11
HÛD SÛRESİ
بِسْمِ
اللّهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحيمِ
الر
كِتَابٌ
اُحْكِمَتْ
ايَاتُهُ
ثُمَّ فُصِّلَتْ
مِنْ لَدُنْ
حَكيمٍ
خَبيرٍ (1)
اَلَّا
تَعْبُدُوا
اِلَّا
اللّهَ
اِنَّنى
لَكُمْ مِنْهُ
نَذيرٌ
وَبَشيرٌ (2)
وَاَنِ
اسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُوا
اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ
مَتَاعًا
حَسَنًا اِلى
اَجَلٍ
مُسَمًّى
وَيُؤْتِ
كُلَّ ذى
فَضْلٍ
فَضْلَهُ
وَاِنْ
تَوَلَّوْا
فَاِنّى
اَخَافُ عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
كَبيرٍ (3)
اِلَى اللّهِ
مَرْجِعُكُمْ
وَهُوَ عَلى
كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(4) اَلَا
اِنَّهُمْ
يَثْنُونَ
صُدُورَهُمْ
لِيَسْتَخْفُوا
مِنْهُ اَلَا
حينَ يَسْتَغْشُونَ
ثِيَابَهُمْ
يَعْلَمُ مَا
يُسِرُّونَ
وَمَا
يُعْلِنُونَ
اِنَّهُ
عَليمٌ بِذَاتِ
الصُّدُورِ (5)
وَمَا مِنْ
دَابَّةٍ فِى
الْاَرْضِ
اِلَّا عَلَى
اللّهِ
رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ
مُسْتَقَرَّهَا
وَمُسْتَوْدَعَهَا
كُلٌّ فى
كِتَابٍ
مُبينٍ (6)
M E A L İ:
1-- Elif, Laam, Ra, bu
Kitab, âyetleri kesin kılınmış, sonrada Halim ve Habir olan ELLAH onu tafsil
etmiş. 2-- ELLAH'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye, muhakkak ki ben size
onun tarafından uyarıcı ve müjdeci olarak gönderildim. 3-- Hem Rabbinizden
mağfiret dileyin sonra ona tevbe edin de, belli bir süreye kadar sizi güzelce
geçindirsin. Fazilet sahibi olan herkese hakkını versin. Eğer yüz çevirirseniz
o zaman başınıza gelecek olan büyük günün azabından korkarım. 4-- Çünkü ancak dönüşünüz ELLAH’a dır.
O ELLAH her şeye Kadir'dir. 5-- Haberiniz olsun ki, onlar düşmanlıklarını
gizlemek için Nebinin karşısına iki büklüm olurlar. Elbiselerine büründükleri
zaman da dikkat edin, ELLAH onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.
Çünkü ELLAH kalplerde olanı bilendir. 6-- Yeryüzüne yürüyen hiçbir canlı yoktur
ki, Rızkı ELLAH’a ait olmasın. Onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini
bilir. Hepsi apaçık kitabdadır.
M E R A M I:
La mekân olan ELLAH tarafından, yeryüzü mekanında
iskan edilen insanlara, âyetleri kesin kılınıp en ince noktasına dek tafsil
edilerek gönderilmiştir bu Kur'ân...
Bunu gönderen ELLAH'tan
başkası İlâh edinilmesin ve bunu insanlara okuyan Resulünden ve Halifesinden
gayrısı İmam edinilmesin diye gönderilmiştir bu Kur'ân...
Çünkü ELLAH'tan gayrı İlâh ve Halife’i Resulden gayrı
İmam edinildiği takdirde, ELLAH’ın affı muhal olup muhaldir ve büyük günün
azabına uğramak bir Hak olup bir Hak'tır.
Çünkü en sonunda dönüş, her şeye Kadir olan ELLAH’a
dır.
Öyleyse onun Resulüne ve Halifesine düşmanlık
etmeyelim. Zira kalplerde olanları ELLAH bilir. Madem bilir İhlâs ile Nifaktan
uzak olarak İmân edelim.
Rızık endişesine kapılarak tağuta kulluk etmeyelim.
Çünkü her canlının Rızkı ELLAH’ın üzerine ait olup aittir. Hem ELLAH Rızka
muhtaç olanın yerini ve zamanını bilir. Ona Hamd olsun.
V E İ Z A H I:
Bilelim ki: ELLAH’ın tafsil ettiği Kitab, tafsil ve
tefsir istemez. Çünkü tafsil ve tefsir edilemez. Ne var ki, ELLAH’ın tafsilini
gözü olan görür, kulağı olan işitir, kalbi olan anlar. Zira koku almayana ağız
yoluyla koku koklatılamaz. Gözü olmayana, kulak yoluyla bir şey gösterilemez.
Kulağı olmayana, burun yoluyla bir ses duyurulamaz. Öyleyse aklı olmayana,
söylemekle akıl verilmez. Ancak aklı olana söylemekle bir şeyler öğretilir.
İşte aklı olanlara ELLAH'tan Muhkem ve Hâkim bir Kitab, âyetleri kesin,
Hükümleri Nafi, Adil, Müşfik bir Kitab... Buna İmân edip, bununla idare eden ve
idare olunan arttık sapmaz ve kimseyi sapıttırmaz.
Bu Kitab, içinde yaşadığımız Âlemi Kebirin
eczalarından vücut bulan, vücudu seğirimizin tafsilidir. Bu Mübârek Kitabı, ELLAH
içimizden bir Mübârek insan vasıtasıyla şaşıp şaşırtmamamız için, en fasih olan
Arap lisanı ile gönderdi. Artık buna İmân edip de, neye İmân ettiğini anlayan,
yani bu Kur'ân'ı anlayan zinhar bunun Teşriisinden gayrı Teşriilerle Hükmetmez
ve zinhar gayrı teşriilerle Hükmedenlerden ruhsat alıp Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid,
Mücahid ve Talebe olmaz. İlla olur, İmanından vaz geçmekle olur. Evet, yani
Müşrik olur. Çünkü ELLAH'tan başkasına kulluk etmek Haramdır. Öyleyse ELLAH'tan
gayrısına kulluk etmemek için, ELLAH’ın son Resulüne ve Halifesine ittiba etmek
Farzdır. Çünkü en sonunda dönüş ELLAH’a dır. Madem en sonunda Kadir olan ELLAH’a
dönülecek, daha ne diye onun son Resulüne İmân edip Halifesine teslim olmuyoruz?
Rızık endişesinden dolayı mı? Oysa yerde sürünen her canlının Rızkı ELLAH’a
aittir. ELLAH her canlının Rızkını yuvalarında kendilerine ulaştırır ve
ulaştırıyor. Öyle ki, Rızkına doğru onu koşturur ve koşturuyor. Çünkü o ELLAH
gökleri ve yeri Altı günde yaratandır. Okuyalım:
وَهُوَ
الَّذى
خَلَقَ
السَّموَاتِ
وَالْاَرْضَ
فى سِتَّةِ
اَيَّامٍ
وَكَانَ
عَرْشُهُ
عَلَى
الْمَاءِ
لِيَبْلُوَكُمْ
اَيُّكُمْ
اَحْسَنُ
عَمَلًا
وَلَئِنْ
قُلْتَ اِنَّكُمْ
مَبْعُوثُونَ
مِنْ بَعْدِ
الْمَوْتِ
لَيَقُولَنَّ
الَّذينَ
كَفَرُوا
اِنْ هذَا
اِلَّا
سِحْرٌ
مُبينٌ (7)
وَلَئِنْ
اَخَّرْنَا
عَنْهُمُ
الْعَذَابَ
اِلى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ
لَيَقُولُنَّ
مَا
يَحْبِسُهُ
اَلَا يَوْمَ
يَاْتيهِمْ
لَيْسَ
مَصْرُوفًا
عَنْهُمْ
وَحَاقَ
بِهِمْ مَا
كَانُوا بِه
يَسْتَهْزِؤُنَ
(8) وَلَئِنْ
اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ
مِنَّا
رَحْمَةً
ثُمَّ
نَزَعْنَاهَا
مِنْهُ
اِنَّهُ
لَيَؤُسٌ
كَفُورٌ (9)
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ
نَعْمَاءَ
بَعْدَ
ضَرَّاءَ
مَسَّتْهُ
لَيَقُولَنَّ
ذَهَبَ
السَّيَِّاتُ
عَنّى
اِنَّهُ
لَفَرِحٌ
فَخُورٌ (10)
اِلَّا الَّذينَ
صَبَرُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
اُولئِكَ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَاَجْرٌ
كَبيرٌ (11) فَلَعَلَّكَ
تَارِكٌ
بَعْضَ مَا
يُوحى
اِلَيْكَ
وَضَائِقٌ
بِه صَدْرُكَ
اَنْ
يَقُولُوا لَوْلَا
اُنْزِلَ
عَلَيْهِ
كَنْزٌ اَوْ
جَاءَ مَعَهُ
مَلَكٌ
اِنَّمَا
اَنْتَ
نَذيرٌ وَاللّهُ
عَلى كُلِّ
شَىْءٍ
وَكيلٌ (12) اَمْ
يَقُولُونَ
افْتَريهُ
قُلْ
فَاْتُوا
بِعَشْرِ سُوَرٍ
مِثْلِه
مُفْتَرَيَاتٍ
وَادْعُوا
مَنِ
اسْتَطَعْتُمْ
مِنْ دُونِ
اللّهِ اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقينَ (13)
فَاِلَّمْ
يَسْتَجيبُوا
لَكُمْ
فَاعْلَمُوا
اَنَّمَا
اُنْزِلَ بِعِلْمِ
اللّهِ
وَاَنْ لَا
اِلهَ اِلَّا
هُوَ فَهَلْ
اَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ
(14) مَنْ كَانَ
يُريدُ الْحَيوةَ
الدُّنْيَا
وَزينَتَهَا
نُوَفِّ اِلَيْهِمْ
اَعْمَالَهُمْ
فيهَا وَهُمْ
فيهَا لَا
يُبْخَسُونَ
(15) اُولئِكَ
الَّذينَ لَيْسَ
لَهُمْ فِى
الْاخِرَةِ
اِلَّا النَّارُ
وَحَبِطَ مَا
صَنَعُوا
فيهَا
وَبَاطِلٌ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
(16)
M E A L İ:
7-- Hanginizin Ameli
daha güzel olduğunu denemek için, Gökleri, Yeri Altı günde yaratan odur. Bundan
önce Arş’ı su üstünde idi. Yemin olsun: Siz ölümünüzden sonra dirileceksiniz
desen, Kâfirler mutlaka: Bu bir aldatmadan başka bir şey değildir
diyeceklerdir. 8-- Belli bir
zamana dek üzerlerinden azabı ertelesek bunu alıkoyan nedir? Derler. Haberiniz
olsun ki, o azap geldiği zaman asla dönmeyecektir. Alaya aldıkları şey onları
mahvedecektir. 9--
Tarafımızdan insana bir nimet tattırıp, sonra onu geri alırsak, yemin olsun o
ümitsiz ve nankör olur. 10-- Şayet
başına gelen bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, başımdan
musibetler gitti der. Ve şımarır, övünür. 11-- Sadece sabredip de güzel Ameller
işleyenlere, işte onlara mağfiret ve mükafat vardır. 12-- Müşrikler: Ona bir hazine indirilmeli yada
beraberinde bir Melek gelmeli değilmiydi? Demelerinden senin kalbin daralıp da,
sana vahy olunanların bir kısmını terk mi edeceksin? Sen ancak bir uyarıcısın.
Her şeye Vekil olan ELLAH’tır. 13--
Yoksa onu kendisi mi uydurdu? Diyorlar. Deki: Şayet doğru söylüyorsanız
onun surelerine uydurma on sûre getirin. Hem ELLAH'tan başka dostlarınızı da
çağırın. 14-- Söylediklerini
yapamazlarsa, bilin ki o ancak ELLAH’ın ilmiyle inzal edilmiştir. Ondan başka İlâh
yoktur. Daha Müslüman'lar niye olmuyorsunuz? 15--
Kim Dünyanın hayatını, ihtişam ve debdebesini isterse, onlara
Amellerinin karşılığını tamamen öderiz. Ve onlar bu hususta bir zarara
uğratılmazlar. 16-- Ama onlara Âhiret'te ateşten başka bir şey yoktur. Orda
bütün Amelleri boşa gitmiştir. Zaten yapa geldikleri şeyler hep boştur.
M E R A M I:
ELLAH insanların Rızklarını bizzat vasıtasız olarak Tekeffül etmiştir.
Ki, zayıf ve Rızka muhtaç olan insan, Rızkından dolayı kendisinden başkasına
güvenip kulluk etmesin diye, yine insanlar Rızık endişesinden dolayı insanlara
kulluk etmesinler diye, Gökler ve yer kendisinin olduğunu ve onları Altı günde
yarattığını bildirmektedir. Ki, insanlar Razıklarının güçlü kuvvetli olduğunu
bilsinler ve Rızık hususunda endişe taşımasınlar. Haliyle ölümden kurtulamayan
insanlar, tekrar dirileceklerine ve dirilten bir kuvvetin varlığına inansınlar
diye bu haberleri böyle vermektedir.
Öyleyse ELLAH’ın Razık ve dirilten olduğuna inanmayanlar, yada inanmış
olmasına rağmen Rızkından dolayı kula kulluk edenler, azaplarını görmek için
bir sureye dek beklemeye alınmışlardır.
Çünkü böylesi zalimler, nimetleri ELLAH'tan bilmediği için ona
şükretmez. Ve mihnetleri de ondan bilmediği için ELLAH’a tevbe ile dönmez.
Sadece nimetlerin ke
Ama her iki halde de, ELLAH’a güvenip teslim olanlar, yani nimetleri ve
mihnetleri ELLAH'tan bilip, nimete şükredenler ve mihnete sabredenler kurtulur.
Çünkü ELLAH’ın Resulüne İmân etmiş olup Halifesinin emrindeler. Böylece
Resulullah'ı ve Halifesini nahoş sözlerle üzmezler. Çünkü ELLAH’ın her şeye
vekil olduğunu bilirler.
Böylece Kur'ân'ın Kelamullah ve Muhammed Mustafa’nın da Resulullah
olduğuna İmân ettiği için, Kur'ân'ın insanlar tarafından uydurulamaz olduğunu
bilmişler.
Böylece Kur'ân'ı, ELLAH’ın İlmi ve Kelamı bildikleri için ELLAH’a
şükredenlerden olmuşlar. Haliyle ELLAH'tan başka İlâh edinmeyip Risâlet'e ve
Halifesine teslim olmuşlar.
ELLAH’a, Resulüne ve halifesine teslim olan şüphesiz Dünyanın
debdebesini ve ihtişamlı hayatını istemez ve sevmez. Ancak Rabbinden gayrısına
muhtaç olmamayı ister ve sever.
Çünkü Dünya hayatının süsüne kapılanlar, yarın Cehenneme gideceklerini
bilirler. Çünkü Dünya hayatının debdebesine takılanlar, makamının, rütbesinin
peşine düşerler ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine zinhar ELLAH’ın Rızası namına
teslim olmazlar.
V E İ Z A H I:
Öyleyse bilelim ki: Padişahın Dâvetine icabet etmemek ve Padişahın Dâvetine
icabet etmek için, Padişahın kullarından olan bir kuldan izin alıp Padişahın Dâvetine
icabet etmek, şüphe yok izin alınan kişiden, izin alan kişinin Dünya hususunda
matlubu vardır. Ki, Padişahın Dâvetine, onun kullarından birine sorup gidiyor yada
gitmiyor.
Öyleyse diyelim: Kıskançlık damarı ile sanatında mahir olan birini tenkit
etsen, tenkit ettiğin sanatkarda sana: Benim sanatımı tenkit ediyorsun, oysa
benim eserim ortadadır. Senin ise görünürde bir eserin yok, benim eserimi tenkit
etmek için, sende benim eserimden daha Mütekamilini ortaya koymalısın ki,
eserim hakkında yaptığın tenkit makbul olup kabul görsün. İmdi eseri tenkit
edilen müessir, eserini beğenmeyene: Haydi sende benim eserime benzer, yüzde on
nispetinde bir eser meydana getir. Hatta benden başka bütün müessirleri de
topla diye sanatı hususunda ferman okursa, tenkit edende tamam deyip eser
namına ortaya bir şey koyamıyorsa, lazımdır ki, tenkit ettiği eserin
müessirinden özür dilesin ve eseri pazarlayan pazarcıya teslim olup, bildiği ve
yaptığı bütün eserleri ve müessirlerini red etsin. İşte on dördüncü âyetin
izahı işarı olarak bu ve böyledir.
İmdi yedinci âyette: ELLAH’ın Kudret ve Azametini temsil eden --ARŞ--
tertemiz bir su üstünde idi. Sonra o sudan Ay, Güneş, Yıldızlar ve Yeryüzü
yarattı. Böylece ELLAH önce suyu yarattı, badehu o sudan bütün varlıkları
yarattı varlıklardan biri olan insan da aynı su ile yaratıldı. Ama insanı ELLAH
Arş’ı Azim'inden akıl, ruh, kalp ve sır ile donattı. Böylece bunlarla,
insanlardan hangisi daha güzel kulluk edeceğini denemeye aldı. Denemek için de,
bir günü altı vakte böldü. Bu vakitlerden ikisi günün tam ortasındadır. İkisi
de, Gün ile Gece incelip birleştikleri zamandadır. Geri kalan iki vakitten biri
de Gece, örttüğü zamandadır. İşte bu beş
vakit, İmanı muhafaza eden Namazın vakitleridir. Geri kalan bir vakit daha
vardır ki, oda Makamı Mahmud olup Muhammed Mustafa’ya aittir.
ELLAH Gökleri, Yeri Altı günde yarattığı için, Cum'a günü hariç,
günleri de altı gün olarak yaratmıştır. Ve Cum'a günü, diğer altı günün üzerine
Arş misali ve Makamı Mahmud misali getirilmiştir. Böylece ELLAH Cum'a günüyle
diğer günlere hükmeder olmuştur. Öyleyse Cum'a günü Halife’i Resule ve Bi’atlılarına
Mübârek olsun. Ama Cum'a gününe, Cumartesilere ihanet eden Yahudiler gibi
ihanet edenlere de, Cum'a günü lanet eder. Hem de Cum'a Arşullah'ı temsil
ettiği için yaptığı lanet hemen tesirini gösterir. Nasıl mı? İşte şöyle: Yahudi
ve Nasaraları taklit etmeleriyle maymunlaşırlar. Gerçi maymunlara maymunluk
yakışır ama insana maymunluk yani taklitçilik hiç ama hiç yakışmaz. Artı
maymunları taklit etmesi insana hiç yakışmaz. Ve daha artı son Dine İmân eden Müminlere,
Maymunlara itaat etmesi, ruhsatı ile Âlim, Âbid, şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe
olması hiç ama hiç yakışmaz. Öyleyse bunları kendilerine yakıştıran Müminler, Mümin
değillerdir. Mümin olup da taklit yoluyla İmanı kabul olunmayanlar, şüphesiz ELLAH’ın
nimetlerine şükretmez. Çünkü nimetleri ELLAH'tan bilmeyip Tağuttan bilir.
Okuyalım:
اَفَمَنْ
كَانَ عَلى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّه
وَيَتْلُوهُ
شَاهِدٌ
مِنْهُ وَمِنْ
قَبْلِه
كِتَابُ
مُوسى
اِمَامًا
وَرَحْمَةً
اُولئِكَ
يُؤْمِنُونَ
بِه وَمَنْ
يَكْفُرْ بِه
مِنَ
الْاَحْزَابِ
فَالنَّارُ
مَوْعِدُهُ
فَلَا تَكُ فى
مِرْيَةٍ
مِنْهُ اِنَّهُ
الْحَقُّ
مِنْ رَبِّكَ
وَلكِنَّ اَكْثَرَ
النَّاسِ لَا
يُؤْمِنُونَ
(17) وَمَنْ
اَظْلَمُ
مِمَّنِ افْتَرى
عَلَى اللّهِ
كَذِبًا
اُولئِكَ يُعْرَضُونَ
عَلى
رَبِّهِمْ
وَيَقُولُ
الْاَشْهَادُ
هؤُلَاءِ
الَّذينَ
كَذَبُوا عَلى
رَبِّهِمْ
اَلَا
لَعْنَةُ
اللّهِ عَلَى
الظَّالِمينَ
(18) اَلَّذينَ
يَصُدُّونَ
عَنْ سَبيلِ
اللّهِ
وَيَبْغُونَهَا
عِوَجًا
وَهُمْ بِالْاخِرَةِ
هُمْ
كَافِرُونَ (19)
اُولئِكَ
لَمْ يَكُونُوا
مُعْجِزينَ
فِى
الْاَرْضِ
وَمَا كَانَ
لَهُمْ مِنْ
دُونِ اللّهِ
مِنْ اَوْلِيَاءَ
يُضَاعَفُ
لَهُمُ
الْعَذَابُ
مَاكَانُوا
يَسْتَطيعُونَ
السَّمْعَ
وَمَا كَانُوا
يُبْصِرُونَ
(20) اُولئِكَ
الَّذينَ
خَسِرُوا
اَنْفُسَهُمْ
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَاكَانُوا
يَفْتَرُونَ
(21) لَاجَرَمَ
اَنَّهُمْ
فِى
الْاخِرَةِ
هُمُ
الْاَخْسَرُونَ
(22) اِنَّ
الَّذينَ امَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَاَخْبَتُوا
اِلى
رَبِّهِمْ
اُولئِكَ
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ
هُمْ فيهَا
خَالِدُونَ (23)
مَثَلُ
الْفَريقَيْنِ
كَالْاَعْمى
وَالْاَصَمِّ
وَالْبَصيرِ
وَالسَّميعِ
هَلْ
يَسْتَوِيَانِ
مَثَلًا
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
(24)
M E A L İ:
17-- Rabbinden açık bir delile mazhar olan,
ardınca Rabbi tarafından bir şahid gelen, daha öncede Mûsâ’nın Rahmet ve Rehber
olan Kitabını tasdik eden kimse başkaları gibi olur mu? İşte onlar İmân eder Kur'ân'a.
Her hangi bir kavim onu inkâr ederse onun yeri ateştir. Sende şüphe içinde olma
bundan. Doğrusu o Rabbin tarafından gelen bir haktır. Ama insanların birçoğu
inanmazlar. 18-- ELLAH’a karşı yalan
uydurandan daha zalim kim vardır? Bunlar Rablerinin huzuruna çıkartılırlar. Ve
şahitler: Rablerine yalan uyduran bunlardır. Bilin ki ELLAH’ın laneti bu
zalimlerin üzerinedir. 19-- Onlar ki, ELLAH’ın yolundan men ederler. Ve o yolu
eğri gösterip eğriltmeye çalışırlar. İşte Âhiret'i inkâr eden bunlardır. 20-- Bunlar yeryüzünde ELLAH’ı âciz
bırakamayacaklardır. ELLAH’a karşı gelebilen yardımcıları da yoktur. Azapları
kat, kat olacaktır. Onlar işitmeye tahammül edemezlerdi ve kendileri de gerçeği
göremezlerdi. 21-- İşte kendilerine yazık edenler bunlardır. Uydurdukları Şefiler
de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur. 22--
Âhiret'te büsbütün zarara uğrayanlar bunlardır. 23-- Doğrusu İmân edip
de Sâlih Amel işleyenler ve Âlemlerin Rabbine boyun eğenler, şüphe yok Cennet
ehlidirler. Hem de ebedi kalırlar orda. 24--
Bu iki zümrenin durumu: Kör ve sağır olan ile işiten ve görenin durumu
gibidir. Bunlar hiçbir olur mu? Öyleyse niye hala ibret almıyorsunuz?
M E R A M I:
Kör ve sağır olanlarla, işiten ve görenlerin arasında olan fark ne ise,
Resul ve Nebilerle diğer insanların arasına olan fark tıpkı o kadar ve öyledir.
Ve ELLAH’ın Hükümleriyle, Beşeri Hükümlerin arasına olan fark da tıpkı öyledir.
Öyleyse Risâlet'e, Halifesi yoluyla kim ve kimler uymadı ise onlar körlere ve
sağırlara uymuşlardır.
Böylece ELLAH’a yalan uyduranlardan olmuşlardır. Ve Resulullah'ın
şahadetiyle ELLAH’ın lanetini almışlardır.
Çünkü bu lanetliler, ELLAH’ın yolundan men edenler olup, ELLAH’ın
yolunu eğri gösterip eğritmeye çalışanlardır.
Bu sebeple ELLAH’ın lanetine uğrayıp, âciz olmayan ELLAH’ın Dünya ve Âhiret
cezasına uğramışlardır ve uğrayacaklardır. Zira ne Kur'ân'ı dinlediler, nede
kendileri akledebildiler.
Böylece kendileri kendilerine yazık ettiler.
Kendi kendine yazık edenler, Âhiret'te en büyük hüsrana kalacaklardır.
Çünkü Âhiret'te hüsrana uğramamanın yolu, son Resule İmân edip
Halifesine teslim olmaktan geçer. Böylece burda ne yapılırsa, o yapılanlar da Sâlih
Amel olur ve ebedi kalmak üzere Cennete yol bulunur.
Cennete giden ile Cehenneme giden bir olur mu? Kör ve sağır ile işiten
ve gören bir olursa işte bunlarda bir olur.
V E İ Z A H I:
Evvel ki Kitabları tasdik ederek gönderilen bu Kur'ân'a, ehli Kitab
olduğunu bilenler en önce İmân etmeliydiler. Resulullah'a İmân edip Halifesini,
Hilafetini devam ettirmeliydiler. Çünkü doğruları, doğrulayanı tekzip etmek,
doğrulamış oldukları her şeyi tekzip etmektir ve düşman etmektir. Böylece
Cehennemi yurt edinmektir. Çünkü Din, ferdi ve içtimai olarak, bütün insanlar
için siyasi ve ikti
Demek ELLAH’ın Hükümleriyle Hükmetmeyenler, o Hükümlerle Hükmetmeyi
eğri gösterip men edenler ve böylesi zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh,
Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar Âhiret hayatını inkâr edenlerdir. Dünya'ya
gönül verip ölümü çirkin görenlerdir. ELLAH’ı âciz bilip, âciz bırakmaya
çalışanlardır. Çünkü ELLAH için olması icap eden itaati tağuta yapıyorlar.
Yapmıyor mular? Yapıyorlar; Zira tağutun izniyle Cum'a kılıp Bayramlar
ediyorlar. Bütün bunlar ELLAH’ın, Resulünün ve Halifesinin izniyle yapılması
emredilen ibadetlerdir.
İmdi ELLAH’a yakıştırdıkları şeylere, ELLAH’a itaat edercesine itaat
edenler, itaat ettikleri Amir, Âlim, Âbid, Şeyh ve Mücahidlerin aleyhine
konuşulan sözlere ve yapılan işlere elbette ki tahammül edemezler. Çünkü
kendini ve tabi olduğunu istikamette bilirler. İşte kendilerine yazık edenler
bunlardır. Bunlar İmân ve Amellerinden zerre bir fayda göremeyeceklerdir. Ama
son Resule İmân edip Halifesinin etrafına olarak ELLAH’a yönelenlerin Amelleri Sâlih
olup Cennete gideceklerdir. Burada Beyân olunan İmanı ve Sâlih Ameli
yapamayanlar, yani Tevhide eremeyenler, resmen noter huzurunda Dinini, İmanını
satmış sayılır. Böylece ELLAH’ı bırakıp gayrı bir nesneyi onun yerine İlâh
edinmiş sayılır. ELLAH’da böylesi zalimleri kör ve sağır olan insanlara
benzetip: Gören ve işiten insan ile bu insan bir olur mu? Diye sorar.
Şimdi şu adam kördür, bu nedenle gideceği yeri görmez. Sen ona: Şöyle
dön ve şöyle git desen onu da işitmez. Böylece ona yapmak istediğin yardım
kabul görmediği için gayretin: Deniz ve tekne olmadığı yerde boşa kürek çekmek
oluyor. Sende kürek çekerek ki, yoruluyorum, öyleyse gören, işiten olup da her
nasılsa yolunu kaybeden öbür adama dönüp bari bunu kurtarayım diyorsun. Görüp
işiten olduğu için, onu teknene alabiliyorsun yada ona yolu tarif edip yol
ediyorsun.
Şimdi bu temsilden şunu anlıyoruz: Göz, kulak, akıl ve ilim varılacak
yere kılavuz bulmaya vesiledir. Yani akıl, göz, kulak ve ilim bizzat kılavuz
olamazlar. Sadece kılavuzu bulmaya vesile olurlar. Ne var ki, bunlar kılavuz
bulmaya meyyal olmayıp, kılavuz olmaya meyyal olup hem de kılavuz olmaya âşıktırlar.
Bunlar kılavuz olmaya âşık oldukları içindir ki, ELLAH’ın Resulü ve Hükümleri
ve Halifesi kabul görmedi. Oysa Risâlet ve Halifesi gören, işiten bir insan
olup gayrileri kör ve sağırdırlar. Körden, sağırdan İmam, Rehber olamayacağına
göre, gözü, kulağı, aklı olanlar ve ilmi olanlar Risâlet'e ve Halifesine
dönsünler. Ve dönelim ki, görür ve işitir olduğumuz halde kör ve sağırlardan
olmayalım. Okuyalım:
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
نُوحًا اِلى
قَوْمِه
اِنّى لَكُمْ
نَذيرٌ
مُبينٌ (25) اَنْ
لَاتَعْبُدُوا
اِلَّا
اللّهَ اِنّى
اَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
اَليمٍ (26)
فَقَالَ
الْمَلَاُ
الَّذينَ
كَفَرُوا مِنْ
قَوْمِه مَا
نَريكَ
اِلَّا
بَشَرًا
مِثْلَنَا
وَمَا نَريكَ
اتَّبَعَكَ
اِلَّا الَّذينَ
هُمْ
اَرَاذِلُنَا
بَادِىَ
الرَّاْىِ
وَمَا نَرى
لَكُمْ
عَلَيْنَا
مِنْ فَضْلٍ
بَلْ نَظُنُّكُمْ
كَاذِبينَ (27)
قَالَ يَا
قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ
اِنْ كُنْتُ
عَلى
بَيِّنَةٍ مِنْ
رَبّى
وَاتينى
رَحْمَةً
مِنْ عِنْدِه فَعُمِّيَتْ
عَلَيْكُمْ
اَنُلْزِمُكُمُوهَا
وَاَنْتُمْ
لَهَا
كَارِهُونَ (28)
وَيَا قَوْمِ
لَااَسَْلُكُمْ
عَلَيْهِ
مَالًا اِنْ
اَجْرِىَ اِلَّا
عَلَى اللّهِ
وَمَا اَنَا
بِطَارِدِ
الَّذينَ
امَنُوا
اِنَّهُمْ
مُلَاقُوا رَبِّهِمْ
وَلكِنّى
اَريكُمْ
قَوْمًا تَجْهَلُونَ
(29) وَيَا
قَوْمِ مَنْ
يَنْصُرُنى
مِنَ اللّهِ
اِنْ
طَرَدْتُهُمْ
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
(30) وَلَا
اَقُولُ
لَكُمْ
عِنْدى
خَزَائِنُ اللّهِ
وَلَا
اَعْلَمُ
الْغَيْبَ
وَلَا اَقُولُ
اِنّى مَلَكٌ
وَلَا
اَقُولُ
لِلَّذينَ تَزْدَرى
اَعْيُنُكُمْ
لَنْ
يُؤْتِيَهُمُ
اللّهُ
خَيْرًا
اَللّهُ
اَعْلَمُ
بِمَا فى
اَنْفُسِهِمْ
اِنّى اِذًا
لَمِنَ
الظَّالِمينَ
(31) قَالُوا يَا
نُوحُ قَدْ
جَادَلْتَنَا
فَاَكْثَرْتَ
جِدَالَنَا
فَاْتِنَا
بِمَا تَعِدُنَا
اِنْ كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِقينَ
(32) قَالَ اِنَّمَا
يَاْتيكُمْ
بِهِ اللّهُ
اِنْ شَاءَ
وَمَا
اَنْتُمْ
بِمُعْجِزينَ
(33) وَلَا يَنْفَعُكُمْ
نُصْحى اِنْ
اَرَدْتُ
اَنْ اَنْصَحَ
لَكُمْ اِنْ
كَانَ اللّهُ
يُريدُ اَنْ
يُغْوِيَكُمْ
هُوَ
رَبُّكُمْ
وَاِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
(34) اَمْ
يَقُولُونَ
افْتَريهُ
قُلْ اِنِ
افْتَرَيْتُهُ
فَعَلَىَّ
اِجْرَامى وَاَنَا
بَرىءٌ
مِمَّا
تُجْرِمُونَ
(35) وَاُوحِىَ
اِلى نُوحٍ
اَنَّهُ لَنْ
يُؤْمِنَ
مِنْ قَوْمِكَ
اِلَّا مَنْ
قَدْ امَنَ
فَلَا
تَبْتَئِسْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَ
(36) وَاصْنَعِ الْفُلْكَ
بِاَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
وَلَاتُخَاطِبْنى
فِى الَّذينَ
ظَلَمُوا اِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ
(37) وَيَصْنَعُ
الْفُلْكَ
وَكُلَّمَا
مَرَّ
عَلَيْهِ
مَلَاٌ مِنْ
قَوْمِه سَخِرُوا
مِنْهُ قَالَ
اِنْ
تَسْخَرُوا
مِنَّا
فَاِنَّا
نَسْخَرُ
مِنْكُمْ
كَمَا تَسْخَرُونَ
(38) فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
مَنْ يَاْتيهِ
عَذَابٌ
يُخْزيهِ
وَيَحِلُّ
عَلَيْهِ عَذَابٌ
مُقيمٌ (39)
حَتّى اِذَا
جَاءَ اَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُ
قُلْنَا
احْمِلْ
فيهَا مِنْ
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ
وَاَهْلَكَ
اِلَّا مَنْ
سَبَقَ
عَلَيْهِ
الْقَوْلُ وَمَنْ
امَنَ وَمَا
امَنَ مَعَهُ
اِلَّا قَليلٌ
(40) وَقَالَ
ارْكَبُوا
فيهَا بِسْمِ
اللّهِ
مَجْريهَا
وَمُرْسيهَا
اِنَّ رَبّى
لَغَفُورٌ
رَحيمٌ (41)
وَهِىَ
تَجْرى
بِهِمْ فى
مَوْجٍ كَالْجِبَالِ
وَنَادى
نُوحٌ
ابْنَهُ
وَكَانَ فى مَعْزِلٍ
يَا بُنَىَّ
ارْكَبْ
مَعَنَا وَلَا
تَكُنْ مَعَ
الْكَافِرينَ
(42) قَالَ سَاوى اِلى
جَبَلٍ
يَعْصِمُنى
مِنَ
الْمَاءِ قَالَ
لَا عَاصِمَ
الْيَوْمَ
مِنْ اَمْرِ
اللّهِ اِلَّا
مَنْ رَحِمَ
وَحَالَ
بَيْنَهُمَا
الْمَوْجُ
فَكَانَ مِنَ
الْمُغْرَقينَ
(43) وَقيلَ يَا
اَرْضُ
ابْلَعى
مَاءَكِ
وَيَا سَمَاءُ
اَقْلِعى
وَغيضَ
الْمَاءُ
وَقُضِىَ الْاَمْرُ
وَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْجُودِىِّ
وَقيلَ
بُعْدًا
لِلْقَوْمِ
الظَّالِمينَ
(44) وَنَادى نُوحٌ
رَبَّهُ
فَقَالَ
رَبِّ اِنَّ
ابْنى مِنْ
اَهْلى
وَاِنَّ
وَعْدَكَ
الْحَقُّ
وَاَنْتَ
اَحْكَمُ
الْحَاكِمينَ
(45) قَالَ يَا
نُوحُ
اِنَّهُ
لَيْسَ مِنْ
اَهْلِكَ
اِنَّهُ عَمَلٌ
غَيْرُ
صَالِحٍ
فَلَا
تَسَْلْنِ
مَا لَيْسَ
لَكَ بِه
عِلْمٌ اِنّى
اَعِظُكَ اَنْ
تَكُونَ مِنَ
الْجَاهِلينَ
(46) قَالَ رَبِّ
اِنّى اَعُوذُ
بِكَ اَنْ
اَسَْلَكَ
مَالَيْسَ لى
بِه عِلْمٌ
وَاِلَّا
تَغْفِرْ لى
وَتَرْحَمْنى
اَكُنْ مِنَ
الْخَاسِرينَ
(47) قيلَ يَا نُوحُ
اهْبِطْ
بِسَلَامٍ
مِنَّا
وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ
وَعَلى
اُمَمٍ
مِمَّنْ
مَعَكَ وَاُمَمٌ
سَنُمَتِّعُهُمْ
ثُمَّ
يَمَسُّهُمْ
مِنَّا
عَذَابٌ
اَليمٌ (48)
تِلْكَ مِنْ
اَنْبَاءِ
الْغَيْبِ
نُوحيهَا
اِلَيْكَ
مَاكُنْتَ تَعْلَمُهَا
اَنْتَ وَلَا
قَوْمُكَ
مِنْ قَبْلِ
هذَا
فَاصْبِرْ
اِنَّ
الْعَاقِبَةَ
لِلْمُتَّقينَ
(49)
M E A L İ:
25-- gerçekten Nûh’u kavmine göndermiştik de: Ben
sizin için apaçık bir Nezirim demişti. 26-- ELLAH'tan başkasına kulluk etmeyin,
doğrusu ben hakkınızda acıklı bir azaptan korkuyorum dedi. 27-- Bunun üzerine kavminin ileri
gelenleri: Biz seni bizim gibi bir insan görüyoruz, içimizden ancak ayak takımı
olanlar, önceden düşünmeden sana tabi olduklarını görüyoruz. Sizin bizden üstün
olan bir meziyetinizi de görmüyoruz ve biz sizi yalancı sanıyoruz dediler. 28--
Nûh dedi ki: Ey kavmim! Rabbim tarafından bir delilim bulunur, birde nezdinden
rahmet ihsan ederde, bunlar sizden gizli kalırsa, siz onu istemediğiniz halde
biz onu size zorla mi kabul ettireceğiz? 29-- Ey Kavmim! Dâvetime karşılık sizden
bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ELLAH’a aittir. Bana tabi olanları da
kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar. Ama ben sizi cahil bir
kavim görüyorum. 30-- Ey Kavmim! Ben onları kovarsam, ELLAH’a karşı beni kim savunur?
Hala düşünmüyor musunuz? 31-- Ben size: ELLAH’ın hazineleri elimdedir
demiyorum. Gaybide bilemem hor gördüklerinize ELLAH iyilik vermeyecek diyemem.
İçlerinde olan niyeti en iyi bilen ELLAH’tır. Yoksa şüphesiz bende zalimlerden
olurum. 32-- Onlar dediler ki: Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve çok uğraştın. Doğru
sözlü isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir. 33-- Nûh: Onu size dilediği takdirde ELLAH
getirir. Siz onu o zaman asla âciz bırakamazsınız. 34-- ELLAH sizi azdırmak
isterse, bende size nasihat etsem faydası olmaz. O sizin Rabbinizdir ona
döneceksiniz. 35-- Yoksa bunu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? Deki: Ben bunu
uydurduysam vebali bana aittir. Oysa ben sizin işlediklerinizden tamamen
uzağım. 36-- Nûh’a: Senin kavminden İmân edenlerden başka İmân edecek olan
yoktur. Onların işlediklerine üzülme. 37-- Da, gözetlememiz altında sana
vahyettiğimiz gibi gemiyi yap. Zalimler için bana niyazda bulunma, çünkü onlar
suda boğulacaktır diye vahyettik. 38-- Gemiyi yapmaya başladı kavminin ileri
gelenleri yanına uğradıklarında onunla eğlenirlerdi. Oda: Bizimle
eğleniyorsunuz ama bizde sizinle eğleneceğiz derdi. 39-- Rezil eden azabın kime
geleceğini ve sürekli azabın kime ineceğini göreceksiniz dedi. 40-- Nihayet
buyruğumuz gelip sular kaynamaya başlayınca: Her cinsten birer çift ve hakkında
Hüküm verilmiş olanın dışında kalanın çoluk çocuğunu ve sana İmân edenleri
gemiye al dedik. Ama onunla beraber pek az kimse olmuştu. 41-- Gemiye binin,
bunun yürümesi, durması ELLAH’ın adıyladır. Rabbin muhakkak Yargılayıcı ve
bağışlayıcıdır dedi. 42-- Gemi dağlar gibi dalgaların içinden onları
götürürken, bir kenarda ayrı kalmış oğluna Nûh: Bizimle beraber gel, Kafirlerle
birlik olma diye seslendi. 43-- Şu dağa
sığınırım, beni sudan kurtarır deyince Nûh: Bu gün ELLAH’ın Rahmetine
erişenlerden başkası için kurtuluş yoktur dedi. Ve aralarına dalga girdi. Oğlu da
boğulanlardan oldu. 44-- Yere suyunu çek, semayada: Ey Sema, sende tut denildi.
Su çekildi ve iş bitti. Gemi Cüdi de oturdu. Zalimler güruhu ELLAH’ın
Rahmetinden uzak olsun denildi. 45-- Nûh
Rabbine: Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdendi, senin vadin ise Haktır. Sen
hakimlerin en iyi Hükmedenisin demişti. 46--
ELLAH: Ey Nûh! O senin ehlin değildi. Çünkü o Sâlih olmayan Amel
işlemişti. Öyleyse bilmediğini benden isteme ki, cahillerden olmayasın. 47--
Rabbim, bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamazsan
hüsrana uğrayanlardan olurum dedi. 48--
Ey Nûh! Bizim katımızdan selametle in. Sana ve seninle olanlara hayr ve
bereketler olsun denildi. Ama birçok ümmetlerde var ki, onları geçindireceğiz.
Sonra can yakıcı azaba sokacağız. 49--
İşte bunlar gayb'ın haberlerindendir ki, onları sana vahy ediyoruz. Ne
sen, nede kavmin daha önce bunları bilmezdiniz. Öyleyse sabret sonuç
muttakilerindir.
M E R A M I:
Okuduğumuz bu ayetlerden şayet bir şey anlamışsak, hemen tağutu inkâr
etmek için Risâlet'e yani Resulullah'a İmân edelim ve Halifesine Bi’at kaydı
ile teslim olalım. Böyle etmediğimiz takdir de Nûh’a karşı gelip badehu suda
boğulup Cehenneme gidenlerden oluruz.
Çünkü Halife’i Resule dönmediğimiz takdir de şüphesiz ELLAH'tan
başkasını İlâh edinip kulluk edenlerden oluruz. Haliyle Nûh kavminin başına
gelenler, başımıza gelir.
Zira tağutu inkâr etmek için, son Resule İmân edip Halifesine teslim
olmayanlar, Resulullah'ı kendinden farklı görmeyenlerden olur. Ve ona İmân
edenleri de ayak takımı sayar. Yani İslama ve Mü'minlerine irtica der.
Oysa Resulullah, Risâletine dair Beyân ve beyyinelerini ortaya
koymuştur. İşte bu Kur'ân onun Risâletine delil olup elimize kalmıştır.
Ve elimize kalan Kur'ân'a dair kimselere bir ücret vermek
emredilmemiştir. Kim son Resule İmân edip Halifesine teslim olursa onun ecri ELLAH’a
ait olmuştur.
Öyleyse ELLAH, Resulüne İmân edip Halifesine tabi olan Mü'minlerine
ücret vermede soyuna, suretine, rengine, diline ve sanatına bakmayıp İmanda ve
teslimde olan İhlasına bakar. Öyle ise Halife’i Resul da, ELLAH’ın nazarında
iyi olan müminleri, suretlerine göre ve soylarına göre değerlendirmez.
Çünkü Halife, Resulullah'ın yerine kaim olduğu için, Resullerin
fakirlere, körlere verdiği değeri vermeye mecburdur. Zira elinde olan Hüküm ve
hazineler ELLAH’ın olup kendinin değillerdir. Hem Halife’i Resul, Resuller
gaybı bilmediği gibi gaybı bilmez. Madem bilmez. Soyca, suretçe üstün
görünenlere değer veremez.
Lâkin üstün görünmek isteyen zalimler, kendilerini avam sayılan
insanlarla bir tutulmalarını hazmedemeyip Risâlet'e ve Halifesine
düşmanlıklarını arttırırlar.
Ama ELLAH, Resullerine yaptığı yardımı onun Halifesine de yapar. Ve onu
düşmanların şerrinden korur. Çünkü koruyan ve yardım eden
Öyleyse ELLAH dilemeyince kimse son Resule İmân edip Halifesine teslim
olmayı ve ELLAH’ın Razı olacağı şekilde Amel etmeyi beceremez. ELLAH dilediğini
azdırır ve dilediğini irşad eder.
ELLAH’ın azdırdıklarına gelince, onlar Kur'ân'ı Muhammed Mustafa’nın
uydurduğunu, yazdığını derler. Belki böyle demezler, lâkin tağutun hüküm ve
düzenini birrıza kabul ettikleri için ve ruhsatı ile ELLAH’a yöneldikleri için
böyle diyenlerden olurlar.
Kur'ân'ı ELLAH’ın Kelamı bilip de, Tağuttan ruhsat alma sebebi ile Kur'ân'ı
Muhammed uydurdu ve yazdırdı diyenler gibilerden olanlar, bilelim ki bunlar
bundan böyle artık İmân etmezler.
Öyleyse Nûh’un gemisine temsilen bir gemi yapmak suretiyle, yani Hicret
edip cemaati İslamı teşkil etmek suretiyle, Kur'ân'ı Muhammed uydurdu
diyenlerden, der gibi davrananlardan ayrılmak Farzdır. Kim bu Farzı işlemese
onlarda, Nûh’un gemisine binmeyip helak olanlar gibi helak olur ve olmuşlardır.
Ne var ki ayrılıp Nûh’un gemisi misali cemaatini teşkil edenleri diğer
insanlar kendine düşman seçer. Bizden ayrıldılar, bizi beğenmiyorlar derler.
Diğer bir kısımları da, bunlarla eğlenirler.
Ama en sonunda zelil eden azap, bu Mütekebbirlerin üzerine gelir.
Kendileriyle eğlenilenlerde Biiznillah kurtulur.
Nitekim Nûh’un Müstekbir kavmi, Nûh ve Müminlerle eğlendiler ama
kendileriyle eğlenilenlerin hürmetine ELLAH onları meşhur tûfân ile yok etti.
Nûh’a İmân edenler, Nûh’un gemisi sayesinde kurtuldu. Çünkü o geminin
yürümesi ve durması ELLAH’ın adıyla idi.
Yani o geminin Serdarı, ELLAH’ın Hükümleriyle içinde olanları idare
ederdi.
Ki, Dağlar kadar dalgaların içinden, içindekileri selamet sahiline
doğru iletirken, Nûh, kendi Risâletine İmân etmeyen oğluna son defa İmân etmeyi
teklif etti. Oğlu kabul etmeyince Babasının gözü önünde boğulup gitti. Demek
insanı hür iradesiyle Resulullah'a yaptığı İmandan sonra Halifesine teslim
olmak kurtarır.
Nitekim Nûh’un oğlu İmân yapmayıp, kendine güvendiği için, yani
Halife’i Resule teslim olmayıp tağuta teslim olduğu için geberip gitti.
Ardından sular çekildi. ELLAH’ın adıyla yürüyen gemi yine ELLAH’ın
adıyla Cüdi de oturdu. İçinde olan Müminlere düşman olan bir tek zalim kalmamak
suretiyle --FEKILE BUĞDEN LİL KAVMİ ZALİMİNE--
zalimler uzak olsun denildi.
Zalimler helak olup gemi ve içindekiler selamete çıktıktan sonra,
oğluna dahi Şefaat edemeyen Nûh, neden Şefaat edemediğini, tam bir ilim ve edep
ile Rabbine ki, onun Rabbi bizimde Rabbimizdir. Ona Hamd Olsun sormasına rağmen
çok sert bir cevap aldı.
Şöyle ki: Hayır, ELLAH dilemeyince sen ne Hadi olabilirsin ne Şefii...
Oğluna gelince o ELLAH ve Resul düşmanı olup tağutun dostu ve memuru idi.
Haliyle İmân ve amelleri gayrı Sâlih idi. Öyleyse böylesi zalimler için benden
af dileme ki, cahillerden olmayasın. Velev ki, Baban velev ki, oğlun olsa bile.
Bunun üzerine Nûh, tevbe edip böylesi zalimler için velev ki, oğlu da
olsa af dilemeyeceğine dair ELLAH’a söz verdi. Oğlu namına düştüğü hatadan af
diledi.
Badehu Hayır ve bereketler dünyasına gemiden selametle indiler. Ama bu
gün bu insanlar o gemiden inenlerin zürriyetlerinden olmalarına rağmen ELLAH’ın:
Birçok Ümmetler var ki, onları geçindirip sonra Cehenneme sokacağım dediği
insanlardan oldular. Çünkü ne Nûh’un Halifesi İmamlarıdır, ne de Nûh’un gemisi
devlet ve hükümetleridir.
Oysa Nûh’un Halifesi ve gemisi terk edilmesin diye, ELLAH kimsenin bilmediği
bu haberleri bizlere Beyân ediyor. Ve bunları bizlere okuyanın da, Nûh gibi
kendinin Resulü olduğunu demiş oluyor. Çünkü ne Resulü, ne de insanlardan biri Nûh
ve kavminin yanından gelmiş değildir. Öyleyse Muhammed Mustafa’ya İmân
etmeyenler ve İmân edip de Halifesine ve Şeriatına düşman olanlar ve bu açık
düşmanların ruhsatı ile ibadet, ilim, cihad, zikir, fikir için ELLAH’a
yönelenler Nûh’un Risâletini kabul etmeyenler gibi, Muhammed Mustafa’nın da Risâletini
kabul etmiş sayılmazlar. Demek mümin değillerdir
V E İ Z A H I:
Resulullah'a İmân etmiş olmasına rağmen, tağutun ruhsatı ile ELLAH’a
yönelerek İmân etmiş sayılmayanların Aklı, İlmi, Gözü ve Kulağı olduğuna Hükm olunamaz.
Zira başına göz ve kulak olup da, kalbinde göz ve kulak olmayanlar şüphe yok Resulullah,
kendisi gibi bir insan olduğu için ona ya İmân etmez, yada İmân etmiş olmasına
rağmen Halifesine, Şeriatına uymaz ve uymayan zalimlerin ruhsatı ile ELLAH'tan
başka İlâh yoktur dediği ELLAH’a ibadete yönelir. Böylece Nûh’un kavmi, Nûh ile
kavga ettiği gibi, Resulullah ile kavga etmiş olur. Çünkü Risâlet ile insanı
kavga etmeye sevk eden illet yukarıda Nûh’un kıssasında okuduğumuz âyetlerde
belirtilen illetlerdir. Ne var ki, bu illetler Resulullah gibi ELLAH’a eş
koşmayarak ve ELLAH’a eş koşulmaması için yola çıkıldığında, kendini gösterip
Tevhidi düzen için yola çıkanlara engel olmaya çalışılır. Ama tağutun ruhsatı
ile yola çıkıldığında, ELLAH’a eş koşulduğu için yola çıkanlar tebrikle,
makamla ve maaşla karşılık bulur. İşte bunlar Müşrik oldukları için, Tağuttan
bu karşılıkları görürler. Böylece bu zalimler tağutun emriyle emri altına
olarak Kur'ân'a uymayı bir maharet, bir ibadet ve bir ilim bilirler. Oysa Risâlet
yolu, Tağuttan tamamen doğu ve batı misali uzak olmakla uzaktır. Çünkü bütün Resuller
Tağuttan uzak olmuşlardır. Öyleyse Risâlet'e ve Halifesine uymadan Tağuttan
uzak olmak mümkün değildir. tağuttan uzak olmayınca da İmandan, Amelden elde
bir şey kalmaz. Çünkü Şirk ile karışık olan İmân ve Amel kabul görmez. Çünkü ELLAH’ın
Dini, tağutun Dinine sıva, boya edilmiştir. Da, onun için kabul görmez.
İşte Nûh’un gemisi misali, bu sıvacılardan cemaatleşerek ayrılmak
lazımdır. Bu çareye başvurmayan Mümin İmân ile ölemez. Çünkü suda boğulur ve
Cehenneme gider. Çünkü Risâleti kabul etmeyip Halifesine teslim olmayanın Ameli
yoktur. Olanlar gayrı salihtir. Zira Sâlih olmayan düzen ve hükümlerin
şemsiyesi altına yapılanlar elbette ki Sâlih amel olmaz. Çünkü gayrı Sâlih olan
düzenin istikrarına mahsub olurlar. Öyleyse İmân ve Ameli iptal eden böylesi
Müşrik düzenler, Müminlerce iptal edilmeleri Farzdır. İptal edilemiyorsa, bu
sefer Müminler kendi aralarında cemaatlerini teşkil etmeleri farzdır. Bu Farzın
ikinci adi ise Ehlibeyt'tir ve üçüncü adı: Nûh’un gemisidir. Bu gemiye girmek
için
Kim bu Kitabeyi okumayıp, Resulullah'ın düşmanlarını yani yahudi ve
Nasaraları dost edinirse ve onları dost edinenlerin ruhsatı ile Resulullah'ı
dost edinirse ve Resulullah'ın dostlarının dostlarını dost edinirse, dost
edinmeye çalışırsa işte onlar Sıla bağını kesmiş olurlar. Yani İmân bağını ve
İslam kardeşliğini kesmiş olurlar.
Şimdi bilelim ki, izah ettiğimiz bu surenin bu kıssası insanlar
tarafından bilinmesi mümkün olmayan gayb haberlerindendir. Öyleyse bu haberleri
veren ELLAH’tır ve ELLAH bu haberlerini vahyettiği Zatı Ahmed de onun son
Resulüdür. Madem son Resulüdür, insan olan ona İmân eder ve Halifesinden
gayrisine itaat etmez. Çünkü yaptığı İmân onun Halifesinden gayrisine itaat
etmeye manidir. Öyleyse: --ELLEZİNE YU’MİNUNE BİL GAYBİ-- yani İmân edebilmek
için Gayb’a İmân etmek lazımdır. Hem gayb’a İmân, İmanın tamamıdır. Ve ilmin
dörtte üçüdür. Öyleyse Gayb’a şuhud derecesine İmân etmeyenler, hayvandır ve
yediği ottur. İbadet namına yaptıkları po
وَاِلى
عَادٍ
اَخَاهُمْ
هُودًا قَالَ
يَا قَوْمِ
اعْبُدُوا
اللّهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
اِلهٍ
غَيْرُهُ
اِنْ
اَنْتُمْ
اِلَّا
مُفْتَرُونَ
(50) يَا قَوْمِ
لَا
اَسَْلُكُمْ
عَلَيْهِ اَجْرًا
اِنْ
اَجْرِىَ
اِلَّا عَلَى
الَّذى
فَطَرَنى
اَفَلَا
تَعْقِلُونَ
(51) وَيَا قَوْمِ
اسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ تُوبُوا
اِلَيْهِ
يُرْسِلِ
السَّمَاءَ
عَلَيْكُمْ
مِدْرَارًا
وَيَزِدْكُمْ
قُوَّةً اِلى
قُوَّتِكُمْ
وَلَا
تَتَوَلَّوْا
مُجْرِمينَ (52)
قَالُوا يَا
هُودُ مَا
جِئْتَنَا
بِبَيِّنَةٍ
وَمَانَحْنُ
بِتَارِكى
الِهَتِنَا
عَنْ
قَوْلِكَ
وَمَا نَحْنُ
لَكَ
بِمُؤْمِنينَ
(53) اِنْ نَقُولُ
اِلَّا
اعْتَريكَ
بَعْضُ
الِهَتِنَا بِسُوءٍ
قَالَ اِنّى
اُشْهِدُ
اللّهَ وَاشْهَدُوا
اَنّى بَرىءٌ
مِمَّا
تُشْرِكُونَ
(54) مِنْ دُونِه
فَكيدُونى
جَميعًا
ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
(55) اِنّى
تَوَكَّلْتُ
عَلَى اللّهِ
رَبّى
وَرَبِّكُمْ
مَامِنْ
دَابَّةٍ اِلَّا
هُوَ اخِذٌ
بِنَاصِيَتِهَا
اِنَّ رَبّى
عَلى صِرَاطٍ
مُسْتَقيمٍ (56)
فَاِنْ
تَوَلَّوْا فَقَدْ
اَبْلَغْتُكُمْ
مَااُرْسِلْتُ
بِه
اِلَيْكُمْ
وَيَسْتَخْلِفُ
رَبّى قَوْمًا
غَيْرَكُمْ
وَلَاتَضُرُّونَهُ
شَيًْا اِنَّ
رَبّى عَلى
كُلِّ شَىْءٍ
حَفيظٌ (57) وَلَمَّا
جَاءَ
اَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
هُودًا
وَالَّذينَ امَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَنَجَّيْنَاهُمْ
مِنْ عَذَابٍ
غَليظٍ (58)
وَتِلْكَ
عَادٌ
جَحَدُوا
بِايَاتِ
رَبِّهِمْ
وَعَصَوْا
رُسُلَهُ
وَاتَّبَعُوا
اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ
عَنيدٍ (59)
وَاُتْبِعُوا
فى هذِهِ الدُّنْيَا
لَعْنَةً
وَيَوْمَ
الْقِيمَةِ
اَلَا اِنَّ
عَادًا
كَفَرُوا
رَبَّهُمْ
اَلَا بُعْدًا
لِعَادٍ
قَوْمِ هُودٍ
(60)
M E A L İ:
50-- Ve Ad kavmine de
kardeşleri Hûd’u gönderdik: Ey kavmim! ELLAH’a ibadet edin. Sizin ondan başka İlâhınız
yoktur dedi. Yoksa
M E R A M I:
Bilelim ki: ELLAH’ın Rızasını talep etmek için, ataları tarafından Tevhid'den
çıkarılıp Şirk’e batırılmış olan Din’e sarılıp da, Risâlet'e, Halifesine ve
Teşriiullaha karşı çıkanlar, yani Vatan, Millet namına Risâlet Dinine karşı
çıkanlar, Ümmetçilikten vaz geçip Ulusçuluğa dönenler, Ad kavmi gibi ELLAH’ın
ayetlerini, Resulünü ve Halifesini bile bile inkâr edenlerden olur ve
olmuşlardır. Ve bile bile her zorbanın peşine takılıp gidenlerdir. Ama yine Ad
kavmi gibi, Rablerini inkâr edip ELLAH’ın Rahmetinden mahrum kalanlardır
bunlar.
Nitekim Ad Kavmine gönderilen Hûd, bu Beyânları Kavmine açık, açık Beyân
etti. Ama Kavmi inanıp Hûd (a.s.)’a Müslüman olmadı. Oysa Hûd, onlardan Müslüman
olmaları için bir ücret istemedi. Buna rağmen onlar zorbalara ücret verip
peşlerinden koşar adım olarak teslim oldular.
Haliyle ELLAH'tan mağfiret dilemeyip, ücret verip teslim oldukları
Krallardan mağfiret, yardım bekler oldular. Tevbe ile Hûd (a.s)’a teslim
olsunlar diye ELLAH yağmurunu onlara vermedi. Ama onlar yağmurun gelmeyişini
iklim şartlarına yordukları için Cehenneme gittiler.
Çünkü o zalimler, Hûd’un Risâletini kabul etmeleri için ondan, büyük
mucizeler istediler. Oysa onun Resulullah olduğunu Amir ve Âlimleri biliyordu.
Ama atalarının yollarını, düzenlerini bırakmamaları için Hûd’un Risâletini bile
bile inkâr ettiler.
Hem bir kısım İlahlarımız, yani izlerini, yollarını izledikleri,
yürüdükleri kişilerden bazılarının Ruhaniyetleri, Hûd onların Din'lerine,
Tarıklarına, Hiziplerine ihanet ettiği için, Hûd’u çarptı dediler. Çünkü Din’e dâvet
verenin Dâvetini kabul etmemek için, onun karşısına Din ile çıkılır. Çünkü
ekmek isteyene ekmek verilir. Ekmek isteyene su verilmez.
Ama ekmek verenlerin vermiş oldukları ekmeklerin içten çürük ve zehirli
olduğunu bilen Hûd, onlara: Ekmeklerinin çürük ve zehirli olduğunu deyince
onlar tahammül edemeyip saldırdılar. Evet, saldırdılar ki, Hûd onlara dedi:
Hepiniz birlikte bana tuzak kurun ve mühlette vermeyin.
Ben ise
Buna rağmen siz yine bana düşmanlıkta ısrar ederseniz, zaten ben size
görevimi itmam etmişimdir. Artık kabul etmemeniz halinde ELLAH sizin yerinize
başkalarını getirmeye Kadir'dir dedi.
Onlar Hûd ve Mü'minlerinin üzerine işkencelerini arttırdı. ELLAH’da
zalimleri, yani Hûd’u çarpan bazı Ruhların feyzinden müstefit olanları ve bu
halleriyle Kralın her emrini Din ve Din'den bilenleri helak edip Hûd’u ve Mü'minlerini
ağır işkencelerden kurtardı.
Çünkü zalimler, kardeşleri Hûd’un Resulullah olduğuna hiç şüpheleri yoktu.
Ki, ELLAH onları şiddetle cezalandırdı. Ve ELLAH onları Rahmetinden
uzaklaştırdı.
Haliyle Dünya ve Âhiret'te lanete uğradılar. Çünkü Rablerini inkâr
ettiler.
V E İ Z A H I:
Düzeni ve hükümleri beşeri olan toplumun İlâhı, Rabbi, Razığı ve Hafızı
da şüphesiz düzenin sahibi olan Tağut olur. tağutun emrinde bir memur olarak,
Dini İslamdan, İmandan, İhlâs'tan, Tevhid'den, Adaletten, Helalden ve Haramdan
konuşmak
Hûd, bu tebliğini tekrar ve tekrar söylediğinden olacak ki, ağır
hakaret ve işkencelere uğradılar. Kim bilir bu nedenle ve bu uğurda ne Müminler
işkence altında can verdi. Ve kim bilir nice Müminler, işkencelere dayanamayıp
İrtidat etti. Ki, ELLAH: Biz onları ağır işkencelerden kurtardık buyuruyor. Ve
bile bile Rablerinin ayetlerini inkâr edenleri de helak ettiğini duyuruyor.
Oysa bu zalim kavmin üzerinden uzun bir fetret devri geçmiş değildi. Buna
rağmen bile bile Şeriatullah'ı ve Halife’i Resulü lağv edip Yahudi ve
Nasaraların yoluna dikilen putların izinden Hidayeti bulacağız dediler. Böyle demek,
böyle inanmak Kavmi Hûd gibi ELLAH’ın Rahmetinden uzaklaşarak lanetine
uğramaktır. Bu lanetlilerden ruhsat alarak, ELLAH’a yönelmek, bu lanetlilerin
istikamette olduklarını kabul edip, kabul ettirmektir. Ve ELLAH’a: Sen Dinini
yanlış gönderdin biz ise o yanlışı düzelttik demiş olur. Ki, Şeriatsız,
Halifesiz olarak tağutun ruhsatı ile Cemaatler halinde ELLAH’a ibadetler
ediliyor, Cuma’lar kılınıp, Bayramlar kutlanıyor. İşte bunlar, ELLAH’ın Dininin
yanlışlarını düzeltmektir. Ama tağutun Hâkimiyeti altında kalan Müminler,
Tağuttan uzak, kendi aralarında içlerinden ittifakla seçtikleri bir İmamın
Riyasetinde Cum'a kılıp, cemaat olmak esas olan bir sünneti yok olduktan sonra
ihya etmektir. Nitekim Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz: Ümmetim Fe
وَاِلى
ثَمُودَ
اَخَاهُمْ
صَالِحًا
قَالَ يَا
قَوْمِ
اعْبُدُوا
اللّهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
اِلهٍ
غَيْرُهُ
هُوَ
اَنْشَاَكُمْ
مِنَ الْاَرْضِ
وَاسْتَعْمَرَكُمْ
فيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ
ثُمَّ
تُوبُوا
اِلَيْهِ اِنَّ
رَبّى قَريبٌ
مُجيبٌ (61)
قَالُوا يَا
صَالِحُ قَدْ
كُنْتَ فينَا
مَرْجُوًّا
قَبْلَ هذَا
اَتَنْهينَا
اَنْ نَعْبُدَ
مَا يَعْبُدُ
ابَاؤُنَا
وَاِنَّنَا لَفى
شَكٍّ مِمَّا
تَدْعُونَا
اِلَيْهِ
مُريبٍ (62)
قَالَ يَا
قَوْمِ
اَرَاَيْتُمْ
اِنْ كُنْتُ
عَلى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبّى وَاتينى
مِنْهُ
رَحْمَةً
فَمَنْ
يَنْصُرُنى
مِنَ اللّهِ
اِنْ
عَصَيْتُهُ
فَمَا
تَزيدُونَنى
غَيْرَ
تَخْسيرٍ (63)
وَيَا قَوْمِ
هذِه نَاقَةُ
اللّهِ
لَكُمْ ايَةً
فَذَرُوهَا
تَاْكُلْ فى اَرْضِ
اللّهِ وَلَا
تَمَسُّوهَا
بِسُوءٍ فَيَاْخُذَكُمْ
عَذَابٌ
قَريبٌ (64)
فَعَقَرُوهَا
فَقَالَ
تَمَتَّعُوا
فى دَارِكُمْ
ثَلثَةَ اَيَّامٍ
ذلِكَ وَعْدٌ
غَيْرُ
مَكْذُوبٍ (65) فَلَمَّا
جَاءَ
اَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
صَالِحًا
وَالَّذينَ
امَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَمِنْ
خِزْىِ
يَوْمِئِذٍ
اِنَّ رَبَّكَ
هُوَ
الْقَوِىُّ
الْعَزيزُ (66)
وَاَخَذَ
الَّذينَ
ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
فَاَصْبَحُوا
فى
دِيَارِهِمْ
جَاثِمينَ (67)
كَاَنْ لَمْ
يَغْنَوْا
فيهَا اَلَا
اِنَّ
ثَمُودَا
كَفَرُوا
رَبَّهُمْ
اَلَا
بُعْدًا
لِثَمُودَ (68)
M E A L İ:
61-- Semud Kavmine de kardeşleri Sâlih’i gönderdik: Ey Kavmim! ELLAH’a
ibadet edin, sizin ondan başka İlâhınız yoktur. O sizi yeryüzüne yaratıp, imar
etmenize müsaade eden o dur. Öyleyse ondan af dileyin. Sonra da tevbe edin ona.
Zira Rabbim size yakın olup tevbeleri kabul edendir. 62-- Dediler ki: Ey Sâlih,
aramızda bundan önce iyilik beklenir kimse idin, şimdi, kalkıp babalarımızın
taptıklarına bizi tapmaktan nehy etmeye doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve
endişe içindeyiz. 63-- Dedi ki: Ey kavmim! Rabbimden açık bir delilim olur ve
bana Rahmet ederde, bende ona baş kaldırırsam, söyleyin beni ona karşı kim
savunur? Bana hüsrandan gayrı bir şey kazandırmazsınız. 64-- Ey Kavmim, bu size
bir âyet olarak ELLAH’ın yarattığı dişi devedir, onu bırakın ELLAH’ın mülkünde
otlasın ona kötülükle yaklaşmayın. Ki, yakın bir azaba uğramış olmayın. 65-- Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman:
Yurdunuzda üç gün daha kalın, bu inkâr edilmez bir sözdür dedi. 66--
Emrimiz gelince onu ve Mü'minlerini bir Rahmet olarak azaptan ve o günün
zilletinden kurtardık. Zira Rabbin Kavi ve Aziz olandır. 67-- Zalimleri bir
çığlık yakaladı da, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. 68-- Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki
Semud kavmi Rablerini tekzip etmişlerdi. Ve yine bilin ki, Semud kavmi ELLAH’ın
Rahmetinden uzaklaştı.
M E R A M I:
ELLAH, Ona Hamd Olsun. Zira O kendinden
başka İlâh olmadığını, bu nedenle kimsenin hükümleri kabul edilip infaz
edilemeyeceğini her dilden, her kavme bildirdi.
Lâkin her kavim, ısrarla ELLAH’ın Ulûhiyyetini,
Rububiyyetini, Razıkıyetini ve Hafızıyetini kabul etmede illa ve mutlak ELLAH’ın
bu sıfatlarına eş buldu. Eş buldukları için, ELLAH'tan başka İlâh yoktur diyen
Resul ve Nebi'lere İmân etmediler. Yada İmân etmelerine rağmen, ELLAH’ın
Hükümlerine düşman olanlara birrıza tabi oldular. Böylece bunlarda İmân
etmeyenlerden oldular. Haliyle Metbusu ve Tabisiyle, tebliğinden önce güvenilir
olan Resul ve Nebi'ler, tebliğ ile görevlenmeleriyle güvenirliklerini
yitirdiler.
Evet, bütün Resul ve Nebi'ler: Bize güvenin
zira biz bu sözleri, yani ELLAH'tan başka İlâh yok tebliğini kendiliğimizden
yapmıyoruz dediler. Bizi ELLAH kendisine, size söylemek üzere elçi seçtiği için
onun sözlerini size söylüyoruz dediler. Ama siz söylediklerimize inanmadığınız
için, bizleri vaz geçirmeye çalışıyorsunuz. Oysa biz kendiliğimizden vaz
geçemeyiz, hem vaz geçecek olursak ELLAH’ın azabından bizi koruyamazsınız
dediler.
Öyleyse sözlerimize inanın da bize tabi
olun dediler. Hükümlerinizin Hâkimiyeti için ELLAH’ın hükümlerini katletmeyin
dediler.
Ama bütün kavimler birbirleriyle
sözleşmişçesine ELLAH’ın Hükümlerini ve Resullerini katletmede kimin elinden ne
geldiyse onu yaptılar.
Ama ardından elbette ki zillete, rezalete
uğrayıp atalete kapıldılar. Çünkü ELLAH Aziz ve Kavi olandır. Resullerini ve
Hükümlerini savunandır.
Resulüne ve Şeriatına düşman olanları bu
nedenle sürüp çıkaranları mutlaka cezalandırandır. Ve cezalandırmak için,
evladı geçmişine, babasına düşman edendir. Köleleri, başlarına efendi dikendir.
Kadınların sözlerini erkeklerin sözlerinden daha tesirli hale getirendir.
Böylece az sonra Cehenneme sokandır.
Nitekim Semud kavmi de, ELLAH’ın Resulü
olan Sâlih’in Risâletine delil olan deveyi kestikleri için, yani Resulullah'ın
getirdiği Teşriiyi kaldırdıkları için ELLAH’ın Rahmetinden uzaklaştılar. Çünkü Risâlet'e,
Halifesine ve Teşriisine uymamak, yerlerine gayrı Teşriiler koymak ELLAH’ı inkâr
etmektir. Ve ELLAH gibi başka Rabler, İlahlar, Razıklar ve Hafızlar bulup
edinmektir.
V E
İ Z A H I:
Bilelim ki, Semud Kavminin başına kopan Kıyâmetin
sebebi: Metbusuyla, Tabisiyle, Amiriyle, Memuruyla, Âlimiyle, Âbidiyle,
Zahidiyle, Zakiriyle, Şeyhiyle, Müridiyle ve Mücahidiyle bil ittifak ELLAH’ın
ayetlerini ve Risâlet makamını katledip, beşeri Hükümlere hayat hakkı tanıyıp elebaşları
olan zalimlere itaat etmelerindendi. Hem böyle etmelerine rağmen kendilerini Mümin,
Müslim bilmelerindendi. İşte böyle edenler ve böyle olanlar, şüphe yok
Müşriktirler. --ELA BUĞDEN Lİ SEMUD--
Çünkü ELLAH Aziz ve Kavi olup Resulüne,
Halifesine ve Şeriatına baş kaldıranları cezalandırandır. Bunların yanında ehli
Risâleti yani halife’i Resule Bi’at verip teslim olanları da kurtarandır. Bu
kurtarılanların dışına kalanlar, yalanlanmaz bir gerçek olarak üç gün ömrü
kalır. Şöyle ki: Birinci günde o zalimlerde nisbi, yüzeysel bir huzur, refah
görülür. İkinci günde, refahın verdiği şımarıklık ve düzenin şeytan yolunda
verdiği serbestlik sayesinde, baba oğlu ile komşu, komşu ile diş bilemeye
başlar. Yani ikinci günde edep, hayâ, sevgi, saygı, terbiye ve merhamet zail
olur. Haliyle kalpler, taştan daha siyah ve sert olur. Haşere ezer gibi
birbirlerini ezmeye başlarlar. Bu işlerden ibret alıp Risâlet'e dönülürse
Febiha... Dönülmezse, Dünya ve Âhiret'in yurdu ebediyen başlarına çöker. Çünkü
okuduğumuz bu âyetler, bir zalim Kavim olan Semud kavminin böyle olduğunu,
onlardan ibret almayıp onlar gibi deve misali Şeriatullah ve Halifesini
katledenler, şayet hatalarını anlayıp dönmedikleri takdirde, onlar gibi
olacaklarını bizlere müjdelemektedir. Çünkü Resulullah yani Halifesi yeryüzünde
ELLAH’ın Ayetidir. Resulullah ELLAH’ın ayeti olursa demek onun okudukları da,
şüphe yok ELLAH’ın ayeti olur. Öyleyse ELLAH’ın bu ayetlerine kötülükle,
inkarla dokunulamaz. Dokunanlar Sâlih’in devesini katledenlerden olur. Çünkü Risâlet
hep aynı dava için, yani Risâlet, idarenin ıslahını ve idare namına Hükümler
koyanın ancak ELLAH olduğunu hep bir ağızdan dava etmişlerdir. Ve karşılarına
da daima, zalim sultanları, kralları, müstekbirleri ve başkanları bulmuşlardır.
Okuyalım:
وَلَقَدْ
جَاءَتْ
رُسُلُنَا
اِبْرهيمَ بِالْبُشْرى
قَالُوا
سَلَامًا
قَالَ سَلَامٌ
فَمَا لَبِثَ
اَنْ جَاءَ
بِعِجْلٍ
حَنيذٍ (69) فَلَمَّا
رَا
اَيْدِيَهُمْ
لَا تَصِلُ
اِلَيْهِ
نَكِرَهُمْ
وَاَوْجَسَ
مِنْهُمْ
خيفَةً
قَالُوا لَا
تَخَفْ
اِنَّا
اُرْسِلْنَا اِلى
قَوْمِ لُوطٍ
(70)
وَامْرَاَتُهُ
قَائِمَةٌ
فَضَحِكَتْ
فَبَشَّرْنَاهَا
بِاِسْحقَ
وَمِنْ وَرَاءِ
اِسْحقَ
يَعْقُوبَ (71)
قَالَتْ يَا وَيْلَتى
ءَاَلِدُ
وَاَنَا
عَجُوزٌ
وَهذَا بَعْلى
شَيْخًا
اِنَّ هذَا
لَشَىْءٌ
عَجيبٌ (72)
قَالُوا
اَتَعْجَبينَ
مِنْ اَمْرِ
اللّهِ
رَحْمَتُ
اللّهِ
وَبَرَكَاتُهُ
عَلَيْكُمْ
اَهْلَ
الْبَيْتِ
اِنَّهُ
حَميدٌ مَجيدٌ
(73) فَلَمَّا
ذَهَبَ عَنْ
اِبْرهيمَ
الرَّوْعُ
وَجَاءَتْهُ
الْبُشْرى
يُجَادِلُنَا
فى قَوْمِ
لُوطٍ (74) اِنَّ
اِبْرهيمَ
لَحَليمٌ اَوَّاهٌ
مُنيبٌ (75) يَا
اِبْرهيمُ
اَعْرِضْ عَنْ
هذَا اِنَّهُ
قَدْ جَاءَ
اَمْرُ
رَبِّكَ
وَاِنَّهُمْ
اتيهِمْ
عَذَابٌ
غَيْرُ مَرْدُودٍ
(76) وَلَمَّا
جَاءَتْ
رُسُلُنَا
لُوطًا سىءَ بِهِمْ
وَضَاقَ
بِهِمْ
ذَرْعًا
وَقَالَ هذَا
يَوْمٌ
عَصيبٌ (77)
وَجَاءَهُ
قَوْمُهُ
يُهْرَعُونَ
اِلَيْهِ
وَمِنْ
قَبْلُ
كَانُوا يَعْمَلُونَ
السَّيِّاَتِ
قَالَ يَا
قَوْمِ
هؤُلَاءِ
بَنَاتى
هُنَّ
اَطْهَرُ
لَكُمْ فَاتَّقُوا
اللّهَ وَلَا
تُخْزُونِ فى
ضَيْفى اَلَيْسَ
مِنْكُمْ
رَجُلٌ
رَشيدٌ (78)
قَالُوا لَقَدْ
عَلِمْتَ
مَالَنَا فى
بَنَاتِكَ
مِنْ حَقٍّ
وَاِنَّكَ
لَتَعْلَمُ
مَا نُريدُ (79)
قَالَ لَوْ
اَنَّ لى
بِكُمْ
قُوَّةً اَوْ
اوى اِلى
رُكْنٍ
شَديدٍ (80)
قَالُوا يَا
لُوطُ اِنَّا
رُسُلُ
رَبِّكَ لَنْ
يَصِلُوا
اِلَيْكَ
فَاَسْرِ
بِاَهْلِكَ
بِقِطْعٍ
مِنَ الَّيْلِ
وَلَا
يَلْتَفِتْ
مِنْكُمْ
اَحَدٌ اِلَّا
امْرَاَتَكَ
اِنَّهُ
مُصيبُهَا
مَا اَصَابَهُمْ
اِنَّ
مَوْعِدَهُمُ
الصُّبْحُ
اَلَيْسَ
الصُّبْحُ
بِقَريبٍ (81)
فَلَمَّا جَاءَ
اَمْرُنَا
جَعَلْنَا
عَالِيَهَا
سَافِلَهَا
وَاَمْطَرْنَا
عَلَيْهَا
حِجَارَةً
مِنْ سِجّيلٍ
مَنْضُودٍ (82)
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَ
وَمَا هِىَ
مِنَ
الظَّالِمينَ
بِبَعيدٍ (83)
M E A L İ:
69-- Yemin olsun elçilerimiz İbrâhim’e müjde ile gelmişlerdi de, selâm!
Demişlerdi. İbrâhim’de selâm deyip hemen onlara bir buzağı ziyafeti verdi. 70--
Ellerinin ona uzanmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi. Elçiler: Korkma
biz Lût kavmine gönderildik dediler. 71-- Karısı ayakta idi. Bunun üzerine
güldü. Bizde ona İshâk’ı ve ardından gelecek olan Yâkûb’u müjdeledik. 72-- Vay
başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben acuze biri ve şu eşimde bir ihtiyar
iken. Doğrusu bu taaccübe şayan bir şey dedi. 73-- ELLAH’ın emrine ve Rahmetine
mi şaşıyorsun? Ey Ehlibeyt! ELLAH’ın Rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir.
Muhakkak ELLAH Hamd eden kullarını mükafatlandırır. 74-- İbrâhim, korkusu gidip
müjde kendisine ulaşınca, Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti: Ya Rab
onları azabın ile ıslah ettiğin gibi, Rahmetinle de ıslah edersin dedi. 75-- Doğrusu İbrâhim Halim, Selim bir
kul idi. Kendisini tamamen ELLAH’a teslim etmişti. 76-- Ey İbrâhim bu Şefaatinden
vaz geç. Zira Rabbinin emri zahir olmuştur. Onlara geri döndürülemez azap
geldi. 77-- Elçilerimiz Lût’a gelince,
onlar hakkında endişeye düştü ve çok sıkılıp dedi: Bu çok çetin bir gündür. 78--
Kavmi ona koşarak geldi, çünkü öteden beri kötü işler işlerlerdi. Lût: Ey
Kavmim, işte kızlarım bunlar sizin için daha temizdir. ELLAH'tan korkunda
misafirlerimin önüne beni rezil etmeyim. İçinizde aklı eren kimse yok mudur?
Dedi. 79-- Dediler: Senin kızlarına
hakkımızın olmadığını sende biliyorsun. Bizim ne istediğimizi de sen
biliyorsun. 80-- Lût: Keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydı yada sağlam bir
yere sığınsaydım dedi. 81-- Misafirler: Ey Lût! Biz Rabbinin
elçileriyiz, onlar sana zarar veremeyecekler, geceleyin bir ara ailen ile
birlikte yola çık. Karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına
gelen karının başına da gelecektir. Onların vakti sabah vaktidir. Yoksa sabah
yakın olmadı mı? Dediler. 82-- Emrimiz gelince onların altını üstüne getirdik.
Rabbinin katında nişanlanmış sert taş yağdırdık üzerlerine. 83-- Bu taşlar, zalimlerden hiçbir zaman uzak
olmayacaktır.
M E R A M I:
Evet: Son Resule İmân etmeyenler ve İmân
edip de Risâlet'e, Halifesine ve Şeriatına düşman olanlar ve bu düşmanların
ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar hiç şüphe yok: --KEFERU RABBEHUM ELA BUĞDEN Lİ SEMUD--
dilerden olurlar. Çünkü bu zalimler, ELLAH’ın Rahmetine ulaşamazlar.
İbrâhim’in korkusu izale edildiği gibi,
bunların korkusu izale edilmez. Çünkü İbrâhim’in emrinde olmayıp Lutilerin
emrindeler.
Bundan dolayı Resulullah'ın kokusunu
alamazlar. Ve ELLAH’ın eşsiz kudrete sahip olduğuna inanmazlar. Bu sebepten
dolayı, sebepleri Halk eden ELLAH’a, halk ettiği sebepleri eş ederler.
Gerçi sebeplere tesir gücü gören İbrâhim’in
hanımı da, verilen müjde hakkında taaccübe kapılmıştı. Lâkin hemen ikâz edildi.
Yani: Sen Ehlibeyt hanımı olarak, sakın ELLAH’ın kudreti hakkında öyle olur mu?
Diye şüpheye dalma. Çünkü bu sizin eviniz, insanların İmamıdır. ELLAH’ın
Rahmeti bu hanenin üzerinedir.
Evet, hiç şüphe yok Ehlibeyt, yani İbrâhim’in
hanesi ve Resulullah'ın hanesi Nûh’un gemisidir. İmanın İmamı ve rehberidir.
Çünkü Resuller ve Resulleri temsil eden son
Resul, ELLAH’ın Rahmetinin mebdesi ve Müntehasıdır. Öyleyse ELLAH’ın affı ve
yardımı son Resule İmân edip Halifesine teslim olanların üzerinedir.
Zira Resuller ve Resulleri temsil eden Resulullah
ümmetinin üzerine Halim, Selim ve Rahîm'dir. Yani Resulullah ümmetinin
Cehennemden ve Dünya sıkıntılarından halas olmalarına çok haristir.
Nitekim İbrâhim’de, Mücrimlerin Mücrimi olan Lût Kavmi hakkında Şefaat
etmesi için ELLAH'tan izin istedi. Ama ELLAH o zalimler hakkında İbrâhim’e
Şefaat izni vermedi.
Çünkü Dünyalarda insanların arasına
görülmemiş işi işleyip göstermişlerdi. Öyle ki, ELLAH’ın azabını onlara ileten
iki güzel delikanlı suretindeki Meleklere hücum etmişlerdi. Bu nedenle
misafirlerini onlardan korumada zorlanan Lût: Bu gün çetin bir gün demişti.
Dediği gibide olmuştu. Misafirlerinin
yerine kızlarını zalimlere takdim etmişti. Ama kabul görmeyip illa iki güzel
yiğidi istediklerini söylemişlerdi.
Ve Lût’a: Eğer sen vermezsen biz zorla
alacağız demişlerdi. Bu hususta kimsenin aklına ve nasihatına da muhtaç
olmadıklarını söylemişlerdi.
Sözle uslanmayanın hakkı kötek idi ama Lût (a.s.)’da
o güç olmadığı için dedi: Keşke size yeten bir gücüm olsaydı, yada sizden bizi
koruyan bir hisarım olsaydı.
Böylece elinden geleni yaptığını gören
Melekler, ELLAH’ın izniyle Lût’a dediler: Bizi iki güzel delikanlı suretine
çevirip sana gönderen ELLAH, hem seni, hem de Kavmini son bir kez daha imtihan
etti. Artık kederlenme ki, bu zalimlerin sonu sabah vakti olup sona erecektir.
İşte böylece Resulünün gönlünü hoş edip
intikamını alan ELLAH’a Hamd Olsun. Zira müminlerin vekili, velisi odur. Ondan
başkasını vekil, Veli, İlâh, Rab, Razık ve Hafız edinenler kahrolsun. Nitekim Lût’un
Kavmi Risâlet'e uymayıp gayrilere uydular. Veli, Vekil edindikleri için
kahroldular.
Öyleyse Risâlet'e karşı geldikleri için
kahrolan bu zalimler gibi, Risâlet'e, Halifesine ve Şeriatına karşı gelenler de
şüphe yok o zalimler gibi kahrolacaklardır. Çünkü Lutilerin ruhsatı ile Âlim, Âbid,
Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmayı İmandan saymışlardır. Öyleyse onları
helak eden taşlar bunlar için de vardır.
V E
İ Z A H I:
Zira o gibi felaketler, Risâlet, Hilafet Ve
Şeriat düşmanı olan Tağut ve avanesinden uzak olmayacak ve olmamıştır.
Rezaletleri ve kepazelikleri birbirini takip etmiştir ve takip edecektir. Çünkü
ELLAH’ın Sünneti değişmez. Ama Risâlet'e, Halifesine misafir olanların malları,
canları, imanları, ırzları ve izzetleri yakın bir sabah vakti kurtulur da,
sabahın zindeliği ile yeni bir günün hayatına, düzenine ulaşırlar. Ama tağuta
karşı Silahın, Hisarın Farz olduğunu burda bu Lût kıssasında da okuyoruz ve
görüyoruz. Hem bu kıs
وَاِلى
مَدْيَنَ
اَخَاهُمْ
شُعَيْبًا
قَالَ يَا
قَوْمِ
اعْبُدُوا
اللّهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
اِلهٍ
غَيْرُهُ
وَلَا
تَنْقُصُوا
الْمِكْيَالَ
وَالْميزَانَ
اِنّى
اَريكُمْ بِخَيْرٍ
وَاِنّى
اَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ يَوْمٍ
مُحيطٍ (84)
وَيَا قَوْمِ
اَوْفُوا
الْمِكْيَالَ
وَالْميزَانَ
بِالْقِسْطِ
وَلَا تَبْخَسُوا
النَّاسَ
اَشْيَاءَهُمْ
وَلَا تَعْثَوْا
فِى
الْاَرْضِ
مُفْسِدينَ (85)
بَقِيَّتُ
اللّهِ
خَيْرٌ
لَكُمْ اِنْ
كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
وَمَا اَنَا
عَلَيْكُمْ
بِحَفيظٍ (86) قَالُوا
يَاشُعَيْبُ
اَصَلوتُكَ
تَاْمُرُكَ
اَنْ
نَتْرُكَ مَا
يَعْبُدُ
ابَاؤُنَا اَوْ
اَنْ
نَفْعَلَ فى
اَمْوَالِنَا
مَا نَشؤُا
اِنَّكَ
لَاَنْتَ
الْحَليمُ
الرَّشيدُ (87)
قَالَ يَا
قَوْمِ
اَرَاَيْتُمْ
اِنْ كُنْتُ
عَلى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبّى
وَرَزَقَنى مِنْهُ
رِزْقًا
حَسَنًا
وَمَا اُريدُ
اَنْ
اُخَالِفَكُمْ
اِلى مَا
اَنْهيكُمْ
عَنْهُ اِنْ
اُريدُ
اِلَّا
الْاِصْلَاحَ
مَا
اسْتَطَعْتُ
وَمَا
تَوْفيقى
اِلَّا
بِاللّهِ
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ
وَاِلَيْهِ
اُنيبُ (88)
وَيَا قَوْمِ
لَا
يَجْرِمَنَّكُمْ
شِقَاقى اَنْ
يُصيبَكُمْ
مِثْلُ مَا
اَصَابَ
قَوْمَ نُوحٍ
اَوْ قَوْمَ
هُودٍ اَوْ
قَوْمَ
صَالِحٍ
وَمَا قَوْمُ
لُوطٍ مِنْكُمْ
بِبَعيدٍ (89)
وَاسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُوا
اِلَيْهِ
اِنَّ رَبّى رَحيمٌ
وَدُودٌ (90)
قَالُوا يَا
شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ
كَثيرًا
مِمَّا
تَقُولُ
وَاِنَّا لَنَريكَ
فينَا
ضَعيفًا
وَلَوْلَا
رَهْطُكَ
لَرَجَمْنَاكَ
وَمَا اَنْتَ
عَلَيْنَا
بِعَزيزٍ (91)
قَالَ يَا
قَوْمِ
اَرَهْطى اَعَزُّ
عَلَيْكُمْ
مِنَ اللّهِ
وَاتَّخَذْتُمُوهُ
وَرَاءَكُمْ
ظِهْرِيًّا
اِنَّ رَبّى
بِمَا
تَعْمَلُونَ
مُحيطٌ (92)
وَيَا قَوْمِ
اعْمَلُوا عَلى
مَكَانَتِكُمْ
اِنّى
عَامِلٌ
سَوْفَ تَعْلَمُونَ
مَنْ
يَاْتيهِ
عَذَابٌ
يُخْزيهِ
وَمَنْ هُوَ
كَاذِبٌ
وَارْتَقِبُوا
اِنّى
مَعَكُمْ
رَقيبٌ (93)
وَلَمَّا
جَاءَ اَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
شُعَيْبًا
وَالَّذينَ
امَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَاَخَذَتِ
الَّذينَ ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
فَاَصْبَحُوا
فى دِيَارِهِمْ
جَاثِمينَ (94)
كَاَنْ لَمْ
يَغْنَوْا فيهَا
اَلَا
بُعْدًا
لِمَدْيَنَ
كَمَا بَعِدَتْ
ثَمُودُ (95)
M E A L İ:
84-- Medyen halkına da
kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Ey Kavmim! ELLAH’a eş koşmayın. Ondan başka İlâhınız
yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum.
Sizi azabı kuşatacağı bir günden korkuyorum. Dedi. 85-- Ey Kavmim! Ölçüyü ve tartıyı Hakkaniyetle
yerine getirin insanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzüne bozgunculuk ederek
fe
M E R A M I:
Semud ve Medyen Kavimleri gibi, ELLAH’ın Rahmetinden uzaklaşmamak için,
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa’nın Risâletine İmân edip,
Halifesine Bi’at kaydı ile teslim olmaktan gayrı yol yoktur.
Badehu ölçüyü, tartıyı doğru yapmaktan başka yol yoktur.
Badehu ELLAH kime ne verdiyse, onunla kanaat etmekten başka yol yoktur.
Çünkü İmân eden ve Namaz kılan müminin, İmân ettiğinin ve Namaz
kıldığının alametleri bunlardır. Bu alametleri üzerine taşımayan Müslüman İmân
etmiş sayılmaz. İmân, yumuşak gözükmekle, tevazu sahibi desinler diye baş eğip,
sakal tutmakla kemale ermez.
Nitekim Şuayb (a.s)’da yumuşak huylu olup Namaz ehli olmasına rağmen
toplumun Salahı için ve Hakların gasb edilmemesi için ELLAH’ın emirlerini
tebliğ etmeye Namaz'ı ve yumuşak başlılığı mani olmadı.
Çünkü O, nice yumuşak huylu, nice Namaz kılan insanları, Nûh, Sâlih ve Lût
kavminin içine olup zalimlerle beraber, zalimlere itaat ettikleri için ve
ruhsatlarıyla ELLAH’a İnabe ettikleri için helak olup gittiklerini biliyordu.
Bildiği için ELLAH'tan mağfiret diledi ve mağfiret dilemeyi emretti. ELLAH’a
tevbe etti ve tevbe etmeyi emretti.
Lâkin onun ve onun gibi ELLAH’ın Resul ve Nebilerinin söyledikleri bu
sözleri anlayan, anlayıp İmân eden pek olmadı. Anlayıp İmân edenlerde, İmân
ettiği Resule ve Halifesine ve Teşriisine tabi olmadı.
Bunun sebebi, belki de Resullerin, anlı şanlı, mallı ve ilimli ve
diplomalı ve icazetnameli yönden gelmemeleridir. Ve onlara ilk İmân edenlerin
da, fakirlerden olmalarıdır. Evet, Resul ve Nebi'lerin sözleri çoğunlukla bu
nedenlerden dolayı anlaşılmadı.
Da, onları taşlamaya yöneldiler. Çünkü zayıf ve fakirlerin savunucusu
olmaz ve yoktur. Kabilesi olsa bile fakir olduğu için onu savunmaz. Savunacak
olsa savunduğunun dininden olduğunu derler diye utanır. Çünkü İmân, akraba bağı
ile olmaz. Çünkü İmân, ELLAH’ın Rahmeti ve Hidayetidir. İmanı ELLAH dilediğine
verir ve kolaylaştırır.
Evet, İmân bu ve böyle olduğu içindir ki, ELLAH Mü'minlerini yani
halife’i Resule tabi olan Mü'minlerini Dünya ve Âhiret'te kurtarıyor.
Zalimleri de sanki Dünyada hiç yaşamamışlar gibi unutturuyor. Unutturmadığı
zalimleri de, Cehenneme taşıyan bir İmam olsunlar diye unutturmuyor. Öyle ya,
Semud, Medyen, Lût, Hûd ve Nûh Kavimleri gibi ELLAH’ın Rahmetinden uzak
olanları Cehenneme taşıyan bir zalim İmam mutlaka lazımdır ve vardır. Ki,
Zalimler Cehennemin yolunu şaşırmasınlar diye.
V E İ Z A H I:
Hûd, Lût, Medyen ve Semud Kavimleri İmân ehli, Kitab ehli olan
Kavimlerdi. Badehu helak olmalarına müncer olan kötü huy ve kötü muameleler,
kötü akideler Amirleri tarafından kabullenip kanunlaştırıldı ve Âlimleri de:
Uygundur, uygundur deyip o kötü şeyleri Kitablarına, Din'lerine uydurdular.
Böylece ELLAH’ın Dinini değiştirmiş oldular. Ama bunu, ELLAH’ın Dini olmasın
yok olsun diye yapmayıp, daha güzel olsun, hürmete, sevgiye daha layık olması
için yaptılar. Ne var ki, vahiy yoluyla gelen Din, böylesi yeniliklere
tahammülü yoktur. Vahyen gelen Din, ya geldiği gibi kabul edilip uygulanır, yada
Din olmaktan çıkar. Yani vahyen gelen Dine el uzatıldığın da, ELLAH'tan başka
İlahlar çoğalmaya başlar. Böylece Âlimler hevalarıyla konuşma yolunu tutar.
Şeyhler, Dinin kemali namına yollar icad ederler ve Âbidler, İbadet usullerini
usulsüzlüğe çevirirler. Mücahidler, Laik Kralın ruhsatı ile Cihad ederler. Keza
Talebelerde aynı ruhsat ile ELLAH’ın Dinini tahsil etmeye yönelirler. Bütün bu
zırvaların nedeni, vahyen gelen Dinin, geldiğinden başka şekliyle kabul edilip
Krallar tarafından uygulanmasıdır.
İşte vahyen gelen Din, bu duruma geldiğinde ELLAH, ya yeni bir Resul
ile yeni bir Din gönderir, yada Tevhid'den uzaklaşan Dinini yeni bir Nebi ile
tamir ettirir. Böylece bozulan Dinini, bozulan düzenini ve hükümlerini
hatırlatır. Ve: Benim size evvelce gönderdiğim emirlerim böyle idi. Ama siz o
emirlerimi ya Laik diyerek bir tarafa attınız, yada daha güzelini yapıyoruz
diyerek yerlerine başka Hükümler koydunuz. Bu nedenle bizde size Nûh’u, Sâlih’i,
Hûd’u, Lût’u, Şuayb'ı, İbrâhim'i, Mûsâ’yı, Îsâ’yı ve Muhammed’i gönderdik.
Selevatullahi ve Selamuhu aleyhim ecmein.
İmdi bu cümleden olarak, ölçüyü ve ölçeni, tartıyı ve tartanı, fiyatı ve
fiyatlandıranı kontrol etmek için, yani piyasaları arz ve talep dengesinin
üzerine oturtup Narh koymayı önlemek için ELLAH (c.c) Şuayb (a.s.)’ı gönderdi. Lût’u
ise bozulan şehevi dengeyi düzeltmek için gönderdi. Sâlih’i ve Hûd’u Dünya
sevgisinin sakıncalarını bildirmek için gönderdi. Nûh ve İbrâhim’i de bozulan
Akideyi düzeltmek için gönderdi. Başarıya ulaşamadıkları için Dünya ve Ukbaya
ait ne varsa hepsini yeni baştan ele almak üzere Mûsâ’yı Tevrat ile ve Îsâ’yı
İncil ile ve Muhammed Mustafa’yı Kur'ân ile gönderdi. Ama bilelim ki, bunlar üç
ayrı Resul ve Üç ayrı Kitab değillerdir. Üçü birdir ve biri üçüdür. Şöyle ki:
Tahrif olunan Tevrat'ı tasdik ve tadil ederek İncil geldi. Ve böylece yeryüzüne
ELLAH’ın Kitabı olarak
Evet, ELLAH’ın Dünya ve Âhiret'te Rahmeti ve yardımı tamamen Muhammed
Mustafa’nın ve Halifesinin üzerine olup Müminlerinedir. Öyleyse kim ve kimler
son Resulden ve Halifesinden Semud, Ad, Hûd, Sâlih, Lût, Nûh Kavimleri gibi
uzaklaşırsa, onlar gibi ELLAH’ın Rahmetinden, Rableri olan ELLAH’ı tekzip
edenlerden olarak uzaklaşmış olurlar. İmdi bu tezimize inanmayanlar ve şüphe
edenler, Mümin olmadıkları için inanmıyorlar ve şüpheye düşüyorlar. İmanları
niçin mi yoktur? Diyorsunuz. tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid
ve Talebe oldukları için yoktur. Okuyalım:
وَلَقَدْ
اَرْسَلْنَا
مُوسى
بِايَاتِنَا وَسُلْطَانٍ
مُبينٍ (96) اِلى
فِرْعَوْنَ
وَمَلَائِه
فَاتَّبَعُوا
اَمْرَ
فِرْعَوْنَ
وَمَا اَمْرُ
فِرْعَوْنَ
بِرَشيدٍ (97)
يَقْدُمُ
قَوْمَهُ
يَوْمَ
الْقِيمَةِ
فَاَوْرَدَهُمُ
النَّارَ وَبِئْسَ
الْوِرْدُ
الْمَوْرُودُ
(98) وَاُتْبِعُوا
فى هذِه
لَعْنَةً
وَيَوْمَ
الْقِيمَةِ
بِئْسَ
الرِّفْدُ
الْمَرْفُودُ
(99) ذلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ
الْقُرى
نَقُصُّهُ
عَلَيْكَ مِنْهَا
قَائِمٌ
وَحَصيدٌ (100)
وَمَا
ظَلَمْنَاهُمْ
وَلكِنْ
ظَلَمُوا
اَنْفُسَهُمْ
فَمَا اَغْنَتْ
عَنْهُمْ
الِهَتُهُمُ
الَّتى يَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللّهِ مِنْ
شَىْءٍ لَمَّا
جَاءَ اَمْرُ
رَبِّكَ
وَمَا
زَادُوهُمْ
غَيْرَ تَتْبيبٍ
(101) وَكَذلِكَ
اَخْذُ
رَبِّكَ
اِذَا اَخَذَ
الْقُرى
وَهِىَ
ظَالِمَةٌ
اِنَّ اَخْذَهُ
اَليمٌ
شَديدٌ (102)
اِنَّ فى
ذلِكَ لَايَةً
لِمَنْ خَافَ
عَذَابَ
الْاخِرَةِ
ذلِكَ
يَوْمٌ
مَجْمُوعٌ
لَهُ
النَّاسُ وَذلِكَ
يَوْمٌ
مَشْهُودٌ (103)
وَمَا
نُؤَخِّرُهُ
اِلَّا
لِاَجَلٍ
مَعْدُودٍ (104)
يَوْمَ
يَاْتِ لَا تَكَلَّمُ
نَفْسٌ
اِلَّا
بِاِذْنِه
فَمِنْهُمْ
شَقِىٌّ
وَسَعيدٌ (105)
فَاَمَّا
الَّذينَ
شَقُوا فَفِى
النَّارِ
لَهُمْ فيهَا
زَفيرٌ
وَشَهيقٌ (106)
خَالِدينَ
فيهَا مَا
دَامَتِ
السَّموَاتُ
وَالْاَرْضُ
اِلَّا مَا شَاءَ
رَبُّكَ
اِنَّ
رَبَّكَ
فَعَّالٌ
لِمَا يُريدُ
(107) وَاَمَّا
الَّذينَ
سُعِدُوا فَفِى
الْجَنَّةِ
خَالِدينَ
فيهَا مَا
دَامَتِ
السَّموَاتُ
وَالْاَرْضُ
اِلَّا مَا
شَاءَ
رَبُّكَ
عَطَاءً
غَيْرَ
مَجْذُوذٍ (108)
فَلَا تَكُ فى
مِرْيَةٍ
مِمَّا
يَعْبُدُ
هؤُلَاءِ مَا
يَعْبُدُونَ
اِلَّا كَمَا
يَعْبُدُ
ابَاؤُهُمْ
مِنْ قَبْلُ
وَاِنَّا
لَمُوَفُّوهُمْ
نَصيبَهُمْ
غَيْرَ
مَنْقُوصٍ (109)
وَلَقَدْ
اتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
فَاخْتُلِفَ
فيهِ
وَلَوْلَا
كَلِمَةٌ
سَبَقَتْ
مِنْ رَبِّكَ
لَقُضِىَ
بَيْنَهُمْ
وَاِنَّهُمْ
لَفى شَكٍّ مِنْهُ
مُريبٍ (110)
وَاِنَّ
كُلًّا
لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ
رَبُّكَ
اَعْمَالَهُمْ
اِنَّهُ
بِمَا
يَعْمَلُونَ خَبيرٌ
(111) فَاسْتَقِمْ
كَمَا
اُمِرْتَ
وَمَنْ تَابَ مَعَكَ
وَلَا
تَطْغَوْا
اِنَّهُ
بِمَا تَعْمَلُونَ
بَصيرٌ (112)
وَلَا
تَرْكَنُوا
اِلَى
الَّذينَ
ظَلَمُوا
فَتَمَسَّكُمُ
النَّارُ
وَمَالَكُمْ
مِنْ دُونِ
اللّهِ مِنْ
اَوْلِيَاءَ
ثُمَّ لَا
تُنْصَرُونَ
(113) وَاَقِمِ
الصَّلوةَ طَرَفَىِ
النَّهَارِ
وَزُلَفًا
مِنَ الَّيْلِ
اِنَّ
الْحَسَنَاتِ
يُذْهِبْنَ
السَّيِّاَتِ
ذلِكَ ذِكْرى
لِلذَّاكِرينَ
(114) وَاصْبِرْ
فَاِنَّ
اللّهَ لَا
يُضيعُ
اَجْرَ
الْمُحْسِنينَ
(115) فَلَوْلَا
كَانَ مِنَ
الْقُرُونِ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
اُولُوا
بَقِيَّةٍ
يَنْهَوْنَ
عَنِ
الْفَسَادِ
فِى
الْاَرْضِ
اِلَّا قَليلًا
مِمَّنْ
اَنْجَيْنَا
مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ
الَّذينَ
ظَلَمُوا مَا
اُتْرِفُوا
فيهِ وَكَانُوا
مُجْرِمينَ (116)
وَمَا كَانَ
رَبُّكَ لِيُهْلِكَ
الْقُرى
بِظُلْمٍ
وَاَهْلُهَا
مُصْلِحُونَ
(117) وَلَوْ
شَاءَ
رَبُّكَ لَجَعَلَ
النَّاسَ
اُمَّةً
وَاحِدَةً
وَلَا يَزَالُونَ
مُخْتَلِفينَ
(118) اِلَّا مَنْ
رَحِمَ رَبُّكَ
وَلِذلِكَ
خَلَقَهُمْ
وَتَمَّتْ كَلِمَةُ
رَبِّكَ
لَاَمْلََنَّ
جَهَنَّمَ مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
اَجْمَعينَ (119) وَكُلًّا
نَقُصُّ
عَلَيْكَ
مِنْ
اَنْبَاءِ
الرُّسُلِ
مَا
نُثَبِّتُ
بِه
فُؤَادَكَ وَجَاءَكَ
فى هذِهِ
الْحَقُّ
وَمَوْعِظَةٌ
وَذِكْرى
لِلْمُؤْمِنينَ
(120) وَقُلْ
لِلَّذينَ
لَا يُؤْمِنُونَ
اعْمَلُوا
عَلى
مَكَانَتِكُمْ
اِنَّا
عَامِلُونَ (121)
وَانْتَظِرُوا
اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
(122) وَلِلّهِ
غَيْبُ
السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ
وَاِلَيْهِ
يُرْجَعُ
الْاَمْرُ
كُلُّهُ
فَاعْبُدْهُ
وَتَوَكَّلْ
عَلَيْهِ وَمَا
رَبُّكَ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ
(123)
M E A L İ:
96-- Yemin olsun ki, Mûsâ’ı
ayetlerimizle ve parlak delillerimizle Firavun ve erkanına gönderdik. 97-- Ama
Firavunun emrine tabi oldular. Oysa Firavunun emri hiç de Raşid değildi. 98-- O
Kıyâmet gününde Kavminin önüne geçer ve onları ateşe iletir. O gittikleri yer
ne kötü yerdir. 99-- Hem dünyada, hem Kıyâmet gününde lanete uğratıldılar.
Onların gittikleri yer ne kötü yerdir. 100-- Bunlar o kasabanın haberleridir
ki, sana vahy ediyoruz. O kasabaların bir kısmı hala duruyor, bir kısmı ise
silinip gitmiştir. 101-- Onlara biz zulmetmedik ama onlar kendi nefislerine
zulmettiler. Rabbinin emri gelince de ELLAH’ın yerine edindikleri İlahlar
onlara bir fayda vermedi
M E R A M I:
ELLAH, Ona Hamd Olsun. O, insanların işlediklerinden ve
işlemediklerinden haberdar olduğu için, insanların içinden birini seçip Resulü
olarak ona emrini söylemeye ve yolunu göstermeye vazife vermiştir.
Lâkin insanların hemen çoklarından, çokları, ELLAH’ın gönderdiği
Resulünün kadrini bilemeyip ona Milleti, Milliyeti namına, Kralı, Sultanı ve
Reisi namına düşman olmuşlardır. Oysa namlarına, Risâlet'e düşman oldukları
zalimlerin hüküm ve düzenleri Firavunun hüküm ve düzeni gibi Raşid ve Adil
değildir.
Öyleyse böylesi zalimlerin namına Risâleti ve Halifesini itenleri, bu
zalimler peşlerine takıp Cehenneme götüreceklerdir.
Böylece Dünya ve Âhiret'te lanete uğrayacaklardır. Ve cehennemin en
kötü yerine gideceklerdir.
Çünkü bunlar, geçmişte kendilerine gelen Resulullah'ı itip tağuta tabi
oldukları için, helak olan zalimlere uyarak helak olmuşlardır. Evet, bu
haberleri haber veren ELLAH’tır.
ELLAH: Onlar Resulüme ve Halifesine uymadıkları için ve tağuta
uydukları için, kendilerine zulmettiler. Haberini vermektedir. Kendilerine
zulmetmeleri sebebiyle, uğradıkları musibetlerden de, benim yerime edindikleri
İlahlardan bir fayda göremediklerini demektedir. Sadece Evet,
Çünkü biz böylesi zalimleri şiddetli yakaladık diyor.
Ve işte verdiğimiz bu haberler de, Âhiret azabından korkanlar için
ibretler vardır demektedir.
Kıyâmetten ve Âhiret'ten şüphe etmeyin. Zira biz o günü belirli bir
süreye tehir etmişizdir haberini vermektedir.
O gün mutlak gelecektir. O gün geldiğinde, ELLAH’ın izin verdiklerinden
gayrı kimseler konuşamaz olduğunu haber etmektedir.
Çünkü o gün kimileri Sadık tır, kimileri Kâzib tır. Kâzıp olanlar,
ateşte olup nefes alıp vermeleri tam bir fecaattir.
O fecaat içinde orda temelli kalırlar.
Sadık olanlar da, Cennetlerdedir. Nimetler içinde temelli kalırlar.
İşte bu, ELLAH’ın Lütfüdür.
ELLAH’ın bu büyük lütfüne mazhar olanlar, şüphe yok son Resule İmân
edip Halifesine tabi olanlardır. Böylece tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh,
Mürid, Mücahid ve Talebe olmayanlardır. Ve babalarına, atasına tabi olmayanlardır.
Sadece Kur'ân'a, Risâlet'e ve Halifesine tabi olmakla geçmiş bütün Semâvi
Kitablara ve geçmiş bütün Resullere tabi olanlardır. Böylece Resuller ve Kitablar
hakkında şüpheye düşmeyenlerdendirler.
Çünkü ELLAH herkesin işlediğinin karşılığını bi Hakkın verendir. Çünkü
o herkesin içine ve dışına Vakıftır.
Öyleyse ELLAH’ın emriyle tam bir istikamet eden Resulullah ile ve
istikamet eden Halifesi ile bizlerde, şayet Müminlerdensek istikamet edelim.
Yani Halife’i Resulün emrine ve etrafına Vahdet olalım.
Ki, zalimlere yani tağuta meyledenlerden olmayalım. Ve ruhsatı ile ELLAH’a
yönelenlerden olmayalım. Şayet tağuta meylederek, yani ruhsatı ile Âlim, Âbid,
Şeyh, Mücahid ve Talebe olursak ateş bizi, yaptığı yavruyu yalayan hayvan gibi
yalar. Ve dostumuz olan ELLAH’ı böylece düşman edenlerden oluruz. Ve dostumuz
olan ELLAH’ın yardımını yitiririz.
Öyleyse son Resule İmân edelim ve Halifesine teslim olarak Namaz'ı beş
vakit olarak artı Halife’i Resulün tayin ettiği İmamın peşinde Cemaatle
kılalım. Ki, hasenelerimiz çoğalıp, seyyielerimiz silinsin.
Evet, bu Risâlet yolunda ELLAH’ın emirleri uğrunda sabredelim.
Sabredenlerin ecri zayi olmaz.
Öyleyse evlatlarımıza ELLAH’ın yolunu, Dinini, Emrini öğretelim de, tağutu
ve Halifesini bırakalım. Böyle etmezsek Fe
Böylece kasabaların yok edilmeye layık olan insanlarından oluruz. Çünkü
ELLAH durup dururken kimseyi helak etmez.
Ama Risâlet ve Halifesi hakkında ihtilaf edenlerin Münkir ve asi
olanların cümlesini Dünya ve Âhiret'te helak eder. Çünkü ihtilaf kaldırmayan
bir şeyin üzerine ihtilaf, ihtilaf edenleri illa helak eder.
Lâkin bu zalimlerin içinden ELLAH dilediklerini cennete iletir.
Bunlarda Resul ve Nebiler olup ashaplarıdır. Badehu son Resule İmân edip
Halifesine tabi olanlardır. Daha badehu son Resule ve Halifesine tabi olmak
için zalimlere buğz edenlerdir. Mütebaki kalan insan ve cinlerle ELLAH
cehennemini dolduracaktır.
Artık Beyân edilen bunca âyet ve kıssalardan sonra, kalbimiz İmân
etmeye yaklaşmazsa ve İmân edenler, Halife’i Resule teslim olmazsa ELLAH’ın
verdiği vaazı red edenlerden oldukları biline. Öyleyse günümüzde Halife’i
Resulün olmayışı ile ELLAH’ın Resulleri ve Kitabları bir kelime olan –LA-- Kelimesiyle red edilmişlerdir.
Ne var ki, bizim bu tezimize, inanan pek az kimse olur. Öyleyse
inanmayanlara diyorum: Elinizden geleni yapın bizde yapacağız.
Bekleyin bizde bekleyeceğiz.
Çünkü Göklerin ve Yerin Gaybını bilmek ELLAH’a aittir. Bütün şeyler ona
rücu edecektir.
V E İ Z A H I:
Firavun Dünyada Kavminin önüne düşüp de Kavmini alıp Denizde iskan
ettirdiği gibi yarın Âhiret'te de, Kavminin önüne düşüp onları Cehennemde iskan
ettirecektir. Çünkü İmamsız Amel Caiz değil de ondan. Madem İmamsız Amel Caiz
değildir, öyleyse İmam kimdir? Tüm Müçtehitlerin Beyânına göre İmam, Dünyada
toplumu yönetip yönlendirendir. Öyleyse toplum, Âhiret'te de kendini yönetip
yönlendiren İmamın ardına olacaktır. Ardına olunan İmam, şayet Halife’i Resul
ise Febiha... Değilse ona ve tabilerine yazıklar oldu... Çünkü İmam hesabını
verip geçemezse, ardından hesap verip de geçen olmaz. Çünkü İmam Hilkatin
gayesidir. Hilkatin gayesi olan İmamların sonuncusu Muhammed Mustafa’dır. Eğer
bu son İmam yaratılmasaydı Kainat yaratılmayacaktı. Çünkü geçmiş İmamların
namına son sözü söyleyen ve onların başladığı işi, yolu ikmal edendir. Böylece Risâletinin
ilk gününden Kıyâmete dek, İmam olup kalandır. Öyleyse insan olup da, İlimden
bir nasibi olanın mutlaka onun Risâletine İmân eder ve Halifesinin yolundan ELLAH’a
kulluk eder. Böyle olup, böyle edenler ancak Mümin olur. Mütebakileri de ya
Münkirdir, ya Müşriktir, yada Münafıktır. Münkir ve Müşrikler Âhiret'e inanmış
olsalar bile Âhiret'e inanmış sayılmazlar. Nitekim Yahudi ve Nasaralar Âhiret'e
inanmışlar ama ELLAH’ın nezdinde Âhiret'e inanıcılardan değillerdir. Çünkü Âhiret'e
İmanı olanın mutlaka son Resulün Risâletine İmân etmesiyle birlikte Halifesine
Bi’atı olmalıdır. Bu olmayınca, tağuta Bi’at, itaat bunun yerini alıyor ve
böylece Âhiret'e olan inanç ELLAH’ın nezdinde iptal edilmiş oluyor.
Öyleyse tağutu inkâr edip, Halife’i Resule teslim olmak İmanın, İmân
olma Farzıdır. Madem farzıdır, öyleyse Halife’i Resulden ve teşriisinden
ayrılanlar ve ayrılan bu zalimlerin ruhsatı ile şöyle böyle olanlar ve şöyle
böyle olmaya çalışanlar müşriktir. Atasına, Abasına uyan ve tapandırlar. Oysa
uyup taptıkları Ata ve Abaları Risâlet'e uyucu değildir. Sadece yahudi ve
Nasaralara uyucu ve tapıcıdırlar. Çünkü tağutun ruhsatı ile Cum'a kılarlar,
bayramlar ederler, Cihad ederler ve tağutun ruhsatı ile insanları irşad edip
cennete taşırlar. Oysa bunların Hacları ve ibadet namına bütün yaptıkları el
çırpıp ıslık çekmekten başka bir şey değillerdir. İslamın tacı olan Hac
ibadetini el çırparak alkış seviyesine avdet ettirenlerin ve edenlerin elbette
ki İmanlarını ELLAH kabul etmez. Çünkü Hac, İslamın tacıdır. İmdi bu hususlarda
şüpheye düşmek, yani son Resule İmân etmeden ve İmân edip Halifesine teslim
olmadan İmân olmaz ve yaşamaz hususunda şüpheye düşenler, ELLAH’ın azabını alelacele
isteyenlerden olur. Ne var ki, vakti tespit edilen şeyi, önce istemekle gelmez.
Zira tohumu ektiğinde ona: Haydi mahsulünü ver desen, sana mahsul vermez. Vakti
geldiğinde sen istemesen bile o mahsulünü verir. Öyleyse Risâlet'e düşman olup
Halifesini iptal etmenin cezası, bir söz gereği tehir edildi diye, bunun cezası
unutulmuş demek değildir. Zira vakti geldiğinde, ELLAH her insanın işlediği
işin karşılığını verecektir. Öyleyse: Sen emr olunduğun üzere istikamet et diye
emir alan Resulullah'a İmân edip Halifesine teslim olarak, onunla beraber
istikamet edenlerden olalım. Da, İfrat ve Tefritten sakınmış olalım. Aksi halde
zalimlerden oluruz ve zalimlere meyledenlerden oluruz. Zalimlerden ve Tağuttan,
yani Yahudi ve Nasaralardan ruhsat almadan ELLAH’a ibadet edemeyenlerden
oluruz. Böylece müruru zamanla, bu halimizi Din ve Din'den biliriz. Yani
zalimlere meyletmeyi, yardım etmeyi, itaat etmeyi ve sevmeyi onlardan ruhsat
alıp ELLAH’a kulluk etmeyi Millet, Milliyet, Vatan ve Ulus namına Din'den,
İmandan bilmeye başlarız. Şayet bu halden ELLAH korumazsa, kendimizi İmanda rusüh
sahibi bilerek ömür tüketip cehennemi boylarız.
Öyleyse Halifetullaha ve Şeriatullah'a düşmanlıkları sebebiyle onları
ılga edenlere, ılga edip Yahudi ve Nasaraları dost ve rehber edinenlere böylece
hüküm ve düzenlerini Müminlere dayatanlara, göz ucu ile de olsa meyletmeyi ELLAH
nehy ederken onların ruhsatı ile Cuma’ları eda, bayramları moda edenler, acaba
bunları hangi Dinin hâkimiyeti altında eda ve moda ediyorlar? İslam Dininin Kitabı
olan Kur'ân'da ve İslam Dininin Kıblesi olan Resulullah'ın Sünnetinde böyle bir
emir ve böyle bir sünnet yoktur. Demek Tağut, Ebu Cahil tekrar hortlamış ve
ordusunu kurup, Risâlet ordusunu mağlup etmiş, maddi manevi her şeyini ganimet
alıp oturmuş. Lâkin Cami ve Minareleri yıkmamış. Onları görenler de, tamam biz
ve bunlar Müslüman'larız demiş. Öte yandan islam Dini sukut etmiş ki, zalimle
mazlum, âlimle cahil, şeriatullah ile anayasa birbirine karışmış. Bu karmaşaya
rıza gösterenler, elbette ki, ateşe razı olanlardır. Ve mutlaka ateşe razı
olmuşlar ki, ELLAH’ın İmân ile beraber emri olan Namaz avam Müminlere kalmış.
Böylece Namaz kılanlar, amirleri tarafından tahkire uğramış. Tahkire uğrayanlar
da, gün, gün sabredemeyip Namazdan vaz geçmiş. Çünkü ileri gelenler, Namaz
kılmadıkları için Namaz kılmamayı önlemeyip, Namaz kılmamayı teşvik etmiş.
Böylece yirmi sene okuttuğu kişi Namazdan bir şey öğrenmeden sen öğrendin diye
terhis edilmiş.
İmdi o nasıl bir zulüm ve tahakkümdür ki: İlla benim düşündüğümü düşüneceksin,
illa benim bildiğimi bileceksin, illa benim taptığıma tapacaksın, illa beni
seveceksin ve illa benden korkacaksın deyip icbar etmenin ne olduğunu ve böyle
edenlerin kimler olduğunu bilenler varsa söylesin. Bu tahakküm altına kurulan
düzenin ismini bilen varsa yine söylesin. Oysa ELLAH dilediğini Halk edip
dilediğini yapmasına rağmen insanlara: Benden başka İlâh edinmeyeceksiniz diye
bir icbarı yoktur ve bir dayatması yoktur. Ancak kendinden başka İlâh
edinenler, yanlış ettiklerini ve yanlış ediyor olduklarını demektedir. Öyleyse
dayatma düzeni olan beşeri düzenlerde yaşayan insanlar, Sar’a hastalığına
tutulmuş olup beyinleri dumura uğrayan manyak sürüleridirler.
İmdi Hûd Sûre’sinin bu son
dersimizde şu gerçek apaçık gözümüze çarpıyor: Birisi, birisine kayıtsız
şartsız destek olduğunu ve destek verdiğini diliyle bütün insanlara yol
gösterip ders verdiğini görüyoruz. Buna rağmen yeryüzünde iki Cemaatin
birbirine karışık olarak varlıklarını sürdürdüğünü görüyoruz. Ki, karşı Cemaate:
Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız dediğini duyuyoruz. Bunları böyle
diyenin ve de, diyenin kim olduğuna baktığımızda, şüphe yok Âlemlerin Rabbi,
Razığı, Hafızı ve İlâhı olan ELLAH’ın kelamı olduğunu hiç şüphe olmadan
anlıyoruz. Şimdi acaba O ELLAH bunları kime söylüyor? Demeye lüzum kalmadan
Resulüne söylediğini anlıyoruz. Öyleyse son Resule İmân edip Halifesine teslim
olalım. Zira son Resul olan Muhammed Mustafa bütün insanlar için Âlemlere
Rahmet olarak gönderilmiştir. Selevatullahi Ve Selamuhu Aleyhim Ecmein.
VEL HEMDULİLLAHİ
REBBİL ÂLEMİN.