplerin çokları, insanların mallarını batılla yerler. ELLAH’ın yolundan alıkoyarlar, altın ve gümüşü biriktirip ELLAH yolunda sarf etmeyenlere elim olan azabı müjdele. 35-- Biriktirdikleri altın ve gümüşler, Cehennemin kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır. Bu, kendiniz için topladığınızdır. Biriktirdiklerinizi tadın denir onlara.

M E R A M I:

Şüphesiz ELLAH Müminlere, yani Halife’i Resule ve Bi’atlı olan Mü'minlerine yardım eder. Nitekim Huneyn gününde Müminlere yardım etti. Daha başka birçok yerlerde de yardım etti. Çünkü ELLAH’a İmân etmiş olup Resulüne ve Halifesine Bi’atlı olarak sadece ELLAH’a güvenirlerdi. ELLAH’a güven sarsılmasın diye ELLAH sayılarına, silahlarına güvendikleri bazı savaşlarda müminleri bozguna uğrattı. Çünkü Mümin, ELLAH'tan gayriye güvendiği, teslim olduğu an, helak olup gider.

Nitekim Huneyn gününde ordu bozulduktan sonra ELLAH kalplerine güven vermek suretiyle onlara yardım etti ve kâfirler layık olduğu cezayı buldu.

  Kâfirler cezasını bulduktan sonra, ELLAH'tan gayrı sayılara, silahlara güvenip de ordunun dağılmasına vesile olan Müminler de, hatalarını anladıkları için bağışladı. Zira ELLAH Gafurdur ve Rahîm'dir.

Gafur ve Rahîm olan ELLAH, bağışlayıp kendini, Resulünü ve Halifesini sevdirdiği Müminlere: Bundan böyle Müşrikleri yani İmân etmesine rağmen Risâletin ve Halifesinin emri, şemsiyesi altına olmayanları Mescidi Haram’a sokmayın emrini verdi. Çünkü bunlar tağutun şemsiyesi altına olup ruhsatı ile ELLAH’a yöneldikleri için müşriktirler. Her Müşrik de Necistir. Necis olan elbette ki, Mescidi Haramdan ve şubelerinden kovulmalıdır. Ta ki temizlenene kadar.

İmân edip İslama Hicret edip katılmadıkları müddet, Risâlet'e ve Halifesine Bi’at verip teslim olmadıkları müddet ELLAH’a ve âhiret gününe İmân etmiş sayılmadıklarından, İmana dâvet etmek, kabul etmeseler cizyelerini verinceye dek savaşmak Vâcıb olur. İmanlarına ve kitab ehli olduklarına bakılmaz çünkü Müşriktirler. Zaten kitab ehli olarak hem ELLAH’a hem tağuta uyarak müşrik oldular.

Zira kitab ehli oldukları için Üzeyir ve Îsâ Mesih’ten haberdar oldular. Ama onları ELLAH’ın oğlu ittihaz edip, kurulu şirk düzenlerine bu yolla ELLAH'tan onay alındığına işaret etmek istediler. Öyleyse günümüzde gayrı İslami olan düzenlerde, İmanı ile sinip tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelenlerde, Muhammed Mustafa’yı ELLAH’ın veledi ittihaz etmiş sayılırlar. Çünkü Mademki, geçmiş tağut'ların hâkimiyeti altında üstünlüğü kabul edilen Îsâ ve Üzeyir veledullah makamına layık görüldü, öyleyse aynı tağutun hâkimiyeti altına ruhsatı ile kabul gören Muhammed Mustafa’da veledullah olma hakkını kazandı. Verilen bu kıyastan tiksindiniz mi? öyleyse tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmaktan vaz geçin.

Ama Hayır, vaz geçmezsiniz. Çünkü önünüze uzun bir zaman Tevhidi Şirke çeviren, Şirki Tevhid diye pazarlayan, yani Kralın, Sultanın, Reisin saltanatı altında sizi cennete taşıyan ulema bozuntuları vardır. O bozuntuları günümüzde temsil eden bozuntu Halifeleri de vardır. Demek Yahudi ve Nasaralar bilgin dedikleri bilgisizleri, Rahip dedikleri Ruhbanları nasıl ki İlâh edindiyseler, günümüz müminleri de bu bozuntuları İlahlar edindiler. Çünkü sadece ELLAH’a ibadet edin diye emreden Îsâ, Üzeyir ve Muhammed Mustafa Veledullah çizgisine çekilmişlerdir.

Böylece ELLAH’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istemişlerdir. Hilafet'i, Şeriatı ılga etmeleriyle de ELLAH’ın nurunu söndürmüşlerdir. Ne var ki ELLAH’ın vaadi haktır, şayet bu zalimlerin üzerine Kıyâmet kopmayacaksa ELLAH nurunu tekrar yakıp tamamlayacaktır.

Çünkü bunu, Müşrikler yani Şeriata ve Hilafet'e düşman olanlar istemese de, ELLAH nurunu tamamlayıp istemeyenleri patlatıp isteyenleri sevince boğacaktır.

Ne var ki Müminler, tağuta Dinar mukabili Dinini satan ulema kırıntılarını tanıması şarttır. Çünkü bu zalimler tağutun yolunu ELLAH’ın yoluna tercih edip müminleri itaat ettirendirler. Böylece Altını, Gümüşü biriktirip ELLAH’ın yoluna engel olandırlar. İşte bunlara Azabullah'ın içinde gizli bir azap müjdelenmiştir.

ELLAH’ın yolunu engellemeleri karşılığı, Halife’i Resulü ve Şeriatullah'ı lağv edenlerden almış oldukları Altın ve Gümüşler kızdırılıp kendilerine sıva edilecektir. Mübârek olsun. Ama tevbe ederseler, bu Mübârek kelimesi tevbelerine raam olsun.

V E  İ Z A H I:

Kainatın hilkatine menşe olan Risâlet, insanlığa imam olursa insanların dalalete gitmesinin önü kesilir. Çünkü Resulullah'ın hayatı adım, adım önümüzde olup elimizdedir. Ve düşmanları da peşimizdedir. Öyleyse sapıtanlar bu Resule İmân etmediklerinden sapıttı ve İmân etmesine rağmen Halifesini, Teşriisini ılga ettikleri için sapıttılar ve bu sapıtan zalimlerin ruhsatı ile İmanın gereklerini yerine getirmeye yöneldikleri için sapıttılar. O ki sapıttılar ELLAH’da Hâlık olarak istediklerini verdi. Yani Yahudi ve Nasaralara uymayı, Şeriatullah'ı ve Halifetullahı lağv etmeyi bunlara kolaylaştırdı. Böylece hüküm verme hakkı ELLAH'tan alındı. Haliyle Mescidi Haram ve şubeleri bu zalimlerin eline kaldı. Oysa bu zalimler, Mescidi Haram’a ve şubelerine yaklaşmalarını ELLAH nehy etmiştir. Ne var ki, Hilafet'in ve Şeriatın ılga oluşu Müşriklerin Mescidi Haram’a yaklaşmalarını kolaylaştırmıştır. Böylece idareyi ellerine alarak, Mescidi Harama ve bütün şubelerine sahip oldular. Bu büyük İnkılab nasıl mı oldu diyorsunuz? Şöyle: Halife’i Resulün ve Şeriatullah'ın kaldırılmasıyla, bundan önce ELLAH tarafından lağv edilen semâvi Din'ler gibi, salıkları tarafından İslam dini lağv edildi. Ki, Mescidi Haramı ve şubelerini zalimler, müşrikler ellerine aldı. Elbette ki bu büyük İnkılabın, bu büyük cinayetin birinci Müsebbibleri veraseti Enbiya olan ve veraseti Enbiya olması icab eden Âlimler ve Şeyhlerdir. Ama bunlar, Ahbar ve Ruhbanlar gibi oldular. Batıl yollarla yani ELLAH’ın dini adına tağuta memur, muin olmakla halkın mallarını yediler. Ve aldıkları maaş karşılığı zalimleri adil ve meşru tanıttılar. Çünkü geçmişte Ahbar ve Ruhbanlarda bunlar gibi etmişti. Hem o Ahbar ve Ruhbanlar da, ELLAH’ın yolu olan Risâlet yolunu halktan uzaklaştırdıkları gibi bunlarda topladıkları Altın ve Gümüşlerin ve Köşklerin ve yeni model otomobillerin zeval bulmamaları için tağutun hâkimiyetini, ELLAH’ın ve Resulullah'ın hakimiyetine tercih ettiler. Yahudi ve Nasaraların hükümlerini Şeriatullah'ın yerine koyup kabul ettiler ve kabul ettirdiler. Ama ne gam? Zira Azabı elim ile müjdelenmişlerdir.

Evet,  bunların günahı gizli Şirktir. Yani zahiren Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe görünen ama görünen bu sıfatlar tağutun ruhsatı ile göründükleri için Müşriktirler. Hem bilelim ki, Şirkin her nevi'si idareden ve idareciden esinlenir ve Nefsin ELLAH'tan başkasına itimat ve itaat etmesiyle kemale erer. İşte böyle nice insanlar, Beytullah’da Hac eder ve Camilerde ELLAH der. Böylece nice insanlar Beytullah’ın ve Camilerin yönetimini eline almıştır ve almışlardır. İşte ELLAH böylesi Müşrikleri, yani Risâleti, Halifesini ve Şeriatı kabul etmeyenleri Beytullah'a ve şubeleri olan Camilere girmelerini yasaklamıştır. Yani müminlerin üzerine emir olup tasarruf etme hakkını yasaklamıştır. Öyleyse Mescidi Haram da dâhil bütün camilerin yönetimi yani bütün müminlerin yönetimi Müşriklere kalmıştır. Zira Halife’i Resulün yokluğu ile hâkimiyet rakipsiz olarak Yahudi ve Nasranilerin eline kalmıştır. Ki, nerde bir Emir, İmam, Reis, Kral, Sultan ve başkan varsa onlara tabi olmuşlardır. Böylece ELLAH’ın şu emri sahipsiz kalmıştır.                 --Kendilerine kitab verilenlerden olup da ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân etmeyen ELLAH ile Resulünün haram saydığını haram saymayan ve Hak Dini kabul etmeyen kimselerle boyun eğip itaat etmeleri, yani İmân etmeleri yada cizyeyi verinceye dek onlarla savaşın.-- İşte ELLAH’ın bu emri sahipsiz kalmıştır. Böylece hâkimiyet rakipsiz Yahudi ve Nasaraların eline kalmakla ELLAH’a ve Resulüne iftiralar edilmiştir. Çünkü kendileriyle İmân edinceye, yada Cizyeyi verinceye dek savaşan yoktur. Lâkin şu yada bu sebeplerle, savaşanlar çoktur. Buda ELLAH’ın hâkimiyeti, hükümleri için savaşmayanlara ELLAH’ın musallat kıldığı bir savaş belasıdır ve bir afettir. Ama Halife’i Resul olsaydı, Yahudi ve Nasaralarla savaşın emrini veren ELLAH’ın bu emri yerine gelmiş olacaktı. Ama şimdi savaş emrini veren Halife'i Resul olmadığı için, Müminler zillet içinde kalarak Cizye veriyorlar. O derece ki, Kıblegâhları olan Beytullahı bile savunamaz hale düştüler. Savunmak için Yahudi ve Nasaralardan yardım dilenir hale geldiler. Gerçi o Yahudi ve Nasaralar da ELLAH’ın kullarıdır, ama ELLAH’ın emri başkadır. Zilleti izzet görenler, ELLAH’ın başka olan emrini görüp idrak edemez. Nitekim geçmişin geçerli ümmeti olan yani geçerli Din sahibi olan Yahudi ve Nasaralar Risâletin gaye ve hikmetini anlayamadıkları için ELLAH’a bir iyilik, kulluk olur ve olsun diye Îsâ ve Üzeyir’i Veledullah diyerek ELLAH’ın rızasını almaya yöneldiler. Böylece Risâleti yani ELLAH’ın hükümlerini red etmiş oldular. Şayet Veledullah değil de, ELLAH’ın elçisi olarak kabul görseydiler, ELLAH’ı da tek ve Kahhar olan bir İlâh kabul etme ve hükümlerini infaz etme zorunda kalacaklardı.

Ama ELLAH’ın Hükümleriyle Hükmetmeyelim diye çabuk davranıp Îsâ ve Üzeyir’i Veledullah makamına oturttular. Böylece hem elçiler hakkında güya bir iyilik, hem de ELLAH’a en güzel kulluk ediyor olduklarını sandılar. Demek Risâleti ve Halifesini kabul etmeyenleri ELLAH böyle şaşırtır da, Üzeyir ve Îsâ ELLAH’ın oğludur diyenlerin bu Akidelerini kabul babında onlara sığındırır. Böylece bunlarda, Muhammed Mustafa’yı Veledullah kabul edenlerden olur. İmdi yeri ve gökleri nerede ise çatlatacak kadar büyük yalan olan bu iftira hakkında bizim sözümüz şudur: Mümin, İmanı üzerine ve itaat ettiği kişi üzerine ve kabul ettiği kanunlar üzerine çok titiz olmalıdır. Yani yapılan bir iş, verilen bir hüküm Kitabullah'a ve Sünneti Resule uygun olup uymuşsa kabul etmelidir. Değilse red etmelidir. Mümin böyle olup etmediği takdirde, Veledullah inancını kabul etmiş olur. Kabul ettiğinin işareti de: Hâkim'dir, Hükümettir, Şeyhtir ve Mücahid'dir diyerek her geveleyeni, adil kabul eder. İşte günümüzde çok derin ve yaygın olan bu şirk yolu ve bu şirk İmanı sirayet etmediği insan nerdeyse bırakmamıştır.

Şöyle ki: Onlarca parçaya ayrılan İslam Mü'minlerinin yöneticileri --Laikliği--  Din'leri olan İslama hürmet, hizmet namına kullanmaktalar. Böylece Yahudi ve Nasaralarca el üstüne tutulmaktalar ve el üstüne tutulan zalimlerin idaresini şirin, adil göstermek için de fetvalarını yazıp, hazır fetva çantalarla peşlerine gezen fetva bazlarda türemiştir. Böylece bu zalimlerde, ELLAH’ın nuru olan Dininin sönmesine, ELLAH’ın Dininden fetvalar uydurmuşlardır. Uydurulan bu fetvalar, ELLAH’a tuğyan eden zalimleri şımartıp Tebaalarından işkence yolu ile itaat temin ediyorlar. Öyle ki: Zulmümden değil, Adaletimden söz edersin, Cehlimden değil İlmimden, Cimriliğimden değil Sahavetimden, çirkinliğimden değil Güzelliğimden bahsedersin diyorlar. Artı şunu yazamazsın, şunu söyleyemezsin ve hatta şöyle, şöyle düşünemezsin diyorlar. Şuraya gidemezsin, şunu vereceksin, şunu alacaksın, şöyle giyineceksin ve şu kadar çocuk yapacaksın. Bütün bu zulümlerine Medeniyet, İlericilik ve Hürriyet derler. Lâkin kendileri ELLAH’ın Hürriyet dediğine tahammül edemezler. Aman haa Hürriyetimiz, Saltanatımız elimizden gider derler. Ne korkak ilahlarmış bunlar. Bunlar ne doymaz obur Razıklarmış ve ne korkak hafızmışlar bunlar. Zira yüz belki bin bekçi içinde uyuyamazlar. Ama ELLAH’ın Dinini kabul edip Resulünün yolundan ELLAH adına idare etseydiler, elçiye zeval yok düsturu ile huzur içinde olurlardı. Çünkü ne maddi, nede manevi sorumluluk taşımazlardı. Sadece ELLAH’ın emirlerini en güzel şekilde nasıl uygulayacaklarının sorumluluğunu taşırlardı. Da: Bu emir benim emrim değil Rabbimizin emridir derlerdi. İşte böyle diyene kim düşman olur? Ama bu bizim ve atamızın emridir diyene: Git ordan bende senin gibi bir insanım diyen yüzde seksen çıkar ve haksızda olmaz. Çünkü önünde mutlu, putlu olan azınlık zalimler haksızdır. İşte bunların ve bunların ahbap çavuşlarının düşmanı ELLAH’tır.

Ya Rab! Bizleri bu Zalimlerin şerrinden, cilvelerinden ve lazımdırlar anlayışından koru. Zira bu zalimler İnsanları son Resulüne İmân etmeye engel oluyorlar ve engel olmayıp İmân edenleri de sadece sana kulluk ettirmemek için, Dinine aşina edip de Dünyaya yönelen Âlimlerin vasıtasıyla muvaffak oluyorlar. Çünkü o Âlimlerin çoğu insanların mallarını batıl yolla yemeleri için, senin Hükümlerin ile Hükmetmeyen Kâfirleri, Zalimleri ve Fasıkları sureti haktan göstermek için Fetvalar uyduruyorlar. En azından susup geçiyorlar. Böylece Altını, Gümüşü biriktirip emrinde oldukları Emirlerle, senin yoluna engel oluyorlar. Öyleyse Ey rabbimiz! Bizleri bu Zalimlerin şerrinden koru.

Bu Zalimlerin şerrinden ELLAH’a sığınmak isteyen ey Müminler! Önünüze Âlim olarak geçenlere dikkat edin. Zira Yahudi ve Nasaraların Âlimlerinden birçokları, Tevrat ve İncilin hükümlerini Dinar, Mevkii ve Rütbe için tahrif etmişlerdi. Böylece ELLAH’ı bırakıp Krallara, Sultanlara kulluk etmişlerdi. Böylece Kralların keyfemayeşaa olan Hükümleri mukaddes olup ELLAH’ın Dininin yerini aldı. Binaenaleyh arkadan gelenlerde Dinullah adına Kralların yoluna sarıldı. Buna sebep, Dünyaya yönelen Âlimlerin fetvaları oldu. Oysa bu zalimler, ELLAH’ın yolunu değiştirmeyeceklerine dair, ELLAH’a sözde vermişlerdi. Buna rağmen Din'lerini satıp hazineler yığdılar. Bunları gören avam müminlerde, ELLAH’ın Dininin böyle olduğunu sandı.

Öyleyse bu ümmetin önüne geçen ey Âlimler! Siz sakın haa onlar gibi olmayın! Dininizi satıp Dünyayı almayın! ELLAH’ın Hükümlerini bırakan zalimlere yama, fetva baz olmayın! Zira sizi avam Müminler Âlim biliyor. Sizin işiniz ve sözünüz onlara anında tesir ediyor ve eder. Öyleyse ELLAH’ın Resulünden ve Halifesinden ayrılmayın ki, sizi takip edenlerde Hidayeti terk etmiş olmasınlar.

Son Resule İmân eden ey Müminler! Yahudi ve Nasranilerin ulemaları, Din'lerini verip Dünyayı aldıkları gibi, Âlim'dir diye takip ettikleriniz, onlar gibi Din'lerini verip Dünyayı almak için, ELLAH’ın Hükümleriyle Hükmetmeyenlere memur olursalar, derhal onların izlerini, sözlerini terk edin. Çünkü laik, faizci, fuhuşçu düzenin memurları İslam Dini namına izlenmez. Çünkü onlar batması Hak olan bir düzeni batmaktan koruyanlardır. Şöyle ki: Gayrı İslami Düzen ve Hükümlerin altında İslamın itaat, ahlak ve muamelat kaide ve kurallarından laik topluma tezkir verenler şüphe yok ELLAH’ın dinini tağutun düzenine olan yırtıklara yama etmiş olur. Öyleyse bunlardan daha zalim kim olur diye arayan bunlardan daha zalim'dir. İşte bu zalimlerin malları, cehennem kızdırıldığı gün kızdırılıp bunlara sıva edilecektir. Ki, ELLAH’ın Dinini vererek biriktirmiş oldukları mallar, kendilerinden ebedi Ayrılmasın diye... Okuyalım:

اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فى كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذلِكَ الدّينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا فيهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِكينَ كَافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَافَّةً وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقينَ (36) اِنَّمَا النَّسىءُ زِيَادَةٌ فِى الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِؤُا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّهُ زُيِّنَ لَهُمْ سُوءُ اَعْمَالِهِمْ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرينَ (37) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فى سَبيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِ اَرَضيتُمْ بِالْحَيوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْيَا فِى الْاخِرَةِ اِلَّا قَليلٌ (38) اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَليمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَاتَضُرُّوهُ شَيًْا وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (39) اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذينَ كَفَرُوا ثَانِىَاثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِى الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه لَاتَحْزَنْ اِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَاَنْزَلَ اللّهُ سَكينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذينَ كَفَرُوا السُّفْلى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِىَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ (40) اِنْفِرُوا خِفَافًا وَثِقَالًا وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ فى سَبيلِ اللّهِ ذلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (41) لَوْ كَانَ عَرَضًا قَريبًا وَسَفَرًا قَاصِدًا لَاتَّبَعُوكَ وَلكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْ يُهْلِكُونَ اَنْفُسَهُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (42) عَفَا اللّهُ عَنْكَ لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ حَتّى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِبينَ (43) لَا يَسْتَاْذِنُكَ الَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِالْمُتَّقينَ (44) اِنَّمَا يَسْتَاْذِنُكَ الَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فى رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ (45) وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلكِنْ كَرِهَ اللّهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَقيلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِدينَ (46) لَوْ خَرَجُوا فيكُمْ مَازَادُوكُمْ اِلَّا خَبَالًا وَلَااَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ وَفيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِالظَّالِمينَ (47) لَقَدِ ابْتَغَوُا الْفِتْنَةَ مِنْ قَبْلُ وَقَلَّبُوا لَكَ الْاُمُورَ حَتّى جَاءَ الْحَقُّ وَظَهَرَ اَمْرُ اللّهِ وَهُمْ كَارِهُونَ (48) وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ لى وَلَا تَفْتِنّى اَلَا فِى الْفِتْنَةِ سَقَطُوا وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحيطَةٌ بِالْكَافِرينَ (49) اِنْ تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَاِنْ تُصِبْكَ مُصيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ اَخَذْنَا اَمْرَنَا مِنْ قَبْلُ وَيَتَوَلَّوْا وَهُمْ فَرِحُونَ (50) قُلْ لَنْ يُصيبَنَا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلينَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (51) قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا اِلَّا اِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ اَنْ يُصيبَكُمُ اللّهُ بِعَذَابٍ مِنْ عِنْدِه اَوْ بِاَيْدينَا فَتَرَبَّصُوا اِنَّا مَعَكُمْ مُتَرَبِّصُونَ (52) قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْ اِنَّكُمْ كُنْتُمْ قَوْمًا فَاسِقينَ (53) وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلَّا اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّهِ وَبِرَسُولِه وَلَا يَاْتُونَ الصَّلوةَ اِلَّا وَهُمْ كُسَالى وَلَا يُنْفِقُونَ اِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ (54) فَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَلَا اَوْلَادُهُمْ اِنَّمَا يُريدُ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (55) وَيَحْلِفُونَ بِاللّهِ اِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَاهُمْ مِنْكُمْ وَلكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ (56) لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَاً اَوْ مَغَارَاتٍ اَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا اِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ (57)

M E A L İ:

36--  ELLAH gökleri ve yeri yarattığı günden beri ELLAH’ın yanında olan Kitab da ayların sayısı on ikidir. Bunların dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir hesaptır. Öyleyse o aylarda nefsinize zulmetmeyin... Toplu olarak sizinle savaşan Müşriklerle, sizde toplu olarak savaşın. ELLAH sakınanlarla beraber olduğunu bilin. 37-- Hürmetli ayların yerini değiştirmek Küfürde ziyadeleşmektir. Kâfirler böylece saptırıyorlar. ELLAH’ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak için onu bir yıl helal bir yıl haram diyorlar. Böylece ELLAH’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kılıyorlar. Kötü işleri kendilerine güzel göründü. ELLAH o Kâfirler güruhunu Hidayete erdirmez. 38-- Ey Müminler! Size ne oldu ki, ELLAH yolunda savaşın denilince yere çöküp kalıyorsunuz? Yoksa Âhiret'i bırakıp Dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünyanın menfaati Âhiretininkinin yanında pek azdır.  39-- Savaşa çıkmazsanız ELLAH sizi acıklı azaba uğratır. Yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Ona bir şeyde yapamazsınız. ELLAH her şeye Kadir'dir. 40-- Resulüme yardım etmezseniz, bilin ki Kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan ikiden biri olarak ELLAH ona yardım etmişti de, o arkadaşına: Üzülme ELLAH bizimledir diyordu. ELLAH ona güven vermişti, görmediğiniz ordularla desteklemişti. Böylece Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Çünkü ancak ELLAH’ın sözü yücedir. ELLAH Aziz'dir, Hakim'dir. 41-- İsteyen istemeyen hepiniz savaşa çıkın. ELLAH yolunda mallarınızla canlarınızla Cihad edin. Bilirseniz bu sizin hakkınızda hayırlıdır. 42--  Kazanç kolay yol yakın olsaydı, onlar sana hemen tabi olurdular. Ama zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi. Onlar ELLAH namına yemin edecekler: Gücümüz yetseydi sizinle birlik çıkardık diyecekler. Bunlar kendi öz nefislerini helak ediyorlar. ELLAH onların yalan söylediklerini biliyor. 43-- ELLAH seni af etsin, sözün doğrusunu söyleyenler belli olmadan, yalancıları bilmeden onlara niye izin verdin?  44--  ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân edenler Mallarıyla, Canlarıyla savaşmak istediklerinde geri kalmak için, senden izin almazlar. ELLAH Takva sahiplerini çok iyi bilendir.  45--  Ancak ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp bocalayan kişiler senden izin isterler. 46-- Savaşa çıkmak isteselerdi bir hazırlık yaparlardı. Ama ELLAH davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu. Acizlerle beraber oturun dedi.           47-- Aranızda savaşa çıkmış olsalardı ancak sizi bozmaya çalışırlardı. Ve Fitneye düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizden onlara kulak verenlerde var ELLAH zalimleri çok iyi bilendir. 48-- Yemin olsun ki daha öncede Fitne çıkarmak istemişlerdi. Sana karşı bir takım işler çeviriyorlardı. Sonunda istemedikleri halde Hak ortaya çıktı ve ELLAH’ın emri galip geldi. 49-- Onlardan: Bana izin ver beni Fitneye düşürme diyen vardır. Bilin ki, onlar zaten Fitneye düşmüşlerdir. Şüphe yok Cehennem Kâfirleri kuşatmıştır. 50-- Sana bir iyilik gelince onların fenasına gider. Bir kötülük gelirse: Biz önceden temkinli davrandık derler. Böylece sevinerek dönüp giderler.           51-- Deki: Bize ELLAH’ın yazdığından başkası ebediyen isabet etmez. O bizim Mevla'mızdır. Bunun için Müminler sadece ELLAH’a güvenip dayansınlar. 52-- Deki: Bize iki iyilik olan Gazilik ve Şehitlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa biz, ELLAH kendi katından yada bizim elimizle sizi azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyin zira bizde sizinle beraber beklemekteyiz.         53-- Deki: İstekli yada isteksiz verin, nasıl olsa kabul edilmeyecektir. Çünkü siz Fasıklarsınız. 54-- Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan ELLAH’ı ve Resulünü inkâr etmeleri Namaz'a tembel, tembel gelmeleri ve istemeyerek gönülsüz olarak infak etmeleridir. 55-- Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. ELLAH bunlarla onlara Dünya hayatında azap etmek ve canlarının Kâfir olarak çıkmasını ister. 56-- Sizden olmadıkları halde, sizden olduklarına dair ELLAH’a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir kavimdir. 57-- Bir sığınak yada bir mağara bulmuş olsalardı hemen oraya yönelip saklanırlardı.

 

 

M E R A M I:

Bilelim ki, Ayların sayısı on ikidir ve Ayların günlerini sayan sayaçta Aydır. Ki Ay, Ayları sayan sayaç olduğu için, her gün bir başka şekil alıyor. Böylece Ay’ın birinci gününü tespit etmek Hilalin Rüyetine kalıyor.

Öyleyse Rüyet ile değil de, hesap ile Ay’ın günlerini tespit edenler, Küfürde ileri giden zalimlerden oluyorlar. Çünkü hesap ile Ay’ın Rüyeti mümkün olmuyor. Mümkün olmayınca Ayların bir yada iki günü yerini değiştiriyor. Oysa Ay’ın tamamının yerini değiştirmeye Rızası olmayan ELLAH’ın, bir gününün de ileri yada geri alınmasına rızası yoktur.

ELLAH’ın Rızası dışında hareket edenler ve hareket edenlere tabi olanlar, şüphe yok ELLAH’ın yolu üstüne olup, yolu için savaşmazlar. Çünkü böylesi zalimler Dünyayı Âhiret'e tercih edenlerdir. Böylece de ELLAH’a ve Âhiret hayatına inanmayanlardır.

ELLAH’ın acıklı azabına Namzet olanlardır ve yerlerine kendilerine benzemeyen evlatlarla cezalandırılanlardır. Cezalandıran ELLAH’a da hiçbir şeyle bir noksan veremeyenlerdir.

Böylece ELLAH’ın Resulüne, Dinine yardım etmedikleri için, ELLAH’ın cezasını hak ettiler. Küfür kelimesine tabi kılınarak zillete uğradılar. Çünkü zillete uğratanın sözü Ââli ve hükmü caridir.

Öyleyse tevbe edelim ve Halife’i Resulün emriyle savaş da dâhil her şeyi yapalım. Bu uğurda malımızı canımızı verelim. Zira böyle etmemizin hakkımızda hayırlı olduğunu Rabbimiz Beyân ediyor.

Öyleyse yolun uzağına, kazancımıza ve zararımıza aldırmadan zahmetlere katlanarak Halife’i Resulün emrine, eline malımızla, canımızla teslim olalım. Da, ELLAH’a ve Resulüne karşı yalan söylemeye ve yalan yemin vermeye mecbur kalmayalım.

ELLAH’ın kabul edeceği hakiki özrümüz olmadan yalan özürler Beyân edip de, İslam cemaatinden geri kalmayalım. Zira ELLAH’ın her şeyi bildiğini bilelim. Da, yalanın bir işe yaramayacağını unutmayalım.

Yalan özürler Beyân ederek, mühim bir şeyden geri kalmak, insanı ELLAH’a ve Âhiret'e inanmamaya götürür. ELLAH’ın Ulûhiyyeti ve Resulü hakkında şüpheye düşürür. Çünkü Risâlet'e ve Halifesine teslim olmak İmanın, İmân olma farzıdır.

İmanın, İmân olma farzını yerine getirenler şüphe yok malıyla, canıyla emre hazır durur. Ve emre hazır durmayı ELLAH bunlara sevdirir. Ama İmanın var olma farzını bilmeyenlere de, Halife’i Resulün emrine durmayı, ELLAH aşağılık ve zillet gösterir. Böylece bu Münafıkların içini dışarı vurur ve Müminlerce bunlara itimat edilmemesini sağlar. Çünkü bunların kulakları en fazla Halife’i Resulün emrine, Dâvetine sağırdır.

İşte bu sağırlar, İmân, Halife’i Resulün emrine olduğunda, İmân olacağını bilen müminlerin arasına sadece Fitne ve Fesadı yaymayı bilirler.

Fitne ve Fesadı yayarlarken de elbette ki İmanı, İslamı öne çıkarıp ELLAH için konuştuklarını, sözlerini dinleyenlere inandırırlar. Oysa ELLAH için olmak, ELLAH için konuşmak, Halife’i Resulün emrine, itaatine olmaktır. Öyleyse Halife’i Resulün aleyhine konuşup da: Ben İslamın leyine ve İslam için konuşuyorum diyenler Fitnedir ve Münafıktır.

Fitne ve Münafık olmalarına rağmen Fitneden, Nifaktan kaçtıklarını ve kaçmak istediklerini derler. Oysa Risâletin ve Halifesinin aleyhine olmak Fitne ve Fesadın esasıdır ve kendisidir.

İşte böylesi Fitne ve Nifak ehli olan Müminler, İslam Cemaatinin özellikle Halife’i resulün başarılarını zinhar hazmedemezler. Ama hezimete uğradıkları halinde, güya içleri yanıyor olarak: Bizim sözümüze bakmadılar zaten o kendinden başkasının sözünü kabul etmez derler.

Oysa Halife’i Resul ve samimi Müminler, ELLAH’ın elindedirler. Bu nedenle başarılarını ve hezimetlerini ELLAH'tan bilirler. Böylece ELLAH’a hakkıyla teslim olurlar. ELLAH da bunlara ya şehitlik verir ya Gazilik. Çünkü ELLAH'tan başka Mevlaları yoktur. Ama bunların başarılarını hazmedemeyen Münafık müminlerin, ELLAH'tan başka bir sürü daha başka Mevlaları vardır.

Ama ELLAH'tan başka Mevlası olmayanlara, ELLAH’ın yazdığından gayrısı isabet etmez. Bunu bildikleri için her hallerinde ümit var olarak ELLAH’a sığınırlar. Çünkü ondan başka Mevlaları yoktur. Münafık ve Fitneci Müminlere gelince bunlara da gelen ELLAH'tan gelir ama izalesini ve ziyadesini ELLAH'tan istemezler. Çünkü Mevlaları ELLAH değildir.

Mevlaları ELLAH olmayanlar ne Şehid olur ne Gazi. Çünkü ELLAH’ı Mevla edinemeyenler ya müminlerin eliyle yada ELLAH’ın görünmeyen eliyle cezalandırılırlar.

Öyle ki infaklarını, ibadetlerini ELLAH kabul etmez. Çünkü Halife’i Resulün gizli düşmanları oldukları için Fasıktırlar.

Fasık, zahiren Mümin olmasına rağmen ELLAH’ı ve Resulünü inkâr edenlerden sayılırlar. Çünkü Halife’i Resulün emrinde Namaz'a koşmazlar ve infak etmezler. İnfak etseler bile gösteriş için yani Halife’i Resule ve Müminlere şirin görünmek için yaparlar. Demek bu zalimler ELLAH’ın Rızası namına hiçbir şey yapmazlar.

Artık bu zalimlerin malları, evlatları Halife’i Resulü ve bağlılarını imrendirmesin. Zira ELLAH bu nimetlerle onların canlarını Kâfir olarak almayı murad etmiştir.

Zira onlar korkak tiplerdendirler. Bu nedenle hiçbir zaman Halife’i Resul ile ve bağlıları ile olmazlar ve oturmazlar. Ama icabında yemin verip Halife’i Resul ve bağlılarıyla birlik olduğunu derler.

Öte yandan kendilerini,  islam cemaatinden olmadıklarına dair gizleyebildikleri kadar gizlerler. Öyle ki bir mağara görseler bile orayadahi girmek isterler.

V E  İ Z A H I:

Aziz ve Celil olan ELLAH zamanı on iki Ay üzere nizamlamıştır. Bu öyle bir nizam ki kimse bozamaz. Çünkü giriş ve çıkışlarını Hilale bağlamış. Ve Hilali de Ay’ın günlerine göre nişanlayarak taksim etmiş. Öyleyse Hilal Rüyet edilmeden kimse: Bu gün ayın biridir, yirmi dokuzudur ve otuzudur diyemez. Öyleyse Hilal Rüyet edilmeden Ramazanın biri, Şevvalin biri ve Zilhiccenin onu tespit edilemez. Şayet Hilal tespit edilmeden hesap ile bu vakitleri tespit edenler olursa, işte onların Küfrü haddini aşmış olur. Çünkü sahibi Şeriata uymayan ve Kur'ân ile Hükmetmeyen herkes Küfretmiş olur. Böyle Kâfirlerin hâkimiyetlerini, kabul olan ruhsatı ile ELLAH’a yönelenlerde bunlardan olur. Çünkü: --YES ELUNEKE ANİL EHİLLE-- Ayeti celilin hükmünü çiğnemiş oluyorlar. Takva adına evlere arka kapıdan girmiş oluyorlar. Böylece ELLAH’a:  Sen bilmezsin biz biliriz dercesine Küfre, Şirke düşüyorlar. Oysa Hilal hususunda, ilmihaller o derece açık bilgiler vermişler ki anlamamak mümkün değildir. Ama tağutun düzenini, ELLAH’ın düzeninden üstün görme ve üstün gösterme illeti, ilmihallerin Beyânını gölgeliyor. Hatta o ilmihalleri yazanlar dahi yazdıklarına tabi olamıyorlar ve olmuyorlar. Çünkü baş kesilince vücut sadece kıvranır. Öyleyse ELLAH'tan, biz Müminlere bir sahip göndermesini dileyelim. ÂMİN.

Zira niceleri ve nice Şeyhleri gördük ki, bayram günü oruç tutuyordu. Oysa o gün oruç tutmak haram kılınmıştı. Ama o gün orucu helal eden sadece tağutun onay verdiği hesap ile tespit edilen günün bayram olmayışı idi... Öyleyse Rüyeti iptal edip, hesaba onay veren İlâh idi ki, emri kabul edildi. Ve onay verdiği gün de oruç tutanında şüphesiz İlâhı idi. İmdi Şeyhlik nerede? Kulluk nerede? Hilal nerede? Kirpik nerede? Kirpiğini hilal gören bu zavallı Şeyhler Hac farizası teknik nimetlerle Dünyaya naklen duyurulurken, onlar Zilhiccenin onunu dokuz edip sevap için Oruç tutuyorlar. Bunun manası şudur: Sen ELLAH olarak bu günü bayram edip orucu haram ettin ama sen göklerin İlahısın. Bizim İlahımız bayramı yarın ilan ettiği için bizde bugün Oruç tutuyoruz. Hem sen göklerin İlâhı olduğun için bize karışamazsın. İşte Şeriatullah'ı ılga edip, Teşriiler yazan zalimleri ve bu zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanları ELLAH Hidayete irşad etmiyor. Çünkü İmân, ELLAH’ın Teşriisini kabul etmek için ve onunla Hükmetmek için ve onunla Hükmedenlere itaat etmek için ELLAH’a verilen sözdür. Öyleyse ELLAH’ın Hükümleriyle Hükmetmeyen zalimler müminleri şaşırtır. Hem şaşırttıklarına da ilericilik, aydın kelimeleriyle Küfrü İmân gösterir. Böylece ELLAH yoluna, ELLAH tarafından savaşmaya dâvet olunduklarında yere çöküp kalırlar. Savaşa çıkmazlar. ELLAH’a,  Resulüne ve Halifesine yardım etmezler. Oysa İmân ve Bi’at, ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine itaat edip savaşacağım diye söz vermek olduğundan sözünden cayan İmandan caymış olur. Gerçi savaş insanlar için sevilmeyen en ağır ve en son olan yani sona ermeyen işleri sona erdiren bir teklifi ilahidir. Bu teklifatta mal ve can vermek vardır. Zaten bunlar olduğu için ve bunları vermede sabr etmeye katlanıldığı için, hem Dünyada hem de Âhiret'te karşılığı büyük ve güzeldir.

Kazanç kolay, yol yakın olsaydı onlar sana hemen tabi olurdular fikrini izhar eden bu âyetten yola çıkıldığında, savaş Dünya umurunda Müminlere ELLAH’ın teklif ettiği en ağır bir yüktür. Bu yük ancak ELLAH’ın Rızası için taşınır. ELLAH’ın Rızası da ancak son Resulün şemsiyesi altına olan Müminler içindir. Ve altında oldukları şemsiyenin uğrunda, Halife’i Resul tarafından dâvet olunduklarında özür Beyân etmeden savaşa çıkanlar içindir. Bunların dışında olup kalan müminlerin İmanına gelince, bunların İmanı ancak: Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilallerle Milleti uyutma İmanıdır. İşte bu İmân, uyuyan bir Milleti uyandırmamak için ninni İmanıdır. Bu ninni İmanı, kulağa çok hoş geldiği için ninni çekenler, çocuğun yanında Anne kadar değere haiz olurlar. Çünkü ELLAH’ın ağır olan savaş teklifinden kendilerini kurtulmuş bilirler. Ama tağutun savaşa dâvet teklifinden kendilerini kurtaramazlar.

Bilelim ki, Münafık ruhlu Mümin zahiren Muhlis, Muttaki görünür ve bilinir. Ama bu babda işlenen âyetlerde, Beyân olunan kötü huyları kalbinde ve ruhunda taşır. Öyle ki Halife’i Resule ve samimi bağlılarına bir fenalık geldiğinde içinde bir sevinç duyar. Lâkin zahiren çok dertlendiğini bahane ederek ağzını açıp gözünü yumarak der: Halife’i Resul olan bu adam ve etrafını alanlar, bu gemiyi sahile çıkaramazlar demedim mi? işte gördünüz nerdeyse hepimizi bu deryada yok ediyordular. Biz bunu bildiğimiz için ihtiyaten uzak durduk. İşte bu Münafıklara ELLAH şu cevabı veriyor: ELLAH’ın bizim için yazdığından başkası bize ebediyen ulaşmaz. Çünkü bizim Mevla'mız ELLAH’tır. Biz sizin gibi Şeytanı, tağutu, Dinarı Mevla edinenler den değiliz dememizi cevap olarak veriyor ELLAH...

 Siz Ey Münafıklar! Cemaati İslamın yok olmasını bekliyorsunuz. Oysa ELLAH bu Cemaate iki iyilikten biri olan Şehitliği yada Gaziliği vermiştir. Ve sizin cezanızı da bizim elimizle vermeyi murad etmiştir. Oysa siz, yakında yok olup gideceğimizi bekliyorsunuz. Bu nedenle Namaz'a üşene, üşene geliyorsunuz ve bizim düşmanlarımızdan yana yakın düşüyorsunuz. Evet, ELLAH’da böyle olan ve böyle diyen Münafıklar hakkında: Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin buyuruyor. Çünkü biz bunlarla, onlara Dünya hayatında azap edip canlarının Kâfir olarak çıkmasını dilemişiz. Zira onlar, sizden olmadıkları halde sizden olduklarına dair yalan yemin verirler. Böyle, ikiyüzlü korkak oldukları için yaparlar. Hem korkak oldukları için bir mağara bulsalar oraya hemen girerler. Evet, : İmân, Ruh’a ve Akla galip gelmeyince yani ELLAH’ın, Resulünün ve Halifesinin sevgisi galip gelmeyince tağuta kin ve nefret kalbi işgal etmeyince, İmanın kemali olan İhlasa erilmez. İmanda İhlas olmayınca da tağuta ve yandaşlarına buğzu fillah gerçekleşmez. Çünkü mal ve çocukların sevgisi ile yani dünya sevgisi ile dolan kalp ancak Münafıkça İmân etmeyi başarır. Böylece Mümin olmadıkları halde bizde Müminleriz demeyi becerir. Okuyalım:  

وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِى الصَّدَقَاتِ فَاِنْ اُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَاِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَا اِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ (58) وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَا اتيهُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ سَيُؤْتينَا اللّهُ مِنْ فَضْلِه وَرَسُولُهُ اِنَّا اِلَىاللّهِ رَاغِبُونَ (59) اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكينِ وَالْعَامِلينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِى الرِّقَابِ وَالْغَارِمينَ وَفى سَبيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبيلِ فَريضَةً مِنَ اللّهِ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ (60) وَمِنْهُمُ الَّذينَ يُؤْذُونَ النَّبِىَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذينَ امَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ (61) يَحْلِفُونَ بِاللّهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْ وَاللّهُ وَرَسُولُهُ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِنينَ (62) اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا  فيهَا ذلِكَ الْخِزْىُ الْعَظيمُ (63) يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا فى قُلُوبِهِمْ قُلِ اسْتَهْزِؤُا اِنَّ اللّهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ (64) وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ اَبِاللّهِ وَايَاتِه وَرَسُولِه كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُنَ (65) لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ايمَانِكُمْ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمينَ (66)

M E A L İ:

58-- Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verirsen hoşnut olurlar vermezsen öfkelenirler.  59--  Oysa onlar ELLAH ile ve Resulünün verdiği ile kanaat ederek: ELLAH bize yeter, ELLAH bize Lütuf ve Kereminden daha fazlasını ihsan edecek, Resulü de verecek deselerdi haklarında daha hayırlı olurdu. 60-- Sadakalar yalnız Fakirlere, Miskinlere, Zekâtı toplamaya memur edilenlere, Müellefetul Kuluba, Kölelere, Esirlere, Borçlulara ve Yolda kalanlara verilir. ELLAH’ın Farz kıldığı emir budur. ELLAH Alim'dir Hakim'dir. 61-- Münafıkların içinde Resulullah'ı: O her şeye kulak veriyor diye incitenler vardır. Deki: O kulak ELLAH’a İmân eden Müminler için hayırlı ve içinizden İmân edecek olanlara Rahmet olan bir kulaktır. Resulümü incitenlere can yakıcı bir azap vardır.            62-- Sizi hoşnut etmek için ELLAH’a yemin ederler. Eğer Mümin iseler ELLAH’ı ve Resulünü hoşnut etmeleri daha layık olanıdır.     63-- ELLAH’a ve Resulüne karşı koymaya kalkışana içinde ebedi kalacağı Cehennem ateşi olduğunu bilmezler mi? büyük rezillik işte budur. 64-- Münafıklar kalplerinde olanı açıkça haber verecek olan bir surenin tepelerine indirilir diye daima endişedeler. Deki: Siz alay edin bakalım, ELLAH korktuğunuzu ortaya koyacaktır. 65-- Onlara soracak olursan: Yemin olsun biz eğlenip duruyorduk. Deki: ELLAH ile ve Resulü ile ve Âyetleri ile mi eğleniyordunuz? 66--  Hayır, özür Beyân etmeyin! Zira siz İmandan sonra İnkâr ettiniz. İçinizden bir güruhu af etsek bile bir güruhunuz günahkar olduğundan onları azaplandıracağız.

M E R A M I:

Münafık olan daima Halife’i Resulün tasarrufunu diline dolar. Ama öne alınıp müsteşar edildiklerinde öfkeleri geçer.

Çünkü bu zalimlerin ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine güvenleri yoktur. Bu nedenle kendilerine güvenden başka bir anlayış ve yolları yoktur.

Oysa emir, ELLAH’ın dır, Resulü ve Halifesi ELLAH’ın memurudur. Nitekim ELLAH, memuru olan Resulüne ve Halifesine altmışıncı âyette taksim ettiği gibi sadakaların taksimini emretmiştir.

Lâkin Münafıklar, ELLAH’ın emrini yerine getirmeye çalışanı velev ki Resulullah olsun diline dolar. Diline doladıkları konu hakkında, cevap aldıklarında derler: Her söze kulak veriyor. Böyle demeleriyle güya Halife’i Resulün kendine yakışmayan işlerle uğraştığını demek isterler.

  ELLAH’a ve Resulüne ve Halife’i Resule böylesi kinci ve Hasud olmalarına rağmen, yeri geldiğinde yemin verip müminlerden olduklarını ve müminleri sevdiklerini derler. Oysa İmân, ELLAH’ın Rızasını celb etmek için olur ve olmalıdır.

ELLAH’ın Rızasını celb etmek için İmân etmeyip, insanlara şirin görünmek ve söz dinletmek için İmân edenlere içinde ebedi kalınacağı ateş azabı vardır. Bu azap rezil olmanın son haddidir.

Öyleyse son Resule İmân edelim ve Halifesine ihlâs ile teslim olalım. Aksi halde İmân hususunda oynanan oyunları ELLAH bihemhal açığa vurmadan münafıkların canını almayacaktır.

İşte kim Mümin olduğu halde Halife’i Resule değil de, tağuta Bi’at ederse yani tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olursa şüphe yok ELLAH ile Resulü ile ve âyetleri ile eğlenenlerden olur. Çünkü tağutun ruhsatı ile ELLAH’a Ubûdiyyete yönelmek, Küfrü kabul olup Küfür kelimesini söyleyip ELLAH ile Resulü ile ve Ayetleriyle eğlenmektir.

Böylesi müminlerin bir kısmını ELLAH af etse bile Kahir ekserisini azaplandıracaktır. Çünkü ELLAH ile Resulü ile Halifesi ve Kur'ân ile vakit geçsin diye söz edilmez.

V E  İ Z A H I:

ELLAH’ın düzeni olan İslam düzeninde, dünya malı için, şöhret için savaş yoktur. Savaş, ancak ELLAH’ın Hükümlerinin infazı ve infazının devamı için vardır. Çünkü Hükümleri kabule şayan ELLAH'tan başka bir İlâh yoktur. Bu nedenle yapılan savaş, kazanılıp ganimetler alındığında taksimini ELLAH yapmıştır. Ve Resulü uygulamıştır. ELLAH için İmân eden müminlerde Rıza göstermiştir. Rıza göstermeyenleri de ikâz etmek için ELLAH elli sekiz ve elli dokuzuncu ayetlerini göndermiştir. Gönderdiği ikâz ayetlerden ikâz olmayıp Resulullah'ı ve Halifesini incitenler için, can yakıcı azabın varlığını bildirmiştir. Bildirdiği bu can yakıcı azaba layık olanların, Münafık müminlerden olduğunu açık, açık göstermiştir.

Çünkü son Resule İmân ettikten sonra, tağuta meyletmek, itaat etmek, Risâlet dışı Hüküm ve Mevduatlarla iş yapmak ve böylece doğru yapıyor olduğuna inanmak, peşinen cehennemi ya inkâr etmektir yada o azabı kabul etmektir. Öyle ise böylesi müminlerin İmanı ve Namaz'ı yoktur. Çünkü kalpte İmân olduğu müddet, azalarla tağuta hizmet vererek itaat edilemez. Evet, kalpte İmân olduğu müddet yani kalpte şirksiz İmân olduğu müddet, Tağuttan ruhsat alıp Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmak mümkün olmaz. Eğer bunlar mümkün oluyorsa, demektir ki bu kişiler ELLAH ile beraber gayrı İlahlar edinmişlerdir ki mümkün oluyorlar. Nitekim ELLAH bu hususta ve böylesi müşrik Müminler için şu haberi verdi:  --VEMA YU’MİNU EKSEREHUM BİLLAHİ İLLA VEHUM MÜŞRİKUN--  Yani: Onların çokları ELLAH’a şirk koşmadan İmân etmez. İlla İmân ederler, ama ELLAH’a şirk koştuktan sonra İmân ederler.

İşte ELLAH’a şirk koşmadan İmân etmeyi beceremeyenler, yani tağutu inkâr etmeden ELLAH’a İmân edenler, yani tağutun ruhsatı ile Cum'a kılıp Bayram edenler ve Hac edenler ELLAH’a yemin olsun ki, ELLAH ile Resulü ile ve Âyetleri ile eğlenip durmaktalar. Hayır, biz eğlenmiyoruz demeleri, niyetimiz asla öyle değildir demeleri, durumlarını değiştirmez. Çünkü İmandan sonra, İmanları ile beraber tağuta İmân etmişlerdir. Yani İmandan sonra Küfr etmişlerdir. Burada Beyân edilen şekillerle İmandan sonra Küfredenlerin ve Risâlet'e, Halife’i Resule dönmeye yol aramayanların özrü yoktur. Hele, hele ELLAH’ın dini namına tağuta memur olarak Risâlet düzenini arayan Müminler için: Din tahripçileri diyerek fetvalar uydurarak engel olmaya çalışanlar var ya, işte bu Bel’amların dilleri sarkmış olup solumaktalar. Bu yüzden tevbe yani istifa akıllarına gelmez. Hatırlatacak olsan derler: Biz gidersek yerimizi dolduran olmaz. Galiba ölmeyip baki kalacaklardır. Okuyalım:

اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ يَاْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللّهَ فَنَسِيَهُمْ اِنَّ الْمُنَافِقينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (67) وَعَدَ اللّهُ الْمُنَافِقينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدينَ فيهَا هِىَ حَسْبُهُمْ وَلَعَنَهُمُ اللّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقيمٌ (68) كَالَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًا فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذى خَاضُوا اُولئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَاُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (69) اَلَمْ يَاْتِهِمْ نَبَاُ الَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرهيمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (70) وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكوةَ وَيُطيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ اُولئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ اِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكيمٌ (71) وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فى جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّهِ اَكْبَرُ ذلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ (72) يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصيرُ (73) يَحْلِفُونَ بِاللّهِ مَا قَالُوا وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَالَمْ يَنَالُوا وَمَا نَقَمُوا اِلَّا اَنْ اَغْنيهُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِه فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْ وَاِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ عَذَابًا اَليمًا فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَمَالَهُمْ فِى الْاَرْضِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصيرٍ (74) وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللّهَ لَئِنْ اتينَا مِنْ فَضْلِه لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحينَ (75) فَلَمَّا اتيهُمْ مِنْ فَضْلِه بَخِلُوا بِه وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ (76) فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فى قُلُوبِهِمْ اِلى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا اَخْلَفُوا اللّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ (77) اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْويهُمْ وَاَنَّ اللّهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (78) اَلَّذينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّعينَ مِنَ الْمُؤْمِنينَ فِى الصَّدَقَاتِ وَالَّذينَ لَا يَجِدُونَ اِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْ سَخِرَ اللّهُ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ (79)

M E A L İ:

67-- Erkek, Kadın Münafıklar hep birdir. Münkeri emrederler, Marufu nehy ederler. Elleri de sıkıdır, ELLAH’ı unuttular, bu yüzden ELLAH’da onları unuttu. Doğrusu Münafıklar Fasıkların taa kendileridir. 68-- ELLAH Münafık erkek ve kadınlara Cehennemi ebedi hazırlamıştır. O ateş onlara yeter. ELLAH onları Rahmetinden kovdu. Onlara tükenmeyen bir azap vardır.  69--  Ey Münafıklar! Siz, sizden önce kuvvetli, malları ve çocukları daha çok olup hisselerince bunlardan faidelenen kimseler gibisiniz. Onlar hisselerince faidelendikleri gibi, sizde hissenizce faidelendiniz. Onların batıla daldığı gibi sizde batıla daldınız. Onların dünya ve Âhiret için yaptıkları boşa gitti. Onlar gibi olan bunlar da hüsrana uğrayanların taa kendileridir. 70-- Onlardan önce gelen Nûh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrâhim kavminin, Medyen ahalisinin ve yıkılmış kasabalar halkının haberini onlar duymadılar mı? Onlara Resullerimiz açık delillerle gelmişlerdi. Onlara ELLAH zulmetmedi ama onlar kendilerine zulmetti. 71-- Mümin erkek ve Kadınlar birbirlerinin velileridir. Marufu emredip Münkerden nehy ederler. Namaz kılarlar, Zekât verirler. ELLAH’a ve Resulüne itaat ederler. İşte ELLAH’ın Rahmet ettiği Müminler bunlardır. ELLAH şüphesiz Alim'dir ve Hakim'dir. 72--  ELLAH Mümin erkek ve kadınlara ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Adn Cennetlerinde gayet güzel meskenler vaad etmiştir. 73-- Ey Nebi! Kafirlerle ve Münafıklarla savaş. Onlara karşı galiz ol. Zira onların yurdu Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir? 74-- Yemin olsun Müslüman olduktan sonra o küfür sözünü söyleyip Kâfirler olmuşken, söylemediklerine dair ELLAH’a yemin ettiler, başaramayacakları bir işe girdiler, ELLAH ve Resulü bol nimetinden onları zenginleştirdi de, öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse iyiliklerine olur. Ama yüz çevirirseler ELLAH onları Dünya ve Âhiret'te büyük azaba uğratır. Onların yeryüzünde bir dost ve yardımcıları yoktur. 75-- İçlerinde: ELLAH bize bol nimetinden verirse yemin olsun sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız diye ona söz verenler vardır. 76-- ELLAH onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Zaten dönektiler. 77--  ELLAH’a verdikleri sözden cayarak yalancı oldukları için, onunla karşılaşacakları güne kadar ELLAH Nifak ehlini kalplerinde sabit kıldı. 78--  Bunlar bilmiyorlar mı ki, ELLAH onların gizli düşünce ve toplantılarına vakıftır. 79-- Sadaka vermede gönülden davranan Müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselerin bu davranışlarının cezasını ELLAH verir. Onlara can yakıcı azap vardır.

M E R A M I:

Son Resule İmân edip Halifesine Bi’at ettikten sonra ihlâs ile itaat etmeyenler, yani Halife’i Resule itaati, İmandan bilmeyenler, illa ve mutlak Nifak yoluna girerler ve girmeye mecbur kalırlar. Haliyle erkeği dişisi birbirlerinin yardımcıları olurlar. Marufu nehy edip, Münkeri emrederler. ELLAH yolunda cimri olup, tağutun yolunda her şeylerini feda ederler.

İşte ELLAH bu zalimlere Cehennemini ebedi kılmak için yaratmıştır. Kâfir ve Münafıklar orada ebedi kalırlar.

Çünkü geçmiş ümmetlerin Münafık ve Kafirlerinin yolunu tutmuşlar. Onlar gibi dünya'dan nasiplerini alıp Cehenneme gitmişler ve onların Hak diye daldıkları batıla bunlarda Hak diye dalmışlar. Öyle ki tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmaya kadar İmanlarını tağuta endekslemişler.

Böylece kendilerine gelen Resulleri inkâr eden geçmiş kavimler gibi, Münkir ve Müşrik olmuşlar. Oysa ELLAH onlara ve bunlara zulmetmemiştir, zira onlara ve bunlara Resulünü ve Kitabını göndermiştir. Öyleyse bunlar kendi kendilerine zulmetmiştir.

Ama kendisine gelen Resule, Kitaba İmân edip Halifesine Bi’at eden erkek ve kadınlar da birbirlerinin velileri olup yardımlaşarak Marufu emrederler ve Münkeri nehy ederler. Böylece kıldıkları Namazlar, verdikleri Zekatlar kabul görür. Çünkü bunlar ELLAH'tan başka olan İlahların ruhsatı ile Namaz kılıp Zekât verenler değillerdir. ELLAH’a İmân edip tağuta Kâfir olanlardır.

İşte bunlara ELLAH, içinde ebedi kalacakları ve altlarından ırmaklar akan Cennetleri vaad etmiştir. Mübârek olsun.

Çünkü bu Müminler, ELLAH tarafından Kâfir ve Münafıklarla savaşmak için emir alan Risâlet'e ve Halifesinin emrinde olup Kâfir ve Münafıklarla savaşanlardır. Yani Evet, Kâfir ve Münafıkların ruhsatı ile ELLAH’a ibadet, Cihad edenlerden değillerdir. Bu nedenle kötü olan o Cehennemden kurtulmuşlardır.

Hem Evet, Küfür sözünü hiçbir zaman söyleyip de, Hayır, söylemedik ve öyle demek istemedik şeklinde yalan özürler, yalan yeminler Beyân edenlerden değillerdir. Yani Küfrün, Şirkin atasına yemin verip tüzük yazıp da ELLAH’ın Dinine Hadim ve Hami olmak isteyenlerden değillerdir. Risâleti Halifesinin ruhsatı ile ELLAH’ın Dinini dava edenlerdir.

Böylece: ELLAH bize verirse, bizde onun yolu uğruna harcayacağız deyip, ELLAH’ın kendilerine vermesi halinde cayanlardan olmamışlardır.

Ama Cehennemi hak edenler, ELLAH kendilerine verdikten sonra, verdikleri sözden cayıp tağutun yoluna, ELLAH’ın nimetlerini harcamışlardır. Yada Tağuttan ruhsat alarak ELLAH’ın yoluna harcadıklarını Hac, Umre edip Zekât verdiklerini sanmışlardır.

Böylece Şirk ve Nifak halini, ilmini hal ve ilim edinerek kalplerine yerleştirmişlerdir. Artık ELLAH’ın huzuruna çıkana dek kendilerini Münafık, Müşrik bilmezler. Bilseler belki tevbe ederler diye bilmemelerini ELLAH sağlar.

ELLAH bildirmeyince de, ELLAH'tan gizleyip insanlardan gizlemezler. Oysa ELLAH'tan gizlemek muhaldir. Çünkü ELLAH gece ve günde iki kişinin üçüncüsüdür. Artı kalpte olanı bilendir ve daha artı, kalpte olacak olanları da bilendir. Öyleyse insana düşen son Resule İmân etmesidir ve Halifesine malıyla, canıyla yardım etmesidir. Gerisini ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine havale etmelidir.

Kimsenin etlisine, sütlüsüne karışıp da gıybet etmemesidir. Dinarı var ama vermiyor, az veriyor dememelidir. Çünkü ELLAH, malın çoğuna ve gürültüsüne bakmaz da kalpte yatan niyete ve ıhlasa bakar. Zira ELLAH’ın müminlerden istediği samimi sevgi ve itaattir. Sevgi ve itaat olduktan sonra çok infak eden ile hiç infak etmeyenin ELLAH nezdinde aralarında bir fark olmaz. Çünkü çok veren ELLAH’ın malından veriyor.

V E  İ Z A H I:

Sermayesi Din ilmi ve Din ameli olup da, sermayesini tağutun düzenine harç eden haliyle mukabilinde Dünya malı temin eden, şöhret temin eden Münafık olur. Şeytani şerirler olan Tağut, Yahudi ve Nasaralar hükümet olduğu bir toplumda, İslam dinini, İslamın kitabı olan Kur'ân ile temsil ediyorum demek ve temsil ediyorum demek için, --LAİK-- düzen adına sâdakât yemini vermek ve badehu sahneye çıkıp: Ben Âlimim, Âbidim, Şeyhim ve Mücahidim beni dinleyin, bana uyun demek Münafıklık olmaz mı? Tağut ve düzenine İmân ve İslam adına dâvet vermek olmuyor mu? Böylece kadın olsun erkek olsun Marufu nehy edip Münkeri emretmek olmuyor mu?

Öyleyse böyle olup edenler, geçmiş selefleri gibi hisselerince hisselenip Cehenneme gidicilerdir. Zira bunlarda onlar gibi Kralın ruhsatı ile yani Krala kulluk ederek ELLAH’a kulluk edenlerdir. Evet, işte bunların Dünyada yaptıkları, Âhiret için harcadıkları boşa gitti ve boşa gidecektir. Ama istifa edip İslam cemaatini üç kişi olup kurduklarında Biiznillah kurtulacaklardır. Çünkü geçmiş zalim ümmetlerden ibret alanlardan olurlar. Zira Nûh’un kavmi, Nûh’a uymayıp Veed, Suva, Yeğus ve Nasr olan Ata putlarına uyup Haleflerinden ruhsat alıp ELLAH’a kulluk edenler değilmiydiler? Böyle ettikleri için dillere destan olmak üzere boğulanlar değilmiydiler? Âd ve Semudiler de bunlar gibi olup, bunlar gibi cezalanmadılar mı? Kavmi İbrâhim'in helak edilmeleri, Nemrud’a itaat ederek ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmelerinden değilmiydi? Nemrud’un emriyle İbrâhim’i yakmak için ELLAH’ın Rızası namına günlerce odun taşımadılar mı? Ama ELLAH’ın Rızasına değil de Gadabına uğramadı mılar? Yoksa günümüz put ve Tağutları ve Ataputları, Nemrudları ve Firavunları onlardan daha mı ehvenlerdir? Ehven olsalar bile Hak varken şerrin ehveninden ne hayr gelir? Ama Hak olmazsa, şerrin ehveninin şerri de ehven olur. Öyleyse Hak olduğu yerde şerrin ehveni olmaz.

Öyleyse Mümin erkek ve kadınlar Şer de değil, Hak da birleşsin Marufu emredip Münkeri nehy etsin. Ki, kıldığı Namaz verdiği Zekât yerini bulup kabul görsün. Çünkü Namaz ve Zekât, tağutun şemsiyesi altında ruhsatı ile eda edilmeleri halinde kabul görmemeleri bir yana tağutun hâkimiyetini kabul olup kabul ettirmeye yaradığı için günaha girilir. Hem de büyük günaha... Böylece altlarından ırmaklar akan Cennetler yerine, irinlerle dolu olan Cehenneme gidilir. Demek: Düzensiz, İmamsız, Bi’atsız, İslami cemaatin bir ferdi olmaksızın, tağutun dostu olarak ve ruhsatı ile iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek, Zekât vermek, Namaz kılmak ELLAH’a İmân ve Resulüne itaat değildir. Ancak Risâlet düzeninin İstikrar, İstikbal ve İstiklal şartlarını tağutun düzeni payidar olsun diye harcamaktır. Öyleyse hiç vakit geçirmeden üç kişilik de olsa Bi’at kuralı ile İslam Cemaatini teşkil etmeliyiz. Böylece erkeği, kadını birbirinin velisi olmalıyız da, Kâfir ve Münafıklara karşı sert, olmasa onlara buğz ehli olmalıyız. Çünkü ELLAH Habibine: Onlara karşı galiz, sert olmayı emretmiştir. ELLAH’ın bu emrine karşı, ehli İmân olan Müminler titremeli değilmiydiler? Titremek şöyle dursun, gittiler onların ruhsatını alıp ELLAH’a ibadet etmeye yöneldiler. Öyleyse Mümin olan, bu zalimlere de sert olup buğz etmelidir. İmanın asgari şartı olan Buğzu Fillahı yapmayan Küfrü yol, Kafiri arkadaş edinmiş olur. ELLAH’da böylesi zalimler için Nebisine ve Halifesine Kıyâmete dek baki olmak suretiyle şöyle sesleniyor: Ey Halife’i Resul ve Ey Halife’i Resulün emrinde olan Müminler! Tağut ve avanesi olan Münafık, Müşriklerle savaşın. Cehennem ehline musama etmeyin. Çünkü onlar ELLAH’ın emirlerine mani olup, tağutun hükümlerine yardım edenlerdir. Öyleyse onlara karşı çetin olun ve aşılmaz bir dağ olun. Aşılmaz bir dağ olmanız için Rabbinize güvenin.

Şimdi Rabbimizin bu emrine göre, günümüzde yeryüzüne iskan eden müminlerin durumu, ELLAH’ın bu emrine uygun mudur acaba? Hayır. Elbette ki Hayır, Zira yeryüzünün hemen her yerinde İslamdan sonra isyana, İmandan sonra Küfre, Tevhid'den sonra Şirk’e dönüldü. Böylece Ümmetçilikten Milletçiliğe dönüldü. tağuta yeminler verilip maaşlar alındı. Aynı ilke ve İnkılaplara yeminler verilip ELLAH’ın dini için vaazlar verildi ve Makaleler yazıldı. Bütün bunlar ELLAH’ın Dini olan İslam Dinini maket olarak sahneye getirmekten öte bir anlam ifade etmez ve etmedi. Çünkü aynı anda iki büyüğe yemin vermek suretiyle yapılanlar yapıldı ve yapmayada, yaptıklarına baktığımızda kararlı görünüyorlar. İşte bütün bu çalışmalar Şirk ve Nifaktır. Şayet tevbe edip Risâlet'e dönerlerse Febiha... Yok, şayet tağuta verdikleri yeminin gölgesinde Cihad etmeye, İbadet etmeye devam ederseler ve Cuma’larını tağutun ruhsatı ile şemsiyesi altına kılarsalar, yarın acıklı bir azaba uğrarlar. Hem azabın en büyüğü, yarın uğrayacağın azabın farkına varmamaktır. Çünkü farkında olsan belki döner tevbe edersin. Farkında olmasan tevbe etmeye lüzum görmezsin de, Yahudi ve Nasaraların İmanlarına alem olan Kravatlarını boynuna dolayıp ELLAH'tan korkun dersin. Cihad edersin, fetvalar verirsin. Tevbe etmek mi? Hayır, tevbe aklına hiç gelmez. Zira Cihad etmekten Emri Maruf etmekten tevbe mi olur?

İşte şeytan, Risâletin dışına kalan müminlerin orasına burasına böyle çişi eder de, sen oh: Rahmet yağıyor dersin. Bilelim ki Münafığın, Müşriğin ve Kafirin alameti üçtür: Konuştuğunda yalan konuşur. Sözünde durmaz ve emanete ihanet eder. Şimdi bu üç esastan yola çıkıldığında, ELLAH ile sözleşme olan İmân, Risâletten ve Halifesinin emrinden dışarı çıkıp tağutun emri altına girildiğinde, Mümin, bu üç alameti birden üzerine taşımış olur. Çünkü İmân, Halife’i Resulün emri altına olarak, emanet olan Kur'ân'ı taşıyacağına dair ELLAH’a söz vermektir. Öyleyse beşeri hükümlere dönüldüğü an ve dönenlerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet, Cihad edildiği an, emanete ihanet ve sözden cayma ve yalan konuşma hali bir merkezden kendini hemen gösterir. Öyleyse bu gibi Müminlere tevbeleri hariç İmân aramak İmansızlıktır. Öyleyse bunlara İmân aramaktan ELLAH’a sığınalım.

Hem Münafığın Muvahhid olması, bir dağın başka bir yere kayması kadar zordur. Belki dağın kaymasına inanılır, ama Münafığın Muvahhid olduğuna hemen inanmamalı da çok yönlü imtihan edilmeli. Yani ELLAH’ın görünen gölgesi olan Halife’i Resule sâdakâti, sevgisi ve itaati takip edile... Halife’i Resul olmadığında, Mümin ile Münafığı tefrik etmek muhaldir. İşte bunun için Bi’at İmandan oluyor. Çünkü Halife’i Resul, Resulullah'ın varisidir. Varisi Resulün olması, İmân ve İslam yolunda mutlak bir Vaciptir. Zira Varisi Enbiya olmadığı takdirde İmân ve İslam söz planından öteye bir santim geçemez. Nitekim ileri geçemediği içindir ki, her geçen gün Müminler Yahudi ve Nasaralara karşı zillete doğru yol alıyorlar.

İmdi, ELLAH’ın Dinini temsilen yahudi ve Nasaraların karşısına zillete doğru yol alanların, ELLAH için yaptıkları ne olursa olsun kabule şayan değildir. Namaz kılmaları, Sadaka vermeleri, az vermeleri, çok vermeleri hiçbir şey ifade etmez. Çünkü tağutun vesayetiyle Yahudi ve Nasaraların hakimiyetleri, bu yapılan amellerle bir bakıma ibraz edilmiş olur. Hem de mutlaka ibraz olur. Çünkü Tağut ruhsat vermezse Camilerde Namaz kılınmaz olur ve Hac yapılamaz olur. Hayırdır, sevaptır diye teşkil olunan kurum ve kuruluşlar kurulamaz olur. Öyleyse tağutun ruhsatı ile yapılanlar, öncelikle tağutun hâkimiyetini kabul olup, saniyen artarsa ELLAH için olur. Olur mu? Olur diyenlerin yüzüne tükürsen dahi tükürüğe yazık olur.

Zira --LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH-- Diyen herkes ELLAH'tan başka bir nesneye kuvvet görürse müşrik olur. Müşrik olduktan sonra elbette ki yapılanlar ELLAH’a eş koşulan nesne için olur. Öyleyse, Halife’i Resulün itaatin da değilsek hemen üç kişi bulup İslam cemaatini teşkil edelim. Badehu Namaz kılalım. Aksi halde ELLAH’ın Resulü ve Nebi'leri bağışlanmamızı dilese bile bağışlanmayacağımızı bilelim. Okuyalım:

اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّهُ لَهُمْ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّهِ وَرَسُولِه وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقينَ (80) فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّهِ وَكَرِهُوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فى سَبيلِ اللّهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِى الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ (81) فَلْيَضْحَكُوا قَليلًا وَلْيَبْكُوا كَثيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (82) فَاِنْ رَجَعَكَ اللّهُ اِلى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَاْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِىَ اَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِىَ عَدُوًّا اِنَّكُمْ رَضيتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفينَ (83) وَلَا تُصَلِّ عَلى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلى قَبْرِه اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّهِ وَرَسُولِه وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ (84) وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْ اِنَّمَا يُريدُ اللّهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِى الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (85) وَاِذَا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ امِنُوا بِاللّهِ وَجَاهِدُوامَعَ رَسُولِهِ اسْتَاْذَنَكَ اُولُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِدينَ (86) رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ (87) لكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ وَاُولئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (88) اَعَدَّ اللّهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا ذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ (89)

M E A L İ:

80-- Onların bağışlanmalarını ister dile ister dileme onlar için yetmiş kez istiğfar etsen bile ELLAH onları bağışlamayacaktır. Çünkü ELLAH’ı ve Resulünü inkâr ederek Kâfir oldular. ELLAH Fasıklar topluluğuna hidayet etmez. 81-- ELLAH’ın Resulüne muhalefet etmek için oturup kalmalarına sevindiler. ELLAH yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmayı çirkin gördüler. Ve bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler. Deki: Cehennem daha sıcaktır keşke bilseydiler?       

82-- Artık onlar yaptıklarının cezası olarak az gülüp çok ağlasınlar. 83-- ELLAH seni sefer dönüşü onlardan bir topluluğa ulaştırdığı zaman, senden savaşa çıkmak için izin isterlerse deki: Benimle asla çıkamayacaksınız. Benim yanımda hiçbir düşman ile savaşamayacaksınız. Çünkü daha önce oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla oturun. 84-- Onlardan ölen hiçbir kimsenin Namazını zinhar kılma. Kabrinin yanına durma. Zira onlar ELLAH ve Resulünü inkâr ettiler. Da, Fasık olarak öldüler. 85-- Malları ve çocukları seni imrendirmesin. ELLAH bunlarla dünyada azap etmek ve onların canını Kâfir olarak almak ister. 86--  ELLAH’a İmân edin ve Resulüyle Cihada gidin diye bir sûre inmiş olsa, içlerinde servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: Bizi bırak oturanlarla olalım derler. 87-- Onlar geride kalanlarla birlikte geri kalmaya razı oldular. Kalpleri mühürlendi artık anlamazlar. 88-- Ama Resulullah ile bulunan Müminler canlarıyla mallarıyla savaştılar. İşte bütün iyilikler onlarındır. Onlar umduklarına da kavuştular. 89-- ELLAH onlara ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.

 

M E R A M I:

Seksen numaralı âyette açıkça görüldüğü gibi İslam cemaatinden sebebi ne olursa olsun ayrılanlar için, Resulullah çokça istiğfar etse bile bağışlanmayacaklarını okuyoruz. Öyleyse üç kişilikte olsa İslam cemaatinin bir ferdi olmayıp, tağutun cemaatini kabul olan ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettiğine inanalar şüphe yok kendilerini aldatıyorlar. Çünkü bunlar bu halleriyle Resulullah'ı inkâr edenlerden oluyorlar. Resulullah'ı inkâr ELLAH’ı inkâr olduğunda şüphe yoktur.

ELLAH’ın Resulüne ve Halifesine muhalefet, ELLAH’a muhalefet olduğun da şüphe yoktur.   Öyleyse ELLAH’a ve Resulüne muhalefet ederek yani tağutun şemsiyesi Altına olarak, ruhsatı ile ELLAH’a Mümin, Muvahhid olduğuna inanalar, elbette ki kendilerini aldatıyorlar. Çünkü yarın bir savaş çıktığında Resulullah'ın Dâvetiyle değil tağutun Dâvetiyle o savaşa katılacaklardır.

tağutun Dâvetine icabet ile hâkimiyeti uğrunda malını, canını veren ve vermek için yola çıkan müminlerin hakkı hep ağlamak olup hiç gülmemektir.

Oysa bu zalimler hiç ağlamayıp daima gülerler. Çünkü kendilerini ELLAH’a, Resulüne İmân edenlerden bilirler. Oysa tağutun Dâvetiyle savaşmaya mecbur kalanlar, ELLAH’a ve Resulüne İmân etmiş sayılmaz. Sayılmaz ki, İslam cemaatine tevbeleri hariç katılmaları ELLAH tarafından yasak edilmiştir.

Ve ölenlerinin üzerine Namaz kılmayı yasaklamıştır. Peşlerinden kabirlerine gitmeyi nehy etmiştir. Çünkü ELLAH’ı ve Resulünü, Halife’i Resulü ılga etmeleri sebebiyle inkâr etmişlerden olduklarını çok açık olarak Beyân etmiştir ELLAH.

Böylesi zalim Fasıkların, mallarının, evlatlarının, tebaalarının çok olmaları halinde onlara imrenilmemeyi ELLAH ders vermiştir. Çünkü bunlarla Küfrü hâkim edip Cehennemi kazanıyorlar. Zira ELLAH’ın kendilerine verdikleri nimetlerle ELLAH’a ve Resulüne düşmanlık ediyorlar. Yani ELLAH yoluna değil, tağutun yoluna ve yolunun selametine savaşıyorlar. İşte bu yolda olup savaşmak:

İmandan ve İslami düzenden geri kalıp Küfre razı olmaktır. Ama kalpleri mühürlendiği için Küfre razı olup hizmet verdiklerini bilmezler.

İmân ve Bi’at bağı ile ELLAH yolunda savaşan Müminlere gelince, hayırların cümlesine nail olurlar. Çünkü İmamları, İmanları ve Bi'atleri vardır.

Bunlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır hem de ebedi. İşte fevzu necat budur Rabbimizden bu necatı isteriz. ÂMİN.

V E  İ Z A H I:

Dersimize konu olan bu on âyetten mücmel olarak şunu anlıyoruz: ELLAH'tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed Mustafa, onun kulu ve Resulü olduğuna İmân eden müminin, şayet Bi’at ettiği ve edeceği bir İmamı yoksa yani Halife’i Resule Bi’atı yoksa ve böyle bir ihtiyaç hissetmiyorsa, şüphesiz ELLAH’ın Ulûhiyyetini ve Resulünün Risâletini red etmiş olur. Yani Kâfir olur. Hatta daha da Şerir olur.  Çünkü son Resule İmân etmeyen, açık ve karşı düşman oldukları için İslam dinine zararları az olur. Hatta hiç zararları olmaz. Ama son Resule İmân edip de, Halifesine Bi’atı olmayıp tağuta bağlı ve tabi ise, bunun zararı İslam için, insanın ciğerine biten yara gibi olur. Bu yara sahibini içten yiyip bitirdiği gibi, tağuta bağlı olup ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlarda ELLAH’ın Dini olan İslam dinini içten yer ve bitirir. Çünkü bunların peşine sürüler gider ve bunlar çerçevelenip köşelere asılırlar. Demek İmandan sonra Halife’i Resule Bi,’at kaydı ile tabi olmayan ELLAH’a tuğyan edenlerden olur. Çünkü Halife’i Resule Bi’atı olmayanın İlmi, İmanı ve Ameli ne olursa olsun tağuta Bi’atlı olacaktır ve olmaya mecbur kalacaktır. İşte böylesi Fasıkların üzerine Namaz kılıp peşlerinden ahitler yakmak Batılı Hak, Küfrü İmân İsyanı İtaat demek ve göstermek olur. Böylece bu zalimlerin izlerini takip edenlerde, piranlarını doğru yolda sanarak Fısk olan yollarını devam ettirirler. Oysa İmân eden müminin vazifesi, Halife’i Resule itaat etmektir. Öyleyse günümüzde İmamı ve Bi’atı olmayan müminlerin malları, evlatları ve ilimleri İmamı ve Bi’atı olan müminleri hayrete düşürmesin. Zira onlara verilenler, hayırlarına olmayıp, canlarının Kâfir olarak çıkmasına teminen verilmiştir. Çünkü İmamı ve Bi’atı olmayan Müminler, Mallarıyla, Canlarıyla tağutun yolunda olup savaşma mecburiyetindeler. Ama Halife’i Resulün emrinde olanlar, Mallarıyla, Canlarıyla Resulullah'ın yolunda olup savaşırlar. Böylece bütün iyilikleri alıp umduklarına kavuşurlar. Ve altlarından ırmaklar akan Cennetlere ebedi kalmak üzere giderler. Ve ELLAH’ın: Büyük kurtuluş dediği kurtuluşa kavuşurlar. Okuyalım:

وَجَاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذينَ كَذَبُوا اللّهَ وَرَسُولَهُ سَيُصيبُ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ (90) لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضى وَلَاعَلَى الَّذينَ لَايَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّهِ وَرَسُولِه مَا عَلَى الْمُحْسِنينَ مِنْ سَبيلٍ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ (91) وَلَا عَلَى الَّذينَ اِذَا مَا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَا اَجِدُ مَا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَفيضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا اَلَّا يَجِدُوا مَايُنْفِقُونَ (92) اِنَّمَا السَّبيلُ عَلَى الَّذينَ يَسْتَاْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَاءُ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطَبَعَ اللّهُ عَلى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (93) يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْ قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (94) سَيَحْلِفُونَ بِاللّهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْ اِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْويهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (95) يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّهَ لَايَرْضى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقينَ (96)

M E A L İ:

90-- Bedevilerden özür dileyenler kendilerine izin verilsin diye geldiler. ELLAH’a ve Resulüne yalan söyleyenler, özür de Beyân edemez oldular. Onlardan Küfredenler can yakıcı azaba uğrayacak. 91-- Zayıf ve malul olanlar, hastalar ve harcayacak bir şey bulamayanlar, ELLAH ile Resulüne sadık kaldıkça ayıplanmazlar. İyi davrananlar için sorumluluk olmaz. 92-- Binek vermen için sana geldiklerin de: Size binek bulamıyorum dediğin zaman savaş yolunda sarf edecekleri bir şey bulamadıkları için, üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur. 93-- Sorumluluk ancak zengin oldukları halde senden izin isteyen ve geride kalanlarla kalmaya razı olanlara ve ELLAH kalplerini mühürlemiş olduğunu bilmeyenleredir. 94-- Savaştan döndüğünüzde size özür dileyecekler. Özür Beyân etmeyin size asla inanmayacağız. Çünkü sizin haberinizi ELLAH bize bildirmiştir deyin. ELLAH’da, Resulü de işlediklerinizi görecektir. Sonunda her şeyi bilen ELLAH’a döneceksiniz. O işlediklerinizi size haber verecektir. 95--  Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, ELLAH’a yemin edeceklerdir, siz onlara aldırış etmeyin çünkü mundardırlar. Yaptıklarının karşılığı Cehennemdir.                           96-- Kendilerinden hoşnut olasınız diye size yemin verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile ELLAH yoldan çıkan kimselerden hoşnut olmaz.

M E R A M I:

tağutun şemsiyesi altında ruhsatı ile ELLAH’a ibadet etmenin vahametini bilmeyenler, altında oldukları şemsiyenin altına durmaları için kendilerini özürlü sayarlar. Oysa bu şemsiyenin altına durup ruhsatı ile ibadet edenlerin özrü yoktur. Sadece Küfürleri vardır.

Ama zayıf, malul, hasta olanlar yani Hicret etmeye, Cihad etmeye yol ve imkan bulamayanlar müstesna. Çünkü ELLAH bilir ki, bu müminlerin bu özürleri olmasa bu lanetli şemsiyenin altına durmayacaklardı.

Ve gerçek geçerli özürleri olduğu için olacak ki, samimiyetlerinden Hicret ve Cihad edemedikleri için üzüntülerinden gözyaşı dökerler. İşte bunlar için ELLAH’ın rızası vardır.

Ama bunların tersi olanlar için ELLAH’ın laneti vardır. Yani tağutun hâkimiyetini red babında Hicret edip Cihad edebilmelerine rağmen, Hicret etmeyenler için artı tağutun ruhsatını alıp ELLAH’a ibadet edenler için ELLAH’ın laneti vardır.

ELLAH’ın lanetine layık olan Müminler her fırsatta özür Beyân ederler ve özür Beyân etmeyi de bilirler. Ama ELLAH bunların özürlerine inanmamayı emretmiştir. Ve ELLAH’a havale edilmelerini ders vermiştir.

Okuyalım: Onlarla karşılaştığınızda, size karşı Mümin, Mücahid, Âlim, Âbid, Şeyh olduklarını derler lâkin onlara inanmayın ve dinlemeyin. Çünkü kesp ettikleri ile Cehennemi kazanmışlardır.

Kendilerinden hoşnut olup sözlerini, işlerini kabul edesiniz diye ikna edici tesirli sözler söylerler. Söyledikleri sözlere ve yaptıkları işlere karşılık, siz onları kabul etseniz bile ELLAH onları asla kabul etmez. Çünkü sözleri ve işleri tağutun hakimiyetinden yanadır ve hâkim olan tağutun ruhsatı ile ELLAH'tan yana olmaya çalışandırlar.

 

 

V E  İ Z A H I:

Bir Cemaat ki, izinsiz ayrılmanın İmana ve İtaate muhalif olduğunu bilmesine rağmen özürler dermeyan edip izin istiyor, her şeyi bilen ELLAH’da özürlerinin doğru olmadığını, esasta savaştan kaçmak için özür Beyân ettiklerini böylece Resulullah'ı ve Halifesini tehlikeye atmaya razı olduklarını Beyân ediyor. Bu Beyân ile yalan olsun olmasın, müminin izin alacağı bir makamı olmasına işaret etmiş oluyor. Öyleyse müminin İmanı adına, izin alacağı bir İmamı yoksa yada İmamı olmasına rağmen ondan izin almaya tenezzülü yoksa böylesi müminlerin hali nicedir? Bunların sonu mutlaka hüsrandır. Çünkü Halife’i Resulleri yok. Yada kukla varı onu kullanıyorlar. Oysa İmân, İslam nizamı için Halife’i Resule Bi’at etmenin adıdır. Ki, bunun içtimasından özürsüz ayrılmak, yada yalan özürler Beyân etmekle ayrılmak İmanı inkârdır.

Öyleyse --LAİK-- Tağuti düzenlerde Mümin kalmışsa mutlaka bir kuşluk vakti üzerlerinden geçmeden, bir İmamın başkanlığında Cemaatlerini teşkil etmelidirler. Badehu bu âyetleri ve bunun gibi medeni âyetleri okuyup Halifelerine ELLAH’ın emrettiği itaati yapmalıdırlar. Aksi halde Medeni Âyetleri geçmişin masalları olarak okumuş olurlar. Böylece bu âyetler, İmanlarına İmân katmaz ve Nefislerine bir yük yüklemez. Oysa açıkça görüyoruz ki, bu âyetler İmana bir sorumluluk cana, mala bir yüktürler. İmân ile bu yükün altına girdim deyip de pratikte yükün altına girmeyenler, yani Tağuti düzenlere dönenler, istemese de tağutun yükü ve itaati altına girerler. Haliyle izin alma mercileri de Tağut olur. müminin izin alacağı ve itaat edeceği mercii Tağut olursa, hiç şüphe yok Mümin bu ortamda kendine Dini namına bir yol çizecektir. Yani böylece Mümin, kendine isterse sarhoşluk yolunu çizer ve isterse Şeyhlik, Müridlik, Âlimlik, Âbidlik ve Talebelik yolunu çizer. Ama ELLAH’ın nezdi Ulûhiyyetinde bu iki insanın arasında hayra matuf bir fark olmaz. Çünkü Hâkimiyet tağutun eline ve emrindedir.

Hâkimiyet kimin eline kalırsa, savaşmak da onun eline ve emrine kalır. Oysa tağutun emriyle başlayan savaştan geri kalmak, özür Beyân etmek zinhar yoktur. Çünkü tağuti düzende insan için bir köpek kadar Hürriyet yoktur. Oysa savaşmak için başta hür olmak şarttır. Hür olmak için da, ELLAH’a İmân ve onun Rızasını talep şarttır. Bu şartların yerine gelebilmesi için, Halife’i Resul şarttır. Bu şart olmayınca iki düşmanın arasına savaşma mecburiyeti hâsıl olur ki, böylece savaş gönülsüz, zorla ava giden köpeğin av avlaması gibi bir şey olur. Ardından da zillet ve hezimet gelir.

Demek gayrı İslami düzenler, İmansız, gayesiz, gönülsüz ELLAH’ın Rızası olmaksızın, vatanın, atanın ve sülalenin Rızası uğruna insanları helak ve heba ediyorlar. Çünkü savaş --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- kelimesi uğrunda olur. Ve savaşı ELLAH, bu kelimenin hâkimiyeti için farz kılmıştır. Bu nedenle farz kılınan savaş için, ancak Müminler savaşır. Münafık ve müşrikler böylesi savaşlarda karşı düşmanlardan daha tehlikeli olur. Öyleyse uzatmadan diyelim: İslam düzeninde, savaş anında dahi çok geniş bir hürriyet görünüyor ve vardır. Çünkü hür istek ve irade ve İmân olmadan savaş olmaz. Ancak olur: Tağutların yakalayıp iki ateş arasına savaş yaptırdığı insanların savaşı gibi bir savaş olur. Bunu, şu Âyetten anlıyoruz: Geri döndüğünüzde size katılmayanlar savaş firarisi olmalarına rağmen ve yalan özürler Beyân etmelerine rağmen, ELLAH, onları öldürün emrini vermiyor. İşte bunun hikmeti, savaşmak için İmanın ve geniş bir Hürriyetin olmasının lazımındandır. Geniş Hürriyete gelince İmanın amir hükmü olan Halife’i Resule bila ücret itaattir. Demek en geniş Hürriyete sahip olan Mümin, Halife’i Resule en çok ve en gönülden itaat edendir. Okuyalım: 

اَلْأَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْرًا وَنِفَاقًا وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَا اَنْزَلَ اللّهُ عَلى رَسُولِه وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ (97) وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَايُنْفِقُ مَغْرَمًا وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَائِرَ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ (98) وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَيَتَّخِذُ مَايُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ اَلَا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فى رَحْمَتِه اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (99) وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا ذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ (100) وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ اَهْلِ الْمَدينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلى عَذَابٍ عَظيمٍ (101)

 

M E A L İ:

97-- Bedeviler Küfür ve Nifakta daha ileridirler. ELLAH Resulüne gönderdiğini bilmemek, tanımamak daha çok onlara layıktır. ELLAH Alim'dir, Hakim'dir. 98-- Bedevilerden ELLAH yolunda sarf ettiklerini angarya sayan vardır ve başınıza belaların gelmesini isteyenler vardır. Belalar onların olsun. ELLAH Semii'dir, Alim'dir.  99-- Bedevilerden ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân eden, sarf ettiğini ibadet ve Nebinin duasına nail olmaya vesile sayanlar vardır. Bilin ki verdikleri onlar için ibadettir. ELLAH onlara Rahmet edecektir. Şüphesiz ELLAH Gafurdur, Rahîm'dir. 100-- İleri geçerek öncü olanlar Muhacir'ler ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan ELLAH Razı olmuştur. Onlarda ELLAH'tan hoşnut oldular. ELLAH onlara içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu en büyük kurtuluştur. 101-- Çevrenizde olan bedevilerin içinde ve Medinelilerin içinde de Münafıklar vardır. Onları siz değil ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz. Sonrada daha büyük bir azaba uğratılacaklardır.

M E R A M I:

Bedevi, yani kara cahil İslamın idare merkezine yani Halife’i Resule en uzak, en düşman olan demektir. Uzak olduğu kadar da tağuta, düzenine yakın ve dost olan demektir bedevi... İşte bu bedevi Münafıklar, ELLAH yolunda bir şey sarf etmezler. Lâkin bir mecburiyet gereği sarf ettiklerini de, boşa gitmiş kabul ederler. Bu nedenle bu Münafıklar, İslam Mü'minlerinin belalara uğramasını isterler.

ELLAH’da, belaları bu zalimlere yükleyerek, bunlar gibi olmayan Muvahhid Mü'minlerini af edeceğini ve Rahmetine alacağını bildirir.

Çünkü bu Müminler Resulullah'ın emrinde olan Ensar ve Muhacir'lerin izinden ayrılmamıştır. Ve üç günden ziyade Bi’atsız ve Halife’i Resulsüz durmamıştır. Böylece altlarından ırmaklar akan Cennetlere girip kurtulmuşladır.

Çünkü İmanlarının icabı, Halife’i Resule dost ve yardımcı olmuşlardı. Ne uzaktan ne yakından Mümin olarak Münafık halini hal edinmemişlerdi. Çünkü Münafıkları ELLAH’ın bildiğini bilmişlerdi. Ve Münafıklar için iki kat azabın olduğunu, daha sonrada, daha büyük azabın olacağını bilenlerden olmuşlardı.

 

V E  İ Z A H I:

Bilelim ki, bedevi şehirli olmayıp okuması ve yazması olmayan demektir. Öyleyse ELLAH’a, Resulüne, Halifesine ve Teşriisine düşman olmak bu bedevilere uyar ve yakışır. Lâkin günümüz okumuş şehirlileri, bedevilerin düşman olması icap eden yere, fikre, düzene bedevilerden daha çok düşman olmuşlardır. Demek bu zalimler okumuş olmayıp, okunmuşlardır. Yani bedevi ilmini, düzenini ve ahlakını bunlara zerk etmişlerdir. Böylece Hilafet, Şeriat düşmanı yamyamlardan, vahşilerden olmuşlardır. Çünkü okudukları ilim, Şirk olup tağuta itaat etme ilmidir. Yahudi ve Nasaralara uyma ilmidir. Öyleyse ELLAH’ı, Resulünü ve Teşriisini bırakıp şeytan'a ve halefi olan Yahudiye ve Nasranilere uyandan, sevenden daha bedevi, daha cahil kim olabilir? Madem olmaz öyleyse ELLAH’ın laneti, belaları bunların üzerine olsun ki, bu zalimler İslamın aleyhine olan her şeyden hoşlanıp leyine olanlardan kuduran köpek gibi kudururlar. ELLAH, belaları bu kudurmuş köpeklere ve bu köpeklerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet etmeye yönelenlere verdiğine göre demek günümüzde bedevileşen şehirlilere ELLAH belalar yağdırıyor. Niçin yağdırmasın? Hilafet'i, Şeriatı lağv edenler ümmül Kur'a nın sahipleri, hâkimleri değilmiydiler? İnkâr edemezler. Zira ELLAH Semii sıfatı ile söylediklerini işitmiş olup adalet sıfatı ile de cezalarını vermiştir ve verecektir. Zira son Resulün müminleri olarak Yahudi ve Nasaralara uşaklık etmekten daha büyük lanet mi olur? Olmaz. Çünkü ELLAH tarafından bir beldenin tasarruf hakkı sana verildiği halde, sen o beldenin örfüne göre tasarruf etmeyip Yahudi ve Nasaralara sormaktan ve onlara tasarruf hakkını tevdi etmekten daha büyük zillet mi olur? Olmaz. Daha büyük bedevilik mi olur? Olmaz. Daha büyük cahillik mi olur? Olmaz!

Kıyâmete dek Risâlet düzeni için Hicret edenler ve Hicret edenlere yardım edenler, yani Kıyâmete dek Ensar ve Muhacirlere uyanlar, öyle ki doksana basan yaşı ile İstanbul’a sefere çıkan Eba Eyyubi Ensari’yi taklit edenlerden, ELLAH Kıyâmete dek Razıdır. ELLAH kulundan Razı oldu mu, kulunu da kendinden Razı edecek yollara ulaştırır. Ensar ve Muhacirine tabi eder. Badehu ona Cenneti öyle Cennetler ki, ırmaklı ve yem yeşil yapraklı, yelpazeli olan Cennetlere idhal eder. Bu Cennetlere ancak ELLAH’ın Razı olduğu Müminler idhal olunur. Ama Münafıklar bu Cennete ulaştırılmazlar. Çünkü Münafıklar müminlerin dost görünen düşmanlarıdırlar. Özellikle Halife’i Resulün dostane düşmanlarıdırlar. Hem Münafık, dostluk adına düşmanlık eder de farkına olmaz. Çünkü Münafık her şeyde ELLAH’a güven duymadığı için, güveni ile birlikte toplumun güvenini de temin babında samimi gayretler gösterebilir. Ama ELLAH’a güveninin yanında, başka bir nesneye duyduğu güven ile gösterdiği gayret, samimi de olsa boşa gider. Çünkü ELLAH Müşriğin hiçbir ameline karşılık vermez. Zira kalblerine ELLAH’ın Rızasını almak için, ELLAH ile beraber gayrı bir nesnenin sevgisi, saygısı vardır. Okuyalım:

وَاخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَاخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللّهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (102) خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ اِنَّ صَلوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ (103) اَلَمْ يَعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه وَيَاْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ (104) وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ اِلى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (105) وَاخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِاَمْرِ اللّهِ اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ (106)

M E A L İ:

102--  Savaştan geri kalanların bir kısmı suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötü işle karıştırmışlardı. Onların tevbesini ELLAH kabul eder. Çünkü o Gafur ve Rahîm'dir. 103--  Mallarının bir kısmını kendilerini temizlemek üzere Sadaka al. Onlara dua eyle zira senin duan onlar için bir güvendir. ELLAH Semii'dir ve Alim'dir. 104--  Bilmiyorlar mı ELLAH kullarının tevbesini kabul eder ve Sadakalarını kabul eder. Şüphe yok ELLAH Tevbeleri kabul edip bağışlayıcıdır.                  105-- İstediğinizi işleyin ELLAH, Resulü ve Müminler işlerinizi görecektir de. Hepiniz görüleni ve görülmeyeni bilen ELLAH’a döndürüleceksiniz de.  O size yaptıklarınızı bildirecektir.               106-- Savaştan geri kalanlardan bir kısmının hükmü ELLAH’a kalmıştır. ELLAH onlara ya azap eder, yada tevbelerini kabul eder. ELLAH Alim'dir ve Hakim'dir.

 

M E R A M I:

Son Resule İmân eden Mümin, şayet iyi yapıyorum zannı ile iyiliği, Tevhidi, Şirk’e karıştırırsa, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a ibadet ederken, bunun yanlış olduğunu anlayıp tevbe ederse tevbesini ELLAH kabul eder.

Sadakalarını kabul eder. ELLAH için her ne yaparsalar onları ELLAH kabul eder. Çünkü Resulullah'ın ve Halifesinin duası kapsamına alınmışlardır.

Resulullah ve Halifesinin Duası kapsamına alınan müminlerin yani İmamı, Bi’atı olan müminlerin, bir kast olmadan yaptıkları yanlışları anlayıp tevbe edenlerin tevbesini ELLAH kabul eder olduğu bilinsin.

Çünkü böylesi müminlerin tevbesi, suçlarını itiraf olup ELLAH'tan, Resulünden, Halifesinden ve müminlerden özür dilemektir. Yani Tevbeyi açıktan yapmaktır.

Tevbe edenler, bir kast olmaksızın savaştan da geri kalsalar, yani Halife’i Resulü yol üstü bırakıp geri dahi dönseler ELLAH onları bağışlar. Çünkü suçu, itiraf olan tevbeyi yapan suçsuzdur.

V E  İ Z A H I:

Suçunu itiraf eden suçsuzdur kaidesiyle, savaştan geri kalanların bir kısmı suçlarını itiraf edip tevbe etmişler ve af olunmaları için mallarını Sadaka vermeyi teklif etmişler. Böylece tevbe zahir ve batın olarak ihlâs ile kendini göstermiş oldu. Çünkü mal, canın yongasıdır. Sadaka, sadıkların işidir. Ki, Sadaka ismini yani doğruluk, samimilik ismini almıştır. Öyleyse kim ve kimler, ELLAH’ın emri olan Risâlet'e, Hilafet'e ve Şeriatullah'a ihanet ederse, suçlarını itiraf olan Sadakalarıyla birlikte tevbe etmeleri halinde ELLAH onları af eder. Öyleyse İmamsız ve Bi’atsız olarak tağutun şemsiyesi altında, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar tevbe etsinler. Ettikleri tevbeye samimi olduklarına dair Sadaka versinler. Ama bunları etmeden önce üç kişilik de olsa İslami cemaatlerini teşkil etsinler. Ki, arkadaşlarını değiştirenlerden olabilsinler. Zira tağutun şemsiyesi altına Mümin olduğu için, ruhsatı ile ELLAH’a ibadet etmeye yönelenlerden dostlar edinenler, Yahudi ve Nasaraları dost edinmiş gibidir. Hatta belki daha da fenadır: Yahudi ve Nasaraları dost edinen Müminler, onları daima mesafeli olarak dost edinir. Çünkü geçmişlerinde Din ayrılığı vardır. Aralarında Din ayrılığı, Din kavgası vardır. Ama tağutun ruhsatı ile ELLAH’a ibadet edenleri dost edinen mesafeli değil, canı gönülden dost edinir. Çünkü geçmişleri ve halleri Din'de Vahdettir, kardeşliktir.

Oysa Yahudi ve Nasaraların Halifesi olan Tağuttan ruhsat alıp ELLAH’a ibadet edenleri dost, kardeş edinmek yukarıda izahı geçtiği üzere Yahudi ve Nasaraları dost edinmekten, ELLAH’ın nezdinde daha eşed'dir. Zira bu dostluk Dini İslama, İhlâsa, Tevhide daha çok zarar veren bir dostluktur. ELLAH’ın Dinini Kâfirlerin hizmetine raam eden bir dostluktur. Çünkü Camileri Dirara, tağutun hakimiyetine hizmet etmeye çeviren bir dostluktur. Okuyalım:

وَالَّذينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْريقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَا اِلَّا الْحُسْنى وَاللّهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (107) لَا تَقُمْ فيهِ اَبَدًا لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ فيهِ فيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرينَ (108) اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلى تَقْوى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه فى نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ (109) لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذى بَنَوْا ريبَةً فى قُلُوبِهِمْ اِلَّا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ (110)

M E A L İ:

107-- Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, ELLAH ve Resulüne karşı savaşanlara yardım ve yataklık etmek için, bir Mescid kurup: Biz sadece iyilik yapmak istedik diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphe yok ELLAH şahiddir.              108-- Orada asla durma! İlk günden beri Takva üzere kurulan Mescidde bulunman daha uygundur. Orada tertemiz olmayı arzu eden insanlar vardır ELLAH temiz olanları sever. 109--  Binasını ELLAH korkusu ve Rızası üzerine kuran mı hayırlıdır? Yoksa binasını kaygan zemin üzerine kurup da onunla beraber Cehenneme göçüp giden mi? ELLAH zalimler güruhuna Hidayet vermez. 110-- Yaptıkları bina kalplerinde bir şüphe ve bir ızdırab kaynağı olmaya devam edecektir. Ta ki kalpleri parçalanana kadar. ELLAH Alim'dir, Hakim'dir.

M E R A M I:

Bilelim ki: Son Resule ve Kur'ân'a İmân olunsun diye icbar ve tehdit zinhar yoktur. Çünkü İmân, tamamen hür iradenin mahsulüdür ve İmân, ELLAH tarafından Mümine vahyedilen sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kuvvettir. Lâkin gelenek varı olan İmân, İslamın İmanı da olsa bunun dışındadır. Münafık varı olan İmân da bunun dışındadır. Nitekim yüz yedinci âyette, İslamı yok etmek için, İslam namına Mescid yapanlar Münafıktılar.

Münafık, Müşrik Cami yapar mı? Elbette yaparlar. Ama tağutun Hâkimiyeti için ve Hakimiyetinin İstikrarı için Cami yapar ve tağuta teslim eder. İşte bu gibi Camilerde durmayı, İbadet etmeyi ELLAH: --LATEKUM FİHİ EBEDA-- emri celili ile Kıyâmete kadar nehy etmiştir. Bunun yerine Tağuttan uzak bir mağara da olsa orda Namaz kılmayı emretmiştir. Temizlenmek isteyenler yani Şirkten kurtulmak isteyenler ancak böyle Şirkten temizlenmiş olurlar demiştir. Çünkü Cami de toplanmanın sırrı, hikmeti Yahudilere, Nasranilere ve bunların Halifesi olan tağuta lanet etmektir. Öyleyse tağuta lanet olmayan Camide, artı tağuta dua ve tezkir olan Camilerde ELLAH’a ibadet için giden Mümin ve tağutun atadığının peşine Namaz kılan Mümin, İmanını dışarıda bırakmadan içeri giremez. Çünkü bu Camiler, tağutun lehine hizmet verdikleri için Dirar olmuşlardır. Dirar Mescidine Mümin olarak girilse bile mutlaka Müşrik olarak çıkılır. Çünkü ELLAH’ın emrini yapmak için, tağutun izni ile oraya girilmiştir. Böylece aynı anda iki büyük kabul edilmiştir.

Evet: Böylesi Mescidlerde Müslüman, hiçbir zaman, hiçbir iş ve ibadet için kaim olmadığı gibi, Halife’i Resulün emri altında olan Camilerden --Ki, bu Camiler Mescidi Takvadır.-- Müslüman bila özür olarak bu Camilerden zinhar geri kalamaz. Öyle ki, üç Cum'a özürsüz olarak geri kalırsa Münafıkların defterine yazılır.

Böylece İmanından, İmamından ve Bi’atından imtina etmiş sayılır. Ve yakın İmandan ayrılıp şüphe İmanına yönelenlerden olur. İmân, şüphe kabul etmeyeceğine göre demek İmandan ayrılmış olur.

V E  İ Z A H I:

Risâlet düzeninde Camiler meclis, medrese ve ordugahtırlar. Çünkü İslamın ordusu Cami cemaatidir. İslamda bu ordunun terhisi yoktur. Çünkü İslamda mecburi hizmet diye bir hizmet yoktur. Evet, İslamda şu kadar sene, bu kadar ay bila ücret hizmet vereceksin diye, bir hizmet yoktur.  Öyleyse gayrı İslami düzenlerde insanlara tahmil edilen, dayatılan bu mecburi hizmet, zalimlerin zulmünden başka bir şey değildir. Çünkü İslamda Müminler hür iradesi ile yapmış oldukları İmanın vaz geçilmez gereği, mal ile can ile ölene dek yapabileceği kadarıyla Cihad yapmaktır. Demek insan İmân etmesiyle, ölene dek Cihad edeceğine dair ELLAH’a söz verendir. Çünkü ELLAH’ın hükümlerinin hâkimiyeti için ve Hakimiyetinin devamı için, Mümin malı ile canı ile ELLAH’ın Hizbi, Askeri olmaya mecburdur. Bu mecburiyet yapmış olduğu İmanın gereğidir. İmanında böyle bir mecburiyet hissetmeyen Mümin, İmân etmiş sayılmaz.

İşte İmanı gereği ELLAH’a asker olan bu müminlerin, sevk ve idare yerleri Camidir. Cami sadece Namaz yeri olmayıp ordugahtır. Burada müminlerin huzuruna kararlar alınır. Çünkü Müminler ve Mümineler İslam nizamının üyeleridir. Her müminin fikir Beyân etmeye hakkı vardır. Demek günümüzde olduğu gibi seçilmiş, yada kendini seçtirmiş Zadeganların kapalı kapıların içinde, kanun adıyla karar almaları, İslam hükümetinde yoktur. Çünkü seçilmiş kişilerin almış olduğu böylesi kararlar, müminleri ikna etmez. Ama Camide ELLAH’ın âyetleri ile ve Resulünün sünneti ile alınan kararlar Mümin ve Mümineleri tatmin eder. Çünkü Mümin ve Mümineler, ELLAH’ın hükümlerinin infazı hususunda tek tek sorumludurlar. Ama Tağuti düzende, düzenleri adına sadece seçilip de, kapalı kapıların ardında hükümler veren zalimler sorumludur. Hem zaten sen, kendini sorumlu hissedip fikir Beyân etsen kabul etmezler. Çünkü senin işin onları seçene kadardır. Seçtikten sonra senin işin biter. Lâkin İslamda Mümin olanın sorumluluğu hiç bitmez. Bitmediği içindir ki, Mümin malıyla, canıyla kimselerin dayatması olmadan savaşır. İmdi malıyla, canıyla kimseler tarafından zorlanmadan İmanı gereği savaşmaya mecbur olan Müminler Camide toplanır. Var olan meseleleri kısa, orta ve uzun vadede karara bağladıktan sonra, Halife’i Resulün yada vekilinin peşinde bir kişi misali tek Fatiha ile Rükû edip secdeye giderler. Secdeye gitmeleriyle ELLAH’a şöyle yalvarmış oluyorlar: Ey Rabbimiz! Sana Hamd olsun ki, sen yeryüzüne Resulünü, Kitabını gönderip bizi o Resulüne ve Kitabına İmân etmeye muvaffak ettin. Böylece bizi zalimlerin hüküm ve düzenlerinden, kulluklarından kurtarıp zatı pakına kul ettin. Da, senden başka İlâh, Rab, Razık ve Hafız edinmekten bizi kurtardın. Ey Rabbimiz! Almış olduğumuz bu kararları Dinimiz ve Dünyamız için hayırlı kıl ve bizi aldığımız bu kararlara muvaffak eyle... Düşmanlarımızı zelil edip, bizleri onların üzerine Aziz eyle ve Âhiret'te bizleri Nebilerle, Sıddıklarla, Şehidlerle ve Salihlerle Haşr eyle ÂMİN.

İşte İslami düzende Cami, Mescid bu fonksiyonu icra için vardır ve yapılır. Bu gaye ve bu hedefe tağutun manialarıyla ulaşamayan Cami ve Mescidler, aslı vazifesinden terhis edilmiş olup, tağutun istikrarına Raam olmuş demektir. Çünkü sadece Namaz için girip çıkılan Camiler, motoru soğutmak için rölantide çalıştırılıyorlar hükmündeler. Çünkü rölantide çalıştırılan bu Camilerde, Tağuti laik düzenlerden Sitayişle bahsedilir. Hutbelerde dua ve ÂMİN onlar için olur. İşte bu fonksiyonu icra eden Cami ve Mescidlerin vazifesi: İslama ve İmana zarar vermek, Küfrü yaymak, ELLAH ve Resulü ile savaşanlara yardım etmek, böylece müminleri Müşrik etmek ve tağuta itaat ettirmeye yol gösterip fetva vermek için olurlar. Öyleyse tağutun Hâkim olduğu ve memurları ile açık tutulup, Kanunları ile yönettiği Camiler Mescidi Dirar'dırlar. Hem kanunu ile yönetilen ve memuru ile açık tutulan Mescidlerde, atanılan memur tağutun aleyhinde konuşsa bile ELLAH için konuşmuş olmaz. Çünkü aleyhte konuşan bu hatip önce memuriyeti namına tağuta ihanet etmeyeceğine dair Bi’atı, sözü ve yemini vardır. Öyleyse Küfre, Kafire önce Bi’at, sonra ELLAH yolunda, ELLAH için Cihad olmaz. Kim olursa olsun tağuta önceden sâdakât yemini verip de, badehu onun aleyhine konuşmak: Dost acı söyler kaidesiyle, aleyhinde konuştuğunun istikrarını temin etmektir. Çünkü her insan sevdiğinin af edilmez hatasını gördüğünde, herkesten önce dostunu acı sözlerle uyardığı gibi, Tağut da, memurları tarafından aleyhte olarak uyarılmaları, ELLAH ve Resulü için olmaz. Sadece binmiş oldukları geminin batmamasını temin için olur. Acı sözlerle geminin batmamasını temin edenlere geminin kaptanı olan tağutun sadece bir şükran borcu olur. Haliyle maaşlarına da zam gelir. Nitekim Firavunun Sihirbazları Firavun'a: Biz üstün gelirsek bize bir mükafat var mı? Diye sordular. Ama ELLAH’a Hamd olsun üstün gelemediler ve mükafat alamadılar. İnşâ ELLAH bunlarda üstün gelemezler ve mükafat da alamazlar.

İmdi tağutun İstikrarı ve İstikbali için kullanılan Cami ve Mescidlerin Hadim ve Hamilerinin yalancı olduklarına ELLAH şahiddir. Yani bunlar İmanlarında Kâzıp olduklarına ELLAH Şahiddir. Öyleyse böylesi bir düzenin içinde, ruhsatı ile Cami yapmak İslam Dini için yapılmış olmaz. Çünkü tağutun Hâkimiyeti altında İslam Dini olmaz ve yoktur. İslam Dini olmayınca, dört duvar, nakış ve boya iki kişi arasına hâkim olup hüküm veremez. Öyleyse yeryüzünde var olan Cami ve Mescidler, İslam nizamının Meclisleri olmayacaksa, Şeriatullah'a yardım ve yataklık etmeyecekseler, buyurun ELLAH, Resulüne verdiği emri dinleyin: --LATEKUM FİHİ EBEDA-- Orada asla durma... Öyleyse Resulullah'a İmân eden Mümin orda asla durmaz. Çünkü Hak olan ELLAH, her şeyi Hak için Hak üzere yaratmıştır. Batılın, tağutun Hak için yarattığı mülkünde Hâkim olup tasarruf etmeye Hakları yoktur. Çünkü onlar kendilerinin doğru yolda olmadıklarını bilirler. Ama Demokrasi ve Laik ismiyle peşlerine takarak sömürdükleri sömürgeler kendilerini doğru yolda bilirler. Evet, bilirler ki, üfürüle, üfürüle soyulurlar. Ama törpüyü yalayıp da dilini yiyen kediler gibi dillerini yediklerini bilmezler.

Öyleyse böylesi zalimlerin içlerinde Mümin bulunmaz. Bunların bina ve Cemaatlerini yıkıp dağıtma kudretinde olan her Mümin bunların bina ve cemaatlerini ateşe verip dağıtmalıdır. Çünkü: --İNİL HÜKMÜ İLLA LİLLAH-- Hüküm ancak ELLAH’a aittir. ELLAH’ın hükmü için kurulmayan, olmayan bina ve birlikler sadece zan ve şüpheden ibarettirler. Bunların temeli çürük ve görüneni çakıl taşıdır. İşte bu bina ve birlikler insanları ELLAH’a Şirk koşmaya ve Anarşi olmaya iletir. Toplumu darmadağın eder. Kalpleri kin ile nefret ile hased ile riya, şehvet ucub ve kibir ile doldurur. Böylece ELLAH'tan gayrı binlerce İlahlara insanları özellikle müminleri taksim eder. İşte böylesi insan ve müminlerden ELLAH ve Resulü beridir. Çünkü ELLAH ilmiyle, Ehkemül Hakimin sıfatıyla hükmünü vermiştir. Okuyalım:

اِنَّ اللّهَ اشْتَرى مِنَ الْمُؤْمِنينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فى سَبيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْريةِ وَالْاِنْجيلِ وَالْقُرْانِ وَمَنْ اَوْفى بِعَهْدِه مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذى بَايَعْتُمْ بِه وَذلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ (111) اَلتَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْامِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنينَ (112) مَا كَانَ لِلنَّبِىِّ وَالَّذينَ امَنُوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكينَ وَلَوْ كَانُوا اُولى قُرْبى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَحيمِ (113) وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرهيمَ لِاَبيهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَا اِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ اَنَّهُ عَدُوٌ لِلّهِ تَبَرَّاَ مِنْهُ اِنَّ اِبْرهيمَ لَاَوَّاهٌ حَليمٌ (114) وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ اِذْ هَديهُمْ حَتّى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَ اِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ (115) اِنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ يُحْي وَيُميتُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصيرٍ (116) لَقَدْ تَابَ اللّهُ عَلَى النَّبِىِّ وَالْمُهَاجِرينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذينَ اتَّبَعُوهُ فىسَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزيغُ قُلُوبُ فَريقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُفٌ رَحيمٌ (117) وَعَلَى الثَّلثَةِ الَّذينَ خُلِّفُوا حَتّى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّهِ اِلَّا اِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا اِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ (118) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقينَ (119)

M E A L İ:

111--  Şüphe yok ELLAH, ELLAH yolunda savaşıp ölen ve öldüren müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'ân'da söz verilmiş bir hak olarak Cennet karşılığı satın almıştır. Verdiği sözü ELLAH'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız bu alışverişe sevinin zira bu en büyük saadettir. 112-- Tevbe edenler, ibadet edenler, Hamd edenler, seyahat edenler, Rükû ve Secde edenler, iyiliği emredip kötülüğü nehy edenler ve Hududullah'ı muhafaza edenler işte bu müminleri Cennetle müjdele.                   113-- Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akraba bile olsalar Müşrikler için mağfiret dilemek Nebi ve Müminlere yakışmaz.      114-- Ha? Babasının Mağfireti için İbrâhim’in duası, babasına söz vermesinden ileri gelmişti. ELLAH’ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrâhim yumuşak kalpli Halim bir insandı. 115-- ELLAH bir kavmi Hidayete erdirdikten sonra, onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara nelerden sakınacaklarını belli eder. ELLAH her şeyi hakkıyla bilendir. 116-- Yeryüzünün ve göklerin Hükümranlığı elbette ki ELLAH’ın dır. Dirilten ve öldüren odur. ELLAH'tan başka dost ve yardımcınız yoktur. 117-- Yemin olsun ki, ELLAH Resulünü ve içlerinde bir kısmını kalpleri aldanmak üzere iken, o güçlük anında ona tabi olan Muhacir ve Ensarı tevbeye muvaffak ve sonrada tevbelerini kabul etti. Zira ELLAH çok Rauf ve Rahîm'dir. 118--  Savaştan geri kalan o üç kişiyi de af etti. Yeryüzü o kadar geniş iken, onlara dar gelmişti. Kalpleri sıkıldıkça sıkılmıştı. Nihayet ELLAH’ın gadabından kurtulmak için yine ELLAH'tan gayrı bir sığınak olmadığını anlamışlardı da, eski hallerine rücu etsinler diye onları tevbeye muvaffak kılmıştık. ELLAH tevbeleri kabulle merhamet edicidir. 119-- Ey İmân edenler! ELLAH'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.

M E R A M I:

Mescidi Dirarlarda, ELLAH’a ibadet etmek, malı ve canı Cennet karşılığı ELLAH’a satmayı hoş görmemektir. Ve ELLAH ile yapılan alışverişi bozmaktır. Bozup Yahudi, Nasaraların emirleri altına girmektir. tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid ve Mücahid olmaktır. İşte bu haller, ELLAH için savaşmayı değil, Tağut için savaşmayı intaç eder. Haliyle ölürler ve öldürürler. Ama Demokrasinin ve Laikliğin şehidi olurlar. Oysa ELLAH malı, canı Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kendi yoluna harcanması için verdiğini yazmıştır. Ve karşılığında Cenneti vaad etmiştir. Öyleyse İmân Ahdi Misakının metni şudur: Halife’i Resulün emrinde olarak, emriyle ELLAH yolu için malı, canı verip Cenneti almak.

Hem ELLAH yolunda Cennet karşılığı malı, canı vermek tevbe'dir, ELLAH’a Hamd etmektir, ELLAH yolunda seyyah olmaktır, Rükû ve Secde etmektir, Marufu emr ve Münkeri neyh etmektir ve Hududullah'ı muhafaza etmektir. Neticesi: ELLAH ile yapılan alışverişe sadık kalarak Cenneti almaktır. Çünkü Halife’i Resulün şemsiyesi altına yapılan bu alışverişte tağuta bir meyil ve sevgi yoktur.

Zira Tağut ve yandaşları Müşrik oldukları için, müminlerin onlara meyletmesini, sevgi nazarıyla bakmasını ELLAH nehy etmiştir. Velev ki akraba, velev ki baba ve evlat olsalar bile... Çünkü bunlar Halife’i Resule dönmemeleri halinde Cehennemliktirler.

Cehennemlikler tağutun itaatinden ayrılıp Halife’i Resulün itaati altına dönmedikleri müddet, haklarında hayra matuf iyi bir zan beslenilemez. Zira --LİNNASİ İMAM-- olan İbrâhim, babası hakkında yumuşak kalpli olduğu için, iyi zan beslemişti. Ama onun Risâlet ve Hilafet düşmanı olup tağutun dostu olduğunu anlayınca, o yumuşak haline rağmen ondan derhal uzaklaşmıştı.                                                   

Çünkü ELLAH İmân verip Hidayete erdirdiği Mümini, akrabada olsa Halife’i Resule ve Şeriatına düşman olanlardan ve yandaşlarından uzaklaştırarak İmanlarını korur. Yani İmanlarını bu yolla korumalarını emretmiştir. Çünkü İmân eden insan, Kâfirleri, tağutu, Yahudi ve Nasaraları dost edinmek suretiyle İmanlarını zayi etmelerine rızası yoktur.

Hem böylesi emirler vermek, yani şöyle etme, şunu dost edinme deme hakkı ELLAH’ın dır. Çünkü ELLAH yerin ve göklerin Hükümranı olup öldüren ve diriltendir. Öyleyse ondan başka İlâh, Mevla yoktur.

Evet, ELLAH'tan başka İlâh, Rab, Razık, Hafız ve Mevla yoktur ki, zorluklar zamanında, kendinden başka dost edinmeyenlerin hem İmanlarını ziyade ediyor, hem de düşmanlarına karşı onları sağlam bastırıp galip getiriyor. Sonrada: Sizi af ettim diyor. Demek onun Resulüne İmân edip Halifesine teslim olanı, vaz geçmedikleri müddet hıfz ve himaye ediyor. Ve tevbelerini, Sadakalarını red etmiyor.

Nitekim Tebuk seferine çıkmayan üç kişiyi ELLAH af etti. Çünkü bunlar yaptıklarının büyük bir hata olduğunu anlayıp suçlu olduklarını kabul ederek tevbe ettiler. Hem ELLAH'tan gayrı kimselere güvenmeden tevbe ettiler.

Tevbeleri kabul edilerek Sadıklarla birlik sadıklardan oldular. ELLAH’da: Ey Müminler! Sizde bu sadıklarla birlik olun buyurdu.

V E  İ Z A H I:

Bilelim ki, terzinin yanında marangozu met etseler, terzinin hasutluk, kıskançlık damarı kabarmaz. Ama terzinin yanında, tanıdığı diğer bir terzi, marangozun yanında da diğer tanıdığı bir marangoz met edilirse Hasutluk ve kıskançlık damarları kabarır. Öyleyse ilim erbabının yanında tanıdığı diğer bir ilim erbabı met edildiğinde, kıskançlık yoluyla hasutluk damarı kabarır. Demek her meslek erbabı, mesleğinde kendini üstün bilir ve üstün bilinmesini ister. Aynen bunun gibi ELLAH’da, İlahlık, Rablık, Hafızlık ve Razıklık taslayanlara ve bu zalimlerin taslamak istediği bu sıfatları kabul edip de, ELLAH’ın ve Hükümlerinin yerine bunların hükümlerini koyanlara ve kabul edenlere tahammül edemez. Yani ELLAH’ın huzurunda --Ki, onun huzuru olmayan bir iğne ucu kadar yer yoktur--  Mahlukundan her ne şey meth edilirse, yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyen zalimler sevilip itaat olunursa, böylece bu zalimler ELLAH’ın yerine İlâh, Rab, Razık ve Hafız kabul edilirse, ELLAH Kibriya sıfatıyla bu zalimlere ve meth edenlerine yani metbulara ve tabilerine lanet eder.

Şimdi sakın: İnsan, ELLAH’ın meslek ve meşrebinden olur mu? Demeyin ha! Olur. Çünkü yeryüzünde Rububiyyet, Ulûhiyyet, Hafızıyet, Razıkıyet ve Hâkimiyet kavgasında Şeytan ve Şeytan'ın Halifesi olan Yahudi ve Nasaralar ve bunların Halefi olan idareciler ve Nefsi emmare ELLAH’ın meslek ve meşrebinden olmaya rakiptirler. Kim bu rakiplere uyar, itaat ederse ve itaat ettiğinin delili olan ruhsatını alıp ELLAH’a yönelirse işte bunlar ELLAH’ı, ruhsat aldıkları kişiden daha küçük, daha güçsüz ve rızık vermede yetersiz ve hükümde isabetsiz ve düzen kurmada beceriksiz demiş olur. Ama kendilerine sorsan ELLAH’ı Tenzihu Tekbir ederler, Fikr ederler ve ona Şükrederler. Oysa bunlar sadece Mümin olmayıp maada her şeydirler. İşte bu zalimlerle savaşanlar ancak ELLAH’a İmân etmiş ve ancak ELLAH’ı Methu Sena etmiş olurlar. Hem ELLAH Habibini ve Hilafet düzenini bunlarla savaşmak için göndermiş olup kurmuştur. Şimdi bu neye benzer bilir misiniz? Şuna benzer: Her yönden sana denk olan birini, insanlar senin huzurunda haddinden fazla met ederlerken, içlerinden biri çıkıp: Canım o dediğiniz gibi değildir diyerek, seni işaret ederek: Bunun talebesi dahi olamaz deyip onun cahil olduğunu ortaya korsa acaba sen bundan memnun olmaz mısın? Elbette ki memnun olursun. Hem seni bu şekilde met ettiği için saldırıya uğrarsa sen buna yardım etmez misin? Elbette ki edersin. Öyleyse Hâlık ve Baki olan ELLAH methiyecisine yardım edip Cennetini ona niye vermesin? --KİLEDHULİL CENNE--  İşte Cihad, ELLAH'tan maada İlâh olup, İlâh bulanları kötülemek için ve tenzil etmek için farz kılınıştır. Bu farz, yüz dört kitabın esasını ve Hilkatin gayesini teşkildir. İnanmadınız mı? Öyleyse dinleyin: --Şüphesiz ELLAH, ELLAH yolunda savaşıp ölen ve öldüren müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'ân'da söz verilmiş bir Hak olarak Cennet karşılığı satın almıştır.--  Öyleyse ELLAH yolunda Cennet karşılığı malını ve canını kim vermezse o ve onlar ELLAH ile yapmış olduğu alışverişi bozmuş olur. ELLAH’a düşman olmamak için, yani malı ve canı ELLAH yolunda sebil edebilmek için, tevbe yani İmân etmek, Namaz kılmak, Nimetleri ve her şeyi ELLAH'tan bilmek, Hicret etmek, Rükû ve Secde etmek, Marufu emredip Münkerden nehyetmek ve böylece Hududullah'ı muhafaza etmek lâzım olanların en lazımıdır. Ki, Cennetle müjdelenen ancak ve sadece bu Müminler oluyor. Şimdi bu yedi sıfatı özetleyelim: Biri, Şirk'ten, Nifak'tan, Küfür'den, Zulüm'den, Fısk'tan, Riya'dan, Kibir'den, Hased'den, Ucub'dan, tağuta itaat etmekten, halife’i Resule ve Şeriatullah'a düşman olmaktan tevbe edenlerdir. İkincisi, her halükarda ELLAH’a Hamd edenler ve başa gelen hayrı ve şerri ELLAH'tan bilenlerdir. Üçüncüsü, ELLAH’ın Rızasını tahsil etmeye yardımcı olan ilmi tahsil için seyahat yani Hicret edenler ve dünya sevgisinden ELLAH’a firar edenlerdir. Dördüncüsü, ELLAH’ın ve Resulünün ve Halifesinin emirlerine mal ve can ile hazır duranlardır. Beşincisi, İyiliklere koşup kötülüklere ayak dikenler yani Marufu emr ve Münkeri nehy edenler yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmedenler ve hükmeden hâkim'in emrinde olanlardır. Altıncısı, --TİLKE HUDUDULLAH-- Böylece ELLAH’ın hükümlerini --İNİL HÜKMÜ İLLA LİLLAH--  gereği ve gerçeğiyle muhafaza edenler ve muhafaza etmek için yâd edenler, olmasa asgari o zalimlere Fisebilillah Buğz edenler Cennetle müjdelenmişlerdir. Yedincisi, Âbid olanlar yani Namaz'ı kılanlar. Zira Namaz, İmanın ve itaatin ve Cihadın ve Şükrün ve Tevbenin ve ELLAH’a Hamd etmenin ve Hicret etmenin ve Marufu emredip Münkerden nehy etmenin ve Hududullah'ı muhafaza etmenin temeli olup zarfıdır. Demek Namaz, sadece ELLAH’ın Rızasıdır. ELLAH’ın Rızası da sadece Cennettir. Cennet ise, Bekadır. Beka da, Likadır. Tayyib ve Müstağfir olanlara Mübârek olsun. Dedikten sonra bilelim ki: Mümin, son Resule İmân etmeyenleri ve son Resule İmân etmesine rağmen Yahudi ve Nasranilerin hükümleriyle hükmedenleri ve bu Hâkimlerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet edenleri dost edinmez. Bunlar için uzaktan, arkadan mağfiret dilemez. Çünkü Halife’i Resulün Bi’at ile bağlılarına, Tağut ve avanesine dostluk etmek yakışmaz. Yakışmadığı içindir ki, Halife’i Resulün bağlılarını böylesi dostluklardan men etmek için, nelerden sakınacaklarını ELLAH açıklar ve açıklıyor. Ki, yoldan çıkmasınlar diye ve İmandan sonra Kâfir, Müşrik olmasınlar diye Evet, Müminler tekrar Müşrik ve Kâfir olmasın diye ELLAH Halil'i İbrâhim’i örnek gösterip diyor: İbrâhim, Babası hakkında mağfiret diledi. Ama onun Nemruda ihlâs ile İmân ettiğini anlayınca ondan uzaklaştı. Öyleyse sizde müminlerden tağuta İmân edenleri gördüğünüzde, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a ibadet edeni gördüğünüzde onlardan uzaklaşın da, şimdiye dek onları Mümin, Mücahid, Âlim, Âbid, şeyh bilmenizin günahından Rabbinizden af dileyin. Zira af dilerseniz ELLAH sizi af eder. Çünkü göklerin ve yerin Hükümranlığı ELLAH’ın dır. O ELLAH, Halife’i Resulün emrinde olan müminlerin dost ve yardımcısıdır. Bu nedenle ELLAH bu Mümin kullarına yardım eder ve hatalarını bağışlar.

Ne var ki ELLAH, şu üç kişinin hali ile hallenen müminlerin hatasını bağışlar: Bu üç kişi her nasıl oldu ise savaştan geri kaldılar badehu ELLAH'tan Resulünden ve müminlerden öyle utandılar ki geniş olan bu dünya küresine sığmaz oldular. Buna rağmen ELLAH'tan gayrı sığınılacak bir varlığın olmadığını da bildiler. Evet, böylece işlemiş oldukları kusurlarından dolayı edep yerleri açıktaymış gibi bir utangaçlık haliyle Zatı Kibriya'ya sığındılar. ELLAH’da bunları af etti. Öyleyse böyle olan günahkarları ve tağutun yolunda olup da sonra pişman olanları bağışlayacağını demiş oldu ELLAH... Çünkü Sünnetullah değişmez. Sünnetullah değişmediği için kim ve kimler sadıklarla beraber olmak isterse, yani kim ve kimler tağutu inkâr edip ruhsatını terk ederse ve terk etmeyenleri terk ederse ve terk edip halife’i Resule dönerse, samimi olması halinde ELLAH onu ve onları af eder. Okuyalım:

مَاكَانَ لِاَهْلِ الْمَدينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه ذلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُصيبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فى سَبيلِ اللّهِ وَلَا يَطَؤُنَ مَوْطِئًا يَغيظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه عَمَلٌ صَالِحٌ اِنَّ اللّهَ لَا يُضيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنينَ (120) وَلَا يُنْفِقُونَ نَفَقَةً صَغيرَةً وَلَا كَبيرَةً وَلَا يَقْطَعُونَ وَادِيًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّهُ اَحْسَنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (121) وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَافَّةً فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِىالدّينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ  يَحْذَرُونَ (122) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا قَاتِلُوا الَّذينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقينَ (123) وَاِذَا مَااُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هذِه ايمَانًا فَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا فَزَادَتْهُمْ ايمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ (124) وَاَمَّا الَّذينَ فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ (125) اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فى كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَايَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ (126) وَاِذَا مَا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلى بَعْضٍ هَلْ يَريكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُوا صَرَفَ اللّهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَايَفْقَهُونَ (127) لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَريصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنينَ رَؤُفٌ رَحيمٌ (128) فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظيمِ (129)

M E A L İ:

120-- Medinelilere ve çevresinde olan bedevilere, savaşta ELLAH’ın Resulünden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü onlara ELLAH yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık yahut Kâfirleri kızdıracak şekilde bir yere ayak basmaları, yada bir düşmanı mağlup etmeleri gibi hal ve hareketlerin hiçbiri yoktur ki, mukabilinde onlara sevap yazılmasın. Doğrusu ELLAH iyilik yapanların ecrini zayi etmez. 121-- Az yada çok sarf ettikleri her şey, yürüdükleri her yol, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine vermesi için ELLAH hesaplarına yazar. 122--  müminlerin hepsi savaşa çıkacak değillerdir. İçlerinden her sınıftan bir cemaat sefere çıkmalı, bir kısmı da Din hususunda vukuf kesb etmek, Dinin ahkamını öğrenmek için çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini uyarmalıdırlar. Ki, onlarda yanlış hareketlerden sakınmalarını sağlasınlar. 123-- Ey İmân edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizi kendilerine karşı çetin bulsunlar. Bilin ki ELLAH Takva sahipleriyle beraberdir. 124-- Bir sûre indirildiği zaman aralarında: Bu sûre hanginizin İmanını ziyade kıldı? Diyen Münafıklar vardır. Oysa o sûre müminlerin İmanını ziyade kılmıştır. Onlar sevinçleriyle birbirleriyle müjdeleşirler. 125-- Kalbinde maraz olanların ise, bu süre ile mundarlıklarına mundarlık katılmış. Ve onlar Kâfir olarak ölmüştür. 126-- Onlar yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyle iken yine tevbe etmiyorlar. Ve ibret almıyorlar. 127-- Bir sûre indirilince onlar birbirlerine bakarlar: Acaba bizi bir gören mi var? Derler. Sonra dağılıp giderler. Anlamaz bir kavim oldukları için ELLAH’da onların kalplerini İmandan çevirdi. 128-- Yemin olsun, size kendinizden öyle bir Resulüm geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkün olup Müminler için cidden Rauf ve Rahîm'dir. 129--  Şayet onlar yüz çevirirlerse deki: ELLAH bana yeter. Ona dayandım, ona Tevekkül ettim. Ona güvendim. O ELLAH büyük arşın sahibidir! Rabbidir!

M E R A M I:

Son Resule İmân eden Mümin isterse köylü olsun isterse şehirli ELLAH ve Resulüne karşı kendilerine yüklenen sorumluluk aynıdır. Buna karşılık ELLAH'tan alacakları sevapta aynıdır.

ELLAH yolunda sarf edilen en küçük şeyin karşılığı hesapsız olur. Atılan bir adımın karşılığı cennet olur.

Hem ELLAH’ın sevabına nail olmak için, illa sefere çıkmak gerekmez çünkü sefere çıkanların ilim, iaşe ve silahlarını temin için geri kalanlar da sefere çıkanların aldığı sevabı aynısıyla alır.

Bu tertip üzere, müminleri savaşa ve savaş için sefere ve sefer için lazımını temin etmeye hazırlayan ELLAH, İslama düşman olan en yakın Kafirlerle savaşmayı uzak düşmanlardan öne alıyor.

Çünkü yakın düşmanlar, ELLAH’ın ayetlerini uzak düşmanlardan önce duyarlar. Ama işitmez gibi davranırlar. İşitenleri de: Bu âyetler ne demek istiyor? Ve kimin İmanını ziyade ediyor? Der.

Böylece yakın düşmanlar, gittikçe İslamın katmerli ve mundar düşmanları olurlar.

Oysa ELLAH Kâfir ve Münafıkları –Ki, Münafıklar İslamın en yakın düşmanları olup--  ELLAH tarafından yılda birkaç defa musibetlere uyarılırlar. Ama uyanıp tevbe etmezler.

Tevbe etmedikleri için içlerinde sakladıkları menfi ve sinsi düşmanlıklarını haber veren bir vaaz, bir söz işittiklerinde birbirlerine bakıp: Acaba sen mi söyledin? Kim söyledi? Nerden biliyorlar diye taaccüp ederler.

Oysa ELLAH, öyle bir Resul, öyle bir Kitab göndermiş ki, samimi İmân eden müminleri, İmân ve İhlâs yolunda Âlim etmiştir. Evet, Mümin ELLAH’ın ayetlerini, ELLAH’ın gayesi üzere anlayıp anlattığında, Münafıklar sağa sola bakmaya mecbur kalır.

Buna rağmen: Bu sözler bize ELLAH’ın ikazıdır deyip tevbe etmezler. Artı sinsi düşmanlıkta, hased ve kıskançlıkta daha da ileri giderler. İşte ELLAH bu zalimlerin şerrinden samimi, Muvahhid Mü'minlerini Zatı Kibriyasına Tevekkül etmeye, güvenmeye ve ELLAH bana yeter demeye ve benim Rabbim büyük Arşın Rabbidir demeye dâvet ediyor. Ona Hamd olsun.

 

V E  İ Z A H I:

İslam Şûrasının oturduğu şehir ve ona bağlı olan çevre ahalisi, Halife’i Resulün emrinden dışarı çıkamaz. Hazerde, seferde Halife’i Resule mallarıyla canlarıyla yardım için hazır dururlar ve durmalıdırlar. Hiç kimse Şuura’i İslamın almış olduğu kararlara muhalif davranmada Hak sahibi değildir. Bu yolda Halife’i Resulün emrinde olarak Mümin’e erişecek bir diken batması da olsa karşılığında ecri mutlaka alınacaktır. Hem Padişahı Azamın emriyle elçisine, elçisinin elçisine ve daha elçisine böylece Kıyâmete dek gelecek elçisine itaat eden Mümin ecrini en üstün olarak Rabbinden alır. Az yada çok bu yolda sarf ettikleri her şey, yürüdükleri her yol, yaptıkları her işin karşılığını en güzel şekilde alırlar. Çünkü yaptıkları her şey hesaplarına mahsup edilmiştir. ELLAH sadece yol yürüyenlerin ecrini saklamaz, yol yürüyenlerin yollarını açanların ve yürümeleri için yardım edenlerin iaşe ve silahlarını temin edenlerin ve ELLAH’ın emirlerini bu şekilde küçüklere öğretenlerinde hesabını ELLAH hesaplarına yazar.

İmdi bu âyetlerin izahı uzun hem de pek çok uzundurlar ama biz Tevhide işaretle yetiniyoruz. Çünkü bir âyet, mufassalan Kur'ân'ın tümüne şamildir. Kur'ân'ın tümü de, Muhtasar olarak bir ayettir ve bir ayettedir. Öyleyse ELLAH’ın kelamı olan bu Kur'ân'a İnsanların ilmi idraki yetmez. Çünkü insan mahluk olup fanidir. Ama insan Beka âlemine geçtiğinde bu Kur'ân'ı idrak edecektir. Öyleyse insan, Beka âlemine geçmeden bu Kur'ân'ı yaşadığı hadiseler muvacehesinde görebilenler, gördüğü kadar ve dili dönenler döndüğü kadar ELLAH’ın yardımı ile izaha çalışır. İzaha çalışırken Nefsi Emmaresi kendine bir pay çıkarmasa sevap alır. Şayet Nefsi Emmare kendine pay çıkarırsa zahmeti kendine kalır. Çünkü Kur'ân'ın müfessiri yine Kur'ân'dır. Gün gelir devran döner, tefsirler muallakta kalır. Öyle ki, o gelen devrin insanları: Bu tefsirler niye yazılıp yapıldı der. Çünkü yaşadığı devrin derdine, küfrüne merhem olmazlar ve olmuyorlar. Evet, kelam ELLAH’ın dır. Sübhan odur. Ondan gayrileri mahluk olup noksandırlar.

Şimdi İnşâ ELLAH deriz: Dersimizde yerini alan bu Mübârek âyetler, evi yıkılmış mülteci olmuş Müminler için Beyân edilmiş değillerdir. Da, mülteci alan, evi sağlam, nizamı ayan, düzeni Beyân, Tevhidi sağlam, müminleri ELLAH’a raam ve İmamları Hükmullah'a kurban olan Risâlet düzenine verilmiş emirler olup: Akrabanı inzar et emriyle başlayıp, sırasıyla --DİN-- ELLAH’ın oluncaya dek sürdürülmeye amir olan ELLAH’ın emirleridir. Bu emirler, ELLAH’ın tek İlâh ve Rab olduğunu, ondan başka İlâh, Rab, Razık ve Hafız olmadığı böylece ondan başka olan İlahlar, ELLAH’ın hakkını gasp ederek ELLAH’ı taklit ettiğini duymayan bir insan kalmayıncaya kadar tebliğinin yapılmasını ve inanmayıp diretenlere karşı sert olunmasını, Şirk ve Tevhid mücadelesinin şaka yönünün olmadığını anlasınlar diye bu âyetler böyle Beyân edilmişlerdir. Öyleyse Halife’i Resul ve müminleri gevşek, atıl, batıl olmamalıdır. Hizbuşşeytan'a karşı sert ve tutarlı ve inandırıcı olmalıdırlar. Bu yolda zerre taviz, geçmiş bütün inandıklarını yalana çevirir. Öyleyse yardım ELLAH’tan dır. Ondan gayrilere güven duyulmamalıdır.

Çünkü ELLAH'tan gelen bu âyetler, müminlerin İmanını ziyadeleştirip ELLAH’a güveni sağlamlaştırır. müminleri birbirlerine sevgi ile yaklaştırıp müjdeleştirir. Böylece Halife’i Resule teslim ettirir. Öyleyse böyle olmayan Müminler, Müşrik ve Münafıktırlar. Müşrik ve Münafıklar, İslam var olduğu müddet İmandan ve ELLAH'tan razı olmazlar. Ama İslam olmayıp Tağut idareyi eline aldığında, ELLAH'tan ve İmanlarından razı olurlar. Demek Şirk ve nifak ruhtan ve manadan haberdar olmamak demektir. Tevhid'den, İhlâs'tan, Riyadan anlamazlar demektir. Ama zahir olan dünya'yı iyi bilirler. Böylece Haşr’a, Hesaba inanmayanlardan olurlar. İşte bu zalimlere bir sûre değil, yüz dört Kitabın sûre ve âyetleri tesir etmez. Evet, tesir etmedi ki, ELLAH kalplerini mühürleyip tağutu ve düzenini onlara sevdirdi. Öyle sevdirdi ki: Ruhsatı ile ELLAH namına İbadet, Cihad ve Emri Maruf etmeye yöneltti. Öte yandan ELLAH Resulünü Zatına has olan Rauf ve Rahîm sıfatıyla donatıp, gönderdiğini yemin tahtında haber veriyor. Verilen bu habere göre, Müminler için Rauf ve Rahîm olan Resulullah Kâfir, Müşrik ve Münafıklar için de Metin ve Cebbardır. Kim ne yapabilir? Zira yaratan, gönderen ELLAH’tır. Onunla Dinini, Kitabını gönderen ELLAH’tır. Resulullah'ı ve Kitabullah'ı ELLAH’ın gönderdiğine kimsenin zerre bir şüphesi yok. Ama yinede Müşrik ve Münafıklar, tağutun ruhsatını terk edip Risâlet'e dönmezler, dönmedikleri için, ELLAH Habibine şöyle sesleniyor: Ey Nebi! Kendini, ilmini, örfünü, cemaatini sana teslim edemeyenler, Şeriatına raam ve Sünnetine tabi olmayanlar için kendini helak mi edeceksin? Hayır, Seni Rauf ve Rahîm olarak gönderdik. Nefsine zulmeden ve tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettiğine inanan elbette ki sana ve Halifene ihtiyaç duyup teslim olmayacaktır. Öyleyse Kâfir ve Münafıkların hali seni huzursuz etmesin de: ELLAH bana yeter, ben ona Tevekkül ettim de... Çünkü o ELLAH büyük Arşın Rabbidir de... Zira sana teslim olmamak suretiyle ELLAH'tan başka Rabler edinenler, edindikleri Rabler büyük Arşın Rabbi olan ELLAH’ın mahluklarıdır. Mahluku Rab edinenin bu hali, Hâlık'ı Rab edinene tesir etmez ve etmemelidir. Çünkü galibiyet daima büyük Arşın sahibi olan ELLAH’a aittir. Elhemdulillah

Bize tevbe sûre’sini Refik eden ELLAH’a Hamd olsun. Üzerine lütfü ile nasip ettiği izahı noksanı ile kabul etsin ÂMİN. Zira deryadan bir damla olan bu izahları, ELLAH deryalar kadar bereketli ve Güneş gibi nurlu Ay gibi hesaplı kılsın ve yıldızlar gibi yol gösteren pusula eylesin. Bizi ve bu izahları kabul edenleri Nifaktan ve Şirkten ve Küfürden beri alıp tevbeye yani Halife’i Resule dönmeye muvaffak kılsın ve Selat ve Selamımızı Habibi Edibine, Resulü Muhammed Mustafa’sına her daim, öyle ki gaflette olduğumuz zamanlarımızda da, ulaştırsın. ÂMİN.

 

EL HEMDULİLLAHİ REBBİL ÂLEMİN