9
TEVBE SÛRESİ
بَرَاءَةٌ
مِنَ اللّهِ
وَرَسُولِه
اِلَى الَّذينَ
عَاهَدْتُمْ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
(1) فَسيحُوا
فِى
الْاَرْضِ
اَرْبَعَةَ
اَشْهُرٍ
وَاعْلَمُوا
اَنَّكُمْ
غَيْرُ مُعْجِزِى
اللّهِ
وَاَنَّ
اللّهَ
مُخْزِى
الْكَافِرينَ
(2) وَاَذَانٌ
مِنَ اللّهِ
وَرَسُولِه
اِلَى النَّاسِ
يَوْمَ
الْحَجِّ
الْاَكْبَرِ
اَنَّ اللّهَ
بَرىءٌ مِنَ
الْمُشْرِكينَ
وَرَسُولُهُ
فَاِنْ
تُبْتُمْ
فَهُوَ
خَيْرٌ لَكُمْ
وَاِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
فَاعْلَمُوا
اَنَّكُمْ
غَيْرُ
مُعْجِزِى
اللّهِ
وَبَشِّرِ الَّذينَ
كَفَرُوا
بِعَذَابٍ
اَليمٍ (3) اِلَّاالَّذينَ
عَاهَدْتُمْ
مِنَ
الْمُشْرِكينَ
ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ
شَيًْا
وَلَمْ
يُظَاهِرُوا
عَلَيْكُمْ
اَحَدًا
فَاَتِمُّوا
اِلَيْهِمْ
عَهْدَهُمْ
اِلى
مُدَّتِهِمْ
اِنَّ اللّهَ
يُحِبُّ
الْمُتَّقينَ
(4) فَاِذَا
انْسَلَخَ
الْاَشْهُرُ
الْحُرُمُ
فَاقْتُلُواالْمُشْرِكينَ
حَيْثُ
وَجَدْتُمُوهُمْ
وَخُذُوهُمْ
وَاحْصُرُوهُمْ
وَاقْعُدُوا
لَهُمْ كُلَّ
مَرْصَدٍ
فَاِنْ
تَابُوا
وَاَقَامُواالصَّلوةَ
وَاتَوُاالزَّكوةَ
فَخَلُّوا
سَبيلَهُمْ اِنَّ
اللّهَ
غَفُورٌ
رَحيمٌ (5)
وَاِنْ اَحَدٌ
مِنَ
الْمُشْرِكينَ
اسْتَجَارَكَ
فَاَجِرْهُ
حَتّى
يَسْمَعَ
كَلَامَ
اللّهِ ثُمَّ
اَبْلِغْهُ
مَاْمَنَهُ
ذلِكَ
بِاَنَّهُمْ
قَوْمٌ لَا
يَعْلَمُونَ
(6) كَيْفَ
يَكُونُ
لِلْمُشْرِكينَ
عَهْدٌ
عِنْدَ
اللّهِ
وَعِنْدَ
رَسُولِه
اِلَّا
الَّذينَ
عَاهَدْتُمْ
عِنْدَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
فَمَا
اسْتَقَامُوا
لَكُمْ
فَاسْتَقيمُوا
لَهُمْ اِنَّ
اللّهَ
يُحِبُّ الْمُتَّقينَ
(7) كَيْفَ
وَاِنْ
يَظْهَرُوا
عَلَيْكُمْ
لَا
يَرْقُبُوا
فيكُمْ
اِلًّا وَلَا
ذِمَّةً
يُرْضُونَكُمْ
بِاَفْوَاهِهِمْ
وَتَاْبى
قُلُوبُهُمْ
وَاَكْثَرُهُمْ
فَاسِقُونَ (8)
اِشْتَرَوْا
بِايَاتِ
اللّهِ ثَمَنًا
قَليلًا
فَصَدُّوا
عَنْ سَبيلِه
اِنَّهُمْ
سَاءَ مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
(9)
لَايَرْقُبُونَ
فى مُؤْمِنٍ
اِلًّا
وَلَاذِمَّةً
وَاُولئِكَ
هُمُ
الْمُعْتَدُونَ
(10) فَاِنْ
تَابُوا
وَاَقَامُوا
الصَّلوةَ
وَاتَوُا
الزَّكوةَ
فَاِخْوَانُكُمْ
فِى الدّينِ
وَنُفَصِّلُ
الْايَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ
(11)
M
E A L İ:
1--
Bu, ELLAH'tan ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yaptığımız müşriklere
ihtardır. 2-- Yeryüzüne dört ay daha dolaşabilirsiniz. ELLAH’ı âciz
bırakamayacaksınız, ELLAH Kâfirleri rezil edeceğini bilin. 3-- Ve bilin ki bu, ELLAH
ve Resulünün Hacc'ı Ekber günü, insanlara ilan ve Beyânıdır ki, ELLAH ve Resulü
artık müşriklerin ahitlerinden beridir. Eğer tevbe ederseniz hakkınızda hayırlı
olur. Yüz çevirirseniz bilin ki ELLAH’ı âciz bırakamayacaksınız. Kâfirlere elim
bir azabı müjdele... 4-- Yalnız antlaşma hükümlerine size karşı bir eksiklik
etmeyen müşriklerle yapmış olduğunuz antlaşmalarınızda sonuna kadar riayet
edin. ELLAH sakınanları sever. 5-- Hürmetli aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz
yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerinde onları
bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse peşlerini bırakın.
Çünkü ELLAH Gafur ve Rahîm'dir. 6-- şayet müşriklerden biri sana sığınacak
olursa, ELLAH’ın sözlerini dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güven içinde
varacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz insanlardır. 7-- Mescidi Haram’ın yanında
antlaşma etmiş olduklarınızın dışında müşriklerin ELLAH katında ve Resulünün
önünde antlaşmaları nasıl olur? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse, sizde
kendilerine doğrulukla muamele edin. ELLAH antlaşmaları bozmaktan sakınanları
sever. 8-- Onların nasıl ahitleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi,
size karşı ne akrabalık bağına nede muahede hükümlerine aldırış etmezlerdi.
Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar. Onların
pek çokları Fasıktır. 9-- O
Fasıklar, ELLAH’ın ayetlerini az bir değere değişip insanları onun yolundan
alıkoydular. Onların işlemiş oldukları bu hal gerçekten çok kötüdür. 10-- Onlar bir Mümin hakkında ne akrabalık
bağlarına nede antlaşma hükümlerine riayet ederler? Onlar taşkınların tamam
kendileridir. 11-- Eğer tevbe eder, Namaz kılar ve Zekât verirlerse Din'de
sizin kardeşiniz olurlar. Biz ayetlerimizi bilen insanlar için böyle açıklıyoruz.
M E R A M I:
ELLAH ve Resulünden Müşriklere geçici olarak bir
Beraaet vardır.
Onlara dört ay bir mühlet verilmiştir. Ki, bozmuş
oldukları İmân Ahdini ve Halife’i Resule karşı olan sorumluluklarını yerine
getirsinler diye...
Bu Ezan ELLAH'tan ve Resulünden Hacc'ı Ekber günü,
yani hakimiyetin bilakaydu şart ELLAH’ın ve Resulünün olduğu günden Kıyâmete
dek bütün insanlara bir duyurudur. Ki, ELLAH ve Resulü, beşeri hükümlerle
hükmedenlerden ve ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe
olanlardan uzak ve beridir. Ama son Resule İmân edip Halifesine teslim
olanlardan ELLAH ve Resulü razı olup memnundur.
Bunların dışına kalan insanlardan,
Antlaşma edip de badehu antlaşmalarına riayet etmeyen
Müşriklerin yakalandıkları yerde öldürülmelerini emretmektedir. Lâkin tevbe
ederseler, İmân ederseler ve Halife’i Resule teslim olup, Namaz kılıp, zekât
verirseler ELLAH’ın affına, müminlerin emanına ererler.
Bunlardan başka Müşriklerden ELLAH’ın affına ermeyip,
Halife’, Resulün emanına ulaşan Müşrikler şunlardır: Savaştığı saf’ı terk edip
İslam cemaatine sığınan Müşriklere eman verilir ve gitmek istedikleri yere
tehlike arz etmediklerinde emniyet içinde gönderilirler. Bu iyilik, olur ki
onların İmân etmesine vesile olur.
Bunlardan başka antlaşma yapılmış olunan Müşriklerin
dışına kalan Müşriklerin ELLAH katında ve Resulü önünde bir emanları yoktur.
Çünkü o zalimler fırsat bulup galip geldiklerinde müminlerin
lehine hiçbir şarta ve hiçbir yakınlığa değer vermezler. Ama İslam galip olursa
kalpleri istemezken dilleriyle dostluk etmeye çalışırlar. Çünkü Fasıktırlar.
Fasık oldukları için ELLAH’ın ayetlerini, tağutun maaş
ve makamı ile değişip müminleri İslamdan ayırarak tağutun --LAİK-- düzenine hizmet ettirirler. ELLAH’da:
Bunlardan daha zalim insan olmaz der.
İşte bu zalimler için ne İmân bağı olur, ne akrabalık,
ne arkadaşlık, ne kardeşlik bağı olur. Zira bu zalimler batıl yolda olan
insanların en taşkınlarıdır.
Öyle ki, tevbe etmek hatırlarına dahi gelmez. Çünkü
namaz kılıp zekât verirler ama İslam Cemaatinde yerini alan müminleri kardeş
edinmeyip tağutun cemaatine sinen laik müminleri kardeş edinirler. ELLAH ıslah
etsin.
V E İ Z A H I:
Sûre'i Enfal'in Mahal ve Mahiyeti değişmeden, Rahman
ve Rahîm sıfatı ile tam bir sür'at ve şiddet hevasına bürünerek düşmana gözünü
açtırmamak üzere, ELLAH Habibinin lisanıyla Müşriklere sesleniyor: BERAAETUN!
Yani ELLAH ve Resulü ile antlaşma yapıp da badehu antlaşmalarını bozan
müşriklere geçici olarak bir beraaet verilmiştir. İmdi, ELLAH ve Resulüne,
Halifesine düşman olan Müşrik ve Kâfirlere ihtar verme zamanı ne zamandır? Hac
farizasının Ekberle ifa edildiği zaman, Kâfir ve Müşriklere ihtar verilmiş
olup, ihtar verilme zamanıdır. Öyleyse Hac, Ekber olarak nasıl ifa olunur? Ki,
o şartları yerine getirelim de, Haccımız Ekber olup Kâfirlere ve Müşriklere
ihtar ve ilam verme hakkına sahip olalım? Bu sorulara cevaben deriz: Hacc'ı,
Ekber makamına irca eden şart, ELLAH’ın hükümleri, Risâletin yolundan hâkim
olduğu gün yapılan Haclar, Hacc'ı Ekber olur. Ve o yapılan Haclar da Kâfir ve
Müşriklere ihtar ve ilam verilmiş olur. Yani ELLAH’ın burda vermiş olduğu ihtar
ve ilam geçerliliğini koruyup tekrar be tekrar ELLAH’ın lisanı ile ve Resulünün
sünneti ile verilmiş olur. Belki hem de Evet, Arafat’tan bütün Dünyaya Halife’i
Resulün lisanından bu âyetler en seri iletişim cihazları ile duyurulur. Böylesi
bir Halife’i Resule sahip olmadan ve ELLAH’ın hükümlerini hâkim kılmadan tağutun
ruhsatı ile yapılan Haclar, Tağuti düzenin istikrarına kalb olup hâkimiyetini,
Hac ibadeti ile kabul etmek olur. Yani o makamdan tağuta, Yahudi ve Nasaralara
Bi’at etmek olur. Böylece de: --LEBBEYK ELLAHUMME LEBBEYK-- telbiyesini,
lebbeyk ey reisim, ey kralım ve ey laik düzenim lebbeyk telbiyesine çevirir.
Öyleyse Arefe günü şu günde bu günde olursa Haccul
Ekber olur diyenlerin biraz olsun sallanmaları, uyanmaları güzel olur. Sırt
üstü yatmaktansa kıç üstü otursalar yeter kanaatindeyiz. Yani Evet, tağutun
ruhsatı ile Hac olmaz, Cum'a kılınmaz demeleri uyanıp oturmalarına vesile
olacaktır. Aksi halde Yahudi ve Nasaraların bozması olan tağutun ruhsatı ile tağutun
İmameti altında Vahdet olup ELLAH’a kulluk etmeye mecbur kalacaklardır. Ve
mecbur kalmışlar ki, bu gün yeryüzünde olan İslamın müminleri, kırk küsur parça
Hubel’in ruhsatı ile Hac ediyorlar. İşte bu Haclar, İslamın Menasıkı Haccından
değillerdir. Sadece, Menasıkı laiklik ve Menasıkı demokrasi Haccından
olabilirler. Böylece küfre Vahdeti temin etmiş olurlar. Oysa Hac, Cum'a, Bayram
ve sıra Cemaatin hikmeti Resulullah'ın izinden ELLAH’ın İslam dinine yani İslam
hükümetine Vahdete amirdirler.
Öyleyse Halife’i Resul olmayınca Cum'a olmaz. Cum'a
olmayınca Hac olmaz. Hac olmayınca yeryüzünde ELLAH Tevhid edilmiş olmaz. Yani ELLAH
tek olarak Rab, Razık, İlâh ve Hafız kabul edilmiş olmaz. Öyleyse burda
söylenecek son söz şudur: müminlerin Dünya ve Âhiret işlerini yürüten İmamlar tağutun
yanlısı, bağlısı maaşçısı ve yardımcısı olursa bunlara uymak sevap değil Günahı
Kebair olur. Çünkü ELLAH ve Resulü bu gibilerden uzak olup beridir. Şayet tevbe
edip Halife’i Resule dönerseler, şüphe yok haklarında hayırlı olur. Ama
haklarına hayırlı olan bu tevbe’i etmeseler ELLAH’ı âciz bırakacak değiller
ya... Zira ELLAH, Azizun Zuntikam'dır ve Kahharu Kibriyadır. Ki, müminlerle
antlaşma edip de, sözüne duran Müşriklere mühlet veriyor ve düzeni Risâletin
altına kendilerine hayat hakkı tanıyor. Çünkü Risâlet düzeni, ELLAH’ın
düzenidir.
Tevbe sûre’sinin bu ilk âyetleri, gayrı müslimler, son
Resulün Risâletine İmân etsinler diye bir Dâvettirler. Çünkü İslam Gemisi
yüzdürülmüştür. Ki, önünü kesen ve kesmek isteyen haydutların önlerinin
kesilmesini ve İmân edip Namaz kıldıkları, Zekât verdikleri takdirde yani yüzen
İslam gemisine bindikleri takdirde, yollarının açılmasını emretmektedir.
Yolları açılmayıp öldürülmeleri emredilen haydutlar şunlardır: İslam Gemisi ve
kaptanı hakkında, kimdir o ve onlar diyerek müminlerin ve Halife’i Resulün
aleyhinde bir karalama ile aşağılamaya kalkan yakalandığında öldürülür. Yada
faaliyetlerinden tecrit edilirler.
İşte Rabbimizin emri: Şayet müşriklerden sana
sığınanlar olursa, ELLAH’ın sözlerini dinlemeleri için onlara Aman ver. Sonra
onları güven içinde varacakları yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz insanlardır.
Öyleyse ve muhakkak, yeryüzünden ve gökyüzünden haberdar olup haber vermek ilim
değildir. İlim, ancak ve
وَاِنْ
نَكَثُوا
اَيْمَانَهُمْ
مِنْ بَعْدِ
عَهْدِهِمْ
وَطَعَنُوا
فى دينِكُمْ
فَقَاتِلُوا
اَئِمَّةَ
الْكُفْرِ
اِنَّهُمْ لَا
اَيْمَانَ
لَهُمْ
لَعَلَّهُمْ
يَنْتَهُونَ
(12) اَلَا
تُقَاتِلُونَ
قَوْمًا
نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ
وَهَمُّوا
بِاِخْرَاجِ
الرَّسُولِ
وَهُمْ
بَدَؤُكُمْ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ
اَتَخْشَوْنَهُمْ
فَاللّهُ
اَحَقُّ اَنْ
تَخْشَوْهُ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِنينَ (13) قَاتِلُوهُمْ
يُعَذِّبْهُمُ
اللّهُ
بِاَيْديكُمْ
وَيُخْزِهِمْ
وَيَنْصُرْكُمْ
عَلَيْهِمْ
وَيَشْفِ
صُدُورَ
قَوْمٍ
مُؤْمِنينَ (14)
وَيُذْهِبْ
غَيْظَ
قُلُوبِهِمْ
وَيَتُوبُ
اللّهُ عَلى
مَنْ يَشَاءُ
وَاللّهُ
عَليمٌ
حَكيمٌ (15) اَمْ
حَسِبْتُمْ
اَنْ
تُتْرَكُوا
وَلَمَّا
يَعْلَمِ اللّهُ
الَّذينَ
جَاهَدُوا
مِنْكُمْ
وَلَمْ
يَتَّخِذُوا
مِنْ دُونِ
اللّهِ
وَلَارَسُولِه
وَلَاالْمُؤْمِنينَ
وَليجَةً
وَاللّهُ
خَبيرٌ بِمَا
تَعْمَلُونَ
(16)
M
E A L İ:
12--
Şayet ahitlerinden sonra yeminlerini bozarda dininize dil uzatırlarsa, sizde
küfrün elebaşlarıyla vuruşun. Belki vaz geçerler çünkü onların ant ve ahitleri
yoktur. 13-- Yeminlerini bozup ELLAH’ın Resulünü yurdundan çıkarmaya teşebbüs
eden, düşmanlıkta ilk olan bir kavim ile savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan
korkuyor musunuz? Eğer Müminlerseniz bilin ki asıl korkulması lâzım olan ELLAH’tır. 14--
Onlarla savaşın ki, ELLAH onları sizin ellerinizle cezalandırsın. Onları
zelil etsin. Yardımıyla sizi üzerlerine galip kılsın da müminlerin gönüllerini
hoşnut etsin. 15-- Kalplerinde olan Gayzı gidersin. Zira ELLAH
dilediğine tevbe nasip eder. ELLAH Âlim ve Hâkim olandır. 16-- ELLAH içinizden
Cihad edenleri, ELLAH ve Resulünden başka sırdaş edinmeyenleri belli etmeden
sizi kendi halinize bırakacağını mı sanıyorsunuz? ELLAH işlediklerinizden
haberdardır.
M E R A M I:
ELLAH’ın bu ayetlerinden hissesini almayan insan, ELLAH’ın
son Resulüne İmân edemez ve İmân ettiği halde Risâlet'e ve Halifesine Bi’at
verip teslim olamaz. Böylece Ahdi Misakını ve antlaşmasını bozar.
Haliyle ELLAH’ın emriyle öldürülmeye layık olurlar.
Çünkü bunların geçmiş selefleri, ELLAH’ın Resulünü yurdundan çıkarmaya teşebbüs
eden kişilerdir. Hem bu nedenle olacak ki, bu seleflerin günümüzdeki halefleri Resulullah'ın
Halifesini vazifesinden terhis edip sürmüşlerdir. Öyleyse böylesi zalimlerle
savaşmayı ELLAH on üçüncü ayetiyle emru ferman ediyor.
Onları müminlerin elleriyle cezalandıracağını vaad
ediyor. Böylece müminleri galip edip gönüllerini hoş edeceğini bildiriyor. müminlerin
kalbinde yatan Gayzı gidereceğini Beyân ediyor. Ne var ki ELLAH dilediği insana
İmân ve dilediği Mümine de, İmân yolunda sebat nasip edendir.
V E İ Z A H I:
Son Resule İmân etmeyen her insan ve son Resule İmân
edip de, Halifesinin emrinde olmayan her Mümin şüphe yok Ahd ve Antlaşmalarını
bozmuşlardır. Yani Evet: İmân etmeyen Gayrı Müslimler, ruhlar âleminde ELLAH’a
vermiş oldukları sözü bozmuşlardır. İmân edenler de, tağutun emrini amir edinip
ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmeye yöneldikleri için, Resulullah ve Halifesiyle
yapmış oldukları Bey'at Antlaşmasını bozmuşlardır. Böylece bunlar da ruhlar âleminde
ELLAH’a vermiş oldukları sözden cayanlardan olmuşlardır. Öyleyse bu zalimler,
hem ruhlar âleminde, hem de mülk âleminde ELLAH’a verdikleri sözden caydıkları
için,
مَا
كَانَ
لِلْمُشْرِكينَ
اَنْ
يَعْمُرُوا
مَسَاجِدَ
اللّهِ
شَاهِدينَ
عَلى اَنْفُسِهِمْ
بِالْكُفْرِ
اُولئِكَ
حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ
وَفِى
النَّارِ
هُمْ خَالِدُونَ
(17) اِنَّمَا
يَعْمُرُ
مَسَاجِدَ
اللّهِ مَنْ
امَنَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الْاخِرِ
وَاَقَامَ
الصَّلوةَ
وَاتَى
الزَّكوةَ
وَلَمْ يَخْشَ
اِلَّا
اللّهَ
فَعَسى
اُولئِكَ
اَنْ يَكُونُوا
مِنَ
الْمُهْتَدينَ
(18) اَجَعَلْتُمْ
سِقَايَةَ
الْحَاجِّ
وَعِمَارَةَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
كَمَنْ امَنَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ الْاخِرِ
وَجَاهَدَ فى
سَبيلِ
اللّهِ لَايَسْتَوُنَ
عِنْدَ
اللّهِ
وَاللّهُ لَا
يَهْدِى
الْقَوْمَ
الظَّالِمينَ
(19) اَلَّذينَ
امَنُوا
وَهَاجَرُوا
وَجَاهَدُوا
فى سَبيلِ
اللّهِ
بِاَمْوَالِهِمْ
وَاَنْفُسِهِمْ
اَعْظَمُ دَرَجَةً
عِنْدَ
اللّهِ
وَاُولئِكَ
هُمُ الْفَائِزُونَ
(20)
يُبَشِّرُهُمْ
رَبُّهُمْ
بِرَحْمَةٍ
مِنْهُ
وَرِضْوَانٍ
وَجَنَّاتٍ
لَهُمْ فيهَا
نَعيمٌ
مُقيمٌ (21)
خَالِدينَ
فيهَا
اَبَدًا
اِنَّ اللّهَ
عِنْدَهُ
اَجْرٌ عَظيمٌ
(22) يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا لَا تَتَّخِذُوا
ابَاءَكُمْ
وَاِخْوَانَكُمْ
اَوْلِيَاءَ
اِنِ
اسْتَحَبُّوا
الْكُفْرَ
عَلَى
الْايمَانِ
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
مِنْكُمْ
فَاُولئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ
(23) قُلْ اِنْ
كَانَ
ابَاؤُكُمْ
وَاَبْنَاؤُكُمْ
وَاِخْوَانُكُمْ
وَاَزْوَاجُكُمْ
وَعَشيرَتُكُمْ
وَاَمْوَالٌ
اقْتَرَفْتُمُوهَا
وَتِجَارَةٌ
تَخْشَوْنَ
كَسَادَهَا
وَمَسَاكِنُ
تَرْضَوْنَهَا
اَحَبَّ
اِلَيْكُمْ
مِنَ اللّهِ
وَرَسُولِه
وَجِهَادٍ فى
سَبيلِه
فَتَرَبَّصُوا
حَتّى
يَاْتِىَ
اللّهُ
بِاَمْرِه
وَاللّهُ لَا
يَهْدِى
الْقَوْمَ
الْفَاسِقينَ
(24)
M
E A L İ:
17-- Müşriklerin,
ELLAH’ın Mescidlerini ziyaret etmeye ve Mescidi mamur etmeye hakları yoktur.
Onlar kendi küfürlerine kendileri şahittir onların bütün amelleri boştur. Zira
onlar ebedi olarak ateşte kalıcıdırlar.
18-- ELLAH’ın Mescidlerini ancak ELLAH’a
ve Âhiret gününe İmân eden, Namaz kılan ve Zekât veren ve ELLAH'tan başkasından
korkmayan kimseler imar eder. İşte Sıratı Müstakimde olması umulanlar
bunlardır. 19-- Hacca gelenlere su vermeyi, Mescidi Haram’ı imar etmeyi, ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmak ve ELLAH
yolunda Cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar ELLAH katında bir değildir. ELLAH
zalimleri hidayete erdirmez. 20-- İmân edip Hicret eden ve ELLAH yolunda
mallarıyla canlarıyla savaşan kimselerin ELLAH’ın yanında dereceleri pek büyüktür.
İşte kurtulanlar bunlardır. 21-- Rableri onlara Rahmetini, Rızasını ve içinde
tükenmeyen nimetleri bulunan Cennetleri ebedi kalmak üzere müjdelemiştir. 22--
Orda ebedi kalırlar. Doğrusu mükafatın büyüğü ELLAH katındadır. 23-- Ey Müminler! Baba ve kardeşlerinizi, şayet
küfrü sevip İmana tercih ediyorsalar dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost
edinirse işte onlar kendisine yazık edenlerden olur. 24--
De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler,
hoşlandığınız mesken ve yurtlar size ELLAH ve Resulünden ve onların yolunda
savaşmaktan daha sevimli ve değerli ise, o halde ELLAH emrini gönderinceye
kadar bekleyin. ELLAH Fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.
M E R A M I:
ELLAH, Müşrikler kendi
küfürlerine şahiddir derken şunu demektedir: Son Resule İmân edip Namaz kılan Mümin
şayet Halife’i Resulün elinde, emrinde olmayıp tağutun, vesayetiyle Yahudi ve
Nasaraların elinde ve emrinde olarak ELLAH’ın emridir diye Cami ve Mescid
yapanların sağyını ve Namaz kılanların Namazını kabul etmeyeceğini demiş
oluyor. Böylece bunların Kâfir olduklarını bildirmiş oluyor.
ELLAH, böylesi müminlerin
Müşrik olduklarını izhar ederken, Mescidlere yani idareye ancak son Resule İmân
edip Halifesine teslim olan, Namaz kılan ve Zekât veren böylece ELLAH'tan başka
kimseden korkmayıp kâfirlere boyun eğmeyen müminlerin layık olduğunu ve layık
olacağını bildirmiş oluyor.
Bunların dışına kalanlar
ise, ELLAH’ın Rızası namına yaptıklarını zerreden küreye dek kabul etmeyeceğini
ve kabul etmediğini söylemiş oluyor.
Son Resule İmân edip
Halifesine Hicret ile Cihad edenlerin dışında, İmanın ve müminin olmadığını ve
olamayacağını ders vermiş oluyor.
Böylece son Resule İmân
edip Halifesinin emrinde mallarıyla canlarıyla Cihad edenleri, içinde ebedi
kalmak üzere cennetle müjdeliyor.
Tekrar ve tekrar orda
ebedi kalırlar diyerek. Müminleri yanında olan derecelere böylece
isteklendirmek istemektedir.
Ki, Baba ve kardeşte olsa,
Küfrü İmana yani tağutun Hükümlerini ELLAH’ın hükümlerine tercih etmeleri
halinde, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettikleri takdir de dost
edinilmemelerini emretmektedir.
Böylesi zalim baba ve
kardeşler dost edinildiği takdir de ELLAH’ın emri gelene dek bekleyin haberini
vermektedir. Yani böylesi zalimler idareyi ellerine aldıkları takdir de onlarla
savaşmaya, yirmi dördüncü âyette Beyân edilenlerin sevgisi mani olmamalıdır
demektedir. Mani olduğu takdir de, mutlaka hükmünü müminlerin aleyhinde
vereceğini bildirmektedir.
V E İ Z A H I:
Bu dersin birinci
ayetinde: Müşriklerin ELLAH’ın Mescidlerini ziyarete ve mamur etmeye hakları
yoktur haberinden şunu anlamamız doğru olur: müminlerin üzerine Yahudi ve
Nasaraların ve valisi olan tağutun tasarruf etmeye, amir olmaya hakları yoktur.
Çünkü bu zalimler Şeriatullah'a düşman olduklarını iftiharla söylerler. Öyleyse
mümin bunları başına baş ederse ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid
ve talebe olursa ve böyle olanlardan İmanının selameti için şeyhler, üstadlar
edinirse şüphe yok Müşrik olur. Çünkü Mescidlerin imarı tamiri derken, aklımız
taşa, çiniye ve boyaya gitmesin de, üç kişi bir sahrada birlikte secde ederse
oranın Mescid olduğuna aklımız gitsin. Öyleyse tağutun hâkimiyeti altında
yakuttan yapılıp, binlerce Cemaati olan Mescidin, harab olduğunu ve Dirar
olduğunu bilsin ve bilelim. Öyleyse Mescid, Cami sözcükleri ile Cemaat, düzen,
emir ve idare kastedildiği bilinsin. Bu gerçek bilindiği an, müminlerin
idaresine ELLAH’a, Âhiret gününe İmân edenler, Namaz kılanlar, Zekât verenler ve
Zekât düzenini çalıştırıp gayrı İslami düzenlere sapmaktan ELLAH'tan korkanlar
gelir ve getirilir. Böylece ELLAH’ın Rızasını almak, hidayete ermek ELLAH'tan
umulur. Zira ELLAH’ın Mescidleri dört duvar olmayıp kalplerdir ELLAH’ın
Mescidleri. Kalplerin, Halife’i Resulün etrafına Vahdet olması ELLAH’ın Mescidi
olan Beytullah'tır. Öyleyse bu Beyti Müşriğin ziyaret etmeye ne hakkı vardır? Çünkü
ELLAH ile beraber gayrı bir İlâhı kalbinde taşımaktadır. Gerçi cami, yol,
çeşme, köprü ve hasta hane yapmak bunların cemaatlerine yardım etmek
ihtiyaçlarını temin etmek fena şeyler değildir. Ne var ki, bunları Müşrikler ve
Kafirlerde yapar ve yapıyorlar. Nitekim bunlar, Dünyanın her köşe bucağında
artan bir hızla yapılmaktadır. Bu cümleden olmak üzere Mescidi Haram altın,
gümüş işlenip oraya gelen insanlar: Artık bu kadar yeter diyeceği geliyor. Ve
İslam dinine büyük bir hizmet olduğuna inanıyor. Öte yandan yeryüzünde Halife’i
Resul yoktur. Halife’i Resulün yokluğu, İslam dininin yokluğudur. İslam dininin
yokluğu da, ELLAH’ı Tevhid etmenin
zorluğudur, ELLAH’ı Tevhid etmenin yokluğudur. Zira ELLAH, İslamdan önce olan
Cahiliye devrinde, yapılan Haclarla ve yapılan ibadetlerle ve yapılan
cihadlarla ve zikirlerle şayet Tevhid ediliyordu ise, şüphe yok yapılan şimdiki
haclarla ve kılınan Cuma’larla da ELLAH Tevhid ediliyor demektir. Çünkü
İslamdan önce olan Cahiliye devrinde de, Halife’i Resul yoktu ve şimdide
yoktur. İşte bu nedenledir ki, ELLAH Hicreti unutup Cihadı red edenleri, ELLAH’a
ve Âhiret gününe İmân etmemişlerden sayıyor. Su ve tamir işlerini ELLAH’a ve Âhiret
gününe inanmayan zalimlerde yapar ve yapmışlardır yapıyorlar diyor.
Öyleyse Halife’i Resulün
olmadığı zaman yani İslam dininin olmadığı zaman tağutun ruhsatı ile yapılanlar
ELLAH için olmaz. Çünkü Beytullah da ve şubeleri olan Camiler de Yahudi ve
Nasaraların küfürleri, şirkleri aleyhinde karar almak ve konuşmak yasak
olmuşsa, o eğri büğrü, cicili süslü binaların adı ne olursa olsun ELLAH’a değil
tağuta hizmet için oldukları ve oluyor oldukları tebarüz eder. Böylece tağut
denilen tuğyankâr da, ELLAH’ın karşıtı bir İlâh olduğu için, o yerlere
toplanmak
Bu konuyu böyle
noktaladıktan sonra bilelim ki, İslam dininde dost edinmek için kan ve nütfe
bağı yoktur. Sadece İmân bağı vardır, Bey’at bağı vardır. Öyleyse kim ve kimler
baba ve kardeşi de olsa ELLAH’a ve Resulüne ve Halifesine düşman olduğunu
bildiği halde, kan ve nütfe bağından dolayı dost edinirse, o müminin İmân
ilişiği ELLAH'tan kesilir. Nitekim dersimizin son yirmi dördüncü ayeti bu
konuyu açık, açık açıklamaktadır. Okuyalım: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz
alış verişler, hoşlandığınız yurtlar ve meskenler sizin için ELLAH ve
Resulünden ve Risâlet yolunda Vahdet olup savaşmaktan daha değerli ise ve daha
sevimli ise o halde ELLAH emrini gönderinceye dek bekleyip durun. Fasık ve
zalim olarak ölün. tağuta kul, Yahudi ve Nasaralara köle olun küfür ve şirk
düzenlerine hizmet verin zira nasıl olsa ELLAH Fasıkları hidayete
erdirmeyecektir. Dalaletten, felakete ve felaketten Cehenneme iletecektir. Son
Resule İmân ettiği halde tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelenler Fasıktır. ELLAH
Fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Okuyalım:
لَقَدْ
نَصَرَكُمُ
اللّهُ فى
مَوَاطِنَ كَثيرَةٍ
وَيَوْمَ
حُنَيْنٍ
اِذْ
اَعْجَبَتْكُمْ
كَثْرَتُكُمْ
فَلَمْ
تُغْنِ
عَنْكُمْ
شَيًْا
وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ
الْاَرْضُ
بِمَا
رَحُبَتْ ثُمَّ
وَلَّيْتُمْ
مُدْبِرينَ (25)
ثُمَّ
اَنْزَلَ
اللّهُ
سَكينَتَهُ
عَلى
رَسُولِه
وَعَلَى
الْمُؤْمِنينَ
وَاَنْزَلَ
جُنُودًا لَمْ
تَرَوْهَا
وَعَذَّبَ
الَّذينَ
كَفَرُوا وَذلِكَ
جَزَاءُ
الْكَافِرينَ
(26) ثُمَّ
يَتُوبُ
اللّهُ مِنْ
بَعْدِ ذلِكَ
عَلى مَنْ
يَشَاءُ
وَاللّهُ غَفُورٌ
رَحيمٌ (27) يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ امَنُوا
اِنَّمَا
الْمُشْرِكُونَ
نَجَسٌ فَلَا
يَقْرَبُوا
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ بَعْدَ
عَامِهِمْ
هذَا وَاِنْ
خِفْتُمْ عَيْلَةً
فَسَوْفَ
يُغْنيكُمُ
اللّهُ مِنْ
فَضْلِه اِنْ
شَاءَ اِنَّ
اللّهَ
عَليمٌ
حَكيمٌ (28) قَاتِلُوا
الَّذينَ لَا
يُؤْمِنُونَ
بِاللّهِ وَلَا
بِالْيَوْمِ
الْاخِرِ
وَلَا يُحَرِّمُونَ
مَا حَرَّمَ
اللّهُ
وَرَسُولُهُ
وَلَا
يَدينُونَ
دينَ
الْحَقِّ
مِنَ الَّذينَ
اُوتُوا الْكِتَابَ
حَتّى
يُعْطُوا
الْجِزْيَةَ
عَنْ يَدٍ
وَهُمْ
صَاغِرُونَ (29)
وَقَالَتِ
الْيَهُودُ
عُزَيْرٌ
ابْنُ اللّهِ
وَقَالَتِ النَّصَارَى
الْمَسيحُ
ابْنُ اللّهِ
ذلِكَ قَوْلُهُمْ
بِاَفْوَاهِهِمْ
يُضَاهِؤُنَ
قَوْلَ
الَّذينَ
كَفَرُوا
مِنْ قَبْلُ
قَاتَلَهُمُ
اللّهُ
اَنّى
يُؤْفَكُونَ
(30)
اِتَّخَذُوا
اَحْبَارَهُمْ
وَرُهْبَانَهُمْ
اَرْبَابًا
مِنْ دُونِ
اللّهِ
وَالْمَسيحَ
ابْنَ مَرْيَمَ
وَمَا
اُمِرُوا
اِلَّا
لِيَعْبُدُوا
اِلهًا
وَاحِدًا لَا
اِلهَ اِلَّا
هُوَ سُبْحَانَهُ
عَمَّا
يُشْرِكُونَ
(31) يُريدُونَ اَنْ
يُطْفِؤُا
نُورَ اللّهِ
بِاَفْوَاهِهِمْ
وَيَاْبَى
اللّهُ
اِلَّا اَنْ
يُتِمَّ
نُورَهُ وَلَوْ
كَرِهَ
الْكَافِرُونَ
(32) هُوَ الَّذى
اَرْسَلَ
رَسُولَهُ
بِالْهُدى
وَدينِ
الْحَقِّ
لِيُظْهِرَهُ
عَلَى
الدّينِ كُلِّه
وَلَوْ
كَرِهَ
الْمُشْرِكُونَ
(33) يَا اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
اِنَّ
كَثيرًا مِنَ
الْاَحْبَارِ
وَالرُّهْبَانِ
لَيَاْكُلُونَ
اَمْوَالَ
النَّاسِ
بِالْبَاطِلِ
وَيَصُدُّونَ
عَنْ سَبيلِ
اللّهِ
وَالَّذينَ
يَكْنِزُونَ
الذَّهَبَ
وَالْفِضَّةَ
وَلَا
يُنْفِقُونَهَا
فى سَبيلِ
اللّهِ
فَبَشِّرْهُمْ
بِعَذَابٍ
اَليمٍ (34) يَوْمَ
يُحْمى
عَلَيْهَا فى
نَارِ
جَهَنَّمَ فَتُكْوى
بِهَا
جِبَاهُهُمْ
وَجُنُوبُهُمْ
وَظُهُورُهُمْ
هذَا مَا
كَنَزْتُمْ
لِاَنْفُسِكُمْ
فَذُوقُوا
مَا كُنْتُمْ
تَكْنِزُونَ
(35)
M E A L İ:
25--
Yemin olsun ki ELLAH size birçok savaş yerlerinde, sayınızın çokluğundan
hoşlanıp da övündüğünüz, fakat çokluğunuz bir faide vermediği, yeryüzü
genişliği ile beraber size dar geldiği ve nihayet dönüp gittiğiniz o Huneyn
gününde yardım etti. 26-- Bozgundan sonra ELLAH Resulüne, Müminlere güvenlik
verdi ve görmedikleri ordular indirip Kâfirleri azaba uğrattı. Kâfirlerin
cezası budur. 27-- Bundan sonra ELLAH onlardan dilediğinin tevbesini kabul etti
o Gafur ve Rahîm olandır. 28-- Ey Müminler! Müşrikler necistir. Artık bu
yılınızdan sonra onlar Mescidi Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten
korkarsanız, bilin ki ELLAH bol nimetleriyle sizi zengin kılar. ELLAH muhakkak Alim'dir,
Rahîm'dir. 29-- Kendilerine kitab
verilenlerden olup da, ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân etmeyen ELLAH ile
Resulünün haram kıldığını haram saymayan hak dini kabul etmeyen kimselere boyun
eğip size itaat etmeleri yada cizye’i verinceye kadar savaşın. 30-- Yahudiler:
Üzeyir ELLAH’ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da: Mesih ELLAH’ın oğludur dedi.
Bu, daha önce kâfir olanların sözlerine benzeterek, ağızlarına doladıkları
sözdür. ELLAH'tan bulsunlar nasılda uyduruyorlar? 31-- Bu uyduranlar, ELLAH’ı bırakıp bilginlerini, Rahiplerini,
Meryem oğlu Mesih’i İlahlar edindiler. Oysa onlarda, tek olan ELLAH’a ibadet
etmekten başkasıyla emr olunmamışlardı. Ondan başka hiçbir İlâh yoktur. ELLAH,
bunların eş tuttukları her şeyden münezzehtir.
32-- ELLAH’ın nurunu
ağızlarıyla söndürmek isterler, Kâfirler istemese de ELLAH nurunu mutlaka
tamamlayandır. 33-- Müşrikler istemese
de, dinini bütün Din'lerden üstün kılmak üzere Resulünü doğru yol ve Hak dini
ile gönderen ELLAH’tır. 34-- Ey Müminler! Haham ve Rahiplerin çokları,
insanların mallarını batılla yerler. ELLAH’ın yolundan alıkoyarlar, altın ve
gümüşü biriktirip ELLAH yolunda sarf etmeyenlere elim olan azabı müjdele. 35--
Biriktirdikleri altın ve gümüşler, Cehennemin kızdırıldığı gün, alınları,
böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır. Bu, kendiniz için topladığınızdır.
Biriktirdiklerinizi tadın denir onlara.
M E R A M I:
Şüphesiz ELLAH Müminlere, yani Halife’i Resule ve
Bi’atlı olan Mü'minlerine yardım eder. Nitekim Huneyn gününde Müminlere yardım
etti. Daha başka birçok yerlerde de yardım etti. Çünkü ELLAH’a İmân etmiş olup
Resulüne ve Halifesine Bi’atlı olarak
Nitekim Huneyn gününde ordu bozulduktan sonra ELLAH
kalplerine güven vermek suretiyle onlara yardım etti ve kâfirler layık olduğu
cezayı buldu.
Kâfirler
cezasını bulduktan sonra, ELLAH'tan gayrı sayılara, silahlara güvenip de
ordunun dağılmasına vesile olan Müminler de, hatalarını anladıkları için bağışladı.
Zira ELLAH Gafurdur ve Rahîm'dir.
Gafur ve Rahîm olan ELLAH, bağışlayıp kendini,
Resulünü ve Halifesini sevdirdiği Müminlere: Bundan böyle Müşrikleri yani İmân
etmesine rağmen Risâletin ve Halifesinin emri, şemsiyesi altına olmayanları
Mescidi Haram’a sokmayın emrini verdi. Çünkü bunlar tağutun şemsiyesi altına
olup ruhsatı ile ELLAH’a yöneldikleri için müşriktirler. Her Müşrik de
Necistir. Necis olan elbette ki, Mescidi Haramdan ve şubelerinden kovulmalıdır.
Ta ki temizlenene kadar.
İmân edip İslama Hicret edip katılmadıkları müddet, Risâlet'e
ve Halifesine Bi’at verip teslim olmadıkları müddet ELLAH’a ve âhiret gününe İmân
etmiş sayılmadıklarından, İmana dâvet etmek, kabul etmeseler cizyelerini
verinceye dek savaşmak Vâcıb olur. İmanlarına ve kitab ehli olduklarına
bakılmaz çünkü Müşriktirler. Zaten kitab ehli olarak hem ELLAH’a hem tağuta
uyarak müşrik oldular.
Zira kitab ehli oldukları için Üzeyir ve Îsâ Mesih’ten
haberdar oldular. Ama onları ELLAH’ın oğlu ittihaz edip, kurulu şirk
düzenlerine bu yolla ELLAH'tan onay alındığına işaret etmek istediler. Öyleyse
günümüzde gayrı İslami olan düzenlerde, İmanı ile sinip tağutun ruhsatı ile ELLAH’a
yönelenlerde, Muhammed Mustafa’yı ELLAH’ın veledi ittihaz etmiş sayılırlar.
Çünkü Mademki, geçmiş tağut'ların hâkimiyeti altında üstünlüğü kabul edilen Îsâ
ve Üzeyir veledullah makamına layık görüldü, öyleyse aynı tağutun hâkimiyeti
altına ruhsatı ile kabul gören Muhammed Mustafa’da veledullah olma hakkını
kazandı. Verilen bu kıyastan tiksindiniz mi? öyleyse tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid,
Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmaktan vaz geçin.
Ama Hayır, vaz geçmezsiniz. Çünkü önünüze uzun bir
zaman Tevhidi Şirke çeviren, Şirki Tevhid diye pazarlayan, yani Kralın,
Sultanın, Reisin saltanatı altında sizi cennete taşıyan ulema bozuntuları
vardır. O bozuntuları günümüzde temsil eden bozuntu Halifeleri de vardır. Demek
Yahudi ve Nasaralar bilgin dedikleri bilgisizleri, Rahip dedikleri Ruhbanları
nasıl ki İlâh edindiyseler, günümüz müminleri de bu bozuntuları İlahlar
edindiler. Çünkü
Böylece ELLAH’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek
istemişlerdir. Hilafet'i, Şeriatı ılga etmeleriyle de ELLAH’ın nurunu
söndürmüşlerdir. Ne var ki ELLAH’ın vaadi haktır, şayet bu zalimlerin üzerine Kıyâmet
kopmayacaksa ELLAH nurunu tekrar yakıp tamamlayacaktır.
Çünkü bunu, Müşrikler yani Şeriata ve Hilafet'e düşman
olanlar istemese de, ELLAH nurunu tamamlayıp istemeyenleri patlatıp isteyenleri
sevince boğacaktır.
Ne var ki Müminler, tağuta Dinar mukabili Dinini satan
ulema kırıntılarını tanıması şarttır. Çünkü bu zalimler tağutun yolunu ELLAH’ın
yoluna tercih edip müminleri itaat ettirendirler. Böylece Altını, Gümüşü
biriktirip ELLAH’ın yoluna engel olandırlar. İşte bunlara Azabullah'ın içinde
gizli bir azap müjdelenmiştir.
ELLAH’ın yolunu engellemeleri karşılığı, Halife’i
Resulü ve Şeriatullah'ı lağv edenlerden almış oldukları Altın ve Gümüşler
kızdırılıp kendilerine sıva edilecektir. Mübârek olsun. Ama tevbe ederseler, bu
Mübârek kelimesi tevbelerine raam olsun.
V E İ Z A H I:
Kainatın hilkatine menşe olan Risâlet, insanlığa imam
olursa insanların dalalete gitmesinin önü kesilir. Çünkü Resulullah'ın hayatı
adım, adım önümüzde olup elimizdedir. Ve düşmanları da peşimizdedir. Öyleyse
sapıtanlar bu Resule İmân etmediklerinden sapıttı ve İmân etmesine rağmen
Halifesini, Teşriisini ılga ettikleri için sapıttılar ve bu sapıtan zalimlerin
ruhsatı ile İmanın gereklerini yerine getirmeye yöneldikleri için sapıttılar. O
ki sapıttılar ELLAH’da Hâlık olarak istediklerini verdi. Yani Yahudi ve
Nasaralara uymayı, Şeriatullah'ı ve Halifetullahı lağv etmeyi bunlara
kolaylaştırdı. Böylece hüküm verme hakkı ELLAH'tan alındı. Haliyle Mescidi
Haram ve şubeleri bu zalimlerin eline kaldı. Oysa bu zalimler, Mescidi Haram’a
ve şubelerine yaklaşmalarını ELLAH nehy etmiştir. Ne var ki, Hilafet'in ve
Şeriatın ılga oluşu Müşriklerin Mescidi Haram’a yaklaşmalarını
kolaylaştırmıştır. Böylece idareyi ellerine alarak, Mescidi Harama ve bütün
şubelerine sahip oldular. Bu büyük İnkılab nasıl mı oldu diyorsunuz? Şöyle:
Halife’i Resulün ve Şeriatullah'ın kaldırılmasıyla, bundan önce ELLAH
tarafından lağv edilen semâvi Din'ler gibi, salıkları tarafından İslam dini
lağv edildi. Ki, Mescidi Haramı ve şubelerini zalimler, müşrikler ellerine
aldı. Elbette ki bu büyük İnkılabın, bu büyük cinayetin birinci Müsebbibleri
veraseti Enbiya olan ve veraseti Enbiya olması icab eden Âlimler ve Şeyhlerdir.
Ama bunlar, Ahbar ve Ruhbanlar gibi oldular. Batıl yollarla yani ELLAH’ın dini
adına tağuta memur, muin olmakla halkın mallarını yediler. Ve aldıkları maaş
karşılığı zalimleri adil ve meşru tanıttılar. Çünkü geçmişte Ahbar ve
Ruhbanlarda bunlar gibi etmişti. Hem o Ahbar ve Ruhbanlar da, ELLAH’ın yolu
olan Risâlet yolunu halktan uzaklaştırdıkları gibi bunlarda topladıkları Altın
ve Gümüşlerin ve Köşklerin ve yeni model otomobillerin zeval bulmamaları için tağutun
hâkimiyetini, ELLAH’ın ve Resulullah'ın hakimiyetine tercih ettiler. Yahudi ve
Nasaraların hükümlerini Şeriatullah'ın yerine koyup kabul ettiler ve kabul
ettirdiler. Ama ne gam? Zira Azabı elim ile müjdelenmişlerdir.
Evet, bunların
günahı gizli Şirktir. Yani zahiren Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe
görünen ama görünen bu sıfatlar tağutun ruhsatı ile göründükleri için
Müşriktirler. Hem bilelim ki, Şirkin her nevi'si idareden ve idareciden
esinlenir ve Nefsin ELLAH'tan başkasına itimat ve itaat etmesiyle kemale erer.
İşte böyle nice insanlar, Beytullah’da Hac eder ve Camilerde ELLAH der. Böylece
nice insanlar Beytullah’ın ve Camilerin yönetimini eline almıştır ve
almışlardır. İşte ELLAH böylesi Müşrikleri, yani Risâleti, Halifesini ve
Şeriatı kabul etmeyenleri Beytullah'a ve şubeleri olan Camilere girmelerini
yasaklamıştır. Yani müminlerin üzerine emir olup tasarruf etme hakkını
yasaklamıştır. Öyleyse Mescidi Haram da dâhil bütün camilerin yönetimi yani
bütün müminlerin yönetimi Müşriklere kalmıştır. Zira Halife’i Resulün yokluğu
ile hâkimiyet rakipsiz olarak Yahudi ve Nasranilerin eline kalmıştır. Ki, nerde
bir Emir, İmam, Reis, Kral, Sultan ve başkan varsa onlara tabi olmuşlardır.
Böylece ELLAH’ın şu emri sahipsiz kalmıştır. --Kendilerine kitab
verilenlerden olup da ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân etmeyen ELLAH ile Resulünün
haram saydığını haram saymayan ve Hak Dini kabul etmeyen kimselerle boyun eğip itaat
etmeleri, yani İmân etmeleri yada cizyeyi verinceye dek onlarla savaşın.-- İşte
ELLAH’ın bu emri sahipsiz kalmıştır. Böylece hâkimiyet rakipsiz Yahudi ve
Nasaraların eline kalmakla ELLAH’a ve Resulüne iftiralar edilmiştir. Çünkü
kendileriyle İmân edinceye, yada Cizyeyi verinceye dek savaşan yoktur. Lâkin şu
yada bu sebeplerle, savaşanlar çoktur. Buda ELLAH’ın hâkimiyeti, hükümleri için
savaşmayanlara ELLAH’ın musallat kıldığı bir savaş belasıdır ve bir afettir.
Ama Halife’i Resul olsaydı, Yahudi ve Nasaralarla savaşın emrini veren ELLAH’ın
bu emri yerine gelmiş olacaktı. Ama şimdi savaş emrini veren Halife'i Resul
olmadığı için, Müminler zillet içinde kalarak Cizye veriyorlar. O derece ki, Kıblegâhları
olan Beytullahı bile savunamaz hale düştüler. Savunmak için Yahudi ve Nasaralardan
yardım dilenir hale geldiler. Gerçi o Yahudi ve Nasaralar da ELLAH’ın
kullarıdır, ama ELLAH’ın emri başkadır. Zilleti izzet görenler, ELLAH’ın başka
olan emrini görüp idrak edemez. Nitekim geçmişin geçerli ümmeti olan yani
geçerli Din sahibi olan Yahudi ve Nasaralar Risâletin gaye ve hikmetini
anlayamadıkları için ELLAH’a bir iyilik, kulluk olur ve olsun diye Îsâ ve
Üzeyir’i Veledullah diyerek ELLAH’ın rızasını almaya yöneldiler. Böylece Risâleti
yani ELLAH’ın hükümlerini red etmiş oldular. Şayet Veledullah değil de, ELLAH’ın
elçisi olarak kabul görseydiler, ELLAH’ı da tek ve Kahhar olan bir İlâh kabul
etme ve hükümlerini infaz etme zorunda kalacaklardı.
Ama ELLAH’ın Hükümleriyle Hükmetmeyelim diye çabuk
davranıp Îsâ ve Üzeyir’i Veledullah makamına oturttular. Böylece hem elçiler
hakkında güya bir iyilik, hem de ELLAH’a en güzel kulluk ediyor olduklarını
sandılar. Demek Risâleti ve Halifesini kabul etmeyenleri ELLAH böyle şaşırtır
da, Üzeyir ve Îsâ ELLAH’ın oğludur diyenlerin bu Akidelerini kabul babında
onlara sığındırır. Böylece bunlarda, Muhammed Mustafa’yı Veledullah kabul
edenlerden olur. İmdi yeri ve gökleri nerede ise çatlatacak kadar büyük yalan
olan bu iftira hakkında bizim sözümüz şudur: Mümin, İmanı üzerine ve itaat
ettiği kişi üzerine ve kabul ettiği kanunlar üzerine çok titiz olmalıdır. Yani
yapılan bir iş, verilen bir hüküm Kitabullah'a ve Sünneti Resule uygun olup
uymuşsa kabul etmelidir. Değilse red etmelidir. Mümin böyle olup etmediği takdirde,
Veledullah inancını kabul etmiş olur. Kabul ettiğinin işareti de: Hâkim'dir,
Hükümettir, Şeyhtir ve Mücahid'dir diyerek her geveleyeni, adil kabul eder.
İşte günümüzde çok derin ve yaygın olan bu şirk yolu ve bu şirk İmanı sirayet
etmediği insan nerdeyse bırakmamıştır.
Şöyle ki: Onlarca parçaya ayrılan İslam Mü'minlerinin
yöneticileri --Laikliği-- Din'leri olan
İslama hürmet, hizmet namına kullanmaktalar. Böylece Yahudi ve Nasaralarca el
üstüne tutulmaktalar ve el üstüne tutulan zalimlerin idaresini şirin, adil
göstermek için de fetvalarını yazıp, hazır fetva çantalarla peşlerine gezen fetva
bazlarda türemiştir. Böylece bu zalimlerde, ELLAH’ın nuru olan Dininin
sönmesine, ELLAH’ın Dininden fetvalar uydurmuşlardır. Uydurulan bu fetvalar, ELLAH’a
tuğyan eden zalimleri şımartıp Tebaalarından işkence yolu ile itaat temin
ediyorlar. Öyle ki: Zulmümden değil, Adaletimden söz edersin, Cehlimden değil
İlmimden, Cimriliğimden değil Sahavetimden, çirkinliğimden değil Güzelliğimden
bahsedersin diyorlar. Artı şunu yazamazsın, şunu söyleyemezsin ve hatta şöyle,
şöyle düşünemezsin diyorlar. Şuraya gidemezsin, şunu vereceksin, şunu
alacaksın, şöyle giyineceksin ve şu kadar çocuk yapacaksın. Bütün bu
zulümlerine Medeniyet, İlericilik ve Hürriyet derler. Lâkin kendileri ELLAH’ın
Hürriyet dediğine tahammül edemezler. Aman haa Hürriyetimiz, Saltanatımız
elimizden gider derler. Ne korkak ilahlarmış bunlar. Bunlar ne doymaz obur
Razıklarmış ve ne korkak hafızmışlar bunlar. Zira yüz belki bin bekçi içinde
uyuyamazlar. Ama ELLAH’ın Dinini kabul edip Resulünün yolundan ELLAH adına
idare etseydiler, elçiye zeval yok düsturu ile huzur içinde olurlardı. Çünkü ne
maddi, nede manevi sorumluluk taşımazlardı. Sadece ELLAH’ın emirlerini en güzel
şekilde nasıl uygulayacaklarının sorumluluğunu taşırlardı. Da: Bu emir benim
emrim değil Rabbimizin emridir derlerdi. İşte böyle diyene kim düşman olur? Ama
bu bizim ve atamızın emridir diyene: Git ordan bende senin gibi bir insanım
diyen yüzde seksen çıkar ve haksızda olmaz. Çünkü önünde mutlu, putlu olan
azınlık zalimler haksızdır. İşte bunların ve bunların ahbap çavuşlarının
düşmanı ELLAH’tır.
Ya Rab! Bizleri bu Zalimlerin şerrinden, cilvelerinden
ve lazımdırlar anlayışından koru. Zira bu zalimler İnsanları son Resulüne İmân
etmeye engel oluyorlar ve engel olmayıp İmân edenleri de
Bu Zalimlerin şerrinden ELLAH’a sığınmak isteyen ey Müminler!
Önünüze Âlim olarak geçenlere dikkat edin. Zira Yahudi ve Nasaraların Âlimlerinden
birçokları, Tevrat ve İncilin hükümlerini Dinar, Mevkii ve Rütbe için tahrif
etmişlerdi. Böylece ELLAH’ı bırakıp Krallara, Sultanlara kulluk etmişlerdi.
Böylece Kralların keyfemayeşaa olan Hükümleri mukaddes olup ELLAH’ın Dininin
yerini aldı. Binaenaleyh arkadan gelenlerde Dinullah adına Kralların yoluna
sarıldı. Buna sebep, Dünyaya yönelen Âlimlerin fetvaları oldu. Oysa bu
zalimler, ELLAH’ın yolunu değiştirmeyeceklerine dair, ELLAH’a sözde
vermişlerdi. Buna rağmen Din'lerini satıp hazineler yığdılar. Bunları gören
avam müminlerde, ELLAH’ın Dininin böyle olduğunu sandı.
Öyleyse bu ümmetin önüne geçen ey Âlimler! Siz sakın
haa onlar gibi olmayın! Dininizi satıp Dünyayı almayın! ELLAH’ın Hükümlerini
bırakan zalimlere yama, fetva baz olmayın! Zira sizi avam Müminler Âlim
biliyor. Sizin işiniz ve sözünüz onlara anında tesir ediyor ve eder. Öyleyse ELLAH’ın
Resulünden ve Halifesinden ayrılmayın ki, sizi takip edenlerde Hidayeti terk
etmiş olmasınlar.
Son Resule İmân eden ey Müminler! Yahudi ve
Nasranilerin ulemaları, Din'lerini verip Dünyayı aldıkları gibi, Âlim'dir diye
takip ettikleriniz, onlar gibi Din'lerini verip Dünyayı almak için, ELLAH’ın
Hükümleriyle Hükmetmeyenlere memur olursalar, derhal onların izlerini,
sözlerini terk edin. Çünkü laik, faizci, fuhuşçu düzenin memurları İslam Dini
namına izlenmez. Çünkü onlar batması Hak olan bir düzeni batmaktan
koruyanlardır. Şöyle ki: Gayrı İslami Düzen ve Hükümlerin altında İslamın itaat,
ahlak ve muamelat kaide ve kurallarından laik topluma tezkir verenler şüphe yok
ELLAH’ın dinini tağutun düzenine olan yırtıklara yama etmiş olur. Öyleyse
bunlardan daha zalim kim olur diye arayan bunlardan daha zalim'dir. İşte bu
zalimlerin malları, cehennem kızdırıldığı gün kızdırılıp bunlara sıva
edilecektir. Ki, ELLAH’ın Dinini vererek biriktirmiş oldukları mallar,
kendilerinden ebedi Ayrılmasın diye... Okuyalım:
اِنَّ
عِدَّةَ
الشُّهُورِ
عِنْدَ
اللّهِ اثْنَا
عَشَرَ
شَهْرًا فى
كِتَابِ
اللّهِ يَوْمَ
خَلَقَ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
مِنْهَا
اَرْبَعَةٌ
حُرُمٌ ذلِكَ
الدّينُ الْقَيِّمُ
فَلَا
تَظْلِمُوا
فيهِنَّ
اَنْفُسَكُمْ
وَقَاتِلُوا
الْمُشْرِكينَ
كَافَّةً
كَمَا
يُقَاتِلُونَكُمْ
كَافَّةً
وَاعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
مَعَ
الْمُتَّقينَ
(36) اِنَّمَا
النَّسىءُ
زِيَادَةٌ
فِى الْكُفْرِ
يُضَلُّ بِهِ
الَّذينَ
كَفَرُوا
يُحِلُّونَهُ
عَامًا
وَيُحَرِّمُونَهُ
عَامًا لِيُوَاطِؤُا
عِدَّةَ مَا
حَرَّمَ
اللّهُ فَيُحِلُّوا
مَا حَرَّمَ
اللّهُ
زُيِّنَ
لَهُمْ سُوءُ
اَعْمَالِهِمْ
وَاللّهُ لَا
يَهْدِى
الْقَوْمَ
الْكَافِرينَ
(37) يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ امَنُوا
مَا لَكُمْ
اِذَا قيلَ
لَكُمُ
انْفِرُوا فى
سَبيلِ
اللّهِ
اثَّاقَلْتُمْ
اِلَى الْاَرْضِ
اَرَضيتُمْ
بِالْحَيوةِ
الدُّنْيَا
مِنَ الْاخِرَةِ
فَمَا
مَتَاعُ
الْحَيوةِ
الدُّنْيَا
فِى
الْاخِرَةِ
اِلَّا
قَليلٌ (38)
اِلَّا
تَنْفِرُوا
يُعَذِّبْكُمْ
عَذَابًا اَليمًا
وَيَسْتَبْدِلْ
قَوْمًا
غَيْرَكُمْ وَلَاتَضُرُّوهُ
شَيًْا
وَاللّهُ
عَلى كُلِّ
شَىْءٍ
قَديرٌ (39)
اِلَّا
تَنْصُرُوهُ
فَقَدْ
نَصَرَهُ
اللّهُ اِذْ
اَخْرَجَهُ
الَّذينَ
كَفَرُوا
ثَانِىَاثْنَيْنِ
اِذْ هُمَا
فِى الْغَارِ
اِذْ يَقُولُ
لِصَاحِبِه
لَاتَحْزَنْ اِنَّ
اللّهَ
مَعَنَا
فَاَنْزَلَ
اللّهُ سَكينَتَهُ
عَلَيْهِ
وَاَيَّدَهُ
بِجُنُودٍ
لَمْ
تَرَوْهَا
وَجَعَلَ
كَلِمَةَ
الَّذينَ
كَفَرُوا
السُّفْلى
وَكَلِمَةُ
اللّهِ هِىَ
الْعُلْيَا وَاللّهُ
عَزيزٌ
حَكيمٌ (40)
اِنْفِرُوا
خِفَافًا
وَثِقَالًا
وَجَاهِدُوا
بِاَمْوَالِكُمْ
وَاَنْفُسِكُمْ
فى سَبيلِ
اللّهِ ذلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ اِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
(41) لَوْ كَانَ
عَرَضًا
قَريبًا
وَسَفَرًا
قَاصِدًا
لَاتَّبَعُوكَ
وَلكِنْ
بَعُدَتْ
عَلَيْهِمُ
الشُّقَّةُ
وَسَيَحْلِفُونَ
بِاللّهِ
لَوِ
اسْتَطَعْنَا
لَخَرَجْنَا
مَعَكُمْ
يُهْلِكُونَ
اَنْفُسَهُمْ
وَاللّهُ يَعْلَمُ
اِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ
(42) عَفَا اللّهُ
عَنْكَ لِمَ
اَذِنْتَ
لَهُمْ حَتّى
يَتَبَيَّنَ
لَكَ الَّذينَ
صَدَقُوا
وَتَعْلَمَ
الْكَاذِبينَ
(43) لَا
يَسْتَاْذِنُكَ
الَّذينَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الْاخِرِ
اَنْ يُجَاهِدُوا
بِاَمْوَالِهِمْ
وَاَنْفُسِهِمْ
وَاللّهُ
عَليمٌ
بِالْمُتَّقينَ
(44) اِنَّمَا
يَسْتَاْذِنُكَ
الَّذينَ لَا
يُؤْمِنُونَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الْاخِرِ
وَارْتَابَتْ
قُلُوبُهُمْ
فَهُمْ فى
رَيْبِهِمْ
يَتَرَدَّدُونَ
(45) وَلَوْ
اَرَادُوا
الْخُرُوجَ
لَاَعَدُّوا
لَهُ عُدَّةً
وَلكِنْ
كَرِهَ
اللّهُ انْبِعَاثَهُمْ
فَثَبَّطَهُمْ
وَقيلَ اقْعُدُوا
مَعَ
الْقَاعِدينَ
(46) لَوْ
خَرَجُوا
فيكُمْ مَازَادُوكُمْ
اِلَّا
خَبَالًا
وَلَااَوْضَعُوا
خِلَالَكُمْ
يَبْغُونَكُمُ
الْفِتْنَةَ
وَفيكُمْ
سَمَّاعُونَ
لَهُمْ
وَاللّهُ
عَليمٌ
بِالظَّالِمينَ
(47) لَقَدِ
ابْتَغَوُا
الْفِتْنَةَ
مِنْ قَبْلُ
وَقَلَّبُوا لَكَ
الْاُمُورَ
حَتّى جَاءَ
الْحَقُّ وَظَهَرَ
اَمْرُ اللّهِ
وَهُمْ
كَارِهُونَ (48)
وَمِنْهُمْ
مَنْ يَقُولُ
ائْذَنْ لى
وَلَا
تَفْتِنّى
اَلَا فِى
الْفِتْنَةِ
سَقَطُوا
وَاِنَّ
جَهَنَّمَ
لَمُحيطَةٌ
بِالْكَافِرينَ
(49) اِنْ تُصِبْكَ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْ
وَاِنْ
تُصِبْكَ مُصيبَةٌ
يَقُولُوا
قَدْ
اَخَذْنَا
اَمْرَنَا
مِنْ قَبْلُ
وَيَتَوَلَّوْا
وَهُمْ
فَرِحُونَ (50) قُلْ
لَنْ
يُصيبَنَا
اِلَّا مَا
كَتَبَ اللّهُ
لَنَا هُوَ
مَوْلينَا
وَعَلَى
اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ
(51) قُلْ هَلْ
تَرَبَّصُونَ
بِنَا اِلَّا
اِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ
وَنَحْنُ
نَتَرَبَّصُ
بِكُمْ اَنْ
يُصيبَكُمُ
اللّهُ
بِعَذَابٍ
مِنْ عِنْدِه
اَوْ
بِاَيْدينَا
فَتَرَبَّصُوا
اِنَّا مَعَكُمْ
مُتَرَبِّصُونَ
(52) قُلْ
اَنْفِقُوا طَوْعًا
اَوْ كَرْهًا
لَنْ
يُتَقَبَّلَ
مِنْكُمْ
اِنَّكُمْ
كُنْتُمْ
قَوْمًا
فَاسِقينَ (53)
وَمَا
مَنَعَهُمْ
اَنْ
تُقْبَلَ
مِنْهُمْ
نَفَقَاتُهُمْ
اِلَّا
اَنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللّهِ
وَبِرَسُولِه
وَلَا
يَاْتُونَ
الصَّلوةَ
اِلَّا
وَهُمْ
كُسَالى
وَلَا
يُنْفِقُونَ
اِلَّا
وَهُمْ
كَارِهُونَ (54)
فَلَا تُعْجِبْكَ
اَمْوَالُهُمْ
وَلَا
اَوْلَادُهُمْ
اِنَّمَا
يُريدُ
اللّهُ
لِيُعَذِّبَهُمْ
بِهَا فِى الْحَيوةِ
الدُّنْيَا
وَتَزْهَقَ
اَنْفُسُهُمْ
وَهُمْ
كَافِرُونَ (55)
وَيَحْلِفُونَ
بِاللّهِ
اِنَّهُمْ
لَمِنْكُمْ
وَمَاهُمْ مِنْكُمْ
وَلكِنَّهُمْ
قَوْمٌ
يَفْرَقُونَ
(56) لَوْ
يَجِدُونَ
مَلْجَاً
اَوْ
مَغَارَاتٍ اَوْ
مُدَّخَلًا
لَوَلَّوْا
اِلَيْهِ وَهُمْ
يَجْمَحُونَ
(57)
M E A L İ:
36-- ELLAH gökleri ve yeri yarattığı günden beri ELLAH’ın
yanında olan Kitab da ayların sayısı on ikidir. Bunların dördü hürmetli aydır.
Bu dosdoğru bir hesaptır. Öyleyse o aylarda nefsinize zulmetmeyin... Toplu
olarak sizinle savaşan Müşriklerle, sizde toplu olarak savaşın. ELLAH sakınanlarla
beraber olduğunu bilin. 37-- Hürmetli ayların yerini değiştirmek Küfürde
ziyadeleşmektir. Kâfirler böylece saptırıyorlar. ELLAH’ın haram kıldığı ayların
sayısına uydurmak için onu bir yıl helal bir yıl haram diyorlar. Böylece ELLAH’ın
helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kılıyorlar. Kötü işleri
kendilerine güzel göründü. ELLAH o Kâfirler güruhunu Hidayete erdirmez. 38-- Ey
Müminler! Size ne oldu ki, ELLAH yolunda savaşın denilince yere çöküp
kalıyorsunuz? Yoksa Âhiret'i bırakıp Dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa
dünyanın menfaati Âhiretininkinin yanında pek azdır. 39-- Savaşa çıkmazsanız ELLAH sizi acıklı
azaba uğratır. Yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Ona bir şeyde
yapamazsınız. ELLAH her şeye Kadir'dir. 40-- Resulüme yardım etmezseniz, bilin
ki Kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan ikiden biri olarak ELLAH
ona yardım etmişti de, o arkadaşına: Üzülme ELLAH bizimledir diyordu. ELLAH ona
güven vermişti, görmediğiniz ordularla desteklemişti. Böylece Kâfirlerin sözünü
alçaltmıştı. Çünkü ancak ELLAH’ın sözü yücedir. ELLAH Aziz'dir, Hakim'dir. 41--
İsteyen istemeyen hepiniz savaşa çıkın. ELLAH yolunda mallarınızla canlarınızla
Cihad edin. Bilirseniz bu sizin hakkınızda hayırlıdır. 42-- Kazanç kolay yol yakın olsaydı, onlar sana
hemen tabi olurdular. Ama zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi. Onlar ELLAH
namına yemin edecekler: Gücümüz yetseydi sizinle birlik çıkardık diyecekler.
Bunlar kendi öz nefislerini helak ediyorlar. ELLAH onların yalan söylediklerini
biliyor. 43-- ELLAH seni af etsin, sözün doğrusunu söyleyenler belli olmadan,
yalancıları bilmeden onlara niye izin verdin?
44-- ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân
edenler Mallarıyla, Canlarıyla savaşmak istediklerinde geri kalmak için, senden
izin almazlar. ELLAH Takva sahiplerini çok iyi bilendir. 45--
Ancak ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp
bocalayan kişiler senden izin isterler. 46-- Savaşa çıkmak isteselerdi bir
hazırlık yaparlardı. Ama ELLAH davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu.
Acizlerle beraber oturun dedi. 47--
Aranızda savaşa çıkmış olsalardı ancak sizi bozmaya çalışırlardı. Ve Fitneye
düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizden onlara kulak verenlerde var ELLAH
zalimleri çok iyi bilendir. 48-- Yemin olsun ki daha öncede Fitne çıkarmak
istemişlerdi. Sana karşı bir takım işler çeviriyorlardı. Sonunda istemedikleri
halde Hak ortaya çıktı ve ELLAH’ın emri galip geldi. 49-- Onlardan: Bana izin
ver beni Fitneye düşürme diyen vardır. Bilin ki, onlar zaten Fitneye
düşmüşlerdir. Şüphe yok Cehennem Kâfirleri kuşatmıştır. 50-- Sana bir iyilik
gelince onların fenasına gider. Bir kötülük gelirse: Biz önceden temkinli
davrandık derler. Böylece sevinerek dönüp giderler. 51-- Deki: Bize ELLAH’ın yazdığından başkası
ebediyen isabet etmez. O bizim Mevla'mızdır. Bunun için Müminler
M E R A M I:
Bilelim ki, Ayların sayısı on ikidir ve Ayların
günlerini sayan sayaçta Aydır. Ki Ay, Ayları sayan sayaç olduğu için, her gün
bir başka şekil alıyor. Böylece Ay’ın birinci gününü tespit etmek Hilalin
Rüyetine kalıyor.
Öyleyse Rüyet ile değil de, hesap ile Ay’ın günlerini
tespit edenler, Küfürde ileri giden zalimlerden oluyorlar. Çünkü hesap ile
Ay’ın Rüyeti mümkün olmuyor. Mümkün olmayınca Ayların bir yada iki günü yerini
değiştiriyor. Oysa Ay’ın tamamının yerini değiştirmeye Rızası olmayan ELLAH’ın,
bir gününün de ileri yada geri alınmasına rızası yoktur.
ELLAH’ın Rızası dışında hareket edenler ve hareket
edenlere tabi olanlar, şüphe yok ELLAH’ın yolu üstüne olup, yolu için
savaşmazlar. Çünkü böylesi zalimler Dünyayı Âhiret'e tercih edenlerdir. Böylece
de ELLAH’a ve Âhiret hayatına inanmayanlardır.
ELLAH’ın acıklı azabına Namzet olanlardır ve yerlerine
kendilerine benzemeyen evlatlarla cezalandırılanlardır. Cezalandıran ELLAH’a da
hiçbir şeyle bir noksan veremeyenlerdir.
Böylece ELLAH’ın Resulüne, Dinine yardım etmedikleri
için, ELLAH’ın cezasını hak ettiler. Küfür kelimesine tabi kılınarak zillete
uğradılar. Çünkü zillete uğratanın sözü Ââli ve hükmü caridir.
Öyleyse tevbe edelim ve Halife’i Resulün emriyle savaş
da dâhil her şeyi yapalım. Bu uğurda malımızı canımızı verelim. Zira böyle
etmemizin hakkımızda hayırlı olduğunu Rabbimiz Beyân ediyor.
Öyleyse yolun uzağına, kazancımıza ve zararımıza
aldırmadan zahmetlere katlanarak Halife’i Resulün emrine, eline malımızla,
canımızla teslim olalım. Da, ELLAH’a ve Resulüne karşı yalan söylemeye ve yalan
yemin vermeye mecbur kalmayalım.
ELLAH’ın kabul edeceği hakiki özrümüz olmadan yalan
özürler Beyân edip de, İslam cemaatinden geri kalmayalım. Zira ELLAH’ın her
şeyi bildiğini bilelim. Da, yalanın bir işe yaramayacağını unutmayalım.
Yalan özürler Beyân ederek, mühim bir şeyden geri
kalmak, insanı ELLAH’a ve Âhiret'e inanmamaya götürür. ELLAH’ın Ulûhiyyeti ve
Resulü hakkında şüpheye düşürür. Çünkü Risâlet'e ve Halifesine teslim olmak
İmanın, İmân olma farzıdır.
İmanın, İmân olma farzını yerine getirenler şüphe yok
malıyla, canıyla emre hazır durur. Ve emre hazır durmayı ELLAH bunlara
sevdirir. Ama İmanın var olma farzını bilmeyenlere de, Halife’i Resulün emrine
durmayı, ELLAH aşağılık ve zillet gösterir. Böylece bu Münafıkların içini
dışarı vurur ve Müminlerce bunlara itimat edilmemesini sağlar. Çünkü bunların
kulakları en fazla Halife’i Resulün emrine, Dâvetine sağırdır.
İşte bu sağırlar, İmân, Halife’i Resulün emrine olduğunda,
İmân olacağını bilen müminlerin arasına
Fitne ve Fe
Fitne ve Münafık olmalarına rağmen Fitneden, Nifaktan
kaçtıklarını ve kaçmak istediklerini derler. Oysa Risâletin ve Halifesinin aleyhine
olmak Fitne ve Fe
İşte böylesi Fitne ve Nifak ehli olan Müminler, İslam Cemaatinin
özellikle Halife’i resulün başarılarını zinhar hazmedemezler. Ama hezimete
uğradıkları halinde, güya içleri yanıyor olarak: Bizim sözümüze bakmadılar
zaten o kendinden başkasının sözünü kabul etmez derler.
Oysa Halife’i Resul ve samimi Müminler, ELLAH’ın
elindedirler. Bu nedenle başarılarını ve hezimetlerini ELLAH'tan bilirler.
Böylece ELLAH’a hakkıyla teslim olurlar. ELLAH da bunlara ya şehitlik verir ya
Gazilik. Çünkü ELLAH'tan başka Mevlaları yoktur. Ama bunların başarılarını
hazmedemeyen Münafık müminlerin, ELLAH'tan başka bir sürü daha başka Mevlaları
vardır.
Ama ELLAH'tan başka Mevlası olmayanlara, ELLAH’ın
yazdığından gayrısı isabet etmez. Bunu bildikleri için her hallerinde ümit var
olarak ELLAH’a sığınırlar. Çünkü ondan başka Mevlaları yoktur. Münafık ve
Fitneci Müminlere gelince bunlara da gelen ELLAH'tan gelir ama izalesini ve
ziyadesini ELLAH'tan istemezler. Çünkü Mevlaları ELLAH değildir.
Mevlaları ELLAH olmayanlar ne Şehid olur ne Gazi. Çünkü
ELLAH’ı Mevla edinemeyenler ya müminlerin eliyle yada ELLAH’ın görünmeyen
eliyle cezalandırılırlar.
Öyle ki infaklarını, ibadetlerini ELLAH kabul etmez.
Çünkü Halife’i Resulün gizli düşmanları oldukları için Fasıktırlar.
Fasık, zahiren Mümin olmasına rağmen ELLAH’ı ve
Resulünü inkâr edenlerden sayılırlar. Çünkü Halife’i Resulün emrinde Namaz'a
koşmazlar ve infak etmezler. İnfak etseler bile gösteriş için yani Halife’i
Resule ve Müminlere şirin görünmek için yaparlar. Demek bu zalimler ELLAH’ın
Rızası namına hiçbir şey yapmazlar.
Artık bu zalimlerin malları, evlatları Halife’i Resulü
ve bağlılarını imrendirmesin. Zira ELLAH bu nimetlerle onların canlarını Kâfir
olarak almayı murad etmiştir.
Zira onlar korkak tiplerdendirler. Bu nedenle hiçbir
zaman Halife’i Resul ile ve bağlıları ile olmazlar ve oturmazlar. Ama icabında
yemin verip Halife’i Resul ve bağlılarıyla birlik olduğunu derler.
Öte yandan kendilerini, islam cemaatinden olmadıklarına dair
gizleyebildikleri kadar gizlerler. Öyle ki bir mağara görseler bile orayadahi
girmek isterler.
V E İ Z A H I:
Aziz ve Celil olan ELLAH zamanı on iki Ay üzere
nizamlamıştır. Bu öyle bir nizam ki kimse bozamaz. Çünkü giriş ve çıkışlarını
Hilale bağlamış. Ve Hilali de Ay’ın günlerine göre nişanlayarak taksim etmiş.
Öyleyse Hilal Rüyet edilmeden kimse: Bu gün ayın biridir, yirmi dokuzudur ve
otuzudur diyemez. Öyleyse Hilal Rüyet edilmeden Ramazanın biri, Şevvalin biri
ve Zilhiccenin onu tespit edilemez. Şayet Hilal tespit edilmeden hesap ile bu
vakitleri tespit edenler olursa, işte onların Küfrü haddini aşmış olur. Çünkü
sahibi Şeriata uymayan ve Kur'ân ile Hükmetmeyen herkes Küfretmiş olur. Böyle Kâfirlerin
hâkimiyetlerini, kabul olan ruhsatı ile ELLAH’a yönelenlerde bunlardan olur.
Çünkü: --YES ELUNEKE ANİL EHİLLE-- Ayeti celilin hükmünü çiğnemiş oluyorlar.
Takva adına evlere arka kapıdan girmiş oluyorlar. Böylece ELLAH’a: Sen bilmezsin biz biliriz dercesine Küfre,
Şirke düşüyorlar. Oysa Hilal hususunda, ilmihaller o derece açık bilgiler
vermişler ki anlamamak mümkün değildir. Ama tağutun düzenini, ELLAH’ın
düzeninden üstün görme ve üstün gösterme illeti, ilmihallerin Beyânını
gölgeliyor. Hatta o ilmihalleri yazanlar dahi yazdıklarına tabi olamıyorlar ve olmuyorlar.
Çünkü baş kesilince vücut
Zira niceleri ve nice Şeyhleri gördük ki, bayram günü
oruç tutuyordu. Oysa o gün oruç tutmak haram kılınmıştı. Ama o gün orucu helal
eden
Kazanç kolay, yol yakın olsaydı onlar sana hemen tabi
olurdular fikrini izhar eden bu âyetten yola çıkıldığında, savaş Dünya umurunda
Müminlere ELLAH’ın teklif ettiği en ağır bir yüktür. Bu yük ancak ELLAH’ın
Rızası için taşınır. ELLAH’ın Rızası da ancak son Resulün şemsiyesi altına olan
Müminler içindir. Ve altında oldukları şemsiyenin uğrunda, Halife’i Resul
tarafından dâvet olunduklarında özür Beyân etmeden savaşa çıkanlar içindir.
Bunların dışında olup kalan müminlerin İmanına gelince, bunların İmanı ancak:
Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilallerle Milleti uyutma İmanıdır. İşte
bu İmân, uyuyan bir Milleti uyandırmamak için ninni İmanıdır. Bu ninni İmanı,
kulağa çok hoş geldiği için ninni çekenler, çocuğun yanında Anne kadar değere
haiz olurlar. Çünkü ELLAH’ın ağır olan savaş teklifinden kendilerini kurtulmuş bilirler.
Ama tağutun savaşa dâvet teklifinden kendilerini kurtaramazlar.
Bilelim ki, Münafık ruhlu Mümin zahiren Muhlis, Muttaki
görünür ve bilinir. Ama bu babda işlenen âyetlerde, Beyân olunan kötü huyları
kalbinde ve ruhunda taşır. Öyle ki Halife’i Resule ve samimi bağlılarına bir
fenalık geldiğinde içinde bir sevinç duyar. Lâkin zahiren çok dertlendiğini
bahane ederek ağzını açıp gözünü yumarak der: Halife’i Resul olan bu adam ve
etrafını alanlar, bu gemiyi sahile çıkaramazlar demedim mi? işte gördünüz nerdeyse
hepimizi bu deryada yok ediyordular. Biz bunu bildiğimiz için ihtiyaten uzak
durduk. İşte bu Münafıklara ELLAH şu cevabı veriyor: ELLAH’ın bizim için
yazdığından başkası bize ebediyen ulaşmaz. Çünkü bizim Mevla'mız ELLAH’tır. Biz
sizin gibi Şeytanı, tağutu, Dinarı Mevla edinenler den değiliz dememizi cevap
olarak veriyor ELLAH...
Siz Ey
Münafıklar! Cemaati İslamın yok olmasını bekliyorsunuz. Oysa ELLAH bu Cemaate
iki iyilikten biri olan Şehitliği yada Gaziliği vermiştir. Ve sizin cezanızı da
bizim elimizle vermeyi murad etmiştir. Oysa siz, yakında yok olup gideceğimizi
bekliyorsunuz. Bu nedenle Namaz'a üşene, üşene geliyorsunuz ve bizim
düşmanlarımızdan yana yakın düşüyorsunuz. Evet, ELLAH’da böyle olan ve böyle
diyen Münafıklar hakkında: Artık onların malları ve çocukları seni
imrendirmesin buyuruyor. Çünkü biz bunlarla, onlara Dünya hayatında azap edip
canlarının Kâfir olarak çıkmasını dilemişiz. Zira onlar, sizden olmadıkları
halde sizden olduklarına dair yalan yemin verirler. Böyle, ikiyüzlü korkak
oldukları için yaparlar. Hem korkak oldukları için bir mağara bulsalar oraya
hemen girerler. Evet, : İmân, Ruh’a ve Akla galip gelmeyince yani ELLAH’ın,
Resulünün ve Halifesinin sevgisi galip gelmeyince tağuta kin ve nefret kalbi
işgal etmeyince, İmanın kemali olan İhlasa erilmez. İmanda İhlas olmayınca da tağuta
ve yandaşlarına buğzu fillah gerçekleşmez. Çünkü mal ve çocukların sevgisi ile
yani dünya sevgisi ile dolan kalp ancak Münafıkça İmân etmeyi başarır. Böylece Mümin
olmadıkları halde bizde Müminleriz demeyi becerir. Okuyalım:
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَلْمِزُكَ
فِى الصَّدَقَاتِ
فَاِنْ
اُعْطُوا
مِنْهَا
رَضُوا وَاِنْ
لَمْ
يُعْطَوْا
مِنْهَا
اِذَا هُمْ
يَسْخَطُونَ
(58) وَلَوْ
اَنَّهُمْ
رَضُوا مَا
اتيهُمُ
اللّهُ
وَرَسُولُهُ
وَقَالُوا
حَسْبُنَا
اللّهُ
سَيُؤْتينَا
اللّهُ مِنْ
فَضْلِه
وَرَسُولُهُ
اِنَّا
اِلَىاللّهِ
رَاغِبُونَ (59)
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ
لِلْفُقَرَاءِ
وَالْمَسَاكينِ
وَالْعَامِلينَ
عَلَيْهَا
وَالْمُؤَلَّفَةِ
قُلُوبُهُمْ
وَفِى
الرِّقَابِ
وَالْغَارِمينَ
وَفى سَبيلِ
اللّهِ
وَابْنِ السَّبيلِ
فَريضَةً مِنَ
اللّهِ
وَاللّهُ
عَليمٌ
حَكيمٌ (60) وَمِنْهُمُ
الَّذينَ
يُؤْذُونَ
النَّبِىَّ
وَيَقُولُونَ
هُوَ اُذُنٌ
قُلْ اُذُنُ
خَيْرٍ
لَكُمْ
يُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَيُؤْمِنُ
لِلْمُؤْمِنينَ
وَرَحْمَةٌ
لِلَّذينَ
امَنُوا
مِنْكُمْ
وَالَّذينَ
يُؤْذُونَ
رَسُولَ
اللّهِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
اَليمٌ (61)
يَحْلِفُونَ
بِاللّهِ لَكُمْ
لِيُرْضُوكُمْ
وَاللّهُ
وَرَسُولُهُ
اَحَقُّ اَنْ
يُرْضُوهُ
اِنْ كَانُوا
مُؤْمِنينَ (62)
اَلَمْ
يَعْلَمُوا
اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ
اللّهَ
وَرَسُولَهُ
فَاَنَّ لَهُ
نَارَ
جَهَنَّمَ
خَالِدًا فيهَا ذلِكَ
الْخِزْىُ
الْعَظيمُ (63)
يَحْذَرُ
الْمُنَافِقُونَ
اَنْ
تُنَزَّلَ
عَلَيْهِمْ
سُورَةٌ
تُنَبِّئُهُمْ
بِمَا فى
قُلُوبِهِمْ
قُلِ
اسْتَهْزِؤُا
اِنَّ اللّهَ
مُخْرِجٌ مَا
تَحْذَرُونَ
(64) وَلَئِنْ
سَاَلْتَهُمْ
لَيَقُولُنَّ
اِنَّمَا
كُنَّا
نَخُوضُ
وَنَلْعَبُ
قُلْ اَبِاللّهِ
وَايَاتِه
وَرَسُولِه
كُنْتُمْ
تَسْتَهْزِؤُنَ
(65) لَا
تَعْتَذِرُوا
قَدْ
كَفَرْتُمْ
بَعْدَ
ايمَانِكُمْ
اِنْ نَعْفُ
عَنْ طَائِفَةٍ
مِنْكُمْ
نُعَذِّبْ
طَائِفَةً
بِاَنَّهُمْ
كَانُوا
مُجْرِمينَ (66)
M
E A L İ:
58-- Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır.
Onlara verirsen hoşnut olurlar vermezsen öfkelenirler. 59--
Oysa onlar ELLAH ile ve Resulünün verdiği ile kanaat ederek: ELLAH bize
yeter, ELLAH bize Lütuf ve Kereminden daha fazlasını ihsan edecek, Resulü de
verecek deselerdi haklarında daha hayırlı olurdu. 60-- Sadakalar yalnız
Fakirlere, Miskinlere, Zekâtı toplamaya memur edilenlere, Müellefetul Kuluba,
Kölelere, Esirlere, Borçlulara ve Yolda kalanlara verilir. ELLAH’ın Farz
kıldığı emir budur. ELLAH Alim'dir Hakim'dir. 61-- Münafıkların içinde Resulullah'ı:
O her şeye kulak veriyor diye incitenler vardır. Deki: O kulak ELLAH’a İmân
eden Müminler için hayırlı ve içinizden İmân edecek olanlara Rahmet olan bir
kulaktır. Resulümü incitenlere can yakıcı bir azap vardır. 62-- Sizi hoşnut etmek için ELLAH’a
yemin ederler. Eğer Mümin iseler ELLAH’ı ve Resulünü hoşnut etmeleri daha layık
olanıdır. 63-- ELLAH’a ve Resulüne
karşı koymaya kalkışana içinde ebedi kalacağı Cehennem ateşi olduğunu bilmezler
mi? büyük rezillik işte budur. 64-- Münafıklar kalplerinde olanı açıkça haber
verecek olan bir surenin tepelerine indirilir diye daima endişedeler. Deki: Siz
alay edin bakalım, ELLAH korktuğunuzu ortaya koyacaktır. 65-- Onlara soracak
olursan: Yemin olsun biz eğlenip duruyorduk. Deki: ELLAH ile ve Resulü ile ve Âyetleri
ile mi eğleniyordunuz? 66-- Hayır, özür Beyân
etmeyin! Zira siz İmandan sonra İnkâr ettiniz. İçinizden bir güruhu af etsek bile
bir güruhunuz günahkar olduğundan onları azaplandıracağız.
M E R A M I:
Münafık olan daima
Halife’i Resulün tasarrufunu diline dolar. Ama öne alınıp müsteşar
edildiklerinde öfkeleri geçer.
Çünkü bu zalimlerin ELLAH’a,
Resulüne ve Halifesine güvenleri yoktur. Bu nedenle kendilerine güvenden başka
bir anlayış ve yolları yoktur.
Oysa emir, ELLAH’ın dır,
Resulü ve Halifesi ELLAH’ın memurudur. Nitekim ELLAH, memuru olan Resulüne ve
Halifesine altmışıncı âyette taksim ettiği gibi
Lâkin Münafıklar, ELLAH’ın
emrini yerine getirmeye çalışanı velev ki Resulullah olsun diline dolar. Diline
doladıkları konu hakkında, cevap aldıklarında derler: Her söze kulak veriyor.
Böyle demeleriyle güya Halife’i Resulün kendine yakışmayan işlerle uğraştığını
demek isterler.
ELLAH’a ve Resulüne ve Halife’i Resule
böylesi kinci ve Hasud olmalarına rağmen, yeri geldiğinde yemin verip müminlerden
olduklarını ve müminleri sevdiklerini derler. Oysa İmân, ELLAH’ın Rızasını celb
etmek için olur ve olmalıdır.
ELLAH’ın Rızasını celb
etmek için İmân etmeyip, insanlara şirin görünmek ve söz dinletmek için İmân
edenlere içinde ebedi kalınacağı ateş azabı vardır. Bu azap rezil olmanın son
haddidir.
Öyleyse son Resule İmân
edelim ve Halifesine ihlâs ile teslim olalım. Aksi halde İmân hususunda oynanan
oyunları ELLAH bihemhal açığa vurmadan münafıkların canını almayacaktır.
İşte kim Mümin olduğu
halde Halife’i Resule değil de, tağuta Bi’at ederse yani tağutun ruhsatı ile Âlim,
Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olursa şüphe yok ELLAH ile Resulü ile ve âyetleri
ile eğlenenlerden olur. Çünkü tağutun ruhsatı ile ELLAH’a Ubûdiyyete yönelmek,
Küfrü kabul olup Küfür kelimesini söyleyip ELLAH ile Resulü ile ve Ayetleriyle
eğlenmektir.
Böylesi müminlerin bir
kısmını ELLAH af etse bile Kahir ekserisini azaplandıracaktır. Çünkü ELLAH ile
Resulü ile Halifesi ve Kur'ân ile vakit geçsin diye söz edilmez.
V E İ Z A H I:
ELLAH’ın düzeni olan İslam
düzeninde, dünya malı için, şöhret için savaş yoktur. Savaş, ancak ELLAH’ın
Hükümlerinin infazı ve infazının devamı için vardır. Çünkü Hükümleri kabule
şayan ELLAH'tan başka bir İlâh yoktur. Bu nedenle yapılan savaş, kazanılıp
ganimetler alındığında taksimini ELLAH yapmıştır. Ve Resulü uygulamıştır. ELLAH
için İmân eden müminlerde Rıza göstermiştir. Rıza göstermeyenleri de ikâz etmek
için ELLAH elli sekiz ve elli dokuzuncu ayetlerini göndermiştir. Gönderdiği ikâz
ayetlerden ikâz olmayıp Resulullah'ı ve Halifesini incitenler için, can yakıcı
azabın varlığını bildirmiştir. Bildirdiği bu can yakıcı azaba layık olanların,
Münafık müminlerden olduğunu açık, açık göstermiştir.
Çünkü son Resule İmân
ettikten sonra, tağuta meyletmek, itaat etmek, Risâlet dışı Hüküm ve
Mevduatlarla iş yapmak ve böylece doğru yapıyor olduğuna inanmak, peşinen
cehennemi ya inkâr etmektir yada o azabı kabul etmektir. Öyle ise böylesi müminlerin
İmanı ve Namaz'ı yoktur. Çünkü kalpte İmân olduğu müddet, azalarla tağuta
hizmet vererek itaat edilemez. Evet, kalpte İmân olduğu müddet yani kalpte
şirksiz İmân olduğu müddet, Tağuttan ruhsat alıp Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid
ve Talebe olmak mümkün olmaz. Eğer bunlar mümkün oluyorsa, demektir ki bu
kişiler ELLAH ile beraber gayrı İlahlar edinmişlerdir ki mümkün oluyorlar.
Nitekim ELLAH bu hususta ve böylesi müşrik Müminler için şu haberi verdi: --VEMA YU’MİNU EKSEREHUM BİLLAHİ İLLA VEHUM
MÜŞRİKUN-- Yani: Onların çokları ELLAH’a
şirk koşmadan İmân etmez. İlla İmân ederler, ama ELLAH’a şirk koştuktan sonra İmân
ederler.
İşte ELLAH’a şirk koşmadan
İmân etmeyi beceremeyenler, yani tağutu inkâr etmeden ELLAH’a İmân edenler,
yani tağutun ruhsatı ile Cum'a kılıp Bayram edenler ve Hac edenler ELLAH’a
yemin olsun ki, ELLAH ile Resulü ile ve Âyetleri ile eğlenip durmaktalar. Hayır,
biz eğlenmiyoruz demeleri, niyetimiz asla öyle değildir demeleri, durumlarını
değiştirmez. Çünkü İmandan sonra, İmanları ile beraber tağuta İmân etmişlerdir.
Yani İmandan sonra Küfr etmişlerdir. Burada Beyân edilen şekillerle İmandan
sonra Küfredenlerin ve Risâlet'e, Halife’i Resule dönmeye yol aramayanların
özrü yoktur. Hele, hele ELLAH’ın dini namına tağuta memur olarak Risâlet
düzenini arayan Müminler için: Din tahripçileri diyerek fetvalar uydurarak
engel olmaya çalışanlar var ya, işte bu Bel’amların dilleri sarkmış olup
solumaktalar. Bu yüzden tevbe yani istifa akıllarına gelmez. Hatırlatacak olsan
derler: Biz gidersek yerimizi dolduran olmaz. Galiba ölmeyip baki
kalacaklardır. Okuyalım:
اَلْمُنَافِقُونَ
وَالْمُنَافِقَاتُ
بَعْضُهُمْ
مِنْ بَعْضٍ
يَاْمُرُونَ
بِالْمُنْكَرِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمَعْرُوفِ
وَيَقْبِضُونَ
اَيْدِيَهُمْ
نَسُوا اللّهَ
فَنَسِيَهُمْ
اِنَّ
الْمُنَافِقينَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ
(67) وَعَدَ اللّهُ
الْمُنَافِقينَ
وَالْمُنَافِقَاتِ
وَالْكُفَّارَ
نَارَ
جَهَنَّمَ
خَالِدينَ
فيهَا هِىَ
حَسْبُهُمْ
وَلَعَنَهُمُ
اللّهُ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
مُقيمٌ (68)
كَالَّذينَ مِنْ
قَبْلِكُمْ
كَانُوا
اَشَدَّ
مِنْكُمْ
قُوَّةً
وَاَكْثَرَ
اَمْوَالًا
وَاَوْلَادًا
فَاسْتَمْتَعُوا
بِخَلَاقِهِمْ
فَاسْتَمْتَعْتُمْ
بِخَلَاقِكُمْ
كَمَا
اسْتَمْتَعَ
الَّذينَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
بِخَلَاقِهِمْ
وَخُضْتُمْ
كَالَّذى
خَاضُوا
اُولئِكَ
حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ
فِى
الدُّنْيَا
وَالْاخِرَةِ
وَاُولئِكَ
هُمُ
الْخَاسِرُونَ
(69) اَلَمْ
يَاْتِهِمْ
نَبَاُ الَّذينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
قَوْمِ نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَقَوْمِ
اِبْرهيمَ
وَاَصْحَابِ
مَدْيَنَ
وَالْمُؤْتَفِكَاتِ
اَتَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَمَا كَانَ
اللّهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
وَلكِنْ كَانُوا
اَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ
(70) وَالْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ
بَعْضُهُمْ
اَوْلِيَاءُ
بَعْضٍ
يَاْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَيُقيمُونَ
الصَّلوةَ
وَيُؤْتُونَ
الزَّكوةَ
وَيُطيعُونَ اللّهَ
وَرَسُولَهُ
اُولئِكَ
سَيَرْحَمُهُمُ
اللّهُ اِنَّ
اللّهَ
عَزِيزٌ
حَكيمٌ (71) وَعَدَ
اللّهُ الْمُؤْمِنينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
جَنَّاتٍ تَجْرى
مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِدينَ
فيهَا
وَمَسَاكِنَ
طَيِّبَةً فى
جَنَّاتِ
عَدْنٍ
وَرِضْوَانٌ
مِنَ اللّهِ
اَكْبَرُ
ذلِكَ هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظيمُ (72)
يَا اَيُّهَا
النَّبِىُّ
جَاهِدِ
الْكُفَّارَ
وَالْمُنَافِقينَ
وَاغْلُظْ
عَلَيْهِمْ
وَمَاْويهُمْ
جَهَنَّمُ
وَبِئْسَ
الْمَصيرُ (73)
يَحْلِفُونَ
بِاللّهِ مَا
قَالُوا
وَلَقَدْ
قَالُوا كَلِمَةَ
الْكُفْرِ
وَكَفَرُوا
بَعْدَ
اِسْلَامِهِمْ
وَهَمُّوا
بِمَالَمْ
يَنَالُوا وَمَا
نَقَمُوا
اِلَّا اَنْ
اَغْنيهُمُ
اللّهُ
وَرَسُولُهُ
مِنْ فَضْلِه
فَاِنْ
يَتُوبُوا
يَكُ خَيْرًا
لَهُمْ
وَاِنْ
يَتَوَلَّوْا
يُعَذِّبْهُمُ
اللّهُ
عَذَابًا
اَليمًا فِى
الدُّنْيَا
وَالْاخِرَةِ
وَمَالَهُمْ
فِى الْاَرْضِ
مِنْ وَلِىٍّ
وَلَا نَصيرٍ
(74) وَمِنْهُمْ
مَنْ عَاهَدَ
اللّهَ
لَئِنْ
اتينَا مِنْ فَضْلِه
لَنَصَّدَّقَنَّ
وَلَنَكُونَنَّ
مِنَ الصَّالِحينَ
(75) فَلَمَّا
اتيهُمْ مِنْ
فَضْلِه بَخِلُوا
بِه
وَتَوَلَّوْا
وَهُمْ
مُعْرِضُونَ
(76)
فَاَعْقَبَهُمْ
نِفَاقًا فى
قُلُوبِهِمْ
اِلى يَوْمِ
يَلْقَوْنَهُ
بِمَا اَخْلَفُوا
اللّهَ مَا
وَعَدُوهُ
وَبِمَا
كَانُوا
يَكْذِبُونَ
(77) اَلَمْ
يَعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
يَعْلَمُ
سِرَّهُمْ
وَنَجْويهُمْ
وَاَنَّ اللّهَ
عَلَّامُ
الْغُيُوبِ (78)
اَلَّذينَ
يَلْمِزُونَ
الْمُطَّوِّعينَ
مِنَ
الْمُؤْمِنينَ
فِى
الصَّدَقَاتِ
وَالَّذينَ
لَا يَجِدُونَ
اِلَّا
جُهْدَهُمْ
فَيَسْخَرُونَ
مِنْهُمْ
سَخِرَ
اللّهُ
مِنْهُمْ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ اَليمٌ
(79)
M
E A L İ:
67-- Erkek, Kadın Münafıklar hep birdir. Münkeri
emrederler, Marufu nehy ederler. Elleri de sıkıdır, ELLAH’ı unuttular, bu
yüzden ELLAH’da onları unuttu. Doğrusu Münafıklar Fasıkların taa kendileridir.
68-- ELLAH Münafık erkek ve kadınlara Cehennemi ebedi hazırlamıştır. O ateş
onlara yeter. ELLAH onları Rahmetinden kovdu. Onlara tükenmeyen bir azap
vardır. 69-- Ey Münafıklar! Siz, sizden önce kuvvetli,
malları ve çocukları daha çok olup hisselerince bunlardan faidelenen kimseler
gibisiniz. Onlar hisselerince faidelendikleri gibi, sizde hissenizce
faidelendiniz. Onların batıla daldığı gibi sizde batıla daldınız. Onların dünya
ve Âhiret için yaptıkları boşa gitti. Onlar gibi olan bunlar da hüsrana uğrayanların
taa kendileridir. 70-- Onlardan önce gelen Nûh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrâhim
kavminin, Medyen ahalisinin ve yıkılmış kasabalar halkının haberini onlar
duymadılar mı? Onlara Resullerimiz açık delillerle gelmişlerdi. Onlara ELLAH
zulmetmedi ama onlar kendilerine zulmetti. 71-- Mümin erkek ve Kadınlar
birbirlerinin velileridir. Marufu emredip Münkerden nehy ederler. Namaz
kılarlar, Zekât verirler. ELLAH’a ve Resulüne itaat ederler. İşte ELLAH’ın
Rahmet ettiği Müminler bunlardır. ELLAH şüphesiz Alim'dir ve Hakim'dir. 72-- ELLAH Mümin erkek ve kadınlara ebedi
kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Adn
Cennetlerinde gayet güzel meskenler vaad etmiştir. 73-- Ey Nebi! Kafirlerle ve
Münafıklarla savaş. Onlara karşı galiz ol. Zira onların yurdu Cehennemdir. O ne
kötü bir yerdir? 74-- Yemin olsun Müslüman olduktan sonra o küfür sözünü
söyleyip Kâfirler olmuşken, söylemediklerine dair ELLAH’a yemin ettiler,
başaramayacakları bir işe girdiler, ELLAH ve Resulü bol nimetinden onları
zenginleştirdi de, öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse iyiliklerine olur.
Ama yüz çevirirseler ELLAH onları Dünya ve Âhiret'te büyük azaba uğratır.
Onların yeryüzünde bir dost ve yardımcıları yoktur. 75-- İçlerinde: ELLAH bize
bol nimetinden verirse yemin olsun
M E R A M I:
Son Resule İmân edip
Halifesine Bi’at ettikten sonra ihlâs ile itaat etmeyenler, yani Halife’i
Resule itaati, İmandan bilmeyenler, illa ve mutlak Nifak yoluna girerler ve
girmeye mecbur kalırlar. Haliyle erkeği dişisi birbirlerinin yardımcıları
olurlar. Marufu nehy edip, Münkeri emrederler. ELLAH yolunda cimri olup, tağutun
yolunda her şeylerini feda ederler.
İşte ELLAH bu zalimlere
Cehennemini ebedi kılmak için yaratmıştır. Kâfir ve Münafıklar orada ebedi
kalırlar.
Çünkü geçmiş ümmetlerin
Münafık ve Kafirlerinin yolunu tutmuşlar. Onlar gibi dünya'dan nasiplerini alıp
Cehenneme gitmişler ve onların Hak diye daldıkları batıla bunlarda Hak diye
dalmışlar. Öyle ki tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve
Talebe olmaya kadar İmanlarını tağuta endekslemişler.
Böylece kendilerine gelen
Resulleri inkâr eden geçmiş kavimler gibi, Münkir ve Müşrik olmuşlar. Oysa ELLAH
onlara ve bunlara zulmetmemiştir, zira onlara ve bunlara Resulünü ve Kitabını
göndermiştir. Öyleyse bunlar kendi kendilerine zulmetmiştir.
Ama kendisine gelen
Resule, Kitaba İmân edip Halifesine Bi’at eden erkek ve kadınlar da
birbirlerinin velileri olup yardımlaşarak Marufu emrederler ve Münkeri nehy
ederler. Böylece kıldıkları Namazlar, verdikleri Zekatlar kabul görür. Çünkü
bunlar ELLAH'tan başka olan İlahların ruhsatı ile Namaz kılıp Zekât verenler
değillerdir. ELLAH’a İmân edip tağuta Kâfir olanlardır.
İşte bunlara ELLAH, içinde
ebedi kalacakları ve altlarından ırmaklar akan Cennetleri vaad etmiştir. Mübârek
olsun.
Çünkü bu Müminler, ELLAH
tarafından Kâfir ve Münafıklarla savaşmak için emir alan Risâlet'e ve
Halifesinin emrinde olup Kâfir ve Münafıklarla savaşanlardır. Yani Evet, Kâfir
ve Münafıkların ruhsatı ile ELLAH’a ibadet, Cihad edenlerden değillerdir. Bu
nedenle kötü olan o Cehennemden kurtulmuşlardır.
Hem Evet, Küfür sözünü
hiçbir zaman söyleyip de, Hayır, söylemedik ve öyle demek istemedik şeklinde
yalan özürler, yalan yeminler Beyân edenlerden değillerdir. Yani Küfrün, Şirkin
atasına yemin verip tüzük yazıp da ELLAH’ın Dinine Hadim ve Hami olmak
isteyenlerden değillerdir. Risâleti Halifesinin ruhsatı ile ELLAH’ın Dinini
dava edenlerdir.
Böylece: ELLAH bize
verirse, bizde onun yolu uğruna harcayacağız deyip, ELLAH’ın kendilerine
vermesi halinde cayanlardan olmamışlardır.
Ama Cehennemi hak edenler,
ELLAH kendilerine verdikten sonra, verdikleri sözden cayıp tağutun yoluna, ELLAH’ın
nimetlerini harcamışlardır. Yada Tağuttan ruhsat alarak ELLAH’ın yoluna
harcadıklarını Hac, Umre edip Zekât verdiklerini sanmışlardır.
Böylece Şirk ve Nifak
halini, ilmini hal ve ilim edinerek kalplerine yerleştirmişlerdir. Artık ELLAH’ın
huzuruna çıkana dek kendilerini Münafık, Müşrik bilmezler. Bilseler belki tevbe
ederler diye bilmemelerini ELLAH sağlar.
ELLAH bildirmeyince de, ELLAH'tan
gizleyip insanlardan gizlemezler. Oysa ELLAH'tan gizlemek muhaldir. Çünkü ELLAH
gece ve günde iki kişinin üçüncüsüdür. Artı kalpte olanı bilendir ve daha artı,
kalpte olacak olanları da bilendir. Öyleyse insana düşen son Resule İmân
etmesidir ve Halifesine malıyla, canıyla yardım etmesidir. Gerisini ELLAH’a,
Resulüne ve Halifesine havale etmelidir.
Kimsenin etlisine,
sütlüsüne karışıp da gıybet etmemesidir. Dinarı var ama vermiyor, az veriyor
dememelidir. Çünkü ELLAH, malın çoğuna ve gürültüsüne bakmaz da kalpte yatan
niyete ve ıhlasa bakar. Zira ELLAH’ın müminlerden istediği samimi sevgi ve itaattir.
Sevgi ve itaat olduktan sonra çok infak eden ile hiç infak etmeyenin ELLAH nezdinde
aralarında bir fark olmaz. Çünkü çok veren ELLAH’ın malından veriyor.
V E İ Z A H I:
Sermayesi Din ilmi ve Din
ameli olup da, sermayesini tağutun düzenine harç eden haliyle mukabilinde Dünya
malı temin eden, şöhret temin eden Münafık olur. Şeytani şerirler olan Tağut,
Yahudi ve Nasaralar hükümet olduğu bir toplumda, İslam dinini, İslamın kitabı
olan Kur'ân ile temsil ediyorum demek ve temsil ediyorum demek için, --LAİK-- düzen
adına sâdakât yemini vermek ve badehu sahneye çıkıp: Ben Âlimim, Âbidim, Şeyhim
ve Mücahidim beni dinleyin, bana uyun demek Münafıklık olmaz mı? Tağut ve
düzenine İmân ve İslam adına dâvet vermek olmuyor mu? Böylece kadın olsun erkek
olsun Marufu nehy edip Münkeri emretmek olmuyor mu?
Öyleyse böyle olup
edenler, geçmiş selefleri gibi hisselerince hisselenip Cehenneme gidicilerdir.
Zira bunlarda onlar gibi Kralın ruhsatı ile yani Krala kulluk ederek ELLAH’a
kulluk edenlerdir. Evet, işte bunların Dünyada yaptıkları, Âhiret için
harcadıkları boşa gitti ve boşa gidecektir. Ama istifa edip İslam cemaatini üç
kişi olup kurduklarında Biiznillah kurtulacaklardır. Çünkü geçmiş zalim
ümmetlerden ibret alanlardan olurlar. Zira Nûh’un kavmi, Nûh’a uymayıp Veed,
Suva, Yeğus ve Nasr olan Ata putlarına uyup Haleflerinden ruhsat alıp ELLAH’a
kulluk edenler değilmiydiler? Böyle ettikleri için dillere destan olmak üzere
boğulanlar değilmiydiler? Âd ve Semudiler de bunlar gibi olup, bunlar gibi
cezalanmadılar mı? Kavmi İbrâhim'in helak edilmeleri, Nemrud’a itaat ederek
ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmelerinden değilmiydi? Nemrud’un emriyle İbrâhim’i
yakmak için ELLAH’ın Rızası namına günlerce odun taşımadılar mı? Ama ELLAH’ın
Rızasına değil de Gadabına uğramadı mılar? Yoksa günümüz put ve Tağutları ve
Ataputları, Nemrudları ve Firavunları onlardan daha mı ehvenlerdir? Ehven
olsalar bile Hak varken şerrin ehveninden ne hayr gelir? Ama Hak olmazsa,
şerrin ehveninin şerri de ehven olur. Öyleyse Hak olduğu yerde şerrin ehveni
olmaz.
Öyleyse Mümin erkek ve
kadınlar Şer de değil, Hak da birleşsin Marufu emredip Münkeri nehy etsin. Ki,
kıldığı Namaz verdiği Zekât yerini bulup kabul görsün. Çünkü Namaz ve Zekât, tağutun
şemsiyesi altında ruhsatı ile eda edilmeleri halinde kabul görmemeleri bir yana
tağutun hâkimiyetini kabul olup kabul ettirmeye yaradığı için günaha girilir.
Hem de büyük günaha... Böylece altlarından ırmaklar akan Cennetler yerine,
irinlerle dolu olan Cehenneme gidilir. Demek: Düzensiz, İmamsız, Bi’atsız,
İslami cemaatin bir ferdi olmaksızın, tağutun dostu olarak ve ruhsatı ile iyiliği
emretmek, kötülüğü nehyetmek, Zekât vermek, Namaz kılmak ELLAH’a İmân ve
Resulüne itaat değildir. Ancak Risâlet düzeninin İstikrar, İstikbal ve İstiklal
şartlarını tağutun düzeni payidar olsun diye harcamaktır. Öyleyse hiç vakit
geçirmeden üç kişilik de olsa Bi’at kuralı ile İslam Cemaatini teşkil
etmeliyiz. Böylece erkeği, kadını birbirinin velisi olmalıyız da, Kâfir ve
Münafıklara karşı sert, olmasa onlara buğz ehli olmalıyız. Çünkü ELLAH
Habibine: Onlara karşı galiz, sert olmayı emretmiştir. ELLAH’ın bu emrine
karşı, ehli İmân olan Müminler titremeli değilmiydiler? Titremek şöyle dursun,
gittiler onların ruhsatını alıp ELLAH’a ibadet etmeye yöneldiler. Öyleyse Mümin
olan, bu zalimlere de sert olup buğz etmelidir. İmanın asgari şartı olan Buğzu Fillahı
yapmayan Küfrü yol, Kafiri arkadaş edinmiş olur. ELLAH’da böylesi zalimler için
Nebisine ve Halifesine Kıyâmete dek baki olmak suretiyle şöyle sesleniyor: Ey
Halife’i Resul ve Ey Halife’i Resulün emrinde olan Müminler! Tağut ve avanesi
olan Münafık, Müşriklerle savaşın. Cehennem ehline musama etmeyin. Çünkü onlar ELLAH’ın
emirlerine mani olup, tağutun hükümlerine yardım edenlerdir. Öyleyse onlara
karşı çetin olun ve aşılmaz bir dağ olun. Aşılmaz bir dağ olmanız için
Rabbinize güvenin.
Şimdi Rabbimizin bu emrine
göre, günümüzde yeryüzüne iskan eden müminlerin durumu, ELLAH’ın bu emrine
uygun mudur acaba? Hayır. Elbette ki Hayır, Zira yeryüzünün hemen her yerinde
İslamdan sonra isyana, İmandan sonra Küfre, Tevhid'den sonra Şirk’e dönüldü. Böylece
Ümmetçilikten Milletçiliğe dönüldü. tağuta yeminler verilip maaşlar alındı.
Aynı ilke ve İnkılaplara yeminler verilip ELLAH’ın dini için vaazlar verildi ve
Makaleler yazıldı. Bütün bunlar ELLAH’ın Dini olan İslam Dinini maket olarak
sahneye getirmekten öte bir anlam ifade etmez ve etmedi. Çünkü aynı anda iki
büyüğe yemin vermek suretiyle yapılanlar yapıldı ve yapmayada, yaptıklarına
baktığımızda kararlı görünüyorlar. İşte bütün bu çalışmalar Şirk ve Nifaktır. Şayet
tevbe edip Risâlet'e dönerlerse Febiha... Yok, şayet tağuta verdikleri yeminin
gölgesinde Cihad etmeye, İbadet etmeye devam ederseler ve Cuma’larını tağutun
ruhsatı ile şemsiyesi altına kılarsalar, yarın acıklı bir azaba uğrarlar. Hem
azabın en büyüğü, yarın uğrayacağın azabın farkına varmamaktır. Çünkü farkında
olsan belki döner tevbe edersin. Farkında olmasan tevbe etmeye lüzum görmezsin
de, Yahudi ve Nasaraların İmanlarına alem olan Kravatlarını boynuna dolayıp ELLAH'tan
korkun dersin. Cihad edersin, fetvalar verirsin. Tevbe etmek mi? Hayır, tevbe
aklına hiç gelmez. Zira Cihad etmekten Emri Maruf etmekten tevbe mi olur?
İşte şeytan, Risâletin
dışına kalan müminlerin orasına burasına böyle çişi eder de, sen oh: Rahmet
yağıyor dersin. Bilelim ki Münafığın, Müşriğin ve Kafirin alameti üçtür:
Konuştuğunda yalan konuşur. Sözünde durmaz ve emanete ihanet eder. Şimdi bu üç
esastan yola çıkıldığında, ELLAH ile sözleşme olan İmân, Risâletten ve
Halifesinin emrinden dışarı çıkıp tağutun emri altına girildiğinde, Mümin, bu
üç alameti birden üzerine taşımış olur. Çünkü İmân, Halife’i Resulün emri
altına olarak, emanet olan Kur'ân'ı taşıyacağına dair ELLAH’a söz vermektir.
Öyleyse beşeri hükümlere dönüldüğü an ve dönenlerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet,
Cihad edildiği an, emanete ihanet ve sözden cayma ve yalan konuşma hali bir
merkezden kendini hemen gösterir. Öyleyse bu gibi Müminlere tevbeleri hariç İmân
aramak İmansızlıktır. Öyleyse bunlara İmân aramaktan ELLAH’a sığınalım.
Hem Münafığın Muvahhid
olması, bir dağın başka bir yere kayması kadar zordur. Belki dağın kaymasına
inanılır, ama Münafığın Muvahhid olduğuna hemen inanmamalı da çok yönlü imtihan
edilmeli. Yani ELLAH’ın görünen gölgesi olan Halife’i Resule sâdakâti, sevgisi
ve itaati takip edile... Halife’i Resul olmadığında, Mümin ile Münafığı tefrik
etmek muhaldir. İşte bunun için Bi’at İmandan oluyor. Çünkü Halife’i Resul, Resulullah'ın
varisidir. Varisi Resulün olması, İmân ve İslam yolunda mutlak bir Vaciptir.
Zira Varisi Enbiya olmadığı takdirde İmân ve İslam söz planından öteye bir
santim geçemez. Nitekim ileri geçemediği içindir ki, her geçen gün Müminler
Yahudi ve Nasaralara karşı zillete doğru yol alıyorlar.
İmdi, ELLAH’ın Dinini
temsilen yahudi ve Nasaraların karşısına zillete doğru yol alanların, ELLAH
için yaptıkları ne olursa olsun kabule şayan değildir. Namaz kılmaları, Sadaka
vermeleri, az vermeleri, çok vermeleri hiçbir şey ifade etmez. Çünkü tağutun
vesayetiyle Yahudi ve Nasaraların hakimiyetleri, bu yapılan amellerle bir
bakıma ibraz edilmiş olur. Hem de mutlaka ibraz olur. Çünkü Tağut ruhsat vermezse
Camilerde Namaz kılınmaz olur ve Hac yapılamaz olur. Hayırdır, sevaptır diye
teşkil olunan kurum ve kuruluşlar kurulamaz olur. Öyleyse tağutun ruhsatı ile
yapılanlar, öncelikle tağutun hâkimiyetini kabul olup, saniyen artarsa ELLAH
için olur. Olur mu? Olur diyenlerin yüzüne tükürsen dahi tükürüğe yazık olur.
Zira --LA HAVLE VELA
KUVVETE İLLA BİLLAH-- Diyen herkes ELLAH'tan başka bir nesneye kuvvet görürse
müşrik olur. Müşrik olduktan sonra elbette ki yapılanlar ELLAH’a eş koşulan
nesne için olur. Öyleyse, Halife’i Resulün itaatin da değilsek hemen üç kişi
bulup İslam cemaatini teşkil edelim. Badehu Namaz kılalım. Aksi halde ELLAH’ın
Resulü ve Nebi'leri bağışlanmamızı dilese bile bağışlanmayacağımızı bilelim.
Okuyalım:
اِسْتَغْفِرْ
لَهُمْ اَوْ
لَا تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْ اِنْ
تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْ
سَبْعينَ
مَرَّةً
فَلَنْ
يَغْفِرَ
اللّهُ
لَهُمْ ذلِكَ
بِاَنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللّهِ
وَرَسُولِه
وَاللّهُ لَا
يَهْدِى الْقَوْمَ
الْفَاسِقينَ
(80) فَرِحَ
الْمُخَلَّفُونَ
بِمَقْعَدِهِمْ
خِلَافَ
رَسُولِ اللّهِ
وَكَرِهُوا اَنْ
يُجَاهِدُوا
بِاَمْوَالِهِمْ
وَاَنْفُسِهِمْ
فى سَبيلِ
اللّهِ
وَقَالُوا
لَا تَنْفِرُوا
فِى الْحَرِّ
قُلْ نَارُ
جَهَنَّمَ
اَشَدُّ
حَرًّا لَوْ
كَانُوا
يَفْقَهُونَ
(81)
فَلْيَضْحَكُوا
قَليلًا
وَلْيَبْكُوا
كَثيرًا
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ
(82) فَاِنْ
رَجَعَكَ
اللّهُ اِلى
طَائِفَةٍ
مِنْهُمْ
فَاسْتَاْذَنُوكَ
لِلْخُرُوجِ
فَقُلْ لَنْ
تَخْرُجُوا
مَعِىَ
اَبَدًا
وَلَنْ تُقَاتِلُوا
مَعِىَ
عَدُوًّا
اِنَّكُمْ
رَضيتُمْ
بِالْقُعُودِ
اَوَّلَ
مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا
مَعَ
الْخَالِفينَ
(83) وَلَا
تُصَلِّ عَلى
اَحَدٍ مِنْهُمْ
مَاتَ
اَبَدًا
وَلَا تَقُمْ
عَلى قَبْرِه
اِنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللّهِ
وَرَسُولِه
وَمَاتُوا
وَهُمْ
فَاسِقُونَ (84)
وَلَا
تُعْجِبْكَ
اَمْوَالُهُمْ
وَاَوْلَادُهُمْ
اِنَّمَا
يُريدُ
اللّهُ اَنْ
يُعَذِّبَهُمْ
بِهَا فِى
الدُّنْيَا
وَتَزْهَقَ
اَنْفُسُهُمْ
وَهُمْ
كَافِرُونَ (85)
وَاِذَا
اُنْزِلَتْ
سُورَةٌ اَنْ
امِنُوا
بِاللّهِ
وَجَاهِدُوامَعَ
رَسُولِهِ
اسْتَاْذَنَكَ
اُولُوا
الطَّوْلِ
مِنْهُمْ
وَقَالُوا
ذَرْنَا
نَكُنْ مَعَ
الْقَاعِدينَ
(86) رَضُوا
بِاَنْ
يَكُونُوا
مَعَ
الْخَوَالِفِ
وَطُبِعَ
عَلى قُلُوبِهِمْ
فَهُمْ لَا
يَفْقَهُونَ
(87) لكِنِ
الرَّسُولُ
وَالَّذينَ
امَنُوا
مَعَهُ
جَاهَدُوا
بِاَمْوَالِهِمْ
وَاَنْفُسِهِمْ
وَاُولئِكَ
لَهُمُ
الْخَيْرَاتُ
وَاُولئِكَ
هُمُ الْمُفْلِحُونَ
(88) اَعَدَّ
اللّهُ
لَهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرى مِنْ
تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِدينَ
فيهَا ذلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظيمُ (89)
M E A L İ:
80--
Onların bağışlanmalarını ister dile ister dileme onlar için yetmiş kez istiğfar
etsen bile ELLAH onları bağışlamayacaktır. Çünkü ELLAH’ı ve Resulünü inkâr
ederek Kâfir oldular. ELLAH Fasıklar topluluğuna hidayet etmez. 81-- ELLAH’ın
Resulüne muhalefet etmek için oturup kalmalarına sevindiler. ELLAH yolunda
mallarıyla, canlarıyla savaşmayı çirkin gördüler. Ve bu sıcakta savaşa çıkmayın
dediler. Deki: Cehennem daha sıcaktır keşke bilseydiler?
82--
Artık onlar yaptıklarının cezası olarak az gülüp çok ağlasınlar. 83-- ELLAH
seni sefer dönüşü onlardan bir topluluğa ulaştırdığı zaman, senden savaşa
çıkmak için izin isterlerse deki: Benimle asla çıkamayacaksınız. Benim yanımda
hiçbir düşman ile savaşamayacaksınız. Çünkü daha önce oturup kalmaya razı
oldunuz. Artık geri kalanlarla oturun. 84-- Onlardan ölen hiçbir kimsenin
Namazını zinhar kılma. Kabrinin yanına durma. Zira onlar ELLAH ve Resulünü inkâr
ettiler. Da, Fasık olarak öldüler. 85-- Malları ve çocukları seni
imrendirmesin. ELLAH bunlarla dünyada azap etmek ve onların canını Kâfir olarak
almak ister. 86-- ELLAH’a İmân edin ve
Resulüyle Cihada gidin diye bir sûre inmiş olsa, içlerinde servet sahibi
olanlar, senden izin isteyip: Bizi bırak oturanlarla olalım derler. 87-- Onlar
geride kalanlarla birlikte geri kalmaya razı oldular. Kalpleri mühürlendi artık
anlamazlar. 88-- Ama Resulullah ile bulunan Müminler canlarıyla mallarıyla
savaştılar. İşte bütün iyilikler onlarındır. Onlar umduklarına da kavuştular. 89--
ELLAH onlara ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetler
hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.
M E R A M I:
Seksen numaralı âyette açıkça görüldüğü gibi İslam cemaatinden
sebebi ne olursa olsun ayrılanlar için, Resulullah çokça istiğfar etse bile
bağışlanmayacaklarını okuyoruz. Öyleyse üç kişilikte olsa İslam cemaatinin bir
ferdi olmayıp, tağutun cemaatini kabul olan ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettiğine
inanalar şüphe yok kendilerini aldatıyorlar. Çünkü bunlar bu halleriyle Resulullah'ı
inkâr edenlerden oluyorlar. Resulullah'ı inkâr ELLAH’ı inkâr olduğunda şüphe
yoktur.
ELLAH’ın Resulüne ve Halifesine muhalefet, ELLAH’a
muhalefet olduğun da şüphe yoktur.
Öyleyse ELLAH’a ve Resulüne muhalefet ederek yani tağutun şemsiyesi
Altına olarak, ruhsatı ile ELLAH’a Mümin, Muvahhid olduğuna inanalar, elbette
ki kendilerini aldatıyorlar. Çünkü yarın bir savaş çıktığında Resulullah'ın Dâvetiyle
değil tağutun Dâvetiyle o savaşa katılacaklardır.
tağutun Dâvetine icabet ile hâkimiyeti uğrunda malını,
canını veren ve vermek için yola çıkan müminlerin hakkı hep ağlamak olup hiç
gülmemektir.
Oysa bu zalimler hiç ağlamayıp daima gülerler. Çünkü
kendilerini ELLAH’a, Resulüne İmân edenlerden bilirler. Oysa tağutun Dâvetiyle
savaşmaya mecbur kalanlar, ELLAH’a ve Resulüne İmân etmiş sayılmaz. Sayılmaz
ki, İslam cemaatine tevbeleri hariç katılmaları ELLAH tarafından yasak
edilmiştir.
Ve ölenlerinin üzerine Namaz kılmayı yasaklamıştır.
Peşlerinden kabirlerine gitmeyi nehy etmiştir. Çünkü ELLAH’ı ve Resulünü, Halife’i
Resulü ılga etmeleri sebebiyle inkâr etmişlerden olduklarını çok açık olarak Beyân
etmiştir ELLAH.
Böylesi zalim Fasıkların, mallarının, evlatlarının,
tebaalarının çok olmaları halinde onlara imrenilmemeyi ELLAH ders vermiştir.
Çünkü bunlarla Küfrü hâkim edip Cehennemi kazanıyorlar. Zira ELLAH’ın
kendilerine verdikleri nimetlerle ELLAH’a ve Resulüne düşmanlık ediyorlar. Yani
ELLAH yoluna değil, tağutun yoluna ve yolunun selametine savaşıyorlar. İşte bu
yolda olup savaşmak:
İmandan ve İslami düzenden geri kalıp Küfre razı
olmaktır. Ama kalpleri mühürlendiği için Küfre razı olup hizmet verdiklerini
bilmezler.
İmân ve Bi’at bağı ile ELLAH yolunda savaşan Müminlere
gelince, hayırların cümlesine nail olurlar. Çünkü İmamları, İmanları ve Bi'atleri
vardır.
Bunlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır
hem de ebedi. İşte fevzu necat budur Rabbimizden bu necatı isteriz. ÂMİN.
V E İ Z A H I:
Dersimize konu olan bu on âyetten mücmel olarak şunu
anlıyoruz: ELLAH'tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed Mustafa, onun kulu ve
Resulü olduğuna İmân eden müminin, şayet Bi’at ettiği ve edeceği bir İmamı yoksa
yani Halife’i Resule Bi’atı yoksa ve böyle bir ihtiyaç hissetmiyorsa, şüphesiz ELLAH’ın
Ulûhiyyetini ve Resulünün Risâletini red etmiş olur. Yani Kâfir olur. Hatta
daha da Şerir olur. Çünkü son Resule İmân
etmeyen, açık ve karşı düşman oldukları için İslam dinine zararları az olur.
Hatta hiç zararları olmaz. Ama son Resule İmân edip de, Halifesine Bi’atı
olmayıp tağuta bağlı ve tabi ise, bunun zararı İslam için, insanın ciğerine
biten yara gibi olur. Bu yara sahibini içten yiyip bitirdiği gibi, tağuta bağlı
olup ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlarda ELLAH’ın
Dini olan İslam dinini içten yer ve bitirir. Çünkü bunların peşine sürüler gider
ve bunlar çerçevelenip köşelere asılırlar. Demek İmandan sonra Halife’i Resule
Bi,’at kaydı ile tabi olmayan ELLAH’a tuğyan edenlerden olur. Çünkü Halife’i
Resule Bi’atı olmayanın İlmi, İmanı ve Ameli ne olursa olsun tağuta Bi’atlı
olacaktır ve olmaya mecbur kalacaktır. İşte böylesi Fasıkların üzerine Namaz
kılıp peşlerinden ahitler yakmak Batılı Hak, Küfrü İmân İsyanı İtaat demek ve
göstermek olur. Böylece bu zalimlerin izlerini takip edenlerde, piranlarını
doğru yolda sanarak Fısk olan yollarını devam ettirirler. Oysa İmân eden müminin
vazifesi, Halife’i Resule itaat etmektir. Öyleyse günümüzde İmamı ve Bi’atı
olmayan müminlerin malları, evlatları ve ilimleri İmamı ve Bi’atı olan müminleri
hayrete düşürmesin. Zira onlara verilenler, hayırlarına olmayıp, canlarının Kâfir
olarak çıkmasına teminen verilmiştir. Çünkü İmamı ve Bi’atı olmayan Müminler,
Mallarıyla, Canlarıyla tağutun yolunda olup savaşma mecburiyetindeler. Ama
Halife’i Resulün emrinde olanlar, Mallarıyla, Canlarıyla Resulullah'ın yolunda
olup savaşırlar. Böylece bütün iyilikleri alıp umduklarına kavuşurlar. Ve
altlarından ırmaklar akan Cennetlere ebedi kalmak üzere giderler. Ve ELLAH’ın:
Büyük kurtuluş dediği kurtuluşa kavuşurlar. Okuyalım:
وَجَاءَ
الْمُعَذِّرُونَ
مِنَ
الْاَعْرَابِ
لِيُؤْذَنَ
لَهُمْ
وَقَعَدَ
الَّذينَ
كَذَبُوا
اللّهَ وَرَسُولَهُ
سَيُصيبُ
الَّذينَ
كَفَرُوا مِنْهُمْ
عَذَابٌ
اَليمٌ (90)
لَيْسَ عَلَى
الضُّعَفَاءِ
وَلَا عَلَى
الْمَرْضى
وَلَاعَلَى
الَّذينَ
لَايَجِدُونَ
مَا
يُنْفِقُونَ
حَرَجٌ اِذَا
نَصَحُوا
لِلّهِ
وَرَسُولِه
مَا عَلَى الْمُحْسِنينَ
مِنْ سَبيلٍ
وَاللّهُ
غَفُورٌ
رَحيمٌ (91)
وَلَا عَلَى
الَّذينَ
اِذَا مَا اَتَوْكَ
لِتَحْمِلَهُمْ
قُلْتَ لَا
اَجِدُ مَا
اَحْمِلُكُمْ
عَلَيْهِ
تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ
تَفيضُ مِنَ
الدَّمْعِ
حَزَنًا
اَلَّا
يَجِدُوا
مَايُنْفِقُونَ
(92) اِنَّمَا
السَّبيلُ
عَلَى
الَّذينَ
يَسْتَاْذِنُونَكَ
وَهُمْ
اَغْنِيَاءُ
رَضُوا
بِاَنْ يَكُونُوا
مَعَ
الْخَوَالِفِ
وَطَبَعَ
اللّهُ عَلى
قُلُوبِهِمْ
فَهُمْ لَا
يَعْلَمُونَ
(93) يَعْتَذِرُونَ
اِلَيْكُمْ
اِذَا
رَجَعْتُمْ
اِلَيْهِمْ
قُلْ لَا
تَعْتَذِرُوا
لَنْ
نُؤْمِنَ
لَكُمْ قَدْ
نَبَّاَنَا
اللّهُ مِنْ
اَخْبَارِكُمْ
وَسَيَرَى
اللّهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ
ثُمَّ
تُرَدُّونَ
اِلى عَالِمِ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
(94)
سَيَحْلِفُونَ
بِاللّهِ
لَكُمْ اِذَا
انْقَلَبْتُمْ
اِلَيْهِمْ
لِتُعْرِضُوا
عَنْهُمْ
فَاَعْرِضُوا
عَنْهُمْ اِنَّهُمْ
رِجْسٌ
وَمَأْويهُمْ
جَهَنَّمُ جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ
(95) يَحْلِفُونَ
لَكُمْ
لِتَرْضَوْا
عَنْهُمْ
فَاِنْ تَرْضَوْا
عَنْهُمْ
فَاِنَّ
اللّهَ لَايَرْضى
عَنِ
الْقَوْمِ
الْفَاسِقينَ
(96)
M E A L İ:
90--
Bedevilerden özür dileyenler kendilerine izin verilsin diye geldiler. ELLAH’a
ve Resulüne yalan söyleyenler, özür de Beyân edemez oldular. Onlardan
Küfredenler can yakıcı azaba uğrayacak. 91-- Zayıf ve malul olanlar, hastalar
ve harcayacak bir şey bulamayanlar, ELLAH ile Resulüne
M E R A M I:
tağutun şemsiyesi altında ruhsatı ile ELLAH’a ibadet
etmenin vahametini bilmeyenler, altında oldukları şemsiyenin altına durmaları
için kendilerini özürlü sayarlar. Oysa bu şemsiyenin altına durup ruhsatı ile
ibadet edenlerin özrü yoktur. Sadece Küfürleri vardır.
Ama zayıf, malul, hasta olanlar yani Hicret etmeye,
Cihad etmeye yol ve imkan bulamayanlar müstesna. Çünkü ELLAH bilir ki, bu müminlerin
bu özürleri olmasa bu lanetli şemsiyenin altına durmayacaklardı.
Ve gerçek geçerli özürleri olduğu için olacak ki,
samimiyetlerinden Hicret ve Cihad edemedikleri için üzüntülerinden gözyaşı
dökerler. İşte bunlar için ELLAH’ın rızası vardır.
Ama bunların tersi olanlar için ELLAH’ın laneti
vardır. Yani tağutun hâkimiyetini red babında Hicret edip Cihad edebilmelerine
rağmen, Hicret etmeyenler için artı tağutun ruhsatını alıp ELLAH’a ibadet
edenler için ELLAH’ın laneti vardır.
ELLAH’ın lanetine layık olan Müminler her fırsatta
özür Beyân ederler ve özür Beyân etmeyi de bilirler. Ama ELLAH bunların
özürlerine inanmamayı emretmiştir. Ve ELLAH’a havale edilmelerini ders
vermiştir.
Okuyalım: Onlarla karşılaştığınızda, size karşı Mümin,
Mücahid, Âlim, Âbid, Şeyh olduklarını derler lâkin onlara inanmayın ve
dinlemeyin. Çünkü kesp ettikleri ile Cehennemi kazanmışlardır.
Kendilerinden hoşnut olup sözlerini, işlerini kabul
edesiniz diye ikna edici tesirli sözler söylerler. Söyledikleri sözlere ve
yaptıkları işlere karşılık, siz onları kabul etseniz bile ELLAH onları asla
kabul etmez. Çünkü sözleri ve işleri tağutun hakimiyetinden yanadır ve hâkim
olan tağutun ruhsatı ile ELLAH'tan yana olmaya çalışandırlar.
V E İ Z A H I:
Bir Cemaat ki, izinsiz ayrılmanın İmana ve İtaate
muhalif olduğunu bilmesine rağmen özürler dermeyan edip izin istiyor, her şeyi
bilen ELLAH’da özürlerinin doğru olmadığını, esasta savaştan kaçmak için özür Beyân
ettiklerini böylece Resulullah'ı ve Halifesini tehlikeye atmaya razı olduklarını
Beyân ediyor. Bu Beyân ile yalan olsun olmasın, müminin izin alacağı bir makamı
olmasına işaret etmiş oluyor. Öyleyse müminin İmanı adına, izin alacağı bir
İmamı yoksa yada İmamı olmasına rağmen ondan izin almaya tenezzülü yoksa
böylesi müminlerin hali nicedir? Bunların sonu mutlaka hüsrandır. Çünkü
Halife’i Resulleri yok. Yada kukla varı onu kullanıyorlar. Oysa İmân, İslam
nizamı için Halife’i Resule Bi’at etmenin adıdır. Ki, bunun içtimasından
özürsüz ayrılmak, yada yalan özürler Beyân etmekle ayrılmak İmanı inkârdır.
Öyleyse --LAİK-- Tağuti düzenlerde Mümin kalmışsa
mutlaka bir kuşluk vakti üzerlerinden geçmeden, bir İmamın başkanlığında Cemaatlerini
teşkil etmelidirler. Badehu bu âyetleri ve bunun gibi medeni âyetleri okuyup
Halifelerine ELLAH’ın emrettiği itaati yapmalıdırlar. Aksi halde Medeni Âyetleri
geçmişin masalları olarak okumuş olurlar. Böylece bu âyetler, İmanlarına İmân
katmaz ve Nefislerine bir yük yüklemez. Oysa açıkça görüyoruz ki, bu âyetler
İmana bir sorumluluk cana, mala bir yüktürler. İmân ile bu yükün altına girdim
deyip de pratikte yükün altına girmeyenler, yani Tağuti düzenlere dönenler,
istemese de tağutun yükü ve itaati altına girerler. Haliyle izin alma mercileri
de Tağut olur. müminin izin alacağı ve itaat edeceği mercii Tağut olursa, hiç
şüphe yok Mümin bu ortamda kendine Dini namına bir yol çizecektir. Yani böylece
Mümin, kendine isterse sarhoşluk yolunu çizer ve isterse Şeyhlik, Müridlik, Âlimlik,
Âbidlik ve Talebelik yolunu çizer. Ama ELLAH’ın nezdi Ulûhiyyetinde bu iki
insanın arasında hayra matuf bir fark olmaz. Çünkü Hâkimiyet tağutun eline ve
emrindedir.
Hâkimiyet kimin eline kalırsa, savaşmak da onun eline
ve emrine kalır. Oysa tağutun emriyle başlayan savaştan geri kalmak, özür Beyân
etmek zinhar yoktur. Çünkü tağuti düzende insan için bir köpek kadar Hürriyet
yoktur. Oysa savaşmak için başta hür olmak şarttır. Hür olmak için da, ELLAH’a İmân
ve onun Rızasını talep şarttır. Bu şartların yerine gelebilmesi için, Halife’i
Resul şarttır. Bu şart olmayınca iki düşmanın arasına savaşma mecburiyeti hâsıl
olur ki, böylece savaş gönülsüz, zorla ava giden köpeğin av avlaması gibi bir
şey olur. Ardından da zillet ve hezimet gelir.
Demek gayrı İslami düzenler, İmansız, gayesiz,
gönülsüz ELLAH’ın Rızası olmaksızın, vatanın, atanın ve sülalenin Rızası uğruna
insanları helak ve heba ediyorlar. Çünkü savaş --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED
RESULULLAH-- kelimesi uğrunda olur. Ve savaşı ELLAH, bu kelimenin hâkimiyeti
için farz kılmıştır. Bu nedenle farz kılınan savaş için, ancak Müminler
savaşır. Münafık ve müşrikler böylesi savaşlarda karşı düşmanlardan daha
tehlikeli olur. Öyleyse uzatmadan diyelim: İslam düzeninde, savaş anında dahi
çok geniş bir hürriyet görünüyor ve vardır. Çünkü hür istek ve irade ve İmân
olmadan savaş olmaz. Ancak olur: Tağutların yakalayıp iki ateş arasına savaş
yaptırdığı insanların savaşı gibi bir savaş olur. Bunu, şu Âyetten anlıyoruz:
Geri döndüğünüzde size katılmayanlar savaş firarisi olmalarına rağmen ve yalan
özürler Beyân etmelerine rağmen, ELLAH, onları öldürün emrini vermiyor. İşte
bunun hikmeti, savaşmak için İmanın ve geniş bir Hürriyetin olmasının
lazımındandır. Geniş Hürriyete gelince İmanın amir hükmü olan Halife’i Resule
bila ücret itaattir. Demek en geniş Hürriyete sahip olan Mümin, Halife’i Resule
en çok ve en gönülden itaat edendir. Okuyalım:
اَلْأَعْرَابُ
اَشَدُّ
كُفْرًا
وَنِفَاقًا
وَاَجْدَرُ
اَلَّا يَعْلَمُوا
حُدُودَ مَا
اَنْزَلَ
اللّهُ عَلى
رَسُولِه
وَاللّهُ
عَليمٌ
حَكيمٌ (97)
وَمِنَ
الْاَعْرَابِ
مَنْ
يَتَّخِذُ
مَايُنْفِقُ
مَغْرَمًا
وَيَتَرَبَّصُ
بِكُمُ الدَّوَائِرَ
عَلَيْهِمْ
دَائِرَةُ
السَّوْءِ وَاللّهُ
سَميعٌ
عَليمٌ (98)
وَمِنَ
الْاَعْرَابِ
مَنْ يُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الْاخِرِ
وَيَتَّخِذُ
مَايُنْفِقُ
قُرُبَاتٍ
عِنْدَ اللّهِ
وَصَلَوَاتِ
الرَّسُولِ
اَلَا
اِنَّهَا
قُرْبَةٌ
لَهُمْ
سَيُدْخِلُهُمُ
اللّهُ فى
رَحْمَتِه
اِنَّ اللّهَ
غَفُورٌ
رَحيمٌ (99)
وَالسَّابِقُونَ
الْاَوَّلُونَ
مِنَ
الْمُهَاجِرينَ
وَالْاَنْصَارِ
وَالَّذينَ
اتَّبَعُوهُمْ
بِاِحْسَانٍ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُمْ وَرَضُوا
عَنْهُ
وَاَعَدَّ
لَهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرى
تَحْتَهَا
الْاَنْهَارُ
خَالِدينَ
فيهَا
اَبَدًا
ذلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظيمُ (100)
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ
مِنَ
الْاَعْرَابِ
مُنَافِقُونَ
وَمِنْ
اَهْلِ
الْمَدينَةِ
مَرَدُوا عَلَى
النِّفَاقِ
لَا
تَعْلَمُهُمْ
نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ
سَنُعَذِّبُهُمْ
مَرَّتَيْنِ
ثُمَّ
يُرَدُّونَ
اِلى عَذَابٍ
عَظيمٍ (101)
M E A L İ:
97-- Bedeviler Küfür ve Nifakta daha ileridirler. ELLAH
Resulüne gönderdiğini bilmemek, tanımamak daha çok onlara layıktır. ELLAH Alim'dir,
Hakim'dir. 98-- Bedevilerden ELLAH yolunda sarf ettiklerini angarya sayan
vardır ve başınıza belaların gelmesini isteyenler vardır. Belalar onların
olsun. ELLAH Semii'dir, Alim'dir. 99--
Bedevilerden ELLAH’a ve Âhiret gününe İmân eden, sarf ettiğini ibadet ve
Nebinin duasına nail olmaya vesile sayanlar vardır. Bilin ki verdikleri onlar
için ibadettir. ELLAH onlara Rahmet edecektir. Şüphesiz ELLAH Gafurdur, Rahîm'dir.
100-- İleri geçerek öncü olanlar Muhacir'ler ve Ensar ile onlara güzelce
uyanlardan ELLAH Razı olmuştur. Onlarda ELLAH'tan hoşnut oldular. ELLAH onlara
içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır.
İşte bu en büyük kurtuluştur. 101-- Çevrenizde olan bedevilerin içinde ve
Medinelilerin içinde de Münafıklar vardır. Onları siz değil ancak biz biliriz.
Kendilerine iki defa azap edeceğiz. Sonrada daha büyük bir azaba
uğratılacaklardır.
M E R A M I:
Bedevi, yani kara cahil İslamın
idare merkezine yani Halife’i Resule en uzak, en düşman olan demektir. Uzak
olduğu kadar da tağuta, düzenine yakın ve dost olan demektir bedevi... İşte bu
bedevi Münafıklar, ELLAH yolunda bir şey sarf etmezler. Lâkin bir mecburiyet
gereği sarf ettiklerini de, boşa gitmiş kabul ederler. Bu nedenle bu
Münafıklar, İslam Mü'minlerinin belalara uğramasını isterler.
ELLAH’da, belaları bu
zalimlere yükleyerek, bunlar gibi olmayan Muvahhid Mü'minlerini af edeceğini ve
Rahmetine alacağını bildirir.
Çünkü bu Müminler Resulullah'ın
emrinde olan Ensar ve Muhacir'lerin izinden ayrılmamıştır. Ve üç günden ziyade
Bi’atsız ve Halife’i Resulsüz durmamıştır. Böylece altlarından ırmaklar akan
Cennetlere girip kurtulmuşladır.
Çünkü İmanlarının icabı,
Halife’i Resule dost ve yardımcı olmuşlardı. Ne uzaktan ne yakından Mümin
olarak Münafık halini hal edinmemişlerdi. Çünkü Münafıkları ELLAH’ın bildiğini
bilmişlerdi. Ve Münafıklar için iki kat azabın olduğunu, daha sonrada, daha
büyük azabın olacağını bilenlerden olmuşlardı.
V E İ Z A H I:
Bilelim ki, bedevi şehirli
olmayıp okuması ve yazması olmayan demektir. Öyleyse ELLAH’a, Resulüne,
Halifesine ve Teşriisine düşman olmak bu bedevilere uyar ve yakışır. Lâkin
günümüz okumuş şehirlileri, bedevilerin düşman olması icap eden yere, fikre,
düzene bedevilerden daha çok düşman olmuşlardır. Demek bu zalimler okumuş
olmayıp, okunmuşlardır. Yani bedevi ilmini, düzenini ve ahlakını bunlara zerk
etmişlerdir. Böylece Hilafet, Şeriat düşmanı yamyamlardan, vahşilerden
olmuşlardır. Çünkü okudukları ilim, Şirk olup tağuta itaat etme ilmidir. Yahudi
ve Nasaralara uyma ilmidir. Öyleyse ELLAH’ı, Resulünü ve Teşriisini bırakıp şeytan'a
ve halefi olan Yahudiye ve Nasranilere uyandan, sevenden daha bedevi, daha
cahil kim olabilir? Madem olmaz öyleyse ELLAH’ın laneti, belaları bunların
üzerine olsun ki, bu zalimler İslamın aleyhine olan her şeyden hoşlanıp leyine
olanlardan kuduran köpek gibi kudururlar. ELLAH, belaları bu kudurmuş köpeklere
ve bu köpeklerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet etmeye yönelenlere verdiğine göre
demek günümüzde bedevileşen şehirlilere ELLAH belalar yağdırıyor. Niçin
yağdırmasın? Hilafet'i, Şeriatı lağv edenler ümmül Kur'a nın sahipleri, hâkimleri
değilmiydiler? İnkâr edemezler. Zira ELLAH Semii sıfatı ile söylediklerini
işitmiş olup adalet sıfatı ile de cezalarını vermiştir ve verecektir. Zira son
Resulün müminleri olarak Yahudi ve Nasaralara uşaklık etmekten daha büyük lanet
mi olur? Olmaz. Çünkü ELLAH tarafından bir beldenin tasarruf hakkı sana
verildiği halde, sen o beldenin örfüne göre tasarruf etmeyip Yahudi ve
Nasaralara sormaktan ve onlara tasarruf hakkını tevdi etmekten daha büyük
zillet mi olur? Olmaz. Daha büyük bedevilik mi olur? Olmaz. Daha büyük cahillik
mi olur? Olmaz!
Kıyâmete dek Risâlet
düzeni için Hicret edenler ve Hicret edenlere yardım edenler, yani Kıyâmete dek
Ensar ve Muhacirlere uyanlar, öyle ki doksana basan yaşı ile İstanbul’a sefere
çıkan Eba Eyyubi Ensari’yi taklit edenlerden, ELLAH Kıyâmete dek Razıdır. ELLAH
kulundan Razı oldu mu, kulunu da kendinden Razı edecek yollara ulaştırır. Ensar
ve Muhacirine tabi eder. Badehu ona Cenneti öyle Cennetler ki, ırmaklı ve yem
yeşil yapraklı, yelpazeli olan Cennetlere idhal eder. Bu Cennetlere ancak ELLAH’ın
Razı olduğu Müminler idhal olunur. Ama Münafıklar bu Cennete ulaştırılmazlar.
Çünkü Münafıklar müminlerin dost görünen düşmanlarıdırlar. Özellikle Halife’i
Resulün dostane düşmanlarıdırlar. Hem Münafık, dostluk adına düşmanlık eder de
farkına olmaz. Çünkü Münafık her şeyde ELLAH’a güven duymadığı için, güveni ile
birlikte toplumun güvenini de temin babında samimi gayretler gösterebilir. Ama ELLAH’a
güveninin yanında, başka bir nesneye duyduğu güven ile gösterdiği gayret,
samimi de olsa boşa gider. Çünkü ELLAH Müşriğin hiçbir ameline karşılık vermez.
Zira kalblerine ELLAH’ın Rızasını almak için, ELLAH ile beraber gayrı bir
nesnenin sevgisi, saygısı vardır. Okuyalım:
وَاخَرُونَ
اعْتَرَفُوا
بِذُنُوبِهِمْ
خَلَطُوا
عَمَلًا
صَالِحًا
وَاخَرَ
سَيِّئًا
عَسَى اللّهُ
اَنْ يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ اِنَّ
اللّهَ
غَفُورٌ
رَحيمٌ (102) خُذْ
مِنْ
اَمْوَالِهِمْ
صَدَقَةً
تُطَهِّرُهُمْ
وَتُزَكّيهِمْ
بِهَا
وَصَلِّ
عَلَيْهِمْ
اِنَّ
صَلوتَكَ
سَكَنٌ
لَهُمْ وَاللّهُ
سَميعٌ
عَليمٌ (103)
اَلَمْ
يَعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
هُوَ
يَقْبَلُ
التَّوْبَةَ
عَنْ عِبَادِه
وَيَاْخُذُ
الصَّدَقَاتِ
وَاَنَّ
اللّهَ هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّحيمُ (104)
وَقُلِ
اعْمَلُوا
فَسَيَرَى
اللّهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ
وَسَتُرَدُّونَ
اِلى عَالِمِ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
(105) وَاخَرُونَ
مُرْجَوْنَ
لِاَمْرِ
اللّهِ اِمَّا
يُعَذِّبُهُمْ
وَاِمَّا
يَتُوبُ
عَلَيْهِمْ
وَاللّهُ
عَليمٌ
حَكيمٌ (106)
M E A L İ:
102-- Savaştan geri kalanların bir kısmı suçlarını
itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötü işle karıştırmışlardı. Onların tevbesini ELLAH
kabul eder. Çünkü o Gafur ve Rahîm'dir. 103-- Mallarının bir kısmını kendilerini temizlemek
üzere Sadaka al. Onlara dua eyle zira senin duan onlar için bir güvendir. ELLAH
Semii'dir ve Alim'dir. 104-- Bilmiyorlar
mı ELLAH kullarının tevbesini kabul eder ve Sadakalarını kabul eder. Şüphe yok ELLAH
Tevbeleri kabul edip bağışlayıcıdır. 105-- İstediğinizi işleyin ELLAH,
Resulü ve Müminler işlerinizi görecektir de. Hepiniz görüleni ve görülmeyeni
bilen ELLAH’a döndürüleceksiniz de. O
size yaptıklarınızı bildirecektir. 106-- Savaştan geri kalanlardan
bir kısmının hükmü ELLAH’a kalmıştır. ELLAH onlara ya azap eder, yada
tevbelerini kabul eder. ELLAH Alim'dir ve Hakim'dir.
M E R A M I:
Son Resule İmân eden Mümin, şayet iyi yapıyorum zannı
ile iyiliği, Tevhidi, Şirk’e karıştırırsa, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a
ibadet ederken, bunun yanlış olduğunu anlayıp tevbe ederse tevbesini ELLAH
kabul eder.
Sadakalarını kabul eder. ELLAH için her ne yaparsalar
onları ELLAH kabul eder. Çünkü Resulullah'ın ve Halifesinin duası kapsamına alınmışlardır.
Resulullah ve Halifesinin Duası kapsamına alınan müminlerin
yani İmamı, Bi’atı olan müminlerin, bir kast olmadan yaptıkları yanlışları
anlayıp tevbe edenlerin tevbesini ELLAH kabul eder olduğu bilinsin.
Çünkü böylesi müminlerin tevbesi, suçlarını itiraf
olup ELLAH'tan, Resulünden, Halifesinden ve müminlerden özür dilemektir. Yani
Tevbeyi açıktan yapmaktır.
Tevbe edenler, bir kast olmaksızın savaştan da geri
kalsalar, yani Halife’i Resulü yol üstü bırakıp geri dahi dönseler ELLAH onları
bağışlar. Çünkü suçu, itiraf olan tevbeyi yapan suçsuzdur.
V E İ Z A H I:
Suçunu itiraf eden suçsuzdur kaidesiyle, savaştan geri
kalanların bir kısmı suçlarını itiraf edip tevbe etmişler ve af olunmaları için
mallarını Sadaka vermeyi teklif etmişler. Böylece tevbe zahir ve batın olarak ihlâs
ile kendini göstermiş oldu. Çünkü mal, canın yongasıdır. Sadaka,
Oysa Yahudi ve Nasaraların Halifesi olan Tağuttan
ruhsat alıp ELLAH’a ibadet edenleri dost, kardeş edinmek yukarıda izahı geçtiği
üzere Yahudi ve Nasaraları dost edinmekten, ELLAH’ın nezdinde daha eşed'dir.
Zira bu dostluk Dini İslama, İhlâsa, Tevhide daha çok zarar veren bir
dostluktur. ELLAH’ın Dinini Kâfirlerin hizmetine raam eden bir dostluktur. Çünkü
Camileri Dirara, tağutun hakimiyetine hizmet etmeye çeviren bir dostluktur.
Okuyalım:
وَالَّذينَ
اتَّخَذُوا
مَسْجِدًا
ضِرَارًا
وَكُفْرًا
وَتَفْريقًا
بَيْنَ
الْمُؤْمِنينَ
وَاِرْصَادًا
لِمَنْ
حَارَبَ اللّهَ
وَرَسُولَهُ مِنْ
قَبْلُ
وَلَيَحْلِفُنَّ
اِنْ اَرَدْنَا
اِلَّا
الْحُسْنى
وَاللّهُ
يَشْهَدُ اِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ
(107) لَا تَقُمْ
فيهِ اَبَدًا
لَمَسْجِدٌ
اُسِّسَ
عَلَى
التَّقْوى
مِنْ اَوَّلِ
يَوْمٍ
اَحَقُّ اَنْ
تَقُومَ فيهِ
فيهِ رِجَالٌ
يُحِبُّونَ
اَنْ يَتَطَهَّرُوا
وَاللّهُ
يُحِبُّ
الْمُطَّهِّرينَ
(108) اَفَمَنْ
اَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلى تَقْوى
مِنَ اللّهِ
وَرِضْوَانٍ
خَيْرٌ اَمْ
مَنْ اَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلى شَفَا
جُرُفٍ هَارٍ
فَانْهَارَ
بِه فى نَارِ
جَهَنَّمَ
وَاللّهُ لَا
يَهْدِى
الْقَوْمَ
الظَّالِمينَ
(109) لَا يَزَالُ
بُنْيَانُهُمُ
الَّذى
بَنَوْا
ريبَةً فى
قُلُوبِهِمْ
اِلَّا اَنْ
تَقَطَّعَ
قُلُوبُهُمْ
وَاللّهُ
عَليمٌ
حَكيمٌ (110)
M E A L İ:
107--
Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, ELLAH ve Resulüne karşı
savaşanlara yardım ve yataklık etmek için, bir Mescid kurup: Biz
M E R A M I:
Bilelim ki: Son Resule ve Kur'ân'a İmân olunsun diye
icbar ve tehdit zinhar yoktur. Çünkü İmân, tamamen hür iradenin mahsulüdür ve İmân,
ELLAH tarafından Mümine vahyedilen sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kuvvettir. Lâkin
gelenek varı olan İmân, İslamın İmanı da olsa bunun dışındadır. Münafık varı
olan İmân da bunun dışındadır. Nitekim yüz yedinci âyette, İslamı yok etmek
için, İslam namına Mescid yapanlar Münafıktılar.
Münafık, Müşrik Cami yapar mı? Elbette yaparlar. Ama tağutun
Hâkimiyeti için ve Hakimiyetinin İstikrarı için Cami yapar ve tağuta teslim
eder. İşte bu gibi Camilerde durmayı, İbadet etmeyi ELLAH: --LATEKUM FİHİ
EBEDA-- emri celili ile Kıyâmete kadar nehy etmiştir. Bunun yerine Tağuttan
uzak bir mağara da olsa orda Namaz kılmayı emretmiştir. Temizlenmek isteyenler
yani Şirkten kurtulmak isteyenler ancak böyle Şirkten temizlenmiş olurlar
demiştir. Çünkü Cami de toplanmanın sırrı, hikmeti Yahudilere, Nasranilere ve
bunların Halifesi olan tağuta lanet etmektir. Öyleyse tağuta lanet olmayan
Camide, artı tağuta dua ve tezkir olan Camilerde ELLAH’a ibadet için giden Mümin
ve tağutun atadığının peşine Namaz kılan Mümin, İmanını dışarıda bırakmadan
içeri giremez. Çünkü bu Camiler, tağutun lehine hizmet verdikleri için Dirar
olmuşlardır. Dirar Mescidine Mümin olarak girilse bile mutlaka Müşrik olarak
çıkılır. Çünkü ELLAH’ın emrini yapmak için, tağutun izni ile oraya girilmiştir.
Böylece aynı anda iki büyük kabul edilmiştir.
Evet: Böylesi Mescidlerde Müslüman, hiçbir zaman,
hiçbir iş ve ibadet için kaim olmadığı gibi, Halife’i Resulün emri altında olan
Camilerden --Ki, bu Camiler Mescidi Takvadır.-- Müslüman bila özür olarak bu
Camilerden zinhar geri kalamaz. Öyle ki, üç Cum'a özürsüz olarak geri kalırsa
Münafıkların defterine yazılır.
Böylece İmanından, İmamından ve Bi’atından imtina
etmiş sayılır. Ve yakın İmandan ayrılıp şüphe İmanına yönelenlerden olur. İmân,
şüphe kabul etmeyeceğine göre demek İmandan ayrılmış olur.
V E İ Z A H I:
Risâlet düzeninde Camiler meclis, medrese ve
ordugahtırlar. Çünkü İslamın ordusu Cami cemaatidir. İslamda bu ordunun terhisi
yoktur. Çünkü İslamda mecburi hizmet diye bir hizmet yoktur. Evet, İslamda şu
kadar sene, bu kadar ay bila ücret hizmet vereceksin diye, bir hizmet
yoktur. Öyleyse gayrı İslami düzenlerde
insanlara tahmil edilen, dayatılan bu mecburi hizmet, zalimlerin zulmünden
başka bir şey değildir. Çünkü İslamda Müminler hür iradesi ile yapmış oldukları
İmanın vaz geçilmez gereği, mal ile can ile ölene dek yapabileceği kadarıyla
Cihad yapmaktır. Demek insan İmân etmesiyle, ölene dek Cihad edeceğine dair ELLAH’a
söz verendir. Çünkü ELLAH’ın hükümlerinin hâkimiyeti için ve Hakimiyetinin
devamı için, Mümin malı ile canı ile ELLAH’ın Hizbi, Askeri olmaya mecburdur.
Bu mecburiyet yapmış olduğu İmanın gereğidir. İmanında böyle bir mecburiyet
hissetmeyen Mümin, İmân etmiş sayılmaz.
İşte İmanı gereği ELLAH’a asker olan bu müminlerin,
sevk ve idare yerleri Camidir. Cami
İşte İslami düzende Cami, Mescid bu fonksiyonu icra
için vardır ve yapılır. Bu gaye ve bu hedefe tağutun manialarıyla ulaşamayan
Cami ve Mescidler, aslı vazifesinden terhis edilmiş olup, tağutun istikrarına
Raam olmuş demektir. Çünkü
İmdi tağutun İstikrarı ve İstikbali için kullanılan
Cami ve Mescidlerin Hadim ve Hamilerinin yalancı olduklarına ELLAH şahiddir.
Yani bunlar İmanlarında Kâzıp olduklarına ELLAH Şahiddir. Öyleyse böylesi bir
düzenin içinde, ruhsatı ile Cami yapmak İslam Dini için yapılmış olmaz. Çünkü tağutun
Hâkimiyeti altında İslam Dini olmaz ve yoktur. İslam Dini olmayınca, dört
duvar, nakış ve boya iki kişi arasına hâkim olup hüküm veremez. Öyleyse
yeryüzünde var olan Cami ve Mescidler, İslam nizamının Meclisleri olmayacaksa, Şeriatullah'a
yardım ve yataklık etmeyecekseler, buyurun ELLAH, Resulüne verdiği emri
dinleyin: --LATEKUM FİHİ EBEDA-- Orada asla durma... Öyleyse Resulullah'a İmân
eden Mümin orda asla durmaz. Çünkü Hak olan ELLAH, her şeyi Hak için Hak üzere
yaratmıştır. Batılın, tağutun Hak için yarattığı mülkünde Hâkim olup tasarruf
etmeye Hakları yoktur. Çünkü onlar kendilerinin doğru yolda olmadıklarını
bilirler. Ama Demokrasi ve Laik ismiyle peşlerine takarak sömürdükleri
sömürgeler kendilerini doğru yolda bilirler. Evet, bilirler ki, üfürüle,
üfürüle soyulurlar. Ama törpüyü yalayıp da dilini yiyen kediler gibi dillerini
yediklerini bilmezler.
Öyleyse böylesi zalimlerin içlerinde Mümin bulunmaz.
Bunların bina ve Cemaatlerini yıkıp dağıtma kudretinde olan her Mümin bunların
bina ve cemaatlerini ateşe verip dağıtmalıdır. Çünkü: --İNİL HÜKMÜ İLLA LİLLAH--
Hüküm ancak ELLAH’a aittir. ELLAH’ın hükmü için kurulmayan, olmayan bina ve
birlikler
اِنَّ
اللّهَ
اشْتَرى مِنَ
الْمُؤْمِنينَ
اَنْفُسَهُمْ
وَاَمْوَالَهُمْ
بِاَنَّ
لَهُمُ
الْجَنَّةَ
يُقَاتِلُونَ
فى سَبيلِ
اللّهِ
فَيَقْتُلُونَ
وَيُقْتَلُونَ
وَعْدًا
عَلَيْهِ
حَقًّا فِى
التَّوْريةِ
وَالْاِنْجيلِ
وَالْقُرْانِ
وَمَنْ
اَوْفى
بِعَهْدِه
مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُوا
بِبَيْعِكُمُ
الَّذى
بَايَعْتُمْ
بِه وَذلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظيمُ (111)
اَلتَّائِبُونَ
الْعَابِدُونَ
الْحَامِدُونَ
السَّائِحُونَ
الرَّاكِعُونَ
السَّاجِدُونَ
الْامِرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَالنَّاهُونَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
وَالْحَافِظُونَ
لِحُدُودِ
اللّهِ
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنينَ
(112) مَا كَانَ
لِلنَّبِىِّ
وَالَّذينَ
امَنُوا اَنْ
يَسْتَغْفِرُوا
لِلْمُشْرِكينَ
وَلَوْ
كَانُوا
اُولى قُرْبى مِنْ
بَعْدِ مَا
تَبَيَّنَ
لَهُمْ
اَنَّهُمْ
اَصْحَابُ
الْجَحيمِ (113)
وَمَا كَانَ
اسْتِغْفَارُ
اِبْرهيمَ
لِاَبيهِ
اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ
وَعَدَهَا
اِيَّاهُ
فَلَمَّا
تَبَيَّنَ
لَهُ اَنَّهُ
عَدُوٌ
لِلّهِ
تَبَرَّاَ مِنْهُ
اِنَّ
اِبْرهيمَ
لَاَوَّاهٌ
حَليمٌ (114) وَمَا
كَانَ اللّهُ
لِيُضِلَّ
قَوْمًا بَعْدَ
اِذْ
هَديهُمْ
حَتّى
يُبَيِّنَ
لَهُمْ مَا
يَتَّقُونَ
اِنَّ اللّهَ
بِكُلِّ شَىْءٍ
عَليمٌ (115)
اِنَّ اللّهَ
لَهُ مُلْكُ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضِ
يُحْي
وَيُميتُ
وَمَا لَكُمْ
مِنْ دُونِ
اللّهِ مِنْ
وَلِىٍّ
وَلَا نَصيرٍ
(116) لَقَدْ
تَابَ اللّهُ
عَلَى
النَّبِىِّ
وَالْمُهَاجِرينَ
وَالْاَنْصَارِ
الَّذينَ اتَّبَعُوهُ
فىسَاعَةِ
الْعُسْرَةِ
مِنْ بَعْدِ
مَا كَادَ
يَزيغُ
قُلُوبُ
فَريقٍ
مِنْهُمْ ثُمَّ
تَابَ
عَلَيْهِمْ
اِنَّهُ
بِهِمْ رَؤُفٌ
رَحيمٌ (117)
وَعَلَى
الثَّلثَةِ
الَّذينَ
خُلِّفُوا
حَتّى اِذَا
ضَاقَتْ
عَلَيْهِمُ
الْاَرْضُ
بِمَا
رَحُبَتْ
وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ
اَنْفُسُهُمْ
وَظَنُّوا
اَنْ لَا
مَلْجَاَ مِنَ
اللّهِ
اِلَّا
اِلَيْهِ
ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ
لِيَتُوبُوا
اِنَّ اللّهَ
هُوَ التَّوَّابُ
الرَّحيمُ (118)
يَا اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
اتَّقُوا
اللّهَ
وَكُونُوا مَعَ
الصَّادِقينَ
(119)
M E A L İ:
111-- Şüphe yok ELLAH, ELLAH yolunda savaşıp ölen
ve öldüren müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur'ân'da söz
verilmiş bir hak olarak Cennet karşılığı satın almıştır. Verdiği sözü ELLAH'tan
daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız bu alışverişe sevinin zira bu en
büyük saadettir. 112-- Tevbe edenler, ibadet edenler, Hamd edenler, seyahat
edenler, Rükû ve Secde edenler, iyiliği emredip kötülüğü nehy edenler ve Hududullah'ı
muhafaza edenler işte bu müminleri Cennetle müjdele. 113-- Cehennemlik oldukları
belli olduktan sonra, akraba bile olsalar Müşrikler için mağfiret dilemek Nebi
ve Müminlere yakışmaz. 114-- Ha?
Babasının Mağfireti için İbrâhim’in duası, babasına söz vermesinden ileri
gelmişti. ELLAH’ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrâhim
yumuşak kalpli Halim bir insandı. 115-- ELLAH bir kavmi Hidayete erdirdikten
sonra, onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara nelerden sakınacaklarını belli eder. ELLAH
her şeyi hakkıyla bilendir. 116-- Yeryüzünün ve göklerin Hükümranlığı elbette
ki ELLAH’ın dır. Dirilten ve öldüren odur. ELLAH'tan başka dost ve yardımcınız
yoktur. 117-- Yemin olsun ki, ELLAH Resulünü ve içlerinde bir kısmını kalpleri
aldanmak üzere iken, o güçlük anında ona tabi olan Muhacir ve Ensarı tevbeye
muvaffak ve sonrada tevbelerini kabul etti. Zira ELLAH çok Rauf ve Rahîm'dir.
118-- Savaştan geri kalan o üç kişiyi de
af etti. Yeryüzü o kadar geniş iken, onlara dar gelmişti. Kalpleri sıkıldıkça
sıkılmıştı. Nihayet ELLAH’ın gadabından kurtulmak için yine ELLAH'tan gayrı bir
sığınak olmadığını anlamışlardı da, eski hallerine rücu etsinler diye onları
tevbeye muvaffak kılmıştık. ELLAH tevbeleri kabulle merhamet edicidir. 119-- Ey
İmân edenler! ELLAH'tan korkun ve
M E R A M I:
Mescidi Dirarlarda, ELLAH’a ibadet etmek, malı ve canı Cennet karşılığı
ELLAH’a satmayı hoş görmemektir. Ve ELLAH ile yapılan alışverişi bozmaktır.
Bozup Yahudi, Nasaraların emirleri altına girmektir. tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid,
Şeyh, Mürid ve Mücahid olmaktır. İşte bu haller, ELLAH için savaşmayı değil,
Tağut için savaşmayı intaç eder. Haliyle ölürler ve öldürürler. Ama
Demokrasinin ve Laikliğin şehidi olurlar. Oysa ELLAH malı, canı Tevrat'ta, İncil'de
ve Kur'ân'da kendi yoluna harcanması için verdiğini yazmıştır. Ve karşılığında
Cenneti vaad etmiştir. Öyleyse İmân Ahdi Misakının metni şudur: Halife’i
Resulün emrinde olarak, emriyle ELLAH yolu için malı, canı verip Cenneti almak.
Hem ELLAH yolunda Cennet karşılığı malı, canı vermek tevbe'dir, ELLAH’a
Hamd etmektir, ELLAH yolunda seyyah olmaktır, Rükû ve Secde etmektir, Marufu
emr ve Münkeri neyh etmektir ve Hududullah'ı muhafaza etmektir. Neticesi: ELLAH
ile yapılan alışverişe
Zira Tağut ve yandaşları Müşrik oldukları için, müminlerin onlara
meyletmesini, sevgi nazarıyla bakmasını ELLAH nehy etmiştir. Velev ki akraba,
velev ki baba ve evlat olsalar bile... Çünkü bunlar Halife’i Resule dönmemeleri
halinde Cehennemliktirler.
Cehennemlikler tağutun itaatinden ayrılıp Halife’i Resulün itaati
altına dönmedikleri müddet, haklarında hayra matuf iyi bir zan beslenilemez.
Zira --LİNNASİ İMAM-- olan İbrâhim, babası hakkında yumuşak kalpli olduğu için,
iyi zan beslemişti. Ama onun Risâlet ve Hilafet düşmanı olup tağutun dostu
olduğunu anlayınca, o yumuşak haline rağmen ondan derhal uzaklaşmıştı.
Çünkü ELLAH İmân verip Hidayete erdirdiği Mümini, akrabada olsa
Halife’i Resule ve Şeriatına düşman olanlardan ve yandaşlarından uzaklaştırarak
İmanlarını korur. Yani İmanlarını bu yolla korumalarını emretmiştir. Çünkü İmân
eden insan, Kâfirleri, tağutu, Yahudi ve Nasaraları dost edinmek suretiyle
İmanlarını zayi etmelerine rızası yoktur.
Hem böylesi emirler vermek, yani şöyle etme, şunu dost edinme deme
hakkı ELLAH’ın dır. Çünkü ELLAH yerin ve göklerin Hükümranı olup öldüren ve
diriltendir. Öyleyse ondan başka İlâh, Mevla yoktur.
Evet, ELLAH'tan başka İlâh, Rab, Razık, Hafız ve Mevla yoktur ki, zorluklar
zamanında, kendinden başka dost edinmeyenlerin hem İmanlarını ziyade ediyor,
hem de düşmanlarına karşı onları sağlam bastırıp galip getiriyor. Sonrada: Sizi
af ettim diyor. Demek onun Resulüne İmân edip Halifesine teslim olanı, vaz
geçmedikleri müddet hıfz ve himaye ediyor. Ve tevbelerini, Sadakalarını red
etmiyor.
Nitekim Tebuk seferine çıkmayan üç kişiyi ELLAH af etti. Çünkü bunlar
yaptıklarının büyük bir hata olduğunu anlayıp suçlu olduklarını kabul ederek
tevbe ettiler. Hem ELLAH'tan gayrı kimselere güvenmeden tevbe ettiler.
Tevbeleri kabul edilerek Sadıklarla birlik
V E İ Z A H I:
Bilelim ki, terzinin yanında marangozu met etseler, terzinin hasutluk,
kıskançlık damarı kabarmaz. Ama terzinin yanında, tanıdığı diğer bir terzi,
marangozun yanında da diğer tanıdığı bir marangoz met edilirse Hasutluk ve
kıskançlık damarları kabarır. Öyleyse ilim erbabının yanında tanıdığı diğer bir
ilim erbabı met edildiğinde, kıskançlık yoluyla hasutluk damarı kabarır. Demek
her meslek erbabı, mesleğinde kendini üstün bilir ve üstün bilinmesini ister.
Aynen bunun gibi ELLAH’da, İlahlık, Rablık, Hafızlık ve Razıklık taslayanlara
ve bu zalimlerin taslamak istediği bu sıfatları kabul edip de, ELLAH’ın ve
Hükümlerinin yerine bunların hükümlerini koyanlara ve kabul edenlere tahammül
edemez. Yani ELLAH’ın huzurunda --Ki, onun huzuru olmayan bir iğne ucu kadar
yer yoktur-- Mahlukundan her ne şey meth
edilirse, yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyen zalimler sevilip itaat
olunursa, böylece bu zalimler ELLAH’ın yerine İlâh, Rab, Razık ve Hafız kabul
edilirse, ELLAH Kibriya sıfatıyla bu zalimlere ve meth edenlerine yani
metbulara ve tabilerine lanet eder.
Şimdi sakın: İnsan, ELLAH’ın meslek ve meşrebinden olur mu? Demeyin ha!
Olur. Çünkü yeryüzünde Rububiyyet, Ulûhiyyet, Hafızıyet, Razıkıyet ve Hâkimiyet
kavgasında Şeytan ve Şeytan'ın Halifesi olan Yahudi ve Nasaralar ve bunların
Halefi olan idareciler ve Nefsi emmare ELLAH’ın meslek ve meşrebinden olmaya
rakiptirler. Kim bu rakiplere uyar, itaat ederse ve itaat ettiğinin delili olan
ruhsatını alıp ELLAH’a yönelirse işte bunlar ELLAH’ı, ruhsat aldıkları kişiden
daha küçük, daha güçsüz ve rızık vermede yetersiz ve hükümde isabetsiz ve düzen
kurmada beceriksiz demiş olur. Ama kendilerine sorsan ELLAH’ı Tenzihu Tekbir
ederler, Fikr ederler ve ona Şükrederler. Oysa bunlar
Ne var ki ELLAH, şu üç kişinin hali ile hallenen müminlerin hatasını
bağışlar: Bu üç kişi her nasıl oldu ise savaştan geri kaldılar badehu ELLAH'tan
Resulünden ve müminlerden öyle utandılar ki geniş olan bu dünya küresine sığmaz
oldular. Buna rağmen ELLAH'tan gayrı sığınılacak bir varlığın olmadığını da
bildiler. Evet, böylece işlemiş oldukları kusurlarından dolayı edep yerleri
açıktaymış gibi bir utangaçlık haliyle Zatı Kibriya'ya sığındılar. ELLAH’da
bunları af etti. Öyleyse böyle olan günahkarları ve tağutun yolunda olup da
sonra pişman olanları bağışlayacağını demiş oldu ELLAH... Çünkü Sünnetullah
değişmez. Sünnetullah değişmediği için kim ve kimler
مَاكَانَ
لِاَهْلِ
الْمَدينَةِ
وَمَنْ حَوْلَهُمْ
مِنَ الْاَعْرَابِ
اَنْ
يَتَخَلَّفُوا
عَنْ رَسُولِ
اللّهِ وَلَا
يَرْغَبُوا
بِاَنْفُسِهِمْ
عَنْ نَفْسِه
ذلِكَ
بِاَنَّهُمْ
لَا يُصيبُهُمْ
ظَمَاٌ وَلَا
نَصَبٌ وَلَا
مَخْمَصَةٌ
فى سَبيلِ
اللّهِ وَلَا
يَطَؤُنَ مَوْطِئًا
يَغيظُ
الْكُفَّارَ
وَلَا يَنَالُونَ
مِنْ عَدُوٍّ
نَيْلًا
اِلَّا
كُتِبَ
لَهُمْ بِه
عَمَلٌ صَالِحٌ
اِنَّ اللّهَ
لَا يُضيعُ
اَجْرَ الْمُحْسِنينَ
(120) وَلَا
يُنْفِقُونَ
نَفَقَةً صَغيرَةً
وَلَا
كَبيرَةً
وَلَا
يَقْطَعُونَ
وَادِيًا
اِلَّا
كُتِبَ
لَهُمْ
لِيَجْزِيَهُمُ
اللّهُ
اَحْسَنَ مَا
كَانُوا يَعْمَلُونَ
(121) وَمَا كَانَ
الْمُؤْمِنُونَ
لِيَنْفِرُوا
كَافَّةً
فَلَوْلَا
نَفَرَ مِنْ
كُلِّ فِرْقَةٍ
مِنْهُمْ
طَائِفَةٌ
لِيَتَفَقَّهُوا
فِىالدّينِ
وَلِيُنْذِرُوا
قَوْمَهُمْ
اِذَا
رَجَعُوا
اِلَيْهِمْ
لَعَلَّهُمْ
يَحْذَرُونَ
(122) يَا
اَيُّهَا
الَّذينَ
امَنُوا
قَاتِلُوا
الَّذينَ
يَلُونَكُمْ
مِنَ
الْكُفَّارِ
وَلْيَجِدُوا
فيكُمْ
غِلْظَةً
وَاعْلَمُوا
اَنَّ اللّهَ
مَعَ
الْمُتَّقينَ
(123) وَاِذَا
مَااُنْزِلَتْ
سُورَةٌ
فَمِنْهُمْ
مَنْ يَقُولُ
اَيُّكُمْ
زَادَتْهُ
هذِه ايمَانًا
فَاَمَّا
الَّذينَ
امَنُوا
فَزَادَتْهُمْ
ايمَانًا وَهُمْ
يَسْتَبْشِرُونَ
(124) وَاَمَّا
الَّذينَ فِى
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
فَزَادَتْهُمْ
رِجْسًا اِلى
رِجْسِهِمْ
وَمَاتُوا
وَهُمْ
كَافِرُونَ (125)
اَوَلَا
يَرَوْنَ
اَنَّهُمْ
يُفْتَنُونَ
فى كُلِّ
عَامٍ
مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ
ثُمَّ
لَايَتُوبُونَ
وَلَا هُمْ
يَذَّكَّرُونَ
(126) وَاِذَا مَا
اُنْزِلَتْ
سُورَةٌ
نَظَرَ
بَعْضُهُمْ
اِلى بَعْضٍ
هَلْ يَريكُمْ
مِنْ اَحَدٍ
ثُمَّ
انْصَرَفُوا
صَرَفَ
اللّهُ
قُلُوبَهُمْ
بِاَنَّهُمْ
قَوْمٌ
لَايَفْقَهُونَ
(127) لَقَدْ
جَاءَكُمْ
رَسُولٌ مِنْ
اَنْفُسِكُمْ
عَزيزٌ
عَلَيْهِ مَا
عَنِتُّمْ
حَريصٌ
عَلَيْكُمْ
بِالْمُؤْمِنينَ
رَؤُفٌ
رَحيمٌ (128)
فَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَقُلْ حَسْبِىَ
اللّهُ لَا
اِلهَ اِلَّا
هُوَ عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ
وَهُوَ رَبُّ
الْعَرْشِ الْعَظيمِ
(129)
M E A L İ:
120--
Medinelilere ve çevresinde olan bedevilere, savaşta ELLAH’ın Resulünden geri
kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü onlara ELLAH yolunda
erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık yahut Kâfirleri kızdıracak şekilde bir yere
ayak basmaları, yada bir düşmanı mağlup etmeleri gibi hal ve hareketlerin
hiçbiri yoktur ki, mukabilinde onlara sevap yazılmasın. Doğrusu ELLAH iyilik
yapanların ecrini zayi etmez. 121-- Az yada çok sarf ettikleri her şey,
yürüdükleri her yol, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine
vermesi için ELLAH hesaplarına yazar. 122--
müminlerin hepsi savaşa çıkacak değillerdir. İçlerinden her sınıftan bir
cemaat sefere çıkmalı, bir kısmı da Din hususunda vukuf kesb etmek, Dinin
ahkamını öğrenmek için çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini
uyarmalıdırlar. Ki, onlarda yanlış hareketlerden sakınmalarını sağlasınlar. 123--
Ey İmân edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizi kendilerine
karşı çetin bulsunlar. Bilin ki ELLAH Takva sahipleriyle beraberdir. 124-- Bir sûre
indirildiği zaman aralarında: Bu sûre hanginizin İmanını ziyade kıldı? Diyen
Münafıklar vardır. Oysa o sûre müminlerin İmanını ziyade kılmıştır. Onlar
sevinçleriyle birbirleriyle müjdeleşirler. 125-- Kalbinde maraz olanların ise,
bu süre ile mundarlıklarına mundarlık katılmış. Ve onlar Kâfir olarak ölmüştür.
126-- Onlar yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini
görmüyorlar mı? Böyle iken yine tevbe etmiyorlar. Ve ibret almıyorlar. 127--
Bir sûre indirilince onlar birbirlerine bakarlar: Acaba bizi bir gören mi var? Derler.
Sonra dağılıp giderler. Anlamaz bir kavim oldukları için ELLAH’da onların
kalplerini İmandan çevirdi. 128-- Yemin olsun, size kendinizden öyle bir
Resulüm geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze
çok düşkün olup Müminler için cidden Rauf ve Rahîm'dir. 129-- Şayet onlar yüz çevirirlerse deki: ELLAH bana
yeter. Ona dayandım, ona Tevekkül ettim. Ona güvendim. O ELLAH büyük arşın
sahibidir! Rabbidir!
M E R A M I:
Son Resule İmân eden Mümin isterse köylü olsun isterse
şehirli ELLAH ve Resulüne karşı kendilerine yüklenen sorumluluk aynıdır. Buna
karşılık ELLAH'tan alacakları sevapta aynıdır.
ELLAH yolunda sarf edilen en küçük şeyin karşılığı
hesapsız olur. Atılan bir adımın karşılığı cennet olur.
Hem ELLAH’ın sevabına nail olmak için, illa sefere çıkmak
gerekmez çünkü sefere çıkanların ilim, iaşe ve silahlarını temin için geri
kalanlar da sefere çıkanların aldığı sevabı aynısıyla alır.
Bu tertip üzere, müminleri savaşa ve savaş için sefere
ve sefer için lazımını temin etmeye hazırlayan ELLAH, İslama düşman olan en
yakın Kafirlerle savaşmayı uzak düşmanlardan öne alıyor.
Çünkü yakın düşmanlar, ELLAH’ın ayetlerini uzak
düşmanlardan önce duyarlar. Ama işitmez gibi davranırlar. İşitenleri de: Bu âyetler
ne demek istiyor? Ve kimin İmanını ziyade ediyor? Der.
Böylece yakın düşmanlar, gittikçe İslamın katmerli ve
mundar düşmanları olurlar.
Oysa ELLAH Kâfir ve Münafıkları –Ki, Münafıklar
İslamın en yakın düşmanları olup-- ELLAH
tarafından yılda birkaç defa musibetlere uyarılırlar. Ama uyanıp tevbe etmezler.
Tevbe etmedikleri için içlerinde sakladıkları menfi ve
sinsi düşmanlıklarını haber veren bir vaaz, bir söz işittiklerinde birbirlerine
bakıp: Acaba sen mi söyledin? Kim söyledi? Nerden biliyorlar diye taaccüp
ederler.
Oysa ELLAH, öyle bir Resul, öyle bir Kitab göndermiş
ki, samimi İmân eden müminleri, İmân ve İhlâs yolunda Âlim etmiştir. Evet, Mümin
ELLAH’ın ayetlerini, ELLAH’ın gayesi üzere anlayıp anlattığında, Münafıklar
sağa sola bakmaya mecbur kalır.
Buna rağmen: Bu sözler bize ELLAH’ın ikazıdır deyip
tevbe etmezler. Artı sinsi düşmanlıkta, hased ve kıskançlıkta daha da ileri
giderler. İşte ELLAH bu zalimlerin şerrinden samimi, Muvahhid Mü'minlerini Zatı
Kibriyasına Tevekkül etmeye, güvenmeye ve ELLAH bana yeter demeye ve benim
Rabbim büyük Arşın Rabbidir demeye dâvet ediyor. Ona Hamd olsun.
V E İ Z A H I:
İslam Şûrasının oturduğu şehir ve ona bağlı olan çevre
ahalisi, Halife’i Resulün emrinden dışarı çıkamaz. Hazerde, seferde Halife’i
Resule mallarıyla canlarıyla yardım için hazır dururlar ve durmalıdırlar. Hiç
kimse Şuura’i İslamın almış olduğu kararlara muhalif davranmada Hak sahibi
değildir. Bu yolda Halife’i Resulün emrinde olarak Mümin’e erişecek bir diken
batması da olsa karşılığında ecri mutlaka alınacaktır. Hem Padişahı Azamın
emriyle elçisine, elçisinin elçisine ve daha elçisine böylece Kıyâmete dek
gelecek elçisine itaat eden Mümin ecrini en üstün olarak Rabbinden alır. Az yada
çok bu yolda sarf ettikleri her şey, yürüdükleri her yol, yaptıkları her işin
karşılığını en güzel şekilde alırlar. Çünkü yaptıkları her şey hesaplarına
mahsup edilmiştir. ELLAH
İmdi bu âyetlerin izahı uzun hem de pek çok uzundurlar
ama biz Tevhide işaretle yetiniyoruz. Çünkü bir âyet, mufassalan Kur'ân'ın
tümüne şamildir. Kur'ân'ın tümü de, Muhtasar olarak bir ayettir ve bir ayettedir.
Öyleyse ELLAH’ın kelamı olan bu Kur'ân'a İnsanların ilmi idraki yetmez. Çünkü
insan mahluk olup fanidir. Ama insan Beka âlemine geçtiğinde bu Kur'ân'ı idrak
edecektir. Öyleyse insan, Beka âlemine geçmeden bu Kur'ân'ı yaşadığı hadiseler
muvacehesinde görebilenler, gördüğü kadar ve dili dönenler döndüğü kadar ELLAH’ın
yardımı ile izaha çalışır. İzaha çalışırken Nefsi Emmaresi kendine bir pay
çıkarmasa sevap alır. Şayet Nefsi Emmare kendine pay çıkarırsa zahmeti kendine
kalır. Çünkü Kur'ân'ın müfessiri yine Kur'ân'dır. Gün gelir devran döner,
tefsirler muallakta kalır. Öyle ki, o gelen devrin insanları: Bu tefsirler niye
yazılıp yapıldı der. Çünkü yaşadığı devrin derdine, küfrüne merhem olmazlar ve
olmuyorlar. Evet, kelam ELLAH’ın dır. Sübhan odur. Ondan gayrileri mahluk olup
noksandırlar.
Şimdi İnşâ ELLAH deriz: Dersimizde yerini alan bu Mübârek
âyetler, evi yıkılmış mülteci olmuş Müminler için Beyân edilmiş değillerdir.
Da, mülteci alan, evi sağlam, nizamı ayan, düzeni Beyân, Tevhidi sağlam, müminleri
ELLAH’a raam ve İmamları Hükmullah'a kurban olan Risâlet düzenine verilmiş
emirler olup: Akrabanı inzar et emriyle başlayıp, sırasıyla --DİN-- ELLAH’ın
oluncaya dek sürdürülmeye amir olan ELLAH’ın emirleridir. Bu emirler, ELLAH’ın
tek İlâh ve Rab olduğunu, ondan başka İlâh, Rab, Razık ve Hafız olmadığı
böylece ondan başka olan İlahlar, ELLAH’ın hakkını gasp ederek ELLAH’ı taklit
ettiğini duymayan bir insan kalmayıncaya kadar tebliğinin yapılmasını ve
inanmayıp diretenlere karşı sert olunmasını, Şirk ve Tevhid mücadelesinin şaka
yönünün olmadığını anlasınlar diye bu âyetler böyle Beyân edilmişlerdir.
Öyleyse Halife’i Resul ve müminleri gevşek, atıl, batıl olmamalıdır.
Hizbuşşeytan'a karşı sert ve tutarlı ve inandırıcı olmalıdırlar. Bu yolda zerre
taviz, geçmiş bütün inandıklarını yalana çevirir. Öyleyse yardım ELLAH’tan dır.
Ondan gayrilere güven duyulmamalıdır.
Çünkü ELLAH'tan gelen bu âyetler, müminlerin İmanını
ziyadeleştirip ELLAH’a güveni sağlamlaştırır. müminleri birbirlerine sevgi ile
yaklaştırıp müjdeleştirir. Böylece Halife’i Resule teslim ettirir. Öyleyse
böyle olmayan Müminler, Müşrik ve Münafıktırlar. Müşrik ve Münafıklar, İslam
var olduğu müddet İmandan ve ELLAH'tan razı olmazlar. Ama İslam olmayıp Tağut
idareyi eline aldığında, ELLAH'tan ve İmanlarından razı olurlar. Demek Şirk ve
nifak ruhtan ve manadan haberdar olmamak demektir. Tevhid'den, İhlâs'tan,
Riyadan anlamazlar demektir. Ama zahir olan dünya'yı iyi bilirler. Böylece Haşr’a,
Hesaba inanmayanlardan olurlar. İşte bu zalimlere bir sûre değil, yüz dört
Kitabın sûre ve âyetleri tesir etmez. Evet, tesir etmedi ki, ELLAH kalplerini
mühürleyip tağutu ve düzenini onlara sevdirdi. Öyle sevdirdi ki: Ruhsatı ile ELLAH
namına İbadet, Cihad ve Emri Maruf etmeye yöneltti. Öte yandan ELLAH Resulünü
Zatına has olan Rauf ve Rahîm sıfatıyla donatıp, gönderdiğini yemin tahtında
haber veriyor. Verilen bu habere göre, Müminler için Rauf ve Rahîm olan Resulullah
Kâfir, Müşrik ve Münafıklar için de Metin ve Cebbardır. Kim ne yapabilir? Zira
yaratan, gönderen ELLAH’tır. Onunla Dinini, Kitabını gönderen ELLAH’tır. Resulullah'ı
ve Kitabullah'ı ELLAH’ın gönderdiğine kimsenin zerre bir şüphesi yok. Ama
yinede Müşrik ve Münafıklar, tağutun ruhsatını terk edip Risâlet'e dönmezler,
dönmedikleri için, ELLAH Habibine şöyle sesleniyor: Ey Nebi! Kendini, ilmini,
örfünü, cemaatini sana teslim edemeyenler, Şeriatına raam ve Sünnetine tabi
olmayanlar için kendini helak mi edeceksin? Hayır, Seni Rauf ve Rahîm olarak
gönderdik. Nefsine zulmeden ve tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk ettiğine
inanan elbette ki sana ve Halifene ihtiyaç duyup teslim olmayacaktır. Öyleyse Kâfir
ve Münafıkların hali seni huzursuz etmesin de: ELLAH bana yeter, ben ona
Tevekkül ettim de... Çünkü o ELLAH büyük Arşın Rabbidir de... Zira sana teslim
olmamak suretiyle ELLAH'tan başka Rabler edinenler, edindikleri Rabler büyük
Arşın Rabbi olan ELLAH’ın mahluklarıdır. Mahluku Rab edinenin bu hali, Hâlık'ı
Rab edinene tesir etmez ve etmemelidir. Çünkü galibiyet daima büyük Arşın
sahibi olan ELLAH’a aittir. Elhemdulillah
Bize tevbe sûre’sini Refik eden ELLAH’a Hamd olsun.
Üzerine lütfü ile nasip ettiği izahı noksanı ile kabul etsin ÂMİN. Zira
deryadan bir damla olan bu izahları, ELLAH deryalar kadar bereketli ve Güneş
gibi nurlu Ay gibi hesaplı kılsın ve yıldızlar gibi yol gösteren pusula
eylesin. Bizi ve bu izahları kabul edenleri Nifaktan ve Şirkten ve Küfürden
beri alıp tevbeye yani Halife’i Resule dönmeye muvaffak kılsın ve Selat ve
Selamımızı Habibi Edibine, Resulü Muhammed Mustafa’sına her daim, öyle ki
gaflette olduğumuz zamanlarımızda da, ulaştırsın. ÂMİN.
EL HEMDULİLLAHİ REBBİL ÂLEMİN