Müellifin Hayatı Ve İlmi Şahsiyeti
Yetiştirdiği Bazı Öğrencileri:
Alimlerin, O'nun muhtelif ilimlerdeki üstün bilgisine tanıklık eden bazı
sözleri:
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Telif Ettiği Eserler:
İbn Teymiyye'nin Başlıca Önemli Eserleri Şunlardır:
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Vefatı:
Kur'an Öğretimi Alanında, Kendisinden Sonra Gelenler Üzerindeki Etkisi:
1- Tefsir Yazma Yöntemindeki Benzerlikleri:
2- Sunuş Ve İstinbat Yöntemindeki Benzerlikleri:
3- İbn Kayyım'm İbn Teyyimiyye'nin Sözlerinden Yaptığı Alıntılar:
2- İbn Kesir Üzerindeki Etkisi:
3- İbn Teymiyye'nin Kasımi Üzerindeki Etkisi:
4- Muhammed Reşid Rıza üzerindeki etkisi:
Müellifin Kitabını Yazarken Takip Ettiği Metod:
1-Kur'an'i Kur'an Île Tefsir Etmesi:
3- Kur'an'ı Sahabe Ve Tabiinin Sözleriyle Tefsiri:
4- Arap Dili Şiir'inden Delil Çıkarması Ve Kullanması:
5- İmamlardan Nakilde Bulunması Ve Bunu Belirtmesi:
6- İlmi Emaneti Ve Nakil Konusundaki Hassasiyeti:
7- Delile Tabi Olması Ve Söyleyeni Kim Olursa Olsun Hiç Bir Söze Taasupla
Yaklaşmaması:
8- Ele Aldığı Meseleyi, Tüm Ayrıntılarıyla Uzun Uzun Açıklaması:
9- Birçok Kez Diğer Eserlerine Atıfta Bulunması:
10- Ayetleri Tefsir Ederken Konuyla İlgili Görüş Ve Delilleri Sunması:
Kitab'ın Orjinal El Yazma Nüshasının Tanıtımı:
Şeyhül-İslam İbn Teymiyye'nin 'Müşkil Ayetlerin Tefsiri" Kitabının
Tahkiki:
Bir
çok alim ve Müfessir bu ayetlerin anlamlarını karıştırmışlar ve hatalı bir
şekilde tefsir etmişlerdir.
Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyla[1]
Hamd,
ancak Allah içindir. O'na hamdeder, ondan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah
kimi hidayete er-dirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete
erdirecek yoktur.
Allah'tan
başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet
ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasülü'dür.
"Ey
iman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman
olarak ölün"
(Al-i
İmran: 3/102)
"Ey
insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden
bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını
kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına
riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde
gözetleyicidir." (Nisa: 4/1)
"Ey
iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah işlerinizi
düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse
büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 33/70-71)
Bundan
sonra:[2]
Cenab'ı
Hak müminleri müjdelemesi ve inat edenleri korkutması için Kur'an-ı Kerim'i
peygamberimiz Muham-med (s.a.v)'e "Apaçık arap diliyle" indirmiştir.
Müslümanlar
bu Kur'an'ın değerini idrak ederek, ona gerektiği gibi önem vermişler ve
ayetlerini en güzel şekilde tefsir etmişlerdir.
Hak
Teala, her dönemde kitabını sidik ve emanet ile yüklenip, insanlara beyan eden
muhlis kullar var etmiştir ki,' bunlardan biri de Şeyhü'l-İslam Ahmed b.
Teymiyye, (rh)'dir. O bu hususta büyük bir gayret sarfetmiş ve tefsir ilminde
bize büyük bir miras bırakmıştır. O'nun bize bıraktığı bu büyük mirası,
alimlerimiz çeşitli eserler halinde tertip etmişlerdir. Şeyh Abdurrahman b.
Kasım'in Fetva'nın 14-17. cüzlerinde, Prof. Muhammed Seyyid el- Celind'in Dakaiku't-Tefsir'de,
Prof. Abdurrahman Umeyre'nin Tefsirul Kebir'de derledikleri ve Şeyhul islam'ın
diğer eserlerinde bulunan ayet tefsirleri bu mirasın azametini gösterir.
Şeyhul
islam İbn Teymiyye (r.h) 'nın bu alanda yazdığı kıymetli eserlerden biri de
"Zor ayetlerin tefsiri" isimli kitabıdır ki bu eserinde, bir çok
müfessirin tefsirinde hata ettiklerini gördüğü, bazı Kur'an ayetlerinin
tefsirini yazmıştır. Müellif (rh) bu eserinde, müfessirlerin üzerinde ihtilaf
etmelerinden dolayı, anlaşılması zorlaşan bu ayetleri, ilmi olarak tartışmış ve
anlaşılmadaki zorluk ve kapalılığı gidermiştir.
Şeyh
Ebu Abdullah b. Reşik,[3] Ondan
tüm Kur'an surelerini ihtiva eden bir tefsir yazmasını rica ettiği zaman, şeyhul
islam (rh) bu mevzunun Önemine işaret ederek şöyle demiştir "Kur'anın bir
kısmı hiç bir açıklama gerektirmeyecek şekilde açıktır. Bir kısmı ise
müfessirler tarafından yazılan çeşitli tefsirler ile açıklanmıştır. Fakat bazı
ayetler vardır ki bunlar müfessirler tarafından gereği gibi
açıklana-madığından, insanlara kapalı ve manası zor anlaşılır kalmıştır.
Bu
sefer, cenabı Hak bana Kur'an'ın anlamlarını açtı-ki, bu-bir çok alimin
temennisidir- Vaktimin çoğunu Kur'an'ın anlamları dışındaki ilimlerle
harcadığım için pişman oldum"[4]
Hak
Teala bana mastır programını Kur'an ve Kur'an ilimleri dalında tamamlamayı
nasip etti. Hocalarıma danıştıktan sonra, mastır tezi olarak, ibni Teymiyye
(rh)'nin bu değerli eserini tahkik etmeye karar verdim. Bu kararı almamda, şu
nedenler etkili olmuştur:
Bir: Bu kitaba talik yazmak ilimlerin en şereflisi olan Kur'an ilmi ile
iştigal demektir ki: "Ona önünden de, ardın-danda batıl gelmez. O, hikmet
sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir" (Fussilet: 41/42)
İki: Bu kitabın müellifi ibn Teymiye (rh)'dır ki O'nun ilminin genişliği
ve derecesinin büyüklüğüne uzak, yakın herkes şahittir.
Üç: El yazması bir tefsir kitabınr, tahkik ederek, hadislerini tahric
ederek ve gerekli açıklamaları yaparak bu eseri Kur'an kütüphanesine
kazandırma arzusu.
Allah'dan
yardım dileyerek kitabı etüd ve tahkik etmeye başlayarak şu plana göre
yürüdüm.
Konunun
önemine değindiğim giriş kısmından sonra kitabı iki kısma ayırdım:
Birinci kısım: Bu kısımda, müellif ve kitabını etüd ettim. Bu kısım
iki fasıla ayırdım.
Birinci fasıl: Kısaca müellifin yaşadığı dönemi ve hayatını ele
aldığım bu fasih şu iki ana başlığa ayırdım:
Birinci
araştırma "müellifin yaşadığı dönemi" ana başlığı altında şu konulan
ele aldım:
*
Siyasi durum
* Toplumsal durum
* İlmi durum.
İkinci
araştırma: Kısaca müellifin hayatı ve şahsiyetini anlattığım bu araştırmada şu
başlıklara yer verdim:
* Nesebi ve doğumu
*
Yetişmesi ve ilim talebi
* Hocaları
* Öğrencileri
*
İlmi mekanı
* Eserleri
*
Vefatı
* Kur'an eğitimi alanında
kendisinden sonra gelenler
üzerindeki
etkileri.
İkinci fasıl: Bu fasılda şeyhul islam ibn Teymiyye (rh)'nin
"müşkil ayetlerin tefsiri" isimli kitabını, dört ana başlık halinde
etüd ettim:
Birinci araştırma: İki başlık içermektedir,
a- Kitabın adı.
b- Müellife nisbeti
İkinci araştırma: Kitabın tanıtımı
Üçüncü araştırma: Müellifin metodu.
Dördüncü araştırma: Kitabın el yazma nüshasından tanıtımı
İkinci Kısım: Bu kısımda müellifin kitabını tahkik ettim. Bu
hususta takip ettiğim yöntemi şöyle sıralayabilirim.
1- Kitabı muteber nüshasına uygun olarak yazdım ve diğer nüshalardaki
değişiklikleri dipnotlarda bildirdim. Ayrıca metni rakam ve imza kurallarına
göre düzenledim.
2- Ayetleri, rakam ve sure bildirerek belirttim.
3- Kitabta varid olan Kur'an kıraatlerini tevsik ettim.
4- Hadisleri tahric ettim ve hükümleri belirttim.
5- Kitabda varid olan eserleri asli kaynaklarından çıkararak belirttim.
6- Alıntıları asli kaynaklarına veya nakiline döndere-rek, tevsik ettim.
7- Açıklanması gereken yerleri açıkladım.
8- Kitapta ismi geçen alimleri tanıttım.
9- Yine kitapta ismi geçen grup, toplum, cemaat ve mekanlar hakkında
bilgi verdim.
10- Şiir beyitlerini söyleyenine nisbet ettim ve garip kelimelerini
açıkladım.
11- Zabtı gereken ibareleri zabıtladım.
12- Terimleri ve garip kelimeleri açıkladım.
13- Gerekli yerlerde rakamlandırmalar yaptım.
14- Herhanği bir ayetin tefsiri, ibn Teymiyye'nin fetvasında bulunuyorsa
"Şeyhul islam ibn Teymiyye bu ayet hakkında şöyle dedi" diyerek ve
sayfa numarası vererek gerekli açıklamaları yaptım.
Kitabın
sonunda ise bu çalışmada elde ettiğim önemli sonuçlara işaret ettim ve kitabın
ayet, hadis, eserler, alimler, fırkalar, mekanlar, şiir beyitleri, kaynaklar ve
konular fihristini çıkardım.
Bu
mukaddime'nin sonunda, yardımı ve başarısından dolayı önce cenabı hakka şükür
ediyorum. Sonra da bana bu fırsatı veren, ilim ve ilim talebelerinin hizmeti
için yoğun gayret gösteren, tahkik, tedris ve neşir yoluyla selef alimlerimizin
ilimlerini bize ulaştıran İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi, usulud-din
Fakültesi, Kur'an ve ilimleri kısmı sorumlulularına en içten teşekkürlerimi
sunarım. , Bu makamda özellikle tez hocam sayın Prof. Ali b. Süleyman el
-Abid'e bana yönelik hüsnü teveccühünden ve kat-
kılarından
dolayı en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. İşlerimin çokluğuna rağmen, beni en
iyi şekilde yönlendirdi ve takip etti. O'nun ilminden ve değerli görüşlerinden
çok yararlandım. Allah o'nu salih kullarını mükafatlandırdığı şekilde
mükafatlandırsın.
Ayrıca
bu tezi tartışan ve kabul eden sayın hocalarım Prof. Suud b. Abdullah el
Fenissan'a Prof. Said Cuma Fel-lah'a teşekkürlerimi sunuyorum. Tartışma ve
tevcihatla-rından çok faydalandım.
Ve
yirfe ayrıca bana yardım eden, tavsiyede bulunan ve fikir veren herkese
teşekkür ediyorum.
Bundan
sonra:
Bu
kitabı, müellifin yazdığı şekilde çıkarmak için büyük gayret gösterdim ve ilmi
tahkik'in gerektirdiği gibi, kelimelerini açıklayarak, hadislerini tahric
ederek, isimlerinin hal tercümelerini aktararak faydalanabileceği duruma
getirmeye çalıştım. Doğrularım Allah'tandır ve bunun için O'na şükür ederim.
Bunun dışında olabilecek hatalar ise bana aittir ki, "müctehid hata
ettiği zaman bir sevap alır" düsturu gereği, her iki durumda da Allah'ın
izniyle sevap ümit ediyorum.
Rabbim
bu çalışmamı kendi vechi kerimi için yapılmış muhlis bir amel kılsın.
Son
davamız, hamd alemlerin Rabbı olan Allah'a olsun.
Abdullaziz
b. Muhammed el-Halife[5]
Şeyhu'l
islam ibn Teymiyye hicri 66 -778 yılları arasında yaşadı ki, bu dönem siyasal,
askeri, iktisadi çalkantıların hakim olduğu bir dönemdir. Bu dönem ayrıca
islam aleminin Haçlı saldırılarına maruz kalıp, yıkım ve çözülmeye
süreklendiği bir dönemdir.
Yine
islam aleminin tarihinin en acı dönemlerinden biri olan Tatar işgali de aynı
dönemlerde yaşanmıştır.
İbni
Esir bu işgalci Tatar'ın dinlerini şöyle anlatıyor:
"Bunların
dinleri, her doğuşunda güneşe secde etmektir. Haram diye birşey tanımazlar.
Domuz ve köpek dahil her türlü hayvanı yerler. Nikah diye birşeyleri yoktur.
Birçok adam, tek bir kadını kullanabilmektedir"[6]
İbn
Esir Haçlı ve Tatar saldırıları nedeniyle islam aleminin içine düştüğü
perişanlığı şöyle anlatıyor:
"İslam
ve müslümanlar bu dönemde öyle belalara uğradılar ki, tarihte hiç bir toplum
böylesi bir bela yığını ile karşılaşmamıştır. Doğu'dan gelen Tatar'lar -Allah
belalarını versin- Müslümanlara öyle büyük zulümler ettiler ki, anlatmak bile
mümkün değil.
Ve
Batı'dan gelip Şam ve Mısıra saldıran Frenk'ler -Allah onlara lanet etsin -
Allah'ın lütfü ve keremi olmasaydı, neredeyse tüm buraları ele geçirmek
üzereydiler"[7]
İbn
Teymiyye zamanında Haçlı saldırıları, Tatar saldır-rıları kadar yoğun olmamakla
beraber, yine de etkilerini sürdürmekteydi. 610 yılında, Dimyat'ı ele geçiren
Haçlılar, buradaki erkekleri öldürüp, kadın ve çocukları köleleştirdi-ler.
Fakat müslümanları asıl kortutan Tutar savaşları idi ki bu savaşlara ibn Teymiyye
de bizzat iştirak etmiştir.[8]
Müslümanlar
Akke ve Haçlıların elinde bulunan diğer kıyıları fetheden değerli hükümdar
Halil b. Mansur[9] eliyle, 609 yılında
Haçlıları topraklarından atmayı başardılar.[10]
Tatarlar
islam topraklarına ilk kez meşhur liderleri Cengiz Han[11]
döneminde Orta Asya'dan gelip, Haçlılar'ın Dimyat'ı işgal tarihi olan 610
yılında Ceyhun nehrini geçerek saldırmışlardır.[12]
İbn
Esir Tatarların islam alemine yönelik o vahşi ve yıkıcı saldırıları, şöyle
tasvir etmiştir.
"Tatarların
tarihde benzerini görülmemiş vahşi saldırılarını, iğrençliğinden dolayı kaç
yıldır yazmak istediğim halde yazamıyorum. Bu konuda bir ileri, bir geri adım
atıyorum. İslam ve müslümanların ölüm ağıtlarını yazmak kolay mı? Bunları
anlatmak kolay mı? Ne olaydı anam beni doğurma-saydı! Ne olaydı bu vahşetten
önce ölseydim de, unutulup gitseydim!...
Fakat
arkadaşlarım ve doslanm beni bu olayları yazmak konusunda sürekli teşvik
ettiler. Sonra ben de bu olayların unutulmaması gerektiğini düşünerek yazmaya
karar verdim.
Bu
tüm müslümanları kuşatan öyle büyük bir felakettir-ki, birisi Allah (c.c)
Adem'i yarattığı günden bu yana, yeryüzü böylesine büyük bir bela görmemiştir
derse, doğru söylemiştir. Tarih bu büyük musibetin bir benzerine daha şahit
olmamıştır.
Tarihin
şimdiye kadar kaydettiği en büyük olay, Buhtu-nassar'ın Beytül Makdis'ı yıkıp,
israiloğullarını toplu katliam ve sürgüne tabi tutması hadisesidir. Fakat bu
Tatar melunları bir değil binlerce Beytül Makdis büyüklüğünde kentler ve
milyonlarca müslümanı katlettiler.
Bunların
sadece tek bir kentte katlettikleri müslümanın sayısı bile, Buhtunassar'ın
katlettiği toplam Yahudiden daha çoktur.
Sanırım
yeryüzü, Yecuc ve Mecuc hadisesi dışında kıyamet kopuncaya kadar böylesi bir
fitne daha görmeycektir. Deccal fitnesi bile bü vahşet yanında hiç kalır. Çünkü
Deccal kendisine uyanları serbest bırakacak, uymayanları öldürecektir. Tatar
vahşileri ise, önüne çıkan herkesi, kadm, çoluk çocuk demeden öldürdüler. Hamile
kadınların karınlarını yardılar ve ceninlerini öldürdüler. Biz Allah içiniz ve
yine O'na döneceğiz.
Güç
ve kuvvet ancak yüce Allah'ındır. Bu öylesine büyük bir beladır ki tüm islam
alemini karabulutlar gibi kaplayarak şer yağdırdı.
Çin
yöresinden çıkan bu kavim önce Kaşğar ve Balasağun gibi Türkistan şehirlerine,
oradan da, Maveraünne-hir'de ki Semerkant ve Buhara gibi islam şehirlerine
saldırdı. Tüm buraları işgal ederek yakıp yıktılar ve halkı katliamdan
geçirdiler. Sonra daha da ilerleyerek Horasan, Rey, Hemedan ve Irak'ın bir
kısmım işgal ettiler. Sonra Azarbey-can ve Ermenistan tarafına yönelerek
olanları da tahrip edip, halkı vahşi bir şekilde katliamdan geçirdiler. Tüm bu
işgalleri bir seneden az bir süre içinde gerçekleştirdiler ki tarihte bunun
bir benzerine daha rastlanmamıştır.
Azarbeycan
ve Ermenistan işgalinden sonra Derbend Şirvan'a yönelerek orayı yakıp
yıktılar. Sonra işgal dairelerini daha da genişleterek çoğunlukla Türkler'in
yaşadıkları tüm bölgeleri işgal edip, kendilerine direnen herkesi kılıçtan
geçirdiler. İnsanlar ancak dağbaşlarına kaçıp saklanarak canlarını
kurtarabiliyorlardı.
Tüm
bunları son derece hızlı bir şekilde yapıyorlardı.
Sonra
bunların dışında başka bir grupu Hind ve Sicistan'a kaldırarak, aynı vahşeti
buralarda da işlediler.
Dünya
böylesine hızlı bir işgal hareketine daha hiç şahit olmamıştı. Tüm tarihçilerin
ittifakıyla, Dünya hükümdarı olan İskender bile bu bölgelere ancak onlarca yıl
süren seferler sonucu hakim olabilmiştir.
Bu
vahşi kavim, dışarıdan gelecek destek ve yardıma ihtiyaç duymayacak tarzda
organize olmuşlardı. Koyun, sığır, at ve diğer hayvanlarını da yanlarında
gezdiriyor ve sadece bunların etleriyle besleniyorlardı. Bindikleri atları ise,
arpayla değil, ayaklarıyla eşeledikleri yerden çıkan bitki köklerini
yiyorlardı.[13]
Tatar
tehlikesi İslam coğrafyasını öyle kuşattı ki, sonunda hilafet merkezi olan
görkemli Bağdad şehrini ele geçirerek halife Mu'tasım'ı[14]
öldürdüler ve kenti tahrip ettiler.
İbn
Kesir, Tatarların işgalinden sonra bu kentin başına gelenleri şöyle tasvir
ediyor:
"...işgal
gerçekleşip, aradan kırkgün geçtikten sonra, Bağdad, tek bir insanın dahi
yaşamadığı harap bir şehire dönüştü. Yollar ve evler insan ölüleriyle doluydu.
Yağmur yağarak bu cesetlerin çürümesine neden oldu. Cesetlerden yayılan koku
yüzünden hava değişti, ülkede veba başlayarak, birçok insanın hava değişimi ve
veba yüzünden ölmesine neden oldu. Pahalılık, salgın hastalıklar korku insanları
kırıp geçirdi. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah içiniz ve yine O'na
döneceğiz)[15]
İbn
Teymiyye'nin de ailesi Tatar saldırıları yüzünden Harran'dan[16]
Dimeşke'e hicret etmek zorunda kalmıştı.
Şeyhul
islam, mescidlerde yaptığı konuşmalar ile insanları cihad'a teşvik etmiş ve
kendisi de bizzat bu savaşlara iştirak etmiştir.
Tatarlar
Dımeşk'i de kuşatınca İbn Teymiyye maiyetinde bulunan kadı ve fakihlerden bir
heyet ile beraber Tatar komutanı Gazan'm huzuruna çıkarak, O'nu Dimeşk'e saldırmaması
için sert bir üslupla uyardı. Öyleki yanında bulunan herkes onun öldürüleceğine
kanaat getirdi.[17]
Hicri
700 yılında Şam valisi ondan Mısır'a giderek sultan nasırı[18]
Tatarlara karşı bir ordu hazırlamaya teşvik etmesini istedi. İbni Teymiyye
Mısır'a giderek sultan ile görüştü ve onu tatarlara karşı ordu göndermeye ikna
etti.[19]
İbni
Teymiyye tatarlarla yapılan bu savaşların bazılarına bizzat iştirak ederek,
Allah düşmanlarıyla savaştı.
Müslümanları
cihad'a teşvik ediyor ve onları zafer ile müjdeliyordu. [20]
Şeyhul islamm bizzat katıldığı savaşlardan biri de Şakkab savaşıdır[21]
İşte
bu şekilde o dönemde müslümanların siyasal yaşamları büyük çalkantılar ve
musibetler ile doluydu. Ki bunun sebebi, müslümanların islam dininin
öğretilerinden uzaklaşarak aralarında fırkalara bölünmeleridir. [22]
İbn
Teymiyye'nin yaşadığı dönemde sosyal durum da tıpkı siyasal durum gibi
istikrarsızlık içinde yüzmekteydi. İslam Alemine yönelik haçlı ve Tatar
saldırıları, asayişin bozulmasına ve insanların korku ve tedirginlik
hissetmelerine neden olmuştur... Buna bir de müslüman lider ve yöneticilerinin
birbirleriyle olan mücadelesi eklenince, durum hepten kötüleşmiştir.
Siyasi
durum nedeniyle, islam Alemi'nin değişik coğrafyalarında yaşayan insanlar
birbirleriyle karışma durumunda kalmışlardır. Ve hiç şüphesiz bu değişik adet
ve fikirleri olan bu toplulukların birbirleriyle karışmaları, toplanmalarda
bazı karışıklıklara neden olmuştur.
Siyasi
bunalımlar iktisadi hayatıda olumsuz yönde etkilemiştir. Ziraat ve sanaat
erbabı, temel ihtiyaç maddelerini ihtikar altına alıp, depolayarak, fiyatların
normalin kat kat üstüne çıkmasını sağlamışlardır. Ayrıca 701 yılında Şam'ı
işgal eden büyük bir çekirge sürüsü, görülmemiş biçimde tüm tarım ürünlerini
tahrip etmiştir.[23]
İnsanlar
ahlaken bozulmuşlar, hile, ihtikar ve hırsızlık yaygınlaşmıştır. Bu durum,
şeyhül islam ibn Teymiyye'nin "el-Hisbe Fi'1-islam" isimli eserini
yazmasına neden olmuştur. Ki o bu kitabında yöneticileri genel düzenin sağlanması,
hırsızlık, yolsuzluk ve ihtikarın önlenmesi için teşvik etmiştir.
Ayrıca
muhtelif mezheplere mensup insanlar arasında sürekli bir cedel ve mücadele
hali yaşanmakta ve bu durum birçok fitnelere sebep olmaktaydı.
Özetle,
o dönemde müslümanların toplumsal hayatları gayet bozuktu ve acil İslahatlar
yapılması gerekiyordu.
İbn
Teymiyye toplumun yaşadığı bu kötü durumu düzeltmek için büyük bir gayret
gösterdi' Bunun için kitap, sünnet ve ümmetin selefinin öngördüğü metodu takip
etti. [24]
İbn
Teymiyye dönemi siyasi ve sosyal olumsuzluklara rağmen büyük bir ilmi gelişme
hareketine şahit olmuştur. Hicri 7. yüzyılın sonları ile hicri 8. yüzyılın
başlangıcı arasında bir çok büyük alim yetişmiş ve bu alimlerin muhtelif
alanlarda telif ettikleri eserler daha sonra gelenler için kaynak teşkil
etmiştir.
Ebul
Haccac el-Mezi,[25] Muhyiddin en-Nevevi,[26] İbn
Dakik el- İyd[27] ve daha bir çok büyük
alim bu dönemde yetişmiştir. Tüm bu değerli alimlere rağmen ilmi hareket donukluk
ve taklitden kurtulamamıştır. Alimler sadece varid ile yetinme durumunda
kalmışlardır.
Akide
alanında: Akide alanında en yaygın mezhep Eşa-irilik'ti. Sultan Salahuddin
el-Eyyubi'nin[28] Eşari olması ve bu
mezhebin intişarı için çalışması nedeniyle bu mezhep geniş kitleler tarafından
benimsenmiştir, Selahaddin'den.sonra gelen diğer Eyyubi sultanları da aynı
mezhebe bağlılıklarını sürdürdüler.
Makrizi
bu konuda Hutat'ında şöyle diyor:
"Salahuddin
daha çocukluğunda, Kutbuddin Ebul Meali Mes'ud b. Muhammed en-Nisaburi'nin[29]
telif ettiği kitabını okuyarak ezberledi ve kendi çocuklarına da ezberletti.
Bu nedenle tüm Eyyubi Sultanları Eşari'liği benimsedikleri gibi halkı da bu
mezhebi benimsemeye zorladılar. Eyyubi-lerden sonra onların yerine geçen
Türkler de aynı yolu izlediler.
Daha
sonra Mağrib ileri gelenlerinden Ebu Abdullah Muhammed b. Tumurt[30]
Irak'a giderek, Ebu Hamid el Ga-zali'den Eşari mezhebini aldı ve Mağrib'e geri
dönerek bu mezhebin intişari için çalıştı. Ondan sonra yerine geçen ve
"Emirul müminun" lakabını kullanan Abdulmümin b. Ali el-Kaysi[31] Tüm
mağrib emirliklerini kendi egemenliği altına alarak "el- Muvahhidun"
devletini kurdu.
Muvahhidun
devleti hakimiyeti ele geçirdikten sonra imamı malum mu'dil masum olduğu
gerekçesiyle ibn Tu-murt'un mezhebine muhalefet eden herkesi tekfir edip, mal
ve canlarını helal kabul ettiler... Eşari mezhebinin islam Aleminde böylesine
yaygınlık kazanması bu nedenledir. Siyasi baskılar yüzünden diğer mezhepler
terkedilmiş veya unutturulmuştur. Fakat Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel
(r.a)'e tabi olan Hanbeliler hariç. Hanbeliler sıfatları tevil etmeyen selef
mezhebine olan bağlılıklarını sürdürdüler."[32].
Ayrıca
Eş'ari ve selef mezhebinin yanısıra, Rafizilik, vahdeti vücut itikadını savunan
tasavvuf gibi batıl fırkalar da varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Fıkıh
alanında: Mezhep taklitçiliği hakimdi ve bunun dışına çıkmak veya Hanefi,
Maliki, Safi ve Hanbeli mezheplerinden birine aykırı ictihad yapmak çok
zordu.
Safi
mezhebine mensup olan genel kadı'nın bu mezhebe muhalif hüküm beyan etmesinden
çekinmesi nedeniyle 663 yılında hükümdür Baybars[33] dört
genel kadı tayin ederek her kadının kendi mezhebine göre fetva vermesini emretti.
Bu
dört mezhebten her birinin, kendi mezhebini, okutan, gereklerine göre fetva
veren ve mezhebi doğrultusunda kitap yazan alimleri mevcut idi.
İbn
Haldun şöyle diyor: "İslam alemi, bu dört imamı taklik noktasında durdu.
Terimlerin çoğalması, ictihad rütbesine ulaşmanın zorluğu, ilmi ve dini
bakımdan yetersiz kişilerin müctehidlik iddiasından korkutulması nedenleriyle
ictihad kapısını kapatmaya, dört mezhebin taklidi ile yetinmeye başladılar.
Bugün fıkıh sadece bu dört mezhebin şerhlerinin yapılmasından ibarettir.
Bu
durumda ictihad iddiasında bulunanlar tepki ve red ile karşılaşmaktadırlar.[34]
İbn
Teymiyye döneminde, bu alanda birçok büyük alim yetişmiş ve değerli eserler
yazmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ebu Abdullah el- kurtubi,[35] Ebu
Hayyan,[36] Semin
el-Halebi,[37] İbn Kesir[38]... .
İşte
İbn Teymiyye böylesi bir ilmi ortamda yetişti ki, bu ortam O'nun ilmi hayatını
büyük ölçüde etkilemiştir. Bunu yazdığı eserlerde görmek mümkündür.[39]
Şeyhu'l
islam, Takiyuddin, Ebu'l Abbas, Ahmed b. Abdullah halim. Abdusselam b.
Abdullah b. Ebi'l kasım b. el- Hıdr b. Muhammed b. Teymiyye el- Harrani, senra
ed-Dimeşki[41] Büyük dedesi
"Teymiyye" lakabını almıştır. Çünkü denildiğine göre, hacca giderken
çölde bir kız çoğuğu görüyor. Dönüşte hanımının bir kız çocuk doğurduğunu
görünce "ya Teymiyye, Ya Teymiyye" diye seslendiğinden bu la-kab ile
anılmaya başlıyor.
Bu
hikayeden Şeyhul islamın "İbn Teymiyye" ile dedesine nisbet edildiği
anlaşılmaktadır. Bir diğer rivayete göre ise dedesi Muhmmed'in vaiz olan
annesinin adı" Teymiyye" idi. Şeyhul islam o'na nisbet edilerek
lakap ile tanınmıştır.[42]
10
veya 12 Rebiulevvel ayı 661'de Harran'da doğdu. [43]
İbn
Teymiyye yedi yaşına kadar ana- babasıyla beraber Harran'da yaşadı. Tatar'ların
Harran'a saldırmaları üzerine ailesiyle-beraber dımeşk'e göç ettiler.[44]
İbn
Teymiyye'nin babası Abdulhalim ve dedesi Abdus-selam birer ilim ehli idiler.
Harran'dan güç ederken kitaplarını da beraberlerinde almış olmaları bu ailenin
ilim ile irtibatlarını gösterir. Babası özellikle feraiz, matematik, vaaz ve
irşad alanında söz sahibi büyük bir alimdir.[45]
Dedesi
Abdusselam ise fıkıh, hadis, tefsir ve usul ilimlerine imam idi.[46] İbn
Teymiyye'nin ailesine babası ve dedesi dışındada büyük alimler vardı ki
bunlardan birisi de özellikle fıkıh, feraiz ve arapça'da tebarüz eden kardeşi
şe-refüddin Abdullah'tır.[47]
Dolayısıyla ibn Teymiyye, ilim tahsiline çok küçük yaşta başladı.
İbn
Abdulhadi bu konuda şöyle demektedir: "Önce okulda okma ve yazmayı
öğrendi. Kur'anı ezberledi. Hadis ve fıkıh okudu. Abdulkavi'den arapça
dersleri aldı. Sibeveyh'in kitabını okuyarak Nahvi anladı. Tefsir'e yönelecek
bu alanda büyük bir ilim elde etti. Usulü fikıh ve diğer ilimleri de okudu.
Tüm bu ilimleri daha on küsur yaşında iken elde etti. Dimeşkliler onun zeka ve
kavrayış kudretine hayran idiler."[48]
Yine
İbn Abdulhadi şöyle dedi: "Takyüddin tam bir iffet, edeb, ibadet, yeme ve
giyimde ölçülü olma hali üzerine yetişti. Daha çocuk yaşta ilim meclislerine
katılarak, büyük alimlerle ilmi tartışmalara iştirak etti. Bu tartışmalarda
büyük alimler dahi ona plan hayranlıklarını gizliyemiyorlar-dı. Daha 19 yaşında
iken fetva vermeye başladı.
Bu
yaşta iken telif ile uğraştı. Hanbeli alimlerinden büyüklerinden olan
babasının vefatından sonra 21 yaşında iken onun yerine ders vermeye başladı.
Bundan sonra da şöhreti tüm dünyaya yayıldı.[49]
Hadis
dinlemesine gelince; muhtelif alimlerden, muhtelif sahih kitapları
dinlemiştir. Bezzar şöyle dedi: Birçok şeyhten, Müsned-i Ahfned, Sahih-i
Buhari, Müslim, Cami-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Nesai, İbn Nace, Darekutni
(rahmetullahi aleyhim) gibi muteber hadis kaynaklarını defalarca dinlemiştir.
İlk ezberlediği hadis kitabı ise, imam el Hamidi'nin "el-Cemu beynes
sahiheyn"dir. Muhtelif ilmi dallarında okumadığı kitap yok gibidir. Allah
o'na olağan üstü bir ezber gücü vermiştir. Duyduğu veya okuduğu her şey, lafzı
veya manasıyla mutlaka hatırında kalırdı."[50]
İbn
Teymiyye sofilerin çıkardıkları bidat ve hurafelere karşı çıkması, selefi
salihin yoluna aykırı davranan fırkalarla mücadele etmesi ve bazı konularda
cumhurun görüşüne muhalefet etmesi nedeniyle hayatı boyunca birçok çile ve
eziyete maruz kalmıştır.
Birçok
kere eziyet görmüş ve hapse atılmıştır. Bu olaylardan bir tanesi şöyle
gelişmiştir. 698 yılında Hama'Uların Allah'm sıfıtları konusunda sordukları
soruya, İbni Teymey-ye yazdığı Hama Risalesi ile cevap verdi ve cevabında
ke-lamcılarm mezheplerini yererek, selefin mezhebini övdü ve kendisinin de o
görüşte olduğunu beyan etti. Bunu duyan kelamcı fakihler, o'na karşı harekete
geçerek aleyhine oyunlar çevirdiler. İbn Kesir bu konuda şöyle diyor:
"Muhalifleri
onu kadı Celalüddin el-Hanefi'nin meclisine getirmek istediler. Fakat o, oraya
gitmekten imtina etti. Hama Risalesini okuyan Emir Seyfuddin Çağan[51] o'nu
destekleyince, aleyhine fevaran eden alimler sükût etmek zorunda kaldılar.
Cuma
günü olunca şeyh Takıyüddin (ibn Teymiyye) her zamanki gibi Cami'ye giderek
cenabı Hakkın "Ve sen elbette yüce bir ahlaka sahipsin" (Kalem:
68/4) ayetini tefsir ettikten sonra, cumartesi günü kadı İmamuddin[52] ile
bir toplantıya katıldı. Büyük alimlerin iştirak ettikleri bu toplantıda Hama
Risalesi tartışıldı ve ibn Teymiyye onlara verdiği cevaplar ile hepsini
susturdu.[53]
İbn
Teymiyye'nin karşılaştığı bir diğer olay 705 yılında cerayan eden şu hadisedir.[54]
Mısır'dan
o'nun valiliğe getirilip akidesini sorgulanması için emir geldi. Alimler
meclisi sorgulamak üzere Valilikte biraraya geldiler ve onu da çağırdılar. İbn
Teymiyye;
"Bana
daha önce ehli sünnet inancı soruldu ve ben bunu yıllar önce yazdığım bir
risalede açıkladım,"[55] dedi
ve bu risaleyi evinden getirerek alimler meclisinde okudu. Alimler risaledeki
birkaç husus üzerinde çekince koydular ve bu hususları tartışmak üzere iki ayrı
toplantı daha yaptılar. Sonra tüm bu toplantılar sonunda, İbn Teymiye'nin savunduğu
bu itikadın, selefin güzel itikadı olduğu üzerinde ittifak ettiler. Bu
ittifaka bazı kişiler kerhen katıldılar.[56]
Şeyhu'l
islam'ın başına gelen bir diğer musibet de şöyle gelişmiştir: O'nun şöhretini
duyan mısırlılar, saltanat koluğnda zorla oturan Raknuddin el- Caşinkir'den[57]
Şeyh'in Mısır'a çağırıp sorgulanmasını istediler.
Sultan
bu isteği uygulayarak Şeyhu'l islam'dan Mısır'a gelmesini istedi.
Şeyhu'l
İslam, Mısır'a girişinin ikinci günü Mısır kale'sinde önde gelen alim ve
kadılarla bir araya geldi. Bunlardan İbn Adlan, o'na karşı husumet besliyordu.
Ve maliki kadısı İbn Mahluf'a İbn Teymiyye'nin; Allah Kur'anda harf ve ses ile
konuştu, Allah zatı ile arştadır ve Allah'a hissi işaret ile işaret edilir,
dediğini söyleyerek cezalandırılmasını talep etti.
Kadı,
İbn Teymiyye'ye dönenek, "Ne diyorsun ey fakih?" diye sordu. İbn
Teymiyye Allah'a hamd u sena edince, bazıları
"Çabuk
ol, biz seni buraya hutbe veresin diye çağırmadık", dediler. İbn Teymiye:
"Allah'a
hamd ü sena etmek yasak mı yani?" Diyerek tepki gösterdi. Kadı:
"Allah'a
hamd ettin. Şimdi konuş bakalım", dedi. İbn Teymiyye konuşmaktan vaz geçerek
sustu. Kadı'nm ısrarla, konuşmasını istemesi üzerine
"Benim
hakkımda hükümü kim verecek?" Diye sordu. O'na kadı ibn Mahluf'u
gösterdiler. O, şöyle dedi:
"Sen
benim hasımımsın. Hakkımda nasıl hüküm vereceksin?" Bunu duyan kadı
öfkelendi ve meclisi kapattı. Bunun üzerine İbn Teymiyye ve iki kardeşi[58] 1.5
yıl boyunca cebel kalesine hapsedildiler.
Hapisten
çıktıktan sonra Mısır'da ikamet ederek, burada ders vermeye başladı.[59]
İnsanlar
ilminden istifade etmek için o'nun derslerine koşuyorlardı. Bu durum sofileri
rahatsız etti ve o'nu kendilerinden olan sultana şikayet ettiler. 1/10/707
salı günü bir meclis toplanarak, ibn Teymiyye'nin görüşleri tartışıldı. Bu
meclis'le ilgili olarak îbn Abdulhadi şöyle diyor: Şeyhul islam'ın ilmi,
cesareti, doğruluğu, tevekkülü ve kanıtlarının açıklığı bu mecliste, en güzel
şekilde belirmiştir.
Bu
toplantı sonuçları ve etkileri itibariyle çok büyük olmuştur"[60]
Hakkında
şikayetler çoğalınca yönetim onu Şam'a sürgün etti. Şeyhu'l islam şevval'in
12. gecesi Şam'a doğru yola çıktı. Ertesi gün geri getirilerek hapse atıldı.
Hapishane'de
mahpusların İslahı için büyük gayret gösterdi. 1.5 yıl sonra buradan
çıkarılıp, îskenderiyye'deki hapishaneye nakledildi.[61]
8/10/709
yılında Terk'den çıkıp Dımeşk'e uğradıktan sonra Mısır'a gelen sultan Nasır
o'nun iskenderiye hapishanesinden çıkarılıp, Kahireye sarayına getirilmesini
emretti. Sultan Nasır ona büyük bir saygı gösterdi. Mısır ve Şam alimlerini
toplayarak bir meclis tertip etti ve ibn Teymiyye ile onları barıştırdı.[62]
İbn
Teymiyye bir süre daha Mısır'da kaldıktan sonra, Şam'a doğru giden Mısır
ordusuna katıldı. Askalan'da ordudan ayrılarak Beytü'l Makdis'e, oradan da
Dımeşk'e gitti. Dımeşk'e 1/1/712 tarihinde girdi. Dımeşk'den tam yedi yıl önce
çıkmıştı.[63] Dımeşk'e yerleştikten
sonra ilim yaymak, kitap yazmak ve fetva vermek ile meşgul oldu. İbn Abdulhadi
bu konuda şöyle diyor: "Şeyh (rahimehullah) Dımeşk'e gelip, yerleştikten
sonra, ilim öğretmek, kitap yazmak, sözlü ve yazılı fetva vermek ile meşgul
oldu. İnsanlara faydalı oluyor, onlara ihsanda bulunuyor ve seri hükümler
üzerinde ictihad yapıyordu. İctihadları kimi zaman dört mezhebe muvafık
olurken bazen de bu mezheplerin hilafına veya bu mezheplerde meşhur olan
görüşlerin hilafına ictihadda bulunduğu oluyordu."[64]
Talak
ve kabir ziyareti konusunda verdiği bazı fetvalar yüzünden Dımeşk'de de birçok
kez eziyet gördü ve hapse atıldı. Son kez 6/8/726 pazartesi günü ikindiden
sonra Dı-meşk kalesinde hapsedildi ve burada 2 yıl 3 ay kaldıktan sonra,
Allah'ın rahmetine kavuştu.[65]
Allah
ona rahmet etsin. [66]
Öğrencisi
İbn Abdulhadi'nin [67]
dediği gibi İbn Teymiyye çağının önde gelen alimlerinden iki yüzden fazla hocadan
ders almıştır. Babası ve dedesi dışında, hocalarından bazıları şunlardır:
1- Ahmed b. Abduddaim b. Nime el-Makdisi, ebul Ab-bas, Zeynüddin, 575
doğumlu. Hanbeli alimlerinden. Hadis alimi. Ömrünün sonlarında gözleri kapandı.
668'de vefat etti. [68] İbn
Teymiyye ondan hadis[69] ilmi
konusunda yararlandı.
2- Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed b. Kudame el- Makdisi. Salih, fakih,
imam, hatip, zahid bir alimdir. 597'de doğdu. Fazilet ve güzellik timsali idi.
Hanbeli fıkhı üzerine yazdığı şerhul mukni ve Teshilul matalib gibi eserleri
vardır. 682'de vefat etti. İbn Teymiyye ondan hadis, fıkıh [70] ve
usûl öğrenmiştir.[71]
3- Şerefüddin Ebu'l Abbas. Ahmed b. Ahmed b. Nime-el- Makdisi eş- şafii
622 yılında doğdu. Fıkıh, usul, arapça ve hadis konusunda imamdı. Dımeşk
kadılığını yaptı ve İbn Teymiyye gibi bazı faziletli alimlere fetva vermeleri
için izin verdi. Usulü fıkıhda yazdığı kitabı meşhurdur. 694 yılında vefat
etti.[72]
4- Münecca b. Osman b- Esad ed-Dımeşki, el-Hanbeli. Zeynü'ddin Ebul
Bereket. Şam hanbeli mezhebi reisliğini yaptı. İbn Teymiyye ondan fıkıh aldı.
695 yılında vefat etti.[73]
5- Muhammed b. Abdulkavi b. Bedran el- Makdivi el-Merdavi. Şemsüddin Ebu
Abdullah Fakıh, muhaddis, nahiv-ci, şair. İbn Teymiyye'nin arapça hocalarından.
Kitabul Fu-ruk ve başka eserleri vardır. 699'da vefat etti.[74]
6- Ahmed b. İbrahim b. Abdullah gani es-suruci el- Hanefi Hidaye'nin
sarihi Muhtelif ilimlerde imam idi. Kelam ilmi konusunda iken Teymiyye'ye
itiraz etmiş, İbn Teym-miyye ise yazdığı risaleler ile onun itirazlarını çürütmüştür.
710 yılında vefat etti.[75]
7- Ali b. Ahmed b. Abdulvahid es- Sadi el-Makdisi es-Salihi el- Hanbeli.
"İbnul Buhari' olarak tanınır. Alim, fa-kih, zahid, abid bir şahıstı.
Hadis rivayet ederdi. Talebelerine ikranda bulunurdu. 60 yıl boyunca hadis
rivayet etmistir. İbn Teymiyye şöyle demiştir: Hadis konusunda peygamber
(s.a.av) ile benim arama ibnul Buhari girdiği zaman gönlüm rahatlıyor" 690
yılında vefat etti.[76]
İbn
Teymiyye'nin yukarıda ismi geçen şahıslar dışında istifade ettiği başka alimler
de vardır. Dileyenler onun hayatını anlatan müstakil kitaplardan bu isimleri
öğrenebilirler. [77]
İbn
Teymiyye babasının vefat tarihi olan 683'den, kendi vefatı olan 728 yılma
kadar 46 yıl boyunca ders verdi.
Babası
vefat ettiği zaman yirmibir yaşında idi. "Babasının görevlerini
üstlenecek 683 yılında Darul Hadis-i sekriy-yede ders vermeye başladı. Aynı
zamanda büyük camide Kur'an tefsiri dersleri veriyordu. Kur'an'ın başından
başlayarak sonuna kadar tefsir etmiştir. Nuh suresinin tefsini ancak bir kaç
yıl içinde tamamlamıştır."[78]
Ayrıca
kendisini Şam ve Mısır'da hiç bırakmayan öğrenci ve sevenlerine özel dersler
vermiştir.
Şu
nedenlerden dolayı, döneminde başkasına nasip olmayacak kadar çok talebe
yetiştirmiştir.
1- Mısır ve Şam arasında bir çok kez yolculuk yapmış olması geniş
kesimlerin ondan yararlanmasına olanak vermiştir.
2- İlminin ve ifade gücünün büyüklüğü
3- Özel ve genel ilmi dersler vermesi.
4- Öğrencilerine saygı ve sevgi göstermesi. [79]
1- Muhammed b. Ahmed b. Abdulhadi b. Kudeme. Mu-haddis, hafız, fakih,
kari, nahivdi, dilbilici ve daha birçok ilim dalında tam bir otorite.
Şemsüddin el-Makdisi el-Hanbi-li. 705 Receb ayında doğdu îbn Kesir onun
hakkında şöyle dedi:
"Birçok
büyük alimin ulaşamadıkları derecede hadis, nahiv, sarf, fıkıh, tefsir, tarih,
kıraat gibi çeşitli ilim dallarında uzmanlık kazandı. Birçok faydalı eserler
yazdı. Hadis ricalinin isimlerini iyi bir şekilde ezberlemişti. Hadis usulü
konusunda tam bir otorite idi. Selefi salihin yoluna bağlı ve hayırda önde
olan, muttaki bir şahıstı."[80]
İbni
Teymiyye müleazemet eden, yanından ayrılmayan öğrencilerindendir. İbn Teymiyye
ona Razi'nın usuluddinin-den bazı bölümler okuttu.[81]
Yazdığı
bazı eserleri: El-Ukud ed- Dürriyye fi menakih Şeyhu'l islam ibn
Teymiyye," "es- Sarim el- münki fir red ale's sübki", yarıda
kalan et- Tefsirul Müsned" ve başka eserleri vardır. 744 yılında vefat
etti.[82]
2- Muhammed b. Ahmed b. Osman. Türkmen asıllı ed-Dışeşki, ez-Zehebi,
eş-Şafii, Ebu Abdullah Şemseddin Meşhur islam Tarihçisi. 673 yılında doğdu.
Kıraat
ve rical eleştiricisi, cerh ve tadil konusunda imam idi.
Bazı
meşhur eserleri şunlardır: Mizanul itidal fi nakdil Rical, Tezkiretul Huffaz,
Siyerul A'lamun Nübela. 748 yılında vefat etti.[83]
3- Şemsüddin, Ebu Abdullah Muhammed b. Ebi Bekir Eyyub ed-Dimeşki. Mutlak
müctehid, müfessir, Nahiv ve usul alimi. "İbn Kayyım el-Cevziyye"
olarak meşhur 691 yılında doğdu.
İbn
Teymiyye Mısır'dan döndükten sonra, yanına gelerek ondan istifade etti ve
vefatına kadar yanından ayrılmadı. Bazı eserleri: El- Tibyan fi Aksamil
Kur'an, İlamul Mu-vakkiin Bedaiu'l-Fevaid ve daha birçok eser. 751 yılında vefat
etti.[84]
4- Muhammed b. Müflih el-Makdisi, Şemsüddin Ebu Abdullah. Kadil Kudaa
Cemalüddin b. Yusuf el-Hanbe-li'nin naibi. Fıkıh ve usul alimi, muhaddis. İbn
Teymiyye'nin derslerine devam ederek, ondan birçok nakiller yaptı.
Kitabul
Füruu ve başka eserleri vardır. 763'te vefat etti.[85]
5- Şerefüddin Ebul Abbas, Ahmed b. Hasan b. Abdillah b. Ebi Ömer Muhammed
b. Ahmed b. Kudame el-Hanbeli Hanbeli'lerin şeyhi "İbn Kadıl Cebel"
olarak bilinir. 693 şaban ayında doğdu. Hadis ve illetleri, Nahiv, Lügat ve
mantık ilminde alim idi. İbn Teymiyye'den çeşitli ilimler okudu ve fetva izni
aldı.
"El-Faik
fi'l Furuil Fıkhıl Hanbeli" ve başka eserleri vardır. 771'de vefat etti. [86]
6- İsmail b. Ömer b- Kesir el- Basri sonra Dımeşki. Ebul Fida Imadüdin,
hafız, tarihçi, fakih, müfessir 701 yılında doğdu. İbn Teymiyye'den çok
yararlandı. Daha genç yaşta iken tam bir hadis ilrni otoritesi oldu.
Bazı
eserleri: el- Bidaye ve'n Nihaye, Tefsirul Kuranıl Azim ve başkaları. 774'te
vefat etti. [87]
İsimlerini
zikrettiğimiz bu alimler İbn Teymiye'den yararlanıp, tam insanların
yararlandıkları eserler yazan ilmi sahada söz sahibi öğrencileridir. [88]
İbn
Teymiyye daha çok küçük yaştan itibaren ilim talebine yöneldi. Allah ona
olağanüstü bir ezber ve anlama kabiliyeti vermişti. İlim ehli olan, asil bir
aile içinde yetişti. Bu onun tüm ilim dallarında, özellikle de, tefsir, hadis,
fıkıh, akide ve benzeri şerii ilimlerde büyük bir uzmanlık kazandı.
Aşağıda, bazı alimlerin,
muhtelif ilim alanlarında onun hakkında söyledikleri övgü dolu sözlerden bir
kısmını zikredeceğiz: [89]
İbn
Abdilhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: "Tefsir alanında tam bir otorite
idi. Bir meseleye anında Kur'an dan delil getirmede, müthiş bir yeteneğe
sahipti. İnsanlar onun bu yeteneğine hayran idiler. Müfesirlerin bazı ayetlerin
tefsirinde yaptıkları hataları düzeltir, Kur'an ve sünnetin delaletine uygun
açıklamalar getirirdi. [90]
Hafız
el- Bezzar'da şöyle dedi"....Bir mecliste Kur'an-dan bir ayet geçtiği
zaman Şeyhul islam o ayetin tefsirine başlar ve meclis o şekilde kapanırdı.
Birkaç ayetin tefsiri çoğunlukla saatler alırdı. Tefsirini bir yerden
okumaksızın yapardı." [91]
Ve
yine İbn Abdilhadi, İlmuddin el Berzali'den naklen
şöyle
diyor: "Tefsire başladığı zaman, ezberinin çokluğundan, anlatışının
güzelliğinden, uygun tercih, tazyif ve ibtal-leri yapmasından dolayı insanlar
onu büyük bir hayranlıkla dinlerlerdi." [92]
Hafız
Bezzar bu konuda şöyle diyor: "Nakillerin sahih ve sakimini bilme
konusunda o, zirvesine ulaşılmaz bir dağ idi. O'na cerh, ve tadilini bilmediği
söz yok gibiydi. [93]
İbn
Abdulhadi de Zehebi'den naklen şöyle dedi: "Rical, cerh ve tadilleri,
tabakaları gibi hadis ilminin tüm konularında tam bir otorite idi. O çağda, bu
konuda onun rütbesinde başka bir alim daha yoktu. Ezber ve ezberini anında hatırlama
ve bundan delil çıkarma bakımından olağanüstü bir zekaya sahipti.
Şöyle
denilse doğrudur: İbni Teymiyye'nin bilmediği hadis, hadis değildir"[94] İbn
Receb'de şöyle dedi:
"Hadis
ilmi konusunda müthiş bir bilgiye sahipti. Sahih, sünen ve müsnet metinlerinin
ezberi konusunda ise, ona denk olacak kimse yoktu." [95]
İbn
Abdulhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: dört mezhebin yanı sıra, Sahabe ve
Tabiinin mezhebleri ve fıkıhları konusunda büyük bir bilgiye sahipti." [96]
İbn
Receb, Zeheb'den naklen şöyle dedi: "... Fıkıh'da mezheplerin ihtilafları,
sahabe ve taiinin fetvaları tam bir bilgi sahibiydi. Öyleki fetvalarını belli
bir mezhebe göre değil, delil elde edebildiği ölçüye göre verirdi." [97]
İbn
Kesir'de şöyle dedi: "Tefsir ve fıkıh'da imam idi. Öyleki, mezhepleri
mensuplarından daha iyi biliyordu. Usul ve fürü'da alim idi." [98]
İbn
Hacer, Zehebi'den naklen şöyle dedi: "Sorulan meselelere Kur'an'dan delil
getirmede ondan daha mahiri yoktu." [99]
Alimler
İbn Teymiye'nin bu alandaki çalışmalarından övgü ile bahsetmişlerdir.
İbn
Abdulhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: "Değişik dinler, mezhepler, usul
ve kelam konusunda ondan daha bilgilisini bilmiyorum." [100]
Hafız
Bezzar'da şöyle dedi: "Allah ona öyle bir ilim ve istikamet vermişti ki,
yazdığı kitaplar ile, bidat ve heva ehlinin uydurdukları tüm bidat ve
hurafeleri geçersiz kılıp, sapıklıklarını ve şeriatı Muhammediyye'ye aykırı
tutumlarını ayan ve beyan ortaya çıkarmıştır.
"Allah'ın
o'na verdiği rahmani basireti, nakli deliler ve akli açıklamalarını eserlerine
yansıtarak yalan ile doğrunun birbirinden ayrılması sağlamıştır." [101]
İbn
Receb de yine Zehebi'den naklen şöyle der: "Akli ilmini inceledi ve
kelamcılara reddiye yazarak sözlerini çürüttü. Hatalarını tespit edip,
insanları onlardan kaçındırdı. En açık ve yüksek delillerle sünnete yardım
etti. Bu yolda çeşitli eziyetler görmesine rağmen, hak yoldan dönmedi. Takva
ehlinin muhabbet ve duasına nail oldu ve Allah onunla birçok delalet ehlini hidayete
erdirdi." [102]
İbn
Abdilhadi, Berzali'den naklen şöyle dedi: "Fazileti, adaleti ve dindarlığı
konusunda herkesin müttefik olduğu imam Takiyyuddin, Ebul Abbas, Kur'an,
arapça, usul, tefsir ve hadis konusunda zamanının bir tanesidir.
Müctehid-lerde olması gereken tüm vasıflara sahip idi ve ictihad derecesine
ulaştı. Derslerini dinleyenler, ilminin genişliği, zekasının kuvveti ve
anlatışının güzelliğine hayran idiler." [103]
Zehebi,
Ebul Abbas el-Dimyati'ye cevap veren Ebul Feth el-Yamiri'den şöyle nakletti:
"O, tüm ilimlerden nasip almıştır. Sünnet ve eserleri ezber biliyordu.
Tefsir, hadis ve fıkıh'da imam idi. Tüm din ve mezheplerle ilgili geniş bir
ilime sahipti. Tüm ilimlerde uzman idi. Yeryüzünde ondan daha alim birisin
görmedim." [104]
Şeyhul islam'ın ilmi konumu
hakkında alimlerin övgü dolu bir çok sözleri vardır. Muhtelif ilimlerde
yazdığı kitaplar onun ilmi konumunun en açık kanıtıdırlar. [105]
Alimler,
ibn Teymiyye'nin telif eserlerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu
bildirmişlerdir:
İbn
Abdulhadi şöyle dedi: "Şeyh'in bir çok kitabı, fetvası, kendisine
yöneltilen sorulara verdiği cevapları ve risaleleri vardır ki bunların tâm
olarak sayısını tespit etmek mümkün değildir. O'nun kadar çok kitap yazan
-eski ve yenilerden- hiç bir alim yoktur. Çoğu eserlerini hapishanede iken,
herhangi bir kitaba gereksinim duymaksızın ezberinden yazmıştır." [106]
İbn
Abdulhadi bir başka yerde de şöyle dedi: "Şeyh taki-yüddin'in kendisi dahi
eserlerinin sayısını tam olarak bilmezdi. Çünkü sürekli olarak yazmaktaydı.
Allah (c.c) o'na hızlı yazma yeteneği vermişti ve ezberinden yazardı.
Yazdıklarını
talebelerine veya kendisine soru yöneltenlere verirdi. Böylece kitapları
elinden çıkar ve nerede olduğunu o bile bilmezdi.
İşte
bu nedenlerden dolayı, kitaplarının sayısını tam olarak bilmek mümkün değildir." [107]
İbn
Abdulhadi şöyle devam ediyor: "Şeyhul islam hapse girdikten sonra,
öğrencileri dağıtmak zorunda kaldılar. Böylece kitaplarıda dağıldı, İnsanlar
o'nun kitaplarını açığa çıkarmaktan korkar oldular." [108]
Bu
nedenle Şeyhul islamın bazı kitapları kaybolmuş veya unutulmuştur.
İbn
Abdulhadi el-Ukud ed-Dürriye'de (21-47 sh) Şeyhul islamın kitaplarının bir
listesini çıkarmış ve ihtiva ettiği mevzulara kısaca değinmiştir.
Hafız
Bezzar şöyle dedi: "O'nun kitaplarını tam olarak saymam mümkün değil. Zira
büyüklü küçüklü bir çok kitap yazmıştır ve bu kitaplar tüm islam alemine
yayılmıştır. Gittiğim her ülkede onun bazı kitaplarına mutlaka rastladım"[109]
"Şeyhul
islam sadece "Deki: O Allah birdir"[110]
ayetinin tefsirini büyük bir cilt kitaba ancak sığdırabilmiştir.
"Rahman
Arşa istiva etmiştir"[111]
ayeti kerimesini ise 35 sahifede tefsir etmiştir. Duyduğuma göre, şayet
başladığı kuranın tamanınm tefsirini tamamlayabilseydi toplam 50 cilt
olacaktı." [112]
Hafız
Bezzar daha sonra Şeyhul islamın bazı eserlerini üç sayfa halinde zikrettikten
sonra şöyle dedi: "Zikrettiklerimiz Şeyhul islamın eserlerinin ancak bir
kısmıdır." [113]
Zehebi'de
şöyle dedi: "İlim okyanusu, zeka, zühd, cesaret, kerem sahibi bir zat
idi. Muvafıklarının olduğu gibi muhaliflerinin de övgüsünü kazanmıştır. Yüz ciltten
fazla eser yazmıştır." [114]
İbn
Receb'de şöyle dedi: "Eserlerine gelince, sayılamayacak kadar çoktur. Tüm
ülkelere yayılmış olduğundan bunların sayısını tam olarak tespit etmek mümkün
değildir. Bazı eserleri şunlardır.." [115]
Tüm
bu sözlerden İbn Teymiyye'nin sayılamayacak kadar çk eser bıraktığı
anlaşılmaktadır. Öyleki onların sayısını tespit etmek dahi mümkün olmamıştır.
Es-Safdi
tamamını tespit etmenin imkansız olduğunu itiraf ettikten sonra, Şeyhul
islam'ın bazı eserlerini beş alana ayırarak, saydı.
1- Tefsir alanındaki eserleri.
2- Usul alanında.
3- Usulü fıkıh alanında.
4- Fıkıh alanında.
5- Diğer alanlarda yazmış olduğu kitaplar.
Tüm
bu kısımlar altı sayfa tutmuştur. [116]
Aynı
şekilde İbn Şakir de, Safdi gibi gruplandırma yaparak, Şeyhul islam'ın bazı
kitaplarını saymıştır. [117]
İfade
edildiği gibi şeyhul islamın kitaplarının sayısını tam olarak belirlemek mümkün
olmasa da, müslümanlar halen bu kitapların nurlu ilimlerinden faydalanmaya
devam etmektedirler. [118]
1- İstikamet[119]
2- İktidau's Sıratül müstakim li muhalefeti ashabi-1 cahmi. [120]
3- Aksamul Kur'an. [121]
4- Ernsalü'l Kur'an. [122]
5- İman. [123]
6- Bağiyetü'l mürted [124]
7- Tedmiriyyet. [125]
8- Tefsiru Ayatun müşkilat[126]
(müşkil ayetlerin tefsiri).
9- İhlas suresinin tefsiri. [127]
10- Nur suresinin tefsiri. [128]
11- Derü taarud el-akl ve'n nakl. [129]
12- Er-Red alal mantıkıyyın. [130]
13- Safdiyyet. [131]
14- Ubudiyet. [132]
15- Tevessül ve'l vesile. [133]
16- Kavaidu'n nuraniyye el- fıkhiyye. [134]
17- Mukaddime fi usulit tefsir[135]
18- Minhacus sünne fi nakd kelam eş-şia vel kaderiyye[136]
19- En-Nübüvvat. [137]
Şeyhuul
islam ibn Teymiyye'nin saydıklarımız dışında da kitapları mevcuttur. Son dönem
alimleri onun risale, söz ve fetvalarını derleyerek müstakil külliyatler haline
getirmişlerdir ki, önemli olanları şunlardır:
Mecmuu
Fetava Şeyhu'l İslam ibn Teymiyye. [138]
Dekaiku't
Tefsir ul Camii li-Tefsiri limen ibn Teymiyye. [139]
Et-Tefsiru'l
Kebir. [140]
İbn
Teymiyye (r.a.) Dımeşk'de mahpus bulunduğu hapishanede zilkade ayının 20.
gecesi 728 yılında vefat etti. [141]
İbn
Teymiyye başta Kur'an etüdleri olmak üzere, bir çok ilim dalında, kendisinden
sonra gelenler üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.
Bu
alanda, alimler o'ndan özellikle Tefsir usulü ile ilgili önemli kaideleri
açıkladığı mukaddimesinden çok yararlanmışlardır. Kur'an etüdleri alanında
ondan etkilenen alimlere örnek olarak iki eski, iki yeni alimlerden örnek
vermek isitiyrum. Bunlar:
1- İbn Kayyim
2- İbn Kesir
3- El-Kasimi
4- Muhammed
Reşid Rıza. [142]
İbn
Kayyım, Kur'an etüdleri alanında hocası ibn Teymi-ye'den çok istifade etmiştir.
Her ikisinin belli konularda yazdıklarını karşılaştırdığımızda, aralarında
büyük bir benzerlik görürüz ki bu da İbn. Kayyim'in hocasından ne kadar
faydalandığını ve etkilendiğini gösterir.
Zaten
o da, her defasında hocasından büyük bir saygı ve hayranlık ile bahseder şimdi
bu etkinin muhtelif yönlerine geçelim. [143]
Her
ikisinin de ayetleri tefsir yöntemleri hemen hemen aynıdır. İkisi de diğer
müfessirler gibi Kur'an'ı baştan sonra, müretteb olarak değil, muhtelif ayet
ve sureleri dağınık şekilde tefsir etmişlerdir. Fakat İbn teymiyye,
öğrencisinden daha çok tefsir yazmıştır.
Her
ikisi de bazen bir surenin tamamını, bazen sadece birkaç ayetini tefsir
ederlerken, hiç tefsirini yapmadıkları ayet ve sureler de olmuştur. [144]
İbn
Kayyım'in tefsirleri, büyük ölçüde hocasının tefsirleriyle aynıdır. Bazı
örnekler verelim.
Her
ikisinin Cenabı Hakkın şu kavilini tefsirleri:
"Rabbinize
yalvara, yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki, o haddi aşanları
sevmez."
"Yeryüzü
ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. Korkarak ve umarak ona dua
edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır." (Araf:
7/55-56)
İbn
Teymiye bu iki ayetin tefsirinde şöyle dedi: "Bu iki ayet ibadet ve isteme
dualarının adabına şamildir. Dua Kur'an'da bazan ibadet, bazan isteme ve bazen
de, her ikisi beraber murad edilmektedir. Her ikisi de birbirini
gerektirmektedir. Ki isteme duası dua edenin, faydasını ve ona ulaşan zararın
defini taleptir. Zarar ve fayda veren ise, mabud olan Allah'tır.
Dolayısıyla
Cenab-ı Hak, birçok ayet-i kerime'de fayda ve zarar verme gücü olmayan bir
varlığa tapanların bu tutumlarını reddetmiştir:
"Allah'ı
bırakıp da sana fayda ve îarar veremeyecek şeylere tapma." (Yunus: 10/106)
"Onlar
Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere
tapıyorlar." (Yunus: 10/18)
Allah
subhanehu ve teala, kendisinden başka tapılan tanrıların ne kendilerine ne de
kendilerine tapanlara bir fayda ve zarar veremiyeceklerini bildirdi.
Kur'an'in
bir çok yerinde Cenab-ı Hak, tanrının mutlaka fayda ve zarar verme gücüne
sahip olması gerektiğini bildirdi. Kulun Rabbine fayda ve zarar için dua
etmesi isteme duası olduğu gibi, O'na (Subhanehu ve teala) korku ve ümit ile
yapılan dua da ibadet duasıdır. O halde her iki dua çeşidi de birbirlerini
gerektirmektedir. Her ibadet duası, isteme duasını gerektirdiği gibi, her
isteme duası da ibadet duasını da tazammun etmektedir.
O
halde cenab-ı hakk'in şu kavli, "Kullarım sana, beni sorduğu vakit de ki,
ben herhalde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona
karşılık veririm." (Bakara: 2/186)
duanın
her iki çeşidini de kapsamaktadır. Ayet her ikisi ile de tefsir etmek mümkün.
Benden istediği zaman veririm, denileceği gibi, bana ibadet ettiği zaman sevap
veririm de denilebilir. Her iki söz de birbirini gerektirmektedir.
Bu
müşterek bir lafzı tüm anlamları veya lafzı hakikat ve mecaz için kullanma
kabilinden değil, iki şeyi de tazammum eden hakikat anlamında kullanmaktır. İyi
düşünüldüğünde bu mevzunun, büyük faydalar ihtiva ettiği görülecektir. Fakat
çoğu kimseler bundan gafildirler. Çoğu Kur'an ayeti iki veya daha fazla manaya
delalet eder. Bu da, bu kabildendir. Buna bir diğer örnek Cenabı hakkın su
kavlidir: "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırın-cay kadar namaz
kıl." (İsra: 17/78)
Ayeti
kerimenin orjinalinde geçen "ed-Dülük" kelimesi zeval ve grub olarak
tefsir edilmiştir. Bunun nedeni "Duruk" kelimesinin iki manayı da
kapsıyor olmasıdır. Duluk: Meyil, demektir. Güneşin duluku ise: meyletmesi
başlangıcı zeval bitimi gurubudur.
Aynı
şekilde "el-Gasık" kelimesi gece ve ay ile tefsir edilmiştir. Çünkü
ayın gecenin bir alameti olması nedeniyle ikisi arasında bir telazum vardır.
Bunun gibi daha bir çok örnek vardır.
"Rabbinize
yalara yakara ve gizlice dua edin" kavli ilahisi dua'nın iki çeşidini de,
ihtiva etmekle beraber zahiren ibadet duasını da kapsayan, isteme duasıdır. Bu
nedenden dolayıdır ki gizli ve sessiz yapılması emredilmiştir. Hasan şöyle
dedi: "Gizli dua ile açık dua arasında yetmiş kat fark vardır. Müslümanlar
çokça dua etmelerine rağmen, sesleri asla duyulmazdı. Yani, yaptıkları dua
sadece kendileri ile Rabbul alemin arasında kalırdı. Fısıldayarak dua
ederlerdi. Cenabı Hakk salih bir kadından bahsederken şöyle buyurdu:
"Hani
o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmiştir." (Meryem: 19/3)
Dua'nın
gizli yapılmasında bir çok fayda vardır." İbn Teymiyye' böyle dedikten
sonra bu faydalardan on tanesini saydı.[145]
Bu
iki ayet hakkında İbn Teymiyye'nin tefsiri böyle Şimdi aynı ayetler hakkında
İbn Kayyım'nın yaptığı tefsire bakıp, ikisini birbiriyle kıyaslıyalım:
İbn
Kayyım şöyle dedi: "Bu iki ayeti kerime duanın çeşitleri adamına
şamildir: İbadet ve isteme duası. Kur'an-ı ke-rim'de dua, ibadet ve isteme
duası veya ikisi birlikte murad edilir.
Çünkü
bu iki çeşit, birbirlerini gerektirmektedir.
İsteme
duası; dua edenin bir fayda veya uğradığı zararın giderilmesini talep
etmesidir. Çünkü fayda ve zarar verme gücüne sahip olan, hak mabuddur.
Mabud'un
mutlaka zarar ve fayda verme gücüne sahip olması gerekir. Bu nedenle cenabı
Hak bir çok ayeti kerimede kendisi dışında hiç bir zarar ve fayda vermeyen
şeylere tapılmasım kınamıştır. Bunun Kuran'da bir çok örneği mevcuttur.
"Onlar
Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar nede fayda verebilecek şeylere
tapıyorlar." (Yunus: 10/18)
"Allah'ı
bırakıp da sana fayda yada zarar vermeycek şeylere tapma." (Yunus: 10/106)
"O'nu
bırakıp, hiç bir şey yaratmayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, bizzat
kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve
ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar
edindiler." (Furkan: 25/3)
"Allah'ı
bırakıp kendilerine ne fayda ne zarar vermeyen şeylere kulluk ediyorlar.
İnkarcı olan kimse Rabbi-ne karşı uğraşıp durmaktadır." (Furkan: 25/55)
Cenab'ı
Hak kendisi dışında tapılan tanrılardan ne kendilerine nede başkalarına zarar
ve fayda verme güçlerinin olmadığını bildirdi. Kur'an çok açık bir şeklide
beyan etmektedir ki, ancak fayda ve zarar vermeye kadir olan hak mabuttur.
Allah'a fayda ve zararın defi için yalvarılması, isteme duası; korku ve ümit
ile yalvarılması ile ibadet duası-dır ki her ikisi de birbirini telazum
etmektedir. Her ibadet duası, isteme duasını gerektirmekte ve her isteme duası,
ibadet duasını tazammun etmektedir.
Aynı
şekilde Cenabı Hakk'ın şu kavli de dua'nın her iki çeşidini ihtiva etmektedir:
"Kullarım
sana beni sorduğu vakit de ki, ben her halde yakınım. Dua edenin duasını bana
dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm." (Bakara: 2/186)
Bu
ayeti kerime iki şekilde de tefsir edilebilir:
Kulum
benden istediği zaman ona veririm, Kulum bana ibadet ettiği zaman Sevap
veririm. Her iki tefsir de bir birini gerektirmektedir.
Bu,
müşterek bir lafzın tüm anlamlarını veya lafzın hakikat ve mecaz anlamını
kullanma kabilinden değil, iki şeyi birden kapsayan bir hakikati anlamında
kullanmaktır. Düşünüldüğünde bunun birçok faydaları olduğu görülecektir.
Kur'an'ın
iki veya daha çok manaya delalet eden lafızları bu kabildendir. Cenabı Hakk'ın
şu kavlinde olduğu gibi:
"Gündüzün
güneş dönüp gecenin karanlığı bastırın-caya kadar namaz kıl." (İsra:
17/78)
Ayeti
kerime'nin orjinalinde geçen "ed-Dülük" kelimesi zeval ve grub
olarak tefsir edildi. Çünkü "ed-Dülük" kelimesi iki anlamı da ihtiva
etmektedir. Dülük, meyletmek anlamında olduğu gibi gelir. Bu meylin bir
başlangıç ve son noktası olduğundan, başlangıcı zeval, sonu grub vaktidir. Lafız,
müştereklik veya hakikat ve mecazdan dolayı değil bu itibarla iki anlamı da
içermektedir.
Buna
başka bir örnek de "Gasık kelimesinin gece ve ay ile tefsir ediliyor
olmasıdır. Bu gerçekte bir ihtilaf değil, te-lazumdür. Çünkü ay, geceye
işarettir. Bu konuda daha başka birçok örnek vardır.
"Rabbinize
yalvara, yakara ve gizlice dua edin" Kavli ilahisi dua'nın her iki nevini
ihtiva etmekle beraber zahirde ibadet duasını ihtiva eden, istek duasıdır. Bu
nedenle duanın gizlenmesi ve sessiz yapılması emredilmiştir. Harun şöyle dedi:
"Gizli dua ile açık dua arasında yetmiş kat fark vardır. Müslümanlar çok
dua etmelerine rağmen, sesleri asla duyulmazdı. Yani yaptıkları dua sadece
kendileri ile Rabbül alemin arasında kalırdı. Fısıldayarak dua ederlerdi.
Cenab'ı
Hak salih bir kulundan bahsederken şöyle buyurdu: "Hani o, gizli bir sesle
Rabbine niyet etmişti."
Dua'nın
gizli yapılmasında birçok fayda vardır" İbn Kayyım böyle dedikten sonra,
ibn Teymiyye'nin zikettiği 10 faideyi aynen yazmıştır.[146]
İbn
Kayyım "i'lamu'l-muvakkin" de feraizle ilgili meseleleri, çoğunlukla
aynen İbn Teymiyye'nin ifadelerini kullanarak yazmıştır. [147]
Bunda
garipsenecek bir şey yok, çünkü İbn Kayyım, İbn Teymmiyye'nin yanından
ayrılmayan öğrencilerinden biridir. [148]
İbn
Teymiyye'nin İbn Kayyım üzerindeki büyük etkisi en çok, onun, şeyhül islam'dan
yaptığı alıntılarda ortaya çıkmaktadır. İbn Kayyım bunları konu edindiği
mevzuya açıklık getirmek için kullanmaktadır.
Buna
iki misal verelim:
1- "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet
umarız." (Fatiha: 1/5)
Ayeti
kelimesinin tefsirinde şöyle dedi: .
"Sonra,
kalb iki büyük hastalığa maruz kalır ki, tedavi edilmediği taktirde bu
hastalıklar kişiyi helaka sürükler, ki bu hastalıklar riya ve kibir'dir.
Riyanın devası "iyyake na'buda: Ancak sana kullak ederiz" ve kibrin
devası " ve iyyake nestain: ve yalnız senden medet umarız"
Birçok
kez İbn Teymiyye (kaddesallahuruhehu)'den şöyle dediğini işittim: "iyyake
nabudu" riyayı "Ve iyyake nestain" ise kibri giderir."[149]
2- İbni Kayyım.
"Muhakkak
ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten ah-koyar." (Ankebut: 29/45)
Kavli
ilahi'nin tefsirinde seleften bazılarının bu konudaki sözlerini aktardıktan
sonra şöyle dedi: "Şeyhul islam Ebul Abbas b. Teymiyye -Kaddese Allahu
ruhehu - şöyle diyordu: "Namaz 'm iki büyük maksadı vardır ki biri
diğerinden büyüktür. Namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar ki bu Allah'ın
zikrine de müştemildir. Allah'ın zikri hayasızlık ve kötülüklerden
alıkoymasından daha büyüktür." [150]
Tefsir
ve Kur'an öğretimi alanında İbn Kayyım'm Şeyhi İbn Teymiyye'den en çok
etkilendiği hususlar bunlardır. [151]
İbn
Kesir her konuda olduğu gibi özellikle tefsir'de Şeyhi İbn Teymiyye'den
etkilenmiştir. İbn Teymiyye'nin "Usu-lüt Tefsir" e yazdığı mukaddime
ile İbn Kesir'in kendi tefsirine yazdığı mukaddimeyi karşılaştıracak olursak,
bu etkiyi açık biçimde görebiliriz.
İbn
Kesir, Şeyhi'nin Kur'an'ı tefsir yolları konusunda yazdıklarını aynen
kabullenerek, tefsirini bu metot üzerine yazmıştır.
Fakat
buna rağmen hatta kimi zaman hocasının bazı tespitlerini harfi harfine
aktarmasına rağmen, ibn Teymiyye' den faydalandığını belirtmemiştir. Tefsir
usulünde böyle olduğu gibi, İbn Kesir yazdığı Kur'an tefsirinde takip ettiği
ilmi metod itibariyle de ibn Teymiyye'den çok etkilenmiştir. Hatta öyleki,
bazı meselelerde cumhur'un hilafına görüş bildiren İbn Teymiye'nin görüşlerini
tercih etmiştir.
Buna
örnek için, İbn Kesir'in şu ayetleri tefsirine bakalım:
"Kıral
dedi ki" Onu bana getirin" Elçi, Yusuf'a geldiği zaman, Yusuf
dediki: "Efendine dön de ona "Ellerini kesen o kadınların zoru
neydi?" diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi
bilir." Kral dediki: Yusuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman
durumunuz neydi? (Kadınlar) "Haşa"! Allah için, biz ondan hiç bir
kötülük görmedik" dediler. Azizin karısı-da dedi ki: Şimdi hak meydana
çıktı. Ben onun nefsindan murad istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.
Bu, benim kendisine gıyapta hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini
başarıya ulaştırmayacağını o'nun da bilmesi içindir. Nefsimi temize çıkaramam.
Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir.
Zira Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yusuf: 12/50-53)
îbn
Kesir: "Bu benim kendisine gıyapta hainlik etmediğimi bilmesi
içindir" den çok bağışlayan, pek esirgeyendir. " kavli ilahi'ye kadar
konuştuktan sonra, bu söz Aziz'in karısına mı, yoksa Yusuf'a mı aittir?
sorusunu sorup, sonra bu sözün, ayetin siyakı gereği karısına ait olduğunu ve
İbn Teymiyye'nin de aynı görüşte olduğunu söyledi. [152]
OysaTaberi[153] gibi büyük müfessirlerin
çoğu, bu sözün Yusuf'a ait olduğunu söylemişlerdir.
İbni
Kesir şöyle devam etti: "Bu, benim kendisine gıyapta hainlik etmediğimi
bilmesi içindir" Yani Aziz'in karısı şöyle diyor: Ben bu olayı itiraf
ediyorum ki kocam benim ona ihanet edip zina ettiğimi sanmasın. Evet, o
gençten murad almak istemedim fakat o buna yanaşmadı. Bu nedenle, suçsuz
olduğum anlaşılsın diye olayı itiraf ediyorum. "AlIah hainlerin hilesini
başarıya ulaştırmayacaktır. Nefsimi temize çıkaramam." Kadın şöyle diyor:
Bununla beraber nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis temenni eder ve ister. Bu
nedenle ben o gençten murad almak istedim. Çünkü bunu bana nefsim yaptırdı.
"Rabbimin
acıyıp koruduğu hariç" Rabbimin koruması hariç, nefis işte böyle kötülüğü
emreder. "Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir."[154]
Bu
söz kıssanın siyakına daha uygundur. Maverdi[155] tefsirinde
bu görüşü tercih ettiği gibi, imam Allame Ebul Ab-bas b. Teymiyye
(rahimehullah)'da şiddetle bu görüşü savunmuştur. [156]
İbn
Kesir sonra diğer görüşe işaret ederek şöyle devam etmiştir: Bu sözün Yusuf
(as)'a ait olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat birinci görüş daha güçlü ve
tercihe şayandır. Çünkü bu konuşma, daha henüz Yusuf gelmeden önce, kral'in
huzurundu bulunan Aziz'in karısına aittir." [157]
Görüldüğü
gibi, ibn Cerir et-Taberi gibi bazı büyük müfessirlerin, hiç zikretmemelerine
rağmen ibn Kesir bu örnekte, şeyhi ibn Teymiyye'nin görüşünü tercih
etmektedir.
İbn
Kesir, tefsir dışındaki diğer eserlerinde de Şeyhi İbn Teymiyye'den çok
istifade etmiştir. Fakat alıntılarında isim verme adeti olmadığı için, bunların
tam olarak ispatı çok zordur.
Buna
örnek için İbn Kessir'in şu ayetleri tefsirine bakalım:
"Onlara,
şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti. Biz ondan sonra,
onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir asker indirmedik
ve indirecek de değildik. Çünkü onların helaki, sadece bir tek sayhadan başka
bir şey değildi. İşte o azgınlar bir anda sönüverdiler." (Yasin:
36/13-29) Ayeti kerimelerine kadar olan kısmın tefsirinde selefin bazılarından,
bu şehrin Antakya[158]
olduğunu ve ayeti kerimede geçen eliçilerin İsa Mesih'in yanından geldikleri,
yolundaki rivayetleri zikrettikten sonra, şöyle dedi; "Fakat birçok
nedenden dolayı bu doğru değildir.
1- Kıssa'nın zahirinden bu elçilerin tsa Mesih'in yanından geldikleri
değil, Allah'ın elçileri oldukları anlaşılmaktadır.
2- Antakya halkı İsa Mesih'in çağırışına kulak veren ilk halklardan
biridir ki Hıristiyanların dört patriklilerden burada bulunmaktadır.
Dolayısıyla bu elçilerin İsa'nın elçileri olduğunu iddia ettikten sonra,
İsa'ya iman eden bu şehrin halkının helak edilmesi birbiriyle çelişmektedir.
Allah daha iyi bilir.
3- Ebu Saidi'l Hudri (r.a) ve seleften birçoklarının dediğine göre,
Cenabı hakk Tevrat'ı indirdikten sonra hiç bir ümmeti gökten indirdiği bir
azap ile helak etmemiş, bunun yerine müslümanlara müşriklerle savaşmalarını
emretmiştir.
O
halde, Kur'an da hikaye edilen bu şehrin Antakya değil başka bir şehir olması
gerekir. Veya bildiğimiz meşhur bir şehir olan bu Antakya değil de, aynı isime
sahip başka bir şehir kastedilmiş olabilir. Çünkü bilinen Antakya şehri ne
Hristiyanlık döneminde ne de daha önce helak edilmiş bir şehir değildir. Allah
daha iyi bilir."[159]
İbn
Teymiyye'nin tefsirine baktığımızda O'nun tefsirinde bu ayetleri işlemediğini
görürüz. Fakat el-Cevabu's sahih limen beddele dine'l mesih" isimli
eserinde bu ayetleri zikrettikten sonra şöyle demiştir:
"Bu
elçilerin İsa (a.s.)'ın havarileri olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bazı
müfessirler bu elçilerin Havariler, şehrin de Antakya olduğunu
belirtmişlerdir.. Fakat Hristiyanlar'ca Antakya halkının iman edip İsa'nın
dinine tabi oldukları ve helaka uğramadıkları bilinmektedir. Kur'an ise,
elçilere iman eden bu adamın milletinin helak edildiğini söylemektedir."[160] İbn
Teymiyye, bu elçilerin İsa'nın Havarileri olmadığına dair Ebu Aliye'nin
görüşünü aktardıktan sonra şöyle devam ediyor: Doğru olan da budur. Ayeti
kerime'de sözü edilen elçiler, İsa'dan önce gelen Allah elçileridirler. Şehir
halkı onlara iman etmemeleri nedeniyle helak edilmişlerdir. Antakya bundan
sonra imar edilmiştir."[161]
İbn
Teymiyye şöyle devam ediyor. "Antakya İsa (a.s.)'ın dinine iman eden ilk
büyük şehirlerden biridir. Fakat bazıları Kur'an'da bahsedilen elçilerin,
İsa'nın havarileri olduklarını zannetmişlerdir ki, bu birçok bakımdan doğru
değildir.
1- Kur'an, elçilerin gönderildiği bu şehrin helak edilmediğini
söylemektedir. Oysa tarihen sabittir ki Antakya halkı daha henüz bozulmamış
olan İsa'nın hak dinine iman etmişler ve helak edilmemişlerdir.
2- Kur'an o elçilerin Allah tarafından gönderildiğini belirtmektedir.
Oysa müfessirler bunların İsa (a.s.) tarafından gönderilmiş olduklarını
söylüyorlar.
Ayrıca
ehli ilim tarafından bilinmektedir ki, Tevrat'ın indirilmesinden sonra Cenabı
Hak, Nuh, Ad, Semud, Lut, Firavun ve başka milletlere yaptığı gibi,
Peygamberlerini inkar eden kavimleri gökten indirdiği bir azap ile helak etmeye
son vermiş, bunun yerine mü'minlere kafirlerle cihad etmeyi emretmiştir." [162]
Bu
mukarane, İbn Kesir'iri şeyhinden ne denli istifade ettiğini gösterir. İfade
ve üslup farklı olsa da temelde aynı şeyleri söylemektedirler. [163]
Kasımi,
Kur'an tefsirinde îbn Teymiye den çok istifade etmiştir. Tefsirinde ibn
Teymiyye'den alıntılar yapmış ve bazı meselelerdeki görüşlerini o'na
dayandırmıştır.
Şimdi
buna bazı örnekler verelim:
Birinci örnek:
Kasımi
"Mehasinu't-Tevil" adını verdiği tefsirinin mukaddimesinde İbn
Teymiye'den şu alıntıları yaptı.
"Tefsir'de
insanların en bilgilileri Mekke 'İllerdir. Çünkü onlar ibn Abbas'ın
talebeleridirler: Mücahid, Ata b. Ebu Rabah, İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus ve
başkaları hep onun talebeleridirler.
Aynı
şekilde Küfe'liler ve Medine'nin tefsir alimleri de İbn Mesud'un
öğrencileridirler. Zeyd b. Eşlem ve ilmini ondan alan oğlu Abdurrahman b. Zeyd
v e Malik b. Enes gibi."[165]
Kasimi
şöyle devam ediyor:
"Selefin
bazı konularda ki ihtilafları, zıdlık değil, çeşitlilik ihtilafıdır İbn
Teymiyye şöyle dedi: "Bilinmesi gerekir ki, Peygamber (s.a.v) ashabına
Kur'an'ın lafızlarını öğrettiği gibi, anlamlarını da öğretmiştir. Cenabı
Hakkın şu kavli her ikisinine de şamildir:
"İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklamam için." (NahI: 16/44)[166]
Bu
şekilde Kasımi, İbn Teymiyye'nin "mukaddime" sinden hiç bir harfine
dokunmaksızın aynen nakiller yapmaktadır;
"İbn
Teymiyye şöyle dedi: Tefsirdeki ihtilaf iki çeşittir. Nakil'den ve bunun
dışındaki şeylerden kaynaklanan ihtilaflar.
Makul
(naklonunan) ya masumdan veya başkasından-dır. Bu nakillerden çoğunun sahihlik
ve zayıflığı bilindiği gibi, bazen de bilinmez. Sahihliği bilinmeyen şeylerin
büyük çoğunluğu faydasız ve gereksiz hususlardır. Ashabı kehf'in köpeğinin
ismi ve rengi, Hıdır'ın katlettiği çocuğun ismi gibi bilinmesinde hiç bir fayda
olmayan hususlar bu kabildendir. [167]
Kasımı'nın
İbn Teymiyye'den bu şekilde birçok nakiller yapması o'nun, Şeyhu'l İslam'a
karşı olan saygısını ve ondan etkilendiğini gösterir.
İkinci Örnek:
Kasımi,
Tefsiri'nin mukaddimesinde "Kur'an'da mecaz var mıdır?" Sorusunu
sorduktan sonra şöyle'dedi:
"Şeyhul
İslam Takyüddin ibn Teymiyye "iman" kitabın da şöyle dedi:
"Allah'ın
Rasulünün ve her bir ferdin kelamında, lafzın muhtelif delaletleri olduğu
açıktır, denilmektedir.
Fakat
diyoruz ki: İman lafzının amele delalet etmesi mecazdır. Peygamber (s.a.v)'nin:
İman'ın altmış küsur veya yetmiş küsur şubesi vardır. En yükseği La ilahe
illallah sözü, en düşüğü ise yoldan insanlara eziyet veren şeyi gidermektir"[168]
buyurması mecazdır. "İman, Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine...
inanmaktır." [169]
Buyurduğu
ise hakikattir. Bu söz, mürcie cehmiye, kera-miye ve ameli, iman'a dahil
etmeyen her fırkanın sımsıkı sarıldığı bir kaidedir.
Biz
buna iki şıklı bir cevap veriyoruz:
1- Mecaz ve hakikat lafzı konusunda genel bir değerlendirme ile.
2- Bu konuda özel bir değerlendirme yaparak." [170]
Bundan sonra kasımı İbn Teymiyye'nin mecaz konusundaki görüşlerim aynen
aktarmaya devam ederek, şeyhul islamdan bu konuda 30 sahife nakilde
bulunmuştur. [171]
Kasımi
ibninin ibn Teymiyye'nin görüşlerini en küçük bir eleştiriye tabi tutmaksızın
aynen aktarması onun şeyhül is-lamm görüşlerini benimsediğini ve onun gibi
mecazi kabul etmediğini gösterir.
Üçüncü örnek:
Kasimi'nin
Ali imran süresinin yedinci ayetini tefsirine
bakalım:
"Sana
kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitab'ın
esasıdır. Diğerleri ise müte-şabihtir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne
çıkarmak ve onun tevline yetlenmek için müteşabih ayetlere yapışıp, onlarla
uğraşır dururlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek
payeye erişenler ise: "O'na
inandık.
Hepsi Rabbimiz tarafındandır." derler. "Bu inceliği ancak aklı selim
sahipleri düşünüp anlar."
Kasımi,
ayeti kerimenin müfredatını açıkladıktan sonra şöyle dedi. "Muhkem ve müteşabih
konusunda alimlerin birçok araştırma ve kitapları mevcuttur. Bu konuda
yazılmış en güzel makale Şeyhul İslam takıyüddin Ahmed b. Teymiy-ye (Allah'ın
rahmet ve rıdvanı üzerine olsun)'ye aittir. Şeyhül islam şöyle diyor:
"Kur'an'da muhkem bazen müteşa-bih'e mukabil gelir. Hepsi Allah'ın
ayetlerindendir. Bazen de Allah'ın şeytanın attığı şeyleri nesh etmesine mukabildir.
Bazı insanlar bunu mutlak olarak Allah'ın nesih ettiklerine mukabil kılıp,
şöyle derler: Bu ayet mensuh değil, muhkemdir. Mensuh ise muhkem değildir
Cenabı hak şöyle buyurmuştur:
"Allah,
şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak
yerleştirir." (Hacc: 22/52)
Muhkemin
mukabil bulunduğu bu üç manayı iyi anlamak gerekir.
Kasımi
İbn Teymiyye'den yaptığı nakle devam ederek onun "El-iklil fi'l müteşabih
ve't Tevil" nakletti. [172]
Ve
sonunda şöyle dedi: "Şeyh Takyüddin'in kalemi burada sona erdi. Büyük
fayda mülahaza ettiğim için onun (Allah ruhunu takdis etsin) bu uzun
risalesini tamamen nakle-tim. Sana verileni al ve şükredenlerden ol. Allah,
hakkı söyler ve doğru yola erdirir."[173]
Bu
örnekler kasimi'nin ibn Teymiyye'ye kars duyduğu saygıyı ve istifadeyi
göstermesi için yeterlidir. [174]
Reşid
Rıza, İbn Teymiyye'nin Tefsir konusundaki eserlerine çoğunlukla dolaylı
yollarla ulaşmış olmasına rağmen Ondan çok etkilenmiş ve bunu tefsirine
yansıtmıştır.
"Tefsiru'l
menar"'da şöyle diyor: "Şeyhul islam ibn Teymiyye'nin Tefsir ilmi
konuşunda yazmış olduğu bir kitap vardır ki, Suyuti "el- itkan" da
bu kitaptan uzunca bir bölüm nakletmiştir. Müfessirler ve tefsir'deki
ihtilaflarını ele alan bu çalışma, bu alanda yazılmış nefis bir eserdir[176]:
Reşid Rıza, ibn Teymıyye'den büyük bir saygı ile bahseder. Konuyu daha fazla
uzatmadan tek bir örnek vererek onun ibn Teymiyye'den nasıl etkilendiğini
göstermek istiyorum.
Reşid
Rıza Menar Tefsiri'nin mukaddimesinde ibn Teymiyye'nin genel olarak
"menkul!' ve tefsir ve hadis kitaplarında israiliyat rivayetleri
konusundaki görüşlerini aktararak şöyle dedi:
Şeyhul
islam ibn Teymiyye (rahimehullah) şöyle dedi: Tefsirdeki ihtilaf iki çeşittir:
Nakilden ve bunun dışındaki şeylerden kaynaklanan ihtilaflar.
Menkul
ya masumdan veya başkasındandır. Bu nakillerden çoğunun sahihlik ve zayıflığı bilindiği
gibi, bazen de bilinmez. Sahihliği bilinmeyen şeylerin büyük çoğunluğu
faydasız gereksiz hususlardır. Ashabı kehfin köpeğinin isim ve rengi, Hıdır'm
katlettiği çocuğun ismi gibi bilinmesinde hiç bir fayda olmayan hususlar bu
kabildendir.
Bu
hususların bilgisi sadece nakil yoluyladır. Bu hususta Peygamber (s.a.v)'den
sahih bir şekilde nakledilen hususlar kabul edilir. Fakat bunun dışında, Ka'b
ve Vehb gibi ehli kitaptan naklonunan hususlar ise, ne doğrulanır ne de
yalanlanır. Çünkü Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ehl-i
kitabın size anlattıkları ne yalanlayın, ne de tasdik edin." [177]
Aynı
şekilde tabiinin nakilleri de böyledir. Onların nakilleri birbirleri için
hüccet olmadığından, ihtilafa düşmüşlerdir. Sahabe'den, sahih bir yolla
yapılanjnakilleri ise tabiinden yapılan nakillere göre daha makbuldür. Çünkü
naklettikleri hususları Peygamber (s.a.v)'den işitmiş olma ihtimalleri
vardır. Ve yine sahabe, tabiine göre ehli kitaptan çok daha az rivayet
nakletmişlerdir. Çünkü onlar ehli kitaptan rivayet almaktan
sakındırılmışlardır." [178]
Reşid
Rıza, ibn Teymiyye'den naklini şöyle sürdürüyor:
"Sonra
insanların hata ettiği iki hususu belirtti:
"Biri:
Kuran'ın ifadelerini, kendi çıkardıkları mezheplerin teyidi için
kullanılması"
Reşid
Rıza, Şeyhul islam'ın bu ifadesini şöyle açıyor:
"Mezhep
mutaasıplarınm, kendi mezheplerini asıl, Kuran'ı ise bu mezhebi teyid etmek
için kullanılmak üzere furu kabul etmeleri ki bu bidatlerin en yaygını ve
kötüsüdür. İnsanların Kur'an-ı kerim'i kendi görüşüyle tefsire yeltenmeleri de
bu kabildendir." [179]
"İki:
Kur'an'ı indiren Allah (c.c)'ın Kur'an'm kendisine indirildiği Peygamber
(s.a.v.)'in ve Kur'an ile muhatap olan insanları hesaba katmadan, onu sadece
arapça dil kaidelerini gözününde bulundurarak tefsir etmektir." [180]
Raşid
Rıza şöyle dedi: Bu hususu, ileride ele alacağız. [181]
Muhammed
Reşid Rıza sonra ibn Teymiyye'nin isra-il'yat konusundaki sözlerini
naklettikten sonra şöyle dedi:
"Görüyorsunuz,
bu büyük imam, israiliyat olan tüm rivayetleri, doğrulamaktan imtina etmiştir.
Bu batıl olduğu hakkında delil olmayan rivayetler içindir. Ka'bu'l Ahbar ve
Vehb b. Münebbih gibi şahısların rivayetlerinin makbul olmadığını açıkladı.
Oysa eski cerh ve tadil imamları gafil davranarak bu iki şahsı adil konumunda
değerlendirmişlerdir. Oysa Ka'b ve Vehb'in birçok kez yalan söyledikleri ve
Tevrat'ta olmayan şeyleri Tevrat'a atfettikleri sabit bir gerçektir.
Aynı
şekilde tabinin de bu konudaki rivayetlerinin alınmasından imtina edilmesi
gerektiğini belirtmiştir.
Tevrat,
încil gibi kitaplardan yapılan sahih nakiller hususunda da, yalanlama ve
doğrulamadan kaçınılmalıdır. Yalanlayanlayız, çünkü bize nakledilen husus
gerçekten Allah'ın ayeti olabilir. Doğrulayanlayız çünkü Allah'ın ayeti olduğu
söylenen söz, tahrif ve tebdil edilmiş olabilir. Cenabı Hak onlar hakkında
şöyle buyurdu:
"Kendilerine
kitaptan nasip verildi." (Nisa: 4/51)
Ayrıca
gördüğümüz gibi imam, sahabe'nin bu konudaki rivayetlerinin dahi kesinlikle
ifade ettiğini değil, tabiinin rivayetine göre daha tercihe şayan olduğunu
söylemiştir. Çünkü onların ehl-i kitaptan değil de peygamber (s.a.v)'den
işitmiş olmaları daha kuvvetli bir ihtimaldir." [182]
Bu
şekilde Resid Rıza, İbn Teymiyye'den nakilleri yapmak konuya açıklık getirmeye
çalışmaktadır. Fakat israiliyat konusunda İbn Teymiye'nin sözlerinden, bu
hussutaki tüm rivayetleri kabul etmekten imtina gösterilmesi gerektiği
yolundaki hüküm, tam olarak şeyhul islam'ın görüşlerini yansıtmamaktadır.
Çünkü
İbn Teymiyye "Mukaddime" deîsrailiyatı üç kısma ayırmakta ve şöyle
demektediri:
"Fakat
israiliyattan olan bu rivayetler, itikat için değil, is-tişhad için kullanılır.
İsrailiyyat üç kısımdır:
1- Elimizdeki bulunan ölçülerden doğruluğunu bildiğimiz rivayetler.
Bunlar sahihtir.
2- Elimizde bulunan ölçülerden, yalanını bildiğimiz rivayetler.
3- Ne doğruluğu, ne de yalanı bilinmeyen rivayetler. Bu kabil rivayetleri
kesin olarak doğrulayamaz ve yalanlayanlayız. Fakat rivayeti caizdir. [183]
İbn
Teymiyye'nin bu sözleri, Reşid Rıza'nın O'na istinaden "İsrailiyyat
rivayetlerinin tamamı kabul edilmez." hükmünü geçersiz kılmaktadır.[184]
Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de
bulunan kitabın orjinal el yazmasındaki ismi şöyledir: Müşkil ayetlerin Tefsiri
ki, bir çok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamlarını karıştırmışlar ve hatalı
bir şekilde tefsir etmişlerdir.
Kitab'ın ismini aynen
kullandım. Çünkü sadece bir kısmını kullanmak, müellifin öngördüğü amacı
yerine getirmekten uzaktır. [185]
"Müşkil
ayetlerin tefsiri" kitabının İbn teymiyye' ye ait olduğu konusunda hiçbir
şüphe yoktur. Bu konuda hiçbir alimden herhangi bir itiraz vaki olmadığı gibi,
bu kitabın ona ait olduğu birçok delille sabittir:
1- İbn Teymiyye' nin öğrencilerinden biri olan İbn Ab-dilhadi, Şeyh'inin
hayatını anlattığı "El Ukud ed- Dürriye" adlı eserinde kesin bir dil
ile bu eserin ibn Teymiyye tarafından yazıldığını ifade etmiştir.
îbn
Abdilhadi şöyle dedi: Şeyhimizin en yakın doslarm-dan olan Ebu Abdillah ibn
Reşik, onun kitaplarını yazmak ve bir araya toplamak hususunda çok ciddi
davrandı. Bu nedenle Şeyhul İslam'a bir mektup yazacak, Kur'an-ı kerim'in
tamamını ihtiva edecek bir tefsir yazmasını rica etti. Şeyhul islam da
cevabında şöyle dedi: Kur'an-ı Kerim' in bir kısmı hiçbir açıklama
gerektirmeyecek şekilde açıktır. Bir kısmı ise müfessirler tarafından yazılan
çeşitli tefsirlerle açıklanmıştır. Fakat bazı ayetler vardır ki, bunlar
müfessirler tarafından yeterince açıklanamadığından, insanlara kapalı ve manası
zor anlaşılır kalmıştır."
Sonra
Şeyhul islam tefsir alanında yazdığı bu yazıların bir kısmını bize gönderdi.
Diğer bir kısmı ise, hapishanede yöneticiler tarafından müsadere edildi. Bu
olaydan az bir zaman sona Şeyhul islam vefat etti. Ebu Abdullah, Şeyhul
is-lamın gönderdiği bu tefsir kitabını görüp incelediğini belirti."[186]
2- Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab İbn Teymiyye'nin fetvalarından bazı
fetvalar özetlediği el-Mesaü'in 86. meselesinde ibe Teymiyye'ye ait olduğunu
söylediği bu kitaptan 6 ayetin tefsirini 10 sayfa halinde özetleyerek nakletti. [187]
3- İbn Teymiye'nin Fetevasında, bu kitaptan bazı alıntılar yapılarak,
bunların "Müşkil Ayetlerin Tefsiri'ne ait olduğu belirtilmiştir. [188]
4- Orjinal el yazması nüshasında bu kitabın Şeyhul islam ibn Teymiyye
tarafından yazıldığı ifade edilmiştir.
Tüm
bunlardan elimizdeki bu kitabın ibn Teymiyye'ye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Anlaşıldığına göre Şeyhul islam bu kitabı Dimeşk kalesine hapsedildiği ömrünün
son yıllarında yazmıştır.
Bu
konuda İbn Abdülhadi şöyle diyor: "Sonra Şeyh - rahimehullah- 2 yıl 3 ay
ve birkaç gün kalede hapis kaldıktan sonra vefat etti. Hapiste kaldığı bu
müddeti ibadet, tilavet, kitap yazımı ve muhaliflerine reddiyeler hazırlamakla
geçirdi. Ayrıca kufan-ı kerimin tefsiri konusunda çok güzel incelikler ve
anlamlar ifade eden nefis bir eser hazırladı. Bu eserinde bazı müfessirlerin
anlamakta müşkilat çektikleri ayetlerin tefsirini yaptı." [189]
Şeyhul
islam ibn Teymiyye bu kitabında, müfessirlerin tefsirinde zorlandıkları bazı
ayetleri, ilmi bir üslupla, Allah'ın kitabı, Rasulullah (s.a.v)'in sünneti ve
selefi salilı'in görüşlerinden yola çıkarak tefsir etmiştir.
Kitap
şu ayeti kerimelerin tefsirini içermektedir:
1- "Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında
mısınız?" (Enam: 6/109)
2- "Tağuta tapanlar." Maide: 5/60)
3- "İyi bilin ki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. O
halde Allah'tan başka ortaklara tapanlar, neye tabi oluyorlar? Onlar kuru
zandan başka bir şeye tabi olmuyor ve onlar sadece yalan söylüyorlar."
(Yunus:
10/66)
4- "Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sende göreceksin,
onlar da." (Kalem: 68/5-6)
5- "Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şuayb!
Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları memleketimizden çıkaracağız,
yahut dinimize döneceksiniz. Dedi ki: İstemesek demi?" (A'raf: 7/88)
6- "Şüphesiz iman edenler yahudiler, hiristiyanlar ve sabiilerden
Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rabları katında
mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir."
(Bakara: 2/62)
7- "De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki
o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Zümer: 39/53)
8- "Kim bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır."
(En'am: 6/84)
"Kim
bir iyilik getirirse ona bundan daha üstün karşihk verilir." (Kasas: 28/84)
"Hayır!
Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü
kendisini
çepeçevre kuşatırsa." (Bakara: 2/81)
9- "Hanif "in anlamı ve bu konuda varid olan bazı konular
hakkında bir fasıl.
10- Şair'in dediği en doğru söz
Lebid'in şu sözüdür. "Dikkat! Allah dışında her şey batıldır" hadisi
şerifi ve bu konuyla ilgili bazı ayetler hakkında bir fasıl.
11- Cenabı Hakkın "El- Kayym" İsmi celili ve bu konuyla ilgili
ayetler hakkında bir fasıl.
12- Rabb'in "Adil" olması ve zulümden münezzeh olması hakkında
bir fasıl.
13- "Yoksa kendisine haber verilmedi mi, Musa'nın sahifelerinde
yazılı olanlar?
Ve
sözünü yerine getiren ibrahim'in sahifesindekiler?
Gerçekten
hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.
Bilinsin
ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.
Ve
çalışması da ileride görülecektir.
Sonra
ona karşılığı tastamam verilecektir." (Necm: 53/36-41)
14- Rabb'in adalet ve ihsanın beyanı fasıl..
15- Nisa suresinde varid olan faraiz ayetleri ve faraizle ilgili bazı
meseleler hakkında. (Nisa: 4/11,12,176)
16- Bakara Suretinde varid olan riba ayetleri ve riba ile ilgili bazı
meseleler hakkında bir fasıl. (Bakara: 2/275-280)
17- Kur'an ve kelamullah hakkında kaide ve ümmetin bu konuda içine düştüğü
yanlışlıklar hakkında bir fasıl: [190]
Şeyhu'l
İslam ibn Teymiyye (rh) "Müşkil ayetlerin tefsiri" kitabında, diğer
tefsirlerinde takip ettiği metodu burada da takip etti ve tefsir için koyduğu
kaide ve usulleri aynen uyguladı. O'nun bu alandaki metodunu kısaca şöyle
özetleyebiliriz: [191]
İbn
Teymiyye, tefsir alanında yazdığı tüm eserlerinde, Tefsir usulü dalında yazığı
mukaddimesinde ve bu kitapta, temel metod olarak öncelikle Kur'an'ı, Kuran ile
tefsir etme prensibini uygulamıştır:
"Kavminden
ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şu-ayb! Kesinlikle seni ve seninle
beraber inananları memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize döneceksiniz.
Şuayb dedi ki: İstemesek demi? Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar
sizin dininize dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah'ın
dilemesi hali müstesna geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir!
Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Ey
Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin
en hayırhsısın."
(A'af: 7/88-89)
"Kafir
olanlar peygamberlerine dediler ki: Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız,
ya da mutlaka dinimize döneceksiniz! Rableri de onlara, " zalimleri mutlaka
helak edeceğiz!" diye vadetti." (İbrahim: 14/13)
Bu
ayeti kerimelerin tefsirinde, müfessirlerin "milletlerine dönmek"
ifadesi üzerinde yaptıkları tartışmalarını zikrettikten sonra peygamberlerin
günah işleyip işlemeyecekleri ve Rasulullah (s.a.v)'in nübüvvetinden önce
kavminin dini üzerine olup olmadığı tartışmalarına girdi.
Daha
sonra Cenabı Hakkın elçilerini, insanların cinsinden seçmesi meselesine girip,
bu konudaki ayetleri zikrederek şöyle dedi:
"Cenabı
Hak peygamberlerini, gönderdiği kimselerin cinsinden seçer ki zira bu risalede
güdülen amacın gerçekleşmesi için en uygun yoldur. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
"Onlara
iyice açıklansın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle
gönderdik." (İbrahim: 14/4)
"O
gün her ümmetin içinden kendilerinin üzerine birer şahit göndereceğiz."
(Nahl: 16/89)
Bu
nedenle şöyle buyurdu:
"İçinizden
sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikr (kitap) gelmesine şaştınız
mı?" (A'raf: 7/63)
Sonra,
peygamber'in (s.a.v) risaletinin umumiyetine işaret ederek, çeşitli ayetler
zikrederek meseleye açıklık getirdi.[192]
İbn
Teymiyye (rh) Kur'an'ın tefsiri için ikinci kaynak olarak sünnete
başvurmuştur. Bu konuda Kur'an-m Kur'an ile tefsir edilmesi gereğini
bildirdikten sonra şöyle dedi,
"Bu
mümkün olmazsa, o zaman sünnete başvurulmalıdır. Çünk sünnet, Kur'an'ın şerhi
ve açıklamasıdır." [193]
Şeyhul
islam metodunu, "Müşkil Ayetlerin Tefsiri" kitabında da şu ayeti
kerimenin tefsirinde uygulamıştır:
"Şüphesiz
iman edenlerle yahudiler hristiyanlar ve sabilerden Allah'a ve ahiret gününe
inanıp salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafatlar vardır."
(Bakara: 2/62)
"Onlar
için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara:
2/62)
Şeyhül
islam burada nesh ve tedbil edilmiş yahudi ve Hristiyan şeriatından bahsederek,
bu şeriatlerin hiçbir peygamberin şeriatlerine uymamızın caiz olmadığını
bildirdi.
Bizler,
Allah'ı birlemeye dayanan İbrahim'in şeriatı üzerineyiz ki Musa ve İsa'nın
inançları böyledir fakat kendilerini özel şeriatları vardır. Allah (c.c.)
İbrahim ve daha önceki peygamberler bu şeriatle muhatap değillerdi. Aynı şekilde
Muhammed (s.a.v.)'de onların şeriatleri ile muhatap
değildir.
Sonra
bu konuda varid olan hadisleri zikrederek şöyle dedi: "Bu nedenle
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Hoşgörü
esasına dayanan tevhid dinî ile gönderildim."
"İslamda
ruhbanlık yoktur."
"Dinde
aşırılıktan sakının. Sizden önce helak edilenler, dindeki aşırılıkları
yüzünden helak edilmişlerdir."
Ve:
Ömer'in elinde Tevrat'tan bir sayfa görünce şöyle dedi:
"Nefsim
elinde olana yemin olsun ki, Musa sağ olup, siz de beni bırakıp ona tabi olsaydınız
mutlaka saptırdınız."[194]
Hadisleri
irad etme metodunu işe şöyle özetleyebiliriz.
1- Bazen sahih ve zayıf hadisleri beraber zikreder:
Buna
örnek olarak, yukarıdaki ayetin (Bakara: 2/62) nüzul sebebi ile ilgili olarak
şöyle demiştir: "İbn Ebu Hatim ve başkaları sabit isnatlarla Süfyan b
Uyeyne'den, o da ibn Ne-cih'den, o da Mücahid'den rivayet ettiklerine göre
Mücahid Selman'ın şöyle dediğini rivayet etti: "Rasulullah (s.a.v)'e
beraber olduğum dinden insanları sordum. Onların namaz ve ibadetlerini zikretti
ve şu ayeti kerime indi:
"Şüphesiz
iman edenler yahudiler, hiristiyanlar."
İbn
Teymiyye sonra şöyle devam etti: " Bu hadiste Rasulullah (s.a.v)'in önce
bir takım zayıf isnatlarda belirtildiği gibi önce, "Onlar cehenem
ehlidir" dediği zikredilmemiş-tir. Sahih olan budur. Müslim'de Iyad b.
Hımar'dan rivayet edildiği gibi Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah
Teala, arz ehline baktı ve Ehl-i kitaptan bir kısmı hariç, onların Arap, Acem
hepsine öfkelendi." [195]
Yine:
"Hayır!
Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o
kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara: 2/81)
Ayeti
kerimesinin tefsirinde peygamber (s.a.v)'in şu hadisini zikretti:
"Kul
bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer kişi, o hatadan
nefsini uzaklaştırır, af talep eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak
leke silinir. Bilakis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke
artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenabı-ı
Hakkın:
"Bilakis,
onların irtikap edegeldikleri, kalplerini pas-landırmıştır." (Mutaffifin: 83/14)
Buyurduğu
pastır. Tirmizi ve başkalarının rivayet ettikleri bu hadis, sahihtir. [196]
2- Bazen zayıf olduğunu işaret ettiği hadisleri zikretmiştir:
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"Yapacakları
vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının
yansı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz
yoksa sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte
biri onlarındır. Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer
bir erkek ve kadının, ana babası Ve çocukları bulunmadığı halde malı
mirasçılara kalırsa ve bir erkek, yahut bir kız kardeşi varsa herbirine altıda
bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak
vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızındır. Bunlar Allah'tan
size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, halimdir." (Nisa:
4/12) İbn Teymiyye (r.h.) bu ayeti kerime'nin tefsirinde fara-iz konusundaki
"müşerrike" bahsine değindi ve Zeyd b. Sabit'in görüşünü
benimseyenlerin delil olarak sundukları "Faraizi en iyi bileniniz
Zeyd'dir" hadisini zikretti ve şöyle dedi:
"Bu
aslı olmayan zayıf bir hadistir. Zeyd, Peygamber (s.a.v) döneminde Faraiz ilmi
ile bariz olmuş değildi. Tir-mizi'nin bu konuda Enes'den rivayet ettiği
hadisler zayıftır. Ebu Ubeyde konusunda rivayet edilen hadisin ise ancak şu
kısmı sahihtir: "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini'de Ebu
Ubeyde b. Cerrah'tır". Bundan daha zayıf bir isnatla rivayet edildi.
Ayrıca: "En iyi hüküm vereniniz Ali, bu ümmetin en büyük alimi ise ibn Ab
bas'tır" rivayeti Kevser ibn Hakim'in hadisidir ki, bu adam Nafi'den
batıl olduğu bilinen rivayetler getirmiştir. İlim ehlinin ittifakı ile Kevser denilen
bu adamın hadisleri olamaz." [197]
3- Hadislerin tahricini bazen verirken, bazen de vermemektedir:
Şu
ayetlerin tefsirini yaparken, zikrettiği hadislerin tahricini yapmıştır:
"Kim
bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır.
"Kimde
bir kötülükle gelirse, o sadece onun misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa
uğratılmazlar."
(En'am:
6/160)
"Ve
kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan da emin
kalırlar. Kötülükle gelenler ise yüzü koyun cehenneme atılırlar. Ancak
yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (Nemi: 27/89-90)
"Hayır!
Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o
kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalacaklar."(Bakara:
2/81-82)
Şeyhul
islam (r.h.) iyilik ve kötülüğün anlamıyla ilgili sözleri zikrettikten sonra
iyiğin 10 ve 70 kat artırılması ve kötülüğün ise ancak misliyle
cezalandırılması meselesine girdi. Sonra şöyle dedi: Ebu Hureyre, Ebu Bekr
sıddık'ın Pey-gamber( s.a.v)'den sabahlayıp akşamladığı zaman nasıl dua etmesi
gerektiğini öğretmesini istedi. Peygamber (s.a.v) de şöyle dedi:
"Deki:
Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve hazırı bilen herşeyin Rab ve Melik'i
Allah! Ben Senden başka bir ilah'ın olmadığına şahitlik ediyorum. Nefsimin ve
şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınıyorum. Sabahladığın, akşamlardığm
ve uyuduğun zaman bu duayı oku"
Bu
hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai Amr b. Asım'dan rivayet ettiler." [198]
Yine
yukarıdaki ayetlerin tefsirinde zikrettiği şu hadisin ise tahricini
vermemiştir: "Abdullah b. Amr'ın hadisinde şöyle denildi:
"Ve
her ay üç gün oruç tut. Bu tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir. Çünkü iyilikler on
katı ile değerlendirilir."[199]
Şeyhül
İslam, Kur'an tefsiri için birinci kaynak olarak Kur'an'ı Kur'an ile, ikinci
kaynak olarak Kuran'ı sünnet ile tefsir esasım kabul ettiği gibi, Kur'anı
sahabelerin sözleriyle tefsir etmeyi, üçüncü kaynak ve tabinin sözleriyle
tefsir etmeyi de dördüncü kaynak olarak benimsemiştir.
Kur'an'ın
sahabenin sözleriyle tefsiri konusunda şöyle diyor: "Kur'an'm tefsiri,
Kur'an ve sünnette bulunmazsa, o zaman sahabenin sözlerine bakmak gerekir.
Çünkü onlar vahyi bizzat yaşamış olmaları, ilim ve anlayışlarının mükemmelliği,
ki özellikle de hula fayi raşidin gibi büyüklerinin ilim ve anlayıştaki yüksek
mertebeleri nedeniyle onlar Kur'an'ı herkesten daha iyi anlamışlardır."[200]
Kur'an'm
tabiinin sözleriyle tefsir edilmesi konusunda da şöyle dedi: "Kur'an'm
tefsiri Kur'an'da, sünnette ve sahabelerin sözlerinde bulunmazsa, bu durumda
birçok alim tabiin sözlerine başvurmuşlardır." [201]
Şeyhul
islam bu kitabında da sahabe ve tabiinin sözlerine sık sık yer vermektedir:
Örneğin:
"Kim
bir iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır." (En'am: 6/160)
Ayetinin
ve konuyla ilgili diğer ayetlerin tefsirinde ibn Ebi Hatem'in tefsirinden
naklen iyilik ve kötülüğün anlamı konusunda birçok eser zikretti.
"İbn
Ebu Hatem, "Kim bir iyilik getirirse ona getirdiğinin on katı
vardır" kavl-i ilahisi ile ilgili Abdullah b. Me-sud'dan şöyle rivayet
etti: "Bu, la ilahe illallahtır".
İbn
Ebu Hatem şöyle dedi: Abdullah b. Abbas, Ebu Hu-reyre, Ali b. Hüseyin, Said b.
Cübeyr, Hasan, Ata, Mücahid, Ebu Salih, Muhammed b. Ka'b el-Karzı, en-Nahai,
Dahhak, Zühri, İkrime, Zeyd b. Eşlem ve Katade'den de buna benzer sözler
rivayet edilmiştir." [202]
Şeyhul
islam bu kitabında, bazı konularda, arap dili ve şiirinden delil getirerek
bazı manaları açıklamak için kullanmıştır.
Cenab'ı
Hakkın "Kayyımı" ismini açıklarken, bu konuda varid olan kıraatleri
zikredip anlamlarım açıkladı ve şöyle dedi: "Kıyam " lafzı kuvvet ve
sebat anlamı ihtiva ettiği gibi, bir şeyin kendi başına kaim olup, başkasını
ikame etmesi anlamına da gelir. "Kavm" lafzı kadınlar dışında sadece
erkekler için kullanılır. Kadınlar için kullanılmaz. Fakat kadınlar, ?ncak
erkeklere tabi olarak bu lafıza girebilirler.
Cenab-ı
Hak şöyle buyurdu:
"Ey
müminler! Bir topluluk (kavm) diğer bir topluluğu (kavmi) a'aya almasın. Belki
de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya
almasınlar." (Hucurat: 49/11)
"Erkekler
kadınlar üzerine kavramdırlar (yönetici ve koruyucudurlar)." (Nisa: 4/34)
Ve
şair şöyle dedi:
Bilemiyor
ve tahmin edemiyorum.
Hısın
oğullan kavm (erkek ) midirler, yoksa kadın mı[203]
Okuyucunun
da göreceği gibi ibn Teymiyye (rh) bu kitabında Ferra, İbn Kuteybe, Taberi,
İbn Ebi Hatem, Salebi,
Beğavi,
İbn Atiyye, İbn Cevzi, Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi
imamlardan sık sık nakiller yapmaktadır.
Örneğin:
"Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar
da." (Kalem: 68/5-6)
Ayeti
kerimelerin tefsirinde "hanginizin aklından zoru olduğu" kavi'i
konusunda selef den bazı sözler naklettikten sonra şöyle dedi: "Ebul Ferec
onlardan (yani seleften) bu konuda dört söz zikretmiştir:
1- Hasan, sapıtan, dedi
2- Müeahid, şeytan, dedi.
3- Dahhak, aklından zoru olan, deli dedi.
4- Maverdi, Azap çeken, dedi.[204]
Ve:
"Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve
seninle beraber inananları memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize döneceksiniz,
dedi ki: istemesek demi?" (A'raf: 7/88)
Ayeti
kerimesi ve konuyla ilgili diğer ayetlerin tefsirinde de müfessirlerin
"milletlerine dönmek" ifadesinin anlamı konusundaki ihtilaflarını
zikrettikten sonra şöyle dedi: "İbn Atiyye şöyle dedi: Dönmek kesinlikle,
daha önceki duruma dönmek anlamındadır. Peygamberler aşla küfür üzere
olmamışlardır."[205]
Yine aynı ayetin anlamı konusunda
ibn Cevzi, Salebi, Beğavi ve diğerlerinden başka rivayetler de nakletti. [206]
Yaptığı
nakil ve isnatlar incelendiğinde onun bu ilmi özelliği çok açık biçimde
görülmektedir.
Ezberi
ve ezberini kullanma yeteneği çok güçlü idi. Bu-nula ilgili olarak hafız Bezzar
şöyle demektedir:
"Çok
ilginçtir ki Şeyhul islam ilk kez Mısır'da hapsedilip tüm kitaplarından mahrum
bırakıldığı dönemde hapishanede küçüklü büyüklü birçok kitap yazmış ve bu
kitaplarında naklettiği sayısız hadis, eser, alimlerin sözleri, muhaddis ve
müelliflerin isimleri ve eserleri hatasız bir şekilde nak-letmiştir. Öyleki
hangi müellifin hangi kitabının kaçıncı sayfasından alıntı yaptığını dahi
belirtmiştir. Bu onun deha ve hızını gösterir. Yanında tek bir kitap olmadığı
halde, bunca kitabı sadece hafızasındaki bilgilere dayanarak, kusursuz bir
şekilde yazdı." [207]
Eserlerinde,
kitaplarından alıntı yaptığı alimlerin isimlerini vermeyi ihmal etmezdi;
örneğin:
"Hayır!
Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o
kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara: 2/81)
Ayeti
kerimesinin tefsirinde şöyle dedi:
"Ebul
Ferec b. el Cevzi şöyle dedi: Buradaki kötülük İkrime, İbn Abbasi, Ebu Vail,
Ebul Aliye, Müeahid, Katade ve Mukatil'e göre şirk'tir."[208]
O'nun
bu özelliği tüm eserlerinde olduğu gibi, bu kitabında da açıkça görülmektedir.
O taasup, delilsiz taklit ve fikri donukluktan uzak, sadece Kur'an, sünnet ve
ümmetin selefinin sözleriyle mukayyetti. Sırf şöhretli veya çok kitap yazmış
oldukları için kimseye .tabi olmadı. Dolayısıyla doğruluğu araştırılmadan
meşhur kişilerin sözlerinin kabul edilmesini şiddetle eleştirmiştir.
Mesela:
"Biz, sana bu Kuran'ı vahyetmekle en güzel şekilde sana anlatıyoruz.
Gerçek şu ki: Sen bundan önce elbette bilmeyenlerden idin:" (Yusuf: 12/3)
ayeti
kerimesinin tefsirinde şöyle dedi: "Ayeti kerimede bulunan
"inne" inneyi muhafifedir. Haberindeki lam, arap-ça ve Kur'an'm
anlamını bilmeyenlerin zannettikleri gibi, "nafiye" değil
Farika" lamıdır.[209]
Aynı
şekilde: "Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey
yoktur" (Necm: 53/39)
ayeti
kerimesinin tefsirinde İbn Zağuni'nin sözünü zikrederek onu şiddetle
eleştirmiş ve şöyle demiştir. "Bu sözlerin en rezilidir ve ayetin
anlamını terzyüz etmektedir"[210]
Aynı
şekilde dedesi Ebul Berkat'ın da bu ayet konusundaki tefsirini beğenmeyerek
zayıf demiştir. [211]
Şeyhul
islam, bu kitabında ele aldığı bazı meseleleri uzun uzun alarak kitap ve
sünnetten ayrıntılı deliller sunmaktadır. Çoğu meseleleri, tüm ayrıntılarıyla
tartışmaktadır. Örneğin şu ayeti kerime'nin tefsirinde:
"Şüphesiz
iman edenlerle yahudiler hristiyanlar ve sa-biilerden Allah'a ve ahiret gününe
inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar
için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara:
2/62)
Şöyle
dedi: "Bazı insanlar bu ayeti kerimeyi anlayamadılar ve bu konuda birçok
zayıf laflar ettiler. "İman edenler, yahudiler, hiristiyanlar ve
sabiiler" ifadesi, Muhammed (s.a.v)'in gönderilmesinden önce olsa da, bu
ismi taşıyan herkes için mi, yoksa emir ve yasak ayetleri gibi, peygamber
(s.a.v)'in bisetinden sonrakiler için midir?
Bazı
insanlar bu ayetin haberin verdiği ehli necat'm sadece Muhammed (s.a.v)'in
kendilerine gönderilmiş olduğu insanlar olduklarını ve onun (s.a.v) bisetinden
önce gönderilmiş insanları kapsamadığını sanarak, ayeti yanlış anladılar ve
dolayısıyla ayetin anlamına aykırı birçok muhtelif sözler sarfettiler."[212]
Şeyhül İslam (rh) daha sonra
bu konudaki doğru olan tefsiri yaparak ayeti kerimenin anlamının umumi
olduğunu ve Peygamber (s.a.v)'in bisetinden öncekileri kapsadığını anlattı.
Selef ve imamlardan bu yönde sözler naklederek, görüşünü teyid etti ve
muhaliflerin görüşlerini 8 madde halinde reddetti. Sadece bu konu bile 242.
sahifeden 292. sahi-feye kadar, yani 51 sahife kapladı. [213]
İbn
Teymiyye birçok kez eserlerine atıfta bulunmaktadır. Çoğunlukla kitabının adını
vermeden "Bu konu diğer bir yerde, ayrıntılarıyla ele aldım" gibi
ifadeler kullanmaktadır.
Örneğin
Bakara süresinin 62. ayetini tefsir ederken, muhaliflerinin görüşlerini
reddettiği yedinci maddede şöyle dedi: "Yahudiler ve Hristiyanlar"
ifadesi tüm ehli kitabı değiştirilmeden önce ve sonra Tevrat ve İncil'i
kapsamaktadır.
Bu
isim, onlardan sadece kafir olanlara has değildir. Nasıl ki İsrailoğulları
ifadesi sadece kafirlere has değilse "ehli kitap" ifadesi de sadece
kafir olanlarına değil, mümin, kafir hepsine şamildir.
Bazı
insanlar, ehli kitabın asla mümin ve müslim olmadığını ve bu ismin ümmeti
Muhammed'e has olduğunu iddia ettiler ki, bir başka yerde açıkladığım gibi, bu
iddia fahiş bir hatadır." [214]
Bu
küçülüğünden beri Allah'ın ona vermiş olduğu olağanüstü zeka ve ezber gücünün
bir ürünüdür. Dımeşk halkı onun zeka, ezber ve anlayış gücüne hayran idi. Bu
özelliği en güzel şekilde tefsirine de yansıtmış, ele aldığı her ko^ nuyla
ilgili çeşitli ayetler, hadisler, görüşler ve sözler sunmuştur.
Mesela:
"Faiz yiyen kimseler tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak
kalkarlar. Onların bu hali, "alış veriş de faiz gibidir"
demelerindendir. Oysaki Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır.
Bundan
sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan
kendisinindir ve işi Allah'a kalmıştır.
Kim
tekrar faize dönerse, işte onlar ateşliktir, orada devamlı kalırlar."
(Bakara: 2/275-280)
Bu
ayeti kerime'nin tefsirinde selef ve halefin "Fadll Ri-ba'sı"
konusundaki ihtilaflarına, bazılarının mubah, bazılarının da haram demeleri
konusuna girerek, onların bu konudaki sözlerine (11) Sayfa ayırdı. (603'den
613'e kadar)
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye
(r.h.), Kur'an'ın en güzel şekilde tefsiri için mukaddime fi Usuli't Tefsir'de
koyduğu metoda bu eserinde aynen takip etmiştir. Ele aldığı her konuyu tüm
boyutlarıyla derinlemesine incelemiş ve konuyla ilgili ayet, hadis ve diğer sözlere
yer vererek, her türlü taasuptan uzak olarak, ilmi kriterlerden hareket ederek
delillerin gerektirdiği tercihleri yapmıştır. Onu diğerlerinden farklı kılan
da bu özelliğidir. [215]
Bu
Kitabın dört orjinal el yazması nüshasını tespit ettim ve tahkik çalışmamda tüm
bu nüshaların yanısıra Şeyhül islam'ın mecmu fetva ve camiur'Resail'inden de
faydalandım.
1- Kitab'ın birinci nüshası:
Dal remzi ile. Daru'l kütü-bi'l mısriyye'de, 330 sayılı "Müşkil Ayetlerin
Tefsiri ki birçok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamını karıştırmışlar ve
hatalı bir şekilde tefsir etmişlerdir" adı ile bulunmaktadır. 262
sayfadan müteşekkil olan bu kitab'ın her bir sayfası 13 satır ve her bir satın
yaklaşık yedi kelimeden oluşmaktadır. İyi bir hatla yazılmış ve bazı hatalar
hamişinde düzeltilmiştir.
2- İkinci nüsha: Remzi Be dir.
Almanya'da Berlin Kütüphanesinde "Mesail İstenbetaha eş- Şeyh Muhammed b.
Abdilvahhab" külliyatı içinde bulunmaktadır. (Sayı 3968) 12 risaleden
müteşekkil olan bu külliyat içinde yer alan "müşkil Ayetlerin Tefsiri, 152
sayfadan oluşmaktadır. Her sayfa yirmi satır ve her satır yaklaşık olarak 12
kelime içermektedir. Bazı düşük harf ve kelimeler olmasına rağmen iyi bir
hatla yazılmıştır.
3- Üçüncü nüsha: Remzi He 695 sayısı ile, Daru'l Kü-tübi'l Mısriyye'de
bulunmaktadır. Kitab'm adı "İbn Teymiy-ye'nin Fatiha ve ihlas suresinin
fazileti ile ilgili sorulara cevapları ve bazı zor Ayetlerin tefsiri"
358
sayfadan müteşekkil bu kitabın her sayfası 26 satır ve her satırı yaklaşık 40
kelimeyi ihtiva etmektedir.
İyi
bir hat ile yazılmış olan bu kitap Fatiha ve ihlas surelerinin faziletleri ile
beraber müşkil ayetlerin tefsirini de
içermektedir.
4- Dördüncü nüsha: Remzi sin 'dır. -86/572 sayısı ile Suud Davet, ifta
ve irşad idaresine bağlı kütüphanede bulunmaktadır. "Şeyhu'l islam ibn
Teymiyye'nin Fetvaları" adını taşıyan bu kitap 332 sayfadan oluşmakta ve
her sayfası 24 satır ve her satırı 12 kelime içermektedir.
Kitab
İbn Teymiye'nin ibadet ve muamelat konusundaki bazı fetvalarının yamsıra,
müşkil ayetler kitabı'ndan fa-raiz ve riba konularını da içermektedir.
Görüldüğü
gibi, kitabın değişik nüshaları birbirleriyle farklılık göstermektedir. İlk üç
nüsha'nın ihtiva ettiği bazı ayetler, 4. nüshada bulunmamaktadır. Ayrıca
birinci nüsha ile, 2. ve 3. nüsha arasında da farklılıklar vardır.
Müellifin
belli bir tertibi gözetmemektedir. Biz muhteva olarak en genişi olması nedeniyle
birinci nüshanın tertibini esas aldık. Diğer nüshalardaki fazlalıkları ise
kitabın sonuna ekledik.
5- Beşinci nüsha: Mecmuu fetva şeyhul islam ibn Tey-miyye . Fe remzi
ile. 37 cilt halinde basılmıştır. Şeyh Abdur-rahman b. Muhammed b. Kasım
tarafından derlenmiştir.
"Müşkil
Ayetlerin Tefsirin"de yer alan ayetler bu külliyede kıssaca izah
edilmiştir.
6- Altıncı nüsha: Camiu'r Resail li- ibn Teymiyye-Remzi cim'dir.
Prof.
Muhammed Reşad Selim'in tahkiki ile beraber 2-cilt halinde basılmıştır.
Bu
kitapta "Müşkil Ayetlerin Tefsirin'den sadece iki "Cenabı Hakk'm
"adeleti" ile ilgili olan kısım bulunmaktadır. Bu kısım "Müşkil
Ayetler'de" olmayan bazı fazlalıklar içermektedir ki bunlara işaret etme
gereği duymadım. [216]
Rahman
ve Rahim olan Allah'ın Adıyla Ve O'ndan yardım talep ederiz:
Müşkil
Ayetlerin Tefsiri ki, birçok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamlarını
karıştırmışlar ve hatalı "bir şekilde tefsir etmişlerdir:
Bunlardan
Biri:
"Eğer
kedilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair olanca güçleri
ile Allah adına and içerler. De ki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama
mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız!? Onların kalplerini
ve gözlerini ters çeviririz de, ilkin o'na (mucizeye) inanmadıkları gibi
(mucize geldikten sonra da) inanmazlar. Ve onları şaşkın olarak azgın-Iıları
içerisinde bırakırız." (Enam: 6/109-110)
"Ennaha'da
iki kıraat vardır ki, nasb ile okunması daha iyidir.[217] Bu
konu birçok arapça uzmanına karışık geldi. Hatta öyleki "Enne",
"Lealle" anlamındadır dediler.[218] Ve
bunu teyid için bazı örnekler zikrettiler.[219]
Fakat bu insanlar yanılgı içindedirler. Çünkü onlar "Nukallibu
efidete-hum" cümlesinin, mübteda cümlesini olduğunu zannettiler. Fakat
gerçek öyle değildir. Gerçek, bu cümle "Enne'nin haberine dahil ve
"izen" ile müteallaktır. Ayetin anlamı şöyledir: Ama mu'cize
geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız!?
Mucizeler
geldiğinde inanmayacaklarına göre "Eğer kendilerine bir mucize gelirse ona
mutlaka inanacaklarına dair yaptıkları yemin doğru değildir. Bilakis yalan yere
yemin etmektedirler.
Buradaki
"Enne, bilinen masdariye enne'sidir.
Nukallibu
mübteda kelamı olsaydı, o zaman Allah'ın kendisine ayet gelen herkesin kalbini
ve gözünü ters çevirmesi gerekirdi. Fakat gerçek böyle değildir. Bilakis onlardan
birçokları iman etmektedirler. Önce küfrettiği halde sonradan tevbe edip, iman
eden çok vardır. Ceza, ısrar edenler içindir.[220]
Fakat mucizeler geldiği zaman, kesin iman ile hükmedilemez. Bilakis iman
edecekleri gibi, küfre de sapabilirler.
La
harfi ise, nefyin tekidi için olmakla beraber selbi cümleleri lafzen veya manen
selbi olarak tekid eder:
Tıpkı
cenabı Hakkın şu kavilleri gibi: "..."
"Ehli
kitap, bilsinler..." (Hadid: 57/29)
"Merak
ettiğimiz bir beldeye, artık (iyi davranış ve makbul çaba) haramdır; çünkü
onlar tekrar dönmezler." (Enbiya: 21/95)
"Hayır;
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlasa mazlik hususunda seni hakem
kılmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65)
Ayrıca
Ebu Bekir'in[221] "La ha Allah
izen"[222]
Ve
Cenabı Hakkın :
"La
uksimu biyevmil kıyame." (Kıyamet:
75/1)
Ve
arapların: La vallahi La yekun izen" demeleri de bu kabildendir.
Bazıları
burada "Tefhim" var sandılar fakat öyle değildir, "onların iman
edeceklerini nereden bileceksiniz" anlamı vererek "nukallibu"
kelimesini buna matuf kılmaktadırlar fakat bu doğru değildir. Ve anlamı:
mucizeler geldiği zaman onların iman etmeyeceklerini nereden bileceksiniz?
dir.
Müşkil
ayetlerden bir diğeri:
"De
ki: "Allah indinde ceza olarak bundan daha kötüsünü size habe vereyim mi?
O kimseler ki, Allah, kendilerine lanet etmiş; gazabına uğramış; onlardan
maymunlar, domuzlar ve Tağuta tapanlar yapmıştır. İşte bunlar mevkice daha fena
ve düz yoldan daha sapmışlardır." (Maide: 5/60)
"Tağut'a
tapanlar"
Buradaki
"Abede" kelimesi "Leanehullahu ve gadibe aleyhi ve ceala
minhum" cümlesine matuftur. Abede: Kendisinden önceki fiili mazilere
matuf bir fili mazidir. Yani: Allah'ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından
maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimse, demektir.[223]
Burada,
fail Allah (c.c) ismidir ve tüm bu fiiler, tek bir sınıfın, yani yahudilerin
sıfatıdır.
Bir
diğer ayet:
"İyi
bilinki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. (O halde) Allah'tan
başka ortaklara tapanlar, neye tabi oluyorlar? Onlar, kuru zandan başka bir
şeye tabi olmuyor ve onlar sadece yalan söylüyorlar." (Yunus: 10/66)
Burada
bazıları "Ma'"yı nafiye sanarak, ayetten onlar Allah'tan başka
ortaklara tapmıyorlar, anlamı çıkardılar ki bu hatadır. Milakis ma burada
istifham içindir. Ve ayetin anlamı: Allah'tan başka ortaklara tapanlar, neye
tabi oluyorlar, dır.
Ayrıca
Şüreka, Yeduun'ün mefuludur. Yettebiu'nun değil.[224]
Cenabı
Hakkın Kur'an-ı kerim'de bildirdiği gibi müşrikler Allah'tan başka ortaklara
tapmaktadırlar.[225]
Bu
ortaklar Kur'an'da Allah'tan başka uyulan değil, tapılan tanrılar olarak
nitelenmiştir. Gerçekte bunlara değil, bunlara tapan söz sahiplerine
uyulmaktadır.
Bu
nedenle şöyle buyuruldu: "Onlar, kuru zandan başka bir şeye tabi
olmuyorlar." Eğer onlar bazılarınca iddia edildiği gibi ortaklara
gerçekten tapmamış olsalardı o zaman şöyle denilmesi gerekirdi: "Onlar
gerçekten ortak olmayanlara tabi oluyorlar" ma'nın istifham olduğu çok
açıktır ve Allah'tan başka ortaklara tapan müşriklerin ancak kuru zanlarına
tabi oldukları belirtilmektedir.
Müşrik,
şirkine mutabık bir ilime sahip değildir. Çünkü ilim, ancak malum'a mutabık
olur. Dolayısıyla müşrikler, bu itikatlarıyla ancak kuru zanna tabi
olmaktadırlar ve yalan söylemektedirler ki cenabı Hakk şöyle buyurdu:
"Kahrolsun
o koyu yalancılar."(Zariyat: 51/10)
Bir
diğer ayet:
"Hanginizin
aklından zoru olduğunu ...yakında sende göreceksin, onlar da." (Kalem:
68/5-6)
Bu
ayetler hususunda birçok insan yanlışlığa saplandı. Doğru olan seleften gelen
tefsirdir:
İbn
Ebu Hatim[226] ve başkaları sahih bir
isnatla ibn Ebu
Necih,[227] o
da Mücahid den[228]
şöyle rivayet etti.
Bieyyikumu'l
meftun: Şeytan, - bir diğer rivayete göre de- İblis'dir, dedi.
Hasan'da[229]
"Hanginiz şeytan'a daha layıksınız? Şüphesiz peygamber (s.a.v) değil,
onlar: "Şeytana daha layık-lar,"dedi. Böylece Hasan, selefin adeti
üzere kısa ve özlü bir ifadeyle ayetin anlamını açıkladı.
Dahhak
da[230]
Şöyle dedi: "Mecnun veya kendisinde cün-nun olan şeytan"
demektir."
Bu
konuda Ebul Ferec[231]
selefi salihinden dört söz nakletti:
1- Hasan: Sapıtmış anlamındadır, dedi.
2- Mücahid: Şeytan anlamındadır, dedi.
3- Dahhak ve Avfi'nin[232] ibn
Abbas'tan[233] rivayetine göre Delilik
veya delilik illetine maruz kalmaktır.
4- Maverdi'nin[234]
nakline göre, işkence çeken" anlamındadır.
Maverdi'nin
zikrettiği dördüncü şıktaki bu tefsir selef'den nakledilmiş değildir. Seleften
sadece ilk üç şıkta zikredilmiş olan tefsirler varid olmuştur.
Hasan'dan
zikredilen: "sapıtmış" kelimesi o'nun bir diğer tefsiridir ve bizim
naklimizde uygundur. Çünkü o bu kelime ile, üstünü başını parçalamak, anlamsız
sözler söylemek, sağa sola taş atmak şeklinde tezahür eden malum deliliği
değil, sapıklık deliliğine batmış olmayı kastetmektedir ki bu da şeytandır.
Müşrikler,
Peygamberleri (a.s) kendi nazarlarında akıl sahibi olan kimselerin görüşlerine
aykırı buldukları için delilikle ittiham etmişlerdir. Aynen "Fulanın
maişi aklı yok" denilmesi gibi. Peygamberler onların bilgilerine aykırı
ve onlara göre zararlı bilgilerle geldikleri için iltiham edilmişlerdir.
Cenabı Hak bu surenin (kalan) sonunda şöyle buyuruyor:
"O
inkar edenler zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle
devireceklerdi. Hala da (kin ve hasetlerinden) "hiç şüphe yok o bir
delidir" derler." (Kalem: 68/51)
Kur'an-ı
Kerim peygamber (s.a.v)'in olduğu gibi diğer peygamberlerin de delilik ile
ittiham edildiklerini fakat peygamber'in deli olmadığını bildirip şöyle dedi:
"Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar
da" Yani hanginizin deli olduğunu, ki o şeytandır"
Kur'an'in
bildirdiği gibi müşriklerin kötü ahlaklarından biri de müminleri delilik ile
ittiham etmeleridir:
"Dünyada
mücrimler, iman edenlere gülerlerdi. Müminlere uğradıklarında kaş göz
hareketiyle alay ederlerdi. Kendi adamlarının yanına döndüklerinde inananlarla
alay etmenin zevkini tadarlardı. Kafirler müminleri gördüklerinde
"Şüphesiz bunlar yanlış yola girmiş sapıklardır" derlerdi." (Mutaffifin: 83/29-32)
Bu
ümmet içinde de müminlerle alay eden, onlara gülen, kendileri daha layık
oldukları halde, müminleri delilik ve sapıklıkla ittiham eden çok kimseler
bulunmaktadır.
Hasan
şöyle dedi: "Ben öyle adamlar gördüm ki, siz onları görseydiniz
"Bunlar deli" derdiniz. Onlar da sizi görseydi "Bunlar
şeytan" derlerdi. Sizin en seçkinlerinizi görseler "Bunlar ahlaksız
bir topluluk" en şerlilerinizi görselerdide: Bunlar ahirete inanmayan bir
topluluk" derlerdi"
Selefin
kendi dönemlerindeki insanları yeren buna benzer daha çok sözleri vardır.[235]
Acaba şu yaşadığınız dönemin insanlarının hali nasıldır?
Bu
anlamı tayid eden bir diğer hususda, Ubey b. Kab[236],
el-cevni, [237] ibn ebi Able'nin[238] söz
konusu ayeti "fi eyyiku-mul meftun[239]
şeklinde şeytanın meftun olduğu konusunda şüphe yoktur.
Bunu
anlamayan Ebu Ubeyde ,[240] ibn
Kuteybe[241] Ebubekr, [242]
Basra ve Küfe nahivcileri, gibileri "Ba"nın za-id olduğunu söyleyip
de bu konuda iki görüş ileri sürdüler:
1- "Meftun" kelimesi mastar anlamındadır.
2- "Bi eyyikum" yani "Aklından zoru olan hangi iki fırka,
senin içinde bulunduğun fırka mıdır yoksa kafirler fırkası mı anlamındadır. [243]
Fakat
bu görüşlerin ikisi de zayıftır.
Meftun'un,
fitne anlamında anlaşılması kesinlikle dil kurallarına aykırıdır.
Ayrıca
"iki fırka" görüşü de yanlıştır. Çünkü ayet tüm kafirlerin şeytan
ile meftun olduklarını ve şeytan'ın onlardan olduğunu ifade etmektedir. Yoksa
iki fırkadan birini ayıplamak amacı güdülmemiştir.
Bazı
müşrikler, Rasulullah (s.a.v)'e gelenin melek değil şeytan olduğunu iddia
etmişlerdir ki bu nedenle cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:
"O
söz, lanetlenmiş şeytanın sözü değildir." (Tekvir: 81/25)
"Şeytanın
kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan
herkesin üstüne inerler. Bunlar, (şeytana) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır."
(Şuara: 42/221-223)
Cenabı
Hak, Elçisini yalanlayan[244]
için de şöyle buyurdu:
"Derhal
alnından yakalar cehenneme atarız. Çünkü o, yalancı, günahkar bir alın!"
(Alak: 96/15-16)
İşte
şeytan'ın yaklaşıp dilediği yöne sevkettiği, bu yalancı ve facir kimsedir.
Hakk
Teala Salih kavmi[245]
için şöyle buyurdu:
"Hayır
o, yalancı ve şımarığın biridir (dediler). Yarın onlar, yalancı ve şımarığın
kim olduğunu bileceklerdir." (Kamer: 54/25-26)
Nuh
kavmi[246] için de şöyle buyurdu:
"(Nuh)
Dedi ki: Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl ettinizse biz
de sizinle alay edeceğiz."
"Kendisini
rezil edecek azabın geleceği ve sürekli bir azabın başına ineceği (şahsın) kim
olduğunu yakında bileceksiniz." (Hud: 11/38-39)
Ve
bunun gibi daha birçok ayet bulunmaktadır. [247]
Cenab'ı
Hakk şöyle buyurdu:
"Kavminden
ileri gelen kibirliler dedilerki:
Ey
Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları memleketimizden çıkaracağız,
yahut milletimize döneceksiniz. (Şuayb) Dedi ki: "İstemesek demi? Allah
bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı
iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hali müstesna geri dönmemiz
bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz
sadece Allah'a dayanırız. Ey Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında adaletle
hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırhsısın." (A'raf: 7/88-89)
Ve
şöyle buyurdu:
"Kafir
olanlar peygamberlerine dedilerki: Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız,
yada mutlaka dinimize döneceksiniz! Rableri de onlara, "zalimleri mutlaka
helak edeceğiz!" diye va'detti." (İbrahim: 14/13)
"Milletlerine
dönmek" ifadesi konusunda müfessirler iki ayrı görüşe ayrıldılar:
1- Selef müfessirlerinden nakledilen görüş, ki bu görüşü ibn Atiyye'nin
ibn Abbas'dan naklettiği bu tefsiri ibn ce-rir[248] ve
ibn Ebi Hatim gibi müfessirler zikretmişlerdir.
Muhammed
b. Sad el- Avfi'nin[249],
babasından, [250] O'nun amcasından[251]
onun da babasından[252]
onun da babasından[253]
onun da ibn Abbas'dan[254]
rivayet ettiği tefsiri Maverdi, Salebi[255]
Vahidi[256], Beğavi[257] ve
İbn Cevzi gibi müteahhir müfessirlerin geneli rivayet etmişlerdir.
İbn
Ebi Hatim'in ibn Abbas dan yaptığı rivayette şöyle denilmektedir:
"Peygamberler ve inananlar kendi milletleri tarafından baskı ve işkenceye
tabi tutularak, kendi milletlerine (dinlerine) dönmeye zorlanıyorlardı. Fakat
Cenab'ı Hak Peygamber'in ve müminlerin onların küfür milletlerine (dinlerine)
dönmelerini yasakladı ve kendisine tevekkül etmelerini emretti"
Atiyye
Seleften naklettiği tefsirlerle bilinir. Fakat bu rivayeti zayıftır. İbn
Abbas'tan buna benzer bir rivayeti Şeyhlerinden rivayetle Süddi de[258]
yaptı ki, Süddi sikadır ve müslim[259]
ondan rivayet almıştır.
Suddi
tefsirinin başlangıcında Ebu Malik, [260] ibn
Salih, [261] ibn Abbas, Hemedani, [262] ibn
Mesud[263] ve bazı diğer
sahabelerden rivayet aldığını belirtmektedir. Ancak süddi aldığı bu rivayetleri
birbirine karıştırmıştır. Mürsel[264]
rivayetler ile müsnet[265] rivayetleri
birbirinden ayırmamıştır. Bu nedenle, Süddi şeyhlerinden zikretti, denilir. Bu
rivayetler arasında ibn mesud ibn Abbas ve diğer sahabelerden sabit olmuş
rivayetler bulunduğu gibi, sabit olmayan rivayetler de mevcuttur.
Tefsirinde
şöyle dedi: "Milletine dönmek" ten maksat küfre dönmek değildir.
Çünkü peygamberler, peygamberliklerinden önce de kafir değildiler."
İbn
Atiyye[266] Şöyle dedi: "Dönmek
ile, daha önceki hale dönmek mürad edilmektedir. Çünkü peygamberler asla küfür
milletinden olmamışlardır. Bu ifadenin anlamı;
Peygamberliğinizden
önceki sukut haline dönün, peygamberliğinizden önce nasıl bizimle
uğraşmıyorduysanız şimdi de bizimle uğraşmayın demektir.
İşte
kafirlere göre miletlerine dönmek budur"[267]
Bu
sözün sahibi "Dönmeyi" bilinen anlamıyla kabul etmiş fakat bunu emri
bil maruf ve nehyi anil münkeri terket-me ve kavimlerini iman'a davet etmeyi
terketmek olarak algılamış, kafirlere göre milletlerine dönmenin bu anlama
geldiğini ifade etmiştir. Fakat burada iki itiraz sözkonusudur.
1- Bu "dönüş" sadece emri bilmaruf nehyi anil münker yapan ve
insanları kendilerine uymaya çağıran peygamberler içindir.
İbn
Atiyye şöyle dedi: "yahut milletimize döneceksiniz" Yani bu
halinizden, eski halinize intikal edeceksiniz, demektir."[268]
Ebu'I
Ferec de şöyle dedi: "Yahut milletimize döneceksiniz" yani dinimize
döneceksiniz, demektir, ki o da şirk'tir. Şuayb hiçbir zaman küfr içinde
olmadığı halde, müşrikler nasıl olur da dinimize döneceksiniz demişlerdir?
Bu
soruya iki şekilde cevap verebiliriz:
1- Müşrikler bu söz ile, önceden kafir oldukları halde Şuayb (a.s.)'a
iman ederek, küfürden dönenleri de gözönünde bulundurarak söylemişlerdir. Yani
Şuayb'e o'na uyanlara hitap ettikleri gibi hitap etmişlerdir.
2- Yahut "milletimize intikal edeceksiniz" anlamında
söylemişlerdir ki, bu durumda, bu bir ibtida sözüdür. Araplar "Bana
falandan kötülük döndü" şeklinde bir ifadeleri vardır ki, daha önce o
kimseden bir kötülük vuku bulmamışsa bile, bu ifade kullanılmaktadır.
Arap
şairi döndü anlamındaki "ade" kelimesini bir mısrasında şöyle
kullanmıştır.[269]
Yani:
Günler, yaşayanları ile beraber değişmektedir.
İnsanoğlu
bir an iyi vakit geçirirken, çok geçmeden çeşitli belalarla boğuşmaya
başlar."
Ebul
Ferec şöyle devam etti: "Bu konuyu Bakara süresini işlerken...
"Bütün
işler yalnızca Allah'a döndürülür."(Bakara: 2/210)
Ayeti
kerimesinin tefsirinde açıkladım"
Bu
cevapları Züccac[270] ve
ibn el-Enbari[271] de zikrettiler.
Fakat
Enbari, İbrahim[272]
süresinin ayeti ile ilgili olarak bir şey zikretmedi. Birinci cevap zayıflığı
ile beraber İbrahim suresinde gelmemektedir.
Aynı
şekilde Beğavi, Salebi ve başkaları da bu iki cevabı bir üçüncü cevapla
beraber zikrettiler. Beğavi şöyle dedi: "Bizim üzerinde bulunduğumuz
dinimize döneceksiniz" dediler. Şuayb Cevap verip dedi: "İstemesek
demi" yani "Bizi zorla mı dininize döndereceksiniz?" "Sizin
dininize dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz"
Şuayb,
hiç bir zaman onların dini üzerine bulunmadığı halde "yahut milletimize
dönersin" ifadesinin anlamı nedir? diye sorulacak olursa, bunun anlamı
"Bizim milletimize gireceksin" demektir, denilir. Şuayp'da cevap
verip dedi ki
"Ben
asla sizin dininize girmem."
Bunun
anlamı: "Sizin dininize intikal'"dir
Buradaki
Ade "sara" anlamındadır da denildi.
Ve:
Bu hitap ile Şuayb değil, bir zamanlar kafir oldukları halde sonra Şuayb'e
uyarak müslüman olanlardır da denildi. Fakat bu tevillerin hiçbiri ibrahim
suresinde yapılmadı. İbrahim suresinin sözkonusu ayeti, lafzın gerektirdiği
gibi, "Dinimize döneceksiniz" şeklinde anlaşılmıştır."[273]
Ben
derim ki:[274] Bu müfessirler millet
kelimesini, din ile tefsir ettiler. İbn Atiyye ise, daha önceki hale dönmek ile
tefsir etti. Fakat ibtida manası olabileceğine hiç değinmedi.
İbn
Cevzi'nin yukarıdaki sunduğu beyit'ine Lebid'in[275] şu
bey iti teyid etmektedir:
Yani
insan parlak bir yıldız gibidir.
Bu
parlaklıktan sonra bir de bakarsın küle dönmüş.
(İnsan'da
bir yıldız gibidir. Parlar ve söner demek istiyor)
Ümeyye
b. Ebi Salt'da[276]
şöyle demiştir.
Anlamı:
Bu güzellikler bir süt kadehi değildir.
Su
ile karışmış ve pisletildikten sonra tekrar geri alınmıştır.[277]
Benim
derim ki: Zikredilen bu şahitler ayetin anlamına delil değildir. Çünkü ayeti
kerime de "Yahut milletimize döneceksiniz" tehtidi ve buna karşılık
Şuayb (as)'in şu cevabı vardır: "Sizin dininize dönersek, Allah'a karşı
iftira atmış oluruz"
Burada
ki Ade fiili, şu hadisi şeriflerde geçtiği anlamdadır:
"Peygamber
(s.a.v) şöyle buyurdu:
"Hibesinden
dönen, kustuğundan dönen gibidir"[278]
Sünende
de şöyle geçmektedir:
"Baha'nın
evladına yaptığı hibeden vazgeçmesi dışında, bir şeyi hibe edenin hibesinden
vazgeçmesi yoktur"[279]
Yine
aynı şeklide Ömer (r.a)[280]
şöyle dedi:
"Onu
sana dirhem ile de verse satma. Sadakasından dönen kimse, kustuğundan dönen
kimse gibidir."
Bu
hadisin bir başka versiyonuna göre
"Önce
kusup sonra, kustuğunu yalayan köpek gibidir."[281]
Bir
başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah imansızlıktan kurtardıktan sonra
tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan korkan gibi korkmak."[282]
Tüm
bu hadislerde geçen ade fiili ade leza demektir. Şu ayeti kerimelerde de aynı
anlamda kullanılmıştır:
"Gizli
konuşmaktan menedildikten sonra, menedildik-leri o şeye dönenleri görmedin
mi?" (Mücadele: 58/8)
"Kadınlardan
zihar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin."
(Mücadele: 58/3)
Burada
geçen "dönmek", geçmiş hale dönmeyi ifade ettiği gayet açıktır. İbn
Atiyye'nin dediği gibi, bunun dışında başka bir anlama gelme olasılığı yoktur.
Ade
leza: Önceki şeye dönmektir ki. Zihar[283]
gibi nehyolunan bir işi yapıp, da nehiyden sonra tekrar ona dönmek bu
kabildendir. Bu durumda dönmenin mübteda bir fiil olduğunu hiç kimse
söylememiştir.
Yukarıdaki
şiirlerde geçen "Adet lehunne zunub ma ade ba'de ebvalen" ve
"Hare remaren" mutlak fiillerdir ki bu fi-ilerde daha önceki hale
dönmekten bahsedilmemektedir. (Elavde) lafzı (Er-rucu) "Dönmek"
anlamındadır.
Bu
bir şeye dönmek te olabilir, birşeyden dönmek te, Fakat akla önce, bu halden
dönmek gelir. Bu nedenle islamdan dönen kişi, alimlerin ittifakıyla, doğuştan
müslüman olsa dahi, islam'dan dönmesi sebebiyle mürted olarak isimlendirilir. [284]
Şuayb
ve diğer peygamberlerin asla küfür milletinden olmadıkları sözü konusunda ise,
meşhur bir ihtilaf vardır. Her halükarda bu hükmün nakli veya akli bir delile
ihtiyacı vardır. Kitap, sünnet ve icma'da böyle bir delil yoktur. Akli delil
konusunda ise ihtilaf vardır. Ehli sünnet'in tercih ettiği görüşe göre, akli
bakımdan bu konuda bir delil yoktur ve akıl bu hususta herhangi bir görüşü
gerektirmemektedir.
Asıl
ihtilaf, müteahhir ehli sünnet alimleri ile mutezile[285]
arasındadır.
Kadı
Ebu Bekir b. Hatib,[286]
Peygamberlerin günah işleyip, işlemedikleri caiz midir?, eğer caizse ne tür
günahların vukusu caizdir? Bu peygamberliklerinden önce midir, sonra da aynı
şey geçerli midir? Soruları sorduktan sonra, bu soruları doğru bir şekilde
cevaplandırarak şöyle dedi: "Bundan önce de zikrettiğimiz gibi
peygamberler Allah'ın tebliği memurları olmaları, nübüvvetleri ve getirdikleri
mucizelere gölge düşürecek herşeyden kaçınmaları ve Allah'ın onlara verdiği
yüksek derece ve makamlar nedeniyle kesinlikle yalan, vahyi gizlemek, hata,
sehiv, iğfal, örtmek, değiştirmek gibi olumsuzluklardan kesinlikle
uzaktırlar"
"Peygamberlerin
diğer günahları işleyip işlemeyecekleri konusunda insanlar ihtilaf ettiler.
Mutez ile fırkası şöyle dedi: Peygamberliklerinden önce veya sonra, peygamberlerin
küçük veya büyük günah işlemeleri mümkün değildir.
Çünkü
bu insanların onlara uymaları ve sözlerini kabul etmelerine aykırıdır. Hatta
bazı mutezilelere göre, peygamberlerden günah sadır olması demek, Allah'ın
tebliği memurluğu hallerinin son bulmaları demektir.
Peygamberler
Peygamberliklerinden önce de akli farizalara uymak, salih ameller işlemek ve
kendisinden önceki peygamberlerin şeriatına uymakla mükelleftirler"[287]
Ben
derim ki:[288] İbn Enbari,[289]
Züccac,[290] İbn Atiyye,[291] ibn
Cevzi[292] ve Beğavi gibi ehl-i
sünnet alimlerinin çoğu, "Peygamberler, peygamberliklerinden önce de
küfür'den korunmuşlardır/ küfürden masumlardır demektedirler.
Beğavi
şöyle dedi: "Usul alimleri peygamberlerin kendilerine vahiy gelmeden önce
mümin oldukları görüşündedirler. Peygamber (s.a.v)'de kendisine vahiy gelmeden
önce İbrahim'in dini üzere ibadet etmekteydi"[293]
Fakat,
Beğavi bu sözü ile;
"Seni
şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" (Duha: 93/7)
ayeti
kerimesinin tefsirinde söyledikleri ile çelişmektedir. Bu ayetin tefsirinde
şöyle demişti: "Ayetin anlamı, Allah seni bugün üzerinde bulunduğun
şeyden şaşırmış olarak buldu ve seni Tevhidine ve nübüvvetine hidayet
etti."[294] Aynı şekilde şu kavli
ilahi ile de çelişmektedir: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin"
(Şura: 42/52) Ahmed'in[295]
şöyle dediği rivayet edildi: "Kim peygamber (s.a.v) kavminin dini üzere idi
derse, bu kötü bir sözdür."[296]
Ancak
Süddi ve diğerleri şöyle dediler: "Kırk yıl boyunca kavminin dini üzere
idi"[297]
İbn
Ebi Hatim şöyle rivayet etti: Bana Abdullah b. Ebi Bekr[298]
anlattı. Osman b. Ebu Süleyman b. Cübeyr. b Cü-beyr. b. Mutim'den,[299] o
da Amcası Nafi b. Cübeyr b. Mutim,[300]
den, o da babası Cübeyr b. Mutim'den[301]
şöyle rivayet etti: "Rasulullah (s.a.v)'in kavminin dini üzere olduğunu
gördüm"[302]
Burada
şunu vurgulamak istiyoruz: Peygamberlerin bi-setlerinden önce günah işleyip
işlemediklerinin meselesi sadece mutez ile mensupları arasında değil, ashabı
hadis[303] ve ehli sünnet arasında
da tartışılmıştır.
Ebu
Bekr b. Tayb şöyle dedi: "Mutezile'den, bizim arkadaşlarımız'dan ve ehli
Hak'dan birçokları şöyle dediler: "Peygamberliğinden önce kafir olan veya
büyük günahlar işlemiş bir kimsenin, peygamber olarak gönderilmesinde hiçbir
mani yoktur. Açıklayacağımız gibi, biz de bu görüşteyiz.
Fakat,
peygamberliklerinden sonra günah işleyip, işlemeyecekleri konusunda ihtilaf
edilmiştir.
Rafiziler
şöyle dediler: Peygamberlerin küçük veya büyük günah işlemeleri mümkün
değildir. Hatta, hata ve sehiv yoluyla dahi olsa, onlardan günah sadır olmaz. [304]
Mutezile
de şöyle dedi: "Onların büyük küçük günah işlemeleri kesinlikle mümkün
değildir. Ancak hata ve yanılma yoluyla bazı küçük günahları işlemeleri
mümkündür.
Cubbai[305] ve
arkadaşları onların kasten asla günah işleyemeyeceklerini ancak hata ve yanlış
tevil yapabileceklerini söylemişlerdir.
"Mutezile'den
Nazzam ve[306] Cafer b. Besran da şöyle
dedi- "Peygamberler ancak hata ve yanılgı yoluyla günah işleyebilirler ve
bu günahlarından dolayı da, Cenab'ı Hakk tarafından hesaba çekilirler. Bu nevi
günahlar her ne kadar ümmetleri için affedilmiş ise de, peygamberler Allah'a
karşı olan konumlan, ve yanılgı ve hatalara karşı daha dikkatli olmaları
gereği nedeniyle, bu nevi hatalardan dolayı muaha-ze olunurlar."
(Ebu
Bekr. b. Tayb el- Baklani) Şöyle devam etti:
"Ehli
Halik, Cumhur ve Ashab-ı hadis, şöyle dedi: Allah'tan aldıkları tebliğ
görevini ifsat etmiyecek ölçüde olması şartıyla peygamberlerin günah
işlemeleri mümkündür. Fakat, peygamberlerin Tebliğ'lerini gölgeleyecek,
nübüvvetlerinin doğruluğunu giderecek, kendi doğrulukları konusunda şüphe
uyandıracak neviden günah işlemeleri, tüm ümmetin icmasıyla mümkün değildir.
Peygamberlerin işlediği küçük günahlar, küçük değil büyüktür ve diğer insanların
günahları gibi değildir. Fakat onların günahı, dünyada iken affedilir ve
ahirette ceza görmezler."
Ehl-i
Hakk şöyle dedi: "Peygamberlerden küçük bir günah sadır olduğu zaman, onu
çok büyük görürler ve korku ve dehşete kapılarak, hemen anında Allah'a tevbe ve
istiğfar edip, bağışlamak dilerler."
Baklani
şöyle devam etti: "Bizim tercih ettiğimiz görüş te budur"
Yine
şöyle dedi: "Ehl-i Hakk'tan Cumhur şöyle dedi: "Peygamberlerin,
peygamberlik dönemlerinde günah işledikleri konusunda kesin hüküm verilemez.
Bunun için mutlaka delil lazımdır. Bu hususa delalet eden ayetler ve rivayetler
onların peygamberliklerinden önceki hayatlarına dair olması muhtemeldir"
Baklani:
"Bu onların peygamberlik şereflerine daha uygun ve daha layıktır.".
Baklani
şöyle devam etti: "Risaletten önce küfür ve büyük günahlar işlemiş
kimsenin peygamberler olarak gönderilmesinin caiz olduğu hakkında fasıl.
Buna
delalet eden birçok husustan birisi şudur:
Bir
kimsenin peygamber olarak gönderilmiş olması, onun imanına, doğruluğuna, ruh
temizliğine, ilminin kemaline Allah'ı bilmesine ve onun bu işe en layık kimse
olduğuna delalet eder. Çünkü getirdiklerinin doğruluğu, onun doğruluğu ile
ölçülür.
Peygamber
olarak gönderildiği anda geçmişte kendisinden sadır olmuş olabilecek
kötülüklerden dönen ve böylesine büyük bir temizlik ve yücelik kazanan,
kimsenin peygamber olarak gönderilmesine ve insanların ona uyup, saygı
göstermekle emrolunmasına bir engel yoktur: Peygamberliğinden önce günahkar
birisi olsa da!
Bundan
ümmet'in şeriatı uygulayacak ve hukuku sağlayacak bir iman tayininin cevazı
çıkar. İmam, fcü göreve gelmeden önce, büyük günahlar işliyor veya küfür üzere
bulunuyor olsa da, imam olarak ümmetin başa geçtiği anda, Allah'ın emri
gereği artık ona saygı gösterilir ve emirleri yerine getirilir.
Rütbe
ve konumları farklı olmakla beraber peygamberler de böyledir.
Buna
delalet eden bir diğer husus da şudur: Önce kafir olup da sonra güzel bir
şekilde tevbe edip, küfründen dönen bir insanın peygamber olarak gönderilmesine
hiçbir engel yoktur."
îbn
Tayb el- Baklani, böylece Mutezile'ye uzun bir cevap vermektedir.
Ben
derim ki,
İnsanların
ihtilaflarını zikrettikten sonra bu konudaki hak söz şudur: "Kuran'ı
kerim'de ifade edildiği gibi Allah peygamberlerini kavmin en seçkininden seçer.
"Allah,
elçilik görevini kime vereceğini daha iyi bilir" (En'am: 6/124)
Hırakil[307] in
Ebu Süfyan'a[308] dediği gibi peygamberler
insanların neseb bakımından en temizlerinden gönderilirler. Hırakil Ebu
Süfyan'a:
"Onun
nesebi nasıldır?" diye sorunca Ebu Süfyan:
"O
bizim en soylularımızdandır," dedi. Bunun üzerine Hırakil:
"Peygamberler
de böyledir. Kavimlerinin en soylularından seçilirler", dedi. [309]
Kavmi,
Şahsen zayıf görmelerine rağmen, ailesinin büyüklüğüne işaret ederek Şuuyb'e
şöyle dedi:
"Eğer
kabilen olmasa seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün
değilsin." (Hud: 11/91)
Peygamberliğinden
önce müşrik ve cahil bir toplumun içinde yaşayan peygamberin doğruluğu,
güvenirliği, bilinen iyilikleri yapıp kötülüklerden kaçınması dışında, kavminin
dini üzerine olması, onun için bir ayıp değildir. Ce-nab'ı Hakk şöyle buyurdu:
"Biz,
bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz." (İsra: 17/15)
Böyle
bir ortamda, ne onlar, ne de kavimleri sorumlu değillerdir.
Bir
şeyin kötü olduğunu bildiği halde onu yapanla, bilmeden yapan arasında fark vardır.
Bu ikincisi ayıplanamaz ve kavimleri tarafından aleyhlerine bir delil olarak
kullanılamaz.
Dolayısıyla
israiloğullan'nın peygamberleri arasında daha önce müşrik olan hiç bir
peygamber yoktur. Bilakis hepsi Tevrat'[310]
şeriatına göre yetiştirilmişlerdir.
101 Peygamber
oldukları söylenen Yusuf'un kardeşleri ise, peygamberliklerinden önce günah
işlemiş ve tevbe etmişlerdir. [311]
Şuayb (a.s.) ve diğer
peygamberlerin kıssalarında ise kesinlikle insanların onlara karşı nefretini
çekecek herhangi bir husus bulunmamaktadır. Aynı şekilde cehaletlerinden sonra
Rasulullah (s.a.v)'e iman eden sahabeler de böyle. İçlerinden çoğu islam'dan
önce de güzel ahlak ve şeref sahibi idiler. Mesela Ebu Bekr sıddık (r.a)
cahiliye döneminde-de doğruluk, güvenilirlik ve güzel ahlakı ile tanınırdı. Cahiliye
tüm sahabelerin ortak özellikleri olmalarına rağmen, içlerinden bazları,
cahiliye döneminde dahi güzel ahlak ile muttasıftılar.
Kuran kıssalarını
haber verdiği hiçbir peygamber, peygamberliklerinden önce, insanların
nefretlerini celbedecek ve hak davayı şüphe ile karşılamalarına neden olacak
hiçbir davranış sergilememişlerdir. Bu nedenden dolayıdır ki müşrikler,
peygamberliklerinden sonra, onları daha önceki hayatlarından dolayı hiçbir
zaman kınayamamışlardır.
Eğer peygamberlerin
bisetlerinden önce dikkatleri çekecek bir günah veya ayıpları olsaydı,
müşrikler daha sonra; onu mutlaka gündeme getirerek, insanları Allah'ın
elçilerinden uzaklaştırmak için bir koz olarak kullanırlardı.
Müşriklerin
peygamberleri ayıpladıkları tek husus: "Sizde bizim gibi idiniz"
demeleri olmuştur. Buna karşılık peygamberlerin cevapları çok açıktır:
"Evet, daha önce vahiy gelmediği için, biz de başkaları gibi bu konulardan
habersiz idik."
"Onlar dedilerki:
Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz." (İbrahim:
14/10)
Peygamberler şöyle
cevap verdiler: "Evet, biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat
Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder." (İbrahim: 14/11)
Nübüvvet ve şeriatten
hiçbir bilgisi ve haberi olmayan birisinin peygamber olarak gönderilmesinin
caiz olduğu konusunda herkes müttefiktir. Böyle bir kimseyi peygamber olduktan
sonra tasdik etmemek küfürdür.
Peygamberlerin daha
önce bu konulardan haberdar olmamaları, peygamberliklerine herhangi bir halel
getirmez. Bilakis Allah onlara bilmediklerini öğreterek, peygamberlik ile
görevlendirir.
Cenabı Hakk şöyle
buyurdu:
"Allah, kavuşma
günüyle korkutmak için kullarından dilediğine vahyi indirir." (Mümin:
40/15)
"Allah melekleri,
kullarından dilediği kimseye kendinden bir vahiy ile, "Benden başka tanrı
olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun" diye
gönderir."(Nahl: 16/2)
Onlar bu görevi ancak
vahiy ile alırlar.
İbrahim (a.s.)
içlerinde tek bir muvvahid'in bulunmadığı kafir bir kavim içinde yaşadı. Fakat
Allah'ın hidayeti Allah'ın diğer peygamberleri gibi Tevhidi seçerek muvahhid
oldu.
Cenabı Hak, Musa'yı,
Firavun'a gönderdiği zaman, Firavun ona:
"Dediki: Biz seni
çocukken himayemize alıp büyük-medik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda
geçir-medin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!
"Musa, "Ben,
dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını göremeyerek yaptım." Sizden
korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni
peygamberlerden kıldı. O nimet diye başıma kaktığın ise (aslında) israil
oğullarını kendine kul köle etmendir." (Şuara: 26/18-22)
Cenabı Hakk
peygamberlerinin sonuncusuna şöyle diyor:
"Biz, sana bu
kur'ani vahyetmekle (geçmiş milletlerin haberlerini) en güzel bir şekilde sana
anlatıyoruz. Gerçek şu ki: Sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden
idin." (Yusuf: 12/3)
Bu ayeti kerimede
geçen "Ve in kanet" deki "in" muhaffebe mines sakile'dir ve
haberinde ki "lam" arapçadan anlamayan ve Kur'an'in anlamlarını
bilmeyenlerin zannettikleri gibi" lam'ı nafiye" değil lam-ı
farika'dır.
Cenabı hakk şöyle
buyurdu:
"İşte bunlar sana
vahyettiğimiz gayb haberlerinden-dir. Bundan önce onları ne sen biliyordum ne
de kavmin."
(Hüd: 11/49)
"Ve sana
bilmediğini öğretmiştir." (Nisa: 4/113)
"İşte böylece
sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir
bilmezdin.Fakat biz onu (kitabı) kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru
yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu
göstermektesin." (Şura: 42/52)
İnsanlar,
peygamberlerimiz (s.a.v)'ın nübüvvetinden önceki hali ve zikrettiğimiz ayetler
ile Araf[312] ve İbrahim[313]
surelerinin ayetleri konusunda ihtilaf ettiler:
Bazıları şöyle
dediler: "Peygamber (s.a.v) kavminin dini üzerine değildi ve onların
kestiklerini yemezdi. Bu söz Ahmed b. Hanbel'den nakledilmiştir. "Kim onun
kavminin dini üzerine olduğunu iddia ederse, bu kötü bir sözdür. Peygamber
(s.a.v.) putlara kesilen şeylerden yemiyordu." [314]
Ben derimki: Ahmed şöyle
demiş olabilir: "Peygamber (s.a.v) putlara tapmıyordu" Fakat onun bu
sözü yanlış şekilde nakledilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v)'ın putlara tapmadığı
yolunda birçok rivayet mevcuttur. Fakat, kavminin kestiği şeyleri yemediğine
dair hiçbir rivayet yoktur. [315] Ki
Ahmed, insanlar içinde bu rivayetleri en iyi bilen kişidir. Dolayısıyla naklin
olmadığı bir şeyde hüküm vermesi mümkün değildir.
Peygamber (s.a.v) bunu
haram olduğunu ancak peygamberliğinden sonra bilmiştir. Putlar için kesilen
şeylerin haramlığı maide suresinde[316]
bildirilmiştir. Allah'tan başkası adına kesilmenin haramlığı ise Enam[317] ve
Nahl[318]
gibi Mekki surelerde bildirilmiştir.
Bunun haram olduğu
Kur'an ile bilindi. Kur'an'ın inmesinden önce şirk'in aksine, bunun haram
olduğu bilinmiyordu. O ve ashabı Mekke'deki hayatları boyunca, onların kestiği
etlerden yemeye devam etmişlerdir. Fakat et için kesilen ile putlar için
kesilen farklıdır ki bu şirktir. Ve şeriat-le asla mubah olmamıştır. Çünkü bu
puta tapıcılıktır.
Ancak bunun dışında et
için kesilen şeyler, aynı ilk dönemde müşrik kadınlarla evlenmeleri gibi caiz
idi, sonra haram kılınmıştır.
İkinci görüş:
Peygamber (s.a.v)'in onların şirklerine muvafakat etmemekle beraber,
İbrahim'in dininden kalan kalıntıları muhafaza eden kavminin dini üzere idi.
Bu konuda ibn Kuteybe
şöyle dedi:
"Peygamber
(s.a.v)'in 40 yıl boyunca kavminin dini üzerine bulunduğu konusunda hadis
vardır. [319]
Bunun anlamı şudur:
Araplar, hala babaları İbrahim'in dininden kalan birçok adet ve kuralı devam
ettirmekteydiler. Kabe'yi hac ve ziyaret, sünnet, nikah, üçe ulaşınca talakın
vaki olması kocasının birinci ve ikinci talaktan sonra geri dönebilmesi, [320]
Cana karşı 100 deve diyet alınması, cenabetten yıkanma ve akrabalık ve
hısımlık nedeniyle bazı kadınlarla evlenmenin haram olması[321]
gibi hususlar İbrahim (a.s.)'dan kalmıştı. Peygamber (s.a.v) nübüvvetinden önce
de kavmi gibi Allah'a iman ediyor ve İbrahim'in şeriatından kalan yukarıdaki
hususlara riayet ediyordu. Ayrıca putlara tapmıyor ve puta tapanları
ayıplıyordu. Fakat bunun dışındaki islam şeriatını ancak kendisine vahiy
geldikten sonra bilmiş ve uygulamıştır. Bu nedenle Cenabı Hakk şöyle
buyurmuştur:
"Sen kitap nedir,
iman nedir bilmezdin." (Şura: 42/52)
Yani Kur'an'ı ve
iman'ın şeriatlerini bilmezdin. Burada kastedilen Allah'a imanı bilmen
değildir. Çünkü cahiliye arapları, Şirk koşmakla beraber Allah'a iman
ederlerdi." [322]
Ben derimki (ibn
Teymiyye): İbn Kuteybe'nin de zikrettiği gibi cahiliyye araplarınm
haccetmeleri, sünnet olmaları ve akrabalarıyla evlenmemeleri, tevatür yoluyla
sabittir ve onlara göre bu hususlardır. Dinin ve Hanif olmanın temelidir.
Ebu'l Mutan el-Ahfeş[323]
Şöyle dedi:
"Hanif, müslüman
demektir. Cahiliye döneminde, ibrahim'in dininden sadece bu iki hususa riayet
ettiklerinden sünnet olan ve hacc yapanlara hanif denilirdi. İslam geldiği
zaman, gerçek hanifliği geri getirdi.
İbn Ebi Hatim Sa'd[324] dan
o'da Katade[325] den şöyle rivayet etti:
"Haniflik, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmektir. Anaların,
kızların, halaların, teyzelerin nikahının haram olması ve sünnet olmak da buna
dahildir. Şirk ehli, Allah'a ortak koşmalarına rağmen analarının, kızlarının ,
halalarının ve teyzelerinin nikahını haram görürlerdi. Ayrıca Allah'ın evini
hacceder ve menasiki yerine getirirlerdi." [326] İbn
Abbas da şöyle dedi: "Hanif:Hacı"[327] İbn
Ebi Hatim, Hasan, Dahhak, Atiyye, ve Süddi'den de buna benzer sözler rivayet
edilmiştir," dedi. [328]
Bununla Hacc'ın
Haniflerin şiarından olduğunu söylemek istemişlerdir. Çünkü ne cahüiye
döneminde, nede islam döneminde yahudi ve hristiyanlar hiçbir zaman hacc
yapmamışlardır. Bu nedenle hadisde şöyle buyurulmaktadır:
"Kim, kendisini
Allah'ın evine ulaştıracak kadar azık ve binek bulduğu halde, haccetmezse,
ister yahudi olarak, isterse de Hristiyan olarak ölsün"[329]
Kişi, Muhammed (s.a.v)'e
iman etmediği sürece müslüman olamaz. Muhammed (s.a.v)'den önce ise Yahudiler
ve diğerleri İbrahim'in milleti üzere idiler.
Muhammed (s.a.v)'den
önce hac, farz değil, müstehab idi. Bu nedenle Musa, Yunus ve başka
peygamberler haccetmişlerdir. Fakat israiloğullarına hac farz değildi.
İslamdan önce hacc,
Hanifliğin müstehablarından idi. Fakat Muhammed (s.a.v)'in dili ile farz
olduktan sonra artık, Hanifliğin temel esaslarından biri oldu.
İslam'ın beş şartından
biri de Hacc'dır. [330]
Haniflik konusunu
ayrıntılı olarak bir başka yerde açıkladık. [331]
Kıssaca Haniflikten maksat hacc, sünnet ve belirtilen akrabalarla nikahın haram
olması gibi İbrahim (a.s.)'in şeriatından kalan kalıntılardır. Fakat
belirtilen akrabalarla nikahın haram olması ve sünnet aynı zamanda yahudilerin
de muhafaza ettikleri seri hükümlerdendir. Ancak onlarda hacc farizası yoktur.
Ama ibn Kuteybe'nin
iddia ettiği gibi üç talak boşamanın vuku bulması meselesi gerçekte cahiliye
dönemi Araplannda yoktu. Bilakis hu hüküm Medine'de teşrii kılınmıştır.
Bu hüküm gelinceye
kadar müslümanlar eşlerini hiçbir sayı sınırlaması söz konusu olmadan
boşuyorlardı ve bu durum kadınların zararına olmaktaydı. Allah erkekleri bundan
neh-yederek üç talak esasını koymuştur. [332] Bu
husus hadis, tefsir ve fıkıh ilminin en meşhur meselelerinden biridir ve
muayyen bir kitaba isnat edilmeyecek kadar meşhurdur. [333]
Cana kıymanın
diyetinin yüz deve olması ise İsmail'in (a.s.) dininden kaynaklanmamaktadır. Bu
Abdulmuttalib'in çıkardığı bir adettir. [334]
Rasulullah (s.a.v.) bu adeti İslam'da da aynen geçerli saymıştır. İbn Abbas'ın
söylediğine göre cahiliyye arapları diyet olarak yüz deve verirlerdi. Bu adet
ise onlara doğacak olan en son oğlunu kurban etmek üzere nezr eden
Abdulmuttalib'ten kalmıştır. [335]
Bir başka rivayete
göre ise, Abdulmuttalib 10 oğlu olursa içlerinden bir tanesini kurban etmek
üzere nezretmiştir. Bu nezrini yerine getirmek üzere peygamber (s;a.v)'in
babası Abdullah'ı[336]
kurban kesmek üzere iken, halk buna engel olarak onun yerine deve kesmesini
önermişlerdir.
Bunun üzerine
Abdulmuttalib kura çekmeye başlar ve kura yüz deveye kadar Abdullah'a çıkar.
Yüz deveden sonra kura'nm develere çıkması üzerine, Abdullah boğazlanmaktan
kurtulur. Bu, olay siyer kitaplarında geçen meşhur bir olaydır. [337]
Kan akrabaları
konusunda zikrettiği tahrim hükmü doğrudur. Ancak hısımlık yoluyla tahrim
konusunda söyledikleri tam olarak doğruyu yansıtmamaktadır. Bilakis cahiliye
arâplarında insanlar babalarının eşleriyle evlenebilmekteydiler. Bu olay çok
meşhurdur ki Cenabı Hakk şöyle buyurmaktadır:
"Geçmişte olanlar
bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin, çünkü bu bir
hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur."(Nisa: 4/22)
İbn Kuteybe ve
başkaları O'nun (s.a.v) müşriklerin kestiklerinden yemediğini zikretmediler.
Bilakis Ahmed'den gelen rivayetin aksine, peygamber (s.a.v)'in onların
kestiklerinden yediğini söylediler.
İbn Atiyye "Seni
şaşırmış (dalalette) bulup da yol göstermedi mi?" (Duha: 93/7) ayeti
kerimesi ile ilgili şöyle dedi: "O'nu böyle bulup nübüvvet ve risalet ile
ihsanda bulundu" Hasan ve Dahhak da böyle demişlerdir.
Dalalet (şaşkınlık)
uzak ve yakın olmak üzere ikiye ayrılır. Uzak olanı küfür dalaletidir. Cenabı
Hakkın Peygamberi için sözettiği ise, yakm dalalettir ki bu onun (s.a.v)
batılı kabul etmesinden değil, hakkı tam olarak bilmemesinden kaynaklanmıştır.
Suddi şöyle dedi:
"40 yıl boyunca kavminin dini üzerinde idi"
İbn Atiyye şöyle devam
etti: "Rasulullah (s.a.v) asla puta tapmamıştır. Fakat Zeyd b. Amr b.
Nefil[338] hadisine göre onların
kestiklerinden yemiş ve adetlerine uymuştur. Bununla beraber bu adetlerden
çirkin olanlarını eleştirmiş ve bazı konularda kavmiyle muhalefet
etmiştir"[339]
Ben derim ki, Zeyd b.
Amr b. Nefirin söz konusu hadisini Buharı[340]
zikretmiştir. Musab. Akbe, [341]
Salim'in[342] Rasulullah (s.a.v)'den
bahsederken ibn Ömer'in şöyle dediğini işit-miştir: "Rasulullah (s.a.v)
kendisine vahiy gelmeden önce Beldah vadisinde Zeyd b. Amr b. Nefil ile
karşılaştı ve ona etli bir yemek takdim edildi. Zeyd:
"Putlarınız için
kestiğiniz şeyleri yemem -Ben Allah'tan başkası adına kesilen şeylerden yemem,
O, Kureyş'i yarattı,
sonra gökyüzünden su indirip, yeryüzünde bitki bitirdi. Sonra siz kalkp, onu
Allah'an başkası adına kesiyorsunuz! Bu olacak şeymi?" dedi. [343]
Nakledildiğine göre
peygamber (s.a.v) nübüvvetinden öncede puta tapıcılıktan nefret ediyordu.
Fakat, samimi arkadaşları dışında, insanların genelini bundan nehyetmiyor-du.
Ebu Ya'la el-Mavsıli şöyle rivayet etti: [344]
"Bize Muhammed b.
Beşşar bindar[345] anlattı, bize
Abdul-vahhab b. Abdilmecid[346]
anlattı- Bize kitaplarından yazıp verdi- bize Muhammed b. Amr[347],
Ebu Selme'den[348] ve Yahya b. Abdirrahman
b. Hatib b. Ebu Beltea, [349] Usame b.
Zeyd b. Harise'den[350] o
da Zeyd b. Harise'den[351]
anlattı.
Zeyd şöyle dedi:
"Sıcak bir günde Rasulullah (s.a.v) ile beraber, dikili taşlardan biri
için kestiğimiz bir koyunla beraber Mekke'nin dışına çıktık ve orada Zeyd b.
Amr b. Nefil ile karşılaştık. O ve Rasululah (s.a.v) cahiliyye selamı[352] ile
selamlaştıktan sonra, Peygamber (s.a.v) ona
"Ey Zeyd, neden
kavmin ile aran iyi değil?" dedi: Zeyd:
"Ey Muhammed, bu
konuda benim hiçbir suçum yok. Ben en iyi dini aramaya karar verdim ve bunu
için önce Fedek[353]
Hahamlarına gittim. Ve gördüm ki onlar bir yandan Allah'a taparken diğer
yandan da şirk koşmaktalar. Ben kendi kendime, "Benim aradığım din bu
değil" deyip Hayber Hahamlarına gittim, onların da bir yandan Allah'a
ibadet ederken, diğer yandan şirk koştuklarını gördüm kendi kendime
"benim aradığım din bu değil" dedim. Sonra Şam hahamlarına gittim ve
onların da Allah'a ibadet edip, şirk koştuklarını gördüm ve "Benim
aradığım din bu değil" deyip oradan da ayrıldım. Oradan ayrılırken
Hahamlardan biri bana şöyle dedi:
"Senin aradığın
din üzerine Allah'a ibadet eden tek bir kişi vardır, O da Hira[354] da
dır" dedi. Ben yola koyularak Hira'ya o adamın yanına gittim. Yanına
vardığımda, bana
"Nereli
olduğumu" sordu. Ben de
"Allah'ın Evi'nin
halkındanım" dedim. O bana:
"Senin aradığın
din, orada çıktı, Yıldızı parlayan bir
peygamber gönderildi.
Gördüğün herkes sapıklık içindedir"
dedi. Zeyd b. Amr
sonra şöyle dedi:
"Henüz bir şey
anlamış değilim". Sonra Peygamber
(s.a.v) o'na etli
yiyecekten sundu. Zeyd b. Amr:
"Bu nedir ey
Muhammedi" diye sordu. Peygamber (s.a.v) "Şu dikili taşlardan birisi
için kesilmiş koyun etidir,"
dedi. Zeyd b. Amr
"Allah'ın adına
kesilmemiş etlerden yemem," dedi.
Zeyd b. Harise şöyle
devam etti.
Sonra Zeyd b. Amr'dan
ayrıldık Peygamber (s.a.v) ve ben Kabe'ye geldik. Peygamber (s.a.v) Kabe'yi
tavaf etmeye başladı. Safa ve Merve arasındada tavaf etti. O zaman Safa ve
Merve arasına bakırdan yapılmış İsaf ve Naile isminde iki tane put vardı.
Müşrikler tavaftan sonra bu putları mesh ederlerdi. Peygamber (s.a.v) şöyle
dedi:
"Onlara dokunma.
O ikisi de pisliktir."
Ben kendi kendime:
Şunlara dokunayım da bakalım bana ne diyecek" dedim ve dokundum. Benim
böyle yaptığımı görünce:
"Ey Zeyd, söz
dinlemiyormusun" diye çıkıştı. Sonra Zeyd b. Amr vefat etti ve Allah,
Peygamberine (s.a.v) vahiy indirdi. Peygambar (s.a.v.) Zeyd b. Amr için şöyle
buyurdu.
"O, kıyamet günü
tek başına bir ümmet olarak haş-
rolunacaktır." [355]
Ebu Abdillah
el-Makdisi[356] bu hadisle ilgili olarak
şöyle dedi:
"Bu hadis, İbn
Ömer'in sahih'te bulunan hadisi ile tekid edilen, hasen bir hadistir.
Bu hadisi Ebu Bekr
el-Beyhaki[357] kısaca şöyle rivayet etmiştir:
"Zeyd b. Harise
şöyle dedi: "Bakırdan bir put vardı ve ona İsaf veya Naile denilirdi.
Müşrikler Tavaf ettikleri zaman ellerini bu puta sürerlerdi. Rasulullah
(s.a.v) tavaf etti, ben de onunla beraber tavaf ettim. Puta uğradığımda ona
elimi sürdüm. Rasulullah (s.a.v)
"ona elini
sürme" dedi. Sonra tekrar tavaf ettiğimizde ben kendi kendime, "Ona
bir kere dokunayım bakalım ne olacak" dedim ve dokundum. Rasululah (s.a.v)
kızdı ve "söz dinlemiyor musun" diye çıkıştı.
Beyhaki şöyle dedi:
"Bazıları Muhammed b. Amr'dan şu ziyade ile rivayet etmişlerdir:
"Zeyd şöyle dedi: Ona ikramda bulunan ve kitabı indirene yemin olsun ki o
(peygamber (s.a.v) asla bir puta saygı göstermedi. Hatta Allah ona ikram
ettiği şey ile ikram etti.
(Beyhaki) Şöyle dedi:
Bahira[358] kıssasında da geçtiği gibi
Rahib onu Lat ve Uzza'nın[359]
adma yemin ettirmek istediği zaman Peygamber (s.a.v) şöyle demiştir:
"Beni Lat ve
Uzza'nın adıyla konuşturma. Vallahi ben o ikisinden nefret ettiğim kadar hiçbir
şeyden nefret etmem." [360]-[361]
Allah onu (s.a.v)
cahileyye amellerinden korudu. Eğlence meclislerine iştirak etmezdi. Böyle bir
meclise katılmak istediği zaman Allah ona uyku verir ve uyurdu. Beyhaki ve
başkaları bu konuda çeşitli rivayetler nakletmişlerdir. Aynı şekilde Kureyş taş
taşımak için avret yerlerini açmasına rağmen, Allah onu bu çirkin davranıştan
korumuştur. Bu husus sahiheyn'de Cabir'den, [362]-[363]
Ahmed'in müsned'inde ise Ebu Tufeyl'den[364] şu
ziyadelik ile rivayet edildi: "Avret yerini açma" diye nida olundu.
O hemen taşı atıp, üstünü giydi." [365]
Müşrikler Onu (s.a.v)
Sadıkul Emin (Doğru ve Güvenilir rnuhammed) olarak isimlendirirlerdi. Allah onu
kavminin ir-tikap ettiği tüm çirkinliklerden korudu.
Nübüvvetinden önce de
ondan asla yalan, hiyanet, ahlaksızlık ve zulüm görülmemiştir. Bilakis
peygamberliğinden önce amcalarıyla beraber mazlumlara yardım için kurulan
Hılful mutayyyine[366]
katılmıştır ki bu konuda daha sonra şöyle buyurmuştur:
"Cahiliyye
döneminde amcalarımla bir sözleşmeye katıldım ki, islam'da da böyle bir
sözleşmeye çağrılırsam, mutlaka icabet ederim"[367]
Yaratıcı olarak bir
Allah'ı tanıma, O'na ibadet etme ve saygı gösterme, göklerin ve yerin, yok iken
o'nun tarafından yaratıldığını ve ondan başka bir ilahı olmadığını kabul ise,
tüm Arapların bilip kabul ettikleri bir husustu. Cahiliyye araplarının durumu
böyle olunca, Peygamber (s.a.v.) evle-viyatla cenab-ı Hakkı biliyor ve kabul
ediyordu.
Araplar gibi,
Peygamber (s.a.v) de tavaf ve hac yaparak ibadet ediyordu. Ebu Talib, [368]
onlar için Hira mağarasına çekilip ibadet etme adetini başlatmıştı. Peygamber
(s.a.v) de nübüvvetinden önce bu mağaraya çıkarak orada kendisini ibadete
verirdi. Aişe'nin Sahiheyn'de geçen hadisinde ifade edildiği gibi Peygamber
(s.a.v)'e vahiy burada gelmiştir. [369]-[370]
Peygamber (s.a.v'in doğumu ile bazı hayır alametleri
zuhur etti ve o'nun doğumuyla yeryüzünde bazı değişiklikler meydana geldi.
Nübüvvetine delalet edecek bir çok olay oldu.[371]
Fakat o'nun için gerçekleşen bu olayların, her peygamber için gerçekleşmiş
olması zaruri değildir. O (s.a.v) peygamberlerin en üstünü ve Ademoğullarının
efendisidir. [372] Cenab-ı Hakk kulunu tüm
bu yüksek makam ve mev-kiye hazırlamıştır.
Her peygamberin o'nun
gibi nübüvvetinden önce günahlardan masum olması gerekmez. Allah o'na
(Muhammed-(s.a.s)'e şirki çirkin gösterdi diye, diğer peygambere de,
peygamberliklerinden önce şirki çirkin göstermesi gerekmez. Peygamberimizin
fazilet ve üstünlükleri, diğer peygamberlerin faziletlerine halef getirmez.
Allah diğer insanlar gibi, peygamberlerin'den de şeriat, kitap ve ümmet
noktasında olduğu gibi, bazılarını bazılarından üstün kılmıştır.
Cenabı Hakk, Lut'un
İbrahim'in ümmetinden olduğunu ve O'na iman ettiğini bildirmiş, [373]
Sonra o'nu peygamber olarak göndermiştir. [374]
Aynı şekilde Musa'nın yanındaki delikanlı Yuşa[375] ve
kardeşi Harun o'na tabii olan fertler iken daha sonra peygamber olmuşlardır.
Fakat bu ikisinin (Yuşa ve Harun) konumu Lut'tan farklıdır. Bunlar peygamber
olmadan önce de israiloğullarından Yani İbrahim milletinden idiler. Ancak Lut,
kendisinden önce peygamberin olmadığı bir kavimdendir. Allah ne zaman ki
İbrahim'i gönderdi, o zaman Lut o'na tabi oldu.
Hiç nübüvvet görmemiş
kafir bir toplumun içinde yetişip de, sonra Allah (c.c) tarafından peygamber
olarak gönderilen peygamberler, nübüvvet görmüş kavimler içinden gönderilen
peygamberlere göre Allah'ın onlara yardımı, ilim ve hidayetle teyidi, zafer
verip, düşmanlarını kahretmesi bakımından daha üstündürler. Tıpkı Nuh ve
ibrahim gibi. Bu nedenle Cenabı Hakk emri onlara izafe etmektedir:
"Andolsunki, biz,
Nuh'u ve ibrahim'i gönderdik, Peygamberliği de kitabı da onların soyuna
verdik" (Hadid: 57/26)
"Allah, Ademi,
Nuh'u İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı. Allah,
işiten ve bilendir."
(Al-i
imran: 3/33)
Şöyleki, Nuh,
müşriklere gönderilmiş ilk Rasul'dür. Kavminin Allah'a şirk koşması, geçmiş
velilere aşırı saygı gösterip, onları ilahlaştırmalarından kaynaklanmıştır.
İbrahim'in kavminin şirki ise, yıldızlara dayanıyordu. Bunlardan birisi arzi,
diğeri semavi şirktir.
Dolayısıyla Rasululah
(s.a.v) her ikisinin de önüne geçerek
"Kabirlerin
mescid haline dönüştürülmesini"[376]
"Kabirlere
yönelip namaz kılınmasını"[377]
"Ali'yi[378]
görevlendirerek, yüksek tüm kabirleri ve heykelleri yerle bir etmesini
emretti."[379] Tüm
bu hadisler sahi-heyn'de mevcuttur.
Ve yine aynı zamanda,
semavi şirkin önüne geçmek için: "Güneşin doğumu ve batımmda namaz
kılınmasını yasakladı"[380]
Cenabı Hakk
peygamberlerini, gönderdiği kimselerin cinsinden göndermiştir. Çünkü risalet
maksadının hasıl olması ancak böyle mümkündür. Cenab-ı hakk şöyle buyurdu:
"Onlara iyice
açıklasınlar diye her peygamberi yalnız kendi kavminin dili ile gönderdik"
(İbrahim: 14/4)
"O gün her
ümmetin içinden kendilerinin üzerine birer şahit göndereceğiz" (Nahl:
16/89)
"içinizden sizi
uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir gelmesine şaştınız mı?"
(A'raf: 7/63)
Daha önceki
peygamberler sadece kendi milletlerine gönderilirken, Muhammed (s.a.v) kıyamete
kadar geçecek tüm cin ve insanlara gönderilmiştir. Bu nedenle cinler Kuran'ı
işittiklerinde şöyle dediler:
"Ey kavmimiz!
dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan,
Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik" (Ahkaf: 46/29-32)
Ahkaf suresinden
ayetler..
Ve cinler yine şöyle
dediler:
"Gerçekten biz,
doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik. Biz de ona iman ettik.
(Artık) Kimseyi Rabbimize ortak koşmayacağız." (Cinn: 72/1-2)
"Doğrusu biz, o
hidayet rehberini işitince ona iman ettik." (Cinn: 72/13-15)
Bu nedenle Rasulullah
(s.a.v) onlara Rahman suresini okumuştur ve Cenab-ı hakk bu surede insan ve
cinlere beraber hitap etmiştir. Hakk Teala onlara şöyle seslendi:
"Ey cin ve insan
topluluğu! içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzde karşılaşacağınıza
dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" (En'am: 6/130)
Bu hitap onlara
kıyamet gününde yapılacaktır. Ve Hakk Teala şöyle buyurdu:
"Size kendinizden
peygamber gelmiştir" (Tevbe: 9/128)
"İçlerinden,
kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine
kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir
lütufta bulunmuştur" (AI-i imran: 3/164)
Bu ayetin tefsiri
konusunda iki görüş vardır.[381] Bu
hitap araplar içindir denildiği gibi, tüm insanlar içndir de denilmiştir.
Bu işin doğrusu şudur:
Bu hitap ile önce Kureyş, sonra Araplar, sonra da tüm insanlar muhataptırlar.
(Lekad caekum)'daki
"Kaf" hitap kafide ki bu hitap, Peygamberin gelip, kur'an'ı tebliğ
ettiği kimselere yöneliktir.
Bu konuda şöyle
buyurmuşur:
"Kendisiyle sizi
ve bundan sonra onu duyacak herkesi uyarmam için bu Kur'an bana
vahyolundu." (En'am: 6/19)
Kur'an'in ulaştığı tüm
milletlerden herkes bu ayetin muhatabıdır. O, bir melek değil, kendileri gibi,
kendi cinslerinden bir insandır. Eğer melek olsaydı, ondan gereği gibi
faydalanamazlardı.
Yine şöyle
buyuruluyor:
"Nitekim kendi
içinizden size bir rasul gönderdik" (Bakara: 2/151)
Bu hitap, Kur'an ile
hitap edilen tüm yaratıklar içindir ve cinler de buna dahildir, insan cinsinden
olan bu Rasul (s.a.v), tüm insan ve cinne gönderilmiştir.
Cinler de insanlar
gibi yer, içer, evlenirler ve insan olan bir peygamberden faydalanabilirler.
Melek bir peygamberin aksine, cinler insanların konuştuklarını da anlamaktadırlar.
Peygamber (s.a.v) Arab ve arab olmayan tüm insanlara gönderildiğinin
delillerinden biri de şu kavil-i ilahi'dir. "Çünkü ümmiler arasında
kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti
öğreten bir peygamber gönderen o'dur" (Cuma: 62/2)
"(Bu peygamber)
mü'minlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan dğer insanlara da onu
öğretir." (Cuma: 62/3)
Bu faslın sonu.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. [382]
Cenab'ı Hakkın şu
kavli hakkında:
"Şüphesiz iman
edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe
inanıp salih amel işleyenler için rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için
herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara: 2/62)
Bir benzeri Maide
suresinde bulunmaktadır.[383]
Cenabı Hakk bu ayeti
kerimede önce ve sonraki ümmetlerden saadet ve kurtuluşa erişenlerin
vasıflarını açıklamıştır.
Cenab-ı Hakk Hacc
suresinde altı dini zikrederek şöyle buyurdu:
"Mü'min olanlar,
yahudi olanlar, sabiiler, hristiyan-lar, mecusiler ve müşrik olanlara gelince,
muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verir. Çünkü Allah,
her şeyi hakkıyla bilendir." (Hacc: 22/17)
Hakk Teala, bu dinlere
mensup insanların arasını ayıracağını bildirerek mecusi ve müşriklerin asla
ahiret mutluluğuna eremeyeceklerini bildirdi. Fakat müminlerden,
yahu-dilerden, hristiyanlardan ve sabiilerden,[384]
Allah'a ve ahiret gününe iman edip, salih ameller işleyenlerin cennete gireceklerini
ve onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi, onların üzülmeyceklerini de
beyan etti.
Fakat bazı insanlar bu
ayeti anlayamayarak, bu konda birtakım zayıf sözler ettiler. Bu ayeti
anlamanın temeli şu
kavli ilahidir
"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden"
Bu ayet, peygamber
(s.a.v)'in gönderilemesinden önce de olsa bu isimle tanınanlardan mı, yoksa
emir ve nehiy ayetleri gibi o'nun gönderilmesinden sonra mevcut olanlara da mı
haber vermektedir?[385]
O'nun kendilerine
gönderildiği insanla, o'nun lisanı ile emir ve yasaklara muhatap olurlar ki
onlar, o'nun (s.a.v) gönderildiği andan, kıyamet gününe kadar kendilerine
risalet ulaşmış kimselerdir. Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu gibi:
"Kendisiyle sizi
ve bundan sonra onu duyacak herkesi uyarmam için bu Kur'an bana
vahyolundu" (Enam: 6/19)
Kur'anın ulaştığı
herkes, Resulullah (s.a.v) tarafından uyarılmış demektir.
Bazı kimseler, söz
konusu ayeti kerimede mutluluk ve kurtuluş ile müjdelenenlerin sadece Muhammed
(s.a.v) kendilerine gönderiliş olan insanlar olduğunu ve bu ayetin onun
gönderilmesinden önceki insanlara şamil olmadığını zannederek ayeti yanlış
anladılar ve bu konuda birbirleriyle çelişkili, ayetin lafzı ve manasına
aykırı sözler sarfettüer.
Doğru olan bunların
sözü değil, başka bir sözdür. Ayeti kerime umumidir ve Peygamber (s.a.v)'in gönderilmesinden
önce mevcut olan insanları da kapsamaktadır.
Ayetin lafzı, manası
ve bir önceki ve bir sonraki ayetle olan münasebeti buna delildir. Selefin ve
Cumhur'un[386] görüşü de budur. Ayeti
kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak zikredilen rivayetler de bunu tekid
etmektedir:
tbn Ebu Hatim ve başkaları
sabit senetlerle Süfyan b. Uyeyne'den o'da İbn Ebu Necih'den o'da Mücahid'den o
da Selman'dan[387] şöyle rivayet etti:
"Peygambere (s.a.v) daha önce benim de beraber olduğum dinden insanların
halini sordum ve yaptıkları ibadetleri anlattım. Bunun üzerine şu ayeti kerime
nazil oldu.
"Şüphesiz iman
edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden.."[388]
Zayıf rivayetlerde geldiği gibi, peygamber (s.a.v) önce "onlar
cehennemliktirler" demiş değildir. Sahih olan da budur.
Yine Sahihi Müslim'de
İyad b. Hımar'dan[389]
gelen hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Cenabı Hakk arz
ehline baktı ve ehli kitap kalıntısı bir gurup hariç arap acem herkese gazab
etti."[390]
Bu hadis peygamber
(s.a.v)'in gönderildiği sırada Allah'ın gazab etmediği ehli kitaptan mümin bir
zümrenin bulunduğunu gösterir. Aynı şekilde peygamber (s.a.v)'in bilmediği şey
hakkında cevap vermesi mümkün değildir.
Dolayısıyla bilmediği
bu konuda da cevap vermesi mümkün değildir.
Yine Peygamber
(s.a.v)'in Fetret döneminde yaşayıp ta şirke bulaşmamış Zeyd b. Amr b. Nefil
gibi şahıslardan övgü ile bahsettiği bilinmektedir. Böyle iken belki de bozulmamış,
değiştirilmemiş ve nesh olunmamış din üzerine bulunan kendisinden önceki
müminlerin cehennem ehli olduklarını söylemesi nasıl mümkün olabilir?
Suddi tefsirinde, bu
ayetin tefsirini, şeyhlerinden rivayet ettiği bu munkati hadis ile tefsir etti.
Suddi her ne kadar tefsir alimlerinden ise de Ahmed, Esved b. Amir'den[391]
o'da Şe-rik'den[392],
o'da Selim b. Abdirrahman el-Nehai'den[393] zikrettiler.
Selm şöyle der: İbrahim Nehai, [394]
Süddi'nin tefsir yaptığını duyunca: O'nun tefsiri, halkın tefsiridir,
dedi"[395] Şerik şöyle dedi:
İbrahim mürcie'ye karşı, çok sert idi. fakat Mücahid tefsir ve diğer
bakımlardan O'ndan üstündür. Alim, isnadında dahi hata edebilirken, irsalinde
hataya düşmemiş olması düşünülemez. Mutalaka hata etmiştir.
Süddi'nin bu
tefsirinden, İbn- Ebu Hatim ve başkaları bu batıl rivayeti alarak kendi
kitaplarında zikretmişlerdir.
İbn Ebu Hatim, Ebu
Zer'a'dan[396] o'da Amr b. Ham-nıad'dan[397]
o'da Süddi'den şöyle rivayet ettiler: "Şüphesiz iman edenlerle, yahudiler,
hristiyanlar.." ayeti kerimesi Seman el-Farisi'nin arkadaşları hakkında
nazil omuştur.
Selman Resulullah
(s.a.v) arkadaşlarından bahsederek. Peygamber (s.a.s)'e onlar oruç tutuyor,
namaz kılıyor sana inanıyor ve senin gönderileceğine şehadet ediyorlardı"
dedi. Selman sözünü bitirdikten sonra Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Ey Selman, anlar
cehennemliklerdir" Rasulullah (s.a.v)'in bu sözü Selman'a çok ağır geldi
ve sonra bu ayeti kerime nazil oldu.
İsa gelinceye kadar,
Yahudilerden Tevrat'a sarılan ve Musa'nın sünnetine uyan mümin idi. Ancak İsa
geldikten sonra, İsa'ya inanmayı eski dinleri üzerine kalanlar helak oldular.
Bundan sonra İsa'ya ve getirdiği İncil'e inananlar Mu-hammed (s.a.v) gelinceye
kadar makbul müminler idiler. Ancak geldikten sonra Muhammed (s.a.v)'e
uymayanlar helak oldular." [398]
İbn Ebi Hatim şöyle
dedi. Said b. Cübeyr'den de[399] buna
benzer bir hadis rivayet-edildi"[400]
İbn Ebu Hatim,
sabiiler dışında, seleften bu ayet hakkında herhangi bir ihtilaf
zikretmemiştir. İbn Abbas'dan bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak şu sözleri
zikretmiştir:
"Kim Allah'ı
birler ve ahiret gününe iman ederse. Sonra cenabı hakk şu ayeti nazil
etmiştir:
"Kim, islam'dan
başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul
edilmeyecek ve o, ahi-rette ziyan edenlerden olacaktır." (Al-i imran: 3/85)[401]
Bu rivayeti, Valibi[402],
îbn Abbas'dan nakletmiştir. Fakat Valibi îbn Abbas'dan bizzat hadis dinlemiş
değildir. Valibi, İbn Abbas'dan işitsin veya işitmesin, bu ayetin (Al-i imran:
3/85), diğerini (Bakara: 2/62) neshetmesi, yani cenabı hakkın önce bir şey
haber verip, sonra, onun hilafını haber vermesi sözkonusu değildir.
Cenabı Hakk, bu ayeti
önceki ve sonraki herkesten, isla-mın dışında başka bir din kabul etmeyeceğini
ve insanların, kendilerine gönderilen elçiyi yalanlamaları halinde saadete
ulaşacaklarım zannetmemeleri için göndermiştir. Muhammed (s.a.v)'in risaleti
kendisine ulaştığı halde, ona iman etmeyenler, ehli saadetten olamayacaklardır.
Ali imran ayetini
zikirden masat, bu manayı beyan içindir. Yoksa Bakara ayetinin beyan ettiği
manayı nefyetmek için değildir. Bilakis bu ayet, Bakaranın ayetine muvafıktır.
"Şüphesiz iman edenler" ifadesi, kendilerine gönderilen peygamberleri
inkar edenleri ve peygamberlerden bir tanesini yalanlayanları kapsamamaktadır.
Cenab-ı malik, Kuranın birçok yerinde bu hususu beyan etmiştir. [403] Bu
ayetin, Muhammed'i veya bir başka peygamberi yalanlayanları kapsaması mümkün
değildir.
Çünkü Cenab-ı Hakk
şöyle buyurmuştur:
"Rableri katında
mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar
üzülmeyecklerdir".
Allah'ın bildirdiği
haberler birbirlerini yalanlamaz, bilakis doğrular. Adem'i cennetten indirdiği
zaman şöyle buyurdu:
"Şayet benden size
bir hidayet gelir de her kim ona tabi olursa, onlar için herhangi bir korku
yoktur ve onlar üzülmezler. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince,
onlar ateşlilerdir, zira onlar orada ebedi kalırlar." (Bakara: 2/38-39)
"Kim beni
anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu,
kıyamet günü kör olarak hasrederiz" (Taha: 20/124)
"Şüphesiz iman
edenlerle, Yahudiler, hristiyanlar" ayetinin kapsamına girmezler. Bu tüm
peygamberlerin mesajlarının temel ilkelerinden biridir.
İbn Abbas'dan
naklonunan "nesh" lafzı ki başkaları da bu konuda konuşmuşlardır.
Bizim anladığımız anlamda değildir. Çünkü selef,[404]
genellikle nesih lafzı ile, ayetin insanların delalet ettiğini sandıkları anlama
delalet etmediğini belirtmek için kullanırlardı.
O halde selef,
"nesh" derken ayetin lafzının veya hükmünün kalkmasını değil,
nassın, delalet etmediği anlamından kalkmasını kastederdi.
Ebu'l Ferec şöyle ded:
"Bu ayet muhkem midir, mensuh mudur? Bu konuda iki görüş vardır:
Bir: Ayet muhkemdir.
Mücahid ve Dahhak bu görüştedirler.
Ayeti "müminler
ve Yahudilerden iman edenlerden"
şeklinde takdir
ettiler. [405]
îki: Bu ayeti kerime
(Bakara: 2/62) Şu ayeti kerime ile nesh edilmişti:
"Kim islam'dan
başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul
edilmeyecek ve o, ahiret-te ziyan edenlerden olacaktır" (Bakara: 2/85) [406]
Ben derim ki: Bu
ayetin nesh olmadığını daha önce açıkladım. İnsanlar nesh konusunda yanılgı ve
ihtilaf içindedirler.
Ebul Huseyn el-Basriye[407]
göre, ayetlerin ne hükmüne nede delaletinin neshi söz konusu değildir. Nesh
sadece bu tür zanların gidermek içindir.
Bazıları da
"mensuh ile hitap durumunda nesihin belirtilmesi gerekir"[408]
dediler. Onlara göre Cenab-ı Hak bir nassı nesh edici olarak gönderdiği mensuh
hatta bunun nesh edici olduğunu bildirmesi gerekir ki, bilinmemezlik ortadan
kalksın.
"Siz şimdilik,
Allah onlar hakkındaki emrinigetirin-ceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz
Allah her şeye kadirdir"(Bakara: 2/109) [409] ve
"Kadınlardan
fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o
kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar
evlerde hapsedin" (Nisa: 4/15)
gibi nesh edilmiş
hükümleri, meçhul gayenin beyanı olarak görmüşlerdir.
Bu dedikleri hiç
şüphesiz vaki olmuştur ve Muhammed (a.s)'in nübüvveti de bu kabildendir.
Çünkü Cumhur her
mensuhta bunun benzerini şart koşmuyorlar ki sahih olan da budur. Kıble'nin
Beytül mak-dis'den[410]-[411]
çevrilmesi, oruç ve fidye[412]
arasında seçim yapmaları için serbest bırakılmaları ve daha başka neshi hissedilmeyen
diğer meseleler de böyledir.
Bazı alimler neshin,
lafız ile varid olmayan şeyin, beyanından başka bir şey olmadığı
görüşündedirler.
Yani hüküm
kaldırılmıyor bilgi ki şari'nin muradı açıklanıyor.
Alimlerin çoğu ise
şöyle dediler: Nesh üç kısımdır.
Ve Bu kısımlardan
hepsi vaki olmuştur. Sahih olan da bu görüştür. Fakat çoğu zaman nesh kelimesi
ile birinci ve ikinci anlamlar kastedildiği halde, bazıları bunun üçüncü anlamı
olduğunu zannetmişlerdir.
Oysa bu, Cenab-ı
Hakk'ın haber verdiği şey konusunda mümtenidir. Yani Cenab-ı hakkın bir şeyi
haber verip, sonra da o şey öyle değildir demesi mümkün değildir. Bu konuyu
bir başka yerde tafsilatlı bir şekilde açıkladım.
Şöyle bir söz vardır:
"Akıllıların ihtilaflarının çoğu, ortak anlamlı isimlerden
kaynaklanmaktadır."
Ebu'l-Ferec'in,
"Ayeti "Müminler ve Yahudilerden iman edenler" şeklinde takdir
ettiler." sözü ise cidden çok zayıftır. İster am, ister mahsuse olsun,
ayeti kerime de kesinlikle takdir yoktur.
O (yani Ebu'l Ferec
ibn Cevzi) ve başkaları[413]
Bakaranın 126. [414] tefsirlerinde bu ayetin
iman ehline müjde niteliğinde olduklarını söylemelerine rağmen, nasıl olur da
onlardan böyle bir takdir yaptıklarını söyleyebiliyor?!
Ebu'l Ferec şöyle
dedi: "İman kelimesinin tekrarlanması konusunda üç görüş vardır.
1-
Müminlerle beraber bazı kafir taifeleri zikrettikten sonra "kim iman
ederse" kavline döndü.
2- 0 Mana,
kim imanında daim olursa demektir.
3- Birinci
iman, münafıkların dilleriyle islam'a girmeleri ikincisi ise; kalplerin samimi
inancıdır."[415]
Beğavi, Sa'lebi ve
daha diğer birçok müfesir, bu kendilerine elçi gönderilenlere şamildir,
görüşüne beyan ederek şöyle dediler: "Tahkiki iman ile iman edip, kesin
tasdik üzerine olanlardır"
Bir diğer yola göre;
ayetin başlangıcında iman edenlerden hüküm ve hakikatte değil, mecaz ve
tesmiye yoluyla bahsedilmektedir. Bu görüşü savunanlar sonra kendi aralarında
şu sözlere ayrıldılar:
Bazıları, Cenab'ı
Hakk, sana ve getirdiğin kataba iman etmedikleri halde, geçmiş peygamber ve
kitaplara iman edenleri kastetmiştir, dediler.
Bazıları da: Bununla
münafıklar kastedilmiştir, dediler.
Yani dilleriyle iman
edip, kalpleriyle iman etmeyenler demektir. Bunun benzeri bir ayet şudur:
"Ey iman edenler,
Allah'a ve peygamberine iman edin" (Nisa: 4/136)
Yahudilerden maksat,
Musa'dan sonra değiştirilen Yahudi dinini benimseyenler, Hristiyanlar ise
İsa'dan sonra değiştirilen hiristiyanlığı benimseyenlerdir. Sabiiler ise,
kafirlerden diğer bir taifedir. İşte tüm bu sınıflardan Allah'a ve ahiret
gününe iman edenler kastedilmektedir.
Burada minhum
(onlardan) kelimesi izmar edilmiştir."[416]
Bu müfessirler ayeti
kerimeyi, Muhammed (s.a.v)'in gönderildiği kafirlere ihtisar etmelerine rağmen
"minhum" kelimesini izmar etmişlerdir. Fakat dil alimlerine göre bu
iz-
mar caiz değildir.
"İnne" nin isminde olduğu gibi. Bunun nıübteda ile tealluku olduğu
zaman, zamire gerek kalmaz. Cenabı Hakk'ın şu kavlinde olduğu gibi.
"İnnellezine
amenu ve amilu's-salihati inna lanudiu ecre men ehsane amelen"
"İman edip de
güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların
ecrini zayi etmeyiz"
(Kehf: 18/30)
Cenabı Hakk güzel
işler yapanların ecirlerini zayi etmeyecektir ki bu onları da kapsamaktadır.
Aynı şekilde şu ayeti
kerimenin manası da umumidir ve onları da kapsamaktadır.
"Allah'a ve
ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rablari katında mükafatlar
vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir."(Bakara:
2/62)
Dolayısıyla bu
müfessirlerin söz konusu ayeti kerimeyi, peygamberin gönderildiği kimselere
veya o kimselerden kafir ve münafık olanlara tahsis etmeleri lafzen ve manen fasittir,
yanlıştır. Eğer burada kasdedilen kimseler, küfür ve nifak ehli olsaydı, onların
Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları ve salih amel işlemedikleri, malumdur.
Bu adamlar bunu
"inne" nin isminin şartı kılıp, bundan şu anlamı çıkardılar:
"Geçmiş peygamberler ve kitaplara inananlar, sana ve getirdiğin kitaba
iman etmediler".
Madem ayetin anlamı
bu, o halde bu kimselerden Allah'a, ahirete inanıp, salih ameller işleyenlerin
bulunduğuna nasıl hüküm verdiler?
Fakat bunun için şöyle
denilmesi gerekirdi: "Onlardan tevbe edip, sana ve kitabına iman
edenler." Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi.
"İnkar edenlere:
Eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının) bağışlanacağını söyle."(Enfal:
8/38)
"Tevbe eder,
namaz kılar ve zekat verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir."
(Tevbe: 9/11)
Aynı şekilde, eğer
ikinci iman murad edilseydi, onlar ona imanı tesbit etmiş ve küfürden tevbe
etmiş olurlardı ki bu durumda ayet münafıklar ve ehli kitaba hasredilemez.
Bilakis mecusiler ve
müşriklerin küfürleri daha şiddetli olduğundan onlar bu işe daha evladırlar.
Eğer tevbe edip,
Resul'e getirdiklerine inanırsalar, Allah onların tevbelerini kabul edecektir.
Son iki ayette
müşrikler ve ehli kitab değil, dört sınıf zikredildi ki burada, onların
tamamının kafir oldukları değil, içlerinden mümin olanların kurtulacağı ve
tevbe edenlerin tevbelerinin kabul edileceği haber verilmektedir. Bu mana haddi
zatında doğrudur. Çünkü herhangi bir kafir tevbe ettiği taktirde, Allah (c.c)
o'nun tevbesini kabul etmektedir.
Fakat bu ayetin lafzı,
onların bu mana üzerine tefsirlerinden çok uzaktır. Bu, anlayışı ve sabrı kıt
olup da, ayetin anlamını anlayamamış ve bunun sayılan dini guruplardaki insanları
medh ettiğini sananların sözleridir. Kur'an'da Peygamber (s.a.v)'i
yalanlayanlar asla medh edilmezler.
Aynı şekilde iman
kelimesini, peygamber (s.a.v)i yalanlayan ehli kitap için kullanılması
batıldır ve Kur'an'in üslubuna aykırıdır. Ki cenabı Hakk ehli kitabı
zikrederek onlara "yahudiler ve Hristiyanlar" olarak hitap etti.
Onlara göre bunlar
"Küfredenlerden" olduğuna göre, nasıl olur da önce bunlar
zikredilmişlerdir. Ve nasıl olur da onların iman ettiği söylenir de, tıpkı şu
ayeti kerimede olduğu gibi bir kayıt konulmaz?!
"Kendilerine
kitap'dan nasip verilenleri görmedin mi, cibte ve tağuta iman ediyorlar"
(Nisa: 4/51)
Tüm bunlardan ayetin
doğru tefsirinin birinci görüş yani, ayet umumidir ve yeryüzünde aslen sahih
olduğu halde sonradan bozulmuş dinler üzerine bulunan insanların, Allah'a,
ahirete inanıp salih amel işledikleri taktirde mutluluk ve kurtuluşa
ereceklerini müjdelemektedir.
Bilindiği gibi dinler
Tevrat, İncil ve Kur'an dini gibi aslı Hak olan ve müşriklerin dini gibi aslı
batıl olan olmak üzere ikiye ayrılır.
Aslı hak olan dinler
de bozlumuş ve tebdil edilmiş dinler (yahudilik, hristiyanlık) ile, bozulmamış
din olan (islam) olmak üzere ikiye ayrılır.
İnsanlar üç sınıftır:
Mutlu olanlar ve kurtuluşa erenler bu ayette zikredilen ayrı bir sınıftır ki
onlar da bu insanlardır. Fakat müşrikler gibi şirk koşan ve peygamber (s.a.v)'i
yalanlayan veya ehli kitap kafirlerinin yaptıkları gibi bazı peygamberlere
inanıp, bazılarına inanmayanlar ise, bedbahtlar ve azaba uğrayanlar
sınıfındandırlar. Bunlar ister, bu ümetin münafıkları gibi küfürlerini
gizlesinler veya açığa vursunlar, akibetleri cehennem olacaktır.
Söz konusu (Bakara,
62) ayeti kerimenin bu anlama geldiğini tekid eden diğer hususlar şunlardır:
1-
"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden"
Kavl-i İlahisi umumidir. Çünkü marifet isimlerinin tamamı umum sığasındandır.
Ayetin umumiliğine bir diğer delil de mevsuller ve şart edatlarıdır. Bu sözü
edilenlerden bir haberdir ve yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden olan
herkes bu ayetin şümulüne dahildir.
"Allaha ve ahiret
gününe inanıp salih amel işleyenler" kavli de bu dört gruba şamildir.
Yoksa Allah'a iman edip de ahiret gününe, iman etmeyen mümin olamaz. Ayrıca Allah'a
ve ahiret gününe inanıp da, ameli salih işlemeyen için de Allah katında
mükafaat yoktur ve o da diğerleri gibi dünya ve ahirette korku ve hüzün
tatanlardan olacaktır. Bu dört taifeden Allaha ve ahiret gününe iman edip salih
amel işleyenlere korku ve hüzün yoktur. Bunlardan böyle genel bir haber ile
bahsedilmiş olması, onların müşrikler ve mecusiler gibi tamamının kafir
olmadığını, bilakis içlerinde mutluluğu hakkedenlerin bulunduğu sonucu çıkar.
2- Ayeti
kerime, ile şayet Muhammed (s.a.v)'e iman edenleri müjdelenmek istenseydi, o
zaman sadece bu taifelere şamil olmazdı. Çünkü Muhammed (s.a.v) le iman eden müşrikler,
mecusiler, muattıla[417]
gibi tüm küfür taifeleri saadet ve kurtuluş ehlindendir.
Bu anlamı teyid eden
birçok Kur'an ayeti vardır.
Allah, peygamberlerini
müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir. İman edip itaat edenleri dünya ve
ahiret sevabıyla müjdeledikleri gibi, yalanlayıp, yüz çevirenleri de Allah'ın
dünya ve ahiretteki azabı ile korkuturlar. Bu konuda Kur'an'da birçok ayet
vardır. Hatta Kur'an'ın özü ve gayesi budur. Cenabı hakk şöyle buyurdu:
"De ki: Ey
insanlar! Ben ancak sizi apaçık uyaran bir kimseyim. İman edip salih ameller
yapan kimseler için bir mağfiret ve bol rızık vardır. Ayetlerimiz hakkında (onları
tesirsiz bırakmak için) birbirlerini aciz bırakırca-sma yarışanlara gelince,
işte bunlar, cehenem dostlarıdırlar." (Hacc: 22/49-51)
"Bunlar, Allah'ın
koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu,
zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar;
işte büyük kurtuluş budur.
Kim Allah'a ve
peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı
kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır."(Nisa:
4/13-14)
Eğer söz konusu
ayetinde (Bakara: 2/62) maksadı, yukarıda zikrettiğimiz bu ayetlerin
maksadıyla aynı olsaydı, lafzı ile buna delalet etmesi gerekirdi ve ayet
sadece bu dört ta-ifeyi'zikretmiş olmazdı.
Bu arada peygamberin
kendisine gönderildiği kimseler kasdedümiş olsaydı, o zaman sadece bu dört
sınıfın zikredilmesi anlamsız kalırdı.
3- Ayeti
kerime ile, şayet sadece peygamber (s.a.v)'in dönemindeki insanların
kastedilmiş olduğu varsayılacak olsa, bunlardan ya kafirler veya müslümanlar
veya iki taife birden kastedilmiştir.
Bunlardan ilki
mümteni, yani kesinlikle mümkün değildir. Çünkü ayeti kerimede bu dört
taifeden Allah'a ve ahi-ret gününe iman edip, salih amel işleyenler
övülmektedir. Dolayısıyla kafirler, kesinlikle bu övgünün dışındadırlar.
Burada kafirlerden
tevbe edip, iman edenler murad edilmiştir denilince buna karşılık şöyle
denilir. Peygamber (s.a.v) gönderildiği zaman mümin olup o'na da iman edenler,
övgüye daha layıktırlar.
Sahiheyn'de geçen bir
hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Üç sınıf insan
vardır ki bunlara mükafatları iki defa verilir. Birinci ve ikinci kitaptan
olan ehli kitap bir adam, Allah'ın ve efendilerinin hakini yeine getiren köle
ve cariyesini iyi bir şekilde eğittikten sonra azad edip onunla evlenen
adam"[418]
Cenabı Hak Kur'an'ında
şöyle buyurmuştur:
"Ondan
(Kur'andan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, önada iman ederler. Onlara
(Kur'an) okunduğu zaman "O'na iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş
hakikattir. Esasen biz daha önce müslüman idik" derler. İşte onlara, sabretmelerinden
ötürü, mükafatları iki defa verilecektir" (Kasas: 28/52-54)
"Dediki Siz ona
ister inanın, ister inanmayın; Şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim
verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Ve
derler ki: Rabbimizi teşbih ederiz. Rabbimi-zin va'di mutlaka yerine getirilir.
Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını
artırır." (İsra: 17/107-109)
"Kendisine kitap
verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler." (Ra'd:
13/36)
Bu ayetler Kur'an'ın
değişik yerlerinde zikredilmiştir. İsa Mesih'in dininden oldukları halde
peygamber (s.a.v) gönderilir gönderilmez ona tabi olan Selman, Necaşi[419] ve
daha başka diğer müminleri bunun dışında tutmak mümkün müdür? Bunlar, batıl
bir din üzerine bulunup da iman edenlerden daha hayırlıdırlar.
O halde ayeti
kerime'nin kafir iken tevbe edip iman edenleri kastettiği iddiası, açık bir
yanlışlıktan ibarettir.
Eğer Bununla sadece,
iman edenler murad edildi denilirse buna şöyle cevap verilir. "Şüphesiz
iman edenlerden, yahudilerden, hristiyanlardan ve sahillerden" kavli-i
ilahisi tüm iman edenlere şamilse "Allah'a ahiret gününe inanıp salih
amel işleyenler" kavline ne gerek vardı?
Eğer bununla sadece
peygamber (s.a.v)'ın kendisine gönderildiği insanlar murad edilmiştir
denilirse, buna şöyle cevap verilir: "Peygamber (s.a.v)'in kendilerine
gönderildiği sadece bu dört taife değil, müşrik ve mecusiler de dahil olmak
üzere ona iman eden herkes kurtuluşa ermiştir.
4- Daha
öncede geçtiği gibi bu ayetin sebebi nüzulü, geçmiş ümmetlerden Allah'a ve
ahret gününe inananların durumu ile ilgili sorulan sorudur. Dolayısıyla
durumlarını beyan etmek için indiği halde, onları bundan çıkarmak doğru
değildir,
5- Ayet,
Rasul'e iman edenler için saadet vad etmemekte bilakis: Allah'a, ahiret gününe
inanıp, salih amel işleyenler" buyurulmaktadır. Allah'a iman içine
Rasul'e imanı da alır. Ayet herkes için saadete ulaşmanın yolunun Allah'a ve
ahiret gününe inanıp, ameli salih işlemekten geçtiğini ifade etmektedir ki,
başka türlü kurtuluş asla mümkün değildir.
6- Eğer
denilirseki ayet başkalarının değil sadece onların mutluluğa ulaşacağını ifade
etmiştir. O zaman denilir ki: Mümin, yahudi, Hristiyan ve sabiilerden
müteşekkil bu dört sınıf insan topluluğu zikredildikten sonra, bunlardan ancak
Allah'a ve ahirete inanıp, salih amel işleyenlerin kurtulacakları beyan
edildi. Dolayısıyla bu dört sınıfın dışında kalanlar, iman edip, salih amel
işledikleri takdirde kurtuluştan uzak kalmaları daha evladır.
Saadete erişenler bu
isimlere sahip olanlar değil de, bu ismi taşıyanlardan mezkur sıfatlarla
muttasıf olanlar ise, o taktirde müşrik ve mecusilerin bu sıfatlarla muttasıf
olmadan kırtuluş ve saadete etmekten uzak olmaları daha evladır. Cenabı Hakk
"Sadece onlardan iman edenler" demedi. Dolayısıyla Müşrik ve
Yahudilerden detevbe edip, iman eden v esalih amel işleyen herkes ehli
necattandır.
Bu lafız umumidir.
Fakat bu sınıflar içinde Hak din üzerine olan müminlerden, Yahudilerden,
Hristiyan ve Mecusi-lerden saadete erişmiş olanlar vardır. Oysa müşrikler öyle
değlidir. Hiç bir müşrik şirkten tevbe etmedikçe Allah'a ve ahiret gününe iman
ve salih amel işlemiş olmaz. Aynı zamanda müşrik, peygamberleri yalanlamadan
müşrik olmaz.
Çünkü tüm
peygamberlerin temel vazifeleri, insanları Allah'ın tevhidine ve sadece
Allah'a tapmaya çağırmak olmuştur.[420]
Dolayısıyla bir müşrik
Allah'a şirk koşmakla beraber aynı zamanda peygamberleride yalanlamış
olmaktadır. Bu onun her bakımdan küfür içinde olduğunu gösterir.
Aynı şekilde
müşriklerin tüm hayır amelleri şirkle beraber boşa gitmiştir. Dolayısıyla
müşriğin ameli salihinden bahsedilemez.
Cenabı Hakk bu konuda
şöyle buyurdu:
"Eğer onlar da
Allah'a ortak koşşalardı kendileri için yapmakta oldukları amelleri elbette
boşa giderdi" (En'am: 6/88)
"Andolsun ki,
Allah'a ortak koşarsan, işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan
olursun" (Zümer: 39/65)
Cenabı Hakkın
buyurduğu gibi müşriklerin hepsi cehennemdedirler.
"Biliniz ki kim
Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar" (Maide:
5/72)
Ayet, başkaları
dışında sadece sayılan sınıfların saadete ulaşacaklarına işaret etmektedir.
Bundan şu kesin sonuç çıkmaktadır. Değiştirilip bozulmadan önce Tevrat ve
İncil'e uyanlar kesinlikle saadet ehlindedirler. Ayetin onları kapsaması
vacip, aksi mümtenidir.
7-
"Yahudiler ve Hristiyanlar" ifadesi Tevrat ve İncil'in değiştirilip,
tahrif edilmesinden önce ve sonraki tüm ehli kitabı kapsamaktadır. Bu isim
(yani ehli kitap ismi) onlardan sadece kafir olanlar için değil mümin ve müslim
olanlar için
de kullanılır.
Ehli kitaptan hiç
mümin yoktur iddiası bir başka yerde de[421]
beyan ettiğim gibi açık bir yanlıştır.
Bu konuda bir çok ayet
vardır:
"Musa dedi ki: Ey
Kavmim eğer Allah'a inandıysanız veO'na teslim olduysanız, sadece O'na güvenip
dayanın. Onlar da dediler ki: Allah'a dayandık. Ey Rabbi-miz! Bizi, o zalimler
topluluğuna bir fitne yapma" (Yusuf: 12/84-85)
Sihirbalar şöyle
dediler:
"Alemlerin
Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" dediler." (Şuara:
26/47-48)
Ve yine şöyle dediler:
"Ey Rabbimiz
üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür" (A'raf: 7/126)
Yusuf Rabbine
"Beni müslüman olarak öldür" (Yusuf: 12/101) dedi.
Belkıs[422]da
şöyle dedi:
"Süleyman'la
beraber alemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Nemi: 27/44)
Ve:
"Hani Havarilere:
"Bana ve peygamberine iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar (da):
İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen
de şahid ol." demişlerdi." (Maide: 5/111)
Başka bir yerde bu
konuyu detaylarıyla açıkladık.[423]
Musa şöyle dedi:
"İnna Hudna ileyke"
"Biz sana döndük
(hüdna)" (A'raf: 7/156)
Ve Hakk Teala şöyle
buyurdu:
"Nitekim Meryem
oğlu İsa havarilere: "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım (ensarım)
kimdir?" (Saf: 61/14)
Eğer denilse ki Cenabı
Hakk Yahudi ve Hristiyanları kötüleyerek şöyle dedi:
"İbrahim, ne
yahudi, ne hristiyan idi, fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman
idi. Müşriklerden de değildi." (Al-i imran: 3/67)
"Yahudiler ve
hristiyanlar müslümanlara "yahudi ya da hristiyan olun ki, doğru yolu
bulaşınız." dediler. De ki "Bilakis biz, hanif olarak yaşamış
ibrahim'in dinine uyarız. 0, müşriklerden değildi". (Bakara: 2/135)
Bu soruya şöyle cevap
verilir: Yukarıdaki ayetler, Peygamber (s.a.v)'in gelmesi ile nesh olunan
bozulmuş Yahudilik ve Hristiyanlığı kötülemektedir.
Yahudi ve Hristiyanlar
müslümanlara şöyle diyorlardı: Biz İbrahim'in dini üzereyiz. Allah (c.c) bu
ayetler ile onların yalanlarını ortaya koydu. İbrahim, Tevat ve İncil'in
gönderilmesinden önce idi. Şimdi o, Tevrat ve İncil'i görüp, tanımadı diye
müslüman değil midir? Ayeti kerimelerde ehli kitabın bu yanlış düşüncesi
reddedilmektedir.
İbrahim ne bir Yahudi,
ne de bir Hiristiyan idi. O, Allah'a şirk koşmamış bir muvahhid idi.
Tevrat ve İncil ehli
de, kitaplarını tahrif edip değiştirmeden önce, müslüman, muvahhid ve
İbrahim'in dini üzere idiler:
"Kendilerine
kitap verilenler ancak o açık delil (peygamber) kendilerine geldikten sonra
tefrikaya düştüler.; Dini yalnız kendine has kılarak ve hanifler olarak Allah'a
kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekat vermeleri için ancak onlara müslüman
olmaları emrolundu. İşte sağlam din odur." (Beyyine: 98/4-5)
Bu nedenle şöyle
buyurdu:
"İnsanların
İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman
edenlerdir. Allah, müminlerin dostudur."(Al-i imran: 3/68)
O'na uyanlar,
bozulmadan önce geçmiş ümmetlerden ismail'in Tevrat'in ve İncil'in dini üzerine
olanlardır.
Şirk koşmadan Allah'a
tapan her muvahhid hanif'dir ve ibrahim'in milleti üzeredir:
"(Ehl-i kitap),
"Yahudi ve hristiyanlar hariç hiç kimse cenete giremeyecek" dediler.
O, iddia, onların kuruntularıdır. Sen onlara deki: "Eğer sahiden doğru
söylüyorsanız delillerinizi getirin. Bilakis', muhsinlerden olarak kim yüzünü
Allah'a döndürürşe onun ecri Rab-binin katındadir. Öyleleri için ne bir korku
vardır, ne de onlar üzülürler." (Bakara: 2/111-112)
İbrahim'den sonra
gönderilmiş tüm peygamberler ve ümmetleri İbrahim'in milletindendir. Fakat
bunlardan O'na en yakın olanı Muhammed (s.a.v)'dir. O'nun şeriatı da İbrahim'in
şeriatına en yakın olan şeriattır. Hac ibadeti gibi. Cenabı Hakk İbrahim'in
soyundan kitab, hikmet ve nübüvvet ehli kimseler kıldı.[424]
"İbrahim ne
yahudi, ne hristiyandı." kavli, İbrahim'in Tevrat'ın ve İncil'in özel
şeriatı ile mükellef olmadığını bildirir. Muhammed (s.a.v.) gelerek, ehli
kitabın mükellef olduğu birçok ağır hükümleri kaldırmıştır ki İbrahim (a.s)'da
bu hükümlerle emredilmiş değildir. Peygamber (s.a.v)'ın şeriatı ile İbrahim
(as)'in şeriatı arasında büyük bir yakınlık olduğundan, o, İbrahim'e, ehli
kitaptan daha evladır.[425]
Peygamber (s.a.v)'i
yalanlayanlar, değiştirilmiş ve tahrif edilmiş Yahudilik ve Hristiyanlık
üzerine bulunan Yahudi ve Hristiyanlardır ki bu haliyle bu dinler, ne Musa, ne
İsa (a.s) hiçbir peygamberin dini değildirler. Ehl-i kitap müslü-manlara:
"Yahudi veya Hristiyan olsun" deyince, cenabı Hakk müslümanlara,
onlara şöyle cevap vermelerini emretti.
"Bilakis, biz,
hanif olarak yaşamış İbrahim'in dînine uyarız" Bizim nesh olunmuş Tevrat
ve İncil şeriatına uymamız caiz değilken, değiştirilip tahrif edilmiş bir
şeriata uymamız hiç caiz değildir. Bilakis biz tevhid esasına dayanan
İbrahim'in dinine uyarız. Musa ve İsa' da İbrahim'in dini üzere idiler fakat
her birinin kendilerine özel şeriatleri vardı. İbrahim ve ondan önceki
peygamberler bu şeriatlerle muhatab değillerdi. Aynı şekilde Muhammed (s.a.v)
ve ona uyanlar da, bu ağır hükümler ihtiva eden bu şeriatlere uymakla mükellef
değildirler. İbrahim (a.s), gibi onlar da, bu şeriatlerden muaf tutulmuşlardı.
Bu nedenledir ki Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Hoş görülü
tevhid dini ile gönderildim"[426]
"İslam'da ruhbanlık yoktur"[427]
"Dinde aşırı gitmekten sakının. Sizden önceki ümmetler dinde aşırı
gitmekten helak oldular."[428]
Peygamber (s.a.v)
Ömer'in elinde Tevrat'tan bir parça görünce şöyle buyurdu:
"Nefsim, elinde
olana yemin olsun ki, Musa sağ olsay-dıda beni bırakıp, o'na tabi olsaydınız
sapıtırdınız."[429]
"Kendi peygamberlerine indirilen kitabı bırakıp, başka bir peygambere
indirilen kitaba uymaları bir kavme sapıklık olarak yeter."[430]
"Musa ve İsa sağ
olsalardı, bana uymaktan başka birşey yapmazlardı."[431]
Tüm bunlardan Yahudi
ve Hristiy anlar 'dan, tahrif edilip değiştirilmeden önce Tevrat ve İncil'in
şeriatına uyan müminlerin ve mümin olmayanların bulunduğu anlaşılmış oldu.
Bununla beraber biz mutlak olarakYahudilik ve Hristiyanlığa uymaktan men
edildik. Onlardan mümin ve said olanların uydukları şeriat, nesh edilmiştir.
Nesh edilmeden önce bu
şeriatler de islam ve Tevhid dini idiler. Fakat nesh ten sora islam ve İbrahim
mileti ile ilgisi kesilmiş oldu. Nesh böyle olunca araya bir de tahrif ve
tebdil girince, katiyyetle sabit oldu ki bu dinler şu haleri ile batıldırlar.
Bu nedenle cenabı Hakk
şöyle buyurdu
"Yahudiler ve
hristiyanlar müslümanlara "yahudi ya da hristiyan olun ki, doğru yolu
bulaşınız." dediler. Deki "Bilakis biz, hanif olarak yaşamış
İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
Biz, Allah'a ve O'nun
katından bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbat'a indirilene,
Musa ile İsa'ya verilenlere, Rableri tarafından diğer peygamberlere gelenlere,
onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a
teslim olduk" deyin.
Eğer onlar da sizin
inandığınız gibi inanırlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka
anlaşmazlık içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir,
bilendir." (Bakara: 2/135-137)
"Yoksa siz,
İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunların (in) yahudi, yahut hristiyan
olduklarını mı söylüyorsunuz?" (Bakara: 2/140)
Cenabı Hakk bu ayeti
kerimelerde Musa ve Harun'un Yahudi, îsa ve Havarilerin de[432]
hristiyan olmasını nehy etmemekte Fakat Yahudilere ve Hristiyanlara özel
şeriatın mutlak ittiba gerektirdiği iddiasmı yalanlamak ta ve İbrahim milletine
ittibayı emretmektedir. Çünkü Yahudi ve Hristiyan şeriatı tebdil ve nesh
edilmiştir. Fakat İbrahim'in tevhid ve emredilen ibadetleri yapma esaslarına
bağlı milleti nesh edilmeksizin kıyamete kadar bakidir. Allah hangizaman,
nasıh bir ibadet emrettiyse o ibadet yapılır. İşte islam dini budur ki, Allah
önceki ve sonraki ümmetlerden bu dinin dışında hiçbir din kabul etmez, tüm
peygamberler ve onlara uyanlar bu din üzerine idiler. Şu ayeti kerimelerde
bahsedilen sa-lih amel de budur:
Cenabı Hakk Kur'an'm
bir başka yerinde de şöyle buyurdu:
"Erkek olsun
kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete
girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar" (Nisa: 4/124) Meşru
olduğu dönemde Beytü'l Makdis'e yönelerek namaz kılmak islam ve Hanif olan
İbrahim miletinin gereklerinden idi. Fakat ne zamanki Beytiil makdis'in değil
de Kabe'nin kılble yapılması emredildi, o zaman da Kabe'ye dönmek islam'ın ve
İbrahim milletinin gereklerinden biri oldu. Çünkü İbrahim milletinin esası,
Allah'a o'nun istediği gibi ibadet etmektir.
Allah'ın tüm
peygamberlere üzerinde birleşmelerini emrettikleri ümmet işte budur:
"Ey peygamberler!
Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü
ben sizin yaptıklarınızı bilirim. Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak
sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rab-binizim - öyle ise benden sakının."
denildi."
(Mü'minun: 23/51-52)
Başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruldu: "Hakikaten bu, bir tek ümmet
olarak sizin ümmetinizdir." (Enbiya: 21/92) Ve yine Kur'an'ın bir başka
yerinde şöyle buyuruldu: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin"
diye din olarak Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e,
Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için hukuk düzeni yaptık. Fakat
kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah
dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola
iletir."
(Şura: 42/13) "Sen yüzün "hanif olarak dine, yani, Allah
insanları hangi "fıtrat" üzere yaratmış ise o fıtrata çevir.
AIlah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların
çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı
kılın, müşriklerden olmayın; Ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri
de bölük bölük olanlar vardır. Her fırka kendi yanındakiyle
böbürlenmektedir" (Rum: 30/30-32)
8- Ayetin
siyakından bunun geçmiş ümmetlerden Hakk dine tabi olanları övmek ve yeryüzünün
hiçbir zaman hak üzere Allah'a tapanlardan hali kalmadığını vurgulamak içindir.
Maide suresinin şu ayeti de aynı hususu vurgulamaktadır:
"Eğer onlar
Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'anı) doğru dürüst
uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi.
Onlardan aşırılığa kaçmayan bir zümre vardır; fakat onlardan çoğunun
yaptıkları ne kötüdür." (Maide:
5/66)
Ve yine şöyle
buyurulmaktadır:
"Ey Kitap ehli!
Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça,
(doğru) bir şey üzerine değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan
çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna
üzülme." (Maide: 5/68)
Sonra şöyle buyurdu:
"İman edenler ile
Yahudiler, sabiiler ve hristiyan-lardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi
amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir."
(Maide: 5/69)
Ehli kitaptan bazıları
yerilirken, mümin olan diğer bazıları da övülmektedir.
Aynı şekilde Bakara
süresinde de, ehli kitaptan günahkarların günahları zikredildi ve şöyle
buyurularak kötülen-diler
"İşte (bu
hadiselerden sonra) üzerlerine zillet ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın
gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına) Allah'ın ayetlerini inkara
devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi.
Onların hepsi, sadece, isyanları ve düşmanlıkları sebebiyledir" (Bakara: 2/61)
Cenabı Hakk onları bu
şekilde şiddetle kötüledikten sonra, onlardan övgüye layık olanları zikretti.
"Şüphesiz iman
edenlerle, yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe
inanıp salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafaatlar
vardır"(Bakara: 2/61)
Aynı şekilde Al-i
imran suresinde onları zikrederek şöyle buyurdu:
"Allah'tan gelmiş
olan bir ipe ve insanlar tarafından ortaya konan. Bir ipe sığınmaları müstesna
onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine zillet
(damgası) vurulmuş, Allah'ın hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkum
edilmişlerdir.
Bunun sebebi, onların,
Allah'ın ayetlerini inkar etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları,
ayrıca isyan etmiş haddi aşmış bulunmalarıdır." (Al-i İmran: 3/112)
Bu şiddetli zemden
sonra, bir diğer kısmını büyük övgülerle medhedildiler.
"Hepsi bir
değildir; Ehl-i Kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardırki, gece
saatlerinde secde ederek Alah'ın ayetlerini okurlar.
Onlar, Allah'a ve
ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı
işlere koşuşurlar, işte bunlar salih insanlardandırlar." (Al-i imran:
3/113-114) Aynı şekilde Araf suresinde
önce şöyle buyuruldu:
"Musa'nın
kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk
vardır."(A'raf: 7/159)
Sonra içlerinden haddi
aşanlar zikredildikten sonra şöyle buyuruldu:
"Onları
(yahudileri) parça parça topluluklar olarak yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi
kimseler vardır, içlerinde bundan daha düşükleri de vardır. (Yaptıkları kötülüklerden)
belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik." (Araf:
7/168)
Sonra Ademoğullarından
mümin olanlar zikredildi.
"Andolsun, biz
cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışız. Zira onların kalpleri
vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, lakin onlarla
görmezler; kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar
gibidir; hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta
kendileridir."(Araf: 7/179)
Şirk koşulmaksızın
sadece kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra da şöyle buyurdu.
"Yarattıklarımızdan,
daima hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir ümmet (millet)
vardır" (Araf: 7/181)
Sonra da şöyle
buyurdu:
"Ayetlerimizi
yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helaka yaklaştıracağız.
Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım çetindir" (Araf: 7/182-183)
Kur'an da tüm insanlar
için bir öğüttür fakat kulak verip öğüt dinleyenler nerede:
"İşte benimle
beraber olanların kitabı ve benden öncekilerin kitabı. Hayır, onların çoğu
hakkı bilmezler, bu yüzden de yüz çevirirler" (Enbiya: 21/24)
İnsanların çoğunun
Hakktan yüz çevirmelerinin nedeni hakkı bilmemeleridir:
"Hayır, onların
çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler"
Hz. Ali'nin merfu
hadisinde de şöyle buyurulmaktadır: "Kur'an'da sizden önce ve sonrakilerin
haberi ve aranızdaki şeylerin hükmü vardır. O, anlamsız bir söz değil, hak ile
batılı ayıran bir fasıldır. Onu terkeden zorbalardan cenabı Hakk intikam alır.
Onun dışında bir hidayet arayan da saptırır."[433]
Evet, o Kur'an'da
bizden önce yaşamış iyi ve kötü ümmetlerin haberleri mevcuttur. Ta ki iyileri
tanıyıp onların yolundan gidelim, kötüleri tanıyıp, kötü yollarından
kaçınalım. Allah en iyisini bilir.[434]
Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
"Deki: Ey kendi
nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, ona teslim olun,
sonra size yardım edilmez. Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap
gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'ana) tabi olun."
(Zümer: 39/53-55)
Bir başka yerde bu
ayetlerin tevbe edenler için olduğunu zikrettik.[435]
Ancak Nisa suresinin şu ayetinin ise , mutezile'den bazılarının iddia etitiği
gibi tevbe edenler hakkında olması caiz değildir:
"Allah, kendisine
ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için
bağışlar." (Nisa: 4/47)
Çünkü Kur'an'ın
nasları ve müslümanların ittifakı ile, şirkten tevbe edenin şirki de
bağışlanır.
Bu ayette tahsis ve
takyid var iken,[436]
yukarıdaki diğer ayetlerde tamim ve itlak vardır.[437]
Son ayeti kerimede
şirk'in bağşılanmayacağı bildirildi. Diğer günahların bağışlanamsı konusundada
net bir ifadeden kaçınılarak "Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar"
diyerek Allah'ın dilemesine bıraktı.
Bir başka yerde
açıkladığım gibi bu ayeti kerime Haricilere[438] ve
mutezileye reddiye olduğu gibi, "Her fasığın aza-bedilmesi caizdir, kimse
bağışlanmaz ve herkesin bağışlanması caizdir" diyen murcielere de
reddiyedir.
Hakk Teala
"Bundan başkasını dilediği kimse için bağışılar" buyurarak, şirk
dışında, dilediği kullarının günahlarını bağışlayacağını ilan etmiştir.
Şayet Cenabı Hakk
kimseyi bağışlamayacak olsaydı, bu
durumda
"Bundan başkasını
bağışlar" kavl-i ilahisinin bir anlamı
kalmazdı.
Ve eğr herkesi
bağışlamasaydı o zaman da: "Dilediği kimse için" kavlinin bir anlamı
kalmazdı.
Dolayısıyla ayeti
kerime şirk dışında kalan günahların "genel bağışlanma" kapsamında
olduğunu vurgulamaktadır. Fakat bu bazı insanlar içindir.
O zaman, kimin
günahları bağışlanırsa, ona azab edilmez ve kimin de günahları bağışlanmazsa
ona azab edilir. Sahabenin, selefin ve imamların görüşü budur. Ki onlar kesin
bir dille "bu ümmetin bazı günahkarlarının cehenneme gireceklerini ve
bazılarının da günahlarının bağışlanacağını" söylemişlerdir.
Fakat bu bir muvazene ve
hikmet'in gereği midir yoksa burada muvazene itibare alınmamış mıdır?
Bu hususta ehl-i
sünnet müntesiplerinin bizim arkadaşlarımızdan ve diğerlerinden Efal-i
ilahiye'nin aslına binaen iki ayrı görüş nakledilmiştir. Burada hikmet ve
adalet itibare alınmış mıdır?
Aynı şekilde, ceza
meselesinde de, varid olan birçok nass, dengeye delalet etmektedir, ki konuyu
bir başka yerde açıkladım.
Burada: "Deki: Ey
kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit
kemeyin!" Kavlinden asıl maksat, insanları Allah'ın rahmetinden ümit
kesmekten men etmektir.
Günahları ne kadar çok
ve büyük olursa olsun insan Allah'ın rahmetinden ümit kesmemeli ve diğer
insanları Allah'ın rahmetinden ümit kestermemelidir.
Seleften bazıları
şöyle dediler: "Fakih o dur ki, insanları Allah'ın rahmetinden
ümitsizliğe düşürmesin ve bununla beraber onları günaha teşvik etmesin."
İnsanlar Allah'ın
rahmetinden tevbe ettiği zaman tevbe-sinin kabul edilmeyeceği ve nefsinin
tevbeye yanaşmayacağını zannederek ümit keserler. Şeytan ve nefsi, kişiye musallat
olarak, onu tevbeden uzaklaştırmaya çalışır. Birçok insanın durumu böyledir.
Velhasıl insanlar bazen o, bazen de bu sebeple ümitsizlik girdabına düşerler.
Birinci nedene örnek:
99 kişiyi, katleden bir katilin abid bir şahsa gelerek, tevbesinin mümkün olup
olmadığını sorması ve aldığı olumsuz cevap üzerine o abidi de öldürerek,
katlettiği kişilerin sayısını yüze tamamlaması ve daha sonra başka bir alime
giderek tevbesinin mümkün olup olmadığını sorması, o alimin de, bunun mümkün
olduğunu söy-lereyek o'nu tevbeye yöneltmesi gibi. Hadis Sahiheyn'de va-riddir.[439]
İkinci nedene örnek:
Tevbe içn birçok şartlar öne sürüp de insanlara veya nefsine tevbeyi
zorlaştıran insan gibi.
İnsanlar olmayacağı
bir durumun olup olamayacağım tartışmışlardır.
Ehl-i sünnet ve
Cumhurun da benimsediği doğru görüş şudur: Tevbe etmek isteyen için, her
günahtan tevbe etmek mümkün olduğu gibi Allah (c.c)'m bu günahları bağışlaması
da mümkündür.
Adam öldürenin tevbesi
kabul edilmez diyenler olmuşsa da, doğrusu, adam öldüren de dahil herkesin
tevbesi, tevbe ettiği taktirde kabul olunur. Aynı şekilde, gasbedilmiş
araziden, gasba son vermek ve onu sahibine devretmek niyetiyle çıkmak,
yasaklanmış veya haram bir davranış değildir. Bilakis fukaha, bir yeri gasb
edenin kişinin, orayı boşaltıp, sahihine teslim etmesi istenildiği zaman, onun
ailesini ve mallarını oradan çıkararak, o yeri boşaltması gerektiği görüşündedirler.
Gasb eden kişi bunu
yaparken, yani orayı boşaltırken her ne kadar bu hareketiyle, başkasının malı
üzerinde bir tasar-rafda bulunuyorsa da, bu oranın boşaltılması için gerekli
bir durumdur.
Hareme giren bir
müşrik oradan çıkarılır. Tabi o müşrik Harem'den çıkarılırken yine ancak
yürüyerek çıkacaktır.
Aynen sıhhati
konusunda müttefik olunan bevlini mes-cid'e yapan bedevinin hadisinde böyledir.
İnsanlar o bedeviyi kovmak için ayaklandıklarında rasulullah (s.a.v)
"Bırakın işini
tamamlasın" buyurdu ve sonra da bevl yerini bir kova su ile temizlenmesini
emretti.[440] Çünkü o bedevinin
bevlini tamamlaması, kovulurken bevlini üstüne başına ve mesciden diğer
yerlerine bulaştırarak, her tarafı ne-cis etmesinden daha hayırlıdır.
Eğer adamın biri bir
kadınla zina etse ve zekerini kadının fercinden çekmeden önce pişman olup
tevbe etse, sonra zekerini çekse, bu adam zekerini çekti diye günahkar olmaz.
Çekme, cinsel birleşme midir?
Bu konuda Ahmed'den
iki ayrı rivayet vardır. Aynı şekilde ramazan ayında eşiyle cinsel ilişkide
bulunan kişinin fecir vakti girdiği anda, zekerini çekmesi konusunda da Ahmed (b.
Hanbel) ye diğerlerinin mezheplerinde iki ayrı kavi vardır.[441]
Aynı şeklide, kişi
eşiyle cinsel ilişkiye girmemek hususunda üç talak ile yemin ettikten sonra,
cinsel ilişkiye girse üç talak vaki olur mu, olmaz mı?
Cinsel ilişkiye
girdiği taktirde üç talak vaki olur diyenler, adamın eşiyle pinsel ilişkiye
girmesinin caiz olup olmadığı konusunda iki ayrı görüşe ayrıldılar. Ahmed'den
bu iki görüş rivayet edilmiştir.
Birinci görüş:
Şafi'nin[442] de benimsediği bu görüşe
göre cinsel ilişki caizdir.
İkinci görüş: Malik'in[443] de
benimsediği görüşe göre cinsel ilişki caiz değildir. Malik şöle diyor: Cinsel
ilişki cazi olsaydı, çekme halinde de onunla olması gerekirdi ki bu haramdır.
Çekme, zaruret içindir, yoksa başlamak için değil. Dolayısıyla çekme haram
değildir.
Ancak bizim tercih
ettiğimiz görüşe göre, kişi bunlardan hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Yemin eden
kişi, yeminin kefaretini yerine getirerek, üç talaktan kurtulmuş olur. Ayrıca
fecir vakti girer girmez insanların yeme, içme ve cinsel münasebete son vermeleri
durumunda, üzerlerine hiç bir şey gerekmez ve oralarını eda etmiş olurlar.
Çünkü cenabı Hakk "Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden
ayırt edilinceye kadar"(Bakara: 2/187) buyurmaktadır. Vel hasılı, kimsenin
Allah'ın rahmetinden ümit kesmesi veya kestirmesi caiz değildir. Cenabı Hakk,
kullarını bundan men etti ve tüm günahlarını bağışlayacağını bildirdi.
Eğer denilseki:
"Allah bütün günahları bağışlar" ifadesi genel bir haberdir ve bu
ifade Allah'ın tüm günahları affedeceğini göstermektedir. Tevatür ve Kuran ile
sahihtirki, Allah nice toplumları günahları yüzünden helak etti. Bu ümmetten de
insanlar günahları yüzünden, daha ahirete kalmadan dünyada
cezalandırılmaktadırlar. Cenabı Halek şöyle buyurdu: "Kim bir kötülük
yaparsa onun cezasını görür" (Nisa: 4/123)
"Kim zerre
miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu
görür" (Zelzele: 99/7?8) Tüm bu gerçekler, bu ayeti kerimenin zahiri,
görünür anlamında olmadığını gösterir. Allah'ın bütün günahları bağışlamasından
murad, Allah bunu yapabilir veya tevbe edenleri bağışlar, demektir.
Bu soruya şöyle cevap
verildi: O halde ayeti kerime niçin kesin bir ifade kulanmaktadır? Niçin
tereddüd ve takyid yerine mutlak ifade kullanılmaktadır? Yukarıdaki görüş doğru
değildir ve ayeti kerime zahir anlamı üzerinedir.
Cenabı Hakk her
günahkarı değil her günahı affedeceğini haber verdi. Hatta Kur'an'ı Kerimin
bir başka yerinde kafir olarak ölenleri bağışlamayacağını bildirdi:
"İnkar edip Allah
yolundan alıkoyanları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla
bağışlamaz." (Muhammed: 47/34) Münafıklar hakkında da şöyle buyurdu:
"Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları katiyen
bağışiamayacaktir."(Munafikün: 63/6) Fakat günah konusundaki bu umumi
ifade, mutlak olarak günahkarlar içindir. Günahkarlar için olumlu veya olumsuz
bir şey söylenilmemiştir. Allah onları bağışlayabilir de bağışlamaz da.
Eğer kul bağışlamayı
gerektirecek davranış sergilerse bağışlar, isyanda ısrar ederse de bağışlamaz.
Günah türlerini ise
Cenabı Hakk cümleten bağışlar. Günahın türü ister küfür, ister şirk isterse de
başkası olsun. Tevbe edenin günahını bağışlar. Allah'ın bağışlamayacağı hiçbir
günah yoktur. Hangi günah olursa olsun Cenabı Hakk onu cümleten bağışlar.
Bu ayeti kerime kullar
için büyük yararlar ihtiva eden en büyük ayeti kerimelerden biridir. Ayeti
kerime aynı zamanda yanlış mezheb ve görüşü de red etmektedir. Ve yine Bidate
çağıranların günahı bağışlanmaz diyenlerin de görüşlerini reddetmektedir.
Bunlar bu görüşlerine israili bir hadisten delil getirmektedirler ki bu
hadiste "Bu bidatçi kimseye saptırdıklarının günahı ne olacak?"
denilmektedir.[444]
Bu görüşü, sünnet ve
hadis'e nisbet edildikleri halde gerçekten sünnet ve hadisten hiçbir şey
anlamayan Ebu Ali el-Ehvazi[445] ve
benzeri adamlar dile getirmektedirler. Bu adamlar alim değildirler. Çünkü sahih
hadis ile mevzu hadisi birbirinden ayırt etmeye, bunlardan hüccet olup olmayanı
belirlemeye yetecek ilimleri yoktur. Duydukları her şeyi hadis diye
nakletmekten başka bir marifetleri yoktur.
Bu adamlar Ahmed'den
de benzeri bir rivayet uydurmuşlardır. Fakat gerçek şudur ki İmam Ahrned'de
müslümanla-rın diğer, imamları ile aynı görüştedir ve doğru olan bu görüşe
göre Cenabı Hakk, her tevbeyi kabul ettiği gibi, küfür ve bidate çağıranların,
insanları dinde fitneye sokanların tev-belerini de kabul eder.
Kureyş müşriklerinin
Ebu Süfyan, Haris b. Hişam,[446] Süheyl
İbn Amr,[447] Safvan b. Ümeyye[448]
îkrime b. Ebu Cehl[449] ve
daha başka diğer önemil liderleri yıllarca küfüre liderlik edip, islam'a karşı
savaştıktan sonra, tevbe ederek, İslama girmişler ve güzel müslümanlar
olmuşlardır. Cenabı. Hakk şöyle buyurarark onların geçmiş günahlarını bağışlamıştır:
"İnkar edenlere,
eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının) bağışlanacağını söyle" (Enfal: 8/38)
Aynı şeklide Amr b.
As,[450]
müslüman olmadan önce müslümanların en şedid düşmanı ve müşriklerin küfre çağıran
en büyük lideri idi. Müslüman olduğu zaman Resulullah (s.a.v) o'na şöyle dedi:
"Ey Amr, islam'ın daha önceki günahları giderdiğini bilmiyormusun?"[451]
"Onların
yalvardıklan bu varlıklar, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile
ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı,
sakınmağa değer." (İsra: 17/57) ayeti kerimesi ile ilgili Buhari, İbn
Mesud'dan şu hadisi rivayet etti:
"İnsanlardan
bazıları, bazı cinlere tapıyorlardı. Kendilerine tapman o cinler daha sonra
müslüman olmalarına rağmen insanlar onlara tapmaya devam ettiler."[452]
Bu hadis, cinler
müslüman olduktan sonra, başkalarının onlara tapmalarının cinlere bir zararı
olmadığını gösterir. Her ne kadar ilk önce, bu sapkınlığı onlar çıkarmış
olsalar da.
Aynı şekilde küfür ve
bidate çağıran kimseler kendi günahlarını ye onlara tabi olanların günahlarını
yüklenirler. Onlara tabi olanlar da kendi günahlarını yüklenirler. Fakat daha
sonra bu küfür ve bidate çağıran kimseler tevbe edip, yaptıklarından
dönerlerse, hem kendi günahlarından, hem de kendilerine tabi olanların
günahlarından kurtulmuş olurlar.
Tevbeleri, içinde bulundukları
sapıklıktan hidayete dönmek ile olur. Her dönemde nice küfür ve bidat
davetçileri tevbe ederek islam ve sünet davetçileri olmuşlardır. Mesela
Firavun'un sihirbazları, sihir yapmaları ve onu başkalarına öğretmeleri
bakımından küfür imamları iken, tevbe ederek akibetlerini hayra çevirdiler.
Aynı şekilde taammüden
bir müslümanı öldüren kimsenin tevbesi de cumhura göre makbuldür. İbn Abas ise
makbul değildir dedi.[453]
Bu konuda Ahmed'den
iki ayrı rivayet vardır.[454]
Sahiheyn'de geçen yüz
kişiyi öldüren katil'in hikayesi katilin tevbesinin makbul olduğuna delildir.
Bu ayet de buna delalet etmektedir. Nisa suresinin[455]
ayeti ise, diğer yaidler gibi, tevbe etmeyen katilleri tehdid içermektedir.
Kuran'da başka tehdid ayetleri de bulunmaktadır. Cenabı Hakk bir ayetinde
şöyle buyurdu:
"Haksızlıkla
yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkmmış olurlar;
zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir."(Nisa: 4/10)
Kur'an daki vaid ve
tehdidler, insanların ittifakıyla, tevbe edilmemesi halinde geçerlidir.
Tevbe'den sonra bu vaid-ler tevbe eden için geçerli değildir.
Fakat şöyle
denilebilir: Haksız yere öldürülen mazlumun hakkı tevbe edenden sakıt olmaz. Bu
bakımdan katilin tevbesi makbul omayabilir. Çünkü tevbe sadece cenabı Hakkın
hakkını sakıt eder. Maktul, kendi hakkını talep edebilir.
Evet bu doğrudur ve
insan hukukunu ilgilendiren herşey-de geçerlidir. Borç dahi öyledir.
Sahiheyn'de gelen bir hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Borç hariç
Şehidin her şeyi bağışlanır."[456]
Kul hakkı ise,
zulmedenin iyiliklerinden ödenir.
Tevbe'nin tamam
olmasının gereklerinden biri de tevbe edenin, iyiliklerini, salih amelleri
çoğaltmasıdır. îbn Abbas adam öldürmenin küfürden sonra en büyük günah olduğunu
ve katilin maktulun hakkını edaya mukabil olacak hiçbir iyiliğin bulunmadığını
düşünmüş olabilir. Dolayısıyla kişi ahirette zulmen öldürdüğü maktulun hakkını
ödeyemediğinden ceza çekmeye devam edecektir ki bu bazı insanlar için
vaki olabilir.
Tevbe edip, şalih
ameller işleyen kişi, mazlumun hakkını edaya mukabil hasenet işlemekten aciz
kalacağı ve böylece mazlumun günahlarını yüklenip yüklenmeyeceği konusu
hassas bir meseledir ve ibn Abbas'ın hadisi de buna hamledilmektedir. Fakat bu
husus dahi "Allah'ın şirk, kati, zina dahil her günahı affedeceği"
yönündeki ayetin zahirine münafi değildir. Ayet tüm günahlar için ve tüm
şahıslar
için mutlaktır.
Bunun benzeri şu ayeti
kerime'dir: 'Müşrikleri bulduğunuz yerde ö!dürün"(Tevbe: 9/5) Ayet tüm
şahıslar için ve tüm'durumlar için mutlaktır. Şu ilahi kavi de aynı şekildedir:
"Başlarınızı
meshedip, (ve) topuklarınıza kadar ayaklarınızı mesh edin (yıkayın)"
(Maide: 5/6) Ayet ayaklar için de mutlaktır fakat ayakların halleri için
mutlaktır. Çünkü bazen zahir olabileceği gibi, bazen de ayakkabılar .ile
örtülmüş olabilir. Ayetin lafzı, ahvale (durumlara) değinmemektedir. Aynı
şekilde şu kavli ilahi:
"Allah
çocuklarınız hakkında size vasiyet eder (emreder)" Nisa: 4/11) Bu ifade
de tüm çocuklar için âm, ve ahval için mutlaktır. Çünkü çocuk ana babanın dini
üzerine olabilir veya olmayabilir, hür veya köle olabilir. Ayetin lafzı bu
husularda bir açıklama getirmemiştir.
"Günahları
bağışlar" (Zümer: 39/53)
kavli ilahisi de aynı
şekilde, tüm günahlar için umumi, ve haller için mutlaktır.
Günah sahibi o
günahından tevbe etmiş veya etmemiş bilir. Ayetin lafzı bu konuda herhangi bir
açıklama getirmemektedir. Bilakis ayetin lafzı, herhalükarda günahın bağışlanacağını
beyan etmektedir.
Cenabı Hakk günahları
bağışlatan davranışlar işlenil-mesini ve kıyamet gününde bağışlanmaksızın azabı
gerektirecek davranışlardan kaçınılmasını emrederek şöyle buyurdu:
"Siza azap gelip
çatmadan önce Rabinize dönün, o'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.
Kendiniz farkında
olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden önce, rabbinizden size indirilenin
en güzeline (Kur'an'a) tabi olun.
Kişinin "Allah'a
karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay
edenlerdendim!" diyeceği günden sakının.
Veya, "Allah bana
hidayet verseydi, elbette sakınanlardan olurdum" diyeceği, yahut azabı
gördüğünde "keşke benim için (dönüş) imkanı bulunsa da iyilerden olsam!"
diyeceği günden sakının.
Evet, ayetlerim sana
gelmişti de sen onları yalanlamış, kibirlenmeye kalkışmış ve inkarcılardan
olmuştun." (Zümer: 39/54-59)
Bu Cenabı hakk'ın imtihanıdır
ki kıyamet gününde bazılarını bağışlamayacak ve onlara azap edecektir.
Ayetlerini yalanlayan, tevbeden yüz çevirenler, ve kendilerini kurtaracak
hiçbir salih amel işlemeyenler bu akibete maruz kalacaklardır. Fakat aynı
günahları işleyen insanlardan diğerleri ise, tevbe etmeleri, Allah'a
yönelmeleri ve salih ameller işlemeleri nedeniyle bağışlanacaklardır.
Eğer denilse ki cenabı
Hakk Kur'an'ın bir başka yerinde şöyle buyurdu:
"İnandıktan sona
kafirliğe saplanıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla
kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler" (Al-i
imran: 3/90)
Ve bir başka ayette de
şöyle buyuruldu: "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip
inkar edenleri sonra da inkarlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de
onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137) Bu itiraza şöyle cevap verilir:
Kur'an başka bir yerde irtidad etse bile kafirin tevbesini beyan etmiştir:
"İman ettikten,
Rasul'ün hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine apaçık deliler geldikten
sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder. Allah
zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası: Allah'ın
meleklerin ve bütün insanlığın laneti onların üzerinedir.
Bu lanete ebedi
gömülüp gidecekler. Zira onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz.
Ancak, bundan sonra
tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü: Allah, çok bağışlayıcı ve
merhametlidir." (Al-i imran: 3/86-89)
"Allah nasıl
hidayet nasip eder?" kavli Allah, mürted ve zalim olanları bu halleriyle
nasıl hidayet eder demektir. Bu nedenle "Allah zalimler topluluğunu doğru
yola iletmez" buyurdu. İslam dininden dönen, sapıklığa dönmüştür. Dolayısıyla
onun bu sapıklığı bırakmadıkça doğru yola dönmesi mümkün değildir.
Ayet tevbe etmedikleri
sürece Alah'ın kafirleri hidayet etmeyeceğini ve bağışlamayacağını ilan
etmektedir. Yine Kur'an'm bir başka yerinde şöyle buyruldu: "Kalbi iman
ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim, iman ettikten
sonra Allah'ı inkar ederse."(Nahl: 16/106)
İmandan sonra, bir
zorlama olmaksızın Allah'ın dinini inkar edenler mürtedlerin ta
kendileridirler.
Cenebı Hakk şöyle
buyurdu:
"Sonra şüphesiz
Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad
edenlerin yardım-cısıdir. Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette
çok bağışlayan, pek esirgeyendir."(Nahl: 16/110)
Cenabı Hakk, Al-i
imran suresinde mürtedleri ve sonra onlardan tevbe edenleri zikretikten sonra,
tevbesi kabul edilmeyenleri ve küfür üzere ölenleri zikretti ve şöyle buyurdu:
"İnandıktan sonra
kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla
kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.
Gerçekten, inkar edip
kafir olarak ölenler var ya onların hiçbirinden -dünya dolusu altını fidye
olarak verecek olsalar dahi kabul edilmeycektir. Onlar için acı bir azap
vardır; hiç yardımcıları da yoktur." (Al-i imran: 3/90-91)
Tevbeleri kabul
edilmeycek bu kimseler hakkında çeşitli görüşler öne sürülmüştür.
Nifaklarından dolayı
ve şirkten değil de onun dışındaki günahlarından tevbe ettikleri için,
denilmiştir.
Bazıları da, onların
tevbeleri öldükten sonra kabul edilmez, demişlerdir.
Hasan, Süddi, Katade
ve Ata el-Horasani[457]
ise, ölüm geldiği esnada tevbeleri kabul edilmez" dediler.
Şu ayeti kerime de
böyledir:
"İman edip sonra
inkar edenleri, sona yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını
arttıranları
Allah ne bağışlayacak
ne de onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137) Mücahid ve diğer bazı
müfessirler "inkarlarını artıranlar" ifadesini şöyle tefsir ettiler:
"Ölünceye kadar küfür üzerine sabit kaldılar"[458]
Ben derim ki: Çünkü
tevbe eden kişi, küfür ve diğer günahlardan dönmüştür. Tevbe etmeyen ise küfrü
üzeredir ve günbegün küfürünü artırmaktadır." Sonra inkarlarını artırdılar"
yani, sonra inkar'da ısrar ederek, küfürlerine devam ettiler ve küfürde daim
oldular demektir.
İşte bu kimselerin
tevbeleri kabul edilmez yani ölüm esnasında, tüm ölümün geldiği sırada yaptıkları
tevbe makbul değildir. Ölüm gelmeden önce tevbe edenler ise, yakından tevbe
etmişler ve küfürlerinden dönmüşlerdir. Onlar küfür olarak artmaz, bilakis
azalırlar. Dolayısıyla yaptıkları tevbe makbuldür. Küfür ve isyan üzere ısrar
edenler ise tam aksine ölüm anına kadar, küfürlerinde azalma değil, artma
üzerinedirler.
Başka bir ayeti
kerimede şöyle buyuruldu: "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman
edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını artıranları Allah ne
bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137)
Denildiki: Çünkü
mürted tevbe ettiği zaman küfrü bağışlanır. Bundan sonra tekrar küfre dönüp
kafir olarak ölürse, imanı düşmüş olur, birinci ve ikinci küfrünün cezasını çeker.
Zira sahiheynde İbn Mesud'dan rivayet edilen hadiste şöyle geçmektedir:
Denildiki:
"Ya Rasulallah,
Cahiliye döneminde işlediğimiz günahlarımızdan sorumlu tutulacak mıyız?"
Rasululauh (s.a.v) buyurduki:
"Kim islarmnı
güzel yaparsa, cahiliye döneminde işlediği günahlardan sorumlu tutulmaz. Kim
de islamını kötü yaparsa, birinci ve ikinciyle sorumlu olur."[459]
Yani hem cahiliye
döneminde yaptıklarından, hem de islam döneminde yaptıklarından sorumlu
tutularak cezaya çarptırılır.
Eğer, imanlarından
sonra, inkar edenler , sonra inkarlarını arttıranlar, Allah onları
bağışlamayacaktır denilseydi, o zaman bunlarla Al-i imran süresindeki şu
insanlar murad ediliyor olurdu:
"İnandıktan sonra
kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul
edilmeyecektir"
(Al-i imran: 3/90)
Bilakis burada önce
iman edip sonra küfür eden ve sonra tekrar iman edenler ki, bunlar tevbe eden
mürtedlerdir-zikredildi. İşte bu kimseler tevbelerinden sonra tekrar küfre
dönecekler, Allah onların geçmiş küfürlerini de affetmeyecektir. Fakat iman
edip, sonra küfredenler, sonra tekrar iman edip küfredenler ve sonra iman edip
imanlarında sebat edenler bu ayetin kapsamında değillerdir.
Fakihler, irtidat
edip, bunu birkaç kez tekrarlayanların tevbelerinin kabulü konusunda ihtilaf
ettiler, zındıkların tevbeleri de ihtilaf konusudur. Çünkü onların tevbelerine
de güvenilmemektedir.[460]
Ancak bu kimselerin
samimi bir kalp ve tevbe ettiklerini varsayarsak o zaman şu ayetin kapsamına
girerler:
"Deki: Ey kendi
nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki, o çok bağışlayan, çok
esirgeyendir" (Zümer: 39/53)
Bu konuda bizim
görüşümüz şudur: Tevbe eden, ne bu dünyada ne ahirette, ne şer'an ne takdiren
azap edilmezler. Ancak, delillerin subut bulmasından sonra had ve tazir cezaları,
kişinin,tevbe etmesine bakmaksızın uygulanır. Çünkü bu durumda kişinin
tevbesine güven olunmaz ve itibare alınmaz. Aksi takdirde zina ettiği kati delillerle
sabit olan herkes, seri cezadan kurtulmak için, ben tevbe ettim, diyerek,
kendisini cezadan kurtarınca yoluna gider.
Eğer gerçekten, samimi
bir şekilde tevbe etmiş ise, Ona uygulanan seri ceza günahlarına kefaret olmuş
olur ve o buna sabır göstererek mükafat alır. Kişinin kendisi gizli olarak
işlediği günaha tevbe ettikten sonra, imama gelerek onu itiraf etmesi halinde,
Ahmed'in mezhebine göre had uygulanmaz. Bu mesele Talik kitabında
açıklanmıştır. Kadı[461]
çeşitli hadislerle bu görüşü teyid etmiştir.
"Ben bir haddi
gerektirecek bir günah işledim diyen adama, Rasulullah (s.a.v)'in had
uygulamaması, hadisi buna delildir.[462]
Ancak haddi
gerektirecek günah işleyen kişi tıpkı Maiz[463] ve
Gamidiye[464] gibi günahlarını itiraf
edip, kendilerine had uygulanması konusunda İsrar ederlerse o zaman, had uygulanır,
aksi takdirde uygulanmaz. Maiz için peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Onu bıraksaydmız
olmaz mıydı."[465] Gamidiye'yi
ise tekrar tekrar geri göndermiş fakat o, kendisine had uygulanmasında ısrarcı
davranmıştır.
İmam ve insanlar bu
durumda had uygulamak hakları yoktur. Ancak haddi gerektirecek davranışta
bulunan kişi, kendisine had uygulanmasını isterse o başka.
Kişi bir şeyi ikrar
ettiği zaman kendisi aleyhine şahitlik yapmıştır. Buna binaen had uygulanırken
kişinin birinci şehadetinden dönmesi makbul değildir. Bu durumda onun yalan
söylemiş olması sözkonusudur. Allahu A'lem.
Bu durumda kendisine
had uygulanan kişinin Allah katında dereceleri yükselir. Zira peygamber
(s.a.v.) Gamidiye için şöyle buyurdu:
"O öyle bir tevbe
etti ki, hilekar öşürcü bu tevbeyi yapsa Allah onu bile affeder."[466]
Maiz hakkında, onun
itirafından geri döndüğü söylendi.
Bu Ahmed'in ve
diğerlerinin mezheblerinin iki görüşünden biridir. Fakat bu zayıf bir
görüştür. Doğru olan birinci görüştür. Bunlar haddin, Maiz'in ikrardan dönmesi
nedeniyle düştüğünü söylediler ki o'nun ikrardan dönmesinin makbul olduğunu
iddia ettiler. Fakat bu görüş zayıftır. Bilakis haddin tevbe ile düşmesi,
ikrardan dönmek ile düşmesinden daha evladır.
[467]
"Kim bir iyilikle
gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse o,
sadece onun misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." (En'am:
6/160)
"Kim iyilikle
gelirse, ona daha iyisi vardır. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.
Kötülükle gelen
kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. Ancak yaptıklarınızın karşılığını
görmektesiniz!"
(Neml:
27/89-90)
"Hayır! Her kim
bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler
cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar.
İman edip yararlı iş
yapanlara gelince onlar da cehennemliktirler. Onlar orada devamlı
kalacaklar" (Bakara: 2/81-82)
Bu üç ayet hakkında
ibn Ebu hatim şu rivayetleri yaptı:
Ebu Said el-Eşec'den[468] O
da ibn Fadl'dan,[469] O
da Hasan b. Ubeydullah'tan[470] O
da Cami b. Şeddad'dan,[471] O
da Esved b. Hilal'den,[472]
rivayet ettiğine göre Abdullah b. Me-sud "Kim bir iyilikle gelirse ona
getirdiğinin on katı vardır" kavli ilahi ile ilgili olarak şöyle dedi:
"bu, "La ilahe illallah"tır.[473]
İbn Hatim şöyle dedi:
Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre,[474] Ali
b. Huseyn,[475] Said b. Cübeyr, Hasan,
Ata, Mücahid, Ebu Salih, Zekvan,[476]
Muhammed b. Ka'b el-Karzi[477], en-Nahai,
ed-Dahhak, ez-Zühri,[478]
İkrime,[479] Zeyd b. Eşlem[480] ve
Katade' den de buna yakın bir rivayet nakledildi"[481]
İbn Ebi Hatim, Ayeti
kerimede geçen "kötülük" ile ilgili olarak da şöyle rivayet etti:
"Muhammed b. Uzeyz el-Eyli[482]
Selame'den[483], O.'da Ukeyl'den,[484]
O'da ibn Şihab'dan rivayet ettiklerine göre Ukbe b. Amir[485]
şöyle dedi: Arkadaşlarımla karşılaştım. Onlar Peygamber (s.a.v) şöyle dediğini
söylediler:
"Kim de bir
kötülükle gelirse" bu şirk kelimesidir."[486]
Aynı şekilde Valibi
ibn Abbas'dan rivayet 'ederek" o şirktir" demiştir.[487]
Bunun benzerini Abdullah
b. Mesud, Enes b. Malik[488] Ebu
Vail,[489] Ata, Hasan, Said b.
Cübeyr, İkrime, Nehai, Ebu Salih, Zühri, Zeyd b. Eşlem, Muhammed b. Ka'b,
Süddi, Katade ve Dahhak da rivayet ettiler."[490]
İbn Ebu Hatim,
"Kim bir iyilik
getirirse ona bundan daha üstün karşılık verilir.
Kim bir kötülük
getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza
görürler" (Kasas: 28/84)
ayeti kerimesi ile
ilgili olarak isnadı[491] ile
beraber Süddi'den şöyle rivayet etti.
"Kim bir kötülük
işlerse, bunun cezası, tüm günahlarda, misli iledir. Hesab gününde, her iyilik
karşılığında on günah silinir. Eğer bir tek iyilik kalırsa, o da ona katılır ve
bununla cenenete girer. Fakat her iyiliğe karşı on günah atıldıktan sonra da,
yine de günahı sevabından çok olursa kişi cehenneme girer. Ancak Allah
(c.c)'ın affetmesi hariç"[492]
Sevapların on misli ve
yediyüz katı ile değerlendirilmesi hususu ibn Abbas,[493] Ebu
Hureyre[494] ve Ebu Zerr'in[495]
rivayet ettiği sahih hadislerle sabittir. Bu aynı zamanda kişinin işlediği
günahın ancak misli ile cezalandırıldığı, iyiliğe niyet etmenin sevap olarak
yazıldığını, kötülüğe niyet ise, o kötülük işlenmedikçe yazılmadığını,
kötülüğün artırılmaksızın sadece aynı ile yazıldığını ve kişi işlemeye niyet
ettiği kötülüğü sırf Allah korkusundan dolayı terkettiği takdirde ona da bir
sevap yazıldığını öğreniyoruz.
Bu tafdil birçok amel
için zikredilmiştir. Abdullah b. Amr'ın[496]
hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Her aydan üç gün
oruç tut. Bu tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir. İyilikler on katı ile
ölçülür"[497]
Başka bir hadiste de
şöyle buyurdu:
"Sabır ayı ve her
aydan üç gün oruç, tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir"[498]
Ve yine başka bir
hadiste:
"Kim Ramazan'ı
tutar sonra da bunun peşine şevval ayında altı gün oruç tutarsa, tüm yılı
oruçlu geçirmiş gibi olur. İyilik on katı ile değerlendirilir."[499]
Zira otuz gün Ramazan
artı altı gün şevval orucu on ile çarpıldığına 360 güne tekabül eder ki bu da
bir yıldır. Yine aynı şekilde her ay üç gün oruç ta bunun gibidir.
Miraç hadisinde ise
beş vakit namazın 50 vakitmiş gibi on katı ile değerlendirileceği vaad edilmiştir.[500]
Sahabe ve tabiinden
Ayeti kerimede geçen iyiliğin tev-hid, kötülüğün ise şirk olduğunu rivayet
edenler, bu konuda herhangi bir ihtilaf nakletmemişlerdir. Şu ayeti kerime de
buna delildir:
"Kim iyilikle
gelirse, ona daha iyisi vardır. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.
Kötülükle gelen
kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar" (Nemi: 27/89-90)
Çünkü tüm iyilikler
tevhidin kapsamı içindedir. "La ilahe illallah "in manası olan
tevhid, Allah'a, o'nun emrettiği gibi kulluk etmektir. Yani Allah'ın emriyle,
Allah için amel etmektir. Ki Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
"Bilakis,
muhsinlerden olarak kim yüzünü Allah'a döndürürse onun ecri Rabbisi katındadir.
Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de onlar üzülürler." (Bakara: 2/112)
Her iyilik tevhidden
bir cüzdür ve Allah için ameldendir. Allah'a ibadet tevhidin bir gereğidir ki
bunun dalları ile ilgili olarak Cenabı hakk şöyle buyurdu:
"Görmedin mi
Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir-sözü; kökü sabit, dalları gökte olan
güzel bir ağaca (benzetti) O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir.
Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali,
gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan pis bir ağaca
benzer." (İbrahim: 14/24-26)
Güzel söz, bir ağaç
gibi olan tevhid, ameller ise, tevhid ağacının meyvalarıdır. Tüm güzel ameller
"la ilahe illa-lah'ın" birer dallarıdır ve hepsinin karşılığı kat kat
verilir. Hatta ameller "La ilahe illallah" sözünün tahakkuk etmesidir.
Çünkü iman, söz ve amel'dir. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "İman altmış
küsur veya yetmiş küsur şubedir. Bunun en yükseği "La ilahe
illallah", en düşüğü ise eza veren şeyleri yoldan kaldırmaktır"[501]
İyilik "La ilahe
illallah'tır" diyenler, bunun gereği olan diğer iyilikleri dışlamazlar.
Bilakis diğer iylikler de buna dahildir ve tevhid ağacının dallan ve
ürünleridirler.
Aynı şekilde kötülük
de, Allah'tan başkası için amel işlemektir ki bu da şirktir. İnsan mutlaka
amel işlemeye ve bir tanrıya kulluk etmeye meyyal olarak yaratılmıştır. Allah
için amel, ihlas ve tevhid ile ona bağlanmaktır.
Allah'tan başkası için
amel ise, şirktir. Hem Allah, hem-de başkası için amel de şirktir.
Günahların tamamı
şirk'ten bir cüzdür ve onun dallarıdır. Günahlar şeytana itaat ve onun izinde
yürümektir. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:
"Ey insanın oğlu!
"Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdir" demedim
mi? (Bunu size peygamberim vasıtasıyla açık seçik bildimedim mi?) Ve dedim mi?
sadece bana ibadet ve kulluk ediniz. Çünkü dosdoğru yol budur" (Yasin: 36/60-61)
"Şeytan ise şöyle
dedi: "Kuşkusuz daha önce ben, (beni Allah'a) ortak koşmanızı
reddettim" (İbrahim: 14/22)
Ebu Hureyre şöyle
dedi: "Ebu Bekr es-Sıddık Peygamber (s.a.v)'den kendisine sabah-akşam
okuyacağı bir dua öğretmesini istedi.
"Şöyle söyle"
buyurdu.
"Allahim" Ey
gaybı ve aşikarı bilen, gökleri ve yeri yaratan! Hey her şeyin Rabbi ve yegane
sahibi! Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden,
şeytanın şerri ve şirkinden sana sığınırım"
İşte sabah - akşam
bunu söylersin, yattığın zaman da bunu söylersin."
Bu hadisi Ebu Davud[502],
Tirmizi[503] ve Nesai[504] Amr
b. Asım'dan[505] rivayet ettiler.
Tirmizi, Hasen, sahih hadis, dedi.
Fakat insan muvahhid
olmakla beraber, bazı günahlar işlerse, işlediği günahlar ölçüsünde imanı ve
tevhidi eksilmiş olur. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Zina eden, zina
ederken, mümin olarak zina etmez."[506]
Mümin olmayan, muhlis
değildir. Çünkü Allah için muhlis olanlar ancak gerçek müminlerdir.
Buhari, Ebu Salih'den
o'da Ehu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Altın, gümüş ve
elbise kulu olan kişiler sürünsün, kahrolsun. Böyle menfaat düşkünü kişiye
işlediği hayrın bedeli Allah tarafından verilirse memnun olur. Verilmezse
Allah'ın takdirine kızar. Böyle menfaat düşkünü sürünsün, hüsrana yuvarlansın,
vücuduna diken batsın da cımbızla çıkaran bulunmasın."[507]
Ve yine şöyle buyurdu:
"Kim Allah'tan
başkasına yemin ederse, muhakkak ki şirk koşmuştur."[508]
Ve şöyle buyurdu:
"Bu ümmet içinde
şirk karıncanın kıpırtısından daha gizlidir." Ebu bekir:
"Bundan nasıl
kurtuluruz ey Allah'ın elçisi?" dedi. Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"De ki:
"Allah'ım! Bildiğim şeyleri sana şirk koşmaktan sana sığınırım,
bilmediğim şeyler için de senden bağışlanma dilerim."[509]
Gizli şirk böyle iken,
açık şirk halinde durum ne olur? Her şeyden çok Allah'ı seven ve herkesten çok
Allah'tan korkan ve o'na bağlanan kişi kendisini büyük şirkten kurtarmış olur.
Küçük şirkten ise,
ancak kendini tüm günahlardan koruyan insanlar kurtarabilirler.
Peygamber (s.a.v)'den
şöyle buyurduğu sabit oldu:
"Kim, Allah'tan
başka ilah olmadığını bilerek ölür cennete girer"[510]
"Kimin son sözü"la ilahe illallah" olursa cennete girer"[511]
"Kıyamet gününde
benim şefaatim ile en çok mutlu olacak olan kimse, kalbinden yahut içinden, ihlaslı
olarak "La ilahe illallah" diyen kimsedir"[512]
"Allah'tan başka
ilah olmadığı ve Benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet eden birisi, bu
ikisinden şüpheye düşmeksizin Allah'a kavuşursa cennete girer"[513]
"Kim, Allah'tan
başka ilah olmadığına ve Muham-med'in o'nun elçisi olduğuna şehadet ederse,
Allah cehennemi o'na haram kılar"[514]
"Bir kimse,
Allah'tan başka ilah olmadığına ve Mu-hammed'in o'nun elçisi olduğuna tüm
kalbiyle doğru olarak şehadet ederse, Allah cehennemi o'na haram kılar."[515]
Tevhid'in hakikati,
ruhun Allah'u Teala'ya incizabıdır. Kim, kalbi ile ihlasla Allah'tan başka ilah
olmadığına şehadet ederse ve bu hal üzere ölürse cennete girer. Çünkü Ması,
kişinin kalbini Allah'a çekerek, onu tüm günahlardan tev-be ettirir. Ve eğer bu
hal üzere ölürse cennete girer. Peygamber (s.a.v)'den şöyle buyurduğu sabit
oldu: "Bu iki papucumla git, bu bostanın arkasında kimi, kalbiyle inararak
Allah'tan başka hiç bir ilahın bulun-madığına şehadet getirdiğini bulursan, onu
cennet ile müjdele!"[516]
"Bir kimse, Allah'tan
başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasulu olduğuma şehadet etmesin ki, o
cehenneme girsin" veya "ona cehennem dokunsun"[517]
"Kullardan hiç
kimse yoktur ki: La ilahe illallah, desin sonra bunun üzerine ölsün, mutlaka
cennete girer. Zina yapsa, hırsızlık yapsa dahi. Eğer ölmeden önce tevbe edip,
pişmanlık duyar ve La ilahe illallah" derse"[518]
"İki şey vacip
oldu: Kim, Allah'a hiç bir şey şirk koşmadan ölürse, cennete girer. Ve kim de
Allah'a bir şeyi şirk koşarak ölürse, cehenneme girer."[519]
Tüm bu hadisler, bu
kelimeyi söylemek bu kelime üzerine ölmek kaydıyla gelmiştir.
La ilahe illallah
deyip te, kalbinde bir buğday tanesi, veya hardal tanesi veya zerre kadar hayır
olan herkesin cehennemden çıkacağı tevatür yoluyla gelen hadislerle sabittir.[520] Yine
bu hadislere göre: La ilahe illallah diyenlerin çoğu veya onlardan bir çoğu
cehenneme girecekler sonra oradan çıkacaklardır.
"La ilahe
illallah" diyen ve Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v)'in
o'nun elçisi olduğuna şehadet eden kimseye cehennemin haram olduğu yine tevatür
yoluyla gelen hadislerle sabittir.
Fakat bu hadisler,
ihlas, yakin ve bu kelime üzerine ölmek gibi ağır kayıtlarla gelmişlerdir.
Fakat bu kelimeyi
(yani tevhidi) söyleyenlerin çoğu ihlas ve yakin'i bilmemektedirler. Bu insanların
ölüm anında fitneye düşmesinden korkulur.
Yine bu kelimeyi
söyleyenlerin çoğu, .bu kelimeyi taklit ve adet olarak söylemektedirler,
dolayısıyla bu kelime onların kalplerine iman girdirmemektedir.
Ölüm esnasında ve
kabirde fitneye düşenlerin çoğu sahih hadiste de geldiği gibi bu tür
insanlardır:
"Bilmiyorum, der.
İnsanlarını öyle dediğini duydum
ben de öyle
söyledim."[521]
Bu tür insanların işi
hep taklit ve kendileri gibilerine uymaktır. Cenab'ı Hakk'ın şu kavline en
yakın bu insanlardır:
"Biz babalarımızı
bir din üzerine bulduk, biz de onların izlerine uyarız, dediler" (Zuhruf:
43/23) Bu konuda Peygamber (s.a.v)'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Dünyayı ahirete
tercih etmedikleri sürece La ilahe illallah ile savunulmaya devam ederler.
Ancak dünyayı ahirete tercih ettikleri zaman Allah onlara cevap vererek şöyle
buyurur: Yalan söylüyorsunuz. Siz bu kelimenin ehlinden değilsiniz"[522]
Bu konu başka yerlerde
ayrıntısıyla ele alınmıştır. O halde bu konuda varid olan hadisler arasında bir
çelişki yoktur. Kişi tevhid kelimesini ihlas ve yakin ile söylediği ve bu hal
üzere öldüğü zaman, günahlarının sevaplarından daha çok olması mümkün
değildir. Bilakis bu durumda sevapları daha çok olduğundan cehenneme girmekten
kurtulur. Çünkü bu kelimeyi tam bir ihlas ve yakin ile söyleyen müs-lümanın,
ısrarla günah işlemesi mümkün değildir. İhlas ve yakinin kemali, Allah'ı her
şeyden daha çok sevmesini ve herkesten çok Allah'tan korkmasını gerektirir.
Hali böyle olan kişinin kalbinde, Allah'ın haram kıldığına muhabbet bulunamayacağı
gibi yine Allah'ın emrettiği şeylere karşı hoşnutsuzluk olamaz.
Her ne kadar bazı
günahları olsa da tevhid ehline cehennemi haram kılan husus budur.
İşte bu iman, tevhid,
ihlas, muhabbet, yakin ve kerahet gündüzün geceyi silmesi gibi, sahibinde
silinmemiş günah bırakmazlar.
Bu kelimenin kemal ile
söylenmesi büyük ve küçük şirke engeldir. Böyle bir insan, aslında günah üzere
ısrarcı da değildir. Dolayısıyla bu kişi bağışlanır ve cehennemden kurtulur.
Kişi eğer bu kelimeyi
sadece büyük şirkten kurtulacak şekilde söyleyip, sonra da bunu bozucu
davranışlardan sakınırsa, bu durumda iyilik tarafı, günah tarafından daha ağır
basar ve yine cehennemden kurtulur. Fakat derecesi az olur. Aynen bitaka
(kimlik)[523] hadisinde geçtiği gibi.
Fakat günahları iyiliklerine
galip gelen ve bu hal üzere ölenler, kendilerini büyük şirkten kurtaran
"La ilahe illallah" kelimesini söyleseler de, cehenneme girerler. Bu
insan "La ilahe illallah' demiş fakat bu kelime üzerine ölmemiştir. Bilakis
bu kelimeyi söylemiş ve daha sonra günahlara dalarak, bu iyiliğini
gölgelemiştir. Bu kelimeyi ihlas ve yakin ile söylediği zaman, iyilik tarafı
daha ağırdı, eğer bu hal üzere ölseydi cennete girerdi.
Fakat o, bu hal
üzerine ölmeden önce günahlara dalarak, günah yükünü artırdı. Küçük ve büyük
şirke engel olacak ihlas ve yakin ile kelimeyi tevhidi söylemedi. Bilakis
küçük şirk üzere kalmaya devam etti. Küçük şirkine günahları da eklenince,
günahı sevabını geçti. Çünkü günahlar, iman ve yakini zayıflatır. Bu nedenle
"La ilahe illallah" sözü de zayıflar ve kalpteki ihlas uçup gider.
Ondan sonra kişi kelimeyi tevhidi milyonlarca kere söylese bile, bu onda
hiçbir etki meydana getirmez. Bunun durumu aynı alay eden veya uyuyan veya
hiçbir şey anlamadan güzel sesiyle Kur'an okuyanın durumu gibidir.
Bu tür insanlar
kelimeyi tevhidi tam bir sıdk ve yakin ile söylemezler. Bilakis bu kelimeyi
söyledikten sonra, günahlara dalarak, bu zayıf, sıdk ve yakini hepten yok
ederler. İhlassızca söylenmiş kelimeyi tevhid ve günahlar yığını üzere ölürlerse
cehenneme girerler. Bu kelimeyi yakin ve tam bir doğruluk ile söyleyen kişi, ya
günahlarda ısrarcı değildir veya sıdk ve yakın ile söylediği tevhid kelimesi
iyiliklerine eklenerek, sevap tarafının ağır basmasını sağlar. Cehenneme
girenler mutlaka şu iki şarttan birini kaybetmişleridir: Onlar bu kelimeyi ya
günahlara veya günahların baskın çıkmasına engel olacak kadar sıdk ve yakin ile
söylememişler veya söyledikleri halde daha sonra günah bataklığına dalmışlar
ve günahları ilk sıdk ve ihlaslarını zayıflattığından daha sonra, günahlarını
giderecek veya sevaplarını üstün getirecek aynı sıdk ve yakin ile
söyleyememişlerdir.
"Kim bir iyilikle
gelirse ona getirdiğinin on katı vardır" (En'am: 6/160)
"Ve onlar o gün
korkudan emin kalırlar" (Neml: 27/89)
buyrukları ile ilgili
selefin sözü daha önce de geçtiği gibi "La ilahe illallah" sözüdür.
Rasulullah (s.a.v)'ın de beyan ettiği gibi, bu kelimeyi doğruluk ve yakin ile
söyleyip, bu hal üzere ölürseler cennete gireceklerdir. Bu farzları yerine getirmek
ve sevapların günahlara ağır gelmesi ile olur.
İnsanı yüzü koyun
cehenneme sürükleyen günah ise şirk'tir. Allah kendisine şirk koşulmasını asla
bağışlamaz. İki vacip hadisinde geçtiği gibi.
"Kim şirk
koşmadan ölürse cennete girer. Kim de Allah'a birşeyi şirk koşarsa cehenneme
girer."[524]
İnsanların çoğu veya
birçoğu önce iman ve tevhide girdiği halde, sonra günahlara dalarak, kalbini
kirletir ve onu şirk ve nifağa açık hale getirir.
Şirk iki kısımdır:
Büyük ve küçük şirk.
Kim kendisini bu
ikisinden de kurtarırsa cennet ona vacip olur. Kim de büyük şirk üzere ölürse
ona da cehennem vacip olur. Kim kendisini büyük şirkten kurtardığı halde, bazı
küçük şirk çeşitleri işler, bununla beraber sevapları ağır basarsa, cennete
girer.
Kul, işlediği şirk
büyük veya küçük olmakla beraber çok ise cezalandırılır. İhlas'la beraber az
miktarda küçük şirk, azabı gerektirmez. Büyük şirk ve günahların ağır basmasına
neden olan küçük şirkten korunan insan kurtulmuştur.
"Hayır! Kim bir
kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler
cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar.(Bakara: 2/81) ayeti kerimesine
gelince:
Ebul Ferec b. Cevzi
şöyle dedi:
"Burada kötülük,
şirk'tir. İbn Abbas, İkrime, Ebu Vail,[525] Ebu'l
Aliye, Mücahid, Katade ve Mukatil[526] de
böyle demişlerdir."[527]
Bu son sözün, tevhid
ehlinin ebediyen cehennemde kalmasını gerektirdiğine inanması nedeniyle bu
konuda herhangi bir hilaf zikretmemiştir. Fakat bu ehli sünnetin görüşü değildir.
"Yüzler vardır
ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktir. Rab-lerine bakacaklardır." (Kıyamet:
75/22-23)
ayeti kerimesini
"Rabbinin sevabına bakacaklardır" şeklinde tefsir edilmesinden yüz
çevirdiği gibi, bundan da yüz çevirmiştir.[528]
Aynı şekilde Beğavi de
tefsirinde bu görüşten yüz çevirmiştir.[529]
"Hayır! Kim bir kötülük
eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..." (Bakara: 2/81)
ayeti kerimesinin
tefsirinde Beğavi şöyle dedi:
"Yani,
şirk."
Kuşatma: Bir şeyin
etrafını sarmak ve kuşatmak demektir. İbn Abbas, Ata, Dahhak, Ebul Aliye,
Rebii[530] ve başkaları "Bu
kişinin şirk halinin üzerine ölmesidir," dedi.
Kötülük, büyük günah,
kuşatılması ise; kişinin günahlara devam etmesi ve tevbe etmeden ölmesidir, de
denildi. Bu görüşü ikrime ve Rebii b. Haysem[531]
dile getirdiler.
Mucahid de şöyle dedi:
Bu her günah işlemesi ile, kalbin kararması ve günah ile kuşatılmasıdır, Kelbi[532]
ise, kişinin günahları yüzünden helak olmasıdır, dedi."
Ben derim ki (İbn
Teymiyye):
Bu konuda selefin
görüşlerini zikretmek, müteahhirin görüşlerini zikretmekten daha evladır.
Şayet selefin görüşünde, bir zaaf sözkonusu olursa, bu zaaf delilleri ile
ortaya konur ve zayıf olduğu açıklanır.
Yoksa Bidat ehlinin
bazı sözlerine uygun düşüyor diye, selefin görüşlerinden yüz çevrilemez.
Bazıları seleften,
vahiy yazıcısının bu ayeti kerimenin yazımında hata ettiğini rivayet ettiler.
Aynı iddialar şu ayeti
kerimeler için de yapılmıştır:
"Rabbin, sadece
kendisine kulluk etmenizi, ana, babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde
emretti."
(İsra: 17/23)
Bazıları bu ayeti
kerimedeki (Ve kada rabbuke) ifadesinin aslında (Ve vassa Rabbuke) olduğunu
rivayet ettiler.[533]
"Hani Allah
peygamberlerden söz almıştı" (AI-i imran: 3/81)
kavli ilahisinde
"ehl-i kitab'm sözü olarak" rivayet etmişlerdi ki Abdullah b.
Mesud'un da kıraati böyledir.[534]
Bazıları hata ile,
birçok kıraati bu şeklide inkar etmişlerdir. Fakat tevatür ol hıktan sonra kim
kur'an'dan birşey inkar ederse, önce tevbeye çağrılır. Tevbe etmediği taktirde
öldürülür.
Fakat onun katında
tevatürü sabit olmamış ise, tevbeye davet edilmez, bu konuda ona açıklayıcı
bilgiler verilir. Keza, hadislerin hilafına geldiği fıkhi, tasavvufi ve itikadi
sözler de böyledir.
Aynı "Allah
görülmez" diyenin sözünde olduğu gibi.[535]
Bu ayeti kejrime
(Bakara: 2/81) ile ilgili her ne kadar seleften mezkur kimselerin aynı kafirler
gibi cehennemde ebedi kalacakları rivayet edilmiş ve de, ayette buna dair herhangi
bir delil yoktur. Cenabı Hak, ayeti kerimede "O kimseler cehenriemliktir.
Onlar orada devamlı kalırlar" buyurdu, "ebediyete kadar"
buyurmadı.
İbn Ebi Hatim bu ayetle
ilgili ihtilafı zikretmesine rağmen, ru'yet[536] ve
"Çağlar boyu kalırlar"[537]
ayeti kerimesi ile ilgili ihtilafları zikretmedi. Ancak büyük imam ve alimlerden
Abd b. Humeyd[538] bunlarla ilgili selefin
görüşlerini zikretti. İşte doğru ve ilmi olan da onun tutumudur.
Abdurrahman b. Mehdi[539]
şöyle dedi: "İlim ehli lehlerine ve aleyhlerine olan herşeyi yazarlar.
Heva ehli ise sadece lehlerine olan şeyleri yazarlar"
İbn Ebu Hatim, (sena)
Ebu Said el-Eşec, (sena) Abdul-hamid el-Hammani,[540]
(sena) Naddar el-Hazzar,[541] (an)
İk-rime, (an) ibn Abbas: senedi ile, "Hayır! Kim bir kötülük eder de onun
kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..."
şirk'tir, diye rivayet
etti.
Ebu Muhammed şöyle
dedi:[542] Bu söz aynı şekilde Ebu
Vail, Ebu Aliye, Mücahid, Ata, Katade, Hasan, Rebii b. Enes ve İkrime'den de
rivayet edildi; dedi:
Hasan'dan başka bir
söz daha rivayet edildi.
Hasan: Kötülük; Büyük
günahlardır, dedi.[543]
Süddi'den de benzer bir söz rivayet edildi.
Mücahid de şöyle dedi:
"Kalbini kuşatmıştır"
İbn İshak'ın
rivayetinden ibn Abbas'dan buna benzer bir söz rivayet edilmiştir. İbn İshak'ın
Muhammed b. Ebu Muhammed'den,[544]
O'nun da Said b. Cübeyr veya İkrime'den rivayet ettiğine göre İbn Abbas:
"Onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..." kavli ile ilgili
şöyle dedi:
Kim sizin gibi amel
işler, sonra sizin küfrünüz gibi küfür işler ve hiçbir iyiliği bulunmadığı
halde bu küfrü onu çepeçevre kuşatırsa bu ayetin kapsamına girer."
İbn Hatim şu isnatla
rivayet etti: "(sena) Abdullah b. İsmail el-Bağdadi,[545]
(sena) Süreye b. Yunus,.[546]
(sena) Yahya b. Ebu Bekr,[547]
(an) Ebu Bekr b Ayyaş[548]
(an) Yahya b. Eyyub,[549]
(an) Ebu Zera, (an) Ebu Hureyre: "Onun kötülüğü kendisini çepeçevre
kuşatırsa" yani"şirki kendisini kuşatırsa" demektir.
İbn Ebu Hatem şöyle
dedi: "Bu konuda üç ayrı görüş rivayet edilmiştir:
1- Yukarıda
rivayet ettiğimiz görüş ki Ebu Vail, Ata, ve Abbad b. Mansur'un[550]
rivayetine göre Hasan'ın da görüşleri budur.
2- Ebu Said
el-Eşec ve Ahmed b. Sinan,[551] Ebu
Yahya el-Hammani, o da A'maş,[552]
O'da Ebu Rezin[553],
O'da Re-bi b. Haysem'den şöyle rivayet etti: "Onun kötülüğü kendisini
çepeçevre kuşatırsa" yani, Tevbe etmeden günahları üzere ölen kimse,
dedi.
Süddi, Ebu Rezin ve
A'maş'dan da benzer sözler rivayet edildi."
3- (İbn Ebu
Hatem), Ebu Cafer er Razi[554]
yoluyla Rebi b. Enes, o da Ebu Aliye'den şöyle rivayet etti.
"Cehennemi
gerektirecek büyük günah"
İbn Ebu Hatem şöyle
devam etti: Mücahid, Katade, Rebi b. Enes ve Selame b. Miskin'in[555]
rivayetinde Hasan'dan da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.[556]
Ben[557]
derim ki: Büyük günahlar işleyenleri bu vaide dahil görenler, onların bir daha
da cehennemden çıkmayacağına dair herhangi birşey söylemiş değillerdir.
Bilakis bu görüş
sahiplerinden birisi olan Hasan el-Bas-ri, Enes b. Malik'in peygamber
(s.a.v)'den rivayet ettiği şefaat hadisini ve kalbinde zerre miktarı iman
bulunanların cehennemden çıkacağına dair hadisi, sahiheyn'de o rivayet
etmiştir.[558]
Bu durumda "İşte
o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." kavl-i ilahisi,
günahlar miktarınca kalıp, sonra cehnenmden çıkarlar, manasındadır.
Burada
"ebediyen" kelimesi geçmemektedir. Dolayısıyla ehli tevhid'den günah
sahipleri günahları kadar cehennemde kaldıktan sonra, oradan çıkacaklardır.
Günahkarlar için ebedi
cehennem bildiren bazı naslardan biri de şu hadistir:
"Kim bir dağdan
atlamak suretiyle canına kıyarsa, cehennem ateşinde de ebediyyen dağda
yuvarlanıp duracaktır. Kim kendini zehirleyerek canına kıyarsa, cehennemde de
eline bir zehir verilip orada kendisini ebediy-yen zehirleyip duracaktır. Kim
kendisini bir demir parçasıyla öldürüp intihar ederse, ebedi olarak elindeki
demiri cehennemde de karnına saplayıp duracaktır."[559]
Tevhid ehlinin ebedi
cehennemde kalması ile müşriklerin cehennemde ebedi kalması arasındaki farkı
bir başka yerde ayrıntılı olarak ele alıp tevhid ehlinin sonunda cehennemden
şefaat v.s ile çıkaracağını, müşriklerin ise cehennemde ebedi kalacaklarını
açıkladım.
Cehennem ateşi'nin
sönmesi ile beraber, onların orada kalmaya devam etmeleri konusunda bir başka
yerde de açıkladığımız gibi iki ayrı görüş vardır. Cehmiyye[560] ve
Hüzeyliye'nin[561] dediği gibi cennet ve
cehennem fani olacak mıdır, yoksa ebedi olarak kalacak mıdırlar veya selef ve
haleften bir taifenin dediği gibi cennet kalacak, cehennem son bulacak mıdır?
Bunlar üzerinde ihtilaf edilmiştir.[562]
Bu ayeti kerimede
"kötülük" denildi ve kötülüğün "kendisini çepeçevre
kuşatması" kaydı konuldu. Küçük günahlar işlediği halde ölen kimsenin
sürekli cehennemde kalmayacağı konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Daha
önce sözlerini aktardığımız tüm alimler kötülüğü şirk ve cehennemi
gerektirecek büyük günahla tefsir etmişlerdir. Dolayısıyla küçük günahlar,
kesinlikle bu ayetin kapsamı dışındadır.
Kötülük kazanmak ve
"Kötülüğün kendisini çepeçevre kuşatması" Çünkü Hak Teala şöyle
buyurmuş idi: "Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini
çepeçevre kuşatırsa" kötülüğün kişiyi kuşatması iki şeyi gerektirmektedir. ,
1- Cehennemi
gerektirecek büyük günah olmasını. Bazı kıraatler de
"Hatietuhu"kelimesi "Hatiatuhu" şeklinde çoğul okumuştur.[563]
2- Tevbe etmeksizin
kötülük üzerine ölmesi. İnsan günahların en büyüğü olan şirkten tevbe etmesi
durumunda dahi, Allah'ın bağışlamasına mazhar olurken, küçük günahları çokça
işlemesi, bu vaidi gerektirmez. Şunu da belirtelim ki kötülüğün kuşatması, en
büyük günahı ve bunun üzerine ölmeyi de kapsamaktadır.
Selef, ayeti her ikisi
ile de tefsir etmiştir. Çoğunluk ise, "Kötülük üzerine ölmek yani şirk
veya büyük günahlar üzerine ölmek ile tefsir etmişlerdir.
Daha önce de geçtiği
gibi Mücahid şöyle dedi:
"Bu (yani ayette
geçen kötülük) kalbi kuşatan günahtır. Kişi her günah işledikçe kalbi kötülük
ile kuşatılır"
Mücahid'in bu tefsiri
geçerli doğru bir açıklamadır.
Peygamber (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Kul bir günah
işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. O günahtan elini çekip tevbe
ve istiğfar ettiği zaman, o nokta silinir ve kalbi yine parlar. Aynı günahı
tekrar işlerse o siyahlık artar. Nihayet tüm kalbini kaplar. İşte Allahu
Teala'nın: "Hayır, bilakis kalplerinde kazandıkları günah, yer etmiş ve
pas (iz) bırak-mıştır"(Mutaffîfin: 83/14) kavlindeki "pas"
budur."
Tirmizi ve diğerleri
rivayet etmişlerdir.[564]
Hadis, sahihtir.
Kalbi kaplayan bu şey,
Rin, Tab, Hatm, Kıfl ve daha başka şeyler ile isimlendirilir.
Bu, kişinin günahlarda
ısrar etmesi ve günahlarına tev-be etmemesi halidir. İbn Saib'in
"Günahlarının onu helak etmesi" sözü de bu anlamdadır.
Günahların kendisini
kaplaması: Kişinin içinden çıkamayacağı derecede günah bataklığına saplanması
demektir ki, günahlarda ısrar edip, tevbe etmeden ölenlerin hali böyledir.
"Sen yalnız
Kur'an'la nasihat et ki, hiç bir kimse kazandığı (günah) yüzünden helaka
sürüklenmesin." (En'am: 6/70)
buyurulmaktadır.
Günahlar, sahibi için bir bağ ve hapis ve tevhid fezasında dolaşmaya engeldir.
Günahlar hem bu dünyada hapis ve helak, hem de ahirette hapis ve helak
üzerinedir.
Ebu'l Ali el-Farisi[565]
şöyle dedi: "Ayetin anlamı ya; kötülükleri iyiliklerini kuşatarak yok
etti, ki bu durumda buradaki anlam şu kavli ilahiler ile aynı anlamdadır:
"Çünkü cehennem,
kafirleri mutlaka kuşatacaktır" (Tevbe: 9/49)
"...Onun
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır." (Kehf: 19/29)
Veya
"kuşatmıştır"; helak etmiştir anlamında olabilir ki bu durumda da. Şu
kavli ilahi ile aynı anlamdadır.
"Etrafınızın
kuşatılması hariç..." (Yusuf: 12/66)[566] Ben
derim ki: Selef, her iki manayı da zikretmiştir:
Her iki mana da
birbirini telazüm etmektedir.
"Kendisini
çepeçevre kuşattı" ifadesi kuşatan şey ile beraber onun makhur ve mağlub
olduğuna delalet eder. Fakat helaki, maddenin hususiyetinden bilinir. Onu kuşatan
şeyler günahları olduğuna göre, bu onun helak olarak ölmesine neden olur.
Bunun manası, günahları onu helak etti, de denilmiştir.
Yusuf süresindeki:
"Etrafınızın kuşatılması hariç" ifadesinin "Hepinizin helak
olması hariç"[567]
anlamındadır, denildiği gibi "Ancak sizin ile onun arasına girilmesi ve
böylece onu getirmenize engel olunması hariç" anlamındadır da
denilmiştir.[568]
Arap dilinde: O'nu
düşman kuşattı, o kuşatıldı, Borçlar onu kuşattı gibi deyimlerin hepsi istila
ve kahr anlamında kullanılır.
Kişi günahlarından
çıkmaya bir yol bulamıyorsa hata veya hatalar onu kuşatarak azaba sürüklemiştir
demektir.
Bunu açıklığa
kavuşturduktan sonra bir başka hususa geçelim:
Bunun büyük günahlarla
tefsiri, büyük günah sahibi mutlak olarak azaba müstehaktır, şeklindeki görüşü
anımsatmaktadır.
Bu görüşü dile getiren
seleften bazıları, bu kişilerin şefaat veya başka bir şeyle.azaptan hiç
kurtulmayacaklarına dair herhangi bir şey söylemediler. Fakat ehli sünnete
mün-tesip görünen bazıları şöyle dediler: Büyük günahlar işlemeye devam
edenler mutlak olarak azaba müstehaktırlar.
Bunlar büyük günah
işlemeye devam edenlere fasık adını verirler.
Hariciye ve
Mutezile'den de bazıları aynı görüşü dile getirerek, büyük günah sahiplerinin
ne şefaat ne de başka bir şey ile cehhennemden çıkamayacaklarını söylemektedirler.[569]
Fakat çoğunluk bu
görüşün hilafını savunmaktadır. Cenabı Hakk, kulun iyiliklerini ve
kötülüklerini tartacaktır ve bazen kötülükleri tarafında büyük günahlar
bulunmasına rağmen iyilikleri ağır basacak, bazen de büyük günahları olmamasına
rağmen kötülükleri ağır basacaktır.
Kitab ve sünnetin
nassları da buna delalet etmektedir:
"O gün (amelleri
tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse işte onlar
kurtuluşa erenlerdir."
(A'raf: 7/8)
Büyük günah sahibi
olan ve terazide günahları ağır basanların bağışlanmaları mümkün olduğu gibi,
büyük günahları bulunmayan ve terazide sevapları daha ağır basan kimselerin
azaba uğratılmaları da mümkündür.
Zikrettiğimiz bu üç
görüş te meşhurdur fakat en doğru olanı vasat olanıdır.
Bu kavle göre,
Mücahid, İbn Saib ve diğerlerinin tefsi-rindeki kötülük, içinde şirk bulunan
kötülüktür. Hataların kuşatması ise, kötülüklerin iyiliklerden daha çok olması
ve kişinin bu hal üzere ölmesidir.
Bu kavi üzerine
"hulud" devamlı kalma mücmeldir.
Şirk ehlinin devamlı
kalması ayrı, kıble ehlinin devamlı kalması ayrıdır. Ki nebevi nasları her
ikisini de tefsir etmiştir.
Çoğunluğun tefsirine
göre "kötülük" şirktir. Sözlerin en uygunu da budur. Çünkü cenabı
hakkı kazanma/etme lafzı ile" kuşatma lafzını birbirinden ayırarak şöyle
buyurdu:
"Hayır! Kim bir
kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..."
Eğer böyle olmasaydı,
bu iki lafzın birbirinden ayrı olmasına gerek kalmazdı. O halde
"kötülük"ten maksat şirk'tir. Müşriğin şirkten başka da hataları da
vardır ve burada hatalarının onu kuşattığı ve bundan O'nun tevbe etmediği bildirilmektedir.
O halde ayeti
kerimedeki ebedilik, kafirlerin, ebediliğidir ve bu nedenledir ki müminlerin
ebediliğiyle kıyaslanmış-tır.
"İman edip
yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı
kalacaklar." (Bakara: 2/82)
Aynı şekilde ayeti
kerimedeki "seyyie /kötülük" kelimesi nekredir. Ve ititfak ile bu
seyyiat cinsi değildir. Kişi küçük günahlar işlemeye devam ettiği halde iman
ve güzel amelleri bulunursa kitab, sünnet ve icma ile bu vaide müs-tehak
değildir.
Yine şeyyie lafzı
Kur'an'da başka yerlerde de şirk manasında kullanıldı.[570]
Ve yine
"seyyie" kelimesi, kötü hal ve kötü mekan anlamına da gelir.
Bunun benzeri şu kavli
ilahidir:
"Onlardan bir
kısmı da. "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik, ahirette de bir iyilik
ver." (Bakara: 2/201)
Buradaki iyilik
herhangi bir iyilik değil, tüm iyilik ve hayırlardır.
"Seyyie"
lafzı sıfat olabildiği gibi bazen de vasıflıktan is-miyeye intikal eder.
(Sayii)'den maduldür. Lazım ve müteaddi olarak kullanılır ve "sae hazul
emr" ve "hüve seyyiun" denilir. Kabiha ve hüve kabih, habise
fehuve habis denilmesi gibi. Bu nedenle hasene/iyiliğin mukabilinde söylenir.
Bazen: "Saeni
haza'l emr" ve "haza mimma yesuu füla-na" denilir ki, bu şu
ayetlerin ifadeleri ile aynı anlama gelmektedir:
"Yüzünüzü kuru
etsinler.." (İsra: 17/7)
"İnkar edenlerin
yüzleri kararacak" (Mülk: 67/28)
"Elçilerimiz Lut'a gelince, onların yüzünde üzüldü (sie binim),.."
(Hud: 11/77)
Seyyie/kötülük, hadi
zatında çirkinliğin ta kendisidir ve iyiliğin sahibine mutluluk ve iyilik
vermesi gibi, mutlak kötülük küfüfdür ki bu durumda kötülük vasfı, onun için
lazımdır yani o haddi zatında çirkinliğin ta kendisidir. Ancak küfür dışındaki
kötülükler, bağışlanabilir ve dolayısıyla sahibine zararı dokunmayabilir.
"Kötülüğü
kendisini çepeçevre kuşattı" denilmesi kötülüğün sahibine zarar verdiği
ve onu kuşattığı dolayısıyla ne başka iyiliklerde bundan çıkmanın mümkün olmadığı
anlaşılmaktadır. Tevbe ve iman dışında hiçbir iyilik küfre mukabil değildir.
Cenabı Hakk bir başka
ayeti kerimede şöyle buyurdu: "Güzel amel edenlere daha güzel mükafaat
(cennet), bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de
bir horluk. İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.
Kötü amel kazananlara
gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları bir de zillet kaplayacaktır.
Onları Allah'tan koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden
bir parçaya bürünmüşlerdir. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi
kalacaklardır."(Yunus: 10/26-27) İbn Abbas şöyle dedi: "Onlar şirk
işlemişlerdir."[571]
Çünkü Hakk Teala, Onların sadece kötülükler işlediklerini belirtmiştir. Eğer
mü'min olsalardı, onların sadece kötülükleri değil, iyilik ve kötülükleri
olurdu.
Yine bu ayeti kerimede
de "ve kötülük eder" denilmiştir, ve iyilik zikredilmemiştir. Cenabı
Hakk, kimseye zerre kadar dahi, zulmetmez, Bu ifadenin kullanılmış olması ortada
kötülükle beraber iyiliğin bulunmadığını gösterir ki, ancak küfür kötülüğü
böyle olur.
Lut kavmi içinde şöyle
buyuruldu:
"Daha önce de o
kötü işleri yapmaktaydılar." (Hud: 11/78)
Lut kavmi birçok
yönden kafir idiler:
Fuhuşu meşru ve helal
kabul etmeleri cihetiyle şirk cihe-tiyle. Ve Peygamberleri yalanlamaları
cihetiyle.
Onlar tüm bu küfürleri
işlediler. Şirk ve yalanlama bakımından, diğer müşrik kavimlerle aynı olmakla
beraber, fuhşu helal kabul etme hususiyeti ile diğerlerinden ayrı bir özelliğe
sahip idiler.
Dolayısıyla,
başkalarının cezalandırılmadığı bir biçimde, özel bir ceza ile helak
edildiler. Tevrat ve Kur'an'ın fu-huşa uyguladığı recm cezası ile yani
taşlanarak öldürüldüler.
Aynı şekilde: Mutad
olanın ötesinde işlenen suçlar için-fülan skandal işledi veya helak edici suç,
büyük günah işledi gibi ifadeler kullanılır.
Şeyyie/kötülük
kelimesi de umumi veya giderilmesi mümkün olmayan ve sahibini helaka sürükleyen
anlamında mutlak anlamda olabilir ki bu küfürdür.
Umum iki çeşittir:
Efradını toplayan umum ve cüzleri için bütün olan umum.
Bunun için şöyle bir
örnek verebiliriz:
Fulana ihsan ve ikram
-et" denildiğinde burada fiil nekre halindedir ve bu fiilin muktazası
"ona ihsan et" demektir. Yani ona sadece bir çeşit iyilik ve ihsan
değil, mutlak olarak ihtiyaç duyduğu tüm iyilik ve ihsanları yap demektir.
"Güzel amel
edenlere daha güzel mükafat (cennet), birde fazlası vardır" kavli
ilahisindeki güzel amel, mutlak olarak emrolunan herşeyi kapsadığı gibi,
kötülük de, yasaklananları kapsar, ve kötülüğün başı olan şirk de bu kapsama
girer. Aynen iyiliklerin başı olan imanın ihsanın kapsamına girmesi gibi. Ve
yine şu ayeti kerimede bu şekilde tefsir
edilmiştir:
"Kim iyilikle
gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.
Kötülükle gelen
kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar, (onlara) "Ancak
yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (denilir)" (Neml:
27/89-90)
Selef: Kötülük
şirk'tir derken diğer günahların kötülük kapsamından çıkarılmasını murad
etmemiştir. Başta şirk olmak üzere, tüm günahlar kötülüğe dahildir.
Bu nedenle
"Ehatat bihi hatietühu" ve bir başka rivayet-tede
"Hatiatuhu" yani "hataları/günahları onu kuşatırsa"
buyrulmuştur.
Allah Subbanehu ve
Teala daha iyi bilir. [572]
[1] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 3.
[2] Hutbetul Hace' ismiyle meşhur olan bu duayı cuma,
nikah vesa-ir konuşmalarında okuyan Rasulullah (s.a.v) bizzat sahabelerine
öğretmistir. Bu hadisi Abdullah b. Mesud (r.a)'dan şunlar tahric etmişlerdir.
Ahmed : 1/392, 393, 432, Ebu Davud: 2/591 -592, İbn Mace: 1/609-610,
Tirmizi: 3/413-414, Nesai: 6/89. Hadis sahihtir.
[3] Abdullah b. Reşik el - mağribi. İbn Teymiyre'nın
eserlerini yazardı. Dindar, alim ve abid bir şahıstı. Aile sahibi idi ve
insanlara borçlan vardı.
[4] Menakıb Şeyhu'l islam s: 21-22, ibn Abdulhadi.
[5] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 3-8.
[6] el-Kamil fi't Tarih: 9/330
[7] el- Kamil fi't Tarih: 9/330
[8] el-Bidaye ve'n Nihaye (ibn Kesir) 13/91.
[9] Hakkında bilgi için Tarih ibn Verdi 3/430 ve el-
Bidaye ve'n Nihaye 13/354
[10] el-Bidaye ve'n Nihaye 13/338.
[11] Barbarlığı ile meşhur Tatar hükümdarı. Ülkeleri yıktı,
yağmaladı, halkı köleleştirdi. 624'de öldü. Hakkında bilgi için Siyerül A'lam
(Ze-hebi) 22/243-244. sh. bakınız.
[12] Bidaye ve'n Nihaye 13/90.
[13] El- Kamil fi't-Tarih: 9/329-330
[14] Abdulah b. El Müstansır billah. Irak'daki son Abbasi
halifesi.
[15] el- Bidaye ve'n Nihaye 13/216
[16] Harran: Türkiye'nin Güneydoğusunda bulunan eski bir
yerleşim alanı. Urfa kentine bağlı bir ilçe. Tatar yıkımından sonra tekrar eski
mamur hale getirilmiştir.
[17] el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/8
[18] Sultan Nasır Muhammed Kalavan b. Abdullah es- Salihi
745'de vefat etti. El-Bidaye ve'n nihaye: 14/202, Şuzurutuz zeheb: 6/134.
[19] el- Bidaye ve'n Nihaye : 14/17.
[20] el- E'lamu'l Uliyye (Bezzar) sh. 67
[21] el- Bidaye ve'n Nihaye: 14/24-28.
[22] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 9-13.
[23] El-Bidaye ve'n-nihaye: 14/20.
[24] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 14-15.
[25] Yusuf b. Abdurrahman b. Yusuf Ebu'l Haccac el- Mezi
Mu-haddislerin şeyhi. Büyük hadis hafızı zamanın da imamı. "Tehzibul Kemal
fi Esmai'l Rical ""Tuhfetu'l Eşraf bi marifeti'l Atraf" gibi
değerli eserleri vardır. Hicri 742 yılında vefat etti. bkz. el- Bidaye ve'n
Nihaye 14/203 Mucemu'ş Şuyuh (Zehebi) 2/384-390, Şuzuratu'z zeheb 6/137.
[26] Yahya b. Şeref en-Nevevi. zamanının büyük muhaddis ve
faki-hi. "et- Tibyan fi Adab Cümleti'l Kur'an ve "Şerh Sahihi
Müslim" gibi eserleri vardır. 676 yılında vefat etti. bkz: el-Bidaye ve'n
Nihaye: 13/294.Şuzurut'uz Zehebi: 5/354.
[27] Muhammed b. Ali b. Veheb Takyüddin b. Dakik el-lyd.
Başta hadis ilmi olmak üzere bir çok ilim dalında imam. "el-imam fil
Hadis", ve "Şerh Umdetu'l Ahkam li Hafız Abdulğani" gibi
eserleri vardır. 703 yılı Safer ayında vefat etti. bkz: Mucemu'l muhtas bi'l
Muhaddisin (zehebi) sh. 250-251, Şuzurutu'z Zeheb: 6/5
[28] Ebu'l Muzaffer Yusuf b. Eyyub b. Şazi, Salahuddin el-
Eyyubi el- Kürdi. 589 yılında vefat etti. bkz: Vefiyatul A'yan: 7/139-218, Şuzuratu'z
Zeheb: 4/298.
[29] Hal tercümesi için bkz: Vefiyatu'l A'yan: 5/196.
[30] Muhammed b. Abdillah b. Tumurt el- Masmudi el-Berberi
-524'de öldü. bkz: Şuzuratu'z Zeheb: 4/70-72.
[31] Abdulmümin b. Ali et- Tilmisani Muğrib ve Endülüs
hükümdarı 558'de vefat etti. bkz. Şuzuratu'z Zehebi: 4/183.
[32] Hutat el-Makrizi 3/358-359
[33] Hükümdar ez- Zahir Rüknüddin Baybars el-bunduk dari
Mısır ve Şam hükümdarı. 676'da öldü. bkz: el- Bidaye ve'n-Nihaye: 13/289
Şuzuratu'z Zeheb: 5/349-350.
[34] Mukaddime sh. 496.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 15-17.
[35] Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr. el- Ensari el- Hazreci
el- Maliki Ebu Abdullah el- Kurtubi. "el Camiul Ahkamul Kuran"
isimli meşhur tefsirin müellifi. Başka eserleri de mevcuttur. 671 'de vefat
etti. bkz: Tabakatul müfessirin (suyuti) sh. 79
[36] Muhammed b. Yusuf b. Ali b. Hayyan el- Endiilisi el-
Gırnati. Nahiv, lügat, tefsir ve edebiyat imamı. 654'de doğdu. Tefsir'de
"Bahrul Muhit" i yazdı. Başka eserleri de mevcuttur, bkz: Tabakatul
kurra 2/285-286.
[37] Ahmed b. Yusuf b. Muhammed el- Halebi.
"Semin" diye bilinir. Kıraat ve Nahiv alimi "Tefsirul
kur'an," "Ahkamul kur'an" gibi eserleri vardır. 756'da vefat
etti. Tabakatu'l kura (İbn Cezeri) 1/152
[38] İsmail b. Ömer b. Kesir ibn Teymiyye'nin
öğrencilerinden biri. Hal tercümesi ileride gelecektir
[39] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 17-18.
[40] Biz İbn Teymiyye'nin sadece kısa bir öz geçmişini
aktaracağız. Yoksa Şeyhu'l islam'ın hayatı hakkında yeni ve eski birçok
müstakil eser yazılmıştır. O'nun hakkında daha fazla bilgi için şu eserlere
bakılabilir.
el-
Ukud ed- Dürriye fi menakib Şeyhu'l islam ibn Teymiyye (İbn Abdulhadi)
el-
'E'lamu'l ilıyye (Ömer el-Bezzar)
el-
Kevakibu'd Düriyye (Meri b. Yusuf el- Kermi)
eş-
Şehadetü'z zekiyye fi senail Eimme ala ibn Teymiyye (Meri elKermi)
er-
Reddül vafir: (ibn Nasri'din ed- Dımeşki)
Bais
en-Nahda : (Prof. Muhammed Halil Haras)
İbn
Teymiyye ve Cevdetuhu fit Tefsir: (İbrahim Halil Bereke)
İbn
Teymiyye hayatuhu ve asruhu (Muhammed Ebu Zehrel)
Batalul
İslah (Mahmud Mehdi el-İstanbuli)
Şeyhul
islam. (Sadık Muhammed)
Takiyuddin
Ahmed b. İbn Teymiyye. (Kamil Muhammed Üveyde)
Şeyhul
İslam... (Abdurrahman Abdulhalık)
İbn
Teymiyye ... (Selim el- Hilali) /
Hayat
ibn Teymiyye... (Muhammed Behçet el- Baytar)
Evrak
mecmua... (Nasıf Muhammed eş-Şeybenil)
el-
Bidaye ve'n Nihaye (ibn Kesir 14/41-145)
ez-
Zeyl (İbn Receb) 2/387-408
ed-
Dürer el- Karnine (ibn Hacer) 1/154-170
Tabakat
(Davudi) 1/46-50.
Tezkiretül
Huffaz..(Zehebi) 4/496-İ492.
el-
Mucem (zehebi) 54.23-27.
[41] Bkz. el - Ukud ed- Dürriye fi menakib Şeyhul islam ibn
Teymiyye, sh. 3.
[42] el Ukud ed- Dürriye. 54.4
[43] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 18-19.
[44] Bkz. Fevatu'l Vefiyat 1/26.
[45] Hakkında bilgi için: Şuzuratu'z-Zeheb: 5/376.
[46] Bkz. Marifetul kurra (Zehebi) 653-655
[47] Hakkında bilgi için. Şuzuratuz Zeheb 6/76-77
[48] Bkz. el- Ukud ed- Dürriye sh 4-5.
[49] el- A'lamsh. 18
[50] Bkz. Mecmuu Fetva Şeyhu'l islam 5/5-121.
[51] Dımeşk valisi
[52] Ş afi fcadıst
[53] el- Bidaye vern Nihaye: 14/4-5
[54] Bkz. el- Bidaye ve'n Nihaye 14-54.
[55] Şeyhu'l-islam bu risaleden "Akidetu'l
vasıtıyye" yi kastediyor.
[56] Bkz. el-Ukud ed- Düriyye sh. 137-138, ez- Zeyl ala't
Tabakat el-Hanebile 3/396.
[57] Muzaffer Ruknuddin Baybarı el- Caşinkir. Sultan nafiz
Muham-med b. Kalavin'in tahtan inmesi üzerine, o'nun yerine tahta oturmuştur.
Sultan Nasır inmesi üzerine, o'nun yerine tahta oturmuştur. Sultan nasır geri
dönünce kaçmak zorunda kaldı ve 709 yılında öldü.
[58] Şerefüddin Abdullah b. Abdul halim b. Abdul selam b.
Teymiyye. Ve; Zeynüddin Abdurrahman b. Abdulhalim b. Abdul selim b. Teymiyye.
Abdullah'ı daha önce tanımıştık.
Abdurrahman'a gelince; diğer kardeşleri gibi o da faziletli bir alim
idi. Ömrü boyunca kardeşi takıyuddin'e hizmet etmiş ve sevgisinden dolayı
yanından hiç ayrılmamıştır. Hapishaneye girdiğinde dahi ondan ayrılmamıştır.
747 yılında vefat etti. Bkz: Mucemu'ş şuyuh el- Kebir (Ze-hebi) 1/361-362
[59] el- Ukud ed- Dürrize 54-184, Bidaye ve'n Nihaye
14/55-56.
[60] el- ukud ed. Dürriye: 54-177.
[61] Bkz. - el- Ukud ed- Dürriye: Sh. 177 -178
[62] Bkz. el- Ukud ed- Dürriye sh. 184.
[63] el- Ukud ed- Dürriye sh 192.
[64] el- Ukud ed- Dürriye 54-212.
[65] el- Ukud ed- Dürriye 54-218.
[66] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 19-25.
[67] el- Ukud ed- Dürriye sh. 4
[68] Hakkında daha geniş bilgi için. Bkz. Fevatül Vefiyat
1/81-82
[69] İbn Teymiyye Mecmuu Feteva (18/77)'de Şeyh Ahmed b.
Ab-duddaim'den hadis nakletmiştir.
[70] Feteva (18/95)'de Şeyh Abdurrahman b. Muhammed'den
hadis nakletmiştir.
[71] Hakkında daha geniş bilgi için bkz: el-Bidaye
ve'n-nihaye: 13/320, ez-zeyl ala Tabakat el-Hanabile: 2/304-310.
[72] Hakkında bilgi için: el- Bidaye ve'n Nihaye:
13/361-362
[73] Hakkında bilgi için Bkz: el- Bidaye ve'n Nihaye:
13/365
[74] Hakkında bilgi için. Bkz. ez-Zeyl ala Tabakatul
Hanabile: 3/342.
[75] Bilgi için. Bkz. el- Bidaye ve'n Nihaye: 14/62.
[76] Hakkında bilgi için. Bkz. mucemu'ş Şuyuh el-Kebir
(Zehebi): 2/13-14.
[77] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 25-27.
[78] ez-Zeyl ala Tabakatul Hanabile 2/388
[79] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 27.
[80] el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/21-222.
[81] ez-Zeyl ala Tabakat 2/436.
[82] Hakkında bilgi için. Bkz. el-Bidaye ve'n Nihaye:
14/221-222. Tezkiretül Huffaz: 4/1508
[83] Bkz. Gayetun nihaye fi Tabakatil Kurra: 2/71
[84] Bkz. Bidaye ve'n Nihaye: 14/246-247 Şuzuratuz zehebi
6/168-170
[85] Bkz. el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/308 Şuzuratuz zeheb:
6/199-200.
[86] Daha geniş bilgi için: Bkz. ed- Dürerül karnine:
1/129.
[87] Bkz: ed-Dürerül karnine: 1/399-400
[88] Diğer öğrencilerini öğrenmek için Şeyhul islamin
hayatını anlatan kipatlara bakabilirsiniz.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 28-30.
[89] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 30.
[90] el-Ukud ed-Dürriye sh: 20
[91] el-A'lamsh, 20-21
[92] el-Ukud ed-Dürriye s: 4 10-11; Tabakatul Hanabile
2/391
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 30-31.
[93] el-A'lam: sh.30
[94] El-Ukud ed-Dürriye sh: 20.
[95] El-Zeyl: 2/391.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 31.
[96] El-Ukud: 18.
[97] El-Zeyl: 2/389.
[98] El-Bidaye ve'n Nihaye: 14/142.
[99] Ed-Dürerü'l Karnine: 1/160.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 31-32.
[100] El-Ukud: 18-19.
[101] El- A 'lam: 31-32.
[102] El-Zeyl: 2/389-390
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 32-33.
[103] El-Ukud ed-Dürriye sh: 10-11; Şehadetü' Zekiyye sh: 48;
El- Ke-vakibu'd Dürriye, sh: 59
[104] El-Mucemul muhtas bil muhaddisin (Zehebi): 54, 25, 26.
[105] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 33.
[106] Bl-Ukud ed-Dürriye sh. 20-21.
[107] El-Ukud ed-Dürriye sh. 48.
[108] El-Ukud ed-Dürriye sh. 48.
[109] El-A'lam. sh. 23.
[110] Ihlas Suresi.
[111] Taha Suresi.
[112] El-A'lam sh. 20-21.
[113] El-A'lam sh. 26.
[114] Tezkiretu'l Huffaz: 4/1496.
[115] Ez- Zeyl ala Tabakat: 2/405.
[116] El-Vafi bi'l vefiyat sh: 23-30.
[117] Fevatul vefiyat: 1/75-80.
[118] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları:
33-36.
[119] Kahire'de İbn Teymiye yayınevi tarafından basıldı.
[120] Riyad'da el-Abikan yayınevi tarafından basıldı.
[121] İbn Abdulhadi Ukud.ed-Dürriye'de bildirdi.
[122] İbn Abdulhadi, Ukud ed-Dürriye'de bildirdi.
[123] Beyrut'ta islam yayınlan tarafından basıldı.
[124] Medine'de ulum ve'l hikem yayınları tarafından
basıldı.
[125] Riyad'da el-Abikan yayınları tarafından basıldı.
[126] Elinizde bulunan bu kitap.
[127] Hindistan'da, Daru's selefiyye tarafından basıldı.
[128] Hindistan'da, Daru's selefiyye tarafman basıldı.
[129] İmam Muhammed b. Suud ünv. tarafından 11 cilt halinde.
[130] Beyrut'da, Daru! marife tarafından basıldı.
[131] Kahire'de, ibn Teymiyye yayınevi tarafından basıldı.
[132] Beyrut'da İslam yayınları tarafından basıldı.
[133] Beyrut'da islam yayınları tarafından basıldı.
[134] Riyad'da maarif yayınları tarafından basıldı.
[135] Tanta'da Daru's sahabe tarafından basıldı.
[136] 11 cilt halinde kahire'de ibni Teymiyye yayınları tarafından basıldı.
[137] Beyrut'da, Darul Küttab el- Arabile tarafından
basıldı.
[138] Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım tarafından derlendi
ve 37 cilt halinde Kahire'de basıldı.
[139] Prof. Muhammed Seyyid el-Celind tarafından 6 cilt
halinde derlenip, Ulumu! Kur'an müesseseleri tarafından Dımeşk'de basıldı.
[140] Abdurrahman Umeyra tarafından derlenip 7 cilt halinde
Bey-rut'daki Darul kütübil ilmiyye tarafından basıldı.
İbni
Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 36-37.
[141] Bkz. el-Ukud ed-Dürriye: sh. 246; El- A'lam: sh. 482;
Tezki-retu'l Huffaz 4/1498; el-Bidaye ve'n-Nihaye: 14/141; ez-Zeyl ala
Taba-latıl Hanabile: 2/405.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 37-38.
[142] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 38.
[143] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 338.
[144] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 39.
[145] Bkz. Mecmuu feteva: 15/10-19
[146] Tefsirul Kayyım. Sh: 240-250.
[147] İlamül Muvakkin Bkz: S: 438-458.
[148] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 39-44.
[149] Bkz. Tefsirul Kayyim: 4/48.
[150] Tefsirul Kayyım: 4 404, 405
[151] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 44-45.
[152] Bkz. Dakaiku't Tefsir: 3/273-275
[153] Bkz. Tefsiru'tTabari: 16/140.
[154] Tefsir ibn Kesir: 4/319-320.
[155] Bkz: en-Nükt ve'1 Uyun: 3/47
[156] Tefsir ibn Kesir: 4/320
[157] Tefsir ilm Kesir: 4/320.
[158] Tefsir ibn Kesir: 6/554.
[159] Tefsir ibn Kesir: 6/559.
[160] el- Cavabu's Sahih limen beddele Dine'l Mesih: 1/32.
[161] Aynı kaynak: 1/318.
[162] el-Cevabu's Sahih: 1/318.
[163] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 45-50.
[164] Muhammed Cemaluddin b. Muhammed Said b. Kasım
el-Hal-lak. Hüseyn Sabit'in neslinden. 1283'de doğdu.
Döneminde Şam'ın imamı idi. Alim ve Edib. Taklide karşı idi. Birçok
eserinden bazıları şunlardır. Büyük tefsiri "Mahasinu't Tevil" 17
cilt. "Kavaidu'tTahaddüs..Hicri 1332 yılında vefat etti. Hakkında bilgi
için Zerkeli'nin el- A'lam (2/135)'na bakınız.
[165] Mahasinu't Tevil 1/16-18.
[166] Mahasinu't Tevil 1/16-18.
[167] Mahasinu't Tevil 1/16- 18 ve mukaddime fi usulüt
Tefsir sh: 76-77
[168] Huhari, İman Kitablannda: 1/8'de rivayet etti.
[169] Buharı, İmam kitabı: 1/18'de rivayet etti.
[170] Mahasinu't Tevil: 1/222, Kitabu'l iman sh. 83.
[171] Mahasinu't Tevil 1/222 249, Kitabul İman: 83-114.
[172] Mahasinu't Tevil 4/752-784, Mecmuu'l Feteva
13/270-313.
[173] Mahasinu't Tevil 4/784
[174] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 50-53.
[175] Muhammed Reşid Rıda b. Ali Rıda Aslen Bağdat'h ve
Hüseynin neslinden. İslami İslah liderlerinden biri idi. Hadis, Edebiyat ve Tarih
ve Tefsir alimi. Muhtelif eserleri vardır. Bunlardan en meşhur olanı
"Tefsirul menar" ismini verdiği Kur'an-ı Kerim tefsiridir ki bu
tefsirin ismini verdiği kuranı kerim tefsiridir ki bu tefsirin 12 cildi
basılmış gerisi tamamlanmadan vefat etmiştir. Ayrıca Menar dergisi ki 34 sayı
yayınlanmıştır. Hicri 1354 yılında vefat etti.
Hakkında bilgi için Zirikli'nin el A'lam (6/126)'ına bakınız.
[176] Tefsiru'l Menar: 8/356.
[177] Buhari 8/160 (el-i'tisam bi'l kitab vessünne)
[178] Tefsiru'l menar 1/8
[179] Aynı kaynak 1/9.
[180] Aynı kaynak 1/9
[181] Aynı kaynak 1/9.
[182] Tefsiru'l-menar: 1/9.
[183] Bkz. Mukaddime fi usuli't-tefsir s: 95.
[184] Bkz. İbn Teymiyye ve minhecihi fi't-tefsir. (Nasır b.
Muhammed el-Hamid)
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 53-57.
[185] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 58.
[186] el- Ukud ed- Dürriye: Sh, 24-22.
[187] Bkz. el- Mesail (Muhammed b. Abdulvehhab) sh 71-80.
[188] Bkz. Mecmua Feteva 14/68-69.
[189] el -Ukud ed- Dürriye sh. 240. 58-59.
[190] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 60-61.
[191] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 62.
[192] Bkz. Müşkil ayetlerin tefsiri (sh 234-238).
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 62-63.
[193] Mukaddime fi usulit Tefsir sh, 92 .
[194] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 282-284 64
[195] Bkz: Müşkil ayetlerin tefsiri Sh 243-245.
[196] Bakınız: Müşkil Ayetlerin Tefsiri, sh 383.
[197] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 508- 509 66
[198] Bkz. müşkil Ayetlerin Tefsiri sh: (349-351).
[199] Bkz. Aynı kaynak: s: 345.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 63-67.
[200] Mukaddime fi usulü't Tefsir Sh: 93.
[201] Aynı kaynak (sh, 97)
[202] Bkz: Müşkil ayetlerin tefsiri Sh 335-339.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 68-69.
[203] Bakınız: Muşkil Ayetlerin Tefsin: 429-430.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 69.
[204] Müşkil ayetlerin tefsiri sh 149-150.
[205] Müşkil ayetlerin Tefsiri, 167-168.
[206] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 69-70.
[207] el-A'lam sh, 22.
[208] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri, sh, 364-365.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 70-71.
[209] Müşkil ayetlerin Tefsiri sh, 196
[210] Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh 466
[211] Aynı kaynak, sh, 467.
İbni
Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 71-72.
[212] Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 241-242.
[213] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 72-73.
[214] Aynı kaynak, sh - 275- 276.
İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 73-74.
[215] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 74-75.
[216] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 75-76.
[217] Nasb ile okuyanlar: Nafi el-Medeni, İbn Amir eş- Sami,
Asım el- Kufi, Hamza el- Kufi, Ali el-Kesai el- Kufi
Elifi kesra ile okuyanlar: Abdullah b. Kesir, Ebu Amr el- Basri, Yakub
el- Basriye Halef. Ebu Bekir ise her iki kraatle de okumuştur.
[218] "Enne", "Lealle" anlamındadır
diyenlerden arasında Yahya b. Ziyad el-Ferra ve, ez- Zuccac'da vardır.
Bkz.
Meanil kur'an (Ferra) 1/ 350.
Meanil Kur'an ve irabuhu (Züccac) 2/282-283.
[219] "Ma edri enneke sahibuka" yani
"Lealleke sahibuhu" anlamındadır dediler.
[220] Ceza', küfürde İsrar edenler içindir ve Allah (c.c.)
tevbe edenleri bağışlamaktadır.
Kur'an'da
bu hussu teyid eden birçok ayet vardır.
Nisa
suresinin 17 ve 18 ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'ın
kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de so nra tez elden tevbe
edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesi-ni kabul eder, Allah her şeyi
bilendir, hikmet sahibidir.
Yoksa kötülükleri yapıp yapıpda içlerinden birine ölüm çatınca "Ben
simde tevbe ettim diyen ve kafir olarak ölenler için tevbe yoktur. Onlar için
acı bir azap hazırlamışızdır."
[221] Abdullah b. Osman b. Amir el- Kurşi, Ebu Bekir
es-Sıddık b. Ebu Kuhafe. Rasulullah (s.a.v)'in halifesi. Sıddık lakabını,
doğruluğundan dolayı Cahiliye döneminde aldığı rivayet edildiği gibi,
Rasulullah (s.a.v)'in isra ve mirac'ını doğruladığı için aldığı da rivayet
edilmiştir. Fil vakasından iki yıl sonra doğmuştur.
Rasulullah (s.a.v)'in peygamberliğinden önce de arkadaşı idi ve ilk
müslümanlardan oldu. ve vefatına kadar Rasulullah (s.a.v)'in yanından ayrılmadı
ve tüm gazvelerine katıldı. H. 13 yılında vefat etti.
[222] Ebu Bekir'in bu sözü Buhari ve Müslin'in Katede
(r.a)'den rivayet ettikleri "Ganimet malının tamamının bir kişiye mahsus
olması" hadisinde geçmektedir.
La ha Allah izen aslında Le ha Allah izen'dir, Hemze tahfifen
hazfe-dilmiştir. Anlamı: (Hayır, böyle olmaz, demektir.)
[223] Bu ayetin kıraati konusunda 20'ye yakın rivayet
vardır. Fakat İbn Teymiyye'nin tasvip ettiği kıraat, yani Ba'nın (Abede) fetha
ile okunması ve ta'nın (Tağut) nasbi en sahih kıraattir. Bu kıraat aynı zamanda
Abdullah b. Amir, Abdullah b. Kesir, Asım b. Ebi'n-Nucud, Ebu Amr b. Ala, Nafi
b. Abdirrahman, Ali b. Hamza, Ebu Cafer Yezid b. Ka-kaa, Yakub b. İshak, ve
Half b. Hişam'ın da kıraatidir. Hamza zamme (Abude) ve (Tağuti) kere ile
okumuştur.
İbn Teymiyye'den önce Taberi de Tefsirinde bu kıraati tasvip etmiştir.
[224] Tabari, bu "ma"ya istifham içindir derken,
Zemahşeri nafiye olduğunu söylemiş ve istifham olmasının da mümkün olduğunu
belirtmiştir. Fakat Zemahşeri'nin bu görüşü Mekki b. Ebi Talib ve Ebul Baka
el-Akberi tarafından reddedilmiştir.
[225] Cenabı Hakkın şu ayetinde buyurulduğu gibi;
"(Allah'a) ortak koşanlar, ortaklarını gördükleri zaman, der-
Ierki: Rabbimiz! işte bunlar, seni bırakıp da tapmış olduğumuz
or-taklarınıızdır. Onlar da bunlara, "siz mutlaka yalancılarsınız" diye
söz atarlar." (Nahl: 16/86).
[226] Abdurrahmen b. Ebi Hatim Muhammed b. İdris er- Razi
el- Hafız es- Sebt. ilmini babasından ve Ebu Zera'dan aldı. Muhtelif ilimlerde
ve rical konusunda bir okyanıs gibi idi. Fıkıh ve fıkhi ihtilaflar konusunda eserler
yazdı. En önemli eseri "et-tefsiru'l-kebir"dir. 327 yılında vefat
etti.
[227] Abdullah b. Necih Yesar es- Sekafi. Tefsir sahibi.
Sahabi Ab-nes b. Şerik'in kölesi. Sika'dır. Mücahid'in öğrencilerinden. 135'de
vefat etti.
[228] Mücahid b. Cebr. Mekke ehlinden. Tabiinin
müfessirlerinden ibn Abbas'ın öğrencisi. Kurra ve müfessirlerin Şeyhi Hicri 101
veya 102 yılında vefat etti.
[229] Hasan b. Yesar el- Basri Tabiinden, Hicri 21 yılında
doğdu ve Zeyd b. Sabit'in kölesi idi. Sika, fakih, faziletli ve meşhur bir zattır.
"Tefsiri" i vardır. Hicri 110 yılında vefat etti.
[230] Dahhak b. Müzahim el-Hilali Müfessir ve sika, ilim
okyanusu 105 yılında vefat etti.
[231] Abdurrahman b. Ali, Ebul Ferec ibn Cevzi olarak
meşhurdur. Başta tefsir olmak üzere bir çok ilim dalında otorite idi. Birçok
değerli eseri vardır. Bunlardan en meşhuru Zadul mesir fi ilmit-tefsir"
adlı tefsiridir.
[232] Atyye b. Sa'd Cünade el- Avfin. Tabiinden. Hadis
otoriteleri tarafından genellikle eleştirilmiş ve zayıf olduğu söylenilmiştir.
Sika'dır diyenler de vardır. 111 yılında vefat etti.
[233] Abdullah b. Abbas b. Muttalip peygamber (s.a.v)'in
amcası oğlu. Hicretten 3 yıl önce doğdu. Sahih rivayete göre Rasulullah
(s.a.v) onu kucaklayarak "Allah'ım ona hikmeti öğret" buyurdu. Hibrul
Arab olarak bilinir. Hicri 68 yılında vefat etti.
[234] İmamul Allame Ali b. Muhammed b. Habib el- Basri. el-
Ma-verdi. Şafii fıkhı konusunda son söz sahibi. Döneminde baş kadılık yaptı.
Meşhur eserlerinden bazıları şunlardır: Tefsir alanında "en- Nüket ve'l
uyun" şafii fıkhı alanında: el-Havi ve "Kitabu'l Ahkamu's Sultaniye"
450 yılında vefat etti.
[235] Mesela Buharı Enes b. Malik (r.a)'den şöyle rivayet
etmiştir. "Siz öyle ameller işliyorsunuz ki bu ameller sizlerin gözünde
bir arpa tanesi kadar dahi önemi yok. Oysa biz peygamber (s.a.v)'in döneminde
bu tür davranışları, helak edici ameller olarak görürdük."
[236] Übey b.'Ka'b.Kays el-Ensari, Kari. Peygamber
(s.a.v)'de o'nu ilminden dolayı tebrik etmiştir. Ömer (r.a) birçok zor meselede
onun görüşüne başvururdu. Hicri 30 yılında vefat etmiştir.
[237] Abdulmelik b. Habib el-Cevni el-Basri Tabiindendir.
İbn Ha-cer O'nun için "Sika" dedi. 128 yılında vefat etti.
[238] İbrahim b. Ebi Able, Ali Semi b. Yakzan'dır.
ed-Dımeşki Tabi-inlerin sonuncularından büyük bir alim sika'dır. 152 yılında
vefat etti.
[239] Bu kıraat şazdır. Aynı kıraati Kermani ve ibn Cevzi de
zikretmişlerdir.
[240] Muammer b. El -Müsni et-Teyemi 110 yılında Hasan el-
Bas-ri'nin vefat ettiği gece doğdu. Dil alimidir. "Mecazu'l Kur'an"
meanil Kur'anı ve "irabül Kur'an" gibi eserleri vardır. 209 yılında
vefat etti.
[241] Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dinari. Dil alimidir.
Alim ve Fazıl bir şahıstır. "İ'rabü'l-Kuran", "Tefsiri Garibul
Kur'an" ve "Tevil müşkilil Kur'an" gibi eserleri vardır. 276
yılında vefat etti.
[242] Ebu Bekr el- Enbari, Muhammed b. Kasım kıraat ve Nahiv
Alimi. Bağdat'lı. "Kitabu'l Vakfı ve'l ibtida" ve "Kitabu'l Red
ala men halefe mushafı Osman" gibi eserleri vardır. H. 328 yılında vefat
etti.
[243] Bu görüşleri Taberi Tefsir'inde (29-20) ve Zücac,
Meani'l Kur'an'ında (5/205) nakletmişlerdir.
[244] Taberi Tefsirinde bu kişinin Ebu Celil olduğu rivayet
edilmişti. Bkz. 30/225.
[245] Semud kavmi. Dedi ki Semud'un ismini almışlardı ki
Semud, Asir b. İrem b. Sam b. Nuh'un oğludur. Arap idiler ve Hicaz ile Tebuk
arasındaki Hicr bölgesinde yaşamaktaydılar. Putlara tapmaktaydılar. Allah
onlara Salih peygamberi göndererek tevhid'e davet etti. Çok azı müstesna iman
etmediler.
Salih'i öldürmeye çalıştılar. Allah'ın mucize olarak gönderdiği de-ve'yi
öldürdüler ve Allah'ın gönderdiği şiddetli bir sayha ile helak oldular.
[246] Kendilerine Beni Rasib denilen Nuh kavmi. Putlara
tapmakta idiler. Allah Nuh'u göndererek onları putları bırakıp sadece kendisine
tapmaya çağırdı. Ancak çok azı müstesna, iman etmişler. Nuh (as) onlardan umut
kesince, Allah'a dua etti ve onların helakini istedi. Cenabı Hakk da Tufan ile
onları helak etti.
[247] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 77-86.
[248] Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberi. Müfessir,
Tarihçi, İmam. 224 yılında Tabaristan'da doğdu ve Bağdad'a yerleşip orada vefat
etti. Döneminin imamı. Bazı eserleri şunlardır: "Camiul Beyan an Tevili
Ayel Kur'an." "Tezhibul Asar" ve "Ahbarur Rasul vel
Mülük". 310 yılında vefat etti.
[249] Muhammed b. Sa'd b. Muhammed b. Atiyye el- Avfi. İmam
Ta-bari'nin hocası, 286 yılında vefat etti.
[250] Ebu Muhammed b. Sa'd. Adı Said b. Muhammed'dır. Babası
ve Başkalarından hadis rivayet etti. Ondan da oğlu Muhammed ve başkaları rivayet
aldılar. Ahmed b. Hanbel, onun cehmi olduğunu söylemiştir.
[251] Sa'd'ın amcası: Hiiseyn b. Hasan b. Atiyye b. Sa'd el-
Avfi Bağdad'daki Şarkiyye bölgesinin kadısı. Hadislerinin zayıf olduğu rivayet
edilmiştir. 201 yılında vefat etti.
[252] Ebul Hüseyn: Hasan b. Atiyye'dir. Hadis rivayetinde
zayıftır.
[253] Ebul Hasan: Atiyye b. Sa'd b. Cenade.
[254] Bu isnad çoğu ricalinin zayıf olması nedeniyle, zayıf
bir rivayettir.
[255] el- İmam, el Hafız el- Allame Ahmed b. Muhammed b.
İbrahim en- Nisaburi, es-salebi. Büyük alim. Bazı eserleri şunlardır:
"el-Keşf ve'l Beyan fi Tefsiril Kuran" ve "el-Arais fi kısasil
enbiyası. 427 yılında vefat etti.
[256] Ali b. Ahmed b. Muhammed el-Vahidi, en- Nisaburi Büyük
alim ve müfessir el-Basit, el-vasit, "el-veziz"
"esbabun-nuzul" gibi eserleri vardır.
[257] Muhammed Huseyn b. Mesud el- Bağavi. Büyük imam ve
tefsir alimi. İbn Teymiyye ondan övgü ile bahsetmiştir. 516 yılında vefat
etti.
[258] İsmail b. Abdurrahman b. Ebi Kerime imam ve müfessir
Hadis imamları genelde o'nun sika olduklarını söylemişlerdir. 127 yılında vefat
etti.
[259] Müslim b. Haccac b. Müslim el- Kuşeyri en- Nisaburi
Ebul Huseyn. Büyük hadis imamı. Meşhur "Sahih-i müslimin müellifi. 261
yılında vefat etti.
[260] Ebu Malik, Gazvan el- Gıffari. Ammar b. Yasir, ibn
Abbas ve diğer sahabelerden hadis rivayet etti. İbn Hacer onun sika olduğunu
söylemiştir.
[261] Ebu Salih, Bazim. Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin
kölesi. Ta-biindendir. Ali ve İbn Abbas'dan rivayet nakletti. Ondan da A'maş,
is-mali es-Süddi, Süfyan es-sevri ve başkaları rivayet almışlardır. Hadis'inin
zayıf olduğu söylenilmiştir.
[262] Merre b. İsmail şerahil el-Hemadani. el-kufi. ibadet
ve ilmindin dolayı kendisine merretul hayr da denilir. Ebu bekr es -Sıddık,
Ömer ve ibn Abbas'dan hadis rivayet etmiştir. Ondan da Eşlem el-Kufi, Zebid
el-Yemani, Ata b. Saib gibileri hadis almışlardır. Sikadır. 76 yılında vefat
etti.
[263] Abdullah b. Mesud b. Gafil, Ebu Abdirrahman. Meşhur
büyük sahabilerden. İslama ilk girenlerden ve Mekke'de ilk kez açıktan Kur'an
okuyanlardan. Peygamber (s.a.v) ondan kendisine Kur'an okumasını istemiştir.
Ömer bir gün ona bakarak şöyle dedi: "ilim dolu bir kap" 32 yılında
vefat etti.
[264] Mürsel: Lügatta göndermek demektir. İstilanı anlamı
ise, tabiinden sonraki isnadının sakıt olduğu hadistir.
[265] Müsned. Esnede'den ilmi faildir. Bir şeyi nisbet veya
izafe etmek demektir ki istihahi manası şudur: Senedi merfu olarak peygamber
(s.a.v) 'e ulaşan hadistir.
[266] Abdulhak b. Galib b. Abdulmelik b. Galib b. Temam b.
Atiyye Büyük imam. Müfessirlerin zirvesi. Fakih, tüm ilimlerde otorite
"el-muharreu'l veciz fi Tefsiri'1 Kitabı'1 Aziz" isimli tefsiri
meşhurdur. 541 yılında vefat etti.
[267] el-Muharrerul veciz: 10/71.
[268] Bkz. el muharreul veciz: 7/110.
[269] Ka'b b. Sa'd el - Ganevi'nin bir mısrası.
[270] Ebu ishak, ibrahim b. Muhammed ez- Züccac, el-
Bağdadi. Edebiyat ve nahivci "Meani'l kur'an" adlı eseri ile ünlüdür.
311 yılında vefat etti.
[271] Ebu'I Berekat Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah
el-Enbari. Nahivci. Fakih, Salik ve Abid bir şahıs, "el- Bayan fi Garibi
irabil Kur'an", "Esraru'l-Arabiyye" gibi eserleri vardır. 577
yılında vefat etti.
[272] "Kafir olanlar peygamberlerine dedilerki: Elbette
sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, yada mutlaka dinimize döneceksiniz! Rableri
de onlara, "zalimleri mutlaka helak edeceğiz!" diye va'detti."
(İbrahim: 14/13)
[273] Bkz: Mealimut Tenzil: 3/28
[274] Yani Şeyhul islam ibn Teymiyye.
[275] Lebid b. Rebia b. Amir b. Malik. Ebu Akil el- Amr.
Cahiliye dönemi ünlü şairlerindendir. Şiirlerinin Kabe'ye asıldığı büyük
şairlerden biridir. Peygamber (s.a.v)'e gelerek müslüman oldu. Küfe'ye yerleşti
ve H. 41 'de orada vefat etti.
[276] Ümeyye b. Abdullah Ebis Salt. Cahiliye dönemi meşhur
şairlerden islam'dan önce Şam'a göç ederek orada yaşadı. Dinler hakkında bilgi
sahibi idi. İçkiyi ve putlara tapmayı kendine yasak etmişti. Peygamber
(s.a.v)'in risalesini işitince Mekke'ye gelip kur'an dinledi ve geri döndü.
Kureyş bir heyet gönderip, görüşünü sordulanÜmeyye: "Şahitlik ederim ki
Muhammed'in söyledikleri haktır", dedi. Müslüman olacak mısın diye
sorduklarında ise, "Biraz bekleyeceğim" dedi.
Hicetten sonra müslüman olmak için Medine'ye gelirken Bedir savaşında
müşrik akrabalarının öldürülmüş olduğunu duyup, müslüman olmadan Taife geri
döndü ve müşrik olarak H. 5 yılında orada öldü.
[277] Bu beyt, Habeş'lileri Yemen'den kovan ünlü yemen
hükümdarı Seyf b. Zi Yezne ithafen söylenilmiş bir övgü kasidesinden
alınmıştır.
[278] Hadisi Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud, ibn
Abbas'dan rivayet etmişlerdir.
[279] Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi ibn Ömer ve ibn Abbas'dan
rivayet etmişlerdir.
[280] Ömer b. Hattab b. Nefil el-Adevi. Ebul Hafs Hulafai
Raşid'inin ikincisi. Emirul müminin. Büyük sahabi. Kahramanlık, cesaret ve
adalet timsali. Muğire b. Şube'nin kölesi Ebu lulu tarafından H. 23 yılında
şe-hid edildi.
[281] Buhari rivayet etti.
[282] Buhari'nin rivayet ettiği şu meşhur hadisin bir
bölümüdür: "Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar.
Allah ve Rasulünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sevmek
bir kulu sırf Allah rızası için sevmek..."
[283] Zihar: Kocanın karısını veya herhangi bir organını
kendisine ebedi olarak haram olan annesi veya kız kardeşi gibi birisine
benzetmesi olayı.
[284] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 87-94
[285] Mutezile: Tevhid, adalet, va'd ve Vaid, menzile beynel
men-zileteyn ve emri bi'l maruf nehyi anil münker esaslarına bağlı büyük bir
kelam ekolü.
[286] Kadı Ebu Bekir, Muhammed b. Tayb el- Basri, sonra
Bağdadi Büyük alim zeka ve dehasıyla meşhur. Rafiziler, mutezile, Hariciler
Cehmiyye ve Keramiye fırkalarına reddiyelerde bulunmuştur. "İ'cazu'l
Kur'an", "el- instisar li sıhhati naki'l kur'an" gibi eserleri
vardır. 403 yılında vefat etti.
[287] Mutezile imamlarından Ebu Ali el-Cubbai şöyle dedi.
Peygamberlerin taammüden küçük veya büyük günah işlemeleri
mümkün
değildir. Fakat hata ve tevil yolu üzere günah işlemeleri mümkündür.
Ebu İshak ibrahim b. Seyyar Nazzam da şöyle dedi. Hata ve tevil yoluyla
da olsa peygamberlerin küçük veya büyük günah işlemeleri mümkün değildir.
Ancak sehv ve unutkanlık durumu mümkündür.
[288] Şeyhul islam ibn Teymiyye.
[289] Bkz. el- Beyan fi Garibi'l Kur'an (1/368).
[290] Bkz. Meani'l Kur'an 2/357.
[291] Bkz. Muharremi Veciz 7/112.
[292] Bkz. Zadul Mesir 3/230.
[293] Bkz. Mealimut Tenzil.
[294] Bkz. Mealimut Tenzil: 4/99.
[295] Ahmed Muhammed b. Hanbel, Ebu Abdullah eş- Şeybani
Han-beli mezhebinin imamı. 164'de Bağdat'da doğdu. Küçük yaşta ilim talep etti
ve bu yolda birçok yolculuklar yaptı. Halkı'l Kur'an meselesinden dolayı
Me'mun ve Mu'tesim tarafından işkence ve hapis ile cezalandırıldı.
"Müsned" , "Tefsirr" ve "Nasih Mensufi"
gibi eserleri ardır. 241 yılında vefat etti. Ve cenazesi büyük bir cemaat ile
kaldırıldı.
[296] Ahmed'in bu sözünü Kitabu's sünne (1/145-196) de el-
Hallal tahric etmiştir.
[297] Suddi'nin sözü için, Bkz. Taberi tefsiri 30/232.
Müharrerul veciz (ibn Atiyye) 16/321-322.
[298] Abdullah b. Bekr. b. Muhammed b. Amr b. Hazm-imam ye
Hafız. Mağazi yazarı ve ibn ishak'ıri şeyhi sika'dır. 130 yılında vefat etti.
[299] Mekke kadısı. Osman b. Ebi Süleyman b. Cübeyr b. Mutim
b. Adiy b. Nevfel. Sika'dır.
[300] Nafi b. Cübeyr. b. Mutim b. Adiy. Fakih, imam. Sika 99
yılında vefat etti.
[301] Cübeyr b. Mutim b. Adiy b. Nevfel. Kureyş'in ileri
gelen liderlerinden Peygamber (sav)'in amcası oğlu esir alınıp serbest
bırakıldıktan sonra islam'a girdi. Babası gibi, ileri görüş ve güzel ahlakı ile
tanınırdı. 58 yılında vefat etti.
[302] Bu eser, ibn Hatim'in elimizde mevcut olan tefsirinde
bulunmamaktadır. Bu tefsirin kaybolan bazı bölümleri içinde olabilir.
[303] Ashab-ı hadis: Hadise önem gösteren ve kıyastan
kaçınıp hükümleri nakil üzerine bina eden Hicaz'lılar ki bunlar: Malik b.
Enes'in Şafii'nin, Süfyan es-Sevri'nin, Ahmed b. Hanbel'in ve Davud b. Ali
el-İsfahani'nin arkadaşlarıdır.
[304] Razi'nin İsmetu'l Enbiya" kitabında söylediği
gibi, bu, tüm şiilerin görüşüdür.
[305] Ebu Ali, Muhammed b. Abdil vahhab el- Basri el- Cubbai
mutezile'nin büyüklerinden ilmi, zekası ve eserleri ile bilinir. Kelam ilmi ni
kolaylaştıran o'dur. Bazı eserleri:
"Tefsirul Kebir"" Kitabul Müteşabihil Kuran"
"ictihad" ve başka birçok kitabı vardır. 303 yılında vefat etti.
[306] Ebu ishak ibrahim b. Seyyar en-Nazzam. Mutezile'nin
şeyhlerinden. Kader konusunda konuştu ve bazı meselelerde aykırı görüşler beyan
etti. "Nübüvvet", "Harakatu ehl-i cennet" ve "el-
vaid" gibi kitapları vardır. 231 yılında vefat etti.
[307] Hirakl: Rum kiralı
[308] Sahr b. Harb b. Omeyye. Muaviye'nin babası. Kureyş'in
lideri ve Rasulullah (s.a.v)'in amansız düşmanı iken Mekke'nin fethi'nde
müs-lüman oldu. H. 31 veya 32 yılında öldü.
[309] Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri uzun bir
hadisten bir bölüm.
[310] Musa (a.s.)'ya indirilen kitabın adı.
[311] İbn Hazım, Yusuf'un kardeşlerinin peygamber
olduklarına dair Kur'an'dan sünnetten, icma'dan ve sahabelerinin sözlerinden
hiçbir delil olmadığını söyleyerek, haklı bir şekilde onların peygamber olmadıklarını
söylemiştir. Bilakis Kur'aıı onlar için şöyle diyor: "siz daha kötü
durumdasınız" Oysa Allah'ın salih kullarının böylesi bir şer içinde
olmaları düşünülemez.
[312] Araf: 88.
[313] İbrahim: 13.
[314] Ahmed, Müsned: 4/127-128.
[315] İbn Hacer Fethul Bari'de (7/103) Hattabi'nin şu sözünü
zikreder "Peygamber (s.a.v) risaletten önce Allah'ın adı anılmasa da
putlar için kesilen şeyler dışında, kavminin kestiği şeyleri yerdi. Çünkü o
zaman daha şeriatı inmiş değildi. Bu konudaki hüküm peygamberliğinden çok
sonraları geldi."
[316] "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına
boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp
ölmüş (hayvanlar ile) Canavarların yediği hayvanlar-ölmeden yetişip
kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar
ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı." (Maide: 5/3)
[317] "Deki: Bana vahyolunanda (Kur'an'da) Onu yiyecek
kimse için, leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti- ki pisliğin kedisidir- yada
Allah'tan başkası adına kesilmiş bir haayvandan başka haram edilmiş bir şey
bulamıyorum. Ama kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve sınırı aşmamak üzere
(bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir." (Enam:
6/145)
[318] "Sonra şüphesiz rabbin, eziyet edildikten sonra
hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin,
onların bu amellerinden sonra elbette, çok bağışlayan, pek esirgeyendir."
(Nahl: 16/110)
[319] Taberi Tefsirinde Süddi'den rivayet etti (30/232).
[320] Şeyhu'l islam ibn Teymiyye şöyle dedi:
"Kuteybe'nin Arapların üç talak ile boşanma konusundaki sözü gerçeği
yansıtmamaktadır. Bilakis bu husus Medine'de teşrii kılınmıştır. Bu hüküm
gelmeden önce müs-lümanlar, kadınları tek bir talak ile diledikleri gibi
boşuyorlardı. Kadınların zararına olan bu husus Medine'de gelen üç talak hükmü
ile düzeltilmiştir" Bu husus hadis, tefsir ve fıkıh kanusunun en meşhur
meselelerin-dendir."
[321] Bu konuya ileriki sayfalarda tekrar değineceğiz.
Cenab-ı Hakk Nisa
suresi'nin 23. ayetinde şöyle buyurdu:
"Analarınız,
kızlarınız, kizkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz kardeş kızları, kızkardeş
kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin halaları,
kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey
kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla henüz birleşmemişseniz kızlarını
almamanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri
ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındığı anda geçen geçmiştir.
Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyendir.''
Taberi, bu ayetin
tefsiriyle ilgili ibn Abbas'dan şöyle rivayet etti. Neseb'den dolayı yedi
sınıf, hısımlıktan dolayı da yedi sınıf kadın haram kılınmıştır.
Sonra bu ayeti okudu. Ve yedincisi de "Babalarınızın nikahladığı
kadınları nikahlamayın ayetidir" dedi. Taberi (8/141)
[322] Bkz. Tevilu muhtelifi'l hadis (ibn Kuteybe) sh.
126-128.
[323] Said b. Misade el-Belhi, sonra Basri Ahfeşül Evsat
olarak tanınır. Sibeveyh'in öğrencilerindendir. Arap dili imamlarındandır. 215,
211 veya 225 yılında öldüğü rivayet edilir. "Meanil Kuran, el- Mekayis
el-Urud gibi eserleri vardır.
[324] Said b. Ebu Urube. İmam, Hafız, Basralı alim.
Sünneti ilk tasnif eden şahıstır. Ömrünün son dönemlerinde hadisleri
birbirine karıştırmıştır. 156 yılında vefat etti.
[325] Katade b. Deame es-Sedusi. Hafız, Allame, doğuştan ama
idi. Müfessir. Tabiinden idi. Hadis ve tefsirde döneminin en büyük
alimlerin-dendir. 117 yılında vefat etti.
[326] Bkz. "Tefsiru ibn Ebi Hatim "Bakara
Suresinin başları"
[327] Bkz. Ali b. EbiTalha'nın ibn Abbas'dan rivayet ettiği
tefsir 'e sh. (88)
[328] Bkz. Tefsiru ibn Ebi Hatim 1/397 ve 2/323-324.
[329] Tirmizi (3/176) tahric etti Hadisin garib ve zayıf
olduğunu
söyledi.
[330] Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri "İslam beş
temel üzerine kurulmuştur" meşhur hadis.
[331] İleride bu konu tekrar gelecek.
[332] "Boşanma iki defadır. Bunlar, ya iyilikle tutmak,
ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden
(boşanma esnasında) bir şey almanız size helal olmaz. Ancak erkek ve kadın
Allah'ın sınırlarında kalıp evllilik haklarını tam tatbik edememekten
korkarlarsa bu durum müstesna. Ey müminler! Siz de karı ile kocanın, Allah'ın
sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, (kadının
serbest boşanması için) erkeğe fidye vermesinde her iki taraf için de günah
yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın, Kim
Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir." (Bakara: 2/229)
[333] İbn Teymiyye'nin görüşünü teyid için Bkz:
Tefsiru't Taberı (4/538) Esbabu'n Nüzul (Vahidi) 73, Mealimut Tenzil
(Beğavi) 1/206, Ahkamu'l Kur'an (İbn Arabi) 1/257, Zadul Mesir Sh. 262-266,
el-Camiu'l Ahkami'l Kur'an (kurtubi) 3/125-131.
[334] Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdi Menaf; Ebul Harir.
Cahiliye döneminde kureyşin lideri. Aklı, fesahati ve şerefi ile tanınır.
Peygamber (s.a.v)'in dedesidir. Asıl adının "Şeybe" olduğu
söylenir.
[335] Abdulmuttalib'den önce kureyş ve diğer araplarda diyet
miktarı 10 deve idi.
[336] Peygamber (s.a.v)'nin babası Abdullah b.
Abdilmuttalib. Mekke'de doğdu. Abdulmuttalib'in en küçük oğludur.
[337] Bu olayın aynntılarnı ibn Hişam'ın Siretün nebeviye
(1/151-155)'de bulabilirsiniz.
[338] Zeyd b. Amr b. Nefil b. Abdil Uzza el-Kurşi el- adevi
Eski arap düşünürlerinden biri.
Ömer b. Hatab'ın amcaoğludur. İslam'a yetişemedi. Putlara tapmaz,
putlar için kesilen şeylerden yemez ve kız çocuklarının diri diri gömülmesine
karşı mücadele ederdi. Peygamber (s.a.v)'in bisetinden 5 yıl önce vefat
etmiştir.
[339] Bkz. el- Muharrerul Veciz 16/321.
[340] Muhammed b. İsmail b. İbrahim el- Buhari. Ebu Abdullah
Hadis hafızı. 194 yılında doğdu. 210 yılında hadis talebi için uzun bir yolculuğa
çıktı. Horosan, Irak, Mısır ve Şam'a giderek 1000 den fazla Şeyhten hadis
dinledi. "el-Camius sahih" isimli hadis kitabı ile meşhurdur ki bu
kitap, en güvenilir hadis kitabıdır. 256 yılında vefat etti.
[341] Musa b. Ukbe b. Ebi Ayyaş. İmam. Siyer konusunda ilk
eser yazan şahıstır. Tabiinin küçüklerinden sayılır. 141 yılında vefat etti.
[342] Salim b. Abdillah b. Emir il Müminin Ömer b. Hattab'm
kölesi idi. imam zahid Hafız medine müftüsü 106 yılında vefat etti.
[343] Buhari iki yerde rivayet etmiştir. Ensar'ın Menakıbı
kitabında: "Peygamber (s.a.v) 'e yiyecek takdim edildi" lafzı ile.
Kurban ve av kitabında: Peygamber (s.a.v) ona yiyecek takdim etti"
lafzıyla rivayet etmiştir ki doğrusu kadı Iyaz'ın dediği gibi birinci
lafızdır.
[344] Ahmed b. Ali el-Mavsıli, Hafız Ebu Yala Muhadis sünen
ve mucem'in sahibi. 307 yılında vefat etti.
[345] Muhammed b. Beşşar b. Osman. İmam ve hafız döneminin
en meşhur muhaddislerinden. 252 yılında vefat etti.
[346] Abdulvahhab b. Abdilmecid es-Sakafi. Büyük imam ve
Hafız. Ömrünün son döneminde karıştırmaya başlamıştır. 194 yılında vefat
etti:
[347] Muhammed b. Ömer b. Alkame b. Vakkas imam, muhaddis.
saduk. 144 yılında vefat etti.
[348] Ebu Seleme b. Abdirrahman b. Avf ez-Zühri. Sika Fakih
Çok hadis rivayet edenlerden 94 yılında vefat etti.
[349] Yahya b. Abdirrahman b. Hatib b. Ebi Belta Tabiinden
si-ka'dır. 104 yılında vefat etti.
[350] Üsame b. Zeyd b. Harise Sahabi. Rasulullah (s.a.v)'in
çok sevdiği, aile efradından biri. Büyük emir onu şam ordusuna komutan yaptı ki
Ömer ve diğer büyük sahabiler onun komutası altında idiler. Rasulullah (s.a.v)
vefat edince, aynı orduyu Ebu Bekir gönderdi. Hicri 54 yılında vefat
etti.
[351] Zeyd b. Harise (Üsame'nin babası) Şehid emir. Ahzab
Suresinde ismi geçti. Peygamber (s.a.v)'in azadlı kölesi. İslam'ı jlk kabul
edenlerden. Allah Rasulünün en yakın ve sevgili dostlarından biri. Hicri 8
yılında Mute savaşında şehid edildi.
[352] Cahiliye selamlaşması, "Günaydın anlamında Enim
saba-han'dir.
[353] Fedek: Medine'ye üç mil mesafede Hicaz'da bir yerleşim
birimi.
[354] Hira: Necef bölgesinde bir yerleşim birimi.
[355] Bu hadisi Ebu Ya'la el-Mavsili, Müsned'inde rivayet
etti. (13/170-173) Hadis no. 7212
[356] Büyük hafız Ziyauddin Ebu Abdullah Muhammed b.
Abdilvahid el- Hanbeli. Zehebi Şöyle dedi: Şeyhül imam, önder muhakkik, hüccet,
seleften bakiyye.Fedailul Kur'an, delalilun nübüvve, Ehadisul muhtara"
gibi eserleri vardır. 643 yılında vefat etti.
[357] Ebu Bekr Ahmet Huseyn b. Ali el-Beyhaki, el- Horasani!
Küçük yaşta hadis talebine başladı ve bu ilimde imam oldu.
İmamul Harameyn Ebul
meali el-Cuveyni şöyle demiştir. Beyhaki dışında tüm şafii fakihleri imam
Şafiiye borçludurlar. İmam Şafii ise Bey-haki'ye borçludur. Çünkü yazdığı
eserler ile bu mezhebi o ayakta tutmuştur. "Sünenil kebir"
"Esma ves sıfat" "şuabul iman" gibi eserleri vardır. 458
yılında vefat etti.
[358] Bahira: Hristiyan rahibi. Adının Cercis olduğu
söylenir. Bus-ra'da kendisine ait bir manastırı vardı.
[359] Şeyhul islam ibn Teymiyye "Sıratı müstakim"
isimli eserinde (2/643) Cahiliye araplarınm kendileri için yolculuk yapılan büyük
putları Lat, Uzza ve Menat'la ilgili yazısında şöyle dedi:
Lat, Taif lilerin putu
idi. zikredildiğine göre Lat aslında hacılara hizmet eden. Salih bir kişi idi.
Öldükten sonra, mezarını ziyaret etmeye başladılar. Sonra resim ve heykellerini
yaptılar, sonra da türbesini yaparak ona tapınmaya başladılar."
Buhari sahihinde ve
"Tefsirul Kur'an'da" "Lat ve Uzzayı gördünüz-mü?" ayetinin
tefsirinde ibn Abbas (r.anhuma)'dan "Lafın aslen hacılara hizmet eden bir
adam olduğunu" rivayet etmiştir.
Uzza'ya gelince, ibn Teymiyye aynı eserinde şöyle diyor: "Arafat
yakınlarında bulunan Mekkelilere ait bir puttu. Rasulullah (s.a.v) Mekke'nin
fethinden sonra Halid b. Velid'i göndererek bu putu yaktırdı.
[360] Bu kıssanın ayrıntıları için ibn Hişam'in
siretün-Nebeviy-ye'sinebkz. (1/180-182)
[361] Bkz. Delailu'n-Nübüvet (Beyhaki) 1/316-317
[362] Cabir b. Abdullah b. Amr. Büyük imam ve Müctehid
Meşhur sahabi. Rıdvan Beyatı ehlindendir. Peygamber (s.a.v) Ömer ve Ali'den
birçok ilmi hususları rivayet etmiştir. Zamanında Medine'nin müftüsü idi. 1540
civarında hadis rivayet etmiştir. H. 77 yılında vefat etti.
[363] Hadisin metni şöyledir. Ömer b. Dinar'dan, şöyle dedi:
Cabir b. Abdillah şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v) kavmiyle beraber kabe için taş
taşıyorlardı ve üstünde de izan vardı. Amcası Abbas ona: "Kardeşim oğlu,
izarını çıkarıp boynuna bağlasan da, öyle taş taşısan"dedi. Peygamber
(s.a.v) Abbas'ın dediği gibi yapıp, izarını çıkarınca, bir anda bayılıp yere
düştü. O günden sonra da bir daha çıplak olarak görülmedi."
Bu rivayeti Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir.
[364] Amir b. Vasile b. Abdillah b. Amr. Ebut Tufeyl Hicri
3. yılda Uhud savaşının olduğu yılda doğdu. Peygamber (s.a.v) ve ondan sonra
Ebu Bekir'i gördü. Hicri 110 yılında, en son vefat eden sahabidir.
[365] Bkz. Müsnedü Ahmet 5/454.
[366] İbn Esir şöyle dedi: Hilf: Yardımlaşmada, dayanışma ve
ittifak için yapılan sözleşme, antlaşma ve akitleşme demektir. Zulüm üzerine yapılan
hilf islam'la yasaklanmıştır: (İslam'da hilf yoktur- müslim) Fakat öte yandan
mazluma yardım gibi iyi niyetlerle yapılan hilf islamda da caiz ve
müstahaptır.
[367] Benzer bir hadisi İbn İshak senedi ile Talha b.
Abdillah b. Âvf ez-Zühri'den rivayet etti. İbn İshak, Rasulullah (s.a.v) 'in bu
sözüyle Hil-fu'l Fudul'ü kastettiğini söylemiştir. Hadisin metninde bu
anlaşmanın Abdullah b. Cüdan'ın evinde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bu anlaşma Peygamber
(s.a.v)'in bisetinden 20 yıl önce zilkade ayında yapılmıştır. Anlaşmaya şu olay
neden olmuştu. Mekke'ye mal getiren Zebid'li bir tacirden, mallarını satın alan
As b. Vail, adama malın ücretini vermeyi red-deti. Adam, ona karşı daha önce
Hilf kurmuş olan ve ahlaf diye anılan Ab-duddar, Mahzum, Cemh, Sehm ve Adiy b.
Kab kabilelerini yardıma çağırdıy-sa da onlar, As b. Vail'e karşı hareket
etmeyi reddettiler.
Bunun üzerine mazlum
tacir sabah vakti Kureyş'in Kabe'nin etrafındaki meclislerinde oturduğu bir
sırada Ebu Kubeys dağına çıkarak, acıklı bir dille uğradığı zulmü haykırdı ve
yardım talep etti. Adını duyan Rasulullah (s.a.v) 'in amcası Zübeyr b.
Abdu'lmuttalip kabileleri Abdullah b. Cüdan'ın evinde toplanarak, zalime and
içtiler. Kureyş onların bu andını işitince, ahidleşmeyi "Hilful
Fudul" Faziletliler andlaşması olarak isimlendirdi.
Hilful Fudul mensupları
As b. Vail'e giderek ondan gaspettiği Zebid'li tüccarın hakkını alıp sahibine
geri verdiler.
(Bkz. el-Bidaye
ve'n-Nihaye: 2/270-271).
[368] Abdumenaf b. Abdilmuttalib b. Haşim, Ebu Talib. Ali
(r.a)'nın babası ve peygamber (s.a.v)'in amcası Yeğenini korudu, himaye etti ve
davasına destek oldu. Kureyş'in ileri gelenlerindendir. Peygamber o'nun evinde
büyüdü ve küçüklüğünde Şam'a o'nunla beraber yolculuk etti. İslam'a
çağırıldığı halde, girmedi. Hicretten üç yıl
önce
vefat etti.
[369] Ebu Bekir Sıddık'ın kızı Aişe. Annesi Ümmü Ruman binti
Amir'dir. Bi'setten 4 veya 5 yıl sonra doğdu. Rasulullah (s.a.v.) Hatice'nin
ölümünden sonra onunla evlendi. Allah Rasulünden birçok ilim nakletti. 2210
kadar hadis rivayet etmiştir. Hicri 57 yılında vefat etti.
[370] Hadis'in nassı şöyledir: Hz Aişe (radiyallahu anha)
anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v)'a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda
gördüğü sa-lih rüya idi. Rüyada her ne görse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua
geliyordu.
Bu esnada ona yalnızlık
sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin bir kaç
gece tek başına kalıp, ibadette bulunuyordu. Bu maksatla yanına azık, alıyor,
azığı tükenince Hz Hatice radiyallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde azık
alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında hak gelinceye kadar
devam etti. Bir gün ona melek gelip:
"Oku' dedi.
Aleyhissalatu vessellem:
"Ben okuma
bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhisselati vessellem hadisenin gerisini
şöyle anlatıyor. "Ben okuma bilmiyorum deyince melek beni tutup takatim
kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı.
Tekrar: "Oku"
dedi. Ben tekrar:
"Okuma
bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıktı.
Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku" dedi. Ben yine "Okuma
bilmiyorum" dedim!" Beni tekrar üçüncü sefer takatim kesilinceye
kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "yaratan Kabinin adıyla oku! O, insanı bir
kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana
bilmediğini öğretti:" (Alak: 96/1-5) dedi."
Resulullah
aleyhisselatu vessellem bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir
titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve:
"Beni örtün, beni
örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle, kaldı.
(Sükunete erince) Hz Hatice radiyallahu anha'ya başından geçenleri anlattı ve:
"Nefsim hususunda
korktum!" dedi. Hz Hatice de:
"Asla korkma!
Vallahi Allah seni ebediyen riisvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahim'de
bulunursun, doğru konuşursun işini göremeyenlerin işini taşırsın. Fakire
kazandırısın. Misafire ikram edersin, Hak yolunda zuhur eden hadiseler
karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Sonra Hz Hatice Aleyhisselatu
vesellemi alıp Varaka ibnu Nevfel ibni Esed ibni Abdi'l -uzza İbni Kusay'a
götürdü.
Bu zat, Hz. Hatice'nin
amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde hıristi-yan olmuş bir kimseydi. İbrani
(okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını ibranice olarak
yazmıştı. Gözleri ama olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz Hatice kendisine:
"Ey
amcaoğlu!Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi.
Varaka Aleyhissilatu
vesselam'a:
"Ey kardeşimin
oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu.
Aleyhisselatu vessellem
gördüklerini anlattı. Varaka da ona:
"Bu gördüğün
melektir. O H.z Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım
etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıklar vakit hayatta olsaydım!"
dedi. Rasululah aleyhisselatu vessellem:
"Onlar beni
buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka:
"Senin getirdiğin
gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet edilmemiş olsun! O gününü
görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!" dedi. Ancak çok geçmeden
Varaka vefat etti ve vahiy de kesildi.
Buhari, Bed'ül -Vahy,
Enbiya 21, Tefsir, Alak, Ta'bir 1; Müslim, iman 252 (160); Tirmizi, Menakıb 13,
(3636).
[371] Kisra'nın sarayının sarsılması, Mecusilerin taptıkları
ateşin sönmesi, doğumunda o'nunla beraber bir nurun çıkması gibi olaylar.
Bkz. el-Vefa bi Ahvali'l Mustafa (ibn Cevzi) 1/165-168.
[372] O'nun peygamberlerin en üstünü ve Ademoğullarının
efendisi olduğunun delillerinden biri de şu hadistir.
Ebu Hureyre'den; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ben, kıyamet
günü Ademoğullarının efendisiyim. Kabirden ilk çıkan, ilk şefaat eden ve
şefaati kabul olunan benim" Müslim: Kitabul Fedail 2/1782.
[373] Cenabı Hakk, Ankebut: 29/26. ayetinde şöyle buyurdu:
"Bunun üzerine Lut o'na iman etti ve (ibrahim) "Doğrusu ben rab-
bime hizmet ediyorum. Şüphesiz o, mutlak güç ve hikmet sahibidir."
dedi."
[374] Cenabı Hakk, Saffat: 37/133. de şöyle buyurdu:
"Lut da gönderilmiş peygamberlerdendi"
[375] Yuşa b. Nun b, Efrasim b. Yusuf. b. Yakup b. İshak. b.
İbrahim (a.s). Kehf suresinde geçtiği gibi Musa (a.s)'in yanında bulunan
genç'tir. Musa ve Harun'dan sonra, İsrailoğullarına peygamber olarak
gönderildi.
[376] Buhari, Kitab'ul Enbiya, Bab ma zükire an Beni İsrail,
4/144.
Müslim, Kitabul Mesacid ve Mevadiu's-Salah. Babu'n Nehy an Bi-nail
Mesacid alel-Kubur: 1/376-377
[377] Müslim Kitabu'l-cenaiz sh: 668.
[378] Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib, Ebu'l-Hasan.
Emirü'l-mü'minin, hulefa-i raşidin'in dördüncüsü, cennetle müjdelenen on
kişiden biri. Peygamberin amcası oğlu ve damadı. H. 40 yılında şehid edildi.
[379] Müslim kitabul cenaiz sh: 666, Ebu Davud Kitabul
cenaiz: 5/548, Tirmizi kitabul cenaiz: 3/366, Nesai kitabul cenaiz: 4/88.
[380] Buhari kitabul hacc: 2/166, Nesai Mevakit: 1/288.
[381] Bu hususa değinen alimlerden bazıları:
el-Beğavi (Mealimu't-Tenzil: 1/368), İbn Atiyye (Muherreru'l-Veciz
8/306.) İbn. Atiyye birinci görüşün cumhura, ikinci görüşün ise Züc-cac'a ait
olduğunu söyleyip, cumhur'un görüşünü doğru bulduğunu bildirdi, eş- Şevkani
(Fethul Kadir, 1/394)
[382] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 95-124.
[383] Maide suresinin 69. ayeti: "İman edenler ile
yahudiler, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp, iyi
amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek değilerdir".
[384] Sabiiler: ibn Kesir, Sabiilerin kim oldukları hakkında
ulemanın görüşlerini naklettikten sonra şöyle dedi:
- Allahu A'lem - en uygun görüş, sabiilerin Yahudi, Hristiyan veya
mecusi olmayan, herhangi bir dine bağlı bulunmayan, fıtratları üzerine kalmış
insanlardır. Bu nedenle müşrikler, müslümah olanlara sabiiler diye alay
ederlerdi. Bazıları da: Sabiilerin, kendilerine peygamber (s.a.v)'in daveti
ulaşmamış insanlar olduğunu söylemişlerdir. Bkz. İbn- Kesir tefsiri: (1/149)
[385] Şu ayeti Kerime'de olduğu gibi.
"De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir kelimeye
geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve
Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırma-sın. Eğer onlar yine yüz
çevirirlerse işte o zaman, "Bizim müslüman olduğumuza şahitler
olsun!" deyiniz.
(Al-i imran: 3/64)
[386] Miicahid, Süddi ve Atiyye de bu görüştedirler. Bkz.
Tefsirut Ta-beri 2/150-155.
[387] Selman Ebu Abdillah el- Farisi Kendisine Selman b.
İslam denilir. İran asıllıdır. Araştırmaları sonucu peygamber (s.a.v)'in
çıktığını öğrenerek, Medine'ye gelip biat etti. Hendek ve diğer savaşları
iştirak etti. Aklı, dehası, nezaketi ve ibadeti ile meşhurdur. H. 36 veya 37
yılında vefat etti.
[388] Bkz. "Tefsiru ibn Ebu Hatem. 1/ 198.
İbn Ebu Hatem'in tefsirinde zikrettiği bu hadis, senet ve metin olarak
münkati (kopuk)'dur. Miicahid, Selman-ı Farisi'den hadis dinlemiş değildir.
[389] Iyad b. Himar b. Ebu Hımar et- Temimi. Basra'da
oturdu. Eskiden beri Peygamber (s.a.v)'in arkadaşı idi. Sohbetine katılarak,
ondan hadis rivayet etmiştir.
[390] Müslim Sahihinde "Kitabul cennet ve ehluha
3/2198'de ve Ahmed Müsnedin'de 4/162 rivayet etti.
[391] Esved b. Amir eş-Şami. sonra Bağdadi İmam ve hafızdır.
İbn Hacer "Sika'dır" dedi. 208 yılında vefat etti.
[392] Şerik b. Abdillah el-Nehai el-küfi. Kadı. Saduk, çok
hata ederdi. Kadı'hğa başladıktan sonra ezberi kötüleşti. Adil, Faziletli
ibadete düşkün idi ve bidatçilere karşı sert idi. 177 yılında vefat etti.
[393] Selm b. Abdirrahman en-Nehai. İbrahim Nehai: O'nun
yalanca olduğunu söylemiştir. Fakat Ahmed, Acluni ve Darakutni o'nu teşvik
ettiler. Darakutni, "o, altıncı tabakadan ve saduk'tur" dedi.
[394] İbrahim b. Yezid en-Nehai. İmam, Hafız, Fakih büyük
Alimlerden biri. Tabiindendir. İbn Mesud'un ilminden istifade etmiştir. Birçok
fazilet ve üstünlükleri vardır. H. 95 yılında vefat etti.
[395] Bkz: Ahmed b. Hanbel'in rivayeti için. (İlel ve
marifetür Rical 1/201.)
[396] Ubeydullah b. Abdulkerim b, Yezid b. Furruh Hadis
hafızı, imam. Sika meşhur H. 264 yılında vefat etti.
[397] Amr b. Hammad b. Talhatu'l-Kannad. Saduk, Rafizi, 222
yılında vefat etti.
[398] Bkz. Tefsir ibn Ebu Hatim: 1/198-199
[399] Said b. Cübeyir. b. Hişam. İmam, Karii, Müfessir,
şehid Ebu Muhammed. ibn Abbas'ın en meşhur öğrencilerinden, Tefsir, Fıkıh,
muhtelif ilimler ve salih ameller bakımından ümmetin imamı. Haccac (aleyhi ve
ala men sallatehu alennas ellaneh), tarafından şehid edildi.
[400] Bu rivayete, ibn Kesir tefsirinde (1/147) işaret
ederek ibn Ebu Hatem'e isnat etti.
[401] Bkz. Tefsir ibn Ebu Hatim: 1/198
[402] Ali b. Ebu Talha b. el Maharik. Babası ibn Abbas'ın
kölesi Salim b. Maharik'tir. ibn Abbas'dan işitmemesine rağmen ondan rivayet
etmiştir. Ahmedi "O'nun bazı hoş olmayan durumları vardır." dedi.
İbn Hacer de ibn Abbas'ı görmemesine rağmen, o'ndan irsal yapmıştır.
Saduk'tur. Bazen hata eder" demiştir. O'nun ile ibn Abbas arasındaki vasıta
Mücahid veya Said b. Cübeyir'dir H. 143 yılında vefat etti.
[403] Nisa suresinin 80. ayeti örneklerden sadece bir
tanesidir.
"Kim Rasule itaat
ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına
bekçi göndermedik".
Aynı Surenin 150-151.
ayetlerinde de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'ı ve
peygamberini inkar edenler ve Aİlah ile peygamberini birbirinden ayırıp
"Bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve
bunlar arasında bir yol tutmak isteyen yok mu;
İşte gerçekten kafirler
bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazirlamışızdir".
[404] Nesh ile ilgili olarak seleften maksat, imam Şafii'den
önceki alimlerdir. Çünkü nesh ile tahsis, istisna, takyid'ul am, tebyinu'l
mücmel'i birbirinden ilk ayıran alim safidir. İmamı Safı neshi sadece, bir
önceki nassın hükmünün kaldırılması şeklinde anlamış ve bu şekilde
kullanımıştır.
Bkz. er, Risale Sh, 361
[405] Kurtubi de bu ayetin muhkem olduğu görüşündedir.
[406] Bkz. Zadül mesir: 1/92.
[407] Muhammed b. Ali b. etT Tayb Mutezile'nin büyüklerinden.
İlmi, zekası ve dehası ile meşhurdur.
[408] Bkz. el-mutemed fi usuli'1-fıkh: 2/425
[409] Bakara: 2/109 Ayetin tamamı şöyledir.
"Ehli kitaptan
çoğu, hak ve doğru olan kendilerine apaçık belli olduktan sona sırf içlerindeki
kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler. Siz
şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün.
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir."
[410] Beytül makdis, Rasulullah (s.a.v)'in isra ve miraç
olayının gerçekleştiği Mescidul Aksa'dır.
[411] Buharı, Berra (r.a)'dan, müslümanların 16 veya 17 ay
beytül Makdise yönelerek namaz kıldıklarını rivayet etmiştir. (5/102)
[412] Oruç ile fidye arasında seçim yapma meselesi Bakara
suresinin 183-184 ayetlerinde gelmiştir.
"Ey iman edenler!
Oruç, sizden önce gelip- geçmiş ümmetlere yazıldığı gibi sizin üzerinizede
yazıldı. Umulur ki korunursunuz."
"Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut
yolcu olursa, tutmadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar, ihtiyarlık veya
şifa umudu kalmamış gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmağa güçleri
yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktarıdır. Bunun dışında
kim gönüllü hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer gerçekten
anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha
hayırlıdır."
[413] Beğavi (Mealimu't-tenzil de) gibi.
[414] Bakara 126 ayeti şöyledir:
"İbrahim de demiş ki, " Ey Rabbim! Bu şehri emin bir şehir
yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle.
Allah buyurdu ki: İnkar edeni de az bir süre geçindirir, sona onu cehennem
azabına (girmeye) zorlarım. Ne kötü varılacak yerdir arası."
[415] Zadül mesir: 1/92.
[416] Bkz. Salebi4nin tefsiri (el-Keşfü'1-beyan an
tefsiri'l-Kur'an: 1575-76
[417] Muattıla: Allah'ın sıfatlarını inkar eden sapık bir
akım.
[418] Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir. Buhari bu
hadisi dört yerde zikretmiştir. 1/32., 4/20, 4./132 ve 6/ 120 Müslim ise 1/34
-125'de zikretmişlerdir.
[419] Ünlü Habeş kralı. Ashame b. Ebhur. Necaşi lakabıdır.
Sahabeden sayılır. Müslüman olmuş fakat hicret etmemiştir. H. 9 yılda vefat etti.
Resulullah (s.a.v) O'nun için gıyabında namaz kıldırdı. Ülkesine sığınan
mülümanlara tanıdığı özgürlük ve hoşgörü ile meşhurdur.
[420] Kur'an'da bu hususta delalet eden birçok ayetten
sadece birta-nesi Nahl suresinin 36. ayetidir.
"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve tağuttan
sakının" diye (emretmeleri için) her millete bir peygamber gönderdik.
Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklığa
düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün. İnkar edenlerin sonu nasıl
olmuştur!"
[421] Bakınız "Safdiyye 2/308.
[422] Yemen melikesi. Hakkında çok net bilgiler yoktur.
Bilgi için Nemi suresine bakınız.
[423] Bkz. "el- Furkan beyne Evliyair Rahman ve
Evliyaiş-Şeytan" Sh, 86-89.
[424] Kur'an'da bu hususu işaret eden birçok ayet vardr.
Bunlardan Nisa suresi 54. ayette şöyle buyurmaktadır.
"Yoksa onlar,
Allah'ın lutfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Oysa
İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük hükümranlık bahşettik"
Ankebut zuresinin 27.
ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:
"Ona ishak'ı ve Yakub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları,
onun soyundan gelenlere verdik.Onu dünyada mükafatlandırdık, şüphesiz o,
ahirettede salihlerdendir."
[425] Cenabı Hakk, Araf suresi 157. ayette şöyle buyurdu.
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye o üm-mi
peygamber'e uyanlar, işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları
kötülükten meneder, onlara temiz şeyler helal, pis şeyleri haram kılar. Ve
üzerinizdeki ağırlıkları, sırtınızdaki zincirleri atar (yani, hata ile adam
öldürmekte kısas icrasını ve günah işleyen azaların, pislik değen elbisenin
kesilmesi gibi ağır teklifleri kaldırır). O peygambere inanıp ona saygı
gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyalar var
ya işte kurtuluşa erenler onlardır."
[426] İbn Sa'd Tabakatu'l-kübra: 1/192, Ahmed Müsned: 5/266,
6/116, Hatibü'l-Bağdadi Tarihu'l-Bağdad: 7/209, Elbani öayetü'l-Meram'da bu
hadisin zayıf olduğunu söyledi.
[427] Hadis bu şekliyle Beğavi'nin Şerhü's-sünen 2/371, ve
İbn Teymiyye'nin İktidau's-sırat-ı Müstakim 1/157'de yer almaktadır. Ayrıca
benzer ifadelerle diğer birçok imam tarafından tahric edilmiştir. Sil-siletü'
1-ehadisu's-sahih'a bakınız
[428] Hadisi Ahmed Müsned'inde 1/215, 347, İbn Mace sünen
2/1008, Nesai Sünen: 5/268, Hakim Müstedrek 4/274'de tahric etti ve
şeyheynin şartlarına göre sahih olduğunu bildirdi.
[429] Hadisi Ahmed Müsned, 3/387, Dar/mLS&nen 1/5-116,
İbn Ebu Asım "sünnet 1/27 de tahric etmişleridir.
Elbani (Irvail Galil 6/34-38'de hadise nasen hükmünü verdi.
[430] Ebu Davud Kitabul Merasil sh 223, Taberi Tefsir 21/7,
el-Maverdi Nüket ve'l Uyun 4/288-289.
[431] Bu hadisin tahrici saptanamadı.
[432] Havariler, İsa (a.s)'in ashabıdır. Elbiselerinin
beyazlığından dolayı bu ismi aldıkları söylenir.
Peygamber (s.a.v.)
Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Zübeyr halamın
oğlu ve ümmetimin havarilerindendir."
Bu hadisten, havarilerin peygamberlerin en samimi ve özel dostları,
olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Meanil Kur'an, 5/164-165 (Züccac)
[433] Bu hadisi, Darimi süneninde 1/731'de, Tirmizi
Sünenin'de 5/172-177'de rivayet ettiler. Hadis Haris b. Abdullah el Avar'dan
rivayet edilmiştir. Albani Şerhu'l Akidetü't Tahaviye'ye yazdığı talik sh,
68'de bu hadisin, Harisu'1-Avar nedeniyle isnadında zaaf bulunduğunu ve
Haris'in bazı hadis tenkidçileri tarafından yalan ile ittiham edildiğini
söyledikten sonra bu güzel sözün aslen hadis değil de Ali'ye ait olma
ihtimalini zikretti.
[434] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları:
124-154.
[435] Bkz. mecmua feteva. 4/475
[436] Yani Nisa Suresinin ayeti şirki, Allah'ın
bağışlamayacağı hükmüne tahsis etmekte, şirk dışında kalan günahları ise,
Allah'ın dilemesi ile takyid etmektedir.
[437] Zümer suresinin ayetinde tamim, yani Allah'ın tavbe
edenlerin tüm günahlarını affedeceği umumi hükmü vardır. Itlak olması da, günahkarlar
hakkında mutlak olması demektir.
[438] Tahkim olayından sonra, Hz Ali (r.a)'ye karşı gelip,
başkaldı-ranlar. Daha sonra onlarca fırkaya bölünmüşlerdir. Hariciliğin temel
ilkeleri şunlardır. Ali'yi, Osman'ı, Cemel Savaşma katılanlar, iki hakemi ve
onların hükmüne razı olan herkesi tekfir ederler. Zarba idareciye karşı
ayaklanmayı öngörürler. Ve büyük günahları işleyenlere kafir derler.
[439] Buhari 4/149'da ve Müslim 3/2118'de Ebu Said el-
Hudri'den rivayet ettiler.
[440] Bu hadis Enes b. Malik ve Ebu Hureyre tarafından
birbirine yakın lafızları ile rivayet edildi. Buhari - Kitabul Vudu 1/61,
Müslim - ki-tabul Tahare 1/236, Ahmed - Müsned 2/239, Darimi - Sünen kitabul
Vudu 1/189, Ebu Davud - Sünen Kiabut Tahare 1/263, İbn Mace Sünen Kitabu't
Tahare 1/175
[441] Bu durumda kişinin orucunun sahih olup olmaması
konusunda fakihler ihtilaf etti. İbn Kudame Muğni'de (3/63) şöyle dedi.
Kişi cinsel ilişki
halinde iken fecir doğar doğmaz, zekerini çekçe ne olur. Bu konuda ibn Hamid
el-kadi şöyle dedi. Kişinin kaza ve kefaret vermesi gerekir, çünkü çekme de
lezzet hasıl eden bir cimadir, dedi.
Ebu Haf da şöyle dedi.
Bu durumu da kişiye ne kaza ne de kefaret gerekir. Ebu Harife ve Şafii de bu görüştedirler.
Çünkü, nez'yani çekme, cimayı bitirmektir. Dolayısıyla cima ile ayn müteaala
edilmesi gerekir. Aynı kişinin bulunduğu yere girmeyeceğine dair yemin emesi,
ve yeminine mütakip oradan çıkması gibi.
Malik de şöyle dedi: Orucu batıl olur ancak kefaret gerekmez"
[442] Muhammed b. İdris eş- safii. Ebu Abdillah dört büyük
fıkıh, imamından biri. Muhtelif konularda eserleri vardır.
Bunlardan en meşhurları "el-ümm", "Ahkamu'l Kur'an"
ve "er-risa-le'"dir. 204 yılında vefat etti.
[443] Malik b. Enes b. Malik. Dört imamdan biri ve Medine
imamı. İbn Uyeyne şöyle dedi: "Malik Hicaz ehlinin en alimi ve zamanının
hüccetidir". İmam Ahmed b. Hanbel ise şöyle dedi: "Malik hadis ve
fı-kıh'da imamdır" Kendisi Tabi-i Taiindendir. Muvatta'sı meşhurdu. 179
yılında vefat etti.
[444] Bu rivayeti Gazali, ihyaü Ulumüd Din (4/35) de
zikretmiştir. Rivayete göre insanları bidat ile saptıran bir alim, daha sonra
tevbe eder ve bundan sonra İslah için çalışır. Allah o dönemin peygamberine
vah-yederek sözkonusu alime şöyle demesini buyurur:
"Eğer günahın
benim ile senin aranda kalsa idi onlan bağışlardırm Fakat kullarımdan saptırıp
da cehenneme gönderdiğin kimseler için nasıl olacak?" Hafız el-ıraki, bu
rivayet hakkında sukut etmiş ve herhangi bir ta-lik'de bulunmamıştır.
[445] Ebu Ali el- Hasan . Ali el- Ehvazi. Döneminin Şam
kıraat alimi. Hadis ile de meşgul olmuştu. Zehebi şöyle demiştir: Sıfatlar
konusunda bir eser yazmıştırki, yazmasaydı daha iyi olurdu. Çünkü kitabını uydurma
ve saçma rivayetlerle doldurmuştur. 447 yılında vefat etti.
[446] Haris b. Hişam b. Muğeyre. Ebu Cehl'in kardeşidir.
Fetih günü müslüman oldu ve islam'ını güzeleştirdi. Cahiliye döneminde olduğu
gibi, islam'da da şerefli ve saygıdeğer bir liderdi.
Ömer döneminde cihad niyetiyle Şam'a göç ederek, şehid oluncaya kadar
orada kaldı.
[447] Süheyl b. Amr b. Abdi Şems. Kureyş'in hatibi, fasihi
en şereflilerinden idi. Mekke'nin fethi günü müslüman oldu ve islam'ını
güzel-leştirdi. Müslüman olduktan sonr a adamlarıyla beraber cihad için Şam'a
çıktı. Gündüzlerini oruç, gecelerini de ibadet ile geçirirdi. Kur'an'ı her
dinleyişinde ağlar idi. H. 18 yılında vefat etti.
[448] Safvan b. Ümeyye b. Halef. Fetih'den sonra müslüman
oldu. Bazı hadisler rivayet etmiştir. Müslümanlığını güzel yaptı. Yermük
savaşına katıldı. Cahiliye ve islam döneminde Kureyş'in en ileri gelenlerinden
idi. H. 41 yılında vefat etti.
[449] İkrime b. Ebu Cehl Amr b. Hişam b. Muğeyre. Şerif,
Reis ve Şehid. Babası Ebu Cehl öldükten sonra Mahzumaoğullarının reisliği
İk-rime'ye geçti. Sonra Fetih yılı müslüman oldu. Ve müslümanlığını güzel
yaptı. H. 15 yılında Yermük savaşında veya yine o yıl meydana gelen Ec-nadın
vakasında şehid edildi.
[450] Amr b. As b. Vail b. Abdullah Zekası, dehası ve
kurnazlığı ile meşhurdur. H. 8 yılda müslüman oldu. ve 43 yılında vefat etti.
[451] Müslim Kitabul iman 1/112
[452] Buhari, Tefsirul Kuran 5/227, Müslim, kitabut Tefsir,
3/2321
[453] "Kim teammüden bir mümini öldürürse onun cezası
cehennemdir" ayeti kerimesi ile ilgili Buharı Sahihinde kitabut Tefsir
(5/182) de Sa-id b. Cübeyr'den şöyle rivayet etti: "bu ayet konusunda
küfelilerin ihtilaf etmeleri üzerine, ibn Abas'a giderek, o'na sordu.
tbn Abbas, bu ayetin,
Kur'an'm en son indirilen ayetlerinden biri olduğunu ve kesinlikle nesh
edilmediğini bildirdi".
Bu hadisi Nesai de
Tefsirinde 1/397 rivayet etti.
İbn Abbas'dan aynı
görüşü daha başka bir çok kimse de sahih isnatlarla rivayet etmişlerdir.
Fakat Beğavi Mealimut
Tenzil (l/465)'de şöyle dedi.
"Ehli sünnetin de
içinde bulunduğu çoğunluğun görüşü, bir müslümanı teammüden öldürenin
tevbesinin makbul olduğu görüşüdür. Çünkü cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:
"Şu da muhakkak ki
ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi
bağışlarım" (Taha:
20/82)
"Allah kendisine
ortak koşulmasını asla bağışalamaz; bundan başkasını dilediği kimse için
bağışlar".
(Nisa: 4/48)
İbn Abbas'in görüşü ise, Adam öldürmekten kaçındırma cihetiyle teş-did
ve mübalağa cihetiyledir" tevbe ettiği zaman Beğavi'nin dediği gibi ki
cumhur'un görüşü budur- Katil tevbe ettiği zaman Allah onun bu günahını
bağışlar. Çünkü tevbe ayetinin hükmü umumidir.
[454] Bu görüşleri "mesailul Fıkhiye (2/247)'de Kadı
Ebu Yala zikretti ve birinci görüşün, yani katilin tevbesinin makbul olduğu
görüşünün sahih olduğunu söyledi.
[455] Nisa suresi, 93 ayet şöyledir: "Kim bir mümini
kasten öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona
ga-zapetmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır."
[456] Müslim - kitabul iman 2/150, Malik, muvatta, kitabul
cihad 2-461, Ahmed, müsned - S 4- 308-330, Tirmizi, sünen, Kitabul Fedailul cihad
4/175, Nesai kitabul cihad 6/33.
[457] Ata b. Ebu Müslim Ebu Osman el-Horasani,Dara kutni
o'nun için şöyle dedi. Bizzat sikadır. Fakat ibn Abbas'ı görmüş değildir. Yani
müdellistir. 135 yılında vefat etti.
[458] Taberi Tefsirinde (9/315) tahric etti. 170
[459] Buhari, Kitabül istitabetül mümin, 8/49, Müslim
kitabül iman 1/112.
[460] Zındık'ın tevbesinin kabulü konusundaki ihtilaf,
haklarındaki islam hükümlerinin uygulanıp uygulanmaması konusundadır. Fakat Allah'ın
onlara tevbelerini kabul etme konusu ayrıdır.
Birkaç kez irfidat eden veya zıdıkların tevbeleri konusunda fukaha ihtilaf
etmişlerdir. Safiye göre tevbeleri kabul edilir. Malik, leys, ishak ve Ebu
Hanife'den bir rivayete göre ise tevbeleri kabul edilmez.
[461] Muhammed b. Hüseyn b. Muhmmed b. Halef b. Ahmet el,
Ferra. Ebu Yala el Kadı 5 h.y Hanbeli ulemasınn meşhurlarından. Ahkamus sultaniye,
el- kifaye, el idde gibi eserleri vardır. 458 yılında vefat etti.
[462] Buhadisi buhari kitabul hudud 8/23, Müslim kitabut
tevbe 3/218'de rivayet ettiler, Ahmed müsned 3/491, Ebu Davud Sünen - Kitabul
Hudud 4/544'de rivayet ettiler.
Hadis şöyledir: Enes b.
Malik şöyle dedi: Peygamber (s.a.v)'in yanındaydım. Adamın birisi gelerek,
"Ya Rasulallah ben
haddi gerektirecek bir günah işledim, bana had uygula" dedi. O sırada
namaz vakti girdi. Adam da peygamber (s.a.v), ile beraber namaz kıldı.
Peygamber (s.a.v) namazı tamamladıktan sonra adam, peygamber (s.a.v)'e
kalkarak,
"Ya Rasulallah,
ben haddi gerektirecek bir günah işledim. Allah'ın kitabını bana tatbik
et", dedi. Peygamber (s.a.v)
"Az önce bizimle
beraber namaz kılmadın mı?" buyurdu. Adam:
"Evet," dedi.
Bunun üzerine peygamber (s.a.v)
"Allah senin günahını bağışladı" buyurdu."
[463] Maiz b. Malik el-Eslemi. Sahabidir. Zina etmiş sonra
pişman olarak, gelip günahını itiraf etmiştir. Bunun üzerine peygamber (s.a.v)
o'na recm uygulanmasını emretti ve recm edildi.
[464] Zina edip de suçunu itiraf eden Gamid'li kadının
adının Sebia olduğu rivayet edilir.
[465] Hadis şöyledir. Maiz b. Malik peygamber (s.a.v)'e
gelerek ben zina ettim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) yüzünü ondan çevirdi.
Malik bu sözünü ısrarla üst üste dört kere tekrar edince, Rasulullah (s.a.v)
o'nun recm edilmesini emretti. Recm esnasında, Maiz taşların acısını duyunca
kaçmaya başladı. Fakat peşinden bir adam yetişerek, elindeki deve kemiğiyle
vurup, onu öldürdü. Bu olay Rasuhıllah'a (s.a.v) bildirilince; "Onu
bıraksaydmız olmaz mıydı" diye buyurdu.
Hadisi rivayet edenlenTirmizi, Sünen, Kitabul Hudud, 2/854 Tirmizi,
Sünen, Kitabul Hudud 4/36, Ahmed, müsned. 5/216 Ebu Davud, Sünen, Kitabul
Hudud, 4/573.
[466] Müslim Hudud: 23
[467] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 155-174.
[468] Abdullah b. Said b. Husayn el-Kindi Sika'dır. 257
yılında vefat etti.
[469] Muhammed b. Fadil b. Gazvan, İmam, Saduk, hafız Şiilik
ile ittiham edilmiştir. Zehebi onun sahih hadis erbabı tarfından hüccet kabul
edildiğini söyledi. Tefsir, Kitabı Zühd, siyam ve başka eserleri vardır. 195
yılında vefat etti.
[470] Huseyn b. Ubeydullah b. Urve en-Nahai sika ve
fadıldır. 139 yılında vefat etti.
[471] Cami b. Şeddud el-muharibi. Sika'dır, 118 yılında
vefat etti.
[472] Esved b. Hilal el-Muharibi. Tabiinin büyüklerindendir.
Sikadır 84 yılında vefat etti.
[473] İbn Ebu Hatim bu rivayeti tefsirinin muhtelif
yerlerinde nak-letmiştir. - Enam suresinin tefsirinde - Nemi suresinin
tefsirinde ve Kasas suresinin tefsirinde.
[474] Sahabi, imam, fakih, müctehid. İsminin Abdurrahman b.
Sahr olduğu rivayet edildi. En çok hadis rivayet eden sahabidir. 57 yılında vefat
etti.
[475] Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib el Haşimi.
İbadetinden dolayı kendisine Zeynül Abidin denilirdi. Tabiindendir. Vera,
takva sahibi, alim ve abid idi. H. 94 yılında vefat etti.
[476] Zekvan'us-seman ez- Zayyaf. Bazı sahabelere yetişti ve
onlardan hadis rivayet etti. Sika'dır 101 yılında vefat etti.
[477] Muhammed b. Ka'b b. Selim el-Karzi Tabiindendir.
Görmediği insanlardan rivayetler nakletmiştir. Acluni, O'nun sika olduğunu söyledi.
Zehebi de o'nun tefsir imamlarından biri olduğunu bildirdi. 108 yılında vefat
etti. Başka bir tarihte vefat ettiği de söylendi.
[478] Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah, Ebu Bekr Zühri
el-Me-deni. Şam'da ikamet etti. Büyük imamlardandır. Zamanının hafızı idi. 124
yılında vefat etti.
[479] İkrime b. Abdullah. Allame, müfessir, Hafız, Ebu
Abdullah 104 yılında vefat etti.
[480] Zeyd b. Eşlem el-Adevi. El-medeni. Fakih, imam, hücet,
Kud-ve. İlmiyle amil ulemadan idi. 136 yılında vefat etti.
[481] İbn Ebi Hatim bu rivayeti tefsirinin muhtelif
yerlerinde nakletti: Enam suresinin tefsirinde (896-898), Nemi suresinin
tefsirinde (438-440), Kasas suresinin tefsirinde (443-445)
[482] Muhammed b. Uzeyz b. Abdillah el- Eyli. Sika, Saduk ve
zayıf olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. İbn Hacer, Takrib'de
"O'nda zayıflık vardır", dedi. 268 yılında vefat etti.
[483] Selame b. Ruh b. Halid b. Akil ibn Hacer Takrib'de
o'nun için "Saduk ancak evhamlıdır", dedi. 198 yılında vefat etti.
[484] Ukeyl b. Halid b. Akil el-Eyli.Saduk'tur. İbn Hacer,
Takrib'de o'nun "sika" olduğunu söyledi. 144 yılında vefat etti.
[485] Ukbe b.Amir el- Cüheni. Sahabi, alim, karii, fasih,
fakih ve şair. 58 yılında vefat etti.
[486] İbn Ebu Hatim "Enam suresinin tefsiri (sh,
906-907'de) tahric etti.
[487] İbn Ebu Hatim bu rivayeti tefsirinde üç yerde
zikretti. Enam suresinin tefsiri sh 907. Nemi suresinin tefsiri sh. 443, Karas
suresinin tefsiri sh, 447-449.
[488] Enes b. Malik b, Nadr. Peygamber (s.a.v)'in arkadaşı
ve hizmetçisi. İmam, Müftü, karii, muhaddis, H. 93 yılında vefat etti.
[489] Şakik b Seleme el-Esedi. Ebu Vail el- Kufi. Büyük
imam. Peygamber (s.a.v)'e yetişti fakat göremedi. İlim ve amel'de imam idi. 82
yılında vefat etti.
[490] Bkz. Tefsir ibn Ebi Hatim. Tefsiru suretil Enam, sh.
907-908. Tefsiru sureti'n Nemi sh, 443-445, Tefsiru suretil Kasas. sh 449-451
[491] İbn. Ebi Hatim'in isnadı şöyledir: Haddesena Abdullah
b. Süleyman, sena el- Huseyn b. Ali b. Mehran, sena Amir b. Furat, an Esbat,
an Süddi.
[492] İbn Ebi Hatim ve Tefsiru suretul Kasas,(451-452)'de
tahric etti.
[493] İbn Abbas'ın peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiği
hadis şöyledir. "Allah (c.c) iyilik ve kötülüğü yazıp, sonra bunu beyan
etti. Kim bir sevap işleyip, sonra bunu yapmazsa, Allah kendi katında ona bir
sevap yazar. Eğer niyet ettiği o sevabı yaparsa Allah kendi katından ona on
sevaptan yediyüz sevaba kadar ve daha çok sevap yazar. Kim bir kötülüğe niyet
ettikten sonra, onu yapmazsa Allah ona da kendi katında tam bir sevap yazar.
Kişi niyet ettiği bu kötülüğü yaparsa, ona bir kötülük günahı yazılır."
Hadisi, Buhari sahih "Kitab'ul Rekaik (7/187) de, Müslim, sahih
Kitabul iman (1 /118)' de zikrettiler.
[494] Ebu Hureyre'nin hadisi de İbn Abbas'ın hadisiyle aynı
anlamdadır. Müslim Sahih'inde kitabul iman (sh 117) de zikretti.
[495] Cündeb, Cünade el-Gıfari ilk müslümanlardandır.
Peygamber (s.a.v)'in ashabının şn seçkinlerinden alim, abid, zahid, mücahid bir
zat idi. Kınayanın kınamasından çekinmeden, hak sözü her yerde söylerdi. H. 32
yılında vefat etti.
Ebu Zerr'in hadisi şöyledir. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Allah şöyle buyuruyor: kim bir iyilikle gelirse ona bunun on katı sevap
vardır ve daha da arttırırım. Kim de bir kötülükle gelirse onun cezası da,
aynısı ile bir kötülüktür veya bağışlarım. Kim bana bir karış yaklaşırsa,ben
ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç
yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim. Kimbana şirk koşmadığı
halde, dünya dolusu günah ile gelse, ben onun günahlarının aynısına mağfiret
ile gelirim" Hadisi, Müslim, kitabu'z-zikr ve dua ve't-tevbe ve'1-istiğfar
(3/2068) Ahmed , Müsned 5/148'de, İbn Mace kitabul edeb 2/1255'de rivayet
ettiler.
[496] Abdullah b. Amr b. As Peygambar (s.a.v)'in arkadaşı.
İmam ve abid. İlim ve amel önderi. Sayısız faziletlerin sahibi. H. 65 yılında
vefat etti.
[497] Hadisi, Buhari kitabu's savm 2/245, Müslim Kitabus
siyam 1/812'de
[498] Ebu Hureyre'den Ahmed, müsned 2/263'de Beyhaki
Süne-nü'l Kübra, 4/293'de rivayet ettiler. Sahihül Camius sağir'inde Albani bu
hadisi "Sahih" kabul etti.
[499] "İylikler on katı ile değerlendirilir"
ziyadesi olmaksızın bu hadisi Ebu Eyyub el-ensari'den Müslim Kitabu's-siyam
1/822'de, Ebu Davud Sünen. Kitabu's-savm: 2/812, İbn Mace Sünen Kitabu's-sıyam
1/547, Tirmizi sünen kitabu's-savm 3/132'de rivayet ettiler. Ziyadeli hali ile
de, Sevban'dan İbn Mace, Kitabu's-siyam 1/547'de rivayet etti.
[500] Uzun miraç hadisinden. Bu hadisi Müslim Sahih'inde
Kitabu'l-iman: 1/147'de rivayet etti.
[501] Ebu Hureyre'den bu hadisi rivayet edenler Buhari
sahih'inde kitabu'1-iman 1/8 Müslim Sahihinde kitabu'1-iman 1/63.
[502] Ebu Davud, Süleyman b.Eşas, imam, sünnet önderi, büyük
hafız, es-Sicistani. Hadis ilminde otorite olmakla beraber fıkıhta da imamdı.
Yazdığı eserlerle bunu ispat etmiştir. En önemli eseri ise sünen-dir. 275
yılında vefat etti. Bu hadisi sünen, kitabul Edeb 5/310'da rivayet etti.
[503] Tirmizi, Muhammed b. İsa. Hafız, imam. Hadis ilminde
otorite. 279 yılında vefat etti. Bu hadisi, sünen'inde kitabu'd Daavat,
5/468'de rivayet etmiştir.
[504] Ebu Abdurrahman, Ahmed b. Şuayb b. Ali el-Horasani en-
Nesai büyük hadisçi ve imam sünen, tefsir ve duafa gibi önemli eserleri vardır.
302 yılında vefat etti. Nesai bu hadisi Kubra'da kitabu'n nuat 4/401 'de
rivayet etti.
[505] Amr b. Asım b. Ubeydillah el, Kilabi Hafız. Buhari'nin
büyük şeyhlerinden biridir. 213'de vefat etti.
[506] Hadis'in tamamı şöyledir:
"Zina eden, zina
ederken, mümin olarak zina etmez; hırsızlık yapan, hırsızlık yaparken mümin
olarak hırsızlık yapmaz; Şarap içen şarab içerken mümin olaak şarap,
içmez"
Ebu Hureyre buna şunu
da ilave ediyordu:
"Şerefli bir kimse
yağmalarken, mümin olarak yağmalamaz."
Buhari, Kitabul Mezalim, 3/107. Müslim, Kitabu'l iman 1/76.
[507] Buhari Sahih'inde kitabul cihad ve's-siyer 3/223'de
rivayet etti.
[508] Ahmed, müsned 2/69, Tirmizi, Sünen, Kitabu'n Nüzür
ve'l Ey-man 4/110. Hakimi Müstedrek, Kitabul iman 1/65, Beyhaki, sünen, kitabul
Eyman 10/29.
[509] Ebu Bekir'in hadisi iki yoldan gelmiştir.
Birinci yol: Suyuti
Camiu's-Sağir'de zikretti. O'nun Hakim ve Tir-mizi'ye nisbet ettiği bu hadisi
Albani Daifu'l sağir'de zayıf kabul etti.(502)
İkini yol: İbn Hibban, Mecruhin 3/130, Darakutni, ilel, 1/191, Ebu Na-im
ilel, 7/112, Hadis'in isnadında geçen Yahya b. Kesir, Zayıftır.
[510] Müslim, Kitabul iman, 1/55.
[511] Ebu Davud, Sünen, Kitabul Cenaiz 3/486, Hakim,
müstedrek, Kitabul Cenaiz 1/503.
[512] Ebu Hureyre'nin hadisinden Buharı, Kitab'ul
Rikak-7/204 Kitabul ilim 1/33
[513] Müslim'de Ebu Hureyre ve Ebu Said'den Kitabu'l iman
(l/57)'da tahric etti.
[514] Müslim, Ubade b. Samit'ten, Kitabul iman'da tahric
etti
[515] Enes b. Malik'in hadisini Buhari, Kitab'ul ilim'de
tahric etti.
[516] Bu hadis Ebu Hureyre'den rivayet edilen uzun hadisin
bir bölümüdür. Kitabul iman 1/59-61
[517] Müslim, Utban b. Malik'den tahric etti. Kitabu'l iman.
1/61-62.
[518] Ebu Zerr'in hadisinin bir bölümüdür. Buhari, Kitabul
Libas 7/43-44. Müslim, Sahihinde, Kitabul iman 1/95.
[519] Cabir b. Abdullah'tan Müslim, Kitabul iman 1/94.
Ahmed, Müsned, 3/345
[520] Bu hususa delalet eden birçok hadisten biri de Enes b.
Malik'den rivayet edilen şu hadistir:
"La ilahe illallah diyen, cehennemden çıkarılır. O kişinin kalbinde
bir arpa tanesi ölçüsünde hayır vardı. Sonra cehennemden la ilahe illallah,
diyen birisi daha çıkarılır ki onun kalbinde de zerre ölçüsünde bir hayr
vardı" Müslim, Kitabul iman: 1/182
[521] Fatıme bt. Münzir" den rivayet edilen, kabir
sorgusuyla ilgili hadisten bir bölüm. Buhari, Kitabul İtisam 8/141.
[522] Ebu Nuaym, el-Hilye 5/33. Zehebi, Siyeri A'lam 5/298
Hadis,
Garib'dir.
[523] Kimlik hadisi özetle şöyledir:.
99 sicil defteri kadar
çok günahı olan bir adamın tüm bu günahları ile şehadet kelimesi tartılır ve
şehadet kelimesi ağır basarsa
Hadisi Ahmed, Müsned 2/213, İbn Mace, Sünen, Kitabüz Zühd 2/1437, İbn Mace,
Sünen, Kitabul iman 5/24'de rivayet ettiler. Tirmizi: Bu hadis hasen,
garib'dir, dedi.
[524] Daha önce tahricini verdiğimiz Cabir b. Abdullah'ın
hadisi.
[525] Rafi b. Mihran. İmam. Karii, Hafız ve Müfessir. Ebu'l
Aliye. Tabiinin büyüklerinden. Gençliğinde Rasulullah'ı (s.a.v) gördü. Fakat
Ebu Bekir döneminde müslüman oldu. 93 yılında vefat etti.
[526] Mukatil b. Süleyman b. Beşir el- Ezdi el- Horasani.
Yalanlanmış ve terkedilmiştir. "Tecsim" mezhebinden olmakla ittiham
edildi. "Necadirut Tefsir, Tefsirul Kebir, Nezairul Kuran" gibi
eserleri vardır. 150 yılında vefat etti.
[527] Bkz. Zadul mesir 1/108
[528] Bkz, Zadul mesir, 8/422-423.
[529] Bkz. Mealimut Tenzil 4/424.
[530] Rebi b. Enes b. Ziyad el-Bekri. Takrib'de, sadufc'tur,
denildi. Şiilikle ittiham edilmiştir. 139 yılında vefat etti.
[531] Rebii b. Haysem b. Aiz. İmam, Kudve, abid, Ebu Yezid
es-Sev-ri, Peygamber (s.a.v)'in dönemine yetişti ve ondan irsalde bulundu.
Zühd, Vera, takva ve ilmi ile meşhudur. 65 yılında vefat etti.
[532] Muhammed b. Saib b. Bişr el-Kelbi. Allame ve müfessir.
Zahebi şöyle dedi: Ensab konusunda baş idi. fakat şii olması nedeniyle
hadisleri terkolunmuştur. "Tefsir, Nasihu'l Kür'an ve mensuhihi" gibi
eserleri vardır. 146 yılında vefat etti.
[533] Kada Rabbük, Vassa Rabbük'tür diyenler: İbn Mesud, ibn
Abbas, Übey b. Ka'b ve Dahhak b. Müzahim'dir.
[534] Bu görüşü dile getirenler: Abdullah b. Mesud, Rebii b.
Enes ve Mücahid'dir.
[535] Bu söz Mücahid'e aittir: Mücahid "Allah görür
fakat kimse o'nu göremez", diyordu.
Ruyet ayetini ise, Allah'ın rahmet ve sevabını beklemek olarak tefsir
etmiştir.
[536] Ru'yet ayeti kıyamet suresinin 22 ve 23. ayetleridir.
"Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır."
[537] Nebe: 78/23
[538] Abd b. Humeyd. İmam, Hafız ve Hüccet.Sika ve sebttir.
"Tefsir" ve "müsned" gibi eserleri vardır. 249'da vefat
etti.
[539] Abdurrahman b. Mehdi b. Hassan. Hadis tenkidi alimi,
ilim ve amel'de imam, 198.yılında vefat etti.
[540] Abdulhamid b. Abdurrahman el-Hammani. Hakkında ihtilaf
edilmiştir. Bazıları onu zayıf kabul ederken, bazıları sikadır demişlerdir.
Takrib'de ise "Saduktur, hata eder" denildi. Ebu Davud onun mürcilik
mezhebinin davetçilerinden biri olduğunu söylemiştir. 202 yılında vefat etti.
[541] Nadr b. Abdurrahman Ebu Ömer el-Hazzaz. Ahmed ve Dare
Kutni O'nu zayıf kabul ettiler. Buhari de O'nun zayıf ve zahibu'l-hadis
olduğunu söylemiştir. Takrib'de ise onun için metruk denildi.
[542] İbn Ebi Hatim Tefsirinde.
[543] Bak. Tefsiru Hasanu'l-Basri. 1/106.
[544] Muhammed b. Muhammed, zeyd b. sabit el-ensari'nin
kölesi, Sika'dır. İkrime ve Said b. Cübeyr'den rivayet etti. O'ndan da İbn
İshak rivayet almıştır.
[545] Tercemesi saptanamamıştır.
[546] Süreye b. Yunus b. İbrahim imanii Hafız Abid
imamlardan idi. 230 yılında vefat etti.
[547] Tercemesi saptanamamıştır.
[548] Ebu Bekr. b. Ayyaş b. Salim el- Esedi. Karisi, Fakih,
Muhad-dis, Şeyhul islam, Allame Abid ve sika. 193'de vefat etti.
[549] Yahya b. Eyyub b. Ebu Zera. Sika 160'da vefat etti.
[550] Abbad b. Mansur en- Naci. Ebu Hatem O'nun için
zayıftır, hadisi yazılır, dedi. Takrib'de o'nun saduk olduğu ve kederiyyeye
mensup olmakla ittiham edildiği bildirildi. 152 yılında vefat etti.
[551] Ahmed b. Sinan b. Esed b. Hibban. İmam, Hafız.
Zamanının hadis imamı. Takrib'de: "o, sika hafız'dır" denildi. 256
yılında vefat etti.
[552] Süleyman b. Mihran el, E&edi. Sika. Fakat tedlis
ve irsal yapardı. İbadet've zühd ehlinden. Alim. 148'de vefat etti.
[553] Mesud b. Malik Ebu Rezin el- Esedi el- Kufi. Tabiinden
sika ve fadıl'dır. 85 yılında vefat etti.
[554] Isa b. Abdillah b. Mahan et-Temimi, Ebu Cafer er-Razi.
Hadis-konusunda kavi değildir ve teferrüd ettiği hadisler hüccet olamaz. Kur'an
tefsiri konusunda alimdir. 260 yılında vefat etti.
[555] Selam b. Miskin b. Rebia el-Ezdi. Sika'dır. 167
yılında öldü.
[556] Bkz: Tefsiru ibn Ebi Hatim 1/251.
[557] Şeyhu'l islam ibn Teymiyye'nin kendisi.
[558] Kıyamet gününde peygamber (s.a.v)'in şefaat edip,
şefaatinin kabul edileceğini bildiren uzun hadis Buhari, Kitabu't Tevhid
8/200-202, Müslim, Kitabu'l iman 1/182-184.
[559] Hadis Buharı, Kitabu't Tıb. 7/32.Tirmizi, kitabu't
Tıb. 4/386.
[560] Cehmiyye: Cehm. b. Safvan'ın tabileri Allah'ın isim ve
sıfatlarını inkar ederler, insanın fiilerini işlemeye mecbur olduğu, cennet ve
cehennemin fani olduğu ve imanın sadece kalbi bir bilgi olduğu gibi sapık
görüşlere sahiptirler. Bkz. el-Fark beyne'l Furuk (Abdulkahir el-Bağdadi) sh
108.
[561] Hüzeyliye: Ebu Huzeyl'in tabiileri. Allah'ın
makduratının fena bulacağı gibi sapık bir düşüncenin gereği olarak cennet ve
cehennemin de fani olacağına inanırlar. Bkz. Abdulkahir el, Bağdadi'nin:
"el-Fark bey-nel Furuk" isimli eseri sh. 85-93.
[562] Bu konuda bilgi için Bkz. Hadil Ervah ila Biladil
Efrah (ibn Kayyım) sh 253-254. Şerhul Akidetu't Tahaviye (ibn Ebi'l izz el
Hanefi)
[563] Bu kiraati: "Hatiatuhu" şeklinde çoğul
okuyan kariler şunlardır: Nafi el- Medeni ve Ebu Cafer Yezid b. Ka'ka' el-
Mahzumi el-Me-deni. Diğer kariler ise tekil okumuşlardır.
[564] Tirmizi, Tefsirul kur'an 5/434. Ahmet, Müsned. 2/298,
İbn Ma-ce, Kitabuz-zühd 2/418
[565] Nahiv imamı, Ebu Ali, Hasan b. Ahmet el-Fars çeşitli
eserleri vardır. Zehebi. O'nun eserlerinin çok faydalı olduğunu ve kendisinin
mutezile'ye meyyal olduğunu söylemiştir. Hüccet, idah ve et-tekmile gibi
eserleri vardır. 377'de vefat etti.
[566] Bunu Ebu Ali el- Farisi'den ibn Cevzi zikretti.(Zadul
mesir,1/108)
[567] Bu görüşte olanlardan biri de Mücahid'dir. Bkz,
tefsiru müca-hidsh,398
[568] Bkz. Züccaz, meani'l Kuran 3/119.
[569] Hariciler ve Mutezile, Peygamber (s.a.v.)'in büyük
günah işleyenlere şefaat etmeyeceği ve fasıklann ebedi olarak cehennemde kalacakları
görüşündedirler.
[570] Bu konudaki birçok örnekten biri de Nisa suresinin 18.
ayeti ke-rimesidir:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip
çatınca "Ben şimdi tevbe ettim." diyen ve kafir olarak ölenler için
tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır."
[571] İbn Cevzi, Zadu'l mesir (4/25)'de zikretti.
[572] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid
Yayınları: 175-204.