Bakara, 88-89; Kavram: 82
L Â N E T
Lânet; Anlam ve Mâhiyeti
Rasûlullah, Lânet Edici De
ğil; Rahmet PeygamberiydiLâneti Yasaklayan Hadis-i
ŞeriflerKur’an-
ı Kerim’de Lânet:Lânetlenen Zümreler ve Özellikler
Hadis-i
“(Yahûdiler, Peygamberlerle alay ederek) ‘Kalplerimiz perdelidir’ dediler. Bilâkis, küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etti. O yüzden onlar, pek azı hâriç, iman etmezler.
Daha önce kâfirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat’ı doğrulayan bir Kitap gelip de Tevrat’tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkâr ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle kâfirlere, inkârcılaradır.” (2/Bakara, 88-89)
Lânet; Anlam ve Mâhiyeti
“Lânet”, lügatta kovma ve uzaklaştırma manalarında kullanılmaktadır. “Tel’în”, lânet etmek ve azaba uğratmak demektir. “Mel’ûn” kelimesi ise, lânet olunmuş anlamına gelir. Allah Teâlâ tarafından vuku bulan lânet, dünyada hayır ve tevfikten/başarıdan, âhirette ilâhî lütuf ve rahmetten uzaklaştırılmak manasını ifade etmektedir. Halk tarafından yapılan lânetler, sövme ve beddua anlamında kullanılmaktadır.
İslâm, konuşmalarımızda muhtevâ ve üslûp olarak güzelliğe riâyet etmemizi emretmektedir (bkz. 2/Bakara, 83). Kalp incitecek bir kelime bile sarf edilmemesi gerektiğini, ana babaya “öf” demeyi yasaklayan âyetten (17/İsrâ, 23) yola çıkarak değerlendirebiliriz. Sözlerin tümünün hayırlı olmasının emredildiğini, söz israfına, boş söze ve lehve’l-hadise yer vermektense susmanın daha faydalı olduğunu bilen mü’min, gönül kırıcı, kaba veya itici sözlerden kaçınmayı, cehennemden kaçmak gibi görecektir. Halkın bazı yanlış telâkki ve davranışlarındaki hatalardan dolayı “münâfık”, “kâfir” veya “mel’un” gibi damgalandırmalar, bazen onların hatalarından daha büyük bir suçu yüklenmek olacaktır. (Mehmed Emre, Lânetlenmiş Kişiler ve İşler, s. 7-8)
Lânet etmek: İnsanların birbirine lânet etmesi; “Allah’ın lânetine uğra!”, “lânet olsun!”, “mel’ûn!” gibi tâbirleri kullanmakla gerçekleşir. “Allah’ın rahmetinden uzak olasın!” anlamına gelir. Hak etmeyen bir kimseye lânet etmek veya çokça lânet tabirini kullanmak, büyük günahlardan kabul edilir. “Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.” (Buhârî, Eymân 7, Cenâiz 84, Edeb 44, 73; Müslim, İman 176 -110-; Tirmizî, İman 16)
Âlimler, yaşayan muayyen bir kimseye lânet etmenin haram olduğunda ittifak ederler. Çünkü lânet, “Allah’ın rahmetinden uzak kılma” manasına gelir. Hali, içyüzü ve son durumu kesin olarak bilinmeyenin, Allah’ın rahmetinden uzak olmasını dilemek câiz olmaz. Bu sebeple âlimler, “ister müslüman, ister kâfir ve isterse hayvan olsun, muayyen birine lânet etmek câiz değildir” demişlerdir. Bir kimsenin son halini sadece Allah bilir. Ebû Cehil ve İblis gibi küfür üzerine öldüğü veya öleceği bir nassla bilinenlere lânet edilebilir. Kâfir olarak öldüğü veya öleceği bilinmeyenlere açıkça lânet câiz değildir. Ama, vasıfla lânet haram değildir. Fâiz yiyen veya yediren, zâlimler, fâsıklar, kâfirler, bid’atçılar gibi hadislerde lânet izâfe edilenler, belirli bir şahsı bu çerçevede tâyin etmeden lânet edilebilir.
İnsanlara ulu orta lânet etmek, sövmek gibi, hatta ondan daha ağır bir kötü sözdür. Rasûlullah (s.a.s.), kötü sözlü olmayı mü’minlik vasfıyla bağdaştırmaz. Kur’an ve Sünnet, hangi çeşidi olursa olsun, kötü sözü yasaklar. Âhirette hesabının zor verileceği amellerden olduğu ve gönüllerde açtığı yaranın, bıçak ve kılıç yarasından daha derin olmasından dolayı, dinimiz, hayrın dışında söz söylemektense susmayı emreder.
Lânet; kötü söz, hakaret ve sövme anlamında kullanılır. Ama esas anlamı, Allah’ın rahmetinden uzak kalması için bedduâdır. Kelimenin esas anlamı budur. Hadis-i şerifte, içki içen kimseye lânet etmenin Rasûlullah tarafından yasaklanması (Buhârî, Hudûd 5) gösterir ki, Allah ve Rasûlünü seven kimse için, bir mü’min için, büyük günahlar da işlese lânet etmek haramdır. Böylelerine Allah’tan mağfiret dilemek daha uygundur. Kişi dinden çıkmadıkça, günahı sebebiyle lânet edilmesi câiz değildir. Ama, başkalarına kötü örnek olacak şekilde günahı açıktan işleyen, başkalarını haramlara alıştıran, insanları Allah’a isyana teşvik eden bir fâsığa lânet câiz görülmüştür.
İhtiyatlı âlimlere göre, muayyen bir kimse için, lânet tavsiye edilmez; bazı amelleri işleyenleri caydırmak için kötü fiilleri engellemek kasdıyla genel olarak bazı vasıfları taşıyanlar lânetlenebilir; Peygamberimiz’in yaptığı bundan ibarettir. Başta İmam Buhârî olmak üzere birçok âlim, açıktan günah işleyen fâsıklara ve özellikle zâlimlere ve tâğutlara genel bir üslûpla beddua etmenin câiz olacağına hükmetmişlerdir. Bir kimsenin ismen lânet edilmesi, onu günahta ısrara veya tevbesinin kabulü hususunda ümitsizliğe atabilir; halbuki bedduâ ve lânet, muayyen bir şahsa değil de günahkârlara genel bir üslûpla yapılacak olursa, bu o günahı işlemekten kaçındırma ve caydırma olur, insanın kötülüğü değil, iyiliği hedeflenmiş olur.
Lânet kavramını tanımak, insanları ulu orta tel’in etmeye vesile olmamalı; kendimiz ve yakın çevremizin lânetlenmiş kötülüklerden uzaklaşmamız ve başkalarını münkerden yasaklama görevimiz için değerlendirilmelidir. Müşrikleri muvahhid mü’min, münâfıkları samimi müslüman, günahkârları hayırda ve sevapta yarışan mücâhid haline getirmek için dinimizin hepimize görevler yüklediğinin bilincinde olmalıyız. Lâneti hak ettiren kötülükleri bilmek, öncelikle o tür hataların en küçüğünün ve en gizlisinin bile kendimize bulaşmasına müsâmaha ile bakmamak, kötü amele buğz etmek, fakat kötü insanı ıslâha çalışmak anlayışına hizmet etmelidir.
Rasûlullah, Lânet Edici De
ğil; Rahmet PeygamberiydiBeşeriyet küfür, dalâlet ve cehâhet içinde bocalayıp putlara tapmakta iken âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, kendisinin lânet edici olarak gönderilmediğini ifade etmiş, yoldan çıkmış insanları gece gündüz, gizli açık İslâm’a dâvet etmiş, sırât-ı müstakîmi göstermiştir. Sahâbelerden bazıları, müşriklerin toptan helâk edilmesi için rahmet peygamberinden bedduâ etmesini ısrarla istemişlerdi. Güzel ahlâkın ve merhametin en asil örneği olan o yüce rasûl, bu isteği kesin bir dille reddediyor ve kâfirlerin cezalandırılmasını değil; hidâyetini istiyordu.
Bu konudaki hadis-i şerif şöyledir: Peygamber Efendimiz’e “ey Allah’ın rasûlü! Müşriklerin (helâk olması için) aleyhlerine duâ (bedduâ) et, onları lânetle!” diye rica edilmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hiç şüphe yok ki ben, lânet edici bir peygamber olarak gönderilmedim; ancak rahmet (ve hidâyet vesilesi) olarak gönderildim.” (Müslim, Birr 87; Kütüb-i Sitte, 15/145)
Enes bin Mâlik (r.a.)’in rivâyeti, rahmet peygamberinin özelliğini açıklar: “Rasûlullah (s.a.s.), hiçbir kimseye kötü söz söyleyen, lânet eden ve söven bir kişi olmadı. (Bir kimseye) öfkelenip darıldığında “alnı topraklanası o kimseye ne oluyor?” derdi.” (Buhârî, c. 7, s. 84)
Rasûlullah (s.a.s.), öfkeli haldeyken de ancak hakkı söyler, hak olanı yapardı. Fakat Allah adına olan öfkesi, ona suçlunun cezalandırılmasında sabır ve teenniyi terk ettirir ve acele etmesine sebep olurdu. Bu hususta Hz. Ali şunu söyler: “Hz. Peygamber, hiçbir vakit, nefsi için intikam peşinde koşmadı. Onun insanları cezalandırması, Allah’ın haramlarının çiğnenmesine karşı idi.” (Kütüb-i Sitte, 15/166)
Lâneti Yasaklayan Hadis-i
Şerifler“Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.” (Buhârî, Eymân 7, Cenâiz 84, Edeb 44, 73; Müslim, İman 176 -110-; Tirmizî, İman 16; Ebû Dâvud, İman 9; Nesâî, Eymân 7; Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi 16/366)
“Mü’min, ne ta’n edici, ne lânet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayâsızdır.” (Tirmizî, Birr 48 -1978-) (Ta’n etmek: Birini ayıplamak, şerefini düşürmek, onur kırıcı kusur izâfe etmek demektir.)
“Sıddîk bir kimse için lânet edici olmak yakışmaz.” (Müslim, 8/23)
“Lâneti çokça yapanlar, Kıyâmet gününde şefaatçi olamazlar, şehid/şâhid de olamazlar.” (Müslim, Birr 85 -2598; Ebû Dâvud, Edeb 53)
“Birbirinize karşı Allah’ın lânetiyle lânetleşmeyin. Allah’ın gazabı ve cehennem temennisiyle birbirinize ilenip bedduâda bulunmayın.” (Ebû Dâvud, Edeb 53; Tirmizî Birr 48)
“Bir kul, herhangi bir şeye lânet ettiği vakit, o lânet semâya doğru yükselir. Gök kapıları hemen onun önüne kapatılır. Sonra o, yere doğru iner. Arzın kapıları da ona kapatılır. Sonra sağa ve sola (doğru) yol tutarsa da, gidecek bir yer bulamaz. Nihayet lânet olunan kişiye dönüş yapar. Eğer o, buna lâyık ise orada kalır. Şayet o, buna ehil değilse, bu sözü sarf edenin kendisine döner (ve onun üzerinde kalır).” (Ebû Dâvud, 4/277) “Bir kimse, diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime kendine döndürülür.” (Buhârî, Edeb 44)
Peygamberimiz zamanında bir adamın elbisesini rüzgâr çekip açmıştı. Bunun üzerine o, rüzgâra lânet etti. Bunu duyan Peygamber (s.a.s.), şöyle buyurdu: “Ona lânet etme! Zira o (esmeye) memur kılınmıştır. Kim ehli olmayan bir şeyi lânetleyecek olursa, yapılan o lânet, kendi üzerine döner.”(Ebû Dâvud, Edeb 53; Tirmizî Birr 48; Kütüb-i Sitte, 15/153)
Rasûlullah (s.a.s.)’ın seferlerinden birinde ensârdan bir kadın, deve üzerinde yolculuk yapıyordu. Bir ara kadının gönlü daralıp (hayvana kızdı ve) ona lânet etti. Rasûlullah, bu sözü işitince, “devenin üzerindeki eşyaları alın ve deveyi (kendi haline) bırakın, salıverin. Çünkü o, lânetlenmiştir.” buyurdu. Hadisi rivâyet eden Imrân (r.a.) diyor ki: “Sanki ben deveyi insanlar arasında yürürken görür gibiyim; kimse ona dokunmuyordu.” (Müslim, Birr 80 -2595-; Ebû Dâvud, Cihad 55)
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Lakabı Hımâr olan bir adam vardı. Bu, zaman zaman Rasûlullah (s.a.s.)’ı güldürürdü. Hz. Peygamber bu adamı, içki sebebiyle ceza olarak dövdürmüştü. Bir gün yine içki suçuyla getirildi. Rasûlullah emretti, celde uygulandı. Cemaatten birisi: ‘Allah’ım şu adama lânet et! Kaç sefer içki sebebiyle getirildi, (bir türlü ıslah olmuyor)’ diye bedduâ etti. Rasûlullah (s.a.s.): “Ona lânet etmeyin. Allah’a yeminle söylüyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa o da Allah ve Rasûlü’nü (samimiyetle) sevmiş olmasıdır” buyurdu. (Buhârî, Hudûd 5; Kütüb-i Sitte, 6/288) Ebû Dâvud’daki rivâyette, bu olay üzerine Peygamberimiz’in şöyle buyurduğu belirtilir: Böyle söylemeyin, fakat şöyle deyin: ‘Ey Allah’ım, ona rahmet et, onun taksiratını affet!” (Kütüb-i Sitte, 6/288)
Kur’an-
ı Kerim’de LânetKur’ân-ı Kerim’de lânet kelimesi ve türevleri 41 yerde geçer. Kitabımız’da lânetlenmiş zümreler ve özellikler şunlardır:
Yahûdiler: “(Yahûdiler, Peygamberlerle alay ederek) ‘Kalplerimiz perdelidir’ dediler. Bilâkis, küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etti. O yüzden onlar, pek azı hâriç, iman etmezler.” (2/Bakara, 88)
“Daha önce kâfirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat’ı doğrulayan bir Kitap gelip de Tevrat’tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkâr ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle kâfirlere, inkârcılaradır.” (2/Bakara, 89)
“... (O yahûdilerin) üzerlerine zillet (alçaklık) ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musîbetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Onların hepsi, sadece isyanları ve düşmanlıkları sebebiyledir.” (2/Bakara, 61)
“Yahûdilerden bir kısmı, kelimeleri tahrif edip yerlerinden değiştirirler, dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak ‘işittik ve karşı geldik’ , ‘dinle, dinlemez olası’, ‘râinâ’ derler. Eğer onlar ‘işittik, itaat ettik’, ‘dinle’ ve ‘bizi gözet’ deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık onlar, pek azı hâriç, iman etmezler.” (4/Nisâ, 46)
“Ey ehl-i kitab! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, Cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (4/Nisâ, 47)
“Yahûdiler: ‘Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır)’ dediler. Hay dedikleri yüzünden kendi elleri bağlanası ve lânet olası (insanlar)! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir...” (5/Mâide, 64)
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, isyan edip söz dinlememeleri ve taşkınlık yapıp sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve azap içinde devamlı kalıcıdırlar.” (5/Mâide, 78-80)
Ve bir-iki hadis-i şerif: “Allah, yahûdilere lânet etsin. Onlara (hayvanların) içyağı(nı yemek) haram kılındı da onlar bunu eritip sattılar.” (İbn Mâce, 2/1122)
“Allah yahûdilere ve hıristiyanlara lânet etsin! Onlar, peygamberlerinin kabirlerini mescide çevirdiler. (Onlar üzerinde veya onlara karşı namaz kıldılar.)” (Buhârî Salât 54; Müslim, Mesâcid 20; Ebû Dâvud, Cenâiz 76; Nesâî, Cenâiz 106)
Hıristiyanlar: “Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: ‘Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (3/Âl-i İmrân, 61) Bu âyete mübâhele âyeti denir ki, bir meselede haklı olanın ortaya çıkması için karşılıklı lânetleşmek demektir. Tefsircilerin belirttiğine göre Necran hıristiyanlarından bir heyet, Rasûlullah (s.a.s.)’ın huzuruna gelerek, Kur’an Hz. İsa’nın babasız doğduğunu kabul ettiğine göre onun –hâşâ- Allah olması lâzım geleceğini iddia ettiler. Hz. Peygamber onları, bir araya gelerek kim yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesi için dua etmeye çağırdı. Fakat Necran heyeti buna yanaşmayarak müslümanların himayesine girmeyi kabul eden bir antlaşma imzalayıp gittiler.
Ehl-i Kitap: “Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla (sahte tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: ‘Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar! Bunlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir; Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.” (4/Nisâ, 51-52)
“(Onlara) şöyle de: ‘Ey Kitap ehli! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz, fâsıksınız/yoldan çıkmış kimselersiniz. De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (5/Mâide, 60)
Kâfirler: “Âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyyen lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır.” (2/Bakara, 161-162)
“Şu muhakkak ki, Allah kâfirlere lânet etmiş, onları rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.” (33/Ahzâb, 64-65)
“Allah’a iftira eden ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir?! Onların Kitaptaki nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz (melekler) gelip canlarını alırken ‘Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz tanrılar nerede?’ derler. (Onlar da) ‘Bizden sıvışıp gittiler’ der. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler. Allah buyuracak ki: ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!’ Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, ‘Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ diyecekler. Allah da: ‘Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz’ diyecektir.” (7/A’râf, 37-38)
“...Allah’ın lâneti, kâfirlere, inkârcılaradır.” (2/Bakara, 89).
“İman ettikten, Rasûl’ün hak olduğuna şehâdet ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra küfre sapıp inkâr eden bir kavme Allah nasıl hidâyet nasip eder? Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lâneti onların üzerinedir.” (3/Âl-i İmrân, 86-87) (Ayrıca, bkz. 9/Tevbe, 68).
Münâfıklar: “Allah erkek münâfıklara da, kadın münâfıklara da, kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vaad etti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap da vardır.” (9/Tevbe, 68)
“Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, Allah'a şirk/ortak koşan erkeklere ve kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!” (48/Fetih, 6)
Putperestler: “(İbrâhim onlara) dedi ki: ‘Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra Kıyâmet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.” (29/Ankebût, 25)
Allah’ı ve Rasûlünü İncitenler: “Allah ve Rasûlünü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.” (33/Ahzâb, 57) (Bunların, özellikle yahûdiler, hıristiyanlar ve müşrikler olduğu söylenir.)
Zâlimler: “Cennet ehli cehennem ehline: ‘Biz Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk, siz de Rabinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenir. ‘Evet!’ derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun!’ diye bağırır. Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zâlimlerdir. Onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” (7/A’râf, 44-45)
“O gün zâlimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!” (4/Mü’min, 52)
“... Bilin ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.” (11/Hûd, 18)
Reisler ve Büyükler (İnsanları Saptıran Lider ve Yöneticiler): “Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: ‘Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!’ derler. ‘Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar’ derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (33/Ahzâb, 66-68)
“Allah buyuracak ki: ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!’ Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, ‘Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!’ diyecekler. Allah da: ‘Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz’ diyecektir.” (7/A’râf, 38)
Toplumu Allah’ın indirdikleri dışında yöneten, onları yanlış yollarda yürüten liderlere ve egemen güçlere hem kendi kâfirliklerinden ve hem de başkalarını doğru yoldan saptırdıklarından ötürü; bunların peşinden gidenlere de hem kâfir olduklarından ve hem de sapık liderleri taklit etmelerinden dolayı iki kat azap edilecektir.
Bir Mü’mini Öldürenler: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (4/Nisâ, 93)
Yalancılar: “Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim olabilir? Onlar (Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: ‘İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Bilin ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir. Onlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. Âhireti inkâr edenler de onlardır.” (11/Hûd, 18-19)
“Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: ‘Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (3/Âl-i İmrân, 61)
Hakkı Ketmedip Gizleyenler: “Biz Kitapta açıkça belirttikten sonra, indirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak, tevbe edip durumlarını düzeltenler ve hakkı açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Zira Ben onları bağışlarım ve Ben tevbeleri fazlaca kabul eden ve çok merhamet edenim.” (2/Bakara, 159-160)
Fesat ve Fitne Çıkaranlar: “Andolsun, münâfıklar/iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden ) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. Hepsi de lânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (33/Ahzâb, 60-62)
Sözden Cayanlar, Sıla-yı Rahmi Terk Edenler ve Fesatçılar: “Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.” (13/Ra’d, 25)
“Geri dönerseniz, yeryüzünde fesatçılık/bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız? İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (47/Muhammed, 22-23)
İblis/Şeytan:
“Allah onu (şeytanı) lânetledi; o da: ‘Yemin ederim ki kullarından bir pay edineceğim’ dedi.” (4/Nisâ, 118)“Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp içine de rûhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın! Bütün melekler hep birlikte secde ettiler. Yalnız İblîs secde etmedi. Zira o istikbâr etti/büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah: ‘Ey İblîs! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?’ dedi. İblîs, ‘Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın’ dedi. Allah, ‘çık oradan (cennetten)! Sen artık kovulmuş birisin. Cezâ gününe kadar lânetim senin üzerindedir’ buyurdu.” (38/Sâd, 71-78) (Benzer âyetler için bkz. 15/Hıcr, 28-35)
Firavun: “Fir’avn, Kıyâmet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, Kıyâmet gününde de lânete tâbi tutuldular. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!” (11/Hûd, 98-99)
“O (Fir’avn) ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zâlimlerin sonu nasıl oldu?! Onları, (insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar Kıyâmet gününde de kötülenmişler arasındadır.” (28/Kasas, 39-42)
Âd Kavmi: “İşte Âd (kavmi)! Onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler, peygamberlerine âsi oldular, inatçı her zorbanın emrine uydular. Böylece onlar hem bu dünyada, hem de Kıyâmet gününde lânete tâbi tutuldular. Bilin ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Yine) bilin ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzak kaldılar.” (11/Hûd, 59-60)
Nâmuslu Kadınlara İftira Atanlar: “Namuslu, kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara (iftira) atıp zina isnadında bulunanlar, dünyada da, âhirette de lânetlenmişlerdir. Dilleri, elleri ve ayaklarının, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerine şahitlik edeceği bir günde onlar için çok büyük bir azap vardır.” (24/Nûr, 23-24)
Lian/Mülâane: “Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.” (24/Nûr, 6-9)
Bu âyetlerdeki uygulama, İslâm aile hukukunda “lian” terimi ile ifade edilir. Karısının zina suçu işlediğini iddia eden bir koca, eğer iddiasını ispat için dört şahit getiremezse, karı ve koca hâkim huzuruna celbedilerek liâna davet edilir. Her iki taraf da doğruluklarını bu ifadelerle beyan ederlerse, erkek iftira (kazf) cezasından, kadın da zina cezasından kurtulur ve bu şekilde evlilik bağı sona erer.
Lânetli Ağaç: “Hani sana ‘Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır’ demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur’an’da lânetlenen ağacı, ancak insanları fitne/sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.” (17/İsrâ, 60)
Müfessirlerin ekseriyetine göre, âyetin, “görüntüler” diye tercüme edilen “rü’yâ” kelimesi, Hz. Peygamber’in Mi’râc gecesindeki müşâhedeleridir. “Kur’an’da lânetlenen ağaç” ise, cehennemdeki “zakkum ağacı”dır.
Hadis-i
Şeriflerde Lânet EdilenlerAna Babaya Lânet Etmek: “Allah, babasına ve annesine lânet edene lânet etsin. Allah’tan başkası adına hayvan kesene Allah lânet etsin. Bid’atçıyı (koruyup) barındırana Allah lânet etsin. Arâzi sınırını değiştirene de Allah lânet etsin.” (Müslim, 6/84)
Abdullah bin Ömer (r.a.)’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Kişinin (kendi) annesine babasına lânet etmesi, büyük günahların en büyüklerindendir.” buyurması üzerine ashâb: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bir kişi, annesine ve babasına nasıl lânet edebilir?” dediler. Rasûl-i Ekrem: “O, bir şahsın anasına babasına söver, o da (buna karşılık olarak) onun babasına ve anasına söver.” buyurdu (Buhârî, Edeb 4; Müslim, iman 146; Tirmizî, Birr 4; Ebû Dâvud, Edeb 129; Kütüb-i Sitte, 15/39)
Babasından Başkasına Nesep İddiasında Bulunmak: “Kim babasından başkasına intisap (başkasının çocuğu olduğunu iddiâ) ederse; Allah’ın, meleklerin ve insanların tamamının lâneti onun üzerine olsun!” (İbn Mâce, 2/860)
Fâiz Alıp Vermek: Abdullah bin Mes’ûd’dan rivâyet olunduğuna göre “Rasûlullah (s.a.s.) fâiz yiyene ve yedirene, onun şahitlerine ve onu yazan kâtibine lânet etmiştir.” (İbn Mâce, 2/764).
“Rasûlullah (s.a.s.) fâiz yiyene ve yedirene, (senedi yazan) kâtibe ve (onu imzalayan) şahitlere de lânet etti ve “bunların hepsi (günahta) müsâvidirler” buyurdu. (Müslim, 5/50)
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) fâiz yiyeni, yedireni, fâiz anlaşmasını yazanı, sadakaya/zekâta engel olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı, hulle yapanı, hulle yaptıranı lânetledi.” (Nesâî, Zînet 25; Kütübi-i Sitte, 15/160)
“Fâizden (para ve mal) çoğaltan hiçbir kimse yoktur ki, onun işinin sonucu azlık (ve perişanlık) olmasın!” (İbn Mâce, 2/765)
“Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa sakın misli misline olmaktan başka türlü almasın.” (Müslim, 5/47)
“Fâiz yetmiş üç çeşittir. En hafifi, bir adamın kendi anasını nikâhlamaya kalkışmasının dengidir. Fâizin ötesindeki günah ise, kişinin müslümanların ırzına saldırmasıdır.” (Feyzu’l-Kadîr, 4/50)
“Bir adamın bilerek yediği bir dirhem miktarı fâiz, Allah katında otuz altı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.” (Feyzu’l-Kadîr, 6/306)
“Helâk edici yedi şeyden sakının.” Ashâb: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar nelerdir?” dediler. Rasûlul-i Ekrem: “Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı öldürmek -meğer ki bir hak sebeple olsun- Fâiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum gününde savaş alanından kaçmak, namuslu mü’min ve hiçbir kötülükten habersiz kadınlara (zina iftirası) atmaktır.” (Buhârî, 3/195)
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlardan fâiz yemedik hiçbir fert kalmayacaktır. Kim yemezse ona da tozu (olsun) dokunacaktır.” (İbn Mâce, 2/765; Nesâî; Ebû Dâvud)
Kur’an da, yasaklanan diğer konulardan çok farklı ve büyük cezalarla fâiz konusunu gündeme getirir: “Fâiz yiyen kimseler (kabirlerinden), tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, ‘alışveriş (ticaret) de fâiz gibidir’ demelerindendir. Oysa ki Allah, ticareti helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de fâizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah'a kalmıştır (Allah dilerse onu affeder). Kim tekrar fâize dönerse, işte onlar ateşliktir, orada devamlı kalırlar. Allah, fâizi mahveder (fâiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları çoğaltır (içinden sadaka verilen malları bereketlendirir). Allah (günahta ısrar eden) günahkâr kâfirlerin hiçbirini sevmez. Şâyet (fâiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Rasûlü tarafından ilân edilmiş bir savaş ile karşı karşıya olduğunuzu iyi bilin. Eğer tevbe edip fâizcilikten vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmezsiniz ve haksızlığa da uğramazsınız.” (2/Bakara, 275-276, 279) (ve yine bkz. 3/Âl-i İmrân, 130-131; 2/Bakara, 278)
Rüşvet Alıp Vermek, İhtikâr (Karaborscılık) Yapmak: “Allah’ın lâneti, rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerine olsun!” (İbn Mâce, 2/775)
“Allah, rüşvet verene ve verdiği hükümde rüşvet alana lânet etsin.” (Feyzu’l-Kadîr, 5/268) “Allah; rüşvet verene, rüşvet alana ve ikisinin arasında elçilik yapana lânet etsin!” (Feyzu’l-Kadîr, 5/268)
“Malını satışa arzeden rızka erer; muhtekir (pahalanması için satmayıp bekleten karaborsacı) da lânete uğrar.” (Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, 17/247)
Şarap
İçmek ve İçirmek: “Rasûlullah (s.a.s.), şarap (ile ilgili husus)ta on kişiye; (üzümü) sıkana, sıktırana, içene, taşıyana, kendisi için taşıtılan kimseyen, sâkîsine (garsonuna), satıcısına, bedelini (kazancını) yiyene, satın alana, kendisi için satın alınana lânet etti.” Tirmizî, Tirmizî şerhi Tuhfetul-Ahvezî, 4/516-517)“Her sarhoşluk veren (içki), hamrdır ve her hamr da haramdır.” (Müslim, 6/101) “Aklı örtücü her içki hamrdır, sarhoşluk veren her içecek şey de haramdır.” (Ebû Dâvud, 3/ 327) “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Müslim, 6/99)
Kur’an’da da içkinin yasaklığı ve bazı zararları net bir şekilde gündeme getirilir: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz, değil mi?” (5/Mâide, 90-91)
Hırsızlık Yapmak: “Allah hırsıza lânet etsin ki, o yumurta (ya benzeyen miğfer) çalar da eli kesilir, bir ip çalar da eli kesilir.” (Buhârî, 8/15; Müslim, 5/113)
“Allah, kefen soyucu (mezar soyguncusu) erkeğe de, mezar soyan kadına da lânet etsin.” (Muvatta, Cenâiz 44; Feyzu’l-Kadîr, 5/271; Kütüb-i Sitte, 15/163)
Lûtîlik (Cinsî Sapıklık/Homoseksüellik): “Lût kavminin işini (cinsî sapıklık/homoseksüellik) yapana Allah lânet etsin!” (Ahmed bin Hanbel, I/309; Tirmizî, Tuhfetu’l-Ahvezî, 5/21)
“Ümmetim için korktuğum şeylerin en korkunç olanı, Lût kavminin ameli (olan çirkin ilişki)dir.” (Tirmizî, Tuhfetu’l-Ahvezî, 5/23)
“Kim karısına arka tarafından (ters ilişkiye girer,) varırsa mel’undur!” (Ebû Dâvud, 2/249)
Kur’ân-ı Kerim de bu davranışın çirkinliğini ve bu işi yapanların helâkini ibretlere sunar: “Lût’u da (peygamber olarak kavmine gönderdik). Kavmine şöyle demişti: ‘Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız? (Bu ilâhî ikazdan sonra hâlâ) siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz! Kavminin cevabı, sadece ‘Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmış’ demelerinden ibaret oldu. Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesnâ; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik. Onların üzerine öyle bir yağmur indirdik ki... Ne kötü idi uyarılan (fakat aldırmayan)ların yağmuru!” (27/Neml, 54-58) (ve benzer âyetler için bkz. 26/Şuarâ, 165-173; 29/Ankebût, 33-35)
Hayvana Tecâvüz Etmek, Allah’tan Başkası Adına Hayvan Kesmek, Âmânın Yolunu Şaşırtmak: “Kendi babasına ve annesine söven kimse mel’ûndur. Allah’tan gayrisi adına hayvan kesen mel’undur. Arâzinin hududunu (gösteren işaretleri) değiştiren kimse mel’undur. Gözleri görmeyen bir şahsı yoldan saptıran mel’undur. Hayvana düşkün olan (tecâvüz eden) adam mel’undur. Lût kavminin (homoseksüellik) işini yapan kimse de mel’undur!” (Müslim, Edâhî 43; Nesâî, Dahâyâ 34; Ahmed bin Hanbel, I/217; Kütüb-i Sitte, 15/159)
Kadınlara Benzemeye Çalışan Erkekler ve Erkeklere Benzeyen Kadınlar: “Rasûlullah (s.a.s.), kadın elbisesi giyen erkeğe de, erkek elbisesi giyen kadına da lânet etti.” (Ebû Dâvud, 4/60)
“Rasûlullah (s.a.s.), (giyinmede, yürüyüşte ve sâir davranışlarda) erkeğe benzemeye özenen kadına lânet etti.” (Ebû Dâvud, 4/61) “Rasûlullah (s.a.s.), kadın gibi davranan erkeklere de, erkeğe benzemeye özenen kadınlara da lânet etti.” (Tirmizî, Tuhfetu’l-Ahvezî, 8/70) “Rasûlullah (s.a.s.), kendini kadına benzeten erkeklere de, erkeklere benzemeye özenen kadınlara da lânet etmiştir.” (Buhârî, 7/55: İbn Mâce, 1/614; Kütüb-i Sitte, 7/493)
Kocasının Dâvetine İcâbet Etmeyen Kadın: “Kocası, hanımını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar (veya yatağa gelinceye kadar) kadına lânet okurlar.” Bir başka rivâyette: “Kadın, küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lânetler.” (Buhârî, Nikâh 85, Bed’ü’l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120-122; Ebû Dâvud, Nikâh 41; Kütüb-i Sitte, 10/66-67)
Vücuda Dövme Yaptıran ve Hılkati (Allah’ın Yarattığı Şekli) Değiştirenler: “Allah; dövme yapan ve yaptıran, yüzdeki tüyleri yolan ve yoldurtan, güzellik için dişlerinin arasını yontan ve Allah’ın yarattığı (şekli)ni değiştiren kadınlara lânet etsin!” (Müslim, 6/166-167; Buhârî, 7/61-62)
Bir Acı Olay Karşısında Yaygara Koparan, Yas Tutan Kadınlar: “Rasûlullah (s.a.s.), (ölü için ağlarken) yüzünü tırnaklayan, yakasını yırtan kadına ve helâk (oldum) helâk (diyerek) halkı çağıran (ve yaygara yapan) kadına lânet etmiştir.” (İbn Mâce, 1/505) “Rasûlullah (s.a.s.), (ölen kimsenin iyiliklerini sayarak) yas tutan kadına da, onu(n söylediklerini) dinleyen kadına da lânet etmiştir.” (Ebû Dâvud, 3/194; Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, 17/142)
Hulle Yapan ve Yaptıran: “Allah, hulle yapan erkeğe de, kendisi için hulle yapılan kocaya da lânet etsin!” (İbn Mâce, 1/623; Ebû Dâvud, 2/227) (Hulle yapan ve hulle yapılan: Üç talakla boşanan bir kadının, ilk kocasına helâl olmasını sağlamak düşüncesiyle ve cinsî yakınlıkta bulunduktan sonra boşamak üzere nikâhlayan anlaşmalı koca ve buna rızâ gösteren ilk kocadır.)
Ana ile Çocuğunun Arasını Ayıran: “Rasûlullah (s.a.s.) anne ile çocuğunun ve kardeşle kardeşin arasını ayıran kimseye lânet etmiştir.” (İbn Mâce, 2/756)
Hayvanlara İşkence Yapan: “Peygamber (s.a.s.), canlı bir hayvana (kulağını, kuyruğunu keserek veya silâh atışına hedef yaparak) işkence yapan kimseye lânet etti.” (Buhârî, 6/228) “Rasûlullah (s.a.s.), kendisinde rûh (can) bulunan herhangi bir şeyi atış hedefi yapan kimseye lânet etti.” (Müslim, 6/73)
“Lânete sebep olan üç yere abdest bozmaktan kaçının: Su yollarına, işlek yollara ve gölgeliklere.” (Ebû Dâvud, Tahâret 14; Müslim, Tahâret 68; Kütüb-i Sitte, 10/363)
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) Tebük seferi sırasında, helâk edilen Semûd kavminin yurdu olan Hıcr’a uğradığı zaman:
“Nefislerine zulmedenlerin meskenlerine girerken onların mâruz kaldığı musîbetin size de gelmesi korkusuyla ağlayarak girin!” buyurdu. Sonra başını (rıdâsıyla) örtüp yürüyüşünü hızlandırdı ve vâdiyi geçinceye kadar bu hâl üzere devam etti.” (Buhârî, Enbiyâ 7, Mesâcid 53, Meğâzi 80, Tefsir, Hıcr 2; Müslim, Zühd 38-40). Diğer bir rivâyette, “Şu anda sizler, mel’ûn (lânete uğramış) bir vâdidesiniz; onun için hızlanın (buradan çabuk çıkın) Kim buranın suyu ile hamur yaptı, tencere kaynattı ise ters çevirsin.” Bir diğer rivâyette: “Bu azaba uğrayanların yanına girmeyin. Ancak ağlayarak girerseniz o başka. Eğer ağlamazsanız yanlarına girmeyin de onlara gelen belâ size de gelmesin.” (Kütüb-i Sitte, 7/250-251) Yine İbn Ömer anlatıyor: “Halk, Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte Hıcr’a, Semûd kavminin yurduna inince, kuyularından su aldılar ve onunla hamur yoğurdular. Efendimiz, onlara derhal aldıkları suyu dökmelerini ve hamurları develere yem yapmalarını emretti. Ayrıca, Hz. Sâlih’in devesinin su içtiği kuyudan su almalarını emretti.” (Buhârî, Enbiyâ 17; Müslim, Zühd 40)
Konuyla
İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek KaynaklarFi Z
Hak Dini Kur'an Dili, Elmal
ılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 346-347Kur’an-
ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s . 191-193Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akça
ğ Y. c. 3, s. 208-209, 214, 219Hadislerle Kur’ân-
ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 417El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân,
İmam Kurtubî, Buruc Y. c. 2, s. 212-216Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 115-118
Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 184, 188-189
İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 13, s. 436
Şâmil
İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 2, s. 224-225; c.4, s. 17-18Kur’an Ansiklopedisi, S. Ate
ş, KUBA Y. c. 6, s. 381-387Lânetlenmi
ş Kişiler ve İşler, Mehmet Emre, Erhan Y.İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 155, 272
Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlü
ğü, Mustansır Mîr, İnkılâb Y. s. 127-129İslâm İnançları Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi Y. s. 113, 283