BÎRİNCÎ BÖLÜM... 1

YARATILIŞA AİT HABERLERDEKİ İRSÂÎLİYYAT. 1

A — ALLAH ÖNCE NEYÎ YARATTI?. 1

B — NUR NE GÜN YARATILDI?. 2

C — ALEM VE SAYISI 2

D — DENİZ HAKKINDA: 4

E — RÜZGÂR HAKKINDA.. 4

F — ARŞ HAKKINDA: 5

G — DÜNYA NEYİN ÜZERİNDE DURUYOR?. 5

Ğ — YER VE GÖKLERİN YARATILMASI: 7

H — GÜNEŞ, AY VE AYA VURULAN ŞAMAR HAKKINDA: 13

I — ALLAH AT'I NEDEN YARATTI?. 14

I — MELEKLER HAKKINDA: 15

K — YILDIRIM VE GÖK GÜRLEMESİ HAKKINDA: 16

L —   ENDÜLÜS ÖTESİNDEKİ ÎNSANLAR.. 16

 

 

BÎRİNCÎ BÖLÜM

YARATILIŞA AİT HABERLERDEKİ İRSÂÎLİYYAT

 

A — ALLAH ÖNCE NEYÎ YARATTI?

 

".-. Allah hiç bir evlâd edinmemiştir. Mülkünde O'nun bir or­tağı da yoktur. 0, her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş, onun mu­kadderatını tâyin etmiştir" mealinde olan âyet[1] münâsebetiyle ba­zı tefsirlerde şu açıklamaya yer verilmiştir:

"El-Huseyne göre Allah, altı şeyi vecihte yaratıp bir ölçüye koydu. Birinci vecih meşiyyettir ki, nur üzerine yaratılmıştır. Son­ra nefsi, sonra ruhu, sonra sureti, sonra harfleri, sonra isimleri, sonra rengi, sonra tadı, sonra kokuyu, sonra dehri yarattı. Son­ra ölçüleri, sonra ameli, sonra nuru, sonra bereketi, sonra sükû­nu, sonra vücudu, sonra Âdem'i, böylece birbiri peşi sıra yarattı. Diğer bir veçhe göre:

Allah önce dehri, sonra kuvveti, sonra cevheri, sonra sesi, sonra ruhu, yarattı. Böylece birbiri peşi sıra altı vechinden her bi­rinde yarattı. Bunları kendi gizli ilminden yaratıp bir ölçüye gö­re takdir etti. Kendinden başka kimse bilmez"[2].

Eğer bizzat Allah veya O'nun elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) bildirmemişse hiç kimse neyin önce, neyin sonra yaratıldığını; ya­ratılışta nasıl bir sıranın takip edildiğini bilemez. Yukarıda geçen açıklamalar tamamiyle indî ve felsefî mütâlealardır[3].  [4]

 

B — NUR NE GÜN YARATILDI?

 

Muhtelif îslâmî kaynaklarda nurun ne gün yaratıldığına te­mas edilmiştir. Bu tür haberler Kur'ân'ın şu âyetlerine istinâtî et­tirilmiştir :

"Yerde ne varsa hepsini sizin istifâdeniz için yaratan, sonra irâdesi göğe yönelipte onları yedi gök halinde tesviye ve tanzim eden O'dur ve O, her şeyi hakkıyla bilendir[5]";

"De ki: Gerçek siz mi o arzı iki günde yaratana küfrediyor, O'na ortaklar katıyorsunuz?  O,  âlemlerin Rabbidir...  Bu suretle onları iki günde vücuda getirdi. Her gökte ona ait emri vahyetti[6]";

"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, son­ra emir ve iradesi Arş üzerinde hükümran olan Allah'tır... Habe­rin olsun ki, yaratamak da, emretmek de O'na mahsus. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sam ne kadar yücedir![7]".

Bu konu ile ilgüi haberler, Ebû Hüreyre vasıtasıyla bize ula­şıyor. Rivayete göre Allah; toprağı cumartesi günü, dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, mekruhu salı günü, nuru da çar­şamba günü... yaratmıştır[8].

Bu haber bir hayli tenkîdlere uğramıştır. Her ne kadar habe-berin senedi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e müntehi oluyorsa da, bunun Hz. Peygamberin sözü olmadığı, Ka'bü'l-Ahbâr ve benzerlerinden duyularak nakledilmiş ve Hz. Peygambere izafe edilmiş bulunduğu ısrarla söylenmiştir. Yani, nûr ve onunla birlikte yaratıldığı yu­karıda sayılan eşyaya ait bu haber isrâîliyyattır[9]. [10]

 

C — ALEM VE SAYISI

 

"Hamdolsun —âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din gününün tek sahibi ve mutasarrıfı olan— Allah'a[11]. Bu âyette geçen "âlem" kelimesiyle ilgili olarak bir takım rivayetler vardır:

Ebu'l-'Âliye'.den naklen Ebû Ca'fer er-Razî şöyle der: îns bir âlemdir. Bunların dışında kalanlar ise 18 bin veya 14 bin âlemdir —Ravî sayı hususunda şüphelidir— Bunlar yeryüzünde bulunan meleklerin teşkil ettiği âlemlerdir. Arzın dört zaviyesi vardır. Her zaviyede 3.500 âlem vardır ki, Allah bunları kendisine ibâdet et­sinler diye yaratmıştır[12].

Ibnü Ebî Hatim'in kaydettiğine göre, âlemler 1.000 ümmetten müteşekkildir. Bunların 600'ü denizde, 4QQ'ü karadadır.

Cabir İbn Abdillah'tan rivayete göre, Hz, Ömer'in devlet baş­kam olduğu yıllardan birinde çekirge çok azaldı. Adeta nesli kesildi. Bir adam kendisine baş vurup bunun hakkında bilgi almak istedi. Fakat Hz. Ömer, ona hiç bir cevâp veremedi ve bundaıı dolayı da üzüldü. Derhal bir atlı Yemen*e, bir atlı Şam'a ve bir atlı da Irak'a gönderdi. Bunlar gittikleri yerlerde çekirge var mıdır, yok mudur, bunu araştıracaklardı.

Ravî der ki: Yemen tarafına giden adam bir avuç kadar çe­kirge getirip Hz. Ömer'in Önüne attı. Hz. Ömer çekirgeleri görünce tekbir getirdi ve şöyle dedi: "Ben Efendimiz (s.a.v.)'in şöyle de­diğini işitmiştim: Cenabı Hak 1-000 ümmet yaratmıştır. Bunların 600'ü denizde, geri kalanları da karadadır. Bu 1.000 ümmetten ilk helak olacak olanlar çekirgelerdir. Bunlar helak olup da nesilleri kesilince diğerlerine sıra gelir...".

Vehb İbn Münebbih: "Allah'ın 18.00.0 âlemi vardır. Dünya bu 18 bin âlemden bir tanesidir" demiştir.

Mükatil'e göre âlemlerin sayısı, 80.000'dir[13].. Ebu Sa'îd el-Hudrî'den Kurtubî'nin naklettiğine göre; Allah'ın 40.000 âlemi vardır. Dünya, doğusundan batısına kadar bu 40 bin âlemden bir tanesini teşkü eder.

Kurtubî, bu son görüşün doğru ve sahîh olduğunu söylemiş­tir[14]. Yukarıya kaydettiğimiz diğer rivayetlerin ne dereceye kadar doğru ve itimâda şayan olduğunu bilemiyoruz. Hele içlerinde Vehb îbn Münebbih'e varanlar da bulununca insanın şüphesi artıyor ve sahîh olma ihtimâli bir hayli azalıyor.

Bir kerre  ilk rivayet —ki onu îbn Cerîr et-Taberî ve tbnü Ebî Hatim de eserlerine almışlardır— aklen izahı güç bir hüvi­yet taşımaktadır: Sâdece arz üzerinde meleklerden müteşekkil 14 veya 18 bin âlem... Arzın dört zaviyesi ve her zaviyede 3-500 âlem...

Bu rivayet garipliklerle doludur; bu tür şeylerin kabulü mut-' laka sahîh ve sağlam delillere bağlıdır. Böyle bir delîl ise elimizde yoktur[15].

Hz. Ömer devrinde cereyan eden vak'ayı bize intikal ettirenler­den Muhammed îbn 'îsâ zayıf bir ravîdir, dolayısıyla haber de za­yıftır[16]; es-Süyûtî, bu haberin mevzu' olduğunu söylemiştir (el-Le'âli'l-Masnû'a, I. 80-81)[17].

 

D — DENİZ HAKKINDA:

 

"O, denizi —ondan taze bir et yemeniz, ondan giyeceğiniz zî-neti çıkarmanız için— hizmetinize; râm edendir. Gemilerin orada suları yararak ilerlediklerini görüyorsun ki, bu sırf Allah'ın lütuf ve kereminden nasıp: aramanız ve O'na şükretmeniz içindir[18]".

Bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak el-Hafız Ebu Bekr el-Bezzar Müsned'ine Ebu Hüreyre'den menkûl olan şu rivayeti almıştır:

Cenabı Hak hem şark ve hem de garp deryasıyla ayrı ayrı konuştu ve garp deryasına şunu sordu:

"— Ben kullarımdan bir kısmını sana yükliyeceğim (sana emâ­net edeceğim); sen onlar için ne yapmayı düşünüyorsun?". Cenabı Hakkın bu sorusuna garp denizi şu cevâbı verdi:

"— Onları boğacağım!". Cenabı Hak:

"— Senin zarar ve şiddetin kendi civârınadır (ateş olsan cir­min kadar yer yakarsın)!; Ben onları kendi (kudret ve rahmet) elime alacağım; (sana) her türlü zînet ve avları haram kıldım" buyurdu.

Cenabı Hak aynı şekilde şark deryasına sordu:

"— Sana kullarımdan bir kısmını yükleyeceğim (bindirip emâ­net edeceğim); sen onlara nasıl davranacaksın?". Şark deryası:

"— Onları üzerimde taşıyacağım, onlara şefkatli bir annenin yavrusuna davrandığı gibi merhamet ve mürüvvetli davranacağım" cevâbmı verdi. Allah da şark deryasını namütenahi zînetler ve de­niz avlarıyla mükâfatlandırdı.                                                 

Hadîsi Müsnedine alan el-Bezzâr:

"Bunu Sehl'den, Abdurrahmân tbn Abdillah İbn 'Amr'dan başka rivayet eden hiç bir kimse bilmiyoruz" der ve onun "mün-ker" hadîsler rivayet eden biri olduğunu söyler[19]. [20]

 

E — RÜZGÂR HAKKINDA:

 

"Allah O'durki, rüzgârları gönderir de onlar bir bulut kaldı­rırlar, derken Allah bunu gökte nasıl isterse öyle serer... Andol-sun biz bir rüzgâr gönderir de onun eserini sararmış görürlerse ar­dından muhakkak ki küfrana başlarlar"[21];

*.•. Âd kavminin helak edilmesinde de hikmet vardır. Hani on­ların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik. Öyle bir rüzgâr ki her uğradığı şeyi yerinde bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuru­yordu"[22].

Ibnü Ebî Hatim'in Abdullah İbn 'Amr'dan tahrîc ettiği bir ha­dîse göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Rüzgâr ikinci arzdadır (ikinci arzda yaratılmış ve oraya yer­leştirilmiştir) . Cenabı Hak Âd kavmini helak etmek istediği zaman, Âd kavmini helâka yetecek kadar üzerlerine rüzgâr gönderilmesini rüzgâr bekçisine emretti. Bekgi de:

"— Ya Rab! Onlara Öküzün burun deliğinden çıkan rüzgâr kadar göndereceğim (ne buyurursun? Az mıdır, çok mudur?" de­di. Şam yüce olan Allah şöyle buyurdu:

"— Bu dediğin miktar rüzgâr yeryüzünü ve üzerinde yaşayan­ları mahveder (Bu miktar fazladır, bu kadar gönderme!). Onlara bir yüzük halkasının deliğinden geçecek miktar gönder"; bu Allah'ın: kitabında dile getirdiği şu gerçeği ifâde eder:

"(Öyle bir rüzgâr ki) her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmı­yor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu"[23].

Bu hadîsin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e aidiyyeti kabul edilme­miş ve bunun Abdullah İbn 'Amr'a ait "zamüetân" dan olduğu söylenmiştir. Yani haber isrâîliyyattandır[24]. [25]

 

F — ARŞ HAKKINDA:

 

"... Son emri Arş üzerâı&e hükümran olan-..chr"; "... (Allah)  e yeti aüa ş£fcu& ■j^ca.Va.iNİsr. "Bvvtv&aiv wve\ tee krş'ı su”[26]

İbnü Bbî Hatim, Arş'm kırmızı yakuttan ibaret olduğu yo­lunda bir haber nakletmiştir. Vehb İbn Münebbih de, Arş'ı Cenabı Hakkın kendi nurundan yarattığını söylemiştir.

Bu haber bazı bilginlerce tenkîd edilmiş ve "garîb" olarak tavsif edilmiştir[27]. [28]

 

G — DÜNYA NEYİN ÜZERİNDE DURUYOR?

 

Lokman (a.s.)  oğluna nasihat ederken şöyle der:

"Oğulcağızım, hakikat (işlediğin iyilik veya kötülük) bir har­dal dânesi kadar olsa dâhi, bir kaya içinde, ya göklerde, yahut yerin içinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir (meydana çı­karır ve hesabını görür)"[29].

Bu âyet insanoğlunun yaptığı küçük veya büyük her hareke­tinin, iyilik ve kötülüğünün Allah tarafından mutlaka değerlendi­rileceğini; hiç bir şeyi ondan gizlemenin mümkün olmadığını ifa­de ediyor. Kul bir kötülüğü-bilfarz deryaların dibinde veya gök­lerde işlese de Allah onu bulup çıkaracak ve hesabını soracaktır. Aynı şekilde, yapılan hareket, yalçın kayaların en gizli yerlerinde veya yerin en gizli tabakalarında işlense de Allah bunları mut­lak surette bilir, yapılanı meydana çıkarır ve kulunun fiilinin iyi veya kötü olmasına göre kargılığını verir. Müfessirler, âyetin ve bilhassa âyetteki "kaya içindeki" tabirinin bunun ötesinde bir ma­nâsına işaret etmemişlerdir[30]. Hal böyle iken bazı müfessirler, eser­lerine hiçte Islâmî olmayan bir takım rivayetler dercetmek sure­tiyle "kaya" nın ne olduğunu, yerini, diğer cisimlerle münâsebe­tini, ne işe yaradığını ve büyüklüğünü açıklamaya çalışmışlardır. Tamamiyle isrâîliyyat'tan olan bu haberleri sıralamadan evvel yine bazı müfessirlerce bu tür rivayetlerle ilgili görülen âyetlere de temas edelim:

"Hamdolsun —âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din gü-nunun tek sahibi ve mutasarrıfı— Allah'a"[31];

"(Münafıklar ve imansızlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir. Ar­tık (hakka) dönmezler... Ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmak­larını kulaklarına tıkarlar..."[32];

"Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra (iradesi) gö­ğe yönelip de onları yedi gök halinde tesviye (ve tanzim) eden O'dur..."[33];

"Taha... O esirgeyici (Allah'ın kudreti) Arş'ı istilâ etmiştir. Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altın-da ne varsa O'nundur"[34].

îbnü Abbas'tan mervî konu ile ilgili rivayet: Bidayette Cenabı Hakkın Argı suyun üzerinde bulunuyordu. Allah yarattıklarından hig birini (su)'dan önce yaratmış değildir. Cenabı Hak, diğer var­lıkları yaratmayı arzu edince sudan bir duman çıkardı. Duman suyun üzerinde yükseldi; Allah bu yükselen varlığa sema (gök) adını verdi. Bundan sonra Allah suyu kurutarak onu tek bir yer haline getirdi. Bundan sonra yeri parçalara ayırdı, onu yedi parça yaptı. Bunları pazar ve pazartesi olmak üzere iki gün içinde ya­rattı.

Allah, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık Cenabı Hakkın: "Nûn ile kaleme ve (erbâb-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsunki..."[35]. âyetinde belirttiği "Nûh" dur. Balık suyun içinde (üzerinde) dir. Su da, düz ve yalçın bir kaya üzerinde yaratılmış­tır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtmdadır. Melek, kaya üzerinde­dir. Kaya, rüzgârın üstündedir. Bu kaya, Lokman (a.s.)'ın anlat­tığı kayadır ki, gökte ve yerde değildir.

(Birbirinin üzerine bindirilerek yekdiğerine irtibatlı bir şekil­de yaratılan bu varlıklardan) balık hareket etti ve oynadı. Balığın bu hareketinin tesiriyle yer sallandı. Bunun üzerine Cenabı Hak yerin üzerinde dağları sabit kıldı. Bundan dolayı dağlar yere karşı iftihar etmektedirler..."[36].

Bu uzun rivayeti eserine alan Taberî sened hakkında şüpheli olduğunu, binâenaleyh buna fazla itimad etmediğini söyler (Tef-sîr, I. 156; A- Muhammed Şâkir tahkiki).

îbnü Kesîr habere öz olarak değindikten sonra bunun "isrâî-liyyat1' tan olduğu ihtimalini tasrîh eder (tefsir, V. 385).

Eserlerine isrâîliyyatı almamak için titizlik gösteren bazı îslâm bilginleri ise bu tür haberlere —ilgili âyetleri tefsîr ederken— katiyyen ehemmiyet vermemişlerdir[37].

Tıbkı Îbnü Kesîr gibi tbnü 'Atıyye de rivayetleri eserine al­dıktan sonra; bunların zayıf haberler olduğunu, mevcut senedlerle bunları isbata imkân olmadığını tenbîh eder[38].

Bir kısım müfessirler, kaya hakkında bize daha mufassal ma­lûmatlar da bırakmışlardır:

(1)  Kaya yeşil renktedir, gökyüzü renginde, üç kısımdan müteşekkildir[39].

(2)  Yerküre bu kayanın üzerindedir... Kaya yedi kat ye­rin altındadır ve sema yeşilliğini bu kayadan alır[40].

(3)  Yedi   kat yerin   altında olan bu kayaya   "facirlerin" amelleri yazılır[41]. [42]

 

Ğ — YER VE GÖKLERİN YARATILMASI:

 

1 — Yer ve Göklerin Altı Günde Yaratılması:

 

Kur'ân-ı Kerîm'de yer ve .göklerden bahseden; yer ve gökler­deki harikalara dikkat çeken bir çok âyet vardır. Bu arada bazı âyetlerde yer ve gökler ve bunların arasında mevcut olan varlık­ların altı günde yaratıldığı tasrîh edilmiştir. Ama Kur'ân'da bu ifâde dışında herhangi bir açıklama ve fazlalık yoktur. Âyetlerden biri:

: "O (Allah), gökleri ve yeri, aralarında olan şeyleri altı gün­de yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde hükümran olandır. Rah­mandır. Bunu (O'nun sıfatlarından) haberdâr olana sor"[43].

Hal böyle iken bir kısım müfessirler yer ve gökleri ve bunların arasındaki eşyanın yaratılışı ile ilgili olan ve değişik kanallardan gelen rivayetleri eserlerine dercetmişlerdir. Tedkîk edildiği zaman görüleceği gibi bunların büyük kısmı îslâmî rivayetler değildir. Ehl-i Kitab ismi verilen yahûdî ve Hıristiyanların menkûlâtmdan ibarettir, yeni isrâîliyyattandır.

İbnü Cerîr Et-Taberî, İbnü Abbas'tan nakletmiştir: Yahudiler Hz. Peygambere geldiler ve ondan semâlar ile yerin yaratılışını sor­dular. Efendimiz de onların sorularına şu tarzda cevâp verdi:

"Allah yeri, pazar ve pazartesi; dağları ve dağlardaki her tür­lü yararlı şeyleri sah günü; ağaçlan, suları, madenleri, mamur ve harabı da çarşamba günü yaratmıştır. Bütün bu sayılanların ya­ratılması tam dört gün sürmüştür". Efendimiz bundan sonra Kur'ân-ı Kerîm'in bu konu ile ilgili olan şu âyetini okudu: "De ki: Gerçek siz mi o arzı iki günde yaratana (İsrarla) küfrediyor, O'na ortaklar katıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. Allah orada (arzda) üstünden baskılar yaptı. Onda bereketler yarattı. Onda arayanlar için dört günde, müsavi gıdalar takdir etti"[44].

Hz. Peygamber sözüne devam etti: "Allah perşembe günü se­mâyı; cuma günü günün bitimine üç saat kala yıldızlan, güneşi, ayı ve melekleri yarattı. Bu üç saattan birincide ecelleri yarattı; ikincide insanların faydalandığı her şeye âfet (ve musibeti) attı; üçüncüde Âdem'i yarattı ve O'nu Cennet'e yerleştirdi; İblîs'e, Âdem'e secde etmesi için emir verdi; ve onu Cennet'ten son saatte çıkardı". Söz buraya gelince yahûdîler:

"— Peki sonra ne oldu ya Muhammed?" dediler. Efendimiz de:

"— Sonra Allah kuvvet ve kudretiyle Arş'ı istiva etti" bu­yurdu. Yahûdîler:

"— Eğer sözünü (bizim arzu etmiş olduğumuz gibi) tamam­larsan, muhakkak doğru söylemiş ve gerçeği bulmuş olursun" de­diler. Ve ilâve ettiler:

"— Bundan sonra Allah istirahat etti". Onların bu yersiz ve îslâm inancına zıt beyanlarına Hz. Peygamber çok içerledi. Bunun üzerine: "Andolsun ki, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmışızdır. Bize hiç bîr yorgunluk da dokun-mamıştır"[45] mealinde olan âyet nazil oldu[46].

Ebu Hüreyre'den: "Efendimiz (s.a.v.) elimi tuttu ve şöyle bu­yurdu: Allah toprağı cumartesi günü, dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, mekruhu salı günü, nuru çarşamba günü yarattı. Perşembe günü yeryüzüne bütün hayvanları yaydı ve yerleştirdi. Âdem (a.s.)'i de bütün mahlûkatm sonunda, cuma günü ikindiden sonra, cumanın son saatında ikindi ile gece arasındaki bir zaman içinde yarattı"[47].

Taberî'nin İbnü Abbas'tan yaptığı rivayet "ğarîb" dir[48]; Ebû Hüreyre'den menkûl hadîs ise asla sahîh olarak kabul edilmemiş­tir. Bu hadîs için Ali îbn el-Medînî, el-Buhârî ve diğer bir çok mu-hadcüsin tenkîdleri vardır. Umumî kanaata göre, bu haberi Ebû Hüreyre Ka'bü'l-Ahbâr'dan almıştır. Hadîs bidayette mevkuf iken sonradan bazı ravîlerce merfu' hâle getirilmiştir. Ayrıca hadîsin metninde şiddetli "garîblik"ler de tesbît edilmiş ve bunların Kur'âh'a zıt oldukları ifâde edilmiştir[49].

Netîce şu ki, Hz. Peygamber böyle bir hadîs buyurmaımştır. Bu sözler Ka'b'a aittir yani isrâîliyyattandır.

— Arzın Tabakaları ve Altında-Üstünde Bulunanlar:

".-. O çok esirgeyici (Allah'ın emr ve hükmü) Arşı istilâ et­miştir. Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında ne varsa O'nundur"[50].

Bu âyette gegen "nemli toprağın altı" ifâdesi insanları çok meşgul etmiştir. Bu, "toprağın altı"ndan ne kastedildiğini izah için uğraşmışlar ve orada nelerin bulunabileceğini —hiçde luzû-mu yokken— beyâna gayret sarf etmişlerdir:

 

(a) — İbnü Abbas. bu konuda şunları söylemiştir:

Yer, Nûn'un üzerinde, Nûn denizin üzerindedir. Nûn'un iki tarafı yani başı ve kuyruğu Arş'm altında birleşir. Derya, gök yüzünün yeşilliğini kendisinden aldığı yeşil bir kaya üzerindedir. Bu kaya da Cenabı Hakkın: "Oğulcağızmı hakikat (yaptığın iyi­lik veya kötülük) bir hardal danesi kadar olsa dahî, bir kaya için­de, ya göklerde, yahut yerin içinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir..."[51] âyetinde işaret ettiği kayadır. Bu kaya, bir ökü­zün boynuzu üzerinde - öküz, ıslak toprağın üzerindedir. Bu ıs­lak toprağın altında neyin bulunduğunu Allah'tan başka kimse bilmez.

Bu konuda Vehb İbn Münebbih şunları söylemiştir:

"Yeryüzünde yedi derya vardır. Yerler yedi (tabakadan) ibarettir. Her tabakanın arasında bir derya vardn\ En altta bu-lunaû derya Cehennemin kenarına bitişiktir. Eğer bu deryanın büyüklüğü, sularının çokluğu ve soğukluğu olmasaydı Cehennem Arz üzerinde bulunan her şeyi yakar kâvururdu. Vehb İbn Mü­nebbih, sözüne devamla şöyle dedi:

Cehennem, rüzgârın belinde (sırtında); rüzgârın beli de bü­yüklüğünü sadece Allah'ın bildiği karanlık (zulmet)'tan bir per­de üzerindedir. Bu perde de ıslak toprağın üzerindedir. Mahlu-katm bilgisi de bu ıslak toprakta son bulur"[52].

îslâmî esaslarla bağdaşması mümkin olmayan bu rivayetler için, el-Kurtubî tefsirini tahkik eden Ebû îshâk İbrahim, gayri mu'temed raviler kanalıyla bize ulaşan bu haberler hakkında îs-îâm bilginlerinin çok söz söylediklerini ve bunların itimada şayan olmadığını ifade eder[53].

 

(b) — "Göklerle yer bitişik bir halde iken, onları birbirin­den yarıb ayırdığımızı, her diri şeyi de sudan yarattığımızı o kü­für  (ve inkâr)   edenler görmedi(ler)  mi?"[54]; âyetinin tefsîri münâsebetiyle 'Uyunul - Ahbâr   adlı   eserinde    şöy­le bir haber kaydeder:

Bidayette, gök yalnız başına ve arz da yalnız basma yaratıl­mıştı. Bu yalnız basma yaratılan gökten Allah yedi gök yarıb ayırdı; yerden de keza yedi yer tabakasını yarıb ayırdı. Allah en yüksek olan yer tabakasını (en dışta olanı) yaratıb onda cinleri insanları yerleştirdi. Ve keza onda nehirler yaratıb akıttı; türlü yemişler bitirdi. Deryalar vücûda getirib ona  adını verdi ki, genişliği 500 yıllıktır.. Sonra Cenabı Hakk, genişlik ve gılzatta tıpkı birincisi gibi olmak üzere ikincisini de yarattı ve onda bir takım kavimler vücuda getirdi ki, bu kavimlerin ağızlan köpek ağzına, elleri ise insan eline; kulakları sığır kulağına, kılları keçi ve ko­yun kılına benzer. Kıyametin kopması yaklaştığı zaman yer, bun­ları Ye'cûc ve Me'cûc'un bulunduğu yere fırlatıp atar.    Bu arzın adı. Sonra Cenabı Hakk kalınlığı 500 yıllık yol tutan üçüncü (tabaka) arzı yarattı. Bu tabakannım bu­lunduğu yerden yeryüzeyine kadar da hava doludur. Allah dördün­cü tabaka arzda cehennemlikler için, siyah katırlar gibi (bu bü­yüklük ve cüssede) akrebler ve zulmet yarattı. Bu akreblerin at kuyruğuna benzer uzun kuyrukları vardır. Bunlar (hiddet ve şid­detlerinden dolayı), birbirlerini yerler. Zamanı gelince bunlar, (cehennemlik olan) ademoğullanna musallat olacaklardır. Sonra Cenabı Hakk; karanlık, uzunluk ve en bakımından birincinin eşi olan beşinci  (tabaka)  arzı yarattı. Bu tabaka da, cehennemlikler için zincirler, köstekler ve bir takım bağlar ve bukağılar vardır. " Sonra Cenabı Hakk, ismi ( 3U ) olan altıncı arzı yarat­tı. Bu arzda, Âdem (a.s.)'in toprağının kendinden yaratıldığı bir takım simsiyah, kara taşlar vardır. Kıyamet günü bu kara taş­ların, her biri, iri ve hantal bir dağ biçiminde olduğu halde yer­lerinden alınır. Kâfirlerin boyunlarına asılır. Kibritten olan bu taşlar tutuşturulur ve bunlarla kâfirlerin yüzleri ve elleri yakılır. Bu gerçek, Cenabı Hakkın: "Ey îmân edenler, gerek kendinizi, gerek ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı, insan­la taştır. O ateşin üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler var­dır..."[55] âyetinde ifâdesini bulmuştur.

Sonra C, Hak yedinci arzı yarattı. Bunun adı dir. Ve Cehennem bu arzdadır. Bu arzda iki kapı vardır. Birinin adı Siccîn, ötekininki ise el-Felâk'dır. Siccîn, dâim açıjktır ve kâ­firlerin kitapları burada son bulur (amelleri buraya yazılır). Hz. îsâ'nın el-Mâide mucizesini görüpte inanmayanlarla, Fir'avn'in kavmi burada azaplandırıhrlar. EI-Felâk isimli kapı kapalıdır ve kıyamet gününe kadar açılmaz"[56].

Kur'ân'da ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadîslerinde bu haberi destekleyen herhangi birşey mevcud değildir.

 

3 — Göklerin Bîr Meleğin Omuzunda Dönmesi:

 

"Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri zeval bulmalarından (koru­mak için bizzat) tutmaktadır. Eğer onlar zeval bulurlarsa andolsun ki, ondan sonra kimse bunları tutamaz..."[57]. Bu âyetle ilgili olarak Ka'bü'l-Ahbâr'dan şöyle bir açıklama menkûldür:

Abdullah İbn Mes'ûd'un arkadaşlarından biri bilgi öğrenmek niyyetiyle —o gün için— Şam'da bulunan Ka'b'm yanma gitti. Bu zat Şam'dan dönüp gelince Abdullah îbn Mes'ûd kendisine:

"— Ka'bü'l-Ahbâr'dan ne Öğrendin?" diye sordu. O zat:

"— Ka'b'm söyle dediğini duydum: Gökler değirmen eksen (i)'ne benzer bir direğin ucunda olduğu halde bir meleğin omuzunda don-, mektedir". Bunun üzerine Abdullah İbn Mes'ûd arkadaşına:

"— Bunu söylediği zaman Ka'b'ı tasdik mi ettin yoksa tekzîbmı-'Tasdik de etmedim, tekzîb de!".

"— Gerçek şu ki, ben senin atma atlayıp Şam'ı terketmeni ar­zu ederdim. Ka'b, "gökler bir meleğin omuzunda dönmektedir" de­mekle yanlış ve hatalı bir söz sarfetmiş. Demekki o, hâlâ yahûdîli-ğinden vazgeçmedi mi? Baksana Allah âyetinde ne buyuruyor..." diyerek yukarıdaki âyeti okudu[58]. Bu sözleriyle İbnü Mes'ûd, Ka'b'ı yalanlıyor ve anlattığı şeyin îslâm ile alakasının bulunmadığım, bu. tür haberlerin îsrâîliyyat olduğunu dile getiriyor.

 

4 — Semaları ve Arzı Bir lokmada Yutan Melek:

 

"(Ey Muhammedi) Sana "rûh"u sorarlar. De ki: Rûh Rabbi-min emri (cümlesi)'ndendir. (Zaten) size az bir ilimden başkası ve­rilmemiştir"[59] âyetindeki (rûh)'un ne olduğu hakkında çeşitli riva­yetler mevcuttur. İslâm bilginlerinin ekseriyyetinin görüşü şudur-ki, bu ruhtan maksat, bilinen ve fakat mahiyyeti meçhul olan ruh­tur. Bütün canlılarda bedene hareket ve duyu kabiliyyeti veren candır.

Âyette geçen ruhun ne olduğunu izah sadedinde, bazı garip ri­vayetler de kitaplara girmiştir:

(a) — Et-Taberanî'nin kaydettiğine göre İbnü Abbas Hz. Peygamber (s.a.v.)'i şöyle derken isjtmistir: "C. Hak'km bir meleği vardır ki; ona, yedikat ısemâları ve arz tabakaları­nı "bir lokmada"  yutması  söylense  muhakkak yapar.  O  meleğin

tesbîhi : cümlesidir"[60]. Bu, "ğarîb" ve "münker" bir rivayettir[61].

(b) — Et-Taberî'nin rivayetine göre Hz. Ali bu âyetteki "rûh" hakkında şunları söylemiştir: "Bu âyetteki ruhtan maksat, meleklerden bir melektir. Bu meleğin 70.000 yüzü mevcuttur. Her bir yü­zünde 70.000 dili vardır. Her bir dilinde de 70.000 lügat vardır; o bütün bu lûgatlarla Allah'ı tesbîh eder. Allah onun her teşbihinden bir melek yaratır ve yaratılan bu melekler kıyamet gününe kadar diğer meleklerle uçar ve gezerler"[62].

Bu da "ğarîb" ve "acîb" bir rivayettir[63].

(c) — Es-Süheylî'nin dediğine göre,- Hz. Ali bir defasında bu âyetteki ruhu şöyle açıklamıştır: "Bu ruhtan maksat bir melektir ki, bu meleğin 100.000 başı; her bir başında 100.000 yüzü; her bir yüzünde de 100.000 ağzı ve her bir ağzında da 100.000 dili vardır. Allah'ı muhtelif lûgatlarla tesbîh eder"[64].

Bu konudaki rivayetlerden, tefsirine sâdece Hz. Ali'den mervî olanını alan Fahru'd-Dîn er-Razî; bu rivayetin "zayıf" olduğunu ifâdeden sonra bir kaç yönden haberi tahlil eder:

aa — "Bir melek olduğu söylenen (er-rûh) hakkındaki bu tal-sîlâtı Hz. Ali bilemez. Böyle şeyleri bilmeye ve bildirmeye Hz. Pey­gamber herkesten daha lâyıktır. Şayet böyle bir şeyin aslı varsa bunu onlara (Hz. Ali ve diğer sahabeye) Hz. Peygamber niçin bil­dirmemiştir? Sonra şunu da kaydedelim ki, Hz. Ali'ye vahiy gelmi­yordu. Hz. Ah' bu tafsilâtı ancak Hz. Peygamberden duyup belleye­bilir. Oysa Hz. Peygamber, ne Hz. Ali'ye, ne de diğer arkadaşlarına böyle bir beyân ve îzahta bulunmuştur;

bb — Eğer bu melek; tek bir canlı ve tek bir akıllı varlıksa, dille­rini bu kadar çoğaltmakta hiç bir fayda yoktur. Eğer bütün sayılan diller ve lûgatlarm her biri ile konuşan başka bir canlı ise, o takdirde' bu, "bir tek melek" olamaz. O zaman bundan meleklerin tamamını an­lamak daha doğrudur;

cc — Bu rivayette dile getirilen melek insanlarca varlığı mec-hûl bir şeydir. Vücudu meçhul olan bir melek hakkında nasıl suâl sorulabilir?..."[65]. [66]

 

H — GÜNEŞ, AY VE AYA VURULAN ŞAMAR HAKKINDA:

 

"Biz gece ile gündüzü (kudretimize delâlet eden) iki âyet kıldık da gece âyetini silip (giderip yerine eşyayı) gösterici gündüz âyeti­ni getirdik..."[67] âyetinde geçen "gece âyetini silmek" ifadesiyle ilgili bir takım isrâîliyyat kitaplarda yer almıştır. Şöyleki:

C. Hakk Cebrail (a.s.)'e emretti; Cebrail kanadını ay üzerinden geçirdi. Bunun tesiriyle aym ışığı söndü. Halbuki daha evvel nûr (ziya ve ışık) bakımından ay da güneş gibi parlak idi. Bu gün ayın yüzünde görülen siyahlık bunun tesiriyle meydâna gelmiştir.

İbn Abbas der ki: Allah güneşi de, ayı da 70 parça olarak ya­ratmıştı. Ayın'nurundan 69 parçasını aldı ve bunları güneşin nuru ile birleştirdi. Bu gün güneş 139 parçadan müteşekkildir. Ay ise (bir) parçadan ibaret olarak kalmıştır.

Yine tbnü Abbas'tan: Allah Arşının nurundan iki güneş yarat­tı. Kendi ilm-i İlâhîsine muvafık olarak güneşi dünya büyüklüğün­de yarattı... Ayı da güneşten küçük olarak halkeyledi. Bu yaratma­dan sonra Cebrail'i ayı söndürmekle vazifelendirdi. O da üç kerre kanadım ay yüzeyinden geçirdi. Ay bundan önce bir güneşti (gü­neş gibi parlak ve ışıklı idi). Aym ışığı alındı, geriye nuru kaldı. Bu gün sizin ayın yüzeyinde gördüğünüz siyah lekeler bu mahv'ın izleridir. Eğer Allah bu ameliyyeyi yapmayıpda ayı ilk hali ile bı-raksaydı gece gündüzden seçilip ayrılamazdı[68].

Bu rivayetlerden birinciyi es-Sa'lebî, ikinciyi ise el-Mehdevî zikretmiştir[69]. Aym konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)'den bir de mer-fu'hadîs rivayet edilmiştir:

"Tbnü Abbas'a göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah mahlûkatın yaratılmasını tamamlayıp Âdem'den başka her şey var

olunca; Arşının nurundan bir güneş ve bir de ay yarattı. Bunlar her ikisi de başlangıçta birer güneş idiler. Allah ilnı-i ezelîsinde gü­neşi güneş olarak bırakmayı arzu ettiği için onu tıpkı dünya gibi yarattı... Yine Allah ilm-i ezelîsinde bir ay yaratmayı arzu ettiği için onu büyüklükte güneşten küçük yarattı. Aslında çok büyük olan güneş ile ayı insanlar, göklerin yüksek oluşundan ve aradaki mesafenin uzaklığından dolayı küçük olarak görürler. Eğer Allah güneş ile ay'ı yaratıldıkları hal üe bırakmış olsaydı gece ile gündüz yek diğerinden seçilib ayrılamazdı. Ve aynı zamanda işçi olan kim­seler ne zamana kadar çalışacaklarını; oruç tutanlar ne zamana ka­dar oruçlu kalacaklarını; kadınlar iddetlerinin nasıl ve nice olacağı­nı bilmezlerdi. Aynı şekilde namazların, haccm vakti; borçlunun borcunu eda edeceği zaman; ekim-dikim vakit (ve mevsim)Ieri, hasat zamanı bilinemez. Keza insanlar vücutlarının rahat etmesi için uyku saatlarım kestiremezlerdi. Bütün bunlar muvacehesinde Cenab-ı Hak kullarına şöyle bir baktı —ki O, onlara kendilerinden daha fazla merhamet edici ve acıyıcıdır— Cebrail'i gönderdi; o da kanadını üç kerre ayın yüzeyinden geçirdi; ay bundan evvel tıpkı bir güneş gibi idi. Işığı söndü, nûr'u kaldı. îşte bu olay C Hakkın şu âyetinde dile getirdiği gerçeğin ta kendisidir: "Biz gece ile gün­düzü iki âyet kıldık da, gece âyetini silib..."[70].

Hadisi bu tarzda rivayet eden Sa'lebî'nin senedinde NfÜı îbn Ebî Meryem vardır. Bu zat meşhur yalancılardandır[71].

Açıkça görüldüğü gibi, Kur'ân'ın bu âyeti (el-îsra, 17/12) ta-mamiyle kevnî bir hâdiseye temas etmektedir. Hz. Peygamber he­men hiçbir zaman bu tür olaylarla ilgili olarak tafsilât vermemiş­tir. Nitekim efendimize, hilâllerin niçin incecik bir tarzda başlayıb zamanla büyüdüğünü, dolunay haline geldiği ve tekrar yavaş ya­vaş eski şekline müncer olduğu sorulduğu zaman alman cevâb ga­yet mühimdir:

"Sana yeni doğan aylan sorarlar. De ki: O, insanların fayda­sı için, bir de hacc için vakit Ölçüleridir..."[72].

Bir de şuna dikkat etmek gerekir ki, bu gibi şeyler Allah ve Onun sevgili elçisi tarafından insan aklına ve bilgisine havale edil­miştir. İlim ve fen geliştikçe insanoğlu bunları gücü nisbetinde çöz­meye uğraşacaktır. Sonra bunların bilinmesinde insana herhangi bit fayda yoktur. Kur'ân'ın ve Sünnetin isi bunları çözmek değildir. Hz. Peygamber böyle şeyleri tahlîl ve îzâh için gönderilmemiştir. Kur'ân da Astronomi bilgilerini ihtiva eden bir kitap değildir[73].

El-ÂIûsî, bu konuda, son derece faydalı açıklama yapmiştır[74]. [75]

 

I — ALLAH AT'I NEDEN YARATTI?

 

"Hem onlara binmeniz için, hem zînet için de atları, katırları, merkebleri yarattı. Sizin bilmeyeceğiniz daha neler yaratıyor O!"[76] âyetinin tefsiri münasebetiyle bazı müfessirler "at"m yaratılması­na âit bilgiler de kaydetmişlerdir. Maalesef ki bunların gerçekle hiç­bir ilgileri yoktur, tamamiyle "isrâîliyyaf'tandır. Vehb îbn Müneb-bih'ten:

Allah at'ı cenûb   (güney)  rüzgârından yaratmıştır[77].

Bu beyânın gerçekle ve Islâmî esaslarla hiçbir ilgisi yoktur ve tipik bir isrâîliyyat numûnesidir[78]. [79]

 

I — MELEKLER HAKKINDA:

 

Müslüman olan kişi inanır ki C. Hakkın gücü herşeye yeter. Onun gücünün yetmediği bir şey düşünmek muhaldir. Meselâ; in­sanın tahayyül edemiyeceği büyüklükte meleklerin bulunması, buıı-

lann kanatları ve diğer ahvali ile ilgili bilgilerin Kur'ân'da veya hadîste olması halinde derhal inanılması îcâb eder. Bunda garîb görülecek hiçbir husus yoktur. Eğer bu dediklerimiz Kur'ân'da ve Hz. Peygamberin hadîslerinde yer almıyorsa o zaman durum de­ğişir. Maalesef Islâmî kaynaklarda —tefsir v.s. eserlerde— bu ko­nuda da birçok aslı esası olmayan haber yer bulmuştur. Bir mele­ğin bütün detaylarıyla kanatlarından, yüzlerinden, dillerinden, oku­duğu tesbîh ve düâdan bahseden rivayetler bu cinstendir. Bu ko­nuya ait bir kaç örnek verelim:

 

1 — Dördüncü Kat Semâda "Bulunan Melek:

 

"O gün (kıyamet günü) rûh ve melekler saf halinde ayakta duracaktır. Rahmeti umuma yaygın olan Allah'ın, kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) konuşmazlar"[80] Âyette geçen "Rûh"un ne olduğu hakkında et-Taberî'nin İbnü Mes'ûd'dan bir ri­vayeti :

Bu Rûh'tan maksat dördüncü semada bulunan bir varlıktır. Bu varlık semalardan, dağlardan ve tekmil varlıklardan daha iri­dir. Her gün 12.000 kerre C. Hakkı tesbîh eder; Onun her teşbi­hinden Allah bîr melek yaratır. Ve bu, dağlardan, meleklerden ve semalardan iri olan varlık kıyamet günü yalnız başına bir saf teş­kil eder".

Dördüncü kat semada bulunduğu bildirilen ve her şeyden bü­yük olduğu söylenen bu melekle ilgili rivayet "garîb" dir ve bu ri-vâyetî kabul etmek bir hayli zordur7-1.

Bu âyetin tefsîri münasebetiyle zikredilen bir başka rivayet yukarıda geçmişti. Et-Taberanî'nin, îbn Abbas'tan naklen eserine aldığı bu habere göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 (72)  Et-Taberî, XXX. 22; et-Tabressî, V. 426-27; el-Keşgaf, IV. 691; M. Tenzil, IV. 200; 2. Mesîr, IX. 12-13; îbnü Kesir, VH. 202; ed-Dürrü'I-Mensûr, VI, 309; eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, V. 370.

(73)  îbnü Kesir, VII. 202.

"Allah'ın öyle bir meleği vardır ki, şayet ona: Bütün gökleri ve yerleri bir lokmada yut denilse, muhakkak yutar. Onun tesbîhi şudur...".

Bir kısım tefsirlere girmiş olan bu hadîsin isrâîliyyat olduğu meydandadır[81].

 

2 --- Beytü'l-Makdîsteki Melek:

 

'.'Nida edenin (İsrafil'in) yakın bir yerden ünliyeceği güne ku­lak ver. O gün bütün halk, O hakk sayhayı işiteceklerdir. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür"[82] âyetinden kastedilen maksat ve mâna açıktır. Allah adına insanları kabirlerinden kaldıracak olan ünleyi-cinin yeri, durağı belli değüdir. Ama buna mutlaka bir yer bulmak mecburiyeti varmış gibi derhal bir mekan tâyin edilmiştir. Katade'-ye göre, Ka'bü'l-Ahbâr şöyle demiştir:

Âyette bahsedilen ünleme gününde C. Hakk bir meleğe, Bey-tü'1-Makdîs'in kayası üzerinden şöyle seslenmesini emredecek: "Ey çürümüş kemikler; ey parça parça olmuş eklem ve mafsallar; Allah sizin "fasl-ı kaza'J için toplanmanızı emrediyor[83].

Acaba, "Bu melek veya ünleyici, niçin Beytü'l-Makdis'ten nida edecektir?" sorusuna da gerekli cevablar bulunmuş ve verilmiştir:

(1) — Çünkü  Beytü'l-Makdîs  yerin   (arzın)   tam  ortasıdır-

(2) — Burası arzın semaya en yakın noktasıdır. Ve bu ya­kınlık 18 mildir.

(3)— Ünleyici, Beytü'l-Makdisteki kayadan ünleyecektir. Bu­rası yer ile göğün birbirlerine en yakın oldukları noktadır. Aradaki mesafe 12 mildir[84]. [85]

 

K — YILDIRIM VE GÖK GÜRLEMESİ HAKKINDA:

 

"Gök gürültüsü O'nu (yani Allah'ı) hamd ile, melekler de O'ndan korkusuna tesbîh eder (ler). O yıldırımlar gönderip onunla kimi dilerse çarpar, öldürür..."[86].

Bu âyette geçen gök gürlemesi bazı müfessirlerce meleklerin bağırmaları; yıldırım kalplerinin kükremesi; yağmur da ağlamaları olarak tefsir ve izah edilmiştir ki, bunun îslâmî esaslarla hiç bir ilgisi yoktur[87]. [88]

L —   ENDÜLÜS ÖTESİNDEKİ ÎNSANLAR

 

"Hem onlara binmeniz için, hem zînet için de atları, katırları, merkepleri yarattı. Sizin bilmiyeceğiniz daha neler yaratıyor O!"[89] âyetinin tefsiri münâsebetiyle bir takım haberlere yer verilmiştir:

El-Beyhakfnin "Kitâbü'1-Esmâ ve's-Sıfat"ına eş-Şa'bî'den nak­len aldığına göre; bizim bulunduğumuz yer ile Endülüs arasında olduğu gibi, Endülüs ötesinde de Allah'ın bir takım kulları vardır. Onlar hiç bir yaratığın Allah'a kargı durduğunu ve O'na isyan et­tiğini görmemişlerdir. O insanların yaşadığı beldenin taşları (ça­kılları) inci ve yakuttan; dağları altun ve gümüştendir. Onlar çiftçi­lik ve ziraatın ne olduğunu bilmezler ve hiç bir iş de yapmazlar. Onların kapıları (evleri) önünde bir takım ağaçlar vardır. Bu ağaç­ların meyveleri onların yiyeceği, geniş yapraklan da elbiseleridir[90].

- Bu haberin kıymeti ve doğruluk derecesinin ne olduğu ilk ba­kışta kendini gösteriyor. İslânıî olmadığı anlaşılıyor. Lâkin, isrâîliy-yat olduğuna yakînen inandığım bu haberin tenkidine ait bir şey tesbît edemedim[91].

 



[1] EI.Fürkan,   25/2.

 

[2] Es-Sülemî, Hakaik, varak.  163 ab  {Fatih Kütüp, no. 262).

 

[3] S. Ateş,   Sülemî ve Tasavvuf! Tefsiri,, tst.,   1969,   s.   108.

 

[4] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 73-74.

 

 

[5] El-Bakâra,  2/29.

 

[6] Es-Seede,  41/9-12.

 

[7] EI-'A'râf, 7/54.

 

[8] Müslim, K. Sıfati'l-Münâflkîn, no. 27;   en-Nesaî,  et-Tefsîr,  7a, 77a;  A.t Hanbel, H. 327; et-Taberî, VIII. 205; XII. 3 v.d.; XXV. 94-95; XVI. 164 v.d.;  XV. 244 v.d. not.  1   (Ahmed Muhammed  Şâkir neşri);  et-Taberî, tarih, i/i,  80,  81 v.d.;   el-Kâmil,  I.  İS;   Z.  Mesîr,  in.  211;   IV.  78 v.d.; el-Bîdâye, I. 15;  M. Zeheb, I. 28 v.d.;  B. Zühûr,  s. 3, v.d.;  Ibnü Kesîr, tefsir, I. 117 v.d^ IH, 178 v.d.; VI. 165 v.d.; el-Kasimî, tefsir, VII. 2699.

 

[9] Ibnü Kesîr, I. 120; UZ 178; VI. 165-66.

 

[10] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 73-74.

[11] El-Fâtiha,   1/1-3.               

 

[12] Et-Taberî, I. 63;   M. Tenzil, I.  9;   Z. Mesîr, I.  13-14;  el-Kurtubî, tefsîr I 136 v.d.; İbnü Kesîr, I. 43.

 

[13] İbnü Kesîr, I. 44;   el-Kinânî, Tenzîhu'ş-Şerî'a,  I.   189-90.

 

[14] El-Kurtubî,  tefsîr,  I.  137;   İbnü Kesîr, I.  44.

 

[15] İbnü Kesîr,  I.  43.

 

[16] İbnü Kesîr,  I. 44.

 

[17] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 75-76.

 

[18] En-Nahl,  16/14.

 

[19] İbnü Kesîr, IV.  187.

 

[20] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 76-77.

 

 

[21] Br-Rûm, 30/48-51.

 

[22] Ez-Zariyât,  51/41-42.

 

[23] Bz-Zariyât,   51/42.

 

[24] İbnü Kesir, V. 368-69;  VI. 423;  el-Kurtubî, tefsir, XVn. 50.

 

[25] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 77-78.

 

[26] Yûnus, 10/3; Hûd, 11/7.

 

[27] İbnü Kesîr, IH. 483, 538;  et-Taberî, tarih, 1/1. 45 v.d

 

[28] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 78.

 

[29] Lokman,  31/16.

 

[30] Bak. Taberî, tefsîr, XXI. 72;  îbnü Kesîr, V. 385; Elmalıh, V. 3841.

 

[31] El-Pâtiha,   1/1-3.

 

[32] Bakara,   2/18-20.

 

[33] Bakara, 2/29.

 

[34] Taha,  20/1-8.

 

[35]El-Kalem,   68/1.

 

[36] Yahya İbn Sellâm, tefsir, S3a; Tefsîru Abdirrazzak, Varak 71a; Taberî, I. 194; XXI. 72; Taberî, tarih, I/l. 64, 65, 6&, 67; Tefsîru Mukatil, varak 234b;  îbnü 'Atıyye,  tefsir, IV. varak 49b;   en-Nesefî,  et-Teysîr,  varak 170b;   el-Beğavî,   M.   Tenzil,   II.   12,   134.-35;      el-Keşgaf,   m.   52,   496; Tâcü'l-Kurra',  Kitâbü  Lübâbi  Tefsîri'l-Kur'ân,   varak  222a;   el-'Udfuvî, el-lstignâ' fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, varak 226a-b  (beş numaralı nüsha); tbnü Tayfur es-Secâvendî,  'Aynil'l-me'ânî, varak 174b;   el-Mehdevî,  et-Tahsîl, varak 144b;  Mekkî İbn Hammûş, tefsir, varak  302a;   et-Tabressî,  IV. IV.  319;   et-Tibyan,  VHI.   251;   Z.  Mesîr,  VI.  321;   el-Kurtubî, XTV.  68; tbnü Kesîr, V. 385; I. 118; ed-Dürru'1-Mensûr, I. 42-43; eş-Şevkânî, tef-sîr, I. 61; izmirli, S.C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 101.

 

[37] En-Nesefî, et-Teysîr, varak 17Ob; Îbnü 'Atiyye, el-Muharrav, varak 49b; Mekkî îbn Hammûg, tefsîr, 302a.

 

[38] El-Muharrar, IV. varak 49b.

 

[39] Tefsîru Mukatil, varak 234 b.

 

[40] Tefsîru Abdirrazzak, varak 71a; M. Tenzîl, II. 134.

 

[41] İbnü Tayfur es-Secâvendî, 'Aynü'l-Me'ânî, varak 174 b.

 

[42] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 79-80-81.

[43] El-Fürkan, 25/59. Ayrıca bak. 'A'raf, 7/54; YÛnüs, 10/3; Hûd 11/7; es-Sec de  32/4;   Kaf,   50/38.

 

[44] Es-Secde,   41/9-10.

 

[45] Kaf, 50/38.

 

[46] Et-Taberî, tefsir, XXIV. 94; tarih, î/l. 26, 27, 28, 29, 59 v.d., 63, 72; el-Va-hıdî, Esbâbü'n-Nüzûl, s. 266; el-Kurtubî, VI. 363, 384; VII. 219; XV. 345; îbnü Kesîr, VI. 165-66; Es-Süyûtî, Lübâbü'n-NükÛl, s. 219-20; e§-§evkânî, Fethu'l-Kadîr, IV. 508; Elmalıh, VI. 4188-4189. Ayrıca bak. el-Ke§§af, IV. 189; M. Gayb, XXVü! 109.

 

[47] Et-Taberî, XXIV. 94-95; XII. 3 v.d.; Vffl, 205; Müslim, K. Şıfeti'l-Münâfi-kîn, no. 27; en-Nesâî, tefsir, varak 7a, 77a; A. îbn Hanbeî, II. 237; Z. Me-sîr, HI. 211;   et-Tabressî, II.  109-110; el-Kâmil, I.   18;  el-Eidâye,   I.   15; ibnü Kesîr, I. 118-19; in. 178, V. 34-35; VI. 165.66 el-Kurtubî, VI. 363, 384; VH. 219; XV. 345 v.d.; M. Zeheb, I. 28 v.d.; B. Zühûr, s. 3 v.d.

 

[48] İbnü Kesîr, VI. 165; el-Bidâye, I. 17.

 

[49] ibnü Kesîr, III. 178; I. 118-20; V. 34-35; VI. 165-66; el-Bidâye, I. 17-18.

 

[50] Ta Ha, 20/5-6.

 

[51] M-Kurtubî, XI. 169-70.

 

[52] El-Kurtubî, XI. 169-70.

 

[53] Aynı eser, XI. 169. not. 1.

 

[54] El-Enbiyâ, 21/30.

 

[55] Et-Tahrîm, 66/6.

 

[56] EI-Kurtubî, tefsîr, XI. 283-84.

 

[57] Fatır, 35/41,                                                                   

 

[58] Et-Taberî, XH. 144-45; El-Keşgaf, III. 617-18; El-Kurtubî, XIV. 357; ibn Kesîr, V. 594-95.

 

[59] El-îsra, 17/85.

 

[60] M. Tenzil, I. 428; îbn Kesîr, IV. 346.

 

[61] İbn Kesîr, IV. 346.

 

[62] Yahya Ibn Stllâm, tefsîr, varak 13a; et-Taberî, XV. 156; et-TÛsî, VI. 515; Et-Tabressî, IH.  437;   M.  Tenzil, I.  428;   îtm Kesîr,  IV. 346.

 

[63] Ibn Kesîr, IV. 346.

 

[64] Ibnü Kesir, IV. 346-47.

 

[65] M. Gayb, XXI. 39.

 

[66] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 81-82-83-84-85-86-87-88-89.

 

[67] El-îsra, 17/12.

 

[68] El-Kurtubî, X 227-28.

 

[69] EI-Kurtubî, X. 227-28.

 

[70] El-lsra, 17/12.

 

[71] Rivayetin metni ve tenkidler için bkz.: Es-Suyutî, El-Le'âîi'1-Masnû'a, I. 45 v.d.; El-Kinânî, Tenzîhü'ş-Şerîa: I, 179; Et-Taberî, tarih, 1/1. 101-103; El-Kurtubî, X, 228; El-Alûsî, XV. 27; Mecelletü'l-Ezher, XXVI. 963-65.

 

[72] El-Bakara, 2/189.

 

[73] Mecelletü'l-Ezher, XXVI. 965.

 

[74] Ruhu'l-Me'ânî, XHI. 99.

 

[75] . Abdullah Aydemir, Tefsirde İsraâiliyyât, S/ 89-90-91.

[76] En-Nahl, 16/8.

 

[77] İbnü Kesir, IV. 183; el-Kurtubî, IV. 32; Zühûr, s. 7.

 

[78] İbni Kesir, IV. 183.

 

[79] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 91.

 

[80] En-Nebe, 77/38.

 

[81] M. Tenzil, I. 428; îbn Kesîr, IV. 346.

 

[82] Kaf, 50/41-42.

 

[83] Et-Taberî, XXVI. 183; El-Keş§af, IV. 393; Inb Kesîr, VI. 311.

 

[84] EI-Keşşaf, IV. 393.

 

[85] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 91-92-93-94.

 

 

[86] Er-Ra'd, 13/13.

 

[87] Es-SüJemî, Hakaiq, varak 101a; S. Ateş, Sülemî ve Tasavvuf! Tef, s. 108

 

[88] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 94.

 

[89] En-Nalıl, 16/8.

 

[90] El-Kurtubî, X. 81.

 

[91] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 94.