|
Ey Allah’ım, dinim hususunda bana zarar vereceğinden veya Rabbime karşı yükümlü olduğum bir vazifemden beni alıkoyacağından korktuğum, taşlanmış, kovulmuş, öldürülmüş, sövülmüş, lanet edilmiş, helak olmuş, günahından dolayı yanmış şeytanın insanlardan, cin-lerden, hayvanlardan ve diğer şeylerden olan yardımcılarının şerrinden, dürtmesinden, gururlandırmasından, üflemesinden ve vesvese-sinden yarattıklarına değil, sadece sana sığınır, yardım ve destek isterim. Bu korkuyu üzerimden atabilecek olan yalnız sensin!
1) Her işime Rahman ve Rahim olan Allah’ın adını anarak, O’ndan yardım isteyerek, O’nun rızasını gözeterek, O’nun istediği şekilde başlıyorum, O’nu hatırımdan hiç çıkarmıyorum, çünkü O’nun adıyla başlanmayan her işin eksik ve bereketsiz olduğunu çok iyi biliyorum.
2) Bütün övgüler yoktan var eden, yaratmış olduklarının yegane sahibi, efendisi, terbiye ve ıslah edicisi, besleyicisi, yöneticisi, yardımcısı, hidayet edicisi olan ve her türlü ibadetin yalnız kendisi için yapıldığı yüce Allah içindir.
Allah’tan başka hiç bir varlığa ‘Allah’ isimi verilemez. Şükür, bir iyiliğe karşılık yapılan övgüdür. Hamd, şükürden daha genel olup kişinin sahip olduğu vasıflarından dolayı övülmesidir. Allah’a ancak O’nu noksan sıfatlardan ve mahlukata benzemekten uzak tutarak, her şeyden çok severek, layık olduğu şekilde yücelterek, verdiği nimete razı olup, isyan etmeyerek hamd edebiliriz.
3) Allah (c.c.), Rahman sıfatı ile dünyada hem mü’minlere hem de kâfirlere merhameti bol olan, onları rızıklandıran, onlara mal mülk veren, Rahim sıfatı gereği ise dünya ve ahirette yalnız mü’minler için merhameti bol olan, onlara dünyada doğru yolu gösteren, ahirette de Cenneti vaad edendir.
4) Allah (c.c.), hesap (ceza ve mükafaat) gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimidir. O gün O’ndan başka kimse söz sahibi değildir. Herkes O’nun vereceği hüküm sonucu zerre kadar haksızlığa uğratılmaksızın amellerinin karşılığını görecek, Allah’ın emirlerine uygun olarak hareket edenler Cennet’e, Allah’ın emirlerine uygun olarak hareket etmeyenler ise Cehennem’e girecektir.
5) Ya Rabbi! Bizler tüm ibadetlerimizi, sadece ve sadece sana yapar, senden başka ibadet edilenleri reddeder ve her konuda da yalnızca senden yardım dileriz. Bize fayda veya zarar veremeyecek kimselerden asla yardım dilemeyiz.
İbadet: Kulun Allah’a boyun eğmesi, itaat etmesi, O’na karşı küçüklüğünü kabul etmesi demektir. Allah’ın sevdiği, emrettiği, kabul ettiği ve razı olduğu bütün gizli-açık amel ve sözler ibadettir. Bunlardan bazıları; iman, islam, ihsan, dua, korkmak, umut etmek, tevekkül etmek, ummak, gönülden saygı duymak, yönelmek, yardım istemek, sığınmak, yardımına çağırmak, kurban kesmek, adak adamak, hükmüne teslimiyet göstermek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek, tevbe-istiğfar etmek vs. dir. İbadet türlerinden herhangi birini Allah’tan başkasına veya Allah ile beraber bir başkasına yapmak şirktir.
6) Ya Rabbi! Bizi Rasullerin gösterdiği ve Allah’ın rızasına ancak bununla ulaşılabilecek doğru yol olan İslam’a ulaştır. Bu yolda bizi sabit kıl! Bu yolda kalmamız için bize yardım et.
7) Ya Rabbi! Bizleri kendilerine ibadet ve itaat etme nimeti verdiğin melek, nebi, sıddık, şehid ve salihlerin yoluna ulaştır. Yahudiler gibi hak kendilerine ulaştıktan sonra, bunu bile bile reddedip yüz çevirdiği ve atalarının dinine körü körüne tabi olduğu için gazaba uğrayan veya Hristiyanlar gibi hak kendilerine ulaşmadığı veya eksik ulaştığı için doğru yolu bulamayarak sapanların yoluna ulaştırma.
|
1) Hurufu mukattaa denilen bu harflerin gerçek manasını ancak Allah bilir. Ulemanın bu ayetler hakkındaki görüşleri şunlardır: “Kur’an’ın isimlerinden biri, başında bulunan surelerin isimlerinden biri, hece harfleri, Kur’an’ın sırrı, Allah’ın isimlerinden biri, hece harfleri, Kur’an’ın sırrı, Allah’ın isimlerinin baş harfleri, bazı kelime ve cümlelerin kısaltılmış şekli, surelerin başlangıç ve bitişini gösteren bir işaret, müşriklerin dikkatini çekmek amacıyla kullanılan semboller, müşrikler için bu gibi harfleri kullanarak ayetlerin bir benzerini meydana getirmeleri konusunda meydan okuma.” Kur’an bu gibi harflerden meydana gelmiştir. Sözlerinde bir canlılık vardır. Üslup, belağat ve beyan bakımından eşsizdir. Bu gibi harflere bir takım manalar vererek ebced hesabı ile gaybı bildiğini iddia etmek küfürdür.
2) Allah’tan Muhammed’e Cibril vasıtasıyla indirilmesi hususunda ve ifade ettiği hükümlerde hiçbir şüphe olmayan bu Kur’an, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olup, O’nun emrettiği şeyleri yerine getiren, yasakladığı şeylerden kaçınmak suretiyle Allah’ın azabından sakının kimseler için doğru yolu gösteren ve Allah’ın izniyle doğru yola ileten bir mutluluk ve selamet rehberidir.
Tüm insanlar için bir hidayet rehberi olan Kur’an’dan gerçek manada ancak muttakiler istifade ederler. Çünkü onlar akıl sahibi olup, düşünen ve hakkı isteyen kimselerdir.
Doğru yolu göstermek insanların yapabileceği bir şeydir., fakat doğru yola iletmek yalnızca Allah’a aittir. Kim Allah’tan başka bir kimsenin hidayet ettiğini iddia ederse Allah’a şirk koşmuş olur.
3) Muttakiler, gözden ve duyulardan gizli olan, insan idrakini aşan, bilinmeyen gaybi gerçeklere, Allah’a, meleklerine, nebi ve rasullerine, kitaplarına, hesap, mizan, Cennet, Cehennem vb. ahirette görülecek hadiselere inanırlar, namazı rükun ve şartlarını tam olarak yerine getirmek suretiyle huşu içerisinde ve devamla eda ederler, kendilerine rızık olarak verdiğimiz insan için yararlı olan bütün maddi (yiyecek, içecek, giyecek, çocuk) veya manevi (bilgi, erdem gibi) şeylerden bir kısmını Allah yolunda zekat ve sadaka olarak harcarlar.
İman: Kur’an ve sahih sünnette zikredilen ve inanılması zaruri olan şeyleri şeksiz süphesiz bir şekilde kesin olarak kalple tasdik, dille ikrar etmek, bu bildirilen şeyler gereğince amel edip bu şeylerin aksine hareket etmemek ve bu şeyleri bozacak söz ve hareketlerden uzak durmaktır.
Gaybın türleri: 1- Yalnızca Allah’ın bildiği gayb. 2- Allah’ın vahiy yoluyla rasullerinden dilediğine bildirdiği gayb. 3- Allah’ın rüya veya ilham yoluyla salih kimselere bildirdiği gayb 4- Cinlerin semadan çalarak kahin ve sihirbaz dostlarına bildirdiği gayb. 5- Duyu organlarımızla algılayamadığımız fakat cinler tarafından bilinen gayb.
4) Ey Muhammed! Takva sahibi mü’minler, sana indirilen Kur’an’ın hükmünün kıyamete kadar geçerli olacağına ve ancak ona bağlananların kurtuluşa ereceklerine ve senden önceki nebi ve rasullere indirilen Tevrat, Zebur , İncil gibi kitaplara, İbrahim ve Musa’nın sahifelerinin Allah katından gelen tahrif edilmemiş hallerine inanırlar, onlar ahiret gününde gerçekleşecek olan berzah, ba’s, haşr, hesap, mizan, sırat, Cennet ve Cehennem’e de şeksiz şüphesiz bir şekilde kesin olarak iman eder ve o gün için hazırlık yaparlar. Ahirete gerçek manada iman eden kişi, Cehennem azabından kurtulmak ve Cennet mutluluğunu elde etmek için Allah’ın emrettiği şeyleri yapar, yasakladıklarından da kaçınır.
5) Bu vasıfları taşıyan muttakiler, Rablerinin kendilerini doğru yola ulaştırdığı ve bu yolda sabit kıldığı, Cehennem’den kurtarıp Cennet’ini vaad ettiği, dünya ve ahirette hem mutlu hem de kazançlı kıldığı kimselerdir.
|
6) Hakkı hak olarak bildiği halde, hakkı sevmediği veya hoşlanmadığı için bilerek haktan yüz çeviren, hakkı yalanlayan, inkar eden ve hakkı örtüp kabul etmeyen kimseleri Cehennem azabıyla korkutarak uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, onlar iman etmezler.
7) Küfür üzere ısrar eden kimselerin, çok fazla günah işlemeleri ve bunda ısrarlı olmaları sebebiyle bir süre sonra kalpleri kararır, kulakları hakkı işitmez, gözleri de hakkı görmez hale gelir. Böyle bir kalbe, iman girecek bir yol bulamadığı gibi, küfür de çıkacak yol bulamaz. Onlar için hem dünyada hem de ahirette şiddetli ve sürekli bir azap vardır. Davetçinin, üzülmeden tebliğine devam etmesi gerekir.
8) İnsanlar arasında öyle kimseler vardır ki münafıklardır. Bunlar hakka inanmadıkları halde sırf mü’minlerden faydalanmak amacıyla: “Bizler de Allah’a ve ahiret gününe iman ettik.” diyorlardı.
9) Münafıklar, ganimet alabilmek, mü’min kadınlarla evlenmek, başlarına gelecek bir takım eziyetlerden kurtulmak gibi bir takım menfaatler elde etmek, müslümanların sırlarını kafirlere haber verebilmek vb. amaçlarla iman etmiş gözükerek mü’minleri ve dolayısıyla onları seven biricik dostları Allah’ı aldatmaya çalışıyorlardı. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlardı da bunun farkında değildiler.
10) Münafıkların kalplerinde cehalet, hırs, kin, buğz ve hasetlerinden kaynaklanan şüphe hastalığı vardır. Allah bu kimselerin hastalıklarını onların nefislerine ağır gelen ayet ve hükümler indirerek daha da artırmıştır. Bile bile hakkı yalanlayıp yüz çevirdikleri halde bir takım menfaatleri sebebiyle iki yüzlü davrandıklarından ötürü onlar için ahirette çok acıklı ve sürekli bir azap vardır.
11) Münafıklara: “Şeriata uygun olmayan ameller işleyerek, inkar ve isyan ederek, kafirleri dost edinerek, mü’minlere ait sırları kafirlere vererek yeryüzünde fesat çıkarmayın!” denildiğinde onlar: “Bizim kafirleri dost edinmemizin gayesi kafirlerle müslümanların arasını düzeltmek ve iyileştirmek içindir. Sizler bizi yanlış anlıyorsunuz biz bozguncu değiliz, biz ıslahatçıyız, iyi niyetliyiz.” derler.
12) Ey iman edenler! Onların yalanlarına aldanmayın. Onlar Allah’ın dinini yıkmak isteyen bozguncuların ta kendileridir. Ne yazık ki kalplerinden iman nuru silindiği için bozgunculuk yaptıklarının şuurunda değiller. Bu yüzden hakkı bulmaları da güçtür.
13) Münafıklara: “Muhammed ve ashabının iman ettiği gibi iman edin!” denildiğinde Bilal, Ammar ve Suheyb gibi fakir müslümanları kastederek, kibirli bir şekilde: “Aklı, bilgisi az, dar kafalı, sersem, aptal, beyinsiz, basit ve zavallı olan, idare etme yeteneği olmayan, anlayış ve temyiz yeteneği kıt kimselerin iman ettiği gibi iman eder miyiz?” derler. Ey iman edenler! Dikkat edin, asıl sefihler kendileridir, fakat bu halde olduklarının farkında değiller. Bu yüzden iman edemiyorlar.
14) Münafıklar, mü’minlerle karşılaştıklarında korkularından: “Biz de sizin gibi iman ettik.” derler. Küfür ve nifakta liderleri olan kimselerle karşılaştıklarında ise: “Şüphesiz biz sizin gibi inanmaktayız, onlarla sadece alay edip, eğlenmekteyiz.” derler.
15) Allah münafıklarla ahiret günü alay edecektir. Onlara: “Layık olduğunuz yere girin.” diyecek, onlar da Cennet’e gireceklerini zannederken kendilerini Cehennem’de bulacaklardır. Allah, münafıklara, dünyada zahiren müslüman muamelesi yaptırırak serbestçe dolaşmaları ve günah işleyebilmeleri için mühlet verir, onlar da ne müslümanlar gibi iman ederler, ne de kafirler gibi küfürlerini ilan ederler. Bu ikisi arasında şaşkın bir vaziyette bocalar dururlar.
16) Münafıklar İslam yerine küfrü satın almışlardır. Bu ticaretleri kar getirmediği gibi zararla sonuçlanmıştır. Doğru yolu bulamadıkları için hem dünyada hem ahirette hüsrana uğramışlardır
|
17) Hakiki münafıkların durumu, İslam'a girip, İslam’ın nuru kendilerini ve etrafı aydınlatınca, bile bile haktan yüz çevirmeleri sebebiyle Allah’ın , İslam’ın nurunu kendilerinden giderip şüphe ve korku içerisinde hakkı göremez bir halde bıraktığı kimselerin durumu gibidir.
18) Münafıklar bile bile haktan yüz çevirdikleri için hakkı duyamayacak kadar sağır, hakkı söyleyemeyecek kadar dilsiz, hakkı göremeyecek kadar kör olmuşlardır. Bu yüzden artık küfür, şirk ve nifaklarını bırakıp hakka dönmezler.
19) Tereddüt içerisindeki münafıkların durumu, içerisinde insan nefsinin hoşuna gitmeyecek ve kendilerini şüpheye düşürecek hükümlerin, ve insanların yolunu aydınlatan nurun bulunduğu gökten inen vahye bağlanan bir kimsenin durumu gibidir. Münafıklar bu vahyin içerisindeki cihad çağrısı ve Allah'ın ahirette şirk işleyenlere vereceği azabı bildiren haberleri duyunca, ölüm korkusuyla parmak uçlarını kulaklarına tıkarlar, duymazlıktan gelirler. Şüphesiz Allah ilmi ve kudretiyle kafirleri çepeçevre kuşatmıştır. Onları cezalandıracaktır.
20) Kur’an’ın şimşek gibi parlak olan hükümleri münafıkların gözlerini kör edecek derecede rahatsız etmekte, nefislerine ağır gelmektedir. Eğer onların hoşuna giden müslüman kadınlarla evlenmeleri gibi hükümler inerse buna sevinirler, İslam yolunda yürürler. Nefislerine ağır gelen cihad, kafirleri dost edinmeme, Allah yolunda mallarını harcama vb. hükümler inerse veya başlarına bir bela gelip işleri bozulursa hemen oracıkta kalıverirler. Şüphesiz Allah (c.c.), yaptıklarına karşılık bir ceza olmak üzere onları dünyada; hakkı duydukları halde onu anlayamayan, gördükleri halde basiretleri köreldiği için idrak edemeyen kimselerden kılmaya ve böylece şüphe, şirk küfür ve nifak karanlığında bırakmaya, ahirette de cehennemin en alt tabakasında can yakıcı bir azaba uğratmaya kadirdir.
21) Ey insanlar! Rabbiniz olan Allah sizi ve sizden öncekileri bir örneğe ihtiyaç duymaksızın yoktan var etmiştir. O halde O’na Rasulünün gösterdiği şekilde ibadet edin. İbadet türlerinden herhangi birini O’ndan başkasına veya O’nunla birlikte bir başkasına yapmak suretiyle O’na herhangi bir şeyi şirk koşmayın. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olur, O’nun emrettiği şeyleri yerine getirir ve yasakladığı şeylerden kaçınırsanız işte ancak o zaman Allah'ın azabından sakınan kimselerden olabilirsiniz.
22) Rabbiniz olan Allah, yeryüzünü yuvarlak olmasına rağmen açılmış bir yaygı gibi yaparak sizlerin içinde rahatlıkla dolaşabileceğiniz, ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz, göğü de yıldızlar, göktaşları, gezegenler, zararlı ışınlar vb. şeylerden korunabileceğiniz şekilde yarattı. Ayrıca gökteki bulutlardan yağmur indirip bununla size ve hayvanlarınıza rızık olmak üzere yerden çeşitli sebze, meyve ve ürünler çıkarttı. Bütün bunları bildiğiniz halde Allah’la birlikte taş, ağaç, güneş, ay, rasul, şeyh, cin, yıldız, melek veya başka varlıklara ibadet ederek bu varlıkları Allah’a denk tutmayın, Allah’a ait hak, yetki ve sıfatlardan herhangi birini Allah’tan başkasına veya Allah ile beraber bir başkasına vermeyin! Aksi taktirde Allah’a şirk koşmuş olursunuz.
23) Ey müşrikler! Eğer kulumuz Muhammed’in bir rasul olduğu, ona bölüm bölüm indirdiğimiz Kur’an’ın Allah’tan olduğu ve içerisindeki bilgilerin doğruluğu hususunda şüphe içindeyseniz ve Kur’an’ı okuma yazması olmayan Muhammed’in uydurduğu konusundaki iddianızda da samimiyseniz, Allah’tan başka yardımcı olarak çağırabileceğiniz kim varsa yardımcı ve şahit olarak çağırın da uslup, belağat ve beyan bakımından onun benzeri bir sure meydana getirin.
24) Boşuna uğraşmayın. Bu Kur'an'ın uslup, belağat ve beyan bakımından bir benzerini hiçbir zaman meydana getiremezsiniz. Kur'an’a uymazsanız, dünya ateşininkinin yetmiş misli sıcaklığa sahip olup, kafirler için hazırlanan, yakıtı azılı kafir insanlar, taptıkları putlar ve çabuk tutuşup geç sönen, pis kokulu ve bedene son derece yapışıcı taşlar olan cehennem ateşinden sakının.
|
25) Ey Rasulüm, istediğim şekilde iman edip amellerini de bu imanlarının gerektirdiği şekilde düzenleyen mü’min kullarımı müjdele! Onlar için ağaçların ve odaların altlarından oluksuz, kanalsız, baldan, sütten, sudan, şaraptan akan ırmakların bulunduğu cennetler vardır. Onlar oradaki ağaçların ürünleriyle rızıklandırıldıklarında bunu dünyadaki ürünlere benzetirler. Oysa verilen ürünler her ne kadar şekil ve isim bakımından dünyadakilere benzeseler de tatları değişiktir. Hatta cennetteki ürünler bile hep değişik olarak verilecektir. Ayrıca onlar için hayız, nifas, kötü ahlak ve diğer bütün pisliklerden beri, tertemiz eşler vardır. Mü’minler bu nimetler içerisinde sonsuza kadar yaşayacaklardır.
26) Doğrusu Allah daha önce münafıklarla ilgili örnekleri, örümceği, karıncayı, sivrisineği veya ondan daha basit olan kanadı gibi herhangi bir şeyi misal vermekten haya etmez, çekinmez. Allah (c.c.) Kur’an’da insan aklının hikmetini kavrayamadığı bu gibi ayetleri zikredebilir. Mü’minler, Rablerinden gelen şeyin hak olduğuna inanıp hiç bir tereddüt göstermeksizin gerek kalp gerekse amelleriyle ona teslim olurlar. Kafirler veya münafıklara gelince, onlar: “Bu gibi misallere ne gerek var?” diyerek itiraz ederler. Oysa Allah (c.c.), insanların hikmetini kavrayamadığı böyle basit şeyleri misal vererek onları imtihan eder. Bu imtihan neticesinde de insanların bir kısmı sapıklığa düşer, bir kısmıysa hidayeti bulup onda sebat gösterir. Allah (c.c.) bu gibi misallerle, Allah’ın emirlerinden ve O’na itaatten uzaklaşan, kötü niyetli, iğrenç karekterli, inatçı fasıklardan başkasını saptırmaz.
27) Allah (c.c.) kalu belada, Adem’in (s.a.v.) sülbünden bütün zürriyetini çıkararak, rububiyetini ikrar ettiklerine dair ahid almıştı. Kafir ve münafıklar işte bu ahidlerini ve rasullerine ve gönderdiği kitaplara uymaya dair yeminle destekleyerek vermiş oldukları sözleri yerine getirmezler. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği akrabalık bağını, mü’minlerle dostluk bağını, Allah'ın emirlerine bağlılığı ve genel olarak Allah'ın kesilmemesini emrettiği her türlü bağı keserler. Allah’ın emirlerini inkar ederek, mü’minlere eziyet vererek, Kur’an hakkında şüpheler uyandırarak ve müslümanların İslam’ı tatbik etmelerini engelleyerek fesat çıkarırlar. İşte onlar, bu hareketleriyle küfrü imana, dünyayı ahirete tercih etmişlerdir. Bu yüzden ahiret gününde kaybedenlerden olacaklar, Allah’ın rahmetinden uzaklaşıp cehenneme gireceklerdir.
28) Ey insanlar! Siz ölüler idiniz; yani önce su, hava, toprak, ateş, sonra onlardan hasıl olan gıdalar ve daha sonra da annelerinizin rahimlerinde meniler, donuk kanlar, et parçaları ve iskeletler idiniz, sonra Allah (c.c.) sizi diriltti, yani ruhlarınızı yaratıp, analarınızın rahimlerinde size o ruhları üflemekle size hayat verdi. Belli bir müddet yaşattıktan sonra ecelleriniz geldiğinde sizleri tekrar öldürecek, kabre yerleştirdikten sonra kabir azabı veya mutluluğunu hissettirmek için yeniden diriltecek, kıyamet koptuktan sonra yaptıklarınızın hesabını vermek üzere tekrar kendisine döndürecektir. Böyleyken Allah’ı nasıl inkar edersiniz?
29) Haram kılınanlar müstesna yeryüzünde yaratılan her şeyi insanların hizmetine sunan, sonra göklerin üstünde bulunan arşının üzerine istiva edip onları yedi gök halinde düzenleyen Allah’tır. O, her şeyi en iyi bilen ve hesabı en iyi görendir. Yerleri, gökleri ve içerisindekileri tek başına yaratan Allah, elbette ki insanları yeniden diriltmeye, onları hesaba çekmeye kadirdir. İstivanın mahiyetini ancak Allah (c.c.) bilir. Göklerin yedi gök halinde düzenlenmesinin ne manaya geldiğini de en iyi bilen ancak O’dur. Allah (c.c.) bu konularda bizlere fazla bilgi vermemiştir. Yerlerin yaratılması, göklerin yaratılmasından evveldir. Fakat döşenmesi göklerin yaratılmasından daha sonradır.
|
30) Hani bir zamanlar Allah (c.c.) meleklere: “Yeryüzünde benim emirlerime uyacak, onları diğer insanlara bildirecek bir varlık yaratacağım.” demişti. Melekler de hayret ederek: “Ey Rabbimiz, yeryüzünde cinler gibi emirlerine karşı çıkarak fesat çıkaracak, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak, öldürme ve yaralama suretiyle kan akıtacak bir yaratık meydana getirmendeki hikmet nedir? Oysa biz seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederek ismini ve zatını her türlü maddi ve manevi pisliklerden arındırarak yüceltmekteyiz.” dediler. Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Sizin bu konudaki bilginiz pek azdır. Adem’in soyundan kötü kimseler çıkacağı gibi nebiler, rasuller ve salih kimseler de çıkacaktır. Şüphesiz olmuş, olacak ve olmakta olan şeyler arasından sizin bilmediklerinizi ben en iyi bilenim.”
31) Allah (c.c.) Adem’e (s.a.v.), kendisine ve nesline lazım olan herşeyin ismini ve ne işe yaradıklarını öğretti. Sonra meleklere yönelerek: "Eğer Ademoğullarının yeryüzünde fesat çıkartacağı ve kanlar akıtacağı iddianızda doğru söyleyen kimselerseniz ve bu yarattığım yaratıktan daha Alim ve bilgili olduğunuzu düşünüyorsanız bu eşyaların isimlerini bana söyleyiniz.” buyurdu.
32) Melekler hatalarını anlayarak şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bizim ilmimiz ancak bize öğrettiğin kadardır. Ancak sen öğretilmeden ilim sahibi olan ve her şeyi bilensin. Sen doğruya isabet eden, hüküm ve hikmet sahibi olan, herşeyi muhkem ve sağlam kılan ve yarattıklarının maslahatını gözetensin.”
33) Allah (c.c.) buyurdu ki: “Ey Adem, eşyanın isimlerini meleklere bildir!” Adem (a.s.) eşyanın isimlerini ve ne işe yaradıklarını meleklere bildirince, Allah (c.c.) meleklere şöyle buyurdu: “Ben size demedim mi ki, şüphesiz ben göklerin ve yerin gizliliklerini bilirim. Dilinizle açığa vurduğunuz ve içinizde gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilirim.”
34) Allah (c.c.) meleklere Adem'e (a.s.) saygı için secde etmelerini emredince bütün melekler hemen verilen emri yerine getirip secde ettiler. Fakat cin taifesinden olduğu halde melekler arasında bulunan İblis, secde etmedi, dayattı, büyüklük tasladı, kıskançlık ve kibirle Allah’ın (c.c.) emrine karşı çıkarak kafirlerden oldu. Böylece Allah (c.c.) onu cennetten kovdu.
35) Allah (c.c) buyurdu ki: “Ey Adem! Eşin ile birlikte cennette ikamet et, orayı mesken tut, orada rahat bir şekilde yaşayabilir, dilediğiniz yerden türlü türlü rızıkları rahatça, bol bol yiyebilirsiniz, fakat şu ağaca yaklaşmayın, aksi taktirde görevinizi ihlal ederek Allah’ın emrine karşı gelen, Allah’ın koymuş olduğu sınırları aşan zalimlerden olursunuz.”
36) Şeytan Adem (a.s.) ve eşine vesvese verdi. Adem ve eşi karşı karşıya kalacakları tehdidi unuttular ve o yasak ağaçtan ya da aynı türden başka bir ağaçtan yediler. Böylece şeytan, Adem ve eşinin ayaklarını kaydırarak günah işlemelerine ve içinde bulundukları nimet yurdu olan cennetten çıkmalarına sebep oldu. Allah (c.c.) da onları, yeryüzüne, birbirlerine düşman olarak indirdi. Artık burası onlar için kıyamete kadar üzerinde barınacakları ve rızıklarını elde edecekleri bir yerdi.
37) Adem (a.s.) Rabbinden öğrendiği kelimelerle eşiyle birlikte Rabbine tevbe etti ve O’ndan bağışlanma diledi. Allah da tevbelerini kabul etti. Allah, işlediği günahtan pişman olarak tevbe eden, tekrar işlememek üzere karar alarak o günahı terkeden kullarının tevbelerini kabul eden günahlarını bağışlayan, mü’min kullarına dünya ve ahirette merhametli olandır.
|
38) Hepiniz cennetten çıkıp yeryüzüne inin benim katımdan size ve sizden sonraki nesillere doğru yolu gösteren bir rasul geldiğinde ona ve getirdiklerine tabi olur, hayatınızı ona göre düzenlerseniz hesap gününde sizin için bir korku yoktur. Dünyada iken kaybettiklerinize de üzülmeyin. Çünkü cennette aklınıza, hayalinize gelmeyen türlü türlü nimetler vardır.
39) Hakkı bildiği halde, küfür ve şirklerinde bilinçli olarak ısrar edip Allah’ın (c.c.) ayetlerini, inkar eden, yalanlayan ve ona tabi olmayan kimseler kıyamet gününde cehennem ehlinden olacaklar ve orada sonsuza kadar azap içerisinde kalacaklardır.
40) Ey İsrailoğulları’nın torunları olan yahudiler! Atalarınıza vermiş olduğum nimetleri hatırlayın, emirlerime tabi olun, elinizde bulunan Tevrat’ta rasul olarak geleceği bildirilen Muhammed’e ve getirdiklerine uyun ki günahlarınızı bağışlayayım ve sizi söz verdiğim cennetlere koyayım. Bütün bunları yerine getirirken sadece benden korkun, kimsenin size zarar vermesinden çekinmeyin!
41) Yanınızda bulunan Tevrat'ın içindeki hakikatleri tasdik edici olarak indirdiğim Kur'an’a ve onu getiren rasul Muhammed’e iman edin, bu kitabı ve elçiyi ehli kitaptan ilk inkar edenler olmayın. Ne kadar çok olsa da Cennet nimetleri yanında bir şey ifade etmeyen dünya metaını elde etmek için ayetlerimi tahrif etmeyin, değiştirmeyin, saptırmayın, gizlemeyin ve sadece benden sakının!
42) Yanınızda bulunan Tevrat'ın içindeki hakikatleri, geleceği bildirilen Muhammed’in risaleti hakkındaki bilgiyi heva ve hevesinize uyarak bile bile gizlemeyin. Doğruyla yanlışı birbirine karıştırmayın. Muhammed’in sadece araplara gönderilen bir rasul olduğunu iddia etmeyin. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki o, bütün insanlığa gönderilmiş bir elçidir. Ona ve getirdiklerine tabi olun.
43) Allah’ın rasulü Muhammed’e ve getirdiklerine tabi olarak müslüman olup, şartlarını ve rükunlarını yerine getirerek huşu içerisinde namaz kılın, zekat verin ve rüku eden mü'minlerle beraber rüku edin.
44) Yanınızda bulunan Tevrat’ı okuyup durduğunuz, hakikatleri bildiğiniz halde insanlara Muhammed’e ve getirdiklerine tabi olmalarını emrediyor, fakat kendiniz bunlara uymuyorsunuz. Oysa insanlar sizi örnek alıyor ve bu tavırlarınızdan dolayı dinden nefret eder hale geliyorlar. Siz hiç akletmiyorsunuz. Şayet akletseydiniz bu yaptıklarınızdan dolayı büyük bir azaba uğrayacağınızı bilirdiniz.
45) Allah’ın rasülü Muhammed’e ve getirdiklerine tabi olup müslüman olarak, Allah’ın emirlerine uymak, yasakladığı şeylerden kaçınmak, Allah’ın yoluna davet etmek ve bu yolda başa gelen eziyetlere karşı koyabilmek için sabır ve namazla yardım isteyin. Bu, Allah’tan ürpererek korkan, tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allah’a yönelen takva sahiplerinden başkasına ağır gelir.
46) Bu takva sahibi kimseler, ne kadar çok yaşasalar da bir gün mutlaka öleceklerini, hesap vermek üzere Allah’ın huzurunda toplanacaklarını, Allah ile karşılaşacaklarını, iyi amellerinin sonucu olarak Allah'ın rahmetiyle cennete gireceklerini kesin olarak bilirler.
47) Ey İsrailoğulları’nın torunları olan yahudiler! Atalarınıza vermiş olduğum nimetleri hatırlayın. Musa (a.s.) zamanında onları bütün insanlardan üstün kıldık. Atalarınıza yapılmış olan bu ikramlar, onların çocukları olmanız sebebiyle, size de yapılmış sayılır. Onların iyi olan yönlerini alıp hatalarından da ders çıkararak Muhammed’e ve getirdiklerine tabi olun ki kurtuluşa eresiniz.
48) Kimsenin bir diğerinin günahını yüklenemeyeceği, kimsenin kimseye fayda veremeyeceği, kafirler için hiç bir şefaatin kabul edilmeyeceği, azabın şiddetinden kurtulmak için bütün dünya nimetlerini hatta yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye olarak vermek isteseler de kendilerinden kabul edilmeyeceği ve bu azaptan kurtulmak için hiç bir yardımcının da bulunmayacağı bir günden sakının. Ancak Muhammed'e ve getirdiklerine tabi olursanız kurtuluşa erersiniz. O gün yalnız Allah'ın hükmü geçerlidir. Allah’ın razı olduğu kimseler için korkulacak ve üzülecek bir şey yoktur.
|
49) Hani bir zamanlar atalarınızı Firavun ve ordusunun zulmünden kurtarmıştık. Onlar atalarınıza çeşitli işkenceler yapıyorlardı. Firavun gördüğü bir rüyanın yorumundan etkilendiği için yeni doğan erkek çocuklarınızı keserek öldürüyor, kız çocuklarınızı ise hizmetçi, dansöz ve cariye olarak kullanma gayesiyle sağ bırakıyordu. Firavun ve ordusunun size bu şekilde musallat olmaları, Allah’ın bir imtihanıydı.
50) Hani bir zamanlar Musa'nın asasıyla Kızıldeniz’i atalarınız için yararak takip etmekte olan Firavun ve ordusundan kurtarmış, onları yarmış olduğumuz denizi üzerlerine kapatarak atalarınızın gözleri önünde suda boğmuş, cesetlerini de sahile atmıştık.
51) Hani Musa’yı, Tevrat’ı vermek için Tur dağına kırk günlük bir süre için çağırmıştık. Fakat atalarınızın büyük bir çoğunluğu onun ardından hemen, buzağıya tapmaya başladılar. Onlar bu şekilde Allah’tan başka bir varlığa ibadet ederek nefislerine zulmettiler.
52) Allah (c.c.) buzağıya tapanlara gereken cezayı verdikten sonra Allah'ın verdiği nimetleri itiraf etmeleri, karşılığında O’na hamdetmeleri, helal yolda harcamaları ve ibadeti yalnızca Allah'a has kılmaları için tevbelerini kabul edip onları affetmişti.
53) Allah (c.c.) atalarınıza, din ve dünya işlerinde doğru yolu bulmaları için, hakkı batıldan ayıran Tevrat'ı indirmişti
54) Hani Musa (a.s.) Tur dağından döndüğünde kavmini, buzağıya tapar halde bulmuştu ve onlara şöyle demişti: “Ey kavmim! Ben sizi iman üzere bıraktım ve Rabbimin çağrısına icabet ederek kırk günlük bir süre için Tur dağına gittim. Geri döndüğümde sizi şirk içerisinde buldum. Siz Allah’tan başka bir varlığa ibadet etmek suretiyle O’na şirk koşup nefislerinize zulmettiniz. Öyleyse sizi hiçbir örneğe ihtiyaç duymadan yoktan var eden Rabbinize tevbe edin ve bir daha O’na ortak koşmayın. Tevbeniz buzağıya tapmayanların tapanları öldürmesiyle veya nefsinizdeki şirk, küfür, fısk gibi şeytani dürtüleri öldürmekle kabul olur. Bu nefsinize ağır gelse de Allah katında sizin için hayırlıdır. Şüphesiz Allah, kullarının tevbelerini kabul eden, dünyada ve ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir.”
55) Hani bir zamanlar atalarınızdan buzağıya tapmayan seçkin yetmiş kişi, Allah’ın kendilerini affettiğini ve Musa'nın Allah'la konuştuğunu duymak için Musa tarafından Tur’a götürülmüşlerdi. Tur dağına geldikleri zaman üzerlerini bir bulut kapladı. Bunun üzerine hepsi secdeye kapandılar. Sonra Musa Allah ile konuştu. Bu konuşmaları duyan yetmiş kişi: “Ey Musa! Sen Allah'la mı konuştun yoksa başkasıyla mı, bunu biz nereden bilelim? Allah'ı apaçık bir şekilde görmedikçe sana inanmayız." dediler. Bunun üzerine Allah bir yıldırım göndererek onları her biri diğerinin ölümünü gözle görür vaziyette teker teker öldürdü.
56) Allah (c.c.) Musa’nın dua etmesinden sonra belki şükrederler, Allah’ın nimetlerini itiraf ederler, onları helal yolda harcarlar, O’na hamd eder, O’ndan istenmemesi gereken şeyleri bir daha istemezler ve rasullerine zorluk çıkarmazlar diye onları, her biri diğerinin dirilişini gözle görür vaziyette diriltti.
57) Musa (a.s.) atalarınıza Kudüs’e girmelerini emredince onlar: “Orada zorba bir kavim var, biz onlarla savaşamayız, sen ve Rabbin onlarla savaşın.” deme küstahlığını gösterdiler. Allah (c.c.) bunun üzerine onları kırk yıl Mısır ile Şam arasında bulunan Sina (Tih) çölünde kaybolmuş bir vaziyette dolaştırarak cezalandırdı. Bu ağır cezayı haketmiş olmalarına rağmen çölün aşırı sıcağından etkilenmemeleri için üzerlerine ince, beyaz bulutu gölge yaparak kudret helvası da denilen, ağacın üzerine inen “menn” adlı bal gibi tatlı bir sıvı ve “selva” adlı bıldırcına benzeyen ve eti çok lezzetli olan bir kuş verdi. Ayrıca helal ve temiz olan diğer şeylerden yemelerine de izin verdi. Fakat onlar bu nimetlere nankörlük ettiler. Allah’ın emrine uymayıp Rasulüne karşı geldikleri ve verilen nimete nankörlük ettikleri için dünyadaki bu zahmetsiz nimetlerin ve ahiretteki hesabı sorulmayacak rızıkların kesilmesine sebep olarak kendi nefislerine zulmetmiş oldular.
|
58) Hani atalarınız Sina (Tih) çölünde kırk yıllık bir süre geçirince, Allah (c.c.) Musa’dan sonraki nebileri vasıtasıyla onlardan Kudüs’e tekrar girmelerini, oradaki yiyeceklerden bol bol rahat bir şekilde yemelerini, çöldeki meşakkatten kurtardığı için şükür olarak Beytü’l-Makdis’e girerken eğilmelerini ve Allah’tan bağışlanma dilemelerini istemişti. Ancak o zaman günahlarını affedeceğini, her türlü şirk ve günahtan kaçınarak, farz ve nafileleri yerine getirip, Allah’ı görüyormuşcasına ibadet eden, insanlara iyliği emreden, kötülükten alıkoyan, iyi niyetli kimselere kıyamet günü mükafaatlarını fazlasıyla vereceğini bildirmişti.
59) Bütün bu uyarılara rağmen atalarınızın bir kısmı Beytü'l-Makdis'in kapısından kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve “Hıtta: Bizi affet!” yerine “Hınta: Buğday istiyoruz.” diyerek Allah’ın kelamını değiştirdiler ve zalimlerden oldular. Allah (c.c.) da emrine aykırı hareket ettikleri için üzerlerine gökten iğrenç bir azap (taun, ateş, ölüm) indirerek onları helak etti.
60) İsrailoğulları Sina (Tih) çölünde yaşadıkları dönemde susuz kaldılar ve Musa'dan su istediler. Musa da Allah’tan kendilerine su vermesini istedi. Allah Musa’ya bir taş göstererek: “Asanla bu taşa vur.” dedi. Musa o taşa asasıyla vurunca –İsrailoğulları on iki kabileden meydana geldiği için- taştan on iki göze fışkırdı. İzdihama neden olmasın diye her kabileye bir göze verildi ve her kabile kendi gözesini bilerek ondan su içti. Onlara: “Allah’ın helal kıldığı menn, selva, soğuk ve tatlı su gibi rızıklardan yiyip için, helal kıldıklarını haram kılmak suretiyle yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın!” denildi.
61) Hani İsrailoğulları Sina (Tih) çölündeyken Musa'ya: "Ey Musa! Devamlı menn ve selvayı yemek ve aynı suyu içmek bize sıkıntı veriyor. Rabbine dua et de bizim için yerden biten sebzeden, nane, pırasa, havuç, hardal, patates, kereviz gibi baklagillerden, yeşillikten, acurdan, salatalıktan, kabaktan, buğdaydan, arpadan, nohuttan, mercimekten, soğandan ve sarmısaktan versin." demişlerdi. Musa onların Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiklerini görünce: “Siz muhakkak ki Allah'ın şu an size hiç bir zahmete katlanmadan verdiği değerli, hayırlı ve lezzetli nimetleri onlardan daha değersiz ve lezzetsiz olan, yorularak, belki de haram yolla elde edeceğiniz şeylerle değiştirmek isteyen, esareti özgürlüğe tercih eden, düşüncesiz, akılsız kimselersiniz. Mısır'a veya herhangi bir şehre utanç içinde inin, orada bu istediğiniz şeylerden çokça bulabilirsiniz.” dedi. Böyle yaptıkları için üzerlerini zillet kapladı, varlıklı olsalar dahi devamlı muhtaç olarak, düşük bir seviyede, alçaklık ve hakirlik içinde yaşadılar. İsrailoğulları Allah’ın ayetlerini, mucizelerini, delillerini bile bile inkar ettikleri, hükümlerini tatbik etmedikleri, yalnız Allah’a ait olan hak, yetki ve sıfatları başkalarına vererek haddi aştıkları ve Şuayb, Yahya, Zekeriyya gibi masum nebileri vahşice katlettikleri için dünyada öldürülmek, sürgün edilmek, cizye ödemek şartıyla yaşamak, ahirette de büyük azaba uğramak suretiyle gazaba uğradılar
|
62) Muhammed’e (s.a.v.) ve getirdiklerine inananlardan, Muhammed’den önce gönderilmiş olan Musa’ya ve getirdiklerine inanan yahudilerden, İsa’ya ve getirdiklerine inanan hristiyanlardan, sabiilerden veya Muhammed’e ve getirdiklerine inanmadığı halde diliyle inandığını söyleyen münafıklardan her kim Allah'ın uluhiyyet, rububiyyet, isim ve sıfat tevhidine, ahiret gününe ve bu günde gerçekleşecek olaylara şeksiz-şüphesiz iman eder, bu imanın gereklerini yerine getirir, Allah’ın rızasını elde etmek için rasullerin gösterdiği şekilde salih amel işlerse, kıyamet gününde yaptıklarının karşılığını hiç bir eksikliğe uğratılmaksızın alacaktır. O günde onlar için hiç bir korku olmayacak ve dünyada iken kaybettiklerinden dolayı üzülmeyeceklerdir. Çünkü onlar Cennet’e girmişlerdir.
63) İsrailoğulları Tevrat’ın hükümlerini uygulamak üzere Allah’a yemin ederek söz vermişlerdi. Ancak bu hükümler nefislerine ağır gelince onları uygulamayı bıraktılar, Allah da hakka dönmeleri için Tur dağını üzerlerine kaldırarak onları tehdit etti ve şöyle buyurdu: “Eğer Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olup O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak suretiyle dünya ve ahirette Allah’ın azabından korunmak, Allah’tan korkanlardan ve itaat edenlerden olmak istiyorsanız Allah’ın hükümlerine ciddiyetle, kararlı olarak, devamlı surette sımsıkı bağlanın, onları uygulamada tereddüt ve gevşeklik göstermeyin!”
64) İsrailoğulları heva ve heveslerine uyup tekrar sözlerinden döndüler, ancak daha sonra hatalarını anlayıp tevbe ettiler. Allah (c.c.) da kendilerine acıdı, belki aklederler diye fazlından bir ikram olmak üzere azap etmeyip affetti. Eğer affetmeseydi dünya ve ahirette kaybedenlerden, azap içinde helak olanlardan olacaklardı.
65) Ey yahudiler! Muhakkak atalarınızdan cumartesi günü balık avlama yasağına itaat etmeyenleri ve başlarına gelenleri duymuşsunuzdur. Allah (c.c.) onları imtihan etmek için yaşadıkları sahile balıkları cumartesi günleri akın akın gönderiyor, diğer günler ise çok az balık geliyordu. İsrailoğulları’nın bir kısmı akıllarınca hile yaparak ağlarını cuma gününden denize attıp, pazar günü topluyorlardı. Allah, bu şekilde emrine karşı geldikleri için onları iradesi olmayan, sırf midesi için yaşayan, hor, zelil, kovulmuş ve aşağılanmış maymunlara çevirdi. Bu maymunlar, üç gün yaşadıktan sonra üremeksizin öldüler.
66) Allah (c.c.) cumartesi günü balık avlama yasağını çiğneyen İsrailoğullarına verdiği cezayı o an yaşamakta olanlar ve daha sonra gelecek nesiller için bir ibret, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olup, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'ın azabından sakınanlar için de bir öğüt kıldı.
67) Hani bir zamanlar İsrailoğullarından bir kişi yeğeni tarafından, bir an önce mirasına konulmak amacıyla öldürülmüştü de onu kimin öldürdüğü hususunda ihtilaf çıkmıştı. Herkes suçu birbirinin üzerine atıyordu. Sonunda Musa’ya geldiler. Musa (a.s.) katilin bulunması konusunda onlara şöyle dedi: “Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor.” Onlar Allah’ın emirlerine karşı ihlaslı olmadıkları için Musa’nın isteğini kendi istekleriyle alakasız görüp: “Bizimle alay edip eğleniyor musun?” dediler. Musa şöyle dedi: “Benim hakkımda nasıl böyle bir şey düşünebilirsiniz? Ben, Allah adına yalan söyleyen, alay eden, cahil kimselerden olmaktan Allah’a sığınırım.”
68) İsrailoğulları rasulleri Musa’yı zora koşmak amacıyla: “Rabbine dua et de bize onun nasıl bir sığır olduğunu açıklasın.” dediler. Allah: “O, orta yaşta, güçlü, kuvvetli bir sığırdır.” buyurdu. Musa da İsrailoğullarından Allah’ın bu emrini hemen yerine getirmelerini istedi.
69) İsrailoğulları itaatsizliklerine, saygısızlıklarına devam ederek bu kez: “Ey Musa Rabbine dua et de bize sığırın renginin ne olduğunu iyice açıklasın.” dediler. Allah da: “Bakanlara ferahlık veren, koyu sarı bir sığırdır.” dedi.
SAYFA 11
|
70) İsrailoğulları şöyle dediler: “Ey Musa! Bizim için Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu iyice açıklasın. Çünkü bu sayılan vasıflarda bir çok sığır vardır, hepsi de birbirine benziyor. Bu sebeple kesilmesi istenen sığır hakkında daha detaylı bilgi versin, o zaman Allah'ın izniyle sığırı bulup keseceğiz.” İnşaallah dedikleri için Allah sığırı bulmalarına izin verdi.
71) Allah (c.c.) sığır hakkında son olarak şu bilgiyi verdi: "Bu sığır, daha önce sayılan vasıfları üzerinde taşıyan, kendisinde herhangi bir eksiklik bulunmayan, çift sürmemiş, tarla sulamamış ve rengi alacalı olmayan yani her yeri sarı olan bir sığırdır.” Onlar, sanki daha önce nebileri hakkı söylememiş gibi: “İşte şimdi gerçeği getirdin. Bu konuda bir şüphemiz kalmadı." dediler. Bu şekilde gereksiz yere nebilerini sıkıştırdıkları için, başlangıçta herhangi bir sığır kesmeleri yeterliyken, Allah (c.c.) onlara kolay bulamayacakları bir sığır kesmelerini emretti. Nitekim ancak uzun bir müddet aradıktan sonra bu ineği bulabildiler. İneğin sahibi olan kişi olayı fırsat bilerek ineğini, ancak derisini dolduracak kadar altın vermeleri karşılığında onlara sattı. Az kalsın fiyatının pahalılığından dolayı Allah’ın bu emrini yerine getiremeyeceklerdi. Çünkü bu emre hemen itaat etmeyerek, sanki gönülleri yokmuş gibi davranmışlar ve ukalaca sorularıyla kendileri için işi oldukça zorlaştırmışlardı. Fakat en sonunda inşaallah demeleri sebebiyle Allah sığırı bulmalarına izin verdi
72) Hani bir zamanlar atalarınızdan bir kişi miras yüzünden içlerinden birini öldürmüş de katilin kim olduğu hakkında ihtilafa düşülmüştü. Allah onlara, katili bulmaları için, bir sığır kesmelerini emretmişti. Şüphesiz Allah gizlemekte oldukları şeyleri (katili) ortaya çıkarmaya güç yetirendir.
73) İsrailoğulları sığırı kestikten sonra Allah: “O sığırın bir parçasıyla ölüye vurun!” diye emretti. Onlar kendilerine emredileni yapınca ölen kişi dirildi. Kendisini kimin öldürdüğünü haber verdi ve tekrar öldü. Katil de kısas olarak öldürüldü. İşte öldükten sonra insanları tekrar diriltmeye kadir olan Allah düşünüp akletsinler, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınsınlar diye mucizelerini insanlara böyle gösterir.
74) İsrailoğulları bir çok mucizeler görmelerine rağmen yine de azgınlıklarından dönmediler, küfür ve şirklerinde inat ettiler, böylece kalpleri katılaştı. Bu gibi kimselerin kalplerine artık iman giremez. Çünkü onların kalpleri katılık bakımından taştan daha da sert bir hale gelmiştir. Halbuki öyle taşlar vardır ki Allah onlardan nehir çıkarır, öyle taşlar vardır ki içlerinden su fışkırır, öyle taşlar da vardır ki Allah korkusundan düşüp paramparça olurlar. Nitekim yüce Allah tecelli ettiği zaman Tur dağı dehşetten paramparça olmuştur. Taşlar bile O’nun korkusundan dehşete kapılıp Allah'a itaat ederken, kalplerindeki katılık sebebiyle onlar taştan daha sert kesilmişler, imanın lezzetini hissetmez olmuşlar ve Allah'ın emirlerine karşı gelmişlerdir.
75) Ey iman edenler! Siz yahudilerin sizin iman ettiğiniz gibi iman etmelerini mi arzuluyorsunuz? Onlardan bir grup Allah’ın Tevrat’taki (recim, Rasulullah’ın sıfatları gibi) ayetlerini, duydukları, manalarını kavradıkları, ona karşı gelmenin küfür olduğunu bildikleri halde sırf dünyevi menfaatler elde etmek amacıyla gizlerler, onları manalarını saptırmak ya da bizzat değiştirmek suretiyle tahrif ederler.
76 Yahudilerden münafık olanlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman: "Biz de sizin gibi Muhammed'in getirdiklerine iman ettik." derlerdi. Akıl hocaları veya ileri gelenleri onlarla başbaşa kaldıklarında, onlara: "Siz ne yapıyorsunuz, Tevrat’ta geçen Muhammed’in vasıflarını ve ona uymanız gerektiğine dair emirleri, evli kişilerin zina cezasının recim olduğunu vb. şeyleri niçin anlatıyorsunuz. Onların bu bilgilerden haberleri yok. Eğer böyle yaparsanız Allah bunları sizin aleyhinize delil olarak getirir, hiç düşünüp akletmiyor musunuz?” diye nasihat ederlerdi.
SAYFA 12
|
77) Yahudiler Tevrat'taki hakikatleri açıklasalar da açıklamasalar da muhakkak ki Allah onları bilir. Çünkü Allah (c.c.) gizli-açık her şeyi bilen ve hesabı en iyi görendir. Kainatta hiç bir şey O'ndan gizli değildir.
78) Yahudiler iki kısımdı. Bir kısmı alimlerdi. Bunlar dünya menfaati için Allah'ın ayetlerini gizlemiş, manalarını saptırmış, onları değiştirmişlerdi. Büyük bir çoğunluğu da Tevrat’ı okuyup-yazamayan veya okuduğunu anlayamayan ümmiler oluşturuyordu. Bunlar alimlere körü körüne itaat ederlerdi. Alim taslakları ümmilere: “Sizler Allah’ın sevgili kullarısınız, bir kaç günden fazla cehennemde kalmazsınız…” vb. sözler söyleyerek onları kandırır, boş yere ümitlendirirlerdi. Oysa bu zandan ve iftiradan başka bir şey değildi.
79) Yahudi alimleri, üç kuruşluk dünya menfaati için Tevrat'ın hakikatlerini heva ve heveslerine uygun olarak yazdıkları sözlerle değiştirmişler ve ümmilere: “Bunlar Allah katındandır, bunlara uymanız gerekir.” demişlerdir. Oysa dünya metaı ne kadar çok olursa olsun ahiret metaı yanında bir hiç mesabesindedir. Onlar için ahirette çok büyük bir azap vardır. Elde ettikleri mallar onları cehennem azabından kurtaracak değildir.
Veyl: Cehennem ehlinin kan ve irinlerinin aktığı, dünyanın bütün dağlarını eritebilecek sıcaklıkta, içine düşen kafirin kırk senede dibine ulaşabileceği derinlikte, cehennemde bir vadidir. Bu kelime aynı zamanda helak olma, yok olma, rezillik, rüsvaylık anlamlarına da gelir.
80) Yahudilerin Alim taslakları cahil mukallidlere, hiç bir delile dayanmaksızın: “Bizler Allah’ın sevgili kullarıyız. 7 veya 40 gibi sayılı günlerin dışında cehennem azabı bize dokunmayacaktır.” derlerdi. Ey Muhammed onlara de ki: “Allah bu konuda size hiç bir söz vermemiştir. Şayet vermiş olsaydı Allah muhakkak sözünü yerine getirirdi. Siz geçerli bir delile dayanmaksızın böyle bir iddia ileri sürerek Allah’a iftira etmektesiniz.”
81) Şu açık bir gerçektir ki; her kim şirk ve günah işler de bunlardan dolayı sıkıntı duyup tevbe etmezse bu kötü ameller o kişinin kalbini çepeçevre kuşatır. Sonuçta bu kalbe ne iman girer ne de şirk o kalpten çıkar. Tevbe etmeden bu hal üzere ölen kimse ateş ehlidir, orada sonsuza kadar kalacaktır.
82) İman edilmesi gereken şeyleri kalple tasdik edip dil ile ikrar eden, imanının gereği Allah rızası için ve Allah'ın istediği şeklide salih amel işleyen ve imanı bozacak her türlü söz ve hareketten uzak duran kimseler cennet ehlidirler. Onlar Cennet nimetleri içerisinde sürekli kalacaklardır.
83) Allah (c.c.), Musa’ya Tevrat’ı indirdiği ve Tur dağını İsrailoğullarının üzerine kaldırdığı zaman, İsrailoğullarından, yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiç bir şeyi şirk koşmayacaklarına, Allah’tan başka ibadet edilenleri reddedeceklerine, anne ve babaya, yakınlara, küçükken annesi ve babası ölmüş yetimlere, hiç bir şeyi olmayan ve üstelik insanlardan istemeye de çekinen miskinlere iyilik yapacaklarına, onlara karşı alçak gönüllü olacaklarına, bütün insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak güzel söz söyleyeceklerine, kafir olsalar bile Allah’a, Rasulüne ve İslam’a savaş açmayan kişilere iyi davranacaklarına, onların haklarını vereceklerine ve namazı rükun ve şartlarını yerine getirerek huşu içerisinde, devamlı kılacaklarına, zekatı hakkıyla vereceklerine dair yeminle destekleterek söz almıştı. İçlerinden pek azı müstesna çoğu sözlerinde durmadılar. Rasulullah zamanında Abdullah b. Selam ve arkadaşları dışında çoğunun haktan yüz çevirmeleri, günümüzde de onların torunlarının hala yüz çevirmeye devam etmeleri onların atalarının genel karekterini sergilemeye devam ettiklerini gösterir.
SAYFA 13
|
84) Allah (c.c.) İsrailoğullarından, kendileriyle aynı dine mensup kimselerin kanlarını, öldürmek ve yaralamak suretiyle akıtmayacaklarına ve birbirlerini zorla yurtlarından sürgün edip çıkartmayacaklarına dair yeminle destekleterek söz almıştı. İsrailoğulları bu sözü bilerek kabul ettiler ve dilleriyle de açıkladılar. Üstelik onlar Allah'a bu sözü verirken birbirlerine şahit idiler. Yahudiler, atalarının vermiş olduğu bu söze bugün de şahitlik etmektedirler.
85) İsrailoğulları, birbirlerini öldürmeyeceklerine dair Allah'a söz vermelerine rağmen yine de birbirlerini haksız yere öldürdüler ve içlerinden bir grubu kıskançlıkla, zorla sürgün ederek yurtlarından çıkardılar, haram olduğunu bildikleri halde birbirlerine saldırdılar ve haksız yere saldıranları desteklediler. Kendi esirlerini Allah'ın emri diye yüksek fiyatla dahi olsa fidye vererek kurtardılar. Aslında bunları esir etmeleri ve yurtlarından çıkarmaları zaten helal değildi. Bunu yapmakla Tevrat’ın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar etmiş oldular. İman ettikleri şey; esirlerin fidye ile kurtarılması, dilleriyle ikrar ettikleri halde pratikte reddettikleri ise; birbirlerini öldürmemeleri ve yurtlarından çıkarmamalarına dair emir idi. Kim, şahitlik ettiği halde Allah’ın hükümlerinin bir kısmını tatbik eder, bir kısmını tatbik etmezse, hem dünyada onursuzluk, alçaklık ve zillet altına düşer, hem de kıyamet gününde şiddetli bir azaba uğrar. Allah her şeyi bilir, hiç bir şeyden habersiz değildir. Herkes yaptığının karşılığını zerre kadar haksızlığa uğratılmaksızın görür.
86) Allah’ın hükümlerinin bir kısmını tatbik edip, bir kısmını tatbik etmeyenler, baki olan ahirete karşı fani olan dünya hayatını satın almış kimselerdir. Onlar dünya hayatının geçici mutluluğunu tatsalar bile ahirette gittikçe artan bir azab içerisinde sürekli kalacaklar, kendilerini azaptan kurtaracak hiç bir yardımcı da bulamayacaklardır.
87) Allah (c.c.) Musa'ya Tevrat'ı vermiş, daha sonra İsrailoğullarından bir çok nebi ve rasuller göndermiştir. İsrailoğullarından gönderilen son rasul, babasız olarak dünyaya gelen Meryem oğlu İsa’dır. Allah (c.c.) ona, peygamberliğine delil olarak ölüleri diriltme, hastaları iyileştirme gibi bir takım mucizeleri ve İncil’I vermiş, onu Cibril, ilahi ilham ve katından bir kuvvet ile desteklemiştir. Onun ruhunu takdis edip arındırmıştır. Doğumunda şeytan ona yaklaşamamış, İsrailoğulları onu öldürmek istediklerinde Allah onu semaya kaldırmıştır. İsrailoğulları nefislerinin hoşuna gitmeyen şeyler getirdikleri için nebi ve rasullere tabi olmadılar, kibirlenerek yüz çevirdiler, İsa, Muhammed gibi bir kısmını yalanladılar, Şuayb, Zekeriyya, Yahya gibi bir kısmını da öldürdüler. Nitekim Yahudiler de atalarının yolunu takip edip Muhammed’i (s.a.v.) yalanladılar, hatta öldürmek istediler. Rasulullah’a sihir yaptılar, zehirli koyun etinden yedirdiler, suikast düzenlediler. Allah (c.c.) Rasulünü korudu.
Rasul: Kendisine bir şeriat ve tebliğle yükümlü olduğu bir emir vahyedilen kimsedir.
Ruhu’l-kudüs: Temiz ruh, ilahi ilham demektir. Cibril, Allah’ın yarattığı ruhlardan bir ruhtur. Ona bu ismin verilmesi, Allah’tan getirdiği vahyin kalpleri canlandırıp hayat vermesidir.
88) Yahudiler Rasulullah'a dediler ki: "Bizim kalplerimiz kapalıdır, üzerinde örtüler, perdeler vardır, anlattığın şeyleri anlayamıyoruz. Bizim bildiklerimiz bize yeter, senin getirdiklerine ihtiyacımız yoktur." Allah'ın ayetlerini reddedip bağlanmadıkları için Allah da onlara lanet etti, rahmetinden uzaklaştırdı, her türlü hayırdan uzak tutuldular. Abdullah b. Selam ve arkadaşları müstesna artık onların çoğu Muhammed’e ve getirdiklerine iman etmezler. Onlar Tevrat’ın nefislerinin hoşuna giden hükümlerine iman ediyor, nefislerinin hoşuna gitmeyen hükümlerini ise dilleriyle kabul ettiklerini söyledikleri halde pratikte uygulamayarak inkar ediyorlardı.
SAYFA 14
|
89) Allah (c.c.) İsrailoğullarına Tevrat'ı indirmişti. Tevrat’ta ileride bir rasul geleceği bildirilmekteydi. Bu yüzden yahudiler gelecek olan bu rasulü beklemekteydiler. Hatta müşriklere; gelecek olan bu rasulün yardımıyla onları yeneceklerini söylemekte ve bu rasulün bir an önce gelmesi için Allah’a dua etmekteydiler. Rasulullah (s.a.v.) Tevrat’ın ve İncil’in içerisindeki hakikatleri tasdik edici olarak Kur’an’la geldiğinde, sırf kendi toplumlarından gelmediği için hasetlerinden ve reislik sevgilerinden dolayı ona iman etmeyip reddettiler, Allah’ın rahmetinden uzaklaşıp, gazaba uğradılar. Allah’ın laneti böyle kafir kimselere şiddetli olur.
Lanet: Kovmak, uzaklaştırımak anlamındadır. Kafirler için rahmet ve ikramdan uzaklaştırılmak, günahkar mü’minler için ikramdan uzaklaştırılmak manalarına gelir. Kafir ve günahkar mü’minler için genel olarak lanet etmek caiz ise de bunu özelleştirmek bazı alimlere göre caiz, bazılarına göre caiz değildir. Lanet edilen kişi lanete müstehak değilse lanet, lanet edene geri döner. Lanet edilen eşya, mal, hayvandan bereket gider. Bu yüzden dili lanete alıştırmamak gerekir.
90) Yahudiler, yanlarında bulunan Tevrat’ta vasıflarını okudukları ve yakın tarihte geleceğini çok iyi bildikleri rasulü ve getirdiği Kur’an’ı, sırf kendi kavimlerinden değil de araplardan geldiği için hased ve zulümle inkar ettiler. Böylece nefislerini küfür karşılığında şeytana satmış oldular. Bu yüzden Allah da onları gazaba uğrattı. Nitekim onlar daha önce de ataları buzağıya taptıkları, İsa'yı inkar ettikleri, Uzeyr’in Allah'ın olduğunu iddia ettikleri, Allah'ın eli sıkıdır…vb. şeyler söyledikleri için gazaba uğramışlardı. İşte yahudiler gibi hakkı reddeden kimselerin cezası dünya hayatında zelil olmak, ahirette ise onur kırıcı, küçük düşürücü, alçaltıcı ve can yakıcı azaba uğramaktır.
91) Yahudilere: “Allah’ın, yanınızda bulunan Tevrat’taki hakikatleri doğrulayıcı olarak indirdiği İncil’e ve Kur'an'a iman edin!” denildiği zaman: “Biz ancak bize indirilen Tevrat’a inanırız.” derlerdi. Tevrat’tan sonra gelen İncil ve Kur’an’ı ise inkar ederlerdi. Halbuki ikisi de beraberlerinde bulunan Tevrat’ın hakikatlerini doğrulayıcıdır. Onlara de ki: “Siz gerçek manada Tevrat’a inanmıyorsunuz. Atalarınız da inanmıyordu. Gerçek manada iman etmedikleri için gönderilen nebi ve rasulleri haksız yere öldürüyorlardı.”
Allah (c.c.) bir çok ayetinde Rasulullah (s.a.v.) zamanında yaşayan yahudilere hitap ederek atalarının geçmişte yapmış oldukları suçları ve başlarına gelen cezaları hatırlatıyor. Bu hatırlatmalardaki amaç, bu olaylardan ibret alıp Muhammed’e (s.a.v.) iman etmeleridir. Atalarının suçlarına razı olan yahudiler tıpkı o suçu işlemiş gibidirler.
92) Musa (a.s.) İsrailoğullarına; asa, kıtlık yılları, elinin beyazlaşması, her tarafı kan gölüne çevirmesi, tufan, gökten çekirgeler, haşeratlar, kurbağalar indirmesi, denizin yarılması gibi mucizeler, Tevrat ve ondaki açık belgelerle gelmişti. Ne zaman Allah’la buluşmak üzere kırk günlüğüne Tur dağına gitti hemen buzağıyı ilah edindiler, böylece Allah’ın gazabına uğrayarak nefislerine zulmettiler.
93) Hani bir zamanlar Allah (c.c.) Musa’ya itaat etmeleri ve Tevrat’ın hükümleriyle amel etmeleri için İsrailoğullarından yeminli söz almış, üzerlerine de Tur dağını kaldırmıştı. İman etmemekte diretselerdi Tur dağı üzerlerine inecekti. Allah (c.c.) onlara şöyle buyurdu: “Size vermiş olduğum Tevrat’a dikkatle, tam bir ciddiyet ve kararlılıkla sarılın, hükümlerini kabul ve itaat etmek niyetiyle dinleyin ve onlara zahiren ve batınen teslim olun!” Onlar da: “İşittik, anladık, kabul ettik.” dediler, fakat bu söylediklerini hareketleriyle yalanladılar. Dilleriyle ikrar edip, hareketleriyle yalanladıkları için Allah onların kalplerine buzağı sevgisini yerleştirdi. Boyanın elbiseye sirayet ettiği gibi buzağı sevgisi de onların kalplerine nüfuz etmiş ve iliklerine kadar işlemişti. Bu yüzden kalpleri buzağı sevgisinden başka bir şey hissetmez oldu. Ey Muhammed de ki: “Ey Yahudiler! Siz gerçek manada iman etmiş değilsiniz. Atalarınız da öyleydi. Çünkü gerçek manada iman etmiş olsalardı imanları onları böyle kötü bir amele sevketmezdi.”
SAYFA 15
|
94) Ey Muhammed de ki: "Ey Yahudiler! Allah'ın sevgili kulları olduğunuz için ahiret yurdu olan cennetin sadece sizlere ait olduğu, sizden başka kimsenin oraya giremeyeceği iddianızda samimi iseniz o halde hemen ölümü isteyin de dünya ile kıyaslanamayacak güzellikte olan cennete girin.” Gerçek mü’minler Allah yolunda şehid olup cennete girmeyi arzu ederler.
95) Yahudiler her nekadar kendilerinin cennet ehli olduklarını, cehennemde sayılı günler dışında kalmayacaklarını iddia etseler de, Rasulullah’ı ve Kur’an’ı inkar etmek, Tevrat’ı tahrif etmek gibi işledikleri günahlar ve küfürler sebebiyle cehenneme gireceklerini bilirler ve bu yüzden ölümü asla temenni etmezler. Allah, hakkı bildikleri halde gizleyenleri, iman etmeyenleri, imanı dünya hayatına değişenleri, hakka davet eden kimselere eziyet edenleri ve hakkın yayılmasına çalışanları çok iyi bilir ve zalim olanların cezasını er geç mutlaka verir.
96) Ey Muhammed! Andolsun ki sen Yahudileri hayata bağlılıkları konusunda tüm insanlardan hatta Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen müşriklerden ve mecusilerden bile daha düşkün görürsün. Yaşamak için her şeylerini feda ederler. Yahudi, müşrik ve mecusilerden bin yıl yaşamak isteyenler vardır. Bunu istemekle azaptan kurtulacaklarını düşünürler. Halbuki sonunda ölecek ve azaba uğratılacaklardır. Allah kişinin yapmakta olduğu gizli-açık tüm amellerini bilmektedir ve karşılığını muhakkak verecektir.
97) Yahudilerin inançlarına göre Cibril yahudi düşmanıydı, onlara azap etmek için gelirdi. Mikail ise rahmet meleğiydi, onlara bollukları indirirdi. Yahudiler Rasulullah’a vahyi Cibril’in getirdiğini bahane ederek onu inkar ettiler. Ey Muhammed! Yahudilere de ki: “Kim Cibril’e düşmanlık ediyorsa onun için azap vardır. Cibril, Allah’ın izni, iradesi ve bilgisiyle, önceki çağlarda indirilen Tevrat’ı ve İncil’i tasdik edici, iman etmek isteyen kimseler için hidayet rehberi olan, iman edenleri cennetle müjdeleyici, inkar edenleri cehennemle korkutucu olan Kur’an’ı, aklın, ilmin ve bilgileri telakki etmenin yeri olan kalbime, idrakime indirmiştir.”
98) Her kim ibadeti hak eden yüce varlık olan Allah’a, Allah’ın emirlerini yerine getiren meleklere, Allah’tan Cibril vasıtasıyla gelen vahyi insanlara bildiren, iman edenleri cennetle müjdeleyen, inkar edenleri cehennem azabıyla korkutan nebi ve rasullere, meleklerin büyüklerinden olan vahiy meleği Cibril’e ve rahmet meleği Mikail'e düşman olursa, Allah da bu gibi kafirlerin düşmanıdır. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
99) Andolsun Allah (c.c.), rasulü Muhammed’e apaçık ayetler, işaretler, mucizeler indirmiştir. Bu hakikatlere yahudi alimleri şahittirler. Kur'an'ın apaçık olan bu hakikatlerini ancak tabiatı bozuk ve haktan uzak olan, küfürde inat edip ilahi sınırlardan çıkan fasıklar inkar eder.
100) Yahudiler apaçık ayetleri inkar etmelerinin ardından her ne zaman yeni bir ahidle bağlanıp söz verecek olsalar, içlerinden büyük bir grup verdikleri ahdi, hevalarına ve menfaatlerine zıt geldiği için hemen bozarlar. Zaten onların çoğu Tevrat’ın hükümlerine ve ahde vefa göstermenin gerekliliğine iman etmezler. Yahudiler, Allah’ın emirlerine uyacaklarına, Tevrat’la amel edeceklerine, Tevrat’ta gönderileceği bildirilen rasule iman edip destekleyeceklerine, onun aleyhinde kimseye yardım etmeyeceklerine dair söz verdikleri halde, sırf kendi toplumlarından gelmedi diye haset edip Rasulullah’a (s.a.v.) iman etmediler, üstelik Rasulullah’la aralarındaki anlaşmaya rağmen Hendek muharebesinde onun aleyhine Kureyş’e yardım ederek sözlerini de bozdular. İçlerinden Abdullah b. Selam ve arkadaşları gibi pek az kimse dışında kimse iman etmedi.
101) Yahudiler Tevrat'ta Rasulullah'ın vasıflarını okumuşlardı ve onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı. Rasulullah onlara Tevrat'ın hakikatlerini tasdik edici olarak geldiği zaman büyük bir kısmı tanımıyorlarmış gibi davrandılar, böylece Tevrat’ın bu konu ile ilgili hükümlerini pratikte uygulamadılar. Süfyan b. Uyeyne der ki: “Onlar bu kitabı ipeklere, atlaslara sarıp sarmaladılar. Altın ve gümüşle süslediler, fakat helalini helal, haramını haram bilmediler.”
SAYFA16
|
102) Yahudiler, Tevrat’ın içindeki gerçekleri bırakıp şeytanların Süleyman’ın hükümdarlığı, şeriat ve risaleti hakkında uydurdukları şeylere tabi oldular. Süleyman, Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ eden bir rasuldü ve sihir yaparak kafir olmamıştı, mülkünü de şeytanların iddia ettiği gibi sihir yoluyla elde etmemişti. Fakat şeytanlar sihri yaparak kafir olmuş ve insanlara da öğreterek onları bu çirkin ameli işlemeye teşvik etmişlerdi. Şeytanlar, insanları imtihan etmek için Irak’ın Babil şehrine indirilmiş iki melek vye iki azgın melik olan Harut ve Marut’un öğrettikleri sihri insanlara öğretiyorlardı. Oysa Harut ve Marut insanlara: “Muhakkak ki biz Allah katından kulları imtihan için gönderilmişiz, sihri hakkı batıldan yani mucize ile sihri birbirinden ayırmanız için öğretiyoruz, sakın sihir yaparak kafir olmayın!” demedikçe sihirden hiç bir şey öğretmezlerdi. Babil halkı o ikisinden, kendisiyle karı ile kocanın arasını ayıracakları, insanlar arasına kin ve düşmanlık sokacakları şeyler öğreniyorlardı. Fakat yaptıkları bu sihirle Allah’ın izni, dilemesi, kaderi, kazası ve kudreti olmadıkça kimseye zarar veremezlerdi. Şüphesiz sihir yapanın dünya ve ahirette bir kazancı olmadığını çok iyi biliyorlardı. Onlar şeytana uyarak sihir yapmakla nefislerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu, dünya ve ahirette başlarına gelecek cezanın ne olduğunu gerçek manada bilselerdi bunu yapmazlardı.
Sihir: Kaynağı latif ve sebebi gizli olduğundan hakikatın tersine hayal edilen, insanların gözlerini, ruhlarını veya bedenlerini etkileyen, yaldızlı, aldatıcı herhangi bir şeydir. Bazı alimler sihri üç temele dayandırır: 1- Asılsız kuruntular ve korkular ile nefisleri baskı altına almak. (7/116) 2- Canlıların bedenleri üzerinde etkili olabilen hayvan ve madenleri kullanmak. 3- Gizli ve hızlı hareketlerle göz boyayıcılığı yapmak. (20/66) Bazı kuşların isimlerini veya seslerini uğurlu veya uğursuz saymak, uğura ve uğursuzluğa inanmak, kumda çizgiler çizmek suretiyle fala bakmak, yıldız falına bakmak, düğüm düğümleyip ona üfürmek de bir çeşit sihirdir. Kim sihir yaparsa Allah’a şirk koşmuş olur. Sihri sihirle bozmak caiz değildir, fakat sihri ilaçlarla, mübah dualarla veya Kur’an-ı Kerim’le bozmak caizdir. Süleyman (a.s.) döneminde sihir ile mucize birbirine karıştığı için yapmamak şartıyla sihri öğrenmeye izin verilmişti. Fakat Rasulullah’ın (s.a.v.) şeriatında bu yasaklanmıştır. Sihri öğrenmek de öğretmek de küfürdür.
103) Sihri öğrenip yapan kimseler, Allah'a gerçek manada iman edip, O’na karşı sorumluluklarının bilincinde olsalar, O’nun emrettiklerini yerine getirip yasakladıklarından kaçınmak suretiyle O’nun azabından sakınsalardı o sihri öğrenip yapmayı istemezler ve Allah’ın kendilerine ahirette vereceği hayrı tercih ederlerdi. Fakat bu kimseler bunu düşünüp idrak edemeyecek kadar düşüncesiz kimselerdir.
104) Ey iman edenler, Yahudilerin, Rasulullah'ı aşağılamak amacıyla kullandıkları “Raina: Ne konuştuğumuzu anlaman için bize kulak ver, sen bizi dinle biz de seni dinleyelim, kulağını bana ver işitmeyesice, kulağını sadece bize ver başka şeyler dinleme." kelimesini kullanmayın, bunun yerine manası saptırılamayan “Unzurna: Bize söylediğini anlamamız için bize bak, bizi gözet, anlamamız için bize açıkla, bizi kolla, bize fırsat ver, bize karşı tahammüllü ol." kelimesini kullanın. Allah’ın emirlerini dinleyin, pratikte onları hayatınıza aktarın. Kafirlere benzemeyin, onların sözlerini, adetlerini taklit etmeyin. Allah’ın emirlerine itaat etmeyip, kafirlere benzeyen kimseler için ahirette çok şiddetli bir azap vardır.
İslam dini seddü’z-zerai denilen kaide gereği kötülüğe giden bütün yolları kapatmıştır.
105) İster Yahudi ve Hristiyanlar gibi kitap ehlinden isterse müşriklerden olsun, kafirler söz ve hareketleriyle zahiren mü’minler için hayır istiyorlarmış gibi görünseler de aslında mü’minlere Allah katından en ufak bir hayrın dahi gelmesini istemezler. Onların kalplerinde daima mü’minlere karşı kin ve hased vardır. Allah dilediği kuluna risalet verir, dilediği kulunu derecelerle yükseltir, dilediğini de dilediği hayırlarla mükafatlandırır. O, ancak hakeden kullarına katından büyük rahmet, ikram ve fazilet ihsan eder.
SAYFA 17
|
106) Allah (c.c.) bir ayetin hükmünü, onun tilavetini kaldırmayıp hükmünü değiştirerek veya o ayetin hükmünü değiştirmeyip aynen bırakarak veya Rasulüne unutturarak kaldırabilir veya nüzulünü geciktirebilir ve yerine ondan daha hayırlısını, daha kolay, menfaati bol ve sevabı çok olanını veya onun bir benzerini indirebilir. Allah insanların maslahatını onlardan daha iyi bildiği için onların maslahatı icabı helal ve haram hükümlerini istediği gibi değiştirebilir. O, herşeye gücü yetendir. Geçmiş ümmetler hakkındaki haberlerde, gelecekte olacak olaylara dair haberlerde, hareket metodu ve akaidle ilgili konularda nesh olmaz. Nesh ancak helal ve haram konularında olur. Nesh konusunda ulema arasında ihtilaf vardır. Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılmadıkça neshin tarifindeki ihtilaftan dolayı neshi inkar etmek küfür değildir. Bazı alimler ayette kastedilen neshin, Kur’an’ın Tevrat’ın hükümlerini neshetmesi olduğunu söylerler.
107) Ey Mü’minler! Şunu iyi bilin ki yedi yerler, yedi gökler ve içerisindekilerin hiçbir örneğe ihtiyaç duymaksızın yaratanı ve sahibi Allah'tır. O bütün bunları dilediği gibi yönetme hakkına sahiptir ve herşey O’nun hükmü altındadır. Göklerde nasıl yalnız O’nun kanunları geçerliyse yeryüzünde de ancak O’nun kanunları geçerlidir. Yaratma işinde ortağı olmadığı gibi hüküm verme işinde de ortağı yoktur. Hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Kullar Allah’ın hükmüne aykırı hüküm veremezler. Kim Allah’tan başkasının hükmüne itaat ederse kendisini dünya ve ahiret azabından kurtaracak bir dost ya da yardımcı bulamayacaktır.
108) Ey insanlar! Yoksa siz daha önce İsrailoğullarının Musa'dan Allah’ı apaçık görmeyi istemeleri gibi size rasul olarak gönderilen Muhammed’den yersiz isteklerde mi bulunacaksınız? Her kim Allah’ın rasulüne karşı gereken edebi takınmayarak imanın gereklerini yerine getirmez de küfrü imana tercih ederse, o kimse Allah’ın yegane doğru yolu olan İslam’dan sapmış olur.
109 Yahudi ve Hristiyanların çoğu, üzerinde bulundukları yolun hak olduğunu bildikleri ve gelen rasulü çok iyi tanıdıkları halde sırf kötü tabiatlarından ve kendilerine olan hasedlerinden dolayı, mü’minlerin imandan sonra küfre dönmelerini aşırı bir şekilde arzu ederler. Ey iman edenler! Allah (c.c.) ehli kitap hakkındaki -öldürülmeleri veya cizye vermeleri şartıyla müslümanların hükmü altına girmeleri şeklindeki- hükmünü getirinceye kadar şimdilik onların eziyet ve kötü düşüncelerini affedin, intikam almayın, ayıplamaktan ve kınamaktan yüz çevirin, onları görmezlikten gelin. Fakat asla küfürlerine rıza göstermeyin. Onların küfür ve zulümlerine karşı koyabilecek gücü oluşturun. Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir. Hiçbir şey O’na ağır gelmez.
110) Namazı rükun ve şartlarını yerine getirirek, huşu içerisinde devamlı kılın. Zekatı Allah'ın ve Rasulünün belirlediği miktarda ve zamanda gerekli yerlere verin. Dünyada iken yaptığınız hayır ve şer amelin karşılığını zerre miktarı haksızlığa uğratılmaksızın ahirette alacaksınız. Çünkü Allah gizliyi de açığa vurulanı da en iyi bilen, gören ve adaletle hesaba çekendir.
111) Yahudi ve Hristiyanlar Tevrat ve İncil'deki hakikatleri görmezlikten gelirler; Beni Kureyza Yahudileri sadece Yahudilerin, Necran Hristiyanları ise sadece Hristiyanların cennete gireceğini -geçerli hiçbir delile dayanmaksızın- iddia ettiler. Bu onların kuruntularından, düşüncelerinden, boş ve asılsız iddialarından ibarettir. Ey Muhammed! Onlara de ki: “İddianızda samimi iseniz geçerli bir delil getirin.”
112) Hayır, Yahudi ve Hristiyanların iddia ettikleri gibi değil! Aksine her kim amellerini yalnızca Allah rızası için ve Allah'ın rasullerinin gösterdiği şekilde yapar ve kendini tüm azalarıyla birlikte Allah’a teslim ederse onlar için Rableri katında büyük mükafaat olan Cennet nimetleri vardır. Onlar için ahirette bir korku, bir endişe de yoktur. Üstelik onlar Rableri tarafından kendilerine verilecek mükafatlarla sevinç içinde yaşayacaklar, dünyada iken kaybettiklerinden dolayı hiçbir üzüntü duymayacaklardır.
SAYFA 18
|
113) Yahudi alimleri: “Hristiyanlar din hususunda doğru bir esas üzerinde değildir.” dediler. Necran Hristiyanları da: “Yahudiler güvenilir bir esas üzerinde değildir.” dediler. Halbuki her iki taife de kitaplarında, gelen rasullere ve onlara indirilenlere iman etmek gerektiğine dair haberleri okumuş ve öğrenmişlerdi. Cahil arap müşrikleri de Rasulullah’ı (s.a.v.) inkar ederek müslümanların bir esas üzerinde olmadığını söylediler. Yahudi, Hristiyan ve Müşrikler hiç bir delile dayanmaksızın sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ederek aralarında gereksiz yere ihtilafa düşmektedirler. Allah ihtilaf ettikleri konularda ahirette hüküm verecek ve hepsini Cehenneme atacaktır.
114) Yalnızca Allah'a ibadet etmek amacıyla kurulan mescitlerde Allah'ın dininin yüceltilmesini engelleyen, mü’minlerin Allah'ın hükümlerini açık bir şekilde anlatmalarına engel olandan daha zalim kim olabilir? Mü’minler bu mescitlere sahip çıktıklarında o zalimler korkularından bir daha oralara ayak basamayacaklardır. Bu zalimler mescitleri onarıp süsleseler de Allah’ın dininin yüceltilmesine engel oldukları müddetçe dünyada (öldürülme, esir edilme, cizye ödeme) zillet içinde ahirette de çok büyük bir azap içinde olacaklardır.
115) Doğusuyla batısıyla bütün yeryüzü Allah’ındır ve mü’minlere mescit kılınmıştır. Bundan dolayı kabir ve hamamlar dışında nerede ibadet etmek isterseniz edebilirsiniz. Allah’ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, cömertliği bütün kainatı, ilmi bütün ilimleri, kudreti bütün kuvvetleri ihata eden, mağfireti geniş olan, kullarına lütfuyla ihsan eden, bununla birlikte muhtaç olmayan, kullarının gizli veya açık bütün yaptıklarını ve söylediklerini bilen ve hesaba çekendir.
İbn Atıyye ve Ebu’l-Meali “Allah’ın yüzü oradadır” dan kasıt kıblesidir demiştir. Kelbi ve Kutebi Allah’ın ilmi ve iradesiyle her yerde olduğunu söylemiştir. İbn Abbas kastedilen Allah’ın zatıdır, demiştir. İbn Furek ise Allah’ın varlığı kastedilmektedir demiştir. Bazıları kastedilen Allah’ın rızasıdır demişlerdir. Selef uleması ise “vech: yüz” sıfatı ve benzeri isim ve sıfatlara teşbih (mahlukata benzetmek), te’vil (saptırmak), ta’til (iptal etmek), tekyif (nasıllık) ve temsil (örneklik) getirmeksizin iman ederler, hiçbir yorum getirmezler
116) Yahudiler: “Uzeyr Allah'ın oğludur”, Hristiyanlar: “Mesih Allah'ın oğludur”, Müşrikler: “Melekler Allah’ın kızlarıdır” diyerek Allah hakkında iftirada bulundular. Allah bütün noksan sıfatlardan ve mahlukata benzemekten yücedir. Çünkü bunlar yaratılmış varlıklardır. Allah ise göklerin yerin ve bu ikisi arasındakilerin yaratıcısıdır. Yaratıcıyla yaratılan ayrı ayrı varlıklardır. Bu nedenle kainattaki her şeyin Allah’ın bir parçası olduğunu kabul eden Vahdeti vücud inancı İslam akidesine ters düşmektedir.
117) Allah, gökleri, yerleri ve içindekileri hiçbir örneğe ihtiyaç duymaksızın, en güzel şekilde yoktan var etmiştir. Bir şeyin olmasını dilediği ve hükmettiği zaman ona "ol" der, o şey hemen oluverir. Bu şey ister mevcut olsun, isterse mevcut olmasın Allah için farketmez.
118) Cahil Arap müşrikleri, Yahudiler ve Hristiyanlar Rasulullah'a: "Allah meleklerle ve Musa ile konuştuğu gibi bizimle de konuşsa veya bize senin Allah’ın Rasulü olduğunu ispat eden mucize getirse de sana inansak.” dediler. Onlar Rasulullah’ı zor durumda bırakmak için bu tür isteklerde bulunmuşlardı. Tıpkı kendilerinden önceki Yahudi ve Hristiyanların rasullerini zor durumda bıraktıkları gibi. Bu yüzden kalpleri katılık ve inatta birbirine benzedi. Allah (c.c.) ayetlerini ancak tabiatı temiz, hakkı isteyen, heva ve hevesine uymayan, hakka kesin olarak iman eden kimseler için şüphe edilmeyecek kadar kesin, mazeret beyan edilmeyecek kadar açık ve net bir şekilde açıklamıştır
119) Allah (c.c.) Rasulullah'ı (s.a.v.) hakka itaat edenleri cennetle müjdelemek, inkar edip karşı gelenleri ise cehennemle korkutmak için göndermiştir. Rasulullah’ın getirdiği yol haktır, onun dışındakilerin yollarıysa batıldır. Kim batılı tercih edip cehenneme girmek isterse Rasulullah'ın ve İslam davetçilerinin bundan dolayı bir sorumlulukları yoktur.
SAYFA 19
|
120) Kendi dinlerini bırakıp onların dinlerine girmedikleri müddetçe Yahudi ve hristiyanlar müslümanlardan asla razı olmazlar. Onlar müslümanları dinlerinden döndürmek için her türlü hileyi yaparlar. Ey Muhammed! Onlara de ki: “Şüphesiz Allah'ın hidayet yolu olan İslam'ın dışındaki bütün yollar batıldır. Bu yüzden İslam’a gelin.” Ey iman edenler! Size Allah’ın hidayeti geldikten sonra hakkı bırakıp kafirlerin heva ve heveslerinin peşinden koşarsanız Allah katında kendiniz için fayda verecek bir dost ve zararı defedecek bir yardımcı bulamazsınız. Hem dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olursunuz.
121) Kendilerine kitap verilenlerden (Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlardan) kitabı hakkıyla okuyup, hükümlerine kayıtsız şartsız teslim olan ve emirlerini harfiyyen yerine getirenler, kitaba gerçek manada iman edenlerdir. Kitaba inandığını iddia ettiği, hatta kitabı okuduğu halde kitabın hükümlerini tatbik etmeyen, bu çağda bu hükümlerin uygulanamayacağını söyleyen kimseler pratikte onu inkar etmektedirler. Bunlar hem dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olacaklardır.
122) Ey İsrailoğulları’nın torunları olan yahudiler! Atalarınıza vermiş olduğum nimetleri hatırlayın. Musa (a.s.) zamanında onları bütün insanlardan üstün kıldık. Atalarınıza yapılmış olan bu ikramlar, onların çocukları olmanız sebebiyle, size de yapılmış sayılır. Onların iyi olan yönlerini alıp hatalarından da ders çıkararak Muhammed’e ve getirdiklerine tabi olun ki kurtuluşa eresiniz.
123) Kimsenin bir diğerinin günahını yüklenemeyeceği, kimsenin kimseye fayda veremeyeceği, kafirler için hiç bir şefaatin kabul edilmeyeceği, azabın şiddetinden kurtulmak için bütün dünya nimetlerini hatta yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye olarak vermek isteseler de kendilerinden kabul edilmeyeceği ve bu azaptan kurtulmak için hiç bir yardımcının da bulunmayacağı bir günden sakının.
124) Allah (c.c.) İbrahim'e (a.s.) bir şeriat vermiş o da bu şeriatı insanlara güzel bir şekilde ve tam olarak tebliğ etmiş, onda hiçbir eksiklik bırakmamış, Allah’ın kendisine vermiş olduğu görevi hakkıyla yerine getirmişti. Zalim Nemrud rejimine baş kaldırmış, oğlu İsmail’i Allah’ın emri gereği kurban etmek istemiş ve imtihanını başarıyla tamamlamıştı. Allah (c.c.) İbrahim’e şöyle buyurdu: “Muhakkak ki ben seni insanlara dinde kendisine uyulacak bir önder kılacağım.” İbrahim (a.s.) zürriyetini de merak ederek: “Soyumdan gelenleri de dinde kendilerine uyulacak önderler kılacak mısın?” diye sordu. Bunun üzerine Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Zürriyetinin tamamı dinde önder olamayacaktır. Çünkü senin zürriyetinden Allah’a şirk koşarak nefislerine, haksızlık yaparak da insanlara zulmeden zalim kimseler çıkacaktır. Allah’ın risalet ve imamet ahdi zalimlere ulaşmaz. Onlar için ilahi bir vaad söz konusu değildir..”
125) Allah (c.c.) Ka'be'yi insanların ziyaret ederek sevap kazandıkları bir toplantı yeri ve her türlü tehlikeden emin bir yer kıldı. Oraya sığınan kişiye zarar verilmez, ondan intikam alınmaz. Allah (c.c.) mü’minlere: “İbrahim’in Ka’be’yi inşa etmek için üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerde namaz kılın.” diye emretti. İbrahim ve İsmail’e de: “Evim olan Ka’be’yi Mekke’de bulunanların ve dışarıdan gelenlerin tavaf etmeleri, itikafa çekilmeleri, rüku ve secde ederek namaz kılmaları için necaset, şirk gibi maddi ve manevi her türlü pislikten temizleyin.” diye kat’i bir şekilde emir verdi.
126) Bir zamanlar İbrahim (a.s.) Allah'a şöyle dua etmişti: “Ya Rabbi! Ka’be’nin bulunduğu Mekke’yi her türlü tehlikelerden emin bir şehir kıl. Halkından yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli ürünlerle rızıklandır.” Allah (c.c.) da onun duasına icabet ederek Mekke’de insanlara zulmetmeyi, haksız yere kan dökmeyi, avlanmayı, ağaç kesmeyi yasakladı. Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Sadece iman edenleri değil, kafirleri dahi kendileri için yazdığım hayat süresince rızıklandırır, sonra kendilerine tayin ettiğim süre bitince küfür amelleri sebebiyle onları yüzüstü süründürerek cehennem ateşine sokarım. Orası çok kötü bir dönüş yeridir.”
SAYFA 20
|
127) İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Adem’in yapmış olduğu Ka'be'nin yıkılmış olan temellerini yükseltirken Allah'a şöyle dua etmişti: "Ey Rabbimiz! Biz bu ameli yalnız senin rızanı kazanmak için yaptık. Bunu bizden kabul buyur ve dualarımıza icabet et. Çünkü sen yapılan duaları işiten ve bunlara icabet eden, mahlukatın içlerini de dışlarını da en ince detaylarına kadar bilensin.”
128) "Ey Rabbimiz! Bizi senin emirlerine zahiren ve batinen tam manasıyla boyun eğenlerden kıl. Neslimizden de sana teslim olan kimseler çıkar ki onlar da senin emrine zahiren ve batinen boyun eğsinler. Bize nasıl ibadet etmemiz gerektiğini, hacla ilgili ibadet yerlerimizi ve nasıl haccedeceğimizi bildir. Eğer sana karşı bir günah işlemişsek günahlarımızı affet, çünkü sen, günahlarından tevbe etmeleri halinde, günah işleyen kimselerin tevbelerini kabul eden, dünyada ve ahirette mü'minlere merhamet edensin.”
129) İbrahim ve oğlu İsmail (a.s.) dualarını şöyle bitirmişlerdi: “Ey Rabbimiz! Bizden sonra gelecek neslimizin içinden öyle bir rasul gönder ki, o, insanlara senin ayetlerini okusun, senin göndereceğin kitabı ve ona vereceğin sünneti öğretsin, onları şirkin her türlü pisliklerinden temizlesin. Şüphesiz sen benzeri olmayan, kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan, büyük güç sahibi, yenilmeyen, yaptıklarını bir hikmet ve maslahat üzere yapansın.” Allah (c.c.) İbrahim ve İsmail’in dualarını kabul etmiş, İsmail’in (a.s.) soyundan Rasulullah’ı (s.a.v.) göndermiştir. Allah’ın isim ve sıfatlarını vesile edinerek Allah’a dua etmek caizdir.
130) Hakkı istemeyen, heva ve hevesine uyan, nefsini küçük düşüren, aklını kullanmayan, düşünme melekeleri dumura uğramış, dar kafalı kimseler dışında kimse İbrahim’in bağlı olduğu İslam dininden yüz çevirmez. Allah İbrahim’i (a.s.) rasul olarak seçip gönderdi, onu her türlü kötülüklerden arındırdı ve ona İslam’ı din olarak verdi. O, İslam’ı en güzel bir şekilde yaşayıp insanlara da anlattığı için ahirette de Allah’ın rahmetine nail olacak ve kazananlardan olacaktır.
131) Allah (c.c.) İbrahim’i (a.s.) rasul olarak seçince ona: “Hem kalbin hem de hareketlerinle yalnızca Allah’a boyun eğip müslüman ol!” dedi. İbrahim ise hiç beklemeksizin ve tereddüt etmeksizin: “Kalbim ve hareketlerimle Alemlerin Rabbine boyun eğdim.” dedi.
132) İbrahim (a.s.) İslam’ı çocuklarına da anlattı ve bu dine bağlanmaları için onlara defalarca tavsiyede bulundu. Torunu Yakup da aynı şekilde müslüman olup bu dini oğullarına anlattı ve İslam’a bağlanmaları için onlara tavsiyede bulundu. İbrahim ve torunu Yakup oğullarına şöyle vasiyet ettiler: “Ey oğullarım! Allah (c.c.) kendisine bağlanıp yalnız ona uyacağınız bir din seçti. O din İslam’dır. Bütün hayatınızı bu dinin prensiplerine göre düzenleyin. Eğer bu şekilde yaparsanız ölümünüz de bu din üzere olur. İslam’a sımısıkı sarılın ve İslam dininden başka bir din üzere ölmekten sakının.”
133) Ey Yahudiler! Yoksa atalarınız, Yakup ölmek üzereyken yanında mıydı ki onun çocuklarına neleri tavsiye ettiği hususunda konuşuyorsunuz? Oysa siz bu konuda hiç bir bilgiye dayanmıyorsunuz. Yakup çocuklarını imtihan etmek amacıyla: “Benim ölümümden sonra neye ibadet edeceksiniz?” demişti de onlar: “Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan bir tek ilaha ibadet edeceğiz, biz hem kalbimiz hem de hareketlerimizle yalnız O'na boyun eğip teslim olanlarız. Allah’tan başka ibadet edilen tüm varlıkları reddediyoruz" demişlerdi. Fakat onların torunları sözlerinde durmayıp Allah’a şirk koştular, İslam’a girmediler ve rasulleri yalanladılar.
134) Ey insanlar! İşte bu bahsettiklerimiz (İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları) geçmiş birer ümmetti. Ölerek dünyadan ahirete göç ettiler. Onlar yaptıklarının karşılığını eksikliğe uğratılmaksızın göreceklerdir. Onların yaptıklarından siz sorumlu değilsiniz. Siz ancak kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Onların soyundan gelmiş olmanızın size hiç bir faydası olmayacaktır.
SAYFA 21
|
135) Yahudiler: “Ancak yahudi olursanız doğru yolu bulursunuz.” dediler. Hristiyanlar da: “Ancak Hristiyan olursanız doğru yolu bulursunuz.” dediler. Ey mü’minler! Deyin ki: “Biz İbrahim’in hanif dini olan İslam’a bağlıyız. O batıl dinleri terkedip hakka yönelerek Allah’a ibadet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmazdı. Siz ise: ‘Uzeyir Allah’ın oğludur.” “İsa Allah’ın oğludur.” diyerek Allah’a şirk koşuyorsunuz.”
136) Ey mü'minler! Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’an’a, İbrahim’e indirilen sahifelere, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya indirilen tahrif edilmemiş Tevrat’a, İsa’ya indirilen tahrif edilmemiş İncil’e ve nebilere Rableri tarafından indirilenlere iman ettik. İman konusunda onların arasında bir fark gözetmeyiz. Biz son rasul Muhammed’e ve getirdiklerine kalbimiz ve hareketlerimizle teslim olduk. Biz ancak Allah’ın hükümlerine boyun eğeriz.”
137) Ey mü'minler! Yahudi, Hristiyan ve Müşrikler sizin Allah’a iman ettiğiniz gibi iman ederlerse şüphesiz doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer sizin yolunuzdan yüz çevirir, rasuller arasında ayırım yaparlarsa o taktirde onlar dinden uzaklaşmış, ayrılığa düşmüş ve muhalefet etmiş olurlar. İyi bilin ki onlar size karşı olan kinlerinden dolayı hakkı istemeyen, bile bile haktan yüz çeviren, Allah’a ve Rasulü’ne karşı büyük bir muhalefet ve düşmanlık içinde olan, kendi aralarında da bölük pörçük olmuş kimselerdir. Onlara karşı sizi koruyacak olan Allah'tır. O, düşmanlarınızın size karşı kurdukları tuzakları bilmekte, görmekte ve duymaktadır.
138) Ey Mü'minler! Allah'ın en son ve en mükemmel dini olan İslam'a girin, onun hükümlerine kayıtsız-şartsız teslim olun, yalnız O’na ibadet edin, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayın. Allah sizi imanı ve hakkı kabul etme kabiliyeti üzere yarattı ve size İslam’ı hidayet etti.. Bu yüzden yalnız Allah’ın boyasıyla boyanın. İslam’a girdiğiniz taktirde Allah’ın sizin için farz kıldığı şekilde gusledin, sünnet olun. “Biz yalnızca Allah’a kulluk ederiz, O’ndan başka ibadet edilen şeyleri reddederiz, O’na hiçbir şeyi şirk koşmayız!” deyin.
139) Yahudiler: “Uzeyr Allah'ın oğludur." Hristiyanlar: "İsa Allah’ın oğludur." Müşrikler: "Melekler Allah’ın kızlarıdır." dediler. Yahudi ve Hristiyanlar: “Bizim dinimiz sizin dininizden evveldir. Allah bir nebi gönderecekse mutlaka bizden indirir.” dediler. Müşrikler de: “Şu Kur’an Mekke ile Taif’in büyüklerinden birine niçin indirilmedi?” demişlerdi. Ey Mü’minler! Onlara deyin ki: “Bizim de sizin de Rabbiniz olan, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan, mahlukata benzemeyen Allah’ın mahiyeti ve Kur’an’ı araplardan ümmi bir insana indirmesi hususunda bizimle tartışıyor musunuz!? Biz bütün amellerimizi Allah rızası için ve Allah’ın istediği şekilde yaparız. Şüphesiz Allah işlediğimiz hayır ameller karşılığında bize Cenneti, sizeyse işlediğiniz şer ameller karşılığında Cehennemi verecektir..”
140) Yahudiler, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve oniki torununun Yahudi olduklarını, Hristiyanlar ise Hristiyan olduklarını iddia ediyorlardı. Ey Mü'minler! Siz onlara deyin ki: “Bu konuda siz mi yoksa Allah mı daha çok bilgiye sahiptir. Muhakkak ki herşeyin en iyisini ve doğrusunu bilen Allah’tır. Onların zamanında yahudilik de hristiyanlık ta yoktu. Bu isimler sonradan çıktılar. Onlar müslümandılar. Siz son rasulü ve getireceği dinin kıyamete kadar baki olacağını bildiğiniz halde bu konudaki hakkı gizleyerek zalimlerden oldunuz. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Bundan dolayı kıyamet gününde sizi cezalandıracaktır.”
141) Ey insanlar! İşte bu bahsettiklerimiz (İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları) geçmiş birer ümmetti. Ölerek dünyadan ahirete göç ettiler. Onlar yaptıklarının karşılığını eksikliğe uğratılmaksızın göreceklerdir. Onların yaptıklarından siz sorumlu değilsiniz. Siz ancak kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Onların soyundan gelmiş olmanızın size hiç bir faydası olmayacaktır.