Bakara, 94-96; Kavram: 84

 

 

Ö L Ü M

Mevt/Ölüm; Anlam ve Mâhiyeti

Allah Mümît'tir; Ölümü Yaratan Allah’tır

Kur’ân-ı Kerim’de Ölüm

Hadis-i Şeriflerde Ölüm

Ölüm Bir Son Değil; Başlangıçtır, Köprüdür

Ölüm de Bir Nimettir

Ölümü Düşünerek Dirilmek

Ölüme Hazır Olmak

Ölümü Beklenen Hastaya Karşı Görevlerimiz

&#

“(Ey Muhammed, onlara:) ‘Şayet (iddia ettiğiniz gibi) âhiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin (bakalım)’ de. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zâlimleri iyi bilir. “Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Şirk koşan müşriklerden/putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (2/Bakara, 94-96)

 

 

 

Mevt/Ölüm; Anlam ve Mâhiyeti

Mevt, yani ölüm, hayatın zıddıdır. Bitkilerde üremenin ve solunumun durması, hayvanlarda ve insanlarda duyuların çalışmaz hale gelmesidir. İnsanda, ayrıca düşünme, akletme, hatırlama gibi iç melekelerin fonksiyonlarını yitirmesidir.

İnsan açısından ölüm, ruhun bedendeki tasarrufuna son verip bedenden ayrılması olayına denir. Ölüm, insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir. Ruh, bâkîdir, yok olmaz. Her canlı varlık için ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Canlılar doğar, büyür ve ölürler.

Var olanın biyolojik yapısının sonsuzluğa elverişsiz olması, ölümü ister istemez ortaya çıkarmaktadır. Allah'ın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi, Kur'an'da şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır." (67/Mülk, 2). Ölüm, ancak Allah'ın belirlediği zaman, yani ecel geldiğinde vuku bulur. Ölüm konusundaki kader yazgısı, Kur'an'da şöyle belirtilir: "Allah'ın emir ve kazası olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır." (3/Âl-i İmrân, 145)

Hiçbir kimsenin ölümden kaçıp kurtulma imkânı yoktur. "...Şöyle de: 'Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi..." (3/Âl-i İmrân, 154) "Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; burçlarda, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!” (4/Nisâ, 78)

Ruh, dünya hayatına bir imtihan devresi geçirmek üzere doğum yoluyla gelen insan oğluna anne karnında dört aylık cenin döneminde üflenir ve böylece dünya hayatı başlamış olur. Ruhun bedenden ayrılması ile de kabir hayatı başlar. Kıyâmet koptuktan sonra da âhiret hayatına yeni bir yaşam için geçecek olan insanoğlu, dünyadaki inanç ve amel durumuna göre Cennet veya Cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İman sahibi olup da amel eksikliği bulunanlar ise, Cenâb-ı Hakk'ın bileceği sürelerde cezalarını çektikten sonra Cennet tarafına geçebileceklerdir. (1)

 

Kâinat için esas olan hayattır. Varlıklar, varlık sahasına çıkmadan önce ölü idiler. Nitekim, Kur'an'da "Allah'a karşı nasıl küfr içinde olursunuz ki, siz ölüydünüz, size hayat verdi; sonra sizi öldürür, sonra da diriltir." (2/Bakara, 18) buyurulmaktadır. Ölüm yok oluş değildir. Varlıkların özleri Allah'ın ilminde olmaları açısından, yokluk söz konusu olamaz. Aksi halde, dünya hayatının gerçek hayat ve bu hayattan göçmeyi de yok olma kabul etmek gerekir; biz inanıyoruz ki, ölüm yok oluş değil; sadece bir hicrettir, fânî/ölümlü dünyadan ebedî hayata göç etmektir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Bedir Savaşında bir çukura doldurulan müşrik ileri gelenlerine, "Ben Rabbimin bana vaad ettiğini gerçek buldum; siz de tanrınızın size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye sormuş, yanındakilerin, "Yâ Rasûlallah, bunlar ölü, işitirler mi ki?" demesi üzerine, "Bunlar sizden iyi işitirler, fakat buna cevap veremezler" buyurmuştur (İbn Hişam 2/292).

Kur'an, özellikle insanın ruhunun Allah'tan olduğunu vurgular (15/Hıcr, 29; 32/Secde, 9). Şu halde, Allah'tan olan bir şeyin yok olması mümkün değildir. Ruh, melekî bir varlıktır. Kur'an, ölümden söz ederken, hep "nefs" kelimesini kullanır. Yani, bitkisel ve hayvansal hayat yok olacak, ama öz bâki kalacaktır. Ölümden sonra dirilme, yani ba's arasında geçen döneme "berzah" denilir. İnsan, dünya hayatında Âhiretini hazırlar. Öldükten sonra, dünyada iken amelleriyle yazdığı kitabını karşısında görür. Bu görme olayı, ölümle birlikte kendini gösterir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe; ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, hadis no: 2578) Bu bakımdan, sevinci ve üzüntüyü, acıyı ve tatlıyı duyan beden olmadığı için, kabir azabı veya mükâfatının rûhî mi cismânî mi olacağı tartışması bir bakıma yersiz görünmektedir. Kıyâmet hâdisesi, adından da anlaşılacağı gibi, bir kalkış, bir değişimdir, bir yok oluş değildir. Kıyâmetle, ruhlar yeniden ceset giyecek, âhiret hayatına göre oluşacak evrende Cennet ve Cehennem şeklinde yeni bir hayata başlayacaklardır.

Kur'an'da zaman zaman "canı alma, vefat ettirme" mânâsında "teveffâ" kelimesi kullanılır. Bu kelime, vefâ'dan gelir; "yerine getirme, süresi dolduğunda gereğini yapma, söze bağlı kalma" demektir. Nitekim dünya hayatı belli bir süreye (ecel) kadardır ve bu süre gelince ölüm kendini gösterir. Şu halde, ölüm bir son olmak şöyle dursun, bir hakikatin gölgesi olan dünya hayatındaki en önemli gerçektir; gölgeden hakikate, uykudan uyanıklığa geçmektir.

Kur'an'da uyku, ölümle eş anlamlı gibi kullanılır. Bir âyet-i kerimede, "Allah ölümleri ânında nefsleri vefat ettirir; ölmeyenleri de uykularında; üzerlerine ölüm hükmünü verdiğini tutar ve diğerini belli bir ecele kadar salar. Düşünen bir kavim için bunda âyetler vardır." (39/Zümer, 42) buyurulmaktadır. Demek ki ölümle uyku bir bakıma aynıdır; çünkü uykuda, nefs, bedenden kısmen ayrılır; en azından, şuur olarak bedenin farkında değildir. Ölümde ise bu kopuş, bütün bütündür. Bu yüzden, "uyku, ölümün yarısıdır." İşte, vefat da, "süresine erdirmek, vakti gelince sözü yerine getirmek, bütünüyle ifa etmek" demek olduğundan mevt/ölüm, insan ruhu için yeryüzündeki sürenin dolması ve ruhun bedenden sıyrılmasıdır.

Ölümün tersi de hayattır. Hayatın aslı, ruhun hayatıdır; mânevî hayattır. Bitkisel ve hayvansal hayat, dünya hayatıdır; ama bu hayat içinde ruhun hayatı da yaşanabilir. Bu ise, kalbi günahlardan uzak tutma, tefekkür ve ibâdetlerle mümkün olur. Rûhî hayattan uzak olup yalnızca dünya hayatını yaşayanlar aslında birer ölüdürler. Eşyanın dış yüzüne ve hayatın zâhirine takılıp kaldıkları için, olayların ve eşyanın gerisindeki hakikati göremedikleri için, kâinatta her bir şeyde açık seçik olan ilâhî tecellîleri göremedikleri, ilâhî mesajı alamadıkları için ölüdürler. Peygamberler, bunlara diriltici nefeslerle gelirler. Bu yüzden, Kur'ân-ı Kerim'de, "Ey iman edenler! (Rasûlullah,) sizi size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Rasûlü'nün çağrısına koşun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." (8/Enfâl, 24) buyurulur. Âyette, iman edenlere seslenilmesi, imanın bir hayat emâresi olmakla birlikte, asıl hayatın "ruhun ve kalbin hayat derecesi" olduğunu, buna ulaşmanın ise iman içre iman gerektirdiğini hatırlatmak için olsa gerektir.

Hayat, asıl itibarıyla kalbin hayatıdır, ruhun hayatı olduğu gibi; insanın asıl ölümü ve dirimi dünyadadır. Ölüm, hiçbir zaman, anladığımız şekilde "ölmek" değil; gerçekte "dirilme"dir, hayat bulmadır. Hayatın kaynağını örten maddî perdelerden sıyrıldıktan sonra, insanın gerçeği en çıplak şekliyle tanıması nasıl ölmek olabilir? Ölmek, geçici ve gölge bir hayat olan dünyadan göçmekten ibarettir. Dünya hayatında diri olabilenler, ölümle daha bir diriliğe kavuşur ve "sıla"sına kavuşmuş, gurbetten kurtulmuş insanların sevincini yaşar, özlemlerini giderirken, dünyada ölü olanlar ise, ölmekle acı bir dirilmeği tatmakta ve gerçek hayatın ne olduğunu görmektedirler. Bu gerçek hayatta artık yeni bir değişme, yani ölüp yeniden dirilme gibi şeyler söz konusu değildir. Dünyada ölü kaldıktan sonra ölümle dirilme, azaba, ateşe dirilmedir; dünyada diri olanlar ise, daha bir diriliğe, daha güzel, sürekli, kalıcı bir canlılığa adım atarlar. Kur'an bunu, "Muhakkak ki âhiret yurdu, gerçekten baştanbaşa hayattır, eğer bilselerdi." (29/Ankebût, 94) şeklinde ifade etmektedir.

Peygamberlerin getirdiği hayat verici nefeslerle dirilemeyenler, Kur'an'ın deyişiyle, "ölüdürler", "kabirdedirler". Kur'an'da: "Sen ölülere duyuramazsın!" (30/Rûm, 52); "Sen kabirdekilere duyaracak değilsin!" (35/Fâtır, 20) buyrulur. Böylelerinin ruhları silinmiş, kalpleri kararmış, dolayısıyla kalplerinin duyma (sem'a) ve görme (basar) güçleri yok olmuştur. Peygamber (s.a.s.)'in çağrılarını duymadıkları gibi, çevrelerinde mutlak gerçeğin işaretleri ve görüntüleri olarak cilvelenen sayısız âyetleri de görmezler; olanlardan ders almazlar, dünya hayatına nasıl gelinip bu hayattan nasıl göçüldüğüne dikkat etmezler; yeryüzünde gezip öncekilerin bıraktıkları konusunda düşünmezler, kâinatın muhteşem âhenk ve düzeni onlar için hiçbir şey ifade etmez. Böylesi diriltici unsurlar karşısında kaskatı ölü kesilenler için son dirilme çaresi, artık ölümdür. (2)

Allah Mümît'tir; Ölümü Yaratan Allah’tır

Allah’ın 99 esmâü’l-hüsnâsından biri, “el-Mümît”tir. El-Mümît, canlı mahlukların ölümünü yaratan anlamına gelir. Hayatı nasıl Allah veriyorsa, ölümü de yine O yaratmaktadır. "O (öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gâliptir, çok bağışlayıcıdır." (67/Mülk, 2)

Allah'ın İmâte/Öldürme Faâliyeti: Allah'ın yaratma fiili her an faâliyet gösterdiği, Allah devamlı yarattığı gibi, imâte fiili, öldürme sıfatı da aralıksız işlemektedir. Günde ortalama 300 bin kişi ölmektedir. Her saniye dünyadan dört kişi hayattan göçmektedir. Bu rakam, insanlık âlemi için. Buna hayvanlar âlemi de katıldığında, bu ilâhî fiilin nasıl aralıksız faâliyet gösterdiği daha iyi anlaşılır. Bir insan, kalp krizi geçirirken, aynı anda bir diğeri kanserden, bir başkası akciğer yetmezliğinden hayata veda ediyor. Trafik kazalarında insanlar can verirken, kaldırımlarda nice karıncalar eziliyor. Kombinalarda sığırlar boğazlanıyor, çiftliklerde tavuklar kesiliyor. Teknelerde balıklar, örümcek ağlarında sinekler son çırpınışlarını yapıyorlar. O anda ölen hücrelerin, alyuvarların, akyuvarların, hele mikropların haddi hesabı yok. Bütün bu işler imâte fiiliyle, sonsuz bir ilim ve hikmetle icrâ edilmektedir.

İmâte, yok etme değil; varlığı daha mükemmel hale getirmedir. İmâte, kabir âlemine doğuştur. İmâte, insan için, dünyaya gönderilmesinden çok daha ileri bir rahmet tecellîsidir. Çekirdeklerin ölümleriyle, bitkiler sümbül hayatına geçtikleri gibi, ölüm de en az hayat kadar bir nimettir. Her ölümü bir diriliş takip etmekte ve ikinci safhaların birincilerden daha mükemmel olduğu gözlenmektedir. Bir müslüman, ölümün daha güzele doğru bir değişim olduğunu idrâk eder; kabir âleminin dünyadan, âhiretin de kabir âleminden daha güzel ve mükemmel olduğunu bilir. O yüzden ölüm, yeni bir mükemmelliğe, güzel bir değişim ve dönüşüme atılan adımın adıdır. Ölümü kabir hayatı takip edecek ve dirilişle insan yeniden beden-ruh beraberliğine kavuşacak; dünyadakinden daha ileri bir yaratılışla. Ölümü ve imâteyi böylece değerlendiren insan, ölümü severek gülerek karşılar. (3)

 

 

 

Kur'ân-ı Kerim'de Ölüm

Kur'ân-ı Kerim'de ölüm anlamındaki "mevt" kelimesi ve türevleri 165 yerde geçer. Vefat gibi değişik kelime ve ifadelerle ölümden 190 yerde söz edilen Kur’ân-ı Kerim’de, bütün âyetlerin üçte biri öldükten sonra dirilmeyle, âhiret ve oradaki ödül ve cezayla ilgilidir.

Âyet-i kerimelerde yaratan ve öldürenin Allah olduğu, O'nun insanları tekrar diriltip hesaba çekeceği, ölümden sonra insanların O'na döneceği belirtilir. Sahte tanrıların kimseyi öldürüp diriltemeyeceği, kendilerine bile fayda ve zarar veremeyecekleri vurgulanır. Yaşayanların ömürlerinin Allah katında belli bir eceli/süresi olduğu, o süre dolup ecelleri geldiğinde canlıların bir an bile geciktirilmeden veya öne alınmadan ölüm acısını tadacakları ifade edilir.

"Ey kâfirler! Siz ölü (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Şunu bilin ki, sonra sizi (eceliniz gelince) O, öldürecek, tekrar sizi O diriltecek ve tekrar O'na döndürüleceksiniz (orada hesap vereceksiniz)." (2/Bakara, 28)

"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) 'ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan ederiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: 'Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz' derler." (2/Bakara, 154-156)

"Bir zamanlar İbrahim de Rabbine 'Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster' dedi. Rabbi ona: 'Yoksa inanmadın mı?' deyince, 'Hayır! İnandım. Lâkin kalbimin mutmain olması için görmek istedim' dedi. Bunun üzerine 'Öyleyse kuşlardan dört tanesini yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir' buyurdu." (2/Bakara, 260)

"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin." (3/Âl-i İmrân, 102)

"Allah'ın emir ve kazası (izni) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız." (3/Âl-i İmrân, 145)

"...Şöyle de: 'Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi..." (3/Âl-i İmrân, 154)

"Ey iman edenler! Siz, inkâr edenler gibi, yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında, 'eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi' diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaati onların kalplerine (kaybettikleri yakınmaları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Hayatı veren de, alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın rahmet ve mağfireti, onların elde edecekleri bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız." (3/Âl-i İmrân, 156-158)

"(Evlerinde) Oturup da kardeşleri hakkında, 'bize uysalardı öldürülmezlerdi' diyenlere, 'eğer doğru sözlü insanlarsanız, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!' de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bilâkis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar." (3/Âl-i İmrân, 168-170)

"Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise, aldatma metâından başka bir şey değildir." (3/Âl-i İmrân, 185)

"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; burçlarda, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!” (4/Nisâ, 78)

"De ki: 'Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm; hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana öyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (6/En'âm, 162-163)

"Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür, ne dirilir." (20/Tâhâ, 74)

"Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz." (21/Enbiyâ, 34-35)

"O, (önce) size hayat veren, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, çok nankördür!" (22/Hac, 66)

"(Kâfirler) O'nu bırakıp hiçbir şey yaratmayan, bilâkis kendileri yaratılmış olan, bizzat kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler." (25/Furkan, 3)

"Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter." (25/Furkan, 58)

"Bil ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olana sağırlara da dâveti duyuramazsın." (27/Neml, 80)

"Her nefis/can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 57)

"Allah (o yüce varlıktır) ki, sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki, sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların şirk/ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir." (30/Rûm, 40)

"Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır." (31/Lokman, 34)

"De ki: 'Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." (32/Secde, 11)

"(Rasûlüm!) De ki: 'Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise,) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir." (33/Ahzâb, 16)

"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de, kıyâmet günü, Rabbinizin huzurunda muhâkeme olacaksınız." (39/Zümer, 30-31)

"Allah, ölenin ölüm zamanı gelince; ölmeyenin de uykusunda ruhları alır. Bu sûretle hakkında ölümle hükmettiği (rûhu) tutar, ötekini belirli bir vakte kadar (bedene) salıverir. Şüphe yok ki bunda, iyi düşünecek bir kavim için kesin ibretler vardır." (39/Zümer, 42)

"(Mü'minler) Orada ilk ölümden başka bir ölüm tadmazlar. Ve Allah onları cehennem azâbından korumuştur." (44/Duhân, 56)

"(Müşrikler) dediler ki: 'Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zannediyorlar." (45/Câsiye, 24)

"Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, 'işte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir' denir." (50/Kaf, 19)

"Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir, yok olacaktır." (55/Rahmân, 26)

"Aranızda ölümü takdir eden Biziz. Ve Biz, önüne geçilebileceklerden değiliz. Böylece, sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik)." (56/Vâkıa, 60-61)

"De ki: 'Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir." (62/Cum'a, 8)

"Herhangi birinize ölüm gelip de 'Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka/zekât verip iyilerden olsam!' demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin (Allah için harcayın). Allah, eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (63/Münâfıkûn, 10-11)

"O (öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gâliptir, çok bağışlayıcıdır." (67/Mülk, 2)

Hadis-i Şeriflerde Ölüm

"Lezzetleri yok eden ölümü çok anın." (Tirmizî, Zühd 4, Kıyâme 26; Nesâî, Cenâiz 3; İbn Mâce, Zühd 31)

Ensardan bir adam Peygamberimiz’e sordu: “Mü’minlerin hangisi en akıllıdır?” Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm: “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir.” buyurdular. (Kütüb-i Sitte Terc. 17/598)

"Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder." (Tirmizî, Kıyâme 24; Ahmed bin Hanbel, I/387)

Berâ (r.a.) anlatıyor: “Biz Rasûlullah (s.a.s.)’la birlikte bir cenâzede beraberdik. Peygamberimiz, kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (gözyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da: “Ey kardeşlerim! İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hâdisesi) için iyi hazırlanın!” buyurdular. (Kütüb-i Sitte Terc. 17/584)

“Ey insanlar! Ölmezden önce Allah’a tevbe edin. (Musîbet, hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşgûliyetlere düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Çok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah’a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka, ilâhî yardım ve zafere, halinizin ıslâhına mazhar olasınız...” (Kütüb-i Sitte Terc. 17/49)

"Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir ettimi, onu oraya -veya 'orada bulunan bir şeye' dedi- muhtaç kılar." (Tirmizî, Kader 11, hadis no: 2148)

"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) 'lâ ilâhe illâllah' demeyi telkin edin." (Müslim, Cenâiz, 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 20; Nesâî, Cenâiz 4)

"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Yâsîn sûresini okuyun." (Ebû Dâvud, Cenâiz 24; İbn Mâce, Cenâiz 4; Kütüb-i Sitte Terc. 15/238)

"Sizden hiç kimse, mâruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temennî etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecbûriyetini hissederse, bari şöyle söylesin: 'Rabbim, hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat; ölüm hayırlı ise canımı al!" (Buhârî, Merdâ 19, Deavât 30; Müslim, Zikr 10; Tirmizî, Cenâiz 3; Ebû Dâvud, Cenâiz 13; Nesâî, Cenâiz 1)

"Sizden kimse ölümü temennî etmesin. Muhsin (iyi amel üzere) ise, hayır cihetiyle artacağı umulur. Kötü amel işliyorsa kötülükten dönüp Allah'ın rızâsını arayacağı ümid edilir." (Kütüb-i Sitte Terc. 5/7)

"Mü'min kişinin ömrü, onu hayırca ziyadeleştirir." (Kütüb-i Sitte Terc. 5/7)

Mekke'li müşrikler tarafından ateş üzerine yatırılmak gibi çok ağır işkencelerden aldığı yaralar vücudunda hayat boyu devam eden eser bırakmış olan, zaman zaman bu yaraları tekrar iltihaplanan ve açılan yaralardan akan iltihapları gidermek için vücudunu arada sırada dağlatmak zorunda kalan Habbâb İbn Eret (r.a.), karnından yedi yeri dağlatmıştı. Ve şöyle diyordu: "Eğer Rasûa şirk koşmuş olacağını bildirmişlerdir (Nesâî, Tahrim 19, hadis no: 4076). Bir başka hadislerinde ise, sihre inanan, onun doğruluğunu tasdik eden kimselerin Cennete giremeyeceklerini haber vermişlerdir (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3/14, 83; 4/399).

Büyü yapmanın büyük günahlardan olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında ittifak vardır. Sihri öğrenmek ve öğretmek de haramdır. Büyüyü meslek edinen ve sihirbazlığı küfre vardlullah (s.a.s.) ölüm talep etmekten bizi men etmeseydi, mutlaka onu talep ederdim." (Buhârî, Merdâ 19, Deavât 30, Rikak 7, Temennî 6; Müslim, Zikr 12; Nesâî, Cenâiz 2)

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) hasta oğlu İbrâhim'i aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra İbrâhim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Efendimiz'in gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman bin Avf (r.a.): 'Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın Rasûlü?' dedi. Aleyhissalâtu ve'sselâm: "Ey İbn Avf! Bu merhamettir!" dedi ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle buyurdu: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi râzı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrâhim! Senin ayrılmanda bizler üzgünüz!" (Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62; Ebû Dâvud, Cenâiz 28) Tirmizî'nin bu konudaki rivâyetinde şu ilâve vardır: Abdurrahman bin Avf: "Yâ Rasûlallah! Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi?" dedi. Peygamberimiz: "Hayır! (Ağlamaktan değil,) iki ahmak, fâcir sesten yasakladım: Musîbet sırasındaki (isyankâr) ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan mâtemi. -Ağlamak ise rahmettir; merhamet etmeyene rahmet edilmez.-" (Tirmizî, Cenâiz 25, hadis no: 1005)

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mâtemci (ağıt yakan) kadına da, onu dinleyene de lânet etti." (Ebû Dâvud, Cenâiz 20; hadis no: 3128)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Sa'd bin Ubâde'ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve "ölmüş olmalı!" dedi. Yanındakiler: "Hayır" deyince, Aleyhissalâtu ve'sselâm ağladılar. Rasûlullah'ın ağladığını gören halk da ağladı. "İşitmiyor musunuz?" buyurdular. "Allah Teâlâ ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir!" -dilini işaret ettiler.- yahut da merhamet eder." (Buhârî, Cenâiz 45; Müslim, Cenâiz 12)

"(Istırap ve mâtemi sebebiyle) Yanaklarını yolan, üst başını yırtıp dövünen, câhiliyye duâsıyla duâ eden bizden değildir!" (Buhârî, Cenâiz 36, 39, 40, Menâkıb 8; Müslim, İman 165; Tirmizî, Cenâiz 22; Nesâî, Cenâiz 19)

Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (a.s.) Ebû Seleme (r.a.)'nin (ölümü anında) yanına girdi. Ebû Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildimi göz onu takip eder." buyurdu. Ehlinden bazıları feryat koparmaya başlamıştı. "Kendinize kötü temennîde bulunmayın; hayır duâ edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler." buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allah'ım, Ebû Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidâyete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!" (Müslim, Cenâiz 7; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 19, 21; Nesâî, Cenâiz 3)

"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme ânına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler:

'Sen râzı ve senden de (Rabbin) râzı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhânına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş!'

Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semânın kapısına kadar onu getirirler ve: 'size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!' derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona:

'Falanca ne yaptı? Filânca ne yaptı?' diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler:

'Bırakın onu, onda hâlâ dünyanın tasası var!' derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara):

'Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?' der. Onlar:

'O, annesine, Hâviye cehennemine götürüldü!' derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki:

"Kâfir, muhtazar olduğu vakit, azap melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: 'Bu cesetten kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azâbına koş!'

Bunun üzerine ruh, cesetten, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:

'Bu koku ne de pis!' derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler." (Nesâî, Cenâiz 9)

"Âni ölüm, kâfir için gazab-ı ilâhî'nin bir yakalamasıdır; mü'min için de bir rahmettir." (Ebû Dâvud, Cenâiz 14)

"Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girince, bir münâdî (çağırıcı) aralarında: 'Ey ateş ehli ölüm yoktur; ey cennet ehli asla ölüm yoktur, hulûd (ebedîlik) vardır' diyecektir." (Buhârî, Rikak 50)

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) ölüm anına yaklaştığı zaman, sık sık ıstıraplar bürümeye başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.a.) 'Vay babacığım, ne çok ıstırap çekiyor!' diye yakınmaya başladı. Peygamberimiz, kızını şöyle teselli ediyordu: "Bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecek!" (Buhârî, Megâzi 83; Nesâî, Cenâiz 13; İbn Mâce, Cenâiz 65)

Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’ı ölüme götüren hastalığı sırasında: “Namaza ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere dikkat edin!” diyordu. Öyle ki, mübârek lisanları bunu söyleyemeyecek hale gelinceye kadar tekrara devam ettiler.” (Kütüb-i Sitte Terc. 17/152)

Hz. Âişe (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasûlullah (s.a.s) bir gün yanına girdiği sırada, bir yakınımın nefesini ölüm kesmek üzere idi. Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin üzüntüsünü görünce kendisine: Şu akraban için üzülme. Zira onun şu ıstırabı, hasenâtındandır.” buyurdu. (Kütüb-i Sitte Terc. 17/111)

“Ölülerinizin yanında hazır bulunduğunuz takdirde (ölünce) gözlerini kapayıverin. Çünkü göz, ruhu takip eder (ve açık kalır). Ayrıca hakkında hayır söyleyin. Çünkü melekler ev halkının söylediklerine ‘âmin!’ derler.” (Kütüb-i Sitte Terc. 17/112)

"Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet ve cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: 'Allah seni kıyâmet günü diriltilinceye kadar senin yerin işte budur!'denilir." (Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikak 42; Müslim, Cennet 65, Tirmizî, Cenâiz 70; Nesâî, Cenâiz 116)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?)" diye sordu. "Câhiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve şöyle buyurdular: "Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için duâ ederdim." (Müslim, Cennet 68; Nesâî, Cenâiz, 114)

"Kul kabrine konulup yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:

'Muhammed (s.a.s.) denen kimse hakkında ne diyorsun?' diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:

'Şehâdet ederim ki O, Allah'ın kulu ve Rasûlüdür!" diye cevap verir. Ona:

'Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti' denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.

Eğer ölen kâfir ve münâfık ise (meleklerin sorusuna):

'(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!' diye cevap verir. Kendisine:

'Anlamadın ve uymadın!' denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir." (Buhârî)

"Cenâzede çabuk olun. Eğer sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belâyı bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz." (Buhârî, Cenâiz 52; Müslim, Cenâiz 51; Ebû Dâvud, Cenâiz 50; Tirmizî, Cenâiz 30; Nesâî, Cenâiz 44; Muvattâ, Cenâiz 56)

"Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır." (Buhârî, Rikak 42, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46)

"Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin (İyi yolda) olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar." (Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405)

"Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i câriye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine duâ edecek sâlih evlât (bırakan)." (Müslim, Vasıyyet 14; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vesâyâ 8)

"Mü'min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar, memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur." (Buhârî, Rikak 42; Cenâiz 61; Nesâî, Cenâiz 48, 49; Muvattâ, Cenâiz, 54)

"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir." (Nesâî, Cenâiz 117; İbn Mâce, Zühd 32; Muvattâ, Cenâiz 49)

"Ölüm için bir korku vardır. Öyleyse cenâze gördünüzmü ayağa kalkın." (Kütüb-i Sitte Terc. 15/275)

"Kim cenâzeyi takip eder ve önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan) borcunu ödemiş olur." (Tirmizî, Cenâiz 50, hadis no: 1041)

"Ölülere sövmeyin (sebbetmeyin). Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular." (Buhârî, Cenâiz 97, Rikak 42; Ebû Dâvud, Edeb 50; Nesâî, Cenâiz 51)

"Ölülerinizin iyiliklerini zikredin; kötülüklerini zikretmeyin." (Ebû Dâvud, Edeb 50; Tirmizî, Cenâiz 34)

Ebu'l-Heyâc el-Esedî anlatıyor: "Bana Hz. Ali (r.a.): 'Rasûlullah (s.a.s.)'ın beni göndermiş olduğu şeye ben de seni göndereyim mi?' diye sordu ve Rasûlullah'ın kendisene: "Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" buyurduğunu söyledi." (Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 72; Nesâî, Cenâiz 99)

Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) kabrin kireçlenmesini, üzerine bina (kubbe, türbe) yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı." (Müslim, Cenâiz 94; Ebû Dâvud, Cenâiz 76; Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz 96)

"Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size âhireti hatırlatır." (Müslim, Cenâiz 106; Ebû Dâvud, Cenâiz 81; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz 100)

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.), Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek: "Esselâmu aleyküm (selâm üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiziniz. Biz de arkadan geleceğiz." buyurdular." (Tirmizî, Cenâiz 59, hadis no: 1053)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir mezarlığa uğramıştı. Mezarlara karşı şöyle buyurdu: "Selâm üzerinize olsun ey mü'minler cemaatinin mahalle halkı! İnşâallah biz de sizlere kavuşacağız!" (Ebû Dâvud, Cenâiz 83, hadis no: 3237) Müslim ve Nesâî'deki rivâyette şu ziyâde vardır: "Allah'tan bizim için de sizin için de âfiyet dilerim." (Kütüb-i Sitte Terc. 15/296)

"Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara lânet etsin!" (Tirmizî, Cenâiz 61)

"Kim çocuğunu kaybeden bir anneye tâziyede bulunursa, cennette ona bir bürde (hırka, kaftan) giydirilir." (Tirmizî, Cenâiz 74, hadis no: 1076)

 

 

 

 

Ölüm Bir Son Değil; Başlangıçtır, Köprüdür

Ölümü, yok oluş, bitiş ve neticesiz olarak gören insan, hayatın mânâsından da uzaktır. Onun için hayat, tesadüfler oyuncağıdır, kabir karanlıklara açılan bir kapı, ecel bütün sevdiklerinden bir daha kavuşmamak üzere bir ayrılıştır. Bunun için âhirete inanmayan kimsenin ruhu acı ve ıstırap içindedir; dehşet ve vahşet içindedir, mânen kıvranmaktadır. Böyle bir insana hangi şey teselli verebilir?

Her mevsim yaşanan olaylar gösteriyor ki, ölüm yeni bir hayatın başlangıcıdır ve o hayata ulaşabilmek için geçirilmesi gereken bir arınma hareketidir. Diğer bir ifadeyle, dünyanın ağırlıklarından kurtulma faâliyetidir. Sonbaharda çürüyen, kuruyan ve kendisinde hayattan eser kalmayan kökler, dallar ve tohumlar, ilkbaharın o her yerden hayat fışkıran bayramına hazırlanır ve vakit geldiğinde yeni bir hayata kavuşurlar. İşte bir gün biz de, o tohumlar gibi toprağa düşeceğiz. Her ne kadar bir müddet için toprağa karışsak bile, bizim de ebedî bir baharımız vardır ve gelecektir.

Evet, doğumla bu âleme kavuşulduğu gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşulacaktır. Ve tohum, toprakta çürümesine rağmen oradan nasıl bir başka hayata kavuşup gökyüzüne doğru dal budak salıyorsa, insanın cesedi de ölümle çürüyecek, fakat ölümsüz ruhuyla ebedî bir âlemde hayat bulacaktır. Yer altındaki tohum, nasıl yer üstündeki ağaç halini ve güneşli dünyayı idrak edemez, onu önceden düşünemez ve bilemezse, biz de bu kayıtlı ve sınırlı halimizle, ebedî hayatı ölümden önce anlayamayız.

İnsan için ölüm, ipek böceğinin koza içindeki krizalit dönemi gibidir. İpek böceğine, kabir gibi daracık kozasından çıktıktan sonra kelebek olacağı ve kendisine birer kanat ihsan edileceği bildirilse, böcek ona inanmakta zorluk çekecektir. İşte insan da, ebedî âlemdeki hayatını anlamak noktasında o ipek böceği kadar âcizdir. Çünkü bütün duyguları, bu dünya ölçülerine göre çalışmaktadır. Ancak içinden gelen bir ses, ona ebedî âlemlerin var olduğunu haykırır durur.

İlim adamları tarafından da doğrulanan ve bütün insanların yaratılışında var olan bu sonsuzluk arzusu, bize ebedî âlemlerin varlığını bildiren en kuvvetli bir psikolojik delil olarak kabul edilmektedir. Tıpkı açlık ve susuzluk gibi. İnsanın susaması, suya işaret eder ve onun varlığını gösterir. Bu, su ile insan arasındaki özel ve içten bir alâkadır. İnsanın âhiret âleminin varlığını iç dünyasında sezmesi âhiretin varlığına en büyük delillerden biridir. Veya en azından böyle bir âlemin olmasını ve yaratılmasını gerektirir.

En küçük bir canlıyı, karıncayı dahi mükemmel bir şekilde besleyen ve istediğini veren Rabbimiz, bize de bütün duygularımızla istettiği âhireti, elbette verecektir. Zaten âhireti vermek istemeseydi, onu istemek duygusunu da biz insanlara vermezdi. Bütün insanlığı etkileyen ve kuşatan bu gerçeğin, boş ve kuru bir iddia olmadığı açıktır. Bu arzuyu insanın kalbine koyan kim ise, onu verecek olan da ondan başkası olmayacaktır elbette.

“Her nefis ölümü tadacak!” Bunu herkes biliyor, ama pek az insan, üstünde düşünüyor. Nefis, kendini bu kesin hükmün dışında tutmak istiyor. Ölümü hatırlasa bile başkaları için hatırlıyor. Unutmak için de elinden geleni yapıyor. Nereye kadar?! Ölümü düşünmek zorundayız. Ölmeyi öğrenmek, onun öğrencisi olmak zorundayız. Ömrün sonudur belki, ama hayatın da sonu mudur? Elbette hayır! Hayat, bedensiz bir biçimde yaşamaya devam edecek. Ölümle yüzleşenler, ölmeyi bilenler farkındadır bunun. Ölümü hatırlamak acı vermez onlara. Ölüm bir başlangıçtır çünkü.

Aslında ölümü kendimize biz düşman yapıyoruz. Zamana ve mekâna sığmayan arzularımızı, duygu ve düşüncelerimizi kırk elli yıllık dar bir şeride sığdırma gayretimiz, bizim için ölümü tatsız kılıyor. Susuzluğu isteyen akıl ve kalbimizi, bir gün işlemez olacak vücudumuzun emrine verdiğimiz; kabirden öteye geçemeyecek sevdaların, ancak kabre kadar sürecek dostlukların ağına kendimizi hapsettiğimiz an, iç dünyamızda bir bocalamadır başlıyor. Her şeye endişeyle baktıran, hayatın tadını kaçıran bir bocalama.

Ebediyet arzusu; yaratılış toprağımıza ekilen en kudretli tohum bu olsa gerek. Gelip geçici şeyler, bize huzur vermiyor. Her ayrılık bizi acıya boğuyor. Asırlardır ebedî bir hayatın

formülünü arıyor insanlık. İnsan ruhu, sonsuzluğa meftun olduğu içindir ki, bütün peygamberler, tebliğ ettikleri âhiret inancı, yani ebedî bir hayat müjdesiyle, ölümün dehşet veren yüzünü aydınlığa çevirmişlerdi.

Batıda özellikle son iki asırda ortaya çıkan ve daha ziyade bir kargaşa şeklinde göze çarpan fikrî ve sosyal hareketliliğin ebedî hayatın inkârından kaynaklandığını söylemek fazla zor olmamalı. Ölümün bir yok oluş olarak kabulüyle insanın mutlaka öleceği gerçeğinin yol açtığı çelişki, Batı insanını ve Batı düşüncesini benimseyen dünya insanlarını birtakım yollara sevketti. Bir kere, intihara yeni bir kapı açıldı. İnkârcı düşünceler içinde bocalamaktan, kurtuluşu intiharda arayan insanlar görüldü.

Özellikle 19. asır şiirlerinde olmak üzere nice mısrâlarda sonsuzluk iştiyakının yanında, ölüm korkusu sık sık konu edilir. Yok olma acısının olmadığı huzurlu bir ölüm arzusu dile getirilir. Fakat, korkusunu kendine bile itiraf edemeyen pek çok insan, hayalî oyuncaklar formülünü bulmuştur. Servetlere servetler eklenir. Huzur, istatistik rakamlarındaki büyüme özelliklerinde aranırken, yeni yeni oyuncaklar piyasaya sürülür. Radyo, sinema, otomobil, televizyon, bilgisayar, internet oyuncaklarıyla eğlenir, gezer. Gününü gün eder, gündelik yaşar. Alkol ve uyuşturucu gibi “unutturma” âletleriyle ne dünü, ne yarını düşünüp hatırlamamaya çalışır. Bazı insanlar ise, geride bıraktıkları eserlerle yok olmaktan kurtulmuş olacağı ümitleriyle tesellî bulur.

Âhiretin varlığını öldükten sonra anlamak, insanoğlunun ne dünya huzurunu, ne de ebedî hayatın kurtuluşunu netice vermeyecek. Bizi bekleyen sonsuz hayat için açılan imtihanı başarmak, ömrümüzü hesap gününün sahibinin emrettiği istikamette geçirmemizi gerektiriyor. İşte o zaman, ölüm bir darağacı, bir ebedî ayrılış, hiçliğe, yokluğa, çürümeye, unutulmaya, kopkoyu bir karanlığa açılan kapı hüviyetinden çıkıp, ölümün olmadığı, gelmiş ve gelecek bütün sevdiklerimizin toplandığı, Allah’ın emirlerine uymuş olmanın mükâfatının verildiği âleme geçmek için bir basamak haline gelecek. Ancak bu sayede ölüm, hayatımıza bir mânâ, huzur ve mutluluk katacak.

Kimler yok ki orada?! Dede ve ninelerimiz, gönülden sevdiğimiz anne, baba ve kardeşlerimiz... Nice büyük insanlar, Allah dostları, sıddîklar, şehidler, sâlihler, peygamberler ve en önemlisi, iki cihan güneşi Efendimiz (s.a.s.) hep orada... Sevdiklerimizle dolu olan âleme geçmek için, bir başka doğuş olan ölüm, tek çare... (4)

 

Ölüm de Bir Nimettir

Ölüm, hem de birkaç yönden insan için bir nimettir. Her şeyden önce, ölüm bir kurtuluştur. Omzumuza yüklenmiş olan hayat külfetinden bir kurtuluş. Bir derece hürriyete, serbestliğe varıştır. Meselâ, üzerimizde olan bir vazifeyi, yapmakla yükümlü olduğumuz bir işi hakkıyla yaptığımız veya bir engel çıkıp da yapma imkânımız olmadığı zaman, o iş üzerimizden kalkmış olur ve biz de rahatlayarak, “üzerimden dağ gibi bir yükün, bir ağırlığın kalktığını hissediyorum” deriz. İşte ölüm de böyledir. Hiç ummadığımız ve beklemediğimiz bir anda geliverir ve artık taşımaktan âciz kaldığımız hayat yükünden bizi kurtarıverir.

Bu gerçek, hadis-i şerifte şöyle dile getirilir: Rasûlullah’ın yanından bir cenâze geçti. Ona baktı ve şöyle dedi: “Bu, ya kendi kurtulmuştur veya kendisinden kurtulunmuştur.” Sahâbiler sordular: “Yâ Rasûlallah! Kendi kurtulmuş veya kendisinden kurtulunmuş ne demek?” Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle açıkladı: “Mü’min ölünce dünyanın eziyet ve sıkıntılarından kurtulur; fâsık ölünce de onun şerrinden insanlar, beldeler, ağaç ve canlılar kurtulur.” (Nesâî, Cenâiz 48)

Dünya hayatı, yapısı itibarıyla sıkıntılı, problemli, dert ve ıstıraplarla doludur. Bazen gelir bir zindan oluverir, insanı boğmaya başlar. Hayat çekilmez bir hal alır. Fakat ölüm geldiği zaman bütün bu sıkıntıları ve dertleri silip süpürüverir. Sürurlu, geniş, ıstırapsız, sonsuz, dertsiz ve gamsız bir hayat başlar. Zaten hadiste “Dünya mü’minin zindanı; kâfirin cennetidir” buyrulmuyor mu? Yani bu dünya, âhirete nisbetle mü’min için bir zindan; kâfir için de cennettir. Çünkü mü’min imanı sayesinde âhirette daha geniş nimetlere kavuşacak, âhiretin yanında dünya hayatı bir zindan gibi kalacaktır. Kâfir de dünyadaki rahatlığı ve nimetleri âhirette bulamadığı için, âhiretine oranla bu dünya ona cennet gibi olacaktır.

İnsanın yaşı ilerledikçe, altmışı-yetmişi geçtikçe hayat ağırlaşır, yaşamak zorlaşır. Kulağı az duyar, gözü az görür; hastalıklar, ağrılar birbiri peşi sıra gelmeye başlar. Bütün bu dertler insanı ölüme biraz daha yaklaştırır. Ve yaşlı insan bu dertlerden ancak ölüm sayesinde kurtulacağını bilmektedir. Ölümün kendisi için bir nimet olduğuna iyice inanır ve kabul eder. O kadar dengeli bir manzara ki, insan hemen yerini arıyor. Demek ki dünyadaki acı vaziyetler, hastalıklar, hatta bir yerde ihtiyarlığın ölümden önce gelmesi sebepsiz değil. Bu durumlarla iç dünyamızda âhirete göçmek ve dostlara kavuşmak üzere bir arzu uyandırılıyor. Ağırlaşan hayat yükü ve hayat şartları karşısında ölümün nimet oluşu hissedilirken, bütün kâinata hükmeden o Zat’ın sonsuz merhametini de anlamış oluyoruz.

Hayat, ölüm olmadan sürüp gitse ne olurdu, bilinmez. Ama, bugünkünden kat kat kalabalık bir dünyada ve yedi, on yedi... nesil öncesiyle beraber yaşamak zorunda kalacağımız düşünülürse, en değişmez gerçeğe olan düşmanca bakışımızı bir ölçüde yumuşatmak gerekiyor. Dedemiz, onun dedesi ve sayılamayacak kadar dedeler ve nineler... Her biri ayrı bir dert ve hastalık içinde inleyip dursalar, hayat onlar için, hem de bizim için ne kadar ağır ve çekilmez olacak ve ölüm ne kadar arzu edilecekti. İşte sadece bu cihetten bakılsa dahi ölümün büyük bir nimet olduğu ortaya çıkar. Eflâtun, ölüme “nimetlerin en büyüğü” derken, hiç de haksız bir hükmü dile getirmiyordu.

Ölümü bir an için yok farz ederek tahmin yürüten İbn Sina şöyle diyor: “Yeryüzünün hacmi ve kapasitesi belli. Ölmeselerdi bu kadar insan nereye sığacaktı? Birbirine bitişik ve sımsıkı durmaları halinde bile bunlar dünyaya sığmazdı. Nerede kaldı ki, oturdukları ve dağınık halde bulundukları zaman bunlar sığabilsin? Bunlardan artabilecek ne barınacak bir yer, ne bir bina, ne ekip biçilecek bir arazi ve ne de gezecek bir yer kalmazdı. Bu durum az bir zaman için böyledir. Zaman geçtikçe hal ve keyfiyet nasıl olacaktır? Ebedî hayatı arzu edip ölmeyi istemeyen ve bunun mümkün olabileceğini zannedenin hali işte budur. Bu zan ve arzu, cehâletin sonucudur. Ölüm, ilâhî bir ihsan olunca o kötü bir şey olmaz. Kötü olan şey, ondan korkmaktır. Ölümden korkan da onun gerçek yüzünü bilmeyendir.” (5)

Ölümle uyku arasında çok yakın bir benzerlik vardır. Başta hasta ve musîbet çekenler olmak üzere, herkes için uyku nasıl ki bir istirahat ve rahmettir; uykunun büyük kardeşi olan ölüm de dert çekenler ve intiharı düşünenler için de bir nimet ve rahmettir. Kendi ihtiyaçlarını göremeyecek kadar âciz bir duruma düşen felçli ve yatalak bir insan veya derdine çare ve ilaç bulamayan bir hasta ölümü o kadar bir iştiyakla ister ki, onun tek arzusu varsa, o da bir an önce ölüm nimetine kavuşmaktır. İntihara kalkışan kimse de aynı durumdadır. Böyle bir insanın imdadına ölüm yetişecek olsa, hem büyük bir günaha girmekten kurtulur, hem de ebedî hayatını berbat etmemiş olur. (6)

 

 

 

 

Ölümü Düşünerek Dirilmek

Ölüm! Güzel gerçeğimiz bizim! Necip Fâzıl’ın dediği gibi; “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Ölüm! Allah’ın bir “hikmet”i, bir “tecellî”si! Hikmetinden sual olunmadığı gibi, ne zaman tecellî edeceği de bilinmez. “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?!” Ölümsüzlüğü tatmak! İşte ölümün dehşetini etkisiz kılan iksir! Ölümünü düğün ve bayram ilân eden, o heyecanla ölüm adlı sevgiliyi bekleyen canlı şehidlerin mesajı! “O mübârek, aziz şehitler ki / Hepsi seçmişler en güzel ölümü! / Allah için, din için, şehitlik için / Döğüşüp müslümanca ölmüşler! /Törensiz ölmüşler / Kefensiz ölmüşler / İsimsiz ölmüşler / Ruh olup hep, cisimsiz ölmüşler / Bürünüp sade bir şehid adına / Öyle çıkmışlar, alnı pak, yüzü ak / Allah’ın katına!”

Mezar, zıtların ek. Ölümden korkmak, hayatı bu maddî dünyadan ibaret sananların çıkmazıdır. Ölümden korkmak, öte dünyaya imanın zayıflığının göstergesi. Ölümden korkmak, ölümü yok etmez, ertelemez, hafifletmez, “korkunun ecele faydası yoktur.” “Ölümden korkusu olanlar ölür / Hayatı maddede bulanlar ölür / Gidenlere öldü diye ağlarız / Aslında geride kalanlar ölür.”

Dünya bir han; konan göçer. Can ise, tıpkı bir kafesteki kuştur; o da zamanı, vakti geldimi durmaz, uçar. Ölüm, öyle bir yoldur ki, bir kez ve tek başına yürünür. Tekrarı yoktur; dönüşü yoktur; tek yönlü bir yoldur; mecburî istikamettir. Ölüm âdildir; ölüm herkes içindir; fakiri-zengini, beyazı-zenciyi, kadını-erkeği, genci-yaşlıyı ayırmaz.

Nasıl bir ölüm isteriz? Madem ki ölüm var, ölümden kaçış yok; öyleyse nasıl ölümle ölmek bize daha kolay, daha güzel gelir? Sonra, ölümün şekli-şemalini seçme hak ve imkânımız var mı? Örneğin Ebû Türâb gibi, bir çöl ortasında, hiçbir şeye dayanmadan dimdik ayakta ölmeye ne dersiniz? Ya da Hz. Süleyman gibi cinlere Mescid-i Aksâ’yı inşâ ettirirken, çaktırmadan ölüvermek; ölüvermek ama dimdik; ölüvermek ama devrilmemek, sürünmemek! Halkın deyimiyle, “elden ayaktan düşmeden”, “Üç gün yatak; dördüncü gün toprak”, ama imanla, ama müslümanca, ama insanca ölmek!

Ölüm, insan için güzel bir son ve aynı zamanda güzel bir başlangıç demek! Bir hayata “vedâ” deyip, öte hayata “merhaba” demek! Onun için güzel bir olay! Ölüm, dünya hayatının muhtaç olduğu bir ihtiyaçtır. Yeri göğü titretse de, varlığı dengede tutmaktadır ölüm. Ölüm, hayatın, varlığın, yaratılmışlığın dengesi ve güzelliği için vardır. Hayat, sınanma için verildiği gibi ölüm de aynı amaç için yaratılmıştır (67/Mülk, 2). İnsana düşen; ölüm korkusunu öldürmek, ölümün bir denge ve güzellik olduğuna inanmak ve hayat sınavında başarılı olmaktır. (7)

Beşerî bilim, insanın dünyaya nasıl geldiğini anlatsa bile niçin geldiğini bildiremez. Bu dünyaya her gelenin öleceğini bildirir, fakat nereye gideceğini kestiremez. Bilim, olayın şeklinden bahseder, felsefe ise, sebebini açıklamaya çalışır. Ancak felsefenin de sınırı akıldır. Aklın bulamayacağı konular, felsefenin de dışında kalır. O zaman söz “din”in olur/olmalıdır. Yüce Yaratıcımız, insan aklının idrakten âciz kaldığı hakikatleri, Peygamberleri vasıtasıyla öğretmiştir. Beşerî bilimin dışında kalan, onun sınırına girmeyen, felsefeyi âciz bırakan konular, sadece dinin alanı içine girer. Ve ancak bu sahada çözülebilir. Alex Carrel: “Ölümün esrârı karşısında insanın duyduğu endişeye imanın verdiği cevap, bilimin verdiği cevapla kıyaslanmayacak kadar tatminkârdır” diyor.

Nereden gelip nereye gittiğimizi, bizi nasıl bir geleceğin beklediğini ve ölümün anlamını ancak vahiy aydınlatabilir. Vahyi kabul etmeyen insan, tatminsizlik ve huzursuzluğu bu konudada da derinden yaşayacak, bu soruların ve ölümün her insan için ayrı mânâsı veya anlamsızlığı olacaktır. Çünkü ölüm, hayata göre, hayatın mânâsı da onu yaşayan kişilere göre değişmekte ve sahip olduğu inanç, insanı şekillendirmektedir. Ama ortak olan bir şey vardır. O da, bu sorulara sadece bilim veya kuru bir akılla cevap verilemeyeceği gerçeğidir.

İnsanın yeri ve konumu gerçekten çok yüksektir. Çünkü şu koca dünya, ona bir ev, hayvanlar ona bir hizmetçi, güneş onun ısınması için bir soba, ay ise aydınlanması için ona bir lâmba olarak yaratılmıştır. Bu yüzden insanın görevi de büyüktür. Vazifesi, kendini yaratanı tanıyıp O’nun emir ve izni dahilinde hareket etmesi şeklinde tarif edilebilir. Yine de imtihan dünyasında yaşadığımızı ve dileyenin istediği yolu seçmekte serbest olduğunu da unutmamalıyız. Ancak, cansız ve şuursuz cisimlerin bir zerresi bile kaybolmaz iken ve dağılan yıldızların atomlarından yeniden bir başka yıldız yaratılırken, insanın ölümden sonra bir avuç toprak olacağını düşünmek, insafsızlık olsa gerek. O halde insan toprağa girip ebediyyen yatamaz ve saklanamaz. Sahip olduğu nimetlerden hesaba çekilecek, mükâfat ve ceza için âhiret konakları olan Cennet ve Cehenneme gönderilecektir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistiklerine göre, her günde ortalama 300.000 kişi ölmekte. Evet, her yaşta ölenlerin toplamı bu... Bu sayının içinde nice ölmeyeceğini sananlar veya ölümü bekleyenler, beklemeyenler, veya başkasına “vah vah”, kendisine ise “Allah gecinden versin” diyenler de mevcut. Ama hepsi yolcu. Kısacası hergün bir koca şehrin nüfusu kadar insan ölüyor. Bunlar arasında ölümü unutanlar yok muydu dersiniz? Ama ölümün onları unutmadığı bir gerçek. Evet ölüm, hiç umulmadık bir anda kapımızı çalıyor. Ya bir kalbi sıkıyor, ya bir damarı tıkıyor. Ya da yeni elbisesini giyerken bir ayna karşısında veya otomobilini sürerken yakalıyor unutkan ve gâfil insanı. Kısacası, âhirete giden yollar o kadar çok ki, saymakla bitmez, neticede hepsi oraya çıkar. “Ölüm gelmiş cihâne, baş ağrısı bahâne!” Mezarın yeri ve dış konforu nerede ve nasıl olursa olsun, âhiret, her yerden aynı uzaklıkta. Önümüzdeki günlerde de yine yüzbinlerce insan ölecek, bir yandan da ölüm meleği vazifesi gereği can almaya devam edecek. Ömrümüzün uzatılması için yapılan çalışmalar da devam edecek. Geçen günler de gösteriyor ki, hayat var olduğu müddetçe, dünya hayatı açısından ölümün sonu gelmeyecek ve ölüm öldürülemeyecek. Ölüm meleğinin bizi nerede beklediği belli değil; iyisimi biz onu her yerde bekleyelim. Ama elbette ona hazır bir vaziyette.

Ölümü unutmak, ondan kaçmak çare değil. En yakın ve candan bir dostumuzun cenazesinden bile yeterli ibret alamaz olmuşuz. Ne kazmayı sallayan, ne tabutu taşıyan ve ne de ölüyü yıkayan haberdar değil yaptığından. Hareketlerimiz hep ezberden, mekanik bir şekilden ibaret. Eskiler ölümü o kadar uzakta tutmamış ve günlük yaşamlarından kapı dışarı etmemişlerdi. Doğrusu pek de bir şey kaybetmemişler, bilâkis kazanmışlardı. Çünkü zaman ve mekân tanımayan o dâvetsiz misafire karşı biraz olsun hazır bulunmakla, ona ansızın yakalanmaktan kurtulmuşlardı.

Yahya Kemal’e İstanbul’un nüfusu sorulduğu zaman 50 milyon demiş, bunu abartı gibi görenlere de; “ne yapalım, biz ölülerle dirilerimizi birbirinden ayrı düşünmüyoruz” cevabını vermişti. Aslında, bu bir şahsın değil; uzun bir devrin ve köklü bir düşüncenin eseriydi. Eski semtler, ölümle hayatı hâlâ beraber yaşıyor. İşte İstanbul’un Eyüp Sultan, Üsküdar, Karacaahmet ve Topkapı kabristanları ve diğerleri. Ölümle hayat içiçe. Ölmeden önce hayatımızın kıymetini bildiren birer ibret taşları, yoldaki işaretler olmuş kabirler.

Câmiler, minareler, kabristanlar, mezartaşları iki dünyayı ayıranın bir ses değil; bir nefes olduğunu haykırıyorlar. Bırakın ölüleri, yaşayanların bile dirilip döndüğü bir Eyüp kabristanı ile çevresini, bir de şimdiki mezarsız ve ezansız semtleri düşünün. Ölüm gerçeği konusunda ne değişti sanki? Ama, ölümü algılayış ve hatırlayış hususunda insanımız, yarına hazırlığı defterinden silgi izleri sırıtacak şekilde sildi veya defterini karaladı. Ölümü hatırlamayı modern çağın yüz karasıymış gibi düşünenler, kimseyi değil; sadece kendilerini aldatmışlardı. Belki asrımızda çok şey değişmiş olabilir, ama ölüm gerçeği değişmemiştir. Tam aksine, kazalar ve hastalıklar sayesinde âni göçüşler, hızlı yaşamaya ayak uydurarak sayı ve sürat kazanmıştır.

Bırakalım artık yarınların hayaliyle oyalanmayı. Bu gün için elde olan ne? Yolculuğa hazır mıyız? Yanımızda götürebileceğimiz ne var? Asıl önemli olan bu. Dünyaya bir daha gelip de eksik ve hatalarımızı telâfi etme şansımız olmadığına göre, yaşadığımız günün her ânını değerlendirmeli ve “gün bu gündür!” diyerek, ebedî saâdeti kazanmaya çalışmalıyız. (8)

&&

 

Ölüme Hazır Olmak

Allah'ın dışında tüm canlılar için ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu unutmamak ve ölüme hazırlıklı olmak her insanın gayreti ve özelliği olmalıdır. Ölümü anmak ve hazırlıklı bulunmak her mü'min için müstehap sayılmıştır. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Lezzetleri yok eden ölümü çok anın." (Tirmizî, Zühd 4, Kıyâme 26; Nesâî, Cenâiz 3; İbn Mâce, Zühd 31) Başka bir hadiste, kabir içinde olanların hatırlanması istenir: "Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder." (Tirmizî, Kıyâme 24; Ahmed bin Hanbel, I/387)

 

 

 

 

Ölümü Beklenen Hastaya Karşı Görevlerimiz

Hasta ziyareti sünnettir. Bir hadis-i şerifte, müslümanın müslüman üzerindeki hakları sayılırken, bunlardan birinin, hastalanınca hasta ziyaretine gitmek, diğerinin de ölünce, cenazesine gitmek olduğu belirtilir (Buhârî, Libâs 36, 45, Cenâiz 2, Nikâh 71; Eşribe 28). Ölümcül hastaya ecel konusunda hoşuna gidecek, sevindirecek sözler söylemelidir. Çünkü Allah'ın hükmünü hiçbir şey geri çeviremez. Sadece gönlü hoş olmuş olur (Tirmizî, Tıbb 35). Hasta tevbe etmeye ve vasiyetlerini yapmaya teşvik edilir. Çünkü Allah Rasûlü şöyle buyurur: "Vasiyet edeceği bir şey olup da, yanında yazılı vasiyeti bulunmaksızın iki gece geçirmek müslümanın işi değildir." (Buhârî, Vesâyâ 1; Müslim, Vasiyye 1, 4) Sıkıntı, belâ ve hastalığa mâruz kalan kimsenin sabretmesi, Allah'ın yardımı ile olur. "Sabret! Çünkü senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir." (16/Nahl, 127)

Ölüm halindeki kişiyi sağ yanına yatırıp kıbleye döndürmelidir. Çünkü Hz. Peygamber, Beytullah için "Ölü ve dirilirenizin kıblesidir." (Ebû Dâvud, Vesâyâ, 10) buyurmuştur. Eğer yer darlığı yüzünden hastayı kıbleye çevirmek mümkün olmazsa, sırt üstü yatırılır ve yüzü ile ayakları kıbleye doğru çevrilir. Bu da yapılamazsa, olduğu hal üzere bırakılır. Ölüm sırasında kişinin ağzına bir kaşık veya pamukla su verilir. Hasta can çekişirken ona yardımcı olmak, yakınları için bir görev ve sevap bir ameldir. Bu yüzden onun yanında kelime-i şehâdet getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize; 'Lâ İlâhe illâllah'ı telkin edin. Çünkü ölüm halinde onu söyleyen bir mü'mini bu kelime, Cehennemden kurtarır." "Son sözü Lâ ilâhe illâllah olan kimse Cennete girer." (Müslim, Cenâiz 1, 2; Ebû Dâvud, Cenâiz 16).

Hastanın yanında şehâdet getirilir ki, o da hatırlayıp şehâdet getirsin. Yoksa, ısrarla; 'sen de söyle' denilmez. Zira o anda zor bir durumdadır. Ona yeni bir zorluk çıkarmamalıdır. Bir defa da söylese yeterli olur. Buna "telkin" denir. Bu telkini, hastanın sevdiği birisi yapmalıdır. Amaç, hastada isteksizlik uyandırmamaktır. Hayatını tevhide ters inanç ve davranışlarla geçirip tevbe etmeyenlerin ölüm döşeklerinde bunu kolayca söyleyebilmesi, pek nasip olacak iş değildir. Çünkü bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz, öyle haşrolursunuz."

Kişi vefat edince ağzı kapatılır, bir bez ile çenesi başından bağlanır. Gözleri yumulur. Eller yanlarına getirilir. Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir. Öldüğü iyice anlaşılınca hemen yıkanır. İnsan ne zaman ve nerede öleceğini bilmez (31/Lokman, 34). (9)

Ölüm ve sonrası için düşünülmesi ve o oranda çalışılması gereken asıl mesele, son nefesi imanlı olarak verip verememe sorunudur. Bir insan, bütün varlığıyla, bütün gücüyle ve bütün imkânlarıyla bu meseleyi halledip gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Mü'minin isteği, bu dünyadan ancak müslüman olarak, şirk karışmamış bir imana sahip bulunarak ayrılmak olmalıdır (3/Âl-i İmrân, 102). Bunu gerçekleştirmek için de, devamlı müslümanca bir yaşayışın gerekli olduğu, nasıl ölmek istiyorsak öyle yaşamanın icap ettiği unutulmamalıdır.

Kabir ziyaretinin orada yatan ölü için değil; ziyaret eden dirinin ibret alması, ölümü hatırlaması için meşrû kılındığını hatırlamakta fayda var. İslâm’da yasak olan kabrin üzerine bina yapmak, kubbe koymak, yani türbe, kabirleri mescit veya tapınak hale getirmenin, şiddetle yasaklanmış hurâfe ve bu konudaki aşırılıkların şirk unsuru olduğu bilinmelidir. Ölümle ilgili küfür sözlerinden de cehennemden korkmak gibi sakınmak gerektiğini unutmamalıyız. Ölüm meleği olması itibarıyla Azrâil'e hakaret etmek, onu eleştirmek, eli tırpanlı çirkin bir insan şeklinde onu resmetmek, "Azrâil onun canını yanlış yere aldı" , "Azrâil'le savaşıyor" , “zamansız öldü” gibi sözlerin insanı küfre götürebilecek büyük yanlışlar olduğunu değerlendirmek zorundayız.

“...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” (12/Yûsuf, 101)

 

"Sana nasihat edici olarak ölüm yeter." (Hadis-i Şerif)

"Ölenin kıyâmeti kopmuştur." (Hadis-i Şerif)

“Nasıl yaşıyorsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz, öyle de dirilirsiniz.” (Hadis-i Şerif)

"Kabirleri ziyaret edin; çünkü kabir ziyareti size âhireti hatırlatır." (H. Ş.)

"İnsanların en akıllısı, ölümü en çok hatırlayıp onun için en fazla hazırlıklı olandır." (H. Ş.)

"İnsanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar." (H. Ş.)

"Ölümü çok hatırlayın; zira günahları giderir de sizi dünyada zâhid yapar." (H. Ş.)

“İnsanların, karşılaşmayı en uzak gördüğü şey, ölümdür!” (H. Ş.)

“Günahlarını azalt ki, ölüm sana kolay gelsin!” (H. Ş.)

"Her kul hangi amel üzerine ölürse o amel üzerine dirilir." (H. Ş.)

"Kabre hazırlıksız giren, denize kayıksız açılmış gibidir." (Hz. Ebûbekir r.a.)

"İnsanların öleceklerini yakînen bilmelerine rağmen ondan gaflet etmeleri kadar yalana benzeyen başka bir şey yoktur."

“Allah Teâlâ, kuluna, ruhunun bedeninden çıkmasını, Allah için çektiği gam ve kederler oranında kolaylaştırır."

"Bir kimsenin evinden veya yakınından bir cenaze çıkar da o kimse bundan ibret almazsa, ona, ne ilmin, ne hikmetin, ne de va'z ve nasihatın bir faydası dokunur."

"Cenazelerde hazır bulunmak suretiyle kalbin hastalıklarını tedâvi etmek bir vecîbedir."

"Ölümü istemek güzel değildir. Ölüme hazırlıklı olmak güzeldir."

"En uzun ömrün en kısa ömürden pek fazla uzun olmadığını anlamak için, ikisini de çevreleyen sonsuzluğu göz önüne getirin!"

“Hey, ne yapıyorsun? Sen, Rabbine gönderilecek bir kitabı yazmakla meşgulsün. Ona doldurduğun cümlelere dikkat et! Her hareketin filme alınıyor; ne biçim sanatçısın sen?!”

"Ayakta ölmek, diz üstü yaşamaktan iyidir."

"Korkaklar, ecelleri gelmeden kimbilir kaç kere ölürler; cesurlar ölümü bir kere tadarlar."

"Ölüm, daima gözünün önünde olsun, o zaman asla âdî endişelere düşmezsin ve hiçbir şeyi fazla hırsla arzu etmezsin."

"Hayattan önce ölüme hazırlanmalıyız."

"Ölüme gülen, iyi bir insandır."

"Ağa olsa, paşa olsa, bey olsa; Yakasız gömleğe sarılır bir gün."

"Ölüm ne hükümdar tanır, ne soytarı; herkesi aynı iştahla yutar."

“Geçiyor birer birer bu daracık köprüden

Bir tabut daha geçti, kimdir acaba giden?”

“Bir gün de senin için ağlanacak ardından;

Sen de ayrılacaksın, doymadığın yurdundan.

Madem ki ölüm vardır, ne diye korkuyorsun?

Bu yalancı hayata ölüm teselli olsun!”

“Geldi geçti ömrüm benim; şol yel esip geçmiş gibi.

Hele bana şöyle geldi; şol göz yumup açmış gibi.

İşbu söze Hak tanıktır; bu can gövdeye konuktur.

Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi.

Miskin âdemoğlanını benzetmişler ekinciye

Kimi biter, kimi yiter; yere tohum saçmış gibi.

Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm

Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi.

Bir hastaya vardın ise; bir içim su verdin ise,

Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi.” (Yunus Emre)

“Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz...

Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,

Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı,

Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz...

Gece değmemiş semâ, dalga bilmeyen deniz,

En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz

Ümitler içindeyim; çok şükür öleceğiz.”

“Ne kötü bir dünya bu; sevgisiz, acımasız

Yaşarken dolu dizgin, ölüvermek apansız

Sen, en güzel yerinde olsan bile yaşamın

Alırlar, götürürler bir yerlere zamansız

Bütün o sevdiklerin, dostların, yakınların

Koyup giderler seni oraya yapayalnız

Çalkalanır gidersin kapkara bir boşlukta

Ne sevinç, ne de keder; artık her şey anlamsız.

Hakkın yok üşümeye, ağlamaya, gülmeye

Unutma! Ölüsün sen, boş bir kalıpsın cansız

Her şey geride kaldı, ne sandın yalan dünya

Gördüğün gibi işte; bir ölüm var yalansız.”

“Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun.

Ölümü de öldüren Rabbe, secdeler olsun.”

“Ölüm muhakkak

Ve ölüm mutlak

Tek kapısıdır ölümsüzlüğün.”

"Yerin altında devam etmesidir bence ölüm,

Yerin üstünde görüp geçtiğimiz rü'yânın."

“Bir gün çağrıyı duyar, insan ölür çaresiz;

Ölür kuşlar, ağaçlar, ölür sahil ve deniz.

Er geç kulağımızın dibinde çınlayacak

Ölümün soğuk sesi; “biraz gelir misiniz?”

“Ölümse / Gel dese / Tak tak tak / Muhakkak!”

"Hiç durmadan hayât öğütür devreden bu çark;

Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark!"

“Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya

Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya.”

"Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi;

Müşkil budur ki ölmeden evvel ölür kişi."


"Ömrüm geçti, hayfâ ki geç uyandım;

Bu dünya bana bâki kala sandım."

"Öleceği gün meçhul olmalı insanların!

O gün uzak olsa da, değil mi günü belli,

Yoktur günü bilinen ölümlere teselli."

"Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanmadın olacak,

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak

Taht misali o musalla taşında.”

“Sorun insanlar sorun, biliyor şu minare

Neymiş ölüme çare, neymiş ölüme çare?”

"Ömür, eser yeldir yahut akar su; Sakın yele suya dayanmayı ko."

"Ömür, temmuz güneşi karşısında kardır."

"Ömür, kıymeti bilinmeyen aziz bir misafirdir."

"Kimi insan derbeder; Ömrünü hebâ edip gider."

"İnsan, ne idrâksiz mahlûktur! Herkes kimsenin sağ kalmadığını bilir de, kendinin öleceğine inanmak istemez."

"Zengin ve yoksul, ölüme doğru aynı zamanda gider."

"Mezar, sonsuzluğun kapısıdır."

“Ölümün pençesi, gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mü’min için asıl siması nûrânîdir, güzeldir.”

"Sonsuz yaşamaya karar veren ölümden korkmaz."

"Şerefli bir ölüm, şerefsiz bir ömürden daha iyidir."

"Ölümün eşiğini herkes yalnız aşar."

"Ölüm olmasaydı, hayat bütün güzelliğini kaybederdi."

"İnsanların bazısı yaşayıp bazısı ölseydi, ölüm dayanılmaz bir acı olurdu."

"Ey hayat! Ölüme (cennete) şükret. Seni onun sayesinde seviyorum."

"Düşünsek biz, ölümden korkmamamız gerekir; zira yerin altında, üstünden çok akrabamız var."

“Müslümanca yaşayamadığını kabul eden her insan için bile, müslümanca ölme imkânı vardır.”

"Açmamak olmaz ölüm kapıyı çalınca."

"Ne ölümden kork, ne de ölümü iste."

"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil; iyisimi biz onu her yerde bekleyelim."

"Ölümün acılığını sevdiklerimizin ölümünde tadarız."

"Bütün günler ölüme gider; son gün varır."

"Dünyada, bir gerçek vardır; o da ölüm! Ölümden başkası yalan"

"Ölüm, Allah'a giden yolun tek kapısıdır."

"Bir sen değil, olsa hasmı âlem

Merdâne ölür, ölürse âdem."

"Dostunu hemen ölüverecekmiş gibi sev; düşmanını hiç ölmeyecekmiş gibi telâkki et."

"İyi bir şekilde ölmesini bilmeyen, kötü yaşamış demektir."

"Her doğum müjdesi, bir vefat haberinin öncüsüdür."

"Dünyaya geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarız."

"Daha doğar doğmaz, ölmeye başlarız."

"Ölümün ilk işareti doğumdur."

"Ölüm yoktur! Yıldızlar, başka bir kıyıda doğmak için batarlar."

"İnsan ölümü düşündükçe hayattan daha az tat duyabilir; ama daha sâkin ve huzurlu yaşar."

"Ölümü, ancak ölmeye değer bir şeyi olmayan gözünde büyütür."

"Ölmemek için kaçan, bacaklarını beyhude yormuş olur."

"Öyle habersizce geliyor ki ölüm, Rüyalar tamamlanamıyor."

"General olsan da derler: 'Er kişi niyetine!"

"Ölüm eski bir şeydir ama, her insana yeni görünür."

"Ölüm, bazen bir ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur."

"Ölüler başka, ölüm hep birdir."

"Ölüm! O sonsuz kurtuluş!"

"Arkada bıraktıklarımızın kalplerinde yaşamak, ölmemektir."

"Ölüm, insanın fitnelerden âzâd oluşu, gafletten kurtuluşu, uykudan uyanışıdır."

"Ölüm, tüm mutsuzlukları iyileştiren en acı bir ilâçtır."

"Ölüme karşı herkesten açık göğüs beklenmez."

"Azrâil'e bahane bulunmaz."

 

 

"Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki, biz 'Rabbinize iman edin!' diye seslenen bir dâvetçiyi (Peygamber'i, Kur'an'ı) işittik; hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vaad ettiklerini de ikram et ve kıyâmet gününde bizi perişan etme; şüphesiz Sen, vaadinden caymazsın!" (3/Âl-i İmrân, 193-194)

"Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür." (7/A'râf, 126)

 

 

1- Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 5/166

2- Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 235-239

3- Alâaddin Başar, Nur'dan Kelimeler, 2/72-73

4- Selim Gündüzalp, Ölüm Son Değildir, s. 12 vd.

5- İbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş Risâlesi, s. 21

6- Mehmet Paksu, Ölüm ve Sonrası, s. 30-32

7- Hasan Ali Kasır, Ölüm Şiirleri, s. 21 vd.

8- Selim Gündüzalp, a.g.e. s. 23 vd.

9- Hamdi Döndüren, a.g.e. 5/167

 

Ölüm Konusunda Âyet-i Kerimeler

a- Ecel ve Ömür

A- Her Ümmetin Bir Eceli Vardır: 7/Arâf, 34; 10/Yûnus, 49; 15/Hıcr, 4-5, 8; 16/Nahl, 61; 23/Mü'minûn, 43.

B- Ömrü Tâyin ve Takdir Eden Allah'tır: 56/Vâkıa, 60.

C- Ecel Geri Kalmaz: 63/Münâfıkun, 11.

D- Uzun Ömür: 2/Bakara, 96; 21/Enbiyâ, 44; 28/Kasas, 23, 45; 35/Fâtır, 11, 37; 36/Yâsin, 68; 40/Mü'min, 67.

E- Kısa Ömür: 35/Fâtır, 11.

F- Ömrün Uzaması ve Kısalması: 35/Fâtır, 11.

G- İhtiyarlık ve Bunaklık: 12/Yûsuf, 94; 16/Nahl, 70; 22/Hacc, 5; 36/Yâsin, 68; 91/Şems, 10; 95/Tîn, 5.

b- Ölüm

A- Öldüren Allah'tır: 2/Bakara, 28, 258; 3/Âl-i İmrân, 27, 156; 6/En'âm, 2, 95; 7/A'râf, 158; 9/Tevbe, 116; 10/Yûnus, 31, 56; 15/Hıcr, 23; 16/Nahl, 70; 22/Hacc, 66; 23/Mü'minûn, 80; 30/Rûm, 19, 27, 40; 40/Mü'min, 68; 44/Duhân, 8; 45/Câsiye, 26; 50/Kaf, 43; 53/Necm, 44; 56/Vâkıa60; 57/Hadîd, 2.

B- Her Nefs Ölecektir: 3/Âl-i İmrân, 185; 17/İsrâ, 99; 21/Enbiyâ, 34-35; 23/Mü'minûn 15; 29/Ankebût, 57; 55/Rahmân, 26-27.

C- Son Dönüş Allah'adır: 5/Mâide, 18, 105; 6/En'âm, 61, 62; 7/A'râf, 29; 10/Yûnus, 4; 11/Hûd, 4; 19/Meryem, 40; 24/Nûr, 42; 28/Kasas, 70, 88; 29/Ankebût, 17, 21, 57; 36/Yâsin, 83; 53/Necm, 42.

D- Allah Dilemedikçe Hiç Kimseye Ölüm Yoktur: 3/Âl-i İmrân, 145.

E- Ölümden Kaçılmaz: 2/Bakara, 243; 3/Âl-i İmrân, 145, 154; 4/Nisâ, 78; 50/Kaf, 19.

F- Ölüm Allah İçindir: 6/En'âm, 162.

G- İnsan Nerede Öleceğini Bilmez: 31/Lokman, 34.

H- Ölüm Karşısında Mü'min: 2/Bakara, 155-157.

I- Müslüman Olarak Ölmek: 2/Bakara, 132; 3/Âl-i İmrân, 102, 193; 7/A'râf, 126; 12/Yûsuf, 101; 27/Neml, 19, 89-90.

J- Ölüm ile Uyku İlişkisi: 6/En'âm, 60; 39/Zümer, 42.

K- Ölüm Gelince Melek, Ruhu Bedenden Alır: 6/En'âm, 61.

L- Mü'minlerin Ölümü: 16/Nahl, 28-29, 32-33; 56/Vâkıa, 88-91; 79/Nâziât, 2-3; 89/Fecr, 27-30.

M- Kâfirlerin Ölümü: 16/Nahl, 28-29, 33-34; 56/Vâkıa, 83-87, 92-94; 79/Nâziât, 1, 4.

N- Münâfıkların Ölümü: 37/Muhammed, 27.

O- Ölüm Hali: 75/Kıyâme, 26-30.

c- Kabir

A- Mü'minlerin Kabir Hayatı: 14/İbrâhim, 27.

B- Kâfirlerin Kabir Hayatı: 14/İbrâhim, 27; 40/Mü'min, 46; 60/Mümtehine, 13.

C- Münâfıkların Kabri: 9/Tevbe, 84.

D- Kabir Azabı: 20/Tâhâ, 124; 40/Mü'min, 46.

E- Kabir Hayatı Belli Bir Zaman İçindir: 6/En'âm, 98; 80/Abese, 21.

F- Soy-Sopla Öğünmek İçin Kabir Ziyareti: 102/Tekâsür, 1-2.

G- Kabirden Kalkış: 22/Hacc, 7; 36/Yâsin, 51-52; 54/Kamer, 7; 70/Meâric, 43; 71/Nûh, 18; 82/İnfitâr, 4; 100/Âdiyât, 9.

H- Kabirden Kalkışta Mutlu Kişilerden Olmak İçin Duâ: 26/Şuarâ, 87.

 

Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 194-195

Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 352-355

Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s .

Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 3, s. 229-235

Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, 422-426

Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 5, s164-167

Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risâle Y. c. 3, s. 197-198

Kur'an ve Psikoloji, Osman Necati, Fecr Y. s. 94

Kur'an'da İman Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, Yalnızkurt Y. s. 45-48, 144-146

Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. 235-239

Nur'dan Kelimeler, Alâaddin Başar, c. 2, s. 70-78

İman ve İslâm Atlası, Necip Fâzıl Kısakürek, Büyük Doğu Y. s. 331-333

Kur'an'da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 81-86

İhyâi Ulûmi'd-Din, İmam Gazali, Bedir Y. c. 4, s. 806-833

Âhirete Giden Yol, Ali Rıza Altay, Sönmez Neşriyat

Âhiret Hazırlığı, Sadık Dânâ, Erkam Y.

Ecel, Kıyâmet, Âhiret, Ali Eren, Çile/Merve Y.

Gözle Görülen Kıyâmet, Muhammed Mahmud Savvaf, Çelik Y.

Kabir Âlemi, Celâleddin Suyûtî, Kahraman Y.

Kırık Tayflar, Şemseddin Nuri, T.Ö.V. Y.

Mezar Notları, Muammer Özkan, İnsan Dergisi Y.

Ölüm Psikolojisi, Faruk Karaca, Beyan Y.

Ölüm, Mehmed Zâhit Kotku, Sehâ Neşriyat

Ölüm, Kıyâmet ve Âhiret, Sıddık Naci Eren, Demir Kitabevi Y.

Ölüm Ötesi Hayat, M. Fethullah Gülen, Nil Y.

Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi

Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.

Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.

Ölüm Yokluk mudur? Hekimoğlu İsmail, Timaş Y.

Ölüm ve Sonrası, İmam Gazali, Vural Y.

Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.

Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında Ölüm, Cenaze, Kabir, İsmail Mutlu, Mutlu Y.

Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında Ölümden Sonra Diriliş, İsmail Mutlu, Mutlu Y.

Ölüm ve Diriliş, Safvet Senih, Nil A.Ş.

Kabir Âlemi, Âlemü'l-Berzah Tercümesi, Celâleddin Süyûtî, Kahraman Y.

Batılının Ölüm Karşısında Tavrı, Philippe Arise, Gece Y.

Ölümsüzlük Düşüncesi, Turan Koç, İz Y.

Ölümü Yaşamak, Betty J. Eadie, Form Y.

Ölüm Her An Gündemde, Feridun Yılmaz Yüceler, Akçağ Y.

Kaçınılmaz Gerçek Ölüm, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.

Âhirete Açılan Kapı Kabir, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.

Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Ötesi, Abdullah Aydın, M. İzci, Mehdi Y.

Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Cavit Yalçın, Vural Y.

Meşhurların Son Anları, Burhan Bozgeyik, Türdav A.Ş.

Ölüm Cezası, Jean Imbert, İletişim Y.

Ölüm İstatistikleri, 1990 D.İ.E. , Devlet İstatistik Enstitüsü Y.

Ölüm İstatistikleri, İl ve İlçe Merkezlerinde 1993 D.İ.E. , Devlet İstatistik Enstitüsü Y.

Ölüm, Kabir, Kıyâmet, Mustafa Necati Bursalı, Erhan Y.

Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Âhir Zaman Alâmetleri, İmam Şârânî, Bedir Y.

Ölüm, Kıyâmet ve Diriliş, İmam şârânî, Pamuk Y.

Ölüm Ötesi Hayat, Abdülhay Nâsıh, Nil A.Ş.

Ölüm Son Değildir, Selim Gündüzalp, Zafer Y.

Ölüm Sonrası Cennet ve Cehennem, Selim Al, Furkan Dergisi Y.

Ölüm ve Âhiret, İmam Gazali, Arslan Y.

Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.

Ölümden Sonra Dirilmek ve Reenkarnasyon, Naim Erdoğan, Fatih Enes Kitabevi

Sentez (Ölüm Son Değildir), Yusuf Mirdoğan, İshak Basımevi

Ölüm Şiirleri Antolojisi, Hasan Ali Kasır, Denge Y.

Ölüm Şiirleri Antolojisi, Ahmet Sezgin, Cengiz Yalçın, Ünlem Y.

Felsefe Tarihinde Ölüm Meselesi, Ernst Von Aster, Resimli Ay Matbaası

Ölüm Korkusundan Kurtuluş, İbn Sînâ, Burhaneddin Matbaası

Kitâbu'r-Rûh, İbn Kayyım el-Cevziyye, İz Y.

Ruhî Olaylar ve Ölümden Sonrası, Sinan Onbulak, Dilek Y.

Hüvel Baki, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil Y.

Sevmek, Ölmekle Başlar, 1-2; Murat Başaran, Zafer Y.

Ölümü Yaşarken, Gülay Atasoy, Türdav Y.

Ölüm Sonrası Hayat, Burhan Bozgeyik

Ah Şu Ölüm Dedikleri, Abbas Yunal, Uysal Kitabevi Y.

Ölümü Özlemeyen Aşkı Anlayamaz, İsmail Acarkan, Vural Y.

Modern Fizik ve Tasavvuf Karşısında Ruh ve Ölüm, Cemal Bardakçı, Akdem Y.

Stres ve Dinî İnanç, Necati Öner, T.D.Vakfı Y.

Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Hayreddin Karaman, T. Diyanet Vakfı Y.

Kur'an'da İnsan, İman ve Âhiret, Murtaza Mutahhari, Endişe Y.

Anadolu Folklorunda Ölüm, Sedat Veyis Örnek, Ank. Ün. Basımevi

Kur'an'da ve Kitab-ı Mukaddes'te Âhiret İnancı, Nun Y.

Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.

Ölüm ve Ötesi Bilimsel İncelenimi, Haluk Egemen ve Suat Bergil, Taş Matbaası, İst.

Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, R. Schaerez

Ölüm, Louis-Vincent Thomas, İletişim Y.

Ölümün Sıcak Yüzü, Ölümün Soğuk Yüzü, Ölümün Yüzsüzlüğü, M. Ali Kılıçbay, Gece Y.

Korkular, Takıntılar, Saplantılar, Özcan Köknel, Altın Kitaplar Y.

Ölümden Sonra Hayat, A. Raymond Moody, İnkılap ve Aka Kitabevi Y.

İnsanların Ölüm Karşısındaki Tutumları, Murat Yıldız, Dokuz Ey. Ü. S. Bil. Enst. İzmir

Aile İçindeki Ölüme Karşı Çocukların Tepkileri, Atalay Yörükoğlu, Nöro Psik. Araşt. 5, 7

Uyku ve Ölümün Tabiatıyla İlgili Çağdaş Müslüman Yorumları, İ. Jane Smith, At. Ün. İ. F. Der. S.13

Ölüm Gerçeği ve Allah İnancı, Dokuz Eylül Ün. İ.F. Dergisi, c.1, sayı 1, sayfa 303-312

Ölümle İlgili Dinî Sosyal Davranış Örüntülerinin Değişmesi, Ank. Ün. Sosyal B. Enst.

Mutasavvıflara Göre Ölüm, Mehmet Demirci, İslâmî Araştırmalar Dergisi, sayı, 3, 1987

Ölüm Üzerine, B. Ziya Egemen, Ank. Ü. İ.F.D. c. 11, 1983

Ölümle İlgili Tutumlar ve Dinî Davranış, Hayati Hökelekli, İslâmî Araştırmalar, c. 5, sayı, 2, 1991

Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, Hayati Hökelekli, Uludağ Ün. İ.F. Dergisi, c.3, sayı 3, 1991

Ölümle İlgili Tutumların Dinî Davranışla İlişkisi, H. Hökelekli, Uludağ Ün. İ.F. Der, c.4, s.4, 1992