Fatiha, 3; kavram 5

 

 

RAHMÂN VE RAHÎM

 

Rahmân; dünyada herkese geniş merhamet.

Rahîm; âhirette her mü'mine sınırsız nimet.

        Ya Rahmân, sen rahîmsin, bizi affet!

 

Rahmân Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

Rahîm; Anlam ve Mâhiyeti

Rahmetin İki Çeşidi; Rahmân ve Rahîm

Kur'an'da Rahmet

Hadislerde Allah'ın Rahmeti

Hastalık, Sakatlık ve Bazı Musibetler de Rahmettir

Rahmet, Tüm Evreni Kuşatmıştır

Rahmetin İki Büyük Yansıması: Kur'an ve Peygamber

Rahmet Sıfatının Kuldaki Tecellisi; Merhamet

Rahmân ve Rahîm Sıfatlarının Düşündürdükleri

 

"O, Rahmândır, Rahîmdir." (1/Fâtiha, 3)

 

Rahmân Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

"Rahmân", rahmetten sıfat manası ifade eden Allah'ın yüce isimlerinden biridir. Çok merhamet sahibi anlamındadır. Rahmân, tam manasıyla Türkçe'ye veya başka bir dile tek kelimeyle tercüme edilemez. Esirgemek, acımak, bağışlamak, affetmek vs. bu kelimeyi tam anlamıyla karşılayamaz. Çok merhametli diye noksan bir şekilde tefsir edilebilirse de tam tercüme edilemez. Rahmân, Allah'ın hem sıfatı, hem de bir özel ismidir. Er-Rahmân: Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irâde buyuran, sevdiğini, sevmediğini ayırdetmeyerek bütün varlıklara sayısız nimetler ihsan buyuran demektir.

Rahmân sıfatı, peygamberler dahil, hiçbir insan için kullanılamaz. Çünkü karşılıksız ve kayıtsız şartsız rahmet ve merhamet ifade eden Rahmân sıfatını, insanın fıtrî yapısı kaldıramaz. Çünkü insan, böyle bir merhameti gösterme gücüne, yaradılışı icabı sahip bulunamaz. Dostları kadar düşmanlarına, kendisine inananlar kadar kendisini inkâr edenlere de rahmet ve merhamet gösterebilmek ancak ulûhiyetin şânındandır.

 

Rahîm; Anlam ve Mâhiyeti

Er-Rahîm: Çok merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı demektir. Kur'ân-ı Kerim'in 115 âyetinde büyük çoğunluğu çok bağışlayıcı anlamına gelen ğafûr sıfatı ile birlikte olmak üzere rahîm sıfatı kullanılmıştır. Bu da Allah'ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu gösterir.

Er-Rahmân ism-i şerifinden Allah Tealâ'nın ezelde bütün yaratıkları için hayır ve rahmet irâde buyurduğu anlaşılıyordu. Er-Rahîm ism-i şerifi ise, yarattıkları arasında irâde sahipleri için kat kat rahmet-i ilahiyyeyi ifade eder. Yani, insandan başka her varlık kendisi için tayin edilen sınır içinde kendisine verilen nimetlerden yaratılışı sevki (içgüdü) ile faydalanır ve o sınırdan dışarı çıkmazken; irâde sahibi olan insanlar için terakki imkânı verilmiştir. Bu imkân, fıtrî nimetleri arttırma ve ebedîleştirme imkânıdır. Çiğneyip geçtiğimiz ottan, rüzgâr dalgalarına kadar her şey, bizim hayır ve mutluluğumuza yarayan nimet hazinesidir. Yine, yaratılışımızda, başka varlıklara verilmeyen bir çok yeteneğin verilmesi ve tabiat kanunlarının âzat kabul etmez köleler gibi bize bağlı ve emrimize hazır olması, hep o şânı büyük Rahmân'ın lütuf ve ihsanlarının eseridir. Her şeyde, tabii kendimizde de gizlenmiş olan bu sayısız nimetleri meydana çıkarmak ve onlardan faydalanmak için çalışacağız. Bütün yeteneklerimizi işleteceğiz. Bu takdirde gayretlerimizin boşa gitmeyeceğini bize müjdeleyen işte bu, Er-Rahîm ismidir. Çünkü bu isme göre, her gayret, bir mükâfatla karşılanacaktır.

Er-Rahmân, Er-Rahîm isimleri iki türlü rahmet ifade eder. Er-Rahmân isminin ifade ettiği rahmet, hiçbir şarta, hiçbir gayret ve irâdeye bağlı olmayarak ihsan edilen rahmettir. Bu öyle geniş bir rahmettir ki, bütün varlıkları kaplar. Bunda çalışan çalışmayan, suçlu itaatli, imanlı imansız ayırt edilmez.

Er-Rahîm isminin ifade ettiği rahmet ise, Rahmân'ın lütfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az bire on'dur. Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allah'ın daha fazla ve hatta sınırsız ve hesapsız mükâfatları da vardır. İşte, gayr-ı meşrû arzulara kapılmamanın, kötülükten korunmanın önemi bu yüzdendir. İyi bilmek ve unutmamak lâzımdır ki, ister dünya için, ister âhiret için olsun çalışanlarla çalışmayanlar eşit muâmele görmeyeceklerdir. (1)

 

Rahmetin İki Çeşidi; Rahmân ve Rahîm

"Rahmân" kullardan bir benzerinin çıkması mümkün olmayan; "Rahîm" ise, bir benzerinin çıkması mümkün olabilen nimetleri verebilen demektir. Bu bakımdan birincisi Allah'a hastır, başka hiç kimseye isim olarak verilemez. Rahîm ise, hem O'na, hem de başkasına denilebilir. Yine, Rahmân, nimetlerin en büyüğünü; Rahîm ise, en dakîkini (ince, hassas) verebilen demektir. Rahmân, dünya ve âhirette; Rahîm ise sadece âhirette merhamet edendir. Rahmân, tüm yaratılmışlara; Rahîm ise sadece mü'minlere merhamet edendir. Yani, Rahmân, dünyada mü'min, kâfir, münafık herkese acıyıp rahmet eden; Rahîm ise âhirette sadece mü'minlere merhamet eden demektir.

Bir araya gelen bu iki sıfat, Allah'ın rahmetinin varlıkların tümüne ve bütün tecellîlere/yansımalara şâmildir. Rahmân ve Rahîm sıfatları, rahmetin bütün anlamlarını, özelliklerini ve sonsuz genişliğini ifade etmektedir. Cenâb-ı Allah bütünüyle rahmet sahibidir; Rahmet, acıma şefkat ve rikkat sahibi. Yarattıklarının hayatı için gerekli her şeyi Kendi üzerine almıştır. Onlara sürekli ihsanda bulunur. Yaratma, rızıklandırma ve nimetlendirme O'nun Rahmân ve Rahîm oluşunun sonucudur. "Kendi üzerine rahmet'i yazdı." (6/En'âm, 12) "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." (7/A'râf, 156) "Ey Rabbımız! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe eden ve Senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru!" (40/Mü'min, 7)

Varlıklar, meydana gelirken Rahmân'dan doğan rahmet sayesinde vücuda gelirler. Rahîm'den doğan rahmet sayesinde de büyüyüp ondan faydalanırlar. Bunun için "Dünyanın Rahmân'ı, âhiretin Rahîm'i" kavramı meşhur olmuştur. Gerçi Allah, hem dünyanın, hem de âhiretin Rahmân ve Rahîmidir. Rahmân sıfatı açısından yaratıklar yaratılmış; fakat hiçbirinin bu konuda fikri sorulmamıştır. Bu açıdan Rahmân'daki rahmetin gerçekleşmesi bir şarta bağlı değildir. Rahîm'deki rahmetin tahakkuk etmesi ise kulların dünyada iman ve amel etmeleri şartına bağlıdır. Rahmân'daki rahmet sayesinde her yaratılan varlıkta fıtrî ve cebrî olarak bu rahmetin bir esintisi vardır. Eğer Rahîm sıfatı da böyle olsaydı, dünyada hiç kimsenin iman, amel, çalışma, bir şeyleri icat etmesi, hayırlı eylemler yapması gibi şeylere gerek kalmazdı. Böylece dünya hayatı durgunluğa düşeceği gibi, âhiret hayatı da hüsrâna uğrardı. Yaratılıştan mevcut rahmetle yetinilseydi, insanlar her yönleriyle durgunluğa girerek, nasıl olsa rahmet geliyor diye bir taş veya bir hayvan seviyesinde kalırlardı. Rahmâniyetin rahmeti sadece Allah'a ait iken, Rahîmiyetin rahmetinden bir parça da kullara verilmiştir. Böylece o durgunluk durumu ortadan kaldırıldığı gibi, bir ananın yavrusuna merhameti gibi durumlar da sağlanmaktadır.

Cenâb-ı Hak, eşyayı yoktan var ederken âdeta bize diyor ki, isteseniz de istemeseniz de Rahmâniyetimle sizi yaratıyorum. Sizin için gerekli olan şeylerle varlık ve hayatınızı devam ettiriyorum. Rahmâniyetimle var ettikten sonra, Rahmâniyetimin kemâlini göstermek için, size Rahîmiyetimle de bir irâde veriyorum. İrâdenizi kullanmanıza ve kullandığınız irâdenin çapına göre de öteki âlemde size mükâfat vereceğim. Siz, irâdenizi kullanmakla bir şekle gireceksiniz. Bu şekil, âhiret âleminde bir kısım nimetlerden istifade etmeye hazırlanmak demektir. Yeter ki sizler, kendi hevâ ve hevesinize uyarak, benim rızâ dairemin dışına çıkmayın. Aksi takdirde orada cezanızın daha ağır olacağını düşünün.

şünmeli ve ona göre davranmalıyız ki, Allah'ın Rahmâniyet ve Rahîmiyetinin ışığında bizim mazhar olduğumuz lütuflarla, yaptığımız işlerin birbirine münasip olması gerekir. Allah'ın bizi muhatap olarak kabul etmesine mukabil, bizim bu iltifatları değerlendirip değerlendirmediğimiz yönüyle kendimizi devamlı sorgulamalıyız. Rahmân ve Rahîm sıfatlarının engin ve sınırsız merhameti kuşattığı gibi; bir de küçük bir tekdir, ikaz ve tenbihin bulunduğunu da unutmamalıyız.

Besmelede ve Fâtiha sûresinde "Allah" lafzıyla bütün güzel isimleri kendinde toplayan zâtın tasarrufunu takdim etmesinden çekinen ve irkilen insana Yaratıcımız, er-Rahmân ve er-Rahîm isimlerini zikrederek onlara yakınlık ve güven vermiş oluyor. Sanki bu isimlerle insanın kulağına şu manalar fısıldanıyor: O kadar korkup ürkme. İşin temelinde merhamet vardır. O, rahmetiyle sizi yaratmış ve yine rahmetiyle hayatınız için gerekli olan herşeyi hazırlamıştır. Ancak, sadece dünya sizi tatmin edemez. Sizin için Cemâlullah'ı temâşâ ve bir cennet de lâzımdır. O, Rahîmiyetiyle sizlere bunu da verecektir. Bir korkudan sonra insanın içinde sıcak bir ünsiyet meydana getiren bu iki sıfat ne kadar önemli ve bu iki ismin zikredilmesi ne kadar gereklidir. (2)

 

Kur'an'da Rahmet

Kur'an'da rahmet kelimesi, türevleriyle birlikte 339 yerde geçmektedir. “Rahmân” kelimesi 57 yerde, “Rahîm” kelimesi de 115 yerde tekrar edilir. Rahmet; rahmet edilene bağış ve lütfu gerektiren bir kalp yumuşaklığı ve acımadır (Müfredât, Râgıb). Rahmetin, Allah için kullanıldığı durumlarda bağış ve lütuf; kul için kullanıldığı durumlarda ise hem bağış ve lütuf, hem de kalp yumuşaklığı birlikte kastedilir. Kalp yumuşaklığı, beşerî bir eksikliği de içerdiğinden Allah'a izâfe edilmemiştir. Allah, rahmetini bağış ve lütuf olarak ortaya koyar.

Rahmet, Allah'ın ilk ve en belirgin vasfıdır. Azap ve gazap istisna ve şartlı iken; rahmet ve lütuf genel ve istisnasızdır. "Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Rahmetime gelince, o, her şeyi topyekün sarıp çevrelemiştir." (7/A'raf, 156) Ayrıca Allah, merhamet edenlerin en merhametlisi (Erhamur Râhımîn)dir (12/Yûsuf, 64, 92; 21/Enbiyâ, 83; 23/Mü'minûn, 109-118).

Kur'an'ın Allah'ın rahmetini aklımıza ve düşüncemize nakşetmesinin amacı, bizde merhamet duygusunu uyandırmak içindir. Rubûbiyet ile diğer sıfatlar için sık sık yapılan değinilerin amacı da budur. "Onlar ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutkunurlar, insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever." (3/Âl-i İmrân, 134) Şu âyette Cenâb-ı Hakk'ın rahîm sıfatıyla mü'minlere merhameti açıkça görülür: "O, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleriyle birlikte rahmetini gönderir. Allah mü'minlere çok merhamet eden (rahîm) dir." (33/Ahzâb, 43)

Allah'ın rahmeti, insanın elde edip biriktirebileceği her türlü değerden daha üstün ve güvenilirdir (3/Âl-i İmrân, 157). O halde, kurtuluşu ümid etme bakımından, ibâdet ve ameline güvenmekten; Allah'ın rahmetini ümid etmek daha iyidir. Bu konuda en doğru yol, hem müslümanca ibâdet ve amel sergilemek, hem de amellerimize değil; Allah'ın rahmetine güvenmektir.

Rahmet; incelik, ihsan, bağışlama, acıyıp esirgeme demektir. Allah'ın kullarına acıması, onlara sevgi, şefkat ve merhametle muâmele etmesi anlamında Kur'ânî bir tâbirdir. Allah Teâlâ, kullarına rahmet ve şefkatle davranmayı Kendisine vâcip kıldığını açıklamıştır: "Rabbınız, sizden her kim bilmeyerek fenalık yapar da arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi Kendi üzerine almıştır. O, bağışlayan ve merhamet edendir." (6/En'âm, 54) Rahmet, bütün yaratıkların iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymaktır. Allah, şânına yakışır bir acıma ve şefkat ile muamele eder.

Hayatın kaynağı da bu İlâhî rahmettir. Yaratılışı düşünecek olursak, insanı oluşturan sperm ve yumurta, çok sağlam, dış etkenlerden korunmuş rahim denilen çok müsait bir ortamda birleşerek gelişir. Hayatın ilk kıpırtısı, ancak böyle bir rahmet ortamında başlayabileceği için ona, aynı kökten türemiş olan rahim ismi verilmiştir. Dünyaya gelen her canlı yavrusu ancak, Allah'ın verdiği nimetler ve ana babasının sevgi ve merhametiyle gelişip büyüyebilir. Eğer bu merhamet duygusu olmasa, hayatın devamı mümkün olmazdı. Allah'ın "Benim rahmetim her şeyi içine almıştır." (7/A'raf, 156) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. Kadının döl yatağına rahmet kökünden rahim denildiğini söylemiştik. Aynı rahimden çıkanlar arasındaki yakınlığı ifade için ruhm kelimesi kullanılır. "Ruhm yönünden daha yakın" (18/Kehf, 81). Sıla-i rahim Kur'an'da şiddetle emredilmiştir. Gerek anne-baba, gerekse aynı rahimden çıkanlara karşı rahmetle davranmak, rahîm olmak gerekir. "Ülü'l-erhâm", yani rahim yönünden birbirlerine yakın olanlar Allah'ın kitabında birbirleri üzerinde hak sahibidirler: "Rahm sahipleri Allah'ın Kitabı'nda birbirlerine daha lâyıktır." (8/Enfâl, 75)

Sevdiklerimizden veya tanıdıklarımızdan birinin veya herhangi bir yaratığın sıkıntı ve ıstırap içine düşmüş olduğunu öğrenince içimizde bir üzüntü duyar ve onun haline acırız. İşte merhamet, kalbimizde böyle bir teessür ile başlar, bu teessürün zorlamasıyla o zavallıyı sıkıntıdan kurtardığımız zaman sona erer. Sade acımak yeterli değildir. Acıyı giderip ferahlık vermeye gücü yetmek de gerekir. "Filanca merhametlidir" demek, "acınacak olaylar karşısında müteessir olur, kederlenir" demektir. Eğer o acıyı gidermeğe gücü yoksa, sade kederlenmekle kalır, başka bir yardım yapmak elinden gelmez. Bu durum ise noksan bir merhamettir. Fakat, "falanca merhametlidir, düşkünlere el uzatır, onlara yardım etmekten, iyilik yapmaktan zevk alır" demek, merhamet anlamının tam bir ifadesidir. Merhamet, iyilik yapmayı istemek ve yeri gelince yapabilmek demektir. Makbul olan ve herkesin sevdiği ve övdüğü meziyet budur. Bu ifadeye göre, merhamette bir teessür ve infial vardır. Halbuki Allah, infial ve değişmeden münezzehtir. Çünkü bu haller yaratıkların özellikleridir. Onun için er-Rahmân ismi, hayrı irâde etmek (dilemek) manası ile tefsir edilmiştir. İrâde bir infial değil; belki bir işi yapmak veya yapmamak şıklarından birini tercih etmek demektir.

Rahmetin zıddı gazaptır. Halkın isyanı ve verilen nimetleri kendi istekleri ile kötüye kullanmaları sonucunda, ikinci derecede tecelli eden rabbânî bir hikmettir gazap. İsyan edenlere karşı gazabın hükmü olan cezalandırma olmasaydı, sonunda itaat ile isyanın, imanla küfrün, nankörlük ile şükrânın farkı olmaması gerekirdi. Bu da hikmete uymayan bir eksiklik olurdu.

 

Hadislerde Allah'ın Rahmeti

Hz. Peygamberimiz'in hadislerinde Cenâb-ı Hakk'ın rahmet sıfatı açıklanmış, O'nun kullarına ve bütün yaratıklara olan merhametine yer verilmiştir. İnsanlarda ve bütün canlılarda bulunan acıma ve merhamet duygusunun Allah'ın rahmân sıfatından bir cüz olduğunu Allah elçisi şöyle ifade buyurmuştur: "Şüphesiz acıma, merhamet duygusu Rahmân'dan bir cüzdür." (Buhâri, Edeb 13; Tirmizi, Birr 16) Başka bir hadiste rahmetin bütün yaratıkları kapsamak üzere Arş'ta asılı bulunduğu belirtilir (Müslim, Birr 17). Bir hadis-i kudsîde; "Şüphesiz rahmetim gazabımdan öne geçmiştir. " (Buhâri, Tevhid 15, 22; Müslim, Tevbe 14-16). Diğer yandan insanların merhametli davranışının Cenab-ı Hakk'ın da merhametine sebep olduğu şöyle ifade buyrulur: "Güçsüzlere merhamet edenlere Rahmân olan Allah da merhamet eder." (Ebû Dâvud, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16) "Allah insanlardan ancak merhametli olanları bağışlar." (Buhâri, Cenâiz 32; Müslim, Cenâiz 9) "Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz." (Buhâri, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65).

Canlılar, İlâhî rahmetin çeşitli tecellîleri olan ve saymakla bitirilemeyecek nice nimetler sayesinde hayatiyetlerini devam ettirirler. "Allah Teâlâ, rahmetini yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuzunu yanında bıraktı, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün yaratıklar birbirine merhamet eder. Hatta yavrulu bir kısrak (dişi at), yavrusunun daha rahat emebilmesi için bu sâyede ayağını kaldırır." (Buhâri, Edeb19, Rikak 18; Müslim, Tevbe 17; Tirmizî, Deavât 100) hadisi, rahmet cevherinin aslında bir bütün olduğunu, sadece insanlara değil, bütün yaratıklara verildiğini gösterir. Buna göre, Allah'ın gerçek rahmetinin büyüklüğünü düşünmek gerekir.

Kalbinde merhamet duygusu taşıyan bir insan, içinde ilâhî bir cevher taşıyor demektir. Merhameti olmayan kişi, bu İlâhî nimetten nasipsiz kalmıştır. Hz. Peygamber'in çocukları sevip okşamasına hayret eden ve on çocuğundan hiçbirini öpmediğini övünerek söyleyen bedevîye; "Şayet Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa, ben sana ne yapabilirim? Acımayana acınmaz." (Buhâri, Edeb 18) buyurması da bunu gösterir. Yine Allah rasûlü şöyle buyurmuştur: “Allah, merhametli olanlara rahmetle muâmele eder. Siz yeryüzündekilere merhametli olun ki, göktekiler de size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân’dan bir bağdır. Kim onu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar. Kim onu koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.” (Ebû Dâvud, Edeb 4941, 4/285; Tirmizî, Birr 16, hadis no: 1924, 4/323)

İbâdetler, özellikle oruç ve zekât, merhamet duygusunu arttırır. Müslümanın merhameti bütün mü'minleri, bütün insanları, hatta bütün canlıları içine almaktadır. Çünkü İslâm, Yaratıcıya hürmet, yaratılana şefkat ve merhamet temeli üzerine bina edilmiştir. Rahmet peygamberi; "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez." (Müslim, Fezâil 66) buyurur. Küçüklere, güçsüzlere, yardıma muhtaç olanlara, hayvanlara... rahmet ve şefkatle davranmak Peygamberimiz’in en önemli özelliklerinden ve ümmeti olan bizlere tavsiye ettiği şeylerdendir. "Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir." (Tirmizî, Birr 15) "Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere -bütün canlılara- merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin." (Ebû Dâvud, Edeb 58)

Allah, bütün varlıkları rahmetiyle var etmiş ve ezelden beri bütün muâmeleler rahmet üzerine akıp gelmiştir. O yüzden Allah insanları temiz bir fıtrat üzerine yaratmış ve onlara sınırsız, hesapsız nimetler vermiştir. Verdiği bu nimetleri arttırma ve ebedileştirme yollarını bildirdiği gibi, o nimetleri kötüye kullanma yüzünden zarar ve ziyana uğrama tehlikelerini de göstermiştir. Bu suretle fayda ve zarar yollarını açarak, bu yolların başında insanı serbest bırakmıştır. Fakat indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla faydalı yola gidenlerin, rızâsıyla karşılaşacaklarını, zararlı yola sapanların gazabına uğrayacaklarını da önceden haber vererek hayırlı yola teşvik etmiştir. İnsanın ileride, ebediyet âleminde karşılaşacağı ceza ve ihsanın, meydana gelmesinden önce bildirilmesi ne büyük lütuftur.

Rahmân olan Allah, mü'mine iki göz verip de kâfire tek göz vermemiştir. Ellerimiz, dillerimiz, ayaklarımız mü'min kâfir ayrımı olmaksızın aynıdır. Rahmân olan Allah, havayı kimsenin tekeline bırakmamıştır. Mü'minle kâfir bunlardan herhangi bir ayrıma tâbi olmadan yararlanıyor.

 

Hastalık, Sakatlık ve Bazı Musibetler de Rahmettir

Dünya bir tiyatro sahnesidir. Hepimize kader, farklı roller dağıtmış. Âhirete göre bir-iki saat sayılan şu dünya sahnesinde, rolümüzü beğenmeyip ille zengin, güzel ve yakışıklı role özenmek usta oyuncuya yakışmaz. Bize hangi rolün daha iyi gideceğini bizi bizden iyi tanıyan yönetmen takdir etmektedir. Doğru olan, bize verilen rolü en güzel oynamak ve göz perdelerimiz kapanınca alkışları hak etmek, yüce senarist ve rejisörden ödül almaktır.

Bazı insanların kör, topal, sağır olarak yaratılmaları da hem kendilerine, hem başkalarına rahmet olabilir. Biz bunu çoğu zaman bilemeyebilir, fark edemeyebiliriz. Asıl olan sıhhattir. Hastalık ârızîdir, geçicidir. Sağlık bizim için rahmettir. Ama hastalık da bir çok rahmete vesile olabilir. Düşünelim ki doktor, hastalarına baklava dağıtırken iki kişiye baklava vermiyor. O iki hasta rica ediyor, yalvarıyor ama doktor yine vermiyor. Dışarıdan birisi doktorun haksızlık yaptığını, o iki hastaya bir kastı olduğunu zannediyor. Doktordan durumu sorduklarında ise o ikisinin şeker hastası olduğu veya tatlı şeylerin o hastalar için zararlı olduğu belli oluyor.

Kehf suresinde Allah (c.c.), Mûsâ (a.s.) ile bir sâlih kulun yolculuğunu anlatır. Mûsâ (a.s.) ile o sâlih zat bir gemiye binerler. O sâlih zat gemide hasar meydana getirir. Mûsâ (a.s.): "Gemiye niçin zarar verdin?" diye sorduğunda cevap vermez. Uzun bir yolculuktan sonra yaptıklarının hikmetini Hz. Mûsâ'ya açıklar: "Gemi fakirlerin idi. Arkadan gelmekte olan bir kral (korsan) o gemiyi gasp edecekti. Ancak ben onu ayıplı hale getirince gasp etmedi" (18/Kehf, 71, 79) der.

İsyanın zaten faydası da yoktur; zararı ise hem dünyada, hem âhirette görülecektir. Allah'tan gelen hastalık ve benzeri sıkıntılara çare aramakla birlikte sabreden, hamdini kesmeyen kişiye ise bu rahatsızlıklar, dünyada olgunluk, âhirette ise büyük mükâfat sebebi olacaktır. O yüzden hastalık da rahmettir. Hastanın isyan etmeksizin, çaresini aradığı halde bulamadığı için çektiği sıkıntıları, inlemeleri, günahlarına keffâret olabilir. Musibetler de insana rahmet olabilir; günahlarına mukabil dünyevî cezalarla insan esas azaptan kurtulmuş olabilir. İnsanlık, isyanla değil; verilen emanetleri verildiği doğrultuda kullanarak dünyada gönül rahatlığı, âhirette Rabbın rızâsını ve cennetini elde etmeye çalışmalıdır.

"Madem ki Allah rahmândır, dünyada kullar arasında ayrım yapmaz, peki niçin insanların akılları eşit değil?" diyor bazıları. Eğer akıllar ve bedenî güçler bütün insanlarda eşit olsaydı, ilim gelişmez, keşifler yapılmazdı. Evlerin plânı, rengi, bahçeler, yollar aynı tip ve renk olur, hayat çekilmez hale gelirdi. Spor karşılaşmaları, güreşler, koşular, bilgi yarışları yapılmaz, heyecan, zevk, neşe denen şey olmazdı. Çünkü güçler ve akıllar eşit. Herkes aynı saniyede aynı metreyi koşacak, rekorlar, rekabetler olmayacaktı. Bir güle bakan binlerce kişi, aynı kelimelerle aynı vezinle aynı şiiri yazacaktı. (3)

 

Rahmet, Tüm Evreni Kuşatmıştır

Kâinattaki her yaratılış, meydana gelen her olay, her şey rahmetin eseridir. Bu bakımdan, öncelikle esas olan rahmet'tir. Allah tüm kâinatta rahmetiyle tecellî halindedir. Bu rahmet her varlığı, kâfir-mü'min her insanı, melek-cin her yaratığı kapsar. İlâhî rahmetin gereği yaratmadır; rızıklandırma, nimetlendirme, yaşatma, güç-kuvvet, beceri, göz-kulak, el-ayak vs. vermedir. Bu, Allah'ın Rahmân oluşudur. Bunun için Rahmân, sadece Allah'tır. Kâinatta olup biten ne varsa her şey, Allah'ın yarattığı olarak güzeldir. "Her şeyin yaratılışını güzel yaptı." (32/Secde, 7) Bu da rahmetin gereğidir. O'nun rahmetinin her şeyi kuşatmış olmasının sonucudur.

Tekvinî (yaratılış) düzlemden teşrîî (yasama) düzleme, sebepler âlemine, emir-yasaklar dünyasına indiğimizde rahmet özel bir konum kazanır. Allah bazı şeyleri yasaklar, bazı şeyleri de emreder. Yasak ve emirler, irâde sahibi varlıklar, yani insanlar ve cinler içindir. Bu düzlemde rahmet, adâlet elbisesi giyer ve herkes yaptığının karşılığını alır, kimseye en ufak bir biçimde zulmedilmez. Kâfirler de yine rahmetten yararlanır, hiçbir zaman rızıktan mahrum bırakılmazlar. Yaptıklarının karşılığını alırlar. Mü'minler de dünyada yaptıklarının karşılığını görürürler. Yani rahmet adâlet, adalet rahmettir. Şu kadar var ki, hayat yalnızca dünya hayatı olmayıp; dünya, gerçek hayat olan âhiretin bir ekim zamanından ibarettir. Bu bakımdan, Allah, insanları iman ve İslâm fıtratı üzere yarattığı ve onlara akıl, kalp, muhâkeme gücü, düşünme, tefekkür gibi yetenekler verdiği halde, âhiret hayatları azap hayatı olmasın diye elçiler gönderir, kitaplar indirir. Bazılarını, (isteyen ve lâyık olanları) imana muvaffak kılar. Bu da hem rahmet, hem de adâlettir.

 

Rahmetin İki Büyük Yansıması: Kur'an ve Peygamber

Kur'an hidayet ve rahmettir (16/Nahl, 89; 7/A'râf, 203). Allah'ın Rahmân oluşu, Kur'an'ı öğretmesiyle yakından ilgilidir (55/Rahmân, 1-4). Kitap gibi, nübüvvet de bir rahmettir; İslâm da bir rahmettir (11/Hûd, 28; 6/En'âm, 157).

Allah'ın, rahmet olarak gönderdiği Kitaba iman edip, Allah'a ve Rasülüne itaat edenlere amellerinin karşılığı, adâletin gereği dünyada verileceği gibi, âhirette de verilecektir. Bu ise bütünüyle Allah'ın rahmetindendir. Allah, onları imana muvaffak kılmış olup, günahlarını bağışlayacak ve âhirette rahmetiyle muamele edecektir. Kâfirlere ise, rahmetin ve adâletin gereği yaptıklarının karşılığı dünyada verilir. Mü'minlere Allah, fazlından fazlasını da ihsan eder. Mü'minlere olduğu gibi âhirette kâfirlere de dünyada yaptıklarının karşılığı ödenir. Bu bakımdan, azap da, mükâfat da rahmet'e bürünmüş adâletin; veya adâlete bürünmüş rahmetin bir sonucudur. Fakat Allah'ın mü'minlere yaptıklarının karşılığını fazlasıyla ödemesi mahzâ rahmettir ve O'nun fazlındandır. "Allah'a ve Rasül'e itaat edin, umulur ki rahmet olunursunuz." (3/Âl-i İmrân, 132)

"Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır." (7/A'râf, 56) "Eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmet etmezsen kaybedenlerden oluruz." (7/A'râf, 23)

Allah'ın Rahmân ve Rahîm isimlerinin ana tecelligâhı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)'dır. Bu bakımdan, Hz. Allah "Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (21/Enbiyâ, 107) buyurmuştur. Eğer O'nun rahmet oluşu, yalnızca peygamberliği dolayısıyla mü'minlere has olsaydı, "âlemler" lafzı kullanılmazdı. Çünkü âlemler içinde günahsız olan meleklerin de bulunması ihtimal dahilindedir. Şu halde O'nun rahmet oluşu Rahmân isminin tecellî merkezi olarak bütün evren içindir. Onunla insanlar iman etmiş, İslâm'a girmiş ve kurtuluşa ermiştir. Bu bakımdan, âhirette her peygamber, ümmeti üzerinde şâhid olacakken, O, bütün peygamberler üzerinde şâhid olacaktır. (4)

Dikkat edilirse, çocuğun dünyaya gelişi, annesi için ciddi bir imtihandır. Onu büyütmek de onunla eş güçlükte bir imtihandır. Anne, çocuğu için her türlü rahatı feda eder. Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir. Eğer hayat, zorluklardan ve imtihanlardan yoksun ise, hiç kimse hayatta kendini rahat hissetmez. Onlar olduğu için mutluluklar vardır ve bu ise Allah'ın rahmetidir. Bu rahmettir ki acıda zevki tattırır. Zıtlardaki uyumu tefekkür edince, mesela Allah yolunda çekilen çilede, fâni dünyanın hiçbir yalancı zevkinde bulunmayan lezzeti fark ederiz.

Bazı ateistler, dünyadaki adâletsizlikleri, işkenceleri, düzenlerin ve egemen güçlerin zulümlerini göstererek, -hâşâ- "Allah var olsaydı, bunlar olmazdı!" diyor. Tabii, bunu söyleyenler, Allah'ı, Allah'ın her şeyi insanların maslahatına uygun güzellikte ve nizam içinde yarattığını bilemeyen, ilâhî rahmeti, Allah'ın Rahmân ve Rahîm olduğunu, dünyanın imtihan ve ekim yeri olduğunu anlayamayanlar olduğu için bunları söylüyorlar. Dünyadaki fesadın sebebi inançsız insanlardır. Allah, bu zâlimlere bazen fırsat vermekte, azabını âhirete ertelemektedir ki "Rahîm" ve "din gününün sahibi" sıfatlarının gereği olan adâlet yerini bulsun. "İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler." (30/Rûm, 41)

Mü'minin dünyadaki en önemli toplumsal görevi, imanını topluma yansıtmasıdır. Buna sâlih amel denir. Kâfir ve münafıkların yeryüzünün düzenini bozmaya (fesat) kalkmalarına dur demek, kötülüğü yasaklamak zorundadır müslüman. İşte, fesadı ve fitneyi yeryüzünden kaldırmak için çalışmaya “cihad” denir. Müslümanlar bu cihadı terkettikleri için, inançsızlar suçu atacakları bir mercî bulup, yukarıdaki sözleri söyleyebiliyorlar. Fesat ne kadar küfür gereği ise; ıslah, yani sâlih amel de o kadar imanın gereğidir. Ve sâlih amel, Hz. Mûsâ'nın asası gibi, fesatları silip yok eder. Bunun için müslüman asaya, cihad araç ve gereçlerine ve daha önce de cihad ruhuna sahip olmalıdır: "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür." (8/Enfâl, 39)

Varlıkların terbiye ve tekâmülüne, yani oluşa, Yaratıcı tarafından rahmet ve merhametin hâkim kılınması, İlâhî iradenin tavrıdır. Hal böyle iken, dünya planında ortalığı dolduran merhametsizlik, kahır ve zulüm ne oluyor? Cevabı bulmak hiç de zor değildir. Onlar, İlâhî irâdenin ortaya koyduğu manzarayı, kendisine verilen hürriyet imkânını kötüye kullanan insanın çarpıtmaları ve karartmalarıdır. Âlemlerin rabbı, rahmetinin bir uzantısı olarak yeryüzü sofrasını, sözgelimi, beş milyar insanın rahatlıkla gıdalanacağı bir bolluk ve bereketle kurmuştur. Sofranın etrafını çeviren insanlardan, diyelim ki bir milyarı doymazlık illetine tutularak ve çeşitli hile ve kurnazlıklarla nimetlere el koyuyorlar. Sonuç kaçınılmazdır: Diğerleri ya aç kalacak, ya gereğince yiyemeyecektir. Al sana kahır, al sana zulüm, al sana mutsuzluk ve perişanlık... Ve şimdi soralım: Suç, yeryüzü sofrasını kurup donatanın mıdır, yoksa, bahsettiğimiz iğrenç kurnazlığa tenezzül eden insanın mı?

Allah, varlığı, rahmetinin eseri olarak varettiğine göre, varlık ve oluşu rahmeti boğarak seyreden, sadece kaos ve mutsuzluk görür. Kur'an, esrarlı üslûbuyla bu noktaya dikkat çekerken şöyle diyor: "Rahman'ın yaratışında ve yarattıklarında herhangi bir çelişme, kaos ve düzensizlik göremezsin." (67/Mülk, 3) Bu demektir ki, varlık ve oluşa rahmet tavrı üzerine bakan; mutluluk, güzellik ve düzenden başka şey göremez. Çünkü Rahmân, onu öyle yaratmıştır. (5)

Kâinat nizamının işleyişini sağlayan hayat unsurlarının her birine düzenli mükemmelliği sağlayan yetenekler verilmemiş olsaydı, bu hayat unsurları da olmazdı. Kur'an, bunun böyle olmasının kâinatın her yanını kuşatan ilâhî rahmetten dolayı olduğunu anlatıyor. Her nesnenin tertibinde bir denge, bir uyum vardır. Bu düzen ve âhenk, rahmet-i ilâhînin bir tecellîsidir. Bize yaşamak nimetini ihsan eden Kudret, nimetlerin en kıymetlisi olan güzellik nimetiyle bizi donatmayı gerekli görmüştür. Bir yanda içimizde güzellik duygusu var edilmişken, öte yandan onun gözlemleyeceği güzel nesneler var edilmiştir. İlâhî rahmetin, her yerde işleyiş halinde olduğu inancına bizi götüren de, bu nizamdır.

 

Rahmet Sıfatının Kuldaki Tecellîsi; Merhamet

Aramızdaki merhametli insanlar, Allah'ın rahmet sıfatına mazhar olmuşlardır. (Mazhar, bir şeyin göründüğü yer demektir.) Allah'ın merhameti, içimizdeki merhametli insanlardan sezilir. Eğer dünyada merhametli insanlar olmasaydı ve merhamet denilen anlamdan ortada hiçbir iz bulunmasaydı Allah'ın rahmeti bilinmez ve merhamet hakkında hiçbir fikir edinilemezdi.

İnsanlardaki merhamet sıfatı, Allah'ın rahmet sıfatına tümüyle benzemez. Allah'ın hiçbir sıfatının benzeri yoktur. O bütün sıfatlarında tektir, eşsizdir. İnsanlardaki merhamet, Allah'ın merhametini bildiren bir iz, bir nişandır. Bir şeyin izi o şeyin ne benzeridir, ne de ondan bir parçadır. Yalnız ona delâlet eden bir gölge veya bir yankıdır. Asıl merhamet, Allah'ın merhame-tidir. Yani merhamet kelimesinin gerçek anlamı, Allah ile beraber bulunan anlamdır. İnsanlara merhametli denilmesi hakikat anlamıyla değil, mecaz manası itibariyledir. Allah'taki merhametle insanlardaki merhamet arasındaki münasebet, yalnız kelime benzerliğinden ibarettir.

İnsanların hayatı, kudreti, bilgisi sınırlı olduğu gibi, merhametleri de sınırlıdır. Merhametli insanları bir sıraya koymak ve her birinin konumunu, derecesini tâyin etmek mümkün olsaydı, bunun için elimizde bulunması gereken ölçü ne olabilirdi? Şüphesiz bu özelliğin kuvveti ve yaygınlığı. Hayırseverlilikte en yüksek duygu sahibi, hayır yapmakta en geniş kudret sahibi kim ise, en önde o bulunacak ve herkesin, hatta merhamette yarışanların bile takdir ve hürmetlerini üstüne toplayacak olan da o olacaktır. Şimdi, bu en merhametli farzettiğimiz zâtın merhametini inceleyelim: Bu adam, birçok hayır kurumları meydana getirmiş, hastahaneler, çeşmeler, yollar, köprüler, mescidler, kurslar, okullar yaptırmış olsun. Bu kimse, nice fakir ve kimsesiz çocukları himayesine almış, onları hayırlı birer uzman olacak şekilde yetiştirmiş olabilir. Birçok felâketzedeye yardım etmiş, sermayesizlere sermaye, evsizlere ev, işsizlere iş bulmuş... Peki, yardım ettikleri acaba ne kadar tutar, bir memleketi doldurur mu dersiniz?

Bu faâliyeti ne kadar geniş kabul edersek edelim, sayısı rakamlara sığmayan yaratılmışlar üzerinde tâ ezelden sonu gelmeyen müddetler boyunca ve bütün yaratıklara tecellî edip duran Allah'ın merhameti karşısında çok sönük kalacaktır. Sonra, insanlar, yaptıkları iyilikten mutlaka kendilerine ait bir menfaat beklerler. İsim yapmak, şan ve şöhret kazanmak veya sevap ve mükâfat dilemek gibi bir hedef, bir amaç gözetir. Dünyevî veya uhrevî bir karşılık bekler. Çünkü noksanlıkları, ihtiyaç ve âcizlikleri böyle icap ettirmektedir. Bu ise, cömertlik değil; bir çeşit karşılıktır. Hakiki cömertlik, minnetsiz, garazsız, karşılıksız olarak yapılan iyiliktir. Buna da insanlar muktedir değildir.

Allah her yönüyle eksiksiz ve kâmil bulunduğu için, zâtına ait beklediği herhangi bir şey, bir kemâl yoktur. O yüzden, O'nun cömertlik ve rahmeti herhangi bir kemâlin beklentisi için olması imkânsızdır. Mutlak ve hakiki merhamet edici ancak O'dur. Daha doğrusu, merhametli dediğimiz şahısların kendilerini yaratan O olduğu gibi, ellerindeki nimetleri yaratan da O'dur. O nimetlerden muhtaçlara vermek üzere gönüllerinde arzu uyandıran da yine O'dur. Bütün bunları sahibine verdikten sonra, ortada kalan şey, yalnız hayır sahiplerinin irâdesi, yani hayır yapmaya vicdanlarında karar vermiş bulunmalarıdır. Fakat bu da yine Allah'ın verdiği özgürlüğün bir sonucudur. Ama, onlar Allah'ın verdiği bu özgür irâdeyi kötüye kullanmayıp iyi niyete sarf etmişlerdir. Mükâfata hak kazanmaları da işte bu yüzdendir. (6)

 

Rahmân ve Rahîm Sıfatlarının Düşündürdükleri

Er-Rahmân ve er-Rahîm isminin zevkini duyan gönüllere yeis ve ümitsizlik giremez. Müslüman, ne kadar darlık ve ıstırap içine düşerse düşsün, Allah'ın mutlaka onu selâmete çıkaracağına emindir. Çünkü kesinlikle bilir ki, O merhametlilerin merhametlisi, kerimlerin ekremidir. Allah'ın bu sıfatlarına gönülden inanan insanda, ciddi anlamda bunalım, stres, karamsarlık ve kötümserlik bulunamaz. Çağımızda gittikçe yaygınlaşan intihar fâciasının ümitsizlikten, bunun da çok defa Rahmân ve Rahîm sıfatlarının sahibi bulunan Allah'a imansızlıktan ileri geldiği bilinen bir gerçektir.

Âhirette mü'minle kâfiri ayırt eden, mü'mine cennetini veren Allah, Rahîm ismiyle rahmet edecektir. Rahîm, mazlumların son sığınağıdır. Bu dünyada insanların haklarını yiyen, Hakka karşı gelen, halka zulmedenler para, makam ve ünvanlarıyla dünyada cezalarını çekmeden giderlerse de, âhirette malları, evlatları, orduları, servetleri onlara fayda vermeyecektir. Rahîm ismi, kâfirler ve zâlimler için tehdit; mü'minler ve mazlumlar için ise teselli ve sığınaktır.

Fâtiha sûresinin girişinde, Allah'ın, âlemlerin rabbı olduğu tanıtılırken, tevhid inancının evrenselliğine işaret edilmişti. Rabbımız, yalnızca âlemlerin rabbı, yetiştiricisi, eğiticisi, öğreticisi, onlar üzerinde otorite sahibi olmakla kalmıyor; aynı zamanda onlara karşı engin merhamet de taşıyor. Allah'ın, Kitab'ını "rahmet" olarak nitelemesi de bu noktada çok önemlidir. Rabbımız, Kitab'ı göndermekle neyi dilemektedir? İnsanların yeryüzünde mutlu bir şekilde yaşamalarını, sıkıntı çekmemelerini, anlaşmazlıklarını hak ölçüye göre çözmelerini... Kullarına karşı bu merhameti, acıması ve sevgisi, Kitab'a "rahmet" adını vermesine neden olmuştur. İşte bu yönleri dolayısıyla burada, tevhid inancının sevgi yönüne, insanî yönüne değinilmektedir. Tevhid toplumu, "kin, garaz, hased, zulüm" üzerine kurulu değildir. Bu toplumda, Rabbımız Rahmân-Rahîm olduğundan, O'nu rab olarak kabullenen insanlar da birbirlerine karşı merhamet doludurlar. İlişkileri bu düzlemde cereyan eder. "Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar, kâfirlere karşı sert; birbirlerine karşı merhametlidirler." (48/Fetih, 29)

Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilen (21/Enbiyâ, 107) Peygamberimiz (s.a.s.)'in sıfat ve ahlâkından biri de ümmetine merhameti ve şefkati idi. "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (9/Tevbe, 128) Rasulullah (s.a.s.)'in ümmetini ateşten uzaklaştıracak şeyleri göstermesi, onun şefkatinin bir eseridir. Bunu, şu güzel temsille dile getirmiştir: "Benimle ümmetim bir ateş yakan ve ateşine kelebek ve çekirgeler düşmeye başlayınca onları men etmeye çalışan kimse gibiyiz. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum. Siz, benim elimden kurtulup ateşe düşmeye çalışıyorsunuz." (Müslim, c.5, s. 911) Rasulullah bir gün torunlarını öpüp okşarken bir bedevî huzuruna gelmişti. Evlât şefkatinden mahrum olan bu adam, gördüğü manzaraya duyduğu hayretini gizleyemedi ve: "Benim on çocuğum var. Bunlardan hiç birini öpmüş değilim" dedi. Peygamberimiz: "Şayet senin kalbinden Cenâb-ı Hak, merhameti söküp almışsa ben ne yapayım?" buyurdu ve ilâve etti: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez." (Buhâri, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65) Efendimiz, kendi nefsi için hiç kızmaz; ancak Allah'ın haramları çiğnendiği zaman kızardı. Dâvetçi de böyle olmalı, nefsi için kızmamalıdır.

Bir seferinde de ashâb-ı kiram, Hz. Peygamber'in va'z u nasihatını pür dikkat dinlerken, O'nunla görüşmek isteyen yaşlıca bir zat kalabalık arasından Rasullah'a yaklaşmaya gayret ediyordu. Rasûllah'ın sohbetini bölen bu ihtiyara yol açmada biraz ağır davranan ashâbın bu tavrı gözünden kaçmayan rahmet ve merhamet peygamberi, derhal onları ikaz etti: "Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir." (Tirmizî, Birr 15)

Kin ve düşmanlık, dâvet açısından asla kazandırıcı, neticeye götürücü olamaz. O yüzden dâvetçi, kin ve husumetine mağlup olmayacak, muhatabına karşı buğz değil; muhabbet ve merhamet besleyecektir. Ama bu sözlerimizden Rasûlullah'ın "Amellerin en hayırlısı, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." (Ebû Dâvud, Sünnet 2; Ahmed bin Hanbel, V/146) hadisini inkâr ettiğimiz manası çıkarılmamalıdır. Veya Allah için buğzun da bu hadiste ifade edildiği şekilde gerekliliği karşısında kalpte buğz ile şefkat ve merhameti te'life uğraşmanın tenâkuz olacağı zannedilmemelidir. Hayır, günah ve ma'sıyette bulunanlara karşı aynı anda hem rahmet ve şefkat beslemekle, hem de Allah için buğzda bulunmak arasında hiçbir tenâkuz, teâruz yoktur. Ancak, Allah için buğz ile, nefs ve heveslerine uyularak yapılan buğzu birbirine karıştıranlara göre böyle bir tenâkuz vardır. Önce "Allah için buğz nedir?" bunu bilmek gerekir.

Allah için buğz, bir müslümanın, ma'sıyetler içerisinde bulunan bir kimseye hatası, isyanı dolayısıyla, nefsinde onun şahsına karşı hiçbir tiksinti bulunmaksızın buğz etmesidir. Yani onun ma'sıyetine, isyanına, gafletine öfke ve kin beslemesidir. Elbette ma'sıyet ve isyana karşı yapılan buğz, bunları işleyenin şahsına duyulan şefkat, merhamet ve acımadan ileri gelmektedir. Bu demek olur ki, Allah için duyulan buğz ile sevgi ve merhamet arasında zannedildiği tezat ve tenâkuz değil; tam bir uyum ve kaynaşma vardır. Çok sevdiği oğluna zarar veren, onun felaketine sebep olacak kötü insanlara veya kötülüklere bir baba kızar. Nasıl bu kızması oğluna duyduğu sevgiden doğarsa; aynen öyle, dinde veya nesepte kardeşimize merhametimiz, onun helâkine ve âhiret zararına sebep olan ma’siyet ve günahlarına buğzu gerektirir. Bu buğz, merhametin sonucudur.

Müslüman dâvetçi, şahsı ve nefsi için kin ve düşmanlık beslememeli, öfkesini yenmeyi bilerek bütün bir insanlığa şefkat ve merhamet duymalı, onların hidâyeti için çalışmalı, nasihat etmelidir. Onları İslâm'a davet etmesi şefkatinin, merhametinin bir eseridir. Çünkü dâvet kabul edilirse, ihtimal ki onların cehennemden kurtuluşu ve Allah rızâsına kavuşmaları gibi en büyük faydalar söz konusudur. Dâvetçi kendi nefsi için istediğini onlar için de ister. Kendisi için istediği en büyük şey ise iman ve hidâyettir. O, onlar için de bunu arzu eder. Hangi ölüm, sapıklık ve Allah'a karşı isyandan daha büyüktür? Dâvetçi, d3avetiyle isyankâr azgınları helâk ve hüsrandan kurtarmak için çalışır.

Merhamet, câhillerden gelecek her türlü zorluğa karşı sabırlı olmayı kolaylaştırır. İnsandaki acıma duygusu, gafil ve câhillerden çıkacak her türlü engele karşı direnmeyi öğretir. Dâvetçi onlara, oynayan çocuklar nazarıyla bakar. Küçük çocukların işi oyun, onların seviyesi bilgiden mahrumluk, faydalı veya zararlı olacak şeyleri kavrayamamaktır. Bunun için dâvetçi, onlara nasihat ederken, onların yüz çevirmelerine, kendisine zorluk çıkartmalarına ve eziyet vermelerine şaşmaz. Nasıl ki, bir çocuğa öğüt verir, ateşe ve tehlikeli bir şeye dokunmaktan men edersin de o da bağırır, öfkelenir, hatta bazen sana eziyet bile verir. Aynı şekilde dâvetçi de muhâtaplarının engellerine şaşmaz. Rasülü Ekrem, Kureyş'e karşı dâvet görevine çok ağır şartlar altında devam etmiştir. Onların eziyetlerine tahammül ederek şöyle demiştir: "Ey Allah'ım, kavmime hidayet ver; çünkü onlar bilmiyorlar." Kaba davranmak, etrafındakilerin dağılmasına sebep olur. Merhametten mahrum katı kalpli bir dâvetçi, çalışmasında muvaffak olamaz. Söyledikleri doğru da olsa insanlar ona meyletmez. Bu, insan doğasının icabıdır. İnsanlar fıtraten katı, sert ve sıkıcı davranışlardan nefret ederler. Böyle kimselerin sözleri kabul görmez. Çünkü bir nasihatı kabul etmek, kalbin nasihat eden kimseye yönelmesine bağlıdır. Bu yönelme sert tabiat ve katı kalple elde edilemez. "Allah'tan bir rahmet sebebiyle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen katı kalpli ve sert davransaydın, şüphesiz onlar etrafından dağılıverirlerdi." (3/Âl-i İmrân, 159)

O'nun Rahmân sıfatının dünyada mü'min-kâfir herkese merhamet etmesi, Rahîm sıfatının ise âhirette adâleti gereği sadece mü'minlere merhamet edip kâfirlere azap etmesi olduğunun bilincinde olarak, cennet ve cehennemi hatırlayıp ümit ve korku arasında Kur'an'a yönelmeli, böylece hayat bulmalı, dirilmeli ve hayatımızı O'na vakfetmeye, O'na adamaya çalışmalıyız.

Rahmân ve Rahîm'e iman eden bir insan, Allah'ın yeryüzüne indirdiği rahmetten yararlanır ve yaratıklara rahmet nazarıyla bakar. Civcivini korumak için aslana karşı duran tavuk, yavrusu için kartala kanatları ve gagasıyla karşı duran serçedeki rahmet bizde de vardır. O madenimizi işletirsek, insanları imansızlaştırıp onların cehenneme atılmasına sebep olan tâğutlara ve ateistlere, insanların elinde avucunda ne varsa sömüren kapitalistlere ve zâlimlere karşı tavır alır, kahramanlara ve sâlihlere yakışan bir çıkış yolu buluruz.

Rahmân, O'nun dünyadaki tecellîsi, Rahim ise âhiretteki tecellîsi. Rahmân ve Rahîm derken, hem dünyayı hem âhireti hatırlıyoruz. Dünyamızın da âhiretimizin de O'nsuz olamayacağını düşünüyoruz. Dünyanın âhiretten ayrı değil; âhiretin tarlası, hazırlık safhası olduğunun bilincinde, dünyada da O'nunla, O'nun ölçüleriyle olmaya gayret ediyoruz.

Hz. Muhammed'in (s.a.s.) gönül vârisi olan kâmil insan, bir rahmet taşıyıcısı olmalıdır. Öyleyse biz de yaratılmışlara rahmet nazarıyla bakmalıyız. Rahman'ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz. O Rahîm'dir diyerek tembelliğe de düşmemeliyiz. Çünkü aynı zamanda O, din gününün sahibidir.

 

1- A.Osman Tatlısu, Esmâü'l-Hüsnâ, s. 37

2- H. Işık, Fâtiha Üzerine Mülâhazalar, s. 157Ş

3- M. Toptaş Şifâ Tefsiri, c.1, s. 66

4- Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 434-436

5- Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 421

6- A. O. Tatlısu, a.g.e. s. 39

 

Rahmân ve Rahîm Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler

  •  

    Allah Rahmândır: Fâtiha, 1, 3 ; Bakara, 163; Ra'd, 30 ; İsra, 110 ; Meryem, 18, 26, 44-45, 58, 61, 69, 75; Ta-Ha, 5, 90, 108-109 ; Enbiya, 26, 36, 42 ; Furkan, 26, 59...

    Allah Rahimdir: Fatiha, 1, 3 ; Bakara, 37, 54, 128, 143, 160, 163, Al-i İmran, 31, 89, 129 ; Nisa, 25 ; Maide, 3, 34, 39 ; En'am, 54, 145, 165 ; A'raf, 153, 167...

    Allah'ın Rahmeti: Bakara, 64, 207, 218 ; Al-i İmran, 107 ; Nisa, 83, 113 ; En'am, 12, 16, 133 ; A'raf, 63 ; Hud, 28, 43, 63 ; Yusuf, 53 ; İsra, 100 ; Kehf, 16, 58, 65...

    Allah Dilediğine Rahmet Eder: Bakara, 105 ; Al-i İmran, 74 ; Yusuf, 56 ; Ankebut, 21..

    Allah'ın Mü'minlere Rahmeti: Bakara, 157, 178 ; Nisa, 175 ; En'am, 54 ; A'raf, 52, 72, 154 ; Tevbe, 21, 71 ; Hud, 58, 66, 94 ; Ahzab, 43...

    Allah'ın Rahmetini İstemek: Bakara, 218, 286 ; Al-i İmran, 8, 159 ; A'raf, 23, 149, 151; Yunus, 86 ; İsra, 24, 28, 57 ; Kehf, 10 ; Enbiya, 83...

    Allah, Kendisine İtaat Edene Rahmet eder: Al-i İmran, 132 ; Nur, 56.

  • Allah, Kendi Yolunda Savaşanlara Rahmet eder: Al-i İmran, 157 ; Nisa, 96.

    Allah, Kendisinden Korkanlara Rahmet Eder: En'am, 155 ; Hucurat, 10 ; Hadid, 28.

    Allah, İyilik Yapanlara Rahmet Eder: A'raf, 56.

    Allah, Kur'an Okuyana Rahmet Eder: A'raf, 204.

    Allah, İnfak Edenlere Rahmet Eder: Tevbe, 99.

    Allah, Tevbe Edenlere Rahmet Eder: İsra, 8, 54 ; Neml, 46.

    Allah'ın Rahmeti Boldur: Al-i İmran, 73 ; A'raf, 156 ; Yunus, 58 ; Fâtır, 2 ; Hadid, 9.

    Allah'ın Rahmeti Dünyada Herkesi Kuşatır: A'raf, 156.

    Allah'ın Rahmeti Her Şeyi Kuşatmıştır: A'raf, 156; Mü'min, 7.

    Allah, Ahirette Kâfirlere Rahmet etmez: A'raf, 49.

    Yağmur Rahmettir: A'raf, 57 ; Furkan, 48 ; Neml, 63 ; Rum, 46, 50 ; Şura, 28.

  •  

    Kur'an Rahmettir: A'raf, 203 ; Yunus, 57-58 ; Yusuf, 111 ; Nahl, 64, 89 ; İsra, 82 ; Neml, 77 ; Kasas, 86 Ankebut, 51 ; Lokman, 3 ; Duhan, 6 ; Casiye, 20.

    Peygamberimiz Rahmettir: Tevbe, 61 ; Enbiya, 107 ; Kasas, 46 ; Duhan, 6.

    Allah'ın Rahmetine Vesile Aramak: Maide, 35 ; İsra, 57.

    Allah'ın Rahmetinden Ümit Kesilmez: Yusuf, 87; Hıcr, 55-56 ; Zümer, 53

    Allah'ın Rahmetinden Ümit Kesenler: Yusuf, 87 ; Hıcr, 56 ; Ankebut, 23 ; Fussılet, 49.

    Allah'ın Rahmetini İnkâr (Nankörlük) Etmek: Yunus, 21 ; Hud, 9 ; Mü'minun, 75 ; Rum, 33, 36 ; Fussılet, 50 ; Şura, 48.

     

  • Rahmân ve Rahîm Konusuyla İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları

    Buhari, Edeb 13, 18, 27; Tevhid 15, 22, 25, 28, 55; Bed'ül Halk, 1 Cenaiz 32; Eyman 9;

    Müslim, Birr 17); Tevbe 14-16 ; Fezail 65, 66; Cenaiz 9, 11

    Tirmizi, Birr 15, 16; Deavat 99

    Ebu Davud, Edeb 58, 145; Cenaiz 24

    Ahmed b. Hanbel, II/ 163, 190.

     

    Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

    Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. C. 2, s. 64-73

    Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, Akçağ Y. c.1, s. 231-234, 325-329

    Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Eser Y. c. 1, s. 31-37, 74-81

    Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 60, 65-68

    Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 35-36, 40

    Fatiha Tefsiri, azad, Bir Y. s. 97-158

    Şâmil İslam Ansiklopedisi, Şâmil Y. C. 5 s. 215-219

    Kur'an'da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 193-196

    Kur'an'da Uluhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 111-127

    Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 434-43

    Sorularla Fatiha Suresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 109-118

    Fatiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 150-159

    İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 20-22

    İslami Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 383-384

    Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 137-144

    Fatiha Suresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 27-34; 46-47

    Esma'ül Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 30-39

    Ayet ve Hadislerde Esma-i Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 68-74

    Esmaü'l-Hüsna Şerhi, M. Necati Bursalı, Erhan Y. s. 59-78

    Onun Güzel İsimleri M. Nusret Tura, İnsan Y. s. 55-56

    Esmaü'l-Hüsna Afifüddin Süleyman Tilmsani, İnsan Y. 8- 18

    Esma-i Hüsna'dan Esintiler, Sadettin Kaplan, Marifet Y. s. 11- 14

    Rahman'ın Ayetleri Karşısında, Atasoy Müftüoğlu, Nehir Y.

    Rahmet, İhsan Atasoy, Nesil Basın Yayın

    Rahmet, Yunus Vehbi Yavuz, Aksa Yayın Pazarlama

    Rahmet Ayetleri, Said Köşk, Anahtar Y.

    Rahmet Deryası, Halil Günaydın, Pamuk Y.

    Rahmet Kapısı, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Neşriyat

    Rahmet Peygamberi, Ebul Hasen Ali en-Nedvi, İz Y.

    Rahmet Toplumu, Ahmet Taşgetiren, Erkam Y.

    Rahmeten Li'l-Alemin Hz. Muhammed (s.a.v.), Haydar Baş, Belge Neşriyat

    Mü'minlerin Merhameti, Harun Yahya, Vural Y.