MÜŞKİL AYETLERİN TEFSİRİ 3

Mukaddime: 3

Müellifin Yaşadığı Çağ. 5

Siyası Durum: 5

Sosyal Durum: 6

İlmi Durum: 7

Kur'an Eğitimi Alanında: 8

Müellifin Hayatı Ve İlmi Şahsiyeti 8

Nesebi Ve Doğumu: 8

Yetişmesi Ve İlim Talebi: 8

Şeyhleri (Hocaları): 10

Öğrencileri: 11

Yetiştirdiği Bazı Öğrencileri: 11

İlmi Mevkiisi: 12

Tefsir Alanında: 12

Hadis Alanında: 12

Fıkıh Alanında: 13

Akide Meselesinde: 13

Alimlerin, O'nun muhtelif ilimlerdeki üstün bilgisine tanıklık eden bazı sözleri: 13

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Telif Ettiği Eserler: 13

İbn Teymiyye'nin Başlıca Önemli Eserleri Şunlardır: 14

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Vefatı: 15

Kur'an Öğretimi Alanında, Kendisinden Sonra Gelenler Üzerindeki Etkisi: 15

İbn Kayyim Üzerindeki Etkisi: 15

1- Tefsir Yazma Yöntemindeki Benzerlikleri: 16

2- Sunuş Ve İstinbat Yöntemindeki Benzerlikleri: 16

3- İbn Kayyım'm İbn Teyyimiyye'nin Sözlerinden Yaptığı Alıntılar: 17

2- İbn Kesir Üzerindeki Etkisi: 18

3- İbn Teymiyye'nin Kasımi Üzerindeki Etkisi: 19

4- Muhammed Reşid Rıza üzerindeki etkisi: 21

İKİNCİ FASIL. 22

KİTAP HAKKINDA BİLGİ 22

Kitabın Adı: 22

Kitabın Müellife Nisbeti: 22

Kitabın Tanıtımı: 23

Müellifin Kitabını Yazarken Takip Ettiği Metod: 23

1-Kur'an'i Kur'an Île Tefsir Etmesi: 23

2- Kur'an'ı Sünnetle Tefsiri: 24

3- Kur'an'ı Sahabe Ve Tabiinin Sözleriyle Tefsiri: 25

4- Arap Dili Şiir'inden Delil Çıkarması Ve Kullanması: 26

5- İmamlardan Nakilde Bulunması Ve Bunu Belirtmesi: 26

6- İlmi Emaneti Ve Nakil Konusundaki Hassasiyeti: 26

7- Delile Tabi Olması Ve Söyleyeni Kim Olursa Olsun Hiç Bir Söze Taasupla Yaklaşmaması: 27

8- Ele Aldığı Meseleyi, Tüm Ayrıntılarıyla Uzun Uzun Açıklaması: 27

9- Birçok Kez Diğer Eserlerine Atıfta Bulunması: 27

10- Ayetleri Tefsir Ederken Konuyla İlgili Görüş Ve Delilleri Sunması: 28

Kitab'ın Orjinal El Yazma Nüshasının Tanıtımı: 28

İKİNCİ KISIM... 29

Şeyhül-İslam İbn Teymiyye'nin 'Müşkil Ayetlerin Tefsiri" Kitabının Tahkiki: 29

Fasıl 32

Fasıl 34

Fasl 44

Fasl 54

Fasl 60


MÜŞKİL AYETLERİN TEFSİRİ

 

Bir çok alim ve Müfessir bu ayetlerin anlamlarını karış­tırmışlar ve hatalı bir şekilde tefsir etmişlerdir.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla[1]

 

Mukaddime:

 

Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, ondan yar­dım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amelleri­mizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah kimi hidayete er-dirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidaye­te erdirecek yoktur.

Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tek­tir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasülü'dür.

"Ey iman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman olarak ölün"

(Al-i İmran: 3/102)

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadın­lar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akra­balık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Al­lah sizin üzerinizde gözetleyicidir." (Nisa: 4/1)

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı ba­ğışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 33/70-71)

Bundan sonra:[2]

Cenab'ı Hak müminleri müjdelemesi ve inat edenleri korkutması için Kur'an-ı Kerim'i peygamberimiz Muham-med (s.a.v)'e "Apaçık arap diliyle" indirmiştir.

Müslümanlar bu Kur'an'ın değerini idrak ederek, ona ge­rektiği gibi önem vermişler ve ayetlerini en güzel şekilde tef­sir etmişlerdir.

Hak Teala, her dönemde kitabını sidik ve emanet ile yüklenip, insanlara beyan eden muhlis kullar var etmiştir ki,' bunlardan biri de Şeyhü'l-İslam Ahmed b. Teymiyye, (rh)'dir. O bu hususta büyük bir gayret sarfetmiş ve tefsir il­minde bize büyük bir miras bırakmıştır. O'nun bize bırak­tığı bu büyük mirası, alimlerimiz çeşitli eserler halinde ter­tip etmişlerdir. Şeyh Abdurrahman b. Kasım'in Fetva'nın 14-17. cüzlerinde, Prof. Muhammed Seyyid el- Celind'in Dakaiku't-Tefsir'de, Prof. Abdurrahman Umeyre'nin Tefsirul Kebir'de derledikleri ve Şeyhul islam'ın diğer eserlerinde bulunan ayet tefsirleri bu mirasın azametini gösterir.

Şeyhul islam İbn Teymiyye (r.h) 'nın bu alanda yazdığı kıymetli eserlerden biri de "Zor ayetlerin tefsiri" isimli ki­tabıdır ki bu eserinde, bir çok müfessirin tefsirinde hata ettiklerini gördüğü, bazı Kur'an ayetlerinin tefsirini yazmış­tır. Müellif (rh) bu eserinde, müfessirlerin üzerinde ihtilaf etmelerinden dolayı, anlaşılması zorlaşan bu ayetleri, ilmi olarak tartışmış ve anlaşılmadaki zorluk ve kapalılığı gider­miştir.

Şeyh Ebu Abdullah b. Reşik,[3] Ondan tüm Kur'an sure­lerini ihtiva eden bir tefsir yazmasını rica ettiği zaman, şeyhul islam (rh) bu mevzunun Önemine işaret ederek şöy­le demiştir "Kur'anın bir kısmı hiç bir açıklama gerektir­meyecek şekilde açıktır. Bir kısmı ise müfessirler tarafından yazılan çeşitli tefsirler ile açıklanmıştır. Fakat bazı ayetler vardır ki bunlar müfessirler tarafından gereği gibi açıklana-madığından, insanlara kapalı ve manası zor anlaşılır kalmıştır.

Bu sefer, cenabı Hak bana Kur'an'ın anlamlarını açtı-ki, bu-bir çok alimin temennisidir- Vaktimin çoğunu Kur'an'ın anlamları dışındaki ilimlerle harcadığım için pişman ol­dum"[4]

Hak Teala bana mastır programını Kur'an ve Kur'an ilimleri dalında tamamlamayı nasip etti. Hocalarıma da­nıştıktan sonra, mastır tezi olarak, ibni Teymiyye (rh)'nin bu değerli eserini tahkik etmeye karar verdim. Bu kararı almam­da, şu nedenler etkili olmuştur:

Bir: Bu kitaba talik yazmak ilimlerin en şereflisi olan Ku­r'an ilmi ile iştigal demektir ki: "Ona önünden de, ardın-danda batıl gelmez. O, hikmet sahibi, çok övülen Al­lah'tan indirilmiştir" (Fussilet: 41/42)

İki: Bu kitabın müellifi ibn Teymiye (rh)'dır ki O'nun il­minin genişliği ve derecesinin büyüklüğüne uzak, yakın herkes şahittir.

Üç: El yazması bir tefsir kitabınr, tahkik ederek, hadis­lerini tahric ederek ve gerekli açıklamaları yaparak bu ese­ri Kur'an kütüphanesine kazandırma arzusu.

Allah'dan yardım dileyerek kitabı etüd ve tahkik etme­ye başlayarak şu plana göre yürüdüm.

Konunun önemine değindiğim giriş kısmından sonra ki­tabı iki kısma ayırdım:

Birinci kısım: Bu kısımda, müellif ve kitabını etüd et­tim. Bu kısım iki fasıla ayırdım.

Birinci fasıl: Kısaca müellifin yaşadığı dönemi ve haya­tını ele aldığım bu fasih şu iki ana başlığa ayırdım:

Birinci araştırma "müellifin yaşadığı dönemi" ana baş­lığı altında şu konulan ele aldım:

* Siyasi durum

* Toplumsal durum

* İlmi durum.

İkinci araştırma: Kısaca müellifin hayatı ve şahsiyetini anlattığım bu araştırmada şu başlıklara yer verdim:

* Nesebi ve doğumu

* Yetişmesi ve ilim talebi

* Hocaları

* Öğrencileri

* İlmi mekanı

* Eserleri

* Vefatı

*  Kur'an eğitimi alanında kendisinden sonra gelenler

üzerindeki etkileri.

İkinci fasıl: Bu fasılda şeyhul islam ibn Teymiyye (rh)'nin "müşkil ayetlerin tefsiri" isimli kitabını, dört ana başlık halinde etüd ettim:

Birinci araştırma: İki başlık içermektedir,

a- Kitabın adı.

b- Müellife nisbeti

İkinci araştırma: Kitabın tanıtımı

Üçüncü araştırma: Müellifin metodu.

Dördüncü araştırma: Kitabın el yazma nüshasından tanı­tımı

İkinci Kısım: Bu kısımda müellifin kitabını tahkik ettim. Bu hususta takip ettiğim yöntemi şöyle sıralayabilirim.

1- Kitabı muteber nüshasına uygun olarak yazdım ve diğer nüshalardaki değişiklikleri dipnotlarda bildirdim. Ay­rıca metni rakam ve imza kurallarına göre düzenledim.

2- Ayetleri, rakam ve sure bildirerek belirttim.

3- Kitabta varid olan Kur'an kıraatlerini tevsik ettim.

4- Hadisleri tahric ettim ve hükümleri belirttim.

5- Kitabda varid olan eserleri asli kaynaklarından çıka­rarak belirttim.

6- Alıntıları asli kaynaklarına veya nakiline döndere-rek, tevsik ettim.

7- Açıklanması gereken yerleri açıkladım.

8- Kitapta ismi geçen alimleri tanıttım.

9- Yine kitapta ismi geçen grup, toplum, cemaat ve me­kanlar hakkında bilgi verdim.

10- Şiir beyitlerini söyleyenine nisbet ettim ve garip ke­limelerini açıkladım.

11- Zabtı gereken ibareleri zabıtladım.

12- Terimleri ve garip kelimeleri açıkladım.

13- Gerekli yerlerde rakamlandırmalar yaptım.

14- Herhanği bir ayetin tefsiri, ibn Teymiyye'nin fetva­sında bulunuyorsa "Şeyhul islam ibn Teymiyye bu ayet hakkında şöyle dedi" diyerek ve sayfa numarası vererek gerekli açıklamaları yaptım.

Kitabın sonunda ise bu çalışmada elde ettiğim önemli so­nuçlara işaret ettim ve kitabın ayet, hadis, eserler, alimler, fırkalar, mekanlar, şiir beyitleri, kaynaklar ve konular fih­ristini çıkardım.

Bu mukaddime'nin sonunda, yardımı ve başarısından dolayı önce cenabı hakka şükür ediyorum. Sonra da bana bu fırsatı veren, ilim ve ilim talebelerinin hizmeti için yoğun gayret gösteren, tahkik, tedris ve neşir yoluyla selef alimle­rimizin ilimlerini bize ulaştıran İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi, usulud-din Fakültesi, Kur'an ve ilimleri kısmı sorumlulularına en içten teşekkürlerimi sunarım. , Bu makamda özellikle tez hocam sayın Prof. Ali b. Sü­leyman el -Abid'e bana yönelik hüsnü teveccühünden ve kat-

kılarından dolayı en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. İşle­rimin çokluğuna rağmen, beni en iyi şekilde yönlendirdi ve takip etti. O'nun ilminden ve değerli görüşlerinden çok ya­rarlandım. Allah o'nu salih kullarını mükafatlandırdığı şe­kilde mükafatlandırsın.

Ayrıca bu tezi tartışan ve kabul eden sayın hocalarım Prof. Suud b. Abdullah el Fenissan'a Prof. Said Cuma Fel-lah'a teşekkürlerimi sunuyorum. Tartışma ve tevcihatla-rından çok faydalandım.

Ve yirfe ayrıca bana yardım eden, tavsiyede bulunan ve fikir veren herkese teşekkür ediyorum.

Bundan sonra:

Bu kitabı, müellifin yazdığı şekilde çıkarmak için büyük gayret gösterdim ve ilmi tahkik'in gerektirdiği gibi, kelime­lerini açıklayarak, hadislerini tahric ederek, isimlerinin hal tercümelerini aktararak faydalanabileceği duruma getirme­ye çalıştım. Doğrularım Allah'tandır ve bunun için O'na şü­kür ederim. Bunun dışında olabilecek hatalar ise bana ait­tir ki, "müctehid hata ettiği zaman bir sevap alır" düsturu ge­reği, her iki durumda da Allah'ın izniyle sevap ümit ediyo­rum.

Rabbim bu çalışmamı kendi vechi kerimi için yapılmış muhlis bir amel kılsın.

Son davamız, hamd alemlerin Rabbı olan Allah'a ol­sun.

Abdullaziz b. Muhammed el-Halife[5]

 

Müellifin Yaşadığı Çağ

 

Siyası Durum:

 

Şeyhu'l islam ibn Teymiyye hicri 66 -778 yılları arasın­da yaşadı ki, bu dönem siyasal, askeri, iktisadi çalkantıla­rın hakim olduğu bir dönemdir. Bu dönem ayrıca islam ale­minin Haçlı saldırılarına maruz kalıp, yıkım ve çözülmeye süreklendiği bir dönemdir.

Yine islam aleminin tarihinin en acı dönemlerinden bi­ri olan Tatar işgali de aynı dönemlerde yaşanmıştır.

İbni Esir bu işgalci Tatar'ın dinlerini şöyle anlatıyor:

"Bunların dinleri, her doğuşunda güneşe secde etmektir. Haram diye birşey tanımazlar. Domuz ve köpek dahil her tür­lü hayvanı yerler. Nikah diye birşeyleri yoktur. Birçok adam, tek bir kadını kullanabilmektedir"[6]

İbn Esir Haçlı ve Tatar saldırıları nedeniyle islam alemi­nin içine düştüğü perişanlığı şöyle anlatıyor:

"İslam ve müslümanlar bu dönemde öyle belalara uğra­dılar ki, tarihte hiç bir toplum böylesi bir bela yığını ile kar­şılaşmamıştır. Doğu'dan gelen Tatar'lar -Allah belalarını versin- Müslümanlara öyle büyük zulümler ettiler ki, anlat­mak bile mümkün değil.

Ve Batı'dan gelip Şam ve Mısıra saldıran Frenk'ler -Al­lah onlara lanet etsin - Allah'ın lütfü ve keremi olmasaydı, neredeyse tüm buraları ele geçirmek üzereydiler"[7]

İbn Teymiyye zamanında Haçlı saldırıları, Tatar saldır-rıları kadar yoğun olmamakla beraber, yine de etkilerini sürdürmekteydi. 610 yılında, Dimyat'ı ele geçiren Haçlılar, buradaki erkekleri öldürüp, kadın ve çocukları köleleştirdi-ler. Fakat müslümanları asıl kortutan Tutar savaşları idi ki bu savaşlara ibn Teymiyye de bizzat iştirak etmiştir.[8]

Müslümanlar Akke ve Haçlıların elinde bulunan diğer kı­yıları fetheden değerli hükümdar Halil b. Mansur[9] eliyle, 609 yılında Haçlıları topraklarından atmayı başardılar.[10]

Tatarlar islam topraklarına ilk kez meşhur liderleri Cen­giz Han[11] döneminde Orta Asya'dan gelip, Haçlılar'ın Dim­yat'ı işgal tarihi olan 610 yılında Ceyhun nehrini geçerek sal­dırmışlardır.[12]

İbn Esir Tatarların islam alemine yönelik o vahşi ve yı­kıcı saldırıları, şöyle tasvir etmiştir.

"Tatarların tarihde benzerini görülmemiş vahşi saldırı­larını, iğrençliğinden dolayı kaç yıldır yazmak istediğim hal­de yazamıyorum. Bu konuda bir ileri, bir geri adım atıyorum. İslam ve müslümanların ölüm ağıtlarını yazmak kolay mı? Bunları anlatmak kolay mı? Ne olaydı anam beni doğurma-saydı! Ne olaydı bu vahşetten önce ölseydim de, unutulup gitseydim!...

Fakat arkadaşlarım ve doslanm beni bu olayları yazmak konusunda sürekli teşvik ettiler. Sonra ben de bu olayların unutulmaması gerektiğini düşünerek yazmaya karar verdim.

Bu tüm müslümanları kuşatan öyle büyük bir felakettir-ki, birisi Allah (c.c) Adem'i yarattığı günden bu yana, yer­yüzü böylesine büyük bir bela görmemiştir derse, doğru söylemiştir. Tarih bu büyük musibetin bir benzerine daha şa­hit olmamıştır.

Tarihin şimdiye kadar kaydettiği en büyük olay, Buhtu-nassar'ın Beytül Makdis'ı yıkıp, israiloğullarını toplu kat­liam ve sürgüne tabi tutması hadisesidir. Fakat bu Tatar melunları bir değil binlerce Beytül Makdis büyüklüğünde kentler ve milyonlarca müslümanı katlettiler.

Bunların sadece tek bir kentte katlettikleri müslümanın sayısı bile, Buhtunassar'ın katlettiği toplam Yahudiden da­ha çoktur.

Sanırım yeryüzü, Yecuc ve Mecuc hadisesi dışında kıya­met kopuncaya kadar böylesi bir fitne daha görmeycektir. Deccal fitnesi bile bü vahşet yanında hiç kalır. Çünkü Deccal kendisine uyanları serbest bırakacak, uymayanları öldü­recektir. Tatar vahşileri ise, önüne çıkan herkesi, kadm, çoluk çocuk demeden öldürdüler. Hamile kadınların karın­larını yardılar ve ceninlerini öldürdüler. Biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz.

Güç ve kuvvet ancak yüce Allah'ındır. Bu öylesine bü­yük bir beladır ki tüm islam alemini karabulutlar gibi kap­layarak şer yağdırdı.

Çin yöresinden çıkan bu kavim önce Kaşğar ve Balasağun gibi Türkistan şehirlerine, oradan da, Maveraünne-hir'de ki Semerkant ve Buhara gibi islam şehirlerine saldır­dı. Tüm buraları işgal ederek yakıp yıktılar ve halkı katliam­dan geçirdiler. Sonra daha da ilerleyerek Horasan, Rey, Hemedan ve Irak'ın bir kısmım işgal ettiler. Sonra Azarbey-can ve Ermenistan tarafına yönelerek olanları da tahrip edip, halkı vahşi bir şekilde katliamdan geçirdiler. Tüm bu işgalleri bir seneden az bir süre içinde gerçekleştirdiler ki ta­rihte bunun bir benzerine daha rastlanmamıştır.

Azarbeycan ve Ermenistan işgalinden sonra Derbend Şir­van'a yönelerek orayı yakıp yıktılar. Sonra işgal daireleri­ni daha da genişleterek çoğunlukla Türkler'in yaşadıkları tüm bölgeleri işgal edip, kendilerine direnen herkesi kılıçtan geçirdiler. İnsanlar ancak dağbaşlarına kaçıp saklanarak canlarını kurtarabiliyorlardı.

Tüm bunları son derece hızlı bir şekilde yapıyorlardı.

Sonra bunların dışında başka bir grupu Hind ve Sicistan'a kaldırarak, aynı vahşeti buralarda da işlediler.

Dünya böylesine hızlı bir işgal hareketine daha hiç şahit olmamıştı. Tüm tarihçilerin ittifakıyla, Dünya hükümdarı olan İskender bile bu bölgelere ancak onlarca yıl süren se­ferler sonucu hakim olabilmiştir.

Bu vahşi kavim, dışarıdan gelecek destek ve yardıma ih­tiyaç duymayacak tarzda organize olmuşlardı. Koyun, sığır, at ve diğer hayvanlarını da yanlarında gezdiriyor ve sadece bunların etleriyle besleniyorlardı. Bindikleri atları ise, arpay­la değil, ayaklarıyla eşeledikleri yerden çıkan bitki kökle­rini yiyorlardı.[13]

Tatar tehlikesi İslam coğrafyasını öyle kuşattı ki, so­nunda hilafet merkezi olan görkemli Bağdad şehrini ele geçirerek halife Mu'tasım'ı[14] öldürdüler ve kenti tahrip et­tiler.

İbn Kesir, Tatarların işgalinden sonra bu kentin başına ge­lenleri şöyle tasvir ediyor:

"...işgal gerçekleşip, aradan kırkgün geçtikten sonra, Bağdad, tek bir insanın dahi yaşamadığı harap bir şehire dö­nüştü. Yollar ve evler insan ölüleriyle doluydu. Yağmur yağarak bu cesetlerin çürümesine neden oldu. Cesetlerden yayılan koku yüzünden hava değişti, ülkede veba başlaya­rak, birçok insanın hava değişimi ve veba yüzünden ölme­sine neden oldu. Pahalılık, salgın hastalıklar korku insanla­rı kırıp geçirdi. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz)[15]

İbn Teymiyye'nin de ailesi Tatar saldırıları yüzünden Harran'dan[16] Dimeşke'e hicret etmek zorunda kalmıştı.

Şeyhul islam, mescidlerde yaptığı konuşmalar ile in­sanları cihad'a teşvik etmiş ve kendisi de bizzat bu savaş­lara iştirak etmiştir.

Tatarlar Dımeşk'i de kuşatınca İbn Teymiyye maiye­tinde bulunan kadı ve fakihlerden bir heyet ile beraber Ta­tar komutanı Gazan'm huzuruna çıkarak, O'nu Dimeşk'e sal­dırmaması için sert bir üslupla uyardı. Öyleki yanında bu­lunan herkes onun öldürüleceğine kanaat getirdi.[17]

Hicri 700 yılında Şam valisi ondan Mısır'a giderek sul­tan nasırı[18] Tatarlara karşı bir ordu hazırlamaya teşvik etme­sini istedi. İbni Teymiyye Mısır'a giderek sultan ile görüş­tü ve onu tatarlara karşı ordu göndermeye ikna etti.[19]

İbni Teymiyye tatarlarla yapılan bu savaşların bazıları­na bizzat iştirak ederek, Allah düşmanlarıyla savaştı.

Müslümanları cihad'a teşvik ediyor ve onları zafer ile müjdeliyordu. [20] Şeyhul islamm bizzat katıldığı savaşlardan biri de Şakkab savaşıdır[21]

İşte bu şekilde o dönemde müslümanların siyasal ya­şamları büyük çalkantılar ve musibetler ile doluydu. Ki bu­nun sebebi, müslümanların islam dininin öğretilerinden uzaklaşarak aralarında fırkalara bölünmeleridir. [22]

 

Sosyal Durum:

 

İbn Teymiyye'nin yaşadığı dönemde sosyal durum da tıp­kı siyasal durum gibi istikrarsızlık içinde yüzmekteydi. İs­lam Alemine yönelik haçlı ve Tatar saldırıları, asayişin bo­zulmasına ve insanların korku ve tedirginlik hissetmelerine neden olmuştur... Buna bir de müslüman lider ve yönetici­lerinin birbirleriyle olan mücadelesi eklenince, durum hep­ten kötüleşmiştir.

Siyasi durum nedeniyle, islam Alemi'nin değişik coğraf­yalarında yaşayan insanlar birbirleriyle karışma durumun­da kalmışlardır. Ve hiç şüphesiz bu değişik adet ve fikirle­ri olan bu toplulukların birbirleriyle karışmaları, toplanma­larda bazı karışıklıklara neden olmuştur.

Siyasi bunalımlar iktisadi hayatıda olumsuz yönde etki­lemiştir. Ziraat ve sanaat erbabı, temel ihtiyaç maddelerini ihtikar altına alıp, depolayarak, fiyatların normalin kat kat üstüne çıkmasını sağlamışlardır. Ayrıca 701 yılında Şam'ı işgal eden büyük bir çekirge sürüsü, görülmemiş biçimde tüm tarım ürünlerini tahrip etmiştir.[23]

İnsanlar ahlaken bozulmuşlar, hile, ihtikar ve hırsızlık yaygınlaşmıştır. Bu durum, şeyhül islam ibn Teymiyye'nin "el-Hisbe Fi'1-islam" isimli eserini yazmasına neden ol­muştur. Ki o bu kitabında yöneticileri genel düzenin sağlan­ması, hırsızlık, yolsuzluk ve ihtikarın önlenmesi için teşvik etmiştir.

Ayrıca muhtelif mezheplere mensup insanlar arasında sü­rekli bir cedel ve mücadele hali yaşanmakta ve bu durum bir­çok fitnelere sebep olmaktaydı.

Özetle, o dönemde müslümanların toplumsal hayatları ga­yet bozuktu ve acil İslahatlar yapılması gerekiyordu.

İbn Teymiyye toplumun yaşadığı bu kötü durumu düzelt­mek için büyük bir gayret gösterdi' Bunun için kitap, sün­net ve ümmetin selefinin öngördüğü metodu takip etti. [24]

 

İlmi Durum:

 

İbn Teymiyye dönemi siyasi ve sosyal olumsuzluklara rağmen büyük bir ilmi gelişme hareketine şahit olmuştur. Hicri 7. yüzyılın sonları ile hicri 8. yüzyılın başlangıcı ara­sında bir çok büyük alim yetişmiş ve bu alimlerin muhtelif alanlarda telif ettikleri eserler daha sonra gelenler için kay­nak teşkil etmiştir.

Ebul Haccac el-Mezi,[25] Muhyiddin en-Nevevi,[26] İbn Dakik el- İyd[27] ve daha bir çok büyük alim bu dönemde yetişmiştir. Tüm bu değerli alimlere rağmen ilmi hareket do­nukluk ve taklitden kurtulamamıştır. Alimler sadece varid ile yetinme durumunda kalmışlardır.

Akide alanında: Akide alanında en yaygın mezhep Eşa-irilik'ti. Sultan Salahuddin el-Eyyubi'nin[28] Eşari olması ve bu mezhebin intişarı için çalışması nedeniyle bu mezhep ge­niş kitleler tarafından benimsenmiştir, Selahaddin'den.son­ra gelen diğer Eyyubi sultanları da aynı mezhebe bağlılık­larını sürdürdüler.

Makrizi bu konuda Hutat'ında şöyle diyor:

"Salahuddin daha çocukluğunda, Kutbuddin Ebul Meali Mes'ud b. Muhammed en-Nisaburi'nin[29] telif ettiği kitabı­nı okuyarak ezberledi ve kendi çocuklarına da ezberletti. Bu nedenle tüm Eyyubi Sultanları Eşari'liği benimsedikleri gibi halkı da bu mezhebi benimsemeye zorladılar. Eyyubi-lerden sonra onların yerine geçen Türkler de aynı yolu iz­lediler.

Daha sonra Mağrib ileri gelenlerinden Ebu Abdullah Muhammed b. Tumurt[30] Irak'a giderek, Ebu Hamid el Ga-zali'den Eşari mezhebini aldı ve Mağrib'e geri dönerek bu mezhebin intişari için çalıştı. Ondan sonra yerine geçen ve "Emirul müminun" lakabını kullanan Abdulmümin b. Ali el-Kaysi[31] Tüm mağrib emirliklerini kendi egemenliği altına alarak "el- Muvahhidun" devletini kurdu.

Muvahhidun devleti hakimiyeti ele geçirdikten sonra imamı malum mu'dil masum olduğu gerekçesiyle ibn Tu-murt'un mezhebine muhalefet eden herkesi tekfir edip, mal ve canlarını helal kabul ettiler... Eşari mezhebinin islam Aleminde böylesine yaygınlık kazanması bu nedenledir. Siyasi baskılar yüzünden diğer mezhepler terkedilmiş veya unutturulmuştur. Fakat Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel (r.a)'e tabi olan Hanbeliler hariç. Hanbeliler sıfat­ları tevil etmeyen selef mezhebine olan bağlılıklarını sürdür­düler."[32].

Ayrıca Eş'ari ve selef mezhebinin yanısıra, Rafizilik, vahdeti vücut itikadını savunan tasavvuf gibi batıl fırkalar da varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Fıkıh alanında: Mezhep taklitçiliği hakimdi ve bunun dı­şına çıkmak veya Hanefi, Maliki, Safi ve Hanbeli mezhep­lerinden birine aykırı ictihad yapmak çok zordu.      

Safi mezhebine mensup olan genel kadı'nın bu mezhe­be muhalif hüküm beyan etmesinden çekinmesi nedeniyle 663 yılında hükümdür Baybars[33] dört genel kadı tayin ede­rek her kadının kendi mezhebine göre fetva vermesini emretti.

Bu dört mezhebten her birinin, kendi mezhebini, okutan, gereklerine göre fetva veren ve mezhebi doğrultusunda ki­tap yazan alimleri mevcut idi.

İbn Haldun şöyle diyor: "İslam alemi, bu dört imamı taklik noktasında durdu. Terimlerin çoğalması, ictihad rüt­besine ulaşmanın zorluğu, ilmi ve dini bakımdan yetersiz ki­şilerin müctehidlik iddiasından korkutulması nedenleriyle ictihad kapısını kapatmaya, dört mezhebin taklidi ile yetin­meye başladılar. Bugün fıkıh sadece bu dört mezhebin şerh­lerinin yapılmasından ibarettir.

Bu durumda ictihad iddiasında bulunanlar tepki ve red ile karşılaşmaktadırlar.[34]

 

Kur'an Eğitimi Alanında:

 

İbn Teymiyye döneminde, bu alanda birçok büyük alim yetişmiş ve değerli eserler yazmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ebu Abdullah el- kurtubi,[35] Ebu Hayyan,[36] Se­min el-Halebi,[37] İbn Kesir[38]...     .

İşte İbn Teymiyye böylesi bir ilmi ortamda yetişti ki, bu ortam O'nun ilmi hayatını büyük ölçüde etkilemiştir. Bunu yazdığı eserlerde görmek mümkündür.[39]

 

Müellifin Hayatı Ve İlmi Şahsiyeti

 

Nesebi Ve Doğumu:[40]

 

Şeyhu'l islam, Takiyuddin, Ebu'l Abbas, Ahmed b. Ab­dullah halim. Abdusselam b. Abdullah b. Ebi'l kasım b. el- Hıdr b. Muhammed b. Teymiyye el- Harrani, senra ed-Dimeşki[41] Büyük dedesi "Teymiyye" lakabını almıştır. Çün­kü denildiğine göre, hacca giderken çölde bir kız çoğuğu gö­rüyor. Dönüşte hanımının bir kız çocuk doğurduğunu görün­ce "ya Teymiyye, Ya Teymiyye" diye seslendiğinden bu la-kab ile anılmaya başlıyor.

Bu hikayeden Şeyhul islamın "İbn Teymiyye" ile dede­sine nisbet edildiği anlaşılmaktadır. Bir diğer rivayete gö­re ise dedesi Muhmmed'in vaiz olan annesinin adı" Teymiy­ye" idi. Şeyhul islam o'na nisbet edilerek lakap ile tanın­mıştır.[42]

10 veya 12 Rebiulevvel ayı 661'de Harran'da doğdu. [43]

 

Yetişmesi Ve İlim Talebi:

 

İbn Teymiyye yedi yaşına kadar ana- babasıyla beraber Harran'da yaşadı. Tatar'ların Harran'a saldırmaları üzerine ailesiyle-beraber dımeşk'e göç ettiler.[44]

İbn Teymiyye'nin babası Abdulhalim ve dedesi Abdus-selam birer ilim ehli idiler. Harran'dan güç ederken kitap­larını da beraberlerinde almış olmaları bu ailenin ilim ile ir­tibatlarını gösterir. Babası özellikle feraiz, matematik, va­az ve irşad alanında söz sahibi büyük bir alimdir.[45]

Dedesi Abdusselam ise fıkıh, hadis, tefsir ve usul ilim­lerine imam idi.[46] İbn Teymiyye'nin ailesine babası ve de­desi dışındada büyük alimler vardı ki bunlardan birisi de özellikle fıkıh, feraiz ve arapça'da tebarüz eden kardeşi şe-refüddin Abdullah'tır.[47] Dolayısıyla ibn Teymiyye, ilim tahsiline çok küçük yaşta başladı.

İbn Abdulhadi bu konuda şöyle demektedir: "Önce okul­da okma ve yazmayı öğrendi. Kur'anı ezberledi. Hadis ve fı­kıh okudu. Abdulkavi'den arapça dersleri aldı. Sibeveyh'in kitabını okuyarak Nahvi anladı. Tefsir'e yönelecek bu alan­da büyük bir ilim elde etti. Usulü fikıh ve diğer ilimleri de okudu. Tüm bu ilimleri daha on küsur yaşında iken elde et­ti. Dimeşkliler onun zeka ve kavrayış kudretine hayran idi­ler."[48]

Yine İbn Abdulhadi şöyle dedi: "Takyüddin tam bir if­fet, edeb, ibadet, yeme ve giyimde ölçülü olma hali üzeri­ne yetişti. Daha çocuk yaşta ilim meclislerine katılarak, büyük alimlerle ilmi tartışmalara iştirak etti. Bu tartışmalarda büyük alimler dahi ona plan hayranlıklarını gizliyemiyorlar-dı. Daha 19 yaşında iken fetva vermeye başladı.

Bu yaşta iken telif ile uğraştı. Hanbeli alimlerinden bü­yüklerinden olan babasının vefatından sonra 21 yaşında iken onun yerine ders vermeye başladı. Bundan sonra da şöh­reti tüm dünyaya yayıldı.[49]

Hadis dinlemesine gelince; muhtelif alimlerden, muhte­lif sahih kitapları dinlemiştir. Bezzar şöyle dedi: Birçok şeyhten, Müsned-i Ahfned, Sahih-i Buhari, Müslim, Cami-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Nesai, İbn Nace, Darekutni (rahmetullahi aleyhim) gibi muteber hadis kaynaklarını de­falarca dinlemiştir. İlk ezberlediği hadis kitabı ise, imam el Hamidi'nin "el-Cemu beynes sahiheyn"dir. Muhtelif ilmi dallarında okumadığı kitap yok gibidir. Allah o'na olağan üstü bir ezber gücü vermiştir. Duyduğu veya okuduğu her şey, lafzı veya manasıyla mutlaka hatırında kalırdı."[50]

İbn Teymiyye sofilerin çıkardıkları bidat ve hurafelere karşı çıkması, selefi salihin yoluna aykırı davranan fırkalar­la mücadele etmesi ve bazı konularda cumhurun görüşüne muhalefet etmesi nedeniyle hayatı boyunca birçok çile ve eziyete maruz kalmıştır.

Birçok kere eziyet görmüş ve hapse atılmıştır. Bu olay­lardan bir tanesi şöyle gelişmiştir. 698 yılında Hama'Uların Allah'm sıfıtları konusunda sordukları soruya, İbni Teymey-ye yazdığı Hama Risalesi ile cevap verdi ve cevabında ke-lamcılarm mezheplerini yererek, selefin mezhebini övdü ve kendisinin de o görüşte olduğunu beyan etti. Bunu duyan kelamcı fakihler, o'na karşı harekete geçerek aleyhine oyun­lar çevirdiler. İbn Kesir bu konuda şöyle diyor:

"Muhalifleri onu kadı Celalüddin el-Hanefi'nin meclisi­ne getirmek istediler. Fakat o, oraya gitmekten imtina etti. Hama Risalesini okuyan Emir Seyfuddin Çağan[51] o'nu des­tekleyince, aleyhine fevaran eden alimler sükût etmek zo­runda kaldılar.

Cuma günü olunca şeyh Takıyüddin (ibn Teymiyye) her zamanki gibi Cami'ye giderek cenabı Hakkın "Ve sen elbet­te yüce bir ahlaka sahipsin" (Kalem: 68/4) ayetini tefsir ettikten sonra, cumartesi günü kadı İmamuddin[52] ile bir toplantıya katıldı. Büyük alimlerin iştirak ettikleri bu top­lantıda Hama Risalesi tartışıldı ve ibn Teymiyye onlara verdiği cevaplar ile hepsini susturdu.[53]

İbn Teymiyye'nin karşılaştığı bir diğer olay 705 yılında cerayan eden şu hadisedir.[54]

Mısır'dan o'nun valiliğe getirilip akidesini sorgulanma­sı için emir geldi. Alimler meclisi sorgulamak üzere Vali­likte biraraya geldiler ve onu da çağırdılar. İbn Teymiyye;

"Bana daha önce ehli sünnet inancı soruldu ve ben bunu yıllar önce yazdığım bir risalede açıkladım,"[55] dedi ve bu ri­saleyi evinden getirerek alimler meclisinde okudu. Alimler risaledeki birkaç husus üzerinde çekince koydular ve bu hususları tartışmak üzere iki ayrı toplantı daha yaptılar. Sonra tüm bu toplantılar sonunda, İbn Teymiye'nin savun­duğu bu itikadın, selefin güzel itikadı olduğu üzerinde itti­fak ettiler. Bu ittifaka bazı kişiler kerhen katıldılar.[56]

Şeyhu'l islam'ın başına gelen bir diğer musibet de şöy­le gelişmiştir: O'nun şöhretini duyan mısırlılar, saltanat koluğnda zorla oturan Raknuddin el- Caşinkir'den[57] Şeyh'in Mısır'a çağırıp sorgulanmasını istediler.

Sultan bu isteği uygulayarak Şeyhu'l islam'dan Mısır'a gelmesini istedi.

Şeyhu'l İslam, Mısır'a girişinin ikinci günü Mısır ka­le'sinde önde gelen alim ve kadılarla bir araya geldi. Bun­lardan İbn Adlan, o'na karşı husumet besliyordu. Ve mali­ki kadısı İbn Mahluf'a İbn Teymiyye'nin; Allah Kur'anda harf ve ses ile konuştu, Allah zatı ile arştadır ve Allah'a his­si işaret ile işaret edilir, dediğini söyleyerek cezalandırılma­sını talep etti.

Kadı, İbn Teymiyye'ye dönenek, "Ne diyorsun ey fakih?" diye sordu. İbn Teymiyye Allah'a hamd u sena edince, ba­zıları

"Çabuk ol, biz seni buraya hutbe veresin diye çağırma­dık", dediler. İbn Teymiye:

"Allah'a hamd ü sena etmek yasak mı yani?" Diyerek tep­ki gösterdi. Kadı:

"Allah'a hamd ettin. Şimdi konuş bakalım", dedi. İbn Teymiyye konuşmaktan vaz geçerek sustu. Kadı'nm ısrar­la, konuşmasını istemesi üzerine

"Benim hakkımda hükümü kim verecek?" Diye sordu. O'na kadı ibn Mahluf'u gösterdiler. O, şöyle dedi:

"Sen benim hasımımsın. Hakkımda nasıl hüküm verecek­sin?" Bunu duyan kadı öfkelendi ve meclisi kapattı. Bunun üzerine İbn Teymiyye ve iki kardeşi[58] 1.5 yıl boyunca cebel kalesine hapsedildiler.

Hapisten çıktıktan sonra Mısır'da ikamet ederek, bura­da ders vermeye başladı.[59]

İnsanlar ilminden istifade etmek için o'nun derslerine ko­şuyorlardı. Bu durum sofileri rahatsız etti ve o'nu kendile­rinden olan sultana şikayet ettiler. 1/10/707 salı günü bir meclis toplanarak, ibn Teymiyye'nin görüşleri tartışıldı. Bu meclis'le ilgili olarak îbn Abdulhadi şöyle diyor: Şeyhul islam'ın ilmi, cesareti, doğruluğu, tevekkülü ve kanıtlarının açıklığı bu mecliste, en güzel şekilde belirmiştir.

Bu toplantı sonuçları ve etkileri itibariyle çok büyük ol­muştur"[60]

Hakkında şikayetler çoğalınca yönetim onu Şam'a sür­gün etti. Şeyhu'l islam şevval'in 12. gecesi Şam'a doğru yo­la çıktı. Ertesi gün geri getirilerek hapse atıldı.

Hapishane'de mahpusların İslahı için büyük gayret gös­terdi. 1.5 yıl sonra buradan çıkarılıp, îskenderiyye'deki ha­pishaneye nakledildi.[61]

8/10/709 yılında Terk'den çıkıp Dımeşk'e uğradıktan sonra Mısır'a gelen sultan Nasır o'nun iskenderiye hapisha­nesinden çıkarılıp, Kahireye sarayına getirilmesini emretti. Sultan Nasır ona büyük bir saygı gösterdi. Mısır ve Şam alimlerini toplayarak bir meclis tertip etti ve ibn Teymiyye ile onları barıştırdı.[62]

İbn Teymiyye bir süre daha Mısır'da kaldıktan sonra, Şam'a doğru giden Mısır ordusuna katıldı. Askalan'da or­dudan ayrılarak Beytü'l Makdis'e, oradan da Dımeşk'e git­ti. Dımeşk'e 1/1/712 tarihinde girdi. Dımeşk'den tam yedi yıl önce çıkmıştı.[63] Dımeşk'e yerleştikten sonra ilim yaymak, kitap yazmak ve fetva vermek ile meşgul oldu. İbn Abdul­hadi bu konuda şöyle diyor: "Şeyh (rahimehullah) Dımeşk'e gelip, yerleştikten sonra, ilim öğretmek, kitap yazmak, sözlü ve yazılı fetva vermek ile meşgul oldu. İnsanlara fayda­lı oluyor, onlara ihsanda bulunuyor ve seri hükümler üzerin­de ictihad yapıyordu. İctihadları kimi zaman dört mezhebe muvafık olurken bazen de bu mezheplerin hilafına veya bu mezheplerde meşhur olan görüşlerin hilafına ictihadda bu­lunduğu oluyordu."[64]

Talak ve kabir ziyareti konusunda verdiği bazı fetvalar yüzünden Dımeşk'de de birçok kez eziyet gördü ve hapse atıldı. Son kez 6/8/726 pazartesi günü ikindiden sonra Dı-meşk kalesinde hapsedildi ve burada 2 yıl 3 ay kaldıktan son­ra, Allah'ın rahmetine kavuştu.[65]

Allah ona rahmet etsin. [66]

 

Şeyhleri (Hocaları):

 

Öğrencisi İbn Abdulhadi'nin [67] dediği gibi İbn Teymiy­ye çağının önde gelen alimlerinden iki yüzden fazla hoca­dan ders almıştır. Babası ve dedesi dışında, hocalarından ba­zıları şunlardır:

1- Ahmed b. Abduddaim b. Nime el-Makdisi, ebul Ab-bas, Zeynüddin, 575 doğumlu. Hanbeli alimlerinden. Hadis alimi. Ömrünün sonlarında gözleri kapandı. 668'de vefat et­ti. [68] İbn Teymiyye ondan hadis[69] ilmi konusunda yararlan­dı.

2- Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed b. Kudame el- Makdisi. Salih, fakih, imam, hatip, zahid bir alimdir. 597'de doğdu. Fazilet ve güzellik timsali idi. Hanbeli fıkhı üzerine yazdığı şerhul mukni ve Teshilul matalib gibi eser­leri vardır. 682'de vefat etti. İbn Teymiyye ondan hadis, fı­kıh [70] ve usûl öğrenmiştir.[71]

3- Şerefüddin Ebu'l Abbas. Ahmed b. Ahmed b. Nime-el- Makdisi eş- şafii 622 yılında doğdu. Fıkıh, usul, arapça ve hadis konusunda imamdı. Dımeşk kadılığını yaptı ve İbn Teymiyye gibi bazı faziletli alimlere fetva vermeleri için izin verdi. Usulü fıkıhda yazdığı kitabı meşhurdur. 694 yı­lında vefat etti.[72]

4- Münecca b. Osman b- Esad ed-Dımeşki, el-Hanbeli. Zeynü'ddin Ebul Bereket. Şam hanbeli mezhebi reisliğini yaptı. İbn Teymiyye ondan fıkıh aldı. 695 yılında vefat et­ti.[73]

5- Muhammed b. Abdulkavi b. Bedran el- Makdivi el-Merdavi. Şemsüddin Ebu Abdullah Fakıh, muhaddis, nahiv-ci, şair. İbn Teymiyye'nin arapça hocalarından. Kitabul Fu-ruk ve başka eserleri vardır. 699'da vefat etti.[74]

6- Ahmed b. İbrahim b. Abdullah gani es-suruci el- Ha­nefi Hidaye'nin sarihi Muhtelif ilimlerde imam idi. Kelam ilmi konusunda iken Teymiyye'ye itiraz etmiş, İbn Teym-miyye ise yazdığı risaleler ile onun itirazlarını çürütmüştür. 710 yılında vefat etti.[75]

7- Ali b. Ahmed b. Abdulvahid es- Sadi el-Makdisi es-Salihi el- Hanbeli. "İbnul Buhari' olarak tanınır. Alim, fa-kih, zahid, abid bir şahıstı. Hadis rivayet ederdi. Talebele­rine ikranda bulunurdu. 60 yıl boyunca hadis rivayet etmistir. İbn Teymiyye şöyle demiştir: Hadis konusunda pey­gamber (s.a.av) ile benim arama ibnul Buhari girdiği zaman gönlüm rahatlıyor" 690 yılında vefat etti.[76]

İbn Teymiyye'nin yukarıda ismi geçen şahıslar dışında istifade ettiği başka alimler de vardır. Dileyenler onun ha­yatını anlatan müstakil kitaplardan bu isimleri öğrenebilir­ler. [77]

 

Öğrencileri:

 

İbn Teymiyye babasının vefat tarihi olan 683'den, ken­di vefatı olan 728 yılma kadar 46 yıl boyunca ders verdi.

Babası vefat ettiği zaman yirmibir yaşında idi. "Babası­nın görevlerini üstlenecek 683 yılında Darul Hadis-i sekriy-yede ders vermeye başladı. Aynı zamanda büyük camide Kur'an tefsiri dersleri veriyordu. Kur'an'ın başından başla­yarak sonuna kadar tefsir etmiştir. Nuh suresinin tefsini ancak bir kaç yıl içinde tamamlamıştır."[78]

Ayrıca kendisini Şam ve Mısır'da hiç bırakmayan öğren­ci ve sevenlerine özel dersler vermiştir.

Şu nedenlerden dolayı, döneminde başkasına nasip olma­yacak kadar çok talebe yetiştirmiştir.

1- Mısır ve Şam arasında bir çok kez yolculuk yapmış ol­ması geniş kesimlerin ondan yararlanmasına olanak ver­miştir.

2- İlminin ve ifade gücünün büyüklüğü

3- Özel ve genel ilmi dersler vermesi.

4- Öğrencilerine saygı ve sevgi göstermesi. [79]

 

Yetiştirdiği Bazı Öğrencileri:

 

1- Muhammed b. Ahmed b. Abdulhadi b. Kudeme. Mu-haddis, hafız, fakih, kari, nahivdi, dilbilici ve daha birçok il­im dalında tam bir otorite. Şemsüddin el-Makdisi el-Hanbi-li. 705 Receb ayında doğdu îbn Kesir onun hakkında şöyle dedi:

"Birçok büyük alimin ulaşamadıkları derecede hadis, nahiv, sarf, fıkıh, tefsir, tarih, kıraat gibi çeşitli ilim dalla­rında uzmanlık kazandı. Birçok faydalı eserler yazdı. Hadis ricalinin isimlerini iyi bir şekilde ezberlemişti. Hadis usu­lü konusunda tam bir otorite idi. Selefi salihin yoluna bağ­lı ve hayırda önde olan, muttaki bir şahıstı."[80]

İbni Teymiyye müleazemet eden, yanından ayrılmayan öğrencilerindendir. İbn Teymiyye ona Razi'nın usuluddinin-den bazı bölümler okuttu.[81]

Yazdığı bazı eserleri: El-Ukud ed- Dürriyye fi menakih Şeyhu'l islam ibn Teymiyye," "es- Sarim el- münki fir red ale's sübki", yarıda kalan et- Tefsirul Müsned" ve başka eserleri vardır. 744 yılında vefat etti.[82]

2- Muhammed b. Ahmed b. Osman. Türkmen asıllı ed-Dışeşki, ez-Zehebi, eş-Şafii, Ebu Abdullah Şemseddin Meş­hur islam Tarihçisi. 673 yılında doğdu.

Kıraat ve rical eleştiricisi, cerh ve tadil konusunda imam idi.

Bazı meşhur eserleri şunlardır: Mizanul itidal fi nakdil Rical, Tezkiretul Huffaz, Siyerul A'lamun Nübela. 748 yı­lında vefat etti.[83]

3- Şemsüddin, Ebu Abdullah Muhammed b. Ebi Bekir Eyyub ed-Dimeşki. Mutlak müctehid, müfessir, Nahiv ve usul alimi. "İbn Kayyım el-Cevziyye" olarak meşhur 691 yılında doğdu.

İbn Teymiyye Mısır'dan döndükten sonra, yanına gele­rek ondan istifade etti ve vefatına kadar yanından ayrılma­dı. Bazı eserleri: El- Tibyan fi Aksamil Kur'an, İlamul Mu-vakkiin Bedaiu'l-Fevaid ve daha birçok eser. 751 yılında ve­fat etti.[84]     

4- Muhammed b. Müflih el-Makdisi, Şemsüddin Ebu Abdullah. Kadil Kudaa Cemalüddin b. Yusuf el-Hanbe-li'nin naibi. Fıkıh ve usul alimi, muhaddis. İbn Teymiyye'nin derslerine devam ederek, ondan birçok nakiller yaptı.

Kitabul Füruu ve başka eserleri vardır. 763'te vefat etti.[85]

5- Şerefüddin Ebul Abbas, Ahmed b. Hasan b. Abdillah b. Ebi Ömer Muhammed b. Ahmed b. Kudame el-Hanbeli Hanbeli'lerin şeyhi "İbn Kadıl Cebel" olarak bilinir. 693 şa­ban ayında doğdu. Hadis ve illetleri, Nahiv, Lügat ve man­tık ilminde alim idi. İbn Teymiyye'den çeşitli ilimler oku­du ve fetva izni aldı.

"El-Faik fi'l Furuil Fıkhıl Hanbeli" ve başka eserleri vardır. 771'de vefat etti. [86]

6- İsmail b. Ömer b- Kesir el- Basri sonra Dımeşki. Ebul Fida Imadüdin, hafız, tarihçi, fakih, müfessir 701 yılında doğdu. İbn Teymiyye'den çok yararlandı. Daha genç yaşta iken tam bir hadis ilrni otoritesi oldu.

Bazı eserleri: el- Bidaye ve'n Nihaye, Tefsirul Kuranıl Azim ve başkaları. 774'te vefat etti. [87]

İsimlerini zikrettiğimiz bu alimler İbn Teymiye'den ya­rarlanıp, tam insanların yararlandıkları eserler yazan ilmi sa­hada söz sahibi öğrencileridir. [88]                            

 

İlmi Mevkiisi:

 

İbn Teymiyye daha çok küçük yaştan itibaren ilim tale­bine yöneldi. Allah ona olağanüstü bir ezber ve anlama ka­biliyeti vermişti. İlim ehli olan, asil bir aile içinde yetişti. Bu onun tüm ilim dallarında, özellikle de, tefsir, hadis, fıkıh, aki­de ve benzeri şerii ilimlerde büyük bir uzmanlık kazandı.

Aşağıda, bazı alimlerin, muhtelif ilim alanlarında onun hakkında söyledikleri övgü dolu sözlerden bir kısmını zik­redeceğiz: [89]

 

Tefsir Alanında:

 

İbn Abdilhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: "Tefsir ala­nında tam bir otorite idi. Bir meseleye anında Kur'an dan de­lil getirmede, müthiş bir yeteneğe sahipti. İnsanlar onun bu yeteneğine hayran idiler. Müfesirlerin bazı ayetlerin tefsirinde yaptıkları hataları düzeltir, Kur'an ve sünnetin de­laletine uygun açıklamalar getirirdi. [90]

Hafız el- Bezzar'da şöyle dedi"....Bir mecliste Kur'an-dan bir ayet geçtiği zaman Şeyhul islam o ayetin tefsirine başlar ve meclis o şekilde kapanırdı. Birkaç ayetin tefsiri ço­ğunlukla saatler alırdı. Tefsirini bir yerden okumaksızın yapardı." [91]

Ve yine İbn Abdilhadi, İlmuddin el Berzali'den naklen

şöyle diyor: "Tefsire başladığı zaman, ezberinin çokluğun­dan, anlatışının güzelliğinden, uygun tercih, tazyif ve ibtal-leri yapmasından dolayı insanlar onu büyük bir hayranlık­la dinlerlerdi." [92]

 

Hadis Alanında:

 

Hafız Bezzar bu konuda şöyle diyor: "Nakillerin sahih ve sakimini bilme konusunda o, zirvesine ulaşılmaz bir dağ idi. O'na cerh, ve tadilini bilmediği söz yok gibiydi. [93]

İbn Abdulhadi de Zehebi'den naklen şöyle dedi: "Rical, cerh ve tadilleri, tabakaları gibi hadis ilminin tüm konula­rında tam bir otorite idi. O çağda, bu konuda onun rütbesin­de başka bir alim daha yoktu. Ezber ve ezberini anında ha­tırlama ve bundan delil çıkarma bakımından olağanüstü bir zekaya sahipti.

Şöyle denilse doğrudur: İbni Teymiyye'nin bilmediği hadis, hadis değildir"[94] İbn Receb'de şöyle dedi:

"Hadis ilmi konusunda müthiş bir bilgiye sahipti. Sahih, sünen ve müsnet metinlerinin ezberi konusunda ise, ona denk olacak kimse yoktu." [95]

 

Fıkıh Alanında:

 

İbn Abdulhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: dört mez­hebin yanı sıra, Sahabe ve Tabiinin mezhebleri ve fıkıhla­rı konusunda büyük bir bilgiye sahipti." [96]

İbn Receb, Zeheb'den naklen şöyle dedi: "... Fıkıh'da mezheplerin ihtilafları, sahabe ve taiinin fetvaları tam bir bilgi sahibiydi. Öyleki fetvalarını belli bir mezhebe göre değil, delil elde edebildiği ölçüye göre verirdi." [97]

İbn Kesir'de şöyle dedi: "Tefsir ve fıkıh'da imam idi. Öy­leki, mezhepleri mensuplarından daha iyi biliyordu. Usul ve fürü'da alim idi." [98]                        

İbn Hacer, Zehebi'den naklen şöyle dedi: "Sorulan me­selelere Kur'an'dan delil getirmede ondan daha mahiri yok­tu." [99]

 

Akide Meselesinde:

 

Alimler İbn Teymiye'nin bu alandaki çalışmalarından öv­gü ile bahsetmişlerdir.

İbn Abdulhadi, Zehebi'den naklen şöyle der: "Değişik dinler, mezhepler, usul ve kelam konusunda ondan daha bilgilisini bilmiyorum." [100]

Hafız Bezzar'da şöyle dedi: "Allah ona öyle bir ilim ve istikamet vermişti ki, yazdığı kitaplar ile, bidat ve heva eh­linin uydurdukları tüm bidat ve hurafeleri geçersiz kılıp, sa­pıklıklarını ve şeriatı Muhammediyye'ye aykırı tutumları­nı ayan ve beyan ortaya çıkarmıştır.

"Allah'ın o'na verdiği rahmani basireti, nakli deliler ve akli açıklamalarını eserlerine yansıtarak yalan ile doğrunun birbirinden ayrılması sağlamıştır." [101]

İbn Receb de yine Zehebi'den naklen şöyle der: "Akli il­mini inceledi ve kelamcılara reddiye yazarak sözlerini çü­rüttü. Hatalarını tespit edip, insanları onlardan kaçındırdı. En açık ve yüksek delillerle sünnete yardım etti. Bu yolda çeşitli eziyetler görmesine rağmen, hak yoldan dönmedi. Takva ehlinin muhabbet ve duasına nail oldu ve Allah onun­la birçok delalet ehlini hidayete erdirdi." [102]

 

Alimlerin, O'nun muhtelif ilimlerdeki üstün bilgisi­ne tanıklık eden bazı sözleri:

 

İbn Abdilhadi, Berzali'den naklen şöyle dedi: "Fazileti, adaleti ve dindarlığı konusunda herkesin müttefik olduğu imam Takiyyuddin, Ebul Abbas, Kur'an, arapça, usul, tef­sir ve hadis konusunda zamanının bir tanesidir. Müctehid-lerde olması gereken tüm vasıflara sahip idi ve ictihad de­recesine ulaştı. Derslerini dinleyenler, ilminin genişliği, zekasının kuvveti ve anlatışının güzelliğine hayran idi­ler." [103]

Zehebi, Ebul Abbas el-Dimyati'ye cevap veren Ebul Feth el-Yamiri'den şöyle nakletti: "O, tüm ilimlerden nasip almıştır. Sünnet ve eserleri ezber biliyordu. Tefsir, hadis ve fıkıh'da imam idi. Tüm din ve mezheplerle ilgili geniş bir ilime sahipti. Tüm ilimlerde uzman idi. Yeryüzünde on­dan daha alim birisin görmedim." [104]

Şeyhul islam'ın ilmi konumu hakkında alimlerin övgü do­lu bir çok sözleri vardır. Muhtelif ilimlerde yazdığı kitap­lar onun ilmi konumunun en açık kanıtıdırlar. [105]

 

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Telif Ettiği Eserler:

 

Alimler, ibn Teymiyye'nin telif eserlerinin sayılamaya­cak kadar çok olduğunu bildirmişlerdir:

İbn Abdulhadi şöyle dedi: "Şeyh'in bir çok kitabı, fetva­sı, kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapları ve risale­leri vardır ki bunların tâm olarak sayısını tespit etmek müm­kün değildir. O'nun kadar çok kitap yazan -eski ve yeniler­den- hiç bir alim yoktur. Çoğu eserlerini hapishanede iken, herhangi bir kitaba gereksinim duymaksızın ezberinden yazmıştır." [106]

İbn Abdulhadi bir başka yerde de şöyle dedi: "Şeyh taki-yüddin'in kendisi dahi eserlerinin sayısını tam olarak bilmez­di. Çünkü sürekli olarak yazmaktaydı. Allah (c.c) o'na hız­lı yazma yeteneği vermişti ve ezberinden yazardı.

Yazdıklarını talebelerine veya kendisine soru yönelten­lere verirdi. Böylece kitapları elinden çıkar ve nerede oldu­ğunu o bile bilmezdi.

İşte bu nedenlerden dolayı, kitaplarının sayısını tam ola­rak bilmek mümkün değildir." [107]

İbn Abdulhadi şöyle devam ediyor: "Şeyhul islam hap­se girdikten sonra, öğrencileri dağıtmak zorunda kaldılar. Böylece kitaplarıda dağıldı, İnsanlar o'nun kitaplarını açı­ğa çıkarmaktan korkar oldular." [108]

Bu nedenle Şeyhul islamın bazı kitapları kaybolmuş ve­ya unutulmuştur.

İbn Abdulhadi el-Ukud ed-Dürriye'de (21-47 sh) Şeyhul islamın kitaplarının bir listesini çıkarmış ve ihtiva ettiği mevzulara kısaca değinmiştir.

Hafız Bezzar şöyle dedi: "O'nun kitaplarını tam olarak saymam mümkün değil. Zira büyüklü küçüklü bir çok kitap yazmıştır ve bu kitaplar tüm islam alemine yayılmıştır. Git­tiğim her ülkede onun bazı kitaplarına mutlaka rastladım"[109]

"Şeyhul islam sadece "Deki: O Allah birdir"[110] ayetinin tef­sirini büyük bir cilt kitaba ancak sığdırabilmiştir.

"Rahman Arşa istiva etmiştir"[111] ayeti kerimesini ise 35 sahifede tefsir etmiştir. Duyduğuma göre, şayet başladığı ku­ranın tamanınm tefsirini tamamlayabilseydi toplam 50 cilt olacaktı." [112]

Hafız Bezzar daha sonra Şeyhul islamın bazı eserlerini üç sayfa halinde zikrettikten sonra şöyle dedi: "Zikrettikle­rimiz Şeyhul islamın eserlerinin ancak bir kısmıdır." [113]

Zehebi'de şöyle dedi: "İlim okyanusu, zeka, zühd, cesa­ret, kerem sahibi bir zat idi. Muvafıklarının olduğu gibi muhaliflerinin de övgüsünü kazanmıştır. Yüz ciltten fazla es­er yazmıştır." [114]

İbn Receb'de şöyle dedi: "Eserlerine gelince, sayılama­yacak kadar çoktur. Tüm ülkelere yayılmış olduğundan bunların sayısını tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Bazı eserleri şunlardır.." [115]

Tüm bu sözlerden İbn Teymiyye'nin sayılamayacak ka­dar çk eser bıraktığı anlaşılmaktadır. Öyleki onların sayısı­nı tespit etmek dahi mümkün olmamıştır.

Es-Safdi tamamını tespit etmenin imkansız olduğunu itiraf ettikten sonra, Şeyhul islam'ın bazı eserlerini beş ala­na ayırarak, saydı.

1- Tefsir alanındaki eserleri.

2- Usul alanında.

3- Usulü fıkıh alanında.

4- Fıkıh alanında.

5- Diğer alanlarda yazmış olduğu kitaplar.

Tüm bu kısımlar altı sayfa tutmuştur. [116]

Aynı şekilde İbn Şakir de, Safdi gibi gruplandırma yapa­rak, Şeyhul islam'ın bazı kitaplarını saymıştır. [117]

İfade edildiği gibi şeyhul islamın kitaplarının sayısını tam olarak belirlemek mümkün olmasa da, müslümanlar halen bu kitapların nurlu ilimlerinden faydalanmaya devam etmek­tedirler. [118]

 

İbn Teymiyye'nin Başlıca Önemli Eserleri Şunlardır:

 

1- İstikamet[119]

2- İktidau's Sıratül müstakim li muhalefeti ashabi-1 cahmi. [120]

3- Aksamul Kur'an. [121]

4- Ernsalü'l Kur'an. [122]

5- İman. [123]

6- Bağiyetü'l mürted [124]

7- Tedmiriyyet. [125]

8- Tefsiru Ayatun müşkilat[126] (müşkil ayetlerin tefsiri).

9- İhlas suresinin tefsiri. [127]

10- Nur suresinin tefsiri. [128]

11- Derü taarud el-akl ve'n nakl. [129]

12- Er-Red alal mantıkıyyın. [130]

13- Safdiyyet. [131]

14- Ubudiyet. [132]

15- Tevessül ve'l vesile. [133]

16- Kavaidu'n nuraniyye el- fıkhiyye. [134]

17- Mukaddime fi usulit tefsir[135]

18- Minhacus sünne fi nakd kelam eş-şia vel kaderiyye[136]

19- En-Nübüvvat. [137]

Şeyhuul islam ibn Teymiyye'nin saydıklarımız dışın­da da kitapları mevcuttur. Son dönem alimleri onun risale, söz ve fetvalarını derleyerek müstakil külliyatler haline ge­tirmişlerdir ki, önemli olanları şunlardır:

Mecmuu Fetava Şeyhu'l İslam ibn Teymiyye. [138]

Dekaiku't Tefsir ul Camii li-Tefsiri limen ibn Teymiy­ye. [139]

Et-Tefsiru'l Kebir. [140]

 

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Vefatı:

 

İbn Teymiyye (r.a.) Dımeşk'de mahpus bulunduğu hapishanede zilkade ayının 20. gecesi 728 yılında vefat etti. [141]

 

Kur'an Öğretimi Alanında, Kendisinden Sonra Gelen­ler Üzerindeki Etkisi:

 

İbn Teymiyye başta Kur'an etüdleri olmak üzere, bir çok ilim dalında, kendisinden sonra gelenler üzerinde önem­li etkiler bırakmıştır.

Bu alanda, alimler o'ndan özellikle Tefsir usulü ile ilgi­li önemli kaideleri açıkladığı mukaddimesinden çok yarar­lanmışlardır. Kur'an etüdleri alanında ondan etkilenen alim­lere örnek olarak iki eski, iki yeni alimlerden örnek vermek isitiyrum. Bunlar:

1- İbn Kayyim

2- İbn Kesir

3- El-Kasimi

4- Muhammed Reşid Rıza. [142]

 

İbn Kayyim Üzerindeki Etkisi:

 

İbn Kayyım, Kur'an etüdleri alanında hocası ibn Teymi-ye'den çok istifade etmiştir. Her ikisinin belli konularda yaz­dıklarını karşılaştırdığımızda, aralarında büyük bir benzer­lik görürüz ki bu da İbn. Kayyim'in hocasından ne kadar faydalandığını ve etkilendiğini gösterir.

Zaten o da, her defasında hocasından büyük bir saygı ve hayranlık ile bahseder şimdi bu etkinin muhtelif yönlerine geçelim. [143]

 

1- Tefsir Yazma Yöntemindeki Benzerlikleri:

 

Her ikisinin de ayetleri tefsir yöntemleri hemen hemen aynıdır. İkisi de diğer müfessirler gibi Kur'an'ı baştan son­ra, müretteb olarak değil, muhtelif ayet ve sureleri dağınık şekilde tefsir etmişlerdir. Fakat İbn teymiyye, öğrencisinden daha çok tefsir yazmıştır.

Her ikisi de bazen bir surenin tamamını, bazen sadece bir­kaç ayetini tefsir ederlerken, hiç tefsirini yapmadıkları ayet ve sureler de olmuştur. [144]

 

2- Sunuş Ve İstinbat Yöntemindeki Benzerlikleri:

 

İbn Kayyım'in tefsirleri, büyük ölçüde hocasının tefsir­leriyle aynıdır. Bazı örnekler verelim.

Her ikisinin Cenabı Hakkın şu kavilini tefsirleri:

"Rabbinize yalvara, yakara ve gizlice dua edin. Bile­siniz ki, o haddi aşanları sevmez."

"Yeryüzü ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. Korkarak ve umarak ona dua edin. Muhak­kak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır." (Araf: 7/55-56)

İbn Teymiye bu iki ayetin tefsirinde şöyle dedi: "Bu iki ayet ibadet ve isteme dualarının adabına şamildir. Dua Kur'an'da bazan ibadet, bazan isteme ve bazen de, her ikisi beraber murad edilmektedir. Her ikisi de birbirini gerektirmektedir. Ki isteme duası dua edenin, faydasını ve ona ulaşan zararın defini taleptir. Zarar ve fayda veren ise, mabud olan Allah'tır.

Dolayısıyla Cenab-ı Hak, birçok ayet-i kerime'de fayda ve zarar verme gücü olmayan bir varlığa tapanların bu tu­tumlarını reddetmiştir:

"Allah'ı bırakıp da sana fayda ve îarar veremeyecek şeylere tapma." (Yunus: 10/106)

"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar." (Yunus: 10/18)

Allah subhanehu ve teala, kendisinden başka tapılan tanrıların ne kendilerine ne de kendilerine tapanlara bir fayda ve zarar veremiyeceklerini bildirdi.

Kur'an'in bir çok yerinde Cenab-ı Hak, tanrının mutla­ka fayda ve zarar verme gücüne sahip olması gerektiğini bil­dirdi. Kulun Rabbine fayda ve zarar için dua etmesi isteme duası olduğu gibi, O'na (Subhanehu ve teala) korku ve ümit ile yapılan dua da ibadet duasıdır. O halde her iki dua çeşi­di de birbirlerini gerektirmektedir. Her ibadet duası, isteme duasını gerektirdiği gibi, her isteme duası da ibadet duası­nı da tazammun etmektedir.

O halde cenab-ı hakk'in şu kavli, "Kullarım sana, beni sorduğu vakit de ki, ben her­halde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm."  (Bakara: 2/186)

duanın her iki çeşidini de kapsamaktadır. Ayet her ikisi ile de tefsir etmek mümkün. Benden istediği zaman veririm, denileceği gibi, bana ibadet ettiği zaman sevap veririm de denilebilir. Her iki söz de birbirini gerektirmektedir.

Bu müşterek bir lafzı tüm anlamları veya lafzı hakikat ve mecaz için kullanma kabilinden değil, iki şeyi de tazammum eden hakikat anlamında kullanmaktır. İyi düşünüldüğünde bu mevzunun, büyük faydalar ihtiva ettiği görülecektir. Fa­kat çoğu kimseler bundan gafildirler. Çoğu Kur'an ayeti iki veya daha fazla manaya delalet eder. Bu da, bu kabildendir. Buna bir diğer örnek Cenabı hakkın su kavlidir: "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırın-cay kadar namaz kıl." (İsra: 17/78)

Ayeti kerimenin orjinalinde geçen "ed-Dülük" kelimesi zeval ve grub olarak tefsir edilmiştir. Bunun nedeni "Duruk" kelimesinin iki manayı da kapsıyor olmasıdır. Duluk: Me­yil, demektir. Güneşin duluku ise: meyletmesi başlangıcı ze­val bitimi gurubudur.

Aynı şekilde "el-Gasık" kelimesi gece ve ay ile tefsir edil­miştir. Çünkü ayın gecenin bir alameti olması nedeniyle iki­si arasında bir telazum vardır. Bunun gibi daha bir çok ör­nek vardır.

"Rabbinize yalara yakara ve gizlice dua edin" kavli ila­hisi dua'nın iki çeşidini de, ihtiva etmekle beraber zahiren ibadet duasını da kapsayan, isteme duasıdır. Bu nedenden do­layıdır ki gizli ve sessiz yapılması emredilmiştir. Hasan şöyle dedi: "Gizli dua ile açık dua arasında yetmiş kat fark vardır. Müslümanlar çokça dua etmelerine rağmen, sesleri asla duyulmazdı. Yani, yaptıkları dua sadece kendileri ile Rabbul alemin arasında kalırdı. Fısıldayarak dua ederlerdi. Cenabı Hakk salih bir kadından bahsederken şöyle buyur­du:

"Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmiştir." (Meryem: 19/3)

Dua'nın gizli yapılmasında bir çok fayda vardır." İbn Teymiyye' böyle dedikten sonra bu faydalardan on tanesi­ni saydı.[145]

Bu iki ayet hakkında İbn Teymiyye'nin tefsiri böyle Şimdi aynı ayetler hakkında İbn Kayyım'nın yaptığı tefsi­re bakıp, ikisini birbiriyle kıyaslıyalım:

İbn Kayyım şöyle dedi: "Bu iki ayeti kerime duanın çe­şitleri adamına şamildir: İbadet ve isteme duası. Kur'an-ı ke-rim'de dua, ibadet ve isteme duası veya ikisi birlikte murad edilir.

Çünkü bu iki çeşit, birbirlerini gerektirmektedir.

İsteme duası; dua edenin bir fayda veya uğradığı zararın giderilmesini talep etmesidir. Çünkü fayda ve zarar verme gücüne sahip olan, hak mabuddur.

Mabud'un mutlaka zarar ve fayda verme gücüne sahip ol­ması gerekir. Bu nedenle cenabı Hak bir çok ayeti kerime­de kendisi dışında hiç bir zarar ve fayda vermeyen şeylere tapılmasım kınamıştır. Bunun Kuran'da bir çok örneği mev­cuttur.

"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar nede fay­da verebilecek şeylere tapıyorlar." (Yunus: 10/18)

"Allah'ı bırakıp da sana fayda yada zarar vermeycek şeylere tapma." (Yunus: 10/106)

"O'nu bırakıp, hiç bir şey yaratmayan, bilakis kendi­leri yaratılmış olan, bizzat kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüle­ri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler."  (Furkan: 25/3)

"Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne zarar verme­yen şeylere kulluk ediyorlar. İnkarcı olan kimse Rabbi-ne karşı uğraşıp durmaktadır." (Furkan: 25/55)

Cenab'ı Hak kendisi dışında tapılan tanrılardan ne ken­dilerine nede başkalarına zarar ve fayda verme güçlerinin ol­madığını bildirdi. Kur'an çok açık bir şeklide beyan et­mektedir ki, ancak fayda ve zarar vermeye kadir olan hak mabuttur. Allah'a fayda ve zararın defi için yalvarılması, is­teme duası; korku ve ümit ile yalvarılması ile ibadet duası-dır ki her ikisi de birbirini telazum etmektedir. Her ibadet duası, isteme duasını gerektirmekte ve her isteme duası, ibadet duasını tazammun etmektedir.

Aynı şekilde Cenabı Hakk'ın şu kavli de dua'nın her iki çeşidini ihtiva etmektedir:

"Kullarım sana beni sorduğu vakit de ki, ben her halde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm."  (Bakara: 2/186)

Bu ayeti kerime iki şekilde de tefsir edilebilir:

Kulum benden istediği zaman ona veririm, Kulum bana ibadet ettiği zaman Sevap veririm. Her iki tefsir de bir bi­rini gerektirmektedir.

Bu, müşterek bir lafzın tüm anlamlarını veya lafzın haki­kat ve mecaz anlamını kullanma kabilinden değil, iki şeyi birden kapsayan bir hakikati anlamında kullanmaktır. Dü­şünüldüğünde bunun birçok faydaları olduğu görülecektir.

Kur'an'ın iki veya daha çok manaya delalet eden lafız­ları bu kabildendir. Cenabı Hakk'ın şu kavlinde olduğu gi­bi:

"Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırın-caya kadar namaz kıl." (İsra: 17/78)

Ayeti kerime'nin orjinalinde geçen "ed-Dülük" kelime­si zeval ve grub olarak tefsir edildi. Çünkü "ed-Dülük" ke­limesi iki anlamı da ihtiva etmektedir. Dülük, meyletmek an­lamında olduğu gibi gelir. Bu meylin bir başlangıç ve son noktası olduğundan, başlangıcı zeval, sonu grub vaktidir. La­fız, müştereklik veya hakikat ve mecazdan dolayı değil bu itibarla iki anlamı da içermektedir.

Buna başka bir örnek de "Gasık kelimesinin gece ve ay ile tefsir ediliyor olmasıdır. Bu gerçekte bir ihtilaf değil, te-lazumdür. Çünkü ay, geceye işarettir. Bu konuda daha baş­ka birçok örnek vardır.

"Rabbinize yalvara, yakara ve gizlice dua edin" Kav­li ilahisi dua'nın her iki nevini ihtiva etmekle beraber zahir­de ibadet duasını ihtiva eden, istek duasıdır. Bu nedenle du­anın gizlenmesi ve sessiz yapılması emredilmiştir. Harun şöyle dedi: "Gizli dua ile açık dua arasında yetmiş kat fark vardır. Müslümanlar çok dua etmelerine rağmen, sesleri asla duyulmazdı. Yani yaptıkları dua sadece kendileri ile Rabbül alemin arasında kalırdı. Fısıldayarak dua ederlerdi.

Cenab'ı Hak salih bir kulundan bahsederken şöyle buyurdu: "Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyet etmişti."

Dua'nın gizli yapılmasında birçok fayda vardır" İbn Kayyım böyle dedikten sonra, ibn Teymiyye'nin zikettiği 10 faideyi aynen yazmıştır.[146]

İbn Kayyım "i'lamu'l-muvakkin" de feraizle ilgili mese­leleri, çoğunlukla aynen İbn Teymiyye'nin ifadelerini kul­lanarak yazmıştır. [147]

Bunda garipsenecek bir şey yok, çünkü İbn Kayyım, İbn Teymmiyye'nin yanından ayrılmayan öğrencilerinden biridir. [148]

 

3- İbn Kayyım'm İbn Teyyimiyye'nin Sözlerinden Yaptığı Alıntılar:

 

İbn Teymiyye'nin İbn Kayyım üzerindeki büyük etkisi en çok, onun, şeyhül islam'dan yaptığı alıntılarda ortaya çık­maktadır. İbn Kayyım bunları konu edindiği mevzuya açık­lık getirmek için kullanmaktadır.

Buna iki misal verelim:

1- "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız."  (Fatiha: 1/5)

Ayeti kelimesinin tefsirinde şöyle dedi: .

"Sonra, kalb iki büyük hastalığa maruz kalır ki, tedavi edilmediği taktirde bu hastalıklar kişiyi helaka sürükler, ki bu hastalıklar riya ve kibir'dir. Riyanın devası "iyyake na'buda: Ancak sana kullak ederiz" ve kibrin devası " ve iy­yake nestain: ve yalnız senden medet umarız"

Birçok kez İbn Teymiyye (kaddesallahuruhehu)'den şöyle dediğini işittim: "iyyake nabudu" riyayı "Ve iyyake nestain" ise kibri giderir."[149]

2- İbni Kayyım.

"Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten ah-koyar." (Ankebut: 29/45)

Kavli ilahi'nin tefsirinde seleften bazılarının bu konuda­ki sözlerini aktardıktan sonra şöyle dedi: "Şeyhul islam Ebul Abbas b. Teymiyye -Kaddese Allahu ruhehu - şöyle di­yordu: "Namaz 'm iki büyük maksadı vardır ki biri diğerin­den büyüktür. Namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar ki bu Allah'ın zikrine de müştemildir. Allah'ın zikri haya­sızlık ve kötülüklerden alıkoymasından daha büyüktür." [150]

Tefsir ve Kur'an öğretimi alanında İbn Kayyım'm Şey­hi İbn Teymiyye'den en çok etkilendiği hususlar bunlardır. [151]

 

2- İbn Kesir Üzerindeki Etkisi:

 

İbn Kesir her konuda olduğu gibi özellikle tefsir'de Şey­hi İbn Teymiyye'den etkilenmiştir. İbn Teymiyye'nin "Usu-lüt Tefsir" e yazdığı mukaddime ile İbn Kesir'in kendi tef­sirine yazdığı mukaddimeyi karşılaştıracak olursak, bu et­kiyi açık biçimde görebiliriz.

İbn Kesir, Şeyhi'nin Kur'an'ı tefsir yolları konusunda yazdıklarını aynen kabullenerek, tefsirini bu metot üzerine yazmıştır.

Fakat buna rağmen hatta kimi zaman hocasının bazı tes­pitlerini harfi harfine aktarmasına rağmen, ibn Teymiyye' den faydalandığını belirtmemiştir. Tefsir usulünde böyle olduğu gibi, İbn Kesir yazdığı Kur'an tefsirinde takip etti­ği ilmi metod itibariyle de ibn Teymiyye'den çok etkilenmiş­tir. Hatta öyleki, bazı meselelerde cumhur'un hilafına görüş bildiren İbn Teymiye'nin görüşlerini tercih etmiştir.

Buna örnek için, İbn Kesir'in şu ayetleri tefsirine baka­lım:

"Kıral dedi ki" Onu bana getirin" Elçi, Yusuf'a gel­diği zaman, Yusuf dediki: "Efendine dön de ona "Elle­rini kesen o kadınların zoru neydi?" diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir." Kral dedi­ki: Yusuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? (Kadınlar) "Haşa"! Allah için, biz ondan hiç bir kötülük görmedik" dediler. Azizin karısı-da dedi ki: Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsindan murad istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerden­dir. Bu, benim kendisine gıyapta hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını o'nun da bilmesi içindir. Nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekil­de kötülüğü emredicidir. Zira Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yusuf: 12/50-53)

îbn Kesir: "Bu benim kendisine gıyapta hainlik etmedi­ğimi bilmesi içindir" den çok bağışlayan, pek esirgeyendir. " kavli ilahi'ye kadar konuştuktan sonra, bu söz Aziz'in ka­rısına mı, yoksa Yusuf'a mı aittir? sorusunu sorup, sonra bu sözün, ayetin siyakı gereği karısına ait olduğunu ve İbn Teymiyye'nin de aynı görüşte olduğunu söyledi. [152] OysaTaberi[153] gibi büyük müfessirlerin çoğu, bu sözün Yusuf'a ait olduğunu söylemişlerdir.

İbni Kesir şöyle devam etti: "Bu, benim kendisine gı­yapta hainlik etmediğimi bilmesi içindir" Yani Aziz'in ka­rısı şöyle diyor: Ben bu olayı itiraf ediyorum ki kocam be­nim ona ihanet edip zina ettiğimi sanmasın. Evet, o gençten murad almak istemedim fakat o buna yanaşmadı. Bu neden­le, suçsuz olduğum anlaşılsın diye olayı itiraf ediyorum. "AlIah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacaktır. Nefsi­mi temize çıkaramam." Kadın şöyle diyor: Bununla bera­ber nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis temenni eder ve ister. Bu nedenle ben o gençten murad almak istedim. Çün­kü bunu bana nefsim yaptırdı.

"Rabbimin acıyıp koruduğu hariç" Rabbimin koruma­sı hariç, nefis işte böyle kötülüğü emreder. "Rabbim çok ba­ğışlayan, pek esirgeyendir."[154]

Bu söz kıssanın siyakına daha uygundur. Maverdi[155] tef­sirinde bu görüşü tercih ettiği gibi, imam Allame Ebul Ab-bas b. Teymiyye (rahimehullah)'da şiddetle bu görüşü savun­muştur. [156]

İbn Kesir sonra diğer görüşe işaret ederek şöyle devam etmiştir: Bu sözün Yusuf (as)'a ait olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat birinci görüş daha güçlü ve tercihe şayandır. Çünkü bu konuşma, daha henüz Yusuf gelmeden önce, kral'in huzurundu bulunan Aziz'in karısına aittir." [157]

Görüldüğü gibi, ibn Cerir et-Taberi gibi bazı büyük mü­fessirlerin, hiç zikretmemelerine rağmen ibn Kesir bu örnek­te, şeyhi ibn Teymiyye'nin görüşünü tercih etmektedir.

İbn Kesir, tefsir dışındaki diğer eserlerinde de Şeyhi İbn Teymiyye'den çok istifade etmiştir. Fakat alıntılarında isim verme adeti olmadığı için, bunların tam olarak ispatı çok zor­dur.

Buna örnek için İbn Kessir'in şu ayetleri tefsirine baka­lım:

"Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara el­çiler gelmişti. Biz ondan sonra, onun milletini helak et­mek için üzerlerine gökten herhangi bir asker indirmedik ve indirecek de değildik. Çünkü onların helaki, sa­dece bir tek sayhadan başka bir şey değildi. İşte o azgın­lar bir anda sönüverdiler." (Yasin: 36/13-29) Ayeti kerimelerine kadar olan kısmın tefsirinde selefin bazılarından, bu şehrin Antakya[158] olduğunu ve ayeti keri­mede geçen eliçilerin İsa Mesih'in yanından geldikleri, yo­lundaki rivayetleri zikrettikten sonra, şöyle dedi; "Fakat birçok nedenden dolayı bu doğru değildir.

1- Kıssa'nın zahirinden bu elçilerin tsa Mesih'in yanın­dan geldikleri değil, Allah'ın elçileri oldukları anlaşılmak­tadır.

2- Antakya halkı İsa Mesih'in çağırışına kulak veren ilk halklardan biridir ki Hıristiyanların dört patriklilerden bu­rada bulunmaktadır. Dolayısıyla bu elçilerin İsa'nın elçile­ri olduğunu iddia ettikten sonra, İsa'ya iman eden bu şehrin halkının helak edilmesi birbiriyle çelişmektedir. Allah da­ha iyi bilir.

3- Ebu Saidi'l Hudri (r.a) ve seleften birçoklarının dedi­ğine göre, Cenabı hakk Tevrat'ı indirdikten sonra hiç bir üm­meti gökten indirdiği bir azap ile helak etmemiş, bunun yerine müslümanlara müşriklerle savaşmalarını emretmiş­tir.

O halde, Kur'an da hikaye edilen bu şehrin Antakya de­ğil başka bir şehir olması gerekir. Veya bildiğimiz meşhur bir şehir olan bu Antakya değil de, aynı isime sahip başka bir şehir kastedilmiş olabilir. Çünkü bilinen Antakya şehri ne Hristiyanlık döneminde ne de daha önce helak edilmiş bir şehir değildir. Allah daha iyi bilir."[159]

İbn Teymiyye'nin tefsirine baktığımızda O'nun tefsi­rinde bu ayetleri işlemediğini görürüz. Fakat el-Cevabu's sa­hih limen beddele dine'l mesih" isimli eserinde bu ayetleri zikrettikten sonra şöyle demiştir:

"Bu elçilerin İsa (a.s.)'ın havarileri olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bazı müfessirler bu elçilerin Havariler, şehrin de Antakya olduğunu belirtmişlerdir.. Fakat Hristiyanlar'ca Antakya halkının iman edip İsa'nın dinine tabi oldukları ve helaka uğramadıkları bilinmektedir. Kur'an ise, elçilere iman eden bu adamın milletinin helak edildiğini söylemek­tedir."[160] İbn Teymiyye, bu elçilerin İsa'nın Havarileri ol­madığına dair Ebu Aliye'nin görüşünü aktardıktan sonra şöy­le devam ediyor: Doğru olan da budur. Ayeti kerime'de sö­zü edilen elçiler, İsa'dan önce gelen Allah elçileridirler. Şehir halkı onlara iman etmemeleri nedeniyle helak edilmiş­lerdir. Antakya bundan sonra imar edilmiştir."[161]

İbn Teymiyye şöyle devam ediyor. "Antakya İsa (a.s.)'ın dinine iman eden ilk büyük şehirlerden biridir. Fakat bazı­ları Kur'an'da bahsedilen elçilerin, İsa'nın havarileri olduk­larını zannetmişlerdir ki, bu birçok bakımdan doğru değil­dir.

1- Kur'an, elçilerin gönderildiği bu şehrin helak edilme­diğini söylemektedir. Oysa tarihen sabittir ki Antakya hal­kı daha henüz bozulmamış olan İsa'nın hak dinine iman et­mişler ve helak edilmemişlerdir.

2- Kur'an o elçilerin Allah tarafından gönderildiğini be­lirtmektedir. Oysa müfessirler bunların İsa (a.s.) tarafından gönderilmiş olduklarını söylüyorlar.

Ayrıca ehli ilim tarafından bilinmektedir ki, Tevrat'ın in­dirilmesinden sonra Cenabı Hak, Nuh, Ad, Semud, Lut, Fi­ravun ve başka milletlere yaptığı gibi, Peygamberlerini in­kar eden kavimleri gökten indirdiği bir azap ile helak etme­ye son vermiş, bunun yerine mü'minlere kafirlerle cihad etmeyi emretmiştir." [162]

Bu mukarane, İbn Kesir'iri şeyhinden ne denli istifade et­tiğini gösterir. İfade ve üslup farklı olsa da temelde aynı şey­leri söylemektedirler. [163]

 

3- İbn Teymiyye'nin Kasımi Üzerindeki Etkisi: [164]

 

Kasımi, Kur'an tefsirinde îbn Teymiye den çok istifade etmiştir. Tefsirinde ibn Teymiyye'den alıntılar yapmış ve ba­zı meselelerdeki görüşlerini o'na dayandırmıştır.

Şimdi buna bazı örnekler verelim:

Birinci örnek:

Kasımi "Mehasinu't-Tevil" adını verdiği tefsirinin mu­kaddimesinde İbn Teymiye'den şu alıntıları yaptı.

"Tefsir'de insanların en bilgilileri Mekke 'İllerdir. Çün­kü onlar ibn Abbas'ın talebeleridirler: Mücahid, Ata b. Ebu Rabah, İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus ve başkaları hep onun talebeleridirler.

Aynı şekilde Küfe'liler ve Medine'nin tefsir alimleri de İbn Mesud'un öğrencileridirler. Zeyd b. Eşlem ve ilmini on­dan alan oğlu Abdurrahman b. Zeyd v e Malik b. Enes gi­bi."[165] 

Kasimi şöyle devam ediyor:

"Selefin bazı konularda ki ihtilafları, zıdlık değil, çeşit­lilik ihtilafıdır İbn Teymiyye şöyle dedi: "Bilinmesi gerekir ki, Peygamber (s.a.v) ashabına Kur'an'ın lafızlarını öğret­tiği gibi, anlamlarını da öğretmiştir. Cenabı Hakkın şu kav­li her ikisinine de şamildir:                 

"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklamam için." (NahI: 16/44)[166]

Bu şekilde Kasımi, İbn Teymiyye'nin "mukaddime" sin­den hiç bir harfine dokunmaksızın aynen nakiller yapmak­tadır;

"İbn Teymiyye şöyle dedi: Tefsirdeki ihtilaf iki çeşittir. Nakil'den ve bunun dışındaki şeylerden kaynaklanan ihti­laflar.

Makul (naklonunan) ya masumdan veya başkasından-dır. Bu nakillerden çoğunun sahihlik ve zayıflığı bilindiği gibi, bazen de bilinmez. Sahihliği bilinmeyen şeylerin bü­yük çoğunluğu faydasız ve gereksiz hususlardır. Ashabı kehf'in köpeğinin ismi ve rengi, Hıdır'ın katlettiği çocuğun ismi gibi bilinmesinde hiç bir fayda olmayan hususlar bu ka­bildendir. [167]

Kasımı'nın İbn Teymiyye'den bu şekilde birçok nakiller yapması o'nun, Şeyhu'l İslam'a karşı olan saygısını ve on­dan etkilendiğini gösterir.

İkinci Örnek:

Kasımi, Tefsiri'nin mukaddimesinde "Kur'an'da mecaz var mıdır?" Sorusunu sorduktan sonra şöyle'dedi:

"Şeyhul İslam Takyüddin ibn Teymiyye "iman" kitabın da şöyle dedi:

"Allah'ın Rasulünün ve her bir ferdin kelamında, lafzın muhtelif delaletleri olduğu açıktır, denilmektedir.

Fakat diyoruz ki: İman lafzının amele delalet etmesi mecazdır. Peygamber (s.a.v)'nin: İman'ın altmış küsur veya yetmiş küsur şubesi vardır. En yükseği La ilahe illallah sözü, en düşüğü ise yoldan insanlara eziyet veren şeyi gi­dermektir"[168] buyurması mecazdır. "İman, Allah'a melek­lerine, kitaplarına, peygamberlerine... inanmaktır." [169]

Buyurduğu ise hakikattir. Bu söz, mürcie cehmiye, kera-miye ve ameli, iman'a dahil etmeyen her fırkanın sımsıkı sa­rıldığı bir kaidedir.

Biz buna iki şıklı bir cevap veriyoruz:

1- Mecaz ve hakikat lafzı konusunda genel bir değerlen­dirme ile.

2- Bu konuda özel bir değerlendirme yaparak." [170] Bundan sonra kasımı İbn Teymiyye'nin mecaz konu­sundaki görüşlerim aynen aktarmaya devam ederek, şeyhul islamdan bu konuda 30 sahife nakilde bulunmuştur. [171]

Kasımi ibninin ibn Teymiyye'nin görüşlerini en küçük bir eleştiriye tabi tutmaksızın aynen aktarması onun şeyhül is-lamm görüşlerini benimsediğini ve onun gibi mecazi kabul etmediğini gösterir.

Üçüncü örnek:

Kasimi'nin Ali imran süresinin yedinci ayetini tefsirine

bakalım:

"Sana kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muh­kemdir ki, bunlar kitab'ın esasıdır. Diğerleri ise müte-şabihtir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tevline yetlenmek için müteşabih ayetlere yapı­şıp, onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onun tevilini an­cak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: "O'na

inandık. Hepsi Rabbimiz tarafındandır." derler. "Bu inceliği ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar."

Kasımi, ayeti kerimenin müfredatını açıkladıktan sonra şöyle dedi. "Muhkem ve müteşabih konusunda alimlerin bir­çok araştırma ve kitapları mevcuttur. Bu konuda yazılmış en güzel makale Şeyhul İslam takıyüddin Ahmed b. Teymiy-ye (Allah'ın rahmet ve rıdvanı üzerine olsun)'ye aittir. Şey­hül islam şöyle diyor: "Kur'an'da muhkem bazen müteşa-bih'e mukabil gelir. Hepsi Allah'ın ayetlerindendir. Ba­zen de Allah'ın şeytanın attığı şeyleri nesh etmesine muka­bildir. Bazı insanlar bunu mutlak olarak Allah'ın nesih et­tiklerine mukabil kılıp, şöyle derler: Bu ayet mensuh değil, muhkemdir. Mensuh ise muhkem değildir Cenabı hak şöy­le buyurmuştur:

"Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir." (Hacc: 22/52)

Muhkemin mukabil bulunduğu bu üç manayı iyi anlamak gerekir.

Kasımi İbn Teymiyye'den yaptığı nakle devam ederek onun "El-iklil fi'l müteşabih ve't Tevil" nakletti. [172]

Ve sonunda şöyle dedi: "Şeyh Takyüddin'in kalemi bu­rada sona erdi. Büyük fayda mülahaza ettiğim için onun (Al­lah ruhunu takdis etsin) bu uzun risalesini tamamen nakle-tim. Sana verileni al ve şükredenlerden ol. Allah, hakkı söyler ve doğru yola erdirir."[173]

Bu örnekler kasimi'nin ibn Teymiyye'ye kars duyduğu saygıyı ve istifadeyi göstermesi için yeterlidir. [174]

 

4- Muhammed Reşid Rıza üzerindeki etkisi: [175]

 

Reşid Rıza, İbn Teymiyye'nin Tefsir konusundaki eserlerine çoğunlukla dolaylı yollarla ulaşmış olmasına rağ­men Ondan çok etkilenmiş ve bunu tefsirine yansıtmıştır.

"Tefsiru'l menar"'da şöyle diyor: "Şeyhul islam ibn Teymiyye'nin Tefsir ilmi konuşunda yazmış olduğu bir ki­tap vardır ki, Suyuti "el- itkan" da bu kitaptan uzunca bir bö­lüm nakletmiştir. Müfessirler ve tefsir'deki ihtilaflarını ele alan bu çalışma, bu alanda yazılmış nefis bir eserdir[176]: Reşid Rıza, ibn Teymıyye'den büyük bir saygı ile bahseder. Konuyu daha fazla uzatmadan tek bir örnek vererek onun ibn Teymiyye'den nasıl etkilendiğini göstermek istiyorum.

Reşid Rıza Menar Tefsiri'nin mukaddimesinde ibn Tey­miyye'nin genel olarak "menkul!' ve tefsir ve hadis kitapla­rında israiliyat rivayetleri konusundaki görüşlerini aktara­rak şöyle dedi:

Şeyhul islam ibn Teymiyye (rahimehullah) şöyle dedi: Tefsirdeki ihtilaf iki çeşittir: Nakilden ve bunun dışındaki şeylerden kaynaklanan ihtilaflar.

Menkul ya masumdan veya başkasındandır. Bu nakiller­den çoğunun sahihlik ve zayıflığı bilindiği gibi, bazen de bi­linmez. Sahihliği bilinmeyen şeylerin büyük çoğunluğu faydasız gereksiz hususlardır. Ashabı kehfin köpeğinin isim ve rengi, Hıdır'm katlettiği çocuğun ismi gibi bilinmesinde hiç bir fayda olmayan hususlar bu kabildendir.

Bu hususların bilgisi sadece nakil yoluyladır. Bu husus­ta Peygamber (s.a.v)'den sahih bir şekilde nakledilen hususlar kabul edilir. Fakat bunun dışında, Ka'b ve Vehb gibi eh­li kitaptan naklonunan hususlar ise, ne doğrulanır ne de yalanlanır. Çünkü Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Ehl-i kitabın size anlattıkları ne yalanlayın, ne de tas­dik edin." [177]

Aynı şekilde tabiinin nakilleri de böyledir. Onların na­killeri birbirleri için hüccet olmadığından, ihtilafa düşmüş­lerdir. Sahabe'den, sahih bir yolla yapılanjnakilleri ise ta­biinden yapılan nakillere göre daha makbuldür. Çünkü nak­lettikleri hususları Peygamber (s.a.v)'den işitmiş olma ih­timalleri vardır. Ve yine sahabe, tabiine göre ehli kitaptan çok daha az rivayet nakletmişlerdir. Çünkü onlar ehli kitap­tan rivayet almaktan sakındırılmışlardır." [178]

Reşid Rıza, ibn Teymiyye'den naklini şöyle sürdürü­yor:

"Sonra insanların hata ettiği iki hususu belirtti:

"Biri: Kuran'ın ifadelerini, kendi çıkardıkları mezhep­lerin teyidi için kullanılması"

Reşid Rıza, Şeyhul islam'ın bu ifadesini şöyle açıyor:

"Mezhep mutaasıplarınm, kendi mezheplerini asıl, Ku­ran'ı ise bu mezhebi teyid etmek için kullanılmak üzere furu kabul etmeleri ki bu bidatlerin en yaygını ve kötüsüdür. İnsanların Kur'an-ı kerim'i kendi görüşüyle tefsire yelten­meleri de bu kabildendir." [179]

"İki: Kur'an'ı indiren Allah (c.c)'ın Kur'an'm kendisi­ne indirildiği Peygamber (s.a.v.)'in ve Kur'an ile muhatap olan insanları hesaba katmadan, onu sadece arapça dil ka­idelerini gözününde bulundurarak tefsir etmektir." [180]

Raşid Rıza şöyle dedi: Bu hususu, ileride ele alacağız. [181]

Muhammed Reşid Rıza sonra ibn Teymiyye'nin isra-il'yat konusundaki sözlerini naklettikten sonra şöyle dedi:

"Görüyorsunuz, bu büyük imam, israiliyat olan tüm ri­vayetleri, doğrulamaktan imtina etmiştir. Bu batıl olduğu hakkında delil olmayan rivayetler içindir. Ka'bu'l Ahbar ve Vehb b. Münebbih gibi şahısların rivayetlerinin makbul ol­madığını açıkladı. Oysa eski cerh ve tadil imamları gafil dav­ranarak bu iki şahsı adil konumunda değerlendirmişlerdir. Oysa Ka'b ve Vehb'in birçok kez yalan söyledikleri ve Tevrat'ta olmayan şeyleri Tevrat'a atfettikleri sabit bir ger­çektir.

Aynı şekilde tabinin de bu konudaki rivayetlerinin alın­masından imtina edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Tevrat, încil gibi kitaplardan yapılan sahih nakiller hu­susunda da, yalanlama ve doğrulamadan kaçınılmalıdır. Yalanlayanlayız, çünkü bize nakledilen husus gerçekten Allah'ın ayeti olabilir. Doğrulayanlayız çünkü Allah'ın ayeti olduğu söylenen söz, tahrif ve tebdil edilmiş olabilir. Cenabı Hak onlar hakkında şöyle buyurdu:

"Kendilerine kitaptan nasip verildi." (Nisa: 4/51)

Ayrıca gördüğümüz gibi imam, sahabe'nin bu konudaki rivayetlerinin dahi kesinlikle ifade ettiğini değil, tabiinin ri­vayetine göre daha tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Çünkü onların ehl-i kitaptan değil de peygamber (s.a.v)'den işitmiş olmaları daha kuvvetli bir ihtimaldir." [182]

Bu şekilde Resid Rıza, İbn Teymiyye'den nakilleri yap­mak konuya açıklık getirmeye çalışmaktadır. Fakat israili­yat konusunda İbn Teymiye'nin sözlerinden, bu hussutaki tüm rivayetleri kabul etmekten imtina gösterilmesi gerekti­ği yolundaki hüküm, tam olarak şeyhul islam'ın görüşleri­ni yansıtmamaktadır.

Çünkü İbn Teymiyye "Mukaddime" deîsrailiyatı üç kıs­ma ayırmakta ve şöyle demektediri:

"Fakat israiliyattan olan bu rivayetler, itikat için değil, is-tişhad için kullanılır. İsrailiyyat üç kısımdır:

1- Elimizdeki bulunan ölçülerden doğruluğunu bildiğimiz rivayetler. Bunlar sahihtir.

2- Elimizde bulunan ölçülerden, yalanını bildiğimiz ri­vayetler.

3- Ne doğruluğu, ne de yalanı bilinmeyen rivayetler. Bu kabil rivayetleri kesin olarak doğrulayamaz ve yalanlaya­nlayız. Fakat rivayeti caizdir. [183]

İbn Teymiyye'nin bu sözleri, Reşid Rıza'nın O'na isti­naden "İsrailiyyat rivayetlerinin tamamı kabul edilmez." hükmünü geçersiz kılmaktadır.[184]

 

İKİNCİ FASIL

 

KİTAP HAKKINDA BİLGİ

 

Kitabın Adı:

 

Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de bulunan kitabın orjinal el yazmasındaki ismi şöyledir: Müşkil ayetlerin Tefsiri ki, bir çok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamlarını karıştırmışlar ve hatalı bir şekilde tefsir etmişlerdir.

Kitab'ın ismini aynen kullandım. Çünkü sadece bir kıs­mını kullanmak, müellifin öngördüğü amacı yerine getirmek­ten uzaktır. [185]

 

Kitabın Müellife Nisbeti:

 

"Müşkil ayetlerin tefsiri" kitabının İbn teymiyye' ye ait olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Bu konuda hiçbir alimden herhangi bir itiraz vaki olmadığı gibi, bu kitabın ona ait olduğu birçok delille sabittir:

1- İbn Teymiyye' nin öğrencilerinden biri olan İbn Ab-dilhadi, Şeyh'inin hayatını anlattığı "El Ukud ed- Dürriye" adlı eserinde kesin bir dil ile bu eserin ibn Teymiyye tara­fından yazıldığını ifade etmiştir.

îbn Abdilhadi şöyle dedi: Şeyhimizin en yakın doslarm-dan olan Ebu Abdillah ibn Reşik, onun kitaplarını yazmak ve bir araya toplamak hususunda çok ciddi davrandı. Bu ne­denle Şeyhul İslam'a bir mektup yazacak, Kur'an-ı kerim'in tamamını ihtiva edecek bir tefsir yazmasını rica etti. Şeyhul islam da cevabında şöyle dedi: Kur'an-ı Kerim' in bir kıs­mı hiçbir açıklama gerektirmeyecek şekilde açıktır. Bir kıs­mı ise müfessirler tarafından yazılan çeşitli tefsirlerle açık­lanmıştır. Fakat bazı ayetler vardır ki, bunlar müfessirler tarafından yeterince açıklanamadığından, insanlara kapalı ve manası zor anlaşılır kalmıştır."

Sonra Şeyhul islam tefsir alanında yazdığı bu yazıların bir kısmını bize gönderdi. Diğer bir kısmı ise, hapishanede yöneticiler tarafından müsadere edildi. Bu olaydan az bir za­man sona Şeyhul islam vefat etti. Ebu Abdullah, Şeyhul is-lamın gönderdiği bu tefsir kitabını görüp incelediğini belir­ti."[186]

2- Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab İbn Teymiyye'nin fetvalarından bazı fetvalar özetlediği el-Mesaü'in 86. me­selesinde ibe Teymiyye'ye ait olduğunu söylediği bu kitap­tan 6 ayetin tefsirini 10 sayfa halinde özetleyerek nakletti. [187]

3- İbn Teymiye'nin Fetevasında, bu kitaptan bazı alıntı­lar yapılarak, bunların "Müşkil Ayetlerin Tefsiri'ne ait ol­duğu belirtilmiştir. [188]

4- Orjinal el yazması nüshasında bu kitabın Şeyhul islam ibn Teymiyye tarafından yazıldığı ifade edilmiştir.

Tüm bunlardan elimizdeki bu kitabın ibn Teymiyye'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Anlaşıldığına göre Şeyhul islam bu kitabı Dimeşk kalesine hapsedildiği ömrünün son yılla­rında yazmıştır.

Bu konuda İbn Abdülhadi şöyle diyor: "Sonra Şeyh - rahimehullah- 2 yıl 3 ay ve birkaç gün kalede hapis kaldıktan sonra vefat etti. Hapiste kaldığı bu müddeti ibadet, tilavet, kitap yazımı ve muhaliflerine reddiyeler hazırlamakla geçir­di. Ayrıca kufan-ı kerimin tefsiri konusunda çok güzel in­celikler ve anlamlar ifade eden nefis bir eser hazırladı. Bu eserinde bazı müfessirlerin anlamakta müşkilat çektikleri ayetlerin tefsirini yaptı." [189]

 

Kitabın Tanıtımı:

 

Şeyhul islam ibn Teymiyye bu kitabında, müfessirlerin tefsirinde zorlandıkları bazı ayetleri, ilmi bir üslupla, Al­lah'ın kitabı, Rasulullah (s.a.v)'in sünneti ve selefi salilı'in görüşlerinden yola çıkarak tefsir etmiştir.

Kitap şu ayeti kerimelerin tefsirini içermektedir:

1- "Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?" (Enam: 6/109)

2- "Tağuta tapanlar." Maide: 5/60)

3- "İyi bilin ki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Al­lah'ındır. O halde Allah'tan başka ortaklara tapanlar, neye tabi oluyorlar? Onlar kuru zandan başka bir şeye tabi olmuyor ve onlar sadece yalan söylüyorlar."

(Yunus: 10/66)

4- "Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen­de göreceksin, onlar da." (Kalem: 68/5-6)

5- "Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize dönecek­siniz. Dedi ki: İstemesek demi?" (A'raf: 7/88)

6- "Şüphesiz iman edenler yahudiler, hiristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rabları katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzül­meyeceklerdir." (Bakara: 2/62)

7- "De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bü­tün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Zümer: 39/53)

8- "Kim bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır." (En'am: 6/84)

"Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha üstün karşihk verilir."  (Kasas: 28/84)

"Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü

kendisini çepeçevre kuşatırsa." (Bakara: 2/81)

9- "Hanif "in anlamı ve bu konuda varid olan bazı konu­lar hakkında bir fasıl.

10-  Şair'in dediği en doğru söz Lebid'in şu sözüdür. "Dikkat! Allah dışında her şey batıldır" hadisi şerifi ve bu konuyla ilgili bazı ayetler hakkında bir fasıl.

11- Cenabı Hakkın "El- Kayym" İsmi celili ve bu konuy­la ilgili ayetler hakkında bir fasıl.

12- Rabb'in "Adil" olması ve zulümden münezzeh olma­sı hakkında bir fasıl.

13- "Yoksa kendisine haber verilmedi mi, Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar?

Ve sözünü yerine getiren ibrahim'in sahifesindekiler?

Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükü­nü yüklenemez.

Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.

Ve çalışması da ileride görülecektir.

Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir." (Necm: 53/36-41)

14- Rabb'in adalet ve ihsanın beyanı fasıl..

15- Nisa suresinde varid olan faraiz ayetleri ve faraizle ilgili bazı meseleler hakkında. (Nisa: 4/11,12,176)

16- Bakara Suretinde varid olan riba ayetleri ve riba ile ilgili bazı meseleler hakkında bir fasıl. (Bakara: 2/275-280)

17- Kur'an ve kelamullah hakkında kaide ve ümmetin bu konuda içine düştüğü yanlışlıklar hakkında bir fasıl: [190]

 

Müellifin Kitabını Yazarken Takip Ettiği Metod:

 

Şeyhu'l İslam ibn Teymiyye (rh) "Müşkil ayetlerin tef­siri" kitabında, diğer tefsirlerinde takip ettiği metodu bura­da da takip etti ve tefsir için koyduğu kaide ve usulleri ay­nen uyguladı. O'nun bu alandaki metodunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: [191]

 

1-Kur'an'i Kur'an Île Tefsir Etmesi:

 

İbn Teymiyye, tefsir alanında yazdığı tüm eserlerinde, Tefsir usulü dalında yazığı mukaddimesinde ve bu kitapta, temel metod olarak öncelikle Kur'an'ı, Kuran ile tefsir et­me prensibini uygulamıştır:

"Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şu-ayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları mem­leketimizden çıkaracağız, yahut dinimize döneceksiniz. Şuayb dedi ki: İstemesek demi? Allah bizi ondan kurtar­dıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hali müstesna geri dönmemiz bizim için olacak şey değil­dir! Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Ey Rabbimiz! bizimle kavmimiz ara­sında adaletle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırhsısın."                                            (A'af: 7/88-89)

"Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: Elbette si­zi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dini­mize döneceksiniz! Rableri de onlara, " zalimleri mutla­ka helak edeceğiz!" diye vadetti." (İbrahim: 14/13)

Bu ayeti kerimelerin tefsirinde, müfessirlerin "milletle­rine dönmek" ifadesi üzerinde yaptıkları tartışmalarını zik­rettikten sonra peygamberlerin günah işleyip işlemeyecek­leri ve Rasulullah (s.a.v)'in nübüvvetinden önce kavminin dini üzerine olup olmadığı tartışmalarına girdi.

Daha sonra Cenabı Hakkın elçilerini, insanların cinsin­den seçmesi meselesine girip, bu konudaki ayetleri zikrede­rek şöyle dedi:

"Cenabı Hak peygamberlerini, gönderdiği kimselerin cinsinden seçer ki zira bu risalede güdülen amacın gerçek­leşmesi için en uygun yoldur. Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

"Onlara iyice açıklansın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik." (İbrahim: 14/4)

"O gün her ümmetin içinden kendilerinin üzerine bi­rer şahit göndereceğiz." (Nahl: 16/89)

Bu nedenle şöyle buyurdu:

"İçinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikr (kitap) gelmesine şaştınız mı?" (A'raf: 7/63)

Sonra, peygamber'in (s.a.v) risaletinin umumiyetine işa­ret ederek, çeşitli ayetler zikrederek meseleye açıklık getir­di.[192]

 

2- Kur'an'ı Sünnetle Tefsiri:

 

İbn Teymiyye (rh) Kur'an'ın tefsiri için ikinci kaynak ola­rak sünnete başvurmuştur. Bu konuda Kur'an-m Kur'an ile tefsir edilmesi gereğini bildirdikten sonra şöyle dedi,

"Bu mümkün olmazsa, o zaman sünnete başvurulmalıdır. Çünk sünnet, Kur'an'ın şerhi ve açıklamasıdır." [193]

Şeyhul islam metodunu, "Müşkil Ayetlerin Tefsiri" ki­tabında da şu ayeti kerimenin tefsirinde uygulamıştır:

"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler hristiyanlar ve sa­bilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih ameller iş­leyenler için Rableri katında mükafatlar vardır." (Bakara: 2/62)

"Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara: 2/62)

Şeyhül islam burada nesh ve tedbil edilmiş yahudi ve Hristiyan şeriatından bahsederek, bu şeriatlerin hiçbir pey­gamberin şeriatlerine uymamızın caiz olmadığını bildirdi.

Bizler, Allah'ı birlemeye dayanan İbrahim'in şeriatı üzerineyiz ki Musa ve İsa'nın inançları böyledir fakat ken­dilerini özel şeriatları vardır. Allah (c.c.) İbrahim ve daha ön­ceki peygamberler bu şeriatle muhatap değillerdi. Aynı şe­kilde Muhammed (s.a.v.)'de onların şeriatleri ile muhatap

değildir.

Sonra bu konuda varid olan hadisleri zikrederek şöyle de­di: "Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Hoşgörü esasına dayanan tevhid dinî ile gönderil­dim."

"İslamda ruhbanlık yoktur."

"Dinde aşırılıktan sakının. Sizden önce helak edilen­ler, dindeki aşırılıkları yüzünden helak edilmişlerdir."

Ve: Ömer'in elinde Tevrat'tan bir sayfa görünce şöyle de­di:

"Nefsim elinde olana yemin olsun ki, Musa sağ olup, siz de beni bırakıp ona tabi olsaydınız mutlaka saptırdı­nız."[194]

Hadisleri irad etme metodunu işe şöyle özetleyebiliriz.

1- Bazen sahih ve zayıf hadisleri beraber zikreder:

Buna örnek olarak, yukarıdaki ayetin (Bakara: 2/62) nü­zul sebebi ile ilgili olarak şöyle demiştir: "İbn Ebu Hatim ve başkaları sabit isnatlarla Süfyan b Uyeyne'den, o da ibn Ne-cih'den, o da Mücahid'den rivayet ettiklerine göre Mücahid Selman'ın şöyle dediğini rivayet etti: "Rasulullah (s.a.v)'e beraber olduğum dinden insanları sordum. Onların namaz ve ibadetlerini zikretti ve şu ayeti kerime indi:

"Şüphesiz iman edenler yahudiler, hiristiyanlar."

İbn Teymiyye sonra şöyle devam etti: " Bu hadiste Ra­sulullah (s.a.v)'in önce bir takım zayıf isnatlarda belirtildi­ği gibi önce, "Onlar cehenem ehlidir" dediği zikredilmemiş-tir. Sahih olan budur. Müslim'de Iyad b. Hımar'dan rivayet edildiği gibi Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teala, arz ehline baktı ve Ehl-i kitaptan bir kıs­mı hariç, onların Arap, Acem hepsine öfkelendi." [195]

Yine:

"Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennem­liktir. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara: 2/81)

Ayeti kerimesinin tefsirinde peygamber (s.a.v)'in şu ha­disini zikretti:

"Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir nok­ta belirir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af ta­lep eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak leke si­linir. Bilakis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalp­teki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tama­men kaplar. İşte bu durum Cenabı-ı Hakkın:

"Bilakis, onların irtikap edegeldikleri, kalplerini pas-landırmıştır."  (Mutaffifin: 83/14)

Buyurduğu pastır. Tirmizi ve başkalarının rivayet ettik­leri bu hadis, sahihtir. [196]

2- Bazen zayıf olduğunu işaret ettiği hadisleri zikret­miştir:

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerini­zin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yansı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Ço­cuğunuz yoksa sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Çocuğu­nuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek ve kadının, ana babası Ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek, yahut bir kız kardeşi varsa herbirine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyet­ten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızındır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıy­la bilendir, halimdir." (Nisa: 4/12) İbn Teymiyye (r.h.) bu ayeti kerime'nin tefsirinde fara-iz konusundaki "müşerrike" bahsine değindi ve Zeyd b. Sabit'in görüşünü benimseyenlerin delil olarak sundukları "Faraizi en iyi bileniniz Zeyd'dir" hadisini zikretti ve şöyle dedi:

"Bu aslı olmayan zayıf bir hadistir. Zeyd, Peygamber (s.a.v) döneminde Faraiz ilmi ile bariz olmuş değildi. Tir-mizi'nin bu konuda Enes'den rivayet ettiği hadisler zayıf­tır. Ebu Ubeyde konusunda rivayet edilen hadisin ise ancak şu kısmı sahihtir: "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini'de Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır". Bundan daha zayıf bir isnatla rivayet edildi. Ayrıca: "En iyi hüküm vereniniz Ali, bu ümmetin en büyük alimi ise ibn Ab bas'tır" rivayeti Kevser ibn Hakim'in ha­disidir ki, bu adam Nafi'den batıl olduğu bilinen rivayetler getirmiştir. İlim ehlinin ittifakı ile Kevser denilen bu ada­mın hadisleri olamaz." [197]

3- Hadislerin tahricini bazen verirken, bazen de verme­mektedir:

Şu ayetlerin tefsirini yaparken, zikrettiği hadislerin tah­ricini yapmıştır:

"Kim bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır.

"Kimde bir kötülükle gelirse, o sadece onun misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar."

(En'am: 6/160)

"Ve kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve on­lar o gün korkudan da emin kalırlar. Kötülükle gelenler ise yüzü koyun cehenneme atılırlar. Ancak yaptıklarını­zın karşılığını görmektesiniz!" (Nemi: 27/89-90)

"Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü ken­disini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemlik­tir. Onlar orada devamlı kalacaklar."(Bakara: 2/81-82)

Şeyhul islam (r.h.) iyilik ve kötülüğün anlamıyla ilgili sözleri zikrettikten sonra iyiğin 10 ve 70 kat artırılması ve kötülüğün ise ancak misliyle cezalandırılması meselesine gir­di. Sonra şöyle dedi: Ebu Hureyre, Ebu Bekr sıddık'ın Pey-gamber( s.a.v)'den sabahlayıp akşamladığı zaman nasıl dua etmesi gerektiğini öğretmesini istedi. Peygamber (s.a.v) de şöyle dedi:

"Deki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve hazırı bi­len herşeyin Rab ve Melik'i Allah! Ben Senden başka bir ilah'ın olmadığına şahitlik ediyorum. Nefsimin ve şeyta­nın şerrinden ve şirkinden sana sığınıyorum. Sabahladı­ğın, akşamlardığm ve uyuduğun zaman bu duayı oku"

Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai Amr b. Asım'dan rivayet ettiler." [198]

Yine yukarıdaki ayetlerin tefsirinde zikrettiği şu hadisin ise tahricini vermemiştir: "Abdullah b. Amr'ın hadisinde şöyle denildi:

"Ve her ay üç gün oruç tut. Bu tüm yılı oruçlu geçir­mek gibidir. Çünkü iyilikler on katı ile değerlendiri­lir."[199]

 

3- Kur'an'ı Sahabe Ve Tabiinin Sözleriyle Tefsiri:

 

Şeyhül İslam, Kur'an tefsiri için birinci kaynak olarak Kur'an'ı Kur'an ile, ikinci kaynak olarak Kuran'ı sünnet ile tefsir esasım kabul ettiği gibi, Kur'anı sahabelerin sözleriy­le tefsir etmeyi, üçüncü kaynak ve tabinin sözleriyle tefsir etmeyi de dördüncü kaynak olarak benimsemiştir.

Kur'an'ın sahabenin sözleriyle tefsiri konusunda şöyle di­yor: "Kur'an'm tefsiri, Kur'an ve sünnette bulunmazsa, o za­man sahabenin sözlerine bakmak gerekir. Çünkü onlar vah­yi bizzat yaşamış olmaları, ilim ve anlayışlarının mükemmel­liği, ki özellikle de hula fayi raşidin gibi büyüklerinin ilim ve anlayıştaki yüksek mertebeleri nedeniyle onlar Kur'an'ı herkesten daha iyi anlamışlardır."[200]

Kur'an'm tabiinin sözleriyle tefsir edilmesi konusunda da şöyle dedi: "Kur'an'm tefsiri Kur'an'da, sünnette ve sa­habelerin sözlerinde bulunmazsa, bu durumda birçok alim tabiin sözlerine başvurmuşlardır." [201]

Şeyhul islam bu kitabında da sahabe ve tabiinin sözleri­ne sık sık yer vermektedir: Örneğin:

"Kim bir iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı var­dır." (En'am: 6/160)

Ayetinin ve konuyla ilgili diğer ayetlerin tefsirinde ibn Ebi Hatem'in tefsirinden naklen iyilik ve kötülüğün anlamı konusunda birçok eser zikretti.

"İbn Ebu Hatem, "Kim bir iyilik getirirse ona getirdiği­nin on katı vardır" kavl-i ilahisi ile ilgili Abdullah b. Me-sud'dan şöyle rivayet etti: "Bu, la ilahe illallahtır".

İbn Ebu Hatem şöyle dedi: Abdullah b. Abbas, Ebu Hu-reyre, Ali b. Hüseyin, Said b. Cübeyr, Hasan, Ata, Mücahid, Ebu Salih, Muhammed b. Ka'b el-Karzı, en-Nahai, Dahhak, Zühri, İkrime, Zeyd b. Eşlem ve Katade'den de buna ben­zer sözler rivayet edilmiştir." [202]

 

4- Arap Dili Şiir'inden Delil Çıkarması Ve Kullanması:

 

Şeyhul islam bu kitabında, bazı konularda, arap dili ve şi­irinden delil getirerek bazı manaları açıklamak için kul­lanmıştır.

Cenab'ı Hakkın "Kayyımı" ismini açıklarken, bu konu­da varid olan kıraatleri zikredip anlamlarım açıkladı ve şöyle dedi: "Kıyam " lafzı kuvvet ve sebat anlamı ihtiva et­tiği gibi, bir şeyin kendi başına kaim olup, başkasını ikame etmesi anlamına da gelir. "Kavm" lafzı kadınlar dışında sadece erkekler için kullanılır. Kadınlar için kullanılmaz. Fa­kat kadınlar, ?ncak erkeklere tabi olarak bu lafıza girebilir­ler.

Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

"Ey müminler! Bir topluluk (kavm) diğer bir toplulu­ğu (kavmi) a'aya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar." (Hucurat: 49/11)

"Erkekler kadınlar üzerine kavramdırlar (yönetici ve koruyucudurlar)." (Nisa: 4/34)

Ve şair şöyle dedi:

Bilemiyor ve tahmin edemiyorum.

Hısın oğullan kavm (erkek ) midirler, yoksa kadın mı[203]

 

5- İmamlardan Nakilde Bulunması Ve Bunu Belirtmesi:

 

Okuyucunun da göreceği gibi ibn Teymiyye (rh) bu ki­tabında Ferra, İbn Kuteybe, Taberi, İbn Ebi Hatem, Salebi,

Beğavi, İbn Atiyye, İbn Cevzi, Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi imamlardan sık sık nakiller yapmak­tadır.

Örneğin: "Hanginizin aklından zoru olduğunu yakın­da sen de göreceksin, onlar da." (Kalem: 68/5-6)

Ayeti kerimelerin tefsirinde "hanginizin aklından zoru ol­duğu" kavi'i konusunda selef den bazı sözler naklettikten sonra şöyle dedi: "Ebul Ferec onlardan (yani seleften) bu ko­nuda dört söz zikretmiştir:

1- Hasan, sapıtan, dedi

2- Müeahid, şeytan, dedi.

3- Dahhak, aklından zoru olan, deli dedi.

4- Maverdi, Azap çeken, dedi.[204]

Ve: "Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize dönecek­siniz, dedi ki: istemesek demi?" (A'raf: 7/88)

Ayeti kerimesi ve konuyla ilgili diğer ayetlerin tefsirin­de de müfessirlerin "milletlerine dönmek" ifadesinin anla­mı konusundaki ihtilaflarını zikrettikten sonra şöyle dedi: "İbn Atiyye şöyle dedi: Dönmek kesinlikle, daha önceki duruma dönmek anlamındadır. Peygamberler aşla küfür üzere olmamışlardır."[205]

Yine aynı ayetin anlamı konusunda ibn Cevzi, Salebi, Be­ğavi ve diğerlerinden başka rivayetler de nakletti. [206]

 

6- İlmi Emaneti Ve Nakil Konusundaki Hassasiyeti:

 

Yaptığı nakil ve isnatlar incelendiğinde onun bu ilmi özelliği çok açık biçimde görülmektedir.

Ezberi ve ezberini kullanma yeteneği çok güçlü idi. Bu-nula ilgili olarak hafız Bezzar şöyle demektedir:

"Çok ilginçtir ki Şeyhul islam ilk kez Mısır'da hapsedi­lip tüm kitaplarından mahrum bırakıldığı dönemde hapisha­nede küçüklü büyüklü birçok kitap yazmış ve bu kitapların­da naklettiği sayısız hadis, eser, alimlerin sözleri, muhaddis ve müelliflerin isimleri ve eserleri hatasız bir şekilde nak-letmiştir. Öyleki hangi müellifin hangi kitabının kaçıncı sayfasından alıntı yaptığını dahi belirtmiştir. Bu onun deha ve hızını gösterir. Yanında tek bir kitap olmadığı halde, bunca kitabı sadece hafızasındaki bilgilere dayanarak, ku­sursuz bir şekilde yazdı." [207]

Eserlerinde, kitaplarından alıntı yaptığı alimlerin isim­lerini vermeyi ihmal etmezdi; örneğin:

"Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennem­liktir. Onlar orada devamlı kalırlar." (Bakara: 2/81)

Ayeti kerimesinin tefsirinde şöyle dedi:

"Ebul Ferec b. el Cevzi şöyle dedi: Buradaki kötülük İkrime, İbn Abbasi, Ebu Vail, Ebul Aliye, Müeahid, Katade ve Mukatil'e göre şirk'tir."[208]

 

7- Delile Tabi Olması Ve Söyleyeni Kim Olursa Olsun Hiç Bir Söze Taasupla Yaklaşmaması:

 

O'nun bu özelliği tüm eserlerinde olduğu gibi, bu kita­bında da açıkça görülmektedir. O taasup, delilsiz taklit ve fikri donukluktan uzak, sadece Kur'an, sünnet ve ümmetin selefinin sözleriyle mukayyetti. Sırf şöhretli veya çok kitap yazmış oldukları için kimseye .tabi olmadı. Dolayısıyla doğ­ruluğu araştırılmadan meşhur kişilerin sözlerinin kabul edilmesini şiddetle eleştirmiştir.

Mesela: "Biz, sana bu Kuran'ı vahyetmekle en güzel şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki: Sen bundan ön­ce elbette bilmeyenlerden idin:" (Yusuf: 12/3)

ayeti kerimesinin tefsirinde şöyle dedi: "Ayeti kerimede bulunan "inne" inneyi muhafifedir. Haberindeki lam, arap-ça ve Kur'an'm anlamını bilmeyenlerin zannettikleri gibi, "nafiye" değil Farika" lamıdır.[209]

Aynı şekilde: "Bilinsin ki insan için kendi çalışma­sından başka bir şey yoktur" (Necm: 53/39)

ayeti kerimesinin tefsirinde İbn Zağuni'nin sözünü zik­rederek onu şiddetle eleştirmiş ve şöyle demiştir. "Bu söz­lerin en rezilidir ve ayetin anlamını terzyüz etmektedir"[210]

Aynı şekilde dedesi Ebul Berkat'ın da bu ayet konusun­daki tefsirini beğenmeyerek zayıf demiştir. [211]

 

8- Ele Aldığı Meseleyi, Tüm Ayrıntılarıyla Uzun Uzun Açıklaması:

 

Şeyhul islam, bu kitabında ele aldığı bazı meseleleri uzun uzun alarak kitap ve sünnetten ayrıntılı deliller sunmak­tadır. Çoğu meseleleri, tüm ayrıntılarıyla tartışmaktadır. Örneğin şu ayeti kerime'nin tefsirinde:

"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler hristiyanlar ve sa-biilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel iş­leyenler için Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyecek­lerdir." (Bakara: 2/62)

Şöyle dedi: "Bazı insanlar bu ayeti kerimeyi anlayama­dılar ve bu konuda birçok zayıf laflar ettiler. "İman edenler, yahudiler, hiristiyanlar ve sabiiler" ifadesi, Muhammed (s.a.v)'in gönderilmesinden önce olsa da, bu ismi taşıyan her­kes için mi, yoksa emir ve yasak ayetleri gibi, peygamber (s.a.v)'in bisetinden sonrakiler için midir?

Bazı insanlar bu ayetin haberin verdiği ehli necat'm sa­dece Muhammed (s.a.v)'in kendilerine gönderilmiş olduğu insanlar olduklarını ve onun (s.a.v) bisetinden önce gönde­rilmiş insanları kapsamadığını sanarak, ayeti yanlış anladı­lar ve dolayısıyla ayetin anlamına aykırı birçok muhtelif söz­ler sarfettiler."[212]

Şeyhül İslam (rh) daha sonra bu konudaki doğru olan tef­siri yaparak ayeti kerimenin anlamının umumi olduğunu ve Peygamber (s.a.v)'in bisetinden öncekileri kapsadığını an­lattı. Selef ve imamlardan bu yönde sözler naklederek, gö­rüşünü teyid etti ve muhaliflerin görüşlerini 8 madde halin­de reddetti. Sadece bu konu bile 242. sahifeden 292. sahi-feye kadar, yani 51 sahife kapladı. [213]

 

9- Birçok Kez Diğer Eserlerine Atıfta Bulunması:

 

İbn Teymiyye birçok kez eserlerine atıfta bulunmaktadır. Çoğunlukla kitabının adını vermeden "Bu konu diğer bir yer­de, ayrıntılarıyla ele aldım" gibi ifadeler kullanmaktadır.

Örneğin Bakara süresinin 62. ayetini tefsir ederken, mu­haliflerinin görüşlerini reddettiği yedinci maddede şöyle dedi: "Yahudiler ve Hristiyanlar" ifadesi tüm ehli kitabı değiştirilmeden önce ve sonra Tevrat ve İncil'i kapsamak­tadır.

Bu isim, onlardan sadece kafir olanlara has değildir. Nasıl ki İsrailoğulları ifadesi sadece kafirlere has değilse "eh­li kitap" ifadesi de sadece kafir olanlarına değil, mümin, ka­fir hepsine şamildir.

Bazı insanlar, ehli kitabın asla mümin ve müslim olma­dığını ve bu ismin ümmeti Muhammed'e has olduğunu id­dia ettiler ki, bir başka yerde açıkladığım gibi, bu iddia fa­hiş bir hatadır." [214]

 

10- Ayetleri Tefsir Ederken Konuyla İlgili Görüş Ve Delilleri Sunması:

 

Bu küçülüğünden beri Allah'ın ona vermiş olduğu ola­ğanüstü zeka ve ezber gücünün bir ürünüdür. Dımeşk hal­kı onun zeka, ezber ve anlayış gücüne hayran idi. Bu özel­liği en güzel şekilde tefsirine de yansıtmış, ele aldığı her ko^ nuyla ilgili çeşitli ayetler, hadisler, görüşler ve sözler sun­muştur.

Mesela: "Faiz yiyen kimseler tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, "alış veriş de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa­ki Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır.

Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faiz­den vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah'a kalmıştır.

Kim tekrar faize dönerse, işte onlar ateşliktir, orada devamlı kalırlar." (Bakara: 2/275-280)

Bu ayeti kerime'nin tefsirinde selef ve halefin "Fadll Ri-ba'sı" konusundaki ihtilaflarına, bazılarının mubah, bazıla­rının da haram demeleri konusuna girerek, onların bu konu­daki sözlerine (11) Sayfa ayırdı. (603'den 613'e kadar)

Görüldüğü gibi İbn Teymiyye (r.h.), Kur'an'ın en güzel şekilde tefsiri için mukaddime fi Usuli't Tefsir'de koyduğu metoda bu eserinde aynen takip etmiştir. Ele aldığı her ko­nuyu tüm boyutlarıyla derinlemesine incelemiş ve konuyla ilgili ayet, hadis ve diğer sözlere yer vererek, her türlü taasuptan uzak olarak, ilmi kriterlerden hareket ederek delil­lerin gerektirdiği tercihleri yapmıştır. Onu diğerlerinden farklı kılan da bu özelliğidir. [215]

 

Kitab'ın Orjinal El Yazma Nüshasının Tanıtımı:

 

Bu Kitabın dört orjinal el yazması nüshasını tespit ettim ve tahkik çalışmamda tüm bu nüshaların yanısıra Şeyhül is­lam'ın mecmu fetva ve camiur'Resail'inden de faydalandım.

1- Kitab'ın birinci nüshası: Dal remzi ile. Daru'l kütü-bi'l mısriyye'de, 330 sayılı "Müşkil Ayetlerin Tefsiri ki birçok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamını karıştırmış­lar ve hatalı bir şekilde tefsir etmişlerdir" adı ile bulun­maktadır. 262 sayfadan müteşekkil olan bu kitab'ın her bir sayfası 13 satır ve her bir satın yaklaşık yedi kelimeden oluş­maktadır. İyi bir hatla yazılmış ve bazı hatalar hamişinde dü­zeltilmiştir.

2- İkinci nüsha: Remzi Be dir. Almanya'da Berlin Kü­tüphanesinde "Mesail İstenbetaha eş- Şeyh Muhammed b. Abdilvahhab" külliyatı içinde bulunmaktadır. (Sayı 3968) 12 risaleden müteşekkil olan bu külliyat içinde yer alan "müşkil Ayetlerin Tefsiri, 152 sayfadan oluşmaktadır. Her sayfa yirmi satır ve her satır yaklaşık olarak 12 kelime içer­mektedir. Bazı düşük harf ve kelimeler olmasına rağmen iyi bir hatla yazılmıştır.

3- Üçüncü nüsha: Remzi He 695 sayısı ile, Daru'l Kü-tübi'l Mısriyye'de bulunmaktadır. Kitab'm adı "İbn Teymiy-ye'nin Fatiha ve ihlas suresinin fazileti ile ilgili sorulara ce­vapları ve bazı zor Ayetlerin tefsiri"

358 sayfadan müteşekkil bu kitabın her sayfası 26 satır ve her satırı yaklaşık 40 kelimeyi ihtiva etmektedir.

İyi bir hat ile yazılmış olan bu kitap Fatiha ve ihlas su­relerinin faziletleri ile beraber müşkil ayetlerin tefsirini de

içermektedir.

4- Dördüncü nüsha: Remzi sin 'dır. -86/572 sayısı ile Suud Davet, ifta ve irşad idaresine bağlı kütüphanede bulun­maktadır. "Şeyhu'l islam ibn Teymiyye'nin Fetvaları" adı­nı taşıyan bu kitap 332 sayfadan oluşmakta ve her sayfası 24 satır ve her satırı 12 kelime içermektedir.

Kitab İbn Teymiye'nin ibadet ve muamelat konusunda­ki bazı fetvalarının yamsıra, müşkil ayetler kitabı'ndan fa-raiz ve riba konularını da içermektedir.

Görüldüğü gibi, kitabın değişik nüshaları birbirleriyle farklılık göstermektedir. İlk üç nüsha'nın ihtiva ettiği bazı ayetler, 4. nüshada bulunmamaktadır. Ayrıca birinci nüsha ile, 2. ve 3. nüsha arasında da farklılıklar vardır.

Müellifin belli bir tertibi gözetmemektedir. Biz muhteva olarak en genişi olması nedeniyle birinci nüshanın tertibi­ni esas aldık. Diğer nüshalardaki fazlalıkları ise kitabın so­nuna ekledik.

5- Beşinci nüsha: Mecmuu fetva şeyhul islam ibn Tey-miyye . Fe remzi ile. 37 cilt halinde basılmıştır. Şeyh Abdur-rahman b. Muhammed b. Kasım tarafından derlenmiştir.

"Müşkil Ayetlerin Tefsirin"de yer alan ayetler bu külli­yede kıssaca izah edilmiştir.

6- Altıncı nüsha: Camiu'r Resail li- ibn Teymiyye-Remzi cim'dir.

Prof. Muhammed Reşad Selim'in tahkiki ile beraber 2-cilt halinde basılmıştır.

Bu kitapta "Müşkil Ayetlerin Tefsirin'den sadece iki "Cenabı Hakk'm "adeleti" ile ilgili olan kısım bulunmakta­dır. Bu kısım "Müşkil Ayetler'de" olmayan bazı fazlalıklar içermektedir ki bunlara işaret etme gereği duymadım. [216]

 

İKİNCİ KISIM

 

Şeyhül-İslam İbn Teymiyye'nin 'Müşkil Ayetlerin Tefsiri" Kitabının Tahkiki:

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla Ve O'ndan yardım talep ederiz:

Müşkil Ayetlerin Tefsiri ki, birçok alim ve müfessir bu ayetlerin anlamlarını karıştırmışlar ve hatalı "bir şekilde tef­sir etmişlerdir:

Bunlardan Biri:

"Eğer kedilerine bir mucize gelirse ona mutlaka ina­nacaklarına dair olanca güçleri ile Allah adına and içer­ler. De ki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mı­sınız!? Onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz de, ilkin o'na (mucizeye) inanmadıkları gibi (mucize geldik­ten sonra da) inanmazlar. Ve onları şaşkın olarak azgın-Iıları içerisinde bırakırız." (Enam: 6/109-110)

"Ennaha'da iki kıraat vardır ki, nasb ile okunması daha iyidir.[217] Bu konu birçok arapça uzmanına karışık geldi. Hatta öyleki "Enne", "Lealle" anlamındadır dediler.[218] Ve bunu teyid için bazı örnekler zikrettiler.[219] Fakat bu insanlar yanılgı içindedirler. Çünkü onlar "Nukallibu efidete-hum" cümlesinin, mübteda cümlesini olduğunu zannettiler. Fakat gerçek öyle değildir. Gerçek, bu cümle "Enne'nin haberine dahil ve "izen" ile müteallaktır. Ayetin anlamı şöyledir: Ama mu'cize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız!?

Mucizeler geldiğinde inanmayacaklarına göre "Eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair yaptıkları yemin doğru değildir. Bilakis yalan yere ye­min etmektedirler.

Buradaki "Enne, bilinen masdariye enne'sidir.

Nukallibu mübteda kelamı olsaydı, o zaman Allah'ın kendisine ayet gelen herkesin kalbini ve gözünü ters çevir­mesi gerekirdi. Fakat gerçek böyle değildir. Bilakis onlar­dan birçokları iman etmektedirler. Önce küfrettiği halde sonradan tevbe edip, iman eden çok vardır. Ceza, ısrar edenler içindir.[220] Fakat mucizeler geldiği zaman, kesin iman ile hükmedilemez. Bilakis iman edecekleri gibi, küf­re de sapabilirler.

La harfi ise, nefyin tekidi için olmakla beraber selbi cümleleri lafzen veya manen selbi olarak tekid eder:

Tıpkı cenabı Hakkın şu kavilleri gibi: "..."

"Ehli kitap, bilsinler..." (Hadid: 57/29)

"Merak ettiğimiz bir beldeye, artık (iyi davranış ve makbul çaba) haramdır; çünkü onlar tekrar dönmez­ler."                                                      (Enbiya: 21/95)

"Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlasa mazlik hususunda seni hakem kılmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65)

Ayrıca Ebu Bekir'in[221] "La ha Allah izen"[222]

Ve Cenabı Hakkın :

"La uksimu biyevmil kıyame."  (Kıyamet: 75/1)

Ve arapların: La vallahi La yekun izen" demeleri de bu kabildendir.

Bazıları burada "Tefhim" var sandılar fakat öyle değil­dir, "onların iman edeceklerini nereden bileceksiniz" anla­mı vererek "nukallibu" kelimesini buna matuf kılmakta­dırlar fakat bu doğru değildir. Ve anlamı: mucizeler geldi­ği zaman onların iman etmeyeceklerini nereden bileceksi­niz? dir.

Müşkil ayetlerden bir diğeri:

"De ki: "Allah indinde ceza olarak bundan daha kötüsünü size habe vereyim mi? O kimseler ki, Allah, kendilerine lanet etmiş; gazabına uğramış; onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağuta tapanlar yapmıştır. İşte bunlar mevkice daha fena ve düz yoldan daha sap­mışlardır." (Maide: 5/60)

"Tağut'a tapanlar"

Buradaki "Abede" kelimesi "Leanehullahu ve gadibe aleyhi ve ceala minhum" cümlesine matuftur. Abede: Ken­disinden önceki fiili mazilere matuf bir fili mazidir. Yani: Allah'ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimse, demektir.[223]

Burada, fail Allah (c.c) ismidir ve tüm bu fiiler, tek bir sınıfın, yani yahudilerin sıfatıdır.

Bir diğer ayet:

"İyi bilinki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Al­lah'ındır. (O halde) Allah'tan başka ortaklara tapan­lar, neye tabi oluyorlar? Onlar, kuru zandan başka bir şeye tabi olmuyor ve onlar sadece yalan söylüyorlar." (Yunus: 10/66)

Burada bazıları "Ma'"yı nafiye sanarak, ayetten onlar Al­lah'tan başka ortaklara tapmıyorlar, anlamı çıkardılar ki bu hatadır. Milakis ma burada istifham içindir. Ve ayetin an­lamı: Allah'tan başka ortaklara tapanlar, neye tabi oluyor­lar, dır.

Ayrıca Şüreka, Yeduun'ün mefuludur. Yettebiu'nun değil.[224]      

Cenabı Hakkın Kur'an-ı kerim'de bildirdiği gibi müşrik­ler Allah'tan başka ortaklara tapmaktadırlar.[225]

Bu ortaklar Kur'an'da Allah'tan başka uyulan değil, ta­pılan tanrılar olarak nitelenmiştir. Gerçekte bunlara değil, bunlara tapan söz sahiplerine uyulmaktadır.

Bu nedenle şöyle buyuruldu: "Onlar, kuru zandan baş­ka bir şeye tabi olmuyorlar." Eğer onlar bazılarınca iddia edildiği gibi ortaklara gerçekten tapmamış olsalardı o zaman şöyle denilmesi gerekirdi: "Onlar gerçekten ortak olma­yanlara tabi oluyorlar" ma'nın istifham olduğu çok açıktır ve Allah'tan başka ortaklara tapan müşriklerin ancak kuru zanlarına tabi oldukları belirtilmektedir.

Müşrik, şirkine mutabık bir ilime sahip değildir. Çünkü ilim, ancak malum'a mutabık olur. Dolayısıyla müşrikler, bu itikatlarıyla ancak kuru zanna tabi olmaktadırlar ve yalan söylemektedirler ki cenabı Hakk şöyle buyurdu:

"Kahrolsun o koyu yalancılar."(Zariyat: 51/10)

Bir diğer ayet:

"Hanginizin aklından zoru olduğunu ...yakında sen­de göreceksin, onlar da." (Kalem: 68/5-6)

Bu ayetler hususunda birçok insan yanlışlığa saplandı. Doğru olan seleften gelen tefsirdir:

İbn Ebu Hatim[226] ve başkaları sahih bir isnatla ibn Ebu

Necih,[227] o da Mücahid den[228] şöyle rivayet etti.

Bieyyikumu'l meftun: Şeytan, - bir diğer rivayete göre de- İblis'dir, dedi.

Hasan'da[229] "Hanginiz şeytan'a daha layıksınız? Şüphe­siz peygamber (s.a.v) değil, onlar: "Şeytana daha layık-lar,"dedi. Böylece Hasan, selefin adeti üzere kısa ve özlü bir ifadeyle ayetin anlamını açıkladı.

Dahhak da[230] Şöyle dedi: "Mecnun veya kendisinde cün-nun olan şeytan" demektir."

Bu konuda Ebul Ferec[231] selefi salihinden dört söz nak­letti:

1- Hasan: Sapıtmış anlamındadır, dedi.

2- Mücahid: Şeytan anlamındadır, dedi.

3- Dahhak ve Avfi'nin[232] ibn Abbas'tan[233] rivayetine gö­re Delilik veya delilik illetine maruz kalmaktır.

4- Maverdi'nin[234] nakline göre, işkence çeken" anlamın­dadır.

Maverdi'nin zikrettiği dördüncü şıktaki bu tefsir se­lef'den nakledilmiş değildir. Seleften sadece ilk üç şıkta zik­redilmiş olan tefsirler varid olmuştur.

Hasan'dan zikredilen: "sapıtmış" kelimesi o'nun bir di­ğer tefsiridir ve bizim naklimizde uygundur. Çünkü o bu ke­lime ile, üstünü başını parçalamak, anlamsız sözler söyle­mek, sağa sola taş atmak şeklinde tezahür eden malum de­liliği değil, sapıklık deliliğine batmış olmayı kastetmekte­dir ki bu da şeytandır.

Müşrikler, Peygamberleri (a.s) kendi nazarlarında akıl sa­hibi olan kimselerin görüşlerine aykırı buldukları için deli­likle ittiham etmişlerdir. Aynen "Fulanın maişi aklı yok" de­nilmesi gibi. Peygamberler onların bilgilerine aykırı ve on­lara göre zararlı bilgilerle geldikleri için iltiham edilmişler­dir. Cenabı Hak bu surenin (kalan) sonunda şöyle buyuru­yor:

"O inkar edenler zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. Hala da (kin ve hasetlerinden) "hiç şüphe yok o bir delidir" derler." (Kalem: 68/51)

Kur'an-ı Kerim peygamber (s.a.v)'in olduğu gibi diğer peygamberlerin de delilik ile ittiham edildiklerini fakat peygamber'in deli olmadığını bildirip şöyle dedi: "Han­ginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göre­ceksin, onlar da" Yani hanginizin deli olduğunu, ki o şey­tandır"

Kur'an'in bildirdiği gibi müşriklerin kötü ahlakların­dan biri de müminleri delilik ile ittiham etmeleridir:

"Dünyada mücrimler, iman edenlere gülerlerdi. Mü­minlere uğradıklarında kaş göz hareketiyle alay ederler­di. Kendi adamlarının yanına döndüklerinde inanan­larla alay etmenin zevkini tadarlardı. Kafirler mümin­leri gördüklerinde "Şüphesiz bunlar yanlış yola girmiş sapıklardır" derlerdi."                (Mutaffifin: 83/29-32)

Bu ümmet içinde de müminlerle alay eden, onlara gülen, kendileri daha layık oldukları halde, müminleri delilik ve sa­pıklıkla ittiham eden çok kimseler bulunmaktadır.

Hasan şöyle dedi: "Ben öyle adamlar gördüm ki, siz on­ları görseydiniz "Bunlar deli" derdiniz. Onlar da sizi görsey­di "Bunlar şeytan" derlerdi. Sizin en seçkinlerinizi görseler "Bunlar ahlaksız bir topluluk" en şerlilerinizi görselerdide: Bunlar ahirete inanmayan bir topluluk" derlerdi"

Selefin kendi dönemlerindeki insanları yeren buna ben­zer daha çok sözleri vardır.[235] Acaba şu yaşadığınız dönemin insanlarının hali nasıldır?

Bu anlamı tayid eden bir diğer hususda, Ubey b. Kab[236], el-cevni, [237] ibn ebi Able'nin[238] söz konusu ayeti "fi eyyiku-mul meftun[239] şeklinde şeytanın meftun olduğu konusunda şüphe yoktur.

Bunu anlamayan Ebu Ubeyde ,[240] ibn Kuteybe[241] Ebubekr, [242] Basra ve Küfe nahivcileri, gibileri "Ba"nın za-id olduğunu söyleyip de bu konuda iki görüş ileri sürdüler:

1- "Meftun" kelimesi mastar anlamındadır.

2- "Bi eyyikum" yani "Aklından zoru olan hangi iki fır­ka, senin içinde bulunduğun fırka mıdır yoksa kafirler fır­kası mı anlamındadır. [243]

Fakat bu görüşlerin ikisi de zayıftır.

Meftun'un, fitne anlamında anlaşılması kesinlikle dil kurallarına aykırıdır.

Ayrıca "iki fırka" görüşü de yanlıştır. Çünkü ayet tüm ka­firlerin şeytan ile meftun olduklarını ve şeytan'ın onlardan olduğunu ifade etmektedir. Yoksa iki fırkadan birini ayıp­lamak amacı güdülmemiştir.

Bazı müşrikler, Rasulullah (s.a.v)'e gelenin melek değil şeytan olduğunu iddia etmişlerdir ki bu nedenle cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:

"O söz, lanetlenmiş şeytanın sözü değildir." (Tekvir: 81/25)

"Şeytanın kime ineceğini size haber vereyim mi? On­lar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne iner­ler. Bunlar, (şeytana) kulak verirler ve onların çoğu ya­lancıdır." (Şuara: 42/221-223)

Cenabı Hak, Elçisini yalanlayan[244] için de şöyle buyur­du:

"Derhal alnından yakalar cehenneme atarız. Çünkü o, yalancı, günahkar bir alın!" (Alak: 96/15-16)

İşte şeytan'ın yaklaşıp dilediği yöne sevkettiği, bu yalan­cı ve facir kimsedir.

Hakk Teala Salih kavmi[245] için şöyle buyurdu:

"Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir (dediler). Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bilecekler­dir."                                           (Kamer: 54/25-26)

Nuh kavmi[246] için de şöyle buyurdu:

"(Nuh) Dedi ki: Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bi­lin ki siz nasıl ettinizse biz de sizinle alay edeceğiz."

"Kendisini rezil edecek azabın geleceği ve sürekli bir azabın başına ineceği (şahsın) kim olduğunu yakında bileceksiniz." (Hud: 11/38-39)

Ve bunun gibi daha birçok ayet bulunmaktadır. [247]

 

Fasıl

 

Cenab'ı Hakk şöyle buyurdu:

"Kavminden ileri gelen kibirliler dedilerki:

Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber inanan­ları memleketimizden çıkaracağız, yahut milletimize döneceksiniz. (Şuayb) Dedi ki: "İstemesek demi? Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dö­nersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Al­lah'ın dilemesi hali müstesna geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmış­tır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Ey Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet. Çünkü sen hük­medenlerin en hayırhsısın." (A'raf: 7/88-89)

Ve şöyle buyurdu:

"Kafir olanlar peygamberlerine dedilerki: Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, yada mutlaka dinimi­ze döneceksiniz! Rableri de onlara, "zalimleri mutlaka helak edeceğiz!" diye va'detti." (İbrahim: 14/13)

"Milletlerine dönmek" ifadesi konusunda müfessirler iki ayrı görüşe ayrıldılar:

1- Selef müfessirlerinden nakledilen görüş, ki bu görü­şü ibn Atiyye'nin ibn Abbas'dan naklettiği bu tefsiri ibn ce-rir[248] ve ibn Ebi Hatim gibi müfessirler zikretmişlerdir.

Muhammed b. Sad el- Avfi'nin[249], babasından, [250] O'nun amcasından[251] onun da babasından[252] onun da babasından[253] onun da ibn Abbas'dan[254] rivayet ettiği tefsiri Maverdi, Sa­lebi[255] Vahidi[256], Beğavi[257] ve İbn Cevzi gibi müteahhir müfessirlerin geneli rivayet etmişlerdir.

İbn Ebi Hatim'in ibn Abbas dan yaptığı rivayette şöyle denilmektedir: "Peygamberler ve inananlar kendi milletle­ri tarafından baskı ve işkenceye tabi tutularak, kendi millet­lerine (dinlerine) dönmeye zorlanıyorlardı. Fakat Cenab'ı Hak Peygamber'in ve müminlerin onların küfür milletleri­ne (dinlerine) dönmelerini yasakladı ve kendisine tevek­kül etmelerini emretti"

Atiyye Seleften naklettiği tefsirlerle bilinir. Fakat bu ri­vayeti zayıftır. İbn Abbas'tan buna benzer bir rivayeti Şeyh­lerinden rivayetle Süddi de[258] yaptı ki, Süddi sikadır ve müslim[259] ondan rivayet almıştır.

Suddi tefsirinin başlangıcında Ebu Malik, [260] ibn Salih, [261] ibn Abbas, Hemedani, [262] ibn Mesud[263] ve bazı diğer sahabelerden rivayet aldığını belirtmektedir. Ancak süddi aldığı bu rivayet­leri birbirine karıştırmıştır. Mürsel[264] rivayetler ile müsnet[265] ri­vayetleri birbirinden ayırmamıştır. Bu nedenle, Süddi şeyhle­rinden zikretti, denilir. Bu rivayetler arasında ibn mesud ibn Ab­bas ve diğer sahabelerden sabit olmuş rivayetler bulunduğu gibi, sabit olmayan rivayetler de mevcuttur.

Tefsirinde şöyle dedi: "Milletine dönmek" ten maksat küfre dönmek değildir. Çünkü peygamberler, peygamberlik­lerinden önce de kafir değildiler."

İbn Atiyye[266] Şöyle dedi: "Dönmek ile, daha önceki hale dönmek mürad edilmektedir. Çünkü peygamberler asla kü­für milletinden olmamışlardır. Bu ifadenin anlamı;

Peygamberliğinizden önceki sukut haline dönün, peygam­berliğinizden önce nasıl bizimle uğraşmıyorduysanız şim­di de bizimle uğraşmayın demektir.

İşte kafirlere göre miletlerine dönmek budur"[267]

Bu sözün sahibi "Dönmeyi" bilinen anlamıyla kabul et­miş fakat bunu emri bil maruf ve nehyi anil münkeri terket-me ve kavimlerini iman'a davet etmeyi terketmek olarak al­gılamış, kafirlere göre milletlerine dönmenin bu anlama geldiğini ifade etmiştir. Fakat burada iki itiraz sözkonusudur.

1- Bu "dönüş" sadece emri bilmaruf nehyi anil münker yapan ve insanları kendilerine uymaya çağıran peygam­berler içindir.

İbn Atiyye şöyle dedi: "yahut milletimize döneceksi­niz" Yani bu halinizden, eski halinize intikal edeceksiniz, de­mektir."[268]

Ebu'I Ferec de şöyle dedi: "Yahut milletimize dönecek­siniz" yani dinimize döneceksiniz, demektir, ki o da şirk'tir. Şuayb hiçbir zaman küfr içinde olmadığı halde, müşrikler na­sıl olur da dinimize döneceksiniz demişlerdir?

Bu soruya iki şekilde cevap verebiliriz:

1- Müşrikler bu söz ile, önceden kafir oldukları halde Şu­ayb (a.s.)'a iman ederek, küfürden dönenleri de gözönünde bulundurarak söylemişlerdir. Yani Şuayb'e o'na uyanlara hi­tap ettikleri gibi hitap etmişlerdir.

2- Yahut "milletimize intikal edeceksiniz" anlamında söylemişlerdir ki, bu durumda, bu bir ibtida sözüdür. Arap­lar "Bana falandan kötülük döndü" şeklinde bir ifadeleri vardır ki, daha önce o kimseden bir kötülük vuku bulmamışsa bile, bu ifade kullanılmaktadır.

Arap şairi döndü anlamındaki "ade" kelimesini bir mıs­rasında şöyle kullanmıştır.[269]

Yani: Günler, yaşayanları ile beraber değişmektedir.

İnsanoğlu bir an iyi vakit geçirirken, çok geçmeden çe­şitli belalarla boğuşmaya başlar."

Ebul Ferec şöyle devam etti: "Bu konuyu Bakara süresi­ni işlerken...

"Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür."(Bakara: 2/210)

Ayeti kerimesinin tefsirinde açıkladım"

Bu cevapları Züccac[270] ve ibn el-Enbari[271] de zikrettiler.

Fakat Enbari, İbrahim[272] süresinin ayeti ile ilgili olarak bir şey zikretmedi. Birinci cevap zayıflığı ile beraber İbra­him suresinde gelmemektedir.

Aynı şekilde Beğavi, Salebi ve başkaları da bu iki ceva­bı bir üçüncü cevapla beraber zikrettiler. Beğavi şöyle de­di: "Bizim üzerinde bulunduğumuz dinimize döneceksi­niz" dediler. Şuayb Cevap verip dedi: "İstemesek demi" yani "Bizi zorla mı dininize döndereceksiniz?" "Sizin dini­nize dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş oluruz"                                                      

Şuayb, hiç bir zaman onların dini üzerine bulunmadığı halde "yahut milletimize dönersin" ifadesinin anlamı nedir? diye sorulacak olursa, bunun anlamı "Bizim milletimize gireceksin" demektir, denilir. Şuayp'da cevap verip dedi ki

"Ben asla sizin dininize girmem."

Bunun anlamı: "Sizin dininize intikal'"dir

Buradaki Ade "sara" anlamındadır da denildi.

Ve: Bu hitap ile Şuayb değil, bir zamanlar kafir olduk­ları halde sonra Şuayb'e uyarak müslüman olanlardır da denildi. Fakat bu tevillerin hiçbiri ibrahim suresinde yapıl­madı. İbrahim suresinin sözkonusu ayeti, lafzın gerektirdi­ği gibi, "Dinimize döneceksiniz" şeklinde anlaşılmıştır."[273]

Ben derim ki:[274] Bu müfessirler millet kelimesini, din ile tefsir ettiler. İbn Atiyye ise, daha önceki hale dönmek ile tef­sir etti. Fakat ibtida manası olabileceğine hiç değinmedi.

İbn Cevzi'nin yukarıdaki sunduğu beyit'ine Lebid'in[275] şu bey iti teyid etmektedir:

Yani insan parlak bir yıldız gibidir.

Bu parlaklıktan sonra bir de bakarsın küle dönmüş.

(İnsan'da bir yıldız gibidir. Parlar ve söner demek isti­yor)

Ümeyye b. Ebi Salt'da[276] şöyle demiştir.

Anlamı: Bu güzellikler bir süt kadehi değildir.

Su ile karışmış ve pisletildikten sonra tekrar geri alınmış­tır.[277]

Benim derim ki: Zikredilen bu şahitler ayetin anlamına delil değildir. Çünkü ayeti kerime de "Yahut milletimize dö­neceksiniz" tehtidi ve buna karşılık Şuayb (as)'in şu ceva­bı vardır: "Sizin dininize dönersek, Allah'a karşı iftira atmış oluruz"

Burada ki Ade fiili, şu hadisi şeriflerde geçtiği anlamda­dır:

"Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Hibesinden dönen, kustuğundan dönen gibidir"[278]

Sünende de şöyle geçmektedir:

"Baha'nın evladına yaptığı hibeden vazgeçmesi dışın­da, bir şeyi hibe edenin hibesinden vazgeçmesi yok­tur"[279]

Yine aynı şeklide Ömer (r.a)[280] şöyle dedi:

"Onu sana dirhem ile de verse satma. Sadakasından dö­nen kimse, kustuğundan dönen kimse gibidir."

Bu hadisin bir başka versiyonuna göre

"Önce kusup sonra, kustuğunu yalayan köpek gibidir."[281]

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

 "Allah imansızlıktan kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan korkan gibi korkmak."[282]

Tüm bu hadislerde geçen ade fiili ade leza demektir. Şu ayeti kerimelerde de aynı anlamda kullanılmıştır:

"Gizli konuşmaktan menedildikten sonra, menedildik-leri o şeye dönenleri görmedin mi?" (Mücadele: 58/8)

"Kadınlardan zihar ile ayrılmak isteyip de sonra söy­lediklerinden dönenlerin." (Mücadele: 58/3)

Burada geçen "dönmek", geçmiş hale dönmeyi ifade et­tiği gayet açıktır. İbn Atiyye'nin dediği gibi, bunun dışın­da başka bir anlama gelme olasılığı yoktur.

Ade leza: Önceki şeye dönmektir ki. Zihar[283] gibi nehyolunan bir işi yapıp, da nehiyden sonra tekrar ona dönmek bu kabildendir. Bu durumda dönmenin mübteda bir fiil olduğu­nu hiç kimse söylememiştir.

Yukarıdaki şiirlerde geçen "Adet lehunne zunub ma ade ba'de ebvalen" ve "Hare remaren" mutlak fiillerdir ki bu fi-ilerde daha önceki hale dönmekten bahsedilmemektedir. (Elavde) lafzı (Er-rucu) "Dönmek" anlamındadır.

Bu bir şeye dönmek te olabilir, birşeyden dönmek te, Fa­kat akla önce, bu halden dönmek gelir. Bu nedenle islamdan dönen kişi, alimlerin ittifakıyla, doğuştan müslüman olsa da­hi, islam'dan dönmesi sebebiyle mürted olarak isimlendiri­lir. [284]

 

Fasıl

 

Şuayb ve diğer peygamberlerin asla küfür milletinden ol­madıkları sözü konusunda ise, meşhur bir ihtilaf vardır. Her halükarda bu hükmün nakli veya akli bir delile ihtiya­cı vardır. Kitap, sünnet ve icma'da böyle bir delil yoktur. Ak­li delil konusunda ise ihtilaf vardır. Ehli sünnet'in tercih et­tiği görüşe göre, akli bakımdan bu konuda bir delil yoktur ve akıl bu hususta herhangi bir görüşü gerektirmemektedir.

Asıl ihtilaf, müteahhir ehli sünnet alimleri ile mutezile[285] arasındadır.

Kadı Ebu Bekir b. Hatib,[286] Peygamberlerin günah işle­yip, işlemedikleri caiz midir?, eğer caizse ne tür günahların vukusu caizdir? Bu peygamberliklerinden önce midir, son­ra da aynı şey geçerli midir? Soruları sorduktan sonra, bu so­ruları doğru bir şekilde cevaplandırarak şöyle dedi: "Bun­dan önce de zikrettiğimiz gibi peygamberler Allah'ın tebli­ği memurları olmaları, nübüvvetleri ve getirdikleri mucize­lere gölge düşürecek herşeyden kaçınmaları ve Allah'ın onlara verdiği yüksek derece ve makamlar nedeniyle kesin­likle yalan, vahyi gizlemek, hata, sehiv, iğfal, örtmek, de­ğiştirmek gibi olumsuzluklardan kesinlikle uzaktırlar"

"Peygamberlerin diğer günahları işleyip işlemeyecekle­ri konusunda insanlar ihtilaf ettiler. Mutez ile fırkası şöyle dedi: Peygamberliklerinden önce veya sonra, peygamberle­rin küçük veya büyük günah işlemeleri mümkün değildir.

Çünkü bu insanların onlara uymaları ve sözlerini kabul et­melerine aykırıdır. Hatta bazı mutezilelere göre, peygamber­lerden günah sadır olması demek, Allah'ın tebliği memur­luğu hallerinin son bulmaları demektir.

Peygamberler Peygamberliklerinden önce de akli fari­zalara uymak, salih ameller işlemek ve kendisinden önceki peygamberlerin şeriatına uymakla mükelleftirler"[287]

Ben derim ki:[288] İbn Enbari,[289] Züccac,[290] İbn Atiyye,[291] ibn Cevzi[292] ve Beğavi gibi ehl-i sünnet alimlerinin çoğu, "Peygamberler, peygamberliklerinden önce de küfür'den ko­runmuşlardır/ küfürden masumlardır demektedirler.

Beğavi şöyle dedi: "Usul alimleri peygamberlerin ken­dilerine vahiy gelmeden önce mümin oldukları görüşün­dedirler. Peygamber (s.a.v)'de kendisine vahiy gelmeden ön­ce İbrahim'in dini üzere ibadet etmekteydi"[293]

Fakat, Beğavi bu sözü ile;

"Seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" (Duha: 93/7)

ayeti kerimesinin tefsirinde söyledikleri ile çelişmekte­dir. Bu ayetin tefsirinde şöyle demişti: "Ayetin anlamı, Al­lah seni bugün üzerinde bulunduğun şeyden şaşırmış olarak buldu ve seni Tevhidine ve nübüvvetine hidayet etti."[294] Aynı şekilde şu kavli ilahi ile de çelişmektedir: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin" (Şura: 42/52) Ahmed'in[295] şöyle dediği rivayet edildi: "Kim peygamber (s.a.v) kavminin dini üzere idi derse, bu kötü bir sözdür."[296]

Ancak Süddi ve diğerleri şöyle dediler: "Kırk yıl bo­yunca kavminin dini üzere idi"[297]

İbn Ebi Hatim şöyle rivayet etti: Bana Abdullah b. Ebi Bekr[298] anlattı. Osman b. Ebu Süleyman b. Cübeyr. b Cü-beyr. b. Mutim'den,[299] o da Amcası Nafi b. Cübeyr b. Mutim,[300] den, o da babası Cübeyr b. Mutim'den[301] şöyle riva­yet etti: "Rasulullah (s.a.v)'in kavminin dini üzere olduğu­nu gördüm"[302]

Burada şunu vurgulamak istiyoruz: Peygamberlerin bi-setlerinden önce günah işleyip işlemediklerinin meselesi sadece mutez ile mensupları arasında değil, ashabı hadis[303] ve ehli sünnet arasında da tartışılmıştır.

Ebu Bekr b. Tayb şöyle dedi: "Mutezile'den, bizim arka­daşlarımız'dan ve ehli Hak'dan birçokları şöyle dediler: "Peygamberliğinden önce kafir olan veya büyük günahlar iş­lemiş bir kimsenin, peygamber olarak gönderilmesinde hiç­bir mani yoktur. Açıklayacağımız gibi, biz de bu görüşteyiz.

Fakat, peygamberliklerinden sonra günah işleyip, işleme­yecekleri konusunda ihtilaf edilmiştir.

Rafiziler şöyle dediler: Peygamberlerin küçük veya bü­yük günah işlemeleri mümkün değildir. Hatta, hata ve sehiv yoluyla dahi olsa, onlardan günah sadır olmaz. [304]

Mutezile de şöyle dedi: "Onların büyük küçük günah işlemeleri kesinlikle mümkün değildir. Ancak hata ve yanıl­ma yoluyla bazı küçük günahları işlemeleri mümkündür.

Cubbai[305] ve arkadaşları onların kasten asla günah işle­yemeyeceklerini ancak hata ve yanlış tevil yapabilecekleri­ni söylemişlerdir.

"Mutezile'den Nazzam ve[306] Cafer b. Besran da şöyle dedi- "Peygamberler ancak hata ve yanılgı yoluyla günah iş­leyebilirler ve bu günahlarından dolayı da, Cenab'ı Hakk ta­rafından hesaba çekilirler. Bu nevi günahlar her ne kadar üm­metleri için affedilmiş ise de, peygamberler Allah'a karşı olan konumlan, ve yanılgı ve hatalara karşı daha dikkatli ol­maları gereği nedeniyle, bu nevi hatalardan dolayı muaha-ze olunurlar."

(Ebu Bekr. b. Tayb el- Baklani) Şöyle devam etti:

"Ehli Halik, Cumhur ve Ashab-ı hadis, şöyle dedi: Al­lah'tan aldıkları tebliğ görevini ifsat etmiyecek ölçüde olma­sı şartıyla peygamberlerin günah işlemeleri mümkündür. Fakat, peygamberlerin Tebliğ'lerini gölgeleyecek, nübüvvet­lerinin doğruluğunu giderecek, kendi doğrulukları konu­sunda şüphe uyandıracak neviden günah işlemeleri, tüm ümmetin icmasıyla mümkün değildir. Peygamberlerin işle­diği küçük günahlar, küçük değil büyüktür ve diğer insan­ların günahları gibi değildir. Fakat onların günahı, dünyada iken affedilir ve ahirette ceza görmezler."

Ehl-i Hakk şöyle dedi: "Peygamberlerden küçük bir gü­nah sadır olduğu zaman, onu çok büyük görürler ve korku ve dehşete kapılarak, hemen anında Allah'a tevbe ve istiğ­far edip, bağışlamak dilerler."

Baklani şöyle devam etti: "Bizim tercih ettiğimiz görüş te budur"

Yine şöyle dedi: "Ehl-i Hakk'tan Cumhur şöyle dedi: "Peygamberlerin, peygamberlik dönemlerinde günah işledik­leri konusunda kesin hüküm verilemez. Bunun için mutla­ka delil lazımdır. Bu hususa delalet eden ayetler ve rivayet­ler onların peygamberliklerinden önceki hayatlarına dair olması muhtemeldir"

Baklani: "Bu onların peygamberlik şereflerine daha uy­gun ve daha layıktır.".

Baklani şöyle devam etti: "Risaletten önce küfür ve büyük günahlar işlemiş kimsenin peygamberler olarak gönde­rilmesinin caiz olduğu hakkında fasıl.

Buna delalet eden birçok husustan birisi şudur:

Bir kimsenin peygamber olarak gönderilmiş olması, onun imanına, doğruluğuna, ruh temizliğine, ilminin ke­maline Allah'ı bilmesine ve onun bu işe en layık kimse ol­duğuna delalet eder. Çünkü getirdiklerinin doğruluğu, onun doğruluğu ile ölçülür.

Peygamber olarak gönderildiği anda geçmişte kendisin­den sadır olmuş olabilecek kötülüklerden dönen ve böyle­sine büyük bir temizlik ve yücelik kazanan, kimsenin pey­gamber olarak gönderilmesine ve insanların ona uyup, say­gı göstermekle emrolunmasına bir engel yoktur: Peygamber­liğinden önce günahkar birisi olsa da!

Bundan ümmet'in şeriatı uygulayacak ve hukuku sağla­yacak bir iman tayininin cevazı çıkar. İmam, fcü göreve gelmeden önce, büyük günahlar işliyor veya küfür üzere bu­lunuyor olsa da, imam olarak ümmetin başa geçtiği anda, Al­lah'ın emri gereği artık ona saygı gösterilir ve emirleri ye­rine getirilir.

Rütbe ve konumları farklı olmakla beraber peygamber­ler de böyledir.

Buna delalet eden bir diğer husus da şudur: Önce kafir olup da sonra güzel bir şekilde tevbe edip, küfründen dönen bir insanın peygamber olarak gönderilmesine hiçbir engel yoktur."

îbn Tayb el- Baklani, böylece Mutezile'ye uzun bir ce­vap vermektedir.

Ben derim ki,

İnsanların ihtilaflarını zikrettikten sonra bu konudaki hak söz şudur: "Kuran'ı kerim'de ifade edildiği gibi Allah peygamberlerini kavmin en seçkininden seçer.

"Allah, elçilik görevini kime vereceğini daha iyi bilir" (En'am: 6/124)

Hırakil[307] in Ebu Süfyan'a[308] dediği gibi peygamberler in­sanların neseb bakımından en temizlerinden gönderilirler. Hırakil Ebu Süfyan'a:

"Onun nesebi nasıldır?" diye sorunca Ebu Süfyan:

"O bizim en soylularımızdandır," dedi. Bunun üzerine Hı­rakil:

"Peygamberler de böyledir. Kavimlerinin en soylula­rından seçilirler", dedi. [309]

Kavmi, Şahsen zayıf görmelerine rağmen, ailesinin bü­yüklüğüne işaret ederek Şuuyb'e şöyle dedi:

"Eğer kabilen olmasa seni mutlaka taşlayarak öldü­rürüz. Sen bizden üstün değilsin." (Hud: 11/91)

Peygamberliğinden önce müşrik ve cahil bir toplumun içinde yaşayan peygamberin doğruluğu, güvenirliği, bilinen iyilikleri yapıp kötülüklerden kaçınması dışında, kavmi­nin dini üzerine olması, onun için bir ayıp değildir. Ce-nab'ı Hakk şöyle buyurdu:

"Biz, bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz." (İsra: 17/15)

Böyle bir ortamda, ne onlar, ne de kavimleri sorumlu de­ğillerdir.

Bir şeyin kötü olduğunu bildiği halde onu yapanla, bil­meden yapan arasında fark vardır. Bu ikincisi ayıplanamaz ve kavimleri tarafından aleyhlerine bir delil olarak kullanı­lamaz.

Dolayısıyla israiloğullan'nın peygamberleri arasında daha önce müşrik olan hiç bir peygamber yoktur. Bilakis hepsi Tevrat'[310] şeriatına göre yetiştirilmişlerdir.

101 Peygamber oldukları söylenen Yusuf'un kardeşleri ise, peygamberliklerinden önce günah işlemiş ve tevbe etmişler­dir. [311]

Şuayb (a.s.) ve diğer peygamberlerin kıssalarında ise kesinlikle insanların onlara karşı nefretini çekecek herhan­gi bir husus bulunmamaktadır. Aynı şekilde cehaletlerinden sonra Rasulullah (s.a.v)'e iman eden sahabeler de böyle. İç­lerinden çoğu islam'dan önce de güzel ahlak ve şeref sahi­bi idiler. Mesela Ebu Bekr sıddık (r.a) cahiliye döneminde-de doğruluk, güvenilirlik ve güzel ahlakı ile tanınırdı. Ca­hiliye tüm sahabelerin ortak özellikleri olmalarına rağmen, içlerinden bazları, cahiliye döneminde dahi güzel ahlak ile muttasıftılar.

Kuran kıssalarını haber verdiği hiçbir peygamber, pey­gamberliklerinden önce, insanların nefretlerini celbedecek ve hak davayı şüphe ile karşılamalarına neden olacak hiç­bir davranış sergilememişlerdir. Bu nedenden dolayıdır ki müşrikler, peygamberliklerinden sonra, onları daha önceki hayatlarından dolayı hiçbir zaman kınayamamışlardır.

Eğer peygamberlerin bisetlerinden önce dikkatleri çeke­cek bir günah veya ayıpları olsaydı, müşrikler daha sonra; onu mutlaka gündeme getirerek, insanları Allah'ın elçilerin­den uzaklaştırmak için bir koz olarak kullanırlardı.

Müşriklerin peygamberleri ayıpladıkları tek husus: "Siz­de bizim gibi idiniz" demeleri olmuştur. Buna karşılık pey­gamberlerin cevapları çok açıktır: "Evet, daha önce vahiy gelmediği için, biz de başkaları gibi bu konulardan haber­siz idik."

"Onlar dedilerki: Siz de bizim gibi bir beşerden baş­ka bir şey değilsiniz." (İbrahim: 14/10)

Peygamberler şöyle cevap verdiler: "Evet, biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder." (İbrahim: 14/11)

Nübüvvet ve şeriatten hiçbir bilgisi ve haberi olmayan birisinin peygamber olarak gönderilmesinin caiz olduğu konusunda herkes müttefiktir. Böyle bir kimseyi peygam­ber olduktan sonra tasdik etmemek küfürdür.

Peygamberlerin daha önce bu konulardan haberdar ol­mamaları, peygamberliklerine herhangi bir halel getirmez. Bilakis Allah onlara bilmediklerini öğreterek, peygamber­lik ile görevlendirir.

Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

"Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine vahyi indirir." (Mümin: 40/15)

"Allah melekleri, kullarından dilediği kimseye kendin­den bir vahiy ile, "Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun" diye gönderir."(Nahl: 16/2)

Onlar bu görevi ancak vahiy ile alırlar.

İbrahim (a.s.) içlerinde tek bir muvvahid'in bulunmadığı kafir bir kavim içinde yaşadı. Fakat Allah'ın hidayeti Al­lah'ın diğer peygamberleri gibi Tevhidi seçerek muvahhid oldu.

Cenabı Hak, Musa'yı, Firavun'a gönderdiği zaman, Fi­ravun ona:

"Dediki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyük-medik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçir-medin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!

"Musa, "Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını göremeyerek yaptım." Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. O nimet diye başıma kaktığın ise (aslında) israil oğullarını kendine kul köle et­mendir." (Şuara: 26/18-22)

Cenabı Hakk peygamberlerinin sonuncusuna şöyle diyor:

"Biz, sana bu kur'ani vahyetmekle (geçmiş millet­lerin haberlerini) en güzel bir şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki: Sen bundan önce (bu haberleri) elbette bil­meyenlerden idin."  (Yusuf: 12/3)

Bu ayeti kerimede geçen "Ve in kanet" deki "in" muhaffebe mines sakile'dir ve haberinde ki "lam" arapçadan an­lamayan ve Kur'an'in anlamlarını bilmeyenlerin zannet­tikleri gibi" lam'ı nafiye" değil lam-ı farika'dır.

Cenabı hakk şöyle buyurdu:

"İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerinden-dir. Bundan önce onları ne sen biliyordum ne de kav­min."                                                       (Hüd: 11/49)

"Ve sana bilmediğini öğretmiştir." (Nisa: 4/113)

"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.Fakat biz onu (kitabı) kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin." (Şura: 42/52)

İnsanlar, peygamberlerimiz (s.a.v)'ın nübüvvetinden ön­ceki hali ve zikrettiğimiz ayetler ile Araf[312] ve İbrahim[313] surelerinin ayetleri konusunda ihtilaf ettiler:

Bazıları şöyle dediler: "Peygamber (s.a.v) kavminin di­ni üzerine değildi ve onların kestiklerini yemezdi. Bu söz Ahmed b. Hanbel'den nakledilmiştir. "Kim onun kavminin dini üzerine olduğunu iddia ederse, bu kötü bir sözdür. Peygamber (s.a.v.) putlara kesilen şeylerden yemiyordu." [314]

Ben derimki: Ahmed şöyle demiş olabilir: "Peygamber (s.a.v) putlara tapmıyordu" Fakat onun bu sözü yanlış şekil­de nakledilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v)'ın putlara tap­madığı yolunda birçok rivayet mevcuttur. Fakat, kavminin kestiği şeyleri yemediğine dair hiçbir rivayet yoktur. [315] Ki Ahmed, insanlar içinde bu rivayetleri en iyi bilen kişidir. Dolayısıyla naklin olmadığı bir şeyde hüküm vermesi müm­kün değildir.

Peygamber (s.a.v) bunu haram olduğunu ancak peygam­berliğinden sonra bilmiştir. Putlar için kesilen şeylerin haramlığı maide suresinde[316] bildirilmiştir. Allah'tan baş­kası adına kesilmenin haramlığı ise Enam[317] ve Nahl[318] gibi Mekki surelerde bildirilmiştir.

Bunun haram olduğu Kur'an ile bilindi. Kur'an'ın in­mesinden önce şirk'in aksine, bunun haram olduğu bilin­miyordu. O ve ashabı Mekke'deki hayatları boyunca, onların kestiği etlerden yemeye devam etmişlerdir. Fakat et için ke­silen ile putlar için kesilen farklıdır ki bu şirktir. Ve şeriat-le asla mubah olmamıştır. Çünkü bu puta tapıcılıktır.

Ancak bunun dışında et için kesilen şeyler, aynı ilk dönemde müşrik kadınlarla evlenmeleri gibi caiz idi, son­ra haram kılınmıştır.

İkinci görüş: Peygamber (s.a.v)'in onların şirklerine mu­vafakat etmemekle beraber, İbrahim'in dininden kalan kalın­tıları muhafaza eden kavminin dini üzere idi.

Bu konuda ibn Kuteybe şöyle dedi:

"Peygamber (s.a.v)'in 40 yıl boyunca kavminin dini üz­erine bulunduğu konusunda hadis vardır. [319]

Bunun anlamı şudur: Araplar, hala babaları İbrahim'in dininden kalan birçok adet ve kuralı devam ettirmekteydiler. Kabe'yi hac ve ziyaret, sünnet, nikah, üçe ulaşınca talakın vaki olması kocasının birinci ve ikinci talaktan sonra geri dönebilmesi, [320] Cana karşı 100 deve diyet alınması, cenabet­ten yıkanma ve akrabalık ve hısımlık nedeniyle bazı kadın­larla evlenmenin haram olması[321] gibi hususlar İbrahim (a.s.)'dan kalmıştı. Peygamber (s.a.v) nübüvvetinden önce de kavmi gibi Allah'a iman ediyor ve İbrahim'in şeriatından kalan yukarıdaki hususlara riayet ediyordu. Ayrıca putlara tapmıyor ve puta tapanları ayıplıyordu. Fakat bunun dışın­daki islam şeriatını ancak kendisine vahiy geldikten sonra bilmiş ve uygulamıştır. Bu nedenle Cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:

"Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin." (Şura: 42/52)

Yani Kur'an'ı ve iman'ın şeriatlerini bilmezdin. Burada kastedilen Allah'a imanı bilmen değildir. Çünkü cahiliye arapları, Şirk koşmakla beraber Allah'a iman ederlerdi." [322]

Ben derimki (ibn Teymiyye): İbn Kuteybe'nin de zikret­tiği gibi cahiliyye araplarınm haccetmeleri, sünnet olmaları ve akrabalarıyla evlenmemeleri, tevatür yoluyla sabittir ve onlara göre bu hususlardır. Dinin ve Hanif olmanın temelidir.

Ebu'l Mutan el-Ahfeş[323] Şöyle dedi:

"Hanif, müslüman demektir. Cahiliye döneminde, ib­rahim'in dininden sadece bu iki hususa riayet ettiklerin­den sünnet olan ve hacc yapanlara hanif denilirdi. İslam gel­diği zaman, gerçek hanifliği geri getirdi.

İbn Ebi Hatim Sa'd[324] dan o'da Katade[325] den şöyle ri­vayet etti: "Haniflik, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmektir. Anaların, kızların, halaların, teyzelerin nikahının haram olması ve sünnet olmak da buna dahildir. Şirk ehli, Allah'a ortak koşmalarına rağmen analarının, kızlarının , ha­lalarının ve teyzelerinin nikahını haram görürlerdi. Ayrıca Allah'ın evini hacceder ve menasiki yerine getirirlerdi." [326] İbn Abbas da şöyle dedi: "Hanif:Hacı"[327] İbn Ebi Hatim, Hasan, Dahhak, Atiyye, ve Süddi'den de buna benzer söz­ler rivayet edilmiştir," dedi. [328]

Bununla Hacc'ın Haniflerin şiarından olduğunu söylemek is­temişlerdir. Çünkü ne cahüiye döneminde, nede islam dönemin­de yahudi ve hristiyanlar hiçbir zaman hacc yapmamışlardır. Bu nedenle hadisde şöyle buyurulmaktadır:

"Kim, kendisini Allah'ın evine ulaştıracak kadar azık ve binek bulduğu halde, haccetmezse, ister yahudi olarak, isterse de Hristiyan olarak ölsün"[329]

Kişi, Muhammed (s.a.v)'e iman etmediği sürece müslüman olamaz. Muhammed (s.a.v)'den önce ise Yahudiler ve diğerleri İbrahim'in milleti üzere idiler.

Muhammed (s.a.v)'den önce hac, farz değil, müstehab idi. Bu nedenle Musa, Yunus ve başka peygamberler haccetmişlerdir. Fakat israiloğullarına hac farz değildi.

İslamdan önce hacc, Hanifliğin müstehablarından idi. Fakat Muhammed (s.a.v)'in dili ile farz olduktan sonra ar­tık, Hanifliğin temel esaslarından biri oldu.

İslam'ın beş şartından biri de Hacc'dır. [330]

Haniflik konusunu ayrıntılı olarak bir başka yerde açık­ladık. [331] Kıssaca Haniflikten maksat hacc, sünnet ve belirtilen akrabalarla nikahın haram olması gibi İbrahim (a.s.)'in şeriatın­dan kalan kalıntılardır. Fakat belirtilen akrabalarla nikahın haram olması ve sünnet aynı zamanda yahudilerin de muhafaza ettikleri seri hükümlerdendir. Ancak onlarda hacc farizası yok­tur.

Ama ibn Kuteybe'nin iddia ettiği gibi üç talak boşamanın vuku bulması meselesi gerçekte cahiliye dönemi Araplannda yoktu. Bilakis hu hüküm Medine'de teşrii kılınmıştır.

Bu hüküm gelinceye kadar müslümanlar eşlerini hiçbir sayı sınırlaması söz konusu olmadan boşuyorlardı ve bu durum kadınların zararına olmaktaydı. Allah erkekleri bundan neh-yederek üç talak esasını koymuştur. [332] Bu husus hadis, tefsir ve fıkıh ilminin en meşhur meselelerinden biridir ve muayyen bir kitaba isnat edilmeyecek kadar meşhurdur. [333]

Cana kıymanın diyetinin yüz deve olması ise İsmail'in (a.s.) dininden kaynaklanmamaktadır. Bu Abdulmuttalib'in çıkardığı bir adettir. [334] Rasulullah (s.a.v.) bu adeti İslam'da da aynen geçerli saymıştır. İbn Abbas'ın söylediğine göre cahiliyye arapları diyet olarak yüz deve verirlerdi. Bu adet ise onlara doğacak olan en son oğlunu kurban etmek üzere nezr eden Abdulmuttalib'ten kalmıştır. [335]

Bir başka rivayete göre ise, Abdulmuttalib 10 oğlu olur­sa içlerinden bir tanesini kurban etmek üzere nezretmiştir. Bu nezrini yerine getirmek üzere peygamber (s;a.v)'in babası Abdullah'ı[336] kurban kesmek üzere iken, halk buna engel olarak onun yerine deve kesmesini önermişlerdir.

Bunun üzerine Abdulmuttalib kura çekmeye başlar ve ku­ra yüz deveye kadar Abdullah'a çıkar. Yüz deveden sonra kura'nm develere çıkması üzerine, Abdullah boğazlanmak­tan kurtulur. Bu, olay siyer kitaplarında geçen meşhur bir olaydır. [337]

Kan akrabaları konusunda zikrettiği tahrim hükmü doğ­rudur. Ancak hısımlık yoluyla tahrim konusunda söyledik­leri tam olarak doğruyu yansıtmamaktadır. Bilakis cahiliye arâplarında insanlar babalarının eşleriyle evlenebilmektey­diler. Bu olay çok meşhurdur ki Cenabı Hakk şöyle buyur­maktadır:

"Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin, çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur."(Nisa: 4/22)

İbn Kuteybe ve başkaları O'nun (s.a.v) müşriklerin kes­tiklerinden yemediğini zikretmediler. Bilakis Ahmed'den ge­len rivayetin aksine, peygamber (s.a.v)'in onların kestiklerin­den yediğini söylediler.

İbn Atiyye "Seni şaşırmış (dalalette) bulup da yol gös­termedi mi?" (Duha: 93/7) ayeti kerimesi ile ilgili şöyle de­di: "O'nu böyle bulup nübüvvet ve risalet ile ihsanda bulun­du" Hasan ve Dahhak da böyle demişlerdir.

Dalalet (şaşkınlık) uzak ve yakın olmak üzere ikiye ay­rılır. Uzak olanı küfür dalaletidir. Cenabı Hakkın Peygam­beri için sözettiği ise, yakm dalalettir ki bu onun (s.a.v) batılı kabul etmesinden değil, hakkı tam olarak bilmemesin­den kaynaklanmıştır.

Suddi şöyle dedi: "40 yıl boyunca kavminin dini üz­erinde idi"

İbn Atiyye şöyle devam etti: "Rasulullah (s.a.v) asla pu­ta tapmamıştır. Fakat Zeyd b. Amr b. Nefil[338] hadisine göre onların kestiklerinden yemiş ve adetlerine uymuştur. Bunun­la beraber bu adetlerden çirkin olanlarını eleştirmiş ve bazı konularda kavmiyle muhalefet etmiştir"[339]

Ben derim ki, Zeyd b. Amr b. Nefirin söz konusu hadisini Buharı[340] zikretmiştir. Musab. Akbe, [341] Salim'in[342] Rasulullah (s.a.v)'den bahsederken ibn Ömer'in şöyle dediğini işit-miştir: "Rasulullah (s.a.v) kendisine vahiy gelmeden önce Beldah vadisinde Zeyd b. Amr b. Nefil ile karşılaştı ve ona etli bir yemek takdim edildi. Zeyd:

"Putlarınız için kestiğiniz şeyleri yemem -Ben Allah'tan başkası adına kesilen şeylerden yemem,

O, Kureyş'i yarattı, sonra gökyüzünden su indirip, yer­yüzünde bitki bitirdi. Sonra siz kalkp, onu Allah'an başkası adına kesiyorsunuz! Bu olacak şeymi?" dedi. [343]

Nakledildiğine göre peygamber (s.a.v) nübüvvetinden ön­cede puta tapıcılıktan nefret ediyordu. Fakat, samimi ar­kadaşları dışında, insanların genelini bundan nehyetmiyor-du. Ebu Ya'la el-Mavsıli şöyle rivayet etti: [344]

"Bize Muhammed b. Beşşar bindar[345] anlattı, bize Abdul-vahhab b. Abdilmecid[346] anlattı- Bize kitaplarından yazıp verdi- bize Muhammed b. Amr[347], Ebu Selme'den[348] ve Yahya b. Abdirrahman b. Hatib b. Ebu Beltea, [349] Usame b.

Zeyd b. Harise'den[350] o da Zeyd b. Harise'den[351] anlattı.

Zeyd şöyle dedi: "Sıcak bir günde Rasulullah (s.a.v) ile beraber, dikili taşlardan biri için kestiğimiz bir koyunla beraber Mekke'nin dışına çıktık ve orada Zeyd b. Amr b. Ne­fil ile karşılaştık. O ve Rasululah (s.a.v) cahiliyye selamı[352] ile selamlaştıktan sonra, Peygamber (s.a.v) ona

"Ey Zeyd, neden kavmin ile aran iyi değil?" dedi: Zeyd:

"Ey Muhammed, bu konuda benim hiçbir suçum yok. Ben en iyi dini aramaya karar verdim ve bunu için önce Fedek[353] Hahamlarına gittim. Ve gördüm ki onlar bir yandan Al­lah'a taparken diğer yandan da şirk koşmaktalar. Ben ken­di kendime, "Benim aradığım din bu değil" deyip Hayber Hahamlarına gittim, onların da bir yandan Allah'a ibadet ederken, diğer yandan şirk koştuklarını gördüm kendi ken­dime "benim aradığım din bu değil" dedim. Sonra Şam hahamlarına gittim ve onların da Allah'a ibadet edip, şirk koştuklarını gördüm ve "Benim aradığım din bu değil" deyip oradan da ayrıldım. Oradan ayrılırken Hahamlardan biri bana şöyle dedi:

"Senin aradığın din üzerine Allah'a ibadet eden tek bir kişi vardır, O da Hira[354] da dır" dedi. Ben yola koyularak Hira'ya o adamın yanına gittim. Yanına vardığımda, bana

"Nereli olduğumu" sordu. Ben de

"Allah'ın Evi'nin halkındanım" dedim. O bana:

"Senin aradığın din, orada çıktı, Yıldızı parlayan bir

peygamber gönderildi. Gördüğün herkes sapıklık içindedir"

dedi. Zeyd b. Amr sonra şöyle dedi:

"Henüz bir şey anlamış değilim". Sonra Peygamber

(s.a.v) o'na etli yiyecekten sundu. Zeyd b. Amr:

"Bu nedir ey Muhammedi" diye sordu. Peygamber (s.a.v) "Şu dikili taşlardan birisi için kesilmiş koyun etidir,"

dedi. Zeyd b. Amr

"Allah'ın adına kesilmemiş etlerden yemem," dedi.

Zeyd b. Harise şöyle devam etti.

Sonra Zeyd b. Amr'dan ayrıldık Peygamber (s.a.v) ve ben Kabe'ye geldik. Peygamber (s.a.v) Kabe'yi tavaf etmeye baş­ladı. Safa ve Merve arasındada tavaf etti. O zaman Safa ve Merve arasına bakırdan yapılmış İsaf ve Naile isminde iki tane put vardı. Müşrikler tavaftan sonra bu putları mesh ederlerdi. Peygamber (s.a.v) şöyle dedi:

"Onlara dokunma. O ikisi de pisliktir."

Ben kendi kendime: Şunlara dokunayım da bakalım ba­na ne diyecek" dedim ve dokundum. Benim böyle yap­tığımı görünce:

"Ey Zeyd, söz dinlemiyormusun" diye çıkıştı. Sonra Zeyd b. Amr vefat etti ve Allah, Peygamberine (s.a.v) vahiy indirdi. Peygambar (s.a.v.) Zeyd b. Amr için şöyle buyurdu.                 

"O, kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak haş-

rolunacaktır." [355]

Ebu Abdillah el-Makdisi[356] bu hadisle ilgili olarak şöyle dedi:

"Bu hadis, İbn Ömer'in sahih'te bulunan hadisi ile tekid edilen, hasen bir hadistir.

Bu hadisi Ebu Bekr el-Beyhaki[357] kısaca şöyle rivayet et­miştir:

"Zeyd b. Harise şöyle dedi: "Bakırdan bir put vardı ve ona İsaf veya Naile denilirdi. Müşrikler Tavaf ettikleri zaman el­lerini bu puta sürerlerdi. Rasulullah (s.a.v) tavaf etti, ben de onunla beraber tavaf ettim. Puta uğradığımda ona elimi sürdüm. Rasulullah (s.a.v)

"ona elini sürme" dedi. Sonra tekrar tavaf ettiğimizde ben kendi kendime, "Ona bir kere dokunayım bakalım ne olacak" dedim ve dokundum. Rasululah (s.a.v) kızdı ve "söz dinlemiyor musun" diye çıkıştı.

Beyhaki şöyle dedi: "Bazıları Muhammed b. Amr'dan şu ziyade ile rivayet etmişlerdir: "Zeyd şöyle dedi: Ona ik­ramda bulunan ve kitabı indirene yemin olsun ki o (peygam­ber (s.a.v) asla bir puta saygı göstermedi. Hatta Allah ona ikram ettiği şey ile ikram etti.

(Beyhaki) Şöyle dedi: Bahira[358] kıssasında da geçtiği gibi Rahib onu Lat ve Uzza'nın[359] adma yemin ettirmek is­tediği zaman Peygamber (s.a.v) şöyle demiştir:

"Beni Lat ve Uzza'nın adıyla konuşturma. Vallahi ben o ikisinden nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret et­mem." [360]-[361]

Allah onu (s.a.v) cahileyye amellerinden korudu. Eğ­lence meclislerine iştirak etmezdi. Böyle bir meclise katıl­mak istediği zaman Allah ona uyku verir ve uyurdu. Beyhaki ve başkaları bu konuda çeşitli rivayetler nakletmişlerdir. Aynı şekilde Kureyş taş taşımak için avret yerlerini aç­masına rağmen, Allah onu bu çirkin davranıştan korumuş­tur. Bu husus sahiheyn'de Cabir'den, [362]-[363] Ahmed'in müsned'inde ise Ebu Tufeyl'den[364] şu ziyadelik ile rivayet edil­di: "Avret yerini açma" diye nida olundu. O hemen taşı atıp, üstünü giydi." [365]

Müşrikler Onu (s.a.v) Sadıkul Emin (Doğru ve Güvenilir rnuhammed) olarak isimlendirirlerdi. Allah onu kavminin ir-tikap ettiği tüm çirkinliklerden korudu.

Nübüvvetinden önce de ondan asla yalan, hiyanet, ahlak­sızlık ve zulüm görülmemiştir. Bilakis peygamberliğinden önce amcalarıyla beraber mazlumlara yardım için kurulan Hılful mutayyyine[366] katılmıştır ki bu konuda daha sonra şöy­le buyurmuştur:

"Cahiliyye döneminde amcalarımla bir sözleşmeye katıldım ki, islam'da da böyle bir sözleşmeye çağrılırsam, mutlaka icabet ederim"[367]

Yaratıcı olarak bir Allah'ı tanıma, O'na ibadet etme ve saygı gösterme, göklerin ve yerin, yok iken o'nun tarafın­dan yaratıldığını ve ondan başka bir ilahı olmadığını kabul ise, tüm Arapların bilip kabul ettikleri bir husustu. Cahiliyye araplarının durumu böyle olunca, Peygamber (s.a.v.) evle-viyatla cenab-ı Hakkı biliyor ve kabul ediyordu.

Araplar gibi, Peygamber (s.a.v) de tavaf ve hac yaparak ibadet ediyordu. Ebu Talib, [368] onlar için Hira mağarasına çekilip ibadet etme adetini başlatmıştı. Peygamber (s.a.v) de nübüvvetinden önce bu mağaraya çıkarak orada kendisini ibadete verirdi. Aişe'nin Sahiheyn'de geçen hadisinde ifade edildiği gibi Peygamber (s.a.v)'e vahiy burada gelmiştir. [369]-[370]

 

 Peygamber (s.a.v'in doğumu ile bazı hayır alametleri zuhur etti ve o'nun doğumuyla yeryüzünde bazı değişiklik­ler meydana geldi. Nübüvvetine delalet edecek bir çok olay oldu.[371] Fakat o'nun için gerçekleşen bu olayların, her pey­gamber için gerçekleşmiş olması zaruri değildir. O (s.a.v) peygamberlerin en üstünü ve Ademoğullarının efendisi­dir. [372] Cenab-ı Hakk kulunu tüm bu yüksek makam ve mev-kiye hazırlamıştır.

Her peygamberin o'nun gibi nübüvvetinden önce gü­nahlardan masum olması gerekmez. Allah o'na (Muhammed-(s.a.s)'e şirki çirkin gösterdi diye, diğer peygambere de, peygamberliklerinden önce şirki çirkin göstermesi gerekmez. Peygamberimizin fazilet ve üstünlükleri, diğer peygamber­lerin faziletlerine halef getirmez. Allah diğer insanlar gibi, peygamberlerin'den de şeriat, kitap ve ümmet noktasında ol­duğu gibi, bazılarını bazılarından üstün kılmıştır.

Cenabı Hakk, Lut'un İbrahim'in ümmetinden olduğunu ve O'na iman ettiğini bildirmiş, [373] Sonra o'nu peygamber olarak göndermiştir. [374] Aynı şekilde Musa'nın yanındaki delikanlı Yuşa[375] ve kardeşi Harun o'na tabii olan fertler iken daha sonra peygamber olmuşlardır. Fakat bu ikisinin (Yu­şa ve Harun) konumu Lut'tan farklıdır. Bunlar peygamber olmadan önce de israiloğullarından Yani İbrahim milletin­den idiler. Ancak Lut, kendisinden önce peygamberin olma­dığı bir kavimdendir. Allah ne zaman ki İbrahim'i gönder­di, o zaman Lut o'na tabi oldu.

Hiç nübüvvet görmemiş kafir bir toplumun içinde yeti­şip de, sonra Allah (c.c) tarafından peygamber olarak gön­derilen peygamberler, nübüvvet görmüş kavimler içinden gönderilen peygamberlere göre Allah'ın onlara yardımı, il­im ve hidayetle teyidi, zafer verip, düşmanlarını kahret­mesi bakımından daha üstündürler. Tıpkı Nuh ve ibrahim gi­bi. Bu nedenle Cenabı Hakk emri onlara izafe etmektedir:

"Andolsunki, biz, Nuh'u ve ibrahim'i gönderdik, Pey­gamberliği de kitabı da onların soyuna verdik" (Hadid: 57/26)

"Allah, Ademi, Nuh'u İbrahim ailesi ile İmran aile­sini seçip alemlere üstün kıldı. Allah, işiten ve bilen­dir."                                                    (Al-i imran: 3/33)

Şöyleki, Nuh, müşriklere gönderilmiş ilk Rasul'dür. Kavminin Allah'a şirk koşması, geçmiş velilere aşırı saygı gösterip, onları ilahlaştırmalarından kaynaklanmıştır. İbra­him'in kavminin şirki ise, yıldızlara dayanıyordu. Bunlar­dan birisi arzi, diğeri semavi şirktir.

Dolayısıyla Rasululah (s.a.v) her ikisinin de önüne geçerek

"Kabirlerin mescid haline dönüştürülmesini"[376]

"Kabirlere yönelip namaz kılınmasını"[377]

"Ali'yi[378] görevlendirerek, yüksek tüm kabirleri ve hey­kelleri yerle bir etmesini emretti."[379] Tüm bu hadisler sahi-heyn'de mevcuttur.

Ve yine aynı zamanda, semavi şirkin önüne geçmek için: "Güneşin doğumu ve batımmda namaz kılınmasını yasakladı"[380]

Cenabı Hakk peygamberlerini, gönderdiği kimselerin cinsinden göndermiştir. Çünkü risalet maksadının hasıl ol­ması ancak böyle mümkündür. Cenab-ı hakk şöyle buyur­du:

"Onlara iyice açıklasınlar diye her peygamberi yalnız kendi kavminin dili ile gönderdik" (İbrahim: 14/4)

"O gün her ümmetin içinden kendilerinin üzerine bi­rer şahit göndereceğiz" (Nahl: 16/89)

"içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir gelmesine şaştınız mı?" (A'raf: 7/63)

Daha önceki peygamberler sadece kendi milletlerine gönderilirken, Muhammed (s.a.v) kıyamete kadar geçecek tüm cin ve insanlara gönderilmiştir. Bu nedenle cinler Ku­ran'ı işittiklerinde şöyle dediler:

"Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik" (Ahkaf: 46/29-32)

Ahkaf suresinden ayetler..

Ve cinler yine şöyle dediler:

"Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik. Biz de ona iman ettik. (Artık) Kimseyi Rabbimize ortak koşmayacağız." (Cinn: 72/1-2)

"Doğrusu biz, o hidayet rehberini işitince ona iman et­tik." (Cinn: 72/13-15)

Bu nedenle Rasulullah (s.a.v) onlara Rahman suresini okumuştur ve Cenab-ı hakk bu surede insan ve cinlere be­raber hitap etmiştir. Hakk Teala onlara şöyle seslendi:

"Ey cin ve insan topluluğu! içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzde karşılaşacağınıza dair sizi uya­ran peygamberler gelmedi mi?" (En'am: 6/130)

Bu hitap onlara kıyamet gününde yapılacaktır. Ve Hakk Teala şöyle buyurdu:

"Size kendinizden peygamber gelmiştir" (Tevbe: 9/128)

"İçlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğ­reten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur" (AI-i imran: 3/164)

Bu ayetin tefsiri konusunda iki görüş vardır.[381] Bu hitap araplar içindir denildiği gibi, tüm insanlar içndir de denil­miştir.

Bu işin doğrusu şudur: Bu hitap ile önce Kureyş, sonra Araplar, sonra da tüm insanlar muhataptırlar.

(Lekad caekum)'daki "Kaf" hitap kafide ki bu hitap, Peygamberin gelip, kur'an'ı tebliğ ettiği kimselere yönelik­tir.

Bu konuda şöyle buyurmuşur:

"Kendisiyle sizi ve bundan sonra onu duyacak herke­si uyarmam için bu Kur'an bana vahyolundu." (En'am: 6/19)

Kur'an'in ulaştığı tüm milletlerden herkes bu ayetin mu­hatabıdır. O, bir melek değil, kendileri gibi, kendi cinslerin­den bir insandır. Eğer melek olsaydı, ondan gereği gibi faydalanamazlardı.

Yine şöyle buyuruluyor:

"Nitekim kendi içinizden size bir rasul gönderdik" (Bakara: 2/151)

Bu hitap, Kur'an ile hitap edilen tüm yaratıklar içindir ve cinler de buna dahildir, insan cinsinden olan bu Rasul (s.a.v), tüm insan ve cinne gönderilmiştir.

Cinler de insanlar gibi yer, içer, evlenirler ve insan olan bir peygamberden faydalanabilirler. Melek bir peygambe­rin aksine, cinler insanların konuştuklarını da anlamaktadır­lar. Peygamber (s.a.v) Arab ve arab olmayan tüm insanla­ra gönderildiğinin delillerinden biri de şu kavil-i ilahi'dir. "Çünkü ümmiler arasında kendilerine ayetlerini oku­yan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen o'dur"               (Cuma: 62/2)

"(Bu peygamber) mü'minlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan dğer insanlara da onu öğretir." (Cuma: 62/3)

Bu faslın sonu. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ol­sun. [382]

 

Fasl

 

Cenab'ı Hakkın şu kavli hakkında:

"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyecek­lerdir." (Bakara: 2/62)

Bir benzeri Maide suresinde bulunmaktadır.[383]

Cenabı Hakk bu ayeti kerimede önce ve sonraki üm­metlerden saadet ve kurtuluşa erişenlerin vasıflarını açıkla­mıştır.

Cenab-ı Hakk Hacc suresinde altı dini zikrederek şöyle buyurdu:

"Mü'min olanlar, yahudi olanlar, sabiiler, hristiyan-lar, mecusiler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü ve­rir. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Hacc: 22/17)

Hakk Teala, bu dinlere mensup insanların arasını ayıra­cağını bildirerek mecusi ve müşriklerin asla ahiret mutlulu­ğuna eremeyeceklerini bildirdi. Fakat müminlerden, yahu-dilerden, hristiyanlardan ve sabiilerden,[384] Allah'a ve ahiret gününe iman edip, salih ameller işleyenlerin cennete gire­ceklerini ve onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi, on­ların üzülmeyceklerini de beyan etti.

Fakat bazı insanlar bu ayeti anlayamayarak, bu konda bir­takım zayıf sözler ettiler. Bu ayeti anlamanın temeli şu

kavli ilahidir "Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden"

Bu ayet, peygamber (s.a.v)'in gönderilemesinden önce de olsa bu isimle tanınanlardan mı, yoksa emir ve nehiy ayet­leri gibi o'nun gönderilmesinden sonra mevcut olanlara da mı haber vermektedir?[385]

O'nun kendilerine gönderildiği insanla, o'nun lisanı ile emir ve yasaklara muhatap olurlar ki onlar, o'nun (s.a.v) gön­derildiği andan, kıyamet gününe kadar kendilerine risalet ulaşmış kimselerdir. Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu gibi:

"Kendisiyle sizi ve bundan sonra onu duyacak herke­si uyarmam için bu Kur'an bana vahyolundu" (Enam: 6/19)

Kur'anın ulaştığı herkes, Resulullah (s.a.v) tarafından uyarılmış demektir.

Bazı kimseler, söz konusu ayeti kerimede mutluluk ve kurtuluş ile müjdelenenlerin sadece Muhammed (s.a.v) ken­dilerine gönderiliş olan insanlar olduğunu ve bu ayetin onun gönderilmesinden önceki insanlara şamil olmadığını zannederek ayeti yanlış anladılar ve bu konuda birbirleriy­le çelişkili, ayetin lafzı ve manasına aykırı sözler sarfettüer.

Doğru olan bunların sözü değil, başka bir sözdür. Ayeti kerime umumidir ve Peygamber (s.a.v)'in gön­derilmesinden önce mevcut olan insanları da kapsamakta­dır.

Ayetin lafzı, manası ve bir önceki ve bir sonraki ayetle olan münasebeti buna delildir. Selefin ve Cumhur'un[386] görüşü de budur. Ayeti kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak zikredilen rivayetler de bunu tekid etmektedir:

tbn Ebu Hatim ve başkaları sabit senetlerle Süfyan b. Uyeyne'den o'da İbn Ebu Necih'den o'da Mücahid'den o da Selman'dan[387] şöyle rivayet etti: "Peygambere (s.a.v) daha önce benim de beraber olduğum dinden insanların halini sor­dum ve yaptıkları ibadetleri anlattım. Bunun üzerine şu ayeti kerime nazil oldu.

"Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden.."[388] Zayıf rivayetlerde geldiği gibi, peygamber (s.a.v) önce "onlar cehennemliktirler" demiş değildir. Sahih olan da budur.

Yine Sahihi Müslim'de İyad b. Hımar'dan[389] gelen hadis­te peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Cenabı Hakk arz ehline baktı ve ehli kitap kalıntı­sı bir gurup hariç arap acem herkese gazab etti."[390]

Bu hadis peygamber (s.a.v)'in gönderildiği sırada Al­lah'ın gazab etmediği ehli kitaptan mümin bir zümrenin bulunduğunu gösterir. Aynı şekilde peygamber (s.a.v)'in bil­mediği şey hakkında cevap vermesi mümkün değildir.

Dolayısıyla bilmediği bu konuda da cevap vermesi müm­kün değildir.

Yine Peygamber (s.a.v)'in Fetret döneminde yaşayıp ta şirke bulaşmamış Zeyd b. Amr b. Nefil gibi şahıslardan övgü ile bahsettiği bilinmektedir. Böyle iken belki de bozul­mamış, değiştirilmemiş ve nesh olunmamış din üzerine bu­lunan kendisinden önceki müminlerin cehennem ehli ol­duklarını söylemesi nasıl mümkün olabilir?

Suddi tefsirinde, bu ayetin tefsirini, şeyhlerinden rivayet ettiği bu munkati hadis ile tefsir etti. Suddi her ne kadar tef­sir alimlerinden ise de Ahmed, Esved b. Amir'den[391] o'da Şe-rik'den[392], o'da Selim b. Abdirrahman el-Nehai'den[393] zik­rettiler. Selm şöyle der: İbrahim Nehai, [394] Süddi'nin tefsir yaptığını duyunca: O'nun tefsiri, halkın tefsiridir, dedi"[395] Şerik şöyle dedi: İbrahim mürcie'ye karşı, çok sert idi. fakat Mücahid tefsir ve diğer bakımlardan O'ndan üstündür. Alim, isnadında dahi hata edebilirken, irsalinde hataya düş­memiş olması düşünülemez. Mutalaka hata etmiştir.

Süddi'nin bu tefsirinden, İbn- Ebu Hatim ve başkaları bu batıl rivayeti alarak kendi kitaplarında zikretmişlerdir.

İbn Ebu Hatim, Ebu Zer'a'dan[396] o'da Amr b. Ham-nıad'dan[397] o'da Süddi'den şöyle rivayet ettiler: "Şüphesiz iman edenlerle, yahudiler, hristiyanlar.." ayeti kerimesi Se­man el-Farisi'nin arkadaşları hakkında nazil omuştur.

Selman Resulullah (s.a.v) arkadaşlarından bahsederek. Peygamber (s.a.s)'e onlar oruç tutuyor, namaz kılıyor sana inanıyor ve senin gönderileceğine şehadet ediyorlardı" de­di. Selman sözünü bitirdikten sonra Rasulullah (s.a.v) şöy­le buyurdu:

"Ey Selman, anlar cehennemliklerdir" Rasulullah (s.a.v)'in bu sözü Selman'a çok ağır geldi ve sonra bu aye­ti kerime nazil oldu.

İsa gelinceye kadar, Yahudilerden Tevrat'a sarılan ve Musa'nın sünnetine uyan mümin idi. Ancak İsa geldikten sonra, İsa'ya inanmayı eski dinleri üzerine kalanlar helak ol­dular. Bundan sonra İsa'ya ve getirdiği İncil'e inananlar Mu-hammed (s.a.v) gelinceye kadar makbul müminler idiler. An­cak geldikten sonra Muhammed (s.a.v)'e uymayanlar helak oldular." [398]

İbn Ebi Hatim şöyle dedi. Said b. Cübeyr'den de[399] bu­na benzer bir hadis rivayet-edildi"[400]

İbn Ebu Hatim, sabiiler dışında, seleften bu ayet hakkın­da herhangi bir ihtilaf zikretmemiştir. İbn Abbas'dan bu aye­tin tefsiriyle ilgili olarak şu sözleri zikretmiştir:

"Kim Allah'ı birler ve ahiret gününe iman ederse. Son­ra cenabı hakk şu ayeti nazil etmiştir:

"Kim, islam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki ken­disinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahi-rette ziyan edenlerden olacaktır."  (Al-i imran: 3/85)[401]

Bu rivayeti, Valibi[402], îbn Abbas'dan nakletmiştir. Fa­kat Valibi îbn Abbas'dan bizzat hadis dinlemiş değildir. Va­libi, İbn Abbas'dan işitsin veya işitmesin, bu ayetin (Al-i im­ran: 3/85), diğerini (Bakara: 2/62) neshetmesi, yani cenabı hakkın önce bir şey haber verip, sonra, onun hilafını haber vermesi sözkonusu değildir.

Cenabı Hakk, bu ayeti önceki ve sonraki herkesten, isla-mın dışında başka bir din kabul etmeyeceğini ve insanların, kendilerine gönderilen elçiyi yalanlamaları halinde saade­te ulaşacaklarım zannetmemeleri için göndermiştir. Muhammed (s.a.v)'in risaleti kendisine ulaştığı halde, ona iman etmeyenler, ehli saadetten olamayacaklardır.

Ali imran ayetini zikirden masat, bu manayı beyan için­dir. Yoksa Bakara ayetinin beyan ettiği manayı nefyetmek için değildir. Bilakis bu ayet, Bakaranın ayetine muvafıktır. "Şüphesiz iman edenler" ifadesi, kendilerine gönderilen peygamberleri inkar edenleri ve peygamberlerden bir tane­sini yalanlayanları kapsamamaktadır. Cenab-ı malik, Kuranın birçok yerinde bu hususu beyan etmiştir. [403] Bu ayetin, Muhammed'i veya bir başka peygamberi yalanlayanları kapsaması mümkün değildir.

Çünkü Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:

"Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için her­hangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyecklerdir".

Allah'ın bildirdiği haberler birbirlerini yalanlamaz, bi­lakis doğrular. Adem'i cennetten indirdiği zaman şöyle bu­yurdu:

"Şayet benden size bir hidayet gelir de her kim ona ta­bi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmezler. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara ge­lince, onlar ateşlilerdir, zira onlar orada ebedi kalır­lar."                                                    (Bakara: 2/38-39)

"Kim beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu, kıyamet günü kör ola­rak hasrederiz" (Taha: 20/124)

"Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, hristiyanlar" ayetinin kapsamına girmezler. Bu tüm peygamberlerin me­sajlarının temel ilkelerinden biridir.

İbn Abbas'dan naklonunan "nesh" lafzı ki başkaları da bu konuda konuşmuşlardır. Bizim anladığımız anlamda değildir. Çünkü selef,[404] genellikle nesih lafzı ile, ayetin in­sanların delalet ettiğini sandıkları anlama delalet etmediği­ni belirtmek için kullanırlardı.

O halde selef, "nesh" derken ayetin lafzının veya hükmü­nün kalkmasını değil, nassın, delalet etmediği anlamından kalkmasını kastederdi.

Ebu'l Ferec şöyle ded: "Bu ayet muhkem midir, mensuh mudur? Bu konuda iki görüş vardır:

Bir: Ayet muhkemdir. Mücahid ve Dahhak bu görüşte­dirler.

Ayeti "müminler ve Yahudilerden iman edenlerden"

şeklinde takdir ettiler. [405]

îki: Bu ayeti kerime (Bakara: 2/62) Şu ayeti kerime ile nesh edilmişti:

"Kim islam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendi­sinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahiret-te ziyan edenlerden olacaktır" (Bakara: 2/85) [406]

Ben derim ki: Bu ayetin nesh olmadığını daha önce açık­ladım. İnsanlar nesh konusunda yanılgı ve ihtilaf içindedir­ler.

Ebul Huseyn el-Basriye[407] göre, ayetlerin ne hükmüne ne­de delaletinin neshi söz konusu değildir. Nesh sadece bu tür zanların gidermek içindir.

Bazıları da "mensuh ile hitap durumunda nesihin belir­tilmesi gerekir"[408] dediler. Onlara göre Cenab-ı Hak bir nassı nesh edici olarak gönderdiği mensuh hatta bunun nesh edici olduğunu bildirmesi gerekir ki, bilinmemezlik ortadan kalksın.

"Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrinigetirin-ceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir"(Bakara: 2/109) [409] ve

"Kadınlardan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şa­hit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya ka­dar evlerde hapsedin" (Nisa: 4/15)

gibi nesh edilmiş hükümleri, meçhul gayenin beyanı olarak görmüşlerdir.

Bu dedikleri hiç şüphesiz vaki olmuştur ve Muhammed (a.s)'in nübüvveti de bu kabildendir.

Çünkü Cumhur her mensuhta bunun benzerini şart koş­muyorlar ki sahih olan da budur. Kıble'nin Beytül mak-dis'den[410]-[411] çevrilmesi, oruç ve fidye[412] arasında seçim yap­maları için serbest bırakılmaları ve daha başka neshi hisse­dilmeyen diğer meseleler de böyledir.

Bazı alimler neshin, lafız ile varid olmayan şeyin, beya­nından başka bir şey olmadığı görüşündedirler.

Yani hüküm kaldırılmıyor bilgi ki şari'nin muradı açık­lanıyor.

Alimlerin çoğu ise şöyle dediler: Nesh üç kısımdır.

Ve Bu kısımlardan hepsi vaki olmuştur. Sahih olan da bu görüştür. Fakat çoğu zaman nesh kelimesi ile birinci ve ikinci anlamlar kastedildiği halde, bazıları bunun üçüncü an­lamı olduğunu zannetmişlerdir.

Oysa bu, Cenab-ı Hakk'ın haber verdiği şey konusunda mümtenidir. Yani Cenab-ı hakkın bir şeyi haber verip, son­ra da o şey öyle değildir demesi mümkün değildir. Bu ko­nuyu bir başka yerde tafsilatlı bir şekilde açıkladım.

Şöyle bir söz vardır: "Akıllıların ihtilaflarının çoğu, or­tak anlamlı isimlerden kaynaklanmaktadır."

Ebu'l-Ferec'in, "Ayeti "Müminler ve Yahudilerden iman edenler" şeklinde takdir ettiler." sözü ise cidden çok zayıf­tır. İster am, ister mahsuse olsun, ayeti kerime de kesinlik­le takdir yoktur.

O (yani Ebu'l Ferec ibn Cevzi) ve başkaları[413] Bakaranın 126. [414] tefsirlerinde bu ayetin iman ehline müjde niteli­ğinde olduklarını söylemelerine rağmen, nasıl olur da onlar­dan böyle bir takdir yaptıklarını söyleyebiliyor?!

Ebu'l Ferec şöyle dedi: "İman kelimesinin tekrarlanma­sı konusunda üç görüş vardır.

1- Müminlerle beraber bazı kafir taifeleri zikrettikten son­ra "kim iman ederse" kavline döndü.

2- 0 Mana, kim imanında daim olursa demektir.

3- Birinci iman, münafıkların dilleriyle islam'a girmele­ri ikincisi ise; kalplerin samimi inancıdır."[415]

Beğavi, Sa'lebi ve daha diğer birçok müfesir, bu kendi­lerine elçi gönderilenlere şamildir, görüşüne beyan ederek şöyle dediler: "Tahkiki iman ile iman edip, kesin tasdik üzerine olanlardır"

Bir diğer yola göre; ayetin başlangıcında iman edenler­den hüküm ve hakikatte değil, mecaz ve tesmiye yoluyla bahsedilmektedir. Bu görüşü savunanlar sonra kendi ara­larında şu sözlere ayrıldılar:

Bazıları, Cenab'ı Hakk, sana ve getirdiğin kataba iman etmedikleri halde, geçmiş peygamber ve kitaplara iman edenleri kastetmiştir, dediler.

Bazıları da: Bununla münafıklar kastedilmiştir, dediler.

Yani dilleriyle iman edip, kalpleriyle iman etmeyenler de­mektir. Bunun benzeri bir ayet şudur:

"Ey iman edenler, Allah'a ve peygamberine iman edin" (Nisa: 4/136)

Yahudilerden maksat, Musa'dan sonra değiştirilen Ya­hudi dinini benimseyenler, Hristiyanlar ise İsa'dan sonra de­ğiştirilen hiristiyanlığı benimseyenlerdir. Sabiiler ise, kafir­lerden diğer bir taifedir. İşte tüm bu sınıflardan Allah'a ve ahiret gününe iman edenler kastedilmektedir.

Burada minhum (onlardan) kelimesi izmar edilmiştir."[416]

Bu müfessirler ayeti kerimeyi, Muhammed (s.a.v)'in gönderildiği kafirlere ihtisar etmelerine rağmen "minhum" kelimesini izmar etmişlerdir. Fakat dil alimlerine göre bu iz-

mar caiz değildir. "İnne" nin isminde olduğu gibi. Bunun nıübteda ile tealluku olduğu zaman, zamire gerek kalmaz. Cenabı Hakk'ın şu kavlinde olduğu gibi.

"İnnellezine amenu ve amilu's-salihati inna lanudiu ecre men ehsane amelen"

"İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilme­lidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zayi etmeyiz"

(Kehf: 18/30)

Cenabı Hakk güzel işler yapanların ecirlerini zayi etme­yecektir ki bu onları da kapsamaktadır.

Aynı şekilde şu ayeti kerimenin manası da umumidir ve onları da kapsamaktadır.

"Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyen­ler için Rablari katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyecekler­dir."(Bakara: 2/62)

Dolayısıyla bu müfessirlerin söz konusu ayeti kerimeyi, peygamberin gönderildiği kimselere veya o kimselerden kafir ve münafık olanlara tahsis etmeleri lafzen ve manen fa­sittir, yanlıştır. Eğer burada kasdedilen kimseler, küfür ve nifak ehli olsaydı, onların Allah'a ve ahiret gününe inanma­dıkları ve salih amel işlemedikleri, malumdur.

Bu adamlar bunu "inne" nin isminin şartı kılıp, bundan şu anlamı çıkardılar: "Geçmiş peygamberler ve kitaplara ina­nanlar, sana ve getirdiğin kitaba iman etmediler".

Madem ayetin anlamı bu, o halde bu kimselerden Allah'a, ahirete inanıp, salih ameller işleyenlerin bulunduğuna nasıl hüküm verdiler?

Fakat bunun için şöyle denilmesi gerekirdi: "Onlardan tevbe edip, sana ve kitabına iman edenler." Tıpkı şu ayetler­de olduğu gibi.

"İnkar edenlere: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günah­larının) bağışlanacağını söyle."(Enfal: 8/38)

"Tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, artık on­lar dinde kardeşlerinizdir." (Tevbe: 9/11)

Aynı şekilde, eğer ikinci iman murad edilseydi, onlar ona imanı tesbit etmiş ve küfürden tevbe etmiş olurlardı ki bu du­rumda ayet münafıklar ve ehli kitaba hasredilemez.

Bilakis mecusiler ve müşriklerin küfürleri daha şiddet­li olduğundan onlar bu işe daha evladırlar.

Eğer tevbe edip, Resul'e getirdiklerine inanırsalar, Allah onların tevbelerini kabul edecektir.

Son iki ayette müşrikler ve ehli kitab değil, dört sınıf zik­redildi ki burada, onların tamamının kafir oldukları değil, iç­lerinden mümin olanların kurtulacağı ve tevbe edenlerin tevbelerinin kabul edileceği haber verilmektedir. Bu mana haddi zatında doğrudur. Çünkü herhangi bir kafir tevbe et­tiği taktirde, Allah (c.c) o'nun tevbesini kabul etmektedir.

Fakat bu ayetin lafzı, onların bu mana üzerine tefsirlerin­den çok uzaktır. Bu, anlayışı ve sabrı kıt olup da, ayetin an­lamını anlayamamış ve bunun sayılan dini guruplardaki in­sanları medh ettiğini sananların sözleridir. Kur'an'da Pey­gamber (s.a.v)'i yalanlayanlar asla medh edilmezler.

Aynı şekilde iman kelimesini, peygamber (s.a.v)i ya­lanlayan ehli kitap için kullanılması batıldır ve Kur'an'in üs­lubuna aykırıdır. Ki cenabı Hakk ehli kitabı zikrederek on­lara "yahudiler ve Hristiyanlar" olarak hitap etti.

Onlara göre bunlar "Küfredenlerden" olduğuna göre, nasıl olur da önce bunlar zikredilmişlerdir. Ve nasıl olur da onların iman ettiği söylenir de, tıpkı şu ayeti kerimede ol­duğu gibi bir kayıt konulmaz?!

"Kendilerine kitap'dan nasip verilenleri görmedin mi, cibte ve tağuta iman ediyorlar" (Nisa: 4/51)

Tüm bunlardan ayetin doğru tefsirinin birinci görüş ya­ni, ayet umumidir ve yeryüzünde aslen sahih olduğu halde sonradan bozulmuş dinler üzerine bulunan insanların, Allah'a, ahirete inanıp salih amel işledikleri taktirde mutluluk ve kurtuluşa ereceklerini müjdelemektedir.

Bilindiği gibi dinler Tevrat, İncil ve Kur'an dini gibi aslı Hak olan ve müşriklerin dini gibi aslı batıl olan olmak üzere ikiye ayrılır.

Aslı hak olan dinler de bozlumuş ve tebdil edilmiş din­ler (yahudilik, hristiyanlık) ile, bozulmamış din olan (islam) olmak üzere ikiye ayrılır.

İnsanlar üç sınıftır: Mutlu olanlar ve kurtuluşa erenler bu ayette zikredilen ayrı bir sınıftır ki onlar da bu insanlardır. Fakat müşrikler gibi şirk koşan ve peygamber (s.a.v)'i ya­lanlayan veya ehli kitap kafirlerinin yaptıkları gibi bazı peygamberlere inanıp, bazılarına inanmayanlar ise, bed­bahtlar ve azaba uğrayanlar sınıfındandırlar. Bunlar ister, bu ümetin münafıkları gibi küfürlerini gizlesinler veya açığa vursunlar, akibetleri cehennem olacaktır.

Söz konusu (Bakara, 62) ayeti kerimenin bu anlama gel­diğini tekid eden diğer hususlar şunlardır:

1- "Şüphesiz iman edenlerle yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden" Kavl-i İlahisi umumidir. Çünkü marifet isim­lerinin tamamı umum sığasındandır. Ayetin umumiliğine bir diğer delil de mevsuller ve şart edatlarıdır. Bu sözü edilen­lerden bir haberdir ve yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden olan herkes bu ayetin şümulüne dahildir.

"Allaha ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler" kavli de bu dört gruba şamildir. Yoksa Allah'a iman edip de ahiret gününe, iman etmeyen mümin olamaz. Ayrıca Al­lah'a ve ahiret gününe inanıp da, ameli salih işlemeyen için de Allah katında mükafaat yoktur ve o da diğerleri gi­bi dünya ve ahirette korku ve hüzün tatanlardan olacaktır. Bu dört taifeden Allaha ve ahiret gününe iman edip sa­lih amel işleyenlere korku ve hüzün yoktur. Bunlardan böy­le genel bir haber ile bahsedilmiş olması, onların müşrikler ve mecusiler gibi tamamının kafir olmadığını, bilakis içle­rinde mutluluğu hakkedenlerin bulunduğu sonucu çıkar.

2- Ayeti kerime, ile şayet Muhammed (s.a.v)'e iman edenleri müjdelenmek istenseydi, o zaman sadece bu taife­lere şamil olmazdı. Çünkü Muhammed (s.a.v) le iman eden müşrikler, mecusiler, muattıla[417] gibi tüm küfür taifeleri saadet ve kurtuluş ehlindendir.

Bu anlamı teyid eden birçok Kur'an ayeti vardır.

Allah, peygamberlerini müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir. İman edip itaat edenleri dünya ve ahiret seva­bıyla müjdeledikleri gibi, yalanlayıp, yüz çevirenleri de Allah'ın dünya ve ahiretteki azabı ile korkuturlar. Bu konu­da Kur'an'da birçok ayet vardır. Hatta Kur'an'ın özü ve ga­yesi budur. Cenabı hakk şöyle buyurdu:

"De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizi apaçık uyaran bir kimseyim. İman edip salih ameller yapan kimseler için bir mağfiret ve bol rızık vardır. Ayetlerimiz hakkında (onları tesirsiz bırakmak için) birbirlerini aciz bırakırca-sma yarışanlara gelince, işte bunlar, cehenem dostları­dırlar." (Hacc: 22/49-51)

"Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ır­maklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı ka­lıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.

Kim Allah'a ve peygamberine karşı isyan eder ve sı­nırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe so­kar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır."(Nisa: 4/13-14)

Eğer söz konusu ayetinde (Bakara: 2/62) maksadı, yuka­rıda zikrettiğimiz bu ayetlerin maksadıyla aynı olsaydı, laf­zı ile buna delalet etmesi gerekirdi ve ayet sadece bu dört ta-ifeyi'zikretmiş olmazdı.

Bu arada peygamberin kendisine gönderildiği kimseler kasdedümiş olsaydı, o zaman sadece bu dört sınıfın zikre­dilmesi anlamsız kalırdı.

3- Ayeti kerime ile, şayet sadece peygamber (s.a.v)'in dö­nemindeki insanların kastedilmiş olduğu varsayılacak olsa, bunlardan ya kafirler veya müslümanlar veya iki taife bir­den kastedilmiştir.

Bunlardan ilki mümteni, yani kesinlikle mümkün değil­dir. Çünkü ayeti kerimede bu dört taifeden Allah'a ve ahi-ret gününe iman edip, salih amel işleyenler övülmektedir. Dolayısıyla kafirler, kesinlikle bu övgünün dışındadırlar.

Burada kafirlerden tevbe edip, iman edenler murad edil­miştir denilince buna karşılık şöyle denilir. Peygamber (s.a.v) gönderildiği zaman mümin olup o'na da iman eden­ler, övgüye daha layıktırlar.

Sahiheyn'de geçen bir hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Üç sınıf insan vardır ki bunlara mükafatları iki de­fa verilir. Birinci ve ikinci kitaptan olan ehli kitap bir adam, Allah'ın ve efendilerinin hakini yeine getiren kö­le ve cariyesini iyi bir şekilde eğittikten sonra azad edip onunla evlenen adam"[418]

Cenabı Hak Kur'an'ında şöyle buyurmuştur:

"Ondan (Kur'andan) önce kendilerine kitap verdikle­rimiz, önada iman ederler. Onlara (Kur'an) okunduğu za­man "O'na iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce müslüman idik" derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükafatları iki de­fa verilecektir" (Kasas: 28/52-54)

"Dediki Siz ona ister inanın, ister inanmayın; Şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimse­lere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapa­nırlar. Ve derler ki: Rabbimizi teşbih ederiz. Rabbimi-zin va'di mutlaka yerine getirilir. Ağlayarak yüz üstü ye­re kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını artırır." (İsra: 17/107-109)

"Kendisine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirile­ne (Kur'an'a) sevinirler." (Ra'd: 13/36)

Bu ayetler Kur'an'ın değişik yerlerinde zikredilmiştir. İsa Mesih'in dininden oldukları halde peygamber (s.a.v) gön­derilir gönderilmez ona tabi olan Selman, Necaşi[419] ve da­ha başka diğer müminleri bunun dışında tutmak mümkün müdür? Bunlar, batıl bir din üzerine bulunup da iman eden­lerden daha hayırlıdırlar.

O halde ayeti kerime'nin kafir iken tevbe edip iman edenleri kastettiği iddiası, açık bir yanlışlıktan ibarettir.

Eğer Bununla sadece, iman edenler murad edildi denilir­se buna şöyle cevap verilir. "Şüphesiz iman edenlerden, yahudilerden, hristiyanlardan ve sahillerden" kavli-i ilahi­si tüm iman edenlere şamilse "Allah'a ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler" kavline ne gerek vardı?

Eğer bununla sadece peygamber (s.a.v)'ın kendisine gönderildiği insanlar murad edilmiştir denilirse, buna şöy­le cevap verilir: "Peygamber (s.a.v)'in kendilerine gönde­rildiği sadece bu dört taife değil, müşrik ve mecusiler de da­hil olmak üzere ona iman eden herkes kurtuluşa ermiştir.

4- Daha öncede geçtiği gibi bu ayetin sebebi nüzulü, geçmiş ümmetlerden Allah'a ve ahret gününe inananların du­rumu ile ilgili sorulan sorudur. Dolayısıyla durumlarını be­yan etmek için indiği halde, onları bundan çıkarmak doğru

değildir,

5- Ayet, Rasul'e iman edenler için saadet vad etmemek­te bilakis: Allah'a, ahiret gününe inanıp, salih amel işleyen­ler" buyurulmaktadır. Allah'a iman içine Rasul'e imanı da alır. Ayet herkes için saadete ulaşmanın yolunun Allah'a ve ahiret gününe inanıp, ameli salih işlemekten geçtiğini ifa­de etmektedir ki, başka türlü kurtuluş asla mümkün değil­dir.

6- Eğer denilirseki ayet başkalarının değil sadece onla­rın mutluluğa ulaşacağını ifade etmiştir. O zaman denilir ki: Mümin, yahudi, Hristiyan ve sabiilerden müteşekkil bu dört sınıf insan topluluğu zikredildikten sonra, bunlardan an­cak Allah'a ve ahirete inanıp, salih amel işleyenlerin kurtu­lacakları beyan edildi. Dolayısıyla bu dört sınıfın dışında ka­lanlar, iman edip, salih amel işledikleri takdirde kurtuluştan uzak kalmaları daha evladır.

Saadete erişenler bu isimlere sahip olanlar değil de, bu ismi taşıyanlardan mezkur sıfatlarla muttasıf olanlar ise, o taktirde müşrik ve mecusilerin bu sıfatlarla muttasıf olma­dan kırtuluş ve saadete etmekten uzak olmaları daha evla­dır. Cenabı Hakk "Sadece onlardan iman edenler" demedi. Dolayısıyla Müşrik ve Yahudilerden detevbe edip, iman eden v esalih amel işleyen herkes ehli necattandır.

Bu lafız umumidir. Fakat bu sınıflar içinde Hak din üze­rine olan müminlerden, Yahudilerden, Hristiyan ve Mecusi-lerden saadete erişmiş olanlar vardır. Oysa müşrikler öyle değlidir. Hiç bir müşrik şirkten tevbe etmedikçe Allah'a ve ahiret gününe iman ve salih amel işlemiş olmaz. Aynı za­manda müşrik, peygamberleri yalanlamadan müşrik olmaz.

Çünkü tüm peygamberlerin temel vazifeleri, insanları Al­lah'ın tevhidine ve sadece Allah'a tapmaya çağırmak olmuş­tur.[420]

Dolayısıyla bir müşrik Allah'a şirk koşmakla beraber ay­nı zamanda peygamberleride yalanlamış olmaktadır. Bu onun her bakımdan küfür içinde olduğunu gösterir.

Aynı şekilde müşriklerin tüm hayır amelleri şirkle bera­ber boşa gitmiştir. Dolayısıyla müşriğin ameli salihinden bahsedilemez.

Cenabı Hakk bu konuda şöyle buyurdu:

"Eğer onlar da Allah'a ortak koşşalardı kendileri için yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi" (En'am: 6/88)

"Andolsun ki, Allah'a ortak koşarsan, işlerin şüphe­siz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun" (Zümer: 39/65)

Cenabı Hakkın buyurduğu gibi müşriklerin hepsi ce­hennemdedirler.

"Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Al­lah ona cenneti haram kılar" (Maide: 5/72)

Ayet, başkaları dışında sadece sayılan sınıfların saade­te ulaşacaklarına işaret etmektedir. Bundan şu kesin sonuç çıkmaktadır. Değiştirilip bozulmadan önce Tevrat ve İncil'e uyanlar kesinlikle saadet ehlindedirler. Ayetin onları kap­saması vacip, aksi mümtenidir.

7- "Yahudiler ve Hristiyanlar" ifadesi Tevrat ve İncil'in değiştirilip, tahrif edilmesinden önce ve sonraki tüm ehli kitabı kapsamaktadır. Bu isim (yani ehli kitap ismi) onlardan sadece kafir olanlar için değil mümin ve müslim olanlar için

de kullanılır.

Ehli kitaptan hiç mümin yoktur iddiası bir başka yerde de[421] beyan ettiğim gibi açık bir yanlıştır.

Bu konuda bir çok ayet vardır:

"Musa dedi ki: Ey Kavmim eğer Allah'a inandıysa­nız veO'na teslim olduysanız, sadece O'na güvenip da­yanın. Onlar da dediler ki: Allah'a dayandık. Ey Rabbi-miz! Bizi, o zalimler topluluğuna bir fitne yapma" (Yusuf: 12/84-85)

Sihirbalar şöyle dediler:

"Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" dediler." (Şuara: 26/47-48)

Ve yine şöyle dediler:

"Ey Rabbimiz üstümüze sabır yağdır ve bizi müslü­man olarak öldür" (A'raf: 7/126)

Yusuf Rabbine "Beni müslüman olarak öldür" (Yusuf: 12/101) dedi.

Belkıs[422]da şöyle dedi:

"Süleyman'la beraber alemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Nemi: 27/44)

Ve:

"Hani Havarilere: "Bana ve peygamberine iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar (da): İman ettik, bizim Al­lah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahid ol." demişlerdi." (Maide: 5/111)

Başka bir yerde bu konuyu detaylarıyla açıkladık.[423]

Musa şöyle dedi: "İnna Hudna ileyke"

"Biz sana döndük (hüdna)" (A'raf: 7/156)

Ve Hakk Teala şöyle buyurdu:

"Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım (ensarım) kimdir?" (Saf: 61/14)

Eğer denilse ki Cenabı Hakk Yahudi ve Hristiyanları kötüleyerek şöyle dedi:

"İbrahim, ne yahudi, ne hristiyan idi, fakat o, Al­lah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi. Müşrikler­den de değildi." (Al-i imran: 3/67)

"Yahudiler ve hristiyanlar müslümanlara "yahudi ya da hristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler. De ki "Bilakis biz, hanif olarak yaşamış ibrahim'in dinine uyarız. 0, müşriklerden değildi".           (Bakara: 2/135)

Bu soruya şöyle cevap verilir: Yukarıdaki ayetler, Pey­gamber (s.a.v)'in gelmesi ile nesh olunan bozulmuş Yahu­dilik ve Hristiyanlığı kötülemektedir.

Yahudi ve Hristiyanlar müslümanlara şöyle diyorlardı: Biz İbrahim'in dini üzereyiz. Allah (c.c) bu ayetler ile on­ların yalanlarını ortaya koydu. İbrahim, Tevat ve İncil'in gönderilmesinden önce idi. Şimdi o, Tevrat ve İncil'i görüp, tanımadı diye müslüman değil midir? Ayeti kerimelerde ehli kitabın bu yanlış düşüncesi reddedilmektedir.

İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hiristiyan idi. O, Allah'a şirk koşmamış bir muvahhid idi.

Tevrat ve İncil ehli de, kitaplarını tahrif edip değiştirme­den önce, müslüman, muvahhid ve İbrahim'in dini üzere idi­ler:

"Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (pey­gamber) kendilerine geldikten sonra tefrikaya düştüler.; Dini yalnız kendine has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekat vermeleri için ancak onlara müslüman olmaları emrolundu. İşte sağlam din odur." (Beyyine: 98/4-5)

Bu nedenle şöyle buyurdu:

"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah, müminlerin dostudur."(Al-i imran: 3/68)

O'na uyanlar, bozulmadan önce geçmiş ümmetlerden ismail'in Tevrat'in ve İncil'in dini üzerine olanlardır.

Şirk koşmadan Allah'a tapan her muvahhid hanif'dir ve ibrahim'in milleti üzeredir:

"(Ehl-i kitap), "Yahudi ve hristiyanlar hariç hiç kim­se cenete giremeyecek" dediler. O, iddia, onların ku­runtularıdır. Sen onlara deki: "Eğer sahiden doğru söy­lüyorsanız delillerinizi getirin. Bilakis', muhsinlerden olarak kim yüzünü Allah'a döndürürşe onun ecri Rab-binin katındadir. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de onlar üzülürler." (Bakara: 2/111-112)

İbrahim'den sonra gönderilmiş tüm peygamberler ve ümmetleri İbrahim'in milletindendir. Fakat bunlardan O'na en yakın olanı Muhammed (s.a.v)'dir. O'nun şeriatı da İb­rahim'in şeriatına en yakın olan şeriattır. Hac ibadeti gibi. Cenabı Hakk İbrahim'in soyundan kitab, hikmet ve nübüv­vet ehli kimseler kıldı.[424]

"İbrahim ne yahudi, ne hristiyandı." kavli, İbrahim'in Tevrat'ın ve İncil'in özel şeriatı ile mükellef olmadığını bildirir. Muhammed (s.a.v.) gelerek, ehli kitabın mükellef olduğu birçok ağır hükümleri kaldırmıştır ki İbrahim (a.s)'da bu hükümlerle emredilmiş değildir. Peygamber (s.a.v)'ın şe­riatı ile İbrahim (as)'in şeriatı arasında büyük bir yakınlık olduğundan, o, İbrahim'e, ehli kitaptan daha evladır.[425]

Peygamber (s.a.v)'i yalanlayanlar, değiştirilmiş ve tah­rif edilmiş Yahudilik ve Hristiyanlık üzerine bulunan Yahu­di ve Hristiyanlardır ki bu haliyle bu dinler, ne Musa, ne İsa (a.s) hiçbir peygamberin dini değildirler. Ehl-i kitap müslü-manlara: "Yahudi veya Hristiyan olsun" deyince, cenabı Hakk müslümanlara, onlara şöyle cevap vermelerini emret­ti.

"Bilakis, biz, hanif olarak yaşamış İbrahim'in dînine uyarız" Bizim nesh olunmuş Tevrat ve İncil şeriatına uyma­mız caiz değilken, değiştirilip tahrif edilmiş bir şeriata uy­mamız hiç caiz değildir. Bilakis biz tevhid esasına dayanan İbrahim'in dinine uyarız. Musa ve İsa' da İbrahim'in dini üzere idiler fakat her birinin kendilerine özel şeriatleri var­dı. İbrahim ve ondan önceki peygamberler bu şeriatlerle muhatab değillerdi. Aynı şekilde Muhammed (s.a.v) ve ona uyanlar da, bu ağır hükümler ihtiva eden bu şeriatlere uy­makla mükellef değildirler. İbrahim (a.s), gibi onlar da, bu şeriatlerden muaf tutulmuşlardı. Bu nedenledir ki Peygam­ber (s.a.s) şöyle buyurdu:

"Hoş görülü tevhid dini ile gönderildim"[426] "İslam'da ruhbanlık yoktur"[427] "Dinde aşırı gitmekten sakının. Sizden önceki ümmet­ler dinde aşırı gitmekten helak oldular."[428]

Peygamber (s.a.v) Ömer'in elinde Tevrat'tan bir parça gö­rünce şöyle buyurdu:

"Nefsim, elinde olana yemin olsun ki, Musa sağ olsay-dıda beni bırakıp, o'na tabi olsaydınız sapıtırdınız."[429] "Kendi peygamberlerine indirilen kitabı bırakıp, başka bir peygambere indirilen kitaba uymaları bir kavme sapıklık olarak yeter."[430]

"Musa ve İsa sağ olsalardı, bana uymaktan başka birşey yapmazlardı."[431]

Tüm bunlardan Yahudi ve Hristiy anlar 'dan, tahrif edilip değiştirilmeden önce Tevrat ve İncil'in şeriatına uyan mü­minlerin ve mümin olmayanların bulunduğu anlaşılmış ol­du. Bununla beraber biz mutlak olarakYahudilik ve Hristiyanlığa uymaktan men edildik. Onlardan mümin ve said olanların uydukları şeriat, nesh edilmiştir.

Nesh edilmeden önce bu şeriatler de islam ve Tevhid dini idi­ler. Fakat nesh ten sora islam ve İbrahim mileti ile ilgisi kesil­miş oldu. Nesh böyle olunca araya bir de tahrif ve tebdil girin­ce, katiyyetle sabit oldu ki bu dinler şu haleri ile batıldırlar.

Bu nedenle cenabı Hakk şöyle buyurdu

"Yahudiler ve hristiyanlar müslümanlara "yahudi ya da hristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler. Deki "Bilakis biz, hanif olarak yaşamış İbrahim'in dini­ne uyarız. O, müşriklerden değildi.

Biz, Allah'a ve O'nun katından bize indirilene; İbra­him, İsmail, İshak, Yakup ve esbat'a indirilene, Musa ile İsa'ya verilenlere, Rableri tarafından diğer peygamber­lere gelenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmek­sizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin.

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa, doğ­ru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmaz­lık içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O, işi­tendir, bilendir." (Bakara: 2/135-137)

"Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torun­ların (in) yahudi, yahut hristiyan olduklarını mı söylü­yorsunuz?" (Bakara: 2/140)

Cenabı Hakk bu ayeti kerimelerde Musa ve Harun'un Ya­hudi, îsa ve Havarilerin de[432] hristiyan olmasını nehy etme­mekte Fakat Yahudilere ve Hristiyanlara özel şeriatın mut­lak ittiba gerektirdiği iddiasmı yalanlamak ta ve İbrahim mil­letine ittibayı emretmektedir. Çünkü Yahudi ve Hristiyan şe­riatı tebdil ve nesh edilmiştir. Fakat İbrahim'in tevhid ve em­redilen ibadetleri yapma esaslarına bağlı milleti nesh edil­meksizin kıyamete kadar bakidir. Allah hangizaman, nasıh bir ibadet emrettiyse o ibadet yapılır. İşte islam dini budur ki, Allah önceki ve sonraki ümmetlerden bu dinin dışında hiçbir din kabul etmez, tüm peygamberler ve onlara uyan­lar bu din üzerine idiler. Şu ayeti kerimelerde bahsedilen sa-lih amel de budur:

Cenabı Hakk Kur'an'm bir başka yerinde de şöyle buyur­du:

"Erkek olsun kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre ka­dar haksızlığa uğratılmazlar" (Nisa: 4/124) Meşru olduğu dönemde Beytü'l Makdis'e yönelerek na­maz kılmak islam ve Hanif olan İbrahim miletinin gerekle­rinden idi. Fakat ne zamanki Beytiil makdis'in değil de Ka­be'nin kılble yapılması emredildi, o zaman da Kabe'ye dönmek islam'ın ve İbrahim milletinin gereklerinden biri ol­du. Çünkü İbrahim milletinin esası, Allah'a o'nun istediği gibi ibadet etmektir.

Allah'ın tüm peygamberlere üzerinde birleşmelerini em­rettikleri ümmet işte budur:

"Ey peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yi­yin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim. Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rab-binizim - öyle ise benden sakının." denildi."

(Mü'minun: 23/51-52) Başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruldu: "Hakikaten bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmeti­nizdir." (Enbiya: 21/92) Ve yine Kur'an'ın bir başka yerinde şöyle buyuruldu: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye din olarak Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbra­him'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için hukuk düzeni yaptık. Fakat kendilerini çağırdığın bu ni­zam, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediği­ni kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir."                                                        (Şura: 42/13) "Sen yüzün "hanif olarak dine, yani, Allah insanla­rı hangi "fıtrat" üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. AIlah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yö­nelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın, müşriklerden olmayın; Ki onlardan dinlerini parçalayan­lar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. Her fır­ka kendi yanındakiyle böbürlenmektedir" (Rum: 30/30-32)

8- Ayetin siyakından bunun geçmiş ümmetlerden Hakk dine tabi olanları övmek ve yeryüzünün hiçbir zaman hak üzere Allah'a tapanlardan hali kalmadığını vurgulamak içindir. Maide suresinin şu ayeti de aynı hususu vurgulamak­tadır:

"Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara in­dirileni (Kur'anı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan aşırılığa kaçmayan bir zümre vardır; fakat on­lardan çoğunun yaptıkları ne kötüdür."   (Maide: 5/66)

Ve yine şöyle buyurulmaktadır:

"Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, (doğru) bir şey üzerine değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, on­lardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme." (Maide: 5/68)

Sonra şöyle buyurdu:

"İman edenler ile Yahudiler, sabiiler ve hristiyan-lardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi amel işle­yenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de de­ğillerdir." (Maide: 5/69)

Ehli kitaptan bazıları yerilirken, mümin olan diğer bazı­ları da övülmektedir.

Aynı şekilde Bakara süresinde de, ehli kitaptan günah­karların günahları zikredildi ve şöyle buyurularak kötülen-diler

"İşte (bu hadiselerden sonra) üzerlerine zillet ve yok­sulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına) Allah'ın ayetlerini inkara devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürme­leri sebebiyle geldi. Onların hepsi, sadece, isyanları ve düşmanlıkları sebebiyledir"  (Bakara: 2/61)

Cenabı Hakk onları bu şekilde şiddetle kötüledikten son­ra, onlardan övgüye layık olanları zikretti.

"Şüphesiz iman edenlerle, yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel­ler işleyenler için Rableri katında mükafaatlar vardır"(Bakara: 2/61)

Aynı şekilde Al-i imran suresinde onları zikrederek şöy­le buyurdu:

"Allah'tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafın­dan ortaya konan. Bir ipe sığınmaları müstesna onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendileri­ne zillet (damgası) vurulmuş, Allah'ın hışmına uğramış­lar, miskinliğe mahkum edilmişlerdir.

Bunun sebebi, onların, Allah'ın ayetlerini inkar etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrı­ca isyan etmiş haddi aşmış bulunmalarıdır." (Al-i İmran: 3/112)

Bu şiddetli zemden sonra, bir diğer kısmını büyük övgü­lerle medhedildiler.

"Hepsi bir değildir; Ehl-i Kitap içinde istikamet sa­hibi bir topluluk vardırki, gece saatlerinde secde ederek Alah'ın ayetlerini okurlar.

Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği em­reder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşur­lar, işte bunlar salih insanlardandırlar." (Al-i imran: 3/113-114)  Aynı şekilde Araf suresinde önce şöyle buyuruldu:

"Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır."(A'raf: 7/159)

Sonra içlerinden haddi aşanlar zikredildikten sonra şöy­le buyuruldu:

"Onları (yahudileri) parça parça topluluklar olarak yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, içle­rinde bundan daha düşükleri de vardır. (Yaptıkları kö­tülüklerden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülük­lerle imtihan ettik." (Araf: 7/168)

Sonra Ademoğullarından mümin olanlar zikredildi.

"Andolsun, biz cin ve insanlardan birçoğunu cehen­nem için yaratmışız. Zira onların kalpleri vardır ama on­larla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, lakin onlarla görmezler; kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir."(Araf: 7/179)

Şirk koşulmaksızın sadece kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra da şöyle buyurdu.

"Yarattıklarımızdan, daima hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir ümmet (millet) vardır" (Araf: 7/181)

Sonra da şöyle buyurdu:

"Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yer­den yavaş yavaş helaka yaklaştıracağız. Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım çetindir" (Araf: 7/182-183)

Kur'an da tüm insanlar için bir öğüttür fakat kulak verip öğüt dinleyenler nerede:

"İşte benimle beraber olanların kitabı ve benden ön­cekilerin kitabı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler, bu yüzden de yüz çevirirler" (Enbiya: 21/24)

İnsanların çoğunun Hakktan yüz çevirmelerinin nedeni hakkı bilmemeleridir:

"Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler"

Hz. Ali'nin merfu hadisinde de şöyle buyurulmaktadır: "Kur'an'da sizden önce ve sonrakilerin haberi ve aranızdaki şeylerin hükmü vardır. O, anlamsız bir söz değil, hak ile batılı ayıran bir fasıldır. Onu terkeden zorbalardan cenabı Hakk intikam alır. Onun dışında bir hidayet arayan da saptırır."[433]

Evet, o Kur'an'da bizden önce yaşamış iyi ve kötü üm­metlerin haberleri mevcuttur. Ta ki iyileri tanıyıp onların yo­lundan gidelim, kötüleri tanıyıp, kötü yollarından kaçınalım. Allah en iyisini bilir.[434]

 

Fasl

 

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kulla­rım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışla­yan, çok esirgeyendir. Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, ona teslim olun, sonra size yardım edilmez. Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en gü­zeline (Kur'ana) tabi olun." (Zümer: 39/53-55)

Bir başka yerde bu ayetlerin tevbe edenler için olduğu­nu zikrettik.[435] Ancak Nisa suresinin şu ayetinin ise , mute­zile'den bazılarının iddia etitiği gibi tevbe edenler hakkın­da olması caiz değildir:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." (Nisa: 4/47)

Çünkü Kur'an'ın nasları ve müslümanların ittifakı ile, şirkten tevbe edenin şirki de bağışlanır.

Bu ayette tahsis ve takyid var iken,[436] yukarıdaki diğer ayetlerde tamim ve itlak vardır.[437]

Son ayeti kerimede şirk'in bağşılanmayacağı bildirildi. Diğer günahların bağışlanamsı konusundada net bir ifade­den kaçınılarak "Bundan başkasını dilediği kimse için ba­ğışlar" diyerek Allah'ın dilemesine bıraktı.

Bir başka yerde açıkladığım gibi bu ayeti kerime Hari­cilere[438] ve mutezileye reddiye olduğu gibi, "Her fasığın aza-bedilmesi caizdir, kimse bağışlanmaz ve herkesin bağış­lanması caizdir" diyen murcielere de reddiyedir.

Hakk Teala "Bundan başkasını dilediği kimse için bağışılar" buyurarak, şirk dışında, dilediği kullarının günahla­rını bağışlayacağını ilan etmiştir.

Şayet Cenabı Hakk kimseyi bağışlamayacak olsaydı, bu

durumda

"Bundan başkasını bağışlar" kavl-i ilahisinin bir anlamı

kalmazdı.

Ve eğr herkesi bağışlamasaydı o zaman da: "Dilediği kimse için" kavlinin bir anlamı kalmazdı.

Dolayısıyla ayeti kerime şirk dışında kalan günahların "genel bağışlanma" kapsamında olduğunu vurgulamaktadır. Fakat bu bazı insanlar içindir.

O zaman, kimin günahları bağışlanırsa, ona azab edilmez ve kimin de günahları bağışlanmazsa ona azab edilir. Saha­benin, selefin ve imamların görüşü budur. Ki onlar kesin bir dille "bu ümmetin bazı günahkarlarının cehenneme girecek­lerini ve bazılarının da günahlarının bağışlanacağını" söy­lemişlerdir.

Fakat bu bir muvazene ve hikmet'in gereği midir yoksa burada muvazene itibare alınmamış mıdır?

Bu hususta ehl-i sünnet müntesiplerinin bizim arkadaş­larımızdan ve diğerlerinden Efal-i ilahiye'nin aslına bina­en iki ayrı görüş nakledilmiştir. Burada hikmet ve adalet iti­bare alınmış mıdır?

Aynı şekilde, ceza meselesinde de, varid olan birçok nass, dengeye delalet etmektedir, ki konuyu bir başka yer­de açıkladım.

Burada: "Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kemeyin!" Kavlinden asıl maksat, insanları Allah'ın rahmetinden ümit kesmekten men etmektir.

Günahları ne kadar çok ve büyük olursa olsun insan Al­lah'ın rahmetinden ümit kesmemeli ve diğer insanları Al­lah'ın rahmetinden ümit kestermemelidir.

Seleften bazıları şöyle dediler: "Fakih o dur ki, insan­ları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmesin ve bu­nunla beraber onları günaha teşvik etmesin."

İnsanlar Allah'ın rahmetinden tevbe ettiği zaman tevbe-sinin kabul edilmeyeceği ve nefsinin tevbeye yanaşmayaca­ğını zannederek ümit keserler. Şeytan ve nefsi, kişiye mu­sallat olarak, onu tevbeden uzaklaştırmaya çalışır. Birçok in­sanın durumu böyledir. Velhasıl insanlar bazen o, bazen de bu sebeple ümitsizlik girdabına düşerler.

Birinci nedene örnek: 99 kişiyi, katleden bir katilin abid bir şahsa gelerek, tevbesinin mümkün olup olmadığını sor­ması ve aldığı olumsuz cevap üzerine o abidi de öldürerek, katlettiği kişilerin sayısını yüze tamamlaması ve daha son­ra başka bir alime giderek tevbesinin mümkün olup olma­dığını sorması, o alimin de, bunun mümkün olduğunu söy-lereyek o'nu tevbeye yöneltmesi gibi. Hadis Sahiheyn'de va-riddir.[439]

İkinci nedene örnek: Tevbe içn birçok şartlar öne sürüp de insanlara veya nefsine tevbeyi zorlaştıran insan gibi.

İnsanlar olmayacağı bir durumun olup olamayacağım tartışmışlardır.

Ehl-i sünnet ve Cumhurun da benimsediği doğru görüş şudur: Tevbe etmek isteyen için, her günahtan tevbe etmek mümkün olduğu gibi Allah (c.c)'m bu günahları bağışlama­sı da mümkündür.

Adam öldürenin tevbesi kabul edilmez diyenler olmuş­sa da, doğrusu, adam öldüren de dahil herkesin tevbesi, tevbe ettiği taktirde kabul olunur. Aynı şekilde, gasbedilmiş araziden, gasba son vermek ve onu sahibine devretmek ni­yetiyle çıkmak, yasaklanmış veya haram bir davranış değil­dir. Bilakis fukaha, bir yeri gasb edenin kişinin, orayı boşal­tıp, sahihine teslim etmesi istenildiği zaman, onun ailesini ve mallarını oradan çıkararak, o yeri boşaltması gerektiği gö­rüşündedirler.

Gasb eden kişi bunu yaparken, yani orayı boşaltırken her ne kadar bu hareketiyle, başkasının malı üzerinde bir tasar-rafda bulunuyorsa da, bu oranın boşaltılması için gerekli bir durumdur.

Hareme giren bir müşrik oradan çıkarılır. Tabi o müşrik Harem'den çıkarılırken yine ancak yürüyerek çıkacaktır.

Aynen sıhhati konusunda müttefik olunan bevlini mes-cid'e yapan bedevinin hadisinde böyledir. İnsanlar o bede­viyi kovmak için ayaklandıklarında rasulullah (s.a.v)

"Bırakın işini tamamlasın" buyurdu ve sonra da bevl yerini bir kova su ile temizlenmesini emretti.[440] Çünkü o be­devinin bevlini tamamlaması, kovulurken bevlini üstüne başına ve mesciden diğer yerlerine bulaştırarak, her tarafı ne-cis etmesinden daha hayırlıdır.

Eğer adamın biri bir kadınla zina etse ve zekerini kadı­nın fercinden çekmeden önce pişman olup tevbe etse, son­ra zekerini çekse, bu adam zekerini çekti diye günahkar olmaz. Çekme, cinsel birleşme midir?

Bu konuda Ahmed'den iki ayrı rivayet vardır. Aynı şe­kilde ramazan ayında eşiyle cinsel ilişkide bulunan kişinin fecir vakti girdiği anda, zekerini çekmesi konusunda da Ahmed (b. Hanbel) ye diğerlerinin mezheplerinde iki ayrı kavi vardır.[441]

Aynı şeklide, kişi eşiyle cinsel ilişkiye girmemek husu­sunda üç talak ile yemin ettikten sonra, cinsel ilişkiye gir­se üç talak vaki olur mu, olmaz mı?

Cinsel ilişkiye girdiği taktirde üç talak vaki olur diyen­ler, adamın eşiyle pinsel ilişkiye girmesinin caiz olup olma­dığı konusunda iki ayrı görüşe ayrıldılar. Ahmed'den bu iki görüş rivayet edilmiştir.

Birinci görüş: Şafi'nin[442] de benimsediği bu görüşe gö­re cinsel ilişki caizdir.

İkinci görüş: Malik'in[443] de benimsediği görüşe göre cinsel ilişki caiz değildir. Malik şöle diyor: Cinsel ilişki cazi olsaydı, çekme halinde de onunla olması gerekirdi ki bu haramdır. Çekme, zaruret içindir, yoksa başlamak için de­ğil. Dolayısıyla çekme haram değildir.

Ancak bizim tercih ettiğimiz görüşe göre, kişi bunlardan hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Yemin eden kişi, yeminin kefa­retini yerine getirerek, üç talaktan kurtulmuş olur. Ayrıca fe­cir vakti girer girmez insanların yeme, içme ve cinsel mü­nasebete son vermeleri durumunda, üzerlerine hiç bir şey ge­rekmez ve oralarını eda etmiş olurlar. Çünkü cenabı Hakk "Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar"(Bakara: 2/187) buyurmaktadır. Vel hasılı, kimsenin Allah'ın rahmetinden ümit kesme­si veya kestirmesi caiz değildir. Cenabı Hakk, kullarını bundan men etti ve tüm günahlarını bağışlayacağını bildir­di.

Eğer denilseki: "Allah bütün günahları bağışlar" ifade­si genel bir haberdir ve bu ifade Allah'ın tüm günahları af­fedeceğini göstermektedir. Tevatür ve Kuran ile sahihtirki, Allah nice toplumları günahları yüzünden helak etti. Bu ümmetten de insanlar günahları yüzünden, daha ahirete kalmadan dünyada cezalandırılmaktadırlar. Cenabı Halek şöyle buyurdu: "Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür" (Nisa: 4/123)

"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür" (Zelzele: 99/7?8) Tüm bu gerçekler, bu ayeti kerimenin zahiri, görünür an­lamında olmadığını gösterir. Allah'ın bütün günahları bağış­lamasından murad, Allah bunu yapabilir veya tevbe eden­leri bağışlar, demektir.

Bu soruya şöyle cevap verildi: O halde ayeti kerime ni­çin kesin bir ifade kulanmaktadır? Niçin tereddüd ve takyid yerine mutlak ifade kullanılmaktadır? Yukarıdaki görüş doğru değildir ve ayeti kerime zahir anlamı üzerinedir.

Cenabı Hakk her günahkarı değil her günahı affedeceği­ni haber verdi. Hatta Kur'an'ı Kerimin bir başka yerinde ka­fir olarak ölenleri bağışlamayacağını bildirdi:

"İnkar edip Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz." (Muhammed: 47/34) Münafıklar hakkında da şöyle buyurdu: "Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Al­lah onları katiyen bağışiamayacaktir."(Munafikün: 63/6) Fakat günah konusundaki bu umumi ifade, mutlak olarak günahkarlar içindir. Günahkarlar için olumlu veya olumsuz bir şey söylenilmemiştir. Allah onları bağışlayabilir de ba­ğışlamaz da.

Eğer kul bağışlamayı gerektirecek davranış sergilerse ba­ğışlar, isyanda ısrar ederse de bağışlamaz.

Günah türlerini ise Cenabı Hakk cümleten bağışlar. Gü­nahın türü ister küfür, ister şirk isterse de başkası olsun. Tev­be edenin günahını bağışlar. Allah'ın bağışlamayacağı hiç­bir günah yoktur. Hangi günah olursa olsun Cenabı Hakk onu cümleten bağışlar.

Bu ayeti kerime kullar için büyük yararlar ihtiva eden en büyük ayeti kerimelerden biridir. Ayeti kerime aynı za­manda yanlış mezheb ve görüşü de red etmektedir. Ve yine Bidate çağıranların günahı bağışlanmaz diyenlerin de görüş­lerini reddetmektedir. Bunlar bu görüşlerine israili bir ha­disten delil getirmektedirler ki bu hadiste "Bu bidatçi kim­seye saptırdıklarının günahı ne olacak?" denilmektedir.[444]

Bu görüşü, sünnet ve hadis'e nisbet edildikleri halde gerçekten sünnet ve hadisten hiçbir şey anlamayan Ebu Ali el-Ehvazi[445] ve benzeri adamlar dile getirmektedirler. Bu adamlar alim değildirler. Çünkü sahih hadis ile mevzu ha­disi birbirinden ayırt etmeye, bunlardan hüccet olup olma­yanı belirlemeye yetecek ilimleri yoktur. Duydukları her şe­yi hadis diye nakletmekten başka bir marifetleri yoktur.

Bu adamlar Ahmed'den de benzeri bir rivayet uydurmuş­lardır. Fakat gerçek şudur ki İmam Ahrned'de müslümanla-rın diğer, imamları ile aynı görüştedir ve doğru olan bu gö­rüşe göre Cenabı Hakk, her tevbeyi kabul ettiği gibi, küfür ve bidate çağıranların, insanları dinde fitneye sokanların tev-belerini de kabul eder.

Kureyş müşriklerinin Ebu Süfyan, Haris b. Hişam,[446] Sü­heyl İbn Amr,[447] Safvan b. Ümeyye[448] îkrime b. Ebu Cehl[449] ve daha başka diğer önemil liderleri yıllarca küfüre lider­lik edip, islam'a karşı savaştıktan sonra, tevbe ederek, İsla­ma girmişler ve güzel müslümanlar olmuşlardır. Cenabı. Hakk şöyle buyurarark onların geçmiş günahlarını bağışla­mıştır:

"İnkar edenlere, eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahla­rının) bağışlanacağını söyle"                       (Enfal: 8/38)

Aynı şeklide Amr b. As,[450] müslüman olmadan önce müslümanların en şedid düşmanı ve müşriklerin küfre çağı­ran en büyük lideri idi. Müslüman olduğu zaman Resulullah (s.a.v) o'na şöyle dedi: "Ey Amr, islam'ın daha önceki gü­nahları giderdiğini bilmiyormusun?"[451]

"Onların yalvardıklan bu varlıklar, Rablerine han­gisi daha yakın olacak diye vesile ararlar; O'nun rahme­tini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer." (İsra: 17/57) ayeti kerimesi ile ilgili Buhari, İbn Mesud'dan şu hadisi rivayet etti:

"İnsanlardan bazıları, bazı cinlere tapıyorlardı. Kendile­rine tapman o cinler daha sonra müslüman olmalarına rağ­men insanlar onlara tapmaya devam ettiler."[452]

Bu hadis, cinler müslüman olduktan sonra, başkalarının onlara tapmalarının cinlere bir zararı olmadığını gösterir. Her ne kadar ilk önce, bu sapkınlığı onlar çıkarmış olsalar da.

Aynı şekilde küfür ve bidate çağıran kimseler kendi gü­nahlarını ye onlara tabi olanların günahlarını yüklenirler. On­lara tabi olanlar da kendi günahlarını yüklenirler. Fakat da­ha sonra bu küfür ve bidate çağıran kimseler tevbe edip, yap­tıklarından dönerlerse, hem kendi günahlarından, hem de kendilerine tabi olanların günahlarından kurtulmuş olur­lar.

Tevbeleri, içinde bulundukları sapıklıktan hidayete dön­mek ile olur. Her dönemde nice küfür ve bidat davetçileri tevbe ederek islam ve sünet davetçileri olmuşlardır. Mese­la Firavun'un sihirbazları, sihir yapmaları ve onu başkala­rına öğretmeleri bakımından küfür imamları iken, tevbe ederek akibetlerini hayra çevirdiler.

Aynı şekilde taammüden bir müslümanı öldüren kimse­nin tevbesi de cumhura göre makbuldür. İbn Abas ise mak­bul değildir dedi.[453]

Bu konuda Ahmed'den iki ayrı rivayet vardır.[454]

Sahiheyn'de geçen yüz kişiyi öldüren katil'in hikayesi ka­tilin tevbesinin makbul olduğuna delildir. Bu ayet de buna delalet etmektedir. Nisa suresinin[455] ayeti ise, diğer yaidler gibi, tevbe etmeyen katilleri tehdid içermektedir. Kuran'da başka tehdid ayetleri de bulunmaktadır. Cenabı Hakk bir aye­tinde şöyle buyurdu:

"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkmmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir."(Nisa: 4/10)

Kur'an daki vaid ve tehdidler, insanların ittifakıyla, tev­be edilmemesi halinde geçerlidir. Tevbe'den sonra bu vaid-ler tevbe eden için geçerli değildir.

Fakat şöyle denilebilir: Haksız yere öldürülen mazlumun hakkı tevbe edenden sakıt olmaz. Bu bakımdan katilin tev­besi makbul omayabilir. Çünkü tevbe sadece cenabı Hakkın hakkını sakıt eder. Maktul, kendi hakkını talep edebilir.

Evet bu doğrudur ve insan hukukunu ilgilendiren herşey-de geçerlidir. Borç dahi öyledir. Sahiheyn'de gelen bir ha­diste peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Borç hariç Şehidin her şeyi bağışlanır."[456]

Kul hakkı ise, zulmedenin iyiliklerinden ödenir.

Tevbe'nin tamam olmasının gereklerinden biri de tevbe edenin, iyiliklerini, salih amelleri çoğaltmasıdır. îbn Abbas adam öldürmenin küfürden sonra en büyük günah olduğunu ve katilin maktulun hakkını edaya mukabil olacak hiçbir iyiliğin bulunmadığını düşünmüş olabilir. Dolayısıyla kişi ahirette zulmen öldürdüğü maktulun hakkını ödeyemediğin­den ceza çekmeye devam edecektir ki bu bazı insanlar için

vaki olabilir.

Tevbe edip, şalih ameller işleyen kişi, mazlumun hakkı­nı edaya mukabil hasenet işlemekten aciz kalacağı ve böy­lece mazlumun günahlarını yüklenip yüklenmeyeceği konu­su hassas bir meseledir ve ibn Abbas'ın hadisi de buna hamledilmektedir. Fakat bu husus dahi "Allah'ın şirk, kati, zina dahil her günahı affedeceği" yönündeki ayetin zahiri­ne münafi değildir. Ayet tüm günahlar için ve tüm şahıslar

için mutlaktır.

Bunun benzeri şu ayeti kerime'dir: 'Müşrikleri bulduğunuz yerde ö!dürün"(Tevbe: 9/5) Ayet tüm şahıslar için ve tüm'durumlar için mutlaktır. Şu ilahi kavi de aynı şekildedir:

"Başlarınızı meshedip, (ve) topuklarınıza kadar ayak­larınızı mesh edin (yıkayın)" (Maide: 5/6) Ayet ayaklar için de mutlaktır fakat ayakların halleri için mutlaktır. Çünkü bazen zahir olabileceği gibi, bazen de ayakkabılar .ile örtülmüş olabilir. Ayetin lafzı, ahvale (du­rumlara) değinmemektedir. Aynı şekilde şu kavli ilahi:

"Allah çocuklarınız hakkında size vasiyet eder (emre­der)" Nisa: 4/11) Bu ifade de tüm çocuklar için âm, ve ahval için mutlak­tır. Çünkü çocuk ana babanın dini üzerine olabilir veya ol­mayabilir, hür veya köle olabilir. Ayetin lafzı bu husularda bir açıklama getirmemiştir.

"Günahları bağışlar" (Zümer: 39/53)

kavli ilahisi de aynı şekilde, tüm günahlar için umumi, ve haller için mutlaktır.

Günah sahibi o günahından tevbe etmiş veya etmemiş bilir. Ayetin lafzı bu konuda herhangi bir açıklama getirme­mektedir. Bilakis ayetin lafzı, herhalükarda günahın bağış­lanacağını beyan etmektedir.

Cenabı Hakk günahları bağışlatan davranışlar işlenil-mesini ve kıyamet gününde bağışlanmaksızın azabı gerek­tirecek davranışlardan kaçınılmasını emrederek şöyle buyur­du:

"Siza azap gelip çatmadan önce Rabinize dönün, o'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.

Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden önce, rabbinizden size indirilenin en güzeli­ne (Kur'an'a) tabi olun.

Kişinin "Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim!" diyeceği günden sakının.

Veya, "Allah bana hidayet verseydi, elbette sakınan­lardan olurdum" diyeceği, yahut azabı gördüğünde "keş­ke benim için (dönüş) imkanı bulunsa da iyilerden ol­sam!" diyeceği günden sakının.

Evet, ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, kibirlenmeye kalkışmış ve inkarcılardan olmuştun." (Zümer: 39/54-59)

Bu Cenabı hakk'ın imtihanıdır ki kıyamet gününde ba­zılarını bağışlamayacak ve onlara azap edecektir. Ayetleri­ni yalanlayan, tevbeden yüz çevirenler, ve kendilerini kur­taracak hiçbir salih amel işlemeyenler bu akibete maruz kalacaklardır. Fakat aynı günahları işleyen insanlardan di­ğerleri ise, tevbe etmeleri, Allah'a yönelmeleri ve salih ameller işlemeleri nedeniyle bağışlanacaklardır.

Eğer denilse ki cenabı Hakk Kur'an'ın bir başka yerin­de şöyle buyurdu: 

"İnandıktan sona kafirliğe saplanıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeye­cektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler" (Al-i imran: 3/90)

Ve bir başka ayette de şöyle buyuruldu: "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip inkar edenleri sonra da inkarlarını artıranları Al­lah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecek­tir."                                    (Nisa: 4/137) Bu itiraza şöyle cevap verilir: Kur'an başka bir yerde irtidad etse bile kafirin tevbesini beyan etmiştir:

"İman ettikten, Rasul'ün hak olduğuna şehadet ettik­ten ve kendilerine apaçık deliler geldikten sonra inkar­cılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası: Allah'ın meleklerin ve bütün in­sanlığın laneti onların üzerinedir.

Bu lanete ebedi gömülüp gidecekler. Zira onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz.

Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü: Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir." (Al-i imran: 3/86-89)

"Allah nasıl hidayet nasip eder?" kavli Allah, mürted ve zalim olanları bu halleriyle nasıl hidayet eder demektir. Bu nedenle "Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" bu­yurdu. İslam dininden dönen, sapıklığa dönmüştür. Dolayı­sıyla onun bu sapıklığı bırakmadıkça doğru yola dönmesi mümkün değildir.

Ayet tevbe etmedikleri sürece Alah'ın kafirleri hidayet etmeyeceğini ve bağışlamayacağını ilan etmektedir. Yine Kur'an'm bir başka yerinde şöyle buyruldu: "Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönme­ye) zorlanan hariç, kim, iman ettikten sonra Allah'ı in­kar ederse."(Nahl: 16/106)

İmandan sonra, bir zorlama olmaksızın Allah'ın dinini in­kar edenler mürtedlerin ta kendileridirler.

Cenebı Hakk şöyle buyurdu:

"Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hic­ret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardım-cısıdir. Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek esirgeyendir."(Nahl: 16/110)

Cenabı Hakk, Al-i imran suresinde mürtedleri ve sonra onlardan tevbe edenleri zikretikten sonra, tevbesi kabul edilmeyenleri ve küfür üzere ölenleri zikretti ve şöyle bu­yurdu:

"İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecek­tir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.

Gerçekten, inkar edip kafir olarak ölenler var ya on­ların hiçbirinden -dünya dolusu altını fidye olarak ver­ecek olsalar dahi kabul edilmeycektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur." (Al-i imran: 3/90-91)

Tevbeleri kabul edilmeycek bu kimseler hakkında çeşit­li görüşler öne sürülmüştür.

Nifaklarından dolayı ve şirkten değil de onun dışındaki günahlarından tevbe ettikleri için, denilmiştir.

Bazıları da, onların tevbeleri öldükten sonra kabul edil­mez, demişlerdir.

Hasan, Süddi, Katade ve Ata el-Horasani[457] ise, ölüm gel­diği esnada tevbeleri kabul edilmez" dediler.

Şu ayeti kerime de böyledir:

"İman edip sonra inkar edenleri, sona yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları

Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecek­tir." (Nisa: 4/137) Mücahid ve diğer bazı müfessirler "inkarlarını artıranlar" ifadesini şöyle tefsir ettiler: "Ölünceye kadar küfür üzerine sabit kaldılar"[458]

Ben derim ki: Çünkü tevbe eden kişi, küfür ve diğer gü­nahlardan dönmüştür. Tevbe etmeyen ise küfrü üzeredir ve günbegün küfürünü artırmaktadır." Sonra inkarlarını artır­dılar" yani, sonra inkar'da ısrar ederek, küfürlerine devam ettiler ve küfürde daim oldular demektir.

İşte bu kimselerin tevbeleri kabul edilmez yani ölüm esnasında, tüm ölümün geldiği sırada yaptıkları tevbe mak­bul değildir. Ölüm gelmeden önce tevbe edenler ise, yakın­dan tevbe etmişler ve küfürlerinden dönmüşlerdir. Onlar kü­für olarak artmaz, bilakis azalırlar. Dolayısıyla yaptıkları tev­be makbuldür. Küfür ve isyan üzere ısrar edenler ise tam ak­sine ölüm anına kadar, küfürlerinde azalma değil, artma üzerinedirler.

Başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruldu: "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını artı­ranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir."                                    (Nisa: 4/137)

Denildiki: Çünkü mürted tevbe ettiği zaman küfrü bağış­lanır. Bundan sonra tekrar küfre dönüp kafir olarak ölürse, imanı düşmüş olur, birinci ve ikinci küfrünün cezasını çe­ker. Zira sahiheynde İbn Mesud'dan rivayet edilen hadiste şöyle geçmektedir: Denildiki:                       

"Ya Rasulallah, Cahiliye döneminde işlediğimiz günah­larımızdan sorumlu tutulacak mıyız?" Rasululauh (s.a.v) buyurduki:

"Kim islarmnı güzel yaparsa, cahiliye döneminde iş­lediği günahlardan sorumlu tutulmaz. Kim de islamını kötü yaparsa, birinci ve ikinciyle sorumlu olur."[459]

Yani hem cahiliye döneminde yaptıklarından, hem de is­lam döneminde yaptıklarından sorumlu tutularak cezaya çarptırılır.

Eğer, imanlarından sonra, inkar edenler , sonra inkarla­rını arttıranlar, Allah onları bağışlamayacaktır denilseydi, o zaman bunlarla Al-i imran süresindeki şu insanlar murad ediliyor olurdu:

"İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir"

(Al-i imran: 3/90)

Bilakis burada önce iman edip sonra küfür eden ve son­ra tekrar iman edenler ki, bunlar tevbe eden mürtedlerdir-zikredildi. İşte bu kimseler tevbelerinden sonra tekrar küf­re dönecekler, Allah onların geçmiş küfürlerini de affetme­yecektir. Fakat iman edip, sonra küfredenler, sonra tekrar iman edip küfredenler ve sonra iman edip imanlarında sebat edenler bu ayetin kapsamında değillerdir.

Fakihler, irtidat edip, bunu birkaç kez tekrarlayanların tevbelerinin kabulü konusunda ihtilaf ettiler, zındıkların tevbeleri de ihtilaf konusudur. Çünkü onların tevbelerine de güvenilmemektedir.[460]

Ancak bu kimselerin samimi bir kalp ve tevbe ettikleri­ni varsayarsak o zaman şu ayetin kapsamına girerler:

"Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kulla­rım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki, o çok bağışla­yan, çok esirgeyendir" (Zümer: 39/53)

Bu konuda bizim görüşümüz şudur: Tevbe eden, ne bu dünyada ne ahirette, ne şer'an ne takdiren azap edilmezler. Ancak, delillerin subut bulmasından sonra had ve tazir ce­zaları, kişinin,tevbe etmesine bakmaksızın uygulanır. Çün­kü bu durumda kişinin tevbesine güven olunmaz ve itibare alınmaz. Aksi takdirde zina ettiği kati delillerle sabit olan herkes, seri cezadan kurtulmak için, ben tevbe ettim, diye­rek, kendisini cezadan kurtarınca yoluna gider.

Eğer gerçekten, samimi bir şekilde tevbe etmiş ise, Ona uygulanan seri ceza günahlarına kefaret olmuş olur ve o bu­na sabır göstererek mükafat alır. Kişinin kendisi gizli ola­rak işlediği günaha tevbe ettikten sonra, imama gelerek onu itiraf etmesi halinde, Ahmed'in mezhebine göre had uy­gulanmaz. Bu mesele Talik kitabında açıklanmıştır. Ka­dı[461] çeşitli hadislerle bu görüşü teyid etmiştir.

"Ben bir haddi gerektirecek bir günah işledim diyen adama, Rasulullah (s.a.v)'in had uygulamaması, hadisi bu­na delildir.[462]

Ancak haddi gerektirecek günah işleyen kişi tıpkı Maiz[463] ve Gamidiye[464] gibi günahlarını itiraf edip, kendilerine had uygulanması konusunda İsrar ederlerse o zaman, had uy­gulanır, aksi takdirde uygulanmaz. Maiz için peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Onu bıraksaydmız olmaz mıydı."[465] Gamidiye'yi ise tekrar tekrar geri göndermiş fakat o, kendisine had uygulan­masında ısrarcı davranmıştır.

İmam ve insanlar bu durumda had uygulamak hakları yoktur. Ancak haddi gerektirecek davranışta bulunan kişi, kendisine had uygulanmasını isterse o başka.

Kişi bir şeyi ikrar ettiği zaman kendisi aleyhine şahitlik yapmıştır. Buna binaen had uygulanırken kişinin birinci şehadetinden dönmesi makbul değildir. Bu durumda onun yalan söylemiş olması sözkonusudur. Allahu A'lem.

Bu durumda kendisine had uygulanan kişinin Allah ka­tında dereceleri yükselir. Zira peygamber (s.a.v.) Gamidi­ye için şöyle buyurdu:

"O öyle bir tevbe etti ki, hilekar öşürcü bu tevbeyi yapsa Allah onu bile affeder."[466]

Maiz hakkında, onun itirafından geri döndüğü söylendi.

Bu Ahmed'in ve diğerlerinin mezheblerinin iki görü­şünden biridir. Fakat bu zayıf bir görüştür. Doğru olan bi­rinci görüştür. Bunlar haddin, Maiz'in ikrardan dönmesi nedeniyle düştüğünü söylediler ki o'nun ikrardan dönmesi­nin makbul olduğunu iddia ettiler. Fakat bu görüş zayıftır. Bilakis haddin tevbe ile düşmesi, ikrardan dönmek ile düş­mesinden daha evladır. [467]

 

Fasl

 

"Kim bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı var­dır. Kim de bir kötülükle gelirse o, sadece onun misliy­le cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." (En'am: 6/160)

"Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi vardır. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesi­niz!"                                                (Neml: 27/89-90)

"Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennem­liktir. Onlar orada devamlı kalırlar.

İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cehen­nemliktirler. Onlar orada devamlı kalacaklar" (Bakara: 2/81-82)

Bu üç ayet hakkında ibn Ebu hatim şu rivayetleri yaptı:

Ebu Said el-Eşec'den[468] O da ibn Fadl'dan,[469] O da Ha­san b. Ubeydullah'tan[470] O da Cami b. Şeddad'dan,[471] O da Esved b. Hilal'den,[472] rivayet ettiğine göre Abdullah b. Me-sud "Kim bir iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır" kavli ilahi ile ilgili olarak şöyle dedi: "bu, "La ilahe illallah"tır.[473]

İbn Hatim şöyle dedi: Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre,[474] Ali b. Huseyn,[475] Said b. Cübeyr, Hasan, Ata, Mücahid, Ebu Salih, Zekvan,[476] Muhammed b. Ka'b el-Karzi[477], en-Nahai, ed-Dahhak, ez-Zühri,[478] İkrime,[479] Zeyd b. Eşlem[480] ve Katade' den de buna yakın bir rivayet nakledildi"[481]

İbn Ebi Hatim, Ayeti kerimede geçen "kötülük" ile ilgi­li olarak da şöyle rivayet etti: "Muhammed b. Uzeyz el-Eyli[482] Selame'den[483], O.'da Ukeyl'den,[484] O'da ibn Şihab'dan rivayet ettiklerine göre Ukbe b. Amir[485] şöyle de­di: Arkadaşlarımla karşılaştım. Onlar Peygamber (s.a.v) şöyle dediğini söylediler:

"Kim de bir kötülükle gelirse" bu şirk kelimesidir."[486]

Aynı şekilde Valibi ibn Abbas'dan rivayet 'ederek" o şirktir" demiştir.[487]

Bunun benzerini Abdullah b. Mesud, Enes b. Malik[488] Ebu Vail,[489] Ata, Hasan, Said b. Cübeyr, İkrime, Nehai, Ebu Salih, Zühri, Zeyd b. Eşlem, Muhammed b. Ka'b, Süddi, Ka­tade ve Dahhak da rivayet ettiler."[490]

İbn Ebu Hatim,

"Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha üstün kar­şılık verilir.

Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, an­cak yaptıkları kadar ceza görürler" (Kasas: 28/84)

ayeti kerimesi ile ilgili olarak isnadı[491] ile beraber Süddi'den şöyle rivayet etti.

"Kim bir kötülük işlerse, bunun cezası, tüm günahlarda, misli iledir. Hesab gününde, her iyilik karşılığında on günah silinir. Eğer bir tek iyilik kalırsa, o da ona katılır ve bunun­la cenenete girer. Fakat her iyiliğe karşı on günah atıldıktan sonra da, yine de günahı sevabından çok olursa kişi cehen­neme girer. Ancak Allah (c.c)'ın affetmesi hariç"[492]

Sevapların on misli ve yediyüz katı ile değerlendiril­mesi hususu ibn Abbas,[493] Ebu Hureyre[494] ve Ebu Zerr'in[495] rivayet ettiği sahih hadislerle sabittir. Bu aynı zamanda kişinin işlediği günahın ancak misli ile cezalandırıldığı, iyiliğe niyet etmenin sevap olarak yazıldığını, kötülüğe ni­yet ise, o kötülük işlenmedikçe yazılmadığını, kötülüğün artırılmaksızın sadece aynı ile yazıldığını ve kişi işlemeye ni­yet ettiği kötülüğü sırf Allah korkusundan dolayı terkettiği takdirde ona da bir sevap yazıldığını öğreniyoruz.

Bu tafdil birçok amel için zikredilmiştir. Abdullah b. Amr'ın[496] hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Her aydan üç gün oruç tut. Bu tüm yılı oruçlu geçir­mek gibidir. İyilikler on katı ile ölçülür"[497]

Başka bir hadiste de şöyle buyurdu:

"Sabır ayı ve her aydan üç gün oruç, tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir"[498]

Ve yine başka bir hadiste:

"Kim Ramazan'ı tutar sonra da bunun peşine şevval ayında altı gün oruç tutarsa, tüm yılı oruçlu geçirmiş gi­bi olur. İyilik on katı ile değerlendirilir."[499]

Zira otuz gün Ramazan artı altı gün şevval orucu on ile çarpıldığına 360 güne tekabül eder ki bu da bir yıldır. Yine aynı şekilde her ay üç gün oruç ta bunun gibidir.

Miraç hadisinde ise beş vakit namazın 50 vakitmiş gibi on katı ile değerlendirileceği vaad edilmiştir.[500]

Sahabe ve tabiinden Ayeti kerimede geçen iyiliğin tev-hid, kötülüğün ise şirk olduğunu rivayet edenler, bu konu­da herhangi bir ihtilaf nakletmemişlerdir. Şu ayeti kerime de buna delildir:

"Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi vardır. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar" (Nemi: 27/89-90)

Çünkü tüm iyilikler tevhidin kapsamı içindedir. "La ilahe illallah "in manası olan tevhid, Allah'a, o'nun emrettiği gibi kulluk etmektir. Yani Allah'ın emriyle, Allah için amel etmektir. Ki Cenabı Hakk şöyle buyurdu:

"Bilakis, muhsinlerden olarak kim yüzünü Allah'a döndürürse onun ecri Rabbisi katındadir. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de onlar üzülürler." (Bakara: 2/112)

Her iyilik tevhidden bir cüzdür ve Allah için ameldendir. Allah'a ibadet tevhidin bir gereğidir ki bunun dalları ile il­gili olarak Cenabı hakk şöyle buyurdu:

"Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir-sözü; kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (ben­zetti) O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kö­tü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan pis bir ağaca benzer." (İbrahim: 14/24-26)

Güzel söz, bir ağaç gibi olan tevhid, ameller ise, tevhid ağacının meyvalarıdır. Tüm güzel ameller "la ilahe illa-lah'ın" birer dallarıdır ve hepsinin karşılığı kat kat verilir. Hatta ameller "La ilahe illallah" sözünün tahakkuk etmesi­dir. Çünkü iman, söz ve amel'dir. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "İman altmış küsur veya yetmiş küsur şubedir. Bunun en yükseği "La ilahe illallah", en düşüğü ise eza veren şeyleri yoldan kaldırmaktır"[501]

İyilik "La ilahe illallah'tır" diyenler, bunun gereği olan diğer iyilikleri dışlamazlar. Bilakis diğer iylikler de buna da­hildir ve tevhid ağacının dallan ve ürünleridirler.

Aynı şekilde kötülük de, Allah'tan başkası için amel iş­lemektir ki bu da şirktir. İnsan mutlaka amel işlemeye ve bir tanrıya kulluk etmeye meyyal olarak yaratılmıştır. Allah için amel, ihlas ve tevhid ile ona bağlanmaktır.

Allah'tan başkası için amel ise, şirktir. Hem Allah, hem-de başkası için amel de şirktir.

Günahların tamamı şirk'ten bir cüzdür ve onun dalları­dır. Günahlar şeytana itaat ve onun izinde yürümektir. Ce­nabı Hakk şöyle buyurdu:

"Ey insanın oğlu! "Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdir" demedim mi? (Bunu size pey­gamberim vasıtasıyla açık seçik bildimedim mi?) Ve dedim mi? sadece bana ibadet ve kulluk ediniz. Çünkü dos­doğru yol budur" (Yasin: 36/60-61)

"Şeytan ise şöyle dedi: "Kuşkusuz daha önce ben, (beni Allah'a) ortak koşmanızı reddettim" (İbrahim: 14/22)

Ebu Hureyre şöyle dedi: "Ebu Bekr es-Sıddık Peygam­ber (s.a.v)'den kendisine sabah-akşam okuyacağı bir dua öğ­retmesini istedi.

"Şöyle söyle" buyurdu.

"Allahim" Ey gaybı ve aşikarı bilen, gökleri ve yeri ya­ratan! Hey her şeyin Rabbi ve yegane sahibi! Senden baş­ka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerri ve şirkinden sana sığınırım"

İşte sabah - akşam bunu söylersin, yattığın zaman da bunu söylersin."

Bu hadisi Ebu Davud[502], Tirmizi[503] ve Nesai[504] Amr b. Asım'dan[505] rivayet ettiler. Tirmizi, Hasen, sahih hadis, de­di.

Fakat insan muvahhid olmakla beraber, bazı günahlar iş­lerse, işlediği günahlar ölçüsünde imanı ve tevhidi eksilmiş olur. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Zina eden, zina ederken, mümin olarak zina et­mez."[506]

Mümin olmayan, muhlis değildir. Çünkü Allah için muh­lis olanlar ancak gerçek müminlerdir.

Buhari, Ebu Salih'den o'da Ehu Hureyre'den rivayet et­tiği hadiste peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Altın, gümüş ve elbise kulu olan kişiler sürünsün, kahrolsun. Böyle menfaat düşkünü kişiye işlediği hayrın bedeli Allah tarafından verilirse memnun olur. Verilmez­se Allah'ın takdirine kızar. Böyle menfaat düşkünü sü­rünsün, hüsrana yuvarlansın, vücuduna diken batsın da cımbızla çıkaran bulunmasın."[507]

Ve yine şöyle buyurdu:

"Kim Allah'tan başkasına yemin ederse, muhakkak ki şirk koşmuştur."[508]

Ve şöyle buyurdu:

"Bu ümmet içinde şirk karıncanın kıpırtısından da­ha gizlidir." Ebu bekir:

"Bundan nasıl kurtuluruz ey Allah'ın elçisi?" dedi. Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"De ki: "Allah'ım! Bildiğim şeyleri sana şirk koş­maktan sana sığınırım, bilmediğim şeyler için de senden bağışlanma dilerim."[509]

Gizli şirk böyle iken, açık şirk halinde durum ne olur? Her şeyden çok Allah'ı seven ve herkesten çok Allah'tan korkan ve o'na bağlanan kişi kendisini büyük şirkten kurtarmış olur.

Küçük şirkten ise, ancak kendini tüm günahlardan koru­yan insanlar kurtarabilirler.

Peygamber (s.a.v)'den şöyle buyurduğu sabit oldu:

"Kim, Allah'tan başka ilah olmadığını bilerek ölür cennete girer"[510] "Kimin son sözü"la ilahe illallah" olursa cennete girer"[511] 

"Kıyamet gününde benim şefaatim ile en çok mutlu olacak olan kimse, kalbinden yahut içinden, ihlaslı ola­rak "La ilahe illallah" diyen kimsedir"[512]

"Allah'tan başka ilah olmadığı ve Benim Allah'ın el­çisi olduğuma şehadet eden birisi, bu ikisinden şüpheye düşmeksizin Allah'a kavuşursa cennete girer"[513]

"Kim, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in o'nun elçisi olduğuna şehadet ederse, Allah ce­hennemi o'na haram kılar"[514]

"Bir kimse, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Mu-hammed'in o'nun elçisi olduğuna tüm kalbiyle doğru ola­rak şehadet ederse, Allah cehennemi o'na haram kı­lar."[515]

Tevhid'in hakikati, ruhun Allah'u Teala'ya incizabıdır. Kim, kalbi ile ihlasla Allah'tan başka ilah olmadığına şeha­det ederse ve bu hal üzere ölürse cennete girer. Çünkü Ma­sı, kişinin kalbini Allah'a çekerek, onu tüm günahlardan tev-be ettirir. Ve eğer bu hal üzere ölürse cennete girer. Peygamber (s.a.v)'den şöyle buyurduğu sabit oldu: "Bu iki papucumla git, bu bostanın arkasında kimi, kalbiyle inararak Allah'tan başka hiç bir ilahın bulun-madığına şehadet getirdiğini bulursan, onu cennet ile müjdele!"[516]

"Bir kimse, Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasulu olduğuma şehadet etmesin ki, o cehen­neme girsin" veya "ona cehennem dokunsun"[517]

"Kullardan hiç kimse yoktur ki: La ilahe illallah, de­sin sonra bunun üzerine ölsün, mutlaka cennete girer. Zi­na yapsa, hırsızlık yapsa dahi. Eğer ölmeden önce tevbe edip, pişmanlık duyar ve La ilahe illallah" derse"[518]

"İki şey vacip oldu: Kim, Allah'a hiç bir şey şirk koş­madan ölürse, cennete girer. Ve kim de Allah'a bir şeyi şirk koşarak ölürse, cehenneme girer."[519]

Tüm bu hadisler, bu kelimeyi söylemek bu kelime üze­rine ölmek kaydıyla gelmiştir.

La ilahe illallah deyip te, kalbinde bir buğday tanesi, veya hardal tanesi veya zerre kadar hayır olan herkesin cehennem­den çıkacağı tevatür yoluyla gelen hadislerle sabittir.[520] Yi­ne bu hadislere göre: La ilahe illallah diyenlerin çoğu veya onlardan bir çoğu cehenneme girecekler sonra oradan çıka­caklardır.

"La ilahe illallah" diyen ve Allah'tan başka ilah olmadı­ğına, Muhammed (s.a.v)'in o'nun elçisi olduğuna şehadet eden kimseye cehennemin haram olduğu yine tevatür yoluy­la gelen hadislerle sabittir.

Fakat bu hadisler, ihlas, yakin ve bu kelime üzerine öl­mek gibi ağır kayıtlarla gelmişlerdir.

Fakat bu kelimeyi (yani tevhidi) söyleyenlerin çoğu ih­las ve yakin'i bilmemektedirler. Bu insanların ölüm anında fitneye düşmesinden korkulur.

Yine bu kelimeyi söyleyenlerin çoğu, .bu kelimeyi taklit ve adet olarak söylemektedirler, dolayısıyla bu kelime on­ların kalplerine iman girdirmemektedir.

Ölüm esnasında ve kabirde fitneye düşenlerin çoğu sa­hih hadiste de geldiği gibi bu tür insanlardır:

"Bilmiyorum, der. İnsanlarını öyle dediğini duydum

ben de öyle söyledim."[521]

Bu tür insanların işi hep taklit ve kendileri gibilerine uymaktır. Cenab'ı Hakk'ın şu kavline en yakın bu insanlar­dır:

"Biz babalarımızı bir din üzerine bulduk, biz de on­ların izlerine uyarız, dediler" (Zuhruf: 43/23) Bu konuda Peygamber (s.a.v)'den şöyle rivayet edil­miştir:

"Dünyayı ahirete tercih etmedikleri sürece La ilahe il­lallah ile savunulmaya devam ederler. Ancak dünyayı ahirete tercih ettikleri zaman Allah onlara cevap vere­rek şöyle buyurur: Yalan söylüyorsunuz. Siz bu keli­menin ehlinden değilsiniz"[522]

Bu konu başka yerlerde ayrıntısıyla ele alınmıştır. O halde bu konuda varid olan hadisler arasında bir çelişki yoktur. Kişi tevhid kelimesini ihlas ve yakin ile söylediği ve bu hal üzere öldüğü zaman, günahlarının sevaplarından da­ha çok olması mümkün değildir. Bilakis bu durumda sevap­ları daha çok olduğundan cehenneme girmekten kurtulur. Çünkü bu kelimeyi tam bir ihlas ve yakin ile söyleyen müs-lümanın, ısrarla günah işlemesi mümkün değildir. İhlas ve yakinin kemali, Allah'ı her şeyden daha çok sevmesini ve herkesten çok Allah'tan korkmasını gerektirir. Hali böyle olan kişinin kalbinde, Allah'ın haram kıldığına muhabbet bu­lunamayacağı gibi yine Allah'ın emrettiği şeylere karşı hoşnutsuzluk olamaz.

Her ne kadar bazı günahları olsa da tevhid ehline cehen­nemi haram kılan husus budur.

İşte bu iman, tevhid, ihlas, muhabbet, yakin ve kerahet gündüzün geceyi silmesi gibi, sahibinde silinmemiş günah bırakmazlar.

Bu kelimenin kemal ile söylenmesi büyük ve küçük şir­ke engeldir. Böyle bir insan, aslında günah üzere ısrarcı da değildir. Dolayısıyla bu kişi bağışlanır ve cehennemden kurtulur.

Kişi eğer bu kelimeyi sadece büyük şirkten kurtulacak şe­kilde söyleyip, sonra da bunu bozucu davranışlardan sakı­nırsa, bu durumda iyilik tarafı, günah tarafından daha ağır basar ve yine cehennemden kurtulur. Fakat derecesi az olur. Aynen bitaka (kimlik)[523] hadisinde geçtiği gibi.

Fakat günahları iyiliklerine galip gelen ve bu hal üzere ölenler, kendilerini büyük şirkten kurtaran "La ilahe illallah" kelimesini söyleseler de, cehenneme girerler. Bu insan "La ilahe illallah' demiş fakat bu kelime üzerine ölmemiştir. Bi­lakis bu kelimeyi söylemiş ve daha sonra günahlara dalarak, bu iyiliğini gölgelemiştir. Bu kelimeyi ihlas ve yakin ile söy­lediği zaman, iyilik tarafı daha ağırdı, eğer bu hal üzere öl­seydi cennete girerdi.

Fakat o, bu hal üzerine ölmeden önce günahlara dalarak, günah yükünü artırdı. Küçük ve büyük şirke engel olacak ih­las ve yakin ile kelimeyi tevhidi söylemedi. Bilakis küçük şirk üzere kalmaya devam etti. Küçük şirkine günahları da eklenince, günahı sevabını geçti. Çünkü günahlar, iman ve yakini zayıflatır. Bu nedenle "La ilahe illallah" sözü de za­yıflar ve kalpteki ihlas uçup gider. Ondan sonra kişi kelime­yi tevhidi milyonlarca kere söylese bile, bu onda hiçbir et­ki meydana getirmez. Bunun durumu aynı alay eden veya uyuyan veya hiçbir şey anlamadan güzel sesiyle Kur'an okuyanın durumu gibidir.

Bu tür insanlar kelimeyi tevhidi tam bir sıdk ve yakin ile söylemezler. Bilakis bu kelimeyi söyledikten sonra, gü­nahlara dalarak, bu zayıf, sıdk ve yakini hepten yok ederler. İhlassızca söylenmiş kelimeyi tevhid ve günahlar yığını üzere ölürlerse cehenneme girerler. Bu kelimeyi yakin ve tam bir doğruluk ile söyleyen kişi, ya günahlarda ısrarcı de­ğildir veya sıdk ve yakın ile söylediği tevhid kelimesi iyi­liklerine eklenerek, sevap tarafının ağır basmasını sağlar. Cehenneme girenler mutlaka şu iki şarttan birini kaybet­mişleridir: Onlar bu kelimeyi ya günahlara veya günahların baskın çıkmasına engel olacak kadar sıdk ve yakin ile söy­lememişler veya söyledikleri halde daha sonra günah batak­lığına dalmışlar ve günahları ilk sıdk ve ihlaslarını zayıflat­tığından daha sonra, günahlarını giderecek veya sevapları­nı üstün getirecek aynı sıdk ve yakin ile söyleyememişlerdir.

"Kim bir iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı var­dır" (En'am: 6/160)

"Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar" (Neml: 27/89)

buyrukları ile ilgili selefin sözü daha önce de geçtiği gi­bi "La ilahe illallah" sözüdür. Rasulullah (s.a.v)'ın de beyan ettiği gibi, bu kelimeyi doğruluk ve yakin ile söyleyip, bu hal üzere ölürseler cennete gireceklerdir. Bu farzları yerine ge­tirmek ve sevapların günahlara ağır gelmesi ile olur.

İnsanı yüzü koyun cehenneme sürükleyen günah ise şirk'tir. Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. İki vacip hadisinde geçtiği gibi.

"Kim şirk koşmadan ölürse cennete girer. Kim de Allah'a birşeyi şirk koşarsa cehenneme girer."[524]

İnsanların çoğu veya birçoğu önce iman ve tevhide gir­diği halde, sonra günahlara dalarak, kalbini kirletir ve onu şirk ve nifağa açık hale getirir.

Şirk iki kısımdır: Büyük ve küçük şirk.

Kim kendisini bu ikisinden de kurtarırsa cennet ona va­cip olur. Kim de büyük şirk üzere ölürse ona da cehennem vacip olur. Kim kendisini büyük şirkten kurtardığı halde, ba­zı küçük şirk çeşitleri işler, bununla beraber sevapları ağır basarsa, cennete girer.

Kul, işlediği şirk büyük veya küçük olmakla beraber çok ise cezalandırılır. İhlas'la beraber az miktarda küçük şirk, azabı gerektirmez. Büyük şirk ve günahların ağır bas­masına neden olan küçük şirkten korunan insan kurtulmuş­tur.

"Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü ken­disini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemlik­tir. Onlar orada devamlı kalırlar.(Bakara: 2/81) ayeti kerimesine gelince:

Ebul Ferec b. Cevzi şöyle dedi:

"Burada kötülük, şirk'tir. İbn Abbas, İkrime, Ebu Vail,[525] Ebu'l Aliye, Mücahid, Katade ve Mukatil[526] de böyle de­mişlerdir."[527]

Bu son sözün, tevhid ehlinin ebediyen cehennemde kal­masını gerektirdiğine inanması nedeniyle bu konuda herhan­gi bir hilaf zikretmemiştir. Fakat bu ehli sünnetin görüşü de­ğildir.

"Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktir. Rab-lerine bakacaklardır." (Kıyamet: 75/22-23)

ayeti kerimesini "Rabbinin sevabına bakacaklardır" şek­linde tefsir edilmesinden yüz çevirdiği gibi, bundan da yüz çevirmiştir.[528]

Aynı şekilde Beğavi de tefsirinde bu görüşten yüz çevir­miştir.[529]

"Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü ken­disini çepeçevre kuşatırsa..." (Bakara: 2/81)

ayeti kerimesinin tefsirinde Beğavi şöyle dedi:

"Yani, şirk."

Kuşatma: Bir şeyin etrafını sarmak ve kuşatmak demek­tir. İbn Abbas, Ata, Dahhak, Ebul Aliye, Rebii[530] ve başka­ları "Bu kişinin şirk halinin üzerine ölmesidir," dedi.

Kötülük, büyük günah, kuşatılması ise; kişinin günahla­ra devam etmesi ve tevbe etmeden ölmesidir, de denildi. Bu görüşü ikrime ve Rebii b. Haysem[531] dile getirdiler.

Mucahid de şöyle dedi: Bu her günah işlemesi ile, kalbin kararması ve günah ile kuşatılmasıdır, Kelbi[532] ise, kişinin günahları yüzünden helak olmasıdır, dedi."

Ben derim ki (İbn Teymiyye):

Bu konuda selefin görüşlerini zikretmek, müteahhirin gö­rüşlerini zikretmekten daha evladır. Şayet selefin görüşün­de, bir zaaf sözkonusu olursa, bu zaaf delilleri ile ortaya ko­nur ve zayıf olduğu açıklanır.

Yoksa Bidat ehlinin bazı sözlerine uygun düşüyor diye, selefin görüşlerinden yüz çevrilemez.

Bazıları seleften, vahiy yazıcısının bu ayeti kerimenin ya­zımında hata ettiğini rivayet ettiler.

Aynı iddialar şu ayeti kerimeler için de yapılmıştır:

"Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana, ba­banıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti."

(İsra: 17/23)

Bazıları bu ayeti kerimedeki (Ve kada rabbuke) ifadesi­nin aslında (Ve vassa Rabbuke) olduğunu rivayet ettiler.[533]

"Hani Allah peygamberlerden söz almıştı" (AI-i imran: 3/81)

kavli ilahisinde "ehl-i kitab'm sözü olarak" rivayet etmiş­lerdi ki Abdullah b. Mesud'un da kıraati böyledir.[534]

Bazıları hata ile, birçok kıraati bu şeklide inkar etmişler­dir. Fakat tevatür ol hıktan sonra kim kur'an'dan birşey in­kar ederse, önce tevbeye çağrılır. Tevbe etmediği taktirde öl­dürülür.

Fakat onun katında tevatürü sabit olmamış ise, tevbeye davet edilmez, bu konuda ona açıklayıcı bilgiler verilir. Keza, hadislerin hilafına geldiği fıkhi, tasavvufi ve itikadi sözler de böyledir.

Aynı "Allah görülmez" diyenin sözünde olduğu gibi.[535]

Bu ayeti kejrime (Bakara: 2/81) ile ilgili her ne kadar se­leften mezkur kimselerin aynı kafirler gibi cehennemde ebedi kalacakları rivayet edilmiş ve de, ayette buna dair her­hangi bir delil yoktur. Cenabı Hak, ayeti kerimede "O kim­seler cehenriemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar" buyur­du, "ebediyete kadar" buyurmadı.

İbn Ebi Hatim bu ayetle ilgili ihtilafı zikretmesine rağ­men, ru'yet[536] ve "Çağlar boyu kalırlar"[537] ayeti kerimesi ile ilgili ihtilafları zikretmedi. Ancak büyük imam ve alim­lerden Abd b. Humeyd[538] bunlarla ilgili selefin görüşleri­ni zikretti. İşte doğru ve ilmi olan da onun tutumudur.

Abdurrahman b. Mehdi[539] şöyle dedi: "İlim ehli lehleri­ne ve aleyhlerine olan herşeyi yazarlar. Heva ehli ise sade­ce lehlerine olan şeyleri yazarlar"

İbn Ebu Hatim, (sena) Ebu Said el-Eşec, (sena) Abdul-hamid el-Hammani,[540] (sena) Naddar el-Hazzar,[541] (an) İk-rime, (an) ibn Abbas: senedi ile, "Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..."

şirk'tir, diye rivayet etti.

Ebu Muhammed şöyle dedi:[542] Bu söz aynı şekilde Ebu Vail, Ebu Aliye, Mücahid, Ata, Katade, Hasan, Rebii b. Enes ve İkrime'den de rivayet edildi; dedi:

Hasan'dan başka bir söz daha rivayet edildi.

Hasan: Kötülük; Büyük günahlardır, dedi.[543] Süddi'den de benzer bir söz rivayet edildi.

Mücahid de şöyle dedi: "Kalbini kuşatmıştır"

İbn İshak'ın rivayetinden ibn Abbas'dan buna benzer bir söz rivayet edilmiştir. İbn İshak'ın Muhammed b. Ebu Muhammed'den,[544] O'nun da Said b. Cübeyr veya İkri­me'den rivayet ettiğine göre İbn Abbas: "Onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..." kavli ile ilgili şöyle dedi:

Kim sizin gibi amel işler, sonra sizin küfrünüz gibi kü­für işler ve hiçbir iyiliği bulunmadığı halde bu küfrü onu çe­peçevre kuşatırsa bu ayetin kapsamına girer."

İbn Hatim şu isnatla rivayet etti: "(sena) Abdullah b. İs­mail el-Bağdadi,[545] (sena) Süreye b. Yunus,.[546] (sena) Yah­ya b. Ebu Bekr,[547] (an) Ebu Bekr b Ayyaş[548] (an) Yahya b. Eyyub,[549] (an) Ebu Zera, (an) Ebu Hureyre: "Onun kötülü­ğü kendisini çepeçevre kuşatırsa" yani"şirki kendisini ku­şatırsa" demektir.

İbn Ebu Hatem şöyle dedi: "Bu konuda üç ayrı görüş ri­vayet edilmiştir:

1- Yukarıda rivayet ettiğimiz görüş ki Ebu Vail, Ata, ve Abbad b. Mansur'un[550] rivayetine göre Hasan'ın da gö­rüşleri budur.

2- Ebu Said el-Eşec ve Ahmed b. Sinan,[551] Ebu Yahya el-Hammani, o da A'maş,[552] O'da Ebu Rezin[553], O'da Re-bi b. Haysem'den şöyle rivayet etti: "Onun kötülüğü kendi­sini çepeçevre kuşatırsa" yani, Tevbe etmeden günahları üze­re ölen kimse, dedi.

Süddi, Ebu Rezin ve A'maş'dan da benzer sözler rivayet edildi."

3- (İbn Ebu Hatem), Ebu Cafer er Razi[554] yoluyla Rebi b. Enes, o da Ebu Aliye'den şöyle rivayet etti.

"Cehennemi gerektirecek büyük günah"

İbn Ebu Hatem şöyle devam etti: Mücahid, Katade, Re­bi b. Enes ve Selame b. Miskin'in[555] rivayetinde Hasan'dan da buna benzer sözler rivayet edilmiştir.[556]

Ben[557] derim ki: Büyük günahlar işleyenleri bu vaide dahil görenler, onların bir daha da cehennemden çıkmaya­cağına dair herhangi birşey söylemiş değillerdir.

Bilakis bu görüş sahiplerinden birisi olan Hasan el-Bas-ri, Enes b. Malik'in peygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği şefaat hadisini ve kalbinde zerre miktarı iman bulunanların cehennemden çıkacağına dair hadisi, sahiheyn'de o rivayet etmiştir.[558]

Bu durumda "İşte o kimseler cehennemliktir. Onlar ora­da devamlı kalırlar." kavl-i ilahisi, günahlar miktarınca ka­lıp, sonra cehnenmden çıkarlar, manasındadır.

Burada "ebediyen" kelimesi geçmemektedir. Dolayısıy­la ehli tevhid'den günah sahipleri günahları kadar cehennem­de kaldıktan sonra, oradan çıkacaklardır.

Günahkarlar için ebedi cehennem bildiren bazı naslardan biri de şu hadistir:

"Kim bir dağdan atlamak suretiyle canına kıyarsa, ce­hennem ateşinde de ebediyyen dağda yuvarlanıp dura­caktır. Kim kendini zehirleyerek canına kıyarsa, cehennemde de eline bir zehir verilip orada kendisini ebediy-yen zehirleyip duracaktır. Kim kendisini bir demir par­çasıyla öldürüp intihar ederse, ebedi olarak elindeki de­miri cehennemde de karnına saplayıp duracaktır."[559]

Tevhid ehlinin ebedi cehennemde kalması ile müşrikle­rin cehennemde ebedi kalması arasındaki farkı bir başka yer­de ayrıntılı olarak ele alıp tevhid ehlinin sonunda cehennem­den şefaat v.s ile çıkaracağını, müşriklerin ise cehennemde ebedi kalacaklarını açıkladım.

Cehennem ateşi'nin sönmesi ile beraber, onların orada kalmaya devam etmeleri konusunda bir başka yerde de açıkladığımız gibi iki ayrı görüş vardır. Cehmiyye[560] ve Hüzeyliye'nin[561] dediği gibi cennet ve cehennem fani ola­cak mıdır, yoksa ebedi olarak kalacak mıdırlar veya selef ve haleften bir taifenin dediği gibi cennet kalacak, cehennem son bulacak mıdır? Bunlar üzerinde ihtilaf edilmiştir.[562]

Bu ayeti kerimede "kötülük" denildi ve kötülüğün "ken­disini çepeçevre kuşatması" kaydı konuldu. Küçük günah­lar işlediği halde ölen kimsenin sürekli cehennemde kalma­yacağı konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Daha önce söz­lerini aktardığımız tüm alimler kötülüğü şirk ve cehennemi gerektirecek büyük günahla tefsir etmişlerdir. Dolayısıyla küçük günahlar, kesinlikle bu ayetin kapsamı dışındadır.

Kötülük kazanmak ve "Kötülüğün kendisini çepeçevre kuşatması" Çünkü Hak Teala şöyle buyurmuş idi: "Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepe­çevre kuşatırsa" kötülüğün kişiyi kuşatması iki şeyi gerek­tirmektedir.            ,

1- Cehennemi gerektirecek büyük günah olmasını. Bazı kıraatler de "Hatietuhu"kelimesi "Hatiatuhu" şek­linde çoğul okumuştur.[563]

2- Tevbe etmeksizin kötülük üzerine ölmesi. İnsan günah­ların en büyüğü olan şirkten tevbe etmesi durumunda dahi, Allah'ın bağışlamasına mazhar olurken, küçük günahları çokça işlemesi, bu vaidi gerektirmez. Şunu da belirtelim ki kötülüğün kuşatması, en büyük günahı ve bunun üzerine öl­meyi de kapsamaktadır.

Selef, ayeti her ikisi ile de tefsir etmiştir. Çoğunluk ise, "Kötülük üzerine ölmek yani şirk veya büyük günahlar üze­rine ölmek ile tefsir etmişlerdir.

Daha önce de geçtiği gibi Mücahid şöyle dedi:

"Bu (yani ayette geçen kötülük) kalbi kuşatan günahtır. Kişi her günah işledikçe kalbi kötülük ile kuşatılır"

Mücahid'in bu tefsiri geçerli doğru bir açıklamadır.

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. O günahtan elini çekip tevbe ve istiğfar et­tiği zaman, o nokta silinir ve kalbi yine parlar. Aynı gü­nahı tekrar işlerse o siyahlık artar. Nihayet tüm kalbi­ni kaplar. İşte Allahu Teala'nın: "Hayır, bilakis kalpler­inde kazandıkları günah, yer etmiş ve pas (iz) bırak-mıştır"(Mutaffîfin: 83/14) kavlindeki "pas" budur."

Tirmizi ve diğerleri rivayet etmişlerdir.[564] Hadis, sahihtir.

Kalbi kaplayan bu şey, Rin, Tab, Hatm, Kıfl ve daha baş­ka şeyler ile isimlendirilir.

Bu, kişinin günahlarda ısrar etmesi ve günahlarına tev-be etmemesi halidir. İbn Saib'in "Günahlarının onu helak et­mesi" sözü de bu anlamdadır.

Günahların kendisini kaplaması: Kişinin içinden çıka­mayacağı derecede günah bataklığına saplanması demektir ki, günahlarda ısrar edip, tevbe etmeden ölenlerin hali böy­ledir.

"Sen yalnız Kur'an'la nasihat et ki, hiç bir kimse ka­zandığı (günah) yüzünden helaka sürüklenmesin." (En'am: 6/70)

buyurulmaktadır. Günahlar, sahibi için bir bağ ve hapis ve tevhid fezasında dolaşmaya engeldir. Günahlar hem bu dünyada hapis ve helak, hem de ahirette hapis ve helak

üzerinedir.

Ebu'l Ali el-Farisi[565] şöyle dedi: "Ayetin anlamı ya; kötülükleri iyiliklerini kuşatarak yok etti, ki bu durumda bu­radaki anlam şu kavli ilahiler ile aynı anlamdadır:

"Çünkü cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır" (Tevbe: 9/49)

"...Onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır." (Kehf: 19/29)

Veya "kuşatmıştır"; helak etmiştir anlamında olabilir ki bu durumda da. Şu kavli ilahi ile aynı anlamdadır.

"Etrafınızın kuşatılması hariç..." (Yusuf: 12/66)[566] Ben derim ki: Selef, her iki manayı da zikretmiştir:

Her iki mana da birbirini telazüm etmektedir.

"Kendisini çepeçevre kuşattı" ifadesi kuşatan şey ile beraber onun makhur ve mağlub olduğuna delalet eder. Fa­kat helaki, maddenin hususiyetinden bilinir. Onu kuşatan şeyler günahları olduğuna göre, bu onun helak olarak ölme­sine neden olur. Bunun manası, günahları onu helak etti, de denilmiştir.

Yusuf süresindeki: "Etrafınızın kuşatılması hariç" ifadesinin "Hepinizin helak olması hariç"[567] anlamındadır, denildiği gibi "Ancak sizin ile onun arasına girilmesi ve böy­lece onu getirmenize engel olunması hariç" anlamındadır da denilmiştir.[568]

Arap dilinde: O'nu düşman kuşattı, o kuşatıldı, Borçlar onu kuşattı gibi deyimlerin hepsi istila ve kahr anlamında kullanılır.

Kişi günahlarından çıkmaya bir yol bulamıyorsa hata veya hatalar onu kuşatarak azaba sürüklemiştir demektir.

Bunu açıklığa kavuşturduktan sonra bir başka hususa geçelim:

Bunun büyük günahlarla tefsiri, büyük günah sahibi mutlak olarak azaba müstehaktır, şeklindeki görüşü anım­satmaktadır.

Bu görüşü dile getiren seleften bazıları, bu kişilerin şe­faat veya başka bir şeyle.azaptan hiç kurtulmayacaklarına dair herhangi bir şey söylemediler. Fakat ehli sünnete mün-tesip görünen bazıları şöyle dediler: Büyük günahlar işleme­ye devam edenler mutlak olarak azaba müstehaktırlar.

Bunlar büyük günah işlemeye devam edenlere fasık adı­nı verirler.

Hariciye ve Mutezile'den de bazıları aynı görüşü dile getirerek, büyük günah sahiplerinin ne şefaat ne de başka bir şey ile cehhennemden çıkamayacaklarını söylemektedir­ler.[569]

Fakat çoğunluk bu görüşün hilafını savunmaktadır. Ce­nabı Hakk, kulun iyiliklerini ve kötülüklerini tartacaktır ve bazen kötülükleri tarafında büyük günahlar bulunmasına rağmen iyilikleri ağır basacak, bazen de büyük günahları ol­mamasına rağmen kötülükleri ağır basacaktır.

Kitab ve sünnetin nassları da buna delalet etmektedir:

"O gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir."

(A'raf: 7/8)

Büyük günah sahibi olan ve terazide günahları ağır ba­sanların bağışlanmaları mümkün olduğu gibi, büyük gü­nahları bulunmayan ve terazide sevapları daha ağır basan kimselerin azaba uğratılmaları da mümkündür.

Zikrettiğimiz bu üç görüş te meşhurdur fakat en doğru olanı vasat olanıdır.

Bu kavle göre, Mücahid, İbn Saib ve diğerlerinin tefsi-rindeki kötülük, içinde şirk bulunan kötülüktür. Hataların ku­şatması ise, kötülüklerin iyiliklerden daha çok olması ve ki­şinin bu hal üzere ölmesidir.

Bu kavi üzerine "hulud" devamlı kalma mücmeldir.

Şirk ehlinin devamlı kalması ayrı, kıble ehlinin devam­lı kalması ayrıdır. Ki nebevi nasları her ikisini de tefsir et­miştir.

Çoğunluğun tefsirine göre "kötülük" şirktir. Sözlerin en uygunu da budur. Çünkü cenabı hakkı kazanma/etme lafzı ile" kuşatma lafzını birbirinden ayırarak şöyle buyurdu:

"Hayır! Kim bir kötülük eder de onun kötülüğü ken­disini çepeçevre kuşatırsa..."

Eğer böyle olmasaydı, bu iki lafzın birbirinden ayrı ol­masına gerek kalmazdı. O halde "kötülük"ten maksat şirk'tir. Müşriğin şirkten başka da hataları da vardır ve burada ha­talarının onu kuşattığı ve bundan O'nun tevbe etmediği bil­dirilmektedir.

O halde ayeti kerimedeki ebedilik, kafirlerin, ebediliği­dir ve bu nedenledir ki müminlerin ebediliğiyle kıyaslanmış-tır.

"İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cen­netliktirler. Onlar orada devamlı kalacaklar." (Bakara: 2/82)

Aynı şekilde ayeti kerimedeki "seyyie /kötülük" kelime­si nekredir. Ve ititfak ile bu seyyiat cinsi değildir. Kişi kü­çük günahlar işlemeye devam ettiği halde iman ve güzel amelleri bulunursa kitab, sünnet ve icma ile bu vaide müs-tehak değildir.

Yine şeyyie lafzı Kur'an'da başka yerlerde de şirk ma­nasında kullanıldı.[570]

Ve yine "seyyie" kelimesi, kötü hal ve kötü mekan anla­mına da gelir.

Bunun benzeri şu kavli ilahidir:

"Onlardan bir kısmı da. "Ey Rabbimiz! Bize dünya­da bir iyilik, ahirette de bir iyilik ver." (Bakara: 2/201)

Buradaki iyilik herhangi bir iyilik değil, tüm iyilik ve ha­yırlardır.

"Seyyie" lafzı sıfat olabildiği gibi bazen de vasıflıktan is-miyeye intikal eder. (Sayii)'den maduldür. Lazım ve müteaddi olarak kullanılır ve "sae hazul emr" ve "hüve seyyiun" denilir. Kabiha ve hüve kabih, habise fehuve habis denilme­si gibi. Bu nedenle hasene/iyiliğin mukabilinde söylenir.

Bazen: "Saeni haza'l emr" ve "haza mimma yesuu füla-na" denilir ki, bu şu ayetlerin ifadeleri ile aynı anlama gel­mektedir:

"Yüzünüzü kuru etsinler.." (İsra: 17/7)

"İnkar edenlerin yüzleri kararacak"   (Mülk: 67/28) "Elçilerimiz Lut'a gelince, onların yüzünde üzüldü (sie binim),.." (Hud: 11/77)

Seyyie/kötülük, hadi zatında çirkinliğin ta kendisidir ve iyiliğin sahibine mutluluk ve iyilik vermesi gibi, mutlak kö­tülük küfüfdür ki bu durumda kötülük vasfı, onun için lazım­dır yani o haddi zatında çirkinliğin ta kendisidir. Ancak küfür dışındaki kötülükler, bağışlanabilir ve dolayısıyla sa­hibine zararı dokunmayabilir.

"Kötülüğü kendisini çepeçevre kuşattı" denilmesi kötü­lüğün sahibine zarar verdiği ve onu kuşattığı dolayısıyla ne başka iyiliklerde bundan çıkmanın mümkün olmadığı anla­şılmaktadır. Tevbe ve iman dışında hiçbir iyilik küfre mu­kabil değildir.

Cenabı Hakk bir başka ayeti kerimede şöyle buyurdu: "Güzel amel edenlere daha güzel mükafaat (cennet), bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz bula­şır ne de bir horluk. İşte onlar cennet ehlidirler. Ve on­lar orada ebedi kalacaklardır.

Kötü amel kazananlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları bir de zillet kaplayacaktır. Onları Al­lah'tan koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüşlerdir. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi kala­caklardır."(Yunus: 10/26-27) İbn Abbas şöyle dedi: "Onlar şirk işlemişlerdir."[571] Çünkü Hakk Teala, Onların sadece kötülükler işlediklerini be­lirtmiştir. Eğer mü'min olsalardı, onların sadece kötülükle­ri değil, iyilik ve kötülükleri olurdu.

Yine bu ayeti kerimede de "ve kötülük eder" denilmiş­tir, ve iyilik zikredilmemiştir. Cenabı Hakk, kimseye zerre kadar dahi, zulmetmez, Bu ifadenin kullanılmış olması or­tada kötülükle beraber iyiliğin bulunmadığını gösterir ki, an­cak küfür kötülüğü böyle olur.

Lut kavmi içinde şöyle buyuruldu:

"Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar." (Hud: 11/78)

Lut kavmi birçok yönden kafir idiler:

Fuhuşu meşru ve helal kabul etmeleri cihetiyle şirk cihe-tiyle. Ve Peygamberleri yalanlamaları cihetiyle.

Onlar tüm bu küfürleri işlediler. Şirk ve yalanlama ba­kımından, diğer müşrik kavimlerle aynı olmakla beraber, fuhşu helal kabul etme hususiyeti ile diğerlerinden ayrı bir özelliğe sahip idiler.

Dolayısıyla, başkalarının cezalandırılmadığı bir biçim­de, özel bir ceza ile helak edildiler. Tevrat ve Kur'an'ın fu-huşa uyguladığı recm cezası ile yani taşlanarak öldürüldü­ler.

Aynı şekilde: Mutad olanın ötesinde işlenen suçlar için-fülan skandal işledi veya helak edici suç, büyük günah işle­di gibi ifadeler kullanılır.

Şeyyie/kötülük kelimesi de umumi veya giderilmesi mümkün olmayan ve sahibini helaka sürükleyen anlamında mutlak anlamda olabilir ki bu küfürdür.

Umum iki çeşittir: Efradını toplayan umum ve cüzleri için bütün olan umum.

Bunun için şöyle bir örnek verebiliriz:

Fulana ihsan ve ikram -et" denildiğinde burada fiil nek­re halindedir ve bu fiilin muktazası "ona ihsan et" demektir. Yani ona sadece bir çeşit iyilik ve ihsan değil, mutlak ola­rak ihtiyaç duyduğu tüm iyilik ve ihsanları yap demektir.

"Güzel amel edenlere daha güzel mükafat (cennet), birde fazlası vardır" kavli ilahisindeki güzel amel, mutlak olarak emrolunan herşeyi kapsadığı gibi, kötülük de, yasak­lananları kapsar, ve kötülüğün başı olan şirk de bu kapsama girer. Aynen iyiliklerin başı olan imanın ihsanın kapsamı­na girmesi gibi. Ve yine şu ayeti kerimede bu şekilde tefsir

edilmiştir:

"Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar, (onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını gör­mektesiniz!" (denilir)" (Neml: 27/89-90)

Selef: Kötülük şirk'tir derken diğer günahların kötülük kapsamından çıkarılmasını murad etmemiştir. Başta şirk olmak üzere, tüm günahlar kötülüğe dahildir.

Bu nedenle "Ehatat bihi hatietühu" ve bir başka rivayet-tede "Hatiatuhu" yani "hataları/günahları onu kuşatırsa" buyrulmuştur.

Allah Subbanehu ve Teala daha iyi bilir. [572]

 

 



[1] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 3.

[2] Hutbetul Hace' ismiyle meşhur olan bu duayı cuma, nikah vesa-ir konuşmalarında okuyan Rasulullah (s.a.v) bizzat sahabelerine öğretmistir. Bu hadisi Abdullah b. Mesud (r.a)'dan şunlar tahric etmişlerdir.

Ahmed : 1/392, 393, 432, Ebu Davud: 2/591 -592, İbn Mace: 1/609-610, Tirmizi: 3/413-414, Nesai: 6/89. Hadis sahihtir.

[3] Abdullah b. Reşik el - mağribi. İbn Teymiyre'nın eserlerini yazar­dı. Dindar, alim ve abid bir şahıstı. Aile sahibi idi ve insanlara borçlan vardı.

[4] Menakıb Şeyhu'l islam s: 21-22, ibn Abdulhadi.

[5] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 3-8.

[6] el-Kamil fi't Tarih: 9/330

[7] el- Kamil fi't Tarih: 9/330

[8] el-Bidaye ve'n Nihaye (ibn Kesir) 13/91.

[9] Hakkında bilgi için Tarih ibn Verdi 3/430 ve el- Bidaye ve'n Nihaye 13/354

[10] el-Bidaye ve'n Nihaye 13/338.

[11] Barbarlığı ile meşhur Tatar hükümdarı. Ülkeleri yıktı, yağmala­dı, halkı köleleştirdi. 624'de öldü. Hakkında bilgi için Siyerül A'lam (Ze-hebi) 22/243-244. sh. bakınız.

[12] Bidaye ve'n Nihaye 13/90.

[13] El- Kamil fi't-Tarih: 9/329-330

[14] Abdulah b. El Müstansır billah. Irak'daki son Abbasi halifesi.

[15] el- Bidaye ve'n Nihaye 13/216

[16] Harran: Türkiye'nin Güneydoğusunda bulunan eski bir yerleşim alanı. Urfa kentine bağlı bir ilçe. Tatar yıkımından sonra tekrar eski mamur hale getirilmiştir.

[17] el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/8

[18] Sultan Nasır Muhammed Kalavan b. Abdullah es- Salihi 745'de vefat etti. El-Bidaye ve'n nihaye: 14/202, Şuzurutuz zeheb: 6/134.

[19] el- Bidaye ve'n Nihaye : 14/17.

[20] el- E'lamu'l Uliyye (Bezzar) sh. 67

[21] el- Bidaye ve'n Nihaye: 14/24-28.

[22] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 9-13.

[23] El-Bidaye ve'n-nihaye: 14/20.

[24] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 14-15.

[25] Yusuf b. Abdurrahman b. Yusuf Ebu'l Haccac el- Mezi Mu-haddislerin şeyhi. Büyük hadis hafızı zamanın da imamı. "Tehzibul Ke­mal fi Esmai'l Rical ""Tuhfetu'l Eşraf bi marifeti'l Atraf" gibi değerli eserleri vardır. Hicri 742 yılında vefat etti. bkz. el- Bidaye ve'n Nihaye 14/203 Mucemu'ş Şuyuh (Zehebi) 2/384-390, Şuzuratu'z zeheb 6/137.

[26] Yahya b. Şeref en-Nevevi. zamanının büyük muhaddis ve faki-hi. "et- Tibyan fi Adab Cümleti'l Kur'an ve "Şerh Sahihi Müslim" gibi eserleri vardır. 676 yılında vefat etti. bkz: el-Bidaye ve'n Nihaye: 13/294.Şuzurut'uz Zehebi: 5/354.

[27] Muhammed b. Ali b. Veheb Takyüddin b. Dakik el-lyd. Başta ha­dis ilmi olmak üzere bir çok ilim dalında imam. "el-imam fil Hadis", ve "Şerh Umdetu'l Ahkam li Hafız Abdulğani" gibi eserleri vardır. 703 yı­lı Safer ayında vefat etti. bkz: Mucemu'l muhtas bi'l Muhaddisin (zehe­bi) sh. 250-251, Şuzurutu'z Zeheb: 6/5

[28] Ebu'l Muzaffer Yusuf b. Eyyub b. Şazi, Salahuddin el- Eyyubi el- Kürdi. 589 yılında vefat etti. bkz: Vefiyatul A'yan: 7/139-218, Şuzu­ratu'z Zeheb: 4/298.

[29] Hal tercümesi için bkz: Vefiyatu'l A'yan: 5/196.

[30] Muhammed b. Abdillah b. Tumurt el- Masmudi el-Berberi -524'de öldü. bkz: Şuzuratu'z Zeheb: 4/70-72.

[31] Abdulmümin b. Ali et- Tilmisani Muğrib ve Endülüs hükümda­rı 558'de vefat etti. bkz. Şuzuratu'z Zehebi: 4/183.

[32] Hutat el-Makrizi 3/358-359

[33] Hükümdar ez- Zahir Rüknüddin Baybars el-bunduk dari Mısır ve Şam hükümdarı. 676'da öldü. bkz: el- Bidaye ve'n-Nihaye: 13/289

Şuzuratu'z Zeheb: 5/349-350.

[34] Mukaddime sh. 496.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 15-17.

[35] Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr. el- Ensari el- Hazreci el- Ma­liki Ebu Abdullah el- Kurtubi. "el Camiul Ahkamul Kuran" isimli meş­hur tefsirin müellifi. Başka eserleri de mevcuttur. 671 'de vefat etti. bkz: Tabakatul müfessirin (suyuti) sh. 79

[36] Muhammed b. Yusuf b. Ali b. Hayyan el- Endiilisi el- Gırnati. Nahiv, lügat, tefsir ve edebiyat imamı. 654'de doğdu. Tefsir'de "Bahrul Muhit" i yazdı. Başka eserleri de mevcuttur, bkz: Tabakatul kurra 2/285-286.

[37] Ahmed b. Yusuf b. Muhammed el- Halebi. "Semin" diye bilinir. Kıraat ve Nahiv alimi "Tefsirul kur'an," "Ahkamul kur'an" gibi eserle­ri vardır. 756'da vefat etti. Tabakatu'l kura (İbn Cezeri) 1/152

[38] İsmail b. Ömer b. Kesir ibn Teymiyye'nin öğrencilerinden biri. Hal tercümesi ileride gelecektir

[39] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 17-18.

[40] Biz İbn Teymiyye'nin sadece kısa bir öz geçmişini aktaracağız. Yoksa Şeyhu'l islam'ın hayatı hakkında yeni ve eski birçok müstakil es­er yazılmıştır. O'nun hakkında daha fazla bilgi için şu eserlere bakılabi­lir.

el- Ukud ed- Dürriye fi menakib Şeyhu'l islam ibn Teymiyye (İbn Abdulhadi)

el- 'E'lamu'l ilıyye (Ömer el-Bezzar)

el- Kevakibu'd Düriyye (Meri b. Yusuf el- Kermi)

eş- Şehadetü'z zekiyye fi senail Eimme ala ibn Teymiyye (Meri elKermi)

er- Reddül vafir: (ibn Nasri'din ed- Dımeşki)

Bais en-Nahda : (Prof. Muhammed Halil Haras)

İbn Teymiyye ve Cevdetuhu fit Tefsir: (İbrahim Halil Bereke)

İbn Teymiyye hayatuhu ve asruhu (Muhammed Ebu Zehrel)

Batalul İslah (Mahmud Mehdi el-İstanbuli)

Şeyhul islam. (Sadık Muhammed)

Takiyuddin Ahmed b. İbn Teymiyye. (Kamil Muhammed Üveyde)

Şeyhul İslam... (Abdurrahman Abdulhalık)

İbn Teymiyye ... (Selim el- Hilali)       /

Hayat ibn Teymiyye... (Muhammed Behçet el- Baytar)

Evrak mecmua... (Nasıf Muhammed eş-Şeybenil)

el- Bidaye ve'n Nihaye (ibn Kesir 14/41-145)

ez- Zeyl (İbn Receb) 2/387-408

ed- Dürer el- Karnine (ibn Hacer) 1/154-170

Tabakat (Davudi) 1/46-50.

Tezkiretül Huffaz..(Zehebi) 4/496-İ492.

el- Mucem (zehebi) 54.23-27.

[41] Bkz. el - Ukud ed- Dürriye fi menakib Şeyhul islam ibn Teymiy­ye, sh. 3.

[42] el Ukud ed- Dürriye. 54.4

[43] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 18-19.

[44] Bkz. Fevatu'l Vefiyat 1/26.

[45] Hakkında bilgi için: Şuzuratu'z-Zeheb: 5/376.

[46] Bkz. Marifetul kurra (Zehebi) 653-655

[47] Hakkında bilgi için. Şuzuratuz Zeheb 6/76-77

[48] Bkz. el- Ukud ed- Dürriye sh 4-5.

[49] el- A'lamsh. 18

[50] Bkz. Mecmuu Fetva Şeyhu'l islam 5/5-121.

[51] Dımeşk valisi

[52] Ş afi fcadıst

[53] el- Bidaye vern Nihaye: 14/4-5

[54] Bkz. el- Bidaye ve'n Nihaye 14-54.

[55] Şeyhu'l-islam bu risaleden "Akidetu'l vasıtıyye" yi kastedi­yor.

[56] Bkz. el-Ukud ed- Düriyye sh. 137-138, ez- Zeyl ala't Tabakat el-Hanebile 3/396.

[57] Muzaffer Ruknuddin Baybarı el- Caşinkir. Sultan nafiz Muham-med b. Kalavin'in tahtan inmesi üzerine, o'nun yerine tahta oturmuştur. Sultan Nasır inmesi üzerine, o'nun yerine tahta oturmuştur. Sultan nasır geri dönünce kaçmak zorunda kaldı ve 709 yılında öldü.

[58] Şerefüddin Abdullah b. Abdul halim b. Abdul selam b. Teymiy­ye. Ve; Zeynüddin Abdurrahman b. Abdulhalim b. Abdul selim b. Tey­miyye. Abdullah'ı daha önce tanımıştık.

Abdurrahman'a gelince; diğer kardeşleri gibi o da faziletli bir alim idi. Ömrü boyunca kardeşi takıyuddin'e hizmet etmiş ve sevgisinden do­layı yanından hiç ayrılmamıştır. Hapishaneye girdiğinde dahi ondan ay­rılmamıştır. 747 yılında vefat etti. Bkz: Mucemu'ş şuyuh el- Kebir (Ze-hebi) 1/361-362

[59] el- Ukud ed- Dürrize 54-184, Bidaye ve'n Nihaye 14/55-56.

[60] el- ukud ed. Dürriye: 54-177.

[61] Bkz. - el- Ukud ed- Dürriye: Sh. 177 -178

[62] Bkz. el- Ukud ed- Dürriye sh. 184.

[63] el- Ukud ed- Dürriye sh 192.

[64] el- Ukud ed- Dürriye 54-212.

[65] el- Ukud ed- Dürriye 54-218.

[66] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 19-25.

[67] el- Ukud ed- Dürriye sh. 4

[68] Hakkında daha geniş bilgi için. Bkz. Fevatül Vefiyat 1/81-82

[69] İbn Teymiyye Mecmuu Feteva (18/77)'de Şeyh Ahmed b. Ab-duddaim'den hadis nakletmiştir.

[70] Feteva (18/95)'de Şeyh Abdurrahman b. Muhammed'den hadis nakletmiştir.

[71] Hakkında daha geniş bilgi için bkz: el-Bidaye ve'n-nihaye: 13/320, ez-zeyl ala Tabakat el-Hanabile: 2/304-310.

[72] Hakkında bilgi için: el- Bidaye ve'n Nihaye: 13/361-362

[73] Hakkında bilgi için Bkz: el- Bidaye ve'n Nihaye: 13/365

[74] Hakkında bilgi için. Bkz. ez-Zeyl ala Tabakatul Hanabile: 3/342.

[75] Bilgi için. Bkz. el- Bidaye ve'n Nihaye: 14/62.

[76] Hakkında bilgi için. Bkz. mucemu'ş Şuyuh el-Kebir (Zehebi): 2/13-14.

[77] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 25-27.

[78] ez-Zeyl ala Tabakatul Hanabile 2/388

[79] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 27.

[80] el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/21-222.

[81] ez-Zeyl ala Tabakat 2/436.

[82] Hakkında bilgi için. Bkz. el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/221-222. Tezkiretül Huffaz: 4/1508

[83] Bkz. Gayetun nihaye fi Tabakatil Kurra: 2/71

[84] Bkz. Bidaye ve'n Nihaye: 14/246-247 Şuzuratuz zehebi 6/168-170

[85] Bkz. el-Bidaye ve'n Nihaye: 14/308 Şuzuratuz zeheb: 6/199-200.

[86] Daha geniş bilgi için: Bkz. ed- Dürerül karnine: 1/129.

[87] Bkz: ed-Dürerül karnine: 1/399-400

[88] Diğer öğrencilerini öğrenmek için Şeyhul islamin hayatını an­latan kipatlara bakabilirsiniz.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 28-30.

[89] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 30.

[90] el-Ukud ed-Dürriye sh: 20

[91] el-A'lamsh, 20-21

[92] el-Ukud ed-Dürriye s: 4 10-11; Tabakatul Hanabile 2/391

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 30-31.

[93] el-A'lam: sh.30

[94] El-Ukud ed-Dürriye sh: 20.

[95] El-Zeyl: 2/391.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 31.

[96] El-Ukud: 18.

[97] El-Zeyl: 2/389.

[98] El-Bidaye ve'n Nihaye: 14/142. 

[99] Ed-Dürerü'l Karnine: 1/160.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 31-32.

[100] El-Ukud: 18-19.

[101] El- A 'lam: 31-32.

[102] El-Zeyl: 2/389-390

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 32-33.

[103] El-Ukud ed-Dürriye sh: 10-11; Şehadetü' Zekiyye sh: 48; El- Ke-vakibu'd Dürriye, sh: 59

[104] El-Mucemul muhtas bil muhaddisin (Zehebi): 54, 25, 26.

[105] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 33.

[106] Bl-Ukud ed-Dürriye sh. 20-21.

[107] El-Ukud ed-Dürriye sh. 48.

[108] El-Ukud ed-Dürriye sh. 48.

[109] El-A'lam. sh. 23.

[110] Ihlas Suresi.

[111] Taha Suresi.

[112] El-A'lam sh. 20-21.

[113] El-A'lam sh. 26.

[114] Tezkiretu'l Huffaz: 4/1496.

[115] Ez- Zeyl ala Tabakat: 2/405.

[116] El-Vafi bi'l vefiyat sh: 23-30.

[117] Fevatul vefiyat: 1/75-80.

[118] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 33-36.

[119] Kahire'de İbn Teymiye yayınevi tarafından basıldı.

[120] Riyad'da el-Abikan yayınevi tarafından basıldı.

[121] İbn Abdulhadi Ukud.ed-Dürriye'de bildirdi.

[122] İbn Abdulhadi, Ukud ed-Dürriye'de bildirdi.

[123] Beyrut'ta islam yayınlan tarafından basıldı.

[124] Medine'de ulum ve'l hikem yayınları tarafından basıldı.

[125] Riyad'da el-Abikan yayınları tarafından basıldı.

[126] Elinizde bulunan bu kitap.

[127] Hindistan'da, Daru's selefiyye tarafından basıldı.

[128] Hindistan'da, Daru's selefiyye tarafman basıldı.

[129] İmam Muhammed b. Suud ünv. tarafından 11 cilt halinde.

[130] Beyrut'da, Daru! marife tarafından basıldı.

[131] Kahire'de, ibn Teymiyye yayınevi tarafından basıldı.

[132] Beyrut'da İslam yayınları tarafından basıldı.

[133] Beyrut'da islam yayınları tarafından basıldı.

[134] Riyad'da maarif yayınları tarafından basıldı.

[135] Tanta'da Daru's sahabe tarafından basıldı.

[136] 11 cilt halinde kahire'de ibni  Teymiyye yayınları tarafından basıldı.

[137] Beyrut'da, Darul Küttab el- Arabile tarafından basıldı.

[138] Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım tarafından derlendi ve 37 cilt halinde Kahire'de basıldı.

[139] Prof. Muhammed Seyyid el-Celind tarafından 6 cilt halinde der­lenip, Ulumu! Kur'an müesseseleri tarafından Dımeşk'de basıldı.

[140] Abdurrahman Umeyra tarafından derlenip 7 cilt halinde Bey-rut'daki Darul kütübil ilmiyye tarafından basıldı.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 36-37.

[141] Bkz. el-Ukud ed-Dürriye: sh. 246; El- A'lam: sh. 482; Tezki-retu'l Huffaz 4/1498; el-Bidaye ve'n-Nihaye: 14/141; ez-Zeyl ala Taba-latıl Hanabile: 2/405.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 37-38.

[142] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 38.

[143] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 338.

[144] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 39.

[145] Bkz. Mecmuu feteva: 15/10-19

[146] Tefsirul Kayyım. Sh: 240-250.

[147] İlamül Muvakkin Bkz: S: 438-458.

[148] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 39-44.

[149] Bkz. Tefsirul Kayyim: 4/48.

[150] Tefsirul Kayyım: 4 404, 405

[151] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 44-45.

[152] Bkz. Dakaiku't Tefsir: 3/273-275

[153] Bkz. Tefsiru'tTabari: 16/140.

[154] Tefsir ibn Kesir: 4/319-320.

[155] Bkz: en-Nükt ve'1 Uyun: 3/47

[156] Tefsir ibn Kesir: 4/320

[157] Tefsir ilm Kesir: 4/320.

[158] Tefsir ibn Kesir: 6/554.

[159] Tefsir ibn Kesir: 6/559.

[160] el- Cavabu's Sahih limen beddele Dine'l Mesih: 1/32.

[161] Aynı kaynak: 1/318.

[162] el-Cevabu's Sahih: 1/318.

[163] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 45-50.

[164] Muhammed Cemaluddin b. Muhammed Said b. Kasım el-Hal-lak. Hüseyn Sabit'in neslinden. 1283'de doğdu.

Döneminde Şam'ın imamı idi. Alim ve Edib. Taklide karşı idi. Bir­çok eserinden bazıları şunlardır. Büyük tefsiri "Mahasinu't Tevil" 17 cilt. "Kavaidu'tTahaddüs..Hicri 1332 yılında vefat etti. Hakkında bilgi için Zerkeli'nin el- A'lam (2/135)'na bakınız.

[165] Mahasinu't Tevil 1/16-18.

[166] Mahasinu't Tevil 1/16-18.

[167] Mahasinu't Tevil 1/16- 18 ve mukaddime fi usulüt Tefsir sh: 76-77

[168] Huhari, İman Kitablannda: 1/8'de rivayet etti.

[169] Buharı, İmam kitabı: 1/18'de rivayet etti.

[170] Mahasinu't Tevil: 1/222, Kitabu'l iman sh. 83.

[171] Mahasinu't Tevil 1/222 249, Kitabul İman: 83-114.

[172] Mahasinu't Tevil 4/752-784, Mecmuu'l Feteva 13/270-313.

[173] Mahasinu't Tevil 4/784

[174] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 50-53.

[175] Muhammed Reşid Rıda b. Ali Rıda Aslen Bağdat'h ve Hüsey­nin neslinden. İslami İslah liderlerinden biri idi. Hadis, Edebiyat ve Ta­rih ve Tefsir alimi. Muhtelif eserleri vardır. Bunlardan en meşhur olanı "Tefsirul menar" ismini verdiği Kur'an-ı Kerim tefsiridir ki bu tefsirin ismini verdiği kuranı kerim tefsiridir ki bu tefsirin 12 cildi basılmış ge­risi tamamlanmadan vefat etmiştir. Ayrıca Menar dergisi ki 34 sayı ya­yınlanmıştır. Hicri 1354 yılında vefat etti.

Hakkında bilgi için Zirikli'nin el A'lam (6/126)'ına bakınız.

[176] Tefsiru'l Menar: 8/356.

[177] Buhari 8/160 (el-i'tisam bi'l kitab vessünne)

[178] Tefsiru'l menar 1/8

[179] Aynı kaynak 1/9.

[180] Aynı kaynak 1/9

[181] Aynı kaynak 1/9.

[182] Tefsiru'l-menar: 1/9.

[183] Bkz. Mukaddime fi usuli't-tefsir s: 95.

[184] Bkz. İbn Teymiyye ve minhecihi fi't-tefsir. (Nasır b. Muhammed el-Hamid)

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 53-57.

[185] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 58.

[186] el- Ukud ed- Dürriye: Sh, 24-22.

[187] Bkz. el- Mesail (Muhammed b. Abdulvehhab) sh 71-80.

[188] Bkz. Mecmua Feteva 14/68-69.

[189] el -Ukud ed- Dürriye sh. 240.  58-59.

[190] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 60-61.

[191] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 62.

[192] Bkz. Müşkil ayetlerin tefsiri (sh 234-238).

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 62-63.

[193] Mukaddime fi usulit Tefsir sh, 92 .

[194] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 282-284 64

[195] Bkz: Müşkil ayetlerin tefsiri Sh 243-245.

[196] Bakınız: Müşkil Ayetlerin Tefsiri, sh 383.

[197] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 508- 509 66

[198] Bkz. müşkil Ayetlerin Tefsiri sh: (349-351).

[199] Bkz. Aynı kaynak: s: 345.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 63-67.

[200] Mukaddime fi usulü't Tefsir Sh: 93.

[201] Aynı kaynak (sh, 97)

[202] Bkz: Müşkil ayetlerin tefsiri Sh 335-339.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 68-69.

[203] Bakınız: Muşkil Ayetlerin Tefsin: 429-430.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 69.

[204] Müşkil ayetlerin tefsiri sh 149-150.

[205] Müşkil ayetlerin Tefsiri, 167-168.

[206] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 69-70.

[207] el-A'lam sh, 22.

[208] Bkz. Müşkil Ayetlerin Tefsiri, sh, 364-365.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 70-71.

[209] Müşkil ayetlerin Tefsiri sh, 196

[210] Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh 466

[211] Aynı kaynak, sh, 467.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 71-72.

[212] Müşkil Ayetlerin Tefsiri sh, 241-242.

[213] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 72-73.

[214] Aynı kaynak, sh - 275- 276.

İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 73-74.

[215] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 74-75.

[216] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 75-76.

[217] Nasb ile okuyanlar: Nafi el-Medeni, İbn Amir eş- Sami, Asım el- Kufi, Hamza el- Kufi, Ali el-Kesai el- Kufi

Elifi kesra ile okuyanlar: Abdullah b. Kesir, Ebu Amr el- Basri, Yakub el- Basriye Halef. Ebu Bekir ise her iki kraatle de okumuştur.

[218] "Enne", "Lealle" anlamındadır diyenlerden arasında Yahya b. Ziyad el-Ferra ve, ez- Zuccac'da vardır.

Bkz. Meanil kur'an (Ferra) 1/ 350.

Meanil Kur'an ve irabuhu (Züccac) 2/282-283.

[219] "Ma edri enneke sahibuka" yani "Lealleke sahibuhu" anla­mındadır dediler.

[220] Ceza', küfürde İsrar edenler içindir ve Allah (c.c.) tevbe eden­leri bağışlamaktadır.

Kur'an'da bu hussu teyid eden birçok ayet vardır.

Nisa suresinin 17 ve 18 ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de so nra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesi-ni kabul eder, Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

Yoksa kötülükleri yapıp yapıpda içlerinden birine ölüm çatınca "Ben simde tevbe ettim diyen ve kafir olarak ölenler için tevbe yok­tur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır."

[221] Abdullah b. Osman b. Amir el- Kurşi, Ebu Bekir es-Sıddık b. Ebu Kuhafe. Rasulullah (s.a.v)'in halifesi. Sıddık lakabını, doğruluğundan dolayı Cahiliye döneminde aldığı rivayet edildiği gibi, Rasulullah (s.a.v)'in isra ve mirac'ını doğruladığı için aldığı da rivayet edilmiştir. Fil vakasından iki yıl sonra doğmuştur.

Rasulullah (s.a.v)'in peygamberliğinden önce de arkadaşı idi ve ilk müslümanlardan oldu. ve vefatına kadar Rasulullah (s.a.v)'in yanından ayrılmadı ve tüm gazvelerine katıldı. H. 13 yılında vefat etti.

[222] Ebu Bekir'in bu sözü Buhari ve Müslin'in Katede (r.a)'den ri­vayet ettikleri "Ganimet malının tamamının bir kişiye mahsus olması" ha­disinde geçmektedir.

La ha Allah izen aslında Le ha Allah izen'dir, Hemze tahfifen hazfe-dilmiştir. Anlamı: (Hayır, böyle olmaz, demektir.)

[223] Bu ayetin kıraati konusunda 20'ye yakın rivayet vardır. Fakat İbn Teymiyye'nin tasvip ettiği kıraat, yani Ba'nın (Abede) fetha ile okunması ve ta'nın (Tağut) nasbi en sahih kıraattir. Bu kıraat aynı zaman­da Abdullah b. Amir, Abdullah b. Kesir, Asım b. Ebi'n-Nucud, Ebu Amr b. Ala, Nafi b. Abdirrahman, Ali b. Hamza, Ebu Cafer Yezid b. Ka-kaa, Yakub b. İshak, ve Half b. Hişam'ın da kıraatidir. Hamza zamme (Abude) ve (Tağuti) kere ile okumuştur.

İbn Teymiyye'den önce Taberi de Tefsirinde bu kıraati tasvip etmiştir.

[224] Tabari, bu "ma"ya istifham içindir derken, Zemahşeri nafiye ol­duğunu söylemiş ve istifham olmasının da mümkün olduğunu belirt­miştir. Fakat Zemahşeri'nin bu görüşü Mekki b. Ebi Talib ve Ebul Ba­ka el-Akberi tarafından reddedilmiştir.

[225] Cenabı Hakkın şu ayetinde buyurulduğu gibi; "(Allah'a) ortak koşanlar, ortaklarını gördükleri zaman, der-

Ierki: Rabbimiz! işte bunlar, seni bırakıp da tapmış olduğumuz or-taklarınıızdır. Onlar da bunlara, "siz mutlaka yalancılarsınız" di­ye söz atarlar." (Nahl: 16/86).

[226] Abdurrahmen b. Ebi Hatim Muhammed b. İdris er- Razi el- Ha­fız es- Sebt. ilmini babasından ve Ebu Zera'dan aldı. Muhtelif ilimler­de ve rical konusunda bir okyanıs gibi idi. Fıkıh ve fıkhi ihtilaflar konu­sunda eserler yazdı. En önemli eseri "et-tefsiru'l-kebir"dir. 327 yılında vefat etti.

[227] Abdullah b. Necih Yesar es- Sekafi. Tefsir sahibi. Sahabi Ab-nes b. Şerik'in kölesi. Sika'dır. Mücahid'in öğrencilerinden. 135'de ve­fat etti.

[228] Mücahid b. Cebr. Mekke ehlinden. Tabiinin müfessirlerinden ibn Abbas'ın öğrencisi. Kurra ve müfessirlerin Şeyhi Hicri 101 veya 102 yılında vefat etti.

[229] Hasan b. Yesar el- Basri Tabiinden, Hicri 21 yılında doğdu ve Zeyd b. Sabit'in kölesi idi. Sika, fakih, faziletli ve meşhur bir zattır. "Tef­siri" i vardır. Hicri 110 yılında vefat etti.

[230] Dahhak b. Müzahim el-Hilali Müfessir ve sika, ilim okyanusu 105 yılında vefat etti.

[231] Abdurrahman b. Ali, Ebul Ferec ibn Cevzi olarak meşhurdur. Başta tefsir olmak üzere bir çok ilim dalında otorite idi. Birçok değerli eseri vardır. Bunlardan en meşhuru Zadul mesir fi ilmit-tefsir" adlı tef­siridir.

[232] Atyye b. Sa'd Cünade el- Avfin. Tabiinden. Hadis otoriteleri ta­rafından genellikle eleştirilmiş ve zayıf olduğu söylenilmiştir. Sika'dır diyenler de vardır. 111 yılında vefat etti.

[233] Abdullah b. Abbas b. Muttalip peygamber (s.a.v)'in amcası oğ­lu. Hicretten 3 yıl önce doğdu. Sahih rivayete göre Rasulullah (s.a.v) onu kucaklayarak "Allah'ım ona hikmeti öğret" buyurdu. Hibrul Arab olarak bilinir. Hicri 68 yılında vefat etti.

[234] İmamul Allame Ali b. Muhammed b. Habib el- Basri. el- Ma-verdi. Şafii fıkhı konusunda son söz sahibi. Döneminde baş kadılık yap­tı. Meşhur eserlerinden bazıları şunlardır: Tefsir alanında "en- Nüket ve'l uyun" şafii fıkhı alanında: el-Havi ve "Kitabu'l Ahkamu's Sultani­ye" 450 yılında vefat etti.

[235] Mesela Buharı Enes b. Malik (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir. "Siz öyle ameller işliyorsunuz ki bu ameller sizlerin gözünde bir arpa tanesi kadar dahi önemi yok. Oysa biz peygamber (s.a.v)'in dö­neminde bu tür davranışları, helak edici ameller olarak görürdük."

[236] Übey b.'Ka'b.Kays el-Ensari, Kari. Peygamber (s.a.v)'de o'nu ilminden dolayı tebrik etmiştir. Ömer (r.a) birçok zor meselede onun gö­rüşüne başvururdu. Hicri 30 yılında vefat etmiştir.

[237] Abdulmelik b. Habib el-Cevni el-Basri Tabiindendir. İbn Ha-cer O'nun için "Sika" dedi. 128 yılında vefat etti.

[238] İbrahim b. Ebi Able, Ali Semi b. Yakzan'dır. ed-Dımeşki Tabi-inlerin sonuncularından büyük bir alim sika'dır. 152 yılında vefat etti.

[239] Bu kıraat şazdır. Aynı kıraati Kermani ve ibn Cevzi de zikret­mişlerdir.

[240] Muammer b. El -Müsni et-Teyemi 110 yılında Hasan el- Bas-ri'nin vefat ettiği gece doğdu. Dil alimidir. "Mecazu'l Kur'an" meanil Kur'anı ve "irabül Kur'an" gibi eserleri vardır. 209 yılında vefat etti.

[241] Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dinari. Dil alimidir. Alim ve Fazıl bir şahıstır. "İ'rabü'l-Kuran", "Tefsiri Garibul Kur'an" ve "Te­vil müşkilil Kur'an" gibi eserleri vardır. 276 yılında vefat etti.

[242] Ebu Bekr el- Enbari, Muhammed b. Kasım kıraat ve Nahiv Ali­mi. Bağdat'lı. "Kitabu'l Vakfı ve'l ibtida" ve "Kitabu'l Red ala men ha­lefe mushafı Osman" gibi eserleri vardır. H. 328 yılında vefat etti.

[243] Bu görüşleri Taberi Tefsir'inde (29-20) ve Zücac, Meani'l Kur'an'ında (5/205) nakletmişlerdir.

[244] Taberi Tefsirinde bu kişinin Ebu Celil olduğu rivayet edil­mişti. Bkz. 30/225.

[245] Semud kavmi. Dedi ki Semud'un ismini almışlardı ki Semud, Asir b. İrem b. Sam b. Nuh'un oğludur. Arap idiler ve Hicaz ile Tebuk arasındaki Hicr bölgesinde yaşamaktaydılar. Putlara tapmaktaydılar. Allah onlara Salih peygamberi göndererek tevhid'e davet etti. Çok azı müstesna iman etmediler.

Salih'i öldürmeye çalıştılar. Allah'ın mucize olarak gönderdiği de-ve'yi öldürdüler ve Allah'ın gönderdiği şiddetli bir sayha ile helak oldu­lar.

[246] Kendilerine Beni Rasib denilen Nuh kavmi. Putlara tapmakta idiler. Allah Nuh'u göndererek onları putları bırakıp sadece kendisine tap­maya çağırdı. Ancak çok azı müstesna, iman etmişler. Nuh (as) onlardan umut kesince, Allah'a dua etti ve onların helakini istedi. Cenabı Hakk da Tufan ile onları helak etti. 

[247] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 77-86.

[248] Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberi. Müfessir, Tarihçi, İmam. 224 yılında Tabaristan'da doğdu ve Bağdad'a yerleşip orada ve­fat etti. Döneminin imamı. Bazı eserleri şunlardır: "Camiul Beyan an Te­vili Ayel Kur'an." "Tezhibul Asar" ve "Ahbarur Rasul vel Mülük". 310 yılında vefat etti.

[249] Muhammed b. Sa'd b. Muhammed b. Atiyye el- Avfi. İmam Ta-bari'nin hocası, 286 yılında vefat etti.

[250] Ebu Muhammed b. Sa'd. Adı Said b. Muhammed'dır. Babası ve Baş­kalarından hadis rivayet etti. Ondan da oğlu Muhammed ve başkaları riva­yet aldılar. Ahmed b. Hanbel, onun cehmi olduğunu söylemiştir.

[251] Sa'd'ın amcası: Hiiseyn b. Hasan b. Atiyye b. Sa'd el- Avfi Bağdad'daki Şarkiyye bölgesinin kadısı. Hadislerinin zayıf olduğu riva­yet edilmiştir. 201 yılında vefat etti.

[252] Ebul Hüseyn: Hasan b. Atiyye'dir. Hadis rivayetinde zayıftır.

[253] Ebul Hasan: Atiyye b. Sa'd b. Cenade.

[254] Bu isnad çoğu ricalinin zayıf olması nedeniyle, zayıf bir riva­yettir.

[255] el- İmam, el Hafız el- Allame Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en- Nisaburi, es-salebi. Büyük alim. Bazı eserleri şunlardır: "el-Keşf ve'l Beyan fi Tefsiril Kuran" ve "el-Arais fi kısasil enbiyası. 427 yılın­da vefat etti.

[256] Ali b. Ahmed b. Muhammed el-Vahidi, en- Nisaburi Büyük al­im ve müfessir el-Basit, el-vasit, "el-veziz" "esbabun-nuzul" gibi eser­leri vardır.

[257] Muhammed Huseyn b. Mesud el- Bağavi. Büyük imam ve tefsir ali­mi. İbn Teymiyye ondan övgü ile bahsetmiştir. 516 yılında vefat etti.

[258] İsmail b. Abdurrahman b. Ebi Kerime imam ve müfessir Hadis imamları genelde o'nun sika olduklarını söylemişlerdir. 127 yılında ve­fat etti.

[259] Müslim b. Haccac b. Müslim el- Kuşeyri en- Nisaburi Ebul Hu­seyn. Büyük hadis imamı. Meşhur "Sahih-i müslimin müellifi. 261 yılın­da vefat etti.

[260] Ebu Malik, Gazvan el- Gıffari. Ammar b. Yasir, ibn Abbas ve diğer sahabelerden hadis rivayet etti. İbn Hacer onun sika olduğunu söylemiştir.

[261] Ebu Salih, Bazim. Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin kölesi. Ta-biindendir. Ali ve İbn Abbas'dan rivayet nakletti. Ondan da A'maş, is-mali es-Süddi, Süfyan es-sevri ve başkaları rivayet almışlardır. Ha­dis'inin zayıf olduğu söylenilmiştir.

[262] Merre b. İsmail şerahil el-Hemadani. el-kufi. ibadet ve ilmin­din dolayı kendisine merretul hayr da denilir. Ebu bekr es -Sıddık, Ömer ve ibn Abbas'dan hadis rivayet etmiştir. Ondan da Eşlem el-Kufi, Zebid el-Yemani, Ata b. Saib gibileri hadis almışlardır. Sikadır. 76 yılında ve­fat etti.

[263] Abdullah b. Mesud b. Gafil, Ebu Abdirrahman. Meşhur büyük sahabilerden. İslama ilk girenlerden ve Mekke'de ilk kez açıktan Kur'an okuyanlardan. Peygamber (s.a.v) ondan kendisine Kur'an okumasını is­temiştir. Ömer bir gün ona bakarak şöyle dedi: "ilim dolu bir kap" 32 yı­lında vefat etti.

[264] Mürsel: Lügatta göndermek demektir. İstilanı anlamı ise, tabiinden sonraki isnadının sakıt olduğu hadistir.

[265] Müsned. Esnede'den ilmi faildir. Bir şeyi nisbet veya izafe et­mek demektir ki istihahi manası şudur: Senedi merfu olarak peygamber (s.a.v) 'e ulaşan hadistir.

[266] Abdulhak b. Galib b. Abdulmelik b. Galib b. Temam b. Atiy­ye Büyük imam. Müfessirlerin zirvesi. Fakih, tüm ilimlerde otorite "el-muharreu'l veciz fi Tefsiri'1 Kitabı'1 Aziz" isimli tefsiri meşhurdur. 541 yılında vefat etti.

[267] el-Muharrerul veciz: 10/71.

[268] Bkz. el muharreul veciz: 7/110.

[269] Ka'b b. Sa'd el - Ganevi'nin bir mısrası.

[270] Ebu ishak, ibrahim b. Muhammed ez- Züccac, el- Bağdadi. Edebiyat ve nahivci "Meani'l kur'an" adlı eseri ile ünlüdür. 311 yı­lında vefat etti.

[271] Ebu'I Berekat Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah el-Enbari. Nahivci. Fakih, Salik ve Abid bir şahıs, "el- Bayan fi Garibi irabil Kur'an", "Esraru'l-Arabiyye" gibi eserleri vardır. 577 yılında ve­fat etti.

[272] "Kafir olanlar peygamberlerine dedilerki: Elbette sizi, ya yurdumuzdan çıkaracağız, yada mutlaka dinimize döneceksiniz! Rableri de onlara, "zalimleri mutlaka helak edeceğiz!" diye va'detti." (İbrahim: 14/13)

[273] Bkz: Mealimut Tenzil: 3/28

[274] Yani Şeyhul islam ibn Teymiyye.

[275] Lebid b. Rebia b. Amir b. Malik. Ebu Akil el- Amr. Cahiliye dö­nemi ünlü şairlerindendir. Şiirlerinin Kabe'ye asıldığı büyük şairlerden biridir. Peygamber (s.a.v)'e gelerek müslüman oldu. Küfe'ye yerleşti ve H. 41 'de orada vefat etti.

[276] Ümeyye b. Abdullah Ebis Salt. Cahiliye dönemi meşhur şair­lerden islam'dan önce Şam'a göç ederek orada yaşadı. Dinler hakkında bilgi sahibi idi. İçkiyi ve putlara tapmayı kendine yasak etmişti. Peygam­ber (s.a.v)'in risalesini işitince Mekke'ye gelip kur'an dinledi ve geri dön­dü. Kureyş bir heyet gönderip, görüşünü sordulanÜmeyye: "Şahitlik ederim ki Muhammed'in söyledikleri haktır", dedi. Müslüman olacak mı­sın diye sorduklarında ise, "Biraz bekleyeceğim" dedi.

Hicetten sonra müslüman olmak için Medine'ye gelirken Bedir sava­şında müşrik akrabalarının öldürülmüş olduğunu duyup, müslüman olma­dan Taife geri döndü ve müşrik olarak H. 5 yılında orada öldü.

[277] Bu beyt, Habeş'lileri Yemen'den kovan ünlü yemen hükümda­rı Seyf b. Zi Yezne ithafen söylenilmiş bir övgü kasidesinden alınmıştır.

[278] Hadisi Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud, ibn Abbas'dan rivayet etmişlerdir.

[279] Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi ibn Ömer ve ibn Abbas'dan riva­yet etmişlerdir.

[280] Ömer b. Hattab b. Nefil el-Adevi. Ebul Hafs Hulafai Raşid'inin ikincisi. Emirul müminin. Büyük sahabi. Kahramanlık, cesaret ve adalet timsali. Muğire b. Şube'nin kölesi Ebu lulu tarafından H. 23 yılında şe-hid edildi.

[281] Buhari rivayet etti.

[282] Buhari'nin rivayet ettiği şu meşhur hadisin bir bölümüdür: "Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar. Allah ve Rasulünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sev­mek bir kulu sırf Allah rızası için sevmek..."

[283] Zihar: Kocanın karısını veya herhangi bir organını kendisine ebedi olarak haram olan annesi veya kız kardeşi gibi birisine benzetme­si olayı.

[284] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 87-94

[285] Mutezile: Tevhid, adalet, va'd ve Vaid, menzile beynel men-zileteyn ve emri bi'l maruf nehyi anil münker esaslarına bağlı büyük bir kelam ekolü.

[286] Kadı Ebu Bekir, Muhammed b. Tayb el- Basri, sonra Bağda­di Büyük alim zeka ve dehasıyla meşhur. Rafiziler, mutezile, Hariciler Cehmiyye ve Keramiye fırkalarına reddiyelerde bulunmuştur. "İ'cazu'l Kur'an", "el- instisar li sıhhati naki'l kur'an" gibi eserleri vardır. 403 yı­lında vefat etti.

[287] Mutezile imamlarından Ebu Ali el-Cubbai şöyle dedi. Peygamberlerin taammüden küçük veya büyük günah işlemeleri

mümkün değildir. Fakat hata ve tevil yolu üzere günah işlemeleri müm­kündür.

Ebu İshak ibrahim b. Seyyar Nazzam da şöyle dedi. Hata ve tevil yo­luyla da olsa peygamberlerin küçük veya büyük günah işlemeleri müm­kün değildir. Ancak sehv ve unutkanlık durumu mümkündür.

[288] Şeyhul islam ibn Teymiyye.

[289] Bkz. el- Beyan fi Garibi'l Kur'an (1/368).

[290] Bkz. Meani'l Kur'an 2/357.

[291] Bkz. Muharremi Veciz 7/112.

[292] Bkz. Zadul Mesir 3/230.

[293] Bkz. Mealimut Tenzil.

[294] Bkz. Mealimut Tenzil: 4/99.

[295] Ahmed Muhammed b. Hanbel, Ebu Abdullah eş- Şeybani Han-beli mezhebinin imamı. 164'de Bağdat'da doğdu. Küçük yaşta ilim talep etti ve bu yolda birçok yolculuklar yaptı. Halkı'l Kur'an meselesinden do­layı Me'mun ve Mu'tesim tarafından işkence ve hapis ile cezalandırıldı.

"Müsned" , "Tefsirr" ve "Nasih Mensufi" gibi eserleri ardır. 241 yı­lında vefat etti. Ve cenazesi büyük bir cemaat ile kaldırıldı.

[296] Ahmed'in bu sözünü Kitabu's sünne (1/145-196) de el- Hallal tahric etmiştir.

[297] Suddi'nin sözü için, Bkz. Taberi tefsiri 30/232. Müharrerul veciz (ibn Atiyye) 16/321-322.

[298] Abdullah b. Bekr. b. Muhammed b. Amr b. Hazm-imam ye Ha­fız. Mağazi yazarı ve ibn ishak'ıri şeyhi sika'dır. 130 yılında vefat etti.

[299] Mekke kadısı. Osman b. Ebi Süleyman b. Cübeyr b. Mutim b. Adiy b. Nevfel. Sika'dır.

[300] Nafi b. Cübeyr. b. Mutim b. Adiy. Fakih, imam. Sika 99 yılın­da vefat etti.

[301] Cübeyr b. Mutim b. Adiy b. Nevfel. Kureyş'in ileri gelen lider­lerinden Peygamber (sav)'in amcası oğlu esir alınıp serbest bırakıldıktan sonra islam'a girdi. Babası gibi, ileri görüş ve güzel ahlakı ile tanınırdı. 58 yılında vefat etti.

[302] Bu eser, ibn Hatim'in elimizde mevcut olan tefsirinde bulun­mamaktadır. Bu tefsirin kaybolan bazı bölümleri içinde olabilir.

[303] Ashab-ı hadis: Hadise önem gösteren ve kıyastan kaçınıp hü­kümleri nakil üzerine bina eden Hicaz'lılar ki bunlar: Malik b. Enes'in Şafii'nin, Süfyan es-Sevri'nin, Ahmed b. Hanbel'in ve Davud b. Ali el-İsfahani'nin arkadaşlarıdır.

[304] Razi'nin İsmetu'l Enbiya" kitabında söylediği gibi, bu, tüm şiilerin görüşüdür.

[305] Ebu Ali, Muhammed b. Abdil vahhab el- Basri el- Cubbai mutezile'nin büyüklerinden ilmi, zekası ve eserleri ile bilinir. Kelam ilmi ni kolaylaştıran o'dur. Bazı eserleri:

"Tefsirul Kebir"" Kitabul Müteşabihil Kuran" "ictihad" ve başka birçok kitabı vardır. 303 yılında vefat etti.

[306] Ebu ishak ibrahim b. Seyyar en-Nazzam. Mutezile'nin şeyhle­rinden. Kader konusunda konuştu ve bazı meselelerde aykırı görüşler be­yan etti. "Nübüvvet", "Harakatu ehl-i cennet" ve "el- vaid" gibi kitapla­rı vardır. 231 yılında vefat etti.

[307] Hirakl: Rum kiralı

[308] Sahr b. Harb b. Omeyye. Muaviye'nin babası. Kureyş'in lide­ri ve Rasulullah (s.a.v)'in amansız düşmanı iken Mekke'nin fethi'nde müs-lüman oldu. H. 31 veya 32 yılında öldü.

[309] Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri uzun bir hadisten bir bölüm.

[310] Musa (a.s.)'ya indirilen kitabın adı.

[311] İbn Hazım, Yusuf'un kardeşlerinin peygamber olduklarına dair Kur'an'dan sünnetten, icma'dan ve sahabelerinin sözlerinden hiçbir delil olmadığını söyleyerek, haklı bir şekilde onların peygamber ol­madıklarını söylemiştir. Bilakis Kur'aıı onlar için şöyle diyor: "siz daha kötü durumdasınız" Oysa Allah'ın salih kullarının böylesi bir şer içinde olmaları düşünülemez. 

[312] Araf: 88.

[313] İbrahim: 13.

[314] Ahmed, Müsned: 4/127-128.

[315] İbn Hacer Fethul Bari'de (7/103) Hattabi'nin şu sözünü zikreder "Peygamber (s.a.v) risaletten önce Allah'ın adı anılmasa da putlar için kesilen şeyler dışında, kavminin kestiği şeyleri yerdi. Çünkü o zaman da­ha şeriatı inmiş değildi. Bu konudaki hüküm peygamberliğinden çok sonraları geldi."

[316] "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuz­lanıp ölmüş (hayvanlar ile) Canavarların yediği hayvanlar-ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlan­mış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı." (Maide: 5/3)

[317] "Deki: Bana vahyolunanda (Kur'an'da) Onu yiyecek kimse için, leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti- ki pisliğin kedisidir- ya­da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir haayvandan başka haram edil­miş bir şey bulamıyorum. Ama kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve sınırı aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabbin bağış­layan ve esirgeyendir." (Enam: 6/145)

[318] "Sonra şüphesiz rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rab­bin, onların bu amellerinden sonra elbette, çok bağışlayan, pek esir­geyendir."                                                                    (Nahl: 16/110)

[319] Taberi Tefsirinde Süddi'den rivayet etti (30/232).

[320] Şeyhu'l islam ibn Teymiyye şöyle dedi: "Kuteybe'nin Arapların üç talak ile boşanma konusundaki sözü gerçeği yansıtmamaktadır. Bilakis bu husus Medine'de teşrii kılınmıştır. Bu hüküm gelmeden önce müs-lümanlar, kadınları tek bir talak ile diledikleri gibi boşuyorlardı. Kadın­ların zararına olan bu husus Medine'de gelen üç talak hükmü ile düzel­tilmiştir" Bu husus hadis, tefsir ve fıkıh kanusunun en meşhur meselelerin-dendir."

[321] Bu konuya ileriki sayfalarda tekrar değineceğiz.

Cenab-ı Hakk Nisa suresi'nin 23. ayetinde şöyle buyurdu:

"Analarınız, kızlarınız, kizkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin halaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer on­larla henüz birleşmemişseniz kızlarını almamanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındığı anda geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyendir.''

Taberi, bu ayetin tefsiriyle ilgili ibn Abbas'dan şöyle rivayet etti. Neseb'den dolayı yedi sınıf, hısımlıktan dolayı da yedi sınıf kadın haram kılınmıştır.

Sonra bu ayeti okudu. Ve yedincisi de "Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın ayetidir" dedi. Taberi (8/141)

[322] Bkz. Tevilu muhtelifi'l hadis (ibn Kuteybe) sh. 126-128.

[323] Said b. Misade el-Belhi, sonra Basri Ahfeşül Evsat olarak tanınır. Sibeveyh'in öğrencilerindendir. Arap dili imamlarındandır. 215, 211 veya 225 yılında öldüğü rivayet edilir. "Meanil Kuran, el- Mekayis el-Urud gibi eserleri vardır.

[324] Said b. Ebu Urube. İmam, Hafız, Basralı alim.

Sünneti ilk tasnif eden şahıstır. Ömrünün son dönemlerinde hadisleri birbirine karıştırmıştır. 156 yılında vefat etti.

[325] Katade b. Deame es-Sedusi. Hafız, Allame, doğuştan ama idi. Müfessir. Tabiinden idi. Hadis ve tefsirde döneminin en büyük alimlerin-dendir. 117 yılında vefat etti.

[326] Bkz. "Tefsiru ibn Ebi Hatim "Bakara Suresinin başları"

[327] Bkz. Ali b. EbiTalha'nın ibn Abbas'dan rivayet ettiği tefsir 'e sh. (88)

[328] Bkz. Tefsiru ibn Ebi Hatim 1/397 ve 2/323-324.

[329] Tirmizi (3/176) tahric etti Hadisin garib ve zayıf olduğunu

söyledi.

[330] Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri "İslam beş temel üzerine kurulmuştur" meşhur hadis.

[331] İleride bu konu tekrar gelecek.

[332] "Boşanma iki defadır. Bunlar, ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. Kadınlara verdikleriniz­den (boşanma esnasında) bir şey almanız size helal olmaz. Ancak er­kek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evllilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. Ey müminler! Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerin­den kuşkuya düşerseniz, (kadının serbest boşanması için) erkeğe fid­ye vermesinde her iki taraf için de günah yoktur. Bu söylenenler Al­lah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın, Kim Allah'ın sınır­larını aşarsa işte onlar zalimlerdir." (Bakara: 2/229)

[333] İbn Teymiyye'nin görüşünü teyid için Bkz:

Tefsiru't Taberı (4/538) Esbabu'n Nüzul (Vahidi) 73, Mealimut Ten­zil (Beğavi) 1/206, Ahkamu'l Kur'an (İbn Arabi) 1/257, Zadul Mesir Sh. 262-266, el-Camiu'l Ahkami'l Kur'an (kurtubi) 3/125-131. 

[334] Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdi Menaf; Ebul Harir. Cahiliye döneminde kureyşin lideri. Aklı, fesahati ve şerefi ile tanınır. Peygam­ber (s.a.v)'in dedesidir. Asıl adının "Şeybe" olduğu söylenir. 

[335] Abdulmuttalib'den önce kureyş ve diğer araplarda diyet mik­tarı 10 deve idi. 

[336] Peygamber (s.a.v)'nin babası Abdullah b. Abdilmuttalib. Mek­ke'de doğdu. Abdulmuttalib'in en küçük oğludur. 

[337] Bu olayın aynntılarnı ibn Hişam'ın Siretün nebeviye (1/151-155)'de bulabilirsiniz.

[338] Zeyd b. Amr b. Nefil b. Abdil Uzza el-Kurşi el- adevi Eski arap düşünürlerinden biri.

Ömer b. Hatab'ın amcaoğludur. İslam'a yetişemedi. Putlara tap­maz, putlar için kesilen şeylerden yemez ve kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşı mücadele ederdi. Peygamber (s.a.v)'in bisetinden 5 yıl önce vefat etmiştir. 

[339] Bkz. el- Muharrerul Veciz 16/321.

[340] Muhammed b. İsmail b. İbrahim el- Buhari. Ebu Abdullah Hadis hafızı. 194 yılında doğdu. 210 yılında hadis talebi için uzun bir yol­culuğa çıktı. Horosan, Irak, Mısır ve Şam'a giderek 1000 den fazla Şeyhten hadis dinledi. "el-Camius sahih" isimli hadis kitabı ile meş­hurdur ki bu kitap, en güvenilir hadis kitabıdır. 256 yılında vefat etti. 

[341] Musa b. Ukbe b. Ebi Ayyaş. İmam. Siyer konusunda ilk eser yazan şahıstır. Tabiinin küçüklerinden sayılır. 141 yılında vefat etti.

[342] Salim b. Abdillah b. Emir il Müminin Ömer b. Hattab'm köle­si idi. imam zahid Hafız medine müftüsü 106 yılında vefat etti. 

[343] Buhari iki yerde rivayet etmiştir. Ensar'ın Menakıbı kitabında: "Peygamber (s.a.v) 'e yiyecek takdim edildi" lafzı ile. Kurban ve av kitabında: Peygamber (s.a.v) ona yiyecek takdim etti" lafzıyla rivayet et­miştir ki doğrusu kadı Iyaz'ın dediği gibi birinci lafızdır. 

[344] Ahmed b. Ali el-Mavsıli, Hafız Ebu Yala Muhadis sünen ve mucem'in sahibi. 307 yılında vefat etti. 

[345] Muhammed b. Beşşar b. Osman. İmam ve hafız döneminin en meşhur muhaddislerinden. 252 yılında vefat etti. 

[346] Abdulvahhab b. Abdilmecid es-Sakafi. Büyük imam ve Hafız. Ömrünün son döneminde karıştırmaya başlamıştır. 194 yılında vefat etti: 

[347] Muhammed b. Ömer b. Alkame b. Vakkas imam, muhaddis. saduk. 144 yılında vefat etti. 

[348] Ebu Seleme b. Abdirrahman b. Avf ez-Zühri. Sika Fakih Çok hadis rivayet edenlerden 94 yılında vefat etti. 

[349] Yahya b. Abdirrahman b. Hatib b. Ebi Belta Tabiinden si-ka'dır. 104 yılında vefat etti. 

[350] Üsame b. Zeyd b. Harise Sahabi. Rasulullah (s.a.v)'in çok sevdiği, aile efradından biri. Büyük emir onu şam ordusuna komutan yaptı ki Ömer ve diğer büyük sahabiler onun komutası altında idiler. Rasulullah (s.a.v) ve­fat edince, aynı orduyu Ebu Bekir gönderdi. Hicri 54 yılında vefat etti. 

[351] Zeyd b. Harise (Üsame'nin babası) Şehid emir. Ahzab Suresin­de ismi geçti. Peygamber (s.a.v)'in azadlı kölesi. İslam'ı jlk kabul eden­lerden. Allah Rasulünün en yakın ve sevgili dostlarından biri. Hicri 8 yılın­da Mute savaşında şehid edildi. 

[352] Cahiliye selamlaşması, "Günaydın anlamında Enim saba-han'dir. 

[353] Fedek: Medine'ye üç mil mesafede Hicaz'da bir yerleşim birimi. 

[354] Hira: Necef bölgesinde bir yerleşim birimi. 

[355] Bu hadisi Ebu Ya'la el-Mavsili, Müsned'inde rivayet etti. (13/170-173) Hadis no. 7212 

[356] Büyük hafız Ziyauddin Ebu Abdullah Muhammed b. Abdilvahid el- Hanbeli. Zehebi Şöyle dedi: Şeyhül imam, önder muhakkik, hüccet, seleften bakiyye.Fedailul Kur'an, delalilun nübüvve, Ehadisul muhtara" gibi eserleri vardır. 643 yılında vefat etti. 

[357] Ebu Bekr Ahmet Huseyn b. Ali el-Beyhaki, el- Horasani! Küçük yaşta hadis talebine başladı ve bu ilimde imam oldu.

İmamul Harameyn Ebul meali el-Cuveyni şöyle demiştir. Beyhaki dışında tüm şafii fakihleri imam Şafiiye borçludurlar. İmam Şafii ise Bey-haki'ye borçludur. Çünkü yazdığı eserler ile bu mezhebi o ayakta tutmuş­tur. "Sünenil kebir" "Esma ves sıfat" "şuabul iman" gibi eserleri vardır. 458 yılında vefat etti. 

[358] Bahira: Hristiyan rahibi. Adının Cercis olduğu söylenir. Bus-ra'da kendisine ait bir manastırı vardı.

[359] Şeyhul islam ibn Teymiyye "Sıratı müstakim" isimli eserinde (2/643) Cahiliye araplarınm kendileri için yolculuk yapılan büyük put­ları Lat, Uzza ve Menat'la ilgili yazısında şöyle dedi:

Lat, Taif lilerin putu idi. zikredildiğine göre Lat aslında hacılara hizmet eden. Salih bir kişi idi. Öldükten sonra, mezarını ziyaret etmeye başladılar. Sonra resim ve heykellerini yaptılar, sonra da türbesini yaparak ona tapınmaya başladılar."

Buhari sahihinde ve "Tefsirul Kur'an'da" "Lat ve Uzzayı gördünüz-mü?" ayetinin tefsirinde ibn Abbas (r.anhuma)'dan "Lafın aslen hacılara hizmet eden bir adam olduğunu" rivayet etmiştir.

Uzza'ya gelince, ibn Teymiyye aynı eserinde şöyle diyor: "Arafat yakınlarında bulunan Mekkelilere ait bir puttu. Rasulullah (s.a.v) Mek­ke'nin fethinden sonra Halid b. Velid'i göndererek bu putu yaktırdı.

[360] Bu kıssanın ayrıntıları için ibn Hişam'in siretün-Nebeviy-ye'sinebkz. (1/180-182)

[361] Bkz. Delailu'n-Nübüvet (Beyhaki) 1/316-317

[362] Cabir b. Abdullah b. Amr. Büyük imam ve Müctehid Meşhur sahabi. Rıdvan Beyatı ehlindendir. Peygamber (s.a.v) Ömer ve Ali'den birçok ilmi hususları rivayet etmiştir. Zamanında Medine'nin müftüsü idi. 1540 civarında hadis rivayet etmiştir. H. 77 yılında vefat etti.

[363] Hadisin metni şöyledir. Ömer b. Dinar'dan, şöyle dedi: Cabir b. Abdillah şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v) kavmiyle beraber kabe için taş taşıyorlardı ve üstünde de izan vardı. Amcası Abbas ona: "Kardeşim oğ­lu, izarını çıkarıp boynuna bağlasan da, öyle taş taşısan"dedi. Peygam­ber (s.a.v) Abbas'ın dediği gibi yapıp, izarını çıkarınca, bir anda bayılıp yere düştü. O günden sonra da bir daha çıplak olarak görülmedi."

Bu rivayeti Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir.

[364] Amir b. Vasile b. Abdillah b. Amr. Ebut Tufeyl Hicri 3. yılda Uhud savaşının olduğu yılda doğdu. Peygamber (s.a.v) ve ondan sonra Ebu Bekir'i gördü. Hicri 110 yılında, en son vefat eden sahabidir.

[365] Bkz. Müsnedü Ahmet 5/454.

[366] İbn Esir şöyle dedi: Hilf: Yardımlaşmada, dayanışma ve ittifak için yapılan sözleşme, antlaşma ve akitleşme demektir. Zulüm üzerine ya­pılan hilf islam'la yasaklanmıştır: (İslam'da hilf yoktur- müslim) Fakat öte yandan mazluma yardım gibi iyi niyetlerle yapılan hilf islamda da ca­iz ve müstahaptır.

[367] Benzer bir hadisi İbn İshak senedi ile Talha b. Abdillah b. Âvf ez-Zühri'den rivayet etti. İbn İshak, Rasulullah (s.a.v) 'in bu sözüyle Hil-fu'l Fudul'ü kastettiğini söylemiştir. Hadisin metninde bu anlaşmanın Ab­dullah b. Cüdan'ın evinde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Bu anlaşma Peygamber (s.a.v)'in bisetinden 20 yıl önce zilkade ayında yapılmıştır. Anlaşmaya şu olay neden olmuştu. Mekke'ye mal getiren Zebid'li bir tacirden, mallarını satın alan As b. Vail, adama malın ücretini vermeyi red-deti. Adam, ona karşı daha önce Hilf kurmuş olan ve ahlaf diye anılan Ab-duddar, Mahzum, Cemh, Sehm ve Adiy b. Kab kabilelerini yardıma çağırdıy-sa da onlar, As b. Vail'e karşı hareket etmeyi reddettiler.

Bunun üzerine mazlum tacir sabah vakti Kureyş'in Kabe'nin etrafın­daki meclislerinde oturduğu bir sırada Ebu Kubeys dağına çıkarak, acık­lı bir dille uğradığı zulmü haykırdı ve yardım talep etti. Adını duyan Rasulullah (s.a.v) 'in amcası Zübeyr b. Abdu'lmuttalip kabileleri Abdul­lah b. Cüdan'ın evinde toplanarak, zalime and içtiler. Kureyş onların bu andını işitince, ahidleşmeyi "Hilful Fudul" Faziletliler andlaşması olarak isimlendirdi.

Hilful Fudul mensupları As b. Vail'e giderek ondan gaspettiği Zebid'li tüccarın hakkını alıp sahibine geri verdiler.

(Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye: 2/270-271).

[368] Abdumenaf b. Abdilmuttalib b. Haşim, Ebu Talib. Ali (r.a)'nın babası ve peygamber (s.a.v)'in amcası Yeğenini korudu, himaye etti ve davasına destek oldu. Kureyş'in ileri gelenlerindendir. Peygamber o'nun evinde büyüdü ve küçüklüğünde Şam'a o'nunla beraber yolculuk etti. İs­lam'a çağırıldığı halde, girmedi. Hicretten üç yıl

önce vefat etti.

[369] Ebu Bekir Sıddık'ın kızı Aişe. Annesi Ümmü Ruman binti Amir'dir. Bi'setten 4 veya 5 yıl sonra doğdu. Rasulullah (s.a.v.) Hatice'nin ölümünden sonra onunla evlendi. Allah Rasulünden birçok ilim naklet­ti. 2210 kadar hadis rivayet etmiştir. Hicri 57 yılında vefat etti.

[370] Hadis'in nassı şöyledir: Hz Aişe (radiyallahu anha) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v)'a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü sa-lih rüya idi. Rüyada her ne görse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua ge­liyordu.

Bu esnada ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip ora­da, ailesine dönmeksizin bir kaç gece tek başına kalıp, ibadette bulunu­yordu. Bu maksatla yanına azık, alıyor, azığı tükenince Hz Hatice radi­yallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip:

"Oku' dedi. Aleyhissalatu vessellem:

"Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhisselati vessellem hadisenin gerisini şöyle anlatıyor. "Ben okuma bilmiyorum deyince me­lek beni tutup takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı.

Tekrar: "Oku" dedi. Ben tekrar:

"Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa takatim kesilin­ceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku" dedi. Ben yine "Okuma bilmiyorum" dedim!" Beni tekrar üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "yaratan Kabinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o ka­lemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti:" (Alak: 96/1-5) dedi."

Resulullah aleyhisselatu vessellem bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve:

"Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle, kaldı. (Sükunete erince) Hz Hatice radiyallahu anha'ya ba­şından geçenleri anlattı ve:

"Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz Hatice de:

"Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen riisvay etmeyecektir. Zi­ra sen, sıla-i rahim'de bulunursun, doğru konuşursun işini göremeyenle­rin işini taşırsın. Fakire kazandırısın. Misafire ikram edersin, Hak yolun­da zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Son­ra Hz Hatice Aleyhisselatu vesellemi alıp Varaka ibnu Nevfel ibni Esed ibni Abdi'l -uzza İbni Kusay'a götürdü.

Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde hıristi-yan olmuş bir kimseydi. İbrani (okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını ibranice olarak yazmıştı. Gözleri ama olmuş yaşlı bir ih­tiyardı. Hz Hatice kendisine:

"Ey amcaoğlu!Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi.

Varaka Aleyhissilatu vesselam'a:

"Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu.

Aleyhisselatu vessellem gördüklerini anlattı. Varaka da ona:

"Bu gördüğün melektir. O H.z Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardık­lar vakit hayatta olsaydım!" dedi. Rasululah aleyhisselatu vessellem:

"Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Vara­ka:

"Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulu­nurum!" dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de kesil­di.

Buhari, Bed'ül -Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak, Ta'bir 1; Müslim, iman 252 (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636).

[371] Kisra'nın sarayının sarsılması, Mecusilerin taptıkları ateşin sönmesi, doğumunda o'nunla beraber bir nurun çıkması gibi olaylar.

Bkz. el-Vefa bi Ahvali'l Mustafa (ibn Cevzi) 1/165-168.

[372] O'nun peygamberlerin en üstünü ve Ademoğullarının efendi­si olduğunun delillerinden biri de şu hadistir.

Ebu Hureyre'den; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ben, kıyamet günü Ademoğullarının efendisiyim. Kabirden ilk çıkan, ilk şefaat eden ve şefaati kabul olunan benim" Müslim: Kitabul Fedail 2/1782.

[373] Cenabı Hakk, Ankebut: 29/26. ayetinde şöyle buyurdu: "Bunun üzerine Lut o'na iman etti ve (ibrahim) "Doğrusu ben rab-

bime hizmet ediyorum. Şüphesiz o, mutlak güç ve hikmet sahibidir." dedi."

[374] Cenabı Hakk, Saffat: 37/133. de şöyle buyurdu: "Lut da gönderilmiş peygamberlerdendi"

[375] Yuşa b. Nun b, Efrasim b. Yusuf. b. Yakup b. İshak. b. İbrahim (a.s). Kehf suresinde geçtiği gibi Musa (a.s)'in yanında bulunan genç'tir. Musa ve Harun'dan sonra, İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi.

[376] Buhari, Kitab'ul Enbiya, Bab ma zükire an Beni İsrail, 4/144.

Müslim, Kitabul Mesacid ve Mevadiu's-Salah. Babu'n Nehy an Bi-nail Mesacid alel-Kubur: 1/376-377

[377] Müslim Kitabu'l-cenaiz sh: 668.

[378] Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib, Ebu'l-Hasan. Emirü'l-mü'minin, hulefa-i raşidin'in dördüncüsü, cennetle müjdelenen on kişiden biri. Peygam­berin amcası oğlu ve damadı. H. 40 yılında şehid edildi.

[379] Müslim kitabul cenaiz sh: 666, Ebu Davud Kitabul cenaiz: 5/548, Tirmizi kitabul cenaiz: 3/366, Nesai kitabul cenaiz: 4/88.

[380] Buhari kitabul hacc: 2/166, Nesai Mevakit: 1/288.

[381] Bu hususa değinen alimlerden bazıları:

el-Beğavi (Mealimu't-Tenzil: 1/368), İbn Atiyye (Muherreru'l-Ve­ciz 8/306.) İbn. Atiyye birinci görüşün cumhura, ikinci görüşün ise Züc-cac'a ait olduğunu söyleyip, cumhur'un görüşünü doğru bulduğunu bil­dirdi, eş- Şevkani (Fethul Kadir, 1/394)

[382] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 95-124.

[383] Maide suresinin 69. ayeti: "İman edenler ile yahudiler, sa­biiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp, iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek değilerdir".

[384] Sabiiler: ibn Kesir, Sabiilerin kim oldukları hakkında ulema­nın görüşlerini naklettikten sonra şöyle dedi:

- Allahu A'lem - en uygun görüş, sabiilerin Yahudi, Hristiyan veya mecusi olmayan, herhangi bir dine bağlı bulunmayan, fıtratları üzerine kalmış insanlardır. Bu nedenle müşrikler, müslümah olanlara sabiiler di­ye alay ederlerdi. Bazıları da: Sabiilerin, kendilerine peygamber (s.a.v)'in daveti ulaşmamış insanlar olduğunu söylemişlerdir. Bkz. İbn- Kesir tefsiri: (1/149)

[385] Şu ayeti Kerime'de olduğu gibi.

"De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir ke­limeye geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırma-sın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, "Bizim müslüman olduğumuza şahitler olsun!" deyiniz.                    (Al-i imran: 3/64)

[386] Miicahid, Süddi ve Atiyye de bu görüştedirler. Bkz. Tefsirut Ta-beri 2/150-155.

[387] Selman Ebu Abdillah el- Farisi Kendisine Selman b. İslam denilir. İran asıllıdır. Araştırmaları sonucu peygamber (s.a.v)'in çıktığı­nı öğrenerek, Medine'ye gelip biat etti. Hendek ve diğer savaşları iştirak etti. Aklı, dehası, nezaketi ve ibadeti ile meşhurdur. H. 36 veya 37 yılın­da vefat etti.

[388] Bkz. "Tefsiru ibn Ebu Hatem. 1/ 198.

İbn Ebu Hatem'in tefsirinde zikrettiği bu hadis, senet ve metin ola­rak münkati (kopuk)'dur. Miicahid, Selman-ı Farisi'den hadis dinlemiş değildir.

[389] Iyad b. Himar b. Ebu Hımar et- Temimi. Basra'da oturdu. Es­kiden beri Peygamber (s.a.v)'in arkadaşı idi. Sohbetine katılarak, ondan hadis rivayet etmiştir.

[390] Müslim Sahihinde "Kitabul cennet ve ehluha 3/2198'de ve Ahmed Müsnedin'de 4/162 rivayet etti.

[391] Esved b. Amir eş-Şami. sonra Bağdadi İmam ve hafızdır. İbn Hacer "Sika'dır" dedi. 208 yılında vefat etti.

[392] Şerik b. Abdillah el-Nehai el-küfi. Kadı. Saduk, çok hata eder­di. Kadı'hğa başladıktan sonra ezberi kötüleşti. Adil, Faziletli ibadete düş­kün idi ve bidatçilere karşı sert idi. 177 yılında vefat etti.

[393] Selm b. Abdirrahman en-Nehai. İbrahim Nehai: O'nun yalan­ca olduğunu söylemiştir. Fakat Ahmed, Acluni ve Darakutni o'nu teşvik ettiler. Darakutni, "o, altıncı tabakadan ve saduk'tur" dedi.

[394] İbrahim b. Yezid en-Nehai. İmam, Hafız, Fakih büyük Alim­lerden biri. Tabiindendir. İbn Mesud'un ilminden istifade etmiştir. Bir­çok fazilet ve üstünlükleri vardır. H. 95 yılında vefat etti.

[395] Bkz: Ahmed b. Hanbel'in rivayeti için. (İlel ve marifetür Rical 1/201.)

[396] Ubeydullah b. Abdulkerim b, Yezid b. Furruh Hadis hafızı, imam. Sika meşhur H. 264 yılında vefat etti.

[397] Amr b. Hammad b. Talhatu'l-Kannad. Saduk, Rafizi, 222 yı­lında vefat etti.

[398] Bkz. Tefsir ibn Ebu Hatim: 1/198-199

[399] Said b. Cübeyir. b. Hişam. İmam, Karii, Müfessir, şehid Ebu Muhammed. ibn Abbas'ın en meşhur öğrencilerinden, Tefsir, Fıkıh, muhtelif ilimler ve salih ameller bakımından ümmetin imamı. Haccac (aleyhi ve ala men sallatehu alennas ellaneh), tarafından şehid edildi.

[400] Bu rivayete, ibn Kesir tefsirinde (1/147) işaret ederek ibn Ebu Hatem'e isnat etti.

[401] Bkz. Tefsir ibn Ebu Hatim: 1/198

[402] Ali b. Ebu Talha b. el Maharik. Babası ibn Abbas'ın kölesi Sa­lim b. Maharik'tir. ibn Abbas'dan işitmemesine rağmen ondan rivayet et­miştir. Ahmedi "O'nun bazı hoş olmayan durumları vardır." dedi.

İbn Hacer de ibn Abbas'ı görmemesine rağmen, o'ndan irsal yapmış­tır. Saduk'tur. Bazen hata eder" demiştir. O'nun ile ibn Abbas arasında­ki vasıta Mücahid veya Said b. Cübeyir'dir H. 143 yılında vefat etti.

[403] Nisa suresinin 80. ayeti örneklerden sadece bir tanesidir.

"Kim Rasule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik".

Aynı Surenin 150-151. ayetlerinde de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ı ve peygamberini inkar edenler ve Aİlah ile peygambe­rini birbirinden ayırıp "Bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyen yok mu;

İşte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazirlamışızdir".

[404] Nesh ile ilgili olarak seleften maksat, imam Şafii'den önceki alim­lerdir. Çünkü nesh ile tahsis, istisna, takyid'ul am, tebyinu'l mücmel'i birbi­rinden ilk ayıran alim safidir. İmamı Safı neshi sadece, bir önceki nassın hük­münün kaldırılması şeklinde anlamış ve bu şekilde kullanımıştır.

Bkz. er, Risale Sh, 361

[405] Kurtubi de bu ayetin muhkem olduğu görüşündedir.

[406] Bkz. Zadül mesir: 1/92.

[407] Muhammed b. Ali b. etT Tayb Mutezile'nin büyüklerinden. İlmi, zekası ve dehası ile meşhurdur.

[408] Bkz. el-mutemed fi usuli'1-fıkh: 2/425

[409] Bakara: 2/109 Ayetin tamamı şöyledir.

"Ehli kitaptan çoğu, hak ve doğru olan kendilerine apaçık belli olduktan sona sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hak­kındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir."

[410] Beytül makdis, Rasulullah (s.a.v)'in isra ve miraç olayının gerçekleştiği Mescidul Aksa'dır.

[411] Buharı, Berra (r.a)'dan, müslümanların 16 veya 17 ay beytül Makdise yönelerek namaz kıldıklarını rivayet etmiştir. (5/102)

[412] Oruç ile fidye arasında seçim yapma meselesi Bakara suresinin 183-184 ayetlerinde gelmiştir.

"Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip- geçmiş ümmetlere ya­zıldığı gibi sizin üzerinizede yazıldı. Umulur ki korunursunuz."

"Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta ya­hut yolcu olursa, tutmadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar, ihtiyarlık veya şifa umudu kalmamış gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir do­yumu miktarıdır. Bunun dışında kim gönüllü hayır yaparsa, bu ken­disi için daha iyidir. Eğer gerçekten anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır."

[413] Beğavi (Mealimu't-tenzil de) gibi.

[414] Bakara 126 ayeti şöyledir:

"İbrahim de demiş ki, " Ey Rabbim! Bu şehri emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyveler­le besle. Allah buyurdu ki: İnkar edeni de az bir süre geçindirir, so­na onu cehennem azabına (girmeye) zorlarım. Ne kötü varılacak yerdir arası."

[415] Zadül mesir: 1/92.

[416] Bkz. Salebi4nin tefsiri (el-Keşfü'1-beyan an tefsiri'l-Kur'an: 1575-76

[417] Muattıla: Allah'ın sıfatlarını inkar eden sapık bir akım.

[418] Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir. Buhari bu hadi­si dört yerde zikretmiştir. 1/32., 4/20, 4./132 ve 6/ 120 Müslim ise 1/34 -125'de zikretmişlerdir.

[419] Ünlü Habeş kralı. Ashame b. Ebhur. Necaşi lakabıdır. Sahabe­den sayılır. Müslüman olmuş fakat hicret etmemiştir. H. 9 yılda vefat et­ti. Resulullah (s.a.v) O'nun için gıyabında namaz kıldırdı. Ülkesine sı­ğınan mülümanlara tanıdığı özgürlük ve hoşgörü ile meşhurdur.

[420] Kur'an'da bu hususta delalet eden birçok ayetten sadece birta-nesi Nahl suresinin 36. ayetidir.

"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının" di­ye (emretmeleri için) her millete bir peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sa­pıklığa düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün. İnkar edenle­rin sonu nasıl olmuştur!"

[421] Bakınız "Safdiyye 2/308.

[422] Yemen melikesi. Hakkında çok net bilgiler yoktur. Bilgi için Nemi suresine bakınız.

[423] Bkz. "el- Furkan beyne Evliyair Rahman ve Evliyaiş-Şeytan" Sh, 86-89.

[424] Kur'an'da bu hususu işaret eden birçok ayet vardr. Bunlardan Nisa suresi 54. ayette şöyle buyurmaktadır.

"Yoksa onlar, Allah'ın lutfundan verdiği şeyler için insanlara ha­set mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük hükümranlık bahşettik"

Ankebut zuresinin 27. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:

"Ona ishak'ı ve Yakub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik.Onu dünyada mükafatlandırdık, şüphesiz o, ahirettede salihlerdendir."

[425] Cenabı Hakk, Araf suresi 157. ayette şöyle buyurdu.

"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye o üm-mi peygamber'e uyanlar, işte o peygamber onlara iyiliği emreder, on­ları kötülükten meneder, onlara temiz şeyler helal, pis şeyleri haram kılar. Ve üzerinizdeki ağırlıkları, sırtınızdaki zincirleri atar (yani, ha­ta ile adam öldürmekte kısas icrasını ve günah işleyen azaların, pislik de­ğen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklifleri kaldırır). O peygambere ina­nıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyalar var ya işte kurtuluşa erenler onlardır."

[426] İbn Sa'd Tabakatu'l-kübra: 1/192, Ahmed Müsned: 5/266, 6/116, Hatibü'l-Bağdadi Tarihu'l-Bağdad: 7/209, Elbani öayetü'l-Meram'da bu hadisin zayıf olduğunu söyledi.

[427] Hadis bu şekliyle Beğavi'nin Şerhü's-sünen 2/371, ve İbn Teymiyye'nin İktidau's-sırat-ı Müstakim 1/157'de yer almaktadır. Ayrı­ca benzer ifadelerle diğer birçok imam tarafından tahric edilmiştir. Sil-siletü' 1-ehadisu's-sahih'a bakınız

[428] Hadisi Ahmed Müsned'inde 1/215, 347, İbn Mace sünen 2/1008, Nesai Sünen: 5/268, Hakim Müstedrek 4/274'de tahric etti ve

şeyheynin şartlarına göre sahih olduğunu bildirdi.

[429] Hadisi Ahmed Müsned, 3/387, Dar/mLS&nen 1/5-116, İbn Ebu Asım "sünnet 1/27 de tahric etmişleridir.

Elbani (Irvail Galil 6/34-38'de hadise nasen hükmünü verdi.

[430] Ebu Davud Kitabul Merasil sh 223, Taberi Tefsir 21/7, el-Maverdi Nüket ve'l Uyun 4/288-289.

[431] Bu hadisin tahrici saptanamadı.

[432] Havariler, İsa (a.s)'in ashabıdır. Elbiselerinin beyazlığından do­layı bu ismi aldıkları söylenir.

Peygamber (s.a.v.) Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyur­muştur:

"Zübeyr halamın oğlu ve ümmetimin havarilerindendir."

Bu hadisten, havarilerin peygamberlerin en samimi ve özel dostları, olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Meanil Kur'an, 5/164-165 (Züccac)

[433] Bu hadisi, Darimi süneninde 1/731'de, Tirmizi Sünenin'de 5/172-177'de rivayet ettiler. Hadis Haris b. Abdullah el Avar'dan riva­yet edilmiştir. Albani Şerhu'l Akidetü't Tahaviye'ye yazdığı talik sh, 68'de bu hadisin, Harisu'1-Avar nedeniyle isnadında zaaf bulunduğunu ve Haris'in bazı hadis tenkidçileri tarafından yalan ile ittiham edildiği­ni söyledikten sonra bu güzel sözün aslen hadis değil de Ali'ye ait olma ihtimalini zikretti.

[434] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 124-154.

[435] Bkz. mecmua feteva. 4/475

[436] Yani Nisa Suresinin ayeti şirki, Allah'ın bağışlamayacağı hük­müne tahsis etmekte, şirk dışında kalan günahları ise, Allah'ın dilemesi ile takyid etmektedir.

[437] Zümer suresinin ayetinde tamim, yani Allah'ın tavbe edenle­rin tüm günahlarını affedeceği umumi hükmü vardır. Itlak olması da, gü­nahkarlar hakkında mutlak olması demektir.

[438] Tahkim olayından sonra, Hz Ali (r.a)'ye karşı gelip, başkaldı-ranlar. Daha sonra onlarca fırkaya bölünmüşlerdir. Hariciliğin temel il­keleri şunlardır. Ali'yi, Osman'ı, Cemel Savaşma katılanlar, iki hakemi ve onların hükmüne razı olan herkesi tekfir ederler. Zarba idareciye kar­şı ayaklanmayı öngörürler. Ve büyük günahları işleyenlere kafir derler.

[439] Buhari 4/149'da ve Müslim 3/2118'de Ebu Said el- Hudri'den rivayet ettiler.

[440] Bu hadis Enes b. Malik ve Ebu Hureyre tarafından birbirine ya­kın lafızları ile rivayet edildi. Buhari - Kitabul Vudu 1/61, Müslim - ki-tabul Tahare 1/236, Ahmed - Müsned 2/239, Darimi - Sünen kitabul Vudu 1/189, Ebu Davud - Sünen Kiabut Tahare 1/263, İbn Mace Sünen Kitabu't Tahare 1/175

[441] Bu durumda kişinin orucunun sahih olup olmaması konusun­da fakihler ihtilaf etti. İbn Kudame Muğni'de (3/63) şöyle dedi.

Kişi cinsel ilişki halinde iken fecir doğar doğmaz, zekerini çekçe ne olur. Bu konuda ibn Hamid el-kadi şöyle dedi. Kişinin kaza ve kefaret ver­mesi gerekir, çünkü çekme de lezzet hasıl eden bir cimadir, dedi.

Ebu Haf da şöyle dedi. Bu durumu da kişiye ne kaza ne de kefaret ge­rekir. Ebu Harife ve Şafii de bu görüştedirler. Çünkü, nez'yani çekme, cimayı bitirmektir. Dolayısıyla cima ile ayn müteaala edilmesi gerekir. Aynı kişinin bulunduğu yere girmeyeceğine dair yemin emesi, ve yemi­nine mütakip oradan çıkması gibi.

Malik de şöyle dedi: Orucu batıl olur ancak kefaret gerekmez"

[442] Muhammed b. İdris eş- safii. Ebu Abdillah dört büyük fıkıh, imamından biri. Muhtelif konularda eserleri vardır.

Bunlardan en meşhurları "el-ümm", "Ahkamu'l Kur'an" ve "er-risa-le'"dir. 204 yılında vefat etti.

[443] Malik b. Enes b. Malik. Dört imamdan biri ve Medine imamı. İbn Uyeyne şöyle dedi: "Malik Hicaz ehlinin en alimi ve zamanının hüccetidir". İmam Ahmed b. Hanbel ise şöyle dedi: "Malik hadis ve fı-kıh'da imamdır" Kendisi Tabi-i Taiindendir. Muvatta'sı meşhurdu. 179 yılında vefat etti.

[444] Bu rivayeti Gazali, ihyaü Ulumüd Din (4/35) de zikretmiştir. Rivayete göre insanları bidat ile saptıran bir alim, daha sonra tevbe ed­er ve bundan sonra İslah için çalışır. Allah o dönemin peygamberine vah-yederek sözkonusu alime şöyle demesini buyurur:

"Eğer günahın benim ile senin aranda kalsa idi onlan bağışlardırm Fa­kat kullarımdan saptırıp da cehenneme gönderdiğin kimseler için nasıl ola­cak?" Hafız el-ıraki, bu rivayet hakkında sukut etmiş ve herhangi bir ta-lik'de bulunmamıştır.

[445] Ebu Ali el- Hasan . Ali el- Ehvazi. Döneminin Şam kıraat ali­mi. Hadis ile de meşgul olmuştu. Zehebi şöyle demiştir: Sıfatlar konusun­da bir eser yazmıştırki, yazmasaydı daha iyi olurdu. Çünkü kitabını uy­durma ve saçma rivayetlerle doldurmuştur. 447 yılında vefat etti.

[446] Haris b. Hişam b. Muğeyre. Ebu Cehl'in kardeşidir. Fetih gü­nü müslüman oldu ve islam'ını güzeleştirdi. Cahiliye döneminde oldu­ğu gibi, islam'da da şerefli ve saygıdeğer bir liderdi.

Ömer döneminde cihad niyetiyle Şam'a göç ederek, şehid oluncaya kadar orada kaldı.

[447] Süheyl b. Amr b. Abdi Şems. Kureyş'in hatibi, fasihi en şeref­lilerinden idi. Mekke'nin fethi günü müslüman oldu ve islam'ını güzel-leştirdi. Müslüman olduktan sonr a adamlarıyla beraber cihad için Şam'a çıktı. Gündüzlerini oruç, gecelerini de ibadet ile geçirirdi. Kur'an'ı her dinleyişinde ağlar idi. H. 18 yılında vefat etti.

[448] Safvan b. Ümeyye b. Halef. Fetih'den sonra müslüman oldu. Ba­zı hadisler rivayet etmiştir. Müslümanlığını güzel yaptı. Yermük savaşı­na katıldı. Cahiliye ve islam döneminde Kureyş'in en ileri gelenlerinden idi. H. 41 yılında vefat etti.

[449] İkrime b. Ebu Cehl Amr b. Hişam b. Muğeyre. Şerif, Reis ve Şehid. Babası Ebu Cehl öldükten sonra Mahzumaoğullarının reisliği İk-rime'ye geçti. Sonra Fetih yılı müslüman oldu. Ve müslümanlığını güzel yaptı. H. 15 yılında Yermük savaşında veya yine o yıl meydana gelen Ec-nadın vakasında şehid edildi.

[450] Amr b. As b. Vail b. Abdullah Zekası, dehası ve kurnazlığı ile meşhurdur. H. 8 yılda müslüman oldu. ve 43 yılında vefat etti.

[451] Müslim Kitabul iman 1/112

[452] Buhari, Tefsirul Kuran 5/227, Müslim, kitabut Tefsir, 3/2321

[453] "Kim teammüden bir mümini öldürürse onun cezası cehennem­dir" ayeti kerimesi ile ilgili Buharı Sahihinde kitabut Tefsir (5/182) de Sa-id b. Cübeyr'den şöyle rivayet etti: "bu ayet konusunda küfelilerin ihti­laf etmeleri üzerine, ibn Abas'a giderek, o'na sordu.

tbn Abbas, bu ayetin, Kur'an'm en son indirilen ayetlerinden biri ol­duğunu ve kesinlikle nesh edilmediğini bildirdi".

Bu hadisi Nesai de Tefsirinde 1/397 rivayet etti.

İbn Abbas'dan aynı görüşü daha başka bir çok kimse de sahih isnat­larla rivayet etmişlerdir.

Fakat Beğavi Mealimut Tenzil (l/465)'de şöyle dedi.

"Ehli sünnetin de içinde bulunduğu çoğunluğun görüşü, bir müslüma­nı teammüden öldürenin tevbesinin makbul olduğu görüşüdür. Çünkü ce­nabı Hakk şöyle buyurmuştur:

"Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım"              (Taha: 20/82)

"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışalamaz; bundan baş­kasını dilediği kimse için bağışlar".                                 (Nisa: 4/48)

İbn Abbas'in görüşü ise, Adam öldürmekten kaçındırma cihetiyle teş-did ve mübalağa cihetiyledir" tevbe ettiği zaman Beğavi'nin dediği gi­bi ki cumhur'un görüşü budur- Katil tevbe ettiği zaman Allah onun bu gü­nahını bağışlar. Çünkü tevbe ayetinin hükmü umumidir.

[454] Bu görüşleri "mesailul Fıkhiye (2/247)'de Kadı Ebu Yala zik­retti ve birinci görüşün, yani katilin tevbesinin makbul olduğu görüşünün sahih olduğunu söyledi.

[455] Nisa suresi, 93 ayet şöyledir: "Kim bir mümini kasten öldü­rürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona ga-zapetmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır."

[456] Müslim - kitabul iman 2/150, Malik, muvatta, kitabul cihad 2-461, Ahmed, müsned - S 4- 308-330, Tirmizi, sünen, Kitabul Fedailul ci­had 4/175, Nesai kitabul cihad 6/33.

[457] Ata b. Ebu Müslim Ebu Osman el-Horasani,Dara kutni o'nun için şöyle dedi. Bizzat sikadır. Fakat ibn Abbas'ı görmüş değildir. Ya­ni müdellistir. 135 yılında vefat etti.

[458] Taberi Tefsirinde (9/315) tahric etti. 170

[459] Buhari, Kitabül istitabetül mümin, 8/49, Müslim kitabül iman 1/112.

[460] Zındık'ın tevbesinin kabulü konusundaki ihtilaf, haklarındaki islam hükümlerinin uygulanıp uygulanmaması konusundadır. Fakat Al­lah'ın onlara tevbelerini kabul etme konusu ayrıdır.

Birkaç kez irfidat eden veya zıdıkların tevbeleri konusunda fukaha ih­tilaf etmişlerdir. Safiye göre tevbeleri kabul edilir. Malik, leys, ishak ve Ebu Hanife'den bir rivayete göre ise tevbeleri kabul edilmez.

[461] Muhammed b. Hüseyn b. Muhmmed b. Halef b. Ahmet el, Ferra. Ebu Yala el Kadı 5 h.y Hanbeli ulemasınn meşhurlarından. Ahkamus sulta­niye, el- kifaye, el idde gibi eserleri vardır. 458 yılında vefat etti.

[462] Buhadisi buhari kitabul hudud 8/23, Müslim kitabut tevbe 3/218'de rivayet ettiler, Ahmed müsned 3/491, Ebu Davud Sünen - Ki­tabul Hudud 4/544'de rivayet ettiler.

Hadis şöyledir: Enes b. Malik şöyle dedi: Peygamber (s.a.v)'in yanın­daydım. Adamın birisi gelerek,

"Ya Rasulallah ben haddi gerektirecek bir günah işledim, bana had uygula" dedi. O sırada namaz vakti girdi. Adam da peygamber (s.a.v), ile beraber namaz kıldı. Peygamber (s.a.v) namazı tamamladıktan sonra adam, peygamber (s.a.v)'e kalkarak,

"Ya Rasulallah, ben haddi gerektirecek bir günah işledim. Allah'ın kitabını bana tatbik et", dedi. Peygamber (s.a.v)

"Az önce bizimle beraber namaz kılmadın mı?" buyurdu. Adam:

"Evet," dedi. Bunun üzerine peygamber (s.a.v)

"Allah senin günahını bağışladı" buyurdu."

[463] Maiz b. Malik el-Eslemi. Sahabidir. Zina etmiş sonra pişman olarak, gelip günahını itiraf etmiştir. Bunun üzerine peygamber (s.a.v) o'na recm uygulanmasını emretti ve recm edildi.

[464] Zina edip de suçunu itiraf eden Gamid'li kadının adının Sebia olduğu rivayet edilir.

[465] Hadis şöyledir. Maiz b. Malik peygamber (s.a.v)'e gelerek ben zina ettim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) yüzünü ondan çe­virdi. Malik bu sözünü ısrarla üst üste dört kere tekrar edince, Rasulul­lah (s.a.v) o'nun recm edilmesini emretti. Recm esnasında, Maiz taşla­rın acısını duyunca kaçmaya başladı. Fakat peşinden bir adam yetişerek, elindeki deve kemiğiyle vurup, onu öldürdü. Bu olay Rasuhıllah'a (s.a.v) bildirilince; "Onu bıraksaydmız olmaz mıydı" diye buyurdu.

Hadisi rivayet edenlenTirmizi, Sünen, Kitabul Hudud, 2/854 Tirmizi, Sünen, Kitabul Hudud 4/36, Ahmed, müsned. 5/216 Ebu Davud, Sünen, Kitabul Hudud, 4/573.

[466] Müslim Hudud: 23

[467] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 155-174.

[468] Abdullah b. Said b. Husayn el-Kindi Sika'dır. 257 yılında ve­fat etti.

[469] Muhammed b. Fadil b. Gazvan, İmam, Saduk, hafız Şiilik ile ittiham edilmiştir. Zehebi onun sahih hadis erbabı tarfından hüccet kabul edildiğini söyledi. Tefsir, Kitabı Zühd, siyam ve başka eserleri vardır. 195 yılında vefat etti.

[470] Huseyn b. Ubeydullah b. Urve en-Nahai sika ve fadıldır. 139 yılında vefat etti.

[471] Cami b. Şeddud el-muharibi. Sika'dır, 118 yılında vefat etti.

[472] Esved b. Hilal el-Muharibi. Tabiinin büyüklerindendir. Sika­dır 84 yılında vefat etti.

[473] İbn Ebu Hatim bu rivayeti tefsirinin muhtelif yerlerinde nak-letmiştir. - Enam suresinin tefsirinde - Nemi suresinin tefsirinde ve Ka­sas suresinin tefsirinde.

[474] Sahabi, imam, fakih, müctehid. İsminin Abdurrahman b. Sahr olduğu rivayet edildi. En çok hadis rivayet eden sahabidir. 57 yılında ve­fat etti.

[475] Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib el Haşimi. İbadetinden dola­yı kendisine Zeynül Abidin denilirdi. Tabiindendir. Vera, takva sahibi, alim ve abid idi. H. 94 yılında vefat etti.

[476] Zekvan'us-seman ez- Zayyaf. Bazı sahabelere yetişti ve onlar­dan hadis rivayet etti. Sika'dır 101 yılında vefat etti.

[477] Muhammed b. Ka'b b. Selim el-Karzi Tabiindendir. Görmedi­ği insanlardan rivayetler nakletmiştir. Acluni, O'nun sika olduğunu söy­ledi. Zehebi de o'nun tefsir imamlarından biri olduğunu bildirdi. 108 yı­lında vefat etti. Başka bir tarihte vefat ettiği de söylendi.

[478] Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah, Ebu Bekr Zühri el-Me-deni. Şam'da ikamet etti. Büyük imamlardandır. Zamanının hafızı idi. 124 yılında vefat etti.

[479] İkrime b. Abdullah. Allame, müfessir, Hafız, Ebu Abdullah 104 yılında vefat etti.

[480] Zeyd b. Eşlem el-Adevi. El-medeni. Fakih, imam, hücet, Kud-ve. İlmiyle amil ulemadan idi. 136 yılında vefat etti.

[481] İbn Ebi Hatim bu rivayeti tefsirinin muhtelif yerlerinde naklet­ti: Enam suresinin tefsirinde (896-898), Nemi suresinin tefsirinde (438-440), Kasas suresinin tefsirinde (443-445)

[482] Muhammed b. Uzeyz b. Abdillah el- Eyli. Sika, Saduk ve za­yıf olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. İbn Hacer, Takrib'de "O'nda zayıflık vardır", dedi. 268 yılında vefat etti.

[483] Selame b. Ruh b. Halid b. Akil ibn Hacer Takrib'de o'nun için "Saduk ancak evhamlıdır", dedi. 198 yılında vefat etti.

[484] Ukeyl b. Halid b. Akil el-Eyli.Saduk'tur. İbn Hacer, Takrib'de o'nun "sika" olduğunu söyledi. 144 yılında vefat etti.

[485] Ukbe b.Amir el- Cüheni. Sahabi, alim, karii, fasih, fakih ve şa­ir. 58 yılında vefat etti.

[486] İbn Ebu Hatim "Enam suresinin tefsiri (sh, 906-907'de) tahric etti.

[487] İbn Ebu Hatim bu rivayeti tefsirinde üç yerde zikretti. Enam su­resinin tefsiri sh 907. Nemi suresinin tefsiri sh. 443, Karas suresinin tef­siri sh, 447-449.

[488] Enes b. Malik b, Nadr. Peygamber (s.a.v)'in arkadaşı ve hiz­metçisi. İmam, Müftü, karii, muhaddis, H. 93 yılında vefat etti.

[489] Şakik b Seleme el-Esedi. Ebu Vail el- Kufi. Büyük imam. Peygamber (s.a.v)'e yetişti fakat göremedi. İlim ve amel'de imam idi. 82 yılında vefat etti.

[490] Bkz. Tefsir ibn Ebi Hatim. Tefsiru suretil Enam, sh. 907-908. Tefsiru sureti'n Nemi sh, 443-445, Tefsiru suretil Kasas. sh 449-451

[491] İbn. Ebi Hatim'in isnadı şöyledir: Haddesena Abdullah b. Sü­leyman, sena el- Huseyn b. Ali b. Mehran, sena Amir b. Furat, an Esbat, an Süddi.

[492] İbn Ebi Hatim ve Tefsiru suretul Kasas,(451-452)'de tahric etti.

[493] İbn Abbas'ın peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiği hadis şöyledir. "Allah (c.c) iyilik ve kötülüğü yazıp, sonra bunu beyan etti. Kim bir sevap işleyip, sonra bunu yapmazsa, Allah kendi katında ona bir sevap yazar. Eğer niyet ettiği o sevabı yaparsa Allah kendi katın­dan ona on sevaptan yediyüz sevaba kadar ve daha çok sevap yazar. Kim bir kötülüğe niyet ettikten sonra, onu yapmazsa Allah ona da kendi katında tam bir sevap yazar. Kişi niyet ettiği bu kötülüğü ya­parsa, ona bir kötülük günahı yazılır."

Hadisi, Buhari sahih "Kitab'ul Rekaik (7/187) de, Müslim, sahih Kitabul iman (1 /118)' de zikrettiler.

[494] Ebu Hureyre'nin hadisi de İbn Abbas'ın hadisiyle aynı anlam­dadır. Müslim Sahih'inde kitabul iman (sh 117) de zikretti.

[495] Cündeb, Cünade el-Gıfari ilk müslümanlardandır. Peygamber (s.a.v)'in ashabının şn seçkinlerinden alim, abid, zahid, mücahid bir zat idi. Kınayanın kınamasından çekinmeden, hak sözü her yerde söylerdi. H. 32 yılında vefat etti.

Ebu Zerr'in hadisi şöyledir. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Allah şöyle buyuruyor: kim bir iyilikle gelirse ona bunun on katı sevap vardır ve daha da arttırırım. Kim de bir kötülükle gelir­se onun cezası da, aynısı ile bir kötülüktür veya bağışlarım. Kim bana bir karış yaklaşırsa,ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gele­ne ben koşarak giderim. Kimbana şirk koşmadığı halde, dünya do­lusu günah ile gelse, ben onun günahlarının aynısına mağfiret ile gelirim" Hadisi, Müslim, kitabu'z-zikr ve dua ve't-tevbe ve'1-istiğfar (3/2068) Ahmed , Müsned 5/148'de, İbn Mace kitabul edeb 2/1255'de rivayet ettiler.

[496] Abdullah b. Amr b. As Peygambar (s.a.v)'in arkadaşı. İmam ve abid. İlim ve amel önderi. Sayısız faziletlerin sahibi. H. 65 yılında vefat etti.

[497] Hadisi, Buhari kitabu's savm 2/245, Müslim Kitabus siyam 1/812'de

[498] Ebu Hureyre'den Ahmed, müsned 2/263'de Beyhaki Süne-nü'l Kübra, 4/293'de rivayet ettiler. Sahihül Camius sağir'inde Albani bu hadisi "Sahih" kabul etti.

[499] "İylikler on katı ile değerlendirilir" ziyadesi olmaksızın bu hadisi Ebu Eyyub el-ensari'den Müslim Kitabu's-siyam 1/822'de, Ebu Davud Sünen. Kitabu's-savm: 2/812, İbn Mace Sünen Kitabu's-sıyam 1/547, Tirmizi sünen kitabu's-savm 3/132'de rivayet ettiler. Ziyadeli hali ile de, Sevban'dan İbn Mace, Kitabu's-siyam 1/547'de rivayet etti.

[500] Uzun miraç hadisinden. Bu hadisi Müslim Sahih'inde Kitabu'l-iman: 1/147'de rivayet etti.

[501] Ebu Hureyre'den bu hadisi rivayet edenler Buhari sahih'inde kitabu'1-iman 1/8 Müslim Sahihinde kitabu'1-iman 1/63.

[502] Ebu Davud, Süleyman b.Eşas, imam, sünnet önderi, büyük hafız, es-Sicistani. Hadis ilminde otorite olmakla beraber fıkıhta da imamdı. Yazdığı eserlerle bunu ispat etmiştir. En önemli eseri ise sünen-dir. 275 yılında vefat etti. Bu hadisi sünen, kitabul Edeb 5/310'da riva­yet etti.

[503] Tirmizi, Muhammed b. İsa. Hafız, imam. Hadis ilminde otori­te. 279 yılında vefat etti. Bu hadisi, sünen'inde kitabu'd Daavat, 5/468'de rivayet etmiştir.

[504] Ebu Abdurrahman, Ahmed b. Şuayb b. Ali el-Horasani en- Ne­sai büyük hadisçi ve imam sünen, tefsir ve duafa gibi önemli eserleri var­dır. 302 yılında vefat etti. Nesai bu hadisi Kubra'da kitabu'n nuat 4/401 'de rivayet etti.

[505] Amr b. Asım b. Ubeydillah el, Kilabi Hafız. Buhari'nin büyük şeyhlerinden biridir. 213'de vefat etti.

[506] Hadis'in tamamı şöyledir:

"Zina eden, zina ederken, mümin olarak zina etmez; hırsızlık ya­pan, hırsızlık yaparken mümin olarak hırsızlık yapmaz; Şarap içen şarab içerken mümin olaak şarap, içmez"

Ebu Hureyre buna şunu da ilave ediyordu:

"Şerefli bir kimse yağmalarken, mümin olarak yağmalamaz."

Buhari, Kitabul Mezalim, 3/107. Müslim, Kitabu'l iman 1/76.

[507] Buhari Sahih'inde kitabul cihad ve's-siyer 3/223'de rivayet etti.

[508] Ahmed, müsned 2/69, Tirmizi, Sünen, Kitabu'n Nüzür ve'l Ey-man 4/110. Hakimi Müstedrek, Kitabul iman 1/65, Beyhaki, sünen, ki­tabul Eyman 10/29.

[509] Ebu Bekir'in hadisi iki yoldan gelmiştir.

Birinci yol: Suyuti Camiu's-Sağir'de zikretti. O'nun Hakim ve Tir-mizi'ye nisbet ettiği bu hadisi Albani Daifu'l sağir'de zayıf kabul etti.(502)

İkini yol: İbn Hibban, Mecruhin 3/130, Darakutni, ilel, 1/191, Ebu Na-im ilel, 7/112, Hadis'in isnadında geçen Yahya b. Kesir, Zayıftır.

[510] Müslim, Kitabul iman, 1/55.

[511] Ebu Davud, Sünen, Kitabul Cenaiz 3/486, Hakim, müstedrek, Kitabul Cenaiz 1/503.

[512] Ebu Hureyre'nin hadisinden Buharı, Kitab'ul Rikak-7/204 Kitabul ilim 1/33

[513] Müslim'de Ebu Hureyre ve Ebu Said'den Kitabu'l iman (l/57)'da tahric etti.

[514] Müslim, Ubade b. Samit'ten, Kitabul iman'da tahric etti

[515] Enes b. Malik'in hadisini Buhari, Kitab'ul ilim'de tahric etti.

[516] Bu hadis Ebu Hureyre'den rivayet edilen uzun hadisin bir bö­lümüdür. Kitabul iman 1/59-61

[517] Müslim, Utban b. Malik'den tahric etti. Kitabu'l iman. 1/61-62.

[518] Ebu Zerr'in hadisinin bir bölümüdür. Buhari, Kitabul Libas 7/43-44. Müslim, Sahihinde, Kitabul iman 1/95.

[519] Cabir b. Abdullah'tan Müslim, Kitabul iman 1/94. Ahmed, Müsned, 3/345

[520] Bu hususa delalet eden birçok hadisten biri de Enes b. Malik'den rivayet edilen şu hadistir:

"La ilahe illallah diyen, cehennemden çıkarılır. O kişinin kalbin­de bir arpa tanesi ölçüsünde hayır vardı. Sonra cehennemden la ila­he illallah, diyen birisi daha çıkarılır ki onun kalbinde de zerre ölçü­sünde bir hayr vardı" Müslim, Kitabul iman: 1/182

[521] Fatıme bt. Münzir" den rivayet edilen, kabir sorgusuyla ilgili ha­disten bir bölüm. Buhari, Kitabul İtisam 8/141.

[522] Ebu Nuaym, el-Hilye 5/33. Zehebi, Siyeri A'lam 5/298 Hadis,

Garib'dir.

[523] Kimlik hadisi özetle şöyledir:.

99 sicil defteri kadar çok günahı olan bir adamın tüm bu günahları ile şehadet kelimesi tartılır ve şehadet kelimesi ağır basarsa

Hadisi Ahmed, Müsned 2/213, İbn Mace, Sünen, Kitabüz Zühd 2/1437, İbn Mace, Sünen, Kitabul iman 5/24'de rivayet ettiler. Tirmizi: Bu hadis hasen, garib'dir, dedi.

[524] Daha önce tahricini verdiğimiz Cabir b. Abdullah'ın hadisi.

[525] Rafi b. Mihran. İmam. Karii, Hafız ve Müfessir. Ebu'l Aliye. Tabiinin büyüklerinden. Gençliğinde Rasulullah'ı (s.a.v) gördü. Fakat Ebu Bekir döneminde müslüman oldu. 93 yılında vefat etti.

[526] Mukatil b. Süleyman b. Beşir el- Ezdi el- Horasani. Yalan­lanmış ve terkedilmiştir. "Tecsim" mezhebinden olmakla ittiham edildi. "Necadirut Tefsir, Tefsirul Kebir, Nezairul Kuran" gibi eserleri vardır. 150 yılında vefat etti.

[527] Bkz. Zadul mesir 1/108

[528] Bkz, Zadul mesir, 8/422-423.

[529] Bkz. Mealimut Tenzil 4/424.

[530] Rebi b. Enes b. Ziyad el-Bekri. Takrib'de, sadufc'tur, denildi. Şiilikle ittiham edilmiştir. 139 yılında vefat etti.

[531] Rebii b. Haysem b. Aiz. İmam, Kudve, abid, Ebu Yezid es-Sev-ri, Peygamber (s.a.v)'in dönemine yetişti ve ondan irsalde bulundu. Zühd, Vera, takva ve ilmi ile meşhudur. 65 yılında vefat etti.

[532] Muhammed b. Saib b. Bişr el-Kelbi. Allame ve müfessir.

Zahebi şöyle dedi: Ensab konusunda baş idi. fakat şii olması nedeniy­le hadisleri terkolunmuştur. "Tefsir, Nasihu'l Kür'an ve mensuhihi" gi­bi eserleri vardır. 146 yılında vefat etti.

[533] Kada Rabbük, Vassa Rabbük'tür diyenler: İbn Mesud, ibn Ab­bas, Übey b. Ka'b ve Dahhak b. Müzahim'dir.

[534] Bu görüşü dile getirenler: Abdullah b. Mesud, Rebii b. Enes ve Mücahid'dir.

[535] Bu söz Mücahid'e aittir: Mücahid "Allah görür fakat kimse o'nu göremez", diyordu.

Ruyet ayetini ise, Allah'ın rahmet ve sevabını beklemek olarak tef­sir etmiştir.

[536] Ru'yet ayeti kıyamet suresinin 22 ve 23. ayetleridir. "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine baka­caklardır."

[537] Nebe: 78/23

[538] Abd b. Humeyd. İmam, Hafız ve Hüccet.Sika ve sebttir. "Tef­sir" ve "müsned" gibi eserleri vardır. 249'da vefat etti.

[539] Abdurrahman b. Mehdi b. Hassan. Hadis tenkidi alimi, ilim ve amel'de imam, 198.yılında vefat etti.

[540] Abdulhamid b. Abdurrahman el-Hammani. Hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları onu zayıf kabul ederken, bazıları sikadır demişlerdir. Takrib'de ise "Saduktur, hata eder" denildi. Ebu Davud onun mürcilik mezhebinin davetçilerinden biri olduğunu söylemiştir. 202 yılında vefat etti.

[541] Nadr b. Abdurrahman Ebu Ömer el-Hazzaz. Ahmed ve Dare Kutni O'nu zayıf kabul ettiler. Buhari de O'nun zayıf ve zahibu'l-hadis olduğunu söylemiştir. Takrib'de ise onun için metruk denildi.

[542] İbn Ebi Hatim Tefsirinde.

[543] Bak. Tefsiru Hasanu'l-Basri. 1/106.

[544] Muhammed b. Muhammed, zeyd b. sabit el-ensari'nin kölesi, Sika'dır. İkrime ve Said b. Cübeyr'den rivayet etti. O'ndan da İbn İshak rivayet almıştır.

[545] Tercemesi saptanamamıştır.

[546] Süreye b. Yunus b. İbrahim imanii Hafız Abid imamlardan idi. 230 yılında vefat etti.

[547] Tercemesi saptanamamıştır.

[548] Ebu Bekr. b. Ayyaş b. Salim el- Esedi. Karisi, Fakih, Muhad-dis, Şeyhul islam, Allame Abid ve sika. 193'de vefat etti.

[549] Yahya b. Eyyub b. Ebu Zera. Sika 160'da vefat etti.

[550] Abbad b. Mansur en- Naci. Ebu Hatem O'nun için zayıftır, ha­disi yazılır, dedi. Takrib'de o'nun saduk olduğu ve kederiyyeye mensup olmakla ittiham edildiği bildirildi. 152 yılında vefat etti.

[551] Ahmed b. Sinan b. Esed b. Hibban. İmam, Hafız. Zamanının ha­dis imamı. Takrib'de: "o, sika hafız'dır" denildi. 256 yılında vefat etti.

[552] Süleyman b. Mihran el, E&edi. Sika. Fakat tedlis ve irsal yapar­dı. İbadet've zühd ehlinden. Alim. 148'de vefat etti.

[553] Mesud b. Malik Ebu Rezin el- Esedi el- Kufi. Tabiinden sika ve fadıl'dır. 85 yılında vefat etti.

[554] Isa b. Abdillah b. Mahan et-Temimi, Ebu Cafer er-Razi. Hadis-konusunda kavi değildir ve teferrüd ettiği hadisler hüccet olamaz. Kur'an tefsiri konusunda alimdir. 260 yılında vefat etti.

[555] Selam b. Miskin b. Rebia el-Ezdi. Sika'dır. 167 yılında öldü.

[556] Bkz: Tefsiru ibn Ebi Hatim 1/251.

[557] Şeyhu'l islam ibn Teymiyye'nin kendisi.

[558] Kıyamet gününde peygamber (s.a.v)'in şefaat edip, şefaatinin kabul edileceğini bildiren uzun hadis Buhari, Kitabu't Tevhid 8/200-202, Müslim, Kitabu'l iman 1/182-184.

[559] Hadis Buharı, Kitabu't Tıb. 7/32.Tirmizi, kitabu't Tıb. 4/386.

[560] Cehmiyye: Cehm. b. Safvan'ın tabileri Allah'ın isim ve sıfat­larını inkar ederler, insanın fiilerini işlemeye mecbur olduğu, cennet ve cehennemin fani olduğu ve imanın sadece kalbi bir bilgi olduğu gibi sa­pık görüşlere sahiptirler. Bkz. el-Fark beyne'l Furuk (Abdulkahir el-Bağdadi) sh 108.

[561] Hüzeyliye: Ebu Huzeyl'in tabiileri. Allah'ın makduratının fe­na bulacağı gibi sapık bir düşüncenin gereği olarak cennet ve cehennemin de fani olacağına inanırlar. Bkz. Abdulkahir el, Bağdadi'nin: "el-Fark bey-nel Furuk" isimli eseri sh. 85-93.

[562] Bu konuda bilgi için Bkz. Hadil Ervah ila Biladil Efrah (ibn Kay­yım) sh 253-254. Şerhul Akidetu't Tahaviye (ibn Ebi'l izz el Hanefi)

[563] Bu kiraati: "Hatiatuhu" şeklinde çoğul okuyan kariler şunlar­dır: Nafi el- Medeni ve Ebu Cafer Yezid b. Ka'ka' el- Mahzumi el-Me-deni. Diğer kariler ise tekil okumuşlardır.

[564] Tirmizi, Tefsirul kur'an 5/434. Ahmet, Müsned. 2/298, İbn Ma-ce, Kitabuz-zühd 2/418

[565] Nahiv imamı, Ebu Ali, Hasan b. Ahmet el-Fars çeşitli eserle­ri vardır. Zehebi. O'nun eserlerinin çok faydalı olduğunu ve kendisinin mutezile'ye meyyal olduğunu söylemiştir. Hüccet, idah ve et-tekmile gi­bi eserleri vardır. 377'de vefat etti.

[566] Bunu Ebu Ali el- Farisi'den ibn Cevzi zikretti.(Zadul mesir,1/108)

[567] Bu görüşte olanlardan biri de Mücahid'dir. Bkz, tefsiru müca-hidsh,398

[568] Bkz. Züccaz, meani'l Kuran 3/119.

[569] Hariciler ve Mutezile, Peygamber (s.a.v.)'in büyük günah iş­leyenlere şefaat etmeyeceği ve fasıklann ebedi olarak cehennemde kala­cakları görüşündedirler.

[570] Bu konudaki birçok örnekten biri de Nisa suresinin 18. ayeti ke-rimesidir:

"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim." diyen ve kafir olarak ölenler için tev­be yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır."

[571] İbn Cevzi, Zadu'l mesir (4/25)'de zikretti.

[572] İbni Teymiyye, Müşkil Ayetlerin Tefsiri, Tevhid Yayınları: 175-204.