1- Sana
savaş ganimetlerinden sorarlar. De ki: "Rasûlün(ün)dür. Siz (gerçekten)
inanan insanlar iseniz, Allah'tan korkun,
aranızı düzeltin, Allah'a ve Rasûlüne
itaat edin,"
2- Mü'minler o
kimselerdir ki, Allah
anıldığı zaman yürekleri ürperir,
kendilerine Allah'ın âyetleri
okunduğu zaman (o ayetler
onların) imanlarını artırır
ve (onlar) Rablerine
tevekkül ederler."
3- Namazlarını
kılarlar ve kendilerine
verdiğimiz nzıktan (Allah rızası
için yoksullara) verirler.
4- İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler, bağışlanma
ve tükenmez rızık
var.
Nefel'in çoğulu.
Savaşta elde edilen mallar. Yöneticinin, teşvik amacıyla ordu mensuplarına
verdiği bahşiş, ihsan.Aranızı. Beyn: Sizi birbirinize bağlayan dostluk ve
kardeşlik bağı, demektir.Gerçek mü'minler. Imanlannda olgun mü'minler.Kalpleri
titrer. Korkar. Çünkü "vecel" korku demektir. Özellikle tehdidi ve vaadi anında.[1]
Yalnız Allah'a dayanırlar ve meselelerini
sadece O'na havale ederler.Onlara
verdiklerimizden. Şunlar. Şu geçen beş
özelliğe sahip olanlarOnlar için dereceler vardır. Cennette yüce makamlar.Ve
yüce nimetler. Ve cennette diğer nimet türlerinden bir muazzam ihsan daha. [2]
Bu âyetler Bedir
Gazvesi'ne ilişkin olarak inmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), uğradıkları
sıkıntılardan ötürü bazı mücahidlere ganimet vermiş, bazılarına ise vermem
işti. [3]
Bunun üzerine
mücahidler arasında, niye şuna verildi de buna verilmedi, gibi sorular ortaya
çıktı. Durumu Hz. Peygamber'den (s.a.v.) sordular. Buna karşılık Allah-u Teâlâ
da: "Sana savaş ganimetlerinden sorarlar..." Onlara de ki: Ganimet
malları "... Allah'ın ve Rasûlünündür." Dolayısıyla Allah ganimet
malları hakkında dilediği hükmü verir. Rasûlüllah da (s.a.v.) ganimeti aranızda
Rabbinin kendisine emrettiği gibi dağıtır. Bundan dolayı, tartışmayı ve
ayrılığı bırakmak suretiyle Allah'tan sakının. Bu ganimet mallarına dair uygulamadan
ve aranızda değişik miktarlarda paylaştırılmasmdan kaynaklanan kin ve nefreti
gönüllerinizden söküp atarak ve birbirinize olan sevginin yok olmasını
önleyerek aranızı "... düzeltin..." Size emredip yasakladıkları her
hususta "... Allah'a ve Rasûlüne itaat edin." Gerçekten "...
mÜ'minseniz..." derhal emre uyun ve yasaktan kaçının.
"Mü'minler..."
yani, mü'minlik vasfını hak etmiş, imanlarında kemâle ermiş mü'minler, onlar
"... o kimselerdir ki, Allah..."in ismi, müjde veya tehdidi
"... anıldığında yürekleri Ürperir..." Korkup, günahtan el çeker ve
derhal itaate koşar. "... kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman
imanları artar." İmanları güçlenip bu konuda derinlik ve yakınlıkları
artar. Ve bir başkasına değil, sadece "... Rablerine tevekkül
ederler." Allah-u Teâlâ'ya güvenirler ve işlerini de O'na güvenerek
yaparlar.
"Namazlarını..."
bütün şartlan, rükünleri ve sünnetleri ile âdabını yerine getirerek "...
kılarlar. Kendilerini rızıklandırdıklarımızdan..." kendilerine verdiğimiz
maldan, ilimden, makamdan, vücut sağlığından, velhasıl bütün bunlardan Allah
yolunda "... infak ederler."
"İşte..." bu
beş Özelliğe sahip olanlar "... gerçek..." hakiki "... mü'minler
onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler..." cennette, değişik
yücelik ve yüksekliklerde üstün makamlar, bundan da önce yine onlar için
günahlarını tam bir "... bağışlama ve tükenmez..." güzel, hoş,
eksilmeyen, "... rızık var."[4]Tabii
bunlar, itaatkârların yurdu olan cennettedir. [5]
1- Allah'tan
sakınmak ve insanlarla arayı hoş tutmak emredilmiştir.
2) İman ibadetlerle kuvvetleniri[6]ve
isyanla zayıflar.
3) Mü'mirilerden
imanı kâmil olanlar da vardır, eksik olanlar da...
4) İkinci
âyet ile ondan sonraki 3 ve 4. âyette geçenler, kâmil imana sahip olanların
özelliklerindendir. [7]
5- Nitekim
hak uğruna (savaşa
gitmek için) Rabbin
seni evinden çıkardığı zaman,
mü'minlerden bir grup bundan
hoşlanmıyorlardı.
6- Hak ortaya
çıkmış iken sanki göz göre-göre ölüme
sürülüyorlarmış gibi (cihad
hususunda) seninle tartışıyorlardı.
7- Allah
size iki gruptan birinin
sizin olduğunu vaadediyordu. Siz
ise kuvvetsiz olanın
sizin olmasını istiyor
(ona galip gelmek diliyor)dunuz. Oysa
Allah sizi sözleriyle
hakkı gerçekleştirmek ve
(kuvvetli olan grubu yok
ederek) kâfirlerin ardını
kesmek istiyordu.
8- Ki
suçlular istemese de
hakkı gerçekleştirsin, bâtılı
da ortadan kaldırsın.
Evinden: Medine-i
Münevvere'den. Kötü görücülerdi. Savaşa
çıkmaktan hoşlanmıyorlardı. İki gruptan
biri. Kervan veya ordu; Kureyş ordusu. Güç.
Kuvvet. Savaşta silah.
Bâtılı boşa çıkarır. Bâtıl ehline darbe
indirmek, güçlerini kırmak ve hezimete uğratmak suretiyle bâtılın bâtıllığını
ortaya koymak için. Kâfirler hoşlanmasa
da. Müşrik Kureyş kâfirleri. [8]
"Nitekim..."
ey Peygamber "Rabbin serii evinden..." Medine'den "... hak
ile..." Allah'ın izniyle. "... çıkardığı zaman mü'minlerden bir grup
(bundan) hoşlanmıyorlardı." Çünkü Kureyşlilerin kendileriyle savaşmak
üzere çıktıklarını biliyorlardı. Halbuki sonuç muazzam bir hayır oldu. Bu
halleri, ganimetler ellerinden alınıp, en adaletli, en sağlıklı ve en yararlı
şekilde olmak şartıyla, paylaştırılması görevi bizim iznimizle sana
verildiğinde hoşlanmadıkların-daki halleri gibidir.Bu âyetteki bu sözde, şu
anki hal geçmiş hale benzetilmektedir. Her i-kisinde de bazı mü'minlerin
hoşlanmayısları söz konusudur ve her ikisinde de sonuç hayırlı olmuştur.
Elhamdülillah."Hak ortaya çıkmış iken..." Kervanın kurtulduğu [9],
geriye ordudan başka birşey kalmadığı ve savaşın kaçınılmaz olduğu ortaya
çıktıktan sonra "... sanki göz göre göre ölüme
sürükleniyorlarmışcasına..." Ölüme çıplak gözle bakıyormuş ve önlerinde
görüyormuşçasına... (Çünkü hazırlık yapmadıkları ve de çarpışmaya girmek için
kendilerini hazırlamadıkları için savaştan hiç hoşlanmıyorlardı) "... seninle..."
savaş hususunda "... tartışıyorlardı."
"Allah size iki
gruptan birinin sizin olduğunu..." onlara galip geleceğinizi "...
vaadediyordu..." Ey Rasûlümüz, onlara Allah-u Teâlâ'nın size iki gruptan,
yani müşriklere ait kervanla yine müşriklerin ordusuyla karşılaşma gibi iki
ihtimalden birisini vaadettiği vakti hatırlat. Bu vaad hem Medine'de, hem de
yolculuk sırasında vuku bulmuştur. "Siz ise kuvvetsiz olanın..." Ebu
Süfyan kervanının "... sizin olmasını istiyordunuz," arzuluyordunuz.
(İstiyorlardı, çünkü gerek sayısının, gerekse savaş hazırlığının
yetersizliğinden zarar ziyansız bir ganimetti) "Halbuki Allah
sözleriyle..." hem size kâfirlerle savaşmayı emredişini, hem de meleklere
sizinle birlikte savaşmayı emredişini içeren sözleriyle "... hakkı
gerçekleştirmek..." dostlarına yardım etmek, düşmanlarını hezimete
uğratmak suretiyle hakkı ortaya koymak "... ve kâfirlerin ardını kesmek
istiyordu." Şöyle yapacaktı: Onları size musallat edecekti, siz de onları
kaçıp kurtulanlar dışında hiç kimse kalmayıncaya dek öldürecektiniz.
Allah-u Teâlâ'nın
"hakkı gerçekleştirmek için" sözü, hakka yardım etmek ve onu hâkim
kılmak için, demektir. Hak ise İslâm'dır. Allah-u Teâlâ'nın "Batılı iptal
etmek için" âyetinde geçen batıldan maksat ise şirk koşmaktır.
"Suçlular..."
kendilerine karşı suç işleyerek, şirkte hem kendi kendilerini, hem de
başkalarını bozup, zarara uğratan (çünkü başkalarının İslâm'ı kabul etmesini
Önlemiş ve çeşitli yollarla onları İslâm'dan vazgeçirmişlerdir) müşrikler
bundan "... hoşlanmasalar da..." [10]
1- "Bazan
hoşunuza gitmeyen birşey hakkınızda iyi olabilir."[11]
kaidesi yeniden hatırlatılmış ve büyük Bedir Gazvesi'nden bahsedilmiştir. Olay
şöyle olmuştu: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Şam'dan gelen ticari eşya yüklü bir
Kureyş kervanının Mekke yolunda olduğu, başında da Ebû Süfyan b. Harb'in
bulunduğu haberi ulaştı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı sahabileri kervanı vurmak
için çarpışmaya çağırdı. Belki Allah, bu kervanı onlara ganimet verirdi. Çünkü
Kureyşliler bazı sahabilerin mallarına el koymuş (müsadere), bazı sahabiler de
malını Mekke'de bırakarak hicret etmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) yola çıkınca,
yolculuk sırasında sahabeye, Allah-u Teâlâ'nın kendilerine, hangisi olacağını
belirtmeden, iki gruptan birini vaadettiğini haber verdi. Kervan da olabilirdi,
kervanı korumak ve kervanı ele geçirmesinler diye Peygamberle ashabından
müdafaa etmek için Mekke'den yola çıkmış ordu da olabilirdi. Kervanın kurtuluş'[12] ve
ordunun geliş haberi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ulaşınca ashabiyla istişare etti.
Müşriklerle Bedir'de savaşmayı uygun gördüler. Bazıları ise bundan hoşlanmadı.
Hoşlanmayanlar şöyle dediler: "Biz savaş için hazırlık yapmadık."
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şu âyetleri İndirdi: "Hak ortaya çıkmış
iken..."den, "... suçlular istemese de..."ye kadar.
2- İnsanın bedava ve sıkıntısız şeye rağbet
gösterme zaafiyeti açıklanmıştır.
3- Allah-u Teâlâ, mü'minlere vaadini yerine
getirmiştir. Çünkü Kureyş ordusunu ganimet olarak vermiş, savaş hazırlığı
yapmadıkları halde mü'min-leri zaferle güçlendirmiştir.
4- Bedir savaşından bir parça bahsedilmiştir.
Bedir, en meşhur ve en efdal savaştır ve bu savaşa katılanlar sahabenin en
faziletlileri ve hayırlılarıdır. Çünkü Bedir Savaşı müslümanların zayıf
halinde vuku bulmuştur. Zira Hicretin ikinci yılında, müslümanlar azınlıkta ve
üstelik bütün Araplar da kendilerine karşı ve düşmanken gerçekleşmiştir. [13]
9- Sız
Rabbinizden yardım istiyordunuz, O
da: "Ben size birbiri
ardınca bin melek
ile yardım edeceğim," diye
duanızı kabul buyurmuştu.
10- Allah
bunu ancak müjde
olsun (sevmesiniz) ve
kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı.
Yardım, yalnız Allah katındandır. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir.
11- O zaman
sizi, Allah'tan bir güven olmak üzere
hafif bir uyku buruyor, üzerinize
sizi temizlemek, şeytanın
pisliğini (içinize attığı
kötü düşünceleri) sizden
gidermek, kalbinizi (birbirine) bağlamak
ve ayakları(nızı) pekiştirmek
için üzerinize gökten bir su
indiriyordu.
12- Rabbin
meleklere vahyediyordu ki:
"Ben sizinle beraberim,
siz inananları destekleyin, ben
inkar edenlerin yüreklerine korku salacağım.
Vurun boyunlarının üstüne,
vurun onların her parmağına.
13- Böyle
(olacak). Çünkü onlar Allah
ve Rasûlü'ne karşı geldiler. Kim Allah'a
ve Rasûlü'ne karşı gelirse, muhakkak ki Allah'ın cezası çetin olur.
14- İşte
siz şimdi tadın
onu. (Ayrıca) kâfirler için
ateş azabı da vardır.
Yardım istiyorsunuz.
Allah-u Teâlâ'dan imdat istiyordunuz. Yani düşmanlarınıza karşı zafer kazanmak
istiyordunuz.Birbiri ardınca, peşpeşe.Allah onu sadece müjde olsun diye yaptı.
Meleklerle imdat etmeyi ancak size zaferi müjdelemek için yapmıştı. Sizi hafif
bir uyku buruyordu. Çünkü nû'as çok hafif uyku, u-yuklama, anlamındadir.Eminlik.
Güven. Kendi azlığınızdan ve düşmanınızın çokluğundan duyduğunuz korkudan bir
güven olarak.Ondan. Allah-u Teâlâ'dan.Şeytanın pisliği. Size acı ve üzüntü
vererek soktuğu vesvese.Kalplerinize sebat vermek için. Kalplerinizi sabır ve
imanla güvene eriştirmek için.Ayaklarınızı sabit kılması için. Ayaklarınızı
yağmur sayesinde sağlam durdursun da kumlara batmasın diye.Korku ve dehşet.El
ve ayak parmaklarına vurun ki çarpışmaları ve ilerlemeleri önlensin.Allah'a ve
Rasûlüne karşı geldiler. Allah'ın kendilerinden istediği şeye karşı çıktılar,
O'na itaat etmediler ve Rasûlüne karşı geldiler.işte azap, tadın bakalım onu
Ateş azabı. Âhjretteki cehennem azabı. [14]
Bedir Savaşı konusu ve
Allah-u Teâlâ'nın Rasûlü ile mü'minlere yaptığı ihsanların açıklanması devam
ediyor. Allah-u Teâlâ Rasûlüne: "Hani siz Rabbinizden yardım
istiyordunuz," buyuruyor. Ey Rasûlümüz! Kendi azlığınızdan,
düşmanlarınızın çokluğundan korkup Rabbinizden şöyle yardım istediğinizi
hatırla: Allah'ım, yardım eyle. Allah'ım bana verdiğin sözü yerine getir!
"O da: Ben size, birbiri ardınca..." peşpeşe, birbirini izleyen
"... meleklerle yardım edeceğim," diye duanızı kabul
buyurmuştu."
"Allah bunu ancak
müjde olsun:.." o imdadı, sadece düşmanlarınıza karşı zafer
kazanacağınıza dair sırf bir müjde olsun "... ve kalbiniz
yatışsın..." sakinleşsin ve endişe, tereddüt gitsin "... diye
yapmıştı." Yoksa zafer, Allah kalındandır. "Allah daima üstün ve
hikmet sahibidir." Güçlüdür, işine hakimdir, O'nunla dilediği şeyin
arasına engel konamaz. Zafere lâyık olana zaferi verecek hikmete sahiptir. İşte
nimet budur.
İkincisi de şudur:
Hatırlayın: "Hani..." Rabbiniz "... kendinden bir güven olmak
üzere sizi uykuya büründürmüştü." Çünkü uyku bastırdığında insanda bir
sakinleşme olur. Huzur duyar, sakinleşir, korkusu gider ve savaş alanında
kaçmadan, geri çekilmeden direnir. Kısaca Allah-u Teâlâ uykuya sebep kılarak
mücahitlerden korku ve endişeyi gidermiştir. "... üzerinize sizi temizlemek,
şeytanın pisliğini gidermek kalplerinizi (birbirine) bağlamak ve ayaklarınızı
sağlamlaştırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu." Bu da bir başka
nimettir. Yer ayaklar gömülecek derecede kumluydu. Ne ileri gidebilirlerdi, ne
geri gelebilirlerdi. Suları da azalmıştı. Susuzluk çekiyorlardı, abdest
atamıyorlardı. Ne içecek, ne de abdest alabilecek su bulabiliyorlardı. Şeytan
da bazılarına şuna benzer sözlerle vesvese vermişti: Abdestsiz savaşırsanız nasıl
galip gelirsiniz? Düşmanlarınız suya kanmışken siz susamış durumda
savaşacaksınız... vb. Oysa Şeytan iki açıdan yalan söylüyordu. Birincisi savaşta
abdest şart değildi ki abdestsiz savaşılınca galip gelmemesin. İkincisi de
Şeytan, zaten suları çok az olan müslümanların suyunun abdest vasıtasıyla
bitmesini istiyordu. Böylece susuz kalan müslümanlar da kâfirlerin karşısında
çaresiz kalıp yenik düşmelerini sağlamış olacaktı. Derken Allah-u Teâlâ
özellikle mü'minlerin karargâhına sağanak halinde yamur yağdırdı. İçtiler,
abdest aldılar. Kumlar da yağmur sayesinde pekişti, üzerinde savaşmaya uygun
hale girdi. İşte Allah Teâlâ'nın şu sözünün anlamı budur: "Üzerinize sizi
temizlemek, şeytanın pisliğini..." vesvesesini "... sizden gidermek,
kalplerinizi pekiştirmek..." gitmiş olan sabrı iade etmek ve yakinî iman
yerleştirmek suretiyle gönüllerinizi pekiştirmek "... ve ayakları
sağlamlaştırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu."Hatırla,
"Hani Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu; Ben..." destek ve
yardımımla "... sizinle beraberim. İnananları destekleyin..." Onlara,
kendilerini savaş alanında tutacak coşturucu sözler söyleyin. Ey mü'minler
"... ben inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım. Vurun boyunları
üstüne..." boğazlarına vurun "... vurun onların her parmağına."[15] El
ve ayak parmaklarına vurun da kılıç sallayamasmlar, ayaklarıyla kaçamasınlar.
"Çünkü onlar
Allah ve Rasûlüne karşı geldiler..." düşmanlık ettiler ve savaştılar.
"Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, muhakkak ki Allah'ın azabı
çetindir" ondan intikam alır ve kıskıvrak y akalayı verir.
Allah-u Teâlâ'nın:
"İşte şimdi siz tadın onu..." sözünün anlamı şudur: İşte size azab:
Öldürülme ve bozgun. Bunu dünyada tadın bakalım. Ahirette de size cehennem
azabı var. [16]
1- Allah-u Teâlâ'dan imdat istemek meşrudur ve
bir ibadettir. Allah-u Teâlâ'dan gayrisinden medet ummak ise doğru değildir.
2- Meleklerin,
Allah-u Teâlâ'mn istediği şeyi yapmakla görevlendirdiği kulları olduğu inancı
vurgulanmıştır. Cenab-ı Hakk onları mü'minlerle beraber savaşmakla
görevlendirmiştir. Onlar da savaşmış, yardım etmiş ve direnmişlerdir. Tabii bu,
Allah-u Teâlâ'nın onlara bunu emretmesi sayesinde olmuştur.
3- Allah-u
Teâlâ'nın Bedir savaşında mü'minlere verdiği nimetler sayılmıştır.
4- Allah'a
ve Rasûlüne karşı gelmek küfürdür. Kâfirler ise Allah'ın azabına
mustahaktırlar.
5- Allah-u Teâlâ kullarına, nasıl
savaşacaklarını ve düşmanlarına nasıl vuracaklarını Öğretmiştir. Bu, mü'minler
için büyük bir şereftir. [17]
15- Ey inananlar,
inkâr edenlerle toplu
halde karşılaşırsanız, onlara
arkalar(mız)ı döndür(üp kaç)mayın.
16- Kim o gün
savaşmak için bir tarafa çekilmek
ya da başka bir birliğe
katılmak dışında arkasını
döner(kaçar)sa o, Allah'tan
bir gazaba uğrar,
onun. yeri cehennemdir. O
ne kötü varılacak bir yerdir!
17- (O
gün) onları siz
Öldürmediniz, Allah öldürdü.
(Ey peygamber) attığın zaman
sen atmadın, Allah
attı. Mü'minleri güzel bir
imtihanla sınamak için
(bunu yaptı). Şüphesiz
Allah işitendir, bilendir.
18- İşte
böyle yaptı. Muhakkak ki Allah
kâfirlerin tuzağını zayıflatır.
19- Eğer fetih
istiyorsanız (ey kâfirler),
işte size fetih geldi.
Ve eğer (küfürden,
düşmanlıktan) vazgeçerseniz, bu
sizin için daha iyidir.
Yine (ona düşmanlığa)
dönerseniz, biz de
(Ra-sûlümüze) yardıma döneriz.
Topluluğunuz ne kadar
çok da olsa, sizden
hiçbir şeyi savamaz. Allah
mü'minlerle beraberdir.
Karşılaşma. Savaş için
iki ordunun karşılaşması. Çokluklarından ve sanki yeryüzünde sürünüyormuş gibi
yavaş hareket - ettiklerinden dolayı sürünme manasına gelen "zahf"
dendi.Onlara sırt çevirmeyin. Bozguna uğrayıp da Önleri sıra kaçarak, onlara
arkanızı dönmeyin.Düşmanla vuruşabilmek ve savaşabilmek için bir yönden bir
yöne sapması dışında. Savaşmakta olan bir birliğe katılmak isteyerek... Başka
bir mü'min orduya katılmak.Muhakkak ki gazaba uğrar.İmtihan etmesi için.
Sayılarının azlığına rağmen yardım ve zafer nimeti bağışlasın da şükretsinler
diye.Gurubunuz. [18]
Âyetler, Bedir
Savaşından, bu savaşta gerçekleşen nimetlerden ve gizli hikmetlerden söz
ediyor. Bu âyetlerin ilkinde Allah-u Teâlâ mü'min kullarına şöyle sesleniyor:
"Ey iman edenler, inkâr edenlerle toplu halde..." siz de, onlar da
birbiriniz üstüne yürüyerek, "... karşılaşırsanız, arkalar(mız)ı
döndürmeyin," önlerinde bozguna uğrayıp da onlara ardınızı dönerek sizi öldürmelerine
imkân tanımayın. Siz yardıma onlardan daha uygun; zafer ve galibiyete daha
lâyıksınız. Siz yardıma onlardan daha lâyık, galibiyet ve zafere daha
yakınsınız. Siz mü'minsiniz, onlarsa kâfir. Sizin bozguna uğramanız hiç doğru
değildir. "Kİm o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek..."
savaşmasına imkân versin diye bir yönden diğer bir yöne yönelmek, "... ya
da bir başka birliğe katılmak..." savaşmakta olan bir mü'min birliğe
katılıp hem onları takviye etmek ve hem de kendisi takviye almak için onlarla
beraber savaşmak "... dışında..." Allah korusun "... arkasını
döner (kaçar)sa..." bu iki durum dışında kâfirlere sırtını dönerek kaçan
kimse, "... o, Allah'tan bir gazaba uğrar..." Cihadından Allah'ın
gazabına uğramış olarak döner. "... onun yeri cehennemdir, o ne kötü
varılacak bir yerdir."[19]
Elbette, ölüp Âhirete
göçtükten sonra, "O gün onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü."
Allah-u Teâlâ, iki ordu karşı karşıya geldiğinde kaçmayı haram kılıp gazapla
ve kıyamet günü cehennem azabıyla tehdit ettiği mü'min kullarına, gerçekte
müşrikleri kendilerinin öldürmediğini, onları Öldürenin kesinlikle Allah
olduğunu haber veriyor. Onlara bunu emreden, buna muktedir kılan ve yardım eden
hep O'dur. Şayet O dilemeseydi ne bir kimse öldürülür, ne de ölürdü. Bunu bilin
ki, onları tek başınıza öldürdüğünüz hatırınıza bile gelmesin. Hatta, Rasûlü
(s.a.v.) savaşta müşriklerin çoğunluğunun gözüne isabet edip, sersemleterek
şaşkına çeviren, dahası savaştan alıkoyan ve hezimete uğramalarına sebep olan o
şeyi atmıştır. Ama o (bir avuç) toprağı müşriklerin gözlerine dolduran A'lah-u
Teâlâ'dır. Çünkü Peygamber kendi gücüne bırakilsaydı, bir avuçcuk toprak müşrik
savaşçıların ilk safındakilerin gözlerine bile ulaşamazdı. Onun için Allah-u
Teâlâ: "Attığın zaman sen atmadm, Allah attı," buyurdu.[20]"Mü'minleri
güzel bir imtihanla sınamak için (yaptı bunu)."
Allah-u Teâlâ
müşrikleri Öldürtme ile kâfirleri alçaltmak ve güçlerini kırmak için toprağı
gözlerine doldurma atışını"... mü'minleri güzel bir imtihanla sınamak
için, dünyada yardım edip destekleyerek âhirette de cennete sokarak mü'minlere
güzel nimetler bağışlamak için yapmıştır. "Allah işitendir,
bilendir." İşitip bilmesinin gereği bu güzel sınama ile vuku bulmuştur.
Allah-u Teâlâ mü'minlerin sözlerini ve kendisinden imdat isteyişlerini duymuş,
güçsüzlüklerini ve ihtiyaçlarını bilmiş, bunun üzerine onları destekleyip
zafere ulaştırmıştır. İşte bu O'nun tarafından güzel bir imtihandır. "İşte
böyle yaptı. Allah kâfirlerin tuzağını zayıflatır." Dostlarına ve itaatte
bulunanlara her tuzak kuruşlarında o tuzağı zayıflatır ve yapılanı boşa
çıkarır. Hamd O'na, minnet O'na...
"Eğer fetih
İstiyorsanız işte size fetih geldi. Ve eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha
iyidir?" Bu hitab müşrikleredir. Çünkü hem Ebu Cehil, hem de diğer müşrik
başkanları: [21] "Allah'ım, hangimiz
sana karşı daha günahkârsa, yani müşrikler mi yoksa mü'minler mi daha
günahkârsa, akrabalık bağlarını daha,çok koparıyorsa, bugün onu yok et!
Allah'ım, yarın akrabalık bağlarımızı koparanı ve bilmediğimiz şeyleri getireni
helak et," demişlerdi. Yani, yarın Bedir Gazvesi'nde onu yok et... Bunun
üzerine Allah-u Teâlâ: "Eğer fetih istiyorsanız..." sizinle
Peygamberimiz Muhammed arasında hüküm verilmesini istiyorsanız "... işte
size fetih geldi." Bedir'de hezimete uğradınız. "Ve eğer
vazgeçerseniz..." harpten ve çarpışmaktan vazgeçer, Allah Teâlâ'nın hükmüne
boyun büküp teslim olursanız "... bu sizin için daha iyidir. Yine..."
savaşa ve küfre "... dönerseniz, biz de döneriz..." de Rasûlümiizü ve
mü'minleri, onların eliyle size zillet ve hezimeti tattırmak için üzerinize
musallat ederiz. "Topluluğunuz ne kadar çok da olsa..."
savaşçılarınızın sayısı onbinlere de
ulaşsa "...
sizden hiçbir şeyi savamaz." Allah daima mü'minlerle beraberdir. Dıştan ve
içten Rablerinin yolu üzre dosdoğru oldukça kendilerini desteklemekten ve
yardım etmekten geri durmayacaktır. [22]
1- Savaş anmda kâfir düşmandan kaçmak haramdır, [23]
Çünkü Allah-u Teâlâ firariyi gazapla ve azapla tehdit etmiş, Hz. Peygamber de
(s.a.v.) bunu Müslim hadisinde geçen helak edici yedi şey arasında saymıştır:
"Savaş anında firar etmek."
2- Allah-u Teâlâ'nın herşeyin yaratıcısı olduğu,
hem kulu yarattığı, hem de fiilini yarattığı İlkesi ilân edilmiştir. Çünkü kul
yaratılmışsa, kudreti de yaratılmıştır. Kula emredilmiş ve yasaklanmıştır.
Kuldan sadır olan hiçbir fiil ve söz yoktur ki Allah-u Teâlâ'ın kulu muktedir
kılmasıyla olmuş olmasın. Hakiki fail Allah'tır. Kul ise, sadece organlarıyla
katılır. Böylece iyilik iyilikle, kötülük de kötülükle karşılık görür. Allah'ın
adaleti ve rahmeti tecelli eder.
3- Bir avuçcuk toprağın, savaşta Rasûlüllah'ın
(s.a.v.) elinden müşriklerin çoğunun gözlerine ulaşması mucizedir.
4- Allah-u Teâlâ dostlarına ikram eder ve onları
güzel bir İmtihanla sınar. Hamd O'na, minnet O'na.
5- Allah-u Teâlâ'nın samimi mü'minlere dostluğu,
mü'minlere yardım edilmesi, kemâle erdîrilmeleri ve mutluluğa ulaş tın imaları
manasınadır. [24]
20- Ey
iman edenler, Allah'a
ve Rasûlüne itaat
edin, işittiğiniz halde ondan
dönmeyin.
21- İşitmedikleri halde
"işittik" diyenler gibi
olmayın.
22- Allah
katında yaratıkların en
kötüsü, düşünmeyen sağırlar
ve dilsizlerdir.
23- Allah
onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi,
elbette onlara işittirirdi. Onlara
işittirseydi de yine
yüz çevirerek dönerlerdi.
Ondan yüz
çevirmeyin. Size emrettiğinde ya da yasakladığında sanki duymuyormuş
gibi itaatinden yüz çevirmeyin.Yeryüzünde gezenlerin en şerlisi.Onlara
işittirirdi. Veya onlardan engeli kaldırırdı da duyup uyarlardı. [25]
Allah-u Teâlâ,
kendisine ve Rasûlüne inanıp, kendi huzuruna geldikleri gün için müjde ve
tehdit ettiği şeylere iman eden mü'min kullarına sesleniyor. Onlara hem
kendisine, hem de Rasûlüne itaat etmelerini emrediyor; okunan âyetleri,
Allah'ın kitabında ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dilinde peşpeşe gelen öğütleri
duyup durdukları halde ondan yüz çevirmelerini yasaklıyor. Çünkü yardım edilip
desteklenmeniz, imanınız ve itaatiniz sayesindedir. Eğer siz yüz çevirir ve
isyan eder de Allah-u Teâlâ'nın size olan dostluğunu tamamen terk ederseniz,
sizin dışınızdaki küfür ve isyan ehli gibi olursunuz. İşte şu âyetin manası
budur: "Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin,işittiğiniz halde
ondan dönmeyin. İşitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi olmayın."
Allah (c.c),
mü'minlere, hakkı dile getiren, hakka çağıran âyetleri duymazdan, Allah'ın
birliğini gösteren âyetlerini görmezden gelen müşrik kâfirlerin tutumunu
takınmayı yasaklıyor.[26]
Onlar: "Biz Muhammed'in söylediklerine sağır, belirtip işaret ettiklerine
de körüz," demişlerdi. Kulaklarımızla duyduk, diyorlardı ama gönülleriyle
duymuyorlardı. Zira düşünüp tefekkür etmiyorlardı. Onun için işitme bakımından
duymayanlar gibiydiler. Çünkü duymaktan maksat, sadece sesi işitmek değil,
Kur'an'ın tebliğ ve çağrışma uyarak ondan yararlanmaktır."Allah katında
yaratıkların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." Müşrikler
kastediliyor. Yaratıkların en şerlisidirler. Çünkü Rabbi inkâr edip şirk
koşarak başkasına tapmışlar ve yolundan sapmışlardır. Dolayısıyla fasık olmuş,
zulmetmiş ve gerçekten kendilerini yeryüzündeki yaratıkların en şerlisi yapan
suçu işlemişlerdir. İşte bundan dolayı müşriklerin şirk Özelliklerini detaylı
olarak anlatmalı ki diğer insanlar kendilerini şirkten koruyabilsinler. Bu
ifade aynı zamanda mü'minleri Allah'a ve Rasûlüne isyandan, Kitabından ve
Peygamberinin (s.a.v.) yolundan yüz çevirmekten sakındırmadır.
"Allah onlarda
bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi..." Allah'ın
ayetlerini, taşıdığı müjdeleri ve uyarıları işittirirdi. Bu, faraziye
kabi-lindendir. "... Onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi."
İşte bunlar müşriklerden şerre, fesada, zulme, kibre ve inada dalmış bir
gruptu. Bundan dolayı Allah'ın hidayetinden mahrum kılınmışlardı. Bazıları iman
etmeden Bedir Savaşında, bazıları da Uhud Savaşında öldü. Allah-u Teâlâ
onlarda hayır olmadığını kesinlikle biliyordu. Allah onların karakterlerinin de
yaratıcısı olduğu halde nasıl bilmez ki? "Yaratan bilmez mi? O lâtiftir,
(bilgisi herşeye nüfuz eden, herşeyi) haber alandır."[27]
1- Emrettiklerinde
ve yasakladıklarında Allah'a ve Rasûlüne itaat farz, isyan haramdır. Bu isyan
amelde değil de imanda olursa şirktir. Yani insanı dinden çıkarır.
2- Müşriklere, kâfirlere ve diğer sapık gruplara
her husustaki sapık tutumlarında onlara benzemek haramdır.
3- İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah'a bağlılık
açısından deve, sığır, koyun bir yana köpeklerden ve domuzlardan daha şerlidir.
İşte o bazı insanlar, Kâfir olup zulmedenlerdir. Allah onları ne bağışlayacak,
ne de bir yol gösterecektir. [28]
24- Ey
inananlar, sizi yaşatacak
şeylere çağırdıkları zaman,
Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına koşun ve
bilin ki Allah kişi ile
kalbi arasına girer; ve
siz O'nun huzuruna
toplanacaksınız.
25- (Öyle)
bir fitneden sakının ki,
aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle
kalmaz. Bilin ki Allah'ın
azabı çetindir.
26- Düşünün
ki bir zaman
siz azdınız, yeryüzünde
hırpa
tanıyordunuz.
İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordu-nuz. Allah sizi barındırdı,
yardımıyla destekledi, güzel şeylerle beslediki şükredesiniz.
Dinleyin ve itaat
edin.Size hayat vermesi için. İman, salih amel, cihad gibi hayat sebebi olan
şeylere...Fitne. Kıtlık, hastalık veya düşmanın tasallutu gibi denenip
sınanacağınız bir azap.
Zayıf olanlar. Düşmanlarınız önünde zayıf
olanlar. Sizi zayıf görüp istediklerini yapıyorlardı.Ve sizi temizlerden
rızıklandırdı. Helâl kılınmış yiyecek, içecek... vb. şeylerin güzeli.Olur ki
şükredersiniz. Allah-u Teâlâ nimeti razı olacağı şeylere harcayarak kendisine
şükretmenizi umar, [29]
Mü'minlere değer veren
üçüncü sesleniş de budur. Allah-u Teâlâ, eğitmek, dünya ve âhiret mutluluğuna
ve değerlerine hazırlamak gayesiyle kendilerine emirler verip yasaklamalarda
bulunarak, "mü'minler" şeklinde seslenmekle onları onurlandırıyor.
"Ey iman edenler,
sizi yaşatacak şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına
koşun." İlk sesleniş olan "Allah'a ve Rasûlüne itaat e-din"
anlamında. "Sizi yaşatacak şeyler" ifadesinde, Allah-u Teâlâ'nın ve
Rasûlünün yasakları gibi emirlerinin de asla mü'minleri yaşatacak,[30]
hayatlarını artıracak veya koruyacak şeylerden ayrı olmadığına işaret vardır.
Onun için mü'minin, Allah'a ve Rasûlüne gücü yettiğince itaat etmesi farz
olmuştur.
"Allah'ın kişi
ile kalbi arasına girdiğini bilin." Bu, mü'minlere büyük bir uyandır.
İyilik yapma şansı doğdu mu, geçip gitmeden fırsatı ganimet bilmeli-
dirler; özellikle de
Allah'tan veya Rasûlünden bir çağrı olduğunda. Çünkü Allah-u Teâlâ, kişi ile
arzuladığı şeyler arasına da, kişi ile gönlü arasına da engel koymaya
kâdirdir.[31]Kalbi evirir çevirir ve
bir başka yöne yoneltiverir. O anda da hayırdan hoşlanmayıp şerri beğenebilir.
"Ve siz O'nun huzuruna toplanacaksınız." İsteristemez Allah-u
Teâlâ'nın huzuruna toplanacağını bilen kimsenin, O'nun emredişine veya
yasaklayışına dair seslenişini duyup da yüz Çevirmesi nasıl mantıklı olabilir
ki?
"(Öyle) bir
fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle
kalmaz."[32] Mü'minlerin Allah ve
Rasûlüne itaati terk etmemelerine, hayrı emredip yaşamayı, kötülüğü yasaklayıp
terketmeyi bırakmamalarına dair bir uyan daha. Eğer bunları terk ederlerse şer
yayılır, fesat geneli kapsar ve belâ iner de salihi de rezili de, iyiyi de
kötüyü de, zalimi de adili de mahveder. [33]
"Bilin ki
Allah'ın azabı çetindir." Uyan şiddetleniyor. Zira Allah günahı ve isyanı
cezalandırdığında, cezalandırması dayanılmaz derecede sert ve şiddetlidir.
Mü'minler, bundan Allah'ın ve Rasûlünün itaatine sarılarak sakınsınlar.
"Düşünün ki bir
zaman siz azdınız, yeryüzünde hırpalanıyordunuz, insanların sizi kapıp
götürmesinden korkuyor dunuz. Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi,
güzel şeylerle besledi ki şükredesiniz." Bu, İslâm davasının ilk
günlerinden beri yaşayan mü'minlere rabbani bir öğüttür. Rableri, onlara içinde
bulundukları azlık ve zayıflık günlerini, bu azlık ve zayıflıktan dolayı
insanların kapıp götürmesinden korktuklarını, Allah'ın (c.c.) onları Medine-i
Münevvere'de barındırdığım, ordusuyla yardım ettiğini, aşağılandıktan sonra
şereflendiklerini, fakirlikten ve yoksulluktan sonra zenginleştiklerini,
kendilerine güzel yiyecekler, içecekler, giyecekler ve binitler verdiğini ve
onlara ikram ederek güzel ve hoş nzıklar ihsan ettiğini hatırlatıyor. Bunları,
onları şükre hazırlamak için ihsan etmiştir. Çünkü nimete, nimeti alıp
yararlanan kişi şükreder. Şükür, nimet vereni övmek, yüceltmek (hamd ve sena),
itaat etmek, sevmek ve nimeti O'nun rızasını kazandıracak şeylerde harcamak demektir.
Allah-u Teâlâ, onların şükrettiğini bilmiş ve hem onlardan razı olmuş, hem de
razı etmiştir. Bizi de sabredip şükreden kişiler olarak onlar arasına dahil
etsin. [34]
1- Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına, emredileni
yaprifak, yasaklanandan kaçmak şeklinde cevap vermek farzdır. Çünkü müslüman
ferdin hayat kaynağı bundadır.
2- Geçip gitmeden, hayır yapma fırsatını ganimet
bilmelidir. Müslüman için ne zaman iyilik yapma şansı doğarsa fırsatı
değerlendirmelidir.
3- iyiliği
emredip, kötülükten sakındırmak, âdili de zâlimi de helak eden genel fitneden
korunmak için gereklidir ve farzdır.
4- Allah'a (c.c.) ve Rasûlüne (s.a.v.) itaat
ederek şükretmek için nimetleri hatırlamak gerekir.
5- Allah-u Teâlâ'ya hamd ve sena ederek (övüp
yücelterek), nimetini itiraf ederek ve rızasına göre harcayarak nimetlere
şükretmek farzdır. [35]
27- Ey
inananlar, Allah'a ve
Rasûlüne hainlik etmeyin;
bile bile kendi emanetlerinize hainlik
etmiş olursunuz.
28- Bilin
ki mallarınız ve
çocuklarınız birer fitnedir (imtihan). Allah'a gelince, büyük mükâfat O'nun yanındadır.
29- Ey
inananlar, Allah'tan korkarsanız
O size iyi
ile kötüyü ayırdedici
bir anlayış verir,
kötülüklerinizi örter ve
sizi bağışlar. Allah
büyük lütuf sahibidir.
Allah'a ve Rasûlüne
hıyanet etmeyin. İman ve itaat ediyor gösterip de gizliden gizliye karşı
çıkarak Allah'a -ve Rasûlüne hainlik etmeyin.Birbirinize emanet ettiğiniz
emanetlerinize de hainlik etmeyin. UİI Mallarınız ve evlatlarınız imtihandır.
Bunlarla meşguliyet sizi
Allah'la Rasûlüne
itaatten alıkoymasın. Eğer Allah'tan sakınırsanız. İnançta, sözde ve davranışta
em-' rini yerine getirip
yasakladığından kaçınarak Allah'tan sakınırsanız.Sizin için bir ayırdedici
kılar. Basiretlerinize (kalp gözlerinize)onunla faydalı ile zararlıyı, doğru
ile yanlışı ayırdedeceğinız bir nûr koydu.Ve günahlarınızı örter. Daha önce
Allah'la aranızda geçmiş (kul hakkı olmayan) günahlarınızı siler.Ve
günahlarınızı affeder. Onlardan dolayı sizi rezil etmez. [36]
Mü'minlere yönelik bir
ilâhi sesleniş daha. "Ey iman edenler..." Ey Rab olarak Allah'a,
rasûl olarak Muhammed'e ve din olarak İslâm'a inanmış kimseler! Herhangi
biriniz, Allah'a ve Rasûlüne itaat ediyormuş görünüp, gizli isyan ile,
"Allah'a ve Rasûlüne hainlik etmesin." Ki böylece, birbirinize emanet
bıraktığınız emanetlere hainlik etmemiş olursunuz. Hem de hainlik suçu ile,
bunun gerek kişi, gerekse toplum üzerindeki kötü etkilerinin büyüklüğünü
"... bile bile..." bu kötü işi yapmayın.[37]
"Bilin ki
mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtihan). Allah'a gelince, büyük
mükâfat Ö'nun yanındadır. "[38]
Ayette genelde
hıyanete götüren sebebe işaret edilmiştir: Mal ve evlat. Allah-u Teâlâ mal ve
evlâdın kendilerini emanet ve itaatten çeviren bir fitne olduğunu, maldan ve
evlâttan beklenenin Allah-u Teâlâ'nm katındaki fayda karşısında birşey
olmadığını haber veriyor. Kendisine itaat edip sakınan takva ehli, Allah'ın,
Rasûlünün ve kulların emanetini koruyan için büyük Ödül Allah katındadır.
"Ey inananlar,
Allah'tan korkarsanız, o size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış (furkan)
verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar..."[39]Bu
da, en muazzam sonuçlarını zikrederek takvaya teşvik ve özendirmedir. Sonuçları
şunlardır: Furkan'ın verilmesi. Furkan, her karışık şeyde yardım ve ayırdetme
Özelliği, hakla batılı, zararlıyla faydalıyı, doğruyla eğriyi seçebilme
sezgisidir. İkinci sonuç: Kötülüklerin örtülmesi. Üçüncüsü: Günahların
bağışlanması. Dördüncüsü: Büyük ödül cennet ve nimetleridir. Çünkü Allah-u
Teâlâ'nın âyetin sonundaki: "Allah büyük lütuf sahibidir" sözü,
Allah-u Teâlâ'nın takva ehline âhirette vereceği nimete bir işarettir. O nimet
cennet ve cennetliklerden razı olmasıdır. O, çalışanların uğruna çalışıp
çabaladığı ne güzel bir özür, bir kazançtır. [40]
1) Hıyanet mutlak surette (her türü ile)
haramdır. En kötüsü ise Allah'a ve Rasûlüne karşı yapılan hıyanettir.
2) Malda ve evlâtta Allah ve Rasûlüne hıyanete
sürükleyebilecek bir fitne (imtihan) vardır. Mü'min o fitneden sakınmalıdır.
3) Kötülüklerin örtülmesi, günahların
bağışlanması ve furkan, takvanın meyvalarındandır. Furkan, itaatkârın kalbinde
bulunan ve onunla karışık, haklı ve hayırlı tarafın belirsiz olduğu meseleleri
ayırdettiği bir nurdur. [41]
30- İnkâr
edenler, seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da yurtlarından çıkarmaları
için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak
kuruyordu. Allah tuzak kuranların
en iyisidir.
31- Onlara
âyetlerimiz okunduğu zaman "İşittik" derler. "İstesek biz de
bunun gibisini söyleriz. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir."
Sana zarar vermeyi
kurarken.Seni bağlamaları için. Hapisten kaçmayasin diye bağlarlar. Bağlayarak
hapsetmek için...Veya seni çıkartmak için. Uzağa sürmek için.Ve onlar tuzak
kuruyorlar. Allah da onların tuzaklarını boşa
çıkartıyor. Senin için kötü, hoşlanılmaz şeyler düzenliyorlar; Allah-u
Teâlâ da bunu boşa çıkarıp, tersine, onlara zarar verecek olan tuzağı
hazırlıyor.Ayetlerimiz. Kur'an-ı Kerim âyetleri.Öncekilerin hikayeleri.
Öncekilerin tarihine dair kaydedilip yazılanlar. [42]
Allah-u Teâlâ, Rasûlü
ile mü'minlere üzerlerindeki nimetlerinden birini hatırlatıyor. Rasûlüne şöyle
diyor: "İnkâr edenler, seni tutup bağlamak, öldürmek ya da (yurtlarından)
çıkarmak için tuzak kurdukları..,"nı hatırla.
Kureyşliler
Daru'n-Nedve'de bir araya gelip, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) meselesini görüşüp,
düşünüp, tuzak hazırlayarak, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ölüm fermanını çıkarttılar.[43]
Öldürme işini uygulayacak olanları gönderdiler. Onlar Peygamberimiz (s.a.v.)'in
evini kuşattılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) üzerlerine: "Yüzleri
kararsın!" diyerek bir avuç toprak attıktan sonra dışarı çıktı.[44]Onu hiçbiri
göremedi ve yürüyüp Medine'ye hicret etti."Onlar tuzak kurarken Allah da
tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir"in anlamı budur.
Kureyşlilerin elinden kurtulmasında gerek Ra-sûlüllah (s.a.v.), gerekse diğer
mü'minler için büyük bir nimet sözkonusudur. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd
olsun.
"Onlara âyetlerimiz
okunduğu zaman 'işittik1 dediler. 'İstesek biz de bunun gibisini söyleriz. Bu
evvelkilerin masallarından başka birşey değildir."[45] Bu
müşriklerin tutumunu tenkiddir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ölümünü kararlaştırdıkları
kalleşçe tuzakları Allah anlattıktan sonra, yani olayı anlatmıştır. Allah-u
Teâlâ, Rasûlüne evvelkilerin başından geçenleri anlatarak hakkı açıklamasını,
hem kendisine, hem de onun peygamberliğine iman edilmesini ilân eden âyetlerini
müşriklere okunmasını bildirince: Bize okunanları "... işittik. İstesek
biz de..." senin söylediğinin "... benzerini söyleriz. Bu eski zaman
masallarından başka birşey değildir!" dediklerini haber veriyor. Yani
bunlar, evvelkilerin yazılmış haberlerinden başka birşey değildir. Sana
yazılıyor. Ezberleyip bize okuyorsun, diyorlardı. Bu yalanı söyleyen Nadr b.
Haris'ti. Allah'ın lanetleri üzerine olsun. Çünkü kâfir olarak gebermiştir. [46]
1- Allah-u Teâlâ'nm insan üzerindeki
nimetlerinin hatırlatılması, insanın şükretmesi için bir çağrıdır. Böylece
insan da şükreder.
2- Kureyşlilerin İslâm davasına ne denli
direndikleri görülüyor. Öyle ki, Allah Rasûlünü öldürmeye bile ferman
çıkarmışlardır.
3- İslâm davasına karşı müşriklerin tutumu dile
getirilmektedir. Onlar bu davayı söndürüp yok etmek için her çareye
başvurmuşlardır. [47]
32- Ve:
"Allahım, eğer bu
senin yanından gelmiş
gerçekse, başımıza gökten taş yağdır,
yahut bize acı
bir azap ver!" demişlerdi.
33- Oysa
sen onların içinde
bulundukça, Allah onlara
azab edecek değildi ve
onlar istiğfar ederlerken
de Allah, onlara
azab edecek değildi.
34- Onlar
Mescid-i Haram'dan engelledikleri ve
Allah'ın dostları
olmadıkları halde neden
Allah onlara azab
etmesin? Onun velileri sadece
itaatkâr olanlardır. Fakat çokları
bilmez.
35- Onların Kabe yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el
çırpmadan başka birşey
değildi. O halde
inkârınızdan dolayı azabı tadın!
Ey Allah'ım. Nida yâ'sı kelimenin başından
düşmüş ve onun yerine sonunda mim harfi gelmiştir.Eğer bu. Muhammed'in
getirdiği ve haber verdiği. Yağdır.
Üzerimize taş yağdır. Mescid-i Haram'dan engelliyorlar. İnsanları, umre yapmak
için oraya girmekten alıkoydukları...
Mükâ: Islık çalmak. Tasdiye: El çırpmak. [48]
Ayetler müşriklerin
bazı terbiyesiz laf ve davranışlarını ayıplamaya devam ediyor. Allah (c.c.)
önceki âyetlerde geçen: "İstesek biz de bunun benzerini söyleriz. Bu
evvelkilerin masallarından başka birşey değildir," lafını eden Nadr b.
Haris'in [49]: "Ey Allah, eğer
bu..." Kur'an "... senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten
taş yağdır..." da bu taşlar bizi öldürsün. Muhammed'in dininin bizim
aramızda yayılacağını zannetmiyoruz.[50]
"... yahut bize acı bir azab ver..." de varlığımızdan kurtulalım,
dediğini haber veriyor. Ve yüce Allah buyuruyor: "Oysa sen onların içinde
bulundukça Allah onlara azab edecek değildi..."[51]
Onların arasında bulunuşun, kendileri için bir güvendir. "... ve onlar
istiğfar ederlerken de Allah onlara azab edecek değildi." Çünkü tavaf
ederlerken bazıları: "Bizi affet Rabbimiz, bizi affet!" diyorlardı.
Sonra Cenab-ı Hakk
şöyle buyurdu: "Mescid-i Haram'dan çevirdikleri halde neden Allah onlara
azab etmesin?.." En iğrenç suçu işlerken, yani insanların Beytullah'ı
tavaf etmek için Meşcid-i Haram'a girmelerine engel olurlarken, onlardan azabı
ne savuşturabilir ki? Müşrikler mü'minlerin Kabe'yi tavaf etmelerini ve
Mescid-i Haram'da namaz kılmalarını engelliyorlardı. "... Onun (Mescid-i
Haram'in) velisi de değillerken..." Harem'in bakıcıları (velî) ve
koruyucuları olduklarına ve o sebeple dilediklerini engellemeye, dilediklerine
de izin vermeye hakları olduğuna dair boş kuruntularını da reddetti. Al-lah-u
Teâlâ onlara şöyle cevap verdi: "... onun velisi değillerken..."
Allah'ın velisi (dostu) olmadıkları gibi, Mescid-i Haram'ın da velisi
(bakıcısı) değildirler. Allah'ın ve Mescid-i Haram'ın velisi ancak şirkten ve
günahlardan sakınan itaatkârlardır.
"Fakat çoğu
bilmez." Bazısı cahilliğinden, bazısı da inadından bilmez.
"Onların Beyt
yanındaki namazları da ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka birşey
değildi." Zira bazıları tavaf ettiklerinde bazı tasavvuf erbabının yaptığı
gibi el çırpıp ıslık çalıyorlardı Bu mutasavvıflar el çırpıp ıslık çalarak dans
ediyorlar ve bunu evliyaullahın gelmesi sayıyorlar. Cehaletten ve dalâletten
Allah'a sığınırız.
"O halde
inkârınızdan dolayı tadın azabı." Allah müşriklere Bedir Savaşı'nda azabı
tattırdı. Çünkü orada onları perişan etti, yardımsız bıraktı ve elebaşları
Öldürüldü. [52]
1- Mekkeli müşrikler haktan, genel azabı
dileyecek kadar buğz ve nefret ediyorlardı, hak sancağının ortaya çıktığını ve
Allah'ın dininin yayıldığını görmüyorlardı.
2- Hz. Peygamber (s.a.v.) ümmeti için azaptan
bir emandır. Bu ümmet genel bir kökten kazınma ve sürgün azabına
çarptırılmamıştır.
3- Tevbe fazilettir, dünya ve âhiret azabından
kurtarır.
4- Mescid-i Haram'da yapılacak meşru ibadet,
ancak Allah'ın emirlerine uygun olan ibadettir..
5- Allah-u
Teâlâ'nm evliyası ve Mescid-i Haram'a veli olmayı hak edenler muttakilerdir.
6- ibadet ederken ibadet adabına aykırı hareket
ederek ibadetler boşa çıkartılmamalıdır. [53]
36- İnkâr
edenler, Allah yolundan (insanları) menetmek için mallarını harcarlar ve
harcayacaklar da. Sonra bu, kendilerine yürek acısı olacak, nihayet
yenilecekler ve inkâr edenler cehenneme
sürüleceklerdir.
37- Ki Allah
murdarı temizden ayıklasın ve bütün murdarları birbiri üzerine koyup yığsın da
hepsini cehenneme atsın. İşte
ziyana uğrayanlar onlardır.
Kâfirler. Allah'ın
âyetlerini, peygamberi Muhammed'in peygamberliğini yalanlayan
Kureyşliler.Sonra pişmanlık duyarlar. Yapmış oldukları kötü amellerinden dolayı
pişmanlık duyarlar.Daha sonra hezimete uğrayacaklar. Mağlup olacaklar.
Ayırdetmek için. Her grubu diğer gruptan ayırmak için. Pislikler. Müşrikler ve
günahkârlar. Temizden. Tevhid ve salih
amel ehlinden.Ve onu üstüste yığar. Cehennemde birbiri üstüne yığar. [54]
İlâhi kelâm,
müşrikleri ve onların ziyan olmuş amellerini yermeye devam ediyor. Allah-u
Teâlâ bildiriyor: "İnkâr edenler..." Kureyş liderlerinden oluşan
Mekkeliler "... mallarını..." insanları Allah yolu olan İslâm'dan
çevirmek için, Allah Rasûlü ve mü'minlerle savaş uğrunda "... harcarlar
ve harcayacaklar da.[55]
Sonra bu onlara..." Bedir'deki, Uhud'daki ve Hendek'teki kötü
sonuçlarından dolayı "... yürek acısı..." şiddetli bir pişmanlık
"... olacak..."[56]
Çünkü bu savaşlara ne kadar para harcadıklarım Allah bilmektedir. Sonra da
zarar ziyan etmişlerdir. Ayrıca mağlub olmuşlar, kâfir iktidarları sona ermiş ve
Allah, Rasûlü ile mü'minlere Mekke'yi fethetmelerini nasip etmiştir.
"... ve inkâr
edenler..." kâfir olarak ölenler "... cehenneme sürüleceklerdir..."
Yani, cehennemde toplanacaklardır. Bu toplamanın sebebi de Allah-u Teâlâ'nın
pisi temizden ayırmasıdir. Temizler, yani iman edip sâlih davranışlarda
bulunanlar, sırattan nimetler ülkesi cennete geçeceklerdir. Pisler yani
müşrikleri ise Allah, birbirine katıp tek bir yığın şeklinde üstüste cehenneme
atar.
Allah'ın, "işte
ziyana uğrayanlar onlardır" sözünde, mallarını, insanları din yolundan
çevirmek için harcayıp kâfir olarak ölen, sonra bir yığın haline getirilen ve
cehennem ateşine atılanların gerçek ziyana uğrayanlar olduğuna işaret vardır.
Çünkü canlarını, mallarını, ailelerini ve herşeylerini yitirmiş, sus pus olarak
cehennemin dibini boylamışlardır. [57]
1" Her
ne şekilde olursa olsun, kişinin insanları Allah yolundan çevirmek için
harcadığı her şey, kıyamet günü kendisine büyük bir pişmanlık olarak
dönecektir.
2- Kâfir
pis, mü'min temizdir.
3- Allah, Rasûlü ile mü'minlere müşrikleri
hezimete uğratacaklarına ve galip geleceklerine; müşriklerin İslâm'la savaşmak
için harcadıkları paraya pişman olacaklarına, hepsini ziyan edeceklerine ve
ellerinin boş çıkacağına dair sözünü yerine getirmiştir. [58]
38- İnkâr
edenlere söyle: Eğer
vazgeçerlerse, geçmişteki (günahları) kendilerine
bağışlanır; yok yine (eski
hallerine) dönerlerse, öncekilerin (başlarına
gelen Allah kanunu)
onların hakkında da geçerlidir.
39- Fitne
kalmayıncaya ve din
tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak
ki Allah, ne yaptıklarını
görmektedir.
40- Eğer dönerlerse, bilin
ki Allah sizin sahibinizdir.
O, ne güzel sahib,
ne güzel yardımcıdır.
Eğer vazgeçerlerse.
Allah'la Rasûlünü inkâr etmekten ve Peygamberle ve mü'minlerle savaşmaktan
vazgeçerlerse.Geçmiş olan. Daha önce işledikleri şirk ve Rasûlüllah'la ve
mü'minlerle savaşmak gibi günahları.Öncekilerin yolu geçerli oldu. Zalimleri
cezalandırmak hususunda Cenab-ı Hakk'ın öteden beri gelen kanunu
geçerlidir.Fitne olmasın. Allah'a şirk koşmak, Allah yolunda baskı ve zulüm.
Dinin tamamı Allah için olsun. Allah'tan başkasına tapılmayana kadar.Dostunuz,
yardımcınız. Yardım ve destekle işinizi üstlenen. [59]
İlâhi kelâm, kâfirlere
karşı yapılması gerekli icraatları açıklamaya devam ediyor. Allah-u Teâlâ, Rasûlüne:
"İnkâr edenlere..."[60]bizim
tarafımızdan tebliğ ederek "... söyle: Eğer..." şirkten,
kâfirlikten, isyandan "... vazgeçerlerse..." ve İslâm'la, mü s hım
anlarla savaşmayı bırakırlarsa "... geçmişteki kendilerine
bağışlanır," Allah geçmişte işledikleri büyük günahlarım, yani şirki ve
zulmü bağışlar [61] Bu, verdiği sözden asla
caymayan birinin (Allah c.c.) verdiği gerçek bir sözdür. "Yok
yine..." zulme, baskıya ve savaşa dönerlerse, kendilerinden önceki
ümmetlerin başına gelenler, zulmedip peygamberlerini yalanladıkları ve
mü'minlere eziyet ettikleri için, onların da başına gelecektir. Allah-u
Teâlâ'nın şu sözünün anlamı işte budur: "... öncekilerin kanunu
geçerlidir." Yani Allah'ın onların hakkındaki kanunu ve süre tanıması size
de geçerlidir. Bu kanun ve metod ise, uyarılıp ileri sürecek mazeret bırakmadıktan
sonra derhal şiddetle cezaya çarptırmaktır. Sonra 39. âyette, Allah-u Teâlâ,
Rasûlüne ve mü'minlere şu gayeye ulaşıncaya kadar müşriklerle aralıksız savaşmalarını
emrediyor: Fitne[62], yani şirk ve herhangi
bir mü'min erkeğe ya da hanıma dininden dolayı işkence, baskı kalmayıncaya ve
din tamamen Allah'ın olup, Allah'la birlikte Allah'ın dışında hiçbir şeye
tapılmayana kadar.[63]"Eğer..."
şirkten ve zulümden "... vazgeçerlerse..." ve ellerini mü'minlerden
çekerlerse, yani düşmanlıklardan vazgeçip içlerinden kin ve nefretlerini sürdürseler
bile bunun size bir zararı dokunmaz. "... Allah ne yaptıklarını
görmektedir." Onları size bildirecek ve sizi onlara musallat edecektir.
"Eğer dönerlerse..." Sözlerini tutmaz ve sizden el çektikten sonra
tekrar sizinle savaşmaya dönerlerse, onlarla savaşın. Allah müşriklere karşı
size yardım edecektir. Bilin ki Allah sizin sahibinizdir. Onları size musallat
etmez. Aksine onlara karşı size yardım eder. O, sahiblendiği kişiye "...
ne güzel sahib..." yardım ettiği kişiye "... ne güzel
yardımcıdır." [64]
1-Allah'ın
lûtfu ve rahmeti geniştir.
2- İslâm, müslümanlıktan önceki günahları siler
süpürür. Müslüman olanın daha Önce İşlediği kâfirlik ve diğer tüm günahları
bağışlanır.
3- Zalimler hakkında Allah'ın kanunu şudur: Süre
tanıma ve bekleyiş uzun da olsa, sonunda yok (helak) etmektir.
4- Yeryüzünde
müşrik kaldığı sürece
müşriklerle savaşmak,
müslümanlara vaciptir.
5- Allah (c.c.) sahiplendiği kişiye ne güzel
sahib, yardım ettiği kişiye ne güzel yardımcıdır. [65]
41- Eğer
Allah'a ve (hak ile batılın) ayrılma gününde o iki topluluğun karşılaştığı
(Bedir) Savaş(m)da kulumuza (Muhammedi) indirdiğimiz (ayetler)e inanmışsanız
bilin ki, ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Rasûlüne ve (Allah
Rasûlü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetimlere, yoksullara ve
yolcu(lar)a aittir. Allah
herşeye kadirdir.
42- O gün siz,
vadinin yakın kenarında idiniz,
onlar da uzak kenarında idiler.
Kervan da sizden
daha aşağıda idi.
Eğer söz-leşmiş olsaydınız
dahi, sözleştiğiniz vakitte
öyle buluşamaz-dınız. Fakat Allah, zaten
yapılması kararlaştırılan bir
işi yerine getirmek için
(sizi böyle buluşturdu)
ki helak olan,
açık delille helak olsun, yaşayan
da açık delille yaşasın. Çünkü
Allah işitendir, bilendir.
43- Allah
sana onları uykunda
az gösteriyordu. Eğer
sana onları çok gösterseydi,
çekinirdiniz ve işte
(savaş işinde birbiri-nizle) çekişirdiniz. Fakat Allah
(sizi bundan) kurtardı.
Çünkü o, göğüslerin özünü bilir.
44- Karşılaştığınız zaman
onları sizin gözlerinize
az gösteriyor, sizi
de onların gözünde
azaltıyordu ki yapılmış bir
işi yerine getirsin. İşler hep Allah'a döndürülecektir.
Ganimetlerden bir şey
aldığınızda. Galip gelerek az veya çok
kâfirlerin malını aldınız mı...
Beşte biri Allah'ındır. Yani Allah'ın ve onun
peygamberinindir. Ve yakınlarınmdır. Peygamberin yakınları olan Haşimoğulları ile
Muttaliboğulları Kulumuza indirdiğimiz. Melekler ve âyetler. Kulumuz Muhammed
(a.s.)'a indirdiğimiz Kur'an âyetlerimiz ve Elçi. Ayırdetme günü. Bedir savaşı.
Ramazan'ın 17'sinde olmuştur.Furkan Savaşı denmiştir. Çünkü Allah hakla bâtılın
arasım o savaşta ayırmıştır.grubun karşılaşması. Mü'minler cemaatiyle kâfirler
güruhu" Bedir'de. Vadinin tarafı, vadinin yanı. Dünya: Medine'ye yakınolan
taraf. Medine'den uzak olan yer. Çünkü orası vadinin öbür tarafı ıdı.Kervan
sizden aşağıdaydı. Ebu Süfyan'ın kervanı. Mü'minlerin aşağı tarafındaydı.Sizden.
Yani ele geçirmek istediğiniz kervan sizden daha aşağı tarafta idi.Açık
delillerden. Açık belge ve delillerle.İşler konusunda çekişirdiniz. Savaş
ganimetleri konusunda kendi aranızda ihtilafa düşerdiniz.Onların gözlerine sizi
az gösteriyor. Bu savaştan önce idi. Daha sonra ise yenilgileri tam olsun diye
mü'minleri kendilerinin iki katı gördüler. [66]
Bu âyetlerin,
anlaşmazlık çıktıktan sonra ganimetlerin paylaşımım açıklamak için indiğinde
şüphe yoktur. Allah-u Teâlâ meseleyi hallettikten sonra ganimetleri paylaştırdı
ve ayetin başında: "Ganimetler Allah'a ve Rasûlüne aittir." buyurdu.
Ardından da burada: Ey müslümanlar "bilin ki..." iğneden ipliğe kadar
"... ganimet aldığınız herhangi birşey..."[67]Ganimet
aldığınız demek, sizinle savaşan kâfirlere galip gelerek ellerinden zorla
aldığınız mallar demektir. İşte o malların taksimi şöyledir: "... beşte
biri Allah'a, Rasûlüne, akrabalara[68],
yoksullara ve yolcuya aittir." Ey mücahidler, geri kalan beşte dört,
yayaya bir pay ve savaşa katkısından dolayı süvariye iki pay olmak üzere size
aittir. Çünkü süvarinin atı beslenme harcamalarına muhtaçtır. Allah'ın
payından maksat, umumi maslahatlara (kamu yararına) harcanacak paydır. Allah'ın
evlerine harcanırsa en iyisi yapılmış olur. Allah'ın evleri Kabe ile diğer
camilerdir.
Allah Rasûlü ise,
payım ailesine sarfeder. Akrabanın payı da Peygamberin, şereflerinden dolayı
zekât almaları haram olan akrabasına harcanır.
Bunlar Haşimoğulları
ile Muttaliboğulları'dır. Peygamberimizin yakın akrabalarına zekat
verilmiyordu. Sadece onlara savaş genimetlerinden pay veriliyordu.
Yetimlerin payı
yetimlere, miskinlerin payı da fakir müslümanlara harcanır. Yolcunun payı ise,
memleketlerine dönemeyen yolculara, yolculukları esnasında buna ihtiyaç
duyduklarında harcanır.
"Eğer..."
Rab olarak "... Allah'a ve furkan savaşında, o iki topluluğun karşılaştığı
savaşta..." mü'minlerin müşriklerle karşılaştığı Bedir Savaşı'nda,
"... kulumuza..." Allah Rasûlü Muhammed'e (s.a.v.) "...
indirdiğimize..." (Allah-u Teâlâ'nın kuluna indirdiğinden maksat, Hz.
Peygambere indirilen Kur'an-ı kerimdir. Bir de savaşlarda mü'minlere yardım
için indirilen melekler kasdedilmektedir. Müşriklere savaşta ok atıp da çoğunun
hezimetlerine sebep olan bu ok atma ile ilgili ayet de Kur'an'da indirilenlerdendir.)
"... in-anmışsanız şayet... Allah herşeye kadirdir." Azlığınıza
rağmen size yardıma muktedir olduğu gibi, çokluklarına rağmen düşmanlarınızın
hezimetine kadirdir. O dilediği herşeye kadirdir.
"Hani siz vadinin
yakın kenarında idiniz, onlar da uzak kenarında idiler. Kervan da sizden daha
aşağıda idi."
Şükretmeye
hazırlansınlar diye Allah-u Teâlâ'nın mucizelerinin tecelli ettiği ve
nimetlerinin ortaya çıktığı savaş alanını hatırlatmaktadır.
"Eğer sözleşmiş
olsaydınız, sözleştiğiniz vakitte Öyle buluşamazdı-nız..." Yani iki grup o
savaş noktasında buluşmak için anlaşmış olsaydınız bile bu kadar isabet
edemezdiniz. Sîz ve müşrikler, savaşmak için Bedir'de buluşmaya vakit belirle
şeydiniz, buruşamazdınız. Çünkü buluşmamayı gerektirecek sebepler vardı:
Sayıca siz azdınız, onlarsa çok... "... Ama Allah, zaten yapılması
kararlaştırılan.." Allah'ın kaza ve kaderinde yapılmasına hüküm verilen
"... bir işi..." size zafer nasib etmeyi, düşmanlarınızı hezimete
uğratmayı "... yerine getirmek için..." sizi önceden sözleşmeksizin
ve anlaşmaksızın bi-raraya getirdi "... ki helak olan açık delille helak
olsun, yaşayan da açık delille yaşasın." Bu, Allah-u Teâlâ'nın sizi
savaşmak için Bedir Vadisi'nde biraraya getirişinin sebebini ortaya koymaktadır.
Cenab-ı Hak bunu böyle yaptı ki, sağ kalan ve Allah'ın, İslâm'ın, Peygamberin
ve ahiretin hak olduğunu bilen kişi -zira bunları gösteren mucizeleri Allah
onlara orada göstermişti- imanla yaşatılmış, küfürle helak olan, müşriklerin
içinde bulundukları küfrü, batılı ve sapıklığı anlamış sonra da buna razı olup,
o hal üzere devam etmiştir.
"Çünkü Allah
işitendir, bilendir." Daha önce belirtilenleri vurgulayıp pe-
İtiştirmektedir.
Allah-u Teâlâ, kullarının sözlerini işittiğini ve fiillerini bildiğini haber
vermektedir. Allah'ın haber verip ilân ettikleri her zaman doğrudur ve haber
verdiği gerçekleşecektir.
"Allah sana
onları uykunda az gösteriyordu." Sen de ashabına bildirmiştin, onlar da
böylece rahatlamış, sevinmiş ve kendilerini savaşa hazırlamışlardı.
"Eğer..." rüyanda "... sana onları çok gösterseydi..." sen
de bunu ashabına bildirseydin başaramazdınız. Kafirlerle savaşmaktan
korkardınız ve kafirlerle savaşmama konusunda mutlaka ayrılığa düşerdiniz.
"...Ama Allah..." sizi bundan kurtardı da onları sana çok göstermedi.
Allah-u Teâlâ göğüslerin özünü bilir. Bunun sonunda hayır ve şerrin nereden
olacağını bildiğinden böyle yaptı.
"Onları gözünüzde
az gösteriyordu." Ey mü'minler, karşılaştığınızda meselâ yetmiş veya yüz
kişiymişçesine kâfirleri sizin gözünüze az, sizi de çekinmesinler diye
kafirlerin gözüne az gösterdiği zamanı hatırlayın. Allah-u Teâlâ kafirlerin
yenilmesini sağlamak için, savaş başlamadan önce mü'minleri kafirlerin gözünde
çok az gösteriyor ki kafirlerin iştahı kabarsın da savaşa başlasınlar. Savaş
başladıktan sonra da kafirlere korku salmak için bu defa mü'minleri kafirlerin
gözünde çok kalabalık ve güçlü göstermektedir. Bu, karşılaşma anında, iki ordu
birbirine girmeden olmuştu. İki ordu birbirine girdikten sonra Allah,
kâfirlere mü'minleri, çoklukta kendilerinin iki katı kadar gösterdi de [69]
böylece hezimete uğradılar. Nitekim Al-i İmrân sûresi'nde: "Onları
kendilerinin iki katı görüyorlardı." (Ayet, 13) diye geçer.
Allah-u Teâlâ'nm:
"Kararlaştırılmış bir işi yerine getirsin." sözü, dostlarına yardım
etmek, onları üstün kılmak ve düşmanlarını hezimete uğratmak için alınan bu
ilâhî tedbirlerin sebebini ortaya koymaktadır.
"İşler, hep
Allah'a döndürülecektir." Allah-u Teâlâ bütün işlerin kendisine
ulaşacağını, haber de olsa başka birşey de olsa, olmasını dilediğinin olacağını,
olmasmı dilemediğinin de olmayacağını bildiriyor. [70]
1- Ganimetlerin Allah-u Teâlâ'nm razı olduğu
biçimde nasıl paylaştırılacağı açıklanmıştır.
2- İman hatırlatılmıştır. İman, mü'minin,
imanıyla diri olup emri yapmaya, yasağı terk etmeye kadir oluşu itibariyle
yönlendirici güçtür. Kâfirse ölüdür, ona mükellefiyet yoktur.
3- Bedir
Savaşı fazilettir ve Bedir gazileri faziletlidir.
4- Allah-u Teâlâ, dostlarının zaferi,
düşmanlarının hezimeti için ortamı mü'minlerin lehine hazırlar.
5- İşler başarı ve başarısızlık olarak Allah'a
varacaktır. Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan o işlere etki edemez. [71]
45- Ey
inananlar, bir toplulukla
karşılaştığınız zaman sebat edin
ve Allah'ı çok anın ki,
başarıya erişesiniz.
46- Allah 'a
ve Rasûlüne itaat
edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa korkuya
kapılırsınız ve devletiniz
gider. Sabredin, çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir.
47- Yurtlarından çalım
satarak, insanlara gösteriş
yaparak çıkan ve Allah
yolundan menedenler gibi olmayın.
Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre
kuşatmıştır.
48- O
zaman şeytan onlara
yaptıkları işi süslemiş,
"Bugün insanlardan
sizi yenecek kimse
yoktur, (korkmayın) ben
sizin yanınızdayım,"
demişti. Fakat iki topluluk
birbirini görünce ardına dönüp,
"Ben sizden uzağım,
ben sizin görmediğiniz
(gerçeğ)i görüyorum. Ben Allah'tan
korkarım. Zira Allah'ın
cezası çetindir," demişti.
49- Münafıklar
ve kalplerinde hastalık
bulunanlar: "Bunları
dinleri aldatmış," diyorlardı.
Oysa kim Allah'a
dayanırsa, şüphesiz Allah daima Aziz
ve Hakim'dir.
Bir grup. Savaşan
grup.Direnin. Sebat edin. O grupla savaşmada direnin ve mukavemet
gösterin.Allah'ı çok zikredin. Zafer dileyerek, arzulayarak ve Allah'tan
isteyerek, lâ ilahe illallah, Allahü ekber, diyerek, Allah'ı çokça
zikredin.Kurtulursunuz. Dünyada hezimetten ve ahirette cehennemden kurtulduktan
sonra dünyada zaferi, ahirette de cenneti kazanacaksınız.Ayrılığa
düşmeyin. Düşmanla yüzyüze iken asla
ayrılığa düşmeyin.
Kuvvetiniz gider.
Ayrılık sebebiyle gücünüz gider.Gösteriş için yurtlarından çıktılar. Hakkı
defetmek ve engellemek demek olan gösteriş için yurtlarından çıkanlar.Ve dedi
ki: Seni himaye ediciyim; himayeme alacağım, düş-inanlarınıza karşı
destekleyeceğim.İki grup birbirlerini gördüler. Karşılaştılar ve herbiri
düşmanını
gördü.Kaçarak ardına
döndü. (Çünkü yanlatma Sürâka b. Malik kılığında gelmişti.)Ben sizin
görmediğinizi görüyorum. Yani, yardıma gelen melekleri görüyorum.Kalplerinde
hastalık olanlar. İmanlarında zayıflık ve inançlarında gedik olanlar. [72]
Bu hitap mü'minlere
yöneliktir. Allah onlara kâfirlerle savaşmak için izin vermiştir. Savaş,
Abdullah b. Cahş'm (r.a.) seriyyesi ile başlamış ve Büyük Bedir Gazvesi ile
ikincisi gerçekleşmiştir. Onun için, mü'minler, Rab-bânî öğretim ve ilâhi
rehberliğe muhtaçtılar. Öğretim ve rehberlik gereğince savaşlara nasıl
gireceklerini ve nasıl zafer kazanacaklarını Öğreneceklerdi. Bu dört ayette
savaşlara girmeye ve zafer kazanmaya ilişkin çok yüksek bir öğretim vardır.
Şöyle:
1) Mücahidler sanki yerinden kıpırdamaz yalçın
bir dağmışçasma düşmana karşı durup direnmeli: "Ey iman edenler, bir
toplulukla..." savaşan grupla "... karşılaştığınız zaman sebat
edin."
2) Lâ ilahe
illallah, Allahü ekber, Subhânallah diyerek; dua ederek, yal-vararak, söz
vererek, hamdederek Allah'ı zikretmek: [73]
"Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Dünyada hezimetten ve
rezil olmaktan, ahirette de ce-hennemden ve azaptan kurtulasmız; dünyada
zaferi, ahirette cenneti kaza-nasınız.
3) Emirlerini yerine getirmede ve yasaklarından
kaçınmada Allah'la Rasûlüne itaat etmek. Savaş komutanı ile yöneticisine itaat
de bu itaate girer. İşte bu, Allah-u Teâlâ'nın kâinattaki kanununa
(sünnetullah) göre zaferin en büyük sebeplerindendir: "Allah'a ve Rasûlüne
itaat edin."
4) Savaşa hazırlık, anında, savaşa başlama
sırasında ve savaş esnasında çekişip ayrılığa düşmemek gerekir.
5) Çekişme ve ayrılığın sonuçları şunlardır:
Herkesi kapsayan korku, "rıh" diye dile getirilen gücün gitmesi:
"Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa korkuya kapılırsmz, gücünüz ve kuvvetiniz
gider."
6) Savaşı sürdürmeye, hazırlık yapmaya, kendini
savaşa yatkın hale getirmeye ve hazırlamaya sabretmek gerekir. "Sabredin,
çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
7) Savaşta
ihlâslı olmalı, savaşa Allah için çıkmalı ve Allah rızasından başka bir gayeyle
çıkmamalıdır: "Yurtlarından çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak
çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın.[74]Allah
onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."
işte bunlar bu beş
âyetten üç âyetin içerdiği, zaferin etkenleri ve Allah yolunda cihadın
şartlarıdır.
"O zaman şeytan
onlara yaptıkları işi süslemiş ve: "Bugün insanlardan sizi yenecek kimse
yoktur. Ben sizin yanınızdayım." demişti. Fakat iki topluluk birbirini
görünce, ardına dönüp: "Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi
görüyorum, ben Allah'tan korkarım, zira Allah'ın cezası çetindir." demişti."
Allah-u Teâlâ
mü'minlere, ibret ve nasihat olsun diye Bedir Savaşı'nda gerçekleşen garip
olaylardan birini anıyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: Gerek gidişatta, gerek
çarpışmakta ve gerekse her tür yaşantılarında kendilerine benzemenizi
yasakladığım müşrikleri, şeytanın allayıp pulladığı ânı hatırlayın."
Onlara: "Muhammed'le ve mü'minlerle savaşmaya koşun. Kaçmayın ve
korkmayın. Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Ben sizin yanınızdayım.
Yani sizi korur, size yardım eder ve desteklerim." demişti.
Şeytan o anda
Kinâneoğulları'ndan önde gelen bir adamın kılığındaydı: Sürâka b. Malik'in...[75]Fakat
iki topluluk birbirini görünce ve çarpışmak için ilerleyince, şeytan melekler
safında Cebrail'i gördü. Hemen gerisingeri döndü. Haris b. Hişam'ın elini
tutmuş konuşuyor, savaşa girmeyi allayıp pulladıktan ve onları buna
kışkırttıktan sonra söz veriyor ve takdir ediyordu. Kaçar vaziyette geri
dönünce Haris b. Hişam: "Sana ne oluyor? Başına bir şey mi geldi?
Gel!" dedi. Şeytansa kaçar durumda: "Ben sizin görmediğinizi..."
melekleri "... görüyorum. Ben Allah'tan korkarım.[76]
Allah'ın cezası çetindir." dedi. Çok yalancı olduğu halde doğruyu
söyledi.
49. âyette Cenab-ı
Hakk: "Münafıklar ve kalbierinde hastalık bulunanlar "bunları
dinleri aldatmış" diyorlardı," diye haber veriyor. Ey mü'minler,
ibret ve ders almak için münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanların[77]"Bunları
dinleri aldatmış. Değilse, sayı ve teçhizat bakımından kendilerine üstün olduğu
halde Kureyş'Ie savaşmaya çıkmazlardı," demesine dikkat edin. Zayıf
imanlıların ve imanlarının sahteliğinin gereği olarak, münafıkların böyle
laflar etmesi normal sayılır. Bunu hatırlayın ve böyle lâflar moralinizi bozmasın;
yardım edeceğine güvenerek Allah'a tevekkül edin. O size yardım edecektir.
Çünkü o yenilmez ve dilediğini yapmasına mâni olunamaz bir üstün güçtür. Zaferi
imanla, sabırla, hem kendisine hem de Rasûlüne itaatla, amelinde ve itaatinde
kendisine karşı ihlâslı olmakla hak edenlere verecek şekilde hikmet sahibidir. [78]
1- Zaferin
sebepleri ve etkenleri açıklanmış ve her savaşta bunlara göre davranmanın
gerekliliği izah edilmiştir. Bunlar: Sebat, Allah-u Teâlâ'yı zikir, Allah'a ve
Rasûlüne itaat, komutana itaat, tartışmayı ve ayrılığı bırakmak, sabır ve de
ihlâstır.
2- Başarısızlıkla kaybın sebepleri de
açıklanmıştır. Bunlar da: Tartışma, ayrılık, gösteriş, iki yüzlülük ve
gaflettir.
3- Şeytanın
kâfirlerin kişilikleri üzerinde, onlara savaşı süsleyerek, söz vererek ve
takdir ederek çalıştığı açıklanmıştır.
4- Çarpışmanın
var olduğu ve dövüşün patladığı anda münafıklarla zayıf imanlıların tavrı dile
getirilmiştir.
5- Batıl
ehlinin, engelcilerin ve hezimete uğrayanların iddiaları ne olursa olsun,
Allah'a tevekkül ve itimad gereklidir, farzdır. [79]
50- Görseydin
o inkâr edenleri:
Melekler onların canlarını alırken yüzlerine
ve arkalarına vuruyorlar,
"Haydi yangın azabını
tadın!" (diyorlardı).
51- İşte
bu ellerinizin yapıp
öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah, kullara
zulmedici değildir.
52- Tıpkı
Firavun ailesi ve
onlardan öncekilerin gidişi gibi Allah'ın ayetlerini
inkâr etmişlerdi. Allah
da onları günahlarıyla yakalamıştı. Şüphesiz
Allah güçlüdür, O 'nun
cezası çetindir.
53- Bu
böyledir. Çünkü bir
millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah
onlara verdiği nimeti
değiştirmez. Allah
işitendir, bilendir.
54- Firavun
ailesi ve onlardan
öncekilerin gidişi gibi: Rab-lerinin
ayetlerini yalanlamışlardı. Biz
de onları günahları
ile mahvetmiştik. Ve Firavun
ailesini boğmuştuk. Hepsi
de zulme-dicilerdi.
Öldürdüğünde. Öldürmek
için ruhlarını alırken...Yüzleri ve arkaları. Melekler kafirlerin canlarını
alırken, onlara hem önlerinden hem arkalarından vuruyorlardı.Kullarına
zulmedici değildir. Tıpkı: "Rabbin hiç kimseye zulmetmez." ayeti
kerimesi gibidir.Tıpkı Firavun'un ehli gibi. Kâfirlikte, yalanlamada, gidişte
ve adette Kureyş kâfirlerinin gidişi Firavun hanedanının gidişi
gibidir.Nimetini değiştirici değildir. Nimetin değiştirilmesi, çekip almak
veya o nimeti elinde bulunduranlara azap etmek şeklinde cezalandırmakla
değiştirilmesidir.Firavun'un ehli. Zulmüne ve kâfirliğine katılarak Firavun'un
dini üzere olan kıbtîler. [80]
İlâhi kelâm
yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak mü'minlere karşı
savaşmak için çıkan Kureyş kâfirlerini anlatıyor. Allah-u Teâlâ Rasûlüne
buyuruyor: "Görseydin o inkâr edenleri:[81]Melekler,
onların canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına.,."[82]
şöyle diyerek "... vuruyorlardı: Haydi yangın azabını tadın. "[83]
Cenab~ı Hakk devam
ediyor: "İşte bu, ellerinizin yapıp ettiği işler yüzündendir. Yoksa Allah
kullara zulmedici değildir." Bu da, meleklerin, canlarını aldıkları
kâfirlere söylediği sözlerdendir. Yani, işte bu dayak ve işkence, kendi
ellerinizle sunduğunuz kâfirlik, zulüm ve fesat sebebiyledir. Allah size
zulmediyor değildir. Çünkü O, hiçbir kimseye zulmetmez.
"Tıpkı Firavun
ailesi ve onlardan Öncekilerin gidişi gibi..." Şu Kureyşli müşriklerin
küfürde ve yalanlamadaki tutumları Firavun ailesi ile onlardan öncekilerin
tutumları gibidir. "... Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdi. Allah da
onları günahları yüzünden yakalamıştı." İşte onlar da inkâr etmişlerdi de
Allah günahlarından dolayı onları azaba çarptırmıştı.
"Şüphesiz Allah
güçlüdür, O'nun cezası çetindir." Firavun ailesi ile onlardan önceki
Âd'a, Semûd'a, İbrahim'in kavmine, Medyen ve Mu'tefikât As-habı'na yaptıkları
bunu gösterir. En sonunda Allah-u Teâlâ Kureyş kâfirlerini Bedir'de güçlü ve
herşeye kadir sıfatlarıyla cezaya çarptırmıştır.
"Bu böyledir.
Çünkü bir millet kendilerinde bulunan iyi hallerini değiştirmedikçe Allah
onlara verdiği nimeti değiştirmez." ayeti, hem yalanlayıcı, inkarcı, zalim
ümmetlerin tepesine indirdiği azaba, hem de mü'min ancak isyankâr kulları
hakkındaki tutumuna İşarettir. O tutum şudur: Bir millet kendilerinde olanı
inkâr ederek, yalanlayarak, zulüm ederek, fasıklıkta bulunarak, fâcirlikle
değiştirmedikçe, Allah-u Teâlâ'mn onlara verdiği güven, bolluk, temizlik ve
sefa gibi bir nimeti değiştirmesi şanından değildir. İşte o zaman bu nimetler,
cezalandırmakla değiştirilir. Güven ve bolluğun yerini korku ve pahalılık,
temizlik ve sefanın yerini de pislik, şer ve fesat alır. Tabii bu, Allah-u Teâlâ'mn
onlara genel bir sürgün ve tam bir soykırımla azab etmediğinde olur.
"Allah işitendir,
bilendir." Kullarının sözlerini ve davranışlarını işitir ve bilir. Bu
sebeple karşılık verişi zulümsüz, adil olur.
"Tıpkı Firavun
ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi: Rablerinin âyetlerini
yalanlamışlardı.[84]Biz de onları günahları
sebebiyle helak etmiştik. Firavun ailesini (suda) boğmuştuk. Hepsi de zulmedici
idiler."
Bu ayet önceki ayete
benzemektedir. Ancak aralarında şu farklılıklar vardır: İlk âyette, helak
edilenlerin suçu kâfirliktir, bu âyette ise yalanlama. İlk ayette azabın türü
anılmamıştır, İkincide anılmıştır: Boğulmak. İlk ayette aleyhlerine kâfirlikten
başka bir suç kaydedilmemiştir. Tek suçları küfürdür, başka birşey değil.
İkincide ise hepsinin aleyhine bir günah daha kaydedilmiştir: Zulüm.
"Hepsi de..." inkâr ediş, yalanlayış, Allah yolundan çeviriş, Allah
ve Rasûlüne itaatten çıkışları sebebiyle (üstelik te'kidle) "...
zalimdiler." [85]
1- Daha can
alınırken azap görüldüğü ilân edildiğine göre kabir azabı da vardır.
2- Bu ayetin
benzeri En'am Sûresi'nde geçer: "O zalimler ölüm dalgaları içinde,
melekler de ellerini uzatmış..." vurarak "..."Haydi canlarınızı
çıkarın. Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı
büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız!
(derken) onların halini bir görsen."[86]
3- Yaradan, herhangi bir kimseye zulmetmekten
beridir.
4- Allah-u
Teâlâ'mn zalimleri cezalandırmaktaki ve nimeti yoksulluk ve belâlarla
değiştirmekteki tutumu (sünnetullah) dile getirilmiştir.
5- İnsanlar değiştirmeye başlamadıkça,
insanların içinde bulundukları iyilik ya da kötülüğü değiştirmek Allah-u
Teâlâ'nın insanlar hakkında izlemediği bir tutumdur.
6- Zulüm ve
zalimler yerilmiştir. Bütün günahlara 'zulüm' denir. [87]
55- Allah
katında yaratıkların en
kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar inanmazlar.
56- Sen
kendileriyle andlaşma yaptığın
halde onlar, hiç çekinmeden yaptıkları
andlaşmayı her defasında
bozarlar.
57- Savaşta
onları yakalarsan, onlarla
arkalarında bulunan kimseleri
de dağıt ki ibret alsınlar.
58- Bir
kavmin andlaşmayı bozmasından
korkarsan, sen de aynı
şekilde onlara at.
Çünkü Allah andlaşmayı
bozanları sev-
mez.
59- İnkâr
edenler geçtiklerini sanmasınlar. Onlar
aciz bırakamazlar.
Canlıların en şerlisi,
insan veya hayvan. Allah-u Teâlâ'nın özelliklerini saydığı Beni
Kurayza'dır.Onlar inanmıyorlar. Allah-u Teâlâ hallerini bildiğinden onların
kâfir olarak öleceklerini haber verdi.Ahitlerini bozarlar. Sözlerinde durmayan
ve andlaşma dışına çıkarak, andlaşmada var olmayan şeyleri yapanlar.Her
defasında. Her andlaşma yaptıklarında...Onları bulduğunda...Parçala, dağıt. ibret
alalar...Onlara at. Andlaşmalannı bir kenara fırlat at.Eşit olarak. Sen de
onlar da andlaşmayı bozduğunuzu bilerek.Hainler. Andlaşmalarını bozanlar.
Geçtiler. Allah'ı aciz bırakıp da ileri
geçeceklerini sanma. Allah'ı atlattıklarını, kendilerine karşı Cenab-ı Hakk'ın
imkânı kalmadığını sanmasınlar. [88]
İslâm davasına ve dava
sahibine, yani Hz. peygamber'e (s.a.v.) düşmanlığın zikredilmesi münasebetiyle
Cenab-ı Hakk, İslâm davasının müşrik Kureyş kâfirleri dışındaki diğer
hasımlarını da zikretti: Yahudi Kurayzaoğul-ları.[89]
Allah-u Teâlâ, kafirlerin insan olsun, hayvan olsun yaratıkların en şerlisi
olduklarını haber verdi ve tanınsınlar diye tarif ederek özelliklerini saydı Şerre
ve fesada daldıkları için iman etmeyeceklerdir: "Allah katında..." O'nun
kararına ve bilgisine göre "... yaratılanların en kötüsü inkâr edenlerdir.
Artık onlar
inanmazlar."
Onlara has bir başka
Özelliklerini belirtti: "Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde onlar,
hiç çekinmeden yaptıkları andlaşmayı her defasında bozarlar. "[90]
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk.defasında kafirlerle, peygambere karşı
savaşmamak ve Peygambere karşı savaşan hiçbir kimseye yardım etmemek üzere
anlaşmıştı. Bir de ne görsün, Kureyş'e silah yardımı yapmıyorlar mı!?
Tutumları ortaya çıkınca, hatalarını kabul ederek özür dilediler. Rasû-lüllah
(s.a.v.) kendisine karşı savaşmamak ve kendisine karşı savaşan hiçbir kimseye
yardım etmemek üzere bir kez daha andlaşma yaptı. Bir de ne görsün,
antlaşmalarını yine bozup kendisine karşı savaşa girmiyorlar mı?! Bu defa da
Hendek Gazvesi'nde savaşan gruplara katılmışlardı. Allah-u Teâ-lâ'nın şu kavli
bunu belirtmektedir: "Allah katında yaratıkların en kötüsü kâfirlerdir.
Artık onlar inanmazlar. / Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde onlar, hiç
çekinmeden..." andlaşmaları bozmanın cezasından ve andlaşmalarla canları
çektiği gibi oynamaktan hiç korkmadan "... her defasında..."
yaptıkları andlaşmayı "... bozarlar."
Allah-u Teâlâ'nm,
"savaşta onları yakalarsan onlarla arkalarında bulunan kimseleri de dağıt
ki, ibret alsınlar" sözü, Rasûlünü, antlaşmalarını bozan, küfre batmış bu
kişilere karşı koyması gereken tavrı emrederek yönlendiriyor. Hiç bir halde
çıkmamak üzere küfre batmışlardı. Şu da bu gerçeği gösterir: Kaleleri kuşatılıp
teslim olduklarında herbirine öldürülmemek için müslüman olmaları teklif
ediliyordu. Onlar da kendi iradeleri ile müslüman olmaktansa öldürülmeyi
tercih ettiler ve kâfir olarak öldüler. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:
"Onlar inanmazlar." İşte onları, savaşta yakalarsan, yani eline imkân
geçmiş durumda bulursan, şiddetle, sertçe, acımadan vur. Hatta, arkalarında
durup, Kureyş kâfirlerinin ve diğerlerinin seni mağlub etmesini gözleyen İslâm
düşmanlarım da dağıt. Umulur ki ders ve ibret alırlar da, bundan böyle seninle
savaşıp çarpışmayı düşünmezler.
"Bir kavmin hainlik
yapmasından korkarsan [91]haber
vererek sen de
(andlaşmayı) bir kenara at. Şüphesiz Allah
hainleri (antlaşma bozanları) sevmez." Bu da Rasûlüllah'ı (s.a.v.)
başarılı savaş planlarına ilişkin bir yönlendirmedir: Şayet andlaşma yaptığın
bir kavmin andlaşmayı bozacağından korkarsan, bunun belirtileri gözükmüşse ve
alâmetlerini algılamışsan; andlaşmayı bozarak ve bozulduğunu sen de, onlar da
tam olarak bilesiniz diye karşı tarafa ilân ederek o andlaşmayı kaldır at.
Bildir ki seni andlaşmayı bozmakla itham etmesinler. Allah andlaşma bozanları
sevmez. Sonra Allah'tan yardım dileyerek savaş onlarla... Andlaşmayı bozanlar
yenilecektir. Bu bir kesin kararlılık göstergesidir. Çünkü düşman sürekli
andlaşmayı bozmaya niyet etmişse, andlaşmada eksiklik olmuştur. O zaman, gafil
avlama (ansızın saldırma) unsurunun düşmanın elinden derhal sökülüp alınması
gerekir. Bu, savaşlarda Önemli bir unsurdur.
"İnkâr
edenler..." Bedir Savaşı'ndan kaçan Kureyş kâfirleri "... geçtiklerini
..." atlattıklarını, Allah'ın kendilerine güç yetiremediğini "...
sanmasınlar. Onlar..." hiçbir zaman Allah'ı "... aciz
bırakamazlar." Zira ne kaçan Allah'tan kurtulabilir, ne de bir kimse O'na
galip gelebilir. [92]
1- Yaratıkların
en şerlileri kâfirlerdir.
2- Zulme, şerre ve fesada dalanlar hakkında
Allah'ın tutumu hak ettikleri cezayı vermesidir.
3- Başka düşmanları caydırsın diye komutanın
düşmana sıkıca ve şiddetle vurması yararlı bir savaş usûlüdür.
4- Andlaşmaya
ihanet ve bozmak haramdır.
5- Andlaşmanm bozulduğunu İlân etmek de, düşmanı
ansızın vurmak da caizdir. Elbette, düşmanın andlaşmayı bozmaya kararlı
olduğunu gösteren açık belirtiler ortaya çıkmışsa...[93]
Ansızın vurulur ki, gafil avlanılmasın. [94]
60- Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen
atlar (savaş araçları)
hazırlayın. Bununla Allah'ın
düşmanını, sizin de
düşmanınızı ve onlardan
başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın
bildiği (düşman) kimseleri
korkutursunuz. Allah yolunda ne
harcarsanız, tam olarak
size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.
61- Eğer
onlar barışa yanaşırlarsa sen
de yanaş ve
Allah'a dayan. Çünkü O,
işitendir, bilendir.
62- Eğer
sana hile yapmak
isterlerse (korkma), Allah
sana yeter. O ki yardımıyla
seni ve mü'minleri destekledi.
63- Ve
onların kalplerinin arasını
uzlaştırdı. Sen yeryüzünde
olan herşeyi verseydin,
yine onların kalplerinin
arasını uzlaş-
tıramazdın, fakat onların
arasını Allah uzlaştırdı. Çünkü
O, daima üstündür,
hikmet sahibidir.
Hazırlayın.Güç
yetirebildiklerinizi.Kuvvetten. Savaş gücü. Çeşitli türde silahlar.Size
verilir. Ecri ve sevabı size tastamam verilir.Barışa yanaşırlarsa. Savaşmamaya
yönelir ve rağbet ederlerse.Allah sana yeter. Onların serlerine karşı sana
Allah yeter ve onlara karşı sana Allah yardım eder.Kalplerini birbirine
ısındırdı. Birbirinden nefret ediyorken ve ayrılık içindeyken Ensar'ın
gönüllerini uzlaştırdı.O Aziz ve Hakimdir. Meselesine hakim, fullerinde ve kullarının
işlerini düzenlemede hikmet sahibidir. [95]
Bedir Savaşı'nın
bitişi, müşriklerin orada hezimete uğrayışı, hepsinin Mekke'ye mü'minlere
kızgın durumda dönüşü, hatta Ebu Süfyan'ın defalarca intikam alınacağını
vaadetmeye başlayışıyla -ki Uhud Savaşı bunun sonucundan başka birşey
değildir- burada Allah-u Teâlâ, Rasûlü ile mü'minlere kuvvet hazırlamalarını
ve bu uğurda ellerinden gelen herşeyi yapmalarını emretti: "Onlara karşı
gücünüz yettiği kadar kuvvet..." Hz. Peygamber (s.a.v.)
"kuvvet"i atmak olarak tefsir etmiştir: "Dikkat edin, kuvvet,
atmaktır." Bunu üç defa söylemiştir. "... ve cihad için bağlanıp
beslenen atlar hazırlayın.[96]
Bununla Allah'ın düşmanını, kendi düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz
Allah'ın bildiği kimseleri (düşmanları) korkutursunuz."
Allah-u Teâlâ, mü'min
kullarına çeşit çeşit kuvvet hazırlamalarını emrettikten sonra, at bağlayıp
evlerinin önünde cihada hazır tutmalarının kâfir ve münafık Allah düşmanlarını
korkuttuğunu haber veriyor. Yani bu iş onları korkutur da müslümanlara
saldırıp savaşmayı düşünmezler. İşte silahlı barış denilen şey budur. Eğer
ümmet, savaşa muktedir olarak silahlanmış olursa, bu ümmet düşmanlarını
korkutur da savaşmazlar. Ama müslümanları sayıca ve silahça yetersiz,
düşmanlarına karşı koymaya gücü yetmez durumda görürlerse, bu hal onları
ümmetle savaşmaya tahrik eder ve de savaşırlar.
"Ve onlardan
başkaları" sözünden maksat, Kureyş kâfirlerinden başkaları demektir.
"Sizin
bilmediğiniz, Alllah'm bildiği" sözünden İfade edilenler yahudiler,
mecusiler veya münafıklar olabileceği gibi cinler de olabilir. Allah-u Teâlâ onların
adını vermedikçe, kesin bir dille, onlar, falancalardır, demek doğru değildir.
Şu kadarı var ki, müslümanların düşmanlarının, insan ve cin bütün yeryüzü
müşrikleri ile kâfirleri olduğunu biliyoruz.
"Allah yolunda ne
harcarsanız, size tam olarak ödenir, hiç haksızlığa uğramazsınız." Allah-u
Teâlâ, müslümanların az veya çok Allah yolunda, yani cİhad için harcadıklarının
karşılığını, onlara tam olarak, hiçbir şey eksiltmeden vereceğini bildiriyor.
"Hiç haksızlığa uğratılmaksizın" hal cümlesidir. Anlamı ise, Allah-u
Teâlâ, yolunda harcananların sevabını eksik vererek zulmetmez demektir. 60.
ayetin muhtevası b--1ur.
61. ayet ise şöyledir:
"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. O,
işitendir, bilendir."[97]Allah-u
Teâlâ, o günkü cihadın komutanı olan peygamberine düşmanları ne zaman sulh
ister, barışa yönelir ve samimiyetle rağbet ederse barışı kabul etmesini
emrediyor. Çünkü O Azap Peygamberi değil, Rahmet Peygamberi'dir. Bu konuda
Allah'a tevekkül etmesini de emretti. Yani barışı kabulde O'na itaat eder,
meseleyi O'na ısmarlar ve O'na güvenir. Çünkü, düşmanlarının şerrine karşı ona
Allah yeter.
Allah, onların
sözlerini işitir ve yapıp ettiklerini de, durumlarını da bilir. Onların hiçbir
şeyi O'na gizli değildir. Bu sebeple, eğer barış isteyerek hile yapmak
niyetindeyseler, hilelerinin şerrine karşı Rasûlüne Allah yeter. 62. ve 63.
ayetlerin manası budur.
"Eğer..."
barışa meyletmekle "... sana hile yapmak isterlerse, sana Allah yeter. O
ki..." Bedir'de "... seni ve mü'minleri yardımıyla destekledi. Ve
onların kalplerinin arasını uzlaştırdı." Kin ve düşmanlıkla kaplı ve en
küçük ve basit sebepler yüzünden birbirinden nefret eden o gönülleri
uzlaştırdı. Ensar, aralarında süren büyük bir düşmanlık üzere yaşıyordu. Hatta
aralarında yüzyirmi senelik savaş vardı. Müslüman olunca barıştılar, bütün
düşmanlık ve nefret belirtileri yok oldu ve tek bir vücut oldular. Bunu
Allah'tan başka kim sağlayabilirdi ki? Vallahi, hiç kimse.
"Sen yeryüzünde
bulunan herşeyi..." altın, gümüş, deve, sığır, koyun vb. "... şeyler
verseydin yine onların arasım uzlaştıramazdm." [98]
1- Kuvvet
hazırlamak farzdır. Bu, o günün şartlarına göre her devirde geçerlidir.
Geçmişte kuvvet, mızrak, kılıç ve at bulundurmaksa, bugün savaş uçağı, füze,
nükleer bombası, tank, denizaltı ve savaş gemisidir.
2- Bir kural
açıklanıyor: Silahlı Barış. Geniş bilgi için âyetlerin tefsirine bakınız.
3- Gerçek müslüman oldukları sürece müslümanlar
düşmansız olmaz. Çünkü insan ve cin bütün şer güçler, kendilerine düşmandır.
4- Cihad harcamaları, en hayırlı harcamalardır,
sevapları kat kat verilecektir.
5- Barış belli şartlarda kabul edilebilir, belli
şartlarda da kabul edilmeyebilir. Bu, müslümanların güçlü ve zayıf oluşlarına
göre değerlendirilir. [99]
64- Ey peygamber, Allah sana
ve sana tâbi olan
mü'minlere yeter.
65- Ey
peygamber, müzminleri savaşa
teşvik et Eğer
sizden sabreden yirmi
kişi olsa, iki
yüz (kâfir)i yenerler.
Sizden yüz kişi olsa kâfirlerden
bin kişiyi yenerler. Çünkü
o kâfirler anlamaz bir
topluluktur.
66- Şimdi
Allah sizden (yükü)
hafifletti, sizde zaaf
olduğunu bildi. Bundan
böyle sizden sabreden
yüz kişi olsa
ikiyüz (kâfir)i yenerler.
Ve eğer sizden
bin kişi olsa
Allah'ın izniyle i-kibin
(kâfir)i yenerler. Allah
sabredenlerle beraberdir.
Allah sana yeter.
Düşmanlarının ve diğerlerinin durumuyla ilgili her hususta sana Allah yeter.
anabi olan mü'minlere
de Allah yeter. Düşmanlarının durumundan ilgilendikleri hususlarda onlara Allah
yeter.Mü'minleri savaşa teşvik et. Onları özendirip, sakındırarak savaşa teşvik
et.Sabredenler. Savaşta sebat eden, direnci kırılmayan ve bozulmayan, aksine
direnen ve savaşan.Anlamazlar. Savaş sanatlarından ve ustalığından öte, savaşm inceliklerini
ve sonuçlarını anlamazlar. [100]
Cenab-ı Hakk,
Rasûlüne, bütün insanların üstünde bir onur verdiği peygamberlik unvanıyla
sesleniyor: "Ey peygamber..." buyuruyor. Ve hem Rasûlüne, hem de ona
tâbi olan mü'minlere, düşmanlarına karşı kendisinin (Allah'ın) yeteceğine,
düşmanları ile savaştıkları sürece kendisinin (Allah'ın) onlara yardım edip destekleyeceğine
teminat vererek ne güzel bir, bildirimde bulunuyor: "Sana da, sana tâbi
olan mü'minlere de Allah yeter."
Sonra onlara, Allah'ın
İzniyle zafere götüren sebeplere sarılmaları için, ikinci defa şöyle
sesleniyor: "Ey peygamber mü'minleri savaşa teşvik et." Sonra hem
Peygamberine, hem de izinden giden mü'minlere şöyle emrediyor: "Eğer
sizden..." savaşta "... sabreden yirmi kişi olsa..." bunlar
"... ikiyüz kişİ-yi yenerler?" Ve eğer yüz sabırlı mü'min olsa, bin
kâfiri yenerler. Bunun gerekçesi de açıklanıyor: "Çünkü onlar (kâfirler)
anlamaz bir topluluktur." Savaş inceliklerini anlamazlar. Savaş
incelikleri şunlardır: Allah-u Teâlâ'ya kulluk etmek, yeryüzünden zulmü silmek,
Allah'ın mü'minlerden şehidler alıp onları katındaki şehitler makamında konuk
etmesidir. Kâfirler, bunları anlamazlar. Onun için savaşa karşı basiretleri
(kalp gözleri) kapalıdır. Çünkü sadece yaşamak için savaşırlar. Hayatlarında
tehlike sezince, yaşamak isteyerek savaşı bırakırlar. Bundan da öte,
mü'minlerin aksine savaş usûllerini ve yararlı araçlarını bilmeyen cahillerdir.
Mü'minlerse bilgindir. Herşeyi bilirler. Yani böyle olması farzdır. Çünkü iman
zayıflarsa, imanı izleyen ince anlayış ve ilim zayıflar; onun yerini, bugün
müslümanlarda gözlemlendiği gibi cahillik ve zaafiyet belâsı alır. "Şimdi
Allah sizden (yükü) hafifletti, sizde zaaf bulunduğunu bildi. Bundan böyle
sizden sabreden yüz kişi olsa, ikiyüz (kâfir)i yenerler. Ve eğer sizden bin
kişi olsa, Allah'ın izniyle ikibin (kâfir)i yenerler. Allah sabredenlerle beraberdir."
İşte şu anda, sizde
zaaf olduğunu bilişinden, yani bir kişinin on kişiyle, on kişinin yüz kişiyle,
yüz kişinin bin kişiyle savaşmaya güç yetiremeye-ceğinİ bilişinden sonra
Cenab-ı Hakk size merhamet ve ihsan ederek görev yükünü hafifletti. İlk hükmü,
bir kişinin iki, on kişinin yirmi, yüz kişinin ikiyüz,bin kişinin de ikibin
kişi ile savaşabileceğine dair olan bu ikinci hükümle nes-hetti. Bu, şu
demektir; Mü'min bir kişinin iki kişinin önünden kaçması caiz değildir. Ama iki
kişiden çok olurlarsa, caiz olur. Diğer oranlar da böyledir. On müslümamn yirmi
kâfirden kaçması caiz değildir. Ama meselâ otuz ya da kırk kişiden kaçmaları
caizdir. Tabii bu sadece yükü, güçlüğü ortadan kaldırmak türündendir. Değilse
bir mü'minin on kişiyle de, daha fazlasıyla da savaşması caizdir. Nitekim Mute
Savaşı'nda üçbin sahabi, yüzellibin Bizanslı ve Arap müttefikleriyle
savaşmıştır.
"Allah'ın
izniyle..." O'nun yardım edişi ve destekleyişi ile. Çünkü Al-lah-u
Teâlâ'nın yardımı ve izni olmadan zafer kazanılamaz. "Allah..."
destekleyerek, yardım ederek "... sabredenlerle beraberdir." Allah-u
Teâlâ'nın desteklemesi ve yardım etmesi için sabır şart koşulmuştır. Allah,
savaşa karşı sabretmeyen (sebatkâr olmayan) kimseye yardım edeceğine ve
destekleyeceğine dair verdiği sözü yerine getirmekle yükümlü değildir. [101]
1- Allah-u Teâlâ'dan başka her şeye gücü yeten
yardımcı yoktur. Kim ki Allah-u Teâlâ'dan başka her şeye gücü yeten kimseler
olduğunu zannederse şirk koşmuştur.
2- Mü'minleri
her zaman ve mekânda cihada özendirmek gerekir.
3- Bir
kişinin bir ve iki kâfir kişi önünden bozulup kaçması haram, daha fazlasının
önünden bozulup kaçması ise caizdir. Kaçmayıp savaşmak daha makbuldür.
4- Mücahidlerİn akıl, ruh ve ustalık bakımından
ince anlayışa kavuşturulması gerekir.
5- Savaş alanlarında tutunmak farz, bozgun
haramdır. Mü'minlerin sayısı onikibin veya daha fazla askere varmışsa, bu,
Allah-u Teâlâ'nın izni ile sayı azlığından dolayı mağlub olmaz.
6- Allah, ilimle, destekle ve yardımla, savaşta
bozulanlarla değil tutunanlarla beraberdir. [102]
67- Yeryüzünde
ağır basıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz,
geçici dünya malını istiyorsunuz. Allah ise (sizin için) ahireti istiyor.
Allah daima üstün ve hikmet sahibidir.
68~ Eğer
Allah'tan bir yazı geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı
size mutlaka büyük bir azab dokunurdu.
69- Artık
elde ettiğiniz, ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin ve
Allah'tan korkun! Şüphesiz
Allah bağışlayandır, merha-
met edendir.
Esir kelimesinin
çoğuludur. Harpte tutulup esir alı-
Esirler. Nanlar Yeryüzünde
düşmanı korkutacak bir güç ve şiddete sahip olmadan.Dünya malı. Çünkü mal gelip
geçicidir, elde kalmazsaydı. Bedir esirleri için aldığınız fidye
sebebiyle.Helâl, temiz olarak. 'Tayyib' kelimesi burada, gerekli olan
he-lâliyet için te'kiddir.Allah'tan sakının O'na ve Rasûlüne, emirlerinde ve
yasaklarında itaat ederek Allah'tan sakının. [103]
İlâhi kelâm Bedir
Gazvesi olaylarına devam ediyor. Ömer ve Sa'd bin Muaz (r.a.) dışında ashab,
içinde yaşadıkları zor hayat şartlan sebebiyle esirlere fidye alınmasını
arzuladılar. Fidye konusundaki bu arzuları, Allah-u Teâlâ'nın fidyeyi helal mi,
haram mı kıldığını bilmeksizin olmuştu. Fakat Hz. Ömer, bulduğu esiri mutlaka
öldürüyordu. Sa'd ise şöyle demişti: "Savaşta düşman öldürmekte aşırı
gitmek, geriye adam bırakmaktan daha iyidir." Fidye alıp verme işi
bitince, fidyecileri şiddetle azarlayan bu âyet-i kerime indi.
"Arazide..."
düşman topraklarında öldürüp sürerek "... galip gelinceye kadar hiçbir
peygambere esirler sahibi olması yakışmaz."[104]
Fidye almak veya bedelsiz salıvermek için sağ bırakıp savaş esirleri alması
doğru değildir, gerekli de değildir. Ama peygamber güçlenip kuvvetlenmişse ve
düşmanlarının gözünde büyümüşse esir alabilir. Yani bedelsiz serbest bırakmak
veya fidye almak için esir olarak sağ bırakabilir.
"Siz geçici dünya
malını istiyorsunuz." Bu da Allah-u Teâlâ'nın azarlamalarından biridir.[105]
Çünkü esirleri sadece dünya kırıntısı, yani para-pul istedİkleri için, fidye
karşılığında serbest bırakmışlardı. "Allah ise âhireti istiyor."
Sizin isteğinizle Rabbiniz'in sizin için istediği şey farklı. Siz gelip geçici
dünya malını istiyorsunuz, Allah'sa sizin için ebedi nimeti diliyor.
"Allah daima
Üstün ve hikmet sahibidir." Meselesine hakimdir; kendisine tevekkül edip
işini O'na havale edene yardım eder. Yapıp ettiklerini hikmetlice yapar.
Dostlarını yardımsız koyup düşmanlarma yardım etmez. Ey mü'minler, kendi
arzunuzu Rabbinizin arzusuna bırakarak O'nun rızasını istemelisiniz.
"Eğer Allah'tan
bir yazı geçmemiş olsaydı/0 aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azab
dokunurdu." Allah-u Teâlâ'nın ilminde ganimetlerin bu ümmete helâl olduğu
geçmemiş ve bu Levh-i Mahfuz'da yazılmamış olsaydı, fidye almaya razı
oluşunuzdan ve fidye alışınızdan dolayı büyük bir cezaya çarptırılırdınız.
"Artık elde
ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin."(2) Bu, Allah-u
Teâlâ'dan Bedir Gazvesi'ne katılanlara ganimet mallarını, hatta esir-ler için
ödenen fidyeyi yemeye bir izindir ve Allah'tan (c.c.) bir lûtuftur.
"Allah'tan
korkun!" Mü'minlere Allah'ın ve Rasûlünün emirlerini tutmak,
yasaklarından kaçmak suretiyle korkmalarına dair bir emir.
"Allah
bağışlayandır, merhamet edendir." Allah-u Teâlâ, tevbe eden kullarını
bağışlayıcı ve mü'minlere merhametlidir. Bu, onlara azab etmemesiyle ortaya
çıkmıştır. Çünkü kendilerini bağışlayarak,arzuladıkları şeyleri helâl
kılmıştır. Hadiste şöyle geçer: "Umulur ki Allah-u Teâlâ Bedir Savaşı'na
katılanların bir daha günah işlemiyeceklerini bildiği için, dilediğinizi yapın,
sizi bağışladım, buyurmuştur." [106]
1- Allah-u Teâlâ cihaddaki İslâm komutanlarını,
düşmanı topraklarında öldürüp sürerek yere sermedikçe esirleri fidye ile veya
bedelsiz serbest bırakmamaya yönlendiriyor. Düşman artık onlardan korkup
çekindiğinde, işte o anda esirleri fidye karşılığında veya bedelsiz serbest
bırakabilirler.
2- Allah'ın emrini bırakıp da dünyaya rağbet
ettirmekten kaçınmalıdır. Çünkü ne kadar da olsa sonuçta dünya malı Allah
rızası karşısında çok çok değersizdir. Ahİrete rağbet etmelidir. Çünkü ecri
muazzamdır.
3- Ganimet
helâldir.
4- Emirde ve
yasakta Allah'a ve Rasûlüne itaat ederek Allah'tan korkmalıdır. [107]
70- Ey
Peygamber, ellerinizde bulunan
esirlere söyle: "E-ğer Allah sizin
kalplerinizde bir hayır
olduğunu bilirse, size
sizden alınandan (fidye)
daha hayırlısını verir
ve sizi bağışlar.
Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
71- Eğer
sana hainlik yapmak isterlerse,
daha önce Allah'a da
hainlik yapmışlardı. Bu
yüzden (Allah) onların
mahvedilmele-ri için (sana)
imkân verdi. Allah
(herşeyi) bilendir, yerli yerince
yapandır.
Esirlerden. Abbas b.
Abdülmuttalib (r.a.) gibi kendilerinden fidye alman Bedir esirleri.Allah
onların kalplerinde bir hayır bilseydi. Yani kafir- lerden savaş sırasında
alman esirlerin kalplerinde. Samimi bir i
iman ve tam bir
ihlâsSizden aldıklarından. Yani fidye parası.ESer sana hıyanet etmeyi
isterlerse. Esirler, sana hıyanet etmek isterlerse.Daha önce (esir düşmeden
önce) Allah'a hıyanet etmişlerdi.Hıyanetleri ise, Mekke'de kâfirlikleriyle
yaptıklarıdır.Onlardan dolayı imkân verdi. Ey mü'minler, onlara karşı size
imkân tanıdı da kâfirleri öldürdünüz ve esir aldınız.Allah âlim ve hâkimdir.
Kullarını bilir ve yapıp ettiğinde, takdisi J1^"*- rinde hikmet sahibidir. [108]
Bu âyet-i kerime,
Abbas b. Abdülmuttalib (r.a.) hakkında inmiştir. Kendisi de: "Bu âyet
benim hakkımda indi" derdi. Olay şöyle olmuştu: Abbas b. Abdulmuttalip esir
düştükten sonra [109]müslüman
oldu, müslümanlığını ilân etti ve Rasûlüllah'tan (s.a.v.), kendisinden alınmış
fidyenin geri verilmesini istedi. Rasûlüllah da (s.a.v.) bunu reddetti. Allah-u
Teâlâ, bunun üzerine şöyle vahyetti: "Ey Peygamber, ellerinizde bulunan
esirlere şöyle de: Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır..." hakiki bir
müslümanlık "... olduğunu bilirse, size sizden alınandan[110]
daha hayırlı..." bir mal "... verir ve sizi..." Allah'ı ve
Rasûlünü inkâr edişiniz ve Allah'la Rasûlüne karşı savaşmanızdan oluşan
günahlarınızı "... bağışlar. Allah bağışlayandır..." tevbekâr
kullarının günahlarını bağışlar, "... esirgeyendir." Mü'min kullarını
esirger. Tevbe ettikten sonra artık onları hesaba çekmez. Aksine dünyada ve
ahirette rahmeti İle merhamet eder.
"Eğer sana hainlik
yapmak isterlerse..."[111]Eğer
şu, kendilerinden fidye
alman ve müslüman
olduklarını ilan ederek kelime-i şehadet getiren esirler, müslüman olduklarını
açıklayarak sana hıyanet etmek ve seni aldatmak istiyorlarsa, sonra,
memleketlerine varır varmaz kâfirliğe döneceklerse, onlara aldırış etme ve
onlardan yana korkma! Onlar daha önce de kâfir olmakla ve şirk koşmakla Allah'a
hıyanet etmişlerdir. "Bu yüzden..." Allah onlara karşı mü'minlere
imkân verdi, kâfirleri mü'minlerin, avucuna düşürdü, mü'minlerin tahakkümü
altına soktu. Küfre dönerlerse, Allah da dönüverir de sizi onlara musallat
kılıp kendilerine karşı size yine imkân verir.
"Allah bilendir,
hikmet sahibidir." Herkesin niyetlerini ve davranışlarını bilir.
Haklarında verdiği kararda isabetlidir, hikmetlice karar vermiştir. Dikkat
etsinler; Allah (c.c.)'den çekinsinler; güzel müslüman ve imanlarında samimi
olsunlar, Bu, onlar için en hayırlısıdır. [112]
1- Rasûlüllah'ın (s.a.v.) amcası Abbas hakkında
âyet inmiştir. Bu da Abbas (r.a.) müslüman olduktan sonraki faziletini
gösterir.
2- Hayrı ve
salih niyetleri uygulamaya koymak gereklidir ve faziletlidir.
3- İslâm'a ve Kur'an'a "hayr" ismi
verilebilir. Gerçekten her ikisi de hayr'dır ve hayr'ın tamamıdır.
4- Bir kul Allah için birşeyi terkederse, Allah
onun yerine ona mutlaka terkettiği şeyden daha hayırlısını verir.
5- Allah'a (c.c.) hiç kimse galip gelemez, kaçan
da O'ndan kurtulamaz. O halde dikkat: O'ndan korkulsun ve O'na tevekkül
edilsin! [113]
72- Onlar
ki inandılar, hicret ettiler,
Allah yolunda mallarıyla
canlarıyla savaştılar. Ve
onlar ki (muhacirleri) barındırdılar ve yardım
ettiler. İşte onlar
birbirlerinin velisidirler.
73- İnkâr
edenler birbirlerinin velisidirler. Eğer
bunu yapmazsanız (siz
de birbirinize veli
olmazsanız), yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşalık olur.
74- Onlar
ki inandılar, hicret
ettiler, Allah yolunda
savaştılar. Onlar ki
(muhacirleri) barındırdılar ve
yardım ettiler, işte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için bağış ve bol rızık vardır.
75- Onlar
ki sonradan inandılar,
hicret ettiler, sizinle
beraber savaştılar, işte
onlar da sizdendir.
Rahim sahipleri (akraba
olanlar) Allah'ın
Kitabı'na göre birbirlerine (varis
olmaya) daha uygundurlar. Allah
herşeyi bilir.
İman ettiler. Allah'ı
ve Rasûlünü tasdik edip, kıyamete inandılar, Cenab-ı Hakk'ın vaadini ve
vaidini (cennet ve cehennemini) onayladılar.
Hicret ettiler.
Memleketlerini terk edip Medine-i Münev-vere'deki Allah Rasûlüne (s.a.v.)
iltihak ettiler.
Allah yolunda. Allah'a
kulluk etmek, O'nunla beraber başkasına kulluk etmemek, yani İslâm uğrunda.
Barındırdılar.
Muhacirleri barındırdılar, şehirlerine kabul ettiler, düşmanlarına karşı
yardımda bulundular.
Ve sizden yardım
isterlerse. Sizden düşmanlarına karşı kendilerine yardım etmenizi
isterlerse...
Andlaşma. Barış ve
saldırmazlık andlaşması.
İ\ Eğer onu
yapmazsanız. Müslümanlarla dost olmazlarsa ve kâfirlerle ilişkiyi kesmezlerse,
fitne çıkar, (savaş, baskın, sürgün, esaret).
Neseb sahibi akraba.
Bir kısmı
diğerlerinden daha öncedir. Birbirine mirasçı olmakta. Yani birbirlerine
mirasçı olurlar. Fakat yakınlık ölçüsüne göre farklılık gösterirler. [114]
Bedir Savaşı olaylarından
söz etme işinin sona ermesi münasebetiyle, Allah-u Teâlâ mü'minlerin bu zaman
dilimi içindeki durumlarını zikrediyor. Onlar olgunlukta farklı farklıdırlar ve
Allah'ın sözü haktır: "İnanıp hicret edenler ve Allah yolunda canlarıyla,
mallarıyla savaşanlar..." Bunlar bir sınıftır. Bunlar imanı, hicreti,
canla ve malla cihadı birlikte gerçekleştirmişlerler. İkinci sınıfsa, şu ayette
yer alır: "Barındıranlar, yardım edenler..." Rasûlüllah'la (s.a.v.)
muhacirleri şehirlerinde barındırıp yardım edenler. İşte bu iki sınıf,
Muhacirler ile Ensar'dır. Onlar mükemmel (olgun) ve en yüksek makama sahip
mü'minlerdir. Rableri katındaki mükâfatlarının belirtilmesi için ileride bir
daha anılacaklar. "Onlar..." yardımlaşmada, dostlukta ve mirasçı
olmakta "... birbirlerinin dostudurlar." Ancak mirasçı olma hükmü,
Allah-u Teâlâ'mn bu âyetlerinin sonundaki sözüyle nesh olunmuştur: "Rahim
sahipleri, yani anne, baba, evlat ilişkileri olanlar birbirlerine (varis
olmaya) daha uygundur."
Üçüncü sınıf mü'minler
ise Allah-u Teâlâ'mn şu âyetinde zikrolunmuş-tur: "İnanıp da hicret
etmeyenler..." Allah'a, Rasûlüne ve Âhiret gününe inanıp kâfirlerin
arasında kalmaya razı olarak şehirlerinden ve mallarından hicret edemeyen ve
Medine-i Münevvere'ye, Dar-ı Hicret'e iltihak etmeyenlerdir. Hicret etmedikleri
için işte bunlar zayıf imanlılardır. Onlar hakkında Allah-u Teâlâ Rasûlü ile
mü'minlere, yanınıza hicret edip size katılıncaya kadar "onların
velayetinden size birşey yoktur." buyuruyor. Yani ne mirasçılıkta, ne de
yardımlaşmayı ve sevgiyi gerektiren dostlukta birşey yoktur. Ancak Allah-u
Teâlâ, onlar için şu durumu istisna ediyor: Eğer dinleri hususunda mü'minlerden
(Medinedekilerden) yardım isterlerse, yardım ederler. Yalnız o hicret
etmeyenlere saldırıp eziyet eden ile mü'minler arasında bir barış andlaşması
veya mütareke olmaması şartıyla. Bu durumda, Medineli mü'minlerin antlaşmaya
uymaları ve andlaşmayı bozarak hicret etmeyip oturan o kimselere yardım
etmemeleri gerekir. İşte şu ilâhi kelâm buna dairdir: "Fakat onlar, dinde
yardım isterlerse, yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda andlaşma bulunan
bir topluma karşı olmaz. Allah yaptıklarınızı görmektedir." zayıf
imanlılara olduğu kadar kâmil imanlılara da Allah-u Teâlâ'mn tutumlarını bildiğini,
amellerinden ve durumlarından haberdar olduğunu bildirmek için bu cümleyi sözün
sonuna eklemiştir. Öyleyse itaatinden çıkmamak için bu hususlarda Allah-u
Teâlâ'yı gözetmelidirler.
73. âyet ise şöyledir: "İnkâr edenler
birbirlerinin velisidirler." Birbirleriyle İnkârda yardı mi aşırlar ve
birbirlerine mirasçı olurlar. Binaenaleyh, Yüce Allah: "Eğer bunu (siz de
böyle) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşalık olur."
buyuruyor. Yani sevgiyle, yardımla, dostlukla mü'minlerle dost olmak;
sevmeyerek, yardım etmeyerek ve savaş açarak kâfirlere düşman olmak hususunda
size emredileni yapmazsanız, boyutları tahmin edilemez muazzam bir fitne ve
nereye varacağı bilinemez büyük bir fesat olur. Burada fitne şirk, fesat ise
isyanlar ve günahlardır.
74. ayete gelelim. "Onlar ki inandılar,
hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar; onlar ki barındırdılar ve yardım
ettiler. İşte gerçek mü'minler onlardır." İlk sınıf, mü'minlikleri ilân
edilip vurgulandıktan sonra, Rableri katındaki
ödüllerinin
belirtilmesi için tekrar anıldılar. "İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlar
için..." günahlarını Örtmek ve hesaba çekilmemek suretiyle "... bağış
ve bol rızik vardır." O, Rableri katındaki, cennet nimetidir.
Dördüncü sınıf
mü'minleri ise Allah-u Teâlâ şu âyette zikretti: "Onlar ki sonradan
inandılar, hicret ettiler, sizinle beraber savaştılar. İşte onlar da sizdendir."
Bu sınıf, üçüncü sınıftan daha olgun, ancak birinci ile ikinciden sonradır.
Çünkü birinci ve ikinci grup Öncelik hakkını kazanmıştır. İşte bu dördüncü
sınıf onlardan sonra gelmiştir. Ama imanlarından, hicretlerinden ve
cihad-larmdan dolayı Allah (c.c.) onları, Öncekilere katmıştır: "İşte
onlar da sizdendir. Allah'ın kitabına..." Levh-i Mahfuz'da kayıtlı
hükmüne ve takdirine göre rahim sahipleri (akraba olanlar)..." varis
olmakta "... birbirlerine daha uygundurlar." Bu ayetle hicret ve
akitleşme ile olan mirasçılık nesh edilmiş, varisliğin kıyamete kadar
hısımlık, akrabalık ve neseble olacağı kesinleşmiştir.
"Allah herşeyi
bilir." Bu cümle hem müjdeyi, hem de tehdidi kapsar. İman ve itaat ehline
vaadetmekte, şirk ve isyan ehlini de tehdit etmektedir. [115]
1- Rableri katında mü'minlerin olgunlukları ve
derecelerinin yüksekliği farklı farklıdır.
2- En olgun
mü'minler; hem iman, hem hicret ve hem de cihad eden, bu sebeple Öne geçmiş olan
ilk Muhacirlerle, hem iman eden, hem barındıran, hem yardım ve hem cihad eden
Ensar'dır.
3- Bunlardan
sonra da iman, hicret ve cihad eden, ancak bunları Hudey-biye andl aş masından
sonra yapanlar gelir.
4- Mü'min grupların sonuncusu iman eden, ama hicret
etmeyenlerdir. İşte bunlar büyük bir tehlike üstündedirler.
5- Sevgi ile, dostluk ile mü'minlere yardım
etmek; kâfirlere ise düşman olmak, yardım etmemek ve sevmemek farzdır.
6- Hısımlık, neseb ve akrabalık dışındaki
bağlarla mirasçı olmak geçersizdir[116]
[1] Birisine şöyle sorulmuştur; "Duanın kabul
olunduğunu ne zaman anlarsın?" Şöyle cevaplandırmıştır: "Derim
titreyip kalbim ürpererek, gözlerim yaşla dolduğunda..." Hz. Aişe (r.a.)
şöyle demiştir: "Yürek ürpermesi sulucacıbanın (çocukların yüzlerinde ve
başlarında çıkan çıban) yanmasına benzer bir durumdur. Yüreğiniz ürperdiğinde,
hemen o anda dua edin."
[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/286.
[3] İbn Cerir'in düden ve tarihten deliller getirerek
ulaşıp tercih ettiği görüş böyledir. Cumhur ise şu görüştedir: Burada
"enfal"den maksat, Bedir ganimetleridir... Her iki görüş de ihtimal
dahilindedir. Çünkü nefel de, ganimet de vuku bulmuştur. İhtilâfa düşülünce
mesele Allah'a ve Rasûlüne havale edilmiş, Aiiah-u Teâlâ da bu mallar hakkında
şu ayetiyle hüküm vermiştir: "Eğer bİrşey ganimet alırsanız bilin
ki..." (Enfal 41.)
[4] Kerim kelimesini Araplar, bir konuda çirkin olmayan ve
şikayet edilmeyen şeyi nitelemek için kullanırlar.
[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/286-287.
[6] Hasan Basri'ye "Ebu Saicl, sen mü'min
misin?" diye sordular. "İman iki türlüdür. Sen bana Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe ve kadere imanı
soruyorsan ben buna inanıyorum (mü'minim). Yok eğer Allah'ın: "Mü'minler o
kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir..."den, "İşte
gerçek mü'minler onlardır"a kadarki sözünü soruyorsan, vallahi ben
onlardan mıyım, yoksa değil miyim, bilmiyorum!.." dedi.
[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/287-288.
[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/289.
[9] Yaklaşık 30 Kureyşlinin bulunduğu Ebû Süfyan'in ticari
kafilesi.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/289-290.
[11] Bakara Süresi ayet 216.
[12] Çünkü Ebu Süfyan, bazı atlılar vasıtasıyla Muhammed'in
(s.a.v.) kendi kervanını vurmak üzere adamlarıyla yola çıktığı haberi
kendisine ulaşınca, Dam-dam el-Gıfari'yi kiralayıp Mekkelilere gönderdi.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yola çıktığını haber veriyor ve kafilelerini kurtarmak
için asker toplamalarını emrediyordu. Allah Rasûlü ile ashabına ise, Zefiran
Vadisi'ne girip çıktıklarındaKureyşlilerin kervanlarını korumak üzere yola
çıktıkları haberi geldi. Hz.Peygamber (s.a.v.) ashabı ile istişare etti. Hz.
Ebu Bekir kalkıp konuştu. Güzel şeyler söyledi. Sonra Hz. Ömer konuştu. Ravi,
"Ömer de güzel şeyler söyledi," dedi. Sonra Mikdad b. Amr kalktı ve
dedi ki: "Ya Rasûlüllah, Allah'ın sana emrettiğiğini yap, biz seninle
beraberiz. Vallahi, sana asla İsrailoğullarının Musa'ya: 'Sen ve Rabbin gidin
de savaşın. Biz burada oturuyoruz!1 (Maide/24) dc-diği gibi demeyeceğiz. Ama
sen ve Rabbin de savaşın; biz de sizinle beraber savaşacağız. Seni hakla
gönderene andolsun ki bizi Berki'l-Gamad'a (Araplarca dünyanın sonu sayılan bir
mevki. Çev.) sürsen, oraya ulaşıncaya kadar seninle birlikte kılıç
sallarız." Hz. Peygamber (s.a.v.) ona: "Güzel!" dedi ve
kendisine hayır dua etti. Sonra: "Ey insanlar, bana fikrinizi
söyleyin!" dedi. Ensar'ı kastediyordu. Sa'd b. Mu'az: "Sanki bizi
kastediyor gibisin Ya Rasûlüllah!" dedi. "Evet," buyurdu. Sa'd,
Hz. Peygamberi (s.a.v.) sevindirecek sözler söyledi. O anda Rasûlüllah
(s.a.v.): "Allah'ın bereketi üzere yürüyün! Müjdeler olsun! Allah bana iki
gruptan birini vaadetti," buyurdu.
[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/290-291.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/293-294.
[15] Burada parmaktan maksat kılıç ve kargı tutan
parmaklardır. Onlara vurulunca mü'minlerle savaşıp vuruşamazlar.
[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/294-295.
[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/295-296.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/297.
[19] AIlah'a hamd olsun ki, "ebedi kalmak üzere"
demedi de, "onun yeri cehennemdir" dedi. Bu sebeple, Hz. Peygamer
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur; "Kim,
'Estağfirullahellezi lâ ilahe illâ hüve'l-hayyu'l-kayyum ve etûbu ileyh
'(kendinden başka ilah olmayan Hayy ve Kayyum Allah'tan bağışlanmamı diler ve
O'na tevbc ederim) diyerek tevbe ederse, savaştan kaçmış da olsa günahları
affolunur."
[20] Rasûlültah (s.a.v.) birçok kez (avucuyla kum)
atmıştır. Huneyn Savaşı, Uhud Savaşı, Hayber Sava§t gibi. Hayber'de bir kaleye
bir ok atmış ve o ok yatağında uyumakta olan İbn Ebi'l-Hakik'a isabet edip
öldürmüştür. Bedir Savaşında kâfirlerle. Burada kasdedilen odur. Çünkü sûre,
Medine'de inmiştir. Kureys/in aleyhine aldığı öldürme hükmünü uygulamak
isteyerek Mekke'de kapısının önüne dikilenlerin gözlerine kum atışı dışında,
bundan (Bedir'deki ok atışından) önce bir ok atışı daha yoktur. Rivayet olunur
ki, Mekke'de müşriklere bir avuçcuk toprak atmış, onlar gözlerini silmekle
meşgul olurken Rasûlüllah (s.a.v.) kurtulmuştur.
[21] Bu sözü hem Mekke'de savaş hazırlığı yaparken, hem de
savaştan önce Bedir alanında söylemişlerdir.
[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/298-300
[23] Bu haram kılma, sûrenin sonunda şarta bağlanmıştır.
Karşı taraf bir kişiye iki kişiden fazlasının, yüz kişiye ikiyüz kişiden
fazlasının, iki bin kişiye dört bin kişiden fazlasının düşmesi gibi, iki kattan
fazla ise, bu durumda firar caizdir.
[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/300.
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/301.
[26] Yahudi ve münafıkların tutumunu takınmak da yasaktır.
Çünkü Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) davetine karşı hepsinin durumu öyleydi.
[27] Buhari'de İbn Abbas'tan (r.a.) şöyle bir rivayet
vardır: "Allah nazarında yaratıkların en şerlisi düşünmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir." İbn Abbas: "Bunlar Abdüddaroğulları'ndan birkaç
adamdır" demiştir. Ama âyet, durumu böyle olan herkesi kapsar.
[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/301-302.
[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/302-303.
[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/304.
[30] Âyette kâfirliğin ve cahilliğin insan İçin manevi bir
ölüm olduğuna delil vardır.
[31] Birçok muhaddis rivayet etmiştir: Hz. peygamber
(s.a.v.): "Allahım, ey kalpleri evirip çeviren, kalplere hükmeden,
kalbimi dininde sabit tut!" diye dua edermiş. Müslim'in rivayeti ise
şöyledir: "Allahım, ey kalpleri yönelten! Kalplerimizi itaatine
yönelt!"
[32] İbn Abbas bu âyet için şöyle der: "Allah-u Teâlâ
mü'minlere gözleri Önünde işlenen münkeri (dinin hoş görmediği herşey)
onaylamamalarını emretmiştir. Değilse azap geneli kapsar." Müslim'de
Zeyneb bint Cahş'tan (r.a.) rivayet olunur: Zeynep: "Ya Rasûlüllah, aramızda
salihler varken helak olur muyuz? diye sormuş. Efendimiz de (s.a.v.):
"Evet, eğer kötülük çoğalmışsa..." buyurmuştur.
[33] Ahmed bin Hanbel, Ümmü Seleme'den (r.a.):
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: "Ümmetim arasında isyanlar
ortaya çıktımı, Allah o anda azabı genele gönderir." Dedim ki: "Ya
Rasûlüllah. aralarında salih insanlar yok mudur?" "Evet vardır."
buyurdu. "Onlara ne olur?" dedim. "İnsanların başına ne
geldiyse onlara da gelir. Sonra Allah'ın mağfiretine ve rızasına ulaşırlar,"
buyurdu.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/304-306.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/306.
[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/307.
[37] Âyet küçük büyük her günahı kapsar. Âyetin Ebu Lubâbe
hakkında indiği rivayet olunur: "Allah Rasûlü (s.a.v.), Ebu Lübabe'yi
Kurayzaoğullan'na Rasûfüllah'ın (s.a.v.)
vereceği hükme razı olarak teslim
olmaları için göndermişti. Bu
konuda Kurayzalılar, Ebu Lübabe'nin fikrini sordular. Eliyle boğazını işaret
etti, yani öldürüleceksiniz, dedi." Bu durum, âyetin umumi olmasını
engellemez.
[38] Bu âyet de her ne kadar Ebu Lübabe hakkında inmiştir
denilse de, âyetin hükmü umumidir.
[39] Bazıları, furkani kazandıran takvayı şöyle tarif
etmişlerdir: Emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak, harama kayarım
diye şüphelileri bırakmak, gönlü ihlâslı niyetle, azaları salih amelle
doldurmak, gizli ve açık şirk şaibelerinden korunmaktır.
[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/308-309.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/309.
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/310.
[43] Ölüm kararının verilmesi Seylan'ın önerisiyle
olmuştur. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.v.) meselesini konuşup görüşürlerken
yanlarına gelip, fikrini açıklamıştır. Necidli bir ihtiyar kılığında
gelmişti. Şeytanın Önerdiği öldürme
fikrini kabul edip, diğerlerinin sunduğu sürgün ve hapis önerilerini
bırakmışlardır.
[44] Hz. Ali'yi, kendisine ait yeşil bir bürdeye hırkaya bürünmüş
olarak yatağında bıraktıktan sonra.
[45] Böyle diyenlerden biri de Nadr b. Haris'ti. Ticaret
için Hirc'ye gitmiş, Kelile ve Dimne, Kisra ve Kayser'in başından geçenlere
dair şeyler satın alıp bu olayları anlatmaya başlamıştı. Şöyle diyordu:
"Bunlar, Muhammed'in eskilere dair anlattıklarının benzeridir." Yalan
söylüyordu. Nerede Kur'an'm anlattıkları, nerede Şcytan'ın fısıldadıkları?
[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/310-311.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/311.
[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/313.
[49] Bu lafı Ebu Cehil de etmiştir.
[50] Kurtubi, şu olayı anlatır: İhn Abbas'a bir yahudi
rastlar: "Sen kimsin?" der. "Kureyşliyim" der. O zaman
yahudi: "Sen, Ey Allah eğer bu senin yanından gelmiş gerçekse başımıza
gökten taş yağdır... vs., diyen kavimdensin. Şöyle de- meleri gerekmez miydi:
'Eğer bu senin yanından gelmiş gerçekse bizi ona yönelt.' İşte onlar cahil bir kavimdir,"
dedi. İbn Abbas da: "Sense ey İsrailli, Firavun ile kavminin boğulduğu,
Musa ile kavminin kurtulduğu denizin ıs- laklığı henüz ayaklarında
kurumamışken, 'Ey Musa, (bak) bunların nasıl ilâhları var, bize de öyle bir
yap, diyenlerdensin. (Musa da) siz hakikaten cahil bir toplumsunuz, dedi."
(A'raf Sûresi, 138) Yahudi ağzı dili kirlenerek sustu.
[51] Müslim'in rivayetine göre Ebu Cehil: "Ey Allah,
eğer bu senin yanından gelmiş gerçekse..." deyince, Allah: "oysa sen
onların içinde bulundukça Allah onlara azab edecek değildi..." âyetini
indirdi.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/313-314.
[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/314.
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/315-316.
[55] Kureyşliler Bedir'de yenilince, Ebu Süfyan
Rasûlüllah'la (s.a.v.) savaşmak ve Ölen Kureyş ulularının intikamını almak için
mal toplamaya başladı. Malı topladı ve Uhud Savaşını başlattı. Ancak Allah-u
Teâlâ'nın bildirdiği gibi zarar ziyana uğradı: "Sonra bu kendilerine yürek
acısı olacak."
[56] Ayet kapsamına, Bedir'de ziyafet çekenler de girer.
Bunlar 12 kişiydiler. Her-biri, Bedir'de bulundukları sürece Kureyş ordusuna
günlük 10 deve yediriyor-du. Harcadıkları boşa gitti, zarar ettiler ve
mahvoldular.
[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/316.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/316-317.
[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/318.
[60] Fetih'ten Önce Mekke'de bulunan Ebu Süfyan'la
müşrikler hakkında inmiştir.
[61] Buhari'de geçer: "İslâm, kendinden öncekileri
(günahları) siler süpürür; levbe de tevbe etmezden öncekileri (günahları) siler
süpürür."
[62] Mü'minleri Hicrete zorlama Kureyşlilerin mü'minfere
yönelik fitnesidir. Onlara öyle fitneler uygulamışlardır ki, bu yüzden
Habeşistan'a ve Medine'ye hicrel etmek zorunda kalınmıştır.. Fitne uygulama
derken, şirke ve kâfirliğe döndürmek için onlara işkence etmişlerdir, demek
istiyoruz.
[63] Rasûlüilah'ın (s.a.v.): "İnsanlarla, lâ ilahe
illallah, deyinceye kadar savaşmam emredildi. Bunu söylediler mi, benden hak
edişleri hariç, canlarım ve mallarını korumuşlardır. Hesaplan Allah'a (c.c.)
aittir," buyurması da buna delildir. (Buhari-Müslim)
[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/318-319.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/319.
[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/321-322.
[67] Bu hükmün umumi değil hususi, hatta komutanın:
"Kim bir düşmanı öldürürse, üzerindekiler (seleb) Öldürene aittir,"
sözüne mahsus olduğunda icma vardır. Köleler için de böyledir. Lider öldürmek,
fidye ile serbest bırakmak ve mücahidlere vermek konusunda serbesttir. Kİm bir
düşmanı öldürüp silahı ve atı gibi birşeyini alırsa, o onun olur.
[68] Akrabalar, Rasûiüllah'ın (s.a.v.) akrabalarıdır.
Bunlar, İmam Malik'e göre Haşimoğullan'dır. Şafii ile Ahmed, Haşimoğullarına
Muttaliboğullannı da ilave etmişlerdir. Çünkü Haşimoğulları ile
Muttaliboğulları aynı şeydir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v.) "zilkurba
payını" yani ayette geçen "yakınlar" ifadesinde kastedilenlerin
payını Haşimoğulları ile Muttaliboğulları arasında paylaştırdığında:
"Onlar, beni Cahiliyye döneminde de İslâm döneminde de ayırdetmediier.
Haşimoğulları ile Muttaliboğulları birdir." buyurup parmaklarını birbirine
geçirdi. (Buhari)
[69] Ebu Cehil: "Onlar boğazlanacak develer
gibidirler. Tutup bağlayın!" demişti.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/322-324.
[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/324-325.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/326-327.
[73] Yapılması istenen zikir, dille ve gönülle birlikte
yapılan zikirdir. Ayette Allah-u Teâlâ'yı zikretmenin abdest bozma hali dışında
hiçbir halde terk edilmeyeceğine delil vardır. Kurtubî şöyle der: "Eğer
bir kimsenin zikri bırakmasına izin verilseydi, Zekeriyya'ya izin verilirdi.
Çünkü Allah ona: "Senin alâmetin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü
konuşmam andır. Rab-bini çok zikret!" (Al-i İmran, 13) buyurdu. Bir de
harpteki adama izin verilirdi. Halbuki Allah: "Bir toplulukla
karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin," (Enfal Sûresi, 45)
buyurdu. Bu zikir içten olmalıdır. Ancak saldırının başında tek bir sesle,
Allahü ekber, denilir. Bu, övülmüştür. Çünkü düşmanı dehşete düşürür ve gücünü
zayıflatır."
[74] Bunlar, Bedir Gazvesi'nde kervana yardım için
şarkıcılarla, türkücülerle ve çalgı aletleriyle yola çıkan Ebû Cehille
adamlarıdır.
[75] Bekir b. Kinaneoğulları'ndan Sürâka b. Mâlik b.
Cu'şum. Kureyşliler, Beki-roğullan'nın peşlerinden gelmesinden korkuyorlardı.
Çünkü onlardan bir adamı öldürmüşlerdi. Şeytan Sürâka kılığına girince,
endişeleri yatıştı.
[76] Derler ki: Şeytan Bedir Savaşında, kendisine verilen
sürenin dolduğu gün olmasından korkmuştur.
[77] Bu öldürülenler Bedir'de öldürülen müşrikler de
olabilir, Bedir'de öldürül-meyip Mekke'de vs. öien müşrikler de...
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/327-329.
[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/329-330.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/331.
[81] Bu öldürülenler Bedir'de öldürülen müşrikler de
olabilir, Bedir'de öldürül-meyip Mekke'de vs. ölen müşrikler de...
[82] Hasan Basri: "Arkalarına vurmak demek
sırtlarına vurmak anlamındadır."
Bir adam Ailah Rasûlüne (s.a.v.): "Ya Rasûlüllah, Ebu Cehil'in sırtında
kayış gibi (yani terlik kayışı İzi gibi) bir iz gördüm" dedi. O da:
"Bu, meleklerin dayağıdır," demiştir.
[83] Ruhları alınırken böyle denir. Ruhları alınır alınmaz
cehenneme atılırlar. Kıyamet günü de bu söz melekler tarafından onlara
söylenecektir.
[84] 'Firavun ailesinin gidişi gibi' ifadesi, ruhları
alınırken, kabirlerinde ve kıyamet günü azab görmede Firavun ailesi gibi azap
göreceklerdir şeklinde de anlaşılabilir.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/331-333.
[86] Müslim'in Ebu Zcr'dcn naklettiği hadis de bunu
destekler: Rasûlüllah (s.a.v.): Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor, dedi: "Ey
kullarım, ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım.
Birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım, amellerinizi sizin adınıza bir bir
sayıyorum. Sonra size onların karşılığını vereceğim. Kimi affedersem, Allah'a
hamd etsin. Kim de adaletim gereği ceza bulursa, kendinden başka kimseyi
kınamasın."
[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/333-334.
[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/335.
[89] Beni Nadir de böyle idi. Çünkü onlar da Kureyş'e silah
yardımında bulunmuşlardı. Sonra tutumları ortaya çıkınca özür beyan etmişlerdi.
Kurayza ise, az sonra belirteceğimiz gibi antlaşmasını iki defa bozmuştu.
[90] Allah, Allah... Bu rezil vasıf, bugüne kadar
yahudilerin özelliği olagelmiştir. Ne bir sözlerini tutarlar, ne de bir
borçlarını öderler. Cenab-ı Hakka onlar hakkında şöyle buyururken ne kadar da
doğru buyurmuştur: "Ne zaman bir andlaşma yaptılarsa, onlardan bir grup o
andiaşmayı bozup atmadı mı?" (Bakara Sûresi, 100)
[91] Ayetin hükmü geneldir. Bu, müslümanların kıyamete
kadar uygulayacağı bir savaş prensibidir.
Andiaşmayı bozmalarından korkmak demek, burada düşmanın andlaşmayı bozacağına, buna
ilişkin açık belirtilerin gözükmesi sebebiyle kesin kanaat getirmek
anlamındadır.
[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/335-337.
[93] Müslim, Ebu Said el-Hudri'den rivayet eder:
"Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu: Her ihanet eden için kıyamet günü, ihaneti
kadar yükseğe bir bayrak çekilir. Dikkat edin: Hiç kimsenin ihaneti genel
komutanın ihanetinden büyük olamaz." Ebu Davud ve Tirmizi ise Muaviye'den
(r.a) rivayet etmiştir: "Muaviye ile Bizans arasında bir andlaşma
yürürlükteydi. Andlaşma süresi dolmaya yaklaştığında, ordusuyla Bizans üzerine
yürüdü. Amr b. Anbcsc gelip : Resû-lüH-alı'ın (s.a.v.): "Kimin bir kavimle
andlaşması varsa, sıkı sıkıya bağlı da kalmasın, bozmaya da kalkışmasın. Ya
süresi dolsun, ya da karşı tarafa bildirerek andlaşmayı bozsun,"
buyurduğunu duydum, dedi. Muaviye, orduyu geri döndürdü."
[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/337.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/339.
[96] Müslim, Ukbe b. Amir'den şöyle rivayet ediyor:
"Rasûlüllah'ın (s.a.v.) minberde şöyle buyurduğunu duydum: Onlar için
gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin, "kuvvet"
atmaktır. Dikkat edin, "kuvvet" atmaktır. Dikkat edin,
"kuvvet" atmaktır."
Yine Ukbe'den: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Büyük
memleketler size fethettirilecek. Size Allah kâfi gelecek. Ancak herhangi
biriniz ok talimi yapmaktan geri durmasın."
[97] Bu ayetin, "Müşrikleri nerede bulursanız
öldürün." (...) âyeti ile nesh olunup olunmadığı tartışılmıştır. Doğru ve
amel edilecek görüş şudur: Ayet mensuh değil muhkemdir. Müslümanlar zayıfsa!ar
zararı gidermek ve fayda elde etmek için gerek duyarlarsa barışa yönelirler.
Değilse savaşırlar.
[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/339-341.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/341.
[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/342-343.
[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/343-344.
[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/344.
[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/345-346..
[104] Ayet, Bedir Savaşı'nda, Allah-u Teâlâ'dan Peygamberi
Muhammcd'in ashabına bir azarlama olarak inmiştir. Çünkü müşrikleri öldürmede
işi sıkı tutmamışlar, fidye karşılığında serbest bırakmak için esir
almışlardı.
[105] Müslim rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.v.) aralarında
Hz. Ebubekir'le Hz. Ömer'in de bulunduğu bazı sahabilerine: "Şu esirler
hakkında ne düşünüyorsunuz?" buyurdu. Ebubekir: "Ya Rasûlüllah,
onlar amcaoğulları ve aşireti-mizdir, onlardan fidye alınmasını uygun
görüyorum. Hem kâfirlere karşı bize kuvvet de olur. Belki de onlar İslâm'ı
kabul ederler," dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sen ne dersin ey
Hattaboğlu?" buyurdu. Hz. Ömer de: "Hayır, vallahi ya Rasûlüllah,
Ebubekir gibi düşünmüyorum. Bence bize imkân tanı, boyunlarını vuralım. Ali'ye
imkan tanı Akil'in boynuna vursun. Bana imkan tanı filanın boynunu vurayım.
Bunlar kâfirlerin elebaşlan ve ululandır." dedi. Hz. Ömer gerisini şöyle
anlattı: "Ebubekir'in dedikleri Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hoşuna gitti.
Benim dcdiklerimse hoşuna gitmedi. Ertesi gün olunca geldim. Bir de ne göreyim!
Allah Rasûlü ile Ebubekir oturmuş ağlamıyorlar mı!.. Allah (c.c.), "Hiçbir
peygambere..."den başlayıp, "artık helâl ve temiz olarak yeyin"e
ka-darki ayetleri indirmişti."
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/346-347.
[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/347-348.
[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/348-349.
[109] Ebu Seleme'nin kardeşi Ebu'1-Yüsr Ka'b b. Amr, Hz.
Abbas'ı (r.a.) esir alınıştı. Kısa boylu bir insandı. Hz. Abbas ise iriyarı,
uzun boylu idi. Abbas'ı (r.a.) Rasûlüllah'a (s.a.v.) getirince, kendisine:
"Onu yakalaman için sana bir melek yardım etti." buyurdu. Abbas'a da:
"Kendi fidyeni öde!" buyurdu. "Ben zaten müslüman olmuştum ya
Rasûlüllah." dedi. Allah Rasûlü de (s.a.v.): "Müslüman olduğunu en
iyi Allah bilir. Dediğin gibiyse Allah sana bunun ödülünü verecektir. Ama
zahiren sen bizim aleyhimizdeydin. Hem kendi fidyeni, hem de yeğenlerin Ncvfel
ile Akil'in fidyelerini Öde!" buyurdu. O da ödedi. Hakkında bu ayet indi:
"Ey Peygamber ellerinizde bulunan esirlere söyle..."
[110] Mülim rivayet etmiştir: Hz. Peygambere (s.a.v.)
Bahreyn'den mal gelince, Abbas: "Ben hem kendimin, hem de Akil'in
fidyesini vermiştim." dedi. Peygamber de (s.a.v.): "Alî"
buyurdu. Elbisesini serdi, taşıyabileceği kadar mal aldı ve: "Bu, benden
almandan daha hayırlıdır. Artık Allah'ın bağışlamasını umuyorum." dedi.
[111] Bu âyette Allah Rasûlüne teminat vardır. Durum
esirlere iletilince onlar da artık Allah'a ve Rasûlüne galip gelemeyeceklerini
anladılar.
[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/349-350.
[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/350.
[114] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/352.
[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/352-354.
[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/354.