SAYFA 261
O |
|
|
O |
|
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ
مُبِينٍ (1) رُبَمَا
يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا
مُسْلِمِينَ
(2) ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا
وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمْ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
(3) وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ
قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
(4) مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ
أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (5)
وَقَالُوا يَاأَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ
إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ (6) لَوْ
مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنْ الصَّادِقِينَ
(7) مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ
إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ
(8) إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا
الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (9)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ
الْأَوَّلِينَ (10) وَمَا
يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
(11) كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي
قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (12)
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ
(13) وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ
بَابًا مِنْ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ
(14) لَقَالُوا إِنَّمَا
سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ
(15)
|
15- el-HİCR
SURESİ
(Mekke’de inmiştir, 99 ayettir.)
Rahman ve Rahim
Allah’ın adıyla...
1)
Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın
âyetleridir.
2)
İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye
arzu ederler.
3)
Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları
oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!
4)
Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir
yazgı olmasın.
5)
Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez.
6)
Dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka
bir mecnunsun!"
7)
"Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin."
8)
Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet
verilmez.
9)
Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz
koruyacağız.
10)
Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.
11)
Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.
12)
İşte böylece biz onu, suçluların kalplerine sokarız.
13)
Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala
buna (Kur'an'a) inanmıyorlar.
14)
Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,
15)
"Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 262
O |
|
|
O |
|
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا
لِلنَّاظِرِينَ (16)
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ
(17) إِلَّا مَنْ اسْتَرَقَ
السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ
(18) وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا
رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
(19) وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا
مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ
(20) وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا
عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
(21) وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ
لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنْ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ ع
وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ (22)
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِ وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
(23) وَلَقَدْ عَلِمْنَا
الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ
(24) وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ
يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
(25) وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ
حَمَإٍ مَسْنُونٍ (26)
وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ
(27) وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ
لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ
مَسْنُونٍ (28) فَإِذَا
سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
(29) فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ
كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30)
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
(31)
|
16)
Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için
onu süsledik.
17)
Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk.
18)
Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev
sütunu düşmüştür.
19)
Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada
miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.
20)
Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için
(gerekli) geçim vasıtaları yarattık.
21)
Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak
belli bir ölçüyle indiririz.
22)
Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su
indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları
yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.
23)
Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris
oluruz.
24)
Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri
kalanları da biliriz.
25)
Şüphesiz Rabbin onları (kıyamette) toplayacaktır. Çünkü O,
hakîmdir, alîmdir.
26)
Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara
balçıktan yarattık.
27)
Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.
28)
Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan,
şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım."
29)
"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen
onun için secdeye kapanın!"
30)
Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.
31)
Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 263
O |
|
|
O |
|
قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
(32)
قَالَ لَمْ
أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
(33)
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (34)
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
(35)
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(36)
قَالَ فَإِنَّكَ مِنْ الْمُنْظَرِينَ
(37)
إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ (38)
قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ
لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
(39)
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمْ الْمُخْلَصِينَ
(40)
قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ (41)
إِنَّ
عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنْ اتَّبَعَكَ مِنْ
الْغَاوِينَ
(42)
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ
(43)
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ
جُزْءٌ مَقْسُومٌ (44)
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (45)
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ (46)
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ
إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ (47)
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ
(48)
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
(49)
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ
(50)
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ (51)
|
32)
Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.
33)
Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir
insana secde edecek değilim, dedi.
34)
Dedi ki: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!
35)
Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!
36)
(İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne
kadar bana mühlet ver, dedi.
37)
Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin"
38)
"Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."
39)
(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde
onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka
azdıracağım!
40)
Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.
41)
Dedi ki: "İşte bana varan dosdoğru yol budur."
42)
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak
azgınlardan sana uyanlar müstesna."
43)
Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.
44)
Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup
ayrılmıştır.
45)
Takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında
olacaklar.
46)
"Oraya emniyet ve selâmetle girin"
47)
Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler
üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.
48)
Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan
çıkarılmayacaklardır.
49)
(Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici
olduğumu haber ver.
50)
Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.
51)
Onlara İbrahim’in konuklarından da haber ver.
|
|
O |
|
|
O |
|
51)
Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in misafirlerinin kıssasıını da anlat. Bu
misafirler, Allah’ın Lut kavmini yok etmek için gönderdiği meleklerdir. Bunlar,
güzel oğlan suretinde on melek idi. Cebrail de bunlarla beraberdi.
SAYFA 264
O |
|
|
O |
|
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ
(52)
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
(53) قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ
مَسَّنِي الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ (54)
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنْ الْقَانِطِينَ
(55) قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ
رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ (56)
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ
أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (57) قَالُوا
إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ
(58) إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ
(59) إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا
إِنَّهَا لَمِنْ الْغَابِرِينَ (60) فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ
(61) قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
(62) قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا
كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ (63)
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
(64) فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنْ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ
أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
(65) وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ
الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ
(66) وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ
يَسْتَبْشِرُونَ (67) قَالَ إِنَّ
هَؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِي (68)
وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِي (69)
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنْ الْعَالَمِينَ
(70)
|
52)
Hani yanına girdiklerinde: “Selam” demişlerdi. O da:
“Gerçekten biz sizden korkmaktayız.” demişti.
53)
Dediler ki: “Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir çocuk
müjdelemekteyiz.”
54)
Dedi ki: “Bana ihtiyarlık gelip çatmışken mi müjdeliyorsunuz!?
Beni ne ile müjdelemektesiniz?”
55)
Dediler ki: “Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse sakın umut
kesenlerden olma!”
56)
Dedi ki: “Rabbinin
rahmetinden sapıklardan başka kim ümit kesebilir?”
57)
Dedi ki: “Ey elçiler! İşiniz nedir?”
58)
Dediler ki: “Gerçekten biz, suçlu bir kavme gönde-rildik.”
59)
“Ancak Lût ailesi hariçtir; biz onların tümünü mu-hakkak
kurtaracağız.”
60)
“Yalnız karısı müstesna. Biz onun geride kalanlar-dan olmasını
takdir ettik.”
61)
Melek olan elçiler Lût âilesine gelince,
62)
Dedi ki: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz"
63)
Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları
şeyi (azabı ve helâkı) getirdik.
64)
Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.
65)
Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de
arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına
bakmasın, istenen yere gidin."
66)
Ona şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların
ardı kesilmiş olacaktır."
67)
Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, geldiIer.
68)
Dedi ki: "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın.”
69)
Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!"
70)
"Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?"
dediler.
|
|
O |
|
|
O |
|
52)
Hani elçi-melekler, İbrahim’in yanına girdiklerinde: “Selam” demişlerdi.
İbrahim onlara sezdirmeden bir oğlak kesip ikram etti. Melekler yemek yemeyince
İbrahim: “Gerçekten biz sizden korkmaktayız.” demişti.
53)
Melekler dediler ki: “Korkma! Gerçekten biz sana bilgin, ilmi derin, üstün
zekalı, bir çocuk olan İshak’ı müjdelemekteyiz.”
54)
İbrahim hayretle dedi ki: “Bana ihtiyarlık ve yaşlılık gelip çatmışken mi
çocuk müjdeliyorsunuz!? Beni ne ile müjdelemektesiniz?!”
55)
Melekler dediler ki: “Seni gerçekle, kesin bilgi ile müjdeledik; öyleyse
sakın bunu uzak görme ve Allah’ın rahmetinden umut kesenlerden olma!”
56)
İbrahim dedi ki: “Rabbinin rahmetinden
sapıklardan, ilim ve doğruluk yolunu şaşıranlardan ve Rablerin Rabbini
bilmeyenlerden başka kim ümit kesebilir? ”
57)
İbrahim dedi ki: “Ey değerli elçi-melekler! Mesele nedir? Buraya niçin
geldiniz?”
58)
Melekler Lût kavmini kastederek dediler ki: “Gerçekten biz, suçlu, günahkâr,
sapık ve müşrik bir kavmi yok etmek için gönderildik.”
59)
“Ancak Lût’un mü’min olan aile efradı ile ona uyanlar hariçtir; biz onların
tümünü muhakkak azaptan kurtaracağız.”
60)
“Yalnız Lût’un karısı müstesna. Küfretmesi ve şirk koşması nedeniyle biz onun
geride kalanlardan olmasını takdir ettik. Allah onun helak olan kâfirlerle
birlikte azap içinde kalmasını takdir etti.”
SAYFA
265
O |
|
|
O |
|
قَالَ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ
(71) لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي
سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
(72) فَأَخَذَتْهُمْ الصَّيْحَةُ
مُشْرِقِينَ
(73)
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا
سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ
(74) إِنَّ فِي ذَلِكَ
لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ (75)
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ (76)
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ
(77) وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ
الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ (78)
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ
(79) وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ
الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ (80)
وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ
(81) وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنْ
الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ (82)
فَأَخَذَتْهُمْ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ
(83) فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا
كَانُوا يَكْسِبُونَ (84)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا
بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحْ الصَّفْحَ
الْجَمِيلَ (85) إِنَّ رَبَّكَ
هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ (86) وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنْ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ
الْعَظِيمَ (87) لَا
تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ
(88) وَقُلْ إِنِّي أَنَا
النَّذِيرُ الْمُبِينُ (89) كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ
(90)
|
71)
Dedi ki: İşte kızlarım! Yapacaksanız.
72)
(Resûlüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde
bocalıyorlardı.
73)
Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.
74)
Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de
balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
75)
İşte bunda ibret alanlar için işaretler vardır.
76)
Onlar hâla gözler önünde duran bir yol üzerindedirler.
77)
Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.
78)
Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.
79)
Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir
yol üzerindedir.
80)
Andolsun, Hicr halkı da rasulleri yalanlamıştı.
81)
Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz
çevirmişlerdi.
82)
Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı.
83)
Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı.
84)
Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı.
85)
Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile
yarattık. O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara
güzel muamele et.
86)
Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan pek iyi bilendir.
87)
Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı
verdik.
88)
Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme,
onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.
89)
De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.
90)
Nitekim biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 266
O |
|
|
O |
|
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ
(91) فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
(92) عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(93) فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ
وَأَعْرِضْ عَنْ الْمُشْرِكِينَ (94)
إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ
(95) الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ
اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
(96) وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ
يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ (97)
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنْ السَّاجِدِينَ
(98) وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى
يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (99)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى
عَمَّا يُشْرِكُونَ (1)
يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ
مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا
فَاتَّقُونِي (2) خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
(3) خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ
نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ
(4) وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا
دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا
تَأْكُلُونَ
(5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ
حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6)
|
91)
Onlar, Kur'an'ı bölüp ayıranlardır.
92)
Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz.
93)
Yaptıklarından dolayı.
94)
Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!
95)
(Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.
96)
Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru
olduğunu) yakında bilecekler!
97)
Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını
andolsun biliyoruz.
98)
Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!
99)
Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!
16- en-NAHL SURESİ
(Mekke’de inmiştir, 128 ayettir.)
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla...
1) Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin.
Allah, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
2) Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye
vahiy ile, "Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın
ve benden korkun" diye gönderir.
3)
Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan
münezzehtir.
4)
O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan)
Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.
5)
Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve
birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.
6)
Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin
salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 267
O |
|
|
O |
|
وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ
إِلَّا بِشِقِّ الْأَنفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ
(7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ
وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
(8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ
السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
(9) هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنْ
السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ
تُسِيمُونَ (10) يُنْبِتُ
لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ
وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ (11) وَسَخَّرَ
لَكُمْ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ
مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ (12) وَمَا ذَرَأَ
لَكُمْ فِي
الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً
لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
(13) وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ
الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا
مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ
وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
(14)
|
7)
Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak
varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok
şefkatli, pek merhametlidir.
8)
Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun
diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil
vasıtaları) yaratır.
9)
Yolun doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi
hepinizi doğru yola iletirdi.
10)
Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size içecek vardır, hem de
hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler.
11)
(Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar,
üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda
düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır.
12)
O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.
Yıldızlar da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki
bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır.
13)
Yeryüzünde sizin için rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir
toplum için gerçek bir ibret vardır.
14)
İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası)
çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde
(suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün bunlar) onun
lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 268
O |
|
|
O |
|
وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا
وَسُبُلًا
لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (15)
وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ (16)
أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ أَفَلَا
تَذَكَّرُونَ (17)
وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ اللَّهَ
لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (18)
وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
(19)
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا
يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ
(20)
أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ
أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21)
إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ
قُلُوبُهُمْ مُنكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ
(22)
لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
(23)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ
قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24)
لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ
أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا
يَزِرُونَ (25)
قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ
مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمْ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ
وَأَتَاهُمْ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ
(26)
|
15)
Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız
için de ırmakları ve yolları yarattı.
16)
Daha nice alâmetler (yarattı). Onlar, yıldızlarla da yollarını
doğrulturlar.
17)
O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâla
düşünmüyor musunuz?
18)
Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten
Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
19)
Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir.
20)
Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar.
Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.
21)
Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de
bilmezler.
22)
İlâhınız bir tek Tanrıdır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya,
onların kalpleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir.
23)
Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını
da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.
24)
Onlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman, "Öncekilerin
masallarını" derler.
25)
Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve
bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir
kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey
ne kötüdür!
26)
Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda
Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan
da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, farkedemedikleri bir yerden
gelmişti.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 269
O |
|
|
O |
|
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِي
الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا
الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ
(27)
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمْ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي
أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوْا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ
بَلَى إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
(28)
فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ
فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
(29)
وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنْزَلَ
رَبُّكُمْ قَالُوا خَيْرًا لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ
الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ
الْمُتَّقِينَ (30)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِنْ
تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا
مَا يَشَاءُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي
اللَّهُ الْمُتَّقِينَ
(31)
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمْ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
(32)
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ الْمَلَائِكَةُ أَوْ
يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
وَمَا ظَلَمَهُمْ اللَّهُ وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
(33)
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ
بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
(34)
|
27)
Sonra kıyamet gününde (Allah), onları rezil eder ve der ki:
"Kendileri hakkında (müminlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım
nerede?" Kendilerine ilim verilmiş olanlar derler ki: "Şüphesiz
bugün rezillik ve kötülük kâfirleredir."
28)
Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları
kimseler: Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk, diyerek teslim olurlar.
(Melekler onlara şöyle der:) "Hayır, Allah, sizin yaptıklarınızı
elbette çok iyi bilendir."
29)
"O halde, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin!
Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"
30)
(Kötülüklerden) sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde,
"Hayır (indirdi)" derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel
mükâfat vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ
sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!
31)
(O yurt,) girecekleri, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleridir.
Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte
Allah, takvâ sahiplerini böyle mükâfatlandırır.
32)
(Onlar,) meleklerin, "Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi)
işlere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını
aldıkları kimselerdir.
33)
(Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin
emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan
öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat
onlar kendilerine zulmediyorlardı.
34)
Sonunda yaptıklarının cezası onlara ulaştı ve alay etmekte
oldukları şey onları çepeçevre kuşatıverdi.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 270
O |
|
|
O |
|
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ
دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ
دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَهَلْ
عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
(35)
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنْ اُعْبُدُوا
اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللَّهُ
وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ فَسِيرُوا فِي
الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
(36)
إِنْ تَحْرِصْ عَلَى هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ
يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ
(37)
َأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ
أَيْمَانِهِمْ لَا يَبْعَثُ اللَّهُ مَنْ يَمُوتُ بَلَى وَعْدًا
عَلَيْهِ حَقًّا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
(38)
لِيُبَيِّنَ لَهُمْ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ
وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِبِينَ
(39)
إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ
فَيَكُونُ (40)
وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ
أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (41)
الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
(42)
|
35)
Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de
babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir
şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.
Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer
mi!
36)
Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye
(emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah,
onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da
sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin
sonu nasıl olmuştur!
37)
(Resûlüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük
göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi (dilemezse) hidayete
erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur.
38)
Onlar: "Allah ölen bir kimseyi diriltmez" diye olanca güçleriyle
Allah'a and içtiler. Aksine, bu O'nun bizzat kendisine karşı
gerçek bir vâdidir. Fakat insanların çoğu bilmez.
39)
Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir
olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için
(Allah onları diriltecek).
40)
Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek)
sözümüz sadece "Ol" dememizdir. Hemen oluverir.
41)
Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince,
onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse
ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.
42)
Sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 271
O |
|
|
O |
|
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ
فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
(43)
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا
إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ
لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
(44)
أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُوا السَّيِّئَاتِ أَنْ يَخْسِفَ اللَّهُ
بِهِمْ الْأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمْ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا
يَشْعُرُونَ (45)
أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ
بِمُعْجِزِينَ (46)
أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَى تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ
رَحِيمٌ (47)
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ
ظِلَالُهُ عَنْ الْيَمِينِ وَالشَّمَائِلِ سُجَّدًا لِلَّهِ وَهُمْ
دَاخِرُونَ (48)
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ
دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
(49)
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ
وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ (50)
وَقَالَ اللَّهُ لَا تَتَّخِذُوا إِلَهَيْنِ اثْنَيْنِ إِنَّمَا هُوَ
إِلَهٌ وَاحِدٌ فَإِيَّايَ فَارْهَبُونِي
(51)
وَلَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَهُ
الدِّينُ وَاصِبًا أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَتَّقُونَ
(52)
وَمَا بِكُمْ
مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنْ اللَّهِ
ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمْ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ
(53)
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْكُمْ
بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ (54)
|
43)
Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını
peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.
44)
Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye
sana da bu Kur'an'ı indirdik.
45)
Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere
geçirmeyeceğinden veya kendilerine bilemeyecekleri bir yerden
azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?
46)
Yahut onlar dönüp dolaşırlarken Allah'ın kendilerini
yakalamayacağından emin mi oldular? Onlar (Allah'ı) âciz bırakacak
değillerdir.
47)
Yoksa Allah'ın kendilerini yavaş yavaş tüketerek
cezalandırmayacağından (emin mi oldular)? Kuşkusuz Rabbin çok
şefkatli, pek merhametlidir.
48)
Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun
gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner.
49)
Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük
taslamadan Allah'a secde ederler.
50)
Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne
emrolunursa onu yaparlar.
51)
Allah buyurdu ki: İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı'dır. O
halde yalnız benden korkun!
52)
Göklerde ve yerde ne varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. O
halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?
53)
Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir
zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız.
54)
Sonra da sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen
Rablerine ortak koşarlar!
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 272
O |
|
|
O |
|
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ فَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
(55)
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَصِيبًا
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ تَاللَّهِ لَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ
تَفْتَرُونَ (56)
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ وَلَهُمْ مَا
يَشْتَهُونَ (57)
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالْأُنثَى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا
وَهُوَ كَظِيمٌ (58)
يَتَوَارَى مِنْ الْقَوْمِ مِنْ سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ
عَلَى هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلَا سَاءَ مَا
يَحْكُمُونَ (59)
لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ وَلِلَّهِ
الْمَثَلُ الْأَعْلَى وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
(60)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا
مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا
جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
(61)
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ
أَلْسِنَتُهُمْ الْكَذِبَ أَنَّ لَهُمْ الْحُسْنَى لَا جَرَمَ أَنَّ
لَهُمْ النَّارَ وَأَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ
(62)
تَاللَّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِنْ
قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمْ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ
وَلِيُّهُمْ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
(63)
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمْ
الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
(64)
|
55)
Kendilerine verdiklerimize karşılık nankörlük etmeleri için (öyle
yaparlar). O halde bir süre daha faydalanın; fakat yakında
hakikati bileceksiniz!
56)
Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini
bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki, iftira
etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!
57)
Onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah
bundan münezzehtir. Beğendikleri de kendilerinin oluyor.
58)
Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü
kapkara kesilir.
59)
Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir.
Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı
gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!
60)
Kötü sıfat, ahirete inanmayanlar içindir. En yüce sıfatlar ise
Allah'a aittir. Çünkü O, her şeyden üstün ve hikmet sahibidir.
61)
Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı,
yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir
müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat
geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
62)
Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a isnat ediyorlar.
En güzel sonucun kendilerinin olduğunu anlatan dilleri de yalanın
örneğini veriyor. Hiç şüphesiz onlar için sadece ateş vardır ve
onlar, terkolunacaklar.
63)
Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de göndermişizdir. Fakat
şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). işte o,
bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap
vardır.
64)
Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi
insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve
rahmet olsun diye indirdik.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 273
O |
|
|
O |
|
وَاللَّهُ أَنزَلَ مِنْ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ
بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
(65) وَإِنَّ لَكُمْ فِي
الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُسْقِيكُمْ مِمَّا فِي بُطُونِهِ مِنْ بَيْنِ
فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِلشَّارِبِينَ
(66) وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ
وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ
فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
(67) وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنْ
اتَّخِذِي مِنْ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنْ
الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
(68)
ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ
ذُلُلًا يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ
فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ (69) وَاللَّهُ
خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى
أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا إِنَّ
اللَّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ (70)
وَاللَّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِ فَمَا
الَّذِينَ فُضِّلُوا بِرَادِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ
أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ أَفَبِنِعْمَةِ اللَّهِ
يَجْحَدُونَ (71) وَاللَّهُ
جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ
أَزْوَاجِكُمْ بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنْ الطَّيِّبَاتِ
أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ
(72)
|
65)
Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra
diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.
66)
Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira
size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen),
içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.
67)
Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar
edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük
bir ibret vardır.
68)
Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları
çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.
69)
Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı
yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından
renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için
şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret
vardır.
70)
Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek. Daha önce bilgili
iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler
ömrün en kötü çağına kadar yaşatılacak şüphesiz ki Allah
bilgilidir, kudretlidir.
71)
Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık
verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu
hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken
Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
72)
Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de
sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla
rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine
nankörlük mü ediyorlar?
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 274
O |
|
|
O |
|
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا
مِنْ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ شَيْئًا وَلَا يَسْتَطِيعُونَ
(73) فَلَا تَضْرِبُوا لِلَّهِ
الْأَمْثَالَ إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
(74) ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا
عَبْدًا مَمْلُوكًا لَا يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ
مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا هَلْ
يَسْتَوُونَ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
(75) وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا
رَجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَهُوَ
كَلٌّ عَلَى مَوْلَاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّهُّ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ
يَسْتَوِي هُوَ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ (76) وَلِلَّهِ
غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلَّا
كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ (77) وَاللَّهُ
أَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْئًا
وَجَعَلَ لَكُمْ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ (78) أَلَمْ
يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا
يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ (79)
|
73)
(Müşrikler) Allah'ı bırakıp da kendilerine göklerde ve yerde olan
rızıktan hiçbir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen
şeylere (putlara) tapıyorlar.
74)
Allah'a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah (her şeyi)
bilir, siz ise bilemezsiniz.
75)
Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle
ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık
olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit
olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu
(bunu) bilmezler.
76)
Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir,
hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye
gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda
yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?
77)
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz
açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz
Allah, her şeye kadirdir.
78)
Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından
çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.
79)
Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları
görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz
bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 275
O |
|
|
O |
|
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُمْ
مِنْ جُلُودِ الْأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ
ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا
وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا
إِلَى حِينٍ
(80)
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا
خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ
لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمْ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُمْ
بَأْسَكُمْ كَذَلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ
تُسْلِمُونَ (81) فَإِنْ
تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
(82) يَعْرِفُونَ نِعْمَةَ
اللَّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمْ الْكَافِرُونَ
(83) وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ
كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَلَا
هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ (84)
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ
وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ (85)
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا
هَؤُلَاء شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِنْ دُونِكَ
فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمْ الْقَوْلَ
إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
(86) وَأَلْقَوْا إِلَى
اللَّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا
يَفْتَرُونَ (87)
|
80)
Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve
sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse
konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden,
yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız)
bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.
81)
Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da
sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler
ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah,
müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.
82)
(Ey Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak
açık bir tebliğden ibarettir.
83)
Onlar Allah'ın nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu
inkâr ederler. Onların çoğu kâfirdir.
84)
Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir olanlara
(özür dilemelerine) izin verilir ne de onların özür dilemeleri
istenir.
85)
O zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap
hafifletilmez, onlara mühlet de verilmez.
86)
(Allah'a) ortak koşanlar, ortak koştukları şeyleri gördükleri
zaman derler ki: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da tapmış
olduğumuz ortaklarımızdır." Onlar da bunlara: "Siz mutlaka
yalancılarsınız" diye söz atarlar.
87)
O gün Allah'a teslim (bayrağını) çekerler ve uydurmakta oldukları
şeyler onlardan kaybolup gider.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 276
O |
|
|
O |
|
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ زِدْنَاهُمْ
عَذَابًا فَوْقَ العَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
(88) وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ
أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِمْ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا
عَلَى هَؤُلَاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ
شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
(89) إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ
بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنْ
الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ (90) وَأَوْفُوا
بِعَهْدِ اللَّهِ إِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنقُضُوا الْأَيْمَانَ
بَعْدَ تَوْكِيدِهَا
وَقَدْ جَعَلْتُمْ اللَّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلًا إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ
مَا تَفْعَلُونَ
(91) وَلَا تَكُونُوا
كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا
تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَنْ تَكُونَ أُمَّةٌ
هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمْ اللَّهُ بِهِ
وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ
تَخْتَلِفُونَ (92) وَلَوْ
شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُضِلُّ مَنْ
يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ
تَعْمَلُونَ (93)
|
88)
İnkâr edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte
onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını
kat kat artıracağız.
89)
O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz.
Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu
Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet
kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.
90)
Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi
emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O,
düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
91)
Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve
Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri
bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir.
92)
Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu
için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini
sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah,
bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte
olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.
93)
Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O,
dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.
Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 277
O |
|
|
O |
|
وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ
بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبِيلِ
اللَّهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (94)
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا إِنَّمَا عِنْدَ
اللَّهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
(95) مَا عِنْدَكُمْ يَنفَدُ
وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا
أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(96) مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ
ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً
طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ (97) فَإِذَا
قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنْ الشَّيْطَانِ
الرَّجِيمِ (98) إِنَّهُ
لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ
يَتَوَكَّلُونَ (99) إِنَّمَا
سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُمْ بِهِ
مُشْرِكُونَ (100) وَإِذَا
بَدَّلْنَا آيَةً مَكَانَ آيَةٍ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ
قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
(101) قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ
الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُوا
وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ (102)
|
94)
Yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, aksi halde
(İslâm'da) sebat etmişken ayağınız kayar da (insanları) Allah
yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü tadarsınız.
Sizin için (ahirette de) büyük bir azap vardır.
95)
Allah'ın ahdini az bir karşılığa değişmeyin! Şayet anlayan
kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında olan (sevap) sizin için
daha hayırlıdır.
96)
Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise
bâkidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en
güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
97)
Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka
güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta
olduklarının en güzeli ile veririz.
98)
Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
99)
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler
üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.
100)
Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak
koşanlaradır.
101)
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki
Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir
iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.
102)
De ki: Onu, Mukaddes Rûh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek,
müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için,
Rabbin katından hak olarak indirdi.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 278
O |
|
|
O |
|
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ
لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ
عَرَبِيٌّ مُبِينٌ (103) إِنَّ
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ لَا يَهْدِيهِمْ اللَّهُ
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (104)
إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ
اللَّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَاذِبُونَ
(105) مَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلَّا
مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ وَلَكِنْ مَنْ
شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنْ اللَّهِ وَلَهُمْ
عَذَابٌ عَظِيمٌ (106) ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ اسْتَحَبُّوا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ
وَأَنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
(107) أُوْلَئِكَ الَّذِينَ
طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ
وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْغَافِلُونَ (108)
لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمْ الْخَاسِرُونَ
(109) ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ
لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا
وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
(110)
|
103)
Şüphesiz biz onların: "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor"
dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili
yabancıdır. Halbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.
104)
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları
doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
105)
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar,
yalancıların kendileridir.
106)
Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu
olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe
açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap
vardır.
107)
Bu (azap), onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve
Allah'ın kâfirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür.
108)
İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini
mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.
109)
Hiç şüphesiz onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.
110)
Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip,
ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısıdır. Bütün
bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 279
O |
|
|
O |
|
يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفَّى
كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
(111) وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا
قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا
مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللَّهِ فَأَذَاقَهَا
اللَّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
(112) وَلَقَدْ جَاءَهُمْ
رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ
الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
(113)
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاشْكُرُوا
نِعْمَةَ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
(114) إِنَّمَا حَرَّمَ
عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ
لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ
فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا
عَادٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (115)
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمْ الْكَذِبَ هَذَا حَلَالٌ
وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ
يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ
(116) مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ
عَذَابٌ أَلِيمٌ (117) وَعَلَى
الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ
قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِنْ كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
(118)
|
111)
O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese
yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez.
112)
Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli,
huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar
Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara,
yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.
113)
Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu
yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
114)
Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yeyin,
eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine
şükredin.
115)
(Allah) size, sadece ölü hayvanı kanı, domuz etini ve Allah'tan
başkası adına kesilen hayvanı haram kıldı. Ancak kim mecbur
kalırsa (başkalarının haklarına) saldırmaksızın, sınırı da aşmadan
(bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayan, pek
esirgeyendir.
116)
Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da
haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz.
Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.
117)
(Kazandıkları) pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem
verici bir azap vardır.
118)
Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram
kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine
haksızlık ediyorlardı.
|
|
O |
|
|
O |
|
SAYFA 280
O |
|
|
O |
|
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُوا السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ
تَابُوا مِنْ بَعْدِ
ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
(119)
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ
يَكُنْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (120)
شَاكِرًا لِأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
(121) وَآتَيْنَاهُ فِي
الدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنْ الصَّالِحِينَ
(122) ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ
أَنْ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنْ
الْمُشْرِكِينَ (123) إِنَّمَا
جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ وَإِنَّ رَبَّكَ
لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ
يَخْتَلِفُونَ (124) ادْعُ
إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ
وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ
بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
(125) وَإِنْ عَاقَبْتُمْ
فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ
خَيْرٌ لِلصَّابِرِينَ (126)
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلَّا بِاللَّهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ
وَلَا تَكُ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
(127) إِنَّ اللَّهَ مَعَ
الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ
(128)
|
119)
Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da
bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır).
Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan, pek
esirgeyendir.
120)
Gerçekten İbrahim bir ümmetti. Allah’a itaatkârdı. Hanifdi.
Müşriklerden de değildi.
121)
O’nun nimetlerine şükrediciydi. Onu seçti ve doğ-ru bir yola
iletti.
122)
Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik. Şüphesiz o, ahirette de
elbette salihlerdendir.
123)
Sonra sana vahyettik: “Hanif olan İbrahim’in di-nine uy. O,
müşriklerden değildi.”
124)
Cumartesi tatili, ancak onda ihtilaf edenlere (farz) kılınmıştı.
Kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri şey
hakkında aralarında hüküm verecektir.
125)
(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve
onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan
sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi
bilir.
126)
Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza
verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha
hayırlıdır.
127)
Sabret! Senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan
dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!
128)
Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle
beraberdir.
|
|
O |
|
|
O |
|
120)
Gerçekten İbrahim başlı başına bir ümmetti, iyi hasletleri kendisinde toplayan
önder ve örnek bir kimseydi. Bundan dolayı Yüce Allah onu kendisine dost seçti.
Allah’a gönülden itaat ederdi. Emirlerine kayıtsız şartsız teslim olurdu.
Hanifdi, her türlü batıl dinleri terkederek hak din olan İslam’a yönelirdi.
İbrahim hiçbir zaman Allah’a şirk koşan müşriklerden de değildi.
121)
İbrahim, Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Allah, onu peygamber olarak seçti ve
dosdoğru bir yol olan İslam’a, Allah’a ibadete iletti.
122)
Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik, bütün din mensupları tarafından güzel
anılmayı nasip ettik. Şüphesiz o, ahirette de elbette yüksek dereceyi elde
edenlerden ve salihlerin makamlarının en yücesindedir.
123)
Ey Muhammed! Sonra sana vahyettik: “Hanif olan, her türlü batıl dinleri
terkederek hak din olan İslam’a yönelen İbrahim’in dinine, İslam’a uy. İbrahim
hiçbir zaman yahudi, hristiyan ve putperestler gibi Allah’a şirk koşan
müşriklerden değildi.”