SAYFA 241
O |
|
|
O |
|
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلَّا مَا
رَحِمَ رَبِّي إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَحِيمٌ (53)
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي
فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ
(54)
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَائِنِ الْأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ
(55)
وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ يَتَبَوَّأُ مِنْهَا حَيْثُ
يَشَاءُ نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَاءُ وَلَا نُضِيعُ أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ (56)
وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
(57)
وَجَاءَ إِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ
مُنكِرُونَ (58)
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَكُمْ مِنْ
أَبِيكُمْ أَلَا تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ وَأَنَا خَيْرُ
الْمُنزِلِينَ (59)
فَإِنْ لَمْ تَأْتُونِي بِهِ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِندِي وَلَا تَقْرَبُونِي
(60)
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ
(61)
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ
يَعْرِفُونَهَا إِذَا انقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
(62)
فَلَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ
مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ
لَحَافِظُونَ
(63)
|
53)
“Bununla beraber ben nefsimi temize çıkarmıyo-rum. Çünkü
gerçekten nefis, -Rabbimin rahmet ettiği müstesna- var gücüyle
kötülüğü enredicidir. Şüphesiz benim Rabbim Ğafûr’dur, Rahîm’dir.”
54)
Hükümdar dedi ki: “Onu bana getirin, onu bana en yakınlardan kılayım.”
Onunla konuştuğunda dedi ki: “Sen bugün bizim yanımızda önemli bir
yer sahibisin, güvenilirsin.”
55)
Dedi ki: “Beni ülkenin hazineleri üzerine tayin et. Çünkü ben bir
koruyucuyum, bilenim.”
56)
İşte böylece biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkân verdik. Öyle ki, orada
dilediği yerde konaklardı. Rah-metimizi dilediğimize veririz. Muhsinlerin de
ecrini za-yi etmeyiz.
57)
Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bu-lunanlar için daha
hayırlıdır.
58)
Yusuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler. O kendilerini tanıdığı
halde onlar onu tanımadılar.
59)
Onların erzak yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Bana babanızdan olan
kardeşinizi getirin. Görmüyor musu-nuz, ben ölçüyü tam tutarım ve ben
konukseverlerin en hayırlısıyım.”
60)
“Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim katımda sizin için bir ölçek
yoktur ve bana da yaklaşmayın.”
61)
Dediler ki: “Onu babasından istemeye çalışacağız ve herhalde yaparız.”
62)
Yardımcılarına dedi ki: “Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Belki
ailelerine dönünce bunun farkına varırlar da yine geri dönerler.”
63)
Böylelikle babalarına döndüklerinde dediler ki: “Ey babamız, ölçek bizden
engellendi. Bu durumda kardeşi-mizi bizimle gönder de erzağı alalım. Onu
mutlaka ko-ruyacağız.”
|
|
O |
|
|
O |
|
53)
“Bununla beraber ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Onu noksanlıklardan uzak
tutmuyorum. Çünkü gerçekten insan nefsi, -Rabbimin rahmet ettiği, esirgediği,
koruduğu müstesna- var gücüyle kötülüğü enredicidir, şehevi arzulara çok
meyillidir. Şüphesiz benim Rabbim tevbe etmeleri halinde kullarının günahlarını
bağışlayan, mü’minlere dünya ve ahirette merhamet edendir.”
54)
Kral Reyyan b. Velid, Yusuf’un suçsuzluğunu, ilmini, iffetini, üstünlüğünü ve
yüceliğini anlayınca dedi ki: “Yusuf’u bana getirin, onu bana en yakınlardan
kılayım, özel adamlarımın içine alayım, onu kendime bağlı kılayım, memleket
işlerinde ona danışayım, ilminden istifade edeyim.” Kralın adamları Yusuf’u
zindandan çıkararak kralın yanına getirdiler. Bir rasul olan Yusuf krala İslam’ı
tebliğ etti, kralla uzun uzun konuştu. Sonunda kral İslam’ı kabul etti ve
dedi ki: “Sen bugün bizim yanımızda önemli bir yer sahibisin, rütbesi yüksek
bir kimsesin, her hususta güvenilirsin.” (Taberi’nin bildirdiğine göre İmam
Mücahid kralın müslüman olduğunu söylemiştir. Zaten Yusuf (a.s.) zindanda iken
kendisine rüya yorumunu soranlara bile önce İslam’ın temel meselelerini
anlatmıştır. Kralla konuşmasında da elbette ki İslam’ı anlatacaktır. Kralın
Yusuf’u önemli bir konuma getirmesi de onun Yusuf’un tebliğine olumlu cevap
verdiğini göstermektedir. Bu yüzden Yusuf’un (a.s.) küfür toplumunda maliye
bakanlığı yaptığını, küfür kanunlarını uyguladığını iddia etmek mümkün değildir.
Bu, Allah’ın hükümleri dışında hüküm koyanların hükümlerine itaat etmenin şirk
olduğunu söyleyen Yusuf’a (a.s.) atılan apaçık bir iftiradır.)
55)
Yusuf adalete, hakkı ve iyiliği uygulamaya düşkünlüğünden dolayı krala dedi ki:
“Beni ülkenin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben bir koruyucuyum, bana
emanet edeceğin şeyler hususunda güvenilir biriyim, tasarruf yollarını da
bilirim.” (İslam devletinde dirayetli ve ehil kimselerin ihtiyaç anında
göreve talip olması caizdir. Makam ve mevki elde etmek için göreve talip olmak
ise caiz değildir.)
56)
İşte böylece biz Mısır yurdunda Yusuf’a iktidar, güç ve imkân verdik, onu oraya
sağlam bir şekilde yerleştirdik. Daha önce hapiste ve darlık içinde iken ona
izzet ve kuvvet verdik. Öyle ki, orada dilediği yerde konaklardı, orada istediği
yeri kendine ev ediniyor, ülkede dilediği gibi tasarruf ediyordu. Allah’ın
hükmünü uygulamada hiçbir baskıyla karşılaşmıyordu. Rahmetimizi, nimetlerimizi,
lütfumuzu kullarımızdan dilediğimize veririz, tahsis ederiz. Muhsinlerin, güzel
iş yapanların ecrini zayi etmeyiz, bilakis ona kat kat mükâfat veririz.
57)
Ahiretin ecri, karşılığı ve sevabı ise, Allah’ın istediği ve razı olduğu şekilde
iman edip salih amel işleyenenler ve Allah’ın emirlerini yerine getirip,
yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’ın azabından korkup sakınanlar için dünya
ecrinden daha hayırlıdır.
58)
Yusuf rüya yorumundaki gibi hareket ederek yedi yıl boyunca yiyecekleri stok
etti. Ardından gelen yedi yıl sürecek kıtlık bütün ülkeyi sarmıştı, açlık
felaketi baş göstermişti. Yusuf’un kardeşleri yirmi iki yıl evvel kuyuya attığı
kardeşleri Yusuf’un stok ettiği gıda maddelerinden satın almak için Mısır’a
gelip Yusuf’un huzuruna girdiler. Yusuf kardeşlerini tanıdığı halde onlar
makamının heybeti, aradan uzun zaman geçmiş olması ve yüz hatlarının değişmiş
olması sebebiyle onu tanımadılar.
59)
Yusuf onların erzak yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Doğruluğunuzu kabul
etmem için bana babanızdan olan kardeşiniz Bünyamin’i de getirin. Görmüyor
musunuz, ben ölçüyü tam tutarım, eksiksiz yaparım ve ben konukseverlerin,
misavirperverlerin en hayırlısıyım.”
60)
“Eğer Bünyamin’i bana getirmezseniz, artık benim katımda sizin için bir
ölçek, yiyecek yoktur ve bir daha ülkeme de yaklaşmayın.”
61)
Dediler ki: “Bünyamin’i babamızdan istemeye çalışacağız, gerekirse hile
yapacağız. Bunun çaresini mutlaka bulacağız.”
62)
Yusuf, tahıl ölçen hizmetçilerine dedi ki: “Sermayelerini, yiyecek almak için
bize verdikleri malı yüklerinin, çuvallarının içine koyun. Belki ailelerine
dönünce bunun farkına varırlar da yine bize vermek için geri dönerler.”
63)
Böylelikle babalarına döndüklerinde eşyalarını açmadan dediler ki: “Ey
babamız, kardeşimizi götürmediğimiz takdirde bundan sonra bize tahıl
verilmeyeceğine dair tehdit edildik. Mısır kralı bizim casus olduğumuzu sandı.
Bu durumda kardeşimizi bizimle gönder de bize güvensin de ölçülüp bize verilecek
hububattan hakettiğimizi alalım. Biz Bünyamin’i mutlaka kötülüklerden
koruyacağız. Merak etme.”
SAYFA 242
O |
|
|
O |
|
قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلَّا كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ
مِنْ قَبْلُ فَاللَّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
(64) وَلَمَّا فَتَحُوا
مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ قَالُوا
يَاأَبَانَا مَا نَبْغِي هَذِهِ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ إِلَيْنَا
وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ
ذَلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ (65)
قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِي مَوْثِقًا مِنْ
اللَّهِ لَتَأْتُونَنِي بِهِ إِلَّا أَنْ يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا
آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
(66) وَقَالَ يَابَنِيَّ لَا
تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ أَبْوَابٍ
مُتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُمْ مِنْ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ إِنْ
الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ
فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُتَوَكِّلُونَ (67)
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُمْ مَا
كَانَ يُغْنِي عَنْهُمْ مِنْ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا حَاجَةً فِي
نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
(68) وَلَمَّا دَخَلُوا عَلَى
يُوسُفَ آوَى إِلَيْهِ أَخَاهُ قَالَ إِنِّي أَنَا أَخُوكَ فَلَا
تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(69)
|
64)
Dedi ki: “Daha önceden kardeşi hakkında size ne kadar güvendi
isem bunun hakkında da ancak o kadar size güvenebilirim, değil mi?
Allah en hayırlı koruyu-cudur. O, merhametlilerin en
merhametlisidir.”
65)
Erzak yüklerini açıp da sermayelerinin kendilerine geri verilmiş
olduğunu gördüklerinde, dediler ki: “Ey babamız, daha ne
istiyoruz, işte sermayemiz bize geri verilmiş; ailemize erzak
getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükünü de ilave ederiz.
Bu az bir ölçektir.”
66)
Dedi ki: “Bana etrafınızın çepeçevre kuşatılması dışında, onu
ne olursa olsun mutlaka bana getireceği-nize dair Allah adına
kesin bir söz verinceye kadar, onu sizinle asla göndermem.”
Artık ona kesin teminatlarını verince dedi ki: “Allah,
söylediklerimize vekildir.”
67)
Ve dedi ki: “Ey oğullarım, tek bir kapıdan girme-yin, ayrı ayrı
kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiç bir şeyi sağlayamam.
Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben yalnız O’na tevekkül ettim.
Tevekkül edenler de yalnız-ca O’na tevekkül etmelidirler.”
68)
Babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. Fakat bu,
onlara Allah’tan gelecek olan hiç bir şeyi sağ-lamadı. Sadece
Yakub’un içindeki bir dileği olup, o da bunu açığa çıkardı.
Şüphesiz o, kendisine öğrettiğimiz için, bir ilim sahibiydi. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
69)
Yusuf’un huzuruna girdiklerinde, o, kardeşini bağ-rına bastı.
“Ben senin gerçekten kardeşinim. Artık onla-rın yaptıklarına
üzülme!” dedi.
|
|
O |
|
|
O |
|
64)
Yakub oğullarına dedi ki: “Daha önceden kardeşi Yusuf hakkında size ne kadar
güvendi isem Bünyamin hakkında da ancak o kadar güvenebilirim, değil mi?
Kardeşiniz Yusuf’u koruyacağınıza dair bana garanti verdiğiniz halde verdiğiniz
sözü tutmayıp ona yapacağınızı yaptıktan sonra artık Bünyamin’e kötülük
yapmayacağınızdan nasıl emin olabilirim? Kardeşinize kurduğunuz tuzağı ona da
kuracağınızdan korkarım. Ben ne size, ne de sizin korumanıza güvenirim. Ben
sadece Allah’ın korumasına güvenirim. Allah’ın koruması sizin korumanızdan daha
iyidir. Allah en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.
Allah, onun ana, babası ve kardeşlerinden daha merhametlidir. Umarım ki,
Bünyamin’i korumakla bana lütufta bulunur ve bana iki musibeti birden vermez.”
65)
Yusuf’un kardeşleri erzak yüklerini, tahıllarını koydukları çuvalları açıp da
sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüklerinde, dediler ki:
“Ey babamız, daha ne istiyoruz, Melikten, bundan daha büyük nasıl bir ikram
isteriz!? İşte sermayemiz, aldığımız yiyecekler için verdiğimiz mal, farkında
değilken bize geri verilmiş, bu erzaklar bize bedavaya gelmiş. Bu iyilikten daha
büyük iyilik olur mu? Tahılı bize eksiksiz olarak verdi. Karşılığını da geri
verdi. Bünyamin’i bize ver de tekrar gidelim de ailemize erzak, yiyecek ve gıda
maddeleri getirelim. Kardeşimiz için endişelenme, biz Allah’ın izniyle onu
koruruz. Onu beraberimizde götürdüğümüz taktirde bir deve yükü tahıl da fazladan
alırız. Getirdiğimiz buğday azdır. Bünyamin’i götürürsek daha fazla alırız. Bunu
vermek Melik için kolaydır. Çünkü o çok cömerttir. Melik ülkenin yaşadığı
kıtlığı ve kurak yılları gözönünde bulundurarak ve herkesin ihtiyacına cevap
vermek için, bir kişiye sadece bir ölçek erzak veriyor.”
66)
Yakub oğullarına dedi ki: “Bana etrafınızın çepeçevre kuşatılması sonucu
mağlup ve çaresiz olmanız, öldürülmeniz ve yaralanmanız dışında, Bünyamin’i ne
olursa olsun mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz
verinceye kadar, onu sizinle asla Mısır’a göndermem.” Oğulları artık Yakub’a
Allah adına yemin etmek suretiyle kesin teminatlarını verince, Yakub dedi ki:
“Allah, söylediklerimize vekildir, şahittir ve bunu gözetmektedir.”
67)
Yakub ayrıca oğullarına dedi ki: “Ey oğullarım, Mısır’a hepiniz tek bir
kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Güzel ve görkemli olduğunuz için
nazar değebilir. Bu tedbirimle ben size Allah’tan gelebilecek olan hiç bir
kötülüğü önleyemem. Çünkü sakınmak kaderi engelleyemez. Fayda veya zarar
verebilecek olan sadece Allah’tır. O’ndan yardım isteyin, O’na sığının. Hüküm
yalnızca eşi, ortağı, dengi ve benzeri olmayan, bir olan Allah’ındır. Hükmünde
hiç bir ortağı yoktur. Allah’ın hükümlerine aykırı hüküm koymak şirktir. Hiç bir
şey de O’nun takdirini engelleyemez. Ben yalnızca O’na tevekkül ettim, meşru
olan tüm tedbirleri aldıktan sonra sadece O’na güvendim, O’na sığındım, O’na
dayandım. Tevekkül eden mü’minler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler,
işlerini O’na havale etmelidirler.” (Nazar haktır. Kişiyi kabre, deveyi
kazana sokar. Nazar boncuğundan yardım istemek, korunmak, sığınmak şirktir. Her
konuda meşru olan tüm tedbirleri aldıktan sonra yalnızca Allah’a güvenmek
gerekir.)
68)
Yusuf’un kardeşleri babaları Yakub’un kendilerine emrettiği şekilde Mısır’a ayrı
ayrı kapılardan girdiler. Fakat bu ayrı ayrı kapılardan girmeleri, onlara
Allah’tan gelecek olan hiç bir zararı engelleyecek değildi. Ancak böyle
girişleri, Yakub’un oğullarına karşı şefkatinden dolayı onlara göz
değebileceğine dair korkusunu ortadan kaldırdı. Şüphesiz Yakub, kendisine vahiy
yoluyla öğrettiğimiz için, geniş bir ilim sahibiydi. Fakat insanların çoğu
Allah’ın rasullerine ve temiz kullarına tahsis ettiği, dünya ve ahirette faydalı
olacak ilimleri bilmezler.
69)
Yakub’un oğulları Yusuf’un huzuruna girdiklerinde, Yusuf kardeşlerine ikram ve
ihsanda bulundu, güzel bir şekilde ağırladı. İkişer ikişer odalarda yatırdı. Tek
kalan Bünyamin’le birlikte kendisi kaldı. Yusuf, kardeşi Bünyamin’i kucakladı,
bağrına bastı. “Ben senin gerçekten kardeşin Yusuf’um. Artık geçmişte onların
bize yaptıklarına üzülme! Allah bize lütfedip hayırlısıyla bizi biraraya
getirdi.” dedi.
Yusuf, Bünyamin’e ayrıca bir hile ile onu
kendisinin yanında bırakacağını, bunu kardeşlerine bildirmemesini, gizli
tutmasını emretti.
SAYFA 243
O |
|
|
O |
|
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فِي رَحْلِ أَخِيهِ
ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ
(70) قَالُوا وَأَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ
مَاذَا تَفْقِدُونَ (71) قَالُوا
نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَاءَ بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَا بِهِ
زَعِيمٌ (72) قَالُوا تَاللَّهِ
لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا
جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقِينَ
(73)
قَالُوا فَمَا جَزَاؤُهُ إِنْ كُنتُمْ كَاذِبِينَ
(74) قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي
رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
(75) فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ
وِعَاءِ أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ أَخِيهِ كَذَلِكَ كِدْنَا
لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلَّا أَنْ
يَشَاءَ اللَّهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ
عَلِيمٌ (76) قَالُوا إِنْ يَسْرِقْ
فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ
يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ أَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًا وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا
تَصِفُونَ (77) قَالُوا يَاأَيُّهَا
الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ
إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ (78)
|
70)
Erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca da, su ka-bını kardeşinin
yükü içine bıraktı, sonra bir münadi ses-lendi: “Ey kafile,
sizler gerçekten hırsızsınız.”
71)
Onlara doğru yönelerek: “Neyi kaybettiniz?” dedi-ler.
72)
Dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir
deve yükü vardır. Ben de buna kefilim.”
73)
Dediler ki: “Allah’a andolsun ki, -sizin de bildiği-niz gibi-
biz yere fesat çıkarmak için gelmedik ve biz hırsız değiliz.”
74)
Dediler ki: “Öyleyse eğer yalan söylüyorsanız ce-zası nedir?”
75)
Dediler ki: “Bunun cezası, yükünde bulunan kimse-nin kendisinin
karşılık olarak alınmasıdır. İşte biz za-limleri böyle
cezalandırırız.”
76)
Bunun üzerine kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aratmaya
başladı. Sonra onu kardeşinin yükü arasından çıkardı. İşte biz
Yusuf için böyle bir plan dü-zenledik. Yoksa o, hükümdarın dinine
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi. Bu, ancak Allah’ın
dilemesiyle oldu. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her
ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır.
77)
Dediler ki: “Şayet çalmış bulunuyorsa, bundan ön-ce onun
kardeşi de çalmıştı.” Yusuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve
bunu onlara açıklamadı ve dedi ki: “Siz daha kötü bir
konumdasınız. Sizin düzmekte oldukları-nızı Allah daha iyi bilir.”
78)
Dediler ki: “Ey Aziz, gerçek şu ki, bunun yaşlı bü-yük bir
babası var; onun yerine bizden birisini alıkoy. Doğrusu biz seni
muhsinlerden görmekteyiz.”
|
|
O |
|
|
O |
|
70)
Yusuf, kardeşlerinin ihtiyaçlarını temin edip erzak yüklerini, ihtiyaç ve gıda
maddelerini kendilerine hazırlayınca, develerine yükleyince, su kabını, tası
kardeşi Bünyamin’in eşya yükü içine konulmasını emretti. Bu, mücevherlerle
süslenmiş altın bir tas idi. Sonra bir münadi, tellal seslendi: “Ey yolcu
kafilesi, ey deve sahipleri, sizler gerçekten hırsızsınız.” (Burada Yusuf
(a.s.) kardeşini yanında alıkoyma gibi faydalı bir işten dolayı onlara hırsızlık
suçunu isnat etmeyi mübah saydı.)
71)
Tellallar onlara ulaşınca, “Biz size ikram etmedik mi? Sizi güzelce
ağırlamadık mı? Size eksiksiz bir şekilde tahılı ölçüp vermedik mi? Başkalarına
yapmadığımız iyiliği size yapmadık mı?” dediler. Yakub’un oğulları: “Evet
bunları yaptınız. Bir şey mi var?” dediler. Tellallar: “Kralın su kabını
yitirdik. Sizden başkasından da şüphelenmiyoruz?” dediler. Yakub’un oğulları
sakin bir şekilde tellallara doğru yönelerek: “Neyi kaybettiniz? Neyiniz
kayboldu?” dediler.
72)
Tellallar Yakub’un oğullarının bu edepli tavrı karşısında nazikleşerek dediler
ki: “Hükümdarın mücevherlerle süslenmiş su kabını, tasını , ölçeğini
kaybettik. Onu getirene mükâfat olarak bir deve yükü yiyecek vardır. Ben de buna
kefilim. Garanti veriyorum.”
73)
Yakub’un oğulları hayretle dediler ki: “Allah’a andolsun ki, -sizin de
bildiğiniz gibi- biz bu yere fesat çıkarmak için gelmedik ve biz kesinlikle
hırsız değiliz. Çünkü biz Allah’ın rasulü Yakub’un çocuklarıyız. Biz böyle
çirkin işleri yapmayız. Bizim nasıl bir insan olduğumuzu anlamış olmanız lazım.
Yüklerimize yanlışlıkla koyduğunuz malı iade ettik, hayvanlarımız başkalarının
malına ve yiyeceğine zarar vermesin diye ağzını bağlıyoruz.”
74)
Telallar dediler ki: “Öyleyse eğer suçsuzluk iddianızda yalan söylüyorsanız,
sizin şeriatınızda hırsızın cezası nedir?”
75)
Yakub’un oğulları dediler ki: “Eşyası içinde tas bulunan hırsızın cezası,
kimin malını çalmışsa onun kölesi olmasıdır. İşte biz hırsızlık vb. suçlarla
Allah’ın kanunlarını çiğneyen zalimleri böyle cezalandırırız.” (Yakub’un
(a.s.) şeriatında hırsızın cezası bu idi. Rasulullah’ın (s.a.v.) şeriatında ise
bu hüküm el kesme olarak kaldırılmıştır.)
76)
Tellallar Yusuf’un kardeşlerini Yusuf’a getirdiler. Bunun üzerine Yusuf, dikkat
çekmemek için kardeşi Bünyamin’in yükünden önce diğer kardeşlerinin yüklerini
aratmaya başladı. Yusuf her yükü açtıkça attığı iftiradan dolayı Allah’tan af
diliyordu. En son Bünyamin’in yüküne sıra gelince Yusuf: “Ben bunun bir şey
aldığını sanmıyorum.” dedi. Kardeşleri: “Vallahi onun yüküne de bakmadan
seni bırakmayız. Çünkü bu senin için de bizim için de daha iyidir.” dediler.
Yusuf, tası kardeşi Bünyamin’in yükü arasından çıkardı. Kardeşleri utancından
başlarını öne eğdiler ve Bünyamin’i kınadılar. İşte biz Yusuf için böyle bir
plan düzenledik, ilham yoluyla ona bildirdik. Yoksa Yusuf, Mısır hükümdarının
dinine, kanununa göre kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoyabilecek değildi, böyle
bir hakkı yoktu. Çünkü kralın kanunua göre hırsızın cezası, dövülmek ve
çaldığının iki katını ödemekti. Bu, ancak Allah’ın izni ve dilemesiyle oldu. Biz
Yusuf’u yücelttiğimiz gibi, ilim sayesinde kullarımızdan dilediğimizin
makamlarını derecelerle yükseltiriz. Herşeyi bilen alemlerin Rabbine varıncaya
kadar, her ilim sahibi üstünde, ondan daha iyi bilen birisi vardır.
77)
Yakub’un oğulları, Yusuf’u kastederek dediler ki: “Şayet Bünyamin çalmış
bulunuyorsa, bundan önce onun öz kardeşi de dedesinin putunu –tapmasın diye-
çalmıştı.” Yusuf kardeşlerine olan merhametinden dolayı bunu sineye çekti,
kendi içinde saklı tuttu, bunu onlara açıklamadı ve kendi kendine dedi ki:
“Siz daha kötü bir konumdasınız. Sizin yaptığınız daha kötüdür. Çünkü siz
kardeşinizi babanızdan çaldınız, sonra da suçsuz kimseye iftira etmeye
başladınız. Sizin düzmekte olduklarınız iftirayı Allah daha iyi bilir.”
78)
Yakub’un oğulları yalvararak dediler ki: “Ey Aziz, ey yüce efendi, gerçek şu
ki, Bünyamin’in yaşlı büyük bir babası var. Onun ayrılığına dayanamaz. Onun
yerine bizden birisini alıkoy. Babamız bizi onun gibi sevmez ve bize acımaz.
Doğrusu biz seni muhsinlerden, güzel iş yapanlardan, Allah’ı görüyormuşçasına
O’na ibadet edenlerden görmekteyiz. Bize yaptığın iyliği tamamla. Bizi lütfa
alıştırdın.”
SAYFA 244
O |
|
|
O |
|
70)
Yusuf, kardeşlerinin ihtiyaçlarını temin edip erzak yüklerini, ihtiyaç ve
gıda maddelerini kendilerine hazırlayınca, develerine yükleyince, su kabını,
tası kardeşi Bünyamin’in eşya yükü içine konulmasını emretti. Bu,
mücevherlerle süslenmiş altın bir tas idi. Sonra bir münadi, tellal
seslendi: “Ey yolcu kafilesi, ey deve sahipleri, sizler gerçekten
hırsızsınız.” (Burada Yusuf (a.s.) kardeşini yanında alıkoyma gibi
faydalı bir işten dolayı onlara hırsızlık suçunu isnat etmeyi mübah saydı.)
71)
Tellallar onlara ulaşınca, “Biz size ikram etmedik mi? Sizi güzelce
ağırlamadık mı? Size eksiksiz bir şekilde tahılı ölçüp vermedik mi?
Başkalarına yapmadığımız iyiliği size yapmadık mı?” dediler. Yakub’un
oğulları: “Evet bunları yaptınız. Bir şey mi var?” dediler.
Tellallar: “Kralın su kabını yitirdik. Sizden başkasından da
şüphelenmiyoruz?” dediler. Yakub’un oğulları sakin bir şekilde
tellallara doğru yönelerek: “Neyi kaybettiniz? Neyiniz kayboldu?”
dediler.
72)
Tellallar Yakub’un oğullarının bu edepli tavrı karşısında nazikleşerek
dediler ki: “Hükümdarın mücevherlerle süslenmiş su kabını, tasını ,
ölçeğini kaybettik. Onu getirene mükâfat olarak bir deve yükü yiyecek
vardır. Ben de buna kefilim. Garanti veriyorum.”
73)
Yakub’un oğulları hayretle dediler ki: “Allah’a andolsun ki, -sizin de
bildiğiniz gibi- biz bu yere fesat çıkarmak için gelmedik ve biz kesinlikle
hırsız değiliz. Çünkü biz Allah’ın rasulü Yakub’un çocuklarıyız. Biz böyle
çirkin işleri yapmayız. Bizim nasıl bir insan olduğumuzu anlamış olmanız
lazım. Yüklerimize yanlışlıkla koyduğunuz malı iade ettik, hayvanlarımız
başkalarının malına ve yiyeceğine zarar vermesin diye ağzını bağlıyoruz.”
74)
Telallar dediler ki: “Öyleyse eğer suçsuzluk iddianızda yalan
söylüyorsanız, sizin şeriatınızda hırsızın cezası nedir?”
75)
Yakub’un oğulları dediler ki: “Eşyası içinde tas bulunan hırsızın cezası,
kimin malını çalmışsa onun kölesi olmasıdır. İşte biz hırsızlık vb. suçlarla
Allah’ın kanunlarını çiğneyen zalimleri böyle cezalandırırız.” (Yakub’un
(a.s.) şeriatında hırsızın cezası bu idi. Rasulullah’ın (s.a.v.) şeriatında
ise bu hüküm el kesme olarak kaldırılmıştır.)
76)
Tellallar Yusuf’un kardeşlerini Yusuf’a getirdiler. Bunun üzerine Yusuf,
dikkat çekmemek için kardeşi Bünyamin’in yükünden önce diğer kardeşlerinin
yüklerini aratmaya başladı. Yusuf her yükü açtıkça attığı iftiradan dolayı
Allah’tan af diliyordu. En son Bünyamin’in yüküne sıra gelince Yusuf:
“Ben bunun bir şey aldığını sanmıyorum.” dedi. Kardeşleri: “Vallahi
onun yüküne de bakmadan seni bırakmayız. Çünkü bu senin için de bizim için
de daha iyidir.” dediler. Yusuf, tası kardeşi Bünyamin’in yükü arasından
çıkardı. Kardeşleri utancından başlarını öne eğdiler ve Bünyamin’i
kınadılar. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik, ilham yoluyla ona
bildirdik. Yoksa Yusuf, Mısır hükümdarının dinine, kanununa göre kardeşi
Bünyamin’i yanında alıkoyabilecek değildi, böyle bir hakkı yoktu. Çünkü
kralın kanunua göre hırsızın cezası, dövülmek ve çaldığının iki katını
ödemekti. Bu, ancak Allah’ın izni ve dilemesiyle oldu. Biz Yusuf’u
yücelttiğimiz gibi, ilim sayesinde kullarımızdan dilediğimizin makamlarını
derecelerle yükseltiriz. Herşeyi bilen alemlerin Rabbine varıncaya kadar,
her ilim sahibi üstünde, ondan daha iyi bilen birisi vardır.
77)
Yakub’un oğulları, Yusuf’u kastederek dediler ki: “Şayet Bünyamin çalmış
bulunuyorsa, bundan önce onun öz kardeşi de dedesinin putunu –tapmasın diye-
çalmıştı.” Yusuf kardeşlerine olan merhametinden dolayı bunu sineye
çekti, kendi içinde saklı tuttu, bunu onlara açıklamadı ve kendi kendine
dedi ki: “Siz daha kötü bir konumdasınız. Sizin yaptığınız daha kötüdür.
Çünkü siz kardeşinizi babanızdan çaldınız, sonra da suçsuz kimseye iftira
etmeye başladınız. Sizin düzmekte olduklarınız iftirayı Allah daha iyi
bilir.”
78)
Yakub’un oğulları yalvararak dediler ki: “Ey Aziz, ey yüce efendi, gerçek
şu ki, Bünyamin’in yaşlı büyük bir babası var. Onun ayrılığına dayanamaz.
Onun yerine bizden birisini alıkoy. Babamız bizi onun gibi sevmez ve bize
acımaz. Doğrusu biz seni muhsinlerden, güzel iş yapanlardan, Allah’ı
görüyormuşçasına O’na ibadet edenlerden görmekteyiz. Bize yaptığın iyliği
tamamla. Bizi lütfa alıştırdın.”
|
79)
Dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
alıkoymamızdan Allah’a sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz biz
zalim oluruz.”
80)
Ondan umutlarını kestikleri zaman, kendi araların-da görüşmek
üzere bir yana çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden
Allah adına teminat almış oldu-ğunu, daha evvel de Yusuf hakkında
işlediğiniz kusuru bilmez misiniz? Artık ya babam izin verinceye
yahut be-nim için Allah hükmedinceye kadar, katiyyen yerden
ayrılmam. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
81)
“Babanıza dönün ve deyin ki: Ey babamız, senin oğlun gerçekten
hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka-sına şahitlik etmedik. Biz
gaybın bekçileri de değiliz.”
82)
“İçinde bulunduğumuz şehre, beraber geldiğimiz kafileye de sor.
Biz gerçekten doğruyu söyleyenleriz.”
83)
Dedi ki: “Hayır, nefisleriniz sizi yanıltıp bir işe sü-rüklemiş.
Bundan sonra güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah onların tümünü
bana getirir. Çünkü Alîm, Hakîm olan O’dur, O!”
84)
Onlardan yüz çevirip: “Ey Yusuf’a karşı kahrım.” dedi ve
kederinden gözlerine ak düştü. Artık o hüznünü açıklamayıp içinde
saklıyordu.
85)
Dediler ki: “Allah’a andolsun ki hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun.
Sonunda ya kederinden hastalanıp eriye-ceksin yahut ölüp
gidenlerden olacaksın.”
86)
Dedi ki: “Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah’a
şikayet ediyorum. Ben Allah’tan sizin bilmediğinizi de biliyorum.”
|
|
O |
|
|
O |
|
79)
Yusuf kardeşlerine dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını,
suçsuz bir kimseyi alıkoymamızdan Allah’a sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz
biz zalim oluruz.” (Alusi şöyle der: “Çalan yerine eşyamızı yanında
bulduğumuz kimse denilmesi, hakikatı ortaya çıkarmak ve yalandan sakınmak
içindir.” Rasulullah’ın (s.a.v.) şeriatında hırsızın cezası elinin bileğinden
kesilmesidir. Bu ceza kıyamete kadar geçerlidir. Bu cezadan daha ağır veya daha
hafif ceza vermek caiz değildir. Allah’ın hükmüne uymak, bu hükümleri tatbik
etmek her müslümanın görevidir. Bazı kimseler Yusuf’un (a.s.) güzelliğinden
dolayı meyve yerine yalnışlıkla ellerini kesen kadınların örneğini delil alarak
el kesmekten kasıt elin çizilerek kanatılmasıdır. Diyorlar. Fakat bu düşünce
İslam şeriatının pratik uygulamasına zıttır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) zamanında
hırsızlık yapan erkek olsun kadın olsun herkesin eli kesilmiştir. Zenginler için
bu hükmü uygulatmak istemeyenlere Rasulullah (s.a.v.) çok büyük tepki
göstermiştir. Kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa hükmü uygulayacağını söylemiştir.
Cezalarda aslolan caydırıcılıktır. Batı ülkeleri el kesme cezasını ilkel
buluyor, fakat hırsıza uygulanan hapis cezasının da pek caydırıcı bir özelliği
olmadığı herkesin malumudur. Allah adildir, kulları için neyin en yararlı
olduğunu da en iyi bilen O’dur.)
80)
Yusuf’un kardeşleri kesin bir şekilde isteklerine cevap almaktan umutlarını
kesince ve rica etmenin bir faydası olmadığını anlayınca kendi aralarında
görüşmek üzere gizlice bir yana çekildiler. En yaşlıları olan Rubil dedi ki:
“Bünyamin’i sağ salim götüreceğinize dair babanızın sizden Allah adına teminat
almış olduğunu, daha evvel de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmez misiniz?
Şimdi babanıza nasıl döneceksiniz? Artık ya babam izin verinceye yahut benim
için Allah kardeşimin kurtulmasına hükmedinceye kadar, katiyyen bu yerden,
Mısır’dan ayrılmam. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır, adilidir. Çünkü O,
sadece hak ve adaletle hükmeder.”
81)
“Babanıza dönün, olup bitenlerin aslını ona bildirin ve deyin ki: Ey babamız,
senin oğlun Bünyamin gerçekten hırsızlık etti. Biz kesin olarak bildiğimizden
başkasına şahitlik etmedik. Biz, hükümdarın kıymetli tasını onun eşyası içinde
gördük. Biz gaybın bekçileri de değiliz. Biz sana söz verdiğimiz zaman onun
hırsızlık yapacağını da bilmiyorduk. Bilseydik zaten götürmezdik. Bize hırsızın
cezası sizin şeriata göre nedir? dediler, biz de senden öğrendiğimiz hakikatı
gizlemeden anlattık. Başımıza neler geleceğini bilemezdik.”
82)
“Olup bitenlerin aslını, içinde bulunduğumuz şehre, Mısır halkına, beraber
geldiğimiz Kenan topluluğundan olan kafileye de sor. İstediğin araştırmayı yap.
Biz onun hakkında gerçekten doğruyu söyleyenleriz.”
83)
Yakub, oğullarına dedi ki: “Hayır, nefisleriniz sizi yanıltıp kötü bir işe
sürüklemiş, bu büyük işi ve tuzağı güzel ve kolay göstermiş. Daha önceden de
ağabeyi Yusuf’a aynı oyunu oynamıştınız. Bundan sonra bana düşen sevabımı
Allah’tan bekleyerek güzel bir şekilde sabretmektir. Sabırdan başka çarem yok.
Umulur ki Allah onların tümünü, Yusuf’u, Bünyamin’i, Rubil’i bana geri getirir,
gözümü aydın kılar. Çünkü gizli açık herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan,
herşeyi yerli yerinde yapan O’dur, O!”
84)
Yakub, oğullarından işittiği sözlerden hoşlanmadığı için onlardan yüz çevirip:
“Ey benim Yusuf’a karşı kahrım, hasret ve üzüntüm.” dedi. İki çocuğuna
karşı aşırı üzüntü, keder ve ağlamasından dolayı gözlerine ak düştü, gözleri
görmez oldu. Artık o hüznünü açıklamayıp içinde saklıyordu. Kalbi üzüntü ve öfke
doluydu. Fakat bunu nefsinde gizliyordu. O, bu şiddetli musibetten dolayı gam ve
kederle dolmuştu.
85)
Yusuf’un kardeşleri, babaları Yakub’a dediler ki: “Allah’a andolsun ki sen
hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun, onun için sızlanıyorsun. Sonunda ya üzüntü, hasret
ve kederinden hastalanıp eriyeceksin yahut ölüp gidenlerden olacaksın. Artık
Yusuf’u unut. Kendine iyi bak.”
86)
Yakub, oğullarına dedi ki: “Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca
Allah’a şikayet ediyorum. Size şikayet etmiyorum. Ancak Allah’a yapılan
şikayetin faydası olur. Ben Allah’ın rahmet ve ihsanı sayesinde, sizin
bilmediğinizi de biliyorum. Allah’ın bana merhamet ve lutfedeceğini,
beklemediğim bir taraftan bana sevinç vereceğini umuyorum.”
SAYFA
245
O |
|
|
O |
|
َابَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا
تَيْئَسُوا مِنْ
رَوْحِ اللَّهِ إِنَّهُ لَا يَيْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلَّا
الْقَوْمُ الكَافِرُونَ
(87)
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَاأَيُّهَا الْعَزِيزُ مَسَّنَا
وَأَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجَاةٍ فَأَوْفِ لَنَا
الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَا إِنَّ اللَّهَ يَجْزِي
الْمُتَصَدِّقِينَ (88) قَالَ
هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَأَخِيهِ إِذْ أَنْتُمْ
جَاهِلُونَ (89) قَالُوا
أَئِنَّكَ لَأَنْتَ يُوسُفُ قَالَ أَنَا يُوسُفُ وَهذَا أَخِي قَدْ
مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا
إِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ
(90) قَالُوا تَاللَّهِ
لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا وَإِنْ كُنَّا لَخَاطِئِينَ
(91) قَالَ لَا تَثْرِيبَ
عَلَيْكُمْ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللَّهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ
الرَّاحِمِينَ (92) اذْهَبُوا
بِقَمِيصِي هَذَا فَأَلْقُوهُ عَلَى وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا
وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ
(93) وَلَمَّا فَصَلَتْ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي
لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ لَوْلَا أَنْ
تُفَنِّدُونِي (94) قَالُوا
تَاللَّهِ إِنَّكَ لَفِي ضَلَالِكَ الْقَدِيمِ
(95)
|
87)
“Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden bir ha-ber getirin
ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler
topluluğundan başkası Allah’ın rahme-tinden ümit kesmez.”
88)
Böylece onun huzuruna girdiklerinde dediler ki: “Ey Aziz, bize
ve ailemize şiddetli bir darlık dokundu; pek değeri olmayan bir
sermaye ile geldik. Bize yine tam ölçek ver ve ayrıca bize
tasadduk da et. Çünkü Al-lah sadaka verenleri mükâfatlandırır.”
89)
Dedi ki: “Sizler, cahiller iken Yusuf’a ve kardeşine neler
yaptığınızı biliyor musunuz?”
90)
Dediler ki: “Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öy-le mi?”
Dedi ki: “Ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize
lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz
Allah muhsinlerin mü-kâfatlarını zayi etmez.”
91)
Dediler ki: “Allah’a andolsun ki, Allah seni gerçek-ten bizden
üstün kılmıştır. Doğrusu biz hata işlemiştik.”
92)
Dedi ki: “Bugün size karşı sorgulama, kınama yok-tur. Allah
size mağfiret buyursun. O, merhamet edenle-rin en
merhametlisidir.”
93)
“Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sü-rün! Hermen
görmeye başlayacaktır. Bütün ailenizi de bana getirin.”
94)
Kafile ayrılınca babaları dedi ki: “Eğer beni buna-mış
saymıyorsanız, inanın Yusuf’un kokusunu buluyo-rum.”
95)
Dediler ki: “Allah’a andolsun ki, şüphesiz sen hâlâ eski
yanlışlığındasın.”
|
|
O |
|
|
O |
|
87)
Yakub oğullarına dedi ki: “Ey oğullarım, geldiğiniz yere gidin de Yusuf ile
kardeşinden hayırlı bir haber getirin, onların durumunu iyice araştırın, onlar
hakkında bilgi toplayın. Allah’ın rahmetinden ve rahata kavuşturmasından ümit
kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit
kesmez.” (Mü’min, korku ile ümit arasında olmalıdır. Günahlarından dolayı
Allah’ın azabından korkmalı, iman edip salih amel işlediği için Allah’ın
rahmetinden de ümidini kesmemelidir. Cennete ancak Allah’ın rahmeti sonucu
girilir. Kul, ne kadar büyük günah işlerse işlesin Allah’ın mağfireti geniştir.
Samimi bir şekilde Allah’a yönelirse Allah onu affeder. Tevbe etse bile Allah’ın
kendisini affetmeyeceğini düşünmek küfürdür. Ben müslümanım, ne yaparsam yapayım
mutlaka cennete gireceğim, bana cehennem azıbı dokunmaz, demek de caiz değildir.
Çünkü kişi bilmeden, farkına varmadan şirke girebilir, günahlarından dolayı
Allah ona azab edebilir. Kısacası, Allah’ın azabından emin olmak ve rahmetinden
ümit kesmek küfürdür.)
88)
Yusuf’un kardeşleri babalarının sözünü dinleyerek tekrar Mısır’a geldiler.
Böylece Yusuf’un huzuruna girdiklerinde sıkılarak, boyun bükerek, yalvararak ona
dediler ki: “Ey Aziz, ey vezir, kıtlık ve kuraklıktan dolayı bize ve ailemize
şiddetli bir darlık dokundu, çeşitli sıkıntılara maruz kaldık; senin yanına pek
değeri olmayan, basit ve ucuz bir sermaye ile gelebildik. Paramızın azlığından
dolayı bize anlayışlı ol, bize yine eskisi gibi tam ölçek ver ve ayrıca bize
kardeşimiz Bünyamin’i vererek tasadduk da et, bize ihsanda bulun. Çünkü Allah
sadaka verenleri, iyilik edenleri mükâfatlandırır.”
89)
Yusuf onların bu haline acıdı, merhamet etti, nasihat ve tevbeye teşvik amacıyla
gizlediği şeyi açıklayarak dedi ki: “Sizler, cahiller iken, genç ve kuvvetli
olduğunuz dönemde Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor, hatırlıyor
musunuz? Yusuf hakkında işledikleriniz ve ona yaptıklarınız ne kadar çirkin
işlerdi.”
90)
Kardeşleri hayret ve şaşkınlık içinde Yusuf’a dediler ki: “Aa, sen, evet sen
gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?” Yusuf dedi ki: “Ben Yusuf’um, bu
da benim öz kardeşim Bünyamin’dir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu.
Belalardan kurtulma, ayrılıktan sonra bir araya gelme ve zelil düştükten sonra
izzete kavuşmayı bize nasip etti. Gerçek şu ki, kim Allah’a karşı sorumluluğunun
bilincinde olup, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak
suretiyle Allah’ın azabından korkup sakınır ve Allah yolunda başına gelen tüm
sıkıntı ve belalara Allah için sabrederse, şüphesiz Allah muhsinlerin, güzel ve
iyi amel işleyenlerin, Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet edenlerin
ecirlerini, mükâfatlarını, sevaplarını zayi etmez. Onlara kat kat fazlasını
verir.”
91)
Yusuf’un kardeşleri Yusuf’a dediler ki: “Allah’a andolsun ki, Allah takva,
sabır, ilim ve yumuşak huyluluk ile seni gerçekten bizden üstün kılmıştır.
Doğrusu biz sana karşı çok büyük bir hata işlemiştik. Biz sana yaptıklarımızdan
dolayı günahkârız. Bu sebeple Allah seni aziz, bizi ise zelil kıldı. Seni
yüceltti, bizi hor ve hakir kıldı.”
92)
Yusuf kardeşlerine dedi ki: “Bugün size karşı sorgulama, kınama, ceza yoktur.
Ben sizi bağışlıyorum Allah da size mağfiret buyursun, bağışlasın, affetsin.
Şüphesiz Allah, tevbe eden kullarının günahlarını bağışlayandır, merhamet
edenlerin en merhametlisidir.”
93)
Yusuf, babasının durumunu öğrenince dedi ki: “Şu gömleğimi götürün de onu
babamın yüzüne sürün! Benim hayatta olduğumu öğrenince Allah’ın izniyle üzüntüsü
sona erecek ve hermen görmeye başlayacaktır. Yakub soyundan olan bütün aile
efradını ve çoluk çocuğu bana getirin.”
94)
Kafile, Mısır’dan Şam’a doğru yola çıkınca babaları Yakub yanında bulunan
yakınlarına dedi ki: “Eğer beni bunamış, beyinsiz saymıyorsanız, inanın
Yusuf’un kokusunu buluyorum, burnuma Yusuf’un gömleğinin kokusu geliyor. Yusuf
ölmedi, yaşıyor.”
95)
Torunları ve yanında bulunanlar dediler ki: “Allah’a andolsun ki, şüphesiz
sen Yusuf’u aşırı derecede sevdiğin, ona çok düşkünlük gösterdiğin ve onu
göreceğini umduğun için hâlâ eski yanlışlığında, hatanda ve doğru yoldan
uzaklığında devam ediyorsun.”
SAYFA 246
O |
|
|
O |
|
فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ
بَصِيرًا قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنْ اللَّهِ مَا
لَا تَعْلَمُونَ (96) قَالُوا
يَاأَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ
(97) قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ
لَكُمْ رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
(98) فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَى
يُوسُفَ آوَى إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ إِنْ شَاءَ
اللَّهُ آمِنِينَ (99)
وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ
يَاأَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَاي مِنْ قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي
حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بِي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنْ السِّجْنِ وَجَاءَ
بِكُمْ مِنْ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ أَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي
وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِمَا يَشَاءُ إِنَّهُ هُوَ
الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (100)
رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنْ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ
الْأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَنْتَ وَلِيِّ فِي
الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي
بِالصَّالِحِينَ
(101) ذَلِكَ مِنْ أَنْبَاءِ
الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ أَجْمَعُوا
أَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ (102)
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ
(103)
|
96)
Müjdeci gelip de onu onun yüzüne sürdüğü zaman derhal görmeye
başladı ve dedi ki: “Ben size sizin bil-meyeceğiniz şeyleri
Allah’tan muhakkak biliyorum, de-memiş miydim?”
97)
Dediler ki: “Ey babamız, günahlarımızın bağışlan-masını dile.
Biz gerçekten hataya düşenler idik.”
98)
Dedi ki: “Sizin için ileride Rabbimden mağfiret di-leyeceğim.
Şüphesiz Ğafûr, Rahîm olan O’dur,O!”
99)
Böylece onlar Yusuf’un huzuruna girdiklerinde, an-ne ve babasını
bağrına bastı ve dedi ki: “Allah’ın dile-mesiyle hepiniz emin
olarak Mısır’a girin.”
100)
Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkartıp oturt-tu. Hepsi onun
için secde ettiler. Dedi ki: “Ey babacı-ğım, işte bu önceleri
gördüğüm rüyanın gerçekleşmesi-dir. Rabbim onu gerçek kıldı. Çünkü
beni zindandan çı-kardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını
açtıktan sonra, çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim dile-diği
şeye karşı Latîf’dir. Şüphesiz Alîm, Hakîm olan O’-dur, O!”
101)
“Rabbim, sen bana mülkten verdin, sözlerin yoru-mundan
öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim
velim sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni
salihlerin arasına kat.”
102)
İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, o
hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar
verdikleri zaman sen yanlarında değil-din.
103)
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek
değildir.
|
|
O |
|
|
O |
|
96)
Daha önce Yusuf’un kanlı gömleğini getirerek babasını üzen Yahuza şimdi onu
sevindirmek amacıyla müjdeci olarak, sevinçli haberi getirip de Yusuf’un
gömleğini babası Yakub’un yüzüne sürdüğü zaman, Yakub sevinç ve mutluluktan
derhal görmeye başladı ve dedi ki: “Ben size sizin bilmeyeceğiniz şeyleri,
Yusuf’un hayatta olduğunu ve küçükken gördüğü rüyanın gerçekleşmesi için
Allah’ın onu tekrar bana vereceğini size söylememiş miydim?” Yakub
müjdeciye: “Yusuf nasıl?” diye sordu. O da: “Yusuf Mısır’ın
hükümdarıdır.” dedi. Yakub: “Ben hükümdarlığı ne yapayım? Sen gelirken o
hangi din üzerinde idi?” dedi. Müjdeci: “İslam dini üzerinde idi.”
dedi. Yakub: “İşte şimdi nimet tamamlandı.” dedi.
97)
Yusuf’un kardeşleri babaları Yakub’a dediler ki: “Ey babamız, bizim için
Allah’tan günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten kardeşimiz Yusuf
konusunda hataya düşenler idik.”
98)
Yakub oğullarına dedi ki: “Sizin için ileride, gecenin sonu, Cuma günü ve
seher vaktinde Rabbimden mağfiret,
bağışlanma
dileyeceğim.
Şüphesiz tevbe etmeleri halinde kullarının günahlarını bağışlayan, mü’min
kullarına dünya ve ahirette merhamet eden O’dur,O!”
99)
Böylece Yakub, oğulları ve bunların aile efradı Yusuf’un huzuruna girdiklerinde,
Yusuf anne ve babasını bağrına bastı, kucaklayarak boynuna sarıldı ve dedi ki:
“Allah’ın dilemesiyle hepiniz her türlü kötülükten emin olarak Mısır ülkesine
girin.” (Hayır ve bereket dilemek maksadıyla “İnşaallah.” dedi.)
100)
Yusuf, babasını ve annesini hükümdar tahtının üzerine çıkartıp yanına oturttu.
Hepsi, annesi, babası ve onbir kardeşi huzuruna girdiklerinde Yusuf için saygı
ve selamlama amacıyla secde ettiler. Yusuf dedi ki: “Ey babacığım, işte bu
önceleri, küçüklüğümde gördüğüm rüyanın yorumudur, gerçekleşmesidir. Rabbim onu
gerçek, doğru kıldı. Çünkü rüyada gördüğüm gibi çıktı. Rabbim beni zindandan
çıkararak bana lütfetti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra,
Filistin çölünden sizi getirdi. Şüphesiz Rabbimin tedbiri güzeldir. O
dilediğini, insanların hissetmeyeceği ve anlamayacağı gizli bir incelik içinde
gerçekleştirir. Şüphesiz gizli açık herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan,
her şeyi yerli yerinde yapan O’dur, O!” (Taberi şöyle der: “Yakub (a.s.)
beraberinde oğulları ve torunları olduğu halde Mısır’a girdikleri zaman yüz
kişiden az idiler. İsrailoğulları olarak Mısır’dan çıktıkları gün ise
600.000’den fazla idiler.” Yusuf, kendisinden bir lütuf olarak, kardeşlerini
utandırmamak ve onları affettikten sonra yaptıklarını tekrar onlara
hatırlatmamak için kuyudan çıkarılma olayından bahsetmedi. Yakub (a.s.) Mısır’da
oğlu Yusuf’la birlikte 24 sene kaldıktan sonra öldü. Şam bölgesinde, babası
İshak’ın yanına gömülmesini vasiyet etmişti. Yusuf bizzat kendisi götürüp onu
oraya gömdü. Babasını gömüp Mısır’a gömdükten sonra 23 sene daha yaşadı. Görevi
tamamlayıp daha fazla yaşayamayacağını anlayınca, nefsi ebedi olan Melik’i arzu
etti.)
101)
Yusuf, Allah’a, salih olan babaları İbrahim ve İshak’a kavuşmayı isteyerek şöyle
dua etti: “Rabbim, sen bana mülkten, dünya nimetlerinden izzet, makam ve
saltanat verdin, sözlerin yorumundan, rüya tabirinden öğrettin. Ey göklerin ve
yerin bir örneği olmaksızın yoktan yaratıcısı olan Allah’ım, dünyada ve ahirette
benim velim, işlerimin sahibi sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve
beni salih kulların arasına kat.”
102)
Ey Muhammed! İşte bu Yusuf kıssası da, diğer nebi ve rasullerin kıssası gibi
sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bu kıssalar senin gibi ümmi olan,
okuma yazması olmayan bir insanın Allah’ın rasulü olduğunun apaçık
alametlerinden biridir, mucizedir. Mü’minler için bir moral kaynağı, kâfirler
için ise bir hasret ve pişmanlık nedenidir. Yoksa Yusuf’un kardeşleri, o
hileli-düzeni, Yusuf’u kuyuya atma planını kurarlarken, yapacakları işe topluca
karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. Senin bunu bilmen mümkün
değildin ki, kıssanın hakikatini bilesin. Bu kıssa sana, herşeyi bilen ve
herşeyden haberdar olan Allah’tan vahy yoluyla geldi.
103)
Ey Muhammed! Sen şiddetle arzu etsen, gayret etsen bile, insanların çoğu şirki,
küfrü ve isyanı bırakıp iman edecek değildir.
Üzülme!
SAYFA 247
O |
|
|
O |
|
وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ
لِلْعَالَمِينَ
(104) وَكَأَيِّنْ مِنْ آيَةٍ
فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا
مُعْرِضُونَ (105) وَمَا
يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
(106) أَفَأَمِنُوا أَنْ
تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ
عَذَابِ اللَّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمْ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا
يَشْعُرُونَ
(107) قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي
أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنْ اتَّبَعَنِي
وَسُبْحَانَ اللَّهِ وَمَا أَنَا مِنْ الْمُشْرِكِينَ
(108) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ
قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ
الَّذِينَ مِنْ
قَبْلِهِمْ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا أَفَلَا
تَعْقِلُونَ
(109) حَتَّى إِذَا
اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ
نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنْ
الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ (110)
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ مَا
كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ
يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ
(111)
|
104)
Oysa ki sen buna karşı onlardan bir ücret de iste-miyorsun. O,
alemler için yalnızca bir öğüt ve hatırlat-madır.
105)
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerin-den geçerler de,
ona sırtlarını dönüp giderler.
106)
Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman et-mezler.
107)
Şimdi bunlar, kendilerine Allah’ın azabından kap-samlı bir
bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken
kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi
buldular?
108)
De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a bir basiret üzere
davet ediyorum; ben de bana uyanlar da. Allah’ı tenzih ederim, ben
müşriklerden değilim.”
109)
Biz senden önce, şehirler halkına kendilerine vah-yettiğimiz
kimseler dışında göndermedik. Hiç yeryü-zünde dolaşmıyorlar mı, ki
kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş
olsunlar? Ahiret yurdu korkup-sakınanlar için elbette daha
hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
110)
Öyle ki rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten
yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız
gelmiştir; biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Suçlu-günahkârlar
topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir.
111)
Andolsun, onların kıssalarında olgun akıl sahipleri için ibretler
vardır. O, düzüp uydurulan bir söz değildir, ancak kendinden
öncekileri doğrulayıcı, her şeyin açık-layıcısı, iman edecek bir
topluluk için de bir hidayet ve rahmettir.
|
|
O |
|
|
O |
|
104)
Ey Muhammed! Oysa ki sen bu Kur’an’ı tebliğ etmene, öğüt ve hayra davet etmene
karşılık Mekke müşriklerinden bir ücret de istemiyorsun ki bu onlara ağır
gelsin. O Kur’an, alemler, Kıyamete kadar gelecek olan insanlar ve cinler için
yalnızca bir öğüt, nasihat ve hatırlatmadır. Sen bunu okumana karşılık onlardan
bir mal istemiyorsun. Eğer akılları olsaydı kabul eder, inat etmezlerdi.
105)
Ey Muhammed! Yedi göklerde ve yedi yerlerde, güneş, ay yıldızlar, dağlar,
denizler, bitkiler gibi Allah’ın varlığını, birliğini, eşi, ortağı, dengi ve
benzeri olmadığını, ibadetin yalnızca O’nun hakkı olduğunu, O’na hiç bir şeyin
şirk koşulmaması gerektiğini gösteren nice ayetler, deliller vardır ki, insanlar
gece gündüz bunları görür; sabah akşam üzerinden geçerler de, düşünüp ibret
almazlar, onlara sırtlarını dönüp giderler. Bu yüzden onların senden yüz
çevirmelerine şaşma. Zira onların, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren bu
delillerden yüz çevirmeleri daha garip ve daha şaşılacak bir iştir.
106)
Senin kavminde bulunan o yalanlayıcıların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman
etmezler, ancak başkasını Allah’a ortak koştukları zaman iman ederler. Yani
onlar, hem Allah ile beraber putlara ibadet ederler, hem de Allah’ın yaratıcı ve
rızık verici olduğunu söylerler. Bu iman onlara hiç bir fayda sağlamayacaktır. (İbn
Abbas şöyle der: “Onların telbiye yaparken şöyle demeleri bundandır: “Lebbeyk,
senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır ki, o senindir. Sen hem onun,
hem de onun sahip olduğu şeylerin de sahibisin.”)
107)
Şimdi bu yalancılar, kendilerine Allah’ın azabından kapsamlı bir bürümenin
gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken beklemedikleri bir yerden
kıyametin onlara bütün dehşetiyle apansız gelmesinden kendilerini güvende mi
buldular?
108)
Ey Muhammed! De ki: “İşte bu, benim yolumdur. O, apaçık ve dosdoğru bir
yoldur. Onda hiçbir eğrilik, hiçbir şek ve şüphe yoktur. Ben bir basiret üzere,
tam bir açıklıkla ve kesin delille Allah’a ibadet ve itaate davet ediyorum; ben
de bana uyanlar da bu metod üzere hareket ediyoruz. Allah’ı her türlü noksan
sıfatlardan ve mahlukata benzemekten tenzih ederim, ben Allah’ın emir ve
yasaklarına kayıtsız şartsız teslim oldum, şirken ve şirk ehlinden uzağım.”
109)
Ey Muhammed! Biz senden önce, çoğunlukla cahil ve kaba oldukları için çölde
yaşayan insanlardan değil de çoğunlukla bilgili ve yumuşak huylu oldukları için
şehirlerde yaşayan insanlardan rasul olarak, sadece bazı erkekleri gönderdik,
onları rasul olarak seçtik. Gökten melekleri ve cinleri nebi ve rasul olarak
göndermedik. Kadınları da nebi ve rasul olarak göndermedik. Bu rasullere,
insanları Allah’a davet etmeleri için vahyediyorduk. O yalanlayanlar hiç
yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, ki kendilerinden önceki hakkı inkâr eden ümmetlerin
nasıl bir sona uğradıklarını, helak olduklarını görmüş olsunlar? Ahiret yurdu
Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olup, O’nun emirlerini yerine getirip
yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’ın azabından korkup-sakınanlar için
elbette daha hayırlıdır. Siz yine de aklınızı kullanıp da iman etmeyecek
misiniz?
110)
Nihayet rasuller, kavimlerinin iman etmelerinden umutlarını kesip de, artık
onların gerçekten hakkı yalanladıklarını anladıkları zaman sıkıntıların
şiddetlendiği an onlara yardımımız gelmiştir. Sıkıntının hakim olduğu,
ızdırapların gırtlaklara sarıldığı ve Allah’tan başka hiçbir yerde ümit
kalmadığı bir anda tam manasıyla ve kesin olarak hakkı batıldan ayırarak yardım
gelir. Biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Rasuller ve onlara uyanlar kurtulmuş,
inkârcı kâfirler ise helak olmuştur. Şirk, küfür ve isyan bataklığına yuvarlanan
suçlu-günahkârlar topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri
çevrilmeyecektir.
111)
Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinin kıssalarında olgun, temiz akıl sahipleri için
ibretler, öğüt ve nasihatlar vardır. Bu Kur’an, rivayet olunan haberler veya
uydurulmuş sözler değildir, ancak kendinden önceki ilahi kitapların Allah
katından gelen orjinal hallerini doğrulayıcı, şeriat ve hükümlerden, helal ve
haramdan ihtiyaç duyulan her şeyin açıklayıcısı, Allah’ın istediği ve razı
olduğu şekilde iman edip salih amel işleyecek bir topluluk için de sapıklıktan
kurtaran bir hidayet ve azaptan kurtaran bir rahmettir.
SAYFA 248
O |
|
|
O |
|
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ
رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
(1) اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ
السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى
الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ
مُسَمًّى يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ
بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ (2)
وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ
وَأَنْهَارًا وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ
لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (3)
وَفِي الْأَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ أَعْنَابٍ
وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَى بِمَاءٍ
وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَى بَعْضٍ فِي الْأُكُلِ إِنَّ فِي
ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (4)
وَإِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا أَئِنَّا
لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ
وَأُوْلَئِكَ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ
النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (5)
|
13- er-RA’D SURESİ
(Mekke’de inmiştir, 43 ayettir.)
Rahman ve Rahim
Allah’ın adıyla...
1)
Elif, Lam, Ra. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden
indirilen haktır. Fakat insanların çoğu iman etmezler.
2)
Allah O’dur ki, gökleri gördüğünüz şekilde direksiz yükseltmiştir.
Sonra Arş’a istiva etti. Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirmiştir.
Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her
işi yerli yerince düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur
ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
3)
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmaklar
kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır;
geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir
topluluk için ayetler vardır.
4)
Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları,
ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı
su ile sulanır; ama ürünlerinde bazısını bazısına üstün kılıyoruz.
Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır.
5)
Eğer şaşıyorsan asıl şaşılacak olan onların: “Biz toprak iken
mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?” demeleridir. İşte
onlar Rablerine karşı küfürlerinde ısrar edenlerdir. Boyunlarında
demir halkalar olanlar da bunlardır. İşte cehennemlikler de
bunlardır. Onlar orada daimidirler.
|
|
O |
|
|
O |
|
RA’D SURESİ
1)
Elif, Lam, Ra. Ey Muhammed! Sana indirilen bu ayetler, açıklamasında herkesi
aciz bırakan, parlak hüccet ve delilleri bulunan, hakikatleri ve incelikleri
birbirine karışmamış olan ve manaları açık bulunan, apaçık Kitab’ın ayetleridir.
Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların çoğu iman etmezler. (İbn
Abbas’a göre Elif, Lam, Ra: Ben Allah’ım görürüm, manasındadır. Huruf-u
Mukatta’a hakkında geniş bilgi için Bakara: 2/1 ayetin tefsirine bakın.)
2)
Allah O’dur ki, gökleri gördüğünüz şekilde direksiz yükseltmiştir. Sonra Arş’a
istiva etti. Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirmiştir. Her biri adı konulmuş bir
süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi yerli yerince düzenler, ayetleri birer
birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
3)
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada
ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir.
Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için ayetler vardır.
4)
Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı
ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama
ürünlerinde bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan
bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
5)
Eğer şaşıyorsan asıl şaşılacak olan onların: “Biz toprak iken mi, gerçekten
biz mi yeniden yaratılacağız?” demeleridir. İşte onlar Rablerine karşı
küfürlerinde ısrar edenlerdir. Boyunlarında demir halkalar olanlar da bunlardır.
İşte cehennemlikler de bunlardır. Onlar orada daimidirler.
SAYFA 249
O |
|
|
O |
|
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ
مِنْ قَبْلِهِمْ الْمَثُلَاتُ وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ
لِلنَّاسِ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ
(6) وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا
لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ إِنَّمَا أَنْتَ مُنذِرٌ
وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ (7)
اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ
الْأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
(8) عَالِمُ الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِي
(9) سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ
بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
(10) لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ
بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ
إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا
بِأَنفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ
لَهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ
(11) هُوَ الَّذِي يُرِيكُمْ
الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ
(12) وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ
بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ
فَيُصِيبُ بِهَا مَنْ يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللَّهِ وَهُوَ
شَدِيدُ الْمِحَالِ (13)
|
6)
Onlar, senden iyilikten önce kötülüğü çabucak istiyorlar. Halbuki
onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir.
Doğrusu insanlar kötülük ettikleri halde Rabbin onlar için
mağfiret sahibidir. (Bununla beraber) Rabbinin azabı da çok
şiddetlidir.
7)
Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!
(Halbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi
vardır.
8)
Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi
ziyade edeceğini Allah bilir. Onun katında her şey ölçü iledir.
9)
O, görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.
10)
Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle
gündüzün yürüyen (onun ilminde) eşittir.
11)
Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler
(melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri
değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah
bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye
bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.
12)
O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu)
ağır bulutları meydana getirendir.
13)
Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun
heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele
edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar.
Ve O, azabı pek şiddetli olandır.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 250
O |
|
|
O |
|
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ لَا
يَسْتَجِيبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ إِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى
الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ وَمَا دُعَاءُ
الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ (14)
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا
وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
(15) قُلْ مَنْ رَبُّ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلْ اللَّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ
دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا
ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ
تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ
خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلْ اللَّهُ
خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
(16) أَنزَلَ مِنْ السَّمَاءِ
مَاءً فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا
رَابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاءَ
حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ
الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً وَأَمَّا
مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ
اللَّهُ الْأَمْثَالَ (17)
لِلَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ الْحُسْنَى وَالَّذِينَ لَمْ
يَسْتَجِيبُوا لَهُ لَوْ أَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا
وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ أُوْلَئِكَ لَهُمْ سُوءُ
الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
(18)
|
14)
El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp
dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.
Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse
gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek
değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.
15)
Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam
ister istemez sadece Allah'a secde ederler.
16)
(Resûlüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki:
"Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya
da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki:
"Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit
olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da
bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her
şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.
17)
O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı.
Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer)
eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer
köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük
atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde
kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.
18)
İşte Rablerinin emrine uyanlar için en güzel (mükâfat) vardır. Ona
uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde olanların tümü ile bunun
yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu
mutlaka feda ederler. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü
onlaradır. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 251
O |
|
|
O |
|
أَفَمَنْ يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ
كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
(19) الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ
اللَّهِ وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ
(20) وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ
يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ
(21) وَالَّذِينَ صَبَرُوا
ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ
بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
(22) جَنَّاتُ عَدْنٍ
يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ
وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ
بَابٍ
(23)
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
(24)
وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ
وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي
الْأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
(25) اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ
لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا
الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مَتَاعٌ
(26) وَيَقُولُ الَّذِينَ
كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ
اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
(27) الَّذِينَ آمَنُوا
وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ
تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ (28)
|
19)
Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden)
kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.
20)
Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü
bozmayanlardır.
21)
Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten,
Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.
22)
Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı
dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık
olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan
kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece
onlarındır.
23)
Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından
sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan
onların yanına varacaklardır.
24)
(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya
yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).
25)
Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar,
Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını)
terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar
içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.
26)
Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya
hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici
bir faydadan başka bir şey değildir.
27)
Kâfir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli
değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır, kendisine
yöneleni de hidayete erdirir.
28)
Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete
erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur
bulur.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 252
O |
|
|
O |
|
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ
مَآبٍ (29) كَذَلِكَ
أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ
لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمْ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ
يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَانِ قُلْ هُوَ رَبِّي
لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ
(30)
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ
الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ
جَمِيعًا أَفَلَمْ يَيْئَسْ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ
اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا
تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ
دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ
الْمِيعَادَ
(31) وَلَقَدْ اسْتُهْزِئَ
بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ
أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ (32)
أَفَمَنْ هُوَ قَائِمٌ عَلَى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ
وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ قُلْ سَمُّوهُمْ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ
بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْأَرْضِ أَمْ بِظَاهِرٍ مِنْ الْقَوْلِ بَلْ
زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنْ السَّبِيلِ
وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
(33) لَهُمْ عَذَابٌ فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ
أَشَقُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ اللَّهِ مِنْ وَاقٍ
(34)
|
29)
İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da
onlar içindir.
30)
(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin
gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara
okuyasın. Onlar Rahman'ı inkâr ediyorlar. De ki: O benim
Rabbimdir. O'ndan başka tanrı yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim
ve dönüş sadece O'nadır.
31)
Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer
parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine
bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman
edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları
hidayete erdirirdi? Allah'ın vâdi gelinceye kadar inkâr edenlere,
yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam
edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Allah, vâdinden asla
dönmez.
32)
Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi de ben inkâr
edenlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. (Görseydin ki)
azabım nasılmış!
33)
Herkesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle
yapamayan gibi olur mu?). Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki:
"Onlara ad verin (onlar necidir?). Yoksa siz Allah'a yeryüzünde
bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yahut boş laf mı
ediyorsunuz?" Doğrusu inkâr edenlere hileleri süslü gösterildi ve
onlar doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptırırsa artık onu
doğru yola iletecek yoktur.
34)
Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Ahiret azabı ise
daha şiddetlidir. Onları Allah'tan (onun azabından) koruyacak
kimse de yoktur.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 253
O |
|
|
O |
|
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ تَجْرِي مِنْ
تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ أُكُلُهَا دَائِمٌ وَظِلُّهَا تِلْكَ عُقْبَى
الَّذِينَ اتَّقَوا وَعُقْبَى الْكَافِرِينَ النَّارُ
(35)
وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَا أُنزِلَ
إِلَيْكَ وَمِنْ الْأَحْزَابِ مَنْ يُنكِرُ بَعْضَهُ قُلْ إِنَّمَا
أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ
اللَّهَ وَلَا أُشْرِكَ بِهِ إِلَيْهِ أَدْعُو وَإِلَيْهِ مَآبِ
(36)
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا وَلَئِنْ اتَّبَعْتَ
أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَمَا جَاءَكَ مِنْ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنْ اللَّهِ
مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ (37)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ
أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ
إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ
(38)
يَمْحُوا اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
(39)
وَإِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ
نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا
الْحِسَابُ (40)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ
نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا وَاللَّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ
لِحُكْمِهِ وَهُوَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
(41)
وَقَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلَّهِ الْمَكْرُ جَمِيعًا
يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ
عُقْبَى الدَّارِ (42)
|
35)
Takvâ sahiplerine vâdolunan cennetin özelliği (şudur): Onun
zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte
bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu
ise ateştir.
36)
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'an'a)
sevinirler. Fakat (senin aleyhinde birleşen) guruplardan onun bir
kısmını inkâr eden de vardır. De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk
etmem ve O'na ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na
çağırıyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.
37)
Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak
indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına
uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de
koruyucun vardır.
38)
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler
ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için
mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap
vardır.
39)
Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün
kitapların aslı onun yanındadır.
40)
Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de
veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ın
emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.
41)
Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler
mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse
yoktur. Ve O hesabı çabuk görendir.
42)
Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) tuzak kurmuşlardı; halbuki
bütün tuzaklar Allah'a aittir. Çünkü O, herkesin ne kazanacağını
bilir. Bu yurdun (dünyanın) sonunun kimin olduğunu yakında
kâfirler bileceklerdir!
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 254
O |
|
|
O |
|
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًا قُلْ كَفَى بِاللَّهِ
شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
(43)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
الر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنْ
الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ
الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1)
اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ
وَوَيْلٌ لِلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
(2) الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ
الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ
اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ
(3) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ
رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ
اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ (4) وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنْ
الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ
فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
(5)
|
43)
Kâfir olanlar: Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin,
derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve
yanında Kitab'ın bilgisi olan (Peygamber) yeter.
14- İBRAHİM SURESİ
(Mekke’de inmiştir, 52 ayettir.)
Bismillâhirrahmânirrahîm
1)
Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları
karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık
olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
2)
O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli
azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!
3)
Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar
ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir
sapıklık içindedirler.
4)
(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi
yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet
sahibidir.
5)
Andolsun ki Musa'yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve
onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket)
günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki
bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 255
O |
|
|
O |
|
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ
إِذْ أَنجَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ
وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي
ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ
(6) وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ
لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
(7) وَقَالَ مُوسَى إِنْ
تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ
لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8) أَلَمْ
يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ
وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا
اللَّهُ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا
أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا
أُرْسِلْتُمْ بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ
مُرِيبٍ (9) قَالَتْ
رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى
أَجَلٍ مُسَمًّى قَالُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا
تُرِيدُونَ أَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا
فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (10)
|
6)
Hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve
oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan
Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda,
Rabbinizden büyük bir imtihan vardır."
7)
"Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size
(nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz
azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti."
8)
Musa dedi ki: "Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük
etseniz, bilin ki Allah gerçekten zengindir, hamdedilmeye
lâyıktır."
9)
Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan
sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası
bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar,
ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz,
size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye
karşı derin bir kuşku içindeyiz.
10)
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında
şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını
bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak
dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan
başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu
şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil
getirin!
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 256
O |
|
|
O |
|
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِنْ نَحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ
وَلَكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَمَا
كَانَ لَنَا أَنْ نَأْتِيَكُمْ
بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ
الْمُؤْمِنُونَ
(11)
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا
سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللَّهِ
فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُتَوَكِّلُونَ (12)
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ
أَرْضِنَا أَوْ
لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ
لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ
(13) وَلَنُسْكِنَنَّكُمْ
الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ
وَعِيدِ (14) وَاسْتَفْتَحُوا
وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15)
مِنْ وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ
(16) يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ
يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ
بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ
(17) مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا
بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي
يَوْمٍ عَاصِفٍ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ ذَلِكَ
هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18)
|
11)
Peygamberleri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir
insandan başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından
dilediğine lütfeder. Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil
getirmemize imkân yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar."
12)
"Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a
dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette
katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat
etsinler."
13)
Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki: "Elbette sizi ya
yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!"
Rableri de onlara: "Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!" diye
vahyetti.
14)
Ve (ey inananlar!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde
yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan
kimselere mahsustur.
15)
(Peygamberler) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı zorba
da hüsrana uğradı.
16)
Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli
su içirilecektir!
17)
Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona
her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan
kurtulsun). Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır.
18)
Rablerini inkâr edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri
fırtınalı bir günde rüzgârın, şiddetle savurduğu küle benzer.
Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma
işte budur.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 257
O |
|
|
O |
|
أَلَمْ تَرَى أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ
بِالْحَقِّ إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
(19) وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ
بِعَزِيزٍ (20) وَبَرَزُوا
لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا
إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ
عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ
لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا
لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (21)
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ
وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا
كَانَ لِي عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ
فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ مَا
أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ
بِمَا أَشْرَكْتُمُونِي مِنْ قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ
عَذَابٌ أَلِيمٌ (22)
وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ
رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ
(23) أَلَمْ تَرَى كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً
طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي
السَّمَاءِ (24)
|
19)
Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmedin mi? O
dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir.
20)
Bu, Allah'a güç değildir.
21)
(Kıyamet gününde) hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o
büyüklük taslayanlara diyecekler ki: "Biz sizin tâbilerinizdik.
Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir
misiniz?" Onlar da diyecekler ki: "(Ne yapalım) Allah bizi
hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi
sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir
yer yoktur."
22)
(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz
Allah size gerçek olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama, size
yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben,
sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen
koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi
kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha
önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim." Şüphesiz
zalimler için elem verici bir azap vardır.
23)
İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedî
kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere
sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri
"selam" dır.
24)
Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü
(yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 258
O |
|
|
O |
|
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ
الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
(25) وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ
كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ
اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ
(26)
يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي
الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ
الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ
(27) أَلَمْ تَرَى إِلَى
الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ
دَارَ الْبَوَارِ (28)
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَارُ
(29) وَجَعَلُوا لِلَّهِ
أَندَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ
مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30)
قُلْ لِعِبَادِي الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنفِقُوا
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ
يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ
(31) اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ
وَأَنزَلَ مِنْ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنْ الثَّمَرَاتِ
رِزْقًا لَكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمْ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ
بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمْ الْأَنهَارَ
(32) وَسَخَّرَ لَكُمْ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ
وَسَخَّرَ لَكُمْ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
(33)
|
25)
(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar
diye Allah insanlara misaller getirir.
26)
Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta
durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.
27)
Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de
ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah
dilediğini yapar.
28)
Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda
kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?
29)
Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır!
30)
(İnsanları) Allah yolundan saptırmak için O'na ortaklar koştular.
De ki: (İstediğiniz gibi) yaşayın! Çünkü dönüşünüz ateşedir.
31)
İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar,
kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden
önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık
harcasınlar.
32)
(O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten
suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni
ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi;
nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.
33)
Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve
gündüzü de istifadenize verdi.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 259
O |
|
|
O |
|
وَآتَاكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ
اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ الْإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
(34) وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ
رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ
نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35)
رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنْ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنِي
فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
(36) رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ
مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ
الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً
مِنْ النَّاسِ
تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنْ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ
يَشْكُرُونَ
(37)
رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى
عَلَى اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ
(38) الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي
وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي
لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39)
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا
وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40)
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ
الْحِسَابُ (41) وَلَا
تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا
يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ
(42)
|
34)
Size, kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer
Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onları sayamazsınız.
Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.
35)
Hani İbrahim şöyle demişti:
“Rabbim, şu şehri em-niyetli kıl. Beni de oğullarımı da putlara
kulluk etmek-ten uzak tut.”
36)
“Rabbim, gerçekten onlar
insanlardan birçoğunu saptırdı. Artık kim bana uyarsa işte o,
bendendir, kim bana isyan ederse gerçekten sen Ğafûr’sun,
Rahîm’-sin.”
37)
“Rabbimiz, gerçekten ben
zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes evinin yanında ekin
bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru
kılsınlar diye. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini
onlara meylettir ve onları bir takım ürünlerden rızıklandır.
Umulur ki şükrederler.”
38)
“Rabbimiz, şüphesiz sen,
bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin.
Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
39)
“Bana ihtiyarlığıma rağmen İsmail’i ve İshak’ı ba-ğışlayan
Allah’a hamd olsun. Şüphesiz Rabbim, gerçek-ten duayı işitendir.”
40)
“Rabbim, beni ve
zürriyetimden gelecekleri nama-zı dosdoğru kılanlardan eyle!
Rabbimiz, duamı kabul buyur!”
41)
“Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne ba-bamı ve
mü’minleri bağışla!”
42)
Sakın Allah’ı o zalimlerin
işlediklerinden habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle
belireceği bir güne ertelemektedir.
|
|
O |
|
|
O |
|
34)
Size, kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini
saymaya kalkışırsanız, onları sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok
nankördür.
35)
Ey Muhammed! Hani İbrahim bir zamanlar
şöyle dua etmişti: “Rabbim, şu Mekke’yi, oranın halkının ve orada oturanların
güven içinde olacakları emniyetli bir şehir kıl. Ey Rabbim! Beni de oğullarımı
da putlara kulluk etmekten koru ve uzak tut.”
36)
“Ey Rabbim, gerçekten bu putlar insanlardan
birçoğunu doğru yoldan ve imandan saptırdı. Artık kim Allah’ın birliği inancında
bana uyar ve itaat ederse işte o, benim dinime mensup olanlardandır, kim emrime
aykırı davranmak suretiyle bana isyan ederse, ey Rabbim! Şüphesiz sen tevbe
etmeleri halinde kullarının günahlarını bağışlayan, mü’min kullarına dünya ve
ahirette merhamet edensin.”
37)
“Ey Rabbimiz, gerçekten ben aile efradımdan
oğlum İsmail ile eşim Hacer’i senin mukaddes evin olan Ka’be’nin bulunduğu Beyti
Hareminin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Burası, Allah’ın
şereflendirdiği Mekke vadisidir. Ey Rabbimiz, yalnızca sana ibadet etsinler,
namazı dosdoğru kılsınlar diye onları bu vadiye yerleştirdim. Artık sen
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara hac yaptırmaya meylettir, onlara
eğilimli ve şefkatli kıl ve bu vadide onları bir takım meyve ve ürünlerden
rızıklandır. Umulur ki senin bu nimetlerine şükrederler.”
38)
“Ey Rabbimiz, şüphesiz sen, bizim
kalplerimizde saklı tuttuklarımızı da, dil ve hareketlerimizle açığa
vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte, kainatta hiçbir şey Allah’a gizli
kalmaz. O’na nasıl gizli kalır ki, O, bunları icat eden ve yaratandır.”
39)
“Bana yaşlılığıma ve ihtiyarlığıma rağmen İsmail’i ve İshak’ı bağışlayan
Allah’a hamd olsun. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işiten, kendisine dua
edenin duasını kabul edendir.”
40)
“Ey Rabbim, beni ve zürriyetimden
gelecekleri namazı rükun ve şartlarını gözeterek huşu içerisinde devamlı
kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz, sana dua ettiğim hususlarda duamı kabul buyur!”
41)
“Ey Rabbimiz, dünyada işlenen tüm amellerin hesabının görüleceği gün, beni,
anne babamı ve mü’minleri bağışla!”
42)
Sakın Allah’ı o zalimlerin işlediklerinden
habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne
ertelemektedir.
SAYFA 260
O |
|
|
O |
|
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ
طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43)
وَأَنذِرْ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمْ الْعَذَابُ
فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَى أَجَلٍ
قَرِيبٍ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعْ الرُّسُلَ أَوَلَمْ تَكُونُوا
أَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ
(44) وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ
الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا
بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمْ الْأَمْثَالَ
(45) وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللَّهِ
مَكْرُهُمْ وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
(46) فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ
مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
(47) يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ
غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ
الْقَهَّارِ (48) وَتَرَى
الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ
(49) سَرَابِيلُهُمْ مِنْ
قَطِرَانٍ وَتَغْشَى وُجُوهَهُمْ النَّارُ
(50) لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ
نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
(51) هَذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ
وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ
وَلِيَذَّكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
(52)
|
43)
Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda,
gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar.
44)
Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: "Ey Rabbimiz!
Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve
peygamberlere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları
uyar. (Onlara denilir ki:) "Daha önce, sizin için bir zevâl
olmadığına, yemin etmemiş miydiniz? "
45)
"(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz.
Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size
misaller de verdik."
46)
Hilelerinin cezası Allah katında (malum) iken, onlar, tuzaklarını
kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek
değildi!
47)
O halde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını
sanma! Çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına
bırakmaz.
48)
Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği,
(insanlar) bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna
çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir).
49)
O gün, günahkârların zincire vurulmuş olduğunu görürsün.
50)
Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.
51)
Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için (onları
diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.
52)
İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek
Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt
alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.
|
|
O |
|
|
O |
|