ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 1

PEYGAMBERLERLE İLGİLİ HABERLERDEKİ İSRÂÎLİYYAT. 1

HZ.   ADEM    (A.S.) 1

A — HZ. ADEMİN YARATILIŞI: 1

RİVAYETLERİN    TAHLÎLİ 3

B — HZ.  ADEM'E SECDE ETMEKTEN KAÇINAN MELEKLERİN YAKILMASI: 3

C — HAVVA'NIN YARATILMASI: 4

D — İBLÎS CENNETE NASIL GİRDİ?. 6

E — MEMNU' AĞAÇ.. 8

F — ÂDEM, HAVVA, YILAN VE ÎBLİS NERELERE İNDÎLER?. 13

G — HAVVA'YA VE YILANA VERİLEN CEZA : 15

G — Hz. ADEMİN TELAKKİ ETTİĞİ KELİMELER : 16

H — CENNETTEN İNDİĞİ ZAMAN HZ. ADEM'İN DURUMU VE BERABERİNDE GETİRDİKLERİ 17

I — HZ. ÂDEM'E EŞİNE VE ZÜRRÎYETİNE ŞEYTANIN MUSALLAT OLMASI 18

İ — ÂDEM'İN ÎKİ OĞLU HABÎL VE KABİL'İN KISSASI: 20

İDRİS (A.S.) 25

N Ü H   ( A. S. ) 27

RÎVÂYETLERÎN  TAHLİLİ 31

İ B R A H t M    ( A. S. ) 36

RİVAYETLERİN   TAHLİLÎ 42

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PEYGAMBERLERLE İLGİLİ HABERLERDEKİ İSRÂÎLİYYAT

 

HZ.   ADEM    (A.S.)

A — HZ. ADEMİN YARATILIŞI:

İslâm inancına göre Hz. Âdem (a.s.) ilk insan ve ilk peygamber­dir; künyesi "Bbü'l-Beşer" (insanlığın ilk atası)'dir. Kur'ân-ı Ke-rîm'in bir çok âyetinde[1] ve yine bir çok hadîslerde Hz. Âdem'in çeşitli durumlarından bahsedilir1 : Yaratılışı, Cennet'e girişi, Cennet'ten in-dirilişi, .tevbesi, îblîs ile arasında geçenler, zevcesi v.s. gibi. Kur'ân-ı Kerîm'in öz olarak anlatıp dile getirdiği ve sâdece ibret gayesine ma­tuf olan bu konulara - yeri geldikçe işaret edeceğimiz gibi - pek çok yabancı menşe Mi haberler karışmış ve belki de yüz yıllardan beri Hz. Âdem'in gerçek kıssası olarak bunlar anlatılagelmiştir.

Kur'âıı-ı Kerîm'in bazı âyetlerinde Hz. Âdem'in yaratılmasından bahsedilir. Uzun boylu izahları ve tarsîlâtı ihtiva etmeyen ve yara­tılıştaki safha ve istihale devreleri demek olan bir kısım ta'bîrleri şöylece sıralayabiliriz:

1 — Âdem (a.s.) çamurdan yaratılmıştır[2];

2 — Cıvık çamurdan yaratılmıştır[3];

3 — Çamurdan süzülmüş bir "hulâsa" dan yaratılmıştır[4],

4 — "Kuru" çamurdan, sûretlenmiş "balçık"dan yaratılmıştır"[5].

Müfessirler Hz. Âdem'in yaratılırı asıyla İlgili tafsilâtı bilhassa el-Bakara sûresinin 30-38. âyetleri münâsebetiyle vermişlerdir ki, me'âlleri şöyledir:

"Hani Rabbin meleklere: Muhakkak ben yeryüzünde bir halî­fe yaratacağım, demişti. Melekler de: Biz seni hamdinle tesbîh ve seni takdis edip dururken - orada bozgunculuk edecek, kanlar döne­cek - kimse mi yaratacaksın? Demişlerdi. Allah da: Sizin bilmiyece-ğinizi herhalde ben bilirim, demişti...".

Konu île îlgili Rivayetler:

C. Hak Hz. Âdem'i yaratmak istediği saman yeryüzünden top­rağı getirmek üzere Cebrail (a.s.)'i gönderdi. Yer ona:

"— Toprağımdan bir şey alarak onu eksiltmenden, sekil ve su­retimi bozarak beni hakir düşürmenden Allah'a sığınının" diye Ceb-raü (a.s.}'in yerden toprak almasına müsâade etmedi. Bunun üze­rine Cebrail (a.s.) toprağı almadan C. Hakkın huzuruna döndü ve:

"— Ey Rabbim! Yer, sana sığnarak toprak almama mani' ol­du. Ben de me'mûr olduğum vazifeyi göremeden döndüm" dedi. Al­lah bundan sonra bu işe Mîkail (a.s.)'i me'mûr etti. Yer yine Allah'a sığınarak toprak almasına müsâade etmedi. Mîkâil (a.s.)'de Allah'ın huzuruna dönerek aynı sözleri söyledi. Allah bundan sonra, "Ölüm Meleği"ni gönderdi. Yer yine Allah'a sığınarak toprak almasına mü­sâade etmek istemedi. Melek:

"-— Allah'ın emrini yerine getirmeden ve yerden toprak alma­dan göğe dönmekten Allah'a sığınırım" dedikten sonra yerden top­rak aldı. Toprağı yalnız bir yerden almayıp, kırmızı, beyaz ve siyah yerlerden toplayarak bunların birbirleriyle karıştırdı. Bundan dola­yı Âdemoğulları türlü renktedirler. Melek toprağı aldıntan sonra göğe çıktı; su ile ıslattı; toprak, yapışkan çamur haline geldi. Ça­mur değişerek kokuncaya dek kendi halinde bırakıldı.

Bu çamur ancak maddeleri birbirine yapıştıktan sonra siyah ve kokan bir şekil aldı. Allah bu çamurdan kendi eliyle Âdem'i yarattı. Âdem'in vücudu yere atılmış, bir halde 40 gün kaldı. Iblîs, bu 40 gün içinde Âdem'in sureti yanma gelir, ayağı ile teptiği vakit vücut ses çıkarırdı. îblîs ayağı ile teptikten sonra ağzından girip dübüründen, dübüründen girip ağzından çıkar ve:

"__ Sen böyle testi gibi ses çıkarmak için değil de, bir mak-

sadla yaratıîmışsındır; sana musallat olacak kudret bana verilirse, elbette seni helak edeceğim; sen bana musallat olursan, elbette sa­na isyan edeceğim" derdi.

...C. Hak, Cuma günü ölçüsü hesabıyla 40 yıl Âdem'in çamur­dan olan cesedini bıraktı. Melekler Âdem'in cesedi yanından geçtik­lerinde, ondan çok korktular. Aralarında en çok korkan İblîs idi. İblîs Adem'in cesedi yanından geçtikçe ona vuruyor, vurdukça tes­ti gibi ses çıkarıyordu. îblîs: "Sen elbette, bir maksad için yaratıl­mış olacaksın" der cesedin ağzından girip dübüründen çıkardı. Me­leklere de:

"__ Bu cesedden korkmayınız, çünkü rabbiniz sağırdır, bu ce­sedin içi ise kovuktur.." derdi.

...Yüce ve Ulu Allah, Âdem'e ruh üfleyeceği vakit geldiğinde meleklere:

"__Ben Âdem'e rûh üfledikten sonra ona secde ediniz" diye em­retti. Allah, cesede ruhu üfürdüğünde baş tarafından girdi; Âdem aksırdı; Melekler ona:

" AUah'a hamdolsun, de", dediler. O da: "   J^ dedi. Yüce Allah kendisine:

 =Rabbin seni esirgesin" diye muka-

belede bulundu. Rûh Âdem'in gözlerine girip de gözleri canlandıktan sonra, Cennet meyvelerine baktı; rûh içine (karın boşluğuna) sira­yet ettiğinde canı yemek istedi; iki ayağı canlanmadan önce acele edip, yerinden kalkarak Cennet meyvelerini almak için sıçradı[6]. [7]

 

RİVAYETLERİN    TAHLÎLİ

 

Yukarıya  kaydedilen  rivayetler  içinde  birçok  kısımlar varki, Onları îslâmî olarak göstermeye imkân ve ihtimal yoktur. Hz. Adem'in yaratılışı ile ilgili olan âyetlere yukarıda kısaca temas etmiş­tik. Bu tür tafsilat âyetlerde yoktur; elimizde mezkûr tafsilatı ihtiva eden sahih hadîsler de mevcut değildir. O halde bunlar için tek mer­ci'; İslâm öncesinin hurafât ve "isrâîliyyat" kaynağı olan belli şa­hıslarla, Tevrat ve şerhleridir[8].

[Âdem (a.s.)'in yaratılmasına Kitab-ı Mukaddes'te de (Tekvin, 2/7) temas edilir. Yukarıya kaydettiğimiz rivayetlerden bilhassa Mîkaîl, İsrafil ve Azrail'in yeryüzüne toprak almağa gidişleriyle ilgili rivayet için M. Seligshon: "Bu efsâne, bazı ta'dîlâtla beraber, îsrâîlî asardan alınmıştır" der[9]. [10]

B — HZ.  ADEM'E SECDE ETMEKTEN KAÇINAN MELEKLERİN YAKILMASI:

 

Kur'ân-ı Kerînı'in müteaddit sûrelerinde, Hz. Âdem yaratıldığı zaman meleklerin ona secde etmelerine dâir C. Hak'tan emir alma­larından bahsedilir[11]. Böyle bir emir karşısında meleklerin derhal secde etmelerinden başka ne düşünülebilir? Baza tefsirlerde el-Hıcr sûresinin: "Hatırla o vakti ki, Rabbin meleklere:

"— Ben, demişti, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş balçıktan beşer yaratacağım. O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın". Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etti. Ancak İblîs bu sec­de edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı" me'âlinde olan âyet­leri (15/28-31) münâsebetiyle söyle bir habere yer verirler:

Allah melekleri yarattığı zaman şöyle buyurdu: "___ Gerçek ben çamurdan bir beşer yaratacağım; ben kendi­sini yarattığını an, derhal ona secde ediniz!" Allah'ın bu emrine melekler:

"— Yapmayız!" karşılığını verdiler; Alah üzerlerine bir ateş gönderdi ve ateş onların hepsini yaktı. Sonra C. Hak, başka melek­ler yarattı ve onlara da:

"— Gerçek ben çamurdan ber beşer yaratacağım; ben kendi­sini yarattığım an, derhal ona secde ediniz!" dedi. Bunlar da AIIah'ın emrine karşı gelip dayattılar ve secde etmediler. Ravî der ki: "Allah onların üzerine de bir ateş gönderdi ve ateş onların hepsini yaktı". Sonra Allah başka melekler yarattı ve onlara da:

"— Gerçek ben çamurdan bir beşer yaratacağım; ben kendisi­ni yarattığım an, derhal ona secde ediniz!" dedi. Bunlar da secde etmediler; Allah'da üzerlerine bir ateş gönderdi ve ateş onların hepsini yaktı. Bundan sonra Allah başka melekler yarattı. Onlara da:

"— Gerçek ben çamurdan bir beşer yaratacağım; kendisini ya­rattığım an, derhal ona secde ediniz!" dedi. Bu sonuncu grup melek­ler:

"— Eîmrini işittik ve itaat ettik" dediler. Yalnız îblîs secde et­medi ve böylece de küfredenlerden oldu[12].

Bu haber şüphesiz İslâm'ın melek telâkkisine, akla ve an'aneye aykırıdır; kabulü mümkin değildir. Allah bir çok âyetlerde melek­lerin emir alır-almaz "derhal" secde ettiklerini bildirmiştir. Bu ha­ber âyetlerle açık bir tezat halindedir[13]. [14]

C — HAVVA'NIN YARATILMASI:

 

Havva, Hz. lÂdem'in eşinin adıdır. İnsanlığın ilk babası Hz. Âdem, ilk anası da Havva'dır. Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Havva'nın ya-ratılmasıyla ügüi tafsilât yoktur. Yalnız bir kaç âyette, "sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren (O'dur^AUahtır)" ifâdesine rastlanır[15]. Bu manâya yakın olan bir iki âyet de §u me'âldedir. "Size nefislerinizden, kendilerine ısınma­nız için, zevceler yaratmış.." (dır[16]).

Görüldüğü gibi Allah Kur'ân-ı Kerîm'de Havva'nın sâdece Âdem'den yaratılmış olduğunu bildirir ve bunun ötesinde herhangi bir tafsilât vermez. Buna rağmen îslâmî eserlerde konu ile ilgili bir sürü tafsilât vardır ve bunlar büyük bir çoğunlukla "isrâîliyyat" dır.

Havva'nın Yarafalmasiyla İlgili Rivayetler:

îblîs, lanete uğrayıp Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldıktan sonra, Allah Âdem'i Cennet'de iskân etti. Âdem alışmadan ve ülfet etmeden Cennet'de dolaşıyordu. Kalbinin ülfet edeceği birisi (rreşi) yoktu. Âdem, uykuya dalmıştı. Uyandığında bir kadının başı ucun­da uturduğunu gördü. Allah onu Âdem'in kaburgasından yaratmış­tı. Âdem ondan:

"— Sen kimsin?" diye sordu. O: "— Ben bir kadınım" diye ce­vâp verdi. Âdem: "— Niçin yaratıldın?" diye sorduğun da, kadın: "— Bana ülfet edesin diye" cevâbında bulundu. Melekler, Âdem'in ilminin ne derece olduğunu anlamak maksadıyla: "— Ey Âdem! kadına neden dolayı bu ad (Havva) verilmiştir?" diye sordular. Âdem: "— Çünkü o cenlı bir maddeden yaratılmıştır" cevâbında bulundu..

Tevrat ile amel eden kitap ehlinden ve başka bilginlerden Ab­dullah İbn Abbas yoluyla bize erişen haberlere göre, Allah Âdem'i uykuya daldırdıktan sonra sol tarafındaki kaburgalardan birini aldı; bu kaburganın yerini hemen et bürüdü, iyileşti. Bu zaman Âdem uyuyordu. Allah bu kaburgadan Havva'yı yaratıncaya kadar uykusundan kalkmadı. Ravîlerin hikâye ettiklerine göre, Âdem uy­kusundan kalkarak bir tarafında Havva'yı gördüğünde: "— Etim, kanım, eşimi" dedi. Bu rivayetin doğrulunu Allah bilir..

Mücâhid'den rivayete göre; Allah, Âdem uykuda iken, Havva'­yı onun aşağıdaki iki eğe kemiğinden yarattı[17]..

Bu rivayetleri eserlerine alan müelliflerden bazısı, bunların "Kütüb-ü Kadîme"den alınmış (menkûl) olduğunu tasrîh etmişler­dir. Ve rivayetlerden biri için de Taberî: "Bu rivayetin doğruluğunu Allah bilir" demiş ve böylece rivayet hakkındaki kuşkusunu belirt­miştir (Tarih, 1/1, 141).

Havva'nın Hz. Âdem'in sol eğe kemiğinden yaratılmış olduğu yolundaki uzun ve detaylı bilgiler; karşılıklı konuşmaları ve bunîara dâir olan tafsilâtın da aslı yoktur; bunlar genel hatlarıyla isrâî-liyyatdı[18].

Bu konu üzerine dikkat çeken müellifler gerçekten haklıdırlar. Çünkü konu aynen Tevrat'dan aktarılmıştır:

"... Ve Rab Allah dedi: Adam'm yalnız olması iyi değildir; ken­disine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah Adam (Âdem)'-ın üzerine derin uyku getirdi, ve o uyudu; ve onun kaburga ke­miklerinden birini aldı, ve yerini etle kapladı. Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı; ve onu adama getirdi. Ve Adam dedi: "Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, ve etimden ettir; buna "nisa" denüecek, çünkü o insandan alındı. Ve adam kâ­rısının adını Havva koydu; çünkü bütün yaşayanların anası oldu[19].

Kadınlarla iyi geçinmeyi, onların eğitim ve öğretimini tavsiyye eden hadîslerde, kadın kaburga kemiğine benzetilmiştir. Bazı hadis­lerde de eğe kemiğinden yaratıldığı ifâde edilmiştir. (Buharı, K. Ni­kâh, bab, 79, 80; K. Enbiya, bâb. 1; Müslim , K. Rada', no, 62, 65; et-Tirmizî, K. Talak, bâb. 12; Fethu'1-Bârî, XI. 161; Tuhfetü'1-Ah-vezî, IV. 367). Bu hadislerden Havva'nın yaratılışına ait herhangi bir tafsilât çıkarmak mümkin değildir. Çeşitli mecazî yorumlara müsait olan hadîslerin esas hedefi, kadınlara kargı yumuşak hare­ket etmenin ve onlara iyi davranmanın teminidir. [20]

D — İBLÎS CENNETE NASIL GİRDİ?

 

Kur'ân'da, Cennetde oturan ve orada diledikleri gibi gezip to­zan Âdem'le eşinin şeytan tar-afından iğva edildiği ve nîmet dolu bu güzel yurttan çıkarıldığı anlatılır: "..Şeytan onların ayağını oradan kaydırıp içinde bulunduklarından (onun nimetlerinden) onları çı-kanvermiş (muhrum edivermişVdi.."  (el-Bakara, 2/36).

Âdem ile eşi Cennetde oturuyorlardı. "Aceba şeytan nasıl oldu da onlara yaklaşma fırsatı buldu; Çenette nasıl girdi; onları nasıl iğva etti?" soruları bir çoklanıu meşgul etmiş ve onları bir takım cevâplar aramağa sevketmiştir. Bazı müelliflerin hiç üzerinde dur-

madiği ve bunlarla meşgul olmayı lüzumsuz bulduğu[21] yukarıdaki sorulara şu tarzda cevâplar bulunmuştur:

1  Âdem'i de, Havva'yı da görmeden onları iğva etti[22];

2  Âdem ve eşine yerden (arzdan) hitabedip konuştu ve on­ları böylece azdırdı[23];

3 — Âdemle Havvayı Cennetin kapısında gördü. O zamanlar şeytan Cennetin kapısına yaklaşabiliyordu. Böyle bir fırsattan isti­fâde ederek konuştu ve onları iğva etti[24];

4 — Şeytan bizzat kendisi ayaklı bir hayvan kılığına girip, Cen­net bekçilerine kendini belli etmeden Âdem ile Havva'ya yaklaştı ve onları kandırdı[25];

5  Şeytanın Cennete girmesine yılan vesile oldu[26].    (Burada herhangi bir tafsilât bahis konusu değildir).

6  Yılanın sakalı arasına gizlenerek Cennete girdi[27];

7 — Yılanın karnına (veya ağzına) girerek Cennete sokulmayı başardı. Rivayete göre Yüce Allah Âdem'e: "Ey Âdem, eşinle birlik­te Cennette oturunuz; Cennetin nimetlerinden istediğiniz,  gibi bol bol yiyiniz;    fakat şu ağaca yaklaşmayınız! Yakalaşırsanız kendi­nize yazık etmiş olursunuz" dedi. İblîs, onların yanma Cennete gir­mek istedi. Cennetin muhafızları onu Cennete sokmadılar. Bundan sonra îblîs yılanın yanına geldi. Yılan o zaman deve gibi dört ayaklı olup en güzel hayvanlardandı. îblîs ona, ağzı iğine alarak kendisini Cennete, Âdemin yanma götürmesini teklif etti. Yılan onun bu tek­lifini kabul edip İblîs'î ağzının içine soktu. Cennet   muhafızlarının yanından geçti. Allah bunu irâde etmiş olduğu için, onîar îblîs'in yılanın iğinde bulunduğunu bilmiyorlardı. îblîs yılanın ağzı    içinde iken Âdem'e konuştu ise de, !Âdem onun sözüne önem vermedi. Bu­nun üzerine yılanın ağzından çıkarak Âdem'ö gözüktü[28];

8 — Yılanın azı dişleri arasına gizlenerek Cennete girdi. îbnü Abbas'tan nakledilen habere göre; "Allah düşmanı îblîs kendisini yüklenerek Cennete götürmeleri için yeryüzü hayvanlarına teklif­lerde buulundu. Maksadı Âdem ve Havva ile konuşmaktı. Hiç bir hayvan onun bu teklifini kabule yanaşmadı. Bunun üzerine yılanın yamna geldi. Ona: "Sen benim Cennete girmemi te'mîn edersen, seni himayeme alır Âdem oğullarından korurum" dedi. Yılan îblîs'in bu teklifini kabul edip onu azı dişlerinden iki tanesinin araşma ala­rak Cennete, götürdü[29]..".

îblîs'in Cennette bulunan Hz. Âdemle eşini aldatarak memnu' ağaçtan yedirdiği, gizli yerlerinin açılmasına sebep olduğu ve onla­rın nimet dolu yurttan çıkarılmasına vesile olduğu bir gerçektir. Yalnız îblîs'in Cennete girmek için bir çok hayvanlara teklifte bu­lunduğu, onların kabul etmemeleri ve nihayet yılanla anlaşması yo­lundaki rivayetler tamamiyle gayr-i îslâmîdir, isrâîliyyattır[30]. Bu­na dâir ne Kur'ân'da ve ne de hadislerde bilgi vardır.

Konu ile ilgili rivayetleri tefsirine alan Taberî: "Bize göre bun-Zann hakka en yakın olanı, Allah kitabı Kur'ân'a muvafık olanıdır" diyerek bir ölçüde rivayetlerden hoşlanmadığını ifâde eder"[31].

Ayrıca rivayetlerin; 'Eğer İblîs, yılanın karnına veya ağzına girmeye muktedir olsaydı, önce bütün hayvanlara ve sonra da yıla­na yalvarmasına ne lüzum vardı ?: Bizzat kendisini yılan yapar ve Cennet'e girerdi" gibi mantıkî yönden konuyu izaha lüzum yoktur.

Zira bunların isrâîliyyat olduğu meydandadır ve bunlar asla iltifat edilmemesi gereken hurafelerdendir[32].

Kitab-ı' Mukaddes (Tekvin, 3/1-15)'te Âdem ile eşinin bir takım hilekârlıklar sonucu yılan tarafından aldatıldıkları ve yasak ağacın meyvesinden yemeye teşvik edildikleri anlatılır (İslâm An­siklopedisi, V/2. 691)[33].

E — MEMNU' AĞAÇ

 

Memnu' Ağacın Cinsi:

Allah, Cermet'te bulunan Hz. Âdem ve eşine: "..Şu ağaca yak­laşmayın" emrini verdi (el-Bakara, 2/35). Cennet'te isdekileri her-şeyden yiyebilecekler, istedikleri yerde gezebileceklerdi. Yalnız bir "ağaç" vardı ki, ona yaklaşmayacaklar, ondan korunacaklardı. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sahih hadislerde bu ağacın ne olduğu, adı, cinsi, rengi v.s. hakkında herhangi bir beyan ve açıklama yoktur. Buna rağmen tefsirler bu konuda gu bilgileri ihtiva etmektedirler:

1  "İlim" yani hayrı ve şerri bilme ağacı idi[34];

2  Üzüm asması idi[35]; bunun için Ümmet-i Muhammede' şa­rap haram kılınmıştır;

3 — Ağaç "cinsi" idi[36].

4 — Buğday idi[37]; Vehb îbn Münebbih'den nakledildiğine göre;

"Öyle bir Cennet buğdayı idi ki, dânesi sığır yüreği gibi, kaymaktan lezzetli, baldan tatlı idi."

5  Sünbüle idi[38];

6  Zeytûn ağacı idi[39];

7  Hurma ağacı idi[40];

8   încir ağacı idi[41];         

9  Meyvesinden yendiği zaman büyük abdest ihtiyacı hisset­tiren bir ağaç idi[42];

10 — Kâfur ağacı idi[43].

11 — Ebedîlik ağacı idi ve melekler bununla kaşmırlardı[44];

12 — Şarap ağacı idi[45];

13 — "El-Mihne" ağacı idi"[46];

14 — Üzüm idi[47];

15 — Meyva ağacı idi[48];

Bazı kaynaklarda, dalları birbirine sarılmış olarak tasvir edilen bu ağaç hakkında Şiî mezhebine ait koyu te'vîller.de yapılmıştır.

16 — "Şecere-i 'Ilm-i Muhammed" idi[49];

17 — "Secere-i Âl-i Muhammed" idi[50].

Yukarıda da söylediğimiz gibi, Yüce Allah Kur'ân'da bu ağcın ne ne olduğunu tayin etmemiş ve ismi ile bildirmemiştir. Ancak bunun Cennette muayyen bir ağaç olduğunu ve insanın sa'adetine mani' olu­cu hassası bulunduğunu ifhâm etmiştir. Demek ki, bundan fazlasını bilmek mümkün değildir, hem de faydasızdır.

Hâl böyle iken, bir kısım müfessirler bu ağaç hakkında akılları­na geleni söylemişler ve bu konuda her duyduklarını doğru farzede-rek eserlerine almışlardır. Neredeyse dünyada herkesçe ma'ruf olan sayılmadık ağaç ismi bırakmamışlardır. Bu habda evlâ olan şüphe­siz tevakkuftur. "Biz bu ağacı tayin edemeyiz" deyib Allah'ın bildir­diği ile iktifa etmektir. Ama bu yapılmamıştır, yapılamamıştır. Özet olarak ifâde etmek gerekirse :

1 — Ne Kur'ân'da ve ne de hadîste bu ağaç ümmete bildiril­memiştir ve bunu bilmek âlime fayda vermez; bilmemek zarar getir­mez[51] ;

2  Bilmeye ihtiyacımız yoktur[52];

3  Ağacın ne olduğunu bilmenin dünyevî ve uhrevî bir fay­dası olsaydı Allah bildirirdi"[53].

Bu konudaki rivayetleri tefsirine alan Taberî, allameliğine lâyık bir eda ve tam bir selâhiyetle işi neticeye bağlamış; lüzumsuz söz kalaablığından ibaret laflara i'tibar edilmemesi gerektiğini belirt­miştir[54].

Kitâb-ı Mukaddes (Tekvin, 2/16-17) 'de bu memnu' ağacın ne ol­duğu hakkında bir tek cümle vardır. O da olduğu gibi tefsirlere geç­miştir: "Ve Rab Allah adama emredib dedi: Bahçenin her ağacından -istediğin gibi ye; fakat iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemiyecek-sin! Çünkü ondan yediğin günde Öleceksin".

 

1 — Hz. Adem'e Memnu' Ağaçtan Kim Yedirdi?

Bütün rivayetler aşağı-yukarı ittifaka yakın çoğunlukla Hz. ÂDEM'e memnu' ağaçtan Havva'nın yedirdiği noktasında birleşirler. Haberlerin bir kaçı şöyledir:

— Muhammed îbn Kays'tan

...İblis, yılanın içine sokularak Cennet'e girdi. Havva ile konuş­tu. Âdem'i azdırmak maksadı ile kötü işi ona iyi olarak gösterdi... îblîs'in sözlerinin tesiri ile Havva yasak edilen ağacın meyvesini ko­pardı. Bunun üzerine ağaç kanadı. Giydikleri süslü elbiseler üzerlerin­den yere düştü... Allah:

"— Ben sizi bu ağaca yaklaşmaktan men etmedim mi?" dedi... Âdem :

"— Ey Rabbim! Bu ağacın meyvesini bana Havva yedirdi" dedi. C. Hakk Havva'ya :

"— Ona niçin bu ağacın meyvesini yedirdin?" dediğinde O : "Yı­lan bana yememi emretti" cevâbında bulundu. Allah yılana:

"— Niçin yemeği emrettin?' diye sorduğunda O :

"— Bana bunu İblîs emretti" dedi. C. Hakk: "İblîs'e lanet okun­muştur, O dergâhımdan sürülmüştür" buyurdu. Havva'ya da:

"— Ey Havva! Bu ağacın kanamasına sebeb olduğun için, sen de her ay kana bulanacaksın!" dedi...

thnü Zeyd'den :

iblîs, kötüyü iyi göstermek suretiyle Havva'nın kalbine vesvese «erdi. Bunun üzerine Havva ağacın yanma geldi. îblîs bundan sonra Âdem'e Havva'yı güzel gösterdi. Âdem, Havva'yı ihtiyacını tatmine çağırdı. Havva, ancak ağacın yanma gelmesi şartıyla ona muvafakat edeceğini söyledi. Âdem oraya geldiğinde Havva:

"— Ancak meyvesinden yersen buna yanaşırım" dedi. Bunun üzerine her ikisi de yasak olan ağacın meyvesinden yediler. Hemen her ikisinin avretleri gözüktü... Allah:

"— Ey Âdem! Seni bu işe kim şevketti?" diye sorduğunda Âdem :

"— Havva!" diye cevâp verdi... Saîd Ibn Müseyyib'den :

Saîd îfonü Müseyyib, yemin ederek Âdem'in aklı başında iken bu ağaca yaklaşmadığını söyledi; Ona göre Havva Âdem'e şarap içire-rek sarhoş ettikten sonra, ağacın yanına getirmiş, Âdem'de sarhoş kafa ile ondan yemiştir. Âdem ile Havva bu hataya düştükten sonra, Allah onları Cennet'ten çıkardı[55].

Yukarıya, Âdem'e yasak ağacın Havva tarafından yedirilmesiyle ilgili olarak aldığımız rivayetler ve diğer tafsilat da Islânıî değildir[56]. Bunları doğrulayacak sahih eserlere malik değiliz. Âdem'in §arap iç­mesi ile ilgili rivayeti kitaplara dercetmek büyük bir gaflet eseridir. Allah'ın peygamberi olan bir zata hem de Cennette "şarap içti" de­mek ne büyük bir cürettir! Bunun isbatı nasıl mümkün ola­cak? Şarap Cennete nereden gelecek.

Âdem'in şarap içmesi ile ilgili rivayeti Îbnü'l-Arabi ve Îbnü'1-Esîr şiddetle reddederler[57]. Îbnü'1-Esîr: "Saîd İbnü'l-Müseyyib'e hayret doğrusu! Allah Kur'an-ı Kerim'de Cennet şarabı hakkında "bembe­yazdır; içenlere (serapa) bir lezzet(dir); orada (Cennette) bir hu­mar (baş ağrısı) 'da yok. Onların bu (şarap) 'tan bîhuş olacakları da yok! "es-Saffat, 37/47) dediği halde, bu sözü nasıl söyleyebilir?" diye yakınır el-kâmil, I. 35).

Rivayetlerin menşe-i gayr-i İslâmî'dir. Bir numune olmak üzere Tevrat'tan bazı şeyler aktaralım (Tekvin, 3/-1-13):

Ve Rab Allah'ın yaptığı bütünü kır hayvanlarının en hilekârı vılandı. Ve kadına dedi:

"— Gerçek Allah, bahçenin hiçbir ağacından yemiyeceksin dedi mi?". Ve kadın yılana dedi:

"— Bahçenin ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz; fakat bahçe­nin ortasında olan ağacın meyvesi hakkında Allah: Ondan yemeyin, ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz dedi". Ve yılan kadına dedi:

"— Kat'iyyen ölmezsiniz! Çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi kötüyü bilerek Allah gibi olaRivayetler için bak.

'cakamız!". Ve kadın gördü ki, ağaç, yemek için iyi, ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyve-sinden aldı. Ve yedi; ve kendisiyle beraber kocasına da verdi. O da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Ve çıplak olduklarını bildüer... Ve Al­lah adama:

"— Ondan yeme! diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi?" Ve adam dedi:

"— Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi, ve yedim" Ve Rab Allah kadına dedi:

"— Bu yaptığın nedir?". Ve kadın dedi:

"— Yılan beni aldattı, ve yedim". Ve Rab Allah yılana dedi:

"— Bunu yaptığın için... lânetlisin!".

 

2 — Âdem Ve Eşinin Elbiseleri :

Muhtelif eserlerde, Âdem ile eşinin Cennet'te giydikleri elbise nin şekli ve neden ma'mûl olduğuna dair bazı rivayetler vardır:

a — Tabi'i elbise idi ve tırnak şeklinde idi. Yani tırnak nasıl al­tındaki eti örterse Âdem ile Havva'nın elbiseleri de bedenlerini öylece örtüyordu[58];

b — Elbiseler nûr'dan idi[59].

Bu rivayetleri de isbâta imkân yoktur. Bunları deşmeğe, ne ol­duğunu araştırmaya hiç lüzum yoktur. Allah, Âdem'le eşinin elbise­lerinin ^Iduğunu haber veriyor (el-A'râf, 7/20). Bize bu yeter. Şu idi, bu idisi fazladır ve faydasızdır"[60].

 

3 — Âdem'le Eşi Açılan Yerlerini Ne İle Örttüler?

Rivayetlere bakılacak olursa, memnu' ağaçtan yiyen Âdem ile Havva'nın avret yerleri açıldı. Bunun üzerine Âdem bir ağacın içine girdi. Allah:

"— Ey Âdem I Sen nerdesin ?" diye seslendi. Âdem : "— Ey Rabbim, buradayım" diye cevâp verdi; Allah : ''— Ağacın içinden çıkmayacak mısın?" dediğinde Âdem :

"— Ey Rabbim, senden utanıyorum" dedi. Allah bu vaziyet kar­şısında :

"— Senin yaratıldığın toprağa öyle bir lanet okuyacağım ki, bu­nun te'sîri ile, bitirdiği meyveler dikenlere dönecektir" dedi.

Diğer bir rivayette, Âdem'in avret yeri açıldıktan sonra kaçarak Cennette sağa sola dolaştığı zikredilir.

Bir bagka habere göre de Hz. Âdem Cennet'te koşarken saçı bir ağaca takıldı. Hz, Âdem ağaca :

"— Bırak beni!" dedi. Ağaç :

"— Seni bırakmıyacağım!" -dedi. Bu anda Rabbı O'na: "— Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?" dedi. Âdem de : "— Ey Rabbim, senden utanıyorum" cevâbını verdi1[61].

Âdemle eşi açılan yerlerini rivayetlere göre incir yaprağı ile ört­müşlerdir[62].

Yukarıya alman bu rivayetleri tasdik edecek îslâmî bilgilere ma­lik değiliz. Hz. Âdem'in ayıp yeri açıldıktan sonra Cennetteki kaçışı, ve saçma bir ağacın takılmasıyla ilgili merfu' bir hadîs îbn Ebi Hatim tarafından rivayet edilmiştir. Taberî'ce de (tefsir, VHX 142) benim­senip nakledilen bu hadîsin sıhhati ve Hz. Peygamber'e aidiyetinde şüphe edilmiştir[63],

Âdem'le eşinin "incir" yaprağı ile ayıp yerlerini örtmeye çalış­tıkları yolundaki rivayet de keza İslâmî değildir"[64].

Hz. Âdem'in C. Hakkla konuşması ve üzerlerine incir yaprakları vörtmelerfyle ilgili rivayetler Kitab-ı Mukaddes'ten alınmıştır.

v "... Ve kendilerinin çıplak olduklarım bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar.. Ve Rab Allah adama seslenip ona dedi:

"— Neredesin?"; Ve o dedi:

"— Senin sesini bahçede işittim ve korktum. Çünkü ben çıplak­tım; ve gizlendim"  (Tekvin, 3/7, 9-11)[65].

F — ÂDEM, HAVVA, YILAN VE ÎBLİS NERELERE İNDέLER?

 

1 — Âdem (a.s.)’in İndirildiği Yer :

Allah Hz. Âdem'i gökten yere indirince onu Hind toprağına (bazı rivayetlerde Hind toprağındaki Dehnâ'ya) bırakmıştır, îbnü Abbas'  tan nakledildiğine göre Hz. Ali Hind toprağı hakkında şunları söyle­miştir: "Yeryüzünde en ziyade hoş kokan yer Hind toprağıdır. Çünkü Âdem oraya indiği için onun Cennet'ten getirdiği hoş koku Hind'in ağaçlarına yapışmıştır". Hz. Âdem'in yine Hind toprağında bulunan "Bûz" dağına veya Serendib adasına veya Serendib yakınındaki Neûd'a indirildiği de söylenir.

 

2 — Havva'nın İndirildiği Yer :

Havva, Cidde (Cüdde) 'ye indirildi. Âdem onu arayarak Arabis­tan'a geldi. Onlar birbirleriyle buluştular. Havva Âdem'e orada yak­laşmış olduğu için buluştukları yere "Müzdelife" adı,verildi...     

3 — Yılanın İndirildiği Yer :

Yılan İsfahan'a indirildi bazı rivayetlerde yılanın bir sahraya veya Nusaybin'e veya Beysan'a veya Sicintan'a indirildiği yolunda da kayıtlara rastlanır[66].

 

4 — îblîs'in indirildiği Yer :

îblîs Meysan adında bir yere indirildi (el-ÜbiHIe isminde bir yer-' den de bahsedilir).               

Bazı kaynaklarda, îblîs'in Cennet'e girebilmek iğin Tavus ile dostluk ve münâsebet kurduğu ve Cennet'e girişte kendisine yardım ettiği yolunda da rivayetler vardır. Bu hareketinden dolayı Tavus da

Cennetten sürülmüş Bâbil ülkesine indirilmiştir (es-Sa'lebî, el-'Arâis,' s. 20).

Hz. Âdem, eşi Havva, yılan, Tavus ve îblis'in indirildikleri yer­lerin neresi olduğunu beyan babında kitaplara bir çok isim geçmiştir. Bunların hemen hiçbirinin mesnedi yoktur. Bunları uzun boylu sayıp dökmeninde hiçbir faydası mevcut değildir. Konuya ait rivayetler tamamen israîliyattan ibarettir. İbnü Kesîr'in dediği gibi bunlar "gayba taş atmak"dan başka bir şey değildir[67].

Taberfnin tarihinde (1/1.164) şunları okuyoruz:    "Kitâb ehline gelince, onlar Âdem'in Hind toprağındaki Vasim adım taşıyan dağa indirildiğini, bu dağın Dehnec ile Mindel arasındaki Behil ovası ya­nında bulunduğunu söylerler. Dehnec ile Mindel iki şehirdir.   Onlar, Havva'nın Mekke toprağındaki Cidde'ye indirilmiş olduğunu anarlar. Diğerleri, Âdem'in Serendib'de "Bûz" adını taşıyan dağa, Havva'nın Mekke toprağındaki Cidde'ye, îblîs'in Meysan'a,    yılanın İsfahan'a indirildiğini söylerler. Diğer bir rivayete göre de yılan bir   sahraya, îblis Übüll'e denizi (acem körfezi) sahiline indirilmiştir. Fakat bun­ların indirildikleri yerler, ancak delil olabilecek bir haberle doğru ola­rak isbât edilebilir.... Bu hususta böyle bir haber nakledilmiş değildir"[68]

G — HAVVA'YA VE YILANA VERİLEN CEZA :

 

Tefsirlerde, Hz. Havva'ya ve yılana verilen ceza hakkında epeyce malumat vardır. Ama bunları îslâmî olarak kabul etmek için elimiz­de en ufak bir ipucu yokıur. Bunlar bütünüyle hıristiyan ve yahûdî-ler'den nakledilmiştir.

 

1  — Havva'ya Verilen Ceza :

Rivayete göre, Havva ağaçtan kopardığı zaman ağaç kanadı. Allah: "Bu ağacı kanattığı, gibi ben de onu her ay kana bulaştıraca­ğım. Ben onu mükemmel ve akıllı olarak yaratmıştım. Şimdi hafif a-kollı yapacağım; o iğrenerek ve istemeyerek yüklü olacak, yavrusunu zorlukla dünyaya getirecektir" dedi. îbnü Zeyd der ki: "Havva bu hatasına katlanmamış olsa idi, dünya kadınları âdet görmezler, hepsi de akıllı olur, hepsi de kolaylıkla hâmile oldukları gibi kolaylıkla doğum yaparlardı"[69].

 

2  — Yılana Verilen Ceza :

Rivayetlere göre Allah yılana:,

"— Sen mel'ûnu (şeytanı) içinde, gizleyerek Cennete getirdin. Bu suçunun cezası olarak senin yiyeceğin sadece toprak olacaktır. Sen âdemoğullarmın, onlar da, senin düşmanların olup, sen rastgeldi-ğin her yerde onların ökçelerine vuracaksın. Onlar da rastgeldikleri her yerde senin kafanı kıracaklardır" dedi.

Başka rivayetlere göre de Allah yılana şöyle hitabetmiştir: "Ey yılan! Senin ayaklarını ezeceğim. Sen yüzün üzere sürünerek yürü­yeceksin..."[70]

Havva'ya ve yılana verildiği söylenen cezaya ait rivayetler tetkik edildiğinde bunların da îslâmî esaslarla, akıl ve iz'anla bağdaşmadı­ğını görürürz. Hz. Havva, böyle bir hataya (!) düşmüşse bunun, adet­leri milyarlarca olari kızlarına ve torunlarına teşmilini akıl nasıl ka­bul eder? Bir kişinin işlediği günahm cezası nasıl olur da bunca insa­na çektirilir? Keza yılanın durumu da böyledir. Bütün bu habeıleı îs-raîliy attır[71].

Taberî (I. 176) 'nin kaydına göre Ibnü Zeyd, bidayette Hz. Hav­va'nın Cennet kadınları gibi tertemiz yaratıldığı, fakat sonradan ya­sak ağaca yaklaşmak suretiyle âsî olunca Allah tarafından kendisine şu şekilde hitabedildiğini zikreder: "Ben seni temiz olarak yaratmış­tım; şu ağacı kanattığın gibi ben de seni yakından kanatacağım".

Bu rivayet büyük bir ihtimalle Ehl-i Kitap'tan nakledilmiştir. Zi­ra haber "garîb" olarak nitelendirilmiştir (Ibnü Kesîr, I. 110).

Kitab-ı Mukaddes'te Havva ile ylıanm cezasını anlatan pasajlar vardır:

"— ...Ve kadın dedi: Yılan beni aldattı, ve yedim. Ve Rab Al­lah yılana dedi: Bunu yaptığın için bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha lânetlisin. Karnının üzerinde yürüyeceksin, ve Ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin. Ve seninle kadın arasına düşmanlık koyacağım. O senin başına saldıracak ve sen onun topuğuna saldıracaksın. Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziya­desiyle çoğaltacağım. Ağrı ile evlat doğuracaksın. Ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır" (Tekvin, 3/13-16; İbnü Kuteybe, T.M. Hadîs, s. 140)[72].

G — Hz. ADEMİN TELAKKİ ETTİĞİ KELİMELER :

 

Hz. Âdem yaptıklarına son derece pişman oldu. Allah'a affı için yalvarıp yakardı. Allah'a tevbe ederken hangi kelimeleri kullandı; na­sıl cümleler sarf etti, neler dedi, neyin aşkına bağışlamasını diledi? Bütün bunlara dair kitaplarımızda bir hayli bilgi vardır"[73].

Bu konuyu dile getiren âyet şu me'âldedir: "Derken Âdem rab-binden bir takım kelimeler telakki etti (belleyib aldı ve O'na yalvar­dı). O da tevbesini kabul etti"  (el-Bakara, 2/37).

İstisnasız bütün müfessirlere göre bu âyette geçen "kelimeler" den maksat el-Araf sûresinin 23. âyetidir: "Dediler, Ey Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her-lıalde zarara uğrayanlardan olacağız".

Yalnız, "Âdem'in tevbe ettiği zaman Allah'tan alıp bellediği ke­limeler şunlardır" tarzında yüzde yüz ka'tiyyet ifâde eden delillere mâlik olmadığımız için bazı müelliflerce bunlar istismar edilmek is­tenmiş, kendi f âsid görüş ve mezheplerini takviye için kullanılmıştır:

İbnü Abbas'tan nakledildiğine göre kendisi şöyle demiştir: Ben Hz. Peygamber'den, Âdem'in aldığı "kelimelerin" ne olduğunu sor-dum-ki Allah, Âdem o kelimelerle kendisine yalvarmca bağışlamıştı-O da soruma şu cevabı verdi: "Âdem'in Muhammed, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'in hakkı için (onların yüzleri suyu hürmetine) kendisinin bağışlanmasını istemişti"[74].

Bu ve benzeri rivayetler, tamamiyle şiîlerin görüşlerini aksettiren fâsid şeylerdir. Efendimize nisbet edilen bu rivayet İbnü'l-Cevzî ve es-Suyûtî tarafından "mevzu' 'olarak îlân edilmiştir[75]. [76]

H — CENNETTEN İNDİĞİ ZAMAN HZ. ADEM'İN DURUMU VE BERABERİNDE GETİRDİKLERİ

 

Cennet'ten indiği zaman Hz. Âdem'in durumu ve beraberinde ge­tirdiği şeylerin neler olduğuna dair öne sürülenleri biraz sonra göre­ceğiz. Hemen peşinen söyleyelim ki, bu yoldaki rivayetlerin içinde i'timada şâyân hiçbir şey yoktur. Bunlar ya hayal mahsûlü düzmeler­dir veya Ehl-i Kitap'tan menkûldür. Bazıları :

Bir rivayete göre Hz. Âdem bir dağa indirilmişti. Bu dağın yük­sek tepesi, yeryüzündeki dağ tepelerinin göğe en yakın olanıdır. Âdem, bu dağın tepesine indirildiğinde, onun iki ayağı tepenin üzerinde başı gökte olup, meleklerin duâ ve teşbihlerini işitiyor ve böylece onlarla ülfet peyda ediyordu. Fakat melekler ondan korktukları için, boyu kısaltıldı...

Âdem Hind ülkesinde yalnız kalınca sıkıldı. Halini Allah'a arzetti. Allah duasını kabul edip, onu Mekke'ye gönderdi. Mekke'ye giderken onun ayak bastığı yerler ma'mûr köy, adımlarının arası çöl ve sahra halini aldı. Mekke'ye varıncaya kadar bu hal devam etti. Âdem Mek­ke'ye vardığında Yüce Allah Ona Cennetten bir yakut indirdi. Bu ya­kut, halen üzerinde Ka'be bulunan yere konuldu...

Âdem yere inince C. Hakka yalvardı: "Ey Rabbim! Ben, senin yurdunda senin komşun idim. Sen beni koruyordun. Orada senin ni'-metlerinden bol bol yerdim... Cennetin hoş kokularını koklardım. Sen bundan sonra beni yere indirdin; boyumu 60 arşın yaptın. Bunun üze­rine meleklerin sesleri kesildi; Cennetin kokulan kayboldu" diye duâ ve şikayette bulundu... Allah Cennetten indirdiği sekiz çift hayvanın bir çifti olan koçu kesmelerini emretti. Âdem koçu kesti; Havva yü­nünü alarak eğirdi. Âdem ile Havva bu ipten kumaş    dokudular. Âdem, kendisi için bir cübbe, Havva için bir gömlek ve baş Örtüsü dokudu...

Âdem, Tur-i Sına, Tûr-i Zeytâ, Lübnan ve Cûdî dağlarından ge­tirdiği, taşlarla evi (Ka'be'yi) yaptı Temel taşlarını Hıra dağından al­dı...      .

Âdem Cennet'ten yere indiğinde, başında Cennet ağacından ya­pılan bir tac bulunuyordu,.. Âdem yere indikten sonra tacın yapıldığı ağacın yaprakları kuruyarak yere döküldü. Bunun döküntüsünden her türlü hoş kokulu nebatlar bitti.

Allah, yere indireceğini Âdem'e bildirdikten sonra Âdem, Cennet­teki her ağacın yanından geçtikçe dallarından birer tane koparmış bu dalları beraberinde dünyaya getirmişti. Bunlar kuruduktan sonra yaprakları yere dökülerek yer yüzündeki hoş kokulu nebatların as­lını teşkil etmiştir...

Âdem, Cennet'ten çıktığında kendisiyle birlikte Cennet ağacın­dan yapılmış bir 'asa getirdi... Musa'nın 'asası da Âdem'le birlikte Cen­netten indirilmiştir. Bu asa Cennetteki "as" ağacından olup Musa'nın boyuna uygun olarak on arşın boyunda idi. Saban ve diğer gerekli şeyler de Âdem ile birlikte Cennetten inen eşya arasında bulunuyor­du. Sonradan örs-çekiç ve kerpeten de Cennetten indirildi...

Âdem Allah'ın emri ile 30 türlü meyveyi kendisiyle beraber ge­tirmiştir. Bunlardan on tanesi kabuklu, on tanesi çekirdekli, on ta­nesi de hem kabuksuz, hem çekirdeksizdi. Kabukluları şunlardır: Ce­viz, fındık, fıstık, haşhaş, nar, badem, kestane, at kestanesi ve hin-distan cevizi. Çekirdekli olanları şunlardır: Şeftali,    hurma, ünnab, şahluc, erik, gambira, sedir ağacının meyvesi, alıç ve ak   günlük. Hem kabuksuz, hem çekirdeksiz olanları şunlardır: Elma, portakal, üzüm, dut, incir, salatalık, kavun, armut, ağaç kavunu ve harnup. Ri­vayete göre Âdem'le birlikte Cennet'ten çıkarılan nesneler arasında bir kese buğday da vardı. Diğer bir rivayete göre buğday Âdem'in karnı acıktıktan sonra Cebrail tarafından getirilmiştir. Çünkü Âdem

aç kaldıktan sonra Rabbinden yemek yedirmesini istemiş, bunun üze­rine Allah Cebrail aracılığı ile ona "yedi" buğday tanesi göndermiş, Cebrail bu dâneleri Âdem'in eline vermiştir. Âdem, Cebrail'den: "Bu nedir?" diye sorduğunda Cebraîl ona: "Seni Cennet'ten çıkaran nes­ne işte budur!" cevâbında bulunmuştur. Bu buğday dânelerinin her biri 180 dirhem ağırlığında idi. Âdem, Cebraîlden: "Ben bunları ne yapayım?" diye sordu. Ceraîl: "Sen bu dâneleri yere serp" dedi. Âdem dâneleri yere serpti. Yüce Allah hemen o satte bu dânelerden buğday yetiştirdi. Bundan sonra yere tohum ekmek Âdemoğulları ara­sında bir âdet oldu. Buğday yetiştikten sonra Cebraîl buğdayın bi­çilmesini, biçildikten sonra bir araya toplanmasını, elle oğuşturmayı, harman edip rüzgârda savurmayı Öğretti..,68.

Yukarıya aldığımız bu rivayetler, kitaplarda bir hayli uzun ve detaylıdır. Böyle uzun uzadıya yer verilen bu haberleri doğrulayacak elimizde sahih hadisler yoktur, Hayaller alabildiğine işletilmiş ve bunlar meydana getirilmiştir. Taberî bu noktayı ifâde babında tari­hin (1-1.175)'de şöyle der: "...Bu zatın buraya kadar hikâye ettiği­miz sözleri, Hz. Peygamber'in ümmetinden olan ve geçip giden ule­mânın rivayetlerine aykırıdır".

Ayrıca, ez-Zehebî ve es-Suyutîden naklen bu tür haberlerin "haber-i münker" olduğu da beyan edilmiştir (İzmirli, S.C. Nebevviy-ye Mukaddemesi, s. 102)[77].

I — HZ. ÂDEM'E EŞİNE VE ZÜRRÎYETİNE ŞEYTANIN MUSALLAT OLMASI

 

Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddid yerlerinde şeytanın, insana düş­man olduğundan, onları, her fırsattan istifade ederek kötü ve ka­nunsuz yollara teşvik ettiğinden bahsedilir[78]. Bunlar doğrudur ve hep­sine îman farzdır. Bu türlü âyetler dolaysıyla kitaplarımıza geçmiş bazı rivayetler vardır ki, bunları Islâmî esaslarla te'lîf  imkânsızdır.

Bunlardan biri de müfessirlerin el-A'râf sûresinin: "O, sizi bîr can­dan yaratan, bundan da, gönlü kendisine yatıp ısınsın diye eşini ya­pan odur. Vakta ki O, eşini örtüp bürüdü, o da hafif bir yük yük­lendi de (bir müddet) bununla gidip geldi. Nihayet (gebeliği) ağır-laşınca ikisi de Rabbine şöyle duâ ettiler: "Eğer bize düzgün (hilkati tam) bir çocuk verirsen andolsun ki, herhalde gükredenlerden ola­cağız". Fakat Allah onlara düzgün bir gocuk verince kendilerine verdiği bu (çocuk) hakkında ona eşler tutmaya başladılar[79]. Onlar neyi eş tutuyorlarsa Allah onlardan münezzeh ve yücedir" me'âlin-de olan 189-190. âyetlerinin tefsiri dolayısıyla eserlerine aldıkları ha­berlerdir :

1  Semure İbn Cündeb'den rivayete göre Hz. Peygamber şöy­le buyurmuştur: "Vaktiyle Havva'nın doğurduğu her gocuk ölüyor­du. Bunun üzerine Havva gocuğu yaşarsa, ona Abdü'l-Hâris adını vereceğini nezretti. Bu nezirden (adaktan) sonra Havva'nın çocuğu yaşadı. Havva, çocuğuna bu adı İblîs'in ilhaimyla vermişti"[80].

2  Saîd İbn Cübeyr'den: Havva ilk çocuğuna hâmile olup, yü­kü ağırlattıktan sonra, İblis Havva'nın yanma geldi ve ona:

"— Ey Havva! Karnında olan nedir?" diye sorduğunda Havva:

“— Karnında olan nedir?" diye sorduğunda Havva:

"— Bilmiyorum" diye cevâp verdi. îblîs :

"— Gövdendeki bu nesne burnundan mı, gözünden mi, yahut kulağından mı çıkacak?" diye sordu. Havva yine:

"— Bilmiyorum" cevâbında bulundu. Iblîs:

"— Çocuğun sağ salim doğarsa, benim emrime itaat eder mi­sin?" dediğinde Havva :

"— Evet itaat ederim" dedi. İblîs ona:

"— Çocuğuna 'Abdül-Haris adını ver" diye emretti. Allah tara­fından lanetlenmiş olan îblîs, "el-Haris" adıyla anılırdı.

Havva bundan sonra Âdemin yanma gelerek :

"— Uykuda bulunduğum vakit biri bana: Şu şu sözleri söyle­di", dedi. Âdem ona:

"— Uykuda gördüğün o adam îblîstir. O, bizim düşmanımız o-lup, bizi Cennetten çıkarttı. Sen onun şerrinden sakın" dedi. Iblîs tekrar Havva'nın yanma gelerek öteki sözleri tekrarladı. Bunun üze­rine Havva:

"Yaparım" diye muvafakat etti. Havva çocuğunu sağlam ola­rak dünyaya getirdi ve ona 'Abdü'l-Haris adını verdi. Hak Teâlâ bu­nu şu âyetinde anlatıyor... (El-A'raf, 7/189-190).

3 — Es-Süddî'den nakledilmiştir: Havva erkek bir çocuk dün­yaya getirdiğinde İblîs onun yanma gelerek:

"— Yavruya (Abdü'l-Haris = Haris'in yani îblîs'in kulu) adını verin. Yoksa ben onu öldüreceğim" dedi. Âdem (a.s.):

"— Ben sana itaat ettiğim vakit, sen beni Cenneten çıkardın" diye Îblîs'in talebini reddetti. Ve çocuğa "Abdurrahman" adını verdi Allah'ın lanet ve ilencine uğramış İblîs çocuğa musallat olarak onu öldürdü. Bundan Sonra Havva diğer bir yavmya yüklü kaldı. Havva bu çocuğunu da dünyaya getirdiğinde İblîs yanına gelerek:

"— Çocuğuna, bana nisbetle "Benim kölem" adını vermezsen, ço­cuğunu öldüreceğim" dedi. Bunun üzerine Âdem îblîs'e:

"— Ben sana itaat etmiştim. Sen beni Cennetten çıkarttın" diye­rek îblîs'in talebini reddetti. Ve çocuğuna "Salih" adını verdi. îblîs bu kerresinde de çocuğu öldürdü. Havva üçüncü çocuğuna hâmile kal­dıktan sonra, İblîs onların yanma gelerek:

"— Bana galebe çalmak, yani çocuğunuzu öldürtmenıek isterse­niz, çocuğa 'Abdü'l-Hâris adını veriniz" dedi. Onlar da çocuklarına, îblîs'in teklif ettiği Abdül'l-Hâris adını koydular. îblîs Abdül-Hâris adını taşırdı. Bu ad ona, şaşaladığı için verilmişti. Bundan dolayı Al­lah Kur'ân-ı Kerîmde: "Allah onlara düzgün bir çocuk verince, ken­dilerine verdiği bu çocuk hakkında..." buyurdu (el-A'raf, 7/189-90)[81].

Yukarıya (bir) numara ile aldığımız et-Tirmizî, Ahmed tbn Han­bel, et-Taberî ve diğer bazı müelliflerce rivayet edilen hadîsin   Hz.

Peygambere ait olduğu kabul edilmemiştir. Müdekkiklerin kanatma göre, et-Tirmizı tarafından " ^r^t^ılr-"^" = hasendir, garîbdir" tarzında nitelenen bu hadîs mevkuftur ve Ka'bü'i-Ahbâr ve Vehb tbn Münebbih gibi müslüman olmuş Ehl-i Kitâb ricali kanalıyla îs-lâm'a girmiş bir isrâîliyyat nünıûnesidır[82].

Yukarıya (iki) ve (üç) numarayla kaydettiğimiz rivayetler ise tam ve katıksız bir isrâîliyattir, Zîra rivayetlerden birinde çocuğa (Abdü'l-Hâris) isminin verilmesinde işe Âdem (a.s.)'de karıştırılmış­tır. Bu açık bir şirktir. Allah elçisi olan bir zat nasıl olur da şirke düşer? Peygamberlere mahsûs sıfatlarla bu nasıl bağdaştırılır[83]. [84]

İ — ÂDEM'İN ÎKİ OĞLU HABÎL VE KABİL'İN KISSASI:

 

Kur'ân-i Kerîm'in bir yerinde Âdem'in iki oğlundan bahsedilir. Kurân'da isimleri zikredilmeyen bu iki kardeş Allah'a birer kurban nezrederler. Bunlardan Kabil, kendi kurbanının   kabul edilmediğini görünce, kıskançlıkla Hâbili Öldürür. Allah tarafından gönderilen bir karga yeri kazarak Kabil'e naşı nasıl ortadan kaldıracağını gösterir. Kur'ân'ın kısaca temas ettiği bu kıssa hakkında, pek çoğu Ehl-i Kitâb çevrelerinden derlenmiş uzun rivayetler ortaya çıkmıştır. Bu uzun rivayetleri tasdik için elimizde ne âyet vardır, ne de sahîh hadîs. Konuya temas eden âyetler su me'âldedir:

Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Hani on­lar, Allah'a yaklaştıracak birer kurban takdim etmişlerdi de, ikisin­den birininki kabul olunmuş, öbürününkü kabul olunmamıştı. O (kar­deşine) : "Seni elbette öldüreceğim" demişti. (Beriki de şöyle) söyle­mişti: "Allah, ancak  (kendisinden)  korkanları (nkini)  kabul eder. Andolsun ki beni öldürmen için, elini bana uzatırsan ben seni Öldür­mem için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben kâinatın Rabbı olan Allah'tan korkarım. Dilerim ki, sen kendi günâhınla birlikte benim günâhımı da yüklenesin de o ateşin yaranından olasın, işte zalimle­rin cezası budur". Nihayet nefsi kardeşini Öldürmeyi (isteyerek) uy

muş da onu Öldürmüştü. Bu yüzden ziyana uğrayanlardan olmuştu. Sonra Allah bir karga gönderdi. O, yeri eşiyordu ki, ona kardeşinin ölü cesedini nasıl örteceğim göstersin. "Yazıklar olsun bana!", dedi. Ben şu karga gibi bile olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum?". Artık o, pişmanlığa düşenlerden olmuştu75.

Konuyla İlgili Birkaç Rivayet:

Âdem'in çocukları dünyaya gelirken, her vakit biri erkek ve di­ğeri de kız olmak üzere ikiz olarak doğardı. Bir batından doğan er­keği diğer bir batından doğan kızla evlendirirdi. Kabil ile Hâbil do­ğuncaya kadar hal böyle devam etti. Kabil ziraatle, Hâbil de hayvan beslemekle geçiniyorlardı. Kabil, Hâbil'den büyüktü. Kabil'in kız kardeşi, Hâbil'in kız kardeşinden güzeldi. Hâbil, Kabil'le aynı batın­da doğan kızla evlenmek istediğinde, Kabil buna mani oldu ve:

"— O benim kız kardeşimdir; benimle birlikte bir batından doğ­du. Onunla evlenmek benim hakkımdır ve o seninle aynı batında do­ğan kız kardeşinden güzeldir" diye itiraz etti. Babaları Âdem, Kabil'e kız kardeşini Hâbil ile evlendirmesini emretti ise de Kabil bu emri dinlemedi. Bunun üzerine hangisinin bu kızla evlenmekte haklı oldu­ğunu anlamak üzere her ikisi de Allah'a kurban takdim ettiler. Âdem, o vakit ailesinden ayrılarak bir tarafa gitmişti... Evinden ayrılırken göğe: "Evlâdımı emânet olarak sana bırakacağım; sen onları koru" dediyse de gök onun bu teklifini kabul etmedi. Yere bunu teklif etti­ğinde, o da red cevabı verdi. Dağlardan da aynı cevâbı aldı. Bunun üzerine Âdem bu vazifeyi Kabil'e teklif etti. Kabil teklifi kabul etti ve: "Geldiğin zaman aileni, seni sevindirecek bir halde bulursun" de­di. Âdem yola çıktıktan sonra Kabil ile Hâbil Allah'a kurban takdim ettiler. Kabil Hâbil'e karşı Övünür: "O, benim kız kardeşimdir; ben yaşça da senden büyüğüm; bundan başka ben babamın varisiyim de" derdi. Hâbil'in kurbanı semiz ve genç bir sığırdı; Kabil'in kurbanı bir demet başaktı. Kâbü bu demet içinde büyük bir başak gördüğünde oğuşturarak onun dânelerini yemişti. Ateş (gökten) gelerek Hâbil'in kurbanını yaktı. Kabil'in kurbanım olduğu gibi bıraktı. Bunun üze­rine Kabil, Hâbil'e darildı ve: "Ben seni elbette öldüreceğim..." de­di...

Kabil, Öldürmek, üzere kardişini araştırdı. Genç ondan korkarak dağların tepesine kaçtı. Birgün Kabil, koyunlarını   otlatmakta   olan

(75) El-Mâide,  5/27-31.

HâbiTüı yanına geldi. Ö zaman Hâbil uyuyordu. Kabil taş alarak onun başını ezdi. Hâbil öldü...

...(Kabil ile Hâbil) her ikisi de Allah'a kurban takdim etti. Al­lah, koç kurban edenin kurbanını kabul edib, ekin takdim edenin kur­banını kabul etmedi... Bu koç, Allah'ın nezdinde muhafaza edildi. An­cak îshâk'm76 kanının kargılığı olmak üzere kurban kesilirken Allah onu gökten yere indirdi. Hz. İbrahim bu kogu "Semratü's-Savvaf" adlı yerde... kesti...

Bir kısım rivayetlere göre  (kurban)  takdim edenler, Âdem'in öz oğullan değildi; bu işi yapanlar tsrâîl oğullanndandı..

..Bir oğlunun kardeşi tarafından  Öldürülmesinden     sonra Hz. Âdem ağlayarak şu beyitleri söyledi:

"Şehirler, ülkeler ve yeryüzünde yaşayan insanlar değişti. Yer­yüzü karanlık ve çirkin bir manzara arzediyor; tadı ve rengi olan her nesne bozulup, güzel yüzlerde neş'e ve sevinç eseri kalmadı".

Âdem'e biri tarafından şu iki beyitle cevâp verilmiştir:

"Ey Hâbil'in babası! Onlardan her ikisi de öldürülmüş sayılır; çünkü sağ kalanı da boğazlanmış ve öldürülmüş kişi gibidir. O, kat­lanmaktan korktuğu bu suçu gençliğin sarhoşluğu ile işledi. Bu kor­kunun tesiriyle de haykırarak ve bağırarak geldi".

.. Kabil kardeşini öldürdükten sonra, ne yapacağını bilmediği için onu boşluğa bırakıverdi. (Sağında solunda yırtıcı kuşlar, hay­vanlar dönüp-dolaşmaya başlayınca), onu parçalamalarından korkt-

(76) Sahih  kabul  edilen  îslâmî  rivayetlerde  kurban  edilmek  istenen  İshâk değil Hz. tsmâîî'dîr. Bu konu, Hz. îsmâîl ve Ishâk bahsinde gelecektir.

tu ve cesedi sırtına aldı. Böylece onu sırtında 40 gün taşıdı (bir se­ne, yüz sene taşıdığı ve bunun neticesi olarak iyice bozulup koktu­ğu yollu rivayetler de vardır. Bu müddet zarfından kuşlar ve yır­tıcı hayvanlar Kabil'in etrafında dönmüş durmuş ve cesedi yiye­bilmek için sırtından atacağı zamanı gözlemişlerdir..

Kabil Hâbil'i öldürünce, daha evvel beyaz olan teni simsiyah kesildi. Âdem ona, kardeşinin nerede olduğunu sorunca: "Ben onun çobanı değilim" diye cevâp verdi.. Bu hadiseden sonra 100' yıl yaşa­yan Hz. Âdem hiç gülmedi...

Kabil Hâbil'i Öldürünce Yemen cihetinde bulunan Aden'e kaçtı. Burada karşısına çıkan şeytan: "Hâbil ateşe taptığı ve ona hizmet ettiği için, ateş onun kurbanını yedi. Eğer sen de ateşe taparsan ar­zuna nail olursun" dedi. Bunun üzerine Kabil, ateşe tapmaya mah­sus bir ev yaptı ve ateşe taptı. Böylece de âteş-perestlerin ilki olmuş oldu.

Kardeşini Öldüren Kabil nasıl defnedileceğini bilmiyordu. Allah tarafından yekdiğeri ile kardeş olan iki karga gönderildi. Dövüş­tüler; biri diğerini öldürdü; ona bir çukur eşti ve üzerini toprakla Örttü[85].

Bu konuya ta'alluk eden Kur'ân âyetlerini yukanda me'âlen gördük. Aslında kıssa bundan ibarettir. Kur'ân'ın beyanı ile iktifa etmeyenler yukarıdaki tafsilatı -zora ki de olsa- bulup, uydurup ki­taplara doldurmuşlardır. Bunların doğruluğunu ne ile isbât edece­ğiz? Bunlara ait kitaplarımızda uzun veya kısa hiçbir hadîs mev­cut değildir.

Bir insanın evlâdım kaybettiği zaman üzelmesi normaldir; ama acaba gerçekten Hz. Âdem 100" yıl hiç mi gülmemiştir? Kabil ve Hâ-bil'den her birinin kurban- olarak ne takdim etmiş oldukları ve bu konudaki tafsilat ne kadar garîb şeyleri ihtiva ediyor! Hz. îshâk kurban edileceği zaman Allah tarafından onun kam bedeli olarak

gönderilen kurbanlık HâbiTin takdim ettiği kurbanhkmış. Bunu ne­ye dayanarak ileri sürebiliyorlar? Tabiî hiçbir şeye! Bu tam bir is-râîliyyat örneğidir[86]. Ayrıca "Hz. İshak'zn kurbanlık olması" key-fiyyeti bizatihi bir isrâîliyyattır ki bunu, ait olduğu yerde inceleli-yeceğiz.

Kabil'in kardeşinin cesedini 40 gün veya bir yıl veya yüz yıl sırtında taşıması; beyaz olan teninin siyahlaşması; âteş-perestlerin pîri olması v.s. bunlar tamamiyle asılsız şeylerdir. Kabilin ilk katil olduğu sahih hadislerle sabittir[87]. îlk katil oluşu kesinlikle bilinen Kabil'i biraz daha kötülemek, gözden düşürmek için söylenmesi ge­reken, uydurulması icabeden her şey söylenmiş ve uydurulmuştur. Mes'ele bundan ibarettir. Ayrıca şunlara da dikkat edilmesi gerekir:

1  Bazı müfessirler bu iki kişinin Âdem (s.aj'in bizzat kendi oğulları olmayıp, Isrâîl oğullarından iki kişi olmasını   daha doğru görmüşlerdir, Ama âyetin böyle anlaşılmasına imkân yoktur ve bu çok yanlış ve hatalı bir tefsir tarzıdır[88].

2  Bir kısım haberlerde Kabil'in kardeşini tuzağa düşürerek ansızın öldürdüğü mukayyeddir. Şayet böyle olsaydı, karşı karşıya gelip konuşmaları ve Kur'ân'ın buna dâir beyânları nasıl izâ edile­cekti[89]. Kur'ân'ın zahirine ve âyetlere açıkça muhalif olmasına rağ­men, tefsirlere biraz daha fazla malûmat dercedebilmek için bunlar düşünülmeden yazılmıştır.

3  Bazı rivayetlere göre, Şam'ın kuzeyindeki bir dağda "Ma-ğâratü'd-Dem" (Kan Mağarası) isminde bir mağara vardırki, bura­sı Kabil'in kardeşini Öldürdüğü yer olarak gösterilir. Bu tamamiyle asılsız bir haberdir ve isrâîliyyattır[90].

4  Ibnü Asâkir'in, Ahmed îbn Kasîr'in hayat hikâyesi meyâ-mnda kaydettiğine göre, salihlerden olan bu zat    ru'yasında Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekr, Ömer ve Hâbil'i görmüş ve Hâbil'e bu mağarada bulunan kanın kendi kanı olduğuna dâir yemin teklif et­miş ve o da yemîn etmiştir. Hz. Peygamber de bunu tasdîk etmiştir. Aynı rivayete göre Hz. Peygamber, Ebu Bekr ve Ömer bu yeri her perşembe günü ziyaret etmektedirler.

Doğru bile olsa bu, nihayet bir ru'yadır. Peygamberler dışında kalan kişilerin ru'yaları dînî bakımdan herhangi bir hüküm gerek­tirmez. Ru'ya sâdece sahibini ilgilendirir. Bunu Hâbil'in öldürüldü­ğü yeri ta'yinde delîl olarak kullanmak yersiz ve ma'nâsızdır[91].

5  Rivayetler arasında bir de kurbanın kabul alâmeti olarak yakılmaktan bahsediliyor.  Bu da tam ma'nâsıyla îsrâîlî bir riva­yettir[92].

6  tslâmî eserlere girmiş bazı Ehl-i Kitâb rivayetlerini nakle­den Taberî: "Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu Allah bilir"[93] der.

7  Âdem (a~s.)'in oğlu Hâbil'in ölümünden duyduğu elemi di­le getiren bir mersiyyesi vardır. Bazı kitaplara    çok uzun olarak kaydedilen[94] bu şiirin Hz. Âdem'e ait oluşu şiddetle reddedilmiş­tir[95]. Bu şiir tamamiyle uydurmadır, düzmedir.

8  Rivayetlerde bir de kardeş olan iki karga yekdiğeri üe dö­vüştürülmüş, buna dâir de pek çok tafsilâta yer verilmiştir. C. Hak Kur'ân'da: "Sonra Allah bir karga gönderdi.." buyuruyor. îşte bu­nun dışında kalan merviyyat da isrâîliyyattır[96].

9  Kabil'in Hâbil'i öldürmesi üzerine deniz sulan acı ve tuzlu oldu; meyvelerin tadı tuzu kalmadı gibi rivayetler de bâtıldır, asıl-sızdır83.

Bütün bunlardan sonra Elmalılı'nı dediği gibi şuna dikkat et­mek bir din borcudur: "Herhalde dikkat edilmek lâzım gelir ki, kıssadan istifâde için eşhasın   (kişilerin)  ta'yîn-i    hüvîyyetleri lâzım olmadığından    "ale'I-ıtlak"               buyurulmug,  kaydı ile de efsânelere değil, zat-ı vak'anm hakikatine celb-i dikkat edilmiştir. Çünkü Kâbü ve Hâbü kıssası nâ-miyle de acaib ü garâîb bir çok şeyler söylenmiştir. Binâenaleyh ha­ta olmak ihtimâlinden kurtulamıyacak olan bu türlü rivayetlerden ve tafsilâttan kat'-ı nazarla yalnız nass-ı Kur'ân'i ta'kîp etmeli­dir"00.

Kitâb-ı Mukaddes (Tekvin, 4/l:-l8)'de olay nisbeten muhtasar­dır. Tefsir ve diğer Islâmî eserlerde geçtiği gibi Kâbü   ziraatçıdır, . Hâbil gobandir.. Takdimi hususunda geç kalmış olan Kabil'in getir­diği kabul edilmez. Buna kızan Kabil, kardeşini Öldürür ve o diyar­dan firar eder. C. Hakkın: "Kardeşin nerede?" sorusuna da:" Bil­miyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?" tarzında yakışıksız bir cevâp verir (Ayrıca bak. îslâm Ansiklopedisi, ilgüi madde)[97]. [98]

İDRİS (A.S.)

 

Îdrîs ismi Kur'ân-ı Kerîm'de iki kerre geçer. Hemen bütün tef-sîr, tarih ve enbiya kıssalarından bahseden eserler    Jtdrîs  (a.s.)'i ulûm ve fünûna vakıf olarak gösterirler, tik defa kalem kullanan, elbise dikip giyen odur; rivayete göre ondan evvel insanlar hayvan derileri giymekle iktifa ediyorlardı. Bu yüzden yedi esnaf derneğin­den biri olan terzilerin hâmisi ve pîri Idrîs (a.s.) olarak kabul edi­lir. Tıp ve astronomi sahasında da maharetlerinden bahsedilir.

Bir nebî olarak ilk defa ata binip, Kabil'in müfsid ahfadına karsı "Allah yolunda" cihâda girişen de o idi. Cebrail'in ilk vahiy getirdiği nebî odur; kendisine 39 "suhuf" verilmiştir[99].

Et-Taberî,   tefsîr,   XVI.  96;   tarih,   r/1.   240-43;   el-Arâis,   s.   43   v.d-f el-Kâmil. I. 59; el-Bidâye, I, 99; Tarihu'l-Hamîs, I. 66-67; Mürûcü'z-Zeheb, I. 39;  islâm Ansiklopedisi,  îdrîs maddesi.

îdrîs'le ilgili olan Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetlerin meali şöyledir:

"Kitapda İdrîs'i de an. Çünkü o sadık bir peygamberdi. Biz onu pek yüce bir yere yükselttik" (Meryem, 19/57-58). "ismail'i, îdrîs'i, Zü'1-Kifl'i de (yâdet Bunlann) her biri de sa­bır (ve sebat) edenlerdendi" (el-Enbiyâ, 21/85).

 

1 — îdrîs (a,s.)'in Yükseltildiği Yüce Yerden Maksat Nedir?

a — Dördüncü kat sema'dır. Bu görüşü ortaya atanlar Buharı ile Müslim'in Sahihlerinde bulunan bir hadîse istinâd ederler[100]. Bu­na göre Hz. Peygamber Mi'râc gecesinde Idrîs (a.s.)'i dördüncü semada görmüştür.

b — Altıncı kat sema'dır;

c — Cennet'dir (Bu rivayet birinci ile birleşir. Çünkü Cennet'in dördüncü semada olduğu söylenmektedir[101];

d — Yedinci semadır.

istisnasız bütün müfessirlerce ortaya atılan bu rivayetleri, ay­nı tarzda tarih ve kasas kitaplarında da bulabiliriz.

 

2 — İdris (a.s.)m Semâye Çıkış Sebebi Nedir?

Bununla ilgili olarak tefsirlerde şüpheli bazı rivayetler vardır:

a — Idrîs (a.s.)'in hergün Allah katma çıkan ameli, zamamnda yaşayan insanların amellerine denk idi. Bu meziyyetinden dolayı "ölüm" meleği kendisini sevdi ve Allah'tan îdrîs'le dost olmak için izin talep etti. Allah kendisine izin verince, bir insan kılığında yere inip onunla arkadaş oldu. îdrîs (a.s.) arkadaşının kim olduğunu olduğunu öğrenince, ondan kendisine "ölüm" acısı tadtırmasını is­tedi. Allah'ın emri ile ölüm meleği bir saatlığma onun canım aldı ve sonra yine iade etti. Ölüm meleği, durumun nasıl olduğunu so­runca: "Çok zor" dedi. Bundan sonra îdrîs (a.s.), Cehennemi ve Cennet'i göstermesini rica etti. Ricası kabul edildi ve Cehennem'i gördü. Cennet'e girince gezindi, görüp dolaştı. Fakat ölüm meleği­nin, "çık" emrini dinlemedi ve: "Allah beni buradan çıkarmadıkça çıkmam" dedi.  Allah ikisi arasında hakem olacak bir melek gön-

derdi. Hakem, önce ölüm meleğini dinledi; sonra îdrîs'e dönüp: "der­dini anlat bakalım" dedi. îdrîs (a.s.) kendisini, Kur'ân-ı Kerîm'de bulunan üç, âyetle müdafaa etti ve:    Allah Kur'ân-ı Kerîm'de:

1  "Her can ölümü tadıcıdır."  (Alü 'Imrân, 3/185)  buyuru­yor; ben ölümü taddim;

2 — "Sizden hİQ biriniz hariç olmamak üzere ille oraya (Cehen-nem'e) uğrayacaktır"  (Meryem, 19/72) diyor; ben oraya da uğra­dım;

3  Allah Cennet ehli için: "Oradan bunlar çıkarılacak da de­ğildirler"  (el-Hıcr, 15/48)  buyuruyor. Andolsun ki, Allah çıkarma-dıkça burada çıkmam" dedi. Bundan sonra, hakem olan melek ha­tiften şöyle bir ses duydu: "O, benim iznimle girdi, benim emrimle yapü, Bırak onu!".

b — Kâ'bü'l-Ahbâr'a İbnü Abbas tarafından, "Biz onu pek yü­ce bir yere yükselttik" âyetinin manası sorulur. Ka'b    bu soruya, şu tarzda cevâp verir: Allah îdrîs (a.s.)'e: "Ben seni (amelini) her gün yeryüzü sâkinlerinin ameli kadar yükselteceğim" der. Bunun üzerine îdrîs, meleklerden olan bir dostuna bunu    anlatır ve onun Ömrünü te'hîr etmesi için Melekü'1-Mevt ile konuşmasını rica eder. Birlikte semaya çıkarlar. Dördüncü kat semada Melekü'I-Mevt ile buluşurlar. îdrîs'in arzusunu dostu olan melek, ölüm meleğine açar. Orda îdrîs'in, şu anda nerede bulunduğunu sorar. O da sırtında ol­duğunu söyler. Ölüm meleği: "Hayret doğrusu! Bana onun ruhunu dördüncü semada almam için emir verildi. Ben ise, yerde olan ada­mın ruhunu nasıl olur da dördüncü semada alırım? deyip durur­dum" dedi. Ve oracıkta îdrîs'in ruhunu kabzetti[102].

Bu son rivayet, bir çok noktalarda ilk rivayetle benzerlik arzet-mektedir. Muhtemelen bu iki rivayet aynı olayın başka başka ifâde­lerinden ibarettirler. îdrîs'in yüceltilmesiyle ilgili olan bu rivayet­lerden birinci ve sonuncu tam bir isrâîliyyattırlar[103].

Es-Süyutî'nin i'tibâr edip tefsirine aldığı (ed-Dürru'1-Mensûr, IV. 274) ve ravî tarafından Hz. Peygambere isnâd edilen, bahsi ge­çen birinci rivayet için: "Onun sıhhatini Allah bilir!" denmiştir[104].

Bazı ravîlerce Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçen (es-Saffat, 37/123-32) îlyas'ın îdrîs olduğu iddia edilmiştir. Bizim konumuz bunu tan-kîk değildir. Yalnız, aynı şahıs olsalar da, ayrı ayrı kimseler olsa­lar da, bazı müelliflerce eserlere dercedilen İlyas'la ilgili bir kısım rivayetler asılsızdır, isrâîliyyattır[105].

Tefsirler de dahil olmak üzere bazı îslâmi kaynaklarda yer alan; "îdrîs (a.s.) şems (güneş) mülkünün sahibi idi. Semaya çık­mak istedi. îzinle semaya çıktı. Orada kabzolundu. Tekrar dirildi. Nebî müşârun ileyh (adı geçen îdrîs peygamber) Cennet'in hüllele­rini biçiyor" gibi sözlerin aslı yoktur[106].

îslâm Ansiklopedisine "İDRÎS" maddesini yazan A. X WEN-SINCK: "Müslüman müelliflerin hepsi, îdrîs'in İncirdeki efsâneye göre, ebedî hayata ermiş olan yahut isrâîliyyatm söylediğine göre ölmeden Cennet'e giren Hanok olduğu fikrinde ısrar ederler.. îd­rîs hakkında verilen bu malûmatın başlıca me'hazı gayr-i mev­suk ve muahhar yahûdî kaynaklan olmuştur" diyerek, mevcut ha­berleri kritikde kendinden mukaddem aynı yolda yürüyen müslü-man münekkitlerine iltihak eder[107]. [108]

N Ü H   ( A. S. )

 

Nûh (a.s.), Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamberin hadîslerin­de mühim bir mevkî işgal eder. Çeşitli vesilelerle ismi Kur'ân'da 43 kerre geçer. Meşhur Tufan dolayısıyla insanlığın "ikinci babası" kabul edilmiştir. Nûh (a.s.) îslâm'a göre, -Kitab-ı Mukaddes bilgi­sinin aksine olarak- bir peygamberdir: hem de "ülü'1-azm" peygamherlerden biridir1[109]. Kur'ân-ı Kerûn'in 28 âyetten müteşekkil 71. sû­resi Nûh (a.s,)'un adıyla tesmiye edilmiştir.

Nûh (a,s.J'ım ismi etrafında pek çok esatir meydana gelmiş ve bunlar îslâmî eserlere de sızmıştır. Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in âyet­leri ve aynı konuya ait sahih hadisler bilgi olarak bize kâfidir ve bun­ların di şmda kalanlara ihtiyaç yoktur. Nûh (a.s.)'la ilgili yüzlerce sayfadan mürekkeb bilgilerden bir kısmını baza başlıklar altında toplayıp görelim[110]:

 

1 — Nûh (as.)*mı Ağaç Dikmesi:

Nûh (a.s.) yıllarca kavmini doğru yola çağırdı. Fakat onlar ger­çekleri kabule yanaşmadılar. Bunun üzerine Allah, Nuh'a bir ağaç dikmesini emretti. Nûh emredilen ağacı dikti. Ağaç büyüyerek her tarafa yayıldı. Allah kırk yıl sonra gemisini yapmak üzere, ağacı kesmesini Nuh'a emretti.

 

2 — Nûh (a.8.) Gemiyi Kaç Yılda Yaptı?

Selmân el-Fârisî'den rivayete göre Nûh (a.s.) gemisini 400 yılda yaptı. Gemi yapımında kullanılan Hind ardıcı 40 yılda büyüdü. Ağa cm uzunluğu 30 arşını buldu, (Argın, parmak uçlarından enseye ka­dar olan yerdir). Nûh gemisini C. Hakkın irşâd ve vahyi ile yaptı.

 

3 — Geminin Şekli Nasıldı?

C. Hakk Nûh (a.s.)'a gemisini Hind Ardıcı ağacından, eğrice ve devrek bir şekilde yapmasını, içinden ve dışından ziftle sıvama­sını gemide pencere kabilinden bir delik açmasını emretti, Nûh (a. s.) Allah'ın emrine uygun olarak geminin yapımını tamamladı. Ya­pımı tamamlanan gemi, baş ve arka kısmıyla bir horozu, gövdesi ile de bir kuşu andırıyordu.

 

4 — Gemiye Binenlerin Sayısı:

Buna dair olan rivayetlerde çeşitli rakkamlan ihtiva ederler:

a — Nûh (a.s.) gemisine üç oğlu ile onların eşlerini ve kendi eşini bindirdi. Oğullarının adları! Yâfes, Hâm ve Şam'dır, Hâm, gemide iken eşi ile münasebette bulundu. Bunun üzerine babası ona so­yunun değişmesiyle beddüâ etti. Tûfan'dan sonra O Sudan'a geldi ve zencilerin atası oldu. Gemide bulunanların sayısı  (yedi)  kişi idi.

b — Nûh (a.s.)'un gemisinde ancak, Nûh kendisi, eşi, sonra üç oğlu ile onların eşleri, yani topu bir ara (sekiz) kişi bulunuyor­du.

c — Hâm, Sânı, Yâfes adlı üç oğlu ile onların ailelerini ve ken­disine îman etmiş olan 6 kişiyi gemiye aldı ki, mecmu'u (on) kişi eder (bazı rivayetlerde de, bu altı kişiden başka Nuh'un kendi oğul­ları, gelinleri ve Nuh'un kendisi dahil olmak üzere (on üç) kişi kay­dı vardır).

d — Nûh (a.s.)'un gemisine binenler -kadınlar hariç- on kişi­dir.

e — Ibnü Abbas'tan nakle göre, Nuh'un gemisinde kendisiyle beraber 80 kişi vardı. Bu 80 kişi içinde oğulları Hâm, Yâfes, Sâm'la onların eşleri olan gelinleri de vardı. Bunlardan başka Şît oğulların­dan kendisine îman etmiş olan 73 kişiyi de gemiye aldı ki, hepsi bir arada 80 kişi eder.

 

5 — Gemiye İlk Önce ve En Sonra Alınan Hayvanlar:

Yine İbnü Abbas'tan rivayete göre, Nuh'un ilk önce gemiye al­dığı hayvan (yani canlı) karınca, en son aldığı da merkeb (eşek) 'dir. Eşek gemiye alınırken göğsü geminin içine girdiğinde, Iblîs kuyru­ğuna yapıştığı için eşeğin ayağı yerden kalkmıyordu. Nûh:

"— Yazıklar olsun sana! Gir" diye sesleniyordu. Eşek yerinden kalkıyorsa da gemiye giremiyordu. Bunun üzerine Nûh  {a.s.):

"— Şeytan yanında olsa da gir!" diye seslendi (İbnü Abbas: "Bu söz, Nuh'un ağzından yanlışlıkla çıkmış bir sözdür" der). Nûh (a.s.) bunu söyleyince şeytan eşeği koyuverdi. Böylece eşek ve onunla birlikte îblîs de gemiye girdi. Nûh İblîs'i gemide görünce:

"— Ey Allah düşmanı! Gemiden çık" deyince Iblîs:

"— Sen; Şeytan yanında olsa da gir demedin mi?" cevâbında bulundu. Nûh tekrar:

283

Ey Allah düşmanı! Gemiden çık" dediğinde iblis:

-ü~~ B,enİTfemi^e ^maktan başka çare yoktur, alacaksın!" diye cevab verdi. Rivayete göre ÎMs henüz geminin güvertesinde bulu-

nuyordu.

 

6 — Domuzun Yaratılması:

Rivayete göre gemide hayvan tezekleri çoğalınca    Allah Nüh

"— Sen filin kuyruğunu çimdikleyerek sık!" diye vahyetü. Nûh (a.s.), filin kuyruğunu çimdikleyerek sıkınca, kuyruktan birer tane erkek ve dişi domuz düştü. Onlar gemideki tezekleri yemeğe başla­dılar..

 

7 — Kedinin Yaratılması:

Fareler dişleriyle geminin ağaçlarını kemirerek delmeye başla­yınca Allah Nuh'a, aralanın iki gözü arasına vurmasını ilhâmetti. Bunun üzerine arslanın burun deliğinden erkek ve dişi olmak üzere iki kedi çıktı. Onlar farelere saldırdılar. Böylece gemi farelerin is­tilasından kurtuldu.

 

8 — Karga ve Güvercinin Gemiden Salınması:

Havarilerin isteği üzerine Hz. îsa Allah'a düâ etti. Ve Nuh'un oğlu dirildi. Hz. îsa' Hânı'dan:

,"— Nûh (a. s.)memleketlerin su altında kaldığım nasıl bildi?" diye sorduğunda, Hâm:

"— Nûh, haber almak üzere kargayı gönderdi. Karga bir lâşe görerek ona takılıp kaldı. Nûh kargaya korkak olmakla beddüâ et­ti. Bundan dolayı karga evlere alışmıyor. Nûh bundan sonra güver­cini gönderdi. Güvercin gagasıyla tutarak zeytin dalı getirdi. Nûh, bundan memleketlerin su altında kalmış olduğunu anladı. Bunun üzerine onun boynuna yeşil halka geçirdi. Hakkında hayır düâda bulunarak emniyyet içinde yaşamasını ve insanlara alışmasını di­ledi."

 

9 — Sular Dağların Üzerine Ne Kadar Yükseldi?

Tevrat ehlinin anlattıklarına göre sular, dağların üzerinden on-beş arşın yükseldi. Allah'ın yarattıklarından canlı olan her şey ve

ağaçlar mahvoldu. Ancak Nûh ve onunla birlikte gemide bulunanlar -ve Tevrat ehlinin anlattıklarına göre- ancak Avc tbn 'Unk sağ kal­dı.

 

10  — Tennûr Kimindi?

Bir âyeti kerîmede: "Nihayet emrimiz gelib de fırın kaynadığı zaman.." (Hûd, 11/40) buyuruluyor. Bu "fırın kaynaması", yapılmış olan geminin yükselmesi ve hareketine işaret manâsı taşıyor. Aca­ba -yeri, rengi, şekli, büyüklüğü bizce meçhul olan- bu fırın kime aitti?

El-Hasen'den rivayete göre, bu Tennûr (fırın) taştan yapılmış olup Havva'ya aitti. Sonradan Nuh'un mülküne geçmişti.

 

11 — Tufan Hakkında Bir Şehâdet:

tbnü Abbas'tan rivayete göre Havarî'ler Meryem oğlu îsâ'ya: "Sen bize Nuh'un gemisinde bulunanlardan birini göndersen de bize bu geminin hâlini anlatsa idi" dediklerinde, Hz. îsâ onlarla birlikte ilerledi. Onlar, topraktan bir tepeye vardılar. Hz. Îsâ topraktan bir avuç alarak onlardan: "Bu nedir-biliyor musunuz?" diye sordu. On­lar: "Hayır bilmiyoruz, Allah ile onun elçisi bilir" cevâbında bulun­dular. Hz. îsâ: "Bu, Hâm'ın kabridir" dedikten sonra tepeye sopay­la vurdu ve: "Allah'ın izni ile yerinden kalk!" dedi. Bunun üzerine biri başındaki toprakları silkerek ayağa kalktı. O, ihtiyarlamıştı. Hz. îsâ ondan: "Sen ölürken böyle ihtiyar miydin?" diye sorduğun­da O: "hayır ben genç yaşımda iken ölmüştüm. Fakat kıyamet kop­tu zannettim; kıyamet korkusundan saçlarım ağardı" cevâbında bulundu. Bundan sonra Hâm Nûh (a.s.)'in gemisinin eb'âdı, katları, muhteviyatı v.s. hakkında bilgi1 verdi. Havariler Hz. İsa'ya "Ey Allah elçisi Hâm bizimle birlikte ailelerimize giderek orada otursun ve bize bu olup bitenleri anlatsın" dediklerinde Hz. îsâ:" Yiyeceği olmayan kimse nasıl sizin arkanızdan gitsin?" cevâbında bulundu. Hâm'a da: "Allah'ın .izniyle yerine dön!" dedi. Hâm da eskisi gibi toprak oldu, gitti.

 

12 — Nûh Tufanında Bir Anne Ve Oğlu:

Hz. Aişe'den rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine şöyle demiştir: "Yüce Allah Nûh kavminin (imansızlarından) her­hangi biri esirgemiş olsaydı, küçük çocuğun anasına acımış olurdu"

buyurdu.. Nûh geminin yapımım bitirdikten sonra (Allah'ın bir ha­rikası olarak) Tennûr kaynamağa başladı. Sokaklarda sular çoğal­dı. Anne yavrusunun hayatından korkmaya başldı. Çünkü çocuğu­nu çok seviyordu. Kadın dağa çıkmak istedi. Sular dağın üçte birine kadar yükseldi. Sular orayada geldiğinde kadın daha da yukarı çıktı. Fakat su dağın üçte ikisine kadar yükseldi. Su oraya kadar geldi­ğinde kadın dağın tepesine çıktı. Sular boyuna kadar yükseldi için kadın çocuğunu eliyle daha yukarı kaldırdı. Nihayet sular çocuğu götürdü.

 

13 — Yâfes ve Ye'cûc - Me'cûc:.

Vehb İbn Münebbih'ten rivayete göre; Sânı îbn Nûh, araplar-la fars ve rumîann atasıdır; Hânı Sûdan'lılann; Yâfes Türk ve Ye'cûe-Me'cûc'Iarm atasıdır. Ye'cûc ve Me'cûc'ler Türklerin amcalarının oğullandır.

Saîd îbn Müseyyib'den aynı me'âlde bir rivayet daha vardır: "Nuh'un üç oğlu, onlardan her birinin de üçer oğlu vardır. Nuh'un oğuları Sam, Ham ve Yâfea adlarında idi. Arab, fars ve rum, Sâm'm oğulları olup her biri hayırlıdır. Yâfes'in oğullan Türk, saklep, Ye'­cûc ve Me'cûc olup, bunlardan hiç birinde hayır yoktur. Hâm'ın oğullan Kıbtî, Sudanlı ve Berberîlerdir".

Nûh (a.s.) ve onun soyu ile ilgili çok zengin sayabileceğimiz ri­vayet ve haberlere mâlikiz. Yalnız konu ile ilgili merviyyât bir hayli gerçek dışı ve şüpheli şeyleri de ihtiva etmektedir. Bu arada Ehl-i Kitab'a ait olanlar da epeyce bir yekûn tutmaktadır[111]. [112]

RÎVÂYETLERÎN  TAHLİLİ

 

Bir nebze aşağıda temas edeceğimiz gibi, tefsir ve diğer îslâmî eserlerde yer almış Nuh'la ilgili o kadar gok şey vardır ki, bunların hemen tamamı Tevrat'a dayanır. C. Hakk tarafından Kur'ân-ı Ke-rîm'de belki onlarca yerde tahrif edildiği, bozulduğu, ilâhî hüviyyet-ten zalim insanlann eliyle sıynldığı bildirilen Tevrat'a ve onun şerhlerine dayanır. Eğer konunun uzaması endişesi olmasaydı bun­ları sayıp dökmek isterdik. Rivayetlerden bir kısmının tahlili şöy­lece Özetlenebilir:

1 — Nuh'un gemi yapmamda kullandığı ağanların yetiştirilme­si, kaç yılda yetiştirildiği, gemi yapımının kaç yılda tamamlandığı, eb'âdı, biçimi, ziftle sıvanması ve benzeri şeyler Tevrat'a ait bilgi­lerdir[113].

2  Keza gemi yapımında kullanılan kerestenin cinsi, geminin katlan, katlarına nelerin yerleştirilmiş  olduğu da Kitab-ı Mukad-des'e ait bilgilerden derlenmiştir[114].

3  Tennûr'un kime ait olduğu, yeri v.s. hakkında söylenenle­rin ekseriyyeti de isrâîliyyattır"[115].

4 — Gemiye binenlerin sayısı, kimlikleri; hayvanlar ve onların çeşitleri hakkında söylenenlerin hemen tamamı da    isrâîliyyattır. Hele, hangi hayvanın önce, hangisinin sonra gemiye alındığı; îblîs'-le merkep arasında geçtiği söylenen kuyruk tutma ve benzeri şeyler tamamiyle tsrâîlî haberlerdir[116].

5— "Nûh (a.s.) gemiye bindiği zaman 600 yaşında idi; bundan sonra 350 yıl yaşadı" tarzındaki rivayet tamamiyle Tevrat'dan alın­mıştır, ve Kur'ân'da bildirilen gerçeklere aykırıdır. Zira    Kar'ân-ı Kerîm Hz. Nuh'un kavmi içinde, peygamber oluşundan Tûfan'a ka­dar 950 sene kaldığını ifâde eder  (el-Ânkebût, 29/14). Tûfan'dan sonra kaç yıl yaşadığını ise sâdece Allah bilir[117].

6— Hz. Nuh'un oğullarından biri gemiye binmemişti. Babası ona:  "Oğulcağızmı, gel bizim yanımıza sen de bin, kâfirlerden ol­ma!" dedi. O babasına şu cevâbı verdi: "Bir dağa sığınırım, o da beni sudan korur"[118].

Dik başlı ve saygısız bir adam olduğu anlaşılan Hz. Nuh'un bu oğlunun "zina" mahsûlü olduğu veya hanımının başka kocasından üvey oğlu olduğu yolunda da rivayetler vardır (et-Taberî, tefsir, XH. 49-53). Bunlar gayr-i saiıîh ve batıl rivayetlerdir[119]. Zira Kur'-ân-ı Kerîm onun Nuh'un öz oğlu olduğunu söylüyor (Hûd, 11/42, 45). Bu konuda başka söze lüzum yoktur. Bir peygamberin "ehl-i îman"dan olan. hanımına "zina" isnâd edilmesi ise ancak zındıkların uydurmaları ve inancı olabilir![120].

Gemiye binmeyi redden Nûh (a.s.)'un oğlunu», Tufan Öncesi camdan bir sal yaptığı, Tufan olayının vuku'unda bununla kurtul­mayı düşündüğü yolundaki rivayetler    de isrâîliyyattandır[121].

7— Gemide kaç kişi vardı, bunların Nuh'a olan karabetleri ne idi, adları nelerdi? Cinsinden bir yığın tafsilat vardır: 7 kişi idi­ler, 8 idiler, 10 idiler, 13 idiler, 80 kişi idiler; Nuh'un kendisi var­dı, hanımı vardı, oğulları vardı, gelinleri vardı; hanımlar   hariç şu kadar idiler..

Bunları tesbit imkânsızdır: söylenenler "gaybı taşlanıa"dan öteye geçmez. Hem faydasızdır, hem da lüzumsuzdur. Eğer bunla­rın savaca bilinmesinde, isimlerinin tesbitinde bir fayda olsaydı Al­lah veya onun elçisi bildirirdi. Bildirmediğine göre kurcalamakta ne gibi bir kazanç olabilir?

Bu rivayetler içerisinde bir de: "Gemide olanlar sadece Nuh'a karabeti olan kimselerdi" me'âlinde olanı vardır ki, bu, açıkça Kur'-ân'a zıthk demektir. Zira âyette: "Aileni ve îman edenleri içine yükle!" buyruluyor (Hûd, 11/40). Demekki gemiye binenler Nûh, hanımı, oğulları ve gelinlerinden ibaret değildir[122].

8 — Bir kısım rivayetlerde Hz. Nuh'un gemiye, eti yenen hay­vanlardan 7'şer çift, yenmeyenlerden ise 2'şer çift aldığı söylenir.

Tamamiyle Tevrat'a dayanan bu haber Kur'ân-ı Kerîm'in: "Her bi­rinden (her bir nev'inden erkek ve dişi) ikişer çift (i)., (geminin) içine yükle" me'âlinde olan âyeti (Hûd, 11/40) 'ne muhaliftir[123].

9 — îbnü Abbas'a varan bazı haberlere göre Hz. Nûh Allah'ın emri üzere gemiye alınmaları gerekenleri alınca,  gemide bulunan­lardan bir kısmı: "Gemide aslan varken biz nasıl rahat edebiliriz?" yollu konuşmalarla endişelerini izhar edince, Allah aslana humma­yı musallat etti. Ve böylece de aslan yeryüzünde ilk hummaya tutu­lan canlı varlık oldu[124].

İbnü Ebi Hâtim'in tefsirine aldığı bu rivayet "mürsel"dir  (el-Bidâye,. I. 111).

10—Tufan esnasında suyun en yüksek dağları ne ölçüde aştı­ğına ait olan rivayetler de tamamen Tevrat'a dayanır[125]; ve suyun dağları ne ölçüde aştığı bizi ilgilendirmez. Bunu bilmek ilmimizi ar­tırmaz; bilmemek de eksiklik sayılmaz116[126].

11—Bazı haberlerde, Hz. Nûh ve onunla birlikte gemide olan­ların, yemek artıkları ve dânell şeyleri yedikleri, hububatı öğüttük­leri; bu hubâtı gemi içinde uzun zaman karanlıkta kaldıkları    için güneşin gözlerine zarar vermemesi düşüncesiyle sürme taşı ile sür­me yapıp gözlerine, takviye maksadıyla sürdükleri yolunda beyan­lar vardır. Bunlar, tamamiyle asılsız,  mesnedsiz,  cühelanın i'tibâr ettiği ve asla i'timâda şayan olmayan cinsten isrâîlî haberlerdir[127].

12—Tufan günlerinden boğulduğu ileri sürülen anne-oğul:a ait haber, Hz. Peygamber'e nisbet edilmiş bir hadîstir. Hadîsin ravile-rinden olan Mûsâ Ibn Ya'kûb, hakkında söz edilmiş bir şahıstır. İb­nü Me'în'in "sika" saydığı bu şahıs için En-Nevevî: "kavı değildir"; Ibnü'l-Medînî ise O:  "zayıftır münkeru'l-hadîstir" demiştir[128].

El-Hakim'in Müstedrek'inde hadîsi "sahîh" olarak nitelemesine kargılık ez-Zehebî isnadının "muzlim" olduğunu ileri sürmüş ve sözü geçen, râvi Mûsâ Ibn Ya'kûb'u hiç ehemmiyete almamıştır. (Mîzâ-nü'1-t'tidâl, IV. 475; Tefsîru'l-Menâr, Xn. 79).

Madîs için "garîb" tabirini kullanan İbnü Kesir (tefsîr, Ut. 555; el-Bidâye, I. 114), hadîse konu olan kıssanın Ka'bü'l-Ahbâr, Müea-hid ve daha bir çok kişilerden de rivayet edildiğini kaydettikten son: "Bu hadîse en fazla yakışan şey, onun mevkuf olması (yani Hz. Peygambere ait ©lmaması) ve Ka'bü'l-Ahbâr veya onunla aynı paralelde olan birinden menkûl olmasıdır" der[129]. Buna göre hadîs veya diğer bir ifâde ile Nûh Tûfan'ı esnasında boğulduğu söylenen ana-oğula ait haber isrâîliyyattandır.

13—Gemide hayvan tezekleri çoğalınca domuzun, fareler ço­ğalıp gemiyi delmeye kalkmea da kedinin yaratıldığı yolundaki ha­berler de keza isrâîliyyattır[130].

14 —Masallara konu olacak çapta tarif ve tasvir edilen 'Avc îbn   Unuk (veya 'Anak) isimli dev (veya dev yapılı adam da) ri­vayetlere göre Hz. Nûh'dan önce vardı ve Tufanda ölmedi. Ta Hz. Mûsâ zamanına kadar yaşadı. Bu, inatçı, kâfir ve cebbar   biri idi. Anası Âdem kıza 'Anak bunu zina mahsûlü olarak dünyaya getir­mişti. Boyu çok uzun olduğu için okyanusların dibinden balığı tutar ve bu avlan güneşin gözünde (merkezinde) kızartırdı. Bu adam ge­mide olan Hz. Nuh'a: "Bu küçük çanak nedir, neye   yarar?" gibi sözler söyleyerek onunla alay ederdi (et-Taberî, tefsir, XII. 37; ta­rih; 1/1. 264; îbnü Kuteybe, T. Muhtelifi'l-Hadîs, s. 278-79, 286; el-Kâmil, L 72) .                                                                               

C. Hak Tufan münâsebetiyle yeryüzünde hiç bir canlı bırakma­mıştı; her şey ölmüştü (es-Şu'ara', 26/120). O halde, baştan sona bir masal olan bu 'Avc îbn 'Unuk'la ilgili merviyyat nasıl olur da ki­taplara geçer? Bu yalanlara, bu akıl, mantık ve iz'an dışı îsrâîlî düzmelere nasıl itibâr edilebilir? Allah'ın "ülü'l-azm"den olan yü­ce bir peygamberinin oğlu Tufanda boğulur da bu Avc nasıl sağ feahr?

Tam bir kâfir ve azgın olan bu muhayyel şahıs için bir de "ve-led-i zina" yalanı ortaya atılmıştır ve bunun annesi Hz. Âdem'in kızıdır. Bu nasıl ve neye istinaden söylenebilir?

'Ave'in boyunun "3.333" zira' olduğu da söylenmiştir. Sahîh hadislerde "Ebu'l-Beşer" Hz. Âdem'in boyu için "60" zira, ifâdesi geçer[131]. Öyle görülüyor ki bu haber, Ehl-i Kitâb'm peygamber ve Allah düşmanı fâcir ve zındıkları tarafından ortaya atılmış bir yalandan ibâretir[132].

15 — Havarilerin talebi üzerine, Hz. îsâ'nın bir mu'cizesi ola­rak Nuh'un oğlu Sâm'ın dirilmesiyle ilgili haberler de isrâîliyyat-tandir[133].

16— Yeryüzünden suların çekilip-çekilmediğini anlamak üzere Nûh  (a.s.)'un Önce kargayı  (Tevrat tercemelerinde "kuzgun" ola­rak geçer), arkasında da güvercini göndermesi; birine hayır düâ-da, ötekine de bedduada bulunmasıyla ilgili rivayetler de isrâîliy-yattır ve bazı cümleler aynen Tevratta geçmektedir[134].

17 — Bir rivayette, oğullarından birinin yıkanırken Nûh   (a. s.)'a baktığı ve babasının bedduası ile zencî olduğu    mukayyedtir ki, bu da zayıftır ve itimâda şayan değildir[135].

18— Ye'cûc - Me'cûc ve Türklerin Yafes'in oğullan olduğu veya Ye'cûc ve Me'cûc'un Türklerin amca oğullan    olduğu ve ve bunlarda "hayır" bulunmadığı yolundaki haberler de itimâda şa­yan bulunmamıştır[136].

19— Bir kısım rivayetlerde Nûh  (a.s.)'un kabrinin el'an bu­lunduğu yer de belirtilmiştir, îslâm tarihinin çok meşhur bazı şah­siyetleri vardır ki, bize çok yakın bir mazide yaşadıkları halde on­ların nerede medfun olduğu bilinmez. Buna rağmen arada binlerce belki on binlerce-sene olduğu halde Nûh (a.s.)'un kabrinin yeri bel­lidir. Ve rivayete göre kabir, Lübnan dağındadır. Müdekkıkler bu kabrin, Hicrî yedinci yüzyılda meydâna getirildiğini ve Hz. Nuh'la alâkasının bulunmadığını belirtirler[137]. [138]

İ B R A H t M    ( A. S. )

 

Hz. İbrahim, Kur'ân-ı Kerîm'de isminden ve muhtelif kıssala­rından çokça bahsedilen bîr peygamberdir. Islâmî eserlerde mühim bir yer tutar. Kur'ân-ı Kerîm'in uzunca bir sûresi "ibrahim" adını ta­şır. Bu sûreden ayrı olarak Allah'ın yüce kitabında   ismi 68 yerde geçer[139]. Hz. Peygamber  (s.a.v.)'in hadislerinde de muhtelif vesile­lerle yüzlerce yerde Hz. İbrahim'den ve onun sünnetlerinden detay­larıyla bahsedilir. Tefsîr, tarih, edebiyyat ve enbiya kıssalarına ait eserlerde de Hz. İbrahim'in ismine sık sık temas edilir. Hz. İbra­him'in dini Kur'ân-ı Kerîm'de "Hanîf" olarak tavsif edilir[140] ve Hz. Peygamber  (s.a.v.)'e bu dîne uyması emredilir  (en-Nahl, 16/123). Ayrıca Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak'm babasıdır. Hz. İs­mail de Hz. Peygamber'in dedelerindendir; araplarm büyük atası-dır.

Bunlardan da anlaşılacağı üzere, Hz. İbrahim'in ismi etrafında ciltler dolusu bilgiyi ihtiva eden pek çok rivayetler meydâna gelmiş­tir. Ne var ki, bu rivayetlerin içinde bazısı - eüz'î de olsa - îslâmî olmaktan uzaktır.

 

1 — Hz. İbrahim'in Babası Ve İsmi:

1 Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim'in babasının ismini "Âzer" olarak zikreder: "Bir zaman İbrahim, atası Âzer'e: Sen putları tanrı mı ediniyorsun?., demişti" (el-En'âm, 6/74). Kur'ân'ın bu ifâdesine rağmen bazı İslâm bilginleri, İbrahim (a.s.)'in babasının adını Tâ-rah (  ) olarak  zikretmişlerdir.

 

2 — Hz. İbrahim'in Doğumu ve Günde Ne Kadar Büyüdüğü:

Bir gün Nemrud'un üzerinde bir yıldız parladı. Bu yıldız o de­rece parlaktı ki, ay ile güneşin aydınlıklarını bile görünmez bir hâ­le getiriyordu. Bu hâdise Nemrud'u çok korkuttu. Bunun üzerine sihirbaz, kâhin, falcı ve iz ilminde usta olanları çağırttı. Onlardan hadisenin iç yüzünü öğrendi. Onlar: "Memleketinde biri zuhur ede­rek senin mahvına ve devletinin yıkılmasına sebeb olacaktır" di­ye cevâp verdiler. Bundan böyle Nemrud yeni doğan erkek çocuk­ları öldürttü ve ihtiyaten erkekleri kadınlardan ayırdı ve yaşadığı köyü terkederek başka bir köye tasındı. Nemrud'un bir köyde görül­mesi mühim olan bir işi çıktı. İbrahim (a.s.)'in babası Âzer'den baş­kasına güvenmediği için bu işi ona havale etti. Gönderirken ona (işi için gönderdiğini, köyde bulunan eşi için): "Sakın eşinle müna­sebette bulunma!" dedi. Âzer de: "Ben dînimde sabit bir adamım. Dînimi buna feda edemem" diye cevâp verdi. Âzer köye geldi ve ka-sınnı gördüğünde dayanamadan münasebette bulundu. Bunun üze-,rine Âzer eşini Küfe ile Basra arasındaki 'Evr" adında bir köye ka­çırarak bir mağaraya yerleştirdi. Âzer karısının yiyecek ve içeceği­ni ve gerekli nesnelerini temin ediyordu. Nemrûd, hâdisenin üzerin­den uzu zaman geçtikten sonra:  "Bunlar yalancı sihirbazların uy­durdukları sözlerdir; şehrinize dönünüz" diye emir verdi. Onlar bu / emir üzerine yurtlarına döndüler. İbrahim doğdu. O, bir günde baş-1 kalanmn bir haftada, bir haftada diğer çocukların bir ayda, bir ay-1 da, başkalarının bir yılda büyüdükleri kadar tüyüyordu. Nemrud (hâdiseyi artık büsbütün untmuştu. Derken İbrahim büyüdü.

 

3 — Hz. îbrahîm Emzikte İken Mağaradan Çıkınca Ne Yaptı?

Hz. İbrahim'i anası bir mağarada (inde) dünyaya getirmişti. İbrahim dünyaya geldiği bu mağarada ancak 15 gün kaldı. Bundan sonra anasına: "Beni mağaradan çıkar da bakayım" dedi. Karanlık bastıktan sonra anası onu mağaradan çıkardı. İbrahim etrafına baktı; göklerin ve yerin yaratılışını, bunların keyfiyyetini, nasıl vü­cuda geldiklerini düşündü ve: "Beni yaratan, bana rızık veren, beni yediren ve içiren Rabbim'dir; benim ondan başka ilâhım yoktur" dedi. Bundan sonra göğe baktı. Gökte bir yıldız gördü. (Bu, riva­yete göre Müşteri yıldızı idi) ve: "Benim Rabbim işte bu yıldızdır!" dedi. İbrahim gözünü ondan ayırmayarak, kayboluncaya kadar ta­kip etti. İbrahim, yıldız.tbattıktan sonra: "Ben kaybolan nesneleri sevmem" dedi. Bundan sonra ay doğdu. îbrahîm ay'ın aydınlığını gördüğünde: "Benim Rabbim işte budur!" dedi. Ay'ı' batıncaya ka­dar takip etti. Ay battıktan sonra: "Rabbim kendisi beni irşâd etmezse, ben azgınlardan olurum" dedi. Gün aydınlanarak güneş doğdu. İbrahim, güneşin büyüklüğünü, parlaklığını ve onun, gördü­ğü her yıldızdan daha parlak ve daha büyük olduğunu gördüğünde: "İşte benim Rabbim budur; bu, hepsinden daha büyüktür!" dedi.

Güneş battıktan sonra İbrahim: "Ben gökleri ve yeri yoktan var eden Yüce Allah'a ve hak dîne doğru hulûsla yüzümü çevirdim. Ben higbir vakit ona ortak katanlardan olmam" dedi.

 

4 — Hz. İbrahim'e Gölderin Açılması, Arş'i Görmesi:

Müfessirlerin, "Biz İbrahim'e kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk" me'âlin-de olan (el-En'âm, 6/75), âyetin tefsîri münasebetiyle kaydettik­lerine göre Hz. İbrahim'e birgün semalar açılmış ve onlarda olup-bitenleri seyretmiştir. Bu seyrân esnasında Arg'ı da görmüştür. Aynı şekilde kendisine yedi kat yer de açılmış ve onlarda olup-bitenleri de seyran etmiştir. Bu seyrân esnasında gözü günah işleyen kullara takılmış ve onlara beddüâ etmiştir. Bu bedduasına C. Hak tara­fından: "Ben kullanma şüphesiz senden daha merhametliyim. On­lar belki vaz geçerler veya tevbe ederler" tarzında karşılık veril­miştir.                        

Aynı konu ile ilgili olarak, biri Hz. Ali, diğeri de Mu'az îbnü Cebel'den mervî iki merfu' hadîs vardır. Bunlar da aşağı-yukan ay­nı ma'nâdadır.

 

5 — Hz. İbrahim'e Gelen Allah Elçileri ve Maksadlan:

Hûd sûresinin 69. âyetinde, Allah elçilerinin Hz. îbrahîm'e müj-de getirdikleri haber verilmektedir. Acaba bu elçiler kimlerdi ve sa-l yılan ne kadardı?.

a — Üç kişi idiler. Cebrraîl Mîkâîl, îsrafîl (bazı rivayetlerde israfil yerine Azrail geçer);

b — Oniki kişi idiler; c — Sekiz kişi idiler; d — Dokuz ikisi idiler; e — Onbir idiler; f — Dört kişi idiler.

Acaba, sayılan ve isimleri hakkında görüş birliği sağlanama­yan bu elçilerin maksadı ne idi?

1  Melekler gelince Hz. İbrahim'in hanımı Sâre, Lût kavmi­nin yaptığı meşhur ameli bunlarında yapacağını sandı.    (et-Taberî, Tefsir, XII. 72);

2  Es-Süddî'den nakle göre melekler Lût kavmini helak için gelmişlerdi. Bunlar Hz. İbrahim'e genç ve yiğit erkekler suretinde güründüler. Hz. İbrahim misafirlerine yemek hazırladı; kızartılmış "buzağı" ikrâmetti. Buyur ettiği zaman misafirler yemediler ve İb­rahim'e "Ey tbrahnn, biz parasız yemek yemeyiz" dediler. Hz. İbrahim: "Bunun da parası ve karşılığı vardır" dedi. Melekler: Bunun bedeli nedir?" deyince İbrahim: "Yemeğe başlamadan Allah adını anarsınız (Besmele çekersiniz); sonunda da ona hamdedersi-niz" karşılığını verdi. Bu cevâp üzerine Cebrail, Mîkâîl'e baktı ve: "Rabbinin İbrahim'i "Halil" (dost) edinmesi yerindedir ve îbrahîm buna layıktır" dedi[141] ;

3 — Vehb îbn Münebbih'den nakle göre elçiler gelince Hz. İb­rahim'in hanımı gülmüştü. Bunun sebebi, elçilerin kendisine îshâk'ı müjdelemiş olmalaradır.

 

6  — Hz. İbrahim'in Torbasinda Kumların Un Olması:

Rivayete göre yeryüzünde yaşamış olan ilk cebbar Nemrud'-dur. Halk, hububat ve yiyecek maddeleri satın almak üzere onun katma gelirdi. Ahali onun önünden geçerken, O: "Rabbiniz kim­dir?" diye sorardı. Halk: "Rabbimiz sensin" derdi. Önünden geçti­ğinde İbrahim'den de: "Rabbin kimdir?" diye sordu. İbrahim: "Mahlukları dirilten ve öldüren^ benim rabbimdir" diye cevap verin­ce, Nemrud: "Ben de diriltiyor ve öldürüyorum" diye mukabelede bulundu. İbrahim: "Allah güneşi doğu cihetinden doğduruyor; sö­zün doğru ise sen de güneşi batıdan doğdur" dediğinde, kâfir olan cabbâr cevâptan aciz kalarak sustu. İbrahim'e hububat vermeden geri çevirdi. İbrahim ailesi yanma dönüşünde, hiç çiğnenmemiş olan beyaz bir kum tepesinden geçerken: "Şu tepeden kum alıp götür-sem, zuvalı görünce ilk anda hatırlan hoş olur" dedi ve oradan kum alarak ailesi yanma döndü. Getirdiği eşyayı bir tarafa koyduktan sonra kendisi uyudu. Eşi eşyayı kanştırarak baktığında, çuvalda en iyi cinsten buğday bulunduğunu gördü. Bu buğdaydan yemek ya­parak İbrahim'e takdim etti. Ailesi yanında yiyecek nesne bulun­madığım bilen İbrahim: "Bu nereden geldi?" diye sorduğunda eşi: "Senin getirdiğin buğdaydan yaptım" diye cevâp verdi. İbrahim kendilerine Allah'ın yiyeceklerini takdir etmiş olduğunu anladı ve Allah'a hamd ve senada bulundu.

 

7  — Hz. İbrahim'in Aldığı Dört Kuş:         

El-Bakara sûresinin 260. âyetinde anlatıldığı üzere Hz. ibra­him, C. Hakk'tan ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini düemişti.

Allah Ona:  "inanmadın mı yoksa?" dedi. O da:  "inandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (arzu ettim) dedi". Allah Hz. ibrahim'e: "Dört kuş tut." dedi.

Acaba bu âyette anılan dört kuş ne idi?:

a — Güvercin, horoz, tavus ve turna idi;

b — Tavus, horoz, hindi ve kaz

c — (   )idi;

d — Tavus, doğan, karga ve horoz idi;

e — Horuz, tavus, karga ve güvercin idi;

f — Horoz, karga, ördek ve tavus idi;

g — Horoz, ördek, karga ve güvercin idi.

 

8 — Hz. İbrahim ve İsmail'in Eşiği:

Bu günkü Mekke civarında mevcut kum çöllerinde   Hz. ismail ile annesi yalnız başlarına uzun müddet yaşayıp    ömür sürdüler. Nihayet gün geldi, Hz. İsmail'in annesi Öldü. İsmail (a.s.) Cürhümî'-lerden bir kızla evlendi. îbraiıîm Mekke'ye gelerek îsmaü'in nerede olduğunu sordu. Evini gösterdiler, ibrahim eve geldiğinde ismail'i bulamadı; eşinin kaba ve terbiyesiz bir kadın olduğunu gördü, tbra-him ona: "Eğin döndükten sonra selam söyle; şu, şu vasıflı bir ihti­yar geldi, de. Kapı eşiğinin bu halde kalmasına razı olmadığımı söy­le;  eşiğini  değiştirsin"  dedi. ibrahim gelinine bunları söyledikten sonra Mekke'den ayrıldı, ismail eve geldiğinde,  hanımı kendisine Hz. ibrahim'in sözlerini hikâye etti. ismail: "Gelen babamdır; kapı­mın eşiği de sensin" dedikten sonra karısını    boşadı. Sonra yine Cürhümî'îerden bir kadınla evlendi, ibrahim tekrar Mekkeye geldi­ğinde îsmaü'in evini buldu. Eşinin nazik ve güler yüzlü bir kadın olduğunu gördü. Kocasının nerede olduğunu sordu.    Gelini:  "Ava eritti" dedi. Ne gibi yemeklerle geçindiklerini sorduğu zaman, gelini: "Et ve su ile" dedi. ibrahim; "Ey Rabbim onların et ve sularını be­reketli eyle!" diye üç kerre düâ etti. Eşi geldiğinde kadın!" Şu va­sıflı bir ihtiyar gelmişti; sana kapısının eşiğinden memnun kaldım. Eşiğini değiştirmesin, diye söylememi emretti" diye ibrahim'in söz­lerini hikâye etti. ibrahim üçüncü defa geldiğinde oğlu ismail ile birlikte Kabe'nin duvarlarını yükseltti..

 

9  — Hz. İbrahim'in Burak'a Binmesi:

Hz. ibrahim, Hz. îsmaîl ile kendi eşini uzak ve ıssız vadilerde terkettikten sonra zaman zaman onlaran hallerini merak etmiş ve onları yoklamıstir. Rivayetlere bakılacak olursa, bu ziyaretleri es­nasında yeryüzü kendisine durulmuştur veya çok seri bir vasıta ve binek demek olan Burak'a binmiştir.

 

10  — Hz. İbrahim'in Oğlu îsmaîl Yerine Kestiği   Koçun Adı, Cinsi Ve Kesildiği Yer:

Es-Saffat sûresinin 100-107. âyetlerinde anlatıldığı üzere, Hz. ibrahim ru'yasında oğlu (îsmaîl) nu boğazladığını görmüş, bunu oğ­luna açmış o da kabul etmişti: Oğlunu boğazlamak maksadıyla al­nı üzere yıktığı zaman Allah: "Ya ibrahim, ru'yana sadakat göster­din" buyurarak oğlunu kesmesine müsa'ade etmemiş ve "Ona bü­yük bir kurbanlık fidye" vermişti.

Müfessirler bu âyette anılanJgı.rbjLnlıkJle.ilgilenmişler ve onu bazı yönleriyle tanıtmağa gayret, etmişlerdir. Şöyle ki:

Muhammed İbn îshâk'm rivayetine göre, ibrahim (a.s.) oğlu­nu kurban edeceğini ru'yasında görmüştü. Kesmeğe me'mûr edil­diğinde oğluna: "Evladım! îp ve bıçağı al da aileye odun temin et­mek üzere gu dağa gidelim" dedi. Kurban kesilmesi emredilmiş ol­duğuna dair ona hiçbir şey söylemedi, ibrahim ile oğlu dağa gitmek üzere yola çıktıklarında, Allah düşmanı iblis insan kıyafetine gire­rek ibrahim'in yolunu kesti ve: "Ey ihtiyar nereye gidiyorsun?" diye sordu. İbrahim: "Bazı işlerimi görmek ve gereken nesneleri temin etmek üzere dağa gidiyorum" diye cevâp verdi. îblîs Ona: "Zannediyorum ki, sen ru'yanda,, şeytanı görmüşsün ve o da sana oğlunu boğazlamanı emretmiştir. Sen oğlunu boğazlamak istiyor­sun" dedi. ibrahim onun îblîs olduğunu anlayarak: "Ey Allah düş­manı! Benden uzaklaş, Allah'ın emrim yerine getiriceğimi onun adına andiçerek te'yîd ederim" dedi. Allah düşmanı Iblîs, ibrahim'­den ümidi kesildikten sonra, ismail'in karşısına çıktı. Bu sırada îs­maîl elinde ip ve bıçak olduğu halde babasının arkasından gidiyor­du, îblîs ondan: "Ey çocuk! Baban seni nereye götürüyor biliyor musun?" dedi. Çocuk: "Evimiz için şu dağdan odun getirmeye gidi­yoruz" diye cevâp verdi. Iblîs: "Allah adına andiçerek temin ede­rim ki, (baban seni) boğazlamak üzere götürmektedir" dedi. Ço­cuk: "Babam beni niçin boğazhyaeak?" dediğinde, Iblîs:  "O, senin boğazlanmanı Allah tarafından emredilmiş     olarak    zannediyor" dedi. Çocuk: "Öyle ise babam Allah'ın emrini yerine   getirmelidir. Ben de emri dinler ve itaat ederim" diye cevap verdi iblis çocuktan ümidini kestikten sonra, ismail'in annesi Hacer'in yanına gitti. Ha-cer o zaman evinde bulunuyordu. îblîs: "Ey İsmail'in annesi! İbra­him ismail'i nereye götörüyor? biliyor musun?" diye sordu. Hacer: "Evimiz için şu dağdan odun toplamak üzere götürdü", diye cevap verdiğinde,    îblîs:    "Hayır.    Oğlunu    oraya    boğazlamak    üzere götürdü." dedi, Hacer: "Hayır o oğluna karşı pek şefkatlidir ve oğ­lunu pek seviyor" diye îblîs sözünü kesti. îblîs: "O, oğlunun  kurban edilmesinin Allah emri olduğunu söylüyor" dediğinde, Hacer: "Rabbi enıretmigse, Rabbinin emrini yerine getirmiş olur" dedi. Bunun üzerine Allah düşmanı.îblîs dargın ve küskün bir halde îbrahim ailesinin ya­nından döndü; Onları yoldan çıkaramadı. Onların hepside Allah'ın em­rini dinlediler ve ona itaat ettiler. îbrahim oğlu ile başbaşa kaldı. Ri­vayete göre o yer "Sebîr" dağıdır.

İsmail'in kurban kesilmesi kararlattıktan    sonra O babasına şu tavsiyelerde bulunmuştur:   "Beni boğazlamak istiyorsan el ve ayaklarımı sağlam olarak bağla ki, kanımdan üzerine bir şey sıçra­masın;  aksi takdirde sevabım eksilir; ölüm hali ağır olduğu için, .bıçağın kesmesini  duyduğum  vakit  ızdırab  çekebilirim.  Bıçağını bile ki, beni çabuk Öldürsün, ben de istirahat etmiş olurum. Boğaz­lamak için yatırdığın vakit beni yüzükoyun yatır; alnım yere do­kunsun; yan yatırma. Çünkü bu takdirde yüzümü görünce kalbin­de şefkat hissi doğar da Allah'ın emrini yerine   getirmekten seni ahkoyar, diye korkuyorum. Gömleğimi anneme götürmeyi münâsib görürsen, bu annem için bir teselli olabilir" dedi. îbrahim oğlunun bu sözlerini dinletikden sonra: "Ey oğlum! Yüce    Allah'ın emrini yerine getirmek hususunda ne büyük yardımcımsın!" dedi. îbrahim bundan sonra oğlunun-tavsiyye ettiği gibi- el ve ayaklarını bağladı. Bıçağını biledi. Yüzü koyun yatırdıktan sonra bıçağı oğlunun boğa-- zina çalarak kendine doğru çekti. O, artık işi bitmiş sanıyordu. Hal­buki Allah'ın emri ile bıçak tersine dönmüştü[142]. İşte bu sırada Al­lah, çocuk yerine boğazlanmak üzere Cennet'ten    bir koç çıkardı. Bu koç güz mevsiminde kırk yıl Cennet'te otlamışti. Bunun üzerine îbrahim oğlunu serbest bırakarak koçu ta'kîbe koyuldu. Fakat onu Cemre-i 'Ula (şeytana ilk taş atılan yer)'ya kadar takip ettiyse de yakalıyamadı. îbrahim koça yedi tane taş attı. Fakat hayvan ansı­zın kaçtı; kendini yakalattırmadı. Nihayet Cemre-i Vustâ (şeytana taş atılan ikinci ve orta mahal)'ya geldi. Koç orada da kendini ya­kalattırmayarak İbrahim'i uğraştırdı. Bunun üzerine îbrahim ona yedi def'a taş attı. Koç ansızın yine kaçtı; yine kendisini yakalattır­madı. İbrahim, Cemre-i Kübrâ (şeytana son taş atma mahalli) Jda koçun arkasından yetişerek ona yedi tane taş att. Fakat, koç orada da uğraştırdı. Nihayet İbrahim onu bu yerde yakahyarak Mina'daki Kurban kesme yerine götürdü.

Rivayete göre koç, büyük gözlü, beyaz renkte ve boynuzlu idi; Sebir dağında Semec ağacına bağlı idi. Bazıları âyetteki (Zibh) ifâ­desini "teke" diye tefsir etmişlerdir. İbnü Abbas, İbrahim'in kesti­ği bu tekenin Âdemoğlu Hâbil tarafından kurban edilen teke ol­duğunu söylemiştir. Saîd İbnü Cübeyr, koçun kırk yıl Cennet'te ot-lamış olduğunu, aklı karalı alaca renkte olduğunu, yününün kırmı­zıya boyanmış yüne benzediğini anlatmıştır.

îbnü 'Asâkir'in Hemmân İbn el-Velid ed-Dımışkî'nin tercemesi meyanında el-Hasenü'1-Basrî'den rivayetine göre Hz. İbrahim'in ko­çunun adı "Cerîr" idi[143].

 

11 — Hz. İbrahim'den Önce Ka'beyi Kimler Yaptı?

Kur'ân-ı Kerîm'de ('Alü 'Imrân, 3/96), ilk yapılan ve âlemlere feyz ve hidâyet (kaynağı) olan ev (ma'bed)'in Mekke'deki   Ka'be r olduğu beyan edilir. Bu Beyt'in ilk olarak Hz. İbrahim ve oğlu îs-v mail tarafından bina edildiğine dair de açık beyanlar vardır[144].

Hal böyle iken bazı rivayetlerde Ka'be'nin ilk kez melekler ve­ya Hz. Âdem tarafından yapılmış olduğuna dair de kayıtlara rast­lanmaktadır:

Ka'bü'l-Ahbâr'a göre, C. Hakkın yer ve gökleri yaratmasından 40 yıl önce Ka'be su üzerinde köpük halinde idi. Mücahid'den gelen bir rivayette de, Allah'ın yer yüzünü yaratmasından 2.000 yü önce Beyt'in yerini yaratığı ve temellerinin arzın yedinci ve en alt ta­bakasına kadar uzandığı zikredilir.

Hz. Ali'nin torunlarından olan Muhammed îbn Ali'den yapılan uzunca bir rivayetten anlaşıldığına göre Ka'be'yi   ilk önce Allah'ın i emri ile melekler yapmıştır[145]. Diğer bazı rivayetlerde de Ka'beyi ilk kez Âdem'in yine Allah'ın emri ile yapmış olduğu sölenir[146]. Ka'-benin C. Hakk tarafından gökten indildiği tarzında da haberler vardır[147].

 

12 — Hz. İbrahim'e Melekü'I-Mevt'in Gelişi:

Hz. İbrahim'e Melekü'1-Mevt (Azrail)'in gelişi ile ilgili pek çok merviyyat vardır. Bunlardan birisini misâl olarak kaydedelim:

C. Hakk Hz. İbrahim'in ruhunu kabzetmek istediğinde, Azrail'i bir ihtiyar kılığında kendisine gönderir. İnsanlara yemek vermekte olan İbrahim, geriden gördüğü ihtiyarı yanma getirir. İhtiyar eline aldığı lokmayı bazan gözüne, bazan da kulağına götürür. Ağzına götürünce de aşağısından çıkar. Hz. İbrahim kendisi    istemedikçe ruhunu almamasını Allah'a yalvararak ister ve ihtiyara: "Ey İhti­yar, sana ne oldu da böyle yapıyorsun?" diye sorar. O da: "İhti­yarlık!" der. İbrahim adamın yaşını sorar; Bakar ki, adam kendi­sinden iki yaş büyüktür, ibrahim: "Benim bu ihtiyar gibi olmama iki yıl kalmış; Allah'ım  (böyle olmadan)  canımı al!" der. Bu düâ üzerine ihtiyar kalkar ve İbrahim'in canını alır. Bu anda İbrahim 175 veya 200 yaşındadır (el-Arâis, s. 85-86; el-Kâmil, I. 123-24)[148]. [149]

RİVAYETLERİN   TAHLİLÎ

 

1 — Hz. Ibrahîm'in babasının adını Kur'ân-ı Kerîm "Âzer" ola­rak zikreder[150]. Buna rağmen İslâm bilginlerinden bazıları, "Âzer" kelimesinin İbrahim'in babasının lâkabı veya erkek kardeşinin ismi veya babasının adı veya bir putunun adı olması ihtimallerinden bah­sederek Kur'ân'ın zahirinden uzaklaşmışlar ve îbrahimin babasının adının "Tareh" olduğunu iddia etmişlerdir. Buna sebeb de, bu adın Tekvîn'de böyle tesbit edilmiş olmasıdır (Tekvin, 11/26). Buna dair sahih hadîslerde asla bir işaret yoktur. Bu, İslâm'a girmiş olan mühtedîlerce ortaya atılmış bir isimdir. El-Buharî, et-Tarihu'1-Ke-bir'inde İbrahim'in babasının adım "Âzer" olarak zikretmiş ve bu ismin Tevrat'ta "Tareh" olarak zaptedildiğine de dikkatimizi çek­miştir. Bütün İslâm tarihçileri Hz. İbrahim'in nesebini tesbit eder­ken mutlaka bu "Tareh" kelimesinden söz açmışlar, fakat el-Buhârî dışında hemen hiç biri bunun Tevrat rivayeti olduğuna dikkat etme­miştir. Bu rivayet Kur'ân'a açıkça zıttır. Bu zıtlık sebebiyle Tevrat'ın, bu konudaki beyanı ve tarihgilerle müfessirlerin kaydettikleri rivâtyetlere itibâr edilemez[151].

2 — Hz. İbrahim'in doğumuna yakın yıllarda, Nemrud'un gör­düğünden bahsedilen ve erbabınca te'vîl edilen ru'yâ hâdisesi ve bunun neticesi olarak İbrahim'in bîr mağarada dünyaya gelişi ve günde ne miktar boy atıp büyüdüğüne dair olan merviyyat da sahih değildir. Muhammed îbnü İslak tarafından rivayet edilen bu kıssa­nın mevzu' oluşuna muhakkak nazarıyla bakılmaktadır. Çünkü, -belirtildiğine göre- Muhammed îbnü İshâk bunu, bol bol hikâye uydudup müslümanlar arasında neşreden ve gayeleri İslâm'ı ifsad olan yahûdîlerden almıştır. Aynı kıssayı, es-Süddî kanalıyla İbnü Ebi Hatim de tefsirine almıştır. İsmi Muhammed İbnü Mervân olan bu es-Süddî ise, hadiscilere göre, ma'rûf bir yalanacıdır (Mîzânü'l-İ'tidâl, IV. 32-33; Tehzîb, 436-37)[152].

3 — Hz. İbrahim'in mağarada ancak 15 gün gibi kısa bir müd­det kaldıktan sonra annesine bejıi dışarı çıkar demesi; önce yıl­dıza, sonra aya, sonra güneşe bakması ve bunları ilk gördüğü anda her biri için: "îşte Rabbim!" demesi; nihayet güneşin de batışıyla bunların hiç birinin gerçek.ilâh olmıyacağmı söylemiş olduğu yolun­daki rivayetler de tamamiyle isrâîliyyattır. Kur'ân-ı Kerîm'de de anlatılan bu olay[153]. Hz. İbrahim 15 günlük iken değil, kavmini ir­şada başladığı zaman yani nübüvvet günlerinde olmuştur ve bunu yapmaktan, maksadı kavmini hak din. olan İslâm'a ve Allah yoluna yöneltmekt^ri[154].

Ibnü Cerir et-Taberi tefsirinde[155], Hz. İbrahim'in yıldızı ilk gör-düğüğ anda: "İşte benim ibâdet hususunda Rabbim!" demiş oldu­ğunu nakleder ki, bu asla sahih ve caiz değildir. Bu, hakkında A. î. Hanbel'in: "Ona ait pek çok münker şeyler vardır"; tbnü Hacer el-Askalânî'nin: "Doğru bir adamdır ama ara sıra hata   yapar[156]" dediği Ali İbn Ebi Talha ve yine bazı muhaddislerce aynı tenkidlere uğrayan Mu'âviyetü'bnü Ebi Salih tarikiyle rivayet edilmiş, bir ha­berdir. Her ne olursa olsun, bizim inancımız /"Halîlu'r-Rahmân" la­kabıyla anılan Hz. îbrahim gibi bir peygamberin küçükken müşrik olmasını reddeder[157].

4 — Hz. İbrahim'e göklerin açılması, Arş'ı görmesi; yerlerin açılması, arzın tabakalarım müşahade etmesi; günah işler vaziyette gördüğü kullara bedduası ve C. Hakkla mükâlemesine ait rivayet edilenlerin de ash yoktur[158]. Aynı konuya ait Peygamber'e nisbet edilen iki hadisin de sıhhati sabit değildir[159].

5 — Kur'ân-i Kerîm'de bahsi gecen[160] ve Hz. ibrahim'e geldiği ha-"' ber verilen Allah elçilerinin isimleri, sayıları ve gayelerinin ne ol­duğuna dair yukarıya aldığımız rivayetler de sahih ve itimada sa­yan değildir. Şöyle ki:

Elçilerin isimleri ve sayıları ancak tevkîfî ve ilâhî bir haberle bilinir. Kur'ân'da ve Hz. Peygamber'in hadislerinde böyle bir şey yoktur.

Hz. İbrahim'in hanımının, elçilerin Lut kavminin amelini işle­meye gelmiş olmalarını zannetmesi; ayrıca, gülmesinin sebebinin de kendisine Hz. îshâk'm müjdelenmes[161] tarzında anlaşılması ve bu konuda söylenenler isrâîliyyattır. Islâmî merviyyattan değildir .

Hz. ibrahim'in takdim ettiği yemeğe para teklif etmiş olmala­rı da keza aynıdır[162]. Hz. ibrahim'e elci sıfatı ile gelen meleklerin, takdim edilen sofradan yedikleri de iddia edilir ki, bu açıkça îs-

lâm'ın melek talakkisine aykırıdır ve tamamen Tevrat'a ait ifâde­dir[163].

6 — Nemrud'a tahıl istemek üzere gitmiş olduğu seferden dö­nüşünde Hz. İbrahim'in torbasındaki kumların evine varınca un ol­duğu yolundaki rivâyetlerı[164]de isrâîliyyattı[165].

7 — C. Hakk'ın Hz. İbrahim'e ölüleri nasıl dirilttiğini göster­mek maksadiyle kendisine almaşım emrettiği dört kuşun ne olduğu halandaki rivayetleri yukarıya aldık[166]. Bu rivayetler yedi'ye kadar yükseliyordu. Hz. îbrahim eğer almışsa dört kuş almıştır. Bu, bir anda sayılır ve biter. Bunların -isimleri değişmek şartıyla- yediye kadar çıkması işin içinde bir şekk bulunduğunu hemen ifnam ediyor Bu kuşlara dair Hz. Peygamberden herhangi bir beyan gelmemiş­tir. Bunlar tam bir israîliyyat numunesidirler; hiçbir faideleri yok­tur. Kitaplar bunlarla doldurmak, okuyucuları meşgul etmek ve böyle şeylerle ömür tüketmek en azından abestir[167].

Ayrıca müfessirlerden bir kısmı da kuşların "niçin dört" oldu­ğu üzerinde durmuşlardır ki, bu konudaki beyanların ne bir mes­nedi ve ne de bir dayanağı vardır. Bunlar tamamiyle hayal mahsû­lü şeylerdir; "gaybi taşlama"dan başka bir şey değildir[168].

Ayrıca Hz. İbrahim'in kuşları aldığı, kestiği, tüylerini yolduğu, etlerini parçalayıp birbirine karıştırdığı, ezip hamur yaptığı yolunda da bn1 sürü şeyler söylenmiştir ki, âyetin bunlara delâlet etmediği ve bunların baştan sona lüzumsuzluk örnekleri olduğu ifade edilmiş­tir[169].

8 — Kuşlarla birlikte bahis konusu edilen    dağlar,    bunların adı ve adedi ile ilgili olan haberler de kabule şayan değillerdirler.

9— Hz. İbrahim'in arasıra Mekke civarında bulunan oğlu İs­mail'i ve onun hanesini ziyaret etmesi, gelinleriyle muhatap olması ve bu arada sözü edilen "eşik" değiştirme   ile ilgili olarak rivayet

edilenler de iddiaya göre isrâîlî haberlerdendir, tbnü Abbas'a ait ve hayli uzun olan bu rivayetin çok az bir kısmı merfu', geri kalanı I   ise mevkuftur. Mevkuf olan haberin bazısının "garib" olduğu ve / VA  îbnü Abbasca Elıl-i Kitap'tan rivayet edildiği söyleniR[170]"

10 — Keza, Hz. İbrahim'in bu ziyaretlerinde Burak'a binmesi de aynı cins haberledendir[171].

11 — Hz. îbrahim tarafından oğlu îsmaîl yerine kurban edilen koçun adı, rengi biçimi, kaç yıl Cennet'te kaldığı, kaç yıl otiadığı, Hz. İbrahim'e gelişi, kaçması, kovalanması, nerede ve hangi cins ağaca bağlı olduğu, Hâbil'in takdim ettiği kurbaııMolması v.s. gibi bilgileri ihtiva eden rivayetler de isrâîliyyattır. Bunlar lüzumsuz ve faydasız şeylerdir[172].

İsmail yerine kurban edilen hayvanın teke değil   koç olduğuna dair A. 1, Hânbel'in müsned (I. 297)'inde bir hadis vardır.

12 —Ka'be'nin Hz. İbrahim'den önce yapıldığını ihtiva eden ri­vayetlerin[173] tamamı gayr-i sahihtir ve isrâîliyyattır[174].

13 — Hz. îbrahim'e Melekü'l-Mevt'in gelmesi   ile ilgili olarak pek çok şey söylenmiştir. Bilhassa Îbnü Asâkir'in benimseyip der­lediği bu haberlerin sıhhati de sabit görülmemiştir[175]. Özellikle Ib-nü'I-Esîr bu yoldaki haberlere dirayet yönünden itirazlarda bulun­muştur[176].

14 —Hz. İbrahim'in ateşe atılmadan   önce Cibril ile bazı Özel şsyler konuştuğu ve ona (  ) dediğini ifade     eden rivayetin asıl yoktur[177].

15 — Dünya yüzünde ilk kez mu'aneka eden (ve böylece de ku­caklaşmayı adet haline getiren)'in Hz. İbrahim olduğu me'âlindeki hadisin aslı yoktur[178].

16 — Yüzünde ağarmış kıl görünce, en evvel kıl ağarmasından ve kocalıktan feryad edenin Hz. İbrahim olduğu yolundaki sözler asılsızdır[179].

Kitab-ı Mukaddes'te Hz. îbrahimle ilgili yukarıda işaret ettik­lerimizden ayrı olarak bazı detaylı bilgiler daha mevcuttur[180]. [181]

 



[1] Ayetler: Bakara, 2/31, 33,  34,  35,   37;   'AIü  'Imran; 3/33,  59;     Mâide, 5/27; A'raf, 7/11, 19, 26, 27, 31, 35, 172; îsrâ', 17/61, 70; Kehf, 18/50; Meryem, 19/58; Taha, 20/115, 116, 117, 120, 121; Yasîn, 36/60...

 

[2] El-Isra1, 17/61; el-A'raf, 7/12; Sad, 38/76; MÜ'minûn, 23/12; Secde, 32/17.   ,

 

[3] Es-Saffat, 37/11

[4] EI-Mü'minün, 23/12.

 

[5] EI-Hıcr, 15/26, 33;- erJRahmân, 55/14.

 

[6] Et-Taberî, tefsir, I. 195 v.d.; târih, 1/1. 199 v.d.; et-Tabressî, I. 76 v.d.; tbnü Kesîr, I. 130-31 v.d.; el-Bidâye, I. 68 v.d.; Ibnü'1-Esîr, el-Kâmil, I.  27 v.d

 

[7] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 247-248-249.

[8] Ibnü Kesîr, I. 132, 133; el-Bidâye, I. 86. .    

 

[9] Îslâm Ansiklopedisi, Âdem maddesi (I. 134).

 

[10] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 249-250.

[11] El-Bakara, 2/34;  el-A'raf, 7/11;   el-Isra', 17/61; .el-Kehf,  18/50; Taha, 20/116...

 

[12] Et-Taberî, XIV. 31; es-Sülemî, Hakaik, varak 9a; tbnü Kesîr, IV. 160-61.

 

[13] îbnü Kesîr( W. 160-61.

 

[14] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 250-251.

 

[15] En-Nisa,  4/1;   el-A'raf,   7/189;   ez-Zümer,   39/6.-

 

[16] Er-RÛm,  30/21;   eş-Şûra, 42/11.

 

[17] Et-Taberî, tefsîr, I. 229 v.d.; tarih, 1/1. 140-41; el-Arais, s. İS; Tabressî, I. 84-85; M. Tenzîl, X. 122; îbnü Kesîr, I. 137; el-Kâmil, I. 32-33; Mekkî Ibn Hammuş, Tefsîr, Varak 8b; tbnü Âdil, Kitâbü'I-LÜbâb, vartık 34b, A.  Çâviş, Esraru'l-Kur'ân, I.  138.    

 

[18] Abdü'lrAzîz  Çâvig,  Esraru'l-Kur'ân,  I.   138.

 

[19] Tekvin^ 2/18-23;  3/20.

 

[20] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 251-252-253.

 

 

[21] El-Matürîdî,  et-Te'vîlât,  varak  12b;   el-Kugeyrî,  Letaifü'l-tsârat,  varak 10b.

 

[22] Et-Tabressî, I.  87; Z. Mesîr, I. 6S.

 

[23] El-Matürîdî,  et-TeVîlât,  varak  12b;   el-Kirmânî,  Lübâbü't-Tefsîr varak 9a; et-Tabressî, I. 87.             .        

 

[24] El-Vahıdî, el-Vasît, varak 16a;  eUTabressî, I. 87; M. Tenzîl, I. 22.

 

[25] Et-Taberî, I. 236.

 

[26] el-Vahıdî, el-Vasît, varak 16a.

 

[27] Tefsîru 'Askerî, varak 54a;  Tefsîru Ebi'1-Deys, varak 14a;  îbnü Tay­fur es-Seeâvendi, varak 13a.

 

[28] Süfyan es-Sevrî, Tefsir, s.  69;   et-Taberî tefsîr,     I.   235-37;     tarih, 1/1. 143-44, 145 v.d.;  el-Arais, s. 19; el-Kirmanî, Lübâbü't-Tefsîr, varak 9a; el-Isfirâyînî,  Tacü-t-T^eracim,  varak  21b;   et-Tabressî I.  87;   M. Tenzîl, I. 22; Z. Mesîr, I. 67; îbnü 'Âdil, Kitâbü'l-Ltibâb, varak 35b; et-Tibyan, I.  168.

 

[29] Et-Taberî tefsîr, 1.236; tarih, 1/1. 144-45; eLMatürîdî) et-Te'vîlât, varak 12b; es-Sa'lebî, el-Keşfü ve'1-Eeyân, varak 25a; el Arais, s. 19; Z. Mesîr, I. 67; el-Kâmil, I. 33.

 

[30] Et-Te'vilât,   varak  12b;   îbnü   'Âdil,   Kitâbü'l-Lübâb,   varak  35b;   îbnü Kesîr, I,  139, 141.

 

[31] Et-Taberî, I. 238.

 

[32] İbnü Adil,   Kitâbü'1-L.übâb,   varak  35b.

 

[33] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 253-254-255-256.

 

[34] Et-Te'vîlât, varak llb;  Tefsîru'l-Askerî, varak 54a;  es-sa'Iebî   el-Keşfü ve'I-Beyân,  varak 25a;   el-Arais,   s.   18;   el-îsfirâyînî,  T.   Teracim,  varak 21b; Lübâbü't-Tefsir, varak 9a; îbnü Tayfur, varak 13a; Ibnü Kuteybe, T.   M.   Hadîs,   s.   139;   et-Tibyân,   I.   157;   Z.   Mesîr,   I.   66.

 

[35] Tefsîru Ebi'1-Leys, varak 13b; et-Taberî, I. 232; lbnü'l-Arabî; A. Kur'ân, I. 10; el arais, s. 18; el-Vahidî, el-Vasît, varak 16a; el-Mehdevî, et-Tahsîl, varak 5a; Ibnü 'Adil, K. Lübâb, varak 35a; et-Tibyân, I. 157; el-Keşşâf, I. 127; et-Tebressî, I. 85; 2. Mesîr, I. 66; İbnü Kesîr, I. 137.

 

[36] îbnü 'Adil, K. Lübâb, varak, 35a.

 

[37] Tefsîru Mukatil,  varak   9a;   Et-Taberî,   I.  231;   et-Te'vîIât,   varak,   llb; LÜbâbü't-Tefsîr, varak 9a; el-îsfirâyînî, T. Teracim, varak, 21b; Tefsîru Ebi'1-Leys, varak, 13b; el-'Arâis, s. 18; el-Keş§âf, I, 127; el-Kâmil, I. 34; RĞcits et Personnagfes Bibliques dans la Çöğende Mahometane,   (Revue des Ğtudes juives, 75  (1928)  s. 115).

 

[38] Tefsîru Mukatil, varak,  9a;  et-Taberî, I.  231;  es-Sa'lebî,  tefsir, varak 25a; el-Arais, s. 18; el-Vâhidî, el-Vasît, varak, 16a; El-Mehdevî, et-Tahsîl, varak, 5a; îbnü Adil   K. Lübâb, varak,  35a;   et-Tibyan, I.  157;  et-Tab-ressî, I. 85;  Z. Mesîr, I. 66;  es-Secâvendî, varak, 13a.

 

[39] Ibnü Kesîr, I. 138.

 

[40] Z. Mesîr, I. 66; Ibnü Kesîr, I. 138.

 

[41] Et-taberî, I.  232;   el-Vahidî, el-Vasît, varak,  16a;   el-Kircnanî,  L. Tefsîr, varak, 9a; Tefsîru Ebi'1-Leys, varak, 13b;  el-Mehdevî   et-Tahsîl, varak, 5a; îbn Adil, K. Lübâb, varak, 3.5a; et-tibyan, I. 157;' el-Keşşâf, I. 127; et-Tabressî, I. 85;  Z. Mesîr, I. 66.

 

[42] Et-Taberî, tarih, I/I. 149;  ibnü Kesîr I.  138.

 

[43] ELArâis, s. 18; tefsîr, varak, 25a; el-Kirmânî, L. Tefsîr, varak   9a; î. T. es-Secâvendl, varak,  13a;  el-lsfirâyînî, T.  Teracim, varak,  21b;  et-Tib­yan,  I.   157;   Z.  Meşîr,  I.  66.

 

[44] Et-Taberî, I. 231;   et-Tibyân, I. 157;  Z, Mesîr, I. 66.

 

[45] Et-Taberî, I. 232.

 

[46] Es-Sa'lebî, el-'Arâis   s. 18.

 

[47] Et-Taberî, I.  232;   et-Te'vîlât, varak,  llb;   eUKirmânî, L  Tefsîr, varak, 9a.

 

[48] El-lsfirâyînî, Tacü't-Terâcim, varak, 21b.

 

[49] Tefsiru Askerî, varak, 54a.

 

[50] Aynı kaynak, aynı yer.

 

[51] Mekkî İbnü Hammûş,  tefsîr,  varak,  8b;  M.  Gayb,  IH. 5-6;   el-Kâsimî, II. 108.

 

[52] el-Maturîdî, et-Te'vîlât, varak, 12b.

 

[53] EI-Bidâ-ye, I. 75; Tefsîru'l-Menâr, I. 27S.

 

[54] Et-Taberî, I. 233; İbnü Kesîr, I. 138.

 

[55] et-Taberî, tefsîr, I. 235, 237; tarih, 1/1. 145 v.d.; Tefsîru Ebi'1-Leys, varak, 14a; M. Tenzîl, I. 22, 23; el-Kâmil, I. 34; el-Maverdi, el-TJyûn, varak, , 27a; es-Sa'Iebî, el-KeşfÜ ve'1-Beyân, va­rak, 25a; îbnü 'Adil, Kitabü'I-Lübâb( varak, 35b; 1, T. es-Secâvendî, varak,  13a;   îbnü Kuteybe,   T.M. Hadîs,   s.   139-40.

 

[56] Müslim'de: "Havva olmayaydı, kadın cinsi zevcine ebediyyen hiyanet etmezdi" me'âlinde bir tek cümle vardır. Bunun dışına konu ile ilgili başka herhangi bir îslâmî habere mâlik değiliz- (Müslim, K. Rada', bab. 19; en-Nevevî, X. 59).

 

[57] İbnü'l-Arabî,   A.   Kur'ân,  I.  19;   el-Kâmil,  I.  35.

 

[58] Et-Taberî, tarih, 1/1,  144.

 

[59] Et-Taberî, Vin.  14.0,   143;   tbnü Kesîr; IH. 154;   el-Bidâye, I. 78.

 

[60] El-Bidâye,   I. 78.

 

[61] Et-Taberî tefsîr, VIII. 142 v.d.;  tarirh, 1/1.160 v.d.;  es-Sa'lebî, el 'Arâis, s.  20;   îbnü Kesîr,  I.  139;   el-Kâmil,  I.  34.

 

[62] Aynı  Kaynaklar ve  aynı yerler.

 

[63] İbnü Kesîr, I.  139,

 

[64] EI-Bidâye,   I.   78.

 

[65] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 256-257-258-259-260-261-262-263.

 

[66] Et-Taberî, tarih, 1/1. 162 v.d.; el-'Arâis, s. 20; Z. Mesîr, I. 68; M. Tenzîl, î. 23; el-Kâmil I. 36-37; el-KurtuM, î. 320; İbnü Kesîr, I. 139-40; IV. 374;   Tarihu'1-Hamîs,  I.  53;   Mu'cemü'l Buldan,  ilgili  kelimeler.

 

[67] IbnÜ Kesîr, IV. 374;  Tefsîru'l-Menâr, I. 279;   el-Kasimî, VII.  2643. 264

 

[68] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 263-264.

 

[69] Et-Taberî,  tefsir,  I.  235 v.d.;   VIII,  143-44;   tarih,  1/1.   140-48;   el-Arâis, s. 21;  el-Kâmil, I. 34;  îbnü Kuteybe, T.M. Hadîs, s.- 139.

 

[70] Et-Taberî, tefsir, I. 235; VIII. 143-44; tarih, 1/1. 14.6-48; El-Arais, s. 21; el-Kâmil,   I.   34;   İbn   Â'dil,   K.   Lübâb,   varak,   35b;   tbn  Kuteybe,   T.M: Hadîs,   s.   139;   La LĞgende   Biblique   Dans   D'tslam   (Revue   des   Ğtudes Juives, 98   (1934)  s. 4).

 

[71] el-Mâturîdi, et-Te'vîlât, varak,  12b;   tbn 'Âdil,    K. Lübâb,    varak,  35b;. Ibn Kesîr,   I.   139-141.

 

[72] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 264-265-266.

[73] Misal olmak üzere bak. Et-Taberi tefsir, I. 243 v.d.

 

[74] Ed-Dtirrü'l-Mensur,   I.   61  v.d.   Buna  ait  diğer  görüş ve   rivayetler için bak.  et-Tibyân,  I.  169;   et-Taberî,  I.   89.

 

[75] Ebu   Şühbe,   Mecelletü'l-Ezher,   XXV.   895.

 

[76] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 266-267.

 

[77] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 268-269.

 

 

[78] Et-Taberî, tarih, .1/1. 165-78; el-Arais( s. 21-25; Tefsiru'n-Nakkag, 52a-b; İbn Kuteybe,  T.M. Hadîs, s. 281;   TarihuU-Hamîs,     I. 53 v.d.;   el-KamiI, I.   36 V.d. (60) El-Hicr,   15/39,  42;   Sad,   38/82.

 

[79] Maksad, çocuklarına put isimleri takan müşriklerdir;  Âdem ve Havva değildir.

 

[80] Et-Tırmizî, K. Tefsir, bâb. 8;   A.t Hanbel,  V.  11;   et-Taberî,  tefsîr, IX. 146;   tarirh, 1/1.207.  Bu hadîsi ayrıca,   el-Hakim,  İbnü Ebî Hatim, Ebû Bekr ibn  Merdûye   de  rivayet  etmişlerdir   (îbn Kesîr,  HI.  264).

 

[81] Ibnü Abbas, Tenvîru'UMikbâs, s. 143; et-Tabert, tefsîr, IX. 146 v.d.; tarih, 1/1. 207-10; tbnü'l-Arabî, A. Kur'ân, H. 808-809; el-Keşş;f, H. 187; M. Tenzîl. I. 358-59; Z. Mesîr, IH. 301 v.d.; et-Tibyân, V. 54-55; et-Tabressî, H. 509-10; Ibnü Kesîr, II. 264-65; eLKâmil, I. 45; el-Ka-simîı   Vn,   2921-22.

 

[82] İbnü'l-Arabî, A. Kur'ân, II.   809; îbnü Kesîr,   III. 264-65;   el-Bidâye, I. 96; el-Kasimî, VII. 2921; et-Taberî, VIII. 307, not. 7 (A.M. ŞâJcir neş-ri); 2. Mesîr, III, SO2, not. 1; III. 303, not. 3; Tefsîru'I-Menâr, IX.479-80

 

[83] Et-Taberî, XIII. 307, not. 7 (A.M. Şâkir neşri); tbnü'I-Arabî, A. Kur'ân, H.   809;   et-Tibyan,   V.   54-55;   et-Tabressî,   İT.   509-10;   el-Kurtubî;   VH. 338;   Ibnü   Kesîr,   III.   265;   el-Kasimî,   VH.  ,2922;   Tefsîru'l   Menâr,   IX. 482-83.

 

[84] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 269-270-271-272.

 

[85] Konuya temas eden kaynaklar için bak. et-Taberî, tefsîr, VI. 186 v.d.; tarih, Ijl. 189 v.d.; el-Arftis, s. 26 v.d.; et-Tibyan, III. 491 v.d.; et-Tab. ressî, II, 182 v.d.; el-Keşşâf, I 623 v.d.; tbnü'l-Arabî, A. Kur'ân, 31. 68ö v.d.; 2. Mesîr, n, 331 v.d.; tbnü Kesîr( E. 542 v.d.; el-Kasimî VI. 1942; Tefsîru'l-Menâr, VI. 340 v.d.; MurucÛ'z-Zeheb, I. 35 v.d.; el-Kâ-mll, I. 44-45; el-Bidâye, I. 92 v.d.; E. Zühûr, s. 47 v.d,; Tarîhu'l-Hanıîs, I. 59 v.d.; Abdülvehh&b en-Neecâr, a. 22-23.

 

[86] Z. Mesîr, II. 333, not.  1.

 

[87] El-Buhârî  K.  Cenâiz,   bâb.   33;   K.  Enbiya,   bâb.  1;   K.   Diyât,   bâb.  2; K.  î'tisâm,   bâb.   15;   Müslim,  K,   Kasâme,     hadîs  no.   27;   et/Krmiz^ K.'Ilm,  bâb.   14;   en-Nesâî,  K.  Tahrîm,  bâb.  1;   Ibnü  Mâce,  K.   Diyât' bâb.  I.

 

[88] Ibnü'l-Arabî,  A.  Kui^ân,  II.  588;   el.Kâmü,  I.  45;  Tefstru'LMenâr,  VI. 342.

 

[89] Et-Taberî VI.   192;   et-Tabressî,   II.   184.

 

[90] EI-Eidâye, I. 94.

 

[91] Aynı eser, aynı yer.

 

[92] Tefsîru'l-Menâr,  VI.  342.

 

[93] Et-Taberî, tarih) 1/1.  195.

 

[94] EI-Arâis,  s.  28;'Mürûcü'z-Zeheb,  I.  36-37;   Tarihu'l-Hamîs,  I.  61.

 

[95] El-Keşşâf,  I.  626;   M.  Gayb,   XI.  208;   el-Bidâye,  I.  95;   Mîzânü'l-Î'üdâl, I. 73; Ruhu'l-Meânî VI.      115;   Mecelletü'l-Kzher, XXVI.  530-31;   İzmirli, S.C, Nebeviyye Mukaddemesi, s. 103.

 

[96] Tefsîru'l-Menâr,  VI.   346. (89) îzmirli,   S.C.  Nebeviyye  Mukaddemesi,  s,  103.

 

[97] EJmalılı,   IH.   3653;   Aynı   yoldaki   tenbîhat   için   bak.   Tefsîru'I-Menâr, VI,  341j   342.

 

[98] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 272-273-274-275-276-277-278.

 

[99] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 269-270-271-272.

 

[100] El-Buhârî, K. Menâknbi'I-Ensâr, bâb. 42; Müslim, K, İmân, hadîs no. 264.

 

[101] Z. Mesîr, V. 241.

 

[102] Et-Taberî' XVI. 96; el-Arais, s. 29-30; et-Tibyan, VTL 120; el-Keşşaf, m. 24; et-Tabressî, III. 516; Z. Mesîr, V. 241; M. Tenzîl, H. 7; Ibnü Ke-sîr, IV. 465-66; el-Kurtubî, XI. 117-19; ed-Dürru'1-Mensûr, IV. 274; Mü-rûcü'z-Zeheb, I. 39; el-Kâmil, I. 62 v.d.; B. Zühûr, s. 51-54; el-Bidâye, I. 99; Tarihu'I-Hamîs, I, 66-67; Abdü'I-Vehhâb en-Neccar Kasasii'I-En-biya, s. 24 v.d.

 

[103] îbnü Kesîr, IV. 466; el-Bidâye, t 99; Z. Mesîr, V. 243, not'. 2.

 

[104] Z. Mesîr, V. 242.

 

[105] Et-Taberî, XXm. 93-94;  el-Keşşaf, IV. 60;  el-Kurtubî, XV. 115-116; îb­nü Kesîr, VI. 33..

 

[106] İzmirli,   S,   C.   Nebeviyye   Mukaddemesi,   s.   103-104    (Esne'l-Metalib'den naMen).

 

[107] V.2. 933-35.

 

[108] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 278-279-280-281.

[109] Bl-AJızâb, 33/7;   el-Ahkâf, 46/35.

 

[110] Konu pek çok uzayacağı  İçin Nûh   (a.s.)'Ia ilgili  âyetlerin  me'âllerini yazmaktan sarf-i nazar ettik.

 

[111] Nûh (a.s.'la ilgili yukarıya aldığımız haberlerin tamamı için bak. Yah­ya îbn Sellâm, Tefsir, varak, 7a; et-Taberî, tefsir, VII. 34 v.d.; tarih, 1/1. 253 v.d.: el-Arâis, s. 32 v.d.; İbn Kuteybe, T. M. Hadis, s. 138-39; el-- Me'ârif, s. 21; el-Keşşâf, II, 393; M. Tenzil, II. 437-59; Z. Mesîr, IV. 101 v.d.; et-Tibyan, V. 468; et-Tabresaî, II. 434-35; İÜ. 160; el-Kurtubî XIII. 332-33; tbn Kesîr, UT. 550 v.d.; V. 312-13; Ed-dÜrrÜ'1-MensÛr, HI. 326 v.d.; el-Kasimî, IX. 3451 v.d.; Tefsîru'l-Menar, VII. 59 v.d.; el-Kâ-mil, I. 67 v.d.; Murucu'z-Zeheb, 1.40 v.d.; H. 78 v.d.; el-Bidâye, I. 100 v. d.; B. Zühûr r, s. 54 v.d.; Tarihu'l-Hamîs, I. 68 v.d.; islâm Ansiklopedisi, NÛH maddesi; Abdü'l-Vehhab en-Neccar, Kasasü'l-Enbiya, s. 30 v.d.; Recîts et Personnages dans la Legendes Mahometane (Revue des etudes Juives 85   (1928)   s. 116).

 

[112] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 281-282-283-284-285-286-287.

[113] Tkevîn, 6/14-16; el-Bidâye, I. 110.

 

[114] Tekvin, 6/14-16, 10-21;  tbnü Kesîr, III. 550.

 

[115] Tefsîru'l-Menâr, XII. 75-76.

 

[116] Tekvin, 6/19-21; Tefsîru'l-Menâr, XII. 76.

 

[117] El-Bidâye, I. 11&-20; IbnÜ Kesîr, V. 312-13; Tekvin, 7/6; 9/28-î

 

[118] Tefsîru'l-Menâr,  XII.   84.

[119] Tefsîru'l-Menâr,  XII.   84.

 

[120] Tefsîru'l-Menâr, XH. 84;  et-Taberî, XII. 52.

 

[121] Ibn Kesîr, İÜ. 554.

 

[122] EI-Bidâye, I. 112.

 

[123] Aynı eser, I. 111; Tekvin, 7/2-4.

 

[124] îbn Kesîr, m. 552; el-Bidâye, I. 111.

 

[125] Tekvin, 7/19-20.

 

[126] El-Bidâye, I. 112.

 

[127] EI-Bidâye, I.  117.

 

[128] Tefsîru'l-menâr, XH. 79.

 

[129] EI-Bîdâye, I.  114.

 

[130] İbnü Kuteybe, T.  Muhtelifi'l-Hadîs,  s,  285;  el-Bİdâye, I.  111;  Muham-medEbû Şühbe, Sefînetü Nuh (Mecelletü'l-Ezher), XXVI. 531; AbdurraTıman el-Ceztrî, et-Tûfan  (Mecelletü'l-Ezher), X, 499-503. geçer121. Bu Allah düşmanının boyu için verilen rakkanilar bu ha* dişlere de aykırıdır.                                                        

 

[131] EI-Bunârl, K. Enbiyâ, bâb. 1; Ahmed îbn Hanbel, n. 315, 323, 535.

 

[132] El-Bidâye, I. 114.

 

[133] Et-Taberî, Xm. 312, not. 2 (A. M. Şâkir neşri); îbnü Kesîr, TU, 550-51; el-Bidâye, I.  114-16;  Tefsîru'l-Menâr, XII, 104.

 

[134] Bir öncekilere ilâveten bak. Tekvin, 8/6-12.

 

[135] İzmirli, S. C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 104.

 

[136] El-Bidâye, I.  115.

 

[137] İzmirli, S. C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 105.

 

[138] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 287-288-289-290-291.

[139] Misâl olarak bak. el-Bakara, 2/124, 126..; 'Âlü Imrân, 3/33, 65, 84..; el-En'âm, 6/74, 75, 83, 161; et-Tevbe, 9/70, 114; Hûd, 11/69, 74, 75, 76; Yû­suf, 12/6, 38; el-Hicr, 15/51; en-Nahl, 16/120, 123; Meryem, 19/41, 46 58; el-Enbiya, 21/51, 60..

 

[140] El-Bakara,  2/135;   'AlÜ  Tmrân,  3/67,  95;   en-Niaa, 4/125;  el-Enâm 6/79, 161...

 

[141] En-Nisa sûresinin 125.. âyetine teünîh vardır.

 

[142] Bazı rivayetlere göre, bıçağın kurban edilecek çocuğun boğ-azım kesme-/ mesi, boğaz mıntakasınm bakırdan bir levha iîe Örtülmüş olmasındandır i    (et-Taberî, tarih, 1/1. 403).

 

[143] îbn Kesir, IV. 374.

 

[144] El-Bakara, 2/127; el-Hacc, 22/26.

 

[145] El-Ezrakî, Ahbâru Melike, I. 33-34.

 

[146] Aynı kaynak, I. 36-43.

 

[147] Et-Taberî, XVII. 143.

 

[148] Et-Taberî, tefsîr, XVH. 143; Hz. îbrahimle ilgili olarak yukarıya kay­dedilenlerin tamamı için bak. îbnü Abbas'a nisbet edilen tefsîr, s. 30; el-Ezrakî, Ahbaru Mekke, I. 32-53; et-Taberî, tefsîr, XIV. 97; VH 247 v.d.; XVII 43-45; HI. 47 v.d.; XII. 68 v.d.; tarih, 1/1. 306-425; el-Arâîs, s. 63-88; el-Keşşâf, II. 39 v.d.; 409 v.d.; IH. 123; et-Tibyan, VII. 226-27; et-Taforessî, I. 372-73; TL 325; UZ 179 v.d; IV. 52-53; M. Tenzil, I, 307-308.

441 v.d.; 26-27. Mesîr, I. 312 v.d.; H. 70 v.d.; V. 356-57; Ibn Kesîr, I. 557. v.d.; H. 402-405;  UT. 54;   el-Kâmil, I.  85-123;  el-Bidâye, I.   139-182;  Tarihu'1-Hamis,  I.   78-100;   B.  Zühûr, s.   77-88;  

 

[149] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 292-293-294-295-296-297-298-299-300

 

[150] M. Gayb, XHI. 34 v.d.; Rûhu'l-Me'ânî, VII. 194-95;  Tefaîru'l-Menar, III. 536, 537.

 

[151] M. Gayb, XHI. 34 v.d.; Rûhu'l-Me'ânî, VII. 194-95;  Tefaîru'l-Menar, III. 536, 537.

 

[152] Tefsîru'l-Menâr, VH, 557.

 

[153] El-En'âm, 6/75-79.

 

[154] ELBidâye, I, 143.

 

[155] Et-Taberi, VH. 248 v.d.

 

[156] Tehzîbu't-Tehzîb, ilgili yer.

 

[157] ibn Kesîr, IV, 568; el-Bidâye, L 143; Tefsîru'I-Menar, VII. 557-58.

 

[158] Bak. Et-Taberî, VH, 245-46;  Ed-Dürru'1-Mensûr, m. 23-24.

 

[159] Ibn Kesir, m. 54.

 

[160] Hûd, 11/69.

 

[161] Bak.  Et-Taberî, XII. 6S-69, 72.

 

[162] Ibn Kesîr, IH.  563;  Tefsîru'l-Menar, XH.  127.

 

[163] El-Bidaye, I  161;  Tekvin, 18/8.

 

[164] Bak. Et-Taberî, tefsir, V. 297-98; tarih, 1/1. 368, 426; Ibn Kesîr, Et. 402-3; El-Bidaye, I. 149.

 

[165] îbn Kesîr, H. 402-403.

 

[166] Bak, Et-Taberî, HI. 47 v.d.; Z. Mesîr, I.-312; tbn Kesîr, I. 559-60

 

[167] İbn Kesîr, I. 559-60;  Tefsîru'l-Menar. UL. 55.

 

[168] Eş-Şevkânî,  Fethu'l-Kadîr, I.  282; ,Tefsîru'l-Menar,  m.  55.

 

[169] Tefsîru'I-Menâr, m. 55.

 

[170] El-Bidâye, I. 156; EI-Buhârî, K. Enbiya, bab. 9; A. t Hanbel, I. 347.

 

[171] Aynı kaynak, I. 157.

 

[172] Îbnü Kesîr, IV. 374; el-Bidâye, I. 15S.

 

[173] Bak. El-Ezrakî, Ahbaru Mekke, X 31-46; et-Tabe'rî, XVII. 143; el-Arâis, s. 75-79; eLKâmil, I. 106-107; el-Bidâye, I. 163.

 

[174] El-Bidâye, I. 163.

 

[175] Aynı kaynak, I, 174,

 

[176] El-Kâmil, I. 123-24.

 

[177] İzmirli, S. C, Nebeviyye Mukaddemesi, s. 105 (Şeyhu'I-îslâm el-Harranî, es-Suyutt ve el-Ezherî'den naklen).

 

[178] İzmirli, S. C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 105.

 

[179] Aynı kaynak, a. 106.

 

[180] Bak. Tekvin, 11/16-32; 12-17. bablar tamamen; 18/26-33; 49/2&-33.

 

[181] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: 300-301-302-303-304-305,