MAİDE SURESİ 3

1- Kurânı Kerim’in Azameti: 3

2- Ahid, Akid Ve Sözlere Bağlılık: 4

3- Dört Ayaklı Davarlar: 5

4- Sünnet De Kur'ân-I Kerim'in Kapsamı İçerisindedir: 6

5- Avlanma Yasağı: 6

6- İkram Ve Harem Bölgesi: 7

7- Allah Dilediği Gibi Hüküm Koyandır: 7

1- Mü'minlerin Allah'ın Yasaklarını Çiğneyçmeyecekleri: 8

2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması, Alâmetlendirilmesi: 8

3- Haram Aylara Saygısızlık: 9

4- Hediyelik Kurbanlıklar Île Gerdanlıktılar: 9

5- İhrama Girmek Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanhk Takmak: 10

6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen Ikram Sayılır: 10

7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler: 11

8- Beyt-İ Haram  Kastedip Gelenler Ve Nüzul Sebebi: 11

9- Âyet-i Kerimede Nesh Edilen Buyruklar İle Îlgili Görüş Ayrılıkları: 12

10- Kâfirin Kendi Kanaatine Göre İbadeti: 12

11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü Ve Aslen Mubah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu: 12

12- Kin Ve Adalet: 13

13- Yardımlaşmanın Esası: 14

1. El-Bakara 173. Âyetinde Haram Oldukları Belirtilenler: 15

2- Boğularak Öldürülenler: 15

3- Vurularak Öldürülenler: 15

4- Yüksek Bir Yerden Yuvarlanarak Ölenler: 16

5- Süsüterek Öldürülenler: 16

6-Yırtıcı Hayvanlar Tarafından Yenilmiş Olanlar: 16

7- Ölmeden Önce Kesilebilenler: 17

8- Ikzkiye (Şefi Kesim)'İn Mahiyeti İle Anne Karnındaki Ceninin Kesimi: 17

9- Tezkiye"nin Kelime Anlamları: 18

10- Tezkiye (Kesim)'in Yapılacağı Âletler: 18

11- Kesimin Keyfiyeti: 19

12. Boyun Bölgesinde Kesimin Yeri: 19

13- Kesim Kaç Defada Tamamlanmalıdır: 20

14- Kesicinin Nitelikleri: 20

15- Yabanileşen Evcil Hayvanların Kesimi: 20

16- Kesilecek Hayvana Güzel Davranmak: 21

17- Dikili Taşlar Üzerinde Kesilenler: 22

18- Fal Okları Ve Onun Hükmündeki Sair Davranışlar: 22

19- Îyiye Yormak (Tefe'ül): 23

20- Fısk'ın Mahiyeti: 24

21-Ümit Kesen Kâfirler Ve Onlardan Korkmama Gereği: 24

22. Kemale Erdirilen Din; 24

23- Tamamlanan İlâhî Nimet: 25

24- Bu Âyetin Nüzulünden Önce Din Eksik Miydi? Ve Bundan Önce Vefat Edenlerin Durumu: 25

25- Allah'ın Razı Olduğu Din: 26

26- Zorunluluk Hali: 26

27- Zorunluluk Halinde Bile Günaha Meyledilmez: 27

1- Âyetin Nüzul Sebebi: 27

2- Helâl Kılınan Şeyler: 27

3- Eğitilmiş Av Hayvanlarının Avladıkları: 28

4- Köpek Vasıtasıyla Avlanan Hayvanın Yenilmesi Îçin Aranan Şartlar: 28

5- Avlanmak İçin Kullanılan Hayvanın Eğitilmesi: 28

6- Avcının Dikkat Etmesi Gereken Hususlar: 29

7- Kıraat Farkları: 29

8- Avcılıkta Kullanılan Hayvanın Eğitiminde Aranan Şartlar İle Avcılıkta Kullanılacak Kuşlar: 30

9- Hayvanın Avcı İçin Yakalamasının Anlamı: 30

10- Eğitilmiş Hayvanın, Avlanılan Hayvanın Kanından İçmesi: 31

11- Avın Avcı Hayvan Tarafından Yaralanmış Olması: 31

12- Avlanılan Hayvan Yaralanmaksızın Ölürse: 32

13- Kaybolan Avın Hükmü: 32

14. Gayr-i Muzlimlerin Avlanmak İçin Eğitilmiş Köpekleriyle Avcılık Yapmak: 33

15- Av İçin Eğitilmiş Hayvan Avdan Yiyecek Olursa: 33

16-  Köpek Barındırmanın Caiz Olduğu Haller: 33

17- Alimin Cahile Üstünlüğü: 34

18- Allah'ın Adını Anarak Avlanmak: 34

19. Allah Korkusu (Takva): 35

1- Temiz Şeylerin Helâl Kılınışı Ve Dînin Üstünlüğü: 35

2- Kitap Ehlinin Yiyecekleri: 35

3- Kitap Ehlinin Kesim Hayvanları Dışında Kalan Yiyecekleri: 36

4- Kitap Ehlinin Kesiminin Hükme Etkisi: 36

5-  Mecusîlerin Kestikleri: 37

6- Sonradan Yahudi Ve Hıristiyan Olanların Durumu: 37

7- Kâfirlere Ait Kap Kaçakların Kullanılması: 37

8- Kitap Ehli Bizim Yiyeceklerimizi Yiyebilir: 37

9- İffetli Mü'min Kadınlar Ve Kitap Eklinin Kadınları: 38

10-  Îmanı İnkâr Etmenin (Kâfir Olmanın) Cezası: 38

1- Nüzul Sebebi: 38

2- "Namaza Kalkmak" İle İlgili Îîim Adamlarının Görüşleri: 39

3- Abdest Alırken Yüzü Yıkamak: 40

4- Abdestte Niyetin Hükmü: 41

5- Niyetin Takdim Ve Tehir Edilmesi: 42

6- Ellerin Yıkanması: 42

7- Başlara Mesh Etmek: 43

8- Baştan Mesh Edilmesi Gereken Miktar: 43

9- Başa Kaç Kere Mesh Verilir: 44

10- Meshin Keyfiyeti ve Başlama Yeri; 44

11- Başını Meskedecek Yerde Yıkarsa: 45

12- Başta Bulunan Diğer Organların Meshi: 45

13- Ayaklar: 46


 

MAİDE SURESİ

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

Rabbim, sen kolaylaştır.                                                                  

Allah'ın yardım ve inayeti ile başlıyoruz:

Bu sûre, icmâ ile Medine'de İnmiştir. Rasûlutlah (sav)'ın Hudeybiye'den dö­nüşünde nazil olduğu da rivayet edilmiştir. en-Nakkâs., Ebû Seleme'den şöyle dediğini zikretmektedir: Rasûlullalı (sav) Hudeybiye'den döndüğünde şöyle buyurdu: "Ey Ali, üzerime Mâide sûresinin nazil olduğunu farkettin mi? Hem onun faydası ne kadar da büyüktür!"

İbnü'l-Arabî der ki: Bu uydurma bir hadistir. Herhangi bir müslümanın bu­na (hadis olarak) inanması helâl değildir. Biz ise: "Mâide sûresi faydası ne kadar büyük bir sûredir" deriz ve bunu herhangi bir kimseden rivayet etme­yiz. Ancak, güzel bir sözdür.

İbn Atiyye ise der ki: Bana göre bu, Peygamber (sav)'ın sözüne benzeme­mektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu da rivayet edil­miştir: "Mâide sûresi Allah'ın melekûtunda el-Munkıze {kurtarıcı) diye anı­lır- Çünkü bu sûre, sahibini azap meleklerinin ellerinden kurtarır," Bu sûre­de Veda Haccı esnasında inen buyruklar olduğu gibi, Mekke'nin tethedildi-ği yılda nazil olan buyruklar da vardır ki, bu da yüce Allah'ın: "Bir kavme karşı beslediğiniz kin... sürüklemesin" (el-Mâide, 5/2) âyetidir.

Peygamber (sav)'m hicretinden sonra Kur'ân-ı kerimden indirilen bütün buyruklar, Medenîdir. İster Medine'de indirilmiş olsun, isterse de herhangi bir seferde indirilmiş olsun. Hicretten önce indirilen de Mekke'de inmiştir di­ye kayd edilir.

Ebû Meysere der ki: el-Mâide sûresi son İnen buyruklardandır. O sûrede mensûh bir hüküm yoktur. Yine bu sûrede, başka sûrelerde bulunmayan on-sekiz farz hüküm vardır ki, bunlar şu buyruklarda ifade edilmektedir: "Boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak, süsülerek ve yırtıcı bir hayvan tarafından yenilmiş hayvanlar; dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlananlar ve fal oklartyla kısmet aramanız size haram kılındı." (el-Mâ-ide, 5/5); "Allah'ın size oğrettikleriyle alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanla­rın, da sizin için tutuverdiklerinden yiyin," {el-Mâide, 5/4); "Ehl-i kitab'ın yiyeceği size helaldir...Sizden önce kitap verilenlerden iffetti kadınlar" (el-Mâide, 5/5) ile "Namaza kalkacağınız zaman..." (eİ-Mâîde, 5/6) buyruğun-da dile getirilen abdest almak; "Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadı­nın..." (.el-Mâide, 5/38); "Siz, ihramda iken avı öldürmeyin0 buyruğundan itibaren "Allak mutlak galiptir (Azizdir), intikam sahibidir" (el-Mâide, 5/95) buyruğuna kadar Üc; "Allah bahire, saîbe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır" (el-Mâide, 5/103) ve yüce Allah'ın: "Sizden birinize Ölüm gelip çattığı zaman... aranızda şahidlik..." (el-Mâide, 5/106) âyetle­rinde hükme bağlanan buyruklardır.[1]

Derim ki: Bundan başka ondokuzuncu bir farz daha vardır ki, bu da yü­ce Allah'ın: "Namaza çağırdığınızda,,," (el-Mâide, 5/58) buyruğunda dile ge­tirilmektedir. Kur'ân-ı kerim'de bu sûre dışında herhangi bir yerde ezandan söz edilmemektedir. el-Curnua sûresinde geçen ezan ise, Cuma gününe has bir ezandır. Bu sûrede sözü edilen ezan ise bütün namazlar hakkında umu­mî bir ezandır.

Peygamber (sav)'dan Veda Haca esnasında el-Mâide sûresini okuyup şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey insanlar, şüphesiz ki Mâide sûresi (Kur'ândan) nazil olan son bölümlerdendir. O bakımdan onun helâl bildir­diğini helâl belleyiniz, haram bildirdiğini de haram belleyiniz," [2]

Buna yakın bir rivayet, Hz. Aise'den de - ona mevkuten- nakledilmiş bu­lunmaktadır. Cubeyr b. Nufeyr der ki: Aişe (r.anhaVın huzuruna girdim, şöyle dedi: Mâide sûresini okuyor, (biliyor) musun? Ben, evet dedim, şöyle dedi: Mâide süresi Allah'ın indirdiği son buyruklardandır. O bakımdan, o sû­rede helâl diye bulduğunuz şeyi helâl biliniz, lıaram diye bulduğunum şeyi de haram diye belleyiniz.

eş-Şa'bî der ki: Bu sûreden yüce Allah'ın: "Haram olan aya hediye edilen kurbanlıklara... saygısızlık etmeyin" {el-Mâider 5/2) buyruğundan başka nes-hedilmiş bir buyruk yoktur Bazıları da şöyle demektedir: Bu sûrede: "Yahud sizden olmayan diğer iki kişi (şahid) olsun" (el-Mâide, 5/106) bölümü nesli olmuştur.[3]

 

1- Ey iman edenler! Ak idleri yerine getirin. İhramda iken avlanma­yı helâl saymamak şartı ile ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere, size dört ayaklı davarlar helâl kılındı. Şüphesiz Allah, di­lediği hükmü koyar.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:[4]

 

1- Kurânı Kerim’in Azameti:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler..." buyruğu ile ilgili olarak Alkame şöy­le der: Kur'ân-ı kerimde öEy iman edenler" nidası ile başlayan bütün buy­ruklar Medine'de inmiştir. "Ey insanlar" nidası ile başlayan buyruklar da Mek­ke'de inmiştir. Ancak bu, bu türden hitaplar hakkında çoğunlukla doğrudur. Buna dair diğer açıklamalar, daha önceden (el-Bakara, 2/21. âyetin tefsirin­de.) geçmiş bulunmaktadır.

Bu âyet-İ kerime, söz söyleme hakkında basiret sahibi olan herkese, fesa­hati ve lafızlarının azlığına rağmen ihtiva ettiği manalarının çokluğu ile, açıkça kendisini gösteren bir âyettir. Bu âyet-i kerime beş hüküm ihtiva et­mektedir:

1) Akidleri yerine getirme emri,

2) Dört ayaklı davarların helâl kılınması,

3) Bundan sonra gelenlerin istisna edilmesi

4) Avlanılanlar hususunda, ihramlı iken avlanılanların istisna edilmesi,

5) Âyet-i kerimenin iktizâ ettiği, ihramlı olmayan kimseler için avlanma­nın mubah oluşu.

en-Nakkâg'ın naklettiğine göre, el-Kindî'nin arkadaşları ona şöyle demiş­ler: Ey Hakim (bilge kişi), bize şu Kur'ân'ın benzerini yap. O, olur onun bir bölümünün benzerini yapayım demiş ve uzun sayılabilecek bir süre kimse­ye görünmemiş. Sonra ortaya çıkıp şöyle demiş: Allah'a yemin ederim bu­na gücüm yetmiyor, kimse de buna güç yetiremez. Ben, mushafı açtım, karşıma Mâide süresi çıktı, Baktım ki, ahde vefayı dile getirmekte, onu boz­mayı yasaklamakta. Genel olarak bir takım şeyleri helâl kılmakta, arkasından da ardı arkasına bazı şeyleri İstisna etmekte, daha sonra da kendi kudret ve hikmetini bize haber vermektedir. Bütün bunları da iki satırda ifade etmek­tedir. Herhangi bir kimse bunları ancak ciltlerle itade edebilir. [5]

 

2- Ahid, Akid Ve Sözlere Bağlılık:

 

Yüce Allah'ın: "Yerine getirin anlamına gelen buyruğundaki fiilin, İle  geklirtde iki söyleyişi vardır. Yüce Allah: Allah'tan daha çok ahdîni kim yerine getirir" (et-Tevbe, 9/îl) diye buyur­duğu gibi: Ahdini yerine getiren İbrahim..." (en-Necm, 5.V37) diye buyurmaktadır. Şair de şu beyilinde iki söyleyişi bir arada kuİ-lanmış bulunmaktadır:

"îbn Tavk'a gelince o, gerçekten sorumluluğunu eksiksiz yerine getirmiştir. Tıpkı Ülker yıldızına (mehir olarak) takdim edilen yıldızları önüne katıp

sürenin, ahdine vefa gösterdiği gibi."

"AkidLer", bağlar demektir. Tekili bağ anlamına gelendır. Ahdi ve ipi akdettim, denildiği gibi, "ğıl" li tasma'yı akdettim, de denilir, Akid keli­mesi, hem maddi şeyler hakkında hem de manevi şeyler hakkında kullanı­lır. Şair el-Hutay'a der k):

"Onlar öyle bir kavimdir ki, komşularına (ya da himayelerinde olanlara)

bir akid akdettikleri takdirde, Bağlarını üst üste herbir yandan sıkı sıkıya bağlarlar."

Şanı yüce Allah, akidleri yerine getirmeyi emr etmektedir. el-Hasen der ki: Yüce Allah, bunlarla borçlanma akidlerini kastetmektedir. Bunlar ise, kişinin alım satım, icare, kiralama, nikâh, boşama, müzâraa, musâlaha, temlik, mu­hayyer bırakma, azad etme, tedbir (köleyi ölümünden sonrası şartıyla azad etmek) ve buna benzer kendi üzerine yaptığı akidlerdir. Elverir ki bunlar şe­riatın dışında olmasın. Yine kişinin Allah için kendi üzerine akdettiği, (adattığı.) hac, oruç, itikâf, kıyanı, adak ve buna benzer İslâm dininde itaat kabul edilip, kişinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı hususlardır. Mubah olan adağa gelince, ümmetin icmâı ile bağlayıcı değildir. Bunu İbnü'l-Arabî söy­lemiştir,

Denildiğine göre âyet-i kerime yüce Allah'ın şu buyruğu sebebiyle kitap ehli hakkında nazil olmuştur: "Hani bir zamanlar Allah kendilerine Kitap verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı." (Âl-i İmran, 3/187) îbn Cüreyc der ki: Bu kitap ehline has bir akiddir ve bu âyet-i kerime de onlar hakkında na­zil olmuştur.

Âyet-i kerimenin umumî olduğu da söylenmiştir, doğru olan da budur. Çün­kü mü'minler lafzı, kitap ehlinin mü'minlerini de kapsamına alır. Çünkü, on­lar ile Allah arasında kitaplarında bulunan Muhammed (sav)'m durumu ile ilgili hususlardaki emaneti yerine getireceklerine dair bir akid vardır. O ba­kımdan onlar, bu akdi hem yüce Allah'ın: "Akİdteri yerine getirin" buyru­ğu ile, hem de başka yerlerdeki benzeri emirlerle yerine getirmekle emr olun­muşlardır.

îbn Abbas der ki: "Akldleri yerine getirin" buyruğu, helâl ve haram kıl­dığı, farz kıldığı ve diğer hususlara dair belirlemiş olduğu sınırlar hakkında akidîeri yerine getirin, demektir, Mücalıid ve başkaları da böyle demiştir. İbn Şihab der ki: Ben, Rasûlullah (sav)'ın Amr b. Hazm'ı, Necranlılara gönderdi­ği sırada ona yazmış olduğu mektubu okudum. Mektubun başında şu ifade­ler yer almaktaydı: "Bu, Allah'tan ve Rasulünden insanlara bir tebliğdir: "Ey iman edenler, akidîeri yerine getirin." O, burada yüce Allah'ın: "Muhak­kak Allah, hesabı pek çabuk görendir" (el-Mâide, 5/4) buyruğuna kadar bü­tün âyetleri yazdı.

ez-Zeccâc der ki: Buyruğun anlamı şudur: Allah'ın, sizin üzerinizdeki akidlerini ve sizin birbirinize karşı yaptığınız akidleri yerine getiriniz.

Bütün bu açıklamalar, buradaki akidlerin umum ifade ettiği görüşüne racidir. (TJmum kapsamına girmektedir.) Konu ile ilgili sahih olan görüş de bu­dur. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Mü'minler şartlarını yerine geti­rirler"[6] Yine şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Kitabında bulunmayan her bir şart -İsterse yüz şart olsun- batıldır." [7]

Böylelikle Hz. Peygamber, kendisine vefa gösterilip yerine getirilmesi gereken cart veya akdin, Allah'ın Kitabına, yani Allah'ın dinine uygun olan şart ve akid olduğunu beyan etmektedir Eğer bunlar arasında Allah'ın dini­ne uymayan bir şey bulunduğu açığa çıkarsa, o red olunur. Nitekim Hz, Pey­gamber şöyle buyurmuştur: "Her kim, bizim şu işimizin üzerinde bulunma­dığı bir amel İşleyecek olursa, o red olunur.[8]

İbn tslıâk şunu nakletmektedir: Kureyşlîlerden bazı kabileler -şerefi ve ne­sebi dolayısıyla- Abdullah b. Cud'ân'ın evinde toplandı. Ve "Mekke'de, ister Mekke halkından olsun, ister olmasın herhangi bir kimsenin zulme uğradı­ğını görecek olurlarsa, onun bu uğradığı haksızlık giderilinceye kadar o kimsenin yanında yer alacaklarına" dair akidleştiler ve birbirleriyle ahidleştiler. Kureyşliler, o bakımdan bu ahjdleşmeye "Htlfu'l-Fudûl* adını verdiler. Ra-sûlullah (sav)'ın lıakkında şu sözleri söylediği ahid işte budur: "Andolsunki ben, Abdullah b. Cud'an'ın evinde öyle bir antlaşmaya tanık oldum ki, ona karşılık bana kırmızı tüylü develerin dahi verilmesini tercih etmezdim- Eğer İslâm geldikten sonra da bu ahdi yerine getirmem İçin çağırılacak olursam, şüphesiz bu çağrıyı kabul ederim." [9]

İşte Hz. Peygamberin: "Cahiliye döneminde yapılmış herhangi bir ahid-leşmeyi İslâm ancak pekiştirir, sağlamlığını artırır"[10] buyruğunda kastettiği antlaşma budur. Çünkü bu antlaşma (muhtevasıyla) şeriata uygundur. Zira, zalimden hakkın alınmasını emr etmektedir. Zulüm ve talan üzre yapmış ol­dukları fasid ahidleriyle batıl akidlerine gelince, İslâm bunları yıkmıştır. Yüce Allah'a hamd olsun.

İbn îshak (devamla") der ki: Velid b. Utbe, Hz. Ari'nin oğlu Hz. Hüseyin'e mali bir konuda -Velîd'in Medine valisi olmak hasebiyle satıib olduğu oto­riteye güvenerek- haksızlıkta bulunmak istedi. Hz. Hüseyin ona şöyle dedi: Allah adına yemin ederek söylüyorum. Ya hakkımı bana verirsin, yahut da şu kılıcımı alır sonra da ftasûlullah (sav)'ın Mescidinde ayakta dikilir, sonra da insanları Hılfu'l-FudûTun gereğini yerine getirmek için davet ederim.

Abdullah b, ez-Zübeyr de dedi ki: Ben de Allah adına yemin ederek söy­lüyorum ki, eğer beni davet edecek olsa, mutlaka kılıcımı alır sonra da hakkını alıncayar yahut hep birlikte Ölünceye kadar onun yanında yer alırım. Bu söz, el-Misver b. Mahreme'ye varınca, o da aynısını söyledi. Teym oğul­larından Abdurrahman b. Osman bf Ubeydullaba ulaştı o da aynı şeyleri söy­ledi. Velid bunu öğrenince Hz. Hüseyin'e hakkını verdi. [11]

 

3- Dört Ayaklı Davarlar:

 

Yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar size helâl kıhndr buyruğunda, ge­reken şekliyle ve mükemmel olarak imana bağlı olan herkese hitab edilmek­tedir. Arapların bahire, sâibe, vasile ve hâm gibi -ileride açıklaması gelecek­tir- davarlar hakkında duydukları birtakım yasaları; hükümleri vardı. Bu âyet-i kerime, işte o hayalî vehimleri batıla ve bozuk görüşleri ortadan kaldırmak üzere nazil olmuştur.

Dört ayaklı davarların anlamı hususunda farklı görüşler belirtilmiştir. Behîrne, aslında dört ayaklı her hayvanın adidir. Konuşma ve anlayış bakımından eksikliği, temyiz gücü ve aklı bulunmaması dolayısıyla ona bu isim verilmiştir. Kapalı anlamında; müphem bir kapı ile (kapkaran­lık bir gece anlamında;.) leylim behîmun tabirleri buradan gelmektedir. Ne şekilde üstesinden gelineceği bilinemeyen kahraman kimseye "buhme" de­nilmesi de buradan gelmektedir

el-En'âm ise, deve, inek ve koyunların ortak adıdır. Yürü meleri n-deki yumuşaklık dolayısıyla onlara bu isim verilmiştir. Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır: "Davarları da yarattı ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyu­cu şeyler ve bir çok faydalar vardır,,. Hem onlar, ağırlıklarınızı da yüklenir­ler..." (en-Nahl, 16/5-7) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: ''Davarlar­dan yük taşıyacak ve döşek yapılacakları da vardır." (el-En'am, 6/142.) Ya­ni, büyükleri de var, küçükleri de var demektir. Daha sonra yüce Allah bun­ları beyan ederek şöyle buyurmaktadır: "Sekiz çift (yarattı)— Yoksa Allah bu­nu size tavsiye ettiği zaman hazır mıydınız?" (el-En'am, 6/143-144) Bir baş­ka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Ve sizin için davarların derilerinden ge rek göç gününüzde ve gerek ikamet ettiğiniz günde hafifçe taşıyacağınız ev­ler ve tüylerinden" koyunları kastediyor "ve yapağılarından" bununla da de­veleri kastediyor, "ve kıllarından" bununla da keçi kılını kastediyor "bir za­mana kadar.,." (en-Nahl, 16/80) îşte bunlar "en'âm" isminin bu üç türü ihti­va ettiğinin üç ayrı delilidir. Söz konusu bu üç tür ise deve, inek ve koyun tü­rüdür. Bu da İbn Abbas ve el-Hasen'in görüşüdür. el-Herevî der ki: Eğer "en-Neam" denilecek olursa, özel olarak deve türü kastedilmiş olur

Taberî der ki: "Dört ayaklı davarlar" buyruğu hakkında bazıları şöyle de­miştir: Bunlardan kastedilenler ceylan, yaban öküzü, yaban eşekleri ve bu­na benzer yabani hayvanlardır, Taberî'den başkası da bunu es-Süddî, er-Ra-bî\ Katade ve ed-Dahlıâk'tan nakletmiştik Buna göre yüce Allah şöyle bu­yurmuş gibidir: Size, e]-En'âm helâl kılındı. Böylelikle cins, kendisinden da­ha özel anlam ifade edilen şeye izafe edilmiş olmaktadır, İbn Atiyye der ki: Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü, el-En'âm (6/143'te kendilerine işaret olan) sekiz çifttir. Bunlara eklenen sair hayvanlara ise, onlarla birlikte bulunduk­ları için En'âm denilir. Arslan ve azı dişli her bir yırtıcı hayvan da En'âm kap­samı dışında kalıyor gibidir. Behimetü'l-En'âm (dört ayaklı davarlar) ise, dört ayaklılar arasında bulunup da otlaklarda yayılan hayvanlar demektir.

Derîm ki: Bu açıklamaya göre, tırnaklılar da bunların kapsamına girmek­tedir. Çünkü bu tırnaklılar da hem otlaklıklarda yayılır, hem de yırttcı değil­dir. Fakat durum bu şekilde değildir. Zira yüce Allah: "Davarları da yarat­tı ki, bunlardan sizin için ısıtıcı... ve bir çok menfeatler vardır" (en-Nahl, 16/5 J diye buyurmakta, sonra da onlara şöylece atıf yapmaktadır: "Hem bin­meniz için, hem zinet olmak üzere de atlan, katırları ve merkebleri de (ya­rattı)." (en-Nahl, 16/8) Yüce Allah'ın, bunları yeniden zikredip, daha önce ge­çen En'am'a  atf etmesi, bunların diğer davarlardan olmadığını göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Dört ayaklı davarlar (Behîrnetü'i-Enrâm)"ın av hayvanı olmayanlar an­lamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü, av hayvanına belıîme değil de vahş (yabanî hayvan) denilir. Bu ise birinci göıiişe racidir Abdullah b. Ömer'in şöy­le dediği rivayet edilmiştir: "Dört ayaklı davarlar"dan kasıt, kesim esnasın­da annesinin karınlarından çıkan ceninlerdir. Bunlar, ayrıca şer'î kesime gerek olmaksızın yenilirler. İbn Ab bas da böyle demiştir. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü yüce Allah: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" diye buyurmaktadır. Ceninler arasında istisna edilenler yoktur, Mâlik der ki; Bir davarı kesmek, eğer ceninine canlı olarak yetişilemeyecek ve tüyleri bi­tip hilkati tamamlanmış bulunuyor ise, o cenini için de bir kesimdir. Şayet hilkati tamamlanmayıp henüz tüyleri de bitmemiş ise, canlı olarak yetişilip kesilmediği sürece eti yenilmez. Şayet onu kesmek için hemen davranmala­rına rağmen kendiliğinden ölecek olursa, onun teiniz olduğu söylendiği gi­bi, temiz olmadığı (yenilemeyeceği de) söylenmiştir. Yüce Allah'ın izniyle ile­ride buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir. [12]

 

4- Sünnet De Kur'ân-I Kerim'in Kapsamı İçerisindedir:

 

"Size okunacak olanlar hariç olmak üzere." Yani» Kuranı kerimde ve Sünnet-i seniyyede size okunacak olun "feş— size haram kılındı" (el-Mâide, 5/3) buyruğu ile Hz. Peygamberin: "Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olan lıer-bir hayvan haramdır"[13] buyruğu ve benzerlerinde size okunanlar demektir. Eğer: Bize okunan Kitaptır, sünnet değildir denilecek olursa, şöyle cevap ve­ririz: Rasûlullah (savVın her bir sünneti Allah'ın Kitabındandır.

Bunun delili ise şu iki husustur: Birincisi, bir kişinin yanında ücretle ça­lışıp (yanında çalıştığı adamın hanımı ile) zina eden kişiye dair hadis-i şerif­te, Hz. Peygamberin: "Andolsun ki, aranızda Allah'ın Kitabı gereğince hü­küm vereceğim"[14] şeklinde buyurmuş olmasıdır. Halbuki recm, Allah'ın Ki­tabında nass ile zikredilmiş değildir,

İkincisi ise, Abdullah b. Mes'ud'un hadisidir. O, şöyle demiştir; Hem Allah'ın Kitabında yer alan hem de Rasûlullali (savcın lanetlediği kimseye ben ne diye lanet etmeyeyim... demiştir[15] Buna dair açıklamalar el-Haşr sûre­sinde (59/6-7. âyetler, 6. başlık ve devamında) gelecektir.

Bununla birlikte "size okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğu ile şu andakilerin kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, gelecekte Rasûlullalı (sav) tarafından size tebliğ olunacak olanlar arasında... anlamına gelme ihtimali de vardır. O takdirde bu buyrukta, acilen yerine getirilmesi gerekli olmayan bir zamandan sonraya beyanı ertelemenin caiz oluşuna dair delil var, demek olur. [16]

 

5- Avlanma Yasağı:

 

Yüce Allah'ın: "Avlanmayı helâl saymamak şartıyla" buyruğu, av hayva­nı sizin için ihramh iken değil de İlıramsızken helâldir. Av hayvanı ol­mayanlar ise her iki durumda da helaldir. Nahivciler Okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğunun İstisna oJup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Basralılar bu, "dört ayaklı davarlar"dan istisnadır, derler. "İhramda iken avlanmayı helâl saymamak şartı İle" ifadesinin İse, yine ondan Ekinci bir istisna olduğunu kabul ederler. Buna göre her iki İs­tisna da yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar" buyruğıındandır. Kendisinden istisna olunan budur, ifadenin takdiri de şöyle olur: İhramh iken avlanmak müstesna ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere,.. Yüce Allah'ın şu buy­ruğu ise bumdan farklıdır: "Dediler ki, gerçekten biz, günahkâr bir kavme gön derildik. Ancak, Lût'un ailesi bunlardan müstesnadır." (el-Hicr, 58/5?) Nitekim ileride gelecektir.

Bunun hemen kendisinden önce gelen istisnadan (yani, "avlanmayı he­lâl saymamak şartıyla" istisnasından) istisna olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu, (az önce) yüce Allah'ın şu buyruğuna benzer: "Gerçekten biz, günahkâr bir kavme gönderildik..." Ancak, durum böyle olsaydı ihramh iken avlanmanın mubah olması gerekirdi. Çünkü bu istisna yasaktan yapılmış bir istisna olurdu. Zira yüce Allah'ın: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğu, mübahlıktan bir istisnadır, O bakımdan böyle bir görüş tu­tarsızdır. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Sizler İhramh iken avlan­mayı helâl kılmaksızın ve av hayvanları dışında size okunacak olanlar da müs­tesna olmak üzere, dört ayaklı davarlar size helâl kılınmıştır.

Yine bunun anlamının şöyle olması da mümkündür: İhramlı iken avlan­mayı helâl kundaksızın, akidleri yerine getirin, Ve sizlere si2e okunacaklar müs­tesna dört ayaklı davarlar helâl kıhnmışhr-

el-Ferrâ; "size okunacaklar hariç olmak üzere" buyruğunun tıpkı ile atıf yapıldığı gibi, İle atıf yapmak şartıyla bedel olmak üzere ref mahal­linde olmasını caiz kabul etmektedir. Ancak Basralılar, böyle bir şeyi ya nek­re olması halinde veya: "Kavim geldi ancak Zeyd gelmedi" ka­bilinden nekreye yakın cins isimlerinde caiz kabul ederler.

Yine el-Ferrâ:Avlanmayı helâl saymamak şaru ile" buy­ruğunun; "Yerine getirin" buyruğundakı zamirden hal olarak mansub olduğu görüşündedir. el-Ahfeş der ki: Ey iman edenler, (ihramlı iken) avlan­mayı helâl kabul etmeksizin akidleri yerine getirin. Başkaları da şöyle demek­tedir: Bu "size" anlamına gelen; deki (ve siz anlamına gelen) "kef ile "mim" zamirinden haldir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sîz, ihram­lı iken avlanmayı helâl görmeksızin, size dört ayaklı davarlar helâl kılındı.

Diğer taraftan şöyle de denilmiştir: Helâl kılmanın insanlara raci olması da mümkündür. Yani, (ey insanlar) ihramlı halde iken avlanmayı helâl görme­yiniz.

Bunun, yüce Allah'a raci olması da mümkündür. Yani Ben, sizlere ihram vaktinde av hayvanı olması müstesna, dört ayaklı davarları helâl kıldım. Ni­tekim, bir kimsenin: Ben, şu işi sana Cuma günü mubah kılmaksızın helâl kıl­dım, demesi bu kabildendir. Eğer, helâl kılmanın insanlara raci olduğu ka­bul edilecek olursa, buyruğun anlamı; (İhramlı iken) avlanmayı sizler helâl görmeksizin,,. şeklinde olur, Bu durumda kelimesinin sonundaki "nûn" hafifletmek maksadıyla hazf edilmiş demek olur. [17]

 

6- İkram Ve Harem Bölgesi:

 

Yüce Allah'ın: "İhramda iken" buyruğundan kasıt, hac ve umre kastı ile ihrama ginnişkendir, Hac İçin ihrama giren kimseye; "haram" çok kişi olma­ları halinde de; "Kurum" denilir Şairin şu beyüi de bu kabildendir:

"Dedim ki ona! Kendine dön, çünkü ben

İhrama girdim ve bundan sonra da telbîye getireceğim"

Buna ihram deniliş sebebi ise, ihrama giren kimsenin, kendisine kadınla­rını, hoş kokuyu ve benzeri şeyleri haram kılmasıdır. Aynı şekilde Harem'e girmek hakkında da bu tabir kullanılır-

el-Hasen, İbrahim ve Yahya b. Vessab  kelimesini "ra" harfini sakin olarak  okumuştur. Bu, Temimlilerin bir söyleyişidir. Onlar ke­limesini şeklinde, kelimesini ise diye söylerler. Buna ben­zer diğer çoğul kelimeleri de böylece kullanırlar. [18]

 

7- Allah Dilediği Gibi Hüküm Koyandır:

 

Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah dilediği hükmü koyar" buyruğu, arap-ların alışageldikleri hükümlere aykırı olan bu şer'İ hükümleri daha bir pekiş­tirmektedir. Yani ey, araplann ahşa gelmiş olduğu şu hükümlerin nesli oldu­ğunu işiten Muhammed, dikkatli ol, kendine gel. Çünkü herşeye mutlak ola­rak sahip ve mâlik olan "dilediği hükmü koyar." Allah (dilediği gibi) hükmeder. "Onun hükmünü kovuşturacak yoktur." (er-Râd, 13/41) Diledi­ği şekilde, dilediği şer'i hükmü dilediği gibi koyar. [19]

 

2- Ey iman edeoler! Allah'ın şeâirine, haram olan aya (Beytullah'a) hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlık lı laf a ve Rab-lerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyti haramı kastedip gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescİd-i haramdan alıkoydular diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürük­lemesin. İyilik ve takva feefe birbirinizin yardımlaş m. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli ulandır.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız: [20]

 

1- Mü'minlerin Allah'ın Yasaklarını Çiğneyçmeyecekleri:

 

Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeâirine... saygısızlık etmeyin buyruğu, gerçek müzminlere bir hitaptır. Yani, herhangi bir hususta Allah'ın sınırlarını aşma­yınız.

Şeâir kelimesi, "faile" vezninde "şaîre"nîn çoğuludur. İbn Fâris der ki: Te­kil olarak "şiâre" de denilir ve bu daha güzeldir.

Şaire ise, hediye olarak gönderilen büyük baş (özellikle deve) demektir, tş'ârı ise, onun hediyelik kurban olduğu bilinmesi için kan akmcaya kadar hörgücünün ya rai anma sidir. İş'âr ise hissettirmek yoluyla bildirmek demek­tir. tabiri, hediyelik kurban olduğunun bilinmesi için kurbanlığa alâ­met koyması demektir. Alâmetler anlamına gelen "meşâir" de buradan gel­mektedir. Tekili de meş'ar'dır. Meşâir, alâmetlerle şiâıl an diri İmiş yerler de­mektir. (Saçın) "Şa'r" diye adlandırılması da buradan gelmektedir. Çünkü şu­urun gerçekleştiği yerde olur. Şair de buradan gelmektedir. Çünkü o, ince ze­kâsı sayesinde başkasının farketmediği şeyleri farkeder. Başındaki incecik kı­lı dolayısıyla (.arkaya) şaîr denilmesi de buradan gelmektedir,

Şeâir, bir görüşe göre, Beytullalıa hediye olarak gönderilmek üzere nişan­lanan, alâmet konulan hayvanlardır. Bir diğer görüşe göre ise, bütün hac rae-nâsikidir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Mücahid der ki: Safa, Merve» hediyelik kurbanlıklar, develer bunların hepsi şeâir'dendir. Şair der ki:

"Öldürüyorum onları nesil be nesil; görürsün ki onlar Kendileri ile yaklaşılan kurbanlık şeâirdir."

Müşrikler de hacceder, umre yapar ve hediye kurbanlık gönderirlerdi. Müs­lümanlar onlara baskın yapmak istediler. Bunun üzerine yüce Allah: "Allah'ın şeSirint... saygısızlık etmeyin" buyruğunu indirdi. Ata b. Ebi Rebah dedi ki: Allah'ın şeâiri, Allah'ın bütün emirleri ve yasaklarıdır.

el-Hasen der ki: Allah'ın dininin tümü Allah'ın şeâiridir Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "İşte bu (.böyledir). Kim Allah'ın şeâirini ta'zim ederse o, kalplerin takvâsmdandır," (el-Hac, 22/32)

Derim ki: Genelliği dolayısıyla başkasına göre kendisine öncelik tanınma­sı gereken tercihe değer görüş budur. Hediyelik kurbanların iş'arı (alâmet-lendirilmesi, nişanlanması) hususunda İse ilim adamlarının farklı görüşü bulunmaktadır ki, bu da bir sonraki başlığın konusudur. [21]

 

2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması, Alâmetlendirilmesi:

 

Cumhur, bunu caiz görmekle beraber, bu alâmetin hangi tarafta yapılaca­ğı hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr der ki: Bu işaretleme sağ tarafında yapılır. Bu görüş İbn Ömer'den de rivayet edil­miştir. İbn Abbas'tan sabit olan rivayete göre Peygamber (sav) devesinin hör-gücünün sağ tarafım işaretlemiştir. Bunu Müslim ve başkaları da rivayet et­miştir.[22] Sahih olan da budur.

Hz. Peygamber'in hediyelik kurbanlıklarının sol taraflarını işaretlediği de rivayet edilmiştir. Ebû Ömer b. Abdi'1-Berr der ki: Bu, kanaatimce İbn Abbas yolu ile münker bir hadistir. Sahih olan ise, Müslim'in İbn Abbas'tan yaptı­ğı rivayettir. İbn Abbas'tan bundan başka sahih bir rivayet yoktur.

Bir başka kesim şöyle demektedir: İşaretleme sol yanında olur. Bu Mâlik'in görüşüdür. Ayrıca der ki: Sağ yanda yapılmasında da bir sakınca yoktur. Mü-cahid ise, İki yandan hangisinde isterse işaretleyebilir. Ahmed'in iki görüşün­den birisi de budur. Ancak, Ebû Hanife bütün bunları uygun görmeyerek şöy­le der: İşaretleme hayvana bîr azaptır. Ancak, hadis Ebû Hanire'nİn bu ka­naatini reddetmektedir. Aynı şekilde bu, -önceden de geçtiği gibi- kendisi va­sıtasıyla kimin mülkiyetinde olduğu bilinmesi için yapılan işaretleme hükmün­dedir. Şu kadar var ki İbnül-Arabî, Ebû Hantfe'nin bu. şekilde alâmetlendir-meyi uygun görmediğinden dolayı, bu kanaatim reddetmekte ve tepki gös­termekte aşırıya giderek şöyle der: Sanki o, şeriatteki bu şaîrayı hiç işitme­miş gibidir. Halbuki bu, onun ilim adamları arasındaki şöhretinden daha yay­gın bir husustur.

Derim ki: Benim, Hanefi alimlerinin kitaplannda açıkça ifade edildiğini gör­düğüm Ebû Hanüe'nin görüşüne göre alâmetlendirmenin mekruh olduğu, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşüne göre ise, mekruh da olmayıp, sünnet de olmadığı, sadece mubah olduğu şeklindedir. Çünkü, bu şekilde bir işaretle­me bir bildirme olduğundan dolayı gelenek seviyesinde bir sünnet demek­tir. Bir yara açmak ve bir müsle olması bakımından ise haram olması gere­kir. O halde böyle bir iş, bir taraftan sünneti» diğer taraftan da bid'ati kap­sadığından dolayı mubah kabul edilmiştir. Ebû Hanife'nin görüşüne göre ise, böyle bir alâmetlendirme bir müsledir ve hayvana azap verici olması bakı­mından da haramdır, o bakımdan mekruhtur. Rasûlullah (sav)'ın bu işi yap­tığına dair gelen rivayetler ise, arapların hediye kurbanlık olduğu tayin edi­len dışında, hertürlü malı gasb ve talan ettikleri başlangıç dönemlerinde idi. Ve o sırada hediye kurbanlıkları ancak böyle bir alâmetle ayırd edebiliyor­lardı. Daha sonra böyle bir gerekçenin ortadan kalkması dolayısıyla, bu şekilde alâmetlendirme de ortadan kalkmıştır. İbn Abbas'tan da böylece riva­yet edilmiştir.

Şeyh İmam Ebû Mahsur el-Mâturidî (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) nin de şöyle dediği nakledilmektedir: Ebû Hanife'nin kendi çağında yaşayan insanların alâmetlendirmeterini mekruh görmüş olması da muhtemeldir. Çünkü, yaranın kangrenleşmesinden korkulacak şekilde yara açmakta mü­balağa gösteriliyordu. Rasûlullalı (sav)'ın döneminde yapıldığı şekilde had­di aşmaksızın yapılan ala metle ndir meye gelince, bu. güzel bir şeydir. Ebû Ca­fer et-Tahavî bunu böylece zikretmektedir. İşte Hanefi ilim adamlarının alâmetlendirmeye dair varid olmuş hadis iîe ilgili olarak Ebû Hanife'nin le­hine gösterdikleri mazeret budur. Onlar, bu hadisi İşitmişler, bu lıadis onla­ra ulaşmış ve onlar bu hadisin ne olduğunu bilmişler ve şöyle demişlerdir; Alâmettendir m enin mekruh oluşu görüşüne göre ise kişi, hediyelik kurban­lıkları aiâmedendîrmekle ihrama girmiş olmaz. Çünkü mekruh bir işi yapmak haccın menasikinden sayılmaz. [23]

 

3- Haram Aylara Saygısızlık:

 

Yüce Allah'ın: "Haram olan aya... saygısızlık etmeyin" buyruğunda ge­çen "haram ay", bütün haram aylar hakkında cins. ismi ifade eden tekil bir isimdir. Bu haram aylar, birisi tek, üçü de ardarda gelmek üzere dört aydır. Bunlara dair açıklamalar Berae sûresinde (et-Tevbe, 9/5- âyet, 1. başlıkta) gelece ktir-

Buyruğun anlamı şudur: Bu haranı aylarda savaşmayı, baskın düzenleme­yi helâl kılmayın ve bu ayları başka aylarla da değiştirmeyin. Çünkü, bu ay­lan değiştirmek de onları helâl kılmak demektir. Bu İse onların yaptıkları Nesi' uygulaması idi. Yüce Allah'ın: "Hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) ger-danlıkhlara da... saygısızlık etmeyin" buyruğu da böyledir. Yani, bunlara da saldırıyı helâl görmeyin. Âyet-i kerimenin bu bölümünde bir muzafin haz­fı sözkonusudur ki, ibaresi, takdirindedir, (Mealde: "Gerdanlıklilar" ibaresinde bu izafe de belirtilmiştir.)

Şanı yüce Allah, genel olarak hediye kurbanlıkları helâl görmeyi yasakla­dıktan sonra, gerdanlık takılmış olanların hurmiyetlerine dikkat çekmeyi te'kid etmek ve bunun oldukça iieri bir tecavüz olduğunu belirtmek üzere, özel-likie gerdanlıklı olan hediye kurbanlıkları zikretmiş bulunmaktadır. [24]

 

4- Hediyelik Kurbanlıklar Île Gerdanlıktılar:

 

Yüce Allah'ın: "Hediye edilen kurbanlıklara ve (boyunları) gerdanlıklılara..." buyruğunda geçen "hediy": Beytuilalı'a hediye edilen deve, inek ve­ya koyun demektir. Bunun tekili; şeklinde gelir.

"Şeâir" ile kastedilen haccın menaslkidir diyenler şunu söyler: Yüce Al-

lalı burada, hediyelik kurbanlıkları, bunların özekliklerine dikkat çekmek üze­re zikretmiştir.

"Şeâir"den kasıt hediye kurbanlıklardır, diyenler ise şöyle demektedir: Şe-âir, hörgücünden kan akıtmak suretiyle alâmeLlendirHmiş olandır. Hediye kur­banlık ise, bu şekilde ona alâmet yapılmayan ve yalnızca gerdanlık takılmak­la yetini I endir.

Şöyle de denilmiştir: Aradaki fark şudur: Şeâir, davarlar arasından gönde­rilen develerdir. Hediye kurbanlık ise inek, koyun ve örtü ile hediye olarak gönderilen her şeydir.

Cumhur ise şöyle demektedir: Hediye tabiri kendisiyle Allah'a yaklaşılmak istenen bütün kurbanlık ve sadakalar hakkında umumi bir tabirdir. Hz. Pey-gamber'in şu buyruğu da bu kabildendir:

Cuma günü erken vakitte namaza ge­len, bir deve hediye (kurban) etmiş gibidir... Bir yumurta hediye (kurban.) et­miş gibidir."[25] böylelikle o, bunlara "hedy" adını vermiş bulunmaktadır. Yu­murtaya da bu adın verilmesinin, bununla sadakayı kastetmiş olması hali dı­şında açıklanacak bir tarafı yoktur. İşte ilim adamları da böyle demiştir: Bir kişi, ben şu elbisemi hediy kıldım diyecek olursa, o elbisesini tasadduk et­mesi gerekir. Şu kadar varki, bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde deve, inek ve koyun türünden biri hakkında ve bu birinin Hareme götürü­lerek orada kesilmesi anlamında kabul edilir. Bu ise yüce Allah'ın şu buyruk­larında yer alan serî Örften alınmadır: "Eğer ahkonulursanız, o halde kola­yınıza giden kurbandan gönderin." (el-Bakara, 2/196) Bununla da koyunu kast etmektedir. Bir başka yerde ise: "İçinizden adaletli iki kimsenin hük­mü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Kâ'beye ulaştırılacak bir hediye kurba­nı göndermektir." (el-Mâide, 5/95) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim, hac zamanına kadar umreden faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban (kesmelidir). "(el-Bakara, 2/196) Bunun asgarisi ise, fukahâya gö­re bir koyundur.

Mâlik der ki: Benim bu elbisem hediye olsun diyecek olursa, onun kıyme­tinde hediyelik bir kurban alır,

*el-Kalâid"e gelince bu, insanların kendilerine bir güvenlik sağlamak üzere takındıkları şeylerdir. O bakımdan bu buyrukta da bir muzafın hazfı sözkonusudur. "Gerdanlıktı olanlara da. " anlamında olup daha sonra bu nesh olmuştur.

Ibn Abbas der ki: el-Mâide sûresinden nesh edilmiş iki âyet vardır. Bun­lardan birisi gerdanlıkhlara dair ayet-i kerimedir, diğeri ise -ileride geleceği üzere- yüce Allah'ın: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet." (el-Mâ-ide, 5/49) âyet-i kerimesidir.

Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah, gerdanlıklılar ile bizzat gerdanlıkların ken­disini kast etmiştir. Bu buyruğu ile O, güvenlik altında olmak amacı ile ger­danlık olarak kullanılması için Haremdeki ağaçların kabuklarım almayı ya­saklamaktadır Bu açıklamayı, Mücahid, Ata ve Mutarrif b. eg-Şıhhîr yapmış­tır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Hediyenin gerçek mahiyeti, karşılığında herhangi bir bedel sözkonusu edil­meksizin verilen her şeydir. Fukalıâ ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Birisi, Al­lah için bir hediye kurbanı göndereceğim diyecek olursa, o kurban bedeli­ni Mekke'ye göndermelidir.

Gerdanlıktılara gelince; gerdanlık, hediyelik kurbanlıkların hörgüçleri ve boyunlarına, bunların Allah için olduklarına dair alâmet olmak üzere asılan ayakkabı veya başka herhangi bir şeydir. Bu, Hz, İbrahim'in bir sünnetidir. Cahİliye döneminde olduğu gibi kalmış, İslâm, da bunu kabul edîp benim­semiştir. İnek ve koyunlardaki sünnet budur. Aişe (r.anha) der ki: Rasûlul-lah (sav) bir seferinde Beytullah'a bir takım koyunları hediye olarak gönder­di ve onlara gerdanlık koydu. Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.[26]

İlim adamlarından Şafiî, Ahmed, îshakf Ebû Sevr ve İbn Habib gibi bir top­luluk bu görüşü kabul etmekle birlikte Mâlik ve rey ashabı bunu kabul et­memişlerdir. Koyunlara gerdanhk takmak hususuna dair bu hadis onlara ulaş­mamış veya ulaşmakla birlikte bu hadisi Hz, Aişe'den yalnızca Esved Cmün-feriden) rivayet ettiğinden dolayı onu red etmiş de olabilirler. Ancak bu ha­dise uygun görüş belirtmek daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İneklere gelince, şayet bunların sırtlarında hörgücü andıran yükseklikle­ri bulunuyorsa, tıpkı develer gibi bunlara da alâmet yapılır. Bunu İbn Ömer söylemiştir. Mâlik de bu görüştedir. Şafiî ise; bunlara -mutlak olarak- gerdan­lık takılır ve alâmet yapılır, der. Bu konuda bir fark gözetmemişlerdir.

Said b. Gübeyr der ki: (İneklere) gerdanlık takılır fakat alâmet yapılmaz. Bu görüş daha sahihtir. Çünkü, ineklerin hörgücü olmaz ve bunlar develer­den daha çok koyunlara benzerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.[27]

 

5- İhrama Girmek Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanhk Takmak:

 

İhram niyetiyle bir davara gerdanlık takıp bunu Harem-i Şerife göndere­nin bu suretle ihrama girmiş olacağını ilim adamları ittifakla kabul etmişler­dir. Çünkü yüce Allah : "Allah'ın şeâlrlne saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın diye buyurmuş ve ihramdan söz etmemiştir. Ancak, gerdanlık takmaktan söz etmesi dolayısıyla bunun ihrama girmek gibi olduğu anlaşılmaktadır. [28]

 

6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen Ikram Sayılır:

 

Hediyelik kurban göndermekle birlikte, bunları bizzat kendisi gütmeyecek olur ise, ihıamlı olmaz. Çünkü, Hz. Aişe yoluyla gelen hadiste şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav.)'ın gönderdiği hediye kurbanlıkların ger­danlıklarını ellerimle ben büktüm. Daha sonra Peygamber, bu gerdanlıkla­rı kendi elleriyle taktı. Sonra da bunları babamla birlikte gönderdi- Rasûlul­lah (sav)'a hediyelik kurbanlıklar kesilinceye kadar Allah'ın kendisi için helâl kılmış olduğu herhangi bir şey haram olmadı. Bunu Buharî rivayet et­miştir.[29]

Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshak ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü bu­dur. İbn Abbas'tan ise, bununla ihrama girmiş olur, dediği rivayet edilmiştir. İbn Abbas dedi ki: Bir kimse bir hediye kurbanlık gönderecek olur ise, bu hediye kurbanlık kesilinceye kadar hacceden kimseye (ihram dolayısıyla) ne­ler haram oluyorsa ona da haram olur. Bunu Buharî rivayet etmiştir.[30]

İbn Ömer, Ata, Mücahid ve Said b. Cübeyr'in görüşü budur, el-Hattabi bu­nu rey ashabından da nakletmiştir. Bunlar, Cabir b. Abdullah yoluyla rivayet edilen şu hadisi delil göstermişlerdir. Cabir dedi ki: Peygamber (sav)'ın ya­nında oturuyordum. Üzerindeki gömleğini yakası tarafından yırttıktan son­ra ayaklarından çıkardı. Hazır bulunanlar Peygamber (sav)'a bakınca, Hz. Pey­gamber şöyle buyurdu: "Ben, göndermiş olduğum develerime şu şu yerde ger­danlık takılıp onlara alâmet yapılmasını emrettim. Ve unutarak gömleğimi giy­dim. Bu gömleğimi başımdan çıkarmamalıydım (onun için böyle yaptım)."[31]

 Hz. Peygamber develerini göndermiş, kendisi de Medine'de ikâmet etmiş­ti. Bu hadisin senedinde ise Abdurrahman b. Ata b- Ebi Lebibe de vardır ki, zayıf bir ravidir.

Bir koyuna gerdanlık takip kendisi de onunla birlikte yola koyulacak olursa, Küreliler bununla ihrama girmiş olmaz, derler. Çünkü koyuna gerdan­lık takmak sünnet de değildir, şeâirden de değildir. Zira koyuna kurdun sal­dırmasından, bunun sonucunda da -develerden farklı olarak- Hareme vara­mamasından korkulur. Çünkü develer suya varıp su içinceye, ağaçlardan ot-layıncaya ve sonunda Hareme varıncaya kadar terk edilebilirler. Buharînin

Sahih'i nde ise, mü'minlerin annesi Hz. Aİşe'den şöyle dediği rivayet edilmek­tedir: Ben, hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını yanımda bulunan boyanmış yünden (ihn) büktüm...[32] İhn, boyanmış yün demektir. Yüce Allah'ın şu buy­ruğu da böyledir: Dağlar da atılmış renkli yün gi­bi olacaktır." {.el-Karia, 101/5) [33]

 

7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler:

 

Hediyelik kurbana gerdanlık takılır yahut alâmet yapılırsa, satılması da hi­be edilmesi de caiz değildir. Çünkü o kurbanın Beyt-i Haram'a hediye ola­rak gönderilmesi vacib olmuştur. Eğer bunu gönderen vefat edecek olursa, bu hediyelik kurban ondan miras alınmaz ve hediye olarak tayin ettiği şe­kilde yerine getirilir.

Udlıiye (kurban bayramı günü kesilen kurbanlık) ise böyle değildir. Mâ-lik'e göre böyJe bîr kurbanlık ancak kesim ile vacib olur. Söz ile onu kurban etmeyi kendisine vacip kılmış olması hali ise müstesnadır. Kesimden önce sözlü olarak onu kesmeyi kendisine vacib kılarak: "Ben bu koyunu kurban­lık olarak tayin ediyorum" dese, muayyen olarak onu kurban etmesi gere­kir. Buna göre eğer bu tayin ettiği kurbanlık telef olur (kaybolur) sonra kur­ban kesim günlerinde veya daha sonra onu bulacak olursa, yine onu keser ve o tayin ettiği kurbanlığı satması caiz olmaz.

Şayet ondan başka bir kurbanlık satın almış ise, Ahmed ve İshak'ın görü­şüne göre her ikisini de birlikte keser. Şafiî der ki: Tayin ettiği bu kurban­lık kaybolur veya çalınacak olursa, ayrıca onun yerine birisim bedel olarak kesme mükellefiyeti yoktur. Çünkü bedelini kesmek vadb olanlar hakkında sözkonusudur.

îbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu şekilde tayin ettiği kur­banlık kaybolursa, artık onun tayini yerine gelmiş olur. Kurban kesmeden ön­ce kurban bayramı günü vefat eden kimsenin keseceği kurbanbk, hediyelik kurbandan farklı olarak diğer malları gibi ondan miras alınır.

Ahmed ve Ebû Sevr ise: Durum ne olursa olsun böyle bir kurbanlık kesi­lir, demişlerdir. el-Evzaî ise şöyle demektedir: Böyle bir kurbanlık kesilir. An­cak, üzerinde borç bulunup da borcu ancak bu kurbanın bedelinden öde-nebilecekse, o takdirde borcunun ödenmesi için bu kurbanlık satılır. Şayet bu kurbanını kestikten sonra Ölürse, mirasçıları o kurbanı ondan miras ala­mazlar Kendisi hayatta İken böyle bir kurbana uygulayabileceği kurban etin­den yemek ve sadaka gibi şeyleri onlar da yaparlar Fakat, miras olmak üze­re onun etini kendi aralarında pay edemezler. Kesimden önce kurbana isabet eden kusurlar dolayısıyla o kurban sahibinin -yine hedy kurbanından fark­lı olarak- bedelini kesmesi icabeder. Mâlikin görüşlerinden bu sonuçlara va­rılır. Böyle bir durumda hediye kurbanı gönderen kimsenin de onun bede­lini göndereceği söylenmiş ise de birincisi daha doğrudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [34]

 

8- Beyt-İ Haram  Kastedip Gelenler Ve Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: buyruğundan kasıt, Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlerdir. Arapların kastettim anlamında; şeklindeki sözlerinden alınmıştır. el-A'meş bunu, şeklinde izafet terkibi olarak oku­muştur. Yüce Allah'ın: Avlanmayı helâl saymamak şartıyla buyruğu gibi.

Buyruğun anlamına gelince: Sizler, ibadet ve Allah'a yaklaşmak maksadıy­la Beyti Haramı kasteden kâfirleri engellemeyiniz.-Buna binâen şöyle denil­miştir: Bu âyet-i kerimede yer alan müşriklere dair herhangi bir yasak, ya­hut gerdanlık suretiyle ona dair saygı gösterilmesi gereken şeylere saygı gös­termek veya Beytullah'ı kastetmek ile ilgili yasakların tümü, yüce Allah'ın âye-tü's-Seyf (.kılıç âyeti) diye bilinen şu buyruğu ile nesh olunmuştur: "Müşrik­leri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5); "Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." (et-Tevbe, 9/28) Bu­na göre, hiçbir müşrike haccetme imkânı verilmez. Haram aylarda o güven­lik altında olamaz. îsterse hediye kurbanlığı göndersin, gerdanlık taksın ve haccetmeye kalkışsın. Bu görüş, İbn Abbas'tan rivayet edildiği gibi, ileride de belirtileceği üzere İbn Zeyd'in de görüşüdür.

Bir kesim de şöyle demektedir: Âyet-i kerime muhkemdir Nesh olmuş de­ğildir, müslümanlar hakkındadır. Şanı yüce Allah, müslümanlar arasında kendi Beytini kastedenleri korkutmayı yasaklamaktadır. Bu yasak ise, gerek haram aylarda gerek onların dışında kalan zamanlarda umumidir. Şu kadar var ki, ö£el olarak haram ayları ta'zlm ve faziletlerini vurgulamak için zikret­miştir, Bu görüş ise Atâ'nın görüşüne uygun düşmektedir. Çünkü onun gö­rüşüne göre buyruğun anlamı (yani Allah'ın şeâirine saygısızlık etmeyin buyruğunun anlamı) Allah'ın alâmetlerini helâl kılmayın, demektir. Onun alâmetleri isef emirleri, yasaklan ve insanlara bildirdiği şeyleridir. İşte bun­ları çiğnemeyi (saygısızlık etmeyi.) helâl kılmayın. Bundan dolayı Ebû Mey-sere, bu âyet~i kerime muhkemdir, demiştir. Mücalıid de der ki: Bu âyet-i kerimeden aGerdanİıklüarat)dan başka bir şey nesh olmuş değildir. Kişi, ha­rem bölgesindeki ağaç kabuklarından herhangi bîr şeyi alır, boynuna takar­dı, bundan dolayı da kimse ona yaklaşmazdı. İşte bu hüküm nesh olundu.

îbn Cüreyc ise der ki: Bu âyet-i kerime, hacıların yollarının kesilmesine da­ir bir yasaklama getirmektedir.

îbn Zeyd der ki: Âyet-i kerime, Rasûlullah (sav) henüz Mekke'de iken, Mek­ke fethi yılı nazil olmuştur. Müşriklerden bir gurup gelip hac ve umre yap­mak istediler. Müslümanlar, Ey Allah'ın RasûHi dediier, bunlar müşrik kim­selerdir. Onlara baskın yapmaksızın onları bırakmayacağız. Bunun üzerine Kur'ân'dan: "Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlere..." buyruğu nazil oldu.

Yine denildiğine göre bu buyruğun iniş sebebi, -el-Hutam lakabh- Şureyh b. Dubay'a el-Bekrî'nin durumudur. Rasûlullah (sav.) umre yaptığı sırada Ra-sûlullah'ın askerleri onu yakaladı,, bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil ol­du. Daha sonra da -az önce belirttiğimiz gibi- bu hüküm nesh oldu, burada sözü geçen el-Hutam, Yemamelilerin İrtidat etmeleri sırasında da hayatta idi ve mürted olarak öldürüldü. Ona dair rivayet edilen haberlerden birisine gö­re o, atlılarını Medine'nin dışında bırakarak Peygamber (sav)'ın yanına ge­lerek dedi ki; Sen insanları neye çağırıyorsun? Hz. Peygamber şöyle buyur­du: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahidlik etmeye, namazı kumaya ve ze­kâtı vermeye.ır el-Hutam: Güzel dedi. Şu kadar var ki, benim danıştığım bir takım kumandanlarım vardır. Onlar olmaksızın hiçbir işi kestirip atmıyorum. Belki ben de müslüman olur ve onlan da birlikte getirebilirim. Peygamber (sav) da (onun gelişinden önce) ashabına şöyle demişti: "Yanınıza bir şey­tan dili ile konuşan bir adam girecek." Daha sonra eİ-Hutam, Hz. Peygam-ber'in yanından çıkıp gidince, yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: 'Andolsun kî, bir kâfir yüzüyle girdi ve sözünde durmamayı kararlaştıran bir ki­şi olarak arkasını dönüp gitti. Bu adam müslüman bir kimse değildir." Da­ha sonra Medine dışında otlayan, müslümanlara ait davarların yanından geçti, onları da önlerine katıp götürdü. Müslümanlar, onu takip edip yaka­lamak istedilerse de bunu başaramadılar.[35] O da şu beyitleri söyleyerek yo­luna devam etti:

"Gece onlan İnaafaız bir gudücU ile sarıp sarmaladı

Bu ne bir deve çobam, ne de bir koyun çobanıydı

Kasap tezgâhı üzerinde eti parçalayan kasap da değildi

Uyuyarak geceyi geçirdi onlar. Fakat uyumadı Hind'in oğlu

Fal okları gibi bir delikanlı onların sıkıntılarını çekti gece boyunca

İri bacaklı ve enli ayaklı."

Peygamber (sav) kaza umresi için Mekke'ye çıktığında, Yemameden ge­len hacıların telbiyelerini işitince şöyle buyurdu: "İşte bu, el-Hutam ve onun arkadaşlarıdır." Bu sırada da Medine çevresinde otlarken talan ettiği davar­lara, gerdanlık takmış ve Mekke'ye hediye olarak sürmüş idi, Ashab onu ta-kib etmek üzere yola koyulunca, bu âyet-i kerime nazil oldu. Yani, müşrik olsalar dahi, işaretlendirilmiş olan hayvanlara karşı saygısızlık etmeyin. Bu­nu İbn Abbas rivayet etmiştir. [36]

 

9- Âyet-i Kerimede Nesh Edilen Buyruklar İle Îlgili Görüş Ayrılıkları:

 

Âyetin muhkem olduğu görüşüne göre yüce Allah'ın: "Allah'ın şeâlrine saygısızlık etmeyin" buyruğu, hac menasikinin tamamlanmasını gerektirir. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demiştir: Kişi hacca başlayıp sonra onu ifsad edecek olur ise, bacan bütün işlerini yapması gerekir. Haccı. ifsad ol­sa dahi bunlardan herhangi bir şeyi terketmesi caiz -değ ildir. Daha sonra ikin­ci yıl o haccım kaza eder.

Ebu'1-Leys es-Semerkandî der ki: Yüce Allah'ın: "Haram olan aya" buy­ruğu, yine yüce Allah'ın: "Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşırlarsa, siz de onlarla topluca savaşın" (et-Tevbe, 9/36) buyruğu ile nesh olmuştur Yü­ce Allah'ın: "Etediye edilen kurbanlıklara ve gerdanbkhlara" buyruğu ise muhkemdir, nesh olmamıştır, Buna göre hediye olarak gönderdiği kurban­lıklara gerdanlık koyan ve bununla ihrama girmeye niyet eden herkes ihra­ma girmiş olur, artık onun ihrama aykırı işleri yapması caiz olmaz. Buna de­lil bu âyet-i kerimedir, O halde bu hükümlerin kimi, kimine atfedilmiş bu­lunmaktadır. Bunların kimi nesh olmuştur, kimi de nesh olmamıştır. [37]

 

10- Kâfirin Kendi Kanaatine Göre İbadeti:

 

Yüce Allah'ın; "Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Bey-t-i Haramı kastedip gelenlere.. buyruğu ile ilgili olarak, müfessirlerin çoğunluğu şöyle demiştir: Bunun anlamı, ticarette lütuf ve kârı arayarak, bu­nunla birlikte de kendi kanaat ve umutlarına göre Allah'ın rızasını anyarak gelenlere... şeklindedir.

Denildiğine göre, aralarından ticaret kastıyla gelenler olduğu gibi, hacc ile -buna nail olmasa dahi- Allah'ın rızasını arayanları da vardı. Araplar arasın­da ölümden sonra amellerinin karşılığım göreceğine ve öldükten sonra di-riltileceğine inanan kimseler de vardı. Bu gibi kimseler için cehennemde aza­bın bir çeşit hafifletilmesi uzak bir ihtimal değildir.

İbn Atiyye der ki: Bu âyet-i kerime, yüce Allah'ın araplann kalplerini ısın­dırması ve onlara karşı nazik davranması kabUindendir. Böylelikle ruhları ra­hatlasın ve insanlar arasına karışabilsinler. Hac mevsimine katılıp Kur'ân'ı din­lesinler, iman kalplerine girsin ve onlar açısından olması gereken şekliyle (iman etmelerinin zaruretini ortaya koyan) deliller ortaya konulsun. Bu âyet-i kerime Mekke'nin feüıi yılı nazil olmuştur. Allah, hicretin dokuzuncu yılından sonra, Hz. Ebû Bekir'in haccedip herkese Berae (et-Tevbe) sûresi açıkça okunup ilan edilmesinden sonra nesh olunmuştur. [38]

 

11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü Ve Aslen Mubah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:

 

Yüce Allah'ın: "İhramdan çıktıktan sonra (isterseniz) avlanın1* emri, herkesin icmâı ile mübahhk bildiren bir emirdir. Daha önce ihram sebebiy­le sözkonusu olan yasağı kaldırmaktadır. Bunu> ilim adamlarının birçoğu böy­le nakletmekle birlikte bu sahih değildir. Aksine, yasaklamadan sonra varid olan "yap" emri, aslı üzere rücu ifade eder. Bu, Kadı Ebu't-Tayyıb ve diğer­lerinin görüşüdür. Çünkü, vücubu gerektiren şey hâlâ olduğu gibi durmak­tadır Bundan önceki yasakhk ise, mani olmaya elverişli değildir. Buna de­lil de yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Haram olan aylar çıktı mı, artık o müş­rikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 9/5) İşte buradaki "yap" em­ri vücup ifade eder. Çünkü bununla kastedilen cihaddır. Mâide süresindeki bu buyruktan ve buna benzer: "Artık namaz kılındı mı, yeryüzüne dağdın" (el-Cuma, 62/10) buyruğu ile "İyice temizlendiler mi, o zaman,,, onlara yaklaşın" (el-Bakara, 2/222) buyruklardan, bunların manalarına ve bu hu­susta icmaa bakarak anlaşılan mübahlıktan çıkartılmıştır. Yoksa buradaki emir sigasından alınmış değildir. Doğrusunu en İyi bilen Allah'tır. [39]

 

12- Kin Ve Adalet:

 

Yüce Allah'ın: "Sizi Mescld-i Haram'dan alıkoydular dîye, bîf kavme kar­şı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" buyruğunda-ki; "Sakın sürüklemesin" buyruğu, sizi buna itmesin, an­lamındadır. Bu açıklama îbn Abbas ve Katade'den nakledilmiştir. Aynı zaman­da el-Kisaî ve Ebu'l-Abbas'ın da görüşü budur. Bu kelime iki mefule teaddi eder, Sana olan kinim beni bu işi yapmaya itti, denir. Ya­ni, beni bunu yapacak noktaya kadar götürdü. Şair de der ki:

"Ebû Uyeyne'yi -andalun- öyle bir yaraladın ki,

Bundan sonra bu, Fezâre'lileri kızıp öfkelenmeye mecbur etti."

el-Ahfeş der ki: Bu, sizi böyle bir iş yapmak zorunda bırakmasın, anlamın­dadır. Ebû TJbeyde ve el-Ferrâ der ki: "Sakın sizi... sürüklemesin* buyruğu, bir kavme olan kininiz sizi, hakkı aşıp banla gitmeye, adaleti bırakıp da zul-me yönelmeye itmesin, size böyle bir davranış kazandırmasın demektir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Sana emanet bırakana, sen de ema­neti geri ver. Fakat sana hainlik edene sen hainlik etme."[40]

  Buna dair açık­lamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu âyetin bir benzeri de yü­ce Allah'ın su buyruğudur: "... Onun için size kim saldırırsa, sîz de tıpkı on­ların size saldırdıkları gibi karşılık verin-" (el-Bakara, 2/194) Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden (işaret edilen âyetin tefsirinde geçmiş bu­lunmaktadır). Filan kişi, ehlinin cerimesidir Yani, onlara bu işi kazandırıcıdır, şeklinde de kutlanılır. Buna göre cerime ve cari, kazanan anlamındadır. Filan kişi ciirm etti tabiri de günah kazandı anlamındadır. Şa­irin şu beyiti de buradan gelmektedir;

"Bir dağın tepesinde yiyeceğini kazanmak isteyen (kartal yavrusu) Toparladığı kemiklerinin yağı (mn aktığını) görür."

İşte binasında aslolan anlam budur. îbn Faris de der ki: Bu, şekillerinde kullanılır. tabiri ise mutlaka ve kaçınılmaz manasınadır. Bu kelimenin aslı ise, kazanmak anlamına gelen (pir)'dendir. Şair der ki;

"Bundan sonra bu Fezarelilere kızıp öfkelenmeyi kazandırdı. Bir diğer şair de şöyle demektedir:

"Ey Ukl'den ve yaptıklarından (cinayetlerinden) diğer kabilelere şikâyet eden; Öldürmelerinden ve sıkıntı ve kederlere boğmalarından ötürü,"

Bir şeyi kesmeyi anlatmak için de denilir. er-Rummanî Ali b. İsa der ki: Asıl olan da budur. Çünkü bu keîime, bir şeyi başkasından kes­mek dolayısı ile bir şeye itmek, mecbur etmek anlamındadır. Kişiyi yalnız­ca kazanmaya ittiği için kazanmak anlamında da kullanılır. Ayrıca hak etmek anlamında da kullanılır Çünkü bu hak sebebiyle onun hakkında bir şey ke­silip tesbît edilir. el-Halil der ki: Şüphe yok ki, onlar için ateş vardır" (en-Nahl( 16/62) buyruğu: Andolsun ki, onlar için azab hak olmuştur, demektir. el-Kisaî der ki: kullanışları aynı anlamda iki kulla­nış olup, ikisi de kazanmak anlamım ifade etmektedir.

İbn Mes'ud, "...sizi... sürüklemesin" anlamındaki buyruğu, "ye" harfini -üstün yerine- ötreli olarak şeklinde okumuştur- Anlamı da yine ay­nı şekilde, size... kazandırmasın, sizi sürüklemesin şeklindedir. Basralılar ise, (hemze'li kullanılışım kabul etmedikleri için) bu kelimenin ötreli okunuşu­nu bilmezler. Onlar sadece şeklinde kullanırlar.

Kin demektir. Bu kelime, "nûn" harfi üstün ve sakin olarak da okunmuştur. Mastar olarak; Adama kin duy­dum, duyanm, şeklinde kullanılır. Bütün bunlar İse, birisine kin duymak, buğz etmek anlamındadır. Yani, onların sizleri ahkoymaları sebebiyle bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haksızlığa sürüklemesin. Size haksızlık (m güna­hını) kazandırmasın. Maksat, bir kavme kargı duyduğunuz kindir. O bakım­dan mastar, mefule izafe edilmiştir. (Çünkü âyet-i kerimede izafet şeklinde olup, kelime kelime anlamı: Bir kavmin kini... şeklindedir).

İbn Zeyd der ki: Müslümanlar, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı yıl Bey-tullah'ı ziyaretten alıkonulunca, umre yapmak isteyen bir takım müşrik kim­seler yakınlarından geçti. Bunun üzerine müslümanlar: Bunların benzerleri bizi Beytullah'a gitmekten alıkoydukları gibi, biz de bunları alıkoyalım. Bu­nun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yani siz, bunlara herhangi bir saldırıda bulunmayın ve onlar sizi Mescid-i Ha-ram'dan alıkoydular diye siz de onların benzerlerini, arkadaşlarını alıkoymayın.

Şeklindeki okuyuş, onlar sizi alıkoydukları için... anlamında olup, mefulün leh şeklindedir. Ancak Ebû Amr ve İbn Kesir bunu, şek­linde, hemzeyi esreli olarak (şart cümlesi halinde) okumuşlardır. Ebû TJbeyd'in tercih ettiği kıraat budur.

el-A'meş'den ise; Sizi alıkoyarlarsa.... şeklinde okuduğu riva­yet edilmiştir. İbn Atiyye der ki: buradaki edat, şart edatıdır. Yani, eğer ge­lecekte böyle bir işin benzeri meydana gelirse.,, demek olur. Birinci kıraat ise mana itibariyle daha bir sağlamdır.

en-Nehhâs der ki: Bunun şart cümlesi halindeki okunuşuna gelince, ileri gelen nahiv, hadis ve kıyas alimleri çeşitli sebepler dolayısıyla böyle bir kı­raati uygun görmezler. Bu sebeplerden birisi şudur: Âyet-i kerime Mek­ke'nin fetih yıh olan sekizinci yılda nazil olmuştur. Müşrikler ise, hicretin al­tıncı yılında gerçekleştirilen Hudeybiye barışı yılında müslümanları alıkoy­muşlardı. O halde bu alıkoyma, âyetin inişinden önce olmuştur. Eğer şart eda­tı olarak hemze esreli okunacak olursa, böyle bir alıkoymanın buyruğun nü­zulünden sonra olmasından başka türlü gerçekleşmiş olması düşünülemez. Nitekim: Seninle çarpışacak olursa, filana hiçbir şey verme demek böyledir. Böyle bir şey ancak gelecekte sözkonusu olur. Şayet hemzeyi üstün okuyacak olursak, o takdirde bu geçmiş hakkında sözkonusu olur. Buna göre, kıraatinden başka türlü caiz olmamalıdır. Aynı şekilde eğer bu ha­dis sahih olarak varid olmasaydı bile, yine üstün olarak okunması gerekir­di. Çünkü, yüce Allah'ın: "Allah'ın şeâîrine... saygısızlık etmeyin" buyru­ğu, -âyetin sonuna kadar- Mekke'nin müslumanların elinde bulunduğuna de­lalet etmekte vç onların ancak Beyt-i Haram'a gelenleri alıkoymaya güç ye­tirdikleri bir halde iken böyle bir tutumun kendilerine yasaklandığını orta­ya koymaktadır. İşte bundan dolayı da 'in üstün okunması icabetmek-tedir. Çünkü bu, geçmiş olan bir durumu anlatmak içindir.

Stei haddi aşmaya" buyruğu nasb mahallindedir. Çünkü bu, me-futün biİı'tîr. Yani, bir kavme karşı duyduğunuz kin, sakın sizleri haddi aş­maya, haksızlık yapmaya itmesin. Ebû Hatim ile Ebû Ubeyd ise Kin kelimesindeki birinci "nûn"un sakin okunmasını kabul etmezler. Çünkü mastar kelimeler böyle bir durumda ancak Iıarekelrolarak gelirler. Ancak di­ğerleri bu konuda onlara muhalefet etmekte ve şöyle demektedir: Bu keli­me mastar değildir. Bilakis Tembel, kızgın kelimelerinin vez­ninde ism-i faildir. [41]

 

13- Yardımlaşmanın Esası:

 

Yüce Allah'ın: "İyilik ve takva üzere birbirinizle yardımlasın..." buyru­ğu ile illgili olarak el-Alıfeş der ki: Bu buyrukların sözün baştarafı İle ilgisi yoktur. Bu, bütün insanlara iyilik ve takva üzere yardımlaşmaya dair bir emir­dir. Yani, yüce Allah'ın emrettiği hususlar üzere birbirinize yardımcı olunuz ve birbirinize bunu teşvik edinip bunlar gereğince amei ediniz. Allah'ın ya­sakladıklarından da birbirinizi vazgeçiriniz ve uzak tutunuz. Bu da Peygam­ber (sav)'dan gelen şu rivayete uygun düşmektedir: "Bir hayrı gösteren, onu işleyen kimse gibidir."[42] Şerri gösteren de onu işleyen gibidir, denilmiştir.

Diğer taraftan şöyle denilmiştir: Birr ve takva aynı anlama gelen iki lafız­dır. Farklı lafızlar ile bu anlamı te'kid etmek ve mübalağa kastıyla tekrarlan­mışlardır. Çünkü herbir "birr (iyilik)" aynı zamanda takvadır, herbir takva da bir birrdir.

İbn Aüyye ise der ki: Ancak bu açıklamada bir dereceye kadar müsama­ha sözkonusudur. Zira, bu iki lafzın delâletinde bilinen şu ki; birr, vacibi ve mendubu da kapsamına almakla birlikte, takva, vacib olan şeylere riayeti ih­tiva eder Bunlardan biri ötekisinin yerine kullanılması, kelimenin anlamla­rını aşmak suretiyle mümkün olur.

el-Maverdi ise der ki: Şanı yüce Allah, iyilik üzere yardımlaşmaya teşvik­te bulunup bunu, kendisine karşı Ukvalı olmakla birlikte zikretmektedir. Çünkü takvada yüce Allah'ın rızası sözkonusudur. Birr (.iyilik) de ise insanların rızası sözkonusudur. Yüce Allah'ın rızası ile insanları hoşnut etmeyi bir ara­da bulunduran kimse ise, tarn anlamı ile mutlu olur, elde ettiği nimet de umu­mi bir nimet olur.

îbn Huveyzîmendad aAkkâm."mda der ki: İyilik ve takva üzere yardımlaş­mak çeşitli şekillerde olur. Alim olan kimsenin, ilmi ile insanlara yardım edip onlara öğretmesi icabeder. Zengin olan da insanlara malıyla yardımcı olur, Kahraman olan kimse de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Ve rnüslümanlar tek bir el gibi birbirini destekleyen kimseler olmalıdır­lar. "Mü'minlerin kanlan birbirine denktir, Onların en aşağılarda olanları da­hi onların sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır, onlar kendilerinin dışın­da kalanlara karşı tek bir el gibidirler.[43] "Haksızlık yapandan yüz çevirmek, ona yardımcı olmayı terk edip içinde bulunduğu durumdan da onu döndür­mek İcabeder.

Daha sonra yüce Allah: "Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yar­dımlaşmayla" diye buyurarak, bize yasaklamada bulunmaktadır. (İsm : günah) işlenen suçlardan dolayı kişiyi bulan hükümdür. "Haddi aşmak : ud-van" ise insanlara zulmetmek demektir. Arkasından yüce Allah genel bir ita-de ile yine takvayı emredip tehditte bulunarak: "Allah'tan korkun, şüphe­siz Allah cezası pek şiddetli olandır" diye buyurmaktadır. [44]

 

3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar, (henüz canlı iken yetişip) kestikleriniz hariç olmak üzere boğula­rak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak, süsülerek (öl­müş olanlar) ve yırtıcı bir hayvan tarafından yenmiş hayvanlar, dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazJananlar ve faloklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bütün bunlar fisktır. Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün si/iu için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din ola­rak tslâmı beğenip seçtim. Kim son derece aç ve çaresiz kalır da günaha meyletmeksizin (bunlardan) yemeye mecbur kalırsa, şüphesiz Allah mağfiret edendir, merhamet edendir.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yirmi altı[45] başlık halinde sunacağız: [46]

 

1. El-Bakara 173. Âyetinde Haram Oldukları Belirtilenler:

 

Yüce Allah'ın: "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan-lar... size haram kılındı" buyruğuna dair açıklamalar daha önce (el-Baka-ra sûresinde 2/173. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. [47]

 

2- Boğularak Öldürülenler:

 

Yüce Allah'ın: "Boğularak" buyruğu ile boğulmak suretiyle öldürülen hayvan kast edilmektedir. Boğmak ise, ister bir insan tarafından bu iş yapıl­ması suretiyle olsun, isterse de ipine dolandığı yahut iki sopa arasında kal­dığı veya buna benzer bir sebeple aldığı nefesinin engellenmesi, tıkanması-dır. Katade'nin naklettiğine göre, cahiliye dönemi insanları koyun ve başka hayvanları boğularak ölmelerinden sonra da yiyiyorlardı. İbn Abbas da bu­nun benzerini zikretmiştir. [48]

 

3- Vurularak Öldürülenler:

 

Yüce Allah'ın; "Vurularak" buyruğuna gelince, şer ölçülere uygun ola­rak kesilmeksizin, ölünceye kadar kendisine bir taş atılan, yahut taş ya da so­pa ile vurulan hayvandır. Bu açıklama şekli İbn Abbas, el-Hasen, Katade, ed-Dahhâk ve es-Süddî'den nakledilmiştir.

Onu şiddetle vurdu, vurur, şiddetlice vurulmuş, tabir­leri buradan gelmektedir. şiddetlice vurmak demektir. ise, dö­vülerek oldukça ağırlaştırılmış, ölüm noktasına getirilmiş kimse demektir. Ka-tade der ki: Cahiliyye dönemi insanı bu işi yapıyor ve böylece öldürdükle­rini de yiyorlardı.

ed-Dahhâk der ki; Cahlliyye dönemi insanları, ilahları adına davarları öl-dürünceye kadar tahta kütüklerle vuruyor ve sonra da onların etlerinden yi­yorlardı. Bunduk yayı[49] ile öldürülenler de bu kabildendir.

el-Ferazdak der kiı

"O, öyle bir devedir ki, kaldırdığı ayağıyla sütten kesilmiş yavruyu

vurup öldürür. Genç develere ise memelerinin ön uçlarmdan süt içirir."

Müslim'in Sahih'inde Adiy b. Hâtem'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasulü ben, tüysüz okla ava atış ediyor^e isabet ettiriyorum. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Tüysüz okla atış yapıp da okun avı deîip geçer­se, ondan yiyebilirsin. Eğer enine isabet edecek olursa, ondan yeme."[50] Bir rivayette de: "Çünkü o, vurularak ölmüş (vakîz) bir hayvandır."

Ebû Ömer (b. Abdi'1-Berr) der ki: Bunduk (yuvarlatılmış taş ve benzeri sert cisimler), Vaş ve tüysüz ok ile avlanmak hususunda itim adamları, önceki dö­nemlerde de daha sonraki dönemlerde de farklı görüşlere sahiptirler. İbn Ömer'den gelen rivayete uygun olarak bunun, vurularak Öldürülmüş (vak­îz) olduğu kanaatine sahip olanlar -canlı iken yetişilip kesilenler müstesna-caiz kabul etmezler. Bu, Mâlik'in, Ebû Hanife'nin ve arkadaşlarının es-Sev-rî ve Şafiî'nin de görüşüdür. Bu hususta Şam (Suriye) alimleri onlara muha­lefet etmişlerdir. el-Evzaî tüysüz ok hususunda şöyle demiştir Avı delip ge­çerek öldürülmüş olsun, yahut delip geçmeksizin öldürülmüş olsun o avı yi­yebilirsin. Çünkü, Ebu'd-Derda ile Fedale b. Ubeyd ve Abdullah b. Ömer ile Mekhul, bunda herhangi bir sakınca görmüyorlardı. Ebû Ömer (îbn Abdi'l-Berr) der ki: Evet, el-Evzaî bunu böylece Abdullah b. Ömer'den zikretmiş­tir. Fakat, Abdullah b. Ömer'in bilinen görüşü, Mİlik'in Nafi'den, Nafi'in de İbn Ömer'den naklettiği şekildeki görüştür.

Bu hususta asıl delil ile uygulamaya esas olup kendisine başvuran için de­lil teşkil eden Adiy b. Hatim yoluyla gelen hadis-i şeriftir ki, orada şu ifade­ler de yer almaktadır; "Tüysüz okun eniyle isabet ettiği (ve öldürdüğünü ise yeme. Çünkü o, vurularak öldürülmüştür."[51]     

 

4- Yüksek Bir Yerden Yuvarlanarak Ölenler:

 

Yüce Alkilin: "Yüksek bir yerden yuvarlanarak..." anlamına gelen el-mutereddiye, yukardan aşağı doğru yuvarlanarak ölen hayvan demektir Yuvar­landığı yer ister bir dağdan aşağı olsun, ister bir kuyuya ve benzer bir yere düşmek şeklinde olsun, fark etmez.

Bu kelime, helak olmak anlamına gelen'den mütefa'ile veznindedir. İster kendiliğinden düşmüş olsun, ister başkası onu yuvarlamış olsun farket-mez. Ok, ava isabet edip de bu av dağdan yere düşecek olursat bu av yine haram olur, Çünkü o av hayvanının okla değil de yukardan aşağı yuvarlan­mak ve aldığı sadme sonucu ölmüş olması ihtimali vardır. "Eğer sen avını su­da gömülmüş görürsen onu yeme. Çünkü, onu su mu (boğulma sonucu) öl­dürdü, yoksa okun mu onunöİürnüne sebep oldu bilemezsin" hadisi de bu kabildendir. Bunu da Muslini rivayet etmiştir.[52]

Cahiliye dönemi insanları; yüksekçe yerlerden düşüp ölen hayvanları yer ve cahiliye dönemi, ancak hastalık ve buna benzer bilinen bir sebep olmak­sızın ölen hayvanların meyte (leş) olduğuna inanırlardı. Bu gibi sebepler ise onlara göre tıpkı bir kesim gibi idi. Şeriat ise, kesimi ileride açıklanacağı üze­re belli bir niteliğe hasretmiş bulunmaktadır. Bunun dışında kalan bütün şe­killer, meyte (ölü ve leş) olarak değerlendirilmiştir. Bütün bunlar ittifakla ka­bul olunan muhkem hükümlerdendir.

Aynı şekilde süsülerek öldürülen ve yırtıcı hayvanlar tarafından parçala­nılarak yenilen hayvanların hükmü de böyledir. [53]

 

5- Süsüterek Öldürülenler:

 

"Sösülerek" öldürülen hayvan anlamına gelen "en-Natiha" kelimesi, fail vezninde olup meful anlamını vermektedir. Bu da bir başkası tarafından tos-lanarak veya buna benzer bir şekilde vurularak kesilmeden önce Ölen hay­vandır. Bazıları "en-Natîha" kelimesini meful anlamında değil de ismi fail İtoslayan) anlamında almışlardır. Çünkü, kimi zaman iki koyun (koç) birbiriy­le toslaşır ve sonunda ikisi de ölebilir.

Yüce Allah'ın buyruğunda; şeklinde ve fail vezninde, sonunda bu "te"nin gelmemesi gerektiği halde "tenli olarak gelmesine gelince, bilindiği gibi aynı vezinde kullanılan: Kınalanmış bir el ve yağ sürülmüş bir sakal lafızları da aynı vezin olmakla birlikte yuvarlak "tew zik­redilme mistir. Ancak âyet-i kerimenin bu kelimesinde yuvarlak "teinin zik-rediliş sebebi şudur: Bu "te"nin "faîle" vezninin sonundan hazf edilmesi laf-zen söylenmiş  bir mevsufa sıfat olması  halindedir.  O  bakımdan; Süsülerek öldürülmüş koyun ve öldürülmüş kadın denilir (ken bu veznin sonunda yer alan "te" harfleri hazf edilmiştir). Eğer mevsuf zikredilmemiş ise "te" harfi zikredilerek: Filan oğullarından olup, öldürülmüş kadım gördüm ve bu koyunlar tarafından süsülerek öldürülmüştür, denilecek olursa, "te" harf» zikredilir. Eğer, "te" harfi zikredilmeksin; Filan oğullarından olup öldürülen kişiyi gördüm denilecek olursa, öldürülenin erkek mi, kadın mı ol­duğu bilinmem

Bununla birlikte Ebû Meysere bu kelimeyi; Toslanarak öldürül­müş (anlamında ve isim meful vezninde) okumuştur. [54]

 

6-Yırtıcı Hayvanlar Tarafından Yenilmiş Olanlar:

 

"Yırtıcı bir hayvan tarafından (parçalanarak) yenilmiş (ve ölmüş) hay­vanlar" buyruğu ile yüce Allah, hayvanlar arasından parçalayıcı azı dişi ve tırnağı (pençesi") olup bunlar tarafından yakalanan (ve parçalanan) hayvan­ları kastetmektedir. Aslan, kaplan, tilki, kurt, sırtlan ve buna benzer bütün bu hayvanlar yırtıcı hayvanlardır.

"Yırtıcı hayvanlar" anlamına gelen; kelimesi dişi ile ısırmak an­lamına gelen; Yden türemiştir. Yine bu kelime, ayıplamak ve onun hak­kında ileri geri konuşmak anlamında da kullanılır.

İlahî buyrukta hazf edilmiş kelimeler de vardır. Anlamı şöyledir: Yani, yır­tıcı hayvanların kendisinden bir bölümünü yedikleri,.. Çünkü, hayvanın ye­diği zaten telef olup gitmiştir Araplar arasından (yırtıcı hayvan anlamına ge­len): adını yalnızca arslan hakkında kullananlar da vardır.

Araplar, yırtıcı bir hayvan bir koyunu yakalayıp, daha sonra bu yırtıcı hay­vandan o koyun kurtulacak olursa, o kovunu alır yerlerdi. Bir bölümünü ye­miş olsa dahi kalanım yerlerdi. Bunu da Katade ve başkaları söylemiştir, el-Hasen ile Ebû Hayve, bu kelimeyi "be" harfini sakin olarak okumuşlardır. Bu da Necid'İÜerin bir söyleyişidir. Hassan (r.a) da Ebû Lebeb'in oğlu Utbe hak­kında şöyle demiştir:

"Bu yıl ailesinin yanına kim dönebilir Çünkü yırtıcı hayvanın yediği geri dönemea."

İbn Mes'ud âyet-i kerimenin bu bölümünü; şeklinde okuduğu gibi, Abdullah b. Abbas; Yırtıcı hayvardann yedikleri şeklinde oku­muştur. [55]

 

7- Ölmeden Önce Kesilebilenler:

 

Yüce Allah'ın: "(Henüz canlı iken yetişip) kestikleriniz hariç olmak üze­re" anlamındaki buyruğu, ilim adamlarının ve fakahânın cumhurunun görü-Şüne göre muttasıl bîr istisna olmak üzere nasb mahallindedir. Bu İstisstâ, sö­zü geçen hayvanlar arasından hayatta iken yetişilip kesilebilen bütün bu anı­lanlara racidir. Bütün bu anılan hayvanlarda, şer'i kesim etkisini gösterir. Çün­kü istisnanın hakkı, daha önce geçen sözlerle alakalı olmasını ve -kabul edil­mesi gerekli bir delil bulunmadıkça- bu istisnanın munkatı' kabul edilmeme­sini gerektirir.

îbn Uyeyne, Şureyk ve Cerir; er-Rukeyn b. er-Rabiden, o, Ebû Talha el-Esedîden şöyle dediğini rivayet ederler: İbn Abbas'a, bir kurdun saldırısına uğrayıp, kurt tarafından karnı yarılan, bağırsaktan dışarı çıkan, sonra da öl­meden önce yetişip kestiğim koyunun durumu hakkında soru sordum. Ba­na dedi ki: Bu şekilde kestiğin koyunu yiyebilirsin. Ancak, onun dışarı çık­mış bağırsaklarını yeme.

İslıâk b, Ralıaveyh der ki: Koyunda sünnet olan, İbn Abbas'ın belirttiği şe­kildedir. Böyle bir koyunun bağırsakları her ne kadar dışarı çıkmış olsa da­hi, henüz hayattadır. Onun kesim yeri de herhangi bir zarar görmemiştir. Ke­sim esnasında o hayvanın canlı olup olmadığına bakılır. Yoksa, aynı durum­daki bir koyunun yaşayıp yaşamadığına bakılmaz. Hasta olan koyunun da du­rumu böyledir Yine İslıâk der ki: Kim buna muhalefet ederse, ashabın cumhuru İle genel olarak ilim adamlarının uygulamalarına (sünnetine} mu­halefet etmiş olur.

Derim ki: İbn Habib de bu görüştedir. Aynı zamanda bu görüş Maliki mez­hebi alimlerinden de nakledilmiştir İbn Vehb'in görüşü ile Şafiî mezhebinin meşhur olan görüşü de budur. el-Müzenî der ki: Ben bu hususta Şafiî'nin bir başka görüşünü de biliyorum. Buna göre, eğer eti yenen hayvan, yırtıcı hay­vanın saldırısına, hayatının devam etmesine imkân olmayacak şekilde uğra­yacak veya yuvarlanma sonucu bu hale gelecek olursa, o hayvan yenilmez.

Aynı zamanda bu, Medinelîlerin de görüşüdür. Mâlik'İn meşhur olan gö­rüşü de budur. Abdulvelıhab'ın "et-Thlkîn" adlı eserinde naklettiği görüş bu olduğu gibi, Zeyd b. Sabit'den de rivayet edilmiştir. Zeyd b- Sabit'in bu gö­rüşte olduğunu Mâlik, Muvatta'mda zikretmektedir. Kadı İsmail İle Bağdat­lı Maliki mezhebi alimlerinden bir topluluk da bu görüştedir. Bu görüşe gö­re, âyet-i kerimedeki bu istisna munkatı'dır. Yani, size bu anılan şeyler ha­ram kılınmıştır. Fakat kendi kestikleriniz bundan müstesnadır, size haram ol­mayan da odur.

Jbnü'l-Arabî der ki: Bu hususlarda Mâlik'in görüşleri farklı farklı gelmiş­tir. Ondan sahih bîr şekilde kesilen hayvanlar dışındakilerin yenilmeyeceği­ne dair rivayet geldiği gibi, Muvatta'daki rivayet de şöyledir: Eğer, hayvan nefes alıp vermekte iken ve kıpırdaması esnasında o hayvanı kesecek olursa, o hayvanı yiyebilir. Bizzat kendi eliyle yazıp ömrü boyunca her beldeden in­sanlara karşı okuduğu sahih görüşü de budur. O bakımdan onun bu görüşünün kabul edilmesi, konu ile ilgili nadir rivayetlerden daha önce gelmelidir. Birim ilim adamlarımız» hasta hayvan hakkında mutlak olarak şunu belirtirler; Mezhebin kabul edilen görüşü, böyle bir hayvanın, eğer onda henüz hayat kalıntısı varsa, Ölümü yaklaşmış olsa dahi kesiminin caiz ol­duğudur. Olaya dikkatle ve mantıkî bir şekilde bakılacak olursa, düşünceler her türlü şüpheden kendisini kurtaracak olursa, şunu sormak isteriz. Hastalık dolayısıyla geride kalan bir hayat kalıntısı ile, yırtıcı bir hayvanın saldırısı dolayısıyla kalan hayat kalıntısı arasındaki fark nedir? Bir bilebilsem.

Ebû Ömer de der ki: Hayatta kalması umulmayan hasta hayvan hakkında (fukaha) icmâ ile şunu belirtirler: Böyle bîr hayvanın kesilmesi, eğer kesim esnasında henüz onda hayat varsa ve zikrettikleri şekilde on ayağını, yahut arka ayağını, ya da kuyruğunu hareket ettirmek veya buna benzer bir hareket ile onun hayatta olduğu bilinecek olursa, kesilmesi onun için şer'i bir kesim (tezkiye) dir. Yine icmâ ite şunu kabul etmişlerdir: Böyle bir hay­van» can çekişirken, hiçbir şekilde ön ve arka ayağım hareket ettirmiyor ise, bunun için şer'i kesim sözkomısu değildir. Yüksek yerden düşüp yuvarlanan hayvan ile, âyeti kerimede onunla birlikte zikredilenlerin de kıyasa göre hükümlerinin böyle olması icabeder. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [56]

 

8- Ikzkiye (Şefi Kesim)'İn Mahiyeti İle Anne Karnındaki Ceninin Kesimi:

 

Yüce Allah'ın: "Kestiklerinle" buyruğunda geçen; Kesmek mas­tarı, arapçada boğazlamak, kesmek demektir. Bunu Kutrub söylemiştir, İbn Side de "el-Mukkem" adlı eserinde şöyle demektedir: Araplar "Ceninin kesilmesi, annesinin kesilmesidir" demektedirler. İbn Atiyye ise der ki: Hayır, bu bîr hadistir. ise, hayvanı kesti, boğazladı, anlamın­dadır, Şair'in şu sözleri de bu kabildendir:

"Onları mızraklar ve oklar keser"

Derim ki: İbn Atîyye'nin işaret ettiği hadisi, Dârakutnî, Ebü Said ile Ebû Hureyre'den, Ali ve Abdullah (b. Mes'ud) dan, Peygamber {sav)'dan şöylece rivayet etmektedir "Ceninin kesimi annesinin kesimidir."[57]

İlim ehlinin büyük bir topluluğu da bu görüştedir. Bundan tek istisna, Ebû Hanife'den gelen şöyle dediğine dair rivayettir: Eğer cenin, annesinin karnın­dan ölü olarak çıkacak olursa onu yemek helâl olmaz. Çünkü bir canın ke­simi, iki can için kesim olmaz.

Ibnü'İ-Munzir ise şöyle demektedir: Peygamber (sav)'ın: "Ceninin kesimi annesinin kesimidir" buyruğunda ceninin anneden ayrı olduğunun bir delili vardır. O, (Ebû Hanife) ise şöyle der; Hamile olan bir cariye azad edilecek olursa, ceninin azadı annesinin azadı ile gerçekleşir. Bu ise, ceninin kesiminin annesinin kesimi ile gerçekleşmiş olmasını kabul etmesini gerektirmektedir. Çünkü, tek bir kişinin azadının, iki kişinin azadı demek olmasını uygun gör­düğüne göre, tek bir canın kesiminin de iki canın kesimi için sözkonusu ol­ması caiz olur. Üstelik Peygamber ('sav)'dan gelen haber ile, ashabından ge­len rivayetler ve insanların büyük çoğunluğunun kabul ettikleri görüş, bu konuda söz söyleyen kimselerin sözüne ihtiyaç bırakmamaktadır. İlim adanı­lan itinâ ile şunu kabul etmektedirler: Cenin, annesinin karnından canlı olarak çıkacak olursa, annesinin kesimi cenin İçin kesim olmaz. Şu kadar var ki, kar­nında cenin bulunan annenin tezkiye edilmesi halinde farklı görüşleri var­dır. Mâlik ve bütün arkadaşları der ki: O ceninin kesimi, eğer hilkati tamam­lanmış ve tüyleri bitmiş ise, annesinin kesimi île gerçekleşir. Bu da ceninin Ölü olarak çıkması yahutta hayattan eser taşıyarak çıkması halinde böy­ledir. Şu kadar var ki, hareket eder halde annesinin karnından çıkması halinde kesilmesi de müstehabtır. Şayet yetişip kesemezlerse yine yenilir. İb-nü'l-Kasım der ki: Bir koyunu kurban ettim. Onu kesince, bu sefer yavrusu annesinin karnında hareket etmeye başladı. Bu yavrusu annesinin karnında ölünceye kadar o koyunu bırakmalarını emrettim. Daha sonra da onlara, em­redip koyunun karnını yardılar, yavruyu karnından çıkarttılar ve onu da kes­tim, onun da kanı aktı. Çocuklarıma onu közde pişirmelerini söyledim,

Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik de der ki: Rasûlullah (savYın ashabı derlerdi ki: Ceninin tüyleri bitmiş İse, onun kesimi annesinin kesimidir.

İbnü'l-Munzir der ki: Ceninin kesimi annesinin kesimidir deyip de tüyünün bitip bitmediğinden söz etmeyenlerden birisi de Ali b. Ebi Taİib (r.a) ile Said b. el-Müseyyeb, Şafiî, Ahmed ve İshak'tır. Kadı Ebu'i-Velid el-Bâci der ki: Pey­gamber (sav)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştin "Ceninin kesimi, annesinin kesimidir. Tüyleri bitmiş olsun veya bitmemiş olsun"[58] Şu kadar var ki bu, zayıf bir hadistir. Mâlikin mezhebi, konu ile ilgili görüşlerin sahih olanıdır. İslam diyarının çeşitli bölgelerindeki Fukahâ genel olarak bu görüştedir. [59]

 

9- Tezkiye"nin Kelime Anlamları:

 

Yüce Allah'ın: "Kestikleriniz... " anlamındaki kelimenin mastarını teşkil eden,'in sözlükteki asıl anlamı, tamam olmak demektir. Yaşın tamam olması anlamında da kullanılır. ise, atın bütün dişlerinin çıkıp tamamlanması üzerinden bir sene geçmesi anlamındadır Bu da atın gücü­nün kemal noktasına varmasını ifade eder. Bu fiilin mazi ve muzari şekille­ri, şeklinde gelir. Araplar; Dişleri tamamlanmış ve bunun üzerinden bir yıl geçmiş atların koşusu, yarış koşusudur, tabirini kullanırlar. "Zekâ" kalbin (kavrayışın) keskinliğini ifade der. Şair der ki:

"Ona karşı (düşmanlıkla) birleştikleri vakit onu üstün kılan Onun yaşının tamamlanmış olması (olgunluğu) ve zekâsıdır."

Zekâ, kavrayış hızı demektir. Bunun fiilleri ise şeklinde, masta­rı da-, diye gelir. ise, ateşin alevinin kendisiyle artıp beslendiği şey demektir. Savaşı ve ateşi kızıştırdım anlamında da: tabir­leri kullanılır. Güneşin bir ismi de'dır. Çünkü, güneş de ateş gibi ya­kıcı bir parlaklığa sahiptir. Sabah da güneşin ışıkları dolayısıyla aydınlandı­ğı için, diye anılır.

Buna göre Kestikleriniz"in anlamı, tam anlamıyla kesimine yeti­şebildiğiniz, kesimini gerçekleştirebildiğiniz demektir. Bu tabirin boğazla­nan hayvan için kullanılması ise, hoş kokulu olmak, iyi ve güzel olmak, lez­zetli olmak anlamlarından alınmadır. Mesela, Hoş koku tabiri kullanılır. Hayvanın da kanı akıtılması suretiyle hoş ve temte kılınmış olur. Çünkü, bunun sonucunda çabucak kurutulabihr. Muhammed b. Ali tr.anhu-ma) yoluyla gelen rivayette ise: Yerin temizlenmesi onun ku-rumasıdır" dediği nakledilmektedir. Bununla, yerin necasetten temizlenme­sini kastetmektedir. O halde hayvanın kesimi onun için bir temizlemedir. Ve onun, yenilmesinin mubah kılınması için bir yoldur. (Muhammed b, Ali) necislikten sonra yerin kurumasını, yerin temizlenmesi olarak ve orada namaz kılınmasının mubah olması olarak değerlendirmiş ve bu şekildeki temizlen­meyi de hayvanın boğazlanmak suretiyle temizlenmesi ayarında kabul etmiş­tir. Bu, (yerin bu şekilde temizleneceği) Iraklı alimlerin de görüşüdür.

Bu husus, bu şekilde olduğuna göre, şunu da bil ki tezkiye, şer'î bir terim olarak kanın akıtılması ve kesilen hayvanlarda şah damarlarının kopartılma­sı, boğazlanmak suretiyle kesilen hayvanlarda boğazlanmaları (boğazının ke­silmesi) buna güç yetirilemeyenler için de herhangi bir şekilde kanının aksilmesi) buna güç yetirilemeyenjer için de herhangi bir şekilde kanının ak­masını sağlayacak şekilde yaralanmaları (el-Akr) demektir. Bununla beraber, bunun Allah İçin yapılması niyetinin ve Allah adının da anılması gerekir. İle­ride açıklanacağı üzere. [60]

 

10- Tezkiye (Kesim)'in Yapılacağı Âletler:

 

İlim adamları, hangi âlet ile tezkiyenin gerçekleşeceği hususunda farklı gö­rüşlere sahiptirler, İlim adamlarının çoğunluğunun (cumhurun) kabul ettiği görüşe göre, konu ile ilgili mutevatiren gelen rivayetlere ve değişik bölge­lerin fukahasımn görüşlerine göre, diş ve kemik dışında şah damarları ko­partıp kar» akıtan herbir şey şer'i kesim aracıdır. Kesim aracı olarak yasak kı­lınan diş ile tırnak, yerlerinden kopartılmamış olanlardır. Çünkü, bunlarla ke­sim yapılacak olursa, o, kesim değil boğmak ofur.

İbn Abbas da: İşte boğmak budur, diyerek bu kanaatte olduğunu belirt­miştir. Yerlerinden kopartılmış diş ve tırnak ise, şah damarları kopartıyor ise, lukahaya göre bunlarla kesim caiz olur

Bazıları da durum ne olursa olsun, ister yerlerinden kopartılmış ister ko­partılmamış olsun diş, tırnak ve kemik île kesimi mekruh görmüşlerdir. Bu­nu mekruh görenler arasında İbrahim, el-Hasen ve el-Leys b. Sa'd da vardır. Bu görüş, Safirden de rivayet edilmiştir. Bunların delili ise, Rafı' b. Hadîc yo­luyla gelen hadisi şerifin zahirinin ifadesidir. Rafi1 b. Hadîc dedi ki: Ey Al­lah'ın Rasûlü, yarın bizler düşmanla karşılaşacağız. Beraberimizde İse bıçak yoktur. -Bir rivayette: - Peki, kamış (ve benzeri ağaç) kabuklarıyla kesebilir miyiz?"[61]

Malik'in Muvatta'ında Nafi'den, o, Ensar'dan bir adamdan, o da Muaz b. Sa'd'dan veya Sa'd b. Muaz'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Kâ'b b. Ma-lik'e ait bir cariye, Sevr tepesinde Kâ'b'a ait koyunları güdüyordu. Koyunlar­dan birisi rahatsızlanınca yetişip onu bir taş ile kesti. Rasûlullah (savVa bu hususta soru sorulunca şöyle buyurdu: 'Onda bir mahzur yoktur, onu yiye­bilirsiniz."[62]

Ebu Davud'un Mu san nef in de de (Sünen'inde) şöyle denilmektedir: Mer-ve (mermer gibi beyaz ve ucu keskinleş tiril ip sivri İLe bilen bir taş çeşidi) ile asalarımızdan yardığımız parçalarla keselim mi? Hz. Peygamber şöyle buyur­du: "Elini çabuk tut ve kes. Kam akıtan (bir şey ile kesilip) üzerinde de Al­lah'ın adı anılanı ye. Diş ile tırnak müstesna. Şimdi ben sana bunları anlatayım. Diş, bir kemiktir. Tırnak ise Habeşlilerin bıçağıdır. Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir.[63]

Said b. el-Müseyyeb'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Kamış (ve benzeri sair ağaç) kabuğu, sopa kabuğu, ince ve keskin taşlar ile kesilenler helal ve temizdir.

Kamış (ve benzeri ağaç) kabuğu ile hem küçük baş hayvanlar kesilebilir, hem de deve boğazlanabilir. Sopa kabukları ile küçükbaş hayvanları kesile­bilir. Çünkü bu kabukların oldukça ince bir tarafı vardır İnce ve keskin taş­lar ile de küçükbaş hayvanları kesebilmekle birlikte deve türü hayvanların bo­ğazlanmasına imkân yoktur. Şu kadar var ki, develere konulan hurçlara ge­çirilen kenarları sivri tahta parçalan ile deve türü hayvanlar boğazlanabilir. Çün­kü bu harbe ve benzerleri gibidir. Ancak bunlarla kesim mümkün olmaz. [64]

 

11- Kesimin Keyfiyeti:

 

İmam Mâlik ve bir topluluk der ki: Kesim, ancak boğazın, sağ ve solun­daki şah damarların kesimi île sahih olabilir.

Şafiî ise der ki: Boğazın ve yemek borusunun koparılması ile kesim sahih olur. Ayrıca şah damarların kopartılmasına gerek yoktur. Çünkü yiyecek ve içecekler bunlardan geçer. Bunlar kesildi mi de hayatta kalmak mümkün ol­maz. Ölümden maksat da budur.

Mâlik ve diğerleri ise, ölümde etin de temizlenmesini sağlayacak şekli na­zarı itibara almışlardır. Böyle bir kesimle lıetal olan -ki o da ettir- damarla­rın kopartılmasıyla çıkan haram olan şeyden - ki kandır- ayrılmaktadır. Ebü Hanife'nin görüşü de budur. Rafi' b. Hadîc yoluyla gelen hadisteki: "Kanı aks­tan" İfadesi de buna delalet etmektedir.

Bağdatlılar (Bağdatlı Mâliki mezhebi alimleri), Mâlik'ten dört şeyin kesi­minin şart olduğunu söylediğini nakletmektedirler: Boğaz, sağ ve soldaki iki damar ile yemek borusu. Bu, Ebu Sevr'in de görüşüdür. (Mâlik'in) meşhur olan görüşü ise, daha önce geçen görüştür, aynı zamanda o, el-Leysln de gö­rüşüdür

Diğer taraftan mezhebimizin alimlerinin iki damardan birisi ile boğazın ke­silmesi halinde, bunun şer'î bir kesim olup olmadığı hususunda iki farklı gö­rüşleri vardır. [65]

 

12. Boyun Bölgesinde Kesimin Yeri:

 

İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Eğer kesim, boğazda ve gırt­lağın altında yapılmış ise, kesim tamamlanmış olur. Fakat, kesim gırtlağın üst tarafında yapılır ve gırtlak beden tarafında kalacak olursa bu, şer'î bir kesim olur mu, olmaz mı hususunda farklı iki görüş vardır;

Mâlik'ten bunun yenilmeyeceğine dair rivayet gelmiştir. Aynı şekilde hay­vanı boynun arka tarafından kesip, kesilmesi gereken yerleri de tamamlayıp, kam akıtarak gırtlağım ve iki daman kesecek olsa dahi yine yenilmez.

Şafiî: Yenilir, demektedir.[66] Çünkü maksat hasıl olmuştur. (Mâlik'in.) bu görüşü de belli bir asla dayanmaktadır. O da şudur: Şer'i kesimden kasıt, her ne kadar kanın akıtılması ise de onda bir çeşit teabbüd vardır. Hz. Peygam­ber, (küçükbaşların) boğazlarını kesmişs deve ve benzerlerini de göğsün üs­tünde, boyun kısmından boğazlamış ve: "Şer'î kesim ancak (deve dışındaki küçükbaşlarda) boğazda ve (devede) ise, göğsün üstünde boyun bölgesin­de yapılır"[67] diye buyurarak kesimin yerini açıklayıp nerede yapılacağını ta­yin etmiş, bunun faydasını beyan etmek üzere de; "Kam akıtan (şey) ile ke­silip üzerinde de Allah'ın adı anılarak kesilenden ye" diye buyurmuştur.[68]

Bu husus ihmal edilecek olursa, niyet de olmazsa, herhangi bir şart ve özel bir niteliğe de riayet edilmezse, bu kesim işinden teabbüd payı ortadan kalk­mış olur, bundan dolayı da böyle bir hayvanın eti yenilmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [69]

 

13- Kesim Kaç Defada Tamamlanmalıdır:

 

Kesimi tamamlamadan önce, elini kaldırsa ve derhal yine kesime devam edip kesimi tamamlayan kimse hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Bunun yeterli olduğu söylendiği gibi, yeterli olmadığı da söylenmiştin An­cak birincisi daha sahihtir. Çünkü o, önce hayvanı yaralamış, sonra da he­nüz hayatta iken onu şer'î usule göre kesmiş olur. [70]

 

14- Kesicinin Nitelikleri:

 

Halinden razı olunanlar dışındakilerin kesim yapmamaları müstehabtır. Bu­nunla birlikte, müslüman veya kitap ehlinden otmak şartıyla kesmeye gücü yetip, bunu sünnete uygun veçhile gerçekleştirebilen, baliğ olsun olmasın, erkek veya dişi herkesin kesimi caizdir. Müslümanm kesimi, kitap ehline men­sup kişinin kesiminden daha faziletlidir. Ancak, nüsûk (ibadet için kesilen kurbanlık ve benzeri) ise, sadece müslüman kesebilir. Nüsûk olan bîr hay­vanı (kurbanlığı), kitap ehlinden birisinin kesmesi hususunda Farklı görüş­ler vardır. Mezheb (imiz) den anlaşılana göre bu, caiz değildir. Fakat, Eşheb bunu caiz kabul etmektedir. [71]

 

15- Yabanileşen Evcil Hayvanların Kesimi:

 

Aslen evcil olup da yabanileşen bir hayvanın kesimi, ancak evcil hayvan gibi kesilirse caiz olur. Bu, İmam Mâlik'in, mezhebine mensup fukahânın, Rabia ve el-Leys b. Sa'd'ın görüşüne göre böyledir.

Kuyuya düşen bir hayvanın durumu da budur. Ancak boğazında veya göğ­sünden yukarı boğazlama yerinde kesim sünnetine uygun olarak kesilirse ye­nilmesi helal olur.

Bu iki meselede, Medineli kimi ilim adamı ile bunların dışında kalanlar mu­halefet etmişlerdir. Ancak, konu ile ilgili olarak Rafi' b. Hadîc'in hadisi var­dır ki, daha önceden geçmiş bulunmaktadır Hz. Peygamber'in: "Tırnak da Ha-beşlilerin bıçağıdır" diye buyurduktan sonra hadisin devamı şöyledir: Biz, bas­kın sonucu bir takım deve ve koyunları ele geçirdik. Onlardan bir deve ka­çıp kurtuldu. Adamın birisi de ona bir ok attı ve onun kaçışını önledi, "Rasû-lullah (sav) şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu develerin, tıpkı yabani hayvanlar gibi yabanileşmeleri ve ürküp kaçışmaları vardır. Bunlardan herhangi birisi eğer elinizden kurtulacak olursa, ona böylece yapınız. -Bir rivayette de:- Onu yiyiniz" diye buyurmuştur. [72]

Ebu Hanife ve Şafiî de bu görüştedir. Şafiî der ki: Peygamber (sav)1 in böy­le bir davranışı tavsiye etmesi, bunun bir kesim olduğunun delilidir. Şaftı ay­rıca, Ebu Dâvud ile Tirmizî'nin Ebu'l-Uşera'dan, Onun, babasından yaptığı

şu rivayeti de delil göstermektedir. Babası dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, kesim ancak boğaz ve göğsün üstünde ve boyun bölgesinde olur değil mi? diye sor­du, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sen, o hayvanın baldırında dahi yara aça­cak olursan, bu bile sana yeter" Yezid b. Harun dedi ki: Bu hadis sahih bir hadistir. Ahmed b. Hanbel'i bile hayrete düşürmüş ve o bunu Ebu Dâ-vud'dan rivayet etmiş, huzuruna giren hadis hafızlarına da bunu yazmasını işaret etmiştir. Ebu Dâvud der ki: Böyle bir şey ancak, yukarıdan aşağıya dü­şen ile> ürküp kaçan  (yabanileşen) hayvan hakkında uygundur.[73]

İbn Habib ise bu hadisi, aşağıya doğru düşüp yuvarlanan ve ancak kesim yeri dışında ona yaralayıcı darbe vurulmak suretiyle kesilebilen hayvanlar hak­kındadır, diye yorumlamıştır. Bu ise, Mâlik'ten ve arkadaşlarından tek başı­na naklettiği bir görüştür.

Ebu Ömer der ki: Şafiî'nin görüşü ilim ehlinin abasında daha bir yaygın ve güçlüdür. Yabani hayvan ne şekilde yenilebilir hale geliyor ise, böyle bir hay­vanın da o şekilde yenilebileceğini belirtmiştir. Buna gerekçe ise, Rafı1 b. Ha-dîc'in rivayet ettiği hadistir. Aynı zamanda buf İbn Abbas ve İbn Mes'ud'un da görüşüdür. Kıyas bakımından {bu görüşün doğruluğuna) gelince: Yaba­ni hayvana güç yetirilecek olursa, o da ancak evcil hayvanın helâl olabile­ceği şekilde kesilmesi halinde helâl olur. Çünkü bu yabani hayvan, (.evcil hay­vanın kesimi gibi") kesilebilecek hale gelmiştir. Buna göre kıyasen, evcil bîr hayvan yabanileşecek, yahut kendisim koruma ve kollama bakımından ya-banileşmiş gibi bir hale gelecek olur ise, yabani hayvanın helâl olduğu ke­sim şekli ile helâl olması gerekir.[74]

Derim ki: İlim adamlarımız, Raf i' b, Hadic'in hadisi ile ilgili olarak şu söz­leriyle cevap vermektedirler: Peygamber (sav)'ın böyle bir fiile müsaade et­mesi, onun hayvanın kaçışını önlemesiyle ilgilidir. Onun kesim şekliyle ilgi­li değildir. Hadisin muktezası da budur, zahiri de bunu ifade eder. Çünkü ha­diste: "Böylece onun kaçışını önledi" denilmekte, okun o hayvanı öldürdü­ğü ifade edilmemektedir. Aynı şekilde, bu gibi hayvanlara çoğu hallerde şer'î usule uygun olarak kesime güç yetirilebilir. Dolayısıyla bunların nadir ola­nına riayet edilmez. Bu gibi şeyler av hususunda geçerlidir. Hadis-i şerifte­ki ifade, atılan okun o hayvanın kaçışını önlediği açıkça ifade edilmiştir. Bu hayvan, engellendikten sonra artık sert usule göre kesilebilir hale gelmiş olur. Dolayısıyla ancak, kesim ya da boğazlama ile helâl olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebu'l-Uşerâ yoluyla gelen hadise gelince, Tirmizî onun hak­kında şöyle demiştir: Bu, garip bir hadîstir. Biz bunu ancak Hammad b. Seleme yoluyla biliyoruz. Ebu'l-Uşerâ'mn babası yoluyla bundan başka rivayet ettiği bir hadisini de bilmiyoruz Ebu'l-Uşerâ'nın adının ne olduğu hususun­da (ilim adamları) ihtilaf etmişlerdir. Kimisi adının Usame b, Kıhtım'dır der­ken, kimisi de adı, Yesar b. Berz -Belz de denilir- olduğunu söylemektedir. Başkaları da adının Utarid olduğu ve dedesine nisbet edildiğim söylemişler­dir.[75]

O halde bu, senedinde meçhul bir ravî bulunan bir hadistir ve bu hadis delil olmaya elverişli değildir, Yezİd b. Harun'un dediği gibi, hadisin sahih olduğu kabul edilse dahi yine bu hadiste delil olacak bir taraf yoktur. Çün­kü hadisin muktezasi, kesime güç yetirilen ve yetirilmeyen hayvanların tü­mü hakkında ve hangi organda olursa olsun şer'î kesimin caiz olmasını ge­rektirmektedir. Bu hadisin, kesime güç yetirilenler ile ilgili olduğunu kimse söyleyemez. Hadisin zahiri kati olarak murad edilmiş-değildir. Ebu Dâvud ile İbn Habib'in bunu te'villeri ise ittifakla kabul edilmiş değildir. O halde bu ha­diste delil olacak bir taraf yoktur Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Malik'in delili de şudur: Fukaha icma ile şunu kabul eden Eğer, evcil olan bir hayvan kaçıp ürkmüyoı ise ancak, kesimine güç yetirilebilen gibi kesilmelidir. Bundan sonra ise (ilim adamla­rı) ihtilaf etmişlerdir. O halde onlar ittifak etmedikleri sürece bu hayvanın ke­simi de asıl kesimi neyse Öyle olur. Ancak bu hususta delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü, ilim adamları, kesimine güç yetirilenin durumu hakkında ic­ma etmiglerdir. Burada mevzubahis olan ise, kesimine güç yetirilemeyen (ür­küp kaçmış, yaban i leş miş) hayvandır. [76]          

 

16- Kesilecek Hayvana Güzel Davranmak:

 

Peygamber (sav)'ın şu buyruğu, konunun tamamlayıcı bir unsurudur: "Muhakkak Allah, ihsanı (iyilik ve güzelliği) herşeye yazmıştır. O bakımdan, öldürdüğünüz zaman öldürmenizi güze Ueş tir iniz. Kestiğiniz zaman kesimi­nizi güzelleştiriniz. Sizden (kesim yapacak) herhangi bir kimse bıçağını iyi­ce bilesin ve keseceği hayvanı rahatlatsın." Bu hadîsi Müslim, Şeddad b. Evs'den rivayet etmiştir Şeddad dedi ki: İki husus vardır ki, ben bunları Ra-sûlullah (sav)'dan belledim. Rasûlullah şöyle buyurdu: Muhakkak Allah, ih­sanı her şeye yazdı..." deyip hadisi zikretti. [77]

İlim adamlarımız der ki: Dört ayaklı davarları kesimde ihsan, onlara gü­zel ve yumuşak davranmaktır. Hayvanı şiddetle yere yıkmamalıdır. Bir yer­den bîr yere çekerek sürüklememelidir. Bıçağını bilemeli ve Allah'a yakın­laşmak ile Allah'ın adıyla onu mubah kılmak niyetini taşımalı, hayvanı kıb­leye döndürmeli ve işini çabucak bitirmeli, iki şalı damarını ve gırtlağını kes-meli, hayvanı rahatlatıp soğuyuncaya kadar terk etmeli. Allah'ın bu lütfunu itiraf edip bu nimetine şükretmelidir. Allah dilemiş olsaydı emrimize verdi­ği bu hayvanlan bize musallat kılabileceğini, yine bize mubah kıldığı bu hay­vanları dilemiş olsaydı bunları bize haram kılabileceğini düşünerek Onun lüt­funu itiraf edip nimetine şükretmelidir. Rabia dedi ki: Yine bir hayvanı, bir diğerinin gözü Önünde kesmemek de kesimi güzel yapmanın kapsamına gi­rer. Mâlik'den bunun caiz olduğu nakledilmiş ise de birincisi daha uygundur.

Öldürmenin güzel yapılmasına gelince; bu, gerek hayvan kesiminde, ge­rek kısasta, gerek hadlerin uygulanmasında ve gerekse diğer hallerde. Hep­sinde umumi bir buyruktur. Ebu Dâvud, İbn Abbas ile Ebu Hureyre'den şöy­le dediklerini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) şeytan kesimini, yasakla­dı. İbn İsa hadisinde şunu da eklemektedir: "Şeytan kesimit boğazlanırken derisi kesilip şah damarları koparılmaksızın ölünceye kadar böylece terk edi­lendir.[78]               

 

17- Dikili Taşlar Üzerinde Kesilenler:

 

Yüce Allah'ın: "Dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlananlar..." buy­ruğu ile îgili olarak İbn Faris şöyle demektedir: af... Dikili taşlar," di­kine kondurulup, kendisine ibadet olunan ve kesilen hayvanların kanlarının üzerine boşaltıldığı bir taştır.

Buna aynı zamanda da denilir  ise, kuyunun ağzı etrafın­da destek olmak üzere dikilen taşlardır. Yukarı doğru yükselen toz bulutu­na da denilir. 'ın (dikili taşlar anlamında) çoğul olduğu, tekilinin ise şeklinde olduğu ve bu bakımdan Eşek, eşekler kelimesine benzediği de söylenmiştir. Bununla birlikte âyet-i kerime­de geçen şeklinin tekil olup, çoğulunun ise şeklinde geldiği de söylenmiştir. Bu dikili taşlar üçyüz altmış tane idî.

Bu kelimeyi Talha, "sad" harfini sakin olarak; diye okumuştur. İbn Ömer'den ise bu kelimeyi, "nun" harfini üstün, "sad* harfini de sakin olarak; diye okuduğu da rivayet edilmiştir. el-Cahderî ise bu kelimeyi isim şeklinde Dağ ve deve kelimeleri gibi tekil bir isim olarak okumuştur. Çoğulu ise şeklinde; Develer, dağlar şeklin­de gelir.

Mücahid der ki: Dikili taşlar, Mekke etrafında üzerlerinde hayvan kestik­leri taşlardı, İbn Cüreyc der ki: Araplar Mekke'de davarlarını keser "ve kan­larını evin ön tarafına doğru sıçratırlar di. Eti parçalar ve bu taşlar üzerine bı­rakırlardı. İslam gelince müslümanlar Peygamber (sav)'a şöyle dediler: Bu gi­bi davranışlarla Beyti ta'zim etmeye biz daha bir layıkız. Peygamber (sav) bu­nu sanki mekruh görmedi. Bunun üzerine yüce Allah da: "Onların (kurban ların) etleri ve kanlan Allah'a ulaşmaz..." (el-Hac, 22/37) buyruğunu indir­diği gibi: "Dikili taşlar üzerinde boğazlananlar..." buyruğu da na2il oldu. Yani: Eğer bunlarda niyyet, o dikili taşlan ta'zim ise... Yoksa o taşlar üzerin­de kesmek caiz değildir, anlamında değildir. el-A'şâ der ki:

"Sakin aen o dikili taştan olana asla ibadet ötme!

Afiyette olmak için sen yalnız Rabbin olan Allah'a ibadet et."

Âyet-i kerimedeki Üzerinde edatının "lâm" anlamında olduğu da söy­lenmiştir. Yani, dikili taşlar için boğazlananlar... anlamında olur. Kutrub de­di ki: İbn Zeyd dedi ki: Dikili taşlar üzerine kesilenler ile Allah'tan başkası­nın adı anılarak kesilenler aynı şeylerdir. İbn Atiyye der ki: Dikili taşlar üze­rinde kesilenler, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilenlerin bir bölümüdür. Fakat, Allah'tan başkasının adına kesilenler, tür olarak zikredildikten sonra özellikle bunların anılması ise, bu işin şöhret bulmuş olması, kesildikleri ye­rin şerefi ve insanların böyle bir işi ta"zim etmeleridir. [79]

 

18- Fal Okları Ve Onun Hükmündeki Sair Davranışlar:

 

Yüce Allah'ın: "Fal o ki arıyla kısmet aramanız..." buyruğu da kendisin­den önceki buyruklara atfedilmiştir, ref mahallindedir. Yani, size bu şe­kilde kısmet aramanız da haram kılınmıştır.

Fal okları (el-Eziâm) denilen şeyler ise, kumar için kullanılan Özel oklar­dır. Bunun tekili (pJjj pAi) şeklinde gelir. Şair der ki:

"Fal okları gibi bir delikanlı onların sıkıntılarını çekti gece boyunca."

Bir diğeri de bunu çoğul olarak kullanarak şöyle demiştir;

"Eğer Cezimeliler ileri gelenlerini öldürecek olursa Onların kadınları fal oklarını vururlar (çekerler)."

Muhammed b. Cerir'in naklettiğine göre, İbn Veki' kendilerine babasından, o, Şureyk'ten, o, Ebu Husayn'den o, Said b. Cübeyrden naklederek dedi ki: Fal okları (el-Ezlam), açtıkları beyaz çakıl taşlan idi. Muhammed b. Cerir de­di kî: Bize Süfyan b. Veki' dedi ki: Bunlar satranç diye bilinen taşlardır.

Lebid'in:

"Ayakları toprak üzerinden kayardı."

Şeklindeki ifadelerine gelince; bu şiiri açıklayanlar der ki: Lebid burada, ezlâm ite yaban öküzünün tırnaklarını kastetmektedir.

Arapların Ezlâm'ı ise üç türlü idi:

Bunlardan bir tür, herkesin kendisi adına edindiği üç oktu. Bunlardan bi­rincisinin üzeride yap, ikincisinin üzerinde yapma yazılı idL Üçüncüsünde ise hiçbir yazı yoktu, O bu oklarını beraberinde taşıdığı bir torbaya koyar­dı, Herhangi bir işi yapmak istedi mi, elini torbaya daldırır -ki, oklar birbi­rine benzerlerdi- bu oklardan birisi çıktı mır çıkan oka göre o işi yapar ve­ya yapmazdı. Şayet üzerinde hiçbir yazı bulunmayan oku çekecek olursa, tek­rar okunu çekerdi. İşte Peygamber (sav) ile Hz, Ebu Bekir hicret ettikleri sı­rada onları takibe koyulan Süraka b. Mâlik b. Cu'şum'un çektiği fal okları bun­lardır.

Bu fiile "istiksûm: kısmet aramak" denilmesinin sebebi, bu fal oklarını çek­mek suretiyle rızık ve istedikleri kısmeti aramak istemelerinden dolayıdır. Ni­tekim yağmur dilemek için yapılan duaya "istiskâ" denildiği gibi. Yüce Al-İah'ınlıaram kıldığı bu İşin bir benzeri de müneccimlerin ("yıldız falcılarının) söyledikleri: Şu yıldızın doğuşu dolayısıyla çıkma, fakat şu yıldızın doğuşu dolayısıyla çtk demeleri de bu kabildendir. Nitekim yüce Allah; "Vfe hiçbir kim­se yarın ne kazanacağını bilemez" (Lukmân, 31/34) diye buyurmuştur. İle­ride buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle yeterince gelecektir.

İkinci tür ise, Kabe'nin İçinde Hubel'in yanında bulunan yedi tane ok idi. Bunların üzerinde insanlar arasında meydana gelen çeşitli olaylar yazılı idi.

Bu okun lıer birisi üzerinde bir yazı vardı. Bunlardan birisi üzerinde diyet ile ilgili hususlarda "diyet1' yazılı idi. Bir diğerinde "sizdendir", bir başkasında "sizden başkalarmdandır", bir diğerinde ise "ne sizin İranızda nesebi vardır, ne de antlaşması vardır" anlamında (mulsak) ifadesi yazılı idi. Diğerlerinde ise sulara dair hükümler ve başka şeyler yazılı bulunurdu. İşte Abdulmutta-lib'in çocukları arasında çektiği kur'a bü kabildendi. O, çocukları on kişi ol­dukları takdirde birisini kesmeyi adamıştı. Buna dair meşhur haberi İbn İs-hâk zikretmiştir Yine bu yedi ok, aynı şekilde Kabe'de Hubel'in yanında ol­duğu şekilde her bir arap kâhini ve hakimi yanında da bulunurdu.

Üçüncü türe gelince, sayıları on tane olan kumar oklarıydı. Bunlardan ye­disinin üzerinde çizgiler bulunurdu. Üç tanesi ise boştu. Bu oklan kumar oy­namak, oyalanmak ve oyun olsun diye çekerlerdi. Aralarında aklı başında olanlar, kışın soğukların arttığı ve iş yapıp meslek icra etme imkânı bulun­madığı zamanlarda yoksul ve hiçbir şey bulamayanlarına (bu yolla) yemek yedirme maksadını güderlerdi.

Mücahid der ki; Ezlâm denilen şey Farslann ve Bizanslıların kumar oyna­dıkları zarlardır. Süfyan ile Vekî ise, Ezlâm'dan kasıt satrançtır derler. Bütün bunlarla kısmet aramanın hepsi, açıklamış olduğumuz gibi, kısmet ve pay ara­yışıdır. Bu da malın batıl yollarla yeniliş şekillerindendir ve haramdır. İster güvercin, ister zar, ister satranç, İsterse de bu oyunların dışında herhangi bir oyun ile oynanan her türlü kumar, yine Ezlâm hükmünde bir kısmet arama­dır ve hepsi haramdır. Ve bunlar da bir çeşit kâhinliğe soyunmak ve gaybı bilmek iddiasına kalkışmaya benzer.

İbn Huveyzimendâd der ki: İşte bundan dolayıdır ki, bizim mezheb alim­lerimiz, müneccimlerin (yıldız falcılarının) beraberlerinde bulunan oklar île bunlara benzer fal açtıktan parçalar ile, yollarda yaptıkları işleri yasaklamış­lardır.

el-Kiya et-Taberî de der ki: Allah'ın gaybı ilgilendiren hususlarla alakalı ola­rak bunları yasaklaşıyının sebebi, hiçbir kimsenin yarın kendisine ne isabet edeceğini bilememesidir. Bu fal oklarının gaybî şeyleri öğretmekte herhan­gi bir etkisi olamaz. Ancak cahillerden kimisi, köleler arasından azad edile­cek kimseyi tesbit etmek üzere kur'a çekmek hususunda Şafiî'nin kanaatinin reddedileceği sonucunu çıkartmıştır. Halbuki bu cahil kişi bilmez kif Şafiî'nin söylediği, konu ile ilgili sahih haberlere bina edilmiştir. Ve bu, yasak kılın­mış bulunan ve bundan dolayı da itiraz olunan fal oklarıyla kısmet arama şe­killerinden değildir. Çünkü köle azad etmek şer'î bir hükümdür. Şeriatın da­vayı ve düşmanlıklan sona erdirmek, yahut uygun gördüğü herhangi bir mas­lahat dolayısıyla azad edilme hükmünü tesbit etmek için kur'a'nın çıkışını bir alamet olarak tesbit etmesi caizdir. Böyle bir şey ise herhangi bir kimsenin kalkıp: Şunu yapacak olursan, yahut şunu diyecek olursan bu, gelecekte şu işlerden herhangi bir işe seni götürür demesine eşit olamaz. Fal oklarının çıkışının, meydana gelecek herhangi bir iş için bilgi sebebi kabul edilmesi caiz değildir. Ancak, kur'a'nın, kafi olarak kimin azad edileceğini tesbit edi­lişine dair bir alâmet olarak kabul edilmesi caizdir. Böylelikle her iki husus arasındaki fark açıkça ortaya çıkmaktadır. [80]

 

19- Îyiye Yormak (Tefe'ül):

 

İyiye yormak istemek bu kabilden değildir. Nitekim Peygamber (sav) Ey Raşid ve Ey Necih (ey1 doğru yolda olan, ey başarılı olan gibi) isimleri işit­mekten hoşlanırdı. Bunu Tirmizî rivayet etmiş olupf sahih ve garib bir lıadis-tirj demiştir.[81] Hz. Peygamberin bu şekilde hayra yorulacak şeylerden hoş­lanması m n sebebi ise, hayra yormakla insan nefsiüin rahatlaması, İhtiyacın karşılanıp arzulanan şeyin elde edileceği müjdesi ile sevinmesi dolayısıyla-dır. Bunun sonucunda kişi, yüce Allah'tan gelecekler hakkında güzel zan bes­ler. Yüce Allah da (kudsî hadiste): "Ben, kulumun benim hakkımda zannet­tiği gibi tecelli ederim"[82]diye buyurmuştur. Diğer taraftan Hz. Peygamber, herhangi bir şeyi uğursuz saymaktan hoşlanmazdı. Çünkü bu, müşriklerin uy­gulamaları arasında idi. Ve ayrıca kötüye yormak, yüce Allah hakkında kö­tü zan beslemeye sebeptir.

el-Hattabi der ki: İyiye yormak ile uğursuz saymak arasındaki fark şudur: İyiye yormak, yüce Allah On takdiri) hakkında güzel zan beslemek kabilin-dendir. Uğursuz saymak ise, O'ndan başka herhangi bir şeye tevekkül edip güvenmek kabil indendir. el-Esmaî der ki: Ben, İbn Avn'a tefe'ül (iyiye yor-mak)'ın mahiyeti hakkında soru sordum, o da bana şöyle dedi: İyiye yormak, kişinin hasta iken ey salim, (.sağlıklı) diye bir söz işitmesi, yahut da kaybet­tiği bir şeyi ararken ey vacid (ey aradığını bulan) dîye seslenildiğini işitme-sidir. İşte Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisin anlamı da budur. Müslim'in Sahi-h'lnde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, Peygamber (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Uğursuzluğa kapılmak diye bir şey yok­tur. Bunun en hayırlısı ise te'l (tefe'ül) hayra yormaktır." Ey Allah'ın Rasûlü fe'l dediğin şey nedir, diye sorulunca, o da şöyle dedi: "Sizden herhangi bi­rinizin işittiği güzel sözdür." [83]

İleride yüce Allah'ın izniyle bu şekilde uğursuz saymanın anlamına dair açıklamalar gelecektir.

Ebu'd-Derdâ (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: îlim ilim öğren­mekle elde edilir Hilim (tahammülkârlık) ise, kişinin kendisini tahammülkârlığa zorlamasıyla elde edilir. Kim hayrı arayıp bulmak isterse, araştınrsa o ha­yır ona verilir. Kim serden sakınmak isterse, o kötülükten korunur Fakat üç kişi vardır ki3 bunlar yüksek derecelere asla ulaşamazlar: Kâhinlik yapmaya kalkışan, fal oklarıyla kısmet arayan, yahut da uğursuz sayarak başladığı bir yolculuğundan geri dönen. [84]

 

20- Fısk'ın Mahiyeti:

 

Yüce Allah'ın: "Bütün bunlar Aşktır'' buyruğu ile, fal oklanyla kısmet ara­maya işaret edilmektedir. Fısk ise, doğru yoldarrçıkış anlamındadır. Buna da­ir açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/27- ayetin tefsirinde) geçmiş bu­lunmaktadır.

Burada işaretin, sözü geçen bütün bu haram kılınan şeyleri helâl kabul et­meye raci olduğu da söylenmiştir. (Meal buna göre yapılmıştır). Bunların her-birisi bir fısktır. helâl sınırından çıkıp haram sınırına bir geçiştir Bu haram­lardan uzak durmak, akidleri yerine getirmek kapsamı içerisinde yer alır. Çün­kü yüce Allah (sûrenin baş tarafında): "Akidleri yerine getirin" diye buyur­muştur. [85]

 

21-Ümit Kesen Kâfirler Ve Onlardan Korkmama Gereği:

 

Yüce Allah'ın: "Bugün kâfirler dininizden ümidterini kestiler" yani, si­zin tekrar kâfirler olarak dinlerine gerisin geri döneceğinizden yana ümitle­rini kestiler.

ed-Dahhâk der ki: Bu âyet-i kerime Mekke'nin fethedildiği sırada nazil ol­muştur. Rasûkillah (sav) hicretin dokuzuncu yılı, Ramazanın bitimine sekiz gün kala Mekke'yi fethetmiş ve Mekke'ye girdikten sonra Rasûhıllah (sav)'ın münadisi şöyle seslenmişti: "Şunu bilin kî, Lâilahe ilallah diyen güvenlik al­tındadır. Silahını bırakan güvenlik altındadır, kapısını kapatan güvenlik al­tı naadır."

Ümitlerini kestiler" ifadesi, iki türlü kullanılabilir. Birincisi; şeklinde, ikincisi; şeklinde gelir. Bu açıklamayı en-Nadr b. Şumeyl yapmıştır.

"Artık onlardan korkmayın. Benden korkun." Yani, onlardan değil de asıl Benden korkun, Çünkü sizi zafere erdirmeye güç yetiren gerçekten Benim. [86]

 

22. Kemale Erdirilen Din;

 

Yüce Allah'ın: "Bugün sizin İçin dininizi kemale erdlrdiiu" buyruğu ile şuna işaret edilmekledir: Peygamber (sav) Mekke'de bulunduğu sırada, yal­nızca namaz farizası vardı.

Medine'ye hicret ettikten sonra yüce Allah, Hz. Peygamber haccedene ka­dar helâl ve harama dair hükümlerini indirdi. Hz. Peygamber haccedip din kemale erince, şu: "Bugün sizin İçin dininizi kemale erdirelim" âyetini -ile­ride açıklayacağımız üzre- indirdi. Hadis imamları Târik b. Şihab (ez-Züh-rî)"den şöyle dediğini rivayet ederler: Yahudilerden bir adam, Ömer (r.a)'ın yanına gelerek şöyle dedi; Ey müminlerin emiri, Kitabınızda okuduğunuz bir ayeti kerime vardır, eğer o âyet biz yahudiler topluluğu üzerine indirilmiş ol­saydı, o âyetin indiği günü bayram edinirdik- Hz, Ömer: Bu hangi âyettir di­ye sorunca, yahu d i: "Bugün sizin İçin dininizi kemale erdirdim. Üzeriniz­deki nimetimi tamamladım ve size din olarak Eslamı beğenip seçtim" ayetidir. Hz, Ömer şöyle dedi: Şüphe yok ki ben, bu âyeui kerimenin indi­rildiği günü de, indirildiği yeri de çok iyi biliyorum. Bu âyet-i kerime Rasû-luüalı (savVa Cuma günü Arefe'de nazil olmuştur. Müslim'in lafzı bu şekil­dedir,[87] Nesaîde ise "Cuma akşamı" ifadesi vardır.[88]

Bu âyeti kerimenin Hacc-ı Ekber günü nazil olup» Rasûlullah (sav)'ın bu âyeti okuduğu, bunun üzerine de Hz. Ömer'in ağladığı rivayet edilmiştir. Ra­sûlullah (sav) ona: "Ne diye ağlıyorsun?" diye sorunca, Hz. Ömer şu cevabı verdi: Beni ağlatan şu ki biz, dinimiz bakımından bir artış içerisinde bulunu­yorduk. Bu dîn artık kemale erdiğine göre, ne kadar kemal bulmuş bir şey varsa mutlaka eksilmeye koyulur (işte bunun için ağlıyorum). Bunun üzeri­ne Peygamber (sav) ona: "Doğru söyledin" [89] dedi.

Mücahid bu âyet-i kerimenin, Mekke'nin fethedildiği günü nazil olduğu­nu rivayet etmektedir.

Derim ki: Birinci görüş daha sahihtir. Bu âyet-i kerime, Cuma günü nazil olmuştur. Nazil olduğu gün ise, Rasûlullah (sav) Arefe'de, el-Adbâ diye anı­lan devesi üzerinde bulunuyor ikent hicretin onuncu yılında, Veda Haccında Arefe günü ikindiden sonra nazil olmuştur. Bu buyruk nazil olduğu sıra­da, buyruğun ağırlığından dolayı devenin bacakları neredeyse çatlayacaktı. O bakımdan dayanamayıp çöktü.

Teum: gün" tabiri, günün bir parçası hakkında da kullanılabilir. Nitekim ayın bir bölümü hakkında da ay tabirinin kullanıldığı gibi. Biz, şu işi şu şu ayda» şu şu senede yaptık, denilir. Bilindiği gibi yapılan o iş, ayın ya da se­nenin tümünü kapsamaz. Bu da gerek arapların dilinde, gerek arap olmayan­ların dilinde bu şekilde kullanılır.

Din: Bizim için teşri buyurduğu şer'î hükümler ile, bizim için öngördüğü yasalardır. Bu şer'î hükümler bölüm bölüm nazil olmuştur. Bundan en son nazil olan da bu âyet-i kerimedir. Bundan sonra hüküm ifade eden bir buy­ruk nazil olmamıştır.

Bu görüş, îbn Abbas ve es-Süddî'ye aittir. Cumhur ise der ki: Bundan ka­sıt, farz, helâl ve harama dair hükümlerin büyük çoğunluğudur. Derler ki: Bundan sonra Kur'ân'ın pek çok bölümü nazil olmuştur, ayrıca Rİba âyeti de nazil olduğu gibi, Kelâle âyeti ve buna benzer daha başka âyetler de inmiş­tir. Bu âyetin nüzulü sırasında kemale eren dinin büyük bir bölümü ile hacca dair hususlardır. Zira, bu senede mü'minlerle birlikte herhangi bir müş­rik Beytullah'ı tavaf etmediği gibi, çıplak bir kimse de Beytullah'ı tavaf et­medi. Ve bütün insanlar da Arefe'de vakfe yaptı.

"Bugün »izin için dininizi kemale erdirdim" buyruğunun düşmanlarını­zı helak ettim, dininizi diğer bütün dinlere üstün kıldım, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir kimseye düşmanına karşı yardım olunup, düşmanının za-ran önlenecek olursa "istediğimiz bizim için tamamlanmış oldu" der. [90]

 

23- Tamamlanan İlâhî Nimet:

 

Üzerinizdeki nimetimi tamamladım." Şer'î hükümleri, ahkâmı tamam­lamakla size vadettiğim şekilde İslâm dinini üstün kılmakla bunu gerçekleş­tirdim, demektir. Zira, Ben daha önce sizlere: "Tâ ki, size olan nimetimi ta­mamlayayım..." (el-Bakara, 2/150) diye buyurmuştum. Bu ise, güvenlik içerisinde huzur ile Mekke'ye girmek ve buna benzer bu Hanif dinin ihtiva ettiği yüce AUah'ın rahmeti ile cennete girmeye kadar diğer bütün hususla­rı kapsamaktadır. [91]

 

24- Bu Âyetin Nüzulünden Önce Din Eksik Miydi? Ve Bundan Önce Vefat Edenlerin Durumu:

 

Birisi şöyle diyebilir: Yüce Allah'ın: "Bugün sizin için dininizi kemale er-dirdim" buyruğu, dinin bir zamanlar kâmil olmadığının delilidir. Bu ise, da­ha Önce vefat eden Muhacir, Ensar, Bedir ve Hudeybiye'de bulunmuş, Rasû-lullah (sav)'a her iti bey"ati de yapmış, Allah için canlarını feda etmiş kim­selerin karşı kargıya kaldıkları büyük ve türlü mihnetlere rağmen, eksik bir din üzere ölmelerini; Rasûlullah (sav)'ın da bu durumda İnsanları eksik bir dine davet etmesini gerektirir. Bilindiği gibi eksiklik de bir kusurdur. Allah'ın dini ise dosdoğru bir dindir. Nitekim yüce Allah: "Dosdoğru bir dine..." (el-En'âm, 6/161.) diye buyurmaktadır.

Böyle bir şüpheye şu şekilde cevap verilebilir: Neye dayanarak her bir ek­sikliğin bir kusur olduğunu söylüyorsunuz? Buna dair deliliniz nedir? Ayrı­ca şunlar da söylenir: Ayın eksik olması bir kusur mudur? Yolcunun nama­zının eksik olması o namaz için bir kusur mudur? Yüce Allah'ın: "Uzun ömür­lü birisinin ömrünün uzatılması da ömrünün eksiltilmedi de ancak bir ki­taptadır" (Fâtır, 35/11) buyruğunda işaret ettiği şekilde, dilediği ömrün ek­sikliği o ömür için bir kusur mudur? Alışılmıştan daha eksik olan ay hali gün­leri, hamilelik günlerinin eksik oluşu, hırsızlık, yangın veya sel baskını do­layısıyla sahibini fakir bırakmadığı takdirde malın eksikliği, acaba bir kusur mudur? O bakımdan senin, yüce Allah'ın ilminde t>ulunan dinin geri kalan bölümlerinin bildirilmesinden önce sert hükümler açısından dinin bölümle­rindeki eksikliğe karşı gösterdiğin bu tepkir aslında böyle bir tepkiyi gerek­tiren herhangi bir kusur veya olumsuz bir yönden dolayı değildir. Yüce Al­lah'ın: "Bugün sîzin için dininizi kemale erdirdim[92] buyruğunun anlamı ile ilgili olarak senin olumsuz gördüğün şey, iki şekilde açıklanabilir:

Birincisi şudur: Ben, bu dini, benim kaza ve kaderim gereğince, nezdim-de belirlediğim en ileri noktaya kadar ulaştırmış oldum, anlamı kastedilmiş olabilir. Bu ise, bundan önceki durumunun ayıplanacak bir eksiklik olması­nı gerektirmez. Aksine o takdirde mukeyyed bir eksiklikle nitelendirilebilir ve buna şöyle denilebilir: Bu din, o zamanki haliyle yüce Allah nezdinde, ken­disine ekleyeceği ve katacağını bildiği şeylere nisbetle eksikti. Nitekim yü­ce Allah'ın yüzyıl yaşatacağı bir kimseye, Allah onun ömrünü tamamlasın de­nilir. Ancak bundan, yaşı altmış olduğu sırada ömrünün bir kusur ve bir tu­tarsızlık anlamında eksik olmasını gerektirmez. Peygamber (sav) şöyle bu­yururdu: "Allah, her kimi altmış yıl yaşatır ise, artık ömür bakımından onun ileri süreceği bir mazereti kalmamış olur." Ama bu durumdaki kimsenin, mukayyed olmak şartıyla eksiklik ile nitelendirilmesi ve şöyle denilmesi müm­kün olur; Aitmiş yaşında iken, yüce Allah'ın bilgisine göre, o kişiyi ulaştıra­cağı ve yaşatacağı ömürden daha eksik idi. Şanı yüce Allah, öğlen, ikindi ve yatsı namazlarını (farzlarını) dört rekate ulaştırmıştır. Eğer dört rekâte çıkar­dıktan sonra: Allah bunları tamamladı denilecek olursa bu, doğru bir ifade olur. Ancak, bu namazlar ikişer rekât iken, kusur ve bir ayıp olacak şekilde eksik idiler, demeyi gerektirmez, Ancak, yüce Allah'ın daha sonra bunlara ekleyeceği ve İlave edeceği sayıya göre eksik idiler denilecek olursa, o takdir­de bu doğru bir ifade olur, İşte, yüce Allah'ın bu dini ezelî ilminde ulaştıra­cağım takdir ettiği son noktaya vardırıncaya kadar peyder pey ger'î hüküm­lerini indirmesi de böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Bir başka açıklama şekli de şöyledir Yüce Allah: "Bugün sizin İçin dini­nizi kemale erdirdim" buyruğu ile şunu kastetmiş olabilir: O, dinin rükün­lerinden başka herhangi bir rüknün kalmamış olduğu, hacca da onları mu­vaffak kıldı ve haccettiler. Böylelikle bütün rükünlerini eda ve farzlarını ye­rine getirmek suretiyle dini onlar için tamamlamış ve bütünlemig oldu, Hz. Peygamber de: "İslam beş esas üzerine bina edilmiştir..." [93] diye buyurmuş­tur. Bundan önce ise şehadet kelimesini getirmişler, namaz kılmışlar, zekât vermişler, oruç tutmuşlar, cihad etmişler, umre yapmışlardı, ama henüz hac­cetmemişler di. İşte o gün Peygamber (sav) ile birlikte haccedince şanı yü­ce Allah, onlar Arefe akşamı vakfe yerinde iken: "Bugün sizin için dinini­zi kemale erdirdi m, üzerinizdeki nimetimi tamamladım..." buyruğunu indirdi. Bununla da dinini onlar için vaz edişini tamamlamış olduğunu kas­tetmektedir. İşte bunda, Allah'a yapılan bütün itaatlerin bir din, iman ve İs­lâm olduğuna dair açık delil vardır. [94]

 

25- Allah'ın Razı Olduğu Din:

 

Yüce Allah'ım "Ve size din olarak İslâm'ı beğenip seçtim" buyruğu, Ben size, din olarak sizin için ondan razı olduğumu bildirdim, anlamındadır. Şa­nı yüce Allah, her zaman için din olarak bizim İslâm'a bağlanmamıza razı­dır. Yoksa bu buyruğu zahirine göre yorumluyarak, razı oluşunun yalnızca o gün için tahsis edilmesinin bir faydası olmaz.

Din olarak" kelimesi, temyiz olarak nasb edilmiştir. İkinci meful olarak nasbedilmtş olduğu da kabul edilebilir.

Buyruğun anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir Eğer, sizler Benim si­zin için şeriat olarak belirlemiş olduğum dine uyacak olursanız, sizden razı olurum. "Ve size din olarak İstâmı beğenip seçtim" buyruğu ile şunu kas­tetmiş olması ihtimali de vardır: Bugün üzerinde bulunduğunuz dininiz İs­lâm'ı bütün kemati ile, ondan hiçbir şeyi nesh etmeksizin ve ebediyyen ka­lıcı olmak üzere [95] beğenip seçtim. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Bu âyeti kerimede sö2ü geçen İslâm» yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah nezdindeki din İslâmdır" (Âli İmran, 3/19) buyruğunda sözü geçen İslamın aynısıdır Yine, Hz. Cebrail'in Peygamber (sav)'a sorduğu soruyu açıklayan da budur. Bu İslâm ise iman, ameller ve diğer imanın çeşitli şubeleridir. [96]

 

26- Zorunluluk Hali:

 

"Kim son derece aç ve çaresiz kalır da..." buyruğu, her kimin içinde bu­lunduğu zorunluluk hali, meyleden ve bu âyet-i kerimede haram kılınmış di­ğer şeylerden yemeye mecbur bırakılırsa.,, demektir. Âyet-i kerimede geçen Son derece aç" kelimesi, açlık ve insanın kamının boş olması de­mektir. ise, karnın zayıflaması ve içe çekilmesi anlamındadır.

Erkek için; seklinde, kadın için de; şeklin­de kullanılır. Ayağının iç tarafı fazlaca çukur glanı nitelemek için de; denilir. Bu kelime açlık hakkında çokça kullanılır.

Şair Ahşâ der ki:

"Siz kış vakti karınlarınız dolu olarak geceleri geçirirsiniz

Komşu hanımlarınız ise aç ve karınlan içeri geçmiş olarak geceyi geçirirler."

Yani, açlıktan dolayı karınlan zayıflamış, içeri geçmiş olarak geceyi geçi­rirler. Şair Nâbiğa da zayıflığı bakımından karnının içeri çekilmiş olması hak­kında şöyle demektedir:

"Karnı ise boğum boğumdur; bununla birlikte içeri geçmiş ve yumuşaktır. Boynuna gelince, bükülemeyen sert meme üzerinde yükselmektedir.'

Hadis-i şerifte de: Karınları içe geçmiş sırtları nın yükü bakımından ise hafiftirler..."[97]

 kelimesi, karnı içeri geçmiş demek olan; 'ın çoğuludur ki, zayıf demektir. Hz. Peygamber bu hadis-i şerifinde, bu kimselerin insan­ların mallarına tenezzül etmeyen tok gözlü kimseler olduklarını haber verinektedir... Yine: Kuşlar, sabahleyin karınlan boş ola­rak yuvalarından çıkar giderler, akşamleyin ise karınları tok ve doymuş ola­rak geri dönerler"[98] hadisinde de ("karınlan boş" anlamındaki) bu kelime aynı kökten gelmektedir.

bir kumaş çeşididir. el-Esmaî der ki: Bunlar, çeşitli işaretleri bu­lunan ipek veya yünden yapılmış elbiselerdir. Siyah renkli olurlar. Eskiden İnsanların giydikleri elbiseler arasında bunlar da vardı.

Zorunluluk halinin anlamı ve hükmü ile ilgili açıklamalar daha önce el-Ba-kara sûresinde (2/172-173. âyetin tefsirinde, 21, 22. başlıklar ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. [99]

 

27- Zorunluluk Halinde Bile Günaha Meyledilmez:

 

Yüce Allah'ın: "Günaha meyletmeksizin..."buyruğu? harama meyletmeksizin anlamındadır. Bu da: "Saldırmamak ve haddi aşmamak..." (el-Ba-kara, 2/173.) anlamındadır. Bunun anlamı ise, (daha önceden işaret edilen âyet-i kerimenin bölümü açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır, âyeti kerime­de geçen; Meyletmek demektir, Günah ise, haram anlamın­dadır.

Ömer (r.a)'ın -Ramazan günü insanların oruçlarını açmasından sonra gü­neşin görünmesi üzerine- söylediği: "Biz bu hususta bir gü­naha meyletmedik" sözü de bu kabildendir. Biz, bilerek ve kasti olarak bu işi yapmaya yönelmedik, anlamındadır. Meyletme İşini yapan herkese de; denilir. Âyet-i kerimede geçen ve "meyleden" anlamına gelen  kelimesini en-Nehaî, Yahya b, Vessâb ve es-Sülemi, elipsiz olarak  diye okumuşlardır. Mana itibariyle bu şekil daha beliğdir. Zira, ay-nül fiilin (fiil kökünün ikinci harfinin ki, burada "nun" harfidir), şeddeli oku­nuşu mananın daha mübalağalı, daha ileri derecede olmasını, hükmünün de daha bir sağlamlığını gerektirir, (âyeti kerimedeki kipi ile) tefâul vezni ise, sadece bîr şeyin taklid edilmesi ve ona yaklaşılması anlamını ifade eder. Ni­tekim Dal eğildi denilecek olursa, dalın eğilmek suretiyle yakın­laşmış olduğunu ifade eder Buna karşılık; denilecek olursa, eğilme hükmünün fiilen sabit olduğu anlatılmış olur.

Aynı şekilde Adam kendisini korumaya çalıştı ile Ko­rudu kipleri de böyle olduğu gibi, Akıllı olmaya çalıştı ile Hilen akıllandı kipleri de böyledir. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Mak­sadında bir masiyet İşleme kastını gütmeksizîn... Bu şekildeki açıklama,

Katade ve Şafiî'ye aittir.

"Şüphesiz Allah, mağfiret edendir, merhamet edendir." Yani Allah böy­le birisini bağışlar, ona merhamet buyurur. Burada "Ona" anlamına gelen W hazf edilmiştir. Sibeveyh de (bu kabilden bazfe örnek olmak üzere) şöyle bir

beyit nakletmektedir:

"Um el-Hiyâr, artık iddia eder oldu

Aleyhime bir günah işlediğimi. Halbuki ben onu büsbütün işlemedim."

Şair burada, fiilin sonunda Onu işlemedim" anlamını verecek şe­kilde "o" zamirini hazf etmiş bulunmaktadır Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [100]

 

4- Senden, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De kb "Si­ze bütün İyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allah'ın size öğrettik-lerî ile alıştırıp Öğrettiğiniz avcı hayvanların avları da. Artık on­ların steİn için tutu verdik ler inden yeyin. Üzerine Allah'ın adı­nı anın ve Allah'tan korkun. Muhakkak Allah hesabı pek çabuk görendir."

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onsekiz başlık[101] halinde sunacağız: [102]

 

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

 

"Senden... soruyorlar" âyeti kerimesi Adiy b. Hatim, Zeyd b. Muhelhilîn -ki o, Rasûlullah (sav)ın kendisine "Zeydü'1-Hayr" adını vermiş olduğu "Zeydü'l-Hayfdır- Peygamber (sav)'a şunu sormaları üzerine nazil olmuştur:

Ey Allah'ın Rasûlü, biz, köpeklerle ve şahinlerle avcılık yapan bir topluluğuz. Köpekler ise inek, eşek ve ceylanları yakalamakla birlikte bunlardan kimi­sini yetişip kesebiliyoruz, kimisini de köpekler öldürmekte ve biz bunlan ye­tişip kesemiyoruz. Allah; meyteyi (leşi) haram kılmış bulunmaktadır. Bizim için helâl olan nelerdir?. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[103]

 

2- Helâl Kılınan Şeyler:

 

"...Kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki; Size bütün iyi ve temiz şeyler belftl kılındı" buyruğunda yer alan; Ne" edatı, müb-teda olarak ref mahal Ündedir. Haberi ise; "Kendilerine neyin helâl kılın­dığını... * buyruğudur. Buradaki ise fazladan gelmiştir Bu, anla­mında da kabul edilebilir O takdirde haber: "De ki: e bütün iyi ve temiz Şeyler helâl kılındı" buyruğudur İyi ve temiz şeyler anlamındaki "et-Tay-yibât" helâl olan şeyler demektir. Haram olan her şey ise Tayyıb (iyi ve te­miz) olamaz. Tayyıb'ın tanımı ile ilgili olarak şöyle de denilmiştir: O, yeyip içenin lezzetini aldığı ve bu hususta dünyada da ahirette de kendisine zarar vermeyen herşeydir. Tayyibâftan kastın kesilen hayvanlar olduğu da söylen­miştir. Çünkü, şer'î kesim ile bu hayvanlar temizlenmiş olur. [104]

 

3- Eğitilmiş Av Hayvanlarının Avladıkları:

 

"Alıştırıp öğrettiğini...." anlamındaki; buyruğu "alıştırıp öğret­tiğiniz avcı hayvanların avlan da" anlamındadır. Buna göre ifadede hazfedil­miş (avladıkları anlamını veren bir) kelime vardır. Bunun takdiri mutlaka ge­reklidir. Eğer bu takdir olmasaydı, helâl olup olmadıkları hakkında sorulan sorunun, "alıştırıp öğretilen avcı hayvanları" kapsaması gerekirdi. Oysa bu, kimsenin kabul ettiği bir görüş değildir.

Diğer taraftan yırtıcı hayvanların etini mubah kabul eden kimseler de bu yırtıcı hayvanların mübahlığının eğitilmiş olması şartına bağlı olarak tahsis etmemektedir, ileride bu gibi hayvanların yenilmesi ile igili olarak ilim adamlarının görüşleri yüce Allah'ın izniyle el-En'âm suresinde (6/145- âye­tin tefsirinde) gelecektir,

Kur'ân ahkâmına dair eser yazmış bazı kimseler, âyet-i kerimenin ifade et­tiği mübahhğın, bizim eğitmiş olduğumuz avcı hayvanları kapsamına aldığı­na delil teşkil ettiğini de zikretmektedir. Bu, hem köpeği, hem de diğer yır­tıcı ve avlayıa kuşları kapsamaktadır. Bu da diğer yollarla onlardan yararlan­manın mubah olmasını gerektirir. Köpeğin ve diğer avlayıcı hayvanların satışının caiz olmasına, -bîr delil ile tahsis edilen müstesna- diğer çeşitli men­faat şekilleriyle onlardan yararlanmanın da caiz oluşuna delalet etmektedir. Sözü geçen istisna da "cevârilı" diye anılan ve avlayıa olan köpek ve diğer yırtıcı kuşların yenilmesini ihtiva eder. Adiy b. Hatim'in özel isim verdiği beş tane köpeği vardı. Alıştırmış olduğu bu av köpeklerinin adlan İse, Selheb, GaJ-lâb, Muhtelifi ve Mütenâis idi. es-Süheylî der kit Beşincisinin adı hususunda şüphe etmekteyim. Bunun adının Ahtab mı, yoksa Vessab mı olduğu husu­sunda mütereddidim. [105]

 

4- Köpek Vasıtasıyla Avlanan Hayvanın Yenilmesi Îçin Aranan Şartlar:

 

Ümmet, eğer köpek siyah renkli olmayıp, müslüman tarafından eğitilmiş, ava salındığı zaman giden, çağırıldığı zaman gelen, avı ele geçirmesinden son­ra uzaklaşması istenince uzaklaşan, avını yaralamak yahut da dişini ona ge­çirmekle birlikte yakaladığı avdan yemeyen bir köpek ile müslüman avlana­cak ve o avcı köpeği salması esnasında Allah'ın adını anacak olursa, böyle bir köpeğin avının sahih olup yenileceğini hilafsız olarak İcma ile kabul et­miştir.

Bu şartlardan birisi bulunmayacak olursa, görüş ayrılıkları sözkonusu olur. Şayet avlanmada kullanılan sırtlan ve benzeri köpek dışında bir hayvan, yahut da doğan, şahin ve benzeri kuşlar olursa, ümmetin cumhuru eğitilme­lerinden sbnra avladıkları bütün avların yenileceği görüşündedir. Böyle bir avlayıcı hayvan, (âyet-i kerimede nitelendirilen şekliyle) cârin (yani kâsib, kazama) dır. Çünkü, bir kimse bir şey kazanacak olursa, aynı kökten gelen: tabirleri kullanılır. (Organ anlamına gelen) el-Câriha da bura­dan gelmektedir. Çünkü, onun vasıtası ile birşeyîeı kazanılır. "( Kötülüklerin kazanılması" tabiri de buradan gelmektedir.

Şair el-A'şâ der ki:

"(Benim hicvettiğim kimsenin sözleri) boşa gider, hederdir. (Buna karşılık benim

hicvim) oldukça etki bırakan bir dağlamayı andırır.

(Onların hicivleri benimkine denk almadığı için) hiciv İle Mt şeyler kazanana

kendi işlediklerini hatırlatır."

Âyet-i kerimede de:" Gündüzün de ne kazandığınızı bi­lir.,." (eî-En'âm, 6/60) diye buyurulmaktadır. Bir başka yerde de:

Yoksa kötülükleri kazananlar...mı sanırlar?" (el-Câsiye, 45/21.) diye buyurulmaktadır. [106]

 

5- Avlanmak İçin Kullanılan Hayvanın Eğitilmesi:

 

Yüce Allah'ın: "Alıştırıp öğrettiğiniz" buyruğunun anlamı: Alıştırıp Öğre­ten kimseler demektir. Eğiten ve tedip eden kimse anlamındadır. Bunun: Tıp­kı, köpeklerin alıştınldığı gibi, avlanmak hususunda ısrar edenler olarak an­lamında olduğu da söylenmiştir. er-Rummânî der ki: Her iki anlamın da kastedilmesi ihtimali vardır.

Alıştırıp öğrettiğiniz' kelimesinde, kelimenin kökü, (köpek anlamına gelen kelb'den geldiği için) yalnızca köpeklerin avladıklarının mubah olduklarına dair delil yoktur. Çünkü bu kelime, "mü'minler" deme­si gibidir Her ne kadar; yalnızca köpeklerin avladıkları mubahtır, diyenler buna yapışmış iseler de yine onların görüşlerine delil olacak bir taraf yok­tur. İbnü'l-Münzir'in naklettiğine göre, İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Doğan ve benzeri avcılıkta kullanılan kuşların yakala di klanna ge­lince; bunların yakaladıklarını ölmeden önce yetişecek ve kesebilecek olur­san onu kes, onu yemek senin için helâldir. Aksi takdirde ondan yeme. İb-nü'1-Münzİr der ki: Ebu Cafer'e doğan kuşu ile avlanmanın helâl olup olma­dığı soruldu o, hayır yetişip de onu kesmen müstesna diye cevap verdi.

ed-Dahhâk ile es-Süddî: "Allah'ın size öğrettikleri ile alıştırıp öğrettiği­niz avcı hayvanların avları da" buyruğunun, köpekler hakkında hususi ol­duğunu söylemişlerdir. Eğer köpek, simsiyah ise, Hasan (el-Basrî), Katade ve en-Nehaî onunla avlanmaya mekruh görmüşlerdir. Ahmed ise der ki: Köpe­ğin simsiyah olması halinde avcılıkta kullanılmasına ruhsat veren kimse ol­duğunu bilmiyorum. İshâk b. Rahaveylı de bu görüştedir.

Medine ile Kûfe'deki ilim ehlinin geneli ise, eğitilmiş herbir köpek ile av­lanmanın caiz olduğu görüşündedirler. Siyah köpekle avlanmayı uygun gör­meyenler, buna gerekçe olarak Hz. Peygamber'in: "Siyah köpek bir şeytan­dır" hadisi dolayısıyla bu görüşe varmışlardır. Bu hadisi, Müslim rivayet et­miştir. [107]

Cumhur ise, âyetin umum ifade ettiğini delil gösterdiği gibi, doğan kuşu İle aylanmanın caiz oluşu hususunda da âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak zikredilenleri ve Tirmizî'nin Adiy b. Hatim'den rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler. Adiy b. Hatim dedi ki: Rasûlullah (sav)'a doğan kuşu ile avlanma hususunda soru sordum, şöyle buyurdu: "Senin için yakaladığından yi­yebilirsin." [108]

Hadisin isnadında Mücalid vardır. Ve bu hadis ancak Mücalid yoluyla bi­linmektedir. Mücalid zayıf bir ravidîr.[109]

Ayrıca konu ile ilgili manayı da delil göstermişlerdir. O da şudur: Avcılık­ta köpekten beklenen herbîr şey, mesela parstan da beklenir. Bu konuda (hükme) etkileyici bir özelliği bulunmayan hususlar dışında aralarında hiç­bir fark yoktur. İşte, asılda bulunan manaya yapılan kıyas da budur. Kılıcın kamaya, cariyenin de köleye kıyas edilmesi gibi. Buna dair açıklamalar da­ha önceden geçmiş bulunmaktadır. [110]

 

6- Avcının Dikkat Etmesi Gereken Hususlar:

 

Bu husus anlaşıldığına göre, şunu bilmelisin ki, avalanacak kimsenin hayvanını gönderdiğinde, hayvanın şerl kesimini ve onu yemenin mubah olu­şunu kastetmesi gerekmektedir. Bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (sav) söyle buyurmuştur: "Köpeğini salarken tavının üzerine) Allah'ın adını andığın takdirde (o avdan) yiyebilirsin."[111] Bu ise, hem niyet etmeyi hem de Allah'ın adını anmayı (Bismillah demeyi) gerektirmek­tedir. Bununla birlikte eğer hoşça vakit geçirmeyi kastedecek olursan, Mâ­lik bu avdan yemeyi mekruh kabul etmekle birlikte İbn Abdülhakem bunu caiz görmüştür. el-Leys'in şu sözünün zahirinden anlaşılan da odur: "Ben, bun­dan daha çok -ki» avlanmayı kastediyor- batıla benzeyen bir hak görmüş de­ğilim."

Şayet hayvanı şer'î usule göre kesmek niyetini taşımaksızın bu işi yapacak olursa, o takdirde (o avladığı hayvan eti) haram olur. Çünkü bu, herhangi bir menfeat sağlamaksızm bir hayvanı telef etmek ve fesat yapmak kabilinden-dir. Rasûlullalı (sav) ise, yeme kastı dışında hayvanın öldürülmesini yasak­lamıştır. İHm adamlarının cumhuru ise, hayvanı salması esnasında sözlü olarak Allah'ın adını anmanın (Besmele çekmenin) mutlaka gerekli olduğu görüşündedir. Çünkü Hz. Peygamber: "Allah'ın adım andığın takdirde* diye buyurmuştur. Eğer herhangi bir şekilde besmele çekilmezse, o takdirde av-tamlan hayvan yenilemez. Zahirî mezhebi mensupları ile hadis ehlinden bir topluluğun görüşü budur. Bizim mezheb alimlerinden -ve onlann dışında- bir topluluğun görüşüne göre ise, kasti olarak besmeleyi terk etmesi halinde müs-lümanın avladığı ve kestiği hayvanın yenilmesinin caiz olduğunu kabul et­mişlerdir. Onlar, bu hususta besmele çekme emrinin mendupluk ifade etti­ğini kabul etmişlerdir. Mâlik ise, meşhur olan görüşüne göre, besmele çek­meyi kasten terketmek ile yanıtarak terketmek arasında fark olduğu kanaatin­dedir ve şöyle demektedir: Besmele çekmek kasten terkedilecek olursa ye­nilmez, yarularak terkedilirse yenilir. İslam aleminin değişik bölgelerindeki fukahanın görüşü de budur. Şafiî'nin iki görüşünden birisi de budur. Bu me­sele, yüce Allah'ın izniyle el-En'âm sûresinde (6/121. âyetin tefsirinde) ge­lecektir.

Diğer taraftan köpeğin salınması esnasında, dizgininin avcının elinde bu­lunup, avcının eliyle gönderilmesi de kaçınılmazdır. Avcı onu serbest bıra­kacak, avın üzerine gitmesi için onu kışkırtacak ve köpek de onun üzerine gidecektir. Yahut da avlayıcı hayvan, avı görmekle birlikte, yerinde hareket­siz durmalı, avcının kışkırtması ile olmaksızın yerinden hareket etmemelidir. Bu ise, avlayıcı hayvanın dizginlerinin avcının elinde bulunup» onu avın üze­rine salarak serbest bırakması durumuna benzemektedir. Konu ile ilgili iki görüşten birisine göre bu böyledir.

Şayet avlayıcı hayvan avcının göndermesi ve kışkırtması sözkonusu olmak­sızın kendiliğinden gidecek olursa cumhura, Mâlik'e, Şafiî'ye, Ebu Sevr'e ve rey ashabına göre avı caiz değildir, yenilmesi de helâl olmaz. Çünkü, böy­le bir durumda avcı hayvan salınmaksızın kendisi için avlamış ve kendi adı­na yakalamış olur. Bu hususta avcının herhangi bir katkısı da yoktur. Dola­yısıyla o avlayıcı hayvanın gönderilmesi avcıya nisbet edilemez. Çünkü Hz, Peygamberin: "Eğitilmiş köpeğini saldığın takdirde." [112]  ifadesi buna uyma­maktadır. Ata b. Ebi Rebah ile el-Evzaî ise, avlanmak kastı ile onu dışarı çı­kartmış olması halinde, hayvanın avladığının yenileceğini söylemişlerdir. [113]

 

7- Kıraat Farkları:

 

Cumhur, "alıştırıp öğrettiğiniz" anlamına gelen; kelimesini "ayn ve lâm" harfini üstün olarak okumuşlardır. İbn Abbas, ve Muhammed b. el-Hanefıyye ise, bu kelimeyi "ayn" harfini ötreli, "lâm" harfini de esreli oku­muşlardır. Yani: Avlayıcı hayvanlar ile onlarla avlanmaya dair size Allah ta­rafından öğretilenler ile.,, demek olur.

el-Cevârfli: Kazananlar, kazamcılar anlamındadır. İnsan azalarına bu adın veriliş sebebi ise, bunların (iyilik ya da kötülük.) kazanmaları ve tasarrufta buIlınmaları dolayısıyla dır. Bunlara bü adın veriliş sebebinin, bunların (yarala­mak anlamına gelen cerhten geldiği nazarı itibara alınarak) yaralayıp kan akıt­maları olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu kelime, yaralamak anlamına ge­len (el-Cirâh)'dan gelmiş olması gerekir ki, bu zayıf bir görüştür. Dil bilgin­leri de bundan farklı bir kanaate sahiptirler. Ayrıca İbnü'l-Münzir bu görü-şü bir gurup kimseden de nakletmiştir

"Alıştırıcdar" kelimesini cumhur, "kef" harfini üstün, "lam" harfi­ni de şeddeli olarak okumuşlardır, "el-Mukellib" ise, köpek eğiticisi ve on­ları avlanmaya alıştıran kimse demektir. Köpekten başkasını eğitenlere de ay­nı şekilde "Mükellib" denilir. Çünkü o da eğittiği o hayvanı nihayet köpeğe benzetmektedir. Bunu kimi dil bilginleri nakletmistir. Avcının kendisine de "Mükellib" denilin Buna göre, âyet-i kerimedeki bu kelimenin anlamı "avla-yıalar olarak" şeklinde olur. Mükellib'in, köpeklerin sahibi anlamına geldi­ği de söylenmiştir.

el-Hasen ise bu kelimeyi, "keP harfini sakin, "lâm" harfini de şeddesiz ola­rak diye okumuştur. Bunun anlamı ise, köpeklere sahip olanlar şeklindedir. Nitekim, davarları çoğalan kimse hakkında; denildiği gi­bi, köpekleri çok olan kimse hakkında da; denilir. el-Esmaî ise (Nâbiğa'ya ait) şu beyiti nakletmektedir:

Her bir delikanlının davarları çoğalır, büyük servet sabibi olsa dahi Mutlaka onu ölüm dünyadan çekip alacaktır,"[114]

 

8- Avcılıkta Kullanılan Hayvanın Eğitiminde Aranan Şartlar İle Avcılıkta Kullanılacak Kuşlar:

 

Allah'ın size öğrettikleri ile alıştırıp öğrettiğiniz. buyruğundaki zamirin müennes olarak gelmesinin sebebi "el-Cevârih" keli­mesinin lafzına riâyet etmek içindir. Çünkü bu da "cârilıa* kelimesinin ço­ğuludur.

Öğretmek hususunda şu iki şartın arandığında ilim adamları arasında gö­rüş ayrılığı yoktur: Avcı hayvana emir verildiği vakit emre riâyet etmeli (gönderildiğinde gitmeli) ve geri çağırılması halinde de geri gelmelidir.

Köpeklerle onların hükmünde bulunan diğer vahşi ve yırtıcı hayvanlarda bu iki şartın arandığında görüş ayrılığı olmamakla birlikte, avcılıkta kullanı­lan kuşlar hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Meşhur olan, cumhurun kuş­larda da bunları şart gördüğüdür îbn Habibın naklettiğine göre, kuşlarda çağırıldığında geri gelmeleri şart değildir. Çünkü, çoğunlukla bu, kuşlarda mümkün olmaz. O bakımdan, kuşlara emir verildiğinde itaat etmeleri yeter­lidir.

Rabia der ki; Çağrıldığı vakit, çağrıya uyan hayvanlar, eğitilmiş avcı hay­vandır. Çünkü, hayvanların çoğu, tabiatı dolayısı ile gönderildiği vakit gider.

Şafiî ile ilim adamlarının çoğunluğu (cumhur), eğitilmiş olmakta avcı hay­vanın sahibi adına yakalamasını da şart koşmuşlardır. Ancak, kendisinden nak­ledilen meşhur görüşünde Mâlik bu şartı öngörmemiştir Şafiî der ki: Öğre­tilmiş olan avcı hayvan, sahibi tarafından gönderildiği vakit giden, geri dön­mesi için çağırdığı vakit sahibine geri dönen, avı sahibi adına yakalayan ve ondan bir şey yemeyendir. Avcı hayvan bunu defalarca tekrarladığı takdir­de ve bu işi bilen ehil kimseler, artık bu hayvan eğitilmiş oldu diyecek olur­larsa, o taktirde o hayvan eğitilip öğretilmiş hayvan olur.

Yine Şafiî'lerle Kulelilerden nakledildiğine göre, sahndığı vakit giden, avı yakaladığı vakit ona dokunmayan ve bunu ardı ardına defalarca yapan hayvanın üçüncü defa bu şekilde av yakalaması halinde avı yenilir.

İlim adamlarından, bunu üç defa yaparsa dördüncüsünde avladığı yenilir diyenler de vardır. Yine aralarında; Bunu, bir defa yapacak olursa, o hayvan alıştırılıp öğretilmiş olur ve ikincisinde de o hayvanın avladığı yenilir, diyen­ler de vardır. [115]

 

9- Hayvanın Avcı İçin Yakalamasının Anlamı:

 

Yüce Allah'ın; "Artık onların sizin İçin tutuverdiklerindeu yiyin" buy­ruğu, sizin adınıza yakaladıklarından ve ilişmediklerinden yiyin demektir.

İlim adamları, bu buyruğun te'vili (anlamı) hususunda farklı görüşlere sa­hiptirler,

İbn Abbas, Ebu Hureyre, Nehaî, Katade, İbn Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah, îk-rime, Şafiî, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, en-Numan (Ebu Hanife) ve mezhebine mensup ilim adamları derler ki: Buyruk, ondan yemeyecek olursa, anlamın­dadır Eğer avdan yiyecek olursa, geri kalanı yenilmez. Çünkü bu durumda o, Kendisi için yakalamış, sahibi adına yakalamamış olur. Ebu Hanife ve mez­hebine mensup ilim adamlarına göre pars da köpek gibidir. Şu kadar var ki, kuşlarda bunu şart konmamışlardır. Aksine kuşların yediklerinden arta kalan yenilir.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer, Selman-ı Farisî ve yine Ebu Hurey-re ise şöyle demektedirler: Bu, ondan yemiş olsa dahi anlamındadır. Eğer av­cı hayvan, -köpek, pars ya da kuş olsun- avdan yiyecek olursa, avın geri ka­lanı -geriye bir parçacık kalmış olsa dahi- yenilir. Bu, Mâlikin ve mezhebint mensup bütün ilim adamlarının da görüşüdür. Aynı zamanda bu, Şafiî'nin ikinci görüşüdür. Kıyas da bunu gerektirir.

Konu ile ilgili olarak zikrettiğimiz bu anlamlarda iki tane hadis vardır. Bi­rincisi, Adîy b. Hatim'in rivayet ettiği, alıştırılmış köpeğe dair hadiste geçen şu ifadelerdir: "Eğer (avdan) yiyecek olursa, sen (kalanı) yeme. Çünkü bu du­rumda o kendisi İçin avlamış olur." Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[116]

İkincisi ise, Ebu Salebe el-Huşeni yoluyla gelen hadistir. Ebu Salebe de­di ki: Rasûlullah (sav) köpek avı hakkında şöyle buyurdu: "Köpeğini salar­ken üzerine Allah'ın adını andığın takdirde sen (o avdan) ye. Köpeğin on­dan yemiş olsa dahi. Sağ elinin sana kazandırdığından ye." Bunu, Ebu Dâ-vud rivayet etmiştir.[117] Bu, Adiy'den de rivayet edilmiş ise de sahih değildir. Adiy'den gelen sahih rivayet, Müslim'in rivayet ettiği hadistir.

Konu ile ilgili iki rivayet arasında tearuz olduğundan dolayı, bizim mez-heb alimlerimizden ve onların dışında olanlardan kimisi, bu iki hadisin ara­sını bulma yoluna gitmiştir. O bakımdan, yasaklamayı ihtiva eden hadisi, ten­zihi kerahete ve veralı davranmaya, bunu mubah kılan hadisi de cevaza ait olarak kabul etmiş ve şöyle demişlerdir: Adiy zengin birisi idi. O bakımdan Peygamber (sav) ona veralı ha ket etmek suretiyle yememesi şeklinde fet­va verirken, muhtaç bir kimse olan Ebû Sa'lebe'ye yemesi hususunda cevazı belirterek fetva vermiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

Bu te'vilin doğruluğuna hz. Peygamber'in Adiy hadisinde kullandığı şu ifa­de de delâlet etmektedir: "Çünkü gerçekten ben, o takdirde (o avcı hayva­nın) kendisi adına yakalamış olacağından korkarım." İşte bizim ilim adam­larımızın tevili budur. Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) "el-İstizkâr" adlı eserinde der ki: Adiy yoluyla gelen bu hadis ile Ebu Sa'lebe hadisi tearuz halindedir, Zahir görülen o ki, Ebu Sa'lebe hadisinin onu nesli ettiğidir. Çünkü Hz. Pey-gambere: Ey Allah'ın Rasûlü> ondan yemiş olsa dahi diye sorup, Hz. Peygam­ber'in: "Ondan yemiş olsa dahi" demesi bunu göstermektedir.

Derim ki; Ancak bu, nesh iddiası su götürür. Çünkü bunun tarihini bile­miyoruz. Bu durumda iki hadisin telifi ise, -hadislerin varid oldukları tarih bilinmediği sürece- daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allahur.

Şafiî mezhebinin alimlerine gelince, onlar da şöyle demektedir: Eğer av­lanılan hayvandan köpeğin yemesi, aşın açlığı dolayısı ile ise, o av hayva­nı yenilir, aksi takdirde yenilmez. Çünkü o takdirde bu, onun kötü eğitilme­sinin bir neticesidir. Seleften bir topluluğun da bu hususta ayırım gözettiğine dair rivayetler vardır. Buna göre köpek ile parsın avlayıp kendisinden ye­diklerinin yenilmeyeceğini, buna karşılık doğan'ın kendisinden yediği avın yenilmesinin caiz olduğunu kabul etmişlerdir. Bu görüş en-Nehaî, es-Sevrî, rey ashabı ve Hammad b. Süleyman'ın görüşüdür. İbn Abbas'tan da nakle­dilmiştir. Bunlar derler ki: Çünkü köpek ile parsın dövülmesi ve bundan do­layı azarlanmaları mümkündür. Kuşa böyle bir uygulamanın imkânı yoktur. Kuşun öğretilmiş olmasının sınırı ise çağırıldığında geri gelmesi, salındıgında da gitmesidir. Kuşun eğitiminde bundan daha ilerisine imkân yoktur, onu vurmak ise ona eziyettir. [118]

 

10- Eğitilmiş Hayvanın, Avlanılan Hayvanın Kanından İçmesi:

 

İlim adamlarının cumhuruna göre, eğitilmiş hayvan av hayvanının kanın­dan içecek olursa avı yenilir. Ata der ki: Kam içmek, av hayvanını yemek de­ğildir. Bununla birlikte eş-Şa'bî ile Süfyan-ı Sevrî böyle bir av hayvanım ye­meyi mekruh görmüşlerdir. Ancak avın mubah oluş sebebinin eğitilmiş av hayvanının avı yaralayıp kanını akıtması olduğu hususunda görüş ayrılığı yok­tur. Bu yaralamanın muhakkak olarak gerçekleştiğinden emin olunması, bunda herhangi bir şüphenin olmaması gerekir. Şüphe bulunması halinde ise av hayvanının yenilmesi caiz olmaz. Bunu, ayrı bir başlıkta ele alalım: [119]

 

11- Avın Avcı Hayvan Tarafından Yaralanmış Olması:

 

Avcı, kendi köpeği ile beraber bir başka köpeği de bulacak olur ise diğer köpeğin bir başka avcı tarafından gönderilmemiş olduğu kabul edilir. Bu ikin­ci köpeğin kendi tabiatı gereği ve kendiliğinden gönderildiği varsayılır Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Eğer ona (avlanmasına) ondan başka köpekler de karışmış ise ondan yeme -bir başka rivayette de şöyle denilmektedir-: Çünkü sen, ancak kendi köpe­ğin için besmele çektin, ondan başkası için besmele çekmedin."[120]

Şayet bir başka avcı, ikinci köpeği göndermiş ve her iki köpek de o av hay­vanını ortaklaşa avlamış ise, iki avcının da avlanılan o hayvanda ortak olma­sı hakkıdır. İki köpekten birisi o av hayvanını öldürücü bir şekilde yaralamış, daha sonra ikincisi gelmiş ise, o avr onu Öldürücü şekilde yaralayan eğitil­miş hayvanın sahibine aittir. Aynı şekilde kendisine bir ok atılarak dağdan aşağı yuvarlanan yahut bir suya gömülen hayvan da yenilmez. Çünkü Pey­gamber (sav) Adiy b. Hatim'e şöyle demiştir: "Ve eğer okunu atacak olursan, Allah'ın adını an (arak at). (Avın) bir gün gözünden kaybolup avında ken­di okunun izinden başka bir şey bulamayacak olursan Cavını) yiyebilirsin. Şa­yet onu suya gömülmüş bulacak olursan ondan yeme. Çünkü sen o hayva­nı suyun mu, kendi okunun mu öldürdüğünü bilemezsin." [121] Bu da, açık bir nasstır. [122]

 

12- Avlanılan Hayvan Yaralanmaksızın Ölürse:

 

Av hayvanı köpeklerin ağızlarında fakat yara almaksızın ölecek olursa ye­nilmez. Çünkü boğularak ölmüş olur. Bu da kör bir bıçakla kesilip boğazı ke­silmeden önce kesim esnasında çektiği izdıraptan ölmüş gibi olur.

Şayet yırtıcı hayvanlardan o av hayvanını kurtarıp kesme imkânı bul­makla birlikte av hayvanı ölünceye kadar bu işi yapmazsa o hayvan yenil­mez. Ve hayvanı kesmek hususunda kusurlu hareket etmiş ulur. Çünkü bu durumda hayvan kesilecek bir hale gelmiş idi. Kesilebilen hayvanın İslâmi kesimi ise kesUemeyeninkinden farklıdır.

Şayet o hayvanı avlayıcı hayvanlardan kurtardıktan sonra bıçağını çıkar­madan önce ölürse veya beraberinde bulunan bıçağını eline ahr (takat kes­meden) ölürse o hayvanın yenilmesi caiz olur. Bıçak beraberinde bulunma­makla birlikte bıçağı aramayıp başka bir şeyle oyalanacak olursa o hayvan yenilmez.

Şafiî der ki: Avlayıcı hayvanlann yakalayıp herhangi bir şekilde yaralama­dığı av hayvanı hakkmda iki görüş vardır. Birincisine göre, yaralanmadığı sü­rece o hayvan yenilemez. Çünkü yüce Allah: "Avcı hayvanların..." diyeHju-yurmaktadır. Bu da İbnü'l-Kasım'ın görüşüdür. Diğeri ise bu hayvanın yenil­mesinin helâl olduğudur. Bu da Eşheb'in görüşüdür. Eşheb der ki: Eğer av hayvanı köpeğin çarpmasından ötürü ölürse yenilir. [123]

 

13- Kaybolan Avın Hükmü:

 

Uz. Peygamberin (11. başlıkta geçen) hadis-i şerifteki: "Şayet onu bir gün süreyle kaybeder ve onda kendi okunun izinden başka bir yara izi bul-muyacak olursan (ondan) yiyebilirsin" buyruğu ile buna yakın ifadelerin yer aldığı, Ebu Sa'lebe yoluyla gelen ve Ebu Dâvud tarafından: "Üçgün sonra da­hi olsa -kokmamış olması şartıyla- onu yiyebilirsin," [124] fazlalığıyla yer alan hadis-i şerife, Hz. Peygamberin: " Gözünün önünde seni ri bir şekilde (av hayvanın veya av aletinle} öldürdüğünü ye. Fakat, gözünün önünden kaybolduktan sonra ölenden yeme" [125]  hadisi arasında bir tearuz bu­lunmaktadır. [126]

(Bundan dolayı) gölden kaybolan av hayvanının yenilmesi ile ilgili ola­rak Uirh adamları üç farklı görüş ortaya atmışlardır:

1) Avın ölümüne sebep teşkil eden ister ok, ister köpek olsun yenilir.

2) Gözden kaybolması halinde hiçbir şey yenilmez. Çünkü Hz. Peygam­ber: "Gözünün önünde ve süratlice öldürdüğünü ye, gözünden kaybolup da öleni yeme" diye buyurmuştur. Yenilmeyiş sebebi ise, okun dışında başka bir­takım haşerelerin avın ölümünde katkısı bulunmuş olması korkusudur.

3) Ok île köpek avı arasında fark gözetenler. Bunların görüşlerine göre, ok ile öldürülen yenilir, köpek tarafından öldürülen ise yenilmez.

Bünun izahı şöyle yapılabilir: Ok, belli bir cihetten av hayvanının ölümü­ne sebep teşkil eder. Ve bu konuda içinden çıkılamayacak bir durum olmaz. Köpek gibi av hayvanları ise, değişik yerlerden av hayvanının Ölümüne se­bep teşkil etmiş olabilirler. O bakımdan nasıl öldüğü hususu içinden çıkıla­mayabilir. Bu üç görüş de bizim (mezhebimizin) ilim adanılan tarafından ile­ri sürülmüş görüşlerdir.

Mâlik, Muvatta'ın dışındaki eserlerde şöyle demektedir Av ölür, daha sonra onu ölü olarak eline geçirdiğinde doğanın, köpeğin ya da okun onun öldürücü bir tarafına İsabeti sözkonusu değilse ondan yiyemez.

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: İşte bu da bize şunu göstermektedir. Eğer avlama aracı avın öldürücü yerlerine isabet edecek olursa, ona (Mâlik'e) gö­re üzerinden bir gece^geçmiş olsa dahi helâldir ve onu yiyebilir. Şu kadar var ki, üzerinden gece geçmişse ondan yemeyi mekruh kabul etmektedir. Çün­kü İbn Abbas'tan: "Eğer gözünden bir gece kaybolacak olursa (onu) yeme" dediği rivayeti gelmiştir. Buna yakın bir rivayet de es-Sevrî'den gelmiştir. O şöyle demektedir: Eğer av hayvanı bir gün kaybolacak (görülmeyecek) olur­sa ben onu yemeyi mekruh kabul ederim.

Şafiî der ki: Kıyasa göre, onun nerede öldüğünü göremeyecek olursa, o av hayvanını yiyemez.

Evzaî der ki: Ertesi günü o av hayvanım ölmüş ve okunu av hayvanında saplı bulur, yahut köpeğinin onda açtığı yara izini görürse ondan yiyebilir

Eşheb, Abdulmelik ve Esbağ da buna yakın görüş belirterek şöyle derler:

Eğer avlanılanın öldürücü yerleri isabet almışsa, üzerinden bir gece geçmiş olsa dahi avlanılan hayvanin yenilmesi caiz olur. Hadis-i şerifteki "kokuşma­dığı sürece" ifadesi ise, bir ta'lîl'dir. Çünkü, hayvan kokuşacak olursa, senin tabiatın kaldırmadığı pis şeyler arasına katılmış olur. Bundan dolayı da onu yemek tiksinti verir (veya mekruh olur); bununla birlikte ondan yiyecek olur­sa caizdir. Nitekim Peygamber (sav) kokuşmuş (bozulmuş) bir yağlı sulu ye­meği, (kokuşmuş olmasına rağmen.) yemiştir. [127]

Şöyle de denilmiştir Bu (kerahiyet hükmü) yiyenin zarar görmesinden korktuğu şeyler ile maluldür. Bu, ta'lile göre eğer zarar görme korkusu mu­hakkak ise onu yemek haram olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [128]

 

14. Gayr-i Muzlimlerin Avlanmak İçin Eğitilmiş Köpekleriyle Avcılık Yapmak:

 

Bu kabilden olmak üzere ilim adanılan, eğitilmiş olması halinde yahudi ve lııristiyanın köpeği ile avlanmanın hükmü hususunda farklı görüşlere sahip­tirler, Hasan-ı Basrî bunu mekruh görmüştür.

Mecusî tarafından eğitilmiş köpek, doğan ve şahin ile avlanmayı ise Ca-bir b. Abdullah, el-Hasen, Ata, Mücahid, en-Nehaî> es-Sevrîve îshak mekruh görmüşlerdir. Mâlik, Şafiî ve Ebu Hanife ise, avcının müslüman olması ha­linde bunlara ait köpeklerle avlanmayı caiz görmüş ve: Bu (eğitilmiş avcı hay­vanlar) böyle birisine ait bıçak gibidir.

Şayet avcı kitap ehlinden ise, ümmetin cumhuru -Mâlik müstesna- avının yenilmesini caiz olduğunu kabul ederler. Mâlik ise, kitap ehline mensup kim­senin avı ile kestiği hayvan arasında fark gözetmiş ve şu âyet-i kerimeyi oku­yarak: "Ey İman edenler, Allah ... avdan ellerinizin, mızraklarınızın erişe­bileceği bir şeyle sizi muhakkak deneyecektir" (el-Maide, 5/94) âyetini de­lil gösterip şöyle demiştir; Yüce Allah burada yalıudilerden de hıristiyanlar-dan da söz etmemektedir.

İbn Vehb ile Eşheb ise şöyle derlen Yahudi ile lııristiyanın avı, tıpkı kes­tiği hayvan gibi helâldir. Muhammed'in Kitab'inda ise, Sabiinin avının da ke­siminin de caiz olmayacağı belirtilmektedir. Sabiiler, yahudilerle hıristiyan-lar arasında bir topluluk olup muayyen bir dinleri yoktur.

Şayet avcı mecusî ise, Mâlik, Şafiî, Ebu Hanife ve bunların arkadaşları ile bütün insanların büyük çoğunluğu avımn yenilmesini kabul etmemişlerdir. Ebu Sevr ise bu hususta iki görüş vardır demektedir: Bir görüş bütün bun­ların görüşü gibidir. Diğeri ise, mecusiler kitap ehîindendir ve onların avları (nın yenilmesi) caizdir şeklindedir.

Sarhoş bir kimse avlanır yahut hayvan kesecek olursa, onun avı da kes­tiği de yenilmez. Çünkü, şer'î kesimin (zekât, tezkiye) maksada (niyete) ih­tiyacı vardır. Sarhoş kimsenin ise maksat güderek bir iş yapması sözkonusu

değildir. [129]

 

15- Av İçin Eğitilmiş Hayvan Avdan Yiyecek Olursa:

 

Nahivcîler, yüce Allah'ın: *Slzİn İçin tutuverdîMeriüden" buyruğundaki;  ...den edatının durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. el-Alıfeş, bu da yüce Allah'ın: u Onun meyvesinden yiyiniz" (el-En'âm, 6/141) buyruğundaki gibi fazladan gelmiştir, der Basrahlar ise onun bu hususta hatalı olduğunu belirtirler ve bu edatın olumlu cümlede fazladan gel­meyeceğini, ancak nefy (olumsuz) ve soru cümlelerinde fazladan gelebile­ceğini belirtirler. Şanı yüce Allah'ın: "Meyvesinden" buyruğu ile "Günahlarınızdan bir kısıntını bağışlar" (.el-Bakara, 2/271) ve: "Günahlarınızdan bazısını bağışlasın..." (el-Ahkâf, 46/3D buyruklarında bu edat tab'îz (kismîlik) bildirmek içindir Bu­na karşılık el-Ahfeş şöyle cevap vermektedir: Yüce Allah, kimi yerde bu eda­tı zikretraeksizin: "Günahlarınızı bağışlar..." (es-Sâf, 61/12) di­ye buyurmaktadır. İşte bu da olumlu cümlede bu edatın fazladan gelebile­ceğine bîr delildir. el-Ahfeş'e şu şekilde cevap verilmektedir: Buradaki bu edat, tab'îz içindir. Çünkü avlanılan hayvandan helâl olan yalnızca ettir. Kan ve di­ğer pislikler bunun dışındadır.

Derim ki: Yemek hususunda asıl maksat ve alışılmış şey bu değildir kif bu­nunla onun dedikleri çürütülebilsin. Bununla birlikte; Tutuverdik-lerinden" buyruğu ile eğitilmiş hayvanların geriye bıraktıklarından... anla­mının kastedilmiş olması da muhtemeldir. Bu açıklama: Eğer köpek avlanı­lan hayvandan yiyecek olursa bunun zararı olmaz diyenlerin görüşüne uy­gun bir açıklamadır. İşte bu ihtimal sebebiyle ilim adamları -az önce de geç­tiği üzere- eğitilmiş av hayvanlarının avdan yemesi halinde avlanılan o hay­vanın yenilmesinin caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. [130]

 

16-  Köpek Barındırmanın Caiz Olduğu Haller:

 

Âyet-i kerime, avlanmak kastıyla köpek edinmenin ve köpek barındırma­nın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Bu husus, sünnette sabit olduğu gibi, sünnet buna ekin ve davar için köpek barındırma hallerini de ilave etmiştir. İslamin ilk dönemlerinde köpeklerin öldürülmesi emredilmişti. Öyleki, çöl­den gelen bir kadıncağızın arkasından takılıp gelen köpek dahi öldürülürdü. Müslim, İbn Ömer'den Peygamber (sav)'ın şöyle dediğini rivayet etmek­tedir: "Her kim, av yahut davar köpeği dışında bir köpek barındıracak olur­sa» her gün onun ecrinden iki kırat ekşitir." [131]

 Yine Ebu Hureyreden şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Davar, av veya ekin köpeği dışında her kim köpek edinecek olursa, hergün onun ecrinden bir kırat eksilir." [132]

ez-Zührî der ki: İbn Ömer'e, Ebu Hureyre'nin dediğinden sözedilince şöyle dedi: AUah Ebu Hureyre'ye rahmet buyursun. O da ekin sahibi bir kim­se idi. [133]

Böylelikle sünnet bizim dediğimize delalet etmiş olur. Hz. Peygamber, sö­zü geçen bu faydalardan herhangi birisi sözkonusu olmaksızın köpek barın­dıranın ecrinin eksileceğini belirtmiştir. Bu ise, köpeğin müslümanları kor­kutmasından, havlamasıyla onları şaşırtmasından dolayı olabilir.

Nitekim, Basrah şairlerden birisi, Ammar'ın yanına misafir olarak konak­lamıştı. Köpeklerinin havladığını işitmiş ve bunun üzerine şöyle demişti:

"Biz, Aram ar'a konuk olduk. O da köpeklerini kışkırttı üzerimize Az kalsın iki evi arası ada (onlar tarafından) yenilip bitirilecektik Arkadaşlarıma gizlice dedim ki: Bugün{ün eziyeti) mi daha uzun, yoksa kıyamet günü mü?"

Köpek barındırmanın yasaklanış sebebi, meleklerin eve girmelerine engel olmaları, yahut -Şafiî'nin görüşüne göre- necis olmaları veya fayda sağlama­yan herhangi bir şeyi edinmeye dair yasağın kapsamına girmesi dolayısıyla da olabilir.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

İki rivayetten birisinde "iki kırat" denilirken, diğerinde "bir kırat" denilmek­tedir Bundan dolayı buyruğun, biri diğerinden daha fazla eziyet verici iki tür köpek hakkında olması muhtemeldir. Hz. Peygamberin öldürülmesini emret­tiği ve öldürülmelerini yasaklaması esnasında istisna edilenlerin arasına sokmadığı siyah köpek gibi. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İki noktalı (benekli) simsiyah köpeği öldürmeye bakınız. Çünkü o bir şeytan­dır."[134] Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Bu farklılığın, köpeğin beslendiği yerlerin farklı olması dolayısıyla olma­sı da muhtemeldir Mesela» Mekke veya Medine'de köpek barındıranın ec­rinden iki kırat, başka yerlerde barındıranın ecrinden bir kırat eksilmesi de mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Ailahtır.

Barındırılması mubah olan köpeklere gelince, böyle bir köpeği barındıra­nın ecrinden -at ve kedi beslemek gibi- bir şey eksilmez. Böyle bir köpeğin alım ve satımı da caiz olur. Hatta Sahnûn şöyle demektedir: Böyle bir köpe­ğin satış bedeli ile hac dahi edebilir. Mâlik'e göre barındırılması mubah olan davar köpeği davarlarla birlikte gidip gelen köpektir. Evde hırsızlara karşı da­varları koruyan köpek değildir. Ekin köpeği ise, gece ve gündüz vahşi hay­vanlara karşı ekini koruyan köpektir. Hırsızlara karşı koruyan değil. Mâlik'in dışındaki ilim adamları ise, şehirden u£ak yerlerde (badiyede.) davar, ekin ve ev hırsızlarına karşı köpek edinmeyi caiz kabul etmişlerdir.[135]

 

17- Alimin Cahile Üstünlüğü:

 

Bu âyet-i kerimede bilgili olanın, cahilin sahip olmadığı üstünlük ve fazi­lete sahip olduğuna bir delil vardır. Çünkü köpek eğitilip öğretildiği takdir­de diğer köpeklere daha üstün olur. Buna göre ilim öğrenen insanın diğer insanlara üstünlüğü öncelikle sözkonusudur. Özellikle de bildikleriyle amel edecek olursa. Nitekim bu, Ali b. Ebi Talib (r.a)'ın dediği rivayet edilen şu sözünü andırmaktadır: "Her şeyin bir kıymeti vardır Kişinin kıymeti ise, onun güze) bir şekilde yaptığı (.ihsan ettiği) dir. [136]

 

18- Allah'ın Adını Anarak Avlanmak:

 

Yüce Allah'ın: "Üzerine Allah'ın adını ama" buyruğu, besmele çekme em­rini ihtiva etmektedir. Bu besmelenin eğitilmiş hayvanı avın üzerine gönder­me esnasında çekileceği söylenmiştir. Böylelikle besmele çekmek hususun­da avlanmak ile hayvan kesme arasında bir uygunluk bulunmaktadır. Buna dair açıklamalar, et-En'âm suresinde (6/121. âyetin tefsirinde) gelecektir.

Burada besmele çekmekten kastın yerken besmele çekmek olduğu da söy­lenmiştir, ifadeden daha açıkça anlaşılan budur.

Müslim'in Sahihinde Peygamber (sav)'ın Ömerb, Ebt Seleme'ye şöyle de­diği rivayet edilmektedir: "Ey çocuk, Allah'ın adını an, sağ elinle ye ve önünden ye" [137] Hz. Huzeyfe yoluyla gelen hadiste de Rasûlullah (sav)'ın şöy­le buyurduğu rivayet edilmektedir: "Şüphe yok ki şeytan, üzerinde Allah'ın adının anıhnaması sebebiyle yemeği kendisine helâl kabul eder " [138]

Eğer yemeğin basında besmele çekmeyi unutacak olursa, sonrasında bes­mele çeksin. Nesaî, Umeyye b. Mahşîden -ki, Rasûlullah (savVın ashabından-dı- Rasûlullah (sav)'ın, besmele çekmeksizin yemek yiyen birisini gördüğü­nü, son lokmaya gelince: Başında da sonunda da bismillah dediğini, bunun üzerine de Rasûlullah (say)'ın şöyle buyurduğunu rivayet et­mektedir: "Şeytan onunla yemeye devam edip durdu. Fakat besmele çekin­ce yediklerini kustu." [139]

 

19. Allah Korkusu (Takva):

 

Yüce Allah: "Ve Allah'tan korkun" buyruğu ile, genel olarak Allah'tan kork­mayı (takvayı) emretmektedir. Bu emrin yakın işareti ise, bu âyeti kerime­nin ihtiva ettiği emirler ile ilgilidir. Hesabın çabucak görülmesi ise, yüce Al­lah'ın bilgisinin herşeyi kuşatmış olması ve her şeyi sayısıyla tek tek bilmiş olması bakımındandır. O bakımdan O'nun, hesab edenlerin yaptığı gibi herhangi bir şekilde saymaya ve basamaklara ayırmaya kalkışmasına ihtiya­cı yoktur. İşte bundan dolayı (bir başka yerde) şöyle buyurmaktadır; "Hesab ediciler olarak Biz yeteriz," (el-Enbiya, 21/47)

Şanı yüce Allah, bütün mahlukatın hesabını bir defada görecektir. Bunun ktyarnet günü ile tehdit anlamına gelmesi ihtimali de vardır. Şöyle buyurmuş gibidir: Şüphesiz, Allah'ın sizi hesaba çekeceği gün pek çabuk gelecektir. Çün­kü kıyamet günü pek yakındır.

Hesap ile amellerin karşılığının verilmesini kastetmiş olması da muhtemel­dir. Adeta, dünya hayatında Allah'tan korkmadıklan takdirde çok çabuk ve pek yakında bir karşılık görmeyi (cezalandırmayı) hatırlatarak tehditte bu­lunmuş gibidir. [140]

 

5- Rngün size iyi ve teiniz olan şeyler helâl kılındı. Kendilerine ki­tap verilenlerin yiyeceği size helâldir. Sizin yiyeceğiniz de on­lara helâldir. Mü'm in kadınlardan İffetli olanlar ile, sizden ön­ce kitap verilenlerden iffetli kadınlar -iffetinizi korumanız, zi­na etmemeniz, gizli dost edinmemeniz ve mehirlerini vermeniz şartıyla- size helaldir. Kim İmanı İnkâr ederse, ameli boşa git­miş olur. Ve o, âhirette en çok zarara uğrayanlardandır.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız: [141]

 

1- Temiz Şeylerin Helâl Kılınışı Ve Dînin Üstünlüğü:

 

Yüce Allah'ın: "Bugün size iyi ve temiz olan şeyler helâl kthndr buyru­ğu, yani: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim" ve "Bugün size iyi ve teiniz olan şeyler helâl kılındı" takdirindedir. Burada "bugün" lafzı, te'kid olmak üzere tekrar edilmiştir. Yani, kendilerine dair soru sorduğunuz iyi ve temiz peyler size helâl kılınmış bulunmaktadır. İyi ve temiz şeyler, esasen bu âyet-i kerimenin nüzulünden önce müslümanlara mubah kılınmıştı. Bu da on-lann Sorularına bir cevaptı. Çünkü: Bize helâl kılman şeyler nelerdir diye sor­muşlardı.

Âyette geçen: Bugün" ile Muhammed (sav)'ın çağına işaret edildiği de söy­lenmiştir. Nitekim, bunlar filanın günleridir, denilmektedir. Yani, işte bu va­kitler sizin üstün geldiğiniz ve İslâmın yayıldığı zamanlardır. İşte ben, bunun­la dininizi kemale erdirdim ve sizin için iyi ve temiz olan şeyleri helâl kıldım.

Âyet-i kerimede, geçen: "İyi ve temiz şeyler: et'tayyibat" den bundan ön­ce de söz edilmiş idi. [142]

 

2- Kitap Ehlinin Yiyecekleri:

 

Yüce Allah'ın: '"Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği de sîze helâldir"

buyruğu, mübteda ve haberdir.

Yiyecek (et-Ta'âm), yenecek şeylerin adıdır, Kesilenler de bunlar arasın­dadır. Te'vil ilmînde ehil bir çok kimsenin görüşüne göre, burada bununla özel olarak kesilen hayvanlar kastedilmektedir. Onların yiyeceklerinden bi­ze haram kılananlar ise bu hususta vaıid olmuş hitabın genel kapsamı içe­risine girmemektedir. İbn Abbas der ki: Yüce Allah: "Üzerinde Allah'ın adı anılmamış olan şeylerden yemeyiniz" (el-En'âm, 6/121) diye buyurduktan sonra: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir" buyruğu ile bundan istisnada bulunmuştur. Bununla da yahudi ve hıristiyamn kestiğini kastetmektedir. Her ne kadar hıristiyan, kesim esnasında: Mesih adına, Ya­hudi de: Uzeyr adına diyorsa da bu böyledir. Çünkü, onlar esas itibari ile be­nimsedikleri dine göre kesmektedirler. Ata der ki: Mesih adına dese dahi hı-ristîyanın kestiğini ye. Çünkü yüce Allah onların neler söylediklerini bildiği halde kestiklerini mubah kılmıştır, el-Kasım b. Muhaymere ise şöyle demek­tedir; Hıristiyan kimse, Sercis -onlara ait bir kilisenin adıdır- adına, diyecek olsa dahi onun kestiğini ye. Aynı zamanda bu, ez-Zührî, Rabia, Şa'bî ve Mek-hul'ün de görüşüdür. Ashab-ı kiramdan Ebu'd-Derdâ ve Ubade b, es-Samit'ten de bu görüş rivayet edilmiştir.

Bir kesim de şöyle demektedir: Sen, kitap ehline mensub kimsenin, yüce Allah'tan başkasının adına kestiğini işitecek olursan, sakın ondan yeme. Aslıab-ı kiramdan Ali, Aişe ve İbn Ömer bu görüştedir. Bur Tavus ve el-Ha-sen'in de görüşüdür. Onlar, yüce Allah'ın.: "Üzerlerine Allah'ın ismi anılma­yanlardan yemeyin. Çünkü o, elbetteki birfısktır" (el-En'âm, 6/121) buyru­ğuna dayanarak bu görüştedirler. Mâlik ise, bunu haram kılmaksızın: Ben bu­nu (bundan yemeyi) mekruh görüyorum, demekle yetinmiştir

Derim ki: Kitap ehlinden olanın kestiğini yemenin caiz olduğunun ittifak­la kabul edildiğini nakleden, sonra da bunu hayvanı keserken besmele çekmenin şart olmadığına delil göstererek şöyle diyen el-Kiyâ et-Taberî'nin şu sözleri gerçekten hayrete değer: "Şüphe yok ki, bunlar kestikleri hayvan­lar üzerinde ancak Mesih ve Uzeyr gibi gerçek anlamda mabud olmayan ilah edindikleri kimselerin adını anarlar. Şayet gerçek manada ilah olan Allah'ın adım anacak olsalar dahi onların bu amslan, ibadet suretiyle olmaz. Bir baş­ka şekilde olabilir. İbadet suretiyle olmaksızın Allah'ın adını şart koşmak ise, aklen kavranılabilecek bir şey değildir. Kâfirin, Allah'ın adını anması ile an­maması ise -kendisinden ibadet kastı tasavvur olunamayacak olursa- aynı se­viyededir.

Diğer taraftan hıristiyan, ancak Mesih adım anarak keser. Yüce Allah da mutlak olarak (kayıtsız ve şartsız bir şekilde) onların kestiklerinin helâl ol­duğuna hüküm vermiştir. İşte bunda, besmele çekmenin -ŞafiTnin de dedi­ği gibi- asla şart olmadığına dair bir delil vardır"

Bu hususta ilim adamlarına ait değişik görüşler, yüce Allah'ın izniyle el-En'âm sûresinde (6/121. âyetin tefsirinde) gelecektir. [143]

 

3- Kitap Ehlinin Kesim Hayvanları Dışında Kalan Yiyecekleri:

 

Meyve ve buğday gibi ayrıca bir çabayı gerektirmeyen yiyecekler kabilin­den olup, şer'î kesime gerek duymayan (kitap ehlinin) yiyeceklerinin yenil­mesinin caiz olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Zira, herhangi bir kimsenin bunları mülk edinmesinin bunlara bir zararı ol­maz. Bir çaba sonucu elde edilen yiyecekler ise iKi türlüdür. Birincisi din ile bir ilgisi bulunmayan ve bir yapını çabası sonucu ortaya çıkan, undan yapı­lan ekmek, yağ çıkarmak ve benzeri şeylerdir. Eğer, zımmiye ait bu gibi yi­yeceklerden uzak durulursa, bu sadece tiksinti duyulduğu için uzak kalına­cak türden kabul edilir. İkincisini ise, din ve niyeti gerektiren sözünü ettiği­miz şer'î tezkiye.

Kıyas, onların kestiklerinin caiz olmamasını gerektirir. -Nitekim bizim, on­ların Allah tarafından kabul edilebilecek bir namazları ve bir ibadetleri olmaz dememiz de böyledir.- Ancak, yüce Allah, onların kestikleri hayvanlar husu­sunda bu ümmete ruhsat vermiş ve -böylelikle daha önce îbn Abbas'ın gö­rüşünü nakledilirken de belirtildiği üzere- nass ile de bunu kıyasın kapsamı dışına çıkarmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [144]

 

4- Kitap Ehlinin Kesiminin Hükme Etkisi:

 

Kitap ehlinin şer'î usule uygun kesimleri, kendileri için haram kılınmış olan şeylerde etkili olur mu, olmaz mı hususunda ilim adamlarının farklı iki gö­rüşü vardır. Cumhur, kendileri için helal olanda da olmayanda da kesilen hay­vanın tümünde bu kesimin etkili olacağını kabul etmektedir Çünkü, şer'î usu­le uygun bir şekilde kesilmiştir.

Bir gurup ilim ehli ise şöyle demektedir. Onların kestiklerinden bize he­lal olan, yalnızca onlar için helal olandır. Çünkü, onlar için helal olmayan şey­lerde onların şer1î usule uygun kesimlerinin etkisi olmaz. O bakımdan bu ka­naate sahip olan ilim adamları, kitap ehlinin kestiklerinden diğerleri sırtına yapışık olan ile safi yağların yenilmesini caiz kabul etmezler. Âyet-i kerime­deki "yiyecek (et-Taam)B lafzını, kesilen hayvanın bir bölümü hakkında mün­hasır olarak kabul etmişlerdir.

Birinci kesim ise bu lafzı (bizim için) yenilebilen bütün şeyler hakkında umumu üzere kabul etmiştir. Bu görüş ayrılığı Maliki mezhebinde sözkonu-sudur. Ebu Ömer (b. Abcü'l-Berr) der ki: Malik, yahudîlerin iç yağlan ile kes­tikleri develeri yemeyi mekruh görmektedir, ÎHm adamlarının çoğunlulğu ise bunda herhangi bir sakınca görmemektedirler. Buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle, En'âm sûresinde (6/146. ayetin tefsirinde) gelecektir.

Mâlik, -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- müslümanın kestiği bulunurken on­ların kestiklerini yemeyi mekruh kabul ederdi. Aynı şekilde onlara (kitap eh­line) kestiklerini satacakları pazarlarının olmasını da mekruh görmüştür. Bu görüş onun, -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bir tenezzühüdür (Şüphe­lerden dahi uzak durmak isteme eğilimidir).[145]

 

5-  Mecusîlerin Kestikleri:

 

Mecusîlerin kestiklerine gelince, ilim adanılan -istisnalar hariç- onların kes­tiklerinin yenilmeyeceğini ve onların kadınları ile evlenilemeyeceğini icma ile kabul etmişlerdir Çünkü ilim adamlannca meşhur kabul edilen görüşe gö­re mecusîler kitap ehli olan kimseler değildir. Bununla birlikte kestiklerin­den olmadığı ve şerl kesime gerek bırakmadığı sürece, müşrikler ve puta ta-pıcılar gibi kitabı olmayanların yiyeceklerini yemekte mahzur yoktur. Bun­dan tek istisna ise, ölmüş hayvanın (oğlakların) bağırsaklarından alınan maya ile yapılan peynirdir.

Çocuğun babası mecusı, annesi kitap ehli ise, Mâlike göre çocuk babası­nın hükmünü alır. Mâlik'ten başkalarının görüşüne göre ise, eğer ebeveynin­den sadece birisinin kestiği yenmeyen kimselerden ise, kestiği yenilmez. [146]

 

6- Sonradan Yahudi Ve Hıristiyan Olanların Durumu:

 

Tağliboğullan hıristiyanları ile, sonradan yalıudi ve hıristiyanhğa girmiş her­kesin kestiklerine gelince, Ali (r.a) arap oldukları için Ta ğliboğull arının kes­tiklerini yemeyi yasaklıyor ve: Bunlar hıristiyanlık adına şarap içmekten başıma birşeye sahiplenmemislerdir, diyordu. Bu ayru zamanda Şafiî'nin de gö­rüşüdür. Buna göre, aralarından gerçekten lııristiyan olan kimselerin kestik­lerini yemeyi yasaklamıyor demektir.

Ümmetin cumhuru ise, şöyle demektedir: İster Tağliboğullarından olsun, ister başkalarından olsun, her hıristlyanın kestiği helaldir. Yahudi de böyle­dir. İbn Abbas ise, yüce Allah'ın: "İçinizden kim onları veli edinirse muhak­kak o da onlardandır" (el-Maîde, 5/51) ayetini delil göstermekte (ve şöyle demekte)dir: Şayet ı'ağliboğu Har inin hırı stiyanlı klan, yalnızca onları veli edindiklerinden ibaret olsaydı dahi, yine de onların kestikleri yenilirdi. [147]

 

7- Kâfirlere Ait Kap Kaçakların Kullanılması:

 

Altın, gümüş yahut domuz derisinden yapılmış olmadıktan sürece bütün kâfirlere ait her türlü kapkacakda yemek de, içmek de, yemek pişirmek de yıkanılıp kaynatıldıktan sonra bir mahzur yoktur. Çünkü, kâfirler necasetler­den sakınmazlar ve meyteleri yerler. Bu gibi kapkacaklarda pişirdikleri tak­dirde bu kapkacaklar necis olur. Hatta bu necasetler, topraktan yapılmış ten­cerelerin bazı bölümlerine dahi sirayet edebilir. İşte bundan sonra bu gibi kap­kacaklarda yemek pişirilecek olursa, onlarda ikinci defa olarak pişirilen yi­yeceklere bu necaset parçacıklarının karışması tehlikesi onaya çıkar O hal­de vera'h hareket etmek bunlardan uzak durmayı gerektirir. İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Eğer kap, bakır veya demirdense yıkanı­lır Şayet çömlek türünden ise, ona su konularak kaynatılır, sonra da yıka-mhr. (Tabi bu, böyle bir kaba ihtiyaç duyulacak olursa böyledir). Mâlik de bu görüştedir.

Yemek pişirmekten başka bir maksat için kullandıkları kaplara gelince, bun­ları yıkamaksızın kullanmakta bir beis yoktur. Çünkü, Dârakutnî'm'n Hz. Ömer'den rivayetine göre o, hıristiyan bir erkeğin evinden hıristiyan bir ka­dına ait (tahta veya fil dişinden yapılmış) bir kabdan abdest almıştır.[148] Sa­hih olan da budur ve buna dair yeterli açıklamalar eİ~Fûrkan suresinde (25/48. ayet, 5- başlıkta) gelecektir.

Müslim'in Sahih'inde de Ebu Sa'lebe el-Huşenî yoluyla gelen hadiste şöy­le dediği nakledilmektedir: Rasulullah (.savVa vardım ve dedim ki: Ey Allahın RasuLü, bizler, kitap ehlinden bir kavmin topraklarında bulunuyoruz. Onla­rın kapkacaklarında yeriz, Yine bizim topraklarımız av topraklarıdır. (Kimi zaman) yayımla avlanırım, kimi zaman da eğitilmiş köpeğimle avlanırım. Eği­tilmemiş köpeğimle avlandığım da olur. Şimdi sen bana, bunlardan bizlere neyin helal olduğunu bildir. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sizin kitap ehlinden bir topluluğun topraklarında bulunuşunuza dair söz ettiğine gelin­ce, onların kaplanndan yemek yiyebilirsiniz. Eğer kaplarından başkalarını bu­labilirseniz, onlara ait kaplarda yemeyiniz. Şayet başkalarını bulamayacak olur­sanız. Onların kaplarını önce yıkayınız, sonra da o kaplarda yemek yiyebi­lirsiniz..."[149] Sonra da hadisin geri kalan bölümünü nakletti. [150]

 

8- Kitap Ehli Bizim Yiyeceklerimizi Yiyebilir:

 

Yüce Allah'ın: "Sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir" buyruğu onların, şeriatimizin tafsili hükümleri ile de muhatap olduklarına bîr delildir. Yani on­lar, bizden et satın alacak olurlarsa, o eti yemek onlara helâl olduğu gibi, kar­şılığında onlardan alman bedel de bizim İçin helâldir. [151]

 

9- İffetli Mü'min Kadınlar Ve Kitap Eklinin Kadınları:

 

Yüce Allah'ın: 'Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile, sizden Önce ki­tap verilenlerden iffetli kadınlar... buyruğunun anlamına dair açıklamalar, daha önce gerek el-Bakara sûresinde (2/221. ayetin 1, başlığında ve deva­mında) gerekse en-Nisa sûresinde (.4/24. ayet 1. başlık ve devamında) geç­miş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

îbn Abbastan yüce Allah'ın: "Sizden önce kitap verilenlerden iffetli

kadınlar" buyruğu ile ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bu buy­ruk, dar-ı harpteki kitap ehli kadınlar hakkında değil, antlaşmalı olan kitap ehli kadınları hakkındadır O takdirde bu buyruk has olur.

Başkaları ise şöyle demektedir: Âyeti kerimenin umumi oluşu dolayısıy­la, kadın ister zımmi olsun, ister harbi olsun nikâhlauması caizdir, İbn Ab~ bas'tan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: "İffetli kadınlar (el-Muhsanat)" iffetli ve akılh kadınlar demektir. eş-Şa'bî der ki: Bundan kasıt, kadının iffe­tini koruması ve zina etmemesi, cünupluktan da yıkanmasıdır. eş-Şa'bî de bu kelimeyi "sad" harfini esreli olarak; (oii^»Jij) diye okumuştur. el-Kisaî de böyle okumuştur.

Mücahid der ki: "İffetli kadınlardan kasıt, hür olan kadınlardır. Ebu Ubeyd der ki: O, bu görüşü ile kitap ehlinden olan cariyeleri nikahlamanın helâl ol­madığı kanaatini ifade etmektedir. Çünkü, yüce Allah'ın: "0 halde, sahip ol­duğunuz mü'min cariyelerinizden,." (en-Nisa, 4/25) buyruğu bunu gerek­tirmektedir. İşte, ileri gelen ilim adamlarının görüsü de budur. [152]

 

10-  Îmanı İnkâr Etmenin (Kâfir Olmanın) Cezası:

 

Yüce Allah: "Kim imanı inkâr ederse" buyruğu ile ilgili olarak şöyle den­miştir: Yüce Allah: "Sizden önce kitap verilenlerden iffetli kadınlar" diye buyurunca, kitap ehline mensup kadınlar dediler ki: Eğer yüce Allah bizim dinimizden razı olmamış olsaydı, bizimle evlenmeyi size mubah kılmazdı. Bu­nun üzerine: "Kim İmanı inkâr ederse...1 Yani, Muhammed'e indirilenlere kâfir olursa... buyruğu nazil oldu. "Amelî boşa gitmiş olur". İbn es-Semey-ka; "Boşa gitti kelimesini, şeklinde "be" harfini üstün olarak oku­muştur.

Yine şöyle denilmiştir: Yerine getirilmesi gereken bir takım farz ve hüküm­ler sözkonusu edilince, bu sefer bunlara muhalefete dair tehdit sozkonusu

edildi. Çünkü, böylelikle bunlara riayet etmemeye dair yasak daha bir pekiş­tin lmektedir. İbn Abbas ve Mücahidden buyruğun anlamının şöyle olduğu rivayet edilmiştir: Kim Allah'ı inkâr ederse.,, el-Hasen b. el-Fadl der ki: Eğer bu rivayet sahih iseT bunun anlamı: Kim imanın Rabbini inkâr ederse şeklinde olur.

eş-Şeyh Ebu'l-Hasen el-Eşarî der ki: Haşviye ve es-Salimiye'ye hüafen Allah'a "iman" adını vermek caiz değildir. Çünkü iman, dan mastar­dır. Bunun ismi faili de "mü3min"dir. İmanf tasdikin kendisidir. Tasdik ise an­cak söz ile olur. Şam yüce Allah'ın ise söz olması düşünülemez. [153]

 

6- Ey iman edenler, namaza kalkacağınız kaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınıza mesti edin. Her iki topuğunuza kadar ayaklarını/ı da (yıkayın). Eğer cünup İse­niz yıkanıp temizleniniz. Şayet hasta veya yolculukta iseniz yahut İçinizden biri ayak yolundan gelirse ya da kadınlara yak­laşmış da su bulamazsanız o vakit, tertemiz toprakla teyemmüm edin. Bununla yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, size güçlük çıkarmak istemez. Ama, sizi iyice temizlemeyi ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Tâ ki, şük rede siniz.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı otuz iki başlık halinde sunacağız: [154]

 

1- Nüzul Sebebi:

 

el-Kuşeyrî ile İbn Atiyye, bu âyet-i kerimenin el-Mureysî gazvesinde ger­danlığım kaybeden Uz. Aişe hakkında nazil olduğunu nakletmektedirler. Bu âyet-i kerime aynı zamanda abdest ayetidir.

tbn Atiyye der ki: Abdest daha önce onlar tarafından bilinen ve uygula­nan birşey olduğundan dolayı, ayeti kerime bu hususta adeta onların abdes-te dair bu buyruğu tilavet etmelerinden başkaca bir şeylerini artırmamış gi­bidir. Bununla birlikte teyemmüm ile ilgili ruhsatı ve böyle bir faydayı da on­lara vermiş olmaktadır. Bizler ise, en-Nisa sûresinde yer alan âyet-i kerime­de (4/43- ayet, 20. başlıkta) bundan farklı bir husus zikretmiş bulunuyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Bu âyet-i kerimenin muhtevası, yüce Allah'ın (baştaraflarda) emretmiş ol­duğu akidlere ve şer'î hükümlere tamamtyle bağlı kalmak ile sözünü ettiği nimetin tamamlanması kapsamı içerisindedir. Çünkü böyle bir ruhsat da ni­metin tamamlanması arasında yer alır.[155]

 

2- "Namaza Kalkmak" İle İlgili Îîim Adamlarının Görüşleri:

 

İlim adamları, yüce Allah'ın: "Namaza kalkacağınız zaman" buyruğu ile hangi mananın kastedildiği hususunda farkh görüşler belirtmişlerdir. Bir kesim şöyle demektedir; Bu, -namaz kılmak isteyen kişi İster abdestli olsun, ister abdestsiz olsun-, her namaz kılmak isteme hali hakkında umumi bir la­fızdır. O bakımdan namaz kılmak isteyen herkesin abdest alması gerekmek­tedir. Nitekim Hz, Ali de böyle yapar ve bu âyet-i kerimeyi okurdu. Bunu, Ebu Mulıammed ed-Dârimı, Müsned'inde zikretmiştir. [156]  Bunun bir benze ri îkrime'den de rivayet edilmiştir. İbn Sîrin de der ki: Halîfeler her namaz için ayrıca abdest alırlardı.

Derim ki; Bu açıklamalara göre âyet-i kerime muhkemdir, bunda herhan­gi bir nesli sözkonusu değildir.

Bir kesim de der ki: Bu hitap Peygamber (sav)'a hastır. el-Ğasîl diye bili­nen Abdullah b. Hanzala b. Ebi Âmir der ki: Peygamber (sav) her namaz için abdest almakla emrolundu. Bu, kendisine ağır geldi. Sonra (her namazdan önce) misvak kullanması emr olundu ve hades hali müstesna abdest alma yü­kümlülüğü kaldırıldı. Alkame b. el-Feğvâ babasından -ki, o ashab-ı kiramdandi ve Rasulullah (sav)'a Tebuk'a giderken kılavuzluk yapmıştı- şöyle dediği­ni nakletmektedir: Bu âyet-i kerime Rasulullah (savVa ruhsat bildirmek üze­re indirilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber abdestsiz hiçbir iş yapmazdı. Kimse ile konuşmaz, kimsenin selamını almaz ve buna benzer hiçbir işi abdestsiz yapmazdı. Yüce Allah bu âyet-i kerime ile Ona, abdestin diğer ameller bir yana yalnızca namaza kalkmak için sözkonusu olduğunu bildirdi. [157]

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Âyet-i kerime ile kastedilen fazile­ti elde etmek üzere her namaz için abdest almaktır. Bunlar, buradaki emri mendupluğa hamletmişlerdir. Aralarında İbn Ömer'in de bulunduğu birçok sahabe-i kiram bu fazileti ele geçirmek arzusuyla her bir namaz için abdest alırlardı. Peygamber (sav) da Mekke'yi fethettiği gün -ümmetine (bir abdest-le birden çok farzı kılmanın mümkün olduğunu) beyan etmek arzusuyla, beş vakit namazı tek bir abdestle kıldığı güne kadar bu şekilde hareket ederdi.

Derim ki, bu görüşün zahirine göre neshedici hükmün varid oluşundan ön­ce her bir namaz için abdest almak vacip değil de müstehab idi. Ancak, du­rum böyle değildir. Çünkü, emir varid olduğu takdirde vücubu gerektirir. Özellikle ashab-ı kiram nezdinde bu böyledir. Çünkü onların yaşayışlarından bildiğimiz ve öğrendiğimiz budur.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Önceleri herbir namaz için abdest almak farzdı. Daha sonra bu, Mekke fethedildiği gün nesli olundu. Ancak bu, Enes yoluyla rivayet edilen şu hadis dolayısıyla yanlıştır. Enes der ki: Pey­gamber (sav) her bir namaz için abdest alırdı. Onun ümmeti ise, böyle de­ğildi. [158] Bu hadis ileride gelecektir. Yine Süveyd b, en-Nu'manın hadisi do­layısıyla da bu farzın nesh olduğu görüşünün yanlış olması gerekmektedir Süveyd b. en-Nu!man'ın rivayetine göre, Peygamber (sav) (Hayber yakınla­rında bir yer olan) es-Sahbâ denilen yerde iken aynı abdestle ikindi ve ak­şam namazlarını kıldı. Bu Hayber gazvesinde olmuştu.[159] Hayber gazvesi ise hicretin altıncı yılındadır. Yedinci yılında olduğu da söylenmiştir. Mekke'nin fethi ise sekizinci yılında olmuştur. Bu da Mâlikin Muvatta'ında rivayet et­tiği sahih bir hadistir. Buharı ve Müslim de bunu rivayet etmiştir. Böylelik­le bu iki hadis-i şerifle Mekke'nin fethinden önce herbir namaz için abdest almanın farz olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

Denilse ki: Müslim, Bureyde b. el-Husayb, Rasulullah (savVın her bir na­maz için abdest aldığını rivayet etmektedir. Mekke fethedildiği gün ise, bütün (bîr günün) namazlarını tek bir abdestle kıldı ve mestlerine mesh etti. Ömer (r.a) dedi ki: Bugün daha önce yapmamış olduğun birşeyi yaptın? Uz. Peygamber: "Ben bunu kasten yaptım Ey Ömer" diye buyurdu .[160] Peki, ni­ye Hz. Ömer ona böyle bir soru sordu ve durumu öğrenmek istedi?

Böyle diyene şu şekilde cevap verilir: Hz. Ömer ona Hayber'de (ikindi ve akşamı tek abdestle kıldığı) namazından itibaren edindiği adete muhalefeti dolayısıyla bu soruyu sormuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Tirmizî de Enes'den rivayet ettiğine göre; Peygamber (.sav), abdestli olsun olmasın her namaz için abdest alırdı. Humeyd der ki: Enes'e sordum: Peki ya siz nasıl yapıyordunuz? Enes dedi ki: Bizler ise, bir tek abdest alırdık. (Tir-mizî) dedi ki: Bu, Hasen sahih bir hadistir)- [161]Yine Peygamber (sav)'ın şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir: "Abdest üstüne abdest bir nurdur." [162]

Peygamber (sav) buna göre herbir namaz için yeni bîr abdest alırdı. Kü­çük abdestini bozarken, bir kişi kendisine selam verdiği halde teyemmüm edinceye kadar selamını almadı. Teyemmümden sonra selamını aldı ver 'Ben yüce Allah'ı abdestli olmaksızın zikretmekten hoşlanmadım" diye bu­yurdu. Bunu da Dârakutnî rivayet etmiştir.[163] es-Süddî ile Zeyd b. Eşlem der ki: "Namaza kalkacağınız zaman" âyeti, yataklarınızdan, yani uykudan uyanıp kalktığınız zaman, anlamındadır. Bu tevile göre âyetin maksadı, bütün hades hallerini zikretmektir. Özellikle de hakkında bizatihi hades midir değil midir diye ihtilaf edilen uyku zikredil­miş olmaktadır. Bu açıklamaya göre âyet-i kerimede bir takdim ve tehir var­dır ve ifadenin takdiri şöyledir: Ey iman edenler, uykudan uyanıp namaz için kalkacağınız vakit, yahut sizden herhangi bir kimse ayak yolundan gelirse, ya da kadınlara yaklaşmış -yani bundan kasıt küçük temas olan dokunmak­tır- iseniz... yıkayınız.

Böylelikle küçük hadesli olanın hükümleri tamamlanmış olmaktadır. Da­ha sonra da: "Eğer cünup isenfc yıkanıp temizleniniz" diye buyurdu ki bu, bir başka hades türünün hükmünü ifade etmektedir. Bundan sonra ise her iki (küçük ve büyük) hades türü için de: "Şayet hasta veya yolculukta ise­niz ve su bulamazsanız o vakit, tertemiz toprakla teyemmüm edin" diye buyuru lmuştur.

Mâlik'in -Allah'ın rahmeti Ü2erine olsun- arkadaşlarından Muhammed b. Mesleme ve başkaları da âyet-i kerimenin bu te'vilini benimsemişler ve bu doğrultuda görüşlerini ifade etmişlerdir.

İlim ehlinin çoğunluğu ise şöyle demektedir: Âyetin manası: Sizler hades-li olduğunuz halde namaza kalkacağınız zaman... Buna göre ise âyet-i keri­mede herhangi bir takdim ve tehir yoktur. Aksine, âyet-i kerimede yüce Al­lah'ın: "Temizleniniz" buyruğuna kadar su bulanın hükmü ifade edilmekte ve "abdesısiz olduğunuz halde" ifadesinin kapsamına da küçük temas da gir­mektedir. Bundan sonra da yüce Allah'ın: "Eğer cünup iseniz yıkanıp temiz­leniniz" buyruğu da her iki hades türü ile ilgili olup su bulamayan kimse­nin hükmü zikredilmektedir. Bu durumda da "kadınlara dokunmak" (yaklaş­mak) cima demek olur. O bakımdan tıpkı su bulan kimse nasıl zikredîlnıiş-se, su bulamayan cünubun da zikredilmesi kaçınılmazdır. Bu ise, Şafiî'nin ve diğerlerinin te'vili (açıklaması) dır. Sa'd b. Ebi Vakkas, İbn Abbas, Ebu Mur sa el-Eş'arî ve bunların dışında birçok sahabinin görüşleri de bu doğrultuda gelmiştir.

Derim ki: Bu iki tevil, âyet-i kerime hakkında söylenenlerin en güzelidir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

"Kalkacağınız zaman" (namaz) kılmak istediğiniz zaman, demektir. Nite­kim yüce Allah: "Kurban okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sı­ğın" (en-Nahl, 16/98) buyruğunda, Kur'ân okumak istediğinde... demektir. Çünkü namaza kalkış halinde abdest almaya imkân yoktur. [164]

 

3- Abdest Alırken Yüzü Yıkamak:

 

"Yüzlerinizi yıkayın..." buyruğunda yüce Allah dört organ zikretmekte­dir. Birisi yüzdür. Bunu yıkamak farzdır. Eller de aynı şekilde. Başın farzı ise ittifakla meshedilmesidir. Ayaklarda ise ileride geleceği üzere ihtilaf edilmiş­tir. Âyet-i kerimede bunların dışında herhangi bir organdan söz edilme­mektedir. Bu ise, bunların dışında kalanların bir takım âdab ve sünnetler ol­duğunun delilidir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

Yüzün yıkanması esnasında suyun yüze götürülerek elin de yüz üzerinde gezdirilmesi kaçınılmazdır. Bize göre yıkamanın gerçek mahiyeti budur. Biz, bu hususu en-Nisa sûresinde (4/43- ayet, 13. başlıkta) açıklamış bulu­nuyoruz. Bizden başkaları ise şöyle demektedir: Abdest alanın yapması ge­reken şey, sadece suyu akıtmaktır. Eliyle ovalamak mükellefiyeti yoktur. Şüp­he yok ki kişi, kendisini suya daldırsa ve beraberinde yüz ya da ellerini de daldırıp ovalamayacak olsa, onun hakkında yüz ve ellerini yıkadı denilir. Bi­lindiği gibi bu hususta ancak o iş için verilen ismin hasıl olmasına itibar edilir. Bu hasıl olursa yeterlidir.

Sözlükte vech (yüz); muvaceheden alınmadır, Vech, bir takım azaları kapsayan eni ve boyu olan bir organdır. Onun uzunlamasına sının, alnın üst tarafının başlangıcı olup, çenelerin sonuna kadar devam eder. Enine sının ise iki kulak arasıdır Bu husus, tüysüz kimse hakkında böyledir. Sakallı kimse ise, eğer çeneleri sakalla kaplı bulunuyor ise, sakalı ya seyrektir, yahut sık­tır. Şayet sakalı seyrek olup alttan teni görünüyor ise, suyun tene ulaştırılma­sı kaçınılmazdır. Şayet sık ise, bu sefer farz -tıpkı başta bulunan saçta oldu­ğu gibi- sakala intikal etmiş olur (yani sakalın yıkanması gerekir).

Diğer taraftan sakalın çeneden arta kalan ve aşağı doğru sarkan bölümü ile ilgili olarak Sulınûn, İbnü'I-Kasım'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Malik'e: Sen ilim ehlinden herhangi bir kimsenin sakal yüzdendir, o bakım­dan onun üzerinden su geçilmesi gerekir, diyen bir kimse işittin mi şeklin­de sorulurken, şövle dediğini dinledim: Evet, abdest esnasında sakalın hilal-lendirilmesi insanlarım yapmaları gereken bir iş değildir, dedikten sonra da bunu yapanı ayıpladı.

Yine İbnü't-Kasım, Mâlikten şöyle dediğini nakletmektedir: Abdest alan kişi, içine suyu sokmaksızın sakalının dış tarafını hareket ettirir. Devamla: Sa­kal tıpkı ayak parmakları gibidir, der.

İbn Abdillıakem der ki: Sakalın hilallendirilmesi, abdest alırken de gusle­derken de vaciptir.

Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) der ki: Peygamber (sav)'dan, -hepsi de zayıf olan- çeşitli yollardan abdest alırken sakalını hilallediği rivayet edilmiştir, İbn Huveyzimendâd da rukahâ, abdest esnasında sakalın hilali endi ölmesinin va-cib olmadığı üzerinde ittifak ettiklerini nakletmektedir. Bundan tek istisna, Said b. Cübeyr'den rivayet edilen şu sözüdür: Kişi ne diye sakallan.bitme­den önce sakalını (bittiği yeri) yıkıyor da, bu sakalı bitti mi orayı yakamıyor? Ve tüysüz kimse ne diye çenesini yıkıyor da sakah olan kimse yıkamıyor?

Tahavî der ki: Teyemmümde vacib olan yüzde tüyün bitiminden önce te^ nin mesh edilmesidir. Ancak tüyün bitiminden sonra bu, onların (fukahanın) hepsine göre de sakıt olur Abdestte de durum böyledir.

Ebu Ömer der ki: Kim sakalın tümünün yıkanmasını vacib kabul ederse, sakalı da yüz gibi kabul etmiş olur. Çünkü vech (yüz) muvaceheden alınmış­tır. Yüce Allah ise, sakallı ite sakalsız kimse arasında herhangi bir tahsise git­meksizin mutlak bir emir ile yüzün (vechin) yıkanmasını emretmiş bulunmak­tadır. O halde Kur'an'ın zahirine göre sakalın yıkanması vacib olur. Çünkü sakal, (yüzde) tenin bedelidir.

Derim ki: İbnül-Arabî de bu görüşü tercih etmiş ve ben de bu görüşteyim, demiştir. Çünkü, Peygamber (sav) sakalını yıkardı. Bunu, Tirmizî ve başka­ları rivayet etmiştir. Böylelikle Hz. Peygamber, fiili ile muhtemel olan bir şe­yi tayin etmiş olmaktadır, Îbnü'l-Munzir de îshâk'dan kasten sakalını hilal-lendirmeyi terk edenin tekrar bunu iade edeceğini belirttiğini nakletmekte­dir. Tirmizî de Osman b. Aftan (ra)'den rivayet ettiğine göre, sakalını hilal-Jendirirdi. Tirmizî dedi ki: Bu, hasen, sahih bir hadistir. [165]

Ebu Ömer der ki: Sakalın sarkan bölümünü yıkamayı vacib kabul etme­yen, yıkanması emrolunan asıl yerin ten olduğu görüşündedir. Dolayısıyla ona göre, tenin üstünde zahir olanın yıkanması vacib olmaktadır. Sakalın sarkan bölümünün altında ise, yıkanması icabeden herhangi bir yer yoktur. Dola­yısıyla, sakalın (tenin üstünde kalan bölümünün) yıkanması ondan bedel ol­maktadır.

Yine fukahâ, favoriler ile kulak arasındaki bölümün yıkanması hususun­da farklı görüşlere sahiptirler. İbn Vehb, Mâlik'ten şöyle dediğini nakletmek­tedir: Sakal, saçının gerisinde kalan (ve tüy bitmeyen) çeneye kadar gelen bölüm yüzden değildir. Ebu Ömer ise der ki: Ben, İbn Vehb'in Mâlik'ten ri­vayet ettiği görüşü çeşitli bölgelerde yaşayan fukahâdan herhangi bir kim­senin söylediğini bilmiyorum.

Ebu Hanife ve arkadaşları ise derler ki; Favoriler ile kulak arasında saç bit­meyen bölüm yüzdendir ve yıkanması vacibtir Şafiî ve Ahmed de buna ya­kın görüş belirtmişlerdir. Saç bitmeyen bu bölümü yıkamanın müstehab ol­duğu da söylenmiştir İbnü'l-Arabî der ki; Bence sahih olan, o bölümü, sa­kalı olan kimse için değil de tüyü bitmemiş kimsenin yıkamasının gerekti­ğidir.

Derim ki: Kadı Abdülvehhab'ın tercihi de budur. Konu ile ilgili görüş ay­rılığının sebebi ise, bu bölüm hakkında muvacehe adının verilip verilmeye­ceğinden kaynaklanmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İşte bu ihti­mal dolayısıyla da yine fukahâ arasında yüzün yıkanma emrinin burnun ve ağzın iç tarafını kapsayıp kapsamadığı hususunda görüş aynhğı vardır. Ah­med b. Hanbel, İshâk ve onlardan başkaları, abdestte de gusulde de bunun vacib olduğunu kabul ederler. Şu kadar var ki, Ahmed şöyle demektedir: Ab-dest alırken, burnuna su çekmeyi (istinşak) terkeden kimse, daha sonra bu­nu iade eder. Fakat mazmazayı (ağzına su verip çalkalamayı) terkeden kim­se bunu iade etmez. Genel olarak fukahâ ise şöyle demektedir: İkisi de ab­destte de gusulde de birer sünnettir. Çünkü emir, ancak zahiri kapsar, batı­nı (gizli ve görünmeyen bölümü kapsamaz). Araplar ise, ancak muvaceher

kapsamına giren şeyler hakkında veclı tabirini kullanırlar. Diğer taraftan yü­ce Allah bunları Kitabında zikretmiş değildir. Müslümanlar da bunları vacib görmediler ve herkes bu hususta da ittifak etmemiştir. Farz olan bir hüküm ise ancak bu yollardan birisi ile sabit olur. Bu kabilden açıklamalar daha ön­ce en-Nisa sûresinde (4/43. ayet, 17. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Göz­lere gelince, herkes icma ile gözlerin iç tararının yıkanmasının gerekmedi­ğini kabul etmiştir. Şu kadar var ki, Abdullah b. Ömer'den, gözlerine hafif­çe su serptiği rivayet edilmiştir. Bunları yıkamanın sakıt oluş sebebi ise, bun­dan dolayı rahatsızlanmak ihtimali ile bu işin zor oluşudur. İbnü'l-Arabî der ki: Bundan dolayı, Abdullah b. Ömer görmez olduktan sonra, gözlerini yı­kardı. Zira bundan dolayı rahatsız olmazdı.

Yüz ile ilgili bu hüküm Ger) böylece anlaşıldığına göre, herhangi bir sı­nırlama sözkonusu olmaksızın, yüz ile birlikte baştan bir bölümün yıkanma­sı kaçınılmazdır. Nitekim başın tümünün mesh edîîmesi ile birlikte belli bir miktar tayini sözkonusu olmaksızın yüzün de küçük bir bölümünün mesh edilmesinin vacib olduğunu kabul eden görüş de buna benzemektedir. Bu hüküm ise, usul-u fıkıhta bir kaideyi teşkil eden: "Kendisi olmaksızın vaci­bin tamam olmadığı bir şey tıpkı onun gibi vacibtir" kaidesine dayanmakta­dır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. [166]

 

4- Abdestte Niyetin Hükmü:

 

İlim adamlarının cumhuru, abdestte niyetin mutlaka gerekli olduğu görü­şündedir Çünkü Hz. Peygamber: "Ameller ancak niyetler iledir" diye buyur­muştur.[167] Buharî der ki: Böylelikle iman, abdest, namaz, zekât, hac, oruç ve diğer ahkâm da bunun (hadisin) kapsamına girmektedir. Yüce Allah da: "De ki: Herkes kendi tabiatına göre hareket eder" (el-îsra, 17/84) diye bu­yurmaktadır kiT bu da niyetine göre hareket eder, demektir. Peygamber (sav) de: %,. Fetihten sonra hicret yoktur.) Fakat, cihad ve niyet vardır" di­ye buyurmuştur.[168]

Safîlerden pek çok kişi ise niyete gerek yoktur, demektedir. Bu, Hanefî-lerin de görüşüdür. Derler ki: Niyet, ancak bizatihi maksat olarak gözetilen ve başkalarına sebep teşkil etmeyen farzlarda vacibtir. Bir diğer fiilin sahih olması için şart olan amellere gelince, o fiili emreden buyruk ile birlikte bir başka delalet olmadığı sürece, bizzat emrin kendisi ile o işte niyet İcabetmez. Taharet ise şarttır Üzerinde namazın farz olmadığı bir kimseye taharet far­zı da vacib değildir. Ay hali ve lohusa olan kadın gibi.

Bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız ile, kimi Şafıîler ise, yüce Allah'ın: "Namaza kalkacağınız zaman yüklerinizi... yıkayın" buyruğunu de­lil göstermişlerdir. Yıkama fiili vacib olduğuna göre, o Fiilin sahih olabilme­si için niyet de şart olur. Çünkü yüce Allah tarafından farz kılmak, Allah'ın emrettiği işin yapılmasını icabettirir. Buna göre bizler: Bunun için niyet va­cib değildir diyecek olursak, yüce Allah'ın emrettiğini yapmak için bir mak­sat taşımanın onun için vacib olmadığını söylemiş oluruz. Bilindiği gibi se­rinlemek veya herhangi bir maksat için gusleden bir kimse, o vacibi eda et­me maksadını gözetmiş değildir. Hadiste de abdestin (küçük günahlar için) keffaret teşkil ettiği sahih olarak sabit olmuştur. Eğer abdest, niyetsiz olarak sahih olur denilecek olursa, günahlara keffaret olmaz. Diğer taraftan yüce Al­lah da şöyle buyurmaktadır: "Halbuki onlar, Allah'a ancak dinlerini O'na halis kılanlar ve hanifler olarak ibadet etmelerinden... başkasıyla emr olunmadılar." (el-Beyyine, 98/5) [169]

 

5- Niyetin Takdim Ve Tehir Edilmesi:

 

İbnü'l-Arabî der ki: Kimi ilim adamımız şöyle demektedir: Bir kimse gus­letmek niyetiyle nehre gitmek üzere çıkarsa bu onun için yeterli olur. Şayet yolda iken niyeti kaybolacak (hatırından gidecek olursa) -ve eğer hamama gitmek için de yola çıkar, yolda da niyeti kaybolacak olursa- niyeti batıl olur. Kadı Ebu Bekr b el-Arabî -Allah ondan razı olsun- der ki: Sıradan müftü ge­çinen kimseler, buna dayanarak şöyle demişlerdir: Namaz için niyet, bu ko­nudaki her iki görüşe göre de uygun düşebilir. Ayrıca onlar, bu hususta zan ile yakin arasında herhangi bir fark gözetemeyenlerden bir nass da irad et­mişler ve bunun şöyle dediğini nakletmiş 1 erdir: Namazda niyetin tekbirden önce olması caizdir. Müftü ve müctehid olmak isteyip de Allah'ın başarı ih­san etmediği ve doğruya iletmediği böyle bir topluluğun Allah yardımcıları olsun, onların yaptıklarını herkes görüp de ibret alsın. Şunu bilin ki, -Allah'ın rahmeti üzerinize olsun- abdestte niyetin vacib olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. Bu hususta Mâlik'in görüşü de fark­lı farklı gelmiştir. Bu konuda ittifak sözkonusu olmadığından dolayı, bazı yer­lerde niyetin öne alınmasında müsamaha gösterilmiştir. Namaz hususunda ise, imamlardan herhangi bir kimsenin görüş ayrılığı yoktur. Ve namaz,' bizzat maksat olarak gözetilen aslî bir ibadettir. Üzerinde ittifak edilmiş maksat olarak gözetilen aslî bir husus, nasıl hakkında görüş ayrılığı bulunan ve asıl ol­mayıp tabi olan fer'î bir hususa hamledilerek aynı hükme tabi kabul edile­bilir? Bu, aşırı ahmaklıktan başka bir şey olabilir mi? Oruca gelince, şeriat, oruç hakkında başlama vakti, gafil olunan (uykuda bulunulabîieri) bir zaman olduğundan dolayı, niyetin başlama vaktinden öne alınmasını kabul etmek­le bu husustaki zorluğu gidermiş olmaktadır. [170]

 

6- Ellerin Yıkanması:

 

Yüce Allah'ın: Ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın" buyruğu ile ilgili olarak, dirseklerin yıkanacak sınırlar içerisinde olup olma­dığı hususunda İnsanlar farklı görüşlere sahiptirler. Kimileri, evet dahildir de­mektedir. Çünkü:... e, a kadar" edatından sonra gelen, eğer kendisin­den öncekinin türünden ise kapsamına girer. Bunu.Jîibeveyh ve başkalan söy­lemiştir. Bu husustaki açıklamalar, geniş bir şekilde açıklanmış olarak, el-Ba-kara sûresinde (2/187. ayet 18. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Dirseklerin yıkamanın kapsamına girmediği de söylenmiştir Bu husustaki her iki riva­yet de Mâlik'ten rivayet edilmiştir. İkincisi, Eşheb'e ait bir rivayettir. İlim adam-lannın çoğunluğu ise birinci rivayeti kabul etmiştir, sahih olan da budur. Çün­kü, Dârakutnî'nin Hz, Cabir'den rivayetine göre, Peygamber (sav) abdest al­dığında, suyu dirsekleri üzerinde gezdirirdi.[171]

Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: "Ol) ,,,a kadar", "birlikte : beraber" an­lamındadır. Nitekim, Arapların: Küçük deve sürüsü küçük de­ve sürüsüne katılırsa, büyük bir sürü olur" demesine benzer. Yani, küçük sü­rü, küçük sürü ile beraber... demektir.

Ancak, daha önce en-Nisa sûresinde (4/2. âyet, 4, başlıkta) açıkladığımız gibi, buna gerek yoktur. Çünkü, araplara göre "el" tabiri ile parmak uçların­dan kola kadar olan bölüm kastedilir. Yine "ayak" ile, parmaklardan baldı-nn dibine kadar olan bölüm kastedilin O halde, dirsekler de "el" isminin kap­samı içerisine girmektedir. O bakımdan, şayet buyruğun anlamı "dirseklere-le beraber" şeklinde olsaydı, ayrıca bunun ifade ettiği bir mana olmazdı. Bu­rada yüce Allah;... a kadar" diye buyurduğuna göre, yıkamanın sını­rı olarak dirsekler tesbit edilmiş olmakta ve böylelikle dirseklerden tırnak­lara kadar olan bölümün yıkanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu, doğru ve yerinde bir sözdür, hem lügat hem de anlam itibari ile usule uygundur.

Îbnül-Arabî der ki: Bu meselenin kesişme noktasını, kadı Ebu Muhammed'den başka kimse anlamadı. O, şöyle demiştir: "Dirseklere kadar" buyruğu ellerden yıkanmaksızın bırakılacak sının ifade etmektedir. Yoksa, on­ların yıkanacak olan sınırını değil İşte bundan dolayı dirsekler yıkamanın kap­samına girer.

Derim ki: Sözlükte el ve ayak kelimeleri» bizim dediğimiz yerleri de kap­sadığından dolayı, Ebu Hureyre abdest alırken, ellerini yıkarken koltuk alt­larına kadar ve ayaklarını yıkarken de bacaklannı da yıkar ve şöyle derdi: Ben» dostum Uav)'i: "Mü'minin (.kıyametle) süsü, abdestin ulaştığı yere kadar ula­şır" derken dinledim. [172]

Kadı İyad ise der ki: Fakat insanlar, bundan farklı bir husus üzerinde ic-ma etmişler ve abdestin sınırlarını aşmaması gerektiğini kabul etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber: "Kim bundan fazlasını yaparsa, haddi aşmış ve zul­metmiş olur"[173] diye buyurmuştur.

Ondan başkaları ise şöyle demiştir: Bu şekildeki bir uygulama, onun (Ebu Hureyre'nin) bir mezhebi (görüşü) îdi ve bu onun tek başına kabul ettiği görüşlerden birisidir. Diğer taraftan o, bu uygulamayı Peygamber (sav)'den nakletmeyip, bunu Hz. Peygamberin: "Sizler abdest dolayısıyla yüz­leri, elleri ve ayaklan nurlandmlacak olan kimselersiniz"[174] hadisi ile ken­disinin de zikrettiği gibi: "Kıyamet gününde mü'minin süsü... ulaşır" hadisin­den istinbat etmiştir. [175]

 

7- Başlara Mesh Etmek:

 

Yüce Allah'ın: "Başlarınıza mesh edin" buyruğuna gelince, en-Nisa sûre­sinde (4/43- ayet, 43. başlıkta^ meshin müşterek bîr lafız olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Baş" İse, insanların zorunlu olarak bil­diği ve yüzün de bir bölümünü teşkil ettiği organın tümünden ibarettir. Yü­ce Allah, abdestte onu zikredip yüzün ise muayyen olarak yıkanacağım be­lirttiğine göre, başın geri kalan bölümü de mesh için kalmaktadır.

Eğer (yüzün) yıkanacağını sözkonusu etmemiş olsaydı, başın tamamını mesh etmek gerekirdi. Başın üzerinde saç bulunan bölümü de, göz, burun ve ağzın bulunduğu (yüz) bölümü de (mesh edilecekti).

Mâlik, başın meshinin vücubu hususunda bizim zikrettiğimiz bu noktaya da işaret etmiştir. Kendisine, abdest alırken başının bir bölümünü mesh etmeyi terkeden kimse hakkında soru sorulunca, o şu cevabı vermiştir: Ne der­sin, eğer yüzünün bir bölümünü yıkamayı terketmiş olsaydı, bu o kimse için yeterli olur muydu?

İşte, bizim zikretmiş olduğumuz bu husus ile, kulakların baştan sayıldık­ları ve onların da başın hükmünü aldıkları açıkça ortaya çıkmaktadır. Ve bu şu sözü söyleyen Zührî'nin kanaatine muhaliftir: Kulaklar yüzdendir ve yüz­le beraber yıkanırlar. Yine şu sözleri söyleyen Şabî'nin kanaatine de muha­liftir; Kulakların karşıdan görünen bölümleri yüzdendir, arkalan ise baştan­dır. Aynı zamanda bu, el-Hasen ve İshâk'tn da görüşüdür, bunu İbn Ebi Hu-reyre de Şafiî'den nakletmiştir. İleride (el-Hasen ve İshâkın) bu husustaki de­lilleri gelecektir.

Başa, baş (Re's) denilmesinin sebebi, yüksekliği ve onda saçın bitmesi do-layısıyladır. Dağ başı (Ra'sü'l-Cebel) da burdan gelmektedir. Bizim "baş, bir takım organların tümünün adıdır" dememizin sebebi ise, Şairin şu beyiti (nde dile getirdiği anlam) dolayısıyladın

"Onlar başımı yüklenip götürdüklerinde -ki, başta benim çoğunluğum vardır-Kavuşma yeri geçilip sonra da beni götürsekr..." [176]

 

8- Baştan Mesh Edilmesi Gereken Miktar:

 

Baştan meshedilecek miktarın tayini hususunda ilim adamlarının onbir ay­rı görüşü vardır. Bunların üçü Ebu Hanifeye, ikisi Şafiî'ye, altısı da bizim (mez­hebimize mensub) ilim adamlarımıza aittir. Bunlardan sahih olan ise yalnız­ca bir tanedir. O da belirttiğimiz gerekçeler dolayısıyla genelinin meshedil-mesinin vacib olduğudur İlim adamları icma ile başını tamamen meslı ede­nin güzel bir iş yaptığını ve yapması gerekeni de ifa etmiş olacağını kabul etmişlerdir.

"Başlarınıza" buyruğunun başındaki "be" harfi zaiddir Teblz (kısmilik bil­dirmek) için değildir. Manası; Başlarınızı mesnediniz şeklin­dedir.

Şöyle de denilmiştir: Bu harfin burada gelmesi, yüce Allah'ın:

Yüzlerinizi... meshediniz" (en-Nisa, 4/43) buyruğunda teyemmüm ile ilgili olarak yer alması gibidir. Eğer, bu harfin ifade ettiği an­lam, kısmîlik olsaydı, burada da bu kısmîlik anlamını ifade etmesi gerekir­di. Ve bu(rada) kısmîlik ifade etmediği kesindir.

Şöyle de denilmiştir: Bu harfin gelmesi, güzel bir mana ifade etmek için­dir. O da şudur: Sözlükte yıkamak, kendisiyle yıkanılan bir şeyi de gerekti­rir. Meshetmek ise, sözlükte kendisiyle mesh olunan bir şeyi gerektirmez. Bu­na göre, eğer ("be" harfi olmaksızın): "Başlarınıza mesh ediniz" demiş olsay­dı, el ile (eli) herhangi bir şey ile ıslatmaksızın başın üzerinde gezdirmek ye­terli olacaktı. Bu harfin burada gelmesi, kendisiyle mesh olunacak şeyi İfa­de etmek içindir, o da sudur. Sanki; Ve su ile başlarınıza mesh edin buyurul-muş gibidir. Bu da lügatte, iki şekilde açıklanabilecek fasih bir söyleyiştir Ya Sibeveyhln naklettiği şu beyit gibi kalb yoluyla bir söyleyiştin

"Dudakları ak bir güvercinin, tüylerinin yanlarını andırmaktadır. Diş etlerini iae sanki sürme tozuna sürmüş gibidir.*"

Sürme tozu ile mesh olunan, diş etleri olmakla birlikte (şair burada) bu­nu kalb ederek söylemiştir.

Yahut da bu buyruk, fiilde ortaklık ve nisbetinde eşitlik olmak üzere "be" ile kullanılmıştır. Şairin şu beyitinde olduğu gibi;

"Onlar, geceleyin (kötülük yapmak için) yürürken salınan kirpileri

andırırlar ki, kötülükleri Necran'a kadar ulaşmıştır; hatta Hecer'e.

"Be" harfinin anlamı ile ilgili olarak ilim adamlarımızın söyledikleri bun­lardır.

Şafiî ise şöyle demektedir: Yüce Allah'ın: Başlarınıza mesh edin" buyruğunun, başın bir bölümü ile başın tamamını mesh ediniz anlamlarına gelme ihtimali vardır. Sünnet de bunun bir bölümünü mesh et­menin yeterli olduğuna delalet etmiştir. Çünkü Peygamber (sav) başının üst tarafım mesh etmiştir. Bir başka yerde de şöyle demektedir: Denilse ki, te­yemmüm ile ilgili olarak yüce Allah: "Yüzlerinizi mesnedin" diye buyurmak­tadır. Peki, teyemmümde yüzün bir bölümünü meshetmek yeterii olur mu? Böyle diyene şu şekilde cevap verilir: Teyemmümde yüzün mesh edilmesi, yüzün yıkanmasından bedeldir, O bakımdan yüzün yıkanması gereken yer­lerinin tamamının mesh edilmesi kaçınılmaz bir şeydir. Başın meshedilme-si ise (bedel değıD bir asıldır. İşte aralarındaki fark budur.

Bizim ilim adamlarımız İse, hadis ile ilgili olarak şu sözleriyle cevap ver­mişlerdir: Peygamber (sav) bir mazeret dolayısıyla bunu yapmış olabilir. Özel­likle onun bu uygulaması, sefer esnasında olmuştur. Sefer ise, birtakım ma­zeretlerin bulunması muhtemel olan bir haldir. Acele ve kısadan kestirip at­ma zamanıdır. Birtakım meşakkatler ve tehlikeler dolayısıyla bir çok fariza­lar hazfedilir. Diğer taraftan Hz. Peygamber, sarığının üzerine meshetmedik-çe, başının üst tarafına rneshetmekle yetinmemiştir. Bunu da Müslim, Muği-re b. Şu'be yoluyla rivayet ettiği hadiste zikretmektedir.[177] Eğer başın tama­mını meshetmek vacib olmasaydı, sangının üzerine ayrıca rnesh etmezdi.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. [178]

 

9- Başa Kaç Kere Mesh Verilir:

 

îlim adamlarının cumhuruna göre, tam ve kapsamlı tek bir defa mesh et­mek yeterli olur. Şafiî ise der ki: Abdest alan kişi, başını üç defa mesh eder. Enes ile Said b. Cübeyr ve Ata'dan böylece rivayet edilmiştir. İbn Sîrin ise, başını iki defa mesh ederdi. Ebu Dâvud der ki: Hz. Osman yoluyla gelen bü­tün sahih hadisler, başın bir defa meshedileceğine delalet etmektedir, Çün­kü onlar, abdestin (diğer organların yıkanmasının) üç defa tekrarlanacağından söz etmekle birlikte, bu rivayetlerde: "Ve başına mesnetti" demekte ve her­hangi bir sayı da zikretmemektedirler. [179]           

 

10- Meshin Keyfiyeti ve Başlama Yeri;

 

Başının meshedilmeye nereden başlanacağı hususunda (fukahâ) farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik der ki: Başının ön tarafından meshetmeye başlar, sonra da ellerini başının arka tarafına doğru götürür, daha sonra ön tarafı­na tekrar geri getirir. Tıpkı, Müslim'in rivayet ettiği, Abdullah b. Zeyd yoluy­la gelen hadiste olduğu gibi.[180]

Şafiî ve İbn Hanbel de bu görüştedir. el-Hasen b. Hayy ise şöyle derdi: Mu-avviz b, Afra'nm kızı er-Rubeyyi'in rivayet ettiği hadise göre de başının ar­ka tarafından başlar. Ancak bu, lafızlannda ihtilaf bulunan bir hadistir ve bü­tün yollarıyla Abdullah b. Muhammed b. Akil'den gelmektedir. Hadis alim­lerine göre ise, kuvvetli bir hafız (belleyip) değildir. Bu hadisi, Ebu Dâvud, Bişr b. el-Mufaddal'dan, o, Abdullah'tan, o, er-Rubeyyî yoluyla rivayet etmiş­tir. İbn Adan da ondan (Abdullah b. Muhammed b. Akil'den) o da er-Rubey-yi'den şunu rivayet etmektedir: Rasulullalı (sav) bizim yanımızda, abdest al­dı. Başının tümünü, saçın bütün bitim yerlerinden itibaren dört bir yanından mesh etti. Ancak, saçın üzerinde bulunduğu halini değiştirmedi.

Bu nitelikte bir abdest alma şekli, İbn Ömer'den de rivayet edilmiş olup, bunda başının arka tarafından meshe başladığı da belirtilmektedir.[181]

Bu hususta en sahih rivayet, Abdullah b. Zeyd'in rivayetidir. Başın bir bö­lümünün meshini caiz kabul eden herkes, başın meshedilecek bölümünün ön tarafı olduğu görüşündedir. İbrahim ile eş-Şa'bî'den şöyle dedikleri riva­yet edilmiştir Başının hangi tarafını meshedersen bu senin için yeterli olur. İbn Ömer ise, başın sadece tepe (bıngıldak) bölümünü meshetmekle yetin­miştir.

Her iki elle bir arada mesh etmenin müstalısen olduğu hususu üzerinde de tek bir elle meshin de yeterli olduğu üzerinde de icma vardır.

Bununla birlikte başın meslıedilmeşini gördüğü bölümünü mesh edince­ye kadar tek bir parmakla mesheden kimse hakkında ise farklı görüşler var­dır. Meşhur olan kanaate göre bunun yeterli olduğudur. Bu, Süfyan es-Sev-ri'nin görüşüdür. Süfyan der kî: Başım tek bir parmak ile mesh edecek olur­sa, bu dahi onun için yeterlidir. Bunun yeterli olmadığı da söylenmiştir. Çün­kü bu, mesh sünnetinin dışına bir çıkıştır, sanki bir oyun gibidir. Ancak, böy­le bir şey hastalık zarureti dolayısıyla yapılacak olursa, bunun yeterli gele­ceği hususunda ihtilaf olmamalıdır.

Ebu Hanife, Ebu Yûsuf ve Muhammed derler ki: Üç parmaktan daha az parmakla başın meshedilmesi yeterli değildir.

Birinci defa meshetmenin Kur'ân nassı ile farz olduğu icma ile kabul edilmekle birlikte; ellerin başın saçları üzerinde geri getirilmesinin, farz mı, sünnet mi, olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Cumhur, bunun sünnet olduğu görüşündedir, farz olduğu da söylenmiştir.[182]

 

11- Başını Meskedecek Yerde Yıkarsa:

 

Abdest alan bir kimsenin, başını meshedecek yerde yıkaması, (hususu ile ilgili olarak) Îbnü'l-Arabi şöyle demektedir: Bunun, o kimse için yeterli ola­cağı hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Ancak, İmam Fahru'l-İslâm eş-Şâşi, bize ders verdiğinde kendi mezheb alimlerinden Ebu'l-Abbas b. el-Kâss'ın bunun yeterli olmayacağını söylediğini bize haber verdi. Ancak bu, yüce Allah'ın şu buyruklarında yermiş olduğu ve şeriatı iptal eden zahi­re tabi olmak kabilinden fasid Dâvudî (Zahiriye) mezhebinden bir aşırılık­tan başka birşey değildir; "Onlar, ancak dünya hayatının zahir kısmını bi­lirler" (er-Rûm, 30/7); 'Yahut sözün zahirine göremi. " (er-Ra'd, 13/33) Yok­sa, bu şekilde başını yıkayan bir kimse, emr olunduğu şeyi fazlasıyla yapmış olmaktadır.

Denilse ki; Bu, kendisi ile ibadet olunan lafzın kapsamı dışına çıkmış bir fazlalıktır O zaman şöyle deriz: Ancak, fiilin mahalline ulaştırılması hususun­da ifade ettiği anlamın dışına çıkmamıştır. Aynı şekilde bir kimse, önce ba­şını meslıetse, sonra da başını tıraş edecek olsa, meshini iade etmekle mü­kellef değildir. [183]

 

12- Başta Bulunan Diğer Organların Meshi:

 

Mâlik, Ahmed, es-evrît Ebu Hanife ve diğerlerine göre, kulaklar başın kap­samı içerisindedirler. Ancak, bunlar için ayrıca su almak hususunda farklı gö­rüşleri vardır. Mâlik ve Ahmed der ki: Başını mesh ettiği sudan ayrı olarak kulakları için yeni bir su alır. İbn Ömer'in yaptığı gibi. Şafiî de suyun yeni­lenmesi hususunda böyle demiştir. Ayrıca der kir Kulakların meshedilmesi, başlı başına bir sünnettir. Kulaklar, yüzden de değildir, baştan da değildir. Çünkü, ilim adamları, hacc sırasında kulaklar üzerinde bulunan saçı kestir-miyeceğini ittifakla kabul etmişlerdir. Ebu Sevrin bu husustaki görüşü Şa-fiî'ninki gibidir.

es-Sevrî ile Ebu Hanife der ki: Kulaklar, baş ile birlikte mesh olunurlar. Se­leften bir topluluktan, ashab ve tabiinden bu görüşün bir benzeri de rivayet edilmiştir. Dâvud (ez-Zalürî) der ki: Kulaklarını meshedecek olursa, iyi bir şeydir, Meshetmezse de birşey gerekmez. Çünkü kulaklar Kur'an-ı Kerimde zikredilmiş değillerdir. Ona şöyle denilir: -Önceden de açıkladığımız gibi- baş, zaten onları İhtiva etmektedir.

Aynça, Nesaîh Ebu Dâvud ve diğerlerinin kitaplarında sahih hadislerde Pey­gamber (sav)'ın kulaklarının dış taraflarını da İç taraflarım da mesUettiğini, parmaklarını kulaklarının deliklerine soktuğunu göstermektedir.[184] Kulakla­rın Kur'ân-ı Kerimde zikredilmemiş olması, onların mesh edilmesinin, yüz ve ellerin yıkanması gibi bir farz olmadıklarına delalet etmektedir. Mesh edil­meleri ise sünnet ile sabit olmuştur.

İlim ehli, abdest alan bir kimsenin kulaklarını meshetmeyi terketmesini mekruh görürler ve böyle bir şeyi yapan bir kimsenin Peygamber (sav)'ın sün­netlerinden birisini terkettiği görüşündedirler. Bununla birlikte -İshâk dışın­da- kulaklarına meslıi iadeyi de vacib görmezler. İshâk ise der ki: Eğer ku­laklarını meshetmeyi terkedecek olursa, (bu abdesti) onun için yeterli olmaz. Ahmed der ki: Kasten kulaklarını meshetmeyi terkedecek olursa (abdestini) tekrar iade etmesini müstehab görürüm.

Mâlikin arkadaşlarından Ali b. Ziyad'dan da şöyle dediği rivayet edilmek­tedir: Kim kasti olarak abdeşt yahut namaz sünnetlerinden birisini terkede­cek olursa iade eder. Ancak fukahâya göre bu, zayıf bir görüştür. Böyle bir görüşü, geçmiş alimlerden (seleften) söyleyen bir kimse olmadığı gibi, bu­nun kıyas bakımından (aklî açıdan) kabul edilecek bir tarafı da yoktur. Du­rum böyle olsaydı, farz ve vacib olan bir şey diğerinden ayırt edilemezdi-

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

Kulakların yüzden olduğunu kabul edenler, Peygamber (sav)'ın secde ettiği esnada söylediği sabit olan şu duasını delil gösterirler:

Yüzüm, kendisini yaratan, ona suret veren, ona işitmek için kulaklar ve görmek için gözler bahşedene secde edi­yor."[185] Görüldüğü gibi burada Hz. Peygamber, işitmeyi yüze izafe etmiştir. Böylelikle onların da yüzün hükmünü almaları gerektiği sabit olmaktadır.

Ebu Davud'un Musannef inde (Sünen'inde) Hz. Osman yoluyla gelen ha­diste şöyle denilmektedir: Böylelikle o, kulakların iç ve dış tarafını bir defa mesh etti, sonra ayaklarını yıkadı, sonra şöyle dedi; Abdest hakkında soru soranlar nerede? İşte ben, Rasulutlah (sav)"ı bu şekilde abdest alırken gör­düm.[186]

Kulaklarının dış taraflarım yüz ile birlikte yıkar; iç taraflarını da baş ile bir­likte mesheder, diyenler de yüce Allah'ın yüzü yıkamayı, başı da mesh et­meyi emrettiğini delil gösterirler. Buna göre, kulaklardan sana karşı görüne­nin yıkanması gerekir, çünkü o yüzdendir, sana karşı görünmeyenin de meshedilmesi icabeder Çünkü o baştandır.

Ancak, Peygamber (sav)'ın Hz. Ali, Hz. Osman, îbn Abbas, er-Rubeyyi' ve diğerleri yoluyla rivayet edilen hadislerde kulaklannın iç ve dış taraflannı meshettiğini belirten rivayetler bunu reddetmektedir.

Kulaklar baştandır, diyenler de Peygamber (sav)'ın es-Sunabihî yoluyla ge­len hadisteki şu sözünü delil gösterirler; "Başını mesh ettiği takdirde günah­lar başından -hatta kulaklarından çıkıncaya kadar- çıkar." Bu hadisi de Mâ­lik rivayet etmiştir.[187]  

 

13- Ayaklar:

 

Yüce Allah'ın: Ayaklarınızı da buyruğunu Nafi', İbn Âmir ve el-Kisaî "lâm" harfini nasb ile; şeklinde okumuşlardır. el-Velid b. Müs­lim de Nafi'den bunu: şeklinde "lâm" harfini ötreli olarak okuduğu­nu rivayet etmektedir. Bu aynı zamanda el-Hasen ve el-A'meş Süleyman'ın da kıraatidir. İbn Kesir, Bbu Amr ve Hamza ise, bu kelimeyi "lâm" harfini es-reli olarak; şeklinde okumuşlardır. İşte aslıab ve tabiin de bu kıra­atteki farklılığa göre farklı görüşlere sahiptirler. Bu. kelimenin "lâm" harfini üstün okuyan, bunda âmilin Yıkayın" buyruğu olduğunu kabul et­miş ve ayaklar hakkında farz olan şeyin mesh değil de yıkamak olduğunu be­lirtmişlerdir.

Cumhurun ve ilim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü budur. Pey­gamber (sav)'ın uygulamasından sabit olan da budur. Birden çok hadis-i şe­rifte, onun söylediğinden de anlaşılması gereken budur. Nitekim Hz. Peygam­ber, topuklarını yıkamadıkları belli olan abdest almış bir topluluğu görünce, sesini çıkarabildiği kadar: "Ateşten çekeceklerinden dolayı topukların vay ha­line! Abdestinizi iyice alınız" diye yüksek sesle bağırmıştır.[188] Diğer taraftan yüce Allah, ayaklann sınırlarını da tıpkı ellerde: "Dirseklere kadar" diye bu-yurduğu gibi, ayaklar hakkında da: "Her iki topuğunuza kadar" diyerek be­lirtmiştir. İşte bu, onların yıkanmalarının vacib olduğuna bir delildir.

Bu kelimenin "lâm" harfini esreli okuyan kimse ise, bundaki âmili "baş­larınıza" kelimesinin başında gelen "be" harfi kabul etmiştir İbnü't-Arabî der ki: İlim adamları ayaklann yıkanmasınsn vücubunu ittifakla kabul etmişler­dir. Ben, müslümanların takilılerinden Taberî ile onların dışında Rafızilerden başka bunu reddeden kimse bilmiyorum. Taberî de delil olarak bu "lâm" har­finin esreli kıraatine yapışmıştır.

Derim ki: İbn Abbas'tan ise: Abdest, iki yıkama ve iki meshdir dediği ri­vayet edilmiştir. Yine el-Haccâc'ın, Ehvâzda hutbe irad edip abdesti söz konusu ederken şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yüzlerinizi ve ellerinizi yı­kayınız. Başlarınıza mesnediniz. Ayaklarınızı da (yıkayınız"). Çünkü Âdemoğlunun ayaklarından daha çok kirlenme ihtimali yüksek herhangi bir uz­vu yoktur. O bakımdan ayaklarınızın iç tarafını, üstlerini ve topuklarım yı­kayınız. Enes b. Mâlik bunu işitince şöyle dedi: Allah doğru söylemiştir. Hac-cac ise yalan söylemiştir. Yüce Allah ise: Başlarınıza mcshcdin. Ayaklarınızı da (mesh edin)" diye buyurmuştur Bu olayı riva­yet eden der ki: (Enes b. Mâlik) ayaklarını mesh ettiğinde onları ıslatırdı. Yi­ne Enes'den şöyle dediği rivayet edilmiştir; Kur'ân mesh ile nazil olmuş, sün­net ise yıkamayı emretmekle varid olmuştur.

İkrime de ayaklarını mesh eder ve şöyle dermiş: Ayaklar hakkında yıka­ma söz konusu değildir. Onlar hakkında mesh nazil olmuştur. Âmir eş-Şa'bî de der ki: Cibril meshi indirmiştir. Nitekim teyemmümde de yıkanması emr edilmiş organların mesh edilmesi istenmekte, mesh edilmesi emredilmiş olanlar ise bağışlanmaktadıivKatade de der ki: Allah, iki tane yıkama ve iki tane rneshi farz kılmıştır.

İbn Cerir et-Taberî, ayaklar hakkında farz olanın, yıkamak ile mesh etmek­ten birisi arasında muhayyerlik olduğu görüşündedir. Ve bu husustaki iki kı­raati iki ayn rivayet gibi değerlendirmiştir. en-Nehhâs der ki: Bu hususta söy­lenenlerin en güzellerinden birisi de şudur: Hem mesh hem de yıkamak bi-rarada vacibtir. "Ayaklarınız" anlamına gelen kelimenin "lâm" harftni esre-li okuyanların kıraatine göre mesh vacibtir, onu üstün okuyanların kıraati­ne göre ise yıkamak vacibtir Bu iki kıraat ise iki ayrı âyet durumundadır.

îbn Atiyye der ki: "Lâm" harfini esreli okuyanlardan kimisi, ayaklar hak­kında mesh etmenin onları yıkamak anlamında olduğu görüşündedir.

Derim ki: Sahih olan da budur. Çünkü imeslıtI lafzı müşterek bir lafızdır. Hem "mesh" anlamında kullanılır, hem de "yıkamak" anlamında kullanılır, el-Herevî der ki: Bize el-Ezherî haber verdi. Bize, Ebu Bekr b. Muhammed b. Osman b. Said ed-Dârî haber verdi. Ebu Bekr, Ebu Hatîm'den, o, Ebu Zeyd el-Ensarî'den şöyle dediğini nakletti: Arapçada mesh, hem yıkamak, hem de meshetmek anlamına gelir. İşte bundan dolayı, abdest alıp da azalarını yıka­yan kimse hakkında; "Temessüh etti" denilir. Yine yüce Allah seni günahlarından arındırsın ve yıkayıp temizlesin anlamında "mesh" kelimesi kul­lanılarak; denilir.

Araplardan nakil yoluyla meshin yıkamak anlamına geldiği de sabit oldu­ğuna göre, buradaki "lâm" harfinin esreli okunuşu ile kast edilen yıkamak­tır, diyenlerin görüşleri tercihe değer olur, ağırlık kazanır. Bu tercih ise, mesh ve yıkama ihtimaline gelmeyen nasb kıraati sebebiyle ve yıkamayı tesbit eden hadislerin çokluğu ile, hadis imamlarının rivayet ettiği, sayılamayacak kadar



[1] es-Suyıiiî, ed-Durru'1-Men.sûr, III, 4.

[2] Benzer muhtevadaki bazı riv;ıyetlcı için bk. es-Suyuti, ed-Burru'l-Mensur, III, 3-4. (3)eL-Hâkim,ei-İtfitaedrcfe, Il5 311; el-Beyhakî, esünenü'l-Kübrâ, II, 278.

[3] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/7-8.

[4] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/9.

[5] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/9.

[6] Buharı, İcârc 14; Ebü Dâvûd, Akdiye 12; Jlrtnizî, Ahkâm 17; îbn M&ce, Ahkâm 23.

[7] Buhârî, MUMKbl. 2, 3, ?,Şurûc 17; TVuatj Talâk 31; Müsned, VI, 183.

[8] Buhârî, İ'risSm 20, Buyu' ĞO,Sulh 5;Müslim, Akdiye 17, 18; Ebû Dâvûd, Sünne 5; İbn Mâce, Mukaddime 2; Müsned, VI, 146.

[9] İbn Sa'd, Tabakat, 1, 129.

[10] Müslim, Feda ikı's-Siihabe 206; Ebû Dâvdd> Peru iz 17; Tirmizi, Siyer 29",  Dârtmi,Siyer 80; 1, 190, 317.

[11] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/10-12.

[12] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/12-14.

[13] Buhûrî, Sayd 29; Müslim, Snyd 15; Nesait Sayrt 28; tbn Mâcs, Sayd 13; Muvatta, Sayd 13. 14; Müsnedt IV, 194. Ayrıca bk. Buhûrl, Tıb 57; Müslim, Snyd 12, 13, H, 16; Ebû Dâvûd, Sünne 5, Er'ııne 32; Tirmizl, Sayd % BCune, 6 Siyer 11; Müsned, I, 147, II, HB, IV, 193- 194.

[14] Buhâri,.Sulh 5, Şurfıt 9, Eynwn 3, Hııdûd 30, 34, 38, 46. Ahkâm 39, Ahâd 1-, Müslim, Hııdûd 25; Ebû Dâvûd, Hudnd 24; îbn Mâce, Hudûd 7; Dârimî, Hııdûd 12; Muvatta, Hudîid 6; Müsned, IV, 115, İlâ. Hadisin muhtevası özerle şudur: Birisinin yanında çnlışan bir kişi, ynnında çahştığj iiHuımn karısı ile zina eder. Bilen birilerine Uirallar hükıınin ne olması gerektiğini sorarlar. Kendilerine verilen cevnbı Allah Rasulü'ne nkl;ınrl:ır. Hz. Peygamber: "Aranızda Allah'ın Kitabı gereğince hüküm vereceğiırT buyurup bek5r olan isçinin sopa cezası île, evli okın kadının ise recm ile cezalandırılacağına hükmeder.

[15] Buhürt, Tefsir 59, sûre 4, LîbnS &2; 84, 85- 87; Müslim, Libâs 120; Ebû Dâvûd, Terec-cul 5; Tirmizl, Edeb 33, Nesal, Zinet 24, 26, 71; İbn Mâce, Nikâh 52... Hadis daha önce, en-NisJ, 4/119: 7 ve 8. başlıktardn geçmişti. Abdullalı b. Mes ııtl, "S;ıçına saç ekleyen, ekleten" ve benzer işleri yapanlara Allah'ın KJtabmdn lanet edildiğini söyleyince, bir banım Allah'ın Kıtab'ındu böyle bii $ey bıılııındığını söyteyîp itiniz eder. Ona el-Haşr, 59/47, âyetini okuyarak cevap verir.

[16] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/14-15.

[17] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/15-16.

[18] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/16-17.

[19] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/17.

[20] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/17.

[21] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/18.

[22] Müslim, Hacc 205; Ebû Dâvûd, Menasİk 14; Nesai, Menâsik 64; Dârimî, Mermsik 68; Müsned, 1, 216, 254, 280, 339, 344, 347, 372.

[23] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/19-20.

[24] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/20.

[25] Yakın manada: Buharı, Cunıua 4; Müslim, Curmın 10; Ebü Dûvûd, T:ih5re 127ı Tirmizî, Cumua 6; Nesâî, Cıtınua 14; Muvatta, Cumun 1; Müsned, 11, 460.

[26] Buhârî, Hacc 110; Müslim, Hacc 367, İbn Mâce, Menâsik 95; Müsned, VI, 42.

[27] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/20-22.

[28] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/22-23.

[29] Bukârî, Hacc 109; Müslim, Uacc y$9-, yakın lafızlarla- Müslim, Hacc 362, 364, 366; Ebû Dâvûd, Menâsik 16; Nesaî, Menâsik 66, 68; Müsned, VI, 78.

[30] Buharı, Hîicc 109.

[31] Müsned, 111,400.

[32] Buhârİ, Hııcc İli; Ebû Dâvûd, Mentisik 16; Nesat> Menâsik 66.

[33] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/23-24.

[34] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/24-25.

[35] Es-Suyuti, ed-Durru’l-Mensur, III,9-10.

[36] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/25-27.

[37] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/27.

[38] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/27-28.

[39] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/28.

[40] Ebu Davud, Buyu 79; Tirmizi, Buyu 38; Dariml, Buyu 57.

[41] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/28-31.

[42] el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, I, löö; 311, 137.

[43] Ebû Davûd, Cillâd 147, Diyât 11; Nesat, Kasâıne 10, lî; îbn Mâce, DLyât 31; Müsned, 1, 119, 122; II, 180, 192, 211, 215.

[44] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/31-32.

[45] Görüleceği üzere başlıklar yirminin değil, yirmi yedidir.

[46] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/32-33.

[47] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/33.

[48] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/33.

[49] İçi boş boru şeklinde oiup içinden yuvarlatılmış taş ve benzeri şeyler atılan boru. Tü­feğe el-Bundukıyye denilmesi de burndnn gelmekledir. Bk. et-Mu'cemu'i-Vasît, Bende-ka maddesi.

[50] Müslim, Sîiyd 1; Ebû Dâvud, Edâhî, 22; Nsso'k Snyd 21; Müsned, IV, 377; diğer t: Müslim, Sayd 3; Nçsai, Sayd 25; Müsned, IV, 380.

[51] İbn Abdil-Berr, İstizkâr, XV, 261-266.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/33-34.

[52] Müslim, Sayd 6 ve 7. hadislerde birbürini tamamlayan aynı hususa dair iki cüınle halinde; Ebû Dâvûd, Edâhı 22 (kısmen); Nesaî, Sayd 18.

[53] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/35.

[54] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/35-36.

[55] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/36.

[56] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/37-38.

[57] Ebû Davûd, Edâhî V-, Tirmizl, Sayd 10; îbn Afâce, Zebfflh 15; Dâriml, Edâhî 17; III, 31, 39, 45, 53; Dârakutnî, IV, 274, 275.

[58] Dârakutnt, IV, 271, <Ebu't-Tayyib'in hadis ile ilgili talikinde, râvileri arasında çeşidi bakanlardan tenkid edilmiş nmter ûlduğıı belirtilmektedir); Beyim kî, Sünen, IX, 563. Ayrıca bk: el-Hakim, al-Mü&tsdrek, IV, 114; el-Heyseınî, Mecmau'z-Zevâid, lvf 35.

[59] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/38-39.

[60] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/40-41.

[61] Müslim, Ednbi 22; Tirmizî, Sayd 18; Naat, DiiJıâya 21; İbn Mâce, Zebâih 5.

[62] Muvatta, Zebâih 4.

[63] Müslim, Edühi 20; Ebû B&uûd, Edâhi 15. Kesim aleti ile ügiti diğer bazı rivayetler için bk.: Buharı, Zebâilı 18, 19, 36; Müdim, Edâhi 20 v.d

[64] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/41-42.

[65] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/42.

[66] Boynun arka tarafından kesim yapılırken, kesine stlraüe yapılıp bıçak kes ün yerine gel­diğinde hayvanın canlılığının devsin etmesi şarttır. Hanefîlere göre damarlar kesîlince-ye kadar; Şafiî vç Hanbelîlere göre boğaz vç yemek borusu kesilinceye kadar hayva­nın canlılığı sürmelidir. Bu dununda kesilen bu hayvanın eti yenilebilir. Aksi takdirde yenilmez. (Dr. ez-Zuhaylî, el-Ftkku'iîsl&ml, 111, 657)

[67] Buhârî, ZebSih 24 dbn Abbas'ın sözü okırnk); EbüDâvûd, Edalıi 15: Tirmizl, Sayd 13; 'Nesaî, Dahâyâ 25; İbn Mâce, Zebaîh 9; Dâriml, Edfıhi 120 ve Müsned, IV, 334de Ebu'l-Uşerâ'nm babasının: "Ey Allah'ın Rasûlii, Şer'î kesim ancak..., olur, değil mi?" dt-ye.sorınasi üzerine; Hz. Peyamber: "Baldırına dahi (mızrak, harbe v.s.) bfitırsan senin için yeterli olur" diye cevap vermiş ve zorunlu halde hayvanın şer'î kesiminin nasıl ola­cağını bildirmiştir. Peygamberin, soruya red mahiyetinde cevap vermemiş olması, takriri bir sünnet dun.nnunctodjr. Merlunn Kunnbî'nin işaret ettiği gibi; bu ifadeler Hz, Peygamberin sözleri değil; Ebıt'l-üşerâ'um babnsmın sözleri olarak geçmektedir- Ha­dis biraz sonra gelecektir.

[68] Onuncu başlıkta: "Elini çabuk tut ve kes,." diye başlayım hadisin bir bölümü olarak geç­ti. Kaynakları için oraya bukdabilir

[69] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/43.

[70] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/43-44.

[71] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/44.

[72] İşaret edilen bıı hadisin bazı bölümleri onuncu taşlıkta geçti Kaynakhn için oraya ba­kılabilir.

[73] Onikinci başlıkta geçti. İlgili notu bakılabilir.

[74] İbn Abdî'1-Berr, el-istizkâr, XV, 272.

[75] Tirmizî, Sayd 13.

[76] İbn Abdi'l-Berr, el-lsüzkâr XV, 272

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/44-46.

[77] Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizl, Diyât 14; Nesaî, Dalu3ya 22, 26, 27;İbn Mace, Zebaih 3; Darimi, Edâhi 10;  Müsned, IV, 123, 124, 125.

[78] Ebû Dâvûd, Dahaya 16. Ayrıca bk. Müsned, I, 289.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/46-47.

[79] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/47-48.

[80] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/48-51.

[81] Tirmizî, Siyer 47.

[82] Buhârl, Tevhid 15; Müslim, Tevbç 1, Zikir 2, 19; Timizi, Zühd 51, Deavât 132; İbn Mfae. Edeb 58; Dârimî, Rikaak 22; Müsmd, II, 251, 413

[83] Buhârî, Tıb 43, 44, 54; Müslim, Seklin 110-112; Ebü Dâv&d, Tıb 24; Müsned, II, 266, 267, 406, 453, 524.

[84] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/51-52.

[85] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/52.

[86] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/52.

[87] Buhârî, îman 33, Tefsir % sûre 2, rtteiın, bölüm başında; Müslim, Tefsir 3-5; Tirmi-zl, Tefsir 5, sûre 1,2ı Nesaî, İman 18^ Müsned, I, 39.

[88] Nesai, Men3sik 194; Müsned, I, 28.

[89] Sııyıuî, ed-Durru'l-Mensûr, III, 18.

[90] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/53-54.

[91] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/54.

[92] el-Hakim, el-Müstedrefı, II, 427-428

[93] Buhârt, İman 2, Tefsir 2. sûre 30; Müslim, İınnn 19-22; Tirmizt, İman 3; Nesal, îimn 13; Müsned, il, 93, 120, 143.

[94] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/54-56.

[95] "Ebediyyen" kelimesi, Arapça baskıyı tahkik edenin İlgili noiıı isabetli görülerek "âyet" kelimesinin yerine tercümeye alınmıştır.

[96] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/56-57.

[97] İbnu'l-Esir, tn-Nikâye, II, 80.

[98] Tirmizt, Zdhd 33; îbnMâce, Zühd 14; Müsned, I, 30, 52.

[99] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/57-58.

[100] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/58-59.

[101] Görüleceği üzere başlıklar "ondokıızdur.

[102] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/59.

[103] el-Vâhidî, Esbaba NüzÛti'lKıtr'ân, S, 194; Suyûtî, ed-Durru't-Mensur, III, 2Î-22.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/59-60.

[104] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/60.

[105] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/60-61.

[106] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/61-62.

[107] Müslim, Snlât 265; Ebû Dâvûd, Sal.1t 109; Tirmizl, Salât 136; Ne&aî, Kıble 7; ibnMâ-ce, Ikıiınttu's-Salflt 38; Müsned, V, 149, 151, 160; VI, 157» 280.

[108] Tlrmizi, Sayd 3.

[109] Bk. İbn Hacer, Tehzlbu't-Tehzlb, Xv 36 v.d.

[110] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/62-63.

[111] Buharî, Zebâib 2, 7, Tevhîd 13; Müslim, Sayd 1-3: Ebû Davûd, Edahi 22; Tirtnizi, Snyd 1, â; Nesai, Sayd 1, 3. 7, 8, İS, 21; İbn Mâce, Snyd 3.

[112] Buhûrt, Vudfi 33; Müslim, Ssıyd 1; Nesat, Sayd 3; Müsned, IV, 377.

[113] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/63-64.

[114] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/64-65.

[115] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/65-66.

[116] Buhârl, Zebâih 2, 7. 10; Mü&lim, Sayd 2, 3; EbÛ Dâvud, Edâhî 22; Tirmizî, Sayd 6; Nesal, Sayd 1, 7; îbnMâce, Sayd 3; Müsned, IV, 257.

[117] EbÛ Dâvud, Edâhi 23; Müsnçd, TV, 195.

[118] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/66-68.

[119] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/68.

[120] Buhârî, Zebnih 7, 8, 10; Müslim, Snyd 2. 4, 5; Ne&aî, Sîiyd 2, 6, 7; İbn Mâee, Sayd 3; Mü&ned, IV, 257, 258, 379, 380.

[121] Müslim, Sayd 6,7; Nesaî, Sayd 18; Mtisned, IV, 379.

[122] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/68-69.

[123] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/69.

[124] Müslim, Sayd 10, 11; Ebû Dâvud, Ed5hî 24; Müsned, IV, 194.

[125] Heysemî, Mecmau'z-Zçvâid, IV, 30, 1Ö2.

[126] Burada bu hadisin garip lafızlarım açıklayan bir kaç satır, tercümeye dere edildiğinden, ayrıca tercümeleri gereksiz görülmüştür.

[127] Bk. Buh&rî, Buyfl 14, Relin 1, Meğrizî 29; Tirmİzî, BuyıV 7- Müsned, III, 133, 180...

[128] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/69-71.

[129] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/71-72.

[130] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/72.

[131] Buhârî, Zebâih 6; Müslim, Müsâknat 51, 52, 54-56, 59; Tirmizlt Sayd 17; Nesat, Sayd 12, 13; Dârimt. Sayd % Muvatta, îsii'zân 13; M&sned, II, 4, 8, 37, Al, 55, 60, 113, 147.

[132] Buhârl, Hars 3, Bed'u'1-Halk 17; Müslim, Miîsakaat 53. 57, 58, 60; EbÛ Davud, Edâhi 22; Tirmizî, Sayd 17; Nesal, Snyd 14; İbn Mâce, Sayd 2; Müsned, II, 267, 345; II, 79'da bu manada ve İbn Ömer'den.

[133] Müsnedy II, 4'de: İbn Ömer'in az önce kaydedilen hadisi rivayet etmesi üzerine, ona: "Ebıı Hureyre, bir de ekin köpeği diyor? denilince; İbrt Ömer: Ebû Hureyre'nin ner-den ekini olsun ki?" dedi; şeklindedir. Müslim, Mns3kanı.46'da ise: "Ebii Hureyre'nin ekini vardır" diye cevap verdiği kaydedilmektedir.

[134] Müslim, Müsakaat 47; Müsned, III, 333; Ayrıcı bk: EbûDÛud, Edahi 21; Tirmizl, S:ıyd

16; Nesaî, Sayd 10; İbn&fâce, Sayd 2; Dânnıî, Snyd 3; Musned, III, 333, IV, 85, V, 54, 56, 57, 158.

[135] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/72-74.

[136] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/74.

[137] Buhâri, Et'iıne 2; Müslim, Eşribe 107-109; Ebû Dâvûd, Et'ime 19; Tirmizt, Et'iıne 47; îbn Mâce> Et'ime 8; Mûsned, IV, 26.

[138] Müslim, Eşribe 102; JS&tf Pâüüd, Etime 15; Müsned, V, 383, 398.

[139] Ebü Dâvûd, Et'iıne 15; /tfesaî'de tesbit edemedik.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/74-75.

[140] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/75.

[141] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/76.

[142] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/76.

[143] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/77-78.

[144] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/78.

[145] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/78-79.

[146] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/79.

[147] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/79.

[148] Dâmkutnî, 1,32.

[149] Buhârî, Zebâitı 4, 10, 14- Müslim, Scıyd B; Bbû Dâvûd, Et'ime 45; TLrmizî, Sayd 1> Et'ime 7, Siyer 11; /&n Mâcs, Sayd 3; Dârimî, Siyer 56; Müsned, H, 184, IV, 193, 194, 195.

[150] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/80.

[151] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/80-81.

[152] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/81.

[153] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/81-82.

[154] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/82-83.

[155] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/83.

[156] Darimi, Vudu’ 3.

[157] Bu manada ve dahn kısa olarak: Ebû Dâvûd, Tahâre 65; Darimî, Tahâre 3; Mü&ned, V, 225.

[158] Ebü Dâvûd, Tahâre 65; Tirmizî, Tahâre, 44; Nesaî, Tîihâre 101; îbn Mâcz, Tahâre 72.

[159] Buhârl, VudCı' 51; Muvatta, Tahâre 20, Müslim'de bulamadık.

[160] Müslim, Tahâre 86; Ebû Dâvûd, Tahâre 65; Tirmût, Tahâre 45; Nesaî, Tahâre 101; Müs-ned, V, 350, 358.

[161] Az öncç bu hadise ve kaynaklarına işaret edilmiştir.

[162] Şevkânî, ei-Feoâidu'l Mecmua, s. ll'de belirtildiğine göre; eMrâkî, Tahrîcu Ehadisi'l- İhya'da: "Bu hadisi bir kaynakta tesbit edemedim" demiştir.

[163] EbÛDâvÛd, Tahâre 8; İbnMâee, Tahare 27; Müsned, V, ÜG; Darakutnl, 1,121,123,177f 197.

[164] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/83-86.

[165] Tirmizl, Talıâre 23; İbnMâce, Tabire 50; Dârimi, Vudft1 33

[166] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/86-89.

[167] Bukara Bect'u Vahy 1, İman 41, Nikah 5, Talak 11 v.s.,.; Müslim, İmare 155; Bbû Dû-vûd, Talâk 11; Tirmizi FedSilıVI-Cihâd 16; Nesaî, TalıSre 59, Talâk 24, Eymân 19; îbn Mûce, £uhd 26; Müsnedt I, 25, 43.

[168] Buhârl, İman 41. "...Fakat cihad ve niyet vardır" hadisi ayrıca şuralarda yer almakta­dır: Buh&rt, İman 41, Sayd 10, Cihâd 1, 27, 194, Cizye 22, Menâkıbul-Ensâr 45 Meğâ-zi 53; Müslim, îinâre 85, 86; Eb& Dâvûd, Cihâd 2; Timizi, Siyer 32; Nesaî, Bey'at 15; Dâriml, Siyer 69; Müstted, I, 226, 266..., III, 32, 401, V, 187, VI, 137.

[169] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/89-90.

[170] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/90-91.

[171] Dârakutnî, 1, 83.

[172] Müslim, TahSre 40; Neaaî, Tah3re 110; Müsned, II, 232, 371.

[173] Nesal, Tahâre 105; îbn Mâce, Talıâre 48.

[174] Müslim, Tahâre 34'de bu lafızla; yakın manalarda: Bıthârî, Vudû1 3; Mü$lim, 35-39; Tirmizl, Cuıoua 74; Mesaî, Tahâre 110; İbn Mâee, Tahâre 6 v.s.

[175] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/91-92.

[176] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/92-93.

[177] Müslim, Tahâre 81; Miisned, IV, 244, 248, 250, 251

[178] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/93-95.

[179] EbâDâvud Tahâre 51, hadis no: 108.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/95.

[180] Buhârî, Vııdû' 39, 42, 46; Müslim, Tahrire 18; Tlrmizİ, Tahâre 24; Nesaî, Tahâre Sİ; Müs-ned, IV, 39.

[181] Ebâ Dâvûd, Taiıâre 51, 128 ve 129 no'ltı hadisler-, ayrıca bk. Tlrmizi, Tahâre 25, 26; İbn Mâca, Tahâre 52.

[182] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/95-96.

[183] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/96-97.

[184] Ebû Dâvûd, Tahflre 51; uyrıca bk. Nesat, Tahâre 84, 85.

[185] Müslim, Salatul-Müsafirin 201; Ebu Dâvûd, Salât 119; Tirmizl, Cumua 55, Deavüt 33; Nesaî, Tatbik 67-70; îbn Mâce, Îkameıu's-Sîilât 70.

[186] Ebû Dâvûd, Tiihâre 51; Hadis kaynaklarında pekçok yerde geçen bu hadisin geçtiği yer­ler için bk. el-Mu'eemut Mufehres li Elfîîzi't-Hadisi'n-Nebevt, VI,  236.

[187] Nesaî, Tnlıâre 85; An Mâce, Tahâre, â; Muvatta; Tahâre 30, 31.

İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/97-99.

[188] Bıı hadisin kaynaklardaki yerlerinin hazıkın: Buharı, Ilın 3, Vudû 27; Müslim, Tahâre 25-30; Ebû Dâvûd, Tahâre 46; Tirmİzî, Tah3re 31; Nesaî, Tahâre 89; İbn Mâce, Tahâ­re 55; Muvatta', Tahdre 5; Müsned II, 193..., IH, 316..