ENFAL SÜRESİ 3

Sözlük. 3

Açıklama. 3

Sonuç. 3

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 4

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 7

Sonuç. 7

Sözlük. 8

Açıklama. 8

Sonuç. 9

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 11

Sonuç. 12

Sözlük. 12

Açıklama. 12

Sonuç. 13

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözülk. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 21

Açıklama. 21

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 23

Sonuç. 24

Sözlük. 24

Açıklama. 24

Sonuç. 25

Sözlük. 25

Açıklama. 26

Sonuç. 26


ENFAL SÜRESİ

 

1- Sana savaş ganimetlerinden sorarlar. De ki: "Rasûlün(ün)dür. Siz (gerçekten) inanan insanlar iseniz, Allah'tan korkun,   aranızı  düzeltin, Allah'a  ve Rasûlüne  itaat edin,"

2- Mü'minler    o    kimselerdir    ki,    Allah    anıldığı    zaman yürekleri   ürperir,   kendilerine   Allah'ın   âyetleri   okunduğu   zaman (o   ayetler   onların)   imanlarını   artırır   ve   (onlar)   Rablerine   te­vekkül   ederler."

3-  Namazlarını   kılarlar   ve   kendilerine   verdiğimiz   nzıktan (Allah  rızası   için  yoksullara)   verirler.

4- İşte  gerçek mü'minler onlardır.  Onlara Rablerinin  katında dereceler,   bağışlanma   ve   tükenmez  rızık  var.

 

Sözlük

 

Nefel'in çoğulu. Savaşta elde edilen mallar. Yöneticinin, teşvik amacıyla ordu mensuplarına verdiği bahşiş, ihsan.Aranızı. Beyn: Sizi birbirinize bağlayan dostluk ve kardeşlik bağı, demektir.Gerçek mü'minler. Imanlannda olgun mü'minler.Kalpleri titrer. Korkar. Çünkü "vecel" korku demektir. Özellik­le  tehdidi ve vaadi anında.[1]

 Yalnız Allah'a dayanırlar ve meselelerini sadece O'na havale  ederler.Onlara verdiklerimizden.  Şunlar. Şu geçen beş özelliğe sahip olanlarOnlar için dereceler vardır. Cennette yüce makamlar.Ve yüce nimetler. Ve cennette diğer nimet türlerinden bir mu­azzam ihsan daha. [2]

 

Açıklama

 

Bu âyetler Bedir Gazvesi'ne ilişkin olarak inmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), uğradıkları sıkıntılardan ötürü bazı mücahidlere ganimet vermiş, bazılarına ise vermem işti. [3]

Bunun üzerine mücahidler arasında, niye şuna verildi de buna verilme­di, gibi sorular ortaya çıktı. Durumu Hz. Peygamber'den (s.a.v.) sordular. Buna karşılık Allah-u Teâlâ da: "Sana savaş ganimetlerinden sorarlar..." On­lara de ki: Ganimet malları "... Allah'ın ve Rasûlünündür." Dolayısıyla Allah ganimet malları hakkında dilediği hükmü verir. Rasûlüllah da (s.a.v.) ganimeti aranızda Rabbinin kendisine emrettiği gibi dağıtır. Bundan dolayı, tartışmayı ve ayrılığı bırakmak suretiyle Allah'tan sakının. Bu ganimet mallarına dair uy­gulamadan ve aranızda değişik miktarlarda paylaştırılmasmdan kaynaklanan kin ve nefreti gönüllerinizden söküp atarak ve birbirinize olan sevginin yok ol­masını önleyerek aranızı "... düzeltin..." Size emredip yasakladıkları her hu­susta "... Allah'a ve Rasûlüne itaat edin." Gerçekten "... mÜ'minseniz..." der­hal emre uyun ve yasaktan kaçının.

"Mü'minler..." yani, mü'minlik vasfını hak etmiş, imanlarında kemâle ermiş mü'minler, onlar "... o kimselerdir ki, Allah..."in ismi, müjde veya tehdi­di "... anıldığında yürekleri Ürperir..." Korkup, günahtan el çeker ve derhal ita­ate koşar. "... kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman imanları artar." İmanları güçlenip bu konuda derinlik ve yakınlıkları artar. Ve bir başkasına değil, sadece "... Rablerine tevekkül ederler." Allah-u Teâlâ'ya güvenirler ve işlerini de O'na güvenerek yaparlar.

"Namazlarını..." bütün şartlan, rükünleri ve sünnetleri ile âdabını yerine getirerek "... kılarlar. Kendilerini rızıklandırdıklarımızdan..." kendilerine ver­diğimiz maldan, ilimden, makamdan, vücut sağlığından, velhasıl bütün bunlar­dan Allah yolunda "... infak ederler."

"İşte..." bu beş Özelliğe sahip olanlar "... gerçek..." hakiki "... mü'minler onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler..." cennette, değişik yücelik ve yüksekliklerde üstün makamlar, bundan da önce yine onlar için günahlarını tam bir "... bağışlama ve tükenmez..." güzel, hoş, eksilmeyen, "... rızık var."[4]Tabii bunlar, itaatkârların yurdu olan cennettedir. [5]

 

Sonuç

 

1- Allah'tan sakınmak ve insanlarla arayı hoş tutmak emredilmiştir.

2)  İman ibadetlerle kuvvetleniri[6]ve isyanla zayıflar.

3) Mü'mirilerden imanı kâmil olanlar da vardır, eksik olanlar da...

4) İkinci âyet ile ondan sonraki 3 ve 4. âyette geçenler, kâmil imana sa­hip olanların özelliklerindendir. [7]

 

5-   Nitekim   hak   uğruna   (savaşa   gitmek   için)   Rabbin   seni evinden   çıkardığı   zaman,   mü'minlerden   bir grup   bundan   hoşlan­mıyorlardı.

6-   Hak ortaya  çıkmış  iken  sanki göz göre-göre  ölüme  sürülüyorlarmış  gibi   (cihad  hususunda)   seninle   tartışıyorlardı.

7-   Allah  size  iki gruptan  birinin  sizin  olduğunu   vaadediyordu.   Siz  ise  kuvvetsiz  olanın  sizin   olmasını  istiyor  (ona  galip gel­mek   diliyor)dunuz.    Oysa   Allah   sizi   sözleriyle   hakkı   gerçekleş­tirmek  ve  (kuvvetli  olan  grubu yok  ederek)   kâfirlerin   ardını  kes­mek   istiyordu.

8-   Ki   suçlular   istemese   de   hakkı   gerçekleştirsin,   bâtılı   da ortadan   kaldırsın.

 

Sözlük

 

Evinden: Medine-i Münevvere'den.  Kötü görücülerdi. Savaşa çıkmaktan hoşlanmıyorlardı.  İki gruptan biri. Kervan veya ordu; Kureyş ordusu.  Güç. Kuvvet. Savaşta silah.

 Bâtılı boşa çıkarır. Bâtıl ehline darbe indirmek, güçlerini kır­mak ve hezimete uğratmak suretiyle bâtılın bâtıllığını ortaya koymak için.  Kâfirler hoşlanmasa da. Müşrik Kureyş kâfirleri. [8]

 

Açıklama

 

"Nitekim..." ey Peygamber "Rabbin serii evinden..." Medine'den "... hak ile..." Allah'ın izniyle. "... çıkardığı zaman mü'minlerden bir grup (bundan) hoşlanmıyorlardı." Çünkü Kureyşlilerin kendileriyle savaşmak üzere çıktık­larını biliyorlardı. Halbuki sonuç muazzam bir hayır oldu. Bu halleri, ganimet­ler ellerinden alınıp, en adaletli, en sağlıklı ve en yararlı şekilde olmak şartıy­la, paylaştırılması görevi bizim iznimizle sana verildiğinde hoşlanmadıkların-daki halleri gibidir.Bu âyetteki bu sözde, şu anki hal geçmiş hale benzetilmektedir. Her i-kisinde de bazı mü'minlerin hoşlanmayısları söz konusudur ve her ikisinde de sonuç hayırlı olmuştur. Elhamdülillah."Hak ortaya çıkmış iken..." Kervanın kurtulduğu [9], geriye ordudan başka birşey kalmadığı ve savaşın kaçınılmaz olduğu ortaya çıktıktan sonra "... sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmışcasına..." Ölüme çıplak gözle bakıyormuş ve önlerinde görüyormuşçasına... (Çünkü hazırlık yapmadıkları ve de çarpışmaya girmek için kendilerini hazırlamadıkları için savaştan hiç hoşlanmıyorlardı) "... seninle..." savaş hususunda "... tartışıyorlardı."

"Allah size iki gruptan birinin sizin olduğunu..." onlara galip geleceğini­zi "... vaadediyordu..." Ey Rasûlümüz, onlara Allah-u Teâlâ'nın size iki grup­tan, yani müşriklere ait kervanla yine müşriklerin ordusuyla karşılaşma gibi iki ihtimalden birisini vaadettiği vakti hatırlat. Bu vaad hem Medine'de, hem de yolculuk sırasında vuku bulmuştur. "Siz ise kuvvetsiz olanın..." Ebu Süfyan kervanının "... sizin olmasını istiyordunuz," arzuluyordunuz. (İstiyor­lardı, çünkü gerek sayısının, gerekse savaş hazırlığının yetersizliğinden zarar ziyansız bir ganimetti) "Halbuki Allah sözleriyle..." hem size kâfirlerle savaşmayı emredişini, hem de meleklere sizinle birlikte savaşmayı emre­dişini içeren sözleriyle "... hakkı gerçekleştirmek..." dostlarına yardım etmek, düşmanlarını hezimete uğratmak suretiyle hakkı ortaya koymak "... ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu." Şöyle yapacaktı: Onları size musallat ede­cekti, siz de onları kaçıp kurtulanlar dışında hiç kimse kalmayıncaya dek öldürecektiniz.

Allah-u Teâlâ'nın "hakkı gerçekleştirmek için" sözü, hakka yardım et­mek ve onu hâkim kılmak için, demektir. Hak ise İslâm'dır. Allah-u Teâlâ'nın "Batılı iptal etmek için" âyetinde geçen batıldan maksat ise şirk koşmaktır.

"Suçlular..." kendilerine karşı suç işleyerek, şirkte hem kendi kendileri­ni, hem de başkalarını bozup, zarara uğratan (çünkü başkalarının İslâm'ı ka­bul etmesini Önlemiş ve çeşitli yollarla onları İslâm'dan vazgeçirmişlerdir) müşrikler bundan "... hoşlanmasalar da..." [10]

 

Sonuç

 

1- "Bazan hoşunuza gitmeyen birşey hakkınızda iyi olabilir."[11] kaidesi yeniden hatırlatılmış ve büyük Bedir Gazvesi'nden bahsedilmiştir. Olay şöyle olmuştu: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Şam'dan gelen ticari eşya yüklü bir Kureyş kervanının Mekke yolunda olduğu, başında da Ebû Süfyan b. Harb'in bulunduğu haberi ulaştı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı sahabileri kervanı vur­mak için çarpışmaya çağırdı. Belki Allah, bu kervanı onlara ganimet verirdi. Çünkü Kureyşliler bazı sahabilerin mallarına el koymuş (müsadere), bazı sahabiler de malını Mekke'de bırakarak hicret etmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) yola çıkınca, yolculuk sırasında sahabeye, Allah-u Teâlâ'nın kendile­rine, hangisi olacağını belirtmeden, iki gruptan birini vaadettiğini haber verdi. Kervan da olabilirdi, kervanı korumak ve kervanı ele geçirmesinler diye Pey­gamberle ashabından müdafaa etmek için Mekke'den yola çıkmış ordu da olabilirdi. Kervanın kurtuluş'[12] ve ordunun geliş haberi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ulaşınca ashabiyla istişare etti. Müşriklerle Bedir'de savaşmayı uy­gun gördüler. Bazıları ise bundan hoşlanmadı. Hoşlanmayanlar şöyle dediler: "Biz savaş için hazırlık yapmadık." Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şu âyetleri İndirdi: "Hak ortaya çıkmış iken..."den, "... suçlular istemese de..."ye kadar.

2-  İnsanın bedava ve sıkıntısız şeye rağbet gösterme zaafiyeti açıklan­mıştır.

3-  Allah-u Teâlâ, mü'minlere vaadini yerine getirmiştir. Çünkü Kureyş ordusunu ganimet olarak vermiş, savaş hazırlığı yapmadıkları halde mü'min-leri zaferle güçlendirmiştir.

4-  Bedir savaşından bir parça bahsedilmiştir. Bedir, en meşhur ve en efdal savaştır ve bu savaşa katılanlar sahabenin en faziletlileri ve hayırlıları­dır. Çünkü Bedir Savaşı müslümanların zayıf halinde vuku bulmuştur. Zira Hicretin ikinci yılında, müslümanlar azınlıkta ve üstelik bütün Araplar da ken­dilerine karşı ve düşmanken gerçekleşmiştir. [13]

 

9-   Sız  Rabbinizden   yardım   istiyordunuz,   O   da:   "Ben   size birbiri  ardınca  bin   melek  ile yardım  edeceğim,"  diye  duanızı  ka­bul  buyurmuştu.

10-  Allah  bunu  ancak  müjde  olsun  (sevmesiniz)   ve  kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah katındandır. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir.

11-   O zaman  sizi, Allah'tan  bir güven  olmak üzere  hafif bir uyku   buruyor,   üzerinize   sizi   temizlemek,   şeytanın   pisliğini   (içi­nize   attığı   kötü   düşünceleri)   sizden   gidermek,   kalbinizi   (birbiri­ne)   bağlamak   ve   ayakları(nızı)  pekiştirmek  için   üzerinize  gökten bir su  indiriyordu.

12-   Rabbin  meleklere  vahyediyordu  ki:   "Ben   sizinle  berabe­rim,   siz   inananları   destekleyin,   ben   inkar   edenlerin   yüreklerine korku   salacağım.   Vurun   boyunlarının   üstüne,   vurun   onların   her parmağına.

13-   Böyle   (olacak).   Çünkü   onlar Allah   ve   Rasûlü'ne   karşı geldiler.  Kim Allah'a  ve Rasûlü'ne  karşı gelirse,  muhakkak ki Al­lah'ın cezası çetin olur.

14-   İşte  siz  şimdi  tadın  onu.   (Ayrıca)  kâfirler için  ateş  aza­bı da vardır.

 

Sözlük

 

Yardım istiyorsunuz. Allah-u Teâlâ'dan imdat istiyordunuz. Yani düşmanlarınıza karşı zafer kazanmak istiyordunuz.Birbiri ardınca, peşpeşe.Allah onu sadece müjde olsun diye yaptı. Meleklerle imdat et­meyi ancak size zaferi müjdelemek için yapmıştı. Sizi hafif bir uyku buruyordu. Çünkü nû'as çok hafif uyku, u-yuklama, anlamındadir.Eminlik. Güven. Kendi azlığınızdan ve düşmanınızın çoklu­ğundan duyduğunuz korkudan bir güven olarak.Ondan. Allah-u Teâlâ'dan.Şeytanın pisliği. Size acı ve üzüntü vererek soktuğu vesvese.Kalplerinize sebat vermek için. Kalplerinizi sabır ve imanla güvene eriştirmek için.Ayaklarınızı sabit kılması için. Ayaklarınızı yağmur sayesinde sağlam durdursun da kumlara batmasın diye.Korku ve dehşet.El ve ayak parmaklarına vurun ki çarpışmaları ve ilerlemeleri önlensin.Allah'a ve Rasûlüne karşı geldiler. Allah'ın kendilerinden istediği şeye karşı çıktılar, O'na itaat etmediler ve Rasûlüne karşı geldiler.işte azap, tadın bakalım onu Ateş azabı. Âhjretteki cehennem azabı. [14]

 

Açıklama

 

Bedir Savaşı konusu ve Allah-u Teâlâ'nın Rasûlü ile mü'minlere yaptı­ğı ihsanların açıklanması devam ediyor. Allah-u Teâlâ Rasûlüne: "Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz," buyuruyor. Ey Rasûlümüz! Kendi azlı­ğınızdan, düşmanlarınızın çokluğundan korkup Rabbinizden şöyle yardım is­tediğinizi hatırla: Allah'ım, yardım eyle. Allah'ım bana verdiğin sözü yerine getir! "O da: Ben size, birbiri ardınca..." peşpeşe, birbirini izleyen "... melek­lerle yardım edeceğim," diye duanızı kabul buyurmuştu."

"Allah bunu ancak müjde olsun:.." o imdadı, sadece düşmanlarınıza kar­şı zafer kazanacağınıza dair sırf bir müjde olsun "... ve kalbiniz yatışsın..." sakinleşsin ve endişe, tereddüt gitsin "... diye yapmıştı." Yoksa zafer, Allah kalındandır. "Allah daima üstün ve hikmet sahibidir." Güçlüdür, işine hakim­dir, O'nunla dilediği şeyin arasına engel konamaz. Zafere lâyık olana zaferi verecek hikmete sahiptir. İşte nimet budur.

İkincisi de şudur: Hatırlayın: "Hani..." Rabbiniz "... kendinden bir güven olmak üzere sizi uykuya büründürmüştü." Çünkü uyku bastırdığında insanda bir sakinleşme olur. Huzur duyar, sakinleşir, korkusu gider ve savaş alanında kaçmadan, geri çekilmeden direnir. Kısaca Allah-u Teâlâ uykuya sebep kılarak mücahitlerden korku ve endişeyi gidermiştir. "... üzerinize sizi temiz­lemek, şeytanın pisliğini gidermek kalplerinizi (birbirine) bağlamak ve ayak­larınızı sağlamlaştırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu." Bu da bir başka nimettir. Yer ayaklar gömülecek derecede kumluydu. Ne ileri gidebilir­lerdi, ne geri gelebilirlerdi. Suları da azalmıştı. Susuzluk çekiyorlardı, abdest atamıyorlardı. Ne içecek, ne de abdest alabilecek su bulabiliyorlardı. Şeytan da bazılarına şuna benzer sözlerle vesvese vermişti: Abdestsiz savaşırsanız nasıl galip gelirsiniz? Düşmanlarınız suya kanmışken siz susamış durumda savaşacaksınız... vb. Oysa Şeytan iki açıdan yalan söylüyordu. Birincisi sa­vaşta abdest şart değildi ki abdestsiz savaşılınca galip gelmemesin. İkincisi de Şeytan, zaten suları çok az olan müslümanların suyunun abdest vasıta­sıyla bitmesini istiyordu. Böylece susuz kalan müslümanlar da kâfirlerin karşısında çaresiz kalıp yenik düşmelerini sağlamış olacaktı. Derken Allah-u Teâlâ özellikle mü'minlerin karargâhına sağanak halinde yamur yağdırdı. İçtiler, abdest aldılar. Kumlar da yağmur sayesinde pekişti, üzerinde savaşmaya uygun hale girdi. İşte Allah Teâlâ'nın şu sözünün anlamı budur: "Üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini..." vesvesesini "... sizden gi­dermek, kalplerinizi pekiştirmek..." gitmiş olan sabrı iade etmek ve yakinî iman yerleştirmek suretiyle gönüllerinizi pekiştirmek "... ve ayakları sağlamlaştırmak için üzerinize gökten bir su indiriyordu."Hatırla, "Hani Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu; Ben..." destek ve yardımımla "... sizinle beraberim. İnananları destekleyin..." Onlara, kendileri­ni savaş alanında tutacak coşturucu sözler söyleyin. Ey mü'minler "... ben in­kâr edenlerin yüreklerine korku salacağım. Vurun boyunları üstüne..." boğaz­larına vurun "... vurun onların her parmağına."[15] El ve ayak parmaklarına vu­run da kılıç sallayamasmlar, ayaklarıyla kaçamasınlar.

"Çünkü onlar Allah ve Rasûlüne karşı geldiler..." düşmanlık ettiler ve savaştılar. "Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, muhakkak ki Allah'ın azabı çetindir" ondan intikam alır ve kıskıvrak y akalayı verir.

Allah-u Teâlâ'nın: "İşte şimdi siz tadın onu..." sözünün anlamı şudur: İşte size azab: Öldürülme ve bozgun. Bunu dünyada tadın bakalım. Ahirette de size cehennem azabı var. [16]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ'dan imdat istemek meşrudur ve bir ibadettir. Allah-u Teâlâ'dan gayrisinden medet ummak ise doğru değildir.

2- Meleklerin, Allah-u Teâlâ'mn istediği şeyi yapmakla görevlendirdiği kulları olduğu inancı vurgulanmıştır. Cenab-ı Hakk onları mü'minlerle beraber savaşmakla görevlendirmiştir. Onlar da savaşmış, yardım etmiş ve direnmişlerdir. Tabii bu, Allah-u Teâlâ'nın onlara bunu emretmesi sayesinde olmuştur.

3- Allah-u Teâlâ'nın Bedir savaşında mü'minlere verdiği nimetler sayıl­mıştır.

4- Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmek küfürdür. Kâfirler ise Allah'ın aza­bına mustahaktırlar.

5-  Allah-u Teâlâ kullarına, nasıl savaşacaklarını ve düşmanlarına nasıl vuracaklarını Öğretmiştir. Bu, mü'minler için büyük bir şereftir. [17]

 

15- Ey   inananlar,   inkâr  edenlerle   toplu   halde   karşılaşırsa­nız,   onlara  arkalar(mız)ı   döndür(üp   kaç)mayın.

16-  Kim o gün  savaşmak için  bir tarafa çekilmek ya da baş­ka   bir   birliğe   katılmak   dışında   arkasını   döner(kaçar)sa   o,   Al­lah'tan   bir  gazaba   uğrar,   onun. yeri   cehennemdir.   O   ne   kötü varılacak bir yerdir!

17-   (O   gün)   onları   siz   Öldürmediniz,   Allah   öldürdü.   (Ey peygamber)   attığın   zaman   sen   atmadın,   Allah   attı.   Mü'minleri güzel   bir   imtihanla   sınamak   için   (bunu   yaptı).   Şüphesiz  Allah işitendir,   bilendir.

18-   İşte  böyle yaptı.   Muhakkak  ki Allah  kâfirlerin  tuzağını zayıflatır.

19-   Eğer fetih   istiyorsanız  (ey  kâfirler),   işte   size fetih  gel­di.    Ve   eğer   (küfürden,   düşmanlıktan)    vazgeçerseniz,    bu   sizin için   daha   iyidir.   Yine   (ona  düşmanlığa)   dönerseniz,   biz  de   (Ra-sûlümüze)  yardıma  döneriz.   Topluluğunuz  ne  kadar  çok  da  olsa, sizden  hiçbir şeyi  savamaz.  Allah  mü'minlerle  beraberdir.

 

Sözlük

 

Karşılaşma. Savaş için iki ordunun karşılaşması. Çoklukların­dan ve sanki yeryüzünde sürünüyormuş gibi yavaş hareket - ettiklerinden dolayı sürünme manasına gelen "zahf" dendi.Onlara sırt çevirmeyin. Bozguna uğrayıp da Önleri sıra kaça­rak, onlara arkanızı dönmeyin.Düşmanla vuruşabilmek ve savaşabilmek için bir yönden bir yöne sapması dışında. Savaşmakta olan bir birliğe katılmak isteyerek... Başka bir mü'min orduya katılmak.Muhakkak ki gazaba uğrar.İmtihan etmesi için. Sayılarının azlığına rağmen yardım ve zafer nimeti bağışlasın da şükretsinler diye.Gurubunuz. [18]

 

Açıklama

 

Âyetler, Bedir Savaşından, bu savaşta gerçekleşen nimetlerden ve giz­li hikmetlerden söz ediyor. Bu âyetlerin ilkinde Allah-u Teâlâ mü'min kul­larına şöyle sesleniyor: "Ey iman edenler, inkâr edenlerle toplu halde..." siz de, onlar da birbiriniz üstüne yürüyerek, "... karşılaşırsanız, arkalar(mız)ı döndürmeyin," önlerinde bozguna uğrayıp da onlara ardınızı dönerek sizi öl­dürmelerine imkân tanımayın. Siz yardıma onlardan daha uygun; zafer ve gali­biyete daha lâyıksınız. Siz yardıma onlardan daha lâyık, galibiyet ve zafere daha yakınsınız. Siz mü'minsiniz, onlarsa kâfir. Sizin bozguna uğramanız hiç doğru değildir. "Kİm o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek..." savaşmasına imkân versin diye bir yönden diğer bir yöne yönelmek, "... ya da bir başka bir­liğe katılmak..." savaşmakta olan bir mü'min birliğe katılıp hem onları takviye etmek ve hem de kendisi takviye almak için onlarla beraber savaşmak "... dışında..." Allah korusun "... arkasını döner (kaçar)sa..." bu iki durum dışında kâfirlere sırtını dönerek kaçan kimse, "... o, Allah'tan bir gazaba uğrar..." Ci­hadından Allah'ın gazabına uğramış olarak döner. "... onun yeri cehennemdir, o ne kötü varılacak bir yerdir."[19]

Elbette, ölüp Âhirete göçtükten sonra, "O gün onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü." Allah-u Teâlâ, iki ordu karşı karşıya geldiğinde kaçmayı ha­ram kılıp gazapla ve kıyamet günü cehennem azabıyla tehdit ettiği mü'min kullarına, gerçekte müşrikleri kendilerinin öldürmediğini, onları Öldürenin ke­sinlikle Allah olduğunu haber veriyor. Onlara bunu emreden, buna muktedir kılan ve yardım eden hep O'dur. Şayet O dilemeseydi ne bir kimse öldürülür, ne de ölürdü. Bunu bilin ki, onları tek başınıza öldürdüğünüz hatırınıza bile gelmesin. Hatta, Rasûlü (s.a.v.) savaşta müşriklerin çoğunluğunun gözüne isabet edip, sersemleterek şaşkına çeviren, dahası savaştan alıkoyan ve hezimete uğramalarına sebep olan o şeyi atmıştır. Ama o (bir avuç) toprağı müşriklerin gözlerine dolduran A'lah-u Teâlâ'dır. Çünkü Peygamber kendi gücüne bırakilsaydı, bir avuçcuk toprak müşrik savaşçıların ilk safındakilerin gözlerine bile ulaşamazdı. Onun için Allah-u Teâlâ: "Attığın zaman sen atmadm, Allah attı," buyurdu.[20]"Mü'minleri güzel bir imtihanla sınamak için (yaptı bunu)."

Allah-u Teâlâ müşrikleri Öldürtme ile kâfirleri alçaltmak ve güçlerini kırmak için toprağı gözlerine doldurma atışını"... mü'minleri güzel bir imtihan­la sınamak için, dünyada yardım edip destekleyerek âhirette de cennete so­karak mü'minlere güzel nimetler bağışlamak için yapmıştır. "Allah işitendir, bilendir." İşitip bilmesinin gereği bu güzel sınama ile vuku bulmuştur. Allah-u Teâlâ mü'minlerin sözlerini ve kendisinden imdat isteyişlerini duymuş, güçsüzlüklerini ve ihtiyaçlarını bilmiş, bunun üzerine onları destekleyip zafere ulaştırmıştır. İşte bu O'nun tarafından güzel bir imtihandır. "İşte böyle yaptı. Allah kâfirlerin tuzağını zayıflatır." Dostlarına ve itaatte bulunanlara her tu­zak kuruşlarında o tuzağı zayıflatır ve yapılanı boşa çıkarır. Hamd O'na, min­net O'na...

"Eğer fetih İstiyorsanız işte size fetih geldi. Ve eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha iyidir?" Bu hitab müşrikleredir. Çünkü hem Ebu Cehil, hem de diğer müşrik başkanları: [21] "Allah'ım, hangimiz sana karşı daha günahkârsa, yani müşrikler mi yoksa mü'minler mi daha günahkârsa, akrabalık bağlarını daha,çok koparıyorsa, bugün onu yok et! Allah'ım, yarın akrabalık bağlarımızı koparanı ve bilmediğimiz şeyleri getireni helak et," demişlerdi. Yani, yarın Bedir Gazvesi'nde onu yok et... Bunun üzerine Allah-u Teâlâ: "Eğer fetih is­tiyorsanız..." sizinle Peygamberimiz Muhammed arasında hüküm verilmesini istiyorsanız "... işte size fetih geldi." Bedir'de hezimete uğradınız. "Ve eğer vazgeçerseniz..." harpten ve çarpışmaktan vazgeçer, Allah Teâlâ'nın hükmü­ne boyun büküp teslim olursanız "... bu sizin için daha iyidir. Yine..." savaşa ve küfre "... dönerseniz, biz de döneriz..." de Rasûlümiizü ve mü'minleri, on­ların eliyle size zillet ve hezimeti tattırmak için üzerinize musallat ederiz. "Topluluğunuz ne kadar çok da olsa..." savaşçılarınızın sayısı onbinlere de

ulaşsa "... sizden hiçbir şeyi savamaz." Allah daima mü'minlerle beraberdir. Dıştan ve içten Rablerinin yolu üzre dosdoğru oldukça kendilerini destekle­mekten ve yardım etmekten geri durmayacaktır. [22]

 

Sonuç

 

1-  Savaş anmda kâfir düşmandan kaçmak haramdır, [23] Çünkü Allah-u Teâlâ firariyi gazapla ve azapla tehdit etmiş, Hz. Peygamber de (s.a.v.) bunu Müslim hadisinde geçen helak edici yedi şey arasında saymıştır: "Savaş anında firar etmek."

2-  Allah-u Teâlâ'nın herşeyin yaratıcısı olduğu, hem kulu yarattığı, hem de fiilini yarattığı İlkesi ilân edilmiştir. Çünkü kul yaratılmışsa, kudreti de ya­ratılmıştır. Kula emredilmiş ve yasaklanmıştır. Kuldan sadır olan hiçbir fiil ve söz yoktur ki Allah-u Teâlâ'ın kulu muktedir kılmasıyla olmuş olmasın. Hakiki fail Allah'tır. Kul ise, sadece organlarıyla katılır. Böylece iyilik iyilikle, kötülük de kötülükle karşılık görür. Allah'ın adaleti ve rahmeti tecelli eder.

3-  Bir avuçcuk toprağın, savaşta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) elinden müşrik­lerin çoğunun gözlerine ulaşması mucizedir.

4-  Allah-u Teâlâ dostlarına ikram eder ve onları güzel bir İmtihanla sınar. Hamd O'na, minnet O'na.

5-  Allah-u Teâlâ'nın samimi mü'minlere dostluğu, mü'minlere yardım edilmesi, kemâle erdîrilmeleri ve mutluluğa ulaş tın imaları manasınadır. [24]

 

20-   Ey  iman  edenler,  Allah'a  ve  Rasûlüne  itaat  edin,   işitti­ğiniz halde  ondan  dönmeyin.

21-   İşitmedikleri  halde   "işittik" diyenler gibi  olmayın.

22-   Allah   katında   yaratıkların   en   kötüsü,   düşünmeyen   sa­ğırlar   ve   dilsizlerdir.

23-   Allah  onlarda  bir iyilik olduğunu  bilseydi,  elbette  onlara işittirirdi.   Onlara  işittirseydi  de  yine  yüz  çevirerek  dönerlerdi.

 

Sözlük

 

Ondan yüz çevirmeyin.   Size  emrettiğinde ya da yasak­ladığında sanki duymuyormuş gibi itaatinden yüz çevirmeyin.Yeryüzünde gezenlerin en şerlisi.Onlara işittirirdi. Veya onlardan engeli kaldırırdı da duyup uyarlardı. [25]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, kendisine ve Rasûlüne inanıp, kendi huzuruna geldikleri gün için müjde ve tehdit ettiği şeylere iman eden mü'min kullarına sesleniyor. Onlara hem kendisine, hem de Rasûlüne itaat etmelerini emrediyor; okunan âyetleri, Allah'ın kitabında ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dilinde peşpeşe gelen öğütleri duyup durdukları halde ondan yüz çevirmelerini yasaklıyor. Çünkü yardım edilip desteklenmeniz, imanınız ve itaatiniz sayesindedir. Eğer siz yüz çevirir ve isyan eder de Allah-u Teâlâ'nın size olan dostluğunu tamamen terk ederseniz, sizin dışınızdaki küfür ve isyan ehli gibi olursunuz. İşte şu âyetin manası budur: "Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin,işittiğiniz halde ondan dönmeyin. İşitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi ol­mayın."

Allah (c.c), mü'minlere, hakkı dile getiren, hakka çağıran âyetleri duy­mazdan, Allah'ın birliğini gösteren âyetlerini görmezden gelen müşrik kâfir­lerin tutumunu takınmayı yasaklıyor.[26] Onlar: "Biz Muhammed'in söyledikle­rine sağır, belirtip işaret ettiklerine de körüz," demişlerdi. Kulaklarımızla duy­duk, diyorlardı ama gönülleriyle duymuyorlardı. Zira düşünüp tefekkür etmi­yorlardı. Onun için işitme bakımından duymayanlar gibiydiler. Çünkü duymak­tan maksat, sadece sesi işitmek değil, Kur'an'ın tebliğ ve çağrışma uyarak ondan yararlanmaktır."Allah katında yaratıkların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizler­dir." Müşrikler kastediliyor. Yaratıkların en şerlisidirler. Çünkü Rabbi inkâr edip şirk koşarak başkasına tapmışlar ve yolundan sapmışlardır. Dolayısıyla fasık olmuş, zulmetmiş ve gerçekten kendilerini yeryüzündeki yaratıkların en şerlisi yapan suçu işlemişlerdir. İşte bundan dolayı müşriklerin şirk Özel­liklerini detaylı olarak anlatmalı ki diğer insanlar kendilerini şirkten koruyabil­sinler. Bu ifade aynı zamanda mü'minleri Allah'a ve Rasûlüne isyandan, Kit­abından ve Peygamberinin (s.a.v.) yolundan yüz çevirmekten sakındırmadır.

"Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi..." Allah'ın ayetlerini, taşıdığı müjdeleri ve uyarıları işittirirdi. Bu, faraziye kabi-lindendir. "... Onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi." İşte bunlar müşriklerden şerre, fesada, zulme, kibre ve inada dalmış bir gruptu. Bundan dolayı Allah'ın hidayetinden mahrum kılınmışlardı. Bazıları iman etmeden Be­dir Savaşında, bazıları da Uhud Savaşında öldü. Allah-u Teâlâ onlarda hayır olmadığını kesinlikle biliyordu. Allah onların karakterlerinin de yaratıcısı olduğu halde nasıl bilmez ki? "Yaratan bilmez mi? O lâtiftir, (bilgisi herşeye nüfuz eden, herşeyi) haber alandır."[27]

 

Sonuç

 

1- Emrettiklerinde ve yasakladıklarında Allah'a ve Rasûlüne itaat farz, isyan haramdır. Bu isyan amelde değil de imanda olursa şirktir. Yani insanı dinden çıkarır.

2-  Müşriklere, kâfirlere ve diğer sapık gruplara her husustaki sapık tu­tumlarında onlara benzemek haramdır.

3-  İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah'a bağlılık açısından deve, sığır, koyun bir yana köpeklerden ve domuzlardan daha şerlidir. İşte o bazı insan­lar, Kâfir olup zulmedenlerdir. Allah onları ne bağışlayacak, ne de bir yol gösterecektir. [28] 

               

24-   Ey   inananlar,   sizi   yaşatacak   şeylere   çağırdıkları   za­man,  Allah'ın  ve Rasûlünün  çağrısına koşun  ve  bilin  ki Allah  ki­şi ile  kalbi  arasına girer;  ve  siz  O'nun  huzuruna  toplanacaksınız.

25-   (Öyle)   bir fitneden  sakının  ki,   aranızdan  yalnız  haksız­lık edenlere  erişmekle  kalmaz.  Bilin  ki Allah'ın  azabı  çetindir.

26-   Düşünün   ki   bir   zaman   siz   azdınız,   yeryüzünde   hırpa

tanıyordunuz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordu-nuz. Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi, güzel şeylerle beslediki   şükredesiniz.

 

Sözlük

 

Dinleyin ve itaat edin.Size hayat vermesi için. İman, salih amel, cihad gibi hayat se­bebi olan şeylere...Fitne. Kıtlık, hastalık veya düşmanın tasallutu gibi denenip sınanacağınız bir azap.

 Zayıf olanlar. Düşmanlarınız önünde zayıf olanlar. Sizi zayıf görüp istediklerini yapıyorlardı.Ve sizi temizlerden rızıklandırdı. Helâl kılınmış yiyecek, içecek... vb. şeylerin güzeli.Olur ki şükredersiniz. Allah-u Teâlâ nimeti razı olacağı şeyle­re harcayarak kendisine şükretmenizi umar, [29]

 

Açıklama

 

Mü'minlere değer veren üçüncü sesleniş de budur. Allah-u Teâlâ, eğit­mek, dünya ve âhiret mutluluğuna ve değerlerine hazırlamak gayesiyle ken­dilerine emirler verip yasaklamalarda bulunarak, "mü'minler" şeklinde seslen­mekle onları onurlandırıyor.

"Ey iman edenler, sizi yaşatacak şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına koşun." İlk sesleniş olan "Allah'a ve Rasûlüne itaat e-din" anlamında. "Sizi yaşatacak şeyler" ifadesinde, Allah-u Teâlâ'nın ve Ra­sûlünün yasakları gibi emirlerinin de asla mü'minleri yaşatacak,[30] hayatlarını artıracak veya koruyacak şeylerden ayrı olmadığına işaret vardır. Onun için mü'minin, Allah'a ve Rasûlüne gücü yettiğince itaat etmesi farz olmuştur.

"Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin." Bu, mü'minlere büyük bir uyandır. İyilik yapma şansı doğdu mu, geçip gitmeden fırsatı ganimet bilmeli-

dirler; özellikle de Allah'tan veya Rasûlünden bir çağrı olduğunda. Çünkü Al­lah-u Teâlâ, kişi ile arzuladığı şeyler arasına da, kişi ile gönlü arasına da en­gel koymaya kâdirdir.[31]Kalbi evirir çevirir ve bir başka yöne yoneltiverir. O anda da hayırdan hoşlanmayıp şerri beğenebilir. "Ve siz O'nun huzuruna top­lanacaksınız." İsteristemez Allah-u Teâlâ'nın huzuruna toplanacağını bilen kimsenin, O'nun emredişine veya yasaklayışına dair seslenişini duyup da yüz Çevirmesi nasıl mantıklı olabilir ki?

"(Öyle) bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz."[32] Mü'minlerin Allah ve Rasûlüne itaati terk etmemele­rine, hayrı emredip yaşamayı, kötülüğü yasaklayıp terketmeyi bırakmama­larına dair bir uyan daha. Eğer bunları terk ederlerse şer yayılır, fesat geneli kapsar ve belâ iner de salihi de rezili de, iyiyi de kötüyü de, zalimi de adili de mahveder. [33]

"Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." Uyan şiddetleniyor. Zira Allah günahı ve isyanı cezalandırdığında, cezalandırması dayanılmaz derecede sert ve şid­detlidir. Mü'minler, bundan Allah'ın ve Rasûlünün itaatine sarılarak sakınsın­lar.

"Düşünün ki bir zaman siz azdınız, yeryüzünde hırpalanıyordunuz, in­sanların sizi kapıp götürmesinden korkuyor dunuz. Allah sizi barındırdı, yardı­mıyla destekledi, güzel şeylerle besledi ki şükredesiniz." Bu, İslâm davasının ilk günlerinden beri yaşayan mü'minlere rabbani bir öğüttür. Rableri, onlara içinde bulundukları azlık ve zayıflık günlerini, bu azlık ve zayıflıktan dolayı insanların kapıp götürmesinden korktuklarını, Allah'ın (c.c.) onları Medine-i Münevvere'de barındırdığım, ordusuyla yardım ettiğini, aşağılandıktan sonra şereflendiklerini, fakirlikten ve yoksulluktan sonra zenginleştiklerini, kendile­rine güzel yiyecekler, içecekler, giyecekler ve binitler verdiğini ve onlara ik­ram ederek güzel ve hoş nzıklar ihsan ettiğini hatırlatıyor. Bunları, onları şükre hazırlamak için ihsan etmiştir. Çünkü nimete, nimeti alıp yararlanan kişi şükreder. Şükür, nimet vereni övmek, yüceltmek (hamd ve sena), itaat etmek, sevmek ve nimeti O'nun rızasını kazandıracak şeylerde harcamak de­mektir. Allah-u Teâlâ, onların şükrettiğini bilmiş ve hem onlardan razı olmuş, hem de razı etmiştir. Bizi de sabredip şükreden kişiler olarak onlar arasına dahil etsin. [34]

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına, emredileni yaprifak, yasaklanandan kaçmak şeklinde cevap vermek farzdır. Çünkü müslüman ferdin hayat kaynağı bundadır.                                                                                                          

2-  Geçip gitmeden, hayır yapma fırsatını ganimet bilmelidir. Müslüman için ne zaman iyilik yapma şansı doğarsa fırsatı değerlendirmelidir.

3- iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak, âdili de zâlimi de helak eden genel fitneden korunmak için gereklidir ve farzdır.

4-  Allah'a (c.c.) ve Rasûlüne (s.a.v.) itaat ederek şükretmek için nimet­leri hatırlamak gerekir.

5-  Allah-u Teâlâ'ya hamd ve sena ederek (övüp yücelterek), nimetini itiraf ederek ve rızasına göre harcayarak nimetlere şükretmek farzdır. [35]

 

27-   Ey  inananlar,  Allah'a  ve  Rasûlüne  hainlik  etmeyin;  bile bile  kendi  emanetlerinize   hainlik  etmiş  olursunuz.

28-   Bilin   ki  mallarınız   ve   çocuklarınız   birer fitnedir  (imti­han). Allah'a gelince,  büyük mükâfat O'nun yanındadır.

29-   Ey  inananlar,  Allah'tan  korkarsanız  O  size  iyi  ile  kötü­yü   ayırdedici   bir  anlayış   verir,   kötülüklerinizi   örter   ve   sizi   ba­ğışlar.  Allah  büyük  lütuf sahibidir.

 

Sözlük

 

Allah'a ve Rasûlüne hıyanet etmeyin. İman ve itaat ediyor gösterip de gizliden gizliye karşı çıkarak Allah'a -ve Rasûlüne hainlik etmeyin.Birbirinize emanet ettiğiniz emanetlerinize de hainlik etme­yin. UİI Mallarınız ve evlatlarınız imtihandır. Bunlarla meşguliyet sizi

Allah'la Rasûlüne itaatten alıkoymasın. Eğer Allah'tan sakınırsanız. İnançta, sözde ve davranışta em-'    rini yerine getirip yasakladığından kaçınarak Allah'tan sakınır­sanız.Sizin için bir ayırdedici kılar. Basiretlerinize (kalp gözlerinize)onunla faydalı ile zararlıyı, doğru ile yanlışı ayırdedeceğinız bir nûr koydu.Ve günahlarınızı örter. Daha önce Allah'la aranızda geçmiş (kul hakkı olmayan) günahlarınızı siler.Ve günahlarınızı affeder. Onlardan dolayı sizi rezil etmez. [36]

 

Açıklama

 

Mü'minlere yönelik bir ilâhi sesleniş daha. "Ey iman edenler..." Ey Rab olarak Allah'a, rasûl olarak Muhammed'e ve din olarak İslâm'a inanmış kim­seler! Herhangi biriniz, Allah'a ve Rasûlüne itaat ediyormuş görünüp, gizli is­yan ile, "Allah'a ve Rasûlüne hainlik etmesin." Ki böylece, birbirinize emanet bıraktığınız emanetlere hainlik etmemiş olursunuz. Hem de hainlik suçu ile, bunun gerek kişi, gerekse toplum üzerindeki kötü etkilerinin büyüklüğünü "... bile bile..." bu kötü işi yapmayın.[37]

"Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtihan). Allah'a ge­lince, büyük mükâfat Ö'nun yanındadır. "[38]

Ayette genelde hıyanete götüren sebebe işaret edilmiştir: Mal ve ev­lat. Allah-u Teâlâ mal ve evlâdın kendilerini emanet ve itaatten çeviren bir fit­ne olduğunu, maldan ve evlâttan beklenenin Allah-u Teâlâ'nm katındaki fayda karşısında birşey olmadığını haber veriyor. Kendisine itaat edip sakınan tak­va ehli, Allah'ın, Rasûlünün ve kulların emanetini koruyan için büyük Ödül Al­lah katındadır.

"Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız, o size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar..."[39]Bu da, en muazzam sonuçlarını zikrederek takvaya teşvik ve özendirmedir. Sonuçları şunlardır: Furkan'ın verilmesi. Furkan, her karışık şeyde yardım ve ayırdetme Özelliği, hakla batılı, zararlıyla faydalıyı, doğruyla eğriyi seçebilme sezgisidir. İkinci sonuç: Kötülüklerin örtülmesi. Üçüncüsü: Günahların bağışlanması. Dördüncüsü: Büyük ödül cennet ve nimetleridir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın âyetin sonundaki: "Allah büyük lütuf sahibidir" sözü, Allah-u Teâlâ'nın takva ehline âhirette vereceği nimete bir işarettir. O nimet cennet ve cennetlikler­den razı olmasıdır. O, çalışanların uğruna çalışıp çabaladığı ne güzel bir özür, bir kazançtır. [40]

 

Sonuç

 

1)  Hıyanet mutlak surette (her türü ile) haramdır. En kötüsü ise Al­lah'a ve Rasûlüne karşı yapılan hıyanettir.

2)  Malda ve evlâtta Allah ve Rasûlüne hıyanete sürükleyebilecek bir fitne (imtihan) vardır. Mü'min o fitneden sakınmalıdır.

3)  Kötülüklerin örtülmesi, günahların bağışlanması ve furkan, takvanın meyvalarındandır. Furkan, itaatkârın kalbinde bulunan ve onunla karışık, haklı ve hayırlı tarafın belirsiz olduğu meseleleri ayırdettiği bir nurdur. [41]

 

30- İnkâr edenler, seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da yurtlarından çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tu­zak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuran­ların  en  iyisidir.

31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman "İşittik" derler. "İstesek biz de bunun gibisini söyleriz. Bu evvelkilerin masal­larından  başka bir şey değildir."

 

Sözlük

 

Sana zarar vermeyi kurarken.Seni bağlamaları için. Hapisten kaçmayasin diye bağlarlar. Bağlayarak hapsetmek için...Veya seni çıkartmak için. Uzağa sürmek için.Ve onlar tuzak kuruyorlar. Allah da onların tuzaklarını boşa  çıkartıyor. Senin için kötü, hoşlanılmaz şeyler düzenliyorlar; Allah-u Teâlâ da bunu boşa çıkarıp, tersine, onlara zarar vere­cek olan tuzağı hazırlıyor.Ayetlerimiz. Kur'an-ı Kerim âyetleri.Öncekilerin hikayeleri. Öncekilerin tarihine dair kaydedilip yazılanlar. [42]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, Rasûlü ile mü'minlere üzerlerindeki nimetlerinden birini hatırlatıyor. Rasûlüne şöyle diyor: "İnkâr edenler, seni tutup bağlamak, öldür­mek ya da (yurtlarından) çıkarmak için tuzak kurdukları..,"nı hatırla.

Kureyşliler Daru'n-Nedve'de bir araya gelip, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) meselesini görüşüp, düşünüp, tuzak hazırlayarak, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ölüm fermanını çıkarttılar.[43] Öldürme işini uygulayacak olanları gönderdiler. Onlar Peygamberimiz (s.a.v.)'in evini kuşattılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) üzerlerine: "Yüzleri kararsın!" diyerek bir avuç toprak attıktan sonra dışarı çıktı.[44]Onu hiçbiri göremedi ve yürüyüp Medine'ye hicret etti."Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranla­rın en iyisidir"in anlamı budur. Kureyşlilerin elinden kurtulmasında gerek Ra-sûlüllah (s.a.v.), gerekse diğer mü'minler için büyük bir nimet sözkonusudur. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun.

"Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman 'işittik1 dediler. 'İstesek biz de bu­nun gibisini söyleriz. Bu evvelkilerin masallarından başka birşey değildir."[45] Bu müşriklerin tutumunu tenkiddir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ölümünü kararlaş­tırdıkları kalleşçe tuzakları Allah anlattıktan sonra, yani olayı anlatmıştır. Allah-u Teâlâ, Rasûlüne evvelkilerin başından geçenleri anlatarak hakkı açıklamasını, hem kendisine, hem de onun peygamberliğine iman edilmesini ilân eden âyetlerini müşriklere okunmasını bildirince: Bize okunanları "... işittik. İstesek biz de..." senin söylediğinin "... benzerini söyleriz. Bu eski za­man masallarından başka birşey değildir!" dediklerini haber veriyor. Yani bunlar, evvelkilerin yazılmış haberlerinden başka birşey değildir. Sana yazılıyor. Ezberleyip bize okuyorsun, diyorlardı. Bu yalanı söyleyen Nadr b. Haris'ti. Allah'ın lanetleri üzerine olsun. Çünkü kâfir olarak gebermiştir. [46]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ'nm insan üzerindeki nimetlerinin hatırlatılması, insanın şükretmesi için bir çağrıdır. Böylece insan da şükreder.

2-  Kureyşlilerin İslâm davasına ne denli direndikleri görülüyor. Öyle ki, Allah Rasûlünü öldürmeye bile ferman çıkarmışlardır.

3-  İslâm davasına karşı müşriklerin tutumu dile getirilmektedir. Onlar bu davayı söndürüp yok etmek için her çareye başvurmuşlardır. [47]

 

32-   Ve:   "Allahım,   eğer  bu  senin  yanından  gelmiş  gerçekse, başımıza  gökten  taş yağdır,  yahut  bize  acı  bir azap   ver!"  demiş­lerdi.

33-   Oysa  sen  onların  içinde  bulundukça,  Allah  onlara  azab edecek  değildi  ve  onlar  istiğfar  ederlerken  de  Allah,   onlara  azab edecek  değildi.

34-    Onlar   Mescid-i   Haram'dan   engelledikleri   ve   Allah'ın dostları   olmadıkları   halde   neden   Allah   onlara   azab   etmesin? Onun  velileri  sadece  itaatkâr  olanlardır.  Fakat çokları  bilmez.

35-   Onların Kabe yanındaki namazları da,  ıslık çalmadan  ve el  çırpmadan   başka   birşey   değildi.   O   halde   inkârınızdan   dolayı azabı  tadın!

 

Sözlük

 

 Ey Allah'ım. Nida yâ'sı kelimenin başından düşmüş ve onun yerine sonunda mim harfi gelmiştir.Eğer bu. Muhammed'in getirdiği ve haber verdiği.  Yağdır. Üzerimize taş yağdır. Mescid-i Haram'dan engelliyorlar. İnsanları, umre yapmak için  oraya girmekten alıkoydukları... Mükâ: Islık çalmak. Tasdiye: El çırpmak. [48]

 

Açıklama

 

Ayetler müşriklerin bazı terbiyesiz laf ve davranışlarını ayıplamaya de­vam ediyor. Allah (c.c.) önceki âyetlerde geçen: "İstesek biz de bunun benze­rini söyleriz. Bu evvelkilerin masallarından başka birşey değildir," lafını eden Nadr b. Haris'in [49]: "Ey Allah, eğer bu..." Kur'an "... senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten taş yağdır..." da bu taşlar bizi öldürsün. Muham­med'in dininin bizim aramızda yayılacağını zannetmiyoruz.[50] "... yahut bize acı bir azab ver..." de varlığımızdan kurtulalım, dediğini haber veriyor. Ve yüce Allah buyuruyor: "Oysa sen onların içinde bulundukça Allah onlara azab edecek değildi..."[51] Onların arasında bulunuşun, kendileri için bir güvendir. "... ve onlar istiğfar ederlerken de Allah onlara azab edecek değildi." Çünkü tavaf ederlerken bazıları: "Bizi affet Rabbimiz, bizi affet!" diyorlardı.

Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Mescid-i Haram'dan çevirdikleri halde neden Allah onlara azab etmesin?.." En iğrenç suçu işlerken, yani insanların Beytullah'ı tavaf etmek için Meşcid-i Haram'a girmelerine engel olur­larken, onlardan azabı ne savuşturabilir ki? Müşrikler mü'minlerin Kabe'yi ta­vaf etmelerini ve Mescid-i Haram'da namaz kılmalarını engelliyorlardı. "... Onun (Mescid-i Haram'in) velisi de değillerken..." Harem'in bakıcıları (velî) ve koruyucuları olduklarına ve o sebeple dilediklerini engellemeye, diledikle­rine de izin vermeye hakları olduğuna dair boş kuruntularını da reddetti. Al-lah-u Teâlâ onlara şöyle cevap verdi: "... onun velisi değillerken..." Allah'ın velisi (dostu) olmadıkları gibi, Mescid-i Haram'ın da velisi (bakıcısı) değildir­ler. Allah'ın ve Mescid-i Haram'ın velisi ancak şirkten ve günahlardan sakı­nan itaatkârlardır.

"Fakat çoğu bilmez." Bazısı cahilliğinden, bazısı da inadından bilmez.

"Onların Beyt yanındaki namazları da ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka birşey değildi." Zira bazıları tavaf ettiklerinde bazı tasavvuf erbabının yaptığı gibi el çırpıp ıslık çalıyorlardı Bu mutasavvıflar el çırpıp ıslık çalarak dans ediyorlar ve bunu evliyaullahın gelmesi sayıyorlar. Cehaletten ve dalâletten Allah'a sığınırız.

"O halde inkârınızdan dolayı tadın azabı." Allah müşriklere Bedir Savaşı'nda azabı tattırdı. Çünkü orada onları perişan etti, yardımsız bıraktı ve elebaşları Öldürüldü. [52]

 

Sonuç      

 

1-  Mekkeli müşrikler haktan, genel azabı dileyecek kadar buğz ve nef­ret ediyorlardı, hak sancağının ortaya çıktığını ve Allah'ın dininin yayıldığını görmüyorlardı.

2-  Hz. Peygamber (s.a.v.) ümmeti için azaptan bir emandır. Bu ümmet genel bir kökten kazınma ve sürgün azabına çarptırılmamıştır.

3-  Tevbe fazilettir, dünya ve âhiret azabından kurtarır.

4-  Mescid-i Haram'da yapılacak meşru ibadet, ancak Allah'ın emirlerine uygun olan ibadettir..

5- Allah-u Teâlâ'nm evliyası ve Mescid-i Haram'a veli olmayı hak eden­ler muttakilerdir.

6-  ibadet ederken ibadet adabına aykırı hareket ederek ibadetler boşa çıkartılmamalıdır. [53]

 

36- İnkâr edenler, Allah yolundan (insanları) menetmek için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu, kendilerine yürek acısı olacak, nihayet yenilecekler ve inkâr edenler cehen­neme   sürüleceklerdir.

37- Ki Allah murdarı temizden ayıklasın ve bütün murdar­ları birbiri üzerine koyup yığsın da hepsini cehenneme atsın. İşte  ziyana  uğrayanlar  onlardır.

 

Sözlük

 

Kâfirler. Allah'ın âyetlerini, peygamberi Muhammed'in pey­gamberliğini yalanlayan Kureyşliler.Sonra pişmanlık duyarlar. Yapmış oldukları kötü amellerinden dolayı pişmanlık duyarlar.Daha sonra hezimete uğrayacaklar. Mağlup olacaklar. Ayırdetmek için. Her grubu diğer gruptan ayırmak için. Pislikler. Müşrikler ve günahkârlar.  Temizden. Tevhid ve salih amel ehlinden.Ve onu üstüste yığar. Cehennemde birbiri üstüne yığar. [54]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, müşrikleri ve onların ziyan olmuş amellerini yermeye de­vam ediyor. Allah-u Teâlâ bildiriyor: "İnkâr edenler..." Kureyş liderlerinden oluşan Mekkeliler "... mallarını..." insanları Allah yolu olan İslâm'dan çevir­mek için, Allah Rasûlü ve mü'minlerle savaş uğrunda "... harcarlar ve harca­yacaklar da.[55] Sonra bu onlara..." Bedir'deki, Uhud'daki ve Hendek'teki kötü sonuçlarından dolayı "... yürek acısı..." şiddetli bir pişmanlık "... olacak..."[56] Çünkü bu savaşlara ne kadar para harcadıklarım Allah bilmektedir. Sonra da zarar ziyan etmişlerdir. Ayrıca mağlub olmuşlar, kâfir iktidarları sona ermiş ve Allah, Rasûlü ile mü'minlere Mekke'yi fethetmelerini nasip etmiştir.

"... ve inkâr edenler..." kâfir olarak ölenler "... cehenneme sürülecekler­dir..." Yani, cehennemde toplanacaklardır. Bu toplamanın sebebi de Allah-u Teâlâ'nın pisi temizden ayırmasıdir. Temizler, yani iman edip sâlih dav­ranışlarda bulunanlar, sırattan nimetler ülkesi cennete geçeceklerdir. Pisler yani müşrikleri ise Allah, birbirine katıp tek bir yığın şeklinde üstüste cehen­neme atar.

Allah'ın, "işte ziyana uğrayanlar onlardır" sözünde, mallarını, insanları din yolundan çevirmek için harcayıp kâfir olarak ölen, sonra bir yığın haline getirilen ve cehennem ateşine atılanların gerçek ziyana uğrayanlar olduğuna işaret vardır. Çünkü canlarını, mallarını, ailelerini ve herşeylerini yitirmiş, sus pus olarak cehennemin dibini boylamışlardır. [57]

 

Sonuç                           

 

1" Her ne şekilde olursa olsun, kişinin insanları Allah yolundan çevir­mek için harcadığı her şey, kıyamet günü kendisine büyük bir pişmanlık ola­rak dönecektir.

2- Kâfir pis, mü'min temizdir.

3-  Allah, Rasûlü ile mü'minlere müşrikleri hezimete uğratacaklarına ve galip geleceklerine; müşriklerin İslâm'la savaşmak için harcadıkları paraya pişman olacaklarına, hepsini ziyan edeceklerine ve ellerinin boş çıkacağına dair sözünü yerine getirmiştir. [58]

 

38-    İnkâr   edenlere   söyle:   Eğer   vazgeçerlerse,   geçmişteki (günahları)   kendilerine   bağışlanır;  yok yine   (eski   hallerine)   dö­nerlerse,    öncekilerin    (başlarına   gelen   Allah   kanunu)    onların hakkında  da geçerlidir.

39-   Fitne  kalmayıncaya   ve  din   tamamen  Allah'ın   oluncaya kadar   onlarla   savaşın!   Eğer   vazgeçerlerse   muhakkak   ki  Allah, ne  yaptıklarını  görmektedir.

40-   Eğer dönerlerse,  bilin  ki Allah  sizin  sahibinizdir.  O,  ne güzel  sahib,   ne  güzel yardımcıdır.

 

Sözlük

 

Eğer vazgeçerlerse. Allah'la Rasûlünü inkâr etmekten ve Peygamberle ve mü'minlerle savaşmaktan vazgeçerlerse.Geçmiş olan. Daha önce işledikleri şirk ve Rasûlüllah'la ve mü'minlerle savaşmak gibi günahları.Öncekilerin yolu geçerli oldu. Zalimleri cezalandırmak husu­sunda Cenab-ı Hakk'ın öteden beri gelen kanunu geçerlidir.Fitne olmasın. Allah'a şirk koşmak, Allah yolunda baskı ve zulüm. Dinin tamamı Allah için olsun. Allah'tan başkasına tapılmayana kadar.Dostunuz, yardımcınız. Yardım ve destekle işinizi üstlenen. [59]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, kâfirlere karşı yapılması gerekli icraatları açıklamaya de­vam ediyor. Allah-u Teâlâ, Rasûlüne: "İnkâr edenlere..."[60]bizim tarafımız­dan tebliğ ederek "... söyle: Eğer..." şirkten, kâfirlikten, isyandan "... vazge­çerlerse..." ve İslâm'la, mü s hım anlarla savaşmayı bırakırlarsa "... geçmişteki kendilerine bağışlanır," Allah geçmişte işledikleri büyük günahlarım, yani şir­ki ve zulmü bağışlar [61] Bu, verdiği sözden asla caymayan birinin (Allah c.c.) verdiği gerçek bir sözdür. "Yok yine..." zulme, baskıya ve savaşa dönerler­se, kendilerinden önceki ümmetlerin başına gelenler, zulmedip peygamberle­rini yalanladıkları ve mü'minlere eziyet ettikleri için, onların da başına gele­cektir. Allah-u Teâlâ'nın şu sözünün anlamı işte budur: "... öncekilerin kanunu geçerlidir." Yani Allah'ın onların hakkındaki kanunu ve süre tanıması size de geçerlidir. Bu kanun ve metod ise, uyarılıp ileri sürecek mazeret bırakma­dıktan sonra derhal şiddetle cezaya çarptırmaktır. Sonra 39. âyette, Allah-u Teâlâ, Rasûlüne ve mü'minlere şu gayeye ulaşıncaya kadar müşriklerle aralıksız savaşmalarını emrediyor: Fitne[62], yani şirk ve herhangi bir mü'min erkeğe ya da hanıma dininden dolayı işkence, baskı kalmayıncaya ve din ta­mamen Allah'ın olup, Allah'la birlikte Allah'ın dışında hiçbir şeye tapılmayana kadar.[63]"Eğer..." şirkten ve zulümden "... vazgeçerlerse..." ve ellerini mü'minlerden çekerlerse, yani düşmanlıklardan vazgeçip içlerinden kin ve nef­retlerini sürdürseler bile bunun size bir zararı dokunmaz. "... Allah ne yaptıklarını görmektedir." Onları size bildirecek ve sizi onlara musallat ede­cektir. "Eğer dönerlerse..." Sözlerini tutmaz ve sizden el çektikten sonra tek­rar sizinle savaşmaya dönerlerse, onlarla savaşın. Allah müşriklere karşı size yardım edecektir. Bilin ki Allah sizin sahibinizdir. Onları size musallat etmez. Aksine onlara karşı size yardım eder. O, sahiblendiği kişiye "... ne güzel sahib..." yardım ettiği kişiye "... ne güzel yardımcıdır." [64]

 

Sonuç

 

1-Allah'ın lûtfu ve rahmeti geniştir.

2-  İslâm, müslümanlıktan önceki günahları siler süpürür. Müslüman olanın daha Önce İşlediği kâfirlik ve diğer tüm günahları bağışlanır.

3-  Zalimler hakkında Allah'ın kanunu şudur: Süre tanıma ve bekleyiş uzun da olsa, sonunda yok (helak) etmektir.

4-   Yeryüzünde   müşrik   kaldığı   sürece   müşriklerle   savaşmak, müslümanlara vaciptir.

5-  Allah (c.c.) sahiplendiği kişiye ne güzel sahib, yardım ettiği kişiye ne güzel yardımcıdır. [65]

 

41- Eğer Allah'a ve (hak ile batılın) ayrılma gününde o iki topluluğun karşılaştığı (Bedir) Savaş(m)da kulumuza (Muham­medi) indirdiğimiz (ayetler)e inanmışsanız bilin ki, ganimet al­dığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Rasûlüne ve (Allah Rasûlü ile)    akrabalığı    bulunan(lar)a,    yetimlere,    yoksullara    ve    yolcu(lar)a   aittir.   Allah   herşeye   kadirdir.

42-   O gün siz,  vadinin yakın kenarında idiniz,  onlar da  uzak kenarında   idiler.   Kervan   da   sizden   daha   aşağıda   idi.   Eğer   söz-leşmiş    olsaydınız   dahi,    sözleştiğiniz    vakitte    öyle    buluşamaz-dınız.   Fakat Allah,   zaten  yapılması  kararlaştırılan   bir   işi  yerine getirmek  için   (sizi   böyle   buluşturdu)   ki   helak  olan,   açık   delille helak olsun,  yaşayan  da açık delille yaşasın.   Çünkü Allah  işiten­dir,   bilendir.

43-   Allah   sana   onları   uykunda   az  gösteriyordu.   Eğer  sana onları   çok  gösterseydi,   çekinirdiniz   ve   işte   (savaş   işinde   birbiri-nizle)   çekişirdiniz.   Fakat Allah  (sizi   bundan)   kurtardı.   Çünkü   o, göğüslerin  özünü bilir.

44-   Karşılaştığınız   zaman   onları   sizin   gözlerinize   az  göste­riyor,   sizi  de  onların  gözünde  azaltıyordu  ki yapılmış  bir  işi ye­rine  getirsin.  İşler hep Allah'a  döndürülecektir.

 

Sözülk

 

Ganimetlerden bir şey aldığınızda. Galip gelerek az veya çok  kâfirlerin malını aldınız mı...

 Beşte biri Allah'ındır. Yani Allah'ın ve onun peygamberinindir. Ve yakınlarınmdır. Peygamberin yakınları olan Haşimoğulları ile Muttaliboğulları Kulumuza indirdiğimiz. Melekler ve âyetler. Kulumuz Muhammed (a.s.)'a indirdiğimiz Kur'an âyetlerimiz ve Elçi. Ayırdetme günü. Bedir savaşı. Ramazan'ın 17'sinde olmuştur.Furkan Savaşı denmiştir. Çünkü Allah hakla bâtılın arasım o savaşta ayırmıştır.grubun karşılaşması. Mü'minler cemaatiyle kâfirler güruhu" Bedir'de. Vadinin tarafı, vadinin yanı. Dünya: Medine'ye yakınolan taraf. Medine'den uzak olan yer. Çünkü orası vadinin öbür tarafı ıdı.Kervan sizden aşağıdaydı. Ebu Süfyan'ın kervanı. Mü'minlerin aşağı tarafındaydı.Sizden. Yani ele geçirmek istediğiniz kervan sizden daha aşağı tarafta idi.Açık delillerden. Açık belge ve delillerle.İşler konusunda çekişirdiniz. Savaş ganimetleri konusunda kendi aranızda ihtilafa düşerdiniz.Onların gözlerine sizi az gösteriyor. Bu savaştan önce idi. Daha sonra ise yenilgileri tam olsun diye mü'minleri kendilerinin iki katı gördüler. [66]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerin, anlaşmazlık çıktıktan sonra ganimetlerin paylaşımım açık­lamak için indiğinde şüphe yoktur. Allah-u Teâlâ meseleyi hallettikten sonra ganimetleri paylaştırdı ve ayetin başında: "Ganimetler Allah'a ve Rasûlüne aittir." buyurdu. Ardından da burada: Ey müslümanlar "bilin ki..." iğneden ipliğe kadar "... ganimet aldığınız herhangi birşey..."[67]Ganimet aldığınız de­mek, sizinle savaşan kâfirlere galip gelerek ellerinden zorla aldığınız mallar demektir. İşte o malların taksimi şöyledir: "... beşte biri Allah'a, Rasûlüne, akrabalara[68], yoksullara ve yolcuya aittir." Ey mücahidler, geri kalan beşte dört, yayaya bir pay ve savaşa katkısından dolayı süvariye iki pay olmak üzere size aittir. Çünkü süvarinin atı beslenme harcamalarına muhtaçtır. Al­lah'ın payından maksat, umumi maslahatlara (kamu yararına) harcanacak paydır. Allah'ın evlerine harcanırsa en iyisi yapılmış olur. Allah'ın evleri Kabe ile diğer camilerdir.

Allah Rasûlü ise, payım ailesine sarfeder. Akrabanın payı da Peygam­berin, şereflerinden dolayı zekât almaları haram olan akrabasına harcanır.

Bunlar Haşimoğulları ile Muttaliboğulları'dır. Peygamberimizin yakın akraba­larına zekat verilmiyordu. Sadece onlara savaş genimetlerinden pay veriliyor­du.

Yetimlerin payı yetimlere, miskinlerin payı da fakir müslümanlara har­canır. Yolcunun payı ise, memleketlerine dönemeyen yolculara, yolculukları esnasında buna ihtiyaç duyduklarında harcanır.

"Eğer..." Rab olarak "... Allah'a ve furkan savaşında, o iki topluluğun karşılaştığı savaşta..." mü'minlerin müşriklerle karşılaştığı Bedir Savaşı'nda, "... kulumuza..." Allah Rasûlü Muhammed'e (s.a.v.) "... indirdiğimize..." (Al­lah-u Teâlâ'nın kuluna indirdiğinden maksat, Hz. Peygambere indirilen Kur'an-ı kerimdir. Bir de savaşlarda mü'minlere yardım için indirilen melekler kasdedilmektedir. Müşriklere savaşta ok atıp da çoğunun hezimetlerine se­bep olan bu ok atma ile ilgili ayet de Kur'an'da indirilenlerdendir.) "... in-anmışsanız şayet... Allah herşeye kadirdir." Azlığınıza rağmen size yardıma muktedir olduğu gibi, çokluklarına rağmen düşmanlarınızın hezimetine kadir­dir. O dilediği herşeye kadirdir.

"Hani siz vadinin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak kenarında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi."

Şükretmeye hazırlansınlar diye Allah-u Teâlâ'nın mucizelerinin tecelli ettiği ve nimetlerinin ortaya çıktığı savaş alanını hatırlatmaktadır.

"Eğer sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakitte Öyle buluşamazdı-nız..." Yani iki grup o savaş noktasında buluşmak için anlaşmış olsaydınız bi­le bu kadar isabet edemezdiniz. Sîz ve müşrikler, savaşmak için Bedir'de bu­luşmaya vakit belirle şeydiniz, buruşamazdınız. Çünkü buluşmamayı gerekti­recek sebepler vardı: Sayıca siz azdınız, onlarsa çok... "... Ama Allah, zaten yapılması kararlaştırılan.." Allah'ın kaza ve kaderinde yapılmasına hüküm ve­rilen "... bir işi..." size zafer nasib etmeyi, düşmanlarınızı hezimete uğratmayı "... yerine getirmek için..." sizi önceden sözleşmeksizin ve anlaşmaksızın bi-raraya getirdi "... ki helak olan açık delille helak olsun, yaşayan da açık delille yaşasın." Bu, Allah-u Teâlâ'nın sizi savaşmak için Bedir Vadisi'nde biraraya getirişinin sebebini ortaya koymaktadır. Cenab-ı Hak bunu böyle yaptı ki, sağ kalan ve Allah'ın, İslâm'ın, Peygamberin ve ahiretin hak olduğunu bilen kişi -zira bunları gösteren mucizeleri Allah onlara orada göstermişti- imanla ya­şatılmış, küfürle helak olan, müşriklerin içinde bulundukları küfrü, batılı ve sapıklığı anlamış sonra da buna razı olup, o hal üzere devam etmiştir.

"Çünkü Allah işitendir, bilendir." Daha önce belirtilenleri vurgulayıp pe-

İtiştirmektedir. Allah-u Teâlâ, kullarının sözlerini işittiğini ve fiillerini bildiğini haber vermektedir. Allah'ın haber verip ilân ettikleri her zaman doğrudur ve haber verdiği gerçekleşecektir.

"Allah sana onları uykunda az gösteriyordu." Sen de ashabına bildir­miştin, onlar da böylece rahatlamış, sevinmiş ve kendilerini savaşa hazırla­mışlardı. "Eğer..." rüyanda "... sana onları çok gösterseydi..." sen de bunu as­habına bildirseydin başaramazdınız. Kafirlerle savaşmaktan korkardınız ve kafirlerle savaşmama konusunda mutlaka ayrılığa düşerdiniz. "...Ama Al­lah..." sizi bundan kurtardı da onları sana çok göstermedi. Allah-u Teâlâ göğüslerin özünü bilir. Bunun sonunda hayır ve şerrin nereden olacağını bil­diğinden böyle yaptı.

"Onları gözünüzde az gösteriyordu." Ey mü'minler, karşılaştığınızda meselâ yetmiş veya yüz kişiymişçesine kâfirleri sizin gözünüze az, sizi de çekinmesinler diye kafirlerin gözüne az gösterdiği zamanı hatırlayın. Allah-u Teâlâ kafirlerin yenilmesini sağlamak için, savaş başlamadan önce mü'minleri kafirlerin gözünde çok az gösteriyor ki kafirlerin iştahı kabarsın da savaşa başlasınlar. Savaş başladıktan sonra da kafirlere korku salmak için bu defa mü'minleri kafirlerin gözünde çok kalabalık ve güçlü göstermektedir. Bu, karşılaşma anında, iki ordu birbirine girmeden olmuştu. İki ordu birbirine gir­dikten sonra Allah, kâfirlere mü'minleri, çoklukta kendilerinin iki katı kadar gösterdi de [69] böylece hezimete uğradılar. Nitekim Al-i İmrân sûresi'nde: "Onları kendilerinin iki katı görüyorlardı." (Ayet, 13) diye geçer.

Allah-u Teâlâ'nm: "Kararlaştırılmış bir işi yerine getirsin." sözü, dost­larına yardım etmek, onları üstün kılmak ve düşmanlarını hezimete uğratmak için alınan bu ilâhî tedbirlerin sebebini ortaya koymaktadır.

"İşler, hep Allah'a döndürülecektir." Allah-u Teâlâ bütün işlerin kendi­sine ulaşacağını, haber de olsa başka birşey de olsa, olmasını dilediğinin ola­cağını, olmasmı dilemediğinin de olmayacağını bildiriyor. [70]

 

Sonuç

 

1-  Ganimetlerin Allah-u Teâlâ'nm razı olduğu biçimde nasıl paylaş­tırılacağı açıklanmıştır.

2-  İman hatırlatılmıştır. İman, mü'minin, imanıyla diri olup emri yap­maya, yasağı terk etmeye kadir oluşu itibariyle yönlendirici güçtür. Kâfirse ölüdür, ona mükellefiyet yoktur.

3- Bedir Savaşı fazilettir ve Bedir gazileri faziletlidir.

4-  Allah-u Teâlâ, dostlarının zaferi, düşmanlarının hezimeti için ortamı mü'minlerin lehine hazırlar.

5-  İşler başarı ve başarısızlık olarak Allah'a varacaktır. Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan o işlere etki edemez. [71]

45-   Ey   inananlar,   bir  toplulukla  karşılaştığınız  zaman   sebat edin  ve Allah'ı  çok anın  ki,  başarıya erişesiniz.

46-   Allah 'a   ve  Rasûlüne   itaat  edin,   birbirinizle   çekişmeyin. Yoksa   korkuya   kapılırsınız   ve   devletiniz  gider.   Sabredin,   çünkü Allah   sabredenlerle   beraberdir.

47-   Yurtlarından   çalım   satarak,   insanlara   gösteriş  yaparak çıkan   ve  Allah  yolundan  menedenler gibi  olmayın.  Allah   onların bütün   yaptıklarını   çepeçevre   kuşatmıştır.

48-   O  zaman   şeytan  onlara  yaptıkları   işi  süslemiş,   "Bugün insanlardan   sizi   yenecek   kimse   yoktur,    (korkmayın)   ben   sizin yanınızdayım,"  demişti.   Fakat iki  topluluk  birbirini görünce  ardı­na   dönüp,   "Ben   sizden   uzağım,   ben   sizin  görmediğiniz   (gerçeğ)i görüyorum.   Ben   Allah'tan   korkarım.   Zira  Allah'ın   cezası   çetin­dir,"  demişti.

49-   Münafıklar  ve  kalplerinde  hastalık  bulunanlar:   "Bunları dinleri  aldatmış,"   diyorlardı.   Oysa  kim  Allah'a  dayanırsa,   şüphe­siz Allah  daima Aziz  ve  Hakim'dir.

 

Sözlük

 

Bir grup. Savaşan grup.Direnin. Sebat edin. O grupla savaşmada direnin ve muka­vemet gösterin.Allah'ı çok zikredin. Zafer dileyerek, arzulayarak ve Allah'tan isteyerek, lâ ilahe illallah, Allahü ekber, diyerek, Allah'ı çokça zikredin.Kurtulursunuz. Dünyada hezimetten ve ahirette cehennemden kurtulduktan sonra dünyada zaferi, ahirette de cenneti kaza­nacaksınız.Ayrılığa düşmeyin.  Düşmanla yüzyüze iken asla ayrılığa düşmeyin.

Kuvvetiniz gider. Ayrılık sebebiyle gücünüz gider.Gösteriş için yurtlarından çıktılar. Hakkı defetmek ve engelle­mek demek olan gösteriş için yurtlarından çıkanlar.Ve dedi ki: Seni himaye ediciyim; himayeme alacağım, düş-inanlarınıza karşı destekleyeceğim.İki grup birbirlerini gördüler. Karşılaştılar ve herbiri düşmanını

gördü.Kaçarak ardına döndü. (Çünkü yanlatma Sürâka b. Malik kılığında gelmişti.)Ben sizin görmediğinizi görüyorum. Yani, yardıma gelen melekleri görüyorum.Kalplerinde hastalık olanlar. İmanlarında zayıflık ve inançlarında gedik olanlar. [72]

 

 

Açıklama

 

Bu hitap mü'minlere yöneliktir. Allah onlara kâfirlerle savaşmak için izin vermiştir. Savaş, Abdullah b. Cahş'm (r.a.) seriyyesi ile başlamış ve Büyük Bedir Gazvesi ile ikincisi gerçekleşmiştir. Onun için, mü'minler, Rab-bânî öğretim ve ilâhi rehberliğe muhtaçtılar. Öğretim ve rehberlik gereğince savaşlara nasıl gireceklerini ve nasıl zafer kazanacaklarını Öğreneceklerdi. Bu dört ayette savaşlara girmeye ve zafer kazanmaya ilişkin çok yüksek bir öğretim vardır. Şöyle:

1)  Mücahidler sanki yerinden kıpırdamaz yalçın bir dağmışçasma düş­mana karşı durup direnmeli: "Ey iman edenler, bir toplulukla..." savaşan grup­la "... karşılaştığınız zaman sebat edin."

2) Lâ ilahe illallah, Allahü ekber, Subhânallah diyerek; dua ederek, yal-vararak, söz vererek, hamdederek Allah'ı zikretmek: [73] "Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Dünyada hezimetten ve rezil olmaktan, ahirette de ce-hennemden ve azaptan kurtulasmız; dünyada zaferi, ahirette cenneti kaza-nasınız.

3)  Emirlerini yerine getirmede ve yasaklarından kaçınmada Allah'la Rasûlüne itaat etmek. Savaş komutanı ile yöneticisine itaat de bu itaate gi­rer. İşte bu, Allah-u Teâlâ'nın kâinattaki kanununa (sünnetullah) göre zaferin en büyük sebeplerindendir: "Allah'a ve Rasûlüne itaat edin."

4)  Savaşa hazırlık, anında, savaşa başlama sırasında ve savaş es­nasında çekişip ayrılığa düşmemek gerekir.

5)  Çekişme ve ayrılığın sonuçları şunlardır: Herkesi kapsayan korku, "rıh" diye dile getirilen gücün gitmesi: "Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa kor­kuya kapılırsmz, gücünüz ve kuvvetiniz gider."

6)  Savaşı sürdürmeye, hazırlık yapmaya, kendini savaşa yatkın hale getirmeye ve hazırlamaya sabretmek gerekir. "Sabredin, çünkü Allah sabre­denlerle beraberdir."

7) Savaşta ihlâslı olmalı, savaşa Allah için çıkmalı ve Allah rızasından başka bir gayeyle çıkmamalıdır: "Yurtlarından çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın.[74]Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."

işte bunlar bu beş âyetten üç âyetin içerdiği, zaferin etkenleri ve Allah yolunda cihadın şartlarıdır.

"O zaman şeytan onlara yaptıkları işi süslemiş ve: "Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Ben sizin yanınızdayım." demişti. Fakat iki toplu­luk birbirini görünce, ardına dönüp: "Ben sizden uzağım, ben sizin görme­diğinizi görüyorum, ben Allah'tan korkarım, zira Allah'ın cezası çetindir." de­mişti."

Allah-u Teâlâ mü'minlere, ibret ve nasihat olsun diye Bedir Savaşı'nda gerçekleşen garip olaylardan birini anıyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: Ge­rek gidişatta, gerek çarpışmakta ve gerekse her tür yaşantılarında kendile­rine benzemenizi yasakladığım müşrikleri, şeytanın allayıp pulladığı ânı hatırlayın." Onlara: "Muhammed'le ve mü'minlerle savaşmaya koşun. Kaçma­yın ve korkmayın. Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Ben sizin yanınızdayım. Yani sizi korur, size yardım eder ve desteklerim." demişti.

Şeytan o anda Kinâneoğulları'ndan önde gelen bir adamın kılığındaydı: Sürâka b. Malik'in...[75]Fakat iki topluluk birbirini görünce ve çarpışmak için ilerley­ince, şeytan melekler safında Cebrail'i gördü. Hemen gerisingeri döndü. Haris b. Hişam'ın elini tutmuş konuşuyor, savaşa girmeyi allayıp pulladıktan ve on­ları buna kışkırttıktan sonra söz veriyor ve takdir ediyordu. Kaçar vaziyette geri dönünce Haris b. Hişam: "Sana ne oluyor? Başına bir şey mi geldi? Gel!" dedi. Şeytansa kaçar durumda: "Ben sizin görmediğinizi..." melekleri "... görüyorum. Ben Allah'tan korkarım.[76] Allah'ın cezası çetindir." dedi. Çok ya­lancı olduğu halde doğruyu söyledi.

49. âyette Cenab-ı Hakk: "Münafıklar ve kalbierinde hastalık bulunan­lar "bunları dinleri aldatmış" diyorlardı," diye haber veriyor. Ey mü'minler, ibret ve ders almak için münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanların[77]"Bunları dinleri aldatmış. Değilse, sayı ve teçhizat bakımından kendilerine üstün olduğu halde Kureyş'Ie savaşmaya çıkmazlardı," demesine dikkat edin. Zayıf imanlıların ve imanlarının sahteliğinin gereği olarak, münafıkların böyle laflar etmesi normal sayılır. Bunu hatırlayın ve böyle lâflar moralinizi boz­masın; yardım edeceğine güvenerek Allah'a tevekkül edin. O size yardım ed­ecektir. Çünkü o yenilmez ve dilediğini yapmasına mâni olunamaz bir üstün güçtür. Zaferi imanla, sabırla, hem kendisine hem de Rasûlüne itaatla, ame­linde ve itaatinde kendisine karşı ihlâslı olmakla hak edenlere verecek şekilde hikmet sahibidir. [78]

 

Sonuç

 

1- Zaferin sebepleri ve etkenleri açıklanmış ve her savaşta bunlara gö­re davranmanın gerekliliği izah edilmiştir. Bunlar: Sebat, Allah-u Teâlâ'yı zi­kir, Allah'a ve Rasûlüne itaat, komutana itaat, tartışmayı ve ayrılığı bırak­mak, sabır ve de ihlâstır.

2-  Başarısızlıkla kaybın sebepleri de açıklanmıştır. Bunlar da: Tartışma, ayrılık, gösteriş, iki yüzlülük ve gaflettir.

3- Şeytanın kâfirlerin kişilikleri üzerinde, onlara savaşı süsleyerek, söz vererek ve takdir ederek çalıştığı açıklanmıştır.

4- Çarpışmanın var olduğu ve dövüşün patladığı anda münafıklarla zayıf imanlıların tavrı dile getirilmiştir.

5- Batıl ehlinin, engelcilerin ve hezimete uğrayanların iddiaları ne olur­sa olsun, Allah'a tevekkül ve itimad gereklidir, farzdır. [79]

 

50-   Görseydin   o   inkâr  edenleri:   Melekler  onların   canlarını alırken  yüzlerine  ve  arkalarına  vuruyorlar,   "Haydi yangın  azabını tadın!"   (diyorlardı).

51-   İşte  bu  ellerinizin  yapıp  öne  sürdüğü  işler yüzündendir. Yoksa Allah,   kullara  zulmedici  değildir.

52-   Tıpkı  Firavun   ailesi  ve  onlardan   öncekilerin  gidişi gibi Allah'ın   ayetlerini  inkâr  etmişlerdi.  Allah   da  onları  günahlarıyla yakalamıştı.   Şüphesiz  Allah  güçlüdür,   O 'nun   cezası   çetindir.

53-   Bu   böyledir.   Çünkü   bir   millet   kendilerinde   bulunanı değiştirmedikçe   Allah   onlara   verdiği   nimeti   değiştirmez.   Allah işitendir,   bilendir.

54-   Firavun  ailesi  ve  onlardan  öncekilerin  gidişi gibi:  Rab-lerinin   ayetlerini   yalanlamışlardı.   Biz   de   onları   günahları   ile mahvetmiştik.   Ve   Firavun   ailesini   boğmuştuk.   Hepsi   de   zulme-dicilerdi.

 

Sözlük

 

Öldürdüğünde. Öldürmek için ruhlarını alırken...Yüzleri ve arkaları. Melekler kafirlerin canlarını alırken, onla­ra hem önlerinden hem arkalarından vuruyorlardı.Kullarına zulmedici değildir. Tıpkı: "Rabbin hiç kimseye zul­metmez." ayeti kerimesi gibidir.Tıpkı Firavun'un ehli gibi. Kâfirlikte, yalanlamada, gidişte ve adette Kureyş kâfirlerinin gidişi Firavun hanedanının gidişi gibidir.Nimetini değiştirici değildir. Nimetin değiştirilmesi, çekip al­mak veya o nimeti elinde bulunduranlara azap etmek şeklinde cezalandırmakla değiştirilmesidir.Firavun'un ehli. Zulmüne ve kâfirliğine katılarak Firavun'un dini üzere olan kıbtîler. [80]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak mü'minlere karşı savaşmak için çıkan Kureyş kâfirlerini anlatıyor. Allah-u Teâlâ Rasûlüne buyuruyor: "Görseydin o inkâr edenleri:[81]Melekler, onların canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına.,."[82] şöyle diyerek "... vuruyorlardı: Haydi yangın azabını tadın. "[83]

Cenab~ı Hakk devam ediyor: "İşte bu, ellerinizin yapıp ettiği işler yü­zündendir. Yoksa Allah kullara zulmedici değildir." Bu da, meleklerin, can­larını aldıkları kâfirlere söylediği sözlerdendir. Yani, işte bu dayak ve işkence, kendi ellerinizle sunduğunuz kâfirlik, zulüm ve fesat sebebiyledir. Allah size zulmediyor değildir. Çünkü O, hiçbir kimseye zulmetmez.

"Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan Öncekilerin gidişi gibi..." Şu Kureyşli müşriklerin küfürde ve yalanlamadaki tutumları Firavun ailesi ile onlardan öncekilerin tutumları gibidir. "... Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdi. Allah da onları günahları yüzünden yakalamıştı." İşte onlar da inkâr etmişlerdi de Al­lah günahlarından dolayı onları azaba çarptırmıştı.

"Şüphesiz Allah güçlüdür, O'nun cezası çetindir." Firavun ailesi ile on­lardan önceki Âd'a, Semûd'a, İbrahim'in kavmine, Medyen ve Mu'tefikât As-habı'na yaptıkları bunu gösterir. En sonunda Allah-u Teâlâ Kureyş kâfirlerini Bedir'de güçlü ve herşeye kadir sıfatlarıyla cezaya çarptırmıştır.

"Bu böyledir. Çünkü bir millet kendilerinde bulunan iyi hallerini değiş­tirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez." ayeti, hem yalanlayıcı, inkarcı, zalim ümmetlerin tepesine indirdiği azaba, hem de mü'min ancak is­yankâr kulları hakkındaki tutumuna İşarettir. O tutum şudur: Bir millet kendil­erinde olanı inkâr ederek, yalanlayarak, zulüm ederek, fasıklıkta bulunarak, fâcirlikle değiştirmedikçe, Allah-u Teâlâ'mn onlara verdiği güven, bolluk, te­mizlik ve sefa gibi bir nimeti değiştirmesi şanından değildir. İşte o zaman bu nimetler, cezalandırmakla değiştirilir. Güven ve bolluğun yerini korku ve pa­halılık, temizlik ve sefanın yerini de pislik, şer ve fesat alır. Tabii bu, Allah-u Teâlâ'mn onlara genel bir sürgün ve tam bir soykırımla azab etmediğinde olur.

"Allah işitendir, bilendir." Kullarının sözlerini ve davranışlarını işitir ve bilir. Bu sebeple karşılık verişi zulümsüz, adil olur.

"Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi: Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı.[84]Biz de onları günahları sebebiyle helak etmiştik. Firavun ailesini (suda) boğmuştuk. Hepsi de zulmedici idiler."

Bu ayet önceki ayete benzemektedir. Ancak aralarında şu farklılıklar vardır: İlk âyette, helak edilenlerin suçu kâfirliktir, bu âyette ise yalanlama. İlk ayette azabın türü anılmamıştır, İkincide anılmıştır: Boğulmak. İlk ayette aleyhlerine kâfirlikten başka bir suç kaydedilmemiştir. Tek suçları küfürdür, başka birşey değil. İkincide ise hepsinin aleyhine bir günah daha kaydedil­miştir: Zulüm. "Hepsi de..." inkâr ediş, yalanlayış, Allah yolundan çeviriş, Al­lah ve Rasûlüne itaatten çıkışları sebebiyle (üstelik te'kidle) "... zalimdiler." [85]

 

Sonuç

 

1- Daha can alınırken azap görüldüğü ilân edildiğine göre kabir azabı da vardır.

2- Bu ayetin benzeri En'am Sûresi'nde geçer: "O zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış..." vurarak "..."Haydi canlarınızı çıkarın. Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız! (derken) onların halini bir görsen."[86]

3-  Yaradan, herhangi bir kimseye zulmetmekten beridir.

4- Allah-u Teâlâ'mn zalimleri cezalandırmaktaki ve nimeti yoksulluk ve belâlarla değiştirmekteki tutumu (sünnetullah) dile getirilmiştir.

5-  İnsanlar değiştirmeye başlamadıkça, insanların içinde bulundukları iyilik ya da kötülüğü değiştirmek Allah-u Teâlâ'nın insanlar hakkında izleme­diği bir tutumdur.

6- Zulüm ve zalimler yerilmiştir. Bütün günahlara 'zulüm' denir. [87]

 

55-   Allah   katında  yaratıkların   en   kötüsü   kâfirlerdir.   Artık onlar inanmazlar.

56-    Sen   kendileriyle   andlaşma   yaptığın   halde   onlar,   hiç çekinmeden  yaptıkları   andlaşmayı   her  defasında   bozarlar.

57-   Savaşta  onları  yakalarsan,   onlarla  arkalarında  bulunan kimseleri de  dağıt ki ibret alsınlar.

58-   Bir  kavmin   andlaşmayı   bozmasından   korkarsan,   sen   de aynı   şekilde   onlara   at.   Çünkü   Allah   andlaşmayı   bozanları   sev-

mez.

59-    İnkâr    edenler   geçtiklerini    sanmasınlar.    Onlar    aciz bırakamazlar.

 

Sözlük

 

Canlıların en şerlisi, insan veya hayvan. Allah-u Teâlâ'nın özelliklerini saydığı Beni Kurayza'dır.Onlar inanmıyorlar. Allah-u Teâlâ hallerini bildiğinden onların kâfir olarak öleceklerini haber verdi.Ahitlerini bozarlar. Sözlerinde durmayan ve andlaşma dışına çıkarak, andlaşmada var olmayan şeyleri yapanlar.Her defasında. Her andlaşma yaptıklarında...Onları bulduğunda...Parçala, dağıt. ibret alalar...Onlara at. Andlaşmalannı bir kenara fırlat at.Eşit olarak. Sen de onlar da andlaşmayı bozduğunuzu bilerek.Hainler. Andlaşmalarını bozanlar.

 Geçtiler. Allah'ı aciz bırakıp da ileri geçeceklerini sanma. Allah'ı atlattıklarını, kendilerine karşı Cenab-ı Hakk'ın imkânı kalmadığını sanmasınlar. [88]

 

Açıklama

 

İslâm davasına ve dava sahibine, yani Hz. peygamber'e (s.a.v.) düş­manlığın zikredilmesi münasebetiyle Cenab-ı Hakk, İslâm davasının müşrik Kureyş kâfirleri dışındaki diğer hasımlarını da zikretti: Yahudi Kurayzaoğul-ları.[89] Allah-u Teâlâ, kafirlerin insan olsun, hayvan olsun yaratıkların en şerlisi olduklarını haber verdi ve tanınsınlar diye tarif ederek özelliklerini saydı Şerre ve fesada daldıkları için iman etmeyeceklerdir: "Allah katında..." O'nun kararına ve bilgisine göre "... yaratılanların en kötüsü inkâr edenlerdir.

Artık onlar inanmazlar."

Onlara has bir başka Özelliklerini belirtti: "Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde onlar, hiç çekinmeden yaptıkları andlaşmayı her defasında bo­zarlar. "[90] Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk.defasında kafirlerle, peygambere karşı savaşmamak ve Peygambere karşı savaşan hiçbir kimseye yardım et­memek üzere anlaşmıştı. Bir de ne görsün, Kureyş'e silah yardımı yapmıyor­lar mı!? Tutumları ortaya çıkınca, hatalarını kabul ederek özür dilediler. Rasû-lüllah (s.a.v.) kendisine karşı savaşmamak ve kendisine karşı savaşan hiçbir kimseye yardım etmemek üzere bir kez daha andlaşma yaptı. Bir de ne görsün, antlaşmalarını yine bozup kendisine karşı savaşa girmiyorlar mı?! Bu defa da Hendek Gazvesi'nde savaşan gruplara katılmışlardı. Allah-u Teâ-lâ'nın şu kavli bunu belirtmektedir: "Allah katında yaratıkların en kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar inanmazlar. / Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde onlar, hiç çekinmeden..." andlaşmaları bozmanın cezasından ve andlaşmalarla canları çektiği gibi oynamaktan hiç korkmadan "... her defasında..." yaptıkları andlaşmayı "... bozarlar."

Allah-u Teâlâ'nm, "savaşta onları yakalarsan onlarla arkalarında bulu­nan kimseleri de dağıt ki, ibret alsınlar" sözü, Rasûlünü, antlaşmalarını bo­zan, küfre batmış bu kişilere karşı koyması gereken tavrı emrederek yönlen­diriyor. Hiç bir halde çıkmamak üzere küfre batmışlardı. Şu da bu gerçeği gösterir: Kaleleri kuşatılıp teslim olduklarında herbirine öldürülmemek için müslüman olmaları teklif ediliyordu. Onlar da kendi iradeleri ile müslüman ol­maktansa öldürülmeyi tercih ettiler ve kâfir olarak öldüler. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Onlar inanmazlar." İşte onları, savaşta yakalarsan, yani eline imkân geçmiş durumda bulursan, şiddetle, sertçe, acımadan vur. Hatta, arkalarında durup, Kureyş kâfirlerinin ve diğerlerinin seni mağlub etmesini gözleyen İslâm düşmanlarım da dağıt. Umulur ki ders ve ibret alırlar da, bun­dan böyle seninle savaşıp çarpışmayı düşünmezler.

"Bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan [91]haber vererek sen de

 (andlaşmayı) bir kenara at. Şüphesiz Allah hainleri (antlaşma bozanları) sevmez." Bu da Rasûlüllah'ı (s.a.v.) başarılı savaş planlarına ilişkin bir yön­lendirmedir: Şayet andlaşma yaptığın bir kavmin andlaşmayı bozacağından korkarsan, bunun belirtileri gözükmüşse ve alâmetlerini algılamışsan; and­laşmayı bozarak ve bozulduğunu sen de, onlar da tam olarak bilesiniz diye karşı tarafa ilân ederek o andlaşmayı kaldır at. Bildir ki seni andlaşmayı boz­makla itham etmesinler. Allah andlaşma bozanları sevmez. Sonra Allah'tan yardım dileyerek savaş onlarla... Andlaşmayı bozanlar yenilecektir. Bu bir kesin kararlılık göstergesidir. Çünkü düşman sürekli andlaşmayı bozmaya niyet etmişse, andlaşmada eksiklik olmuştur. O zaman, gafil avlama (ansızın saldırma) unsurunun düşmanın elinden derhal sökülüp alınması gerekir. Bu, savaşlarda Önemli bir unsurdur.

"İnkâr edenler..." Bedir Savaşı'ndan kaçan Kureyş kâfirleri "... geçtik­lerini ..." atlattıklarını, Allah'ın kendilerine güç yetiremediğini "... sanmasınlar. Onlar..." hiçbir zaman Allah'ı "... aciz bırakamazlar." Zira ne kaçan Allah'tan kurtulabilir, ne de bir kimse O'na galip gelebilir. [92]

 

Sonuç

 

1- Yaratıkların en şerlileri kâfirlerdir.

2-  Zulme, şerre ve fesada dalanlar hakkında Allah'ın tutumu hak ettik­leri cezayı vermesidir.

3-  Başka düşmanları caydırsın diye komutanın düşmana sıkıca ve şiddetle vurması yararlı bir savaş usûlüdür.

4- Andlaşmaya ihanet ve bozmak haramdır.

5-  Andlaşmanm bozulduğunu İlân etmek de, düşmanı ansızın vurmak da caizdir. Elbette, düşmanın andlaşmayı bozmaya kararlı olduğunu gösteren açık belirtiler ortaya çıkmışsa...[93] Ansızın vurulur ki, gafil avlanılmasın. [94]

 

60-   Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve  cihad için bağlanıp   beslenen   atlar  (savaş   araçları)   hazırlayın.   Bununla  Al­lah'ın   düşmanını,   sizin   de   düşmanınızı   ve   onlardan   başka   sizin bilmediğiniz,   Allah'ın   bildiği   (düşman)   kimseleri   korkutursunuz. Allah   yolunda    ne    harcarsanız,    tam    olarak   size    ödenir,    hiç haksızlığa    uğratılmazsınız.

61-   Eğer  onlar  barışa yanaşırlarsa  sen  de  yanaş  ve  Allah'a dayan.   Çünkü  O,  işitendir,  bilendir.

62-   Eğer  sana  hile  yapmak  isterlerse   (korkma),  Allah   sana yeter.   O  ki yardımıyla  seni  ve  mü'minleri destekledi.

63-   Ve  onların   kalplerinin  arasını   uzlaştırdı.   Sen  yeryüzün­de   olan  herşeyi  verseydin,  yine   onların   kalplerinin   arasını   uzlaş-

tıramazdın, fakat  onların  arasını Allah   uzlaştırdı.   Çünkü   O,   dai­ma  üstündür,  hikmet sahibidir.

 

Sözlük

 

Hazırlayın.Güç yetirebildiklerinizi.Kuvvetten. Savaş gücü. Çeşitli türde silahlar.Size verilir. Ecri ve sevabı size tastamam verilir.Barışa yanaşırlarsa. Savaşmamaya yönelir ve rağbet eder­lerse.Allah sana yeter. Onların serlerine karşı sana Allah yeter ve onlara karşı sana Allah yardım eder.Kalplerini birbirine ısındırdı. Birbirinden nefret ediyorken ve ayrılık içindeyken Ensar'ın gönüllerini uzlaştırdı.O Aziz ve Hakimdir. Meselesine hakim, fullerinde ve kul­larının işlerini düzenlemede hikmet sahibidir. [95]

 

Açıklama

 

Bedir Savaşı'nın bitişi, müşriklerin orada hezimete uğrayışı, hepsinin Mekke'ye mü'minlere kızgın durumda dönüşü, hatta Ebu Süfyan'ın defalarca intikam alınacağını vaadetmeye başlayışıyla -ki Uhud Savaşı bunun sonucun­dan başka birşey değildir- burada Allah-u Teâlâ, Rasûlü ile mü'minlere kuv­vet hazırlamalarını ve bu uğurda ellerinden gelen herşeyi yapmalarını emretti: "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet..." Hz. Peygamber (s.a.v.) "kuvvet"i atmak olarak tefsir etmiştir: "Dikkat edin, kuvvet, atmaktır." Bunu üç defa söylemiştir. "... ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.[96] Bununla Allah'ın düşmanını, kendi düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilme­diğiniz Allah'ın bildiği kimseleri (düşmanları) korkutursunuz."

Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına çeşit çeşit kuvvet hazırlamalarını em­rettikten sonra, at bağlayıp evlerinin önünde cihada hazır tutmalarının kâfir ve münafık Allah düşmanlarını korkuttuğunu haber veriyor. Yani bu iş onları kor­kutur da müslümanlara saldırıp savaşmayı düşünmezler. İşte silahlı barış de­nilen şey budur. Eğer ümmet, savaşa muktedir olarak silahlanmış olursa, bu ümmet düşmanlarını korkutur da savaşmazlar. Ama müslümanları sayıca ve silahça yetersiz, düşmanlarına karşı koymaya gücü yetmez durumda görürler­se, bu hal onları ümmetle savaşmaya tahrik eder ve de savaşırlar.

"Ve onlardan başkaları" sözünden maksat, Kureyş kâfirlerinden başka­ları demektir.

"Sizin bilmediğiniz, Alllah'm bildiği" sözünden İfade edilenler yahudiler, mecusiler veya münafıklar olabileceği gibi cinler de olabilir. Allah-u Teâlâ on­ların adını vermedikçe, kesin bir dille, onlar, falancalardır, demek doğru değil­dir. Şu kadarı var ki, müslümanların düşmanlarının, insan ve cin bütün yeryüzü müşrikleri ile kâfirleri olduğunu biliyoruz.

"Allah yolunda ne harcarsanız, size tam olarak ödenir, hiç haksızlığa uğramazsınız." Allah-u Teâlâ, müslümanların az veya çok Allah yolunda, yani cİhad için harcadıklarının karşılığını, onlara tam olarak, hiçbir şey eksiltmeden vereceğini bildiriyor. "Hiç haksızlığa uğratılmaksizın" hal cümlesidir. Anlamı ise, Allah-u Teâlâ, yolunda harcananların sevabını eksik vererek zulmetmez demektir. 60. ayetin muhtevası b--1ur.

61. ayet ise şöyledir: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. O, işitendir, bilendir."[97]Allah-u Teâlâ, o günkü cihadın komutanı olan peygamberine düşmanları ne zaman sulh ister, barışa yönelir ve samimiyetle rağbet ederse barışı kabul etmesini emrediyor. Çünkü O Azap Peygamberi değil, Rahmet Peygamberi'dir. Bu konuda Allah'a tevekkül etmesini de emretti. Yani barışı kabulde O'na itaat eder, meseleyi O'na ısmarlar ve O'na güvenir. Çünkü, düşmanlarının şerrine karşı ona Allah yeter.

Allah, onların sözlerini işitir ve yapıp ettiklerini de, durumlarını da bilir. On­ların hiçbir şeyi O'na gizli değildir. Bu sebeple, eğer barış isteyerek hile yap­mak niyetindeyseler, hilelerinin şerrine karşı Rasûlüne Allah yeter. 62. ve 63. ayetlerin manası budur.

"Eğer..." barışa meyletmekle "... sana hile yapmak isterlerse, sana Al­lah yeter. O ki..." Bedir'de "... seni ve mü'minleri yardımıyla destekledi. Ve onların kalplerinin arasını uzlaştırdı." Kin ve düşmanlıkla kaplı ve en küçük ve basit sebepler yüzünden birbirinden nefret eden o gönülleri uzlaştırdı. Ensar, aralarında süren büyük bir düşmanlık üzere yaşıyordu. Hatta aralarında yüzyirmi senelik savaş vardı. Müslüman olunca barıştılar, bütün düşmanlık ve nefret belirtileri yok oldu ve tek bir vücut oldular. Bunu Allah'tan başka kim sağlayabilirdi ki? Vallahi, hiç kimse.

"Sen yeryüzünde bulunan herşeyi..." altın, gümüş, deve, sığır, koyun vb. "... şeyler verseydin yine onların arasım uzlaştıramazdm." [98]

 

Sonuç

 

1- Kuvvet hazırlamak farzdır. Bu, o günün şartlarına göre her devirde geçerlidir. Geçmişte kuvvet, mızrak, kılıç ve at bulundurmaksa, bugün savaş uçağı, füze, nükleer bombası, tank, denizaltı ve savaş gemisidir.

2- Bir kural açıklanıyor: Silahlı Barış. Geniş bilgi için âyetlerin tefsirine bakınız.

3-  Gerçek müslüman oldukları sürece müslümanlar düşmansız olmaz. Çünkü insan ve cin bütün şer güçler, kendilerine düşmandır.

4-  Cihad harcamaları, en hayırlı harcamalardır, sevapları kat kat verile­cektir.

5-  Barış belli şartlarda kabul edilebilir, belli şartlarda da kabul edilme­yebilir. Bu, müslümanların güçlü ve zayıf oluşlarına göre değerlendirilir. [99]

 

64-  Ey peygamber, Allah  sana  ve  sana tâbi  olan  mü'minlere yeter.

65-   Ey  peygamber,   müzminleri   savaşa   teşvik   et   Eğer   siz­den   sabreden   yirmi   kişi   olsa,   iki   yüz   (kâfir)i  yenerler.   Sizden yüz kişi  olsa  kâfirlerden  bin  kişiyi yenerler.   Çünkü  o  kâfirler an­lamaz  bir  topluluktur.

66-   Şimdi   Allah   sizden   (yükü)   hafifletti,   sizde   zaaf  oldu­ğunu   bildi.   Bundan   böyle   sizden   sabreden   yüz   kişi   olsa   ikiyüz (kâfir)i yenerler.   Ve  eğer  sizden   bin   kişi  olsa  Allah'ın   izniyle   i-kibin   (kâfir)i  yenerler.  Allah   sabredenlerle  beraberdir.

 

Sözlük

 

Allah sana yeter. Düşmanlarının ve diğerlerinin durumuyla il­gili her hususta sana Allah yeter.

anabi olan mü'minlere de Allah yeter. Düşmanlarının durumundan ilgilendikleri hususlarda onlara Allah yeter.Mü'minleri savaşa teşvik et. Onları özendirip, sakındırarak savaşa teşvik et.Sabredenler. Savaşta sebat eden, direnci kırılmayan ve bozulmayan, aksine direnen ve savaşan.Anlamazlar. Savaş sanatlarından ve ustalığından öte, savaşm inceliklerini ve sonuçlarını anlamazlar. [100]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk, Rasûlüne, bütün insanların üstünde bir onur verdiği pey­gamberlik unvanıyla sesleniyor: "Ey peygamber..." buyuruyor. Ve hem Rasû­lüne, hem de ona tâbi olan mü'minlere, düşmanlarına karşı kendisinin (Al­lah'ın) yeteceğine, düşmanları ile savaştıkları sürece kendisinin (Allah'ın) on­lara yardım edip destekleyeceğine teminat vererek ne güzel bir, bildirimde bu­lunuyor: "Sana da, sana tâbi olan mü'minlere de Allah yeter."

Sonra onlara, Allah'ın İzniyle zafere götüren sebeplere sarılmaları için, ikinci defa şöyle sesleniyor: "Ey peygamber mü'minleri savaşa teşvik et." Sonra hem Peygamberine, hem de izinden giden mü'minlere şöyle emrediyor: "Eğer sizden..." savaşta "... sabreden yirmi kişi olsa..." bunlar "... ikiyüz kişİ-yi yenerler?" Ve eğer yüz sabırlı mü'min olsa, bin kâfiri yenerler. Bunun ge­rekçesi de açıklanıyor: "Çünkü onlar (kâfirler) anlamaz bir topluluktur." Savaş inceliklerini anlamazlar. Savaş incelikleri şunlardır: Allah-u Teâlâ'ya kulluk etmek, yeryüzünden zulmü silmek, Allah'ın mü'minlerden şehidler alıp onları katındaki şehitler makamında konuk etmesidir. Kâfirler, bunları anla­mazlar. Onun için savaşa karşı basiretleri (kalp gözleri) kapalıdır. Çünkü sa­dece yaşamak için savaşırlar. Hayatlarında tehlike sezince, yaşamak isteye­rek savaşı bırakırlar. Bundan da öte, mü'minlerin aksine savaş usûllerini ve yararlı araçlarını bilmeyen cahillerdir. Mü'minlerse bilgindir. Herşeyi bilirler. Yani böyle olması farzdır. Çünkü iman zayıflarsa, imanı izleyen ince anlayış ve ilim zayıflar; onun yerini, bugün müslümanlarda gözlemlendiği gibi cahillik ve zaafiyet belâsı alır. "Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti, sizde zaaf bulun­duğunu bildi. Bundan böyle sizden sabreden yüz kişi olsa, ikiyüz (kâfir)i ye­nerler. Ve eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle ikibin (kâfir)i yenerler. Allah sabredenlerle beraberdir."

İşte şu anda, sizde zaaf olduğunu bilişinden, yani bir kişinin on kişiyle, on kişinin yüz kişiyle, yüz kişinin bin kişiyle savaşmaya güç yetiremeye-ceğinİ bilişinden sonra Cenab-ı Hakk size merhamet ve ihsan ederek görev yükünü hafifletti. İlk hükmü, bir kişinin iki, on kişinin yirmi, yüz kişinin ikiyüz,bin kişinin de ikibin kişi ile savaşabileceğine dair olan bu ikinci hükümle nes-hetti. Bu, şu demektir; Mü'min bir kişinin iki kişinin önünden kaçması caiz değildir. Ama iki kişiden çok olurlarsa, caiz olur. Diğer oranlar da böyledir. On müslümamn yirmi kâfirden kaçması caiz değildir. Ama meselâ otuz ya da kırk kişiden kaçmaları caizdir. Tabii bu sadece yükü, güçlüğü ortadan kaldırmak türündendir. Değilse bir mü'minin on kişiyle de, daha fazlasıyla da savaşması caizdir. Nitekim Mute Savaşı'nda üçbin sahabi, yüzellibin Bizanslı ve Arap müttefikleriyle savaşmıştır.

"Allah'ın izniyle..." O'nun yardım edişi ve destekleyişi ile. Çünkü Al-lah-u Teâlâ'nın yardımı ve izni olmadan zafer kazanılamaz. "Allah..." destek­leyerek, yardım ederek "... sabredenlerle beraberdir." Allah-u Teâlâ'nın de­steklemesi ve yardım etmesi için sabır şart koşulmuştır. Allah, savaşa karşı sabretmeyen (sebatkâr olmayan) kimseye yardım edeceğine ve destekley­eceğine dair verdiği sözü yerine getirmekle yükümlü değildir. [101]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ'dan başka her şeye gücü yeten yardımcı yoktur. Kim ki Allah-u Teâlâ'dan başka her şeye gücü yeten kimseler olduğunu zannederse şirk koşmuştur.

2- Mü'minleri her zaman ve mekânda cihada özendirmek gerekir.

3- Bir kişinin bir ve iki kâfir kişi önünden bozulup kaçması haram, daha fazlasının önünden bozulup kaçması ise caizdir. Kaçmayıp savaşmak daha makbuldür.

4-  Mücahidlerİn akıl, ruh ve ustalık bakımından ince anlayışa kavuş­turulması gerekir.

5-  Savaş alanlarında tutunmak farz, bozgun haramdır. Mü'minlerin sayısı onikibin veya daha fazla askere varmışsa, bu, Allah-u Teâlâ'nın izni ile sayı azlığından dolayı mağlub olmaz.

6-  Allah, ilimle, destekle ve yardımla, savaşta bozulanlarla değil tutu­nanlarla beraberdir. [102]

 

67- Yeryüzünde ağır basıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünya malını istiyor­sunuz. Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah daima üstün ve   hikmet   sahibidir.

68~ Eğer Allah'tan bir yazı geçmemiş olsaydı, aldığınız fid­yeden  dolayı  size  mutlaka  büyük bir azab  dokunurdu.

69- Artık elde ettiğiniz, ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin   ve  Allah'tan   korkun!   Şüphesiz  Allah   bağışlayandır,   merha-

met edendir.

 

Sözlük

 

Esir kelimesinin çoğuludur. Harpte tutulup esir alı-

Esirler. Nanlar Yeryüzünde düşmanı korkutacak bir güç ve şiddete sahip olmadan.Dünya malı. Çünkü mal gelip geçicidir, elde kalmazsaydı. Bedir esirleri için aldığınız fidye sebebiyle.Helâl, temiz olarak. 'Tayyib' kelimesi burada, gerekli olan he-lâliyet için te'kiddir.Allah'tan sakının O'na ve Rasûlüne, emirlerinde ve yasakla­rında itaat ederek Allah'tan sakının. [103]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm Bedir Gazvesi olaylarına devam ediyor. Ömer ve Sa'd bin Muaz (r.a.) dışında ashab, içinde yaşadıkları zor hayat şartlan sebebiyle esirlere fidye alınmasını arzuladılar. Fidye konusundaki bu arzuları, Allah-u Teâlâ'nın fidyeyi helal mi, haram mı kıldığını bilmeksizin olmuştu. Fakat Hz. Ömer, bulduğu esiri mutlaka öldürüyordu. Sa'd ise şöyle demişti: "Savaşta düşman öldürmekte aşırı gitmek, geriye adam bırakmaktan daha iyidir." Fi­dye alıp verme işi bitince, fidyecileri şiddetle azarlayan bu âyet-i kerime indi.

"Arazide..." düşman topraklarında öldürüp sürerek "... galip gelinceye kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olması yakışmaz."[104] Fidye almak veya bedelsiz salıvermek için sağ bırakıp savaş esirleri alması doğru değildir, gerekli de değildir. Ama peygamber güçlenip kuvvetlenmişse ve düşman­larının gözünde büyümüşse esir alabilir. Yani bedelsiz serbest bırakmak veya fidye almak için esir olarak sağ bırakabilir.

"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz." Bu da Allah-u Teâlâ'nın azar­lamalarından biridir.[105] Çünkü esirleri sadece dünya kırıntısı, yani para-pul istedİkleri için, fidye karşılığında serbest bırakmışlardı. "Allah ise âhireti istiy­or." Sizin isteğinizle Rabbiniz'in sizin için istediği şey farklı. Siz gelip geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah'sa sizin için ebedi nimeti diliyor.

"Allah daima Üstün ve hikmet sahibidir." Meselesine hakimdir; kendi­sine tevekkül edip işini O'na havale edene yardım eder. Yapıp ettiklerini hik­metlice yapar. Dostlarını yardımsız koyup düşmanlarma yardım etmez. Ey mü'minler, kendi arzunuzu Rabbinizin arzusuna bırakarak O'nun rızasını is­temelisiniz.

"Eğer Allah'tan bir yazı geçmemiş olsaydı/0 aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azab dokunurdu." Allah-u Teâlâ'nın ilminde ganimetlerin bu ümmete helâl olduğu geçmemiş ve bu Levh-i Mahfuz'da yazılmamış olsaydı, fidye almaya razı oluşunuzdan ve fidye alışınızdan dolayı büyük bir cezaya çarptırılırdınız.

"Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin."(2) Bu, Al­lah-u Teâlâ'dan Bedir Gazvesi'ne katılanlara ganimet mallarını, hatta esir-ler için ödenen fidyeyi yemeye bir izindir ve Allah'tan (c.c.) bir lûtuftur.

"Allah'tan korkun!" Mü'minlere Allah'ın ve Rasûlünün emirlerini tut­mak, yasaklarından kaçmak suretiyle korkmalarına dair bir emir.

"Allah bağışlayandır, merhamet edendir." Allah-u Teâlâ, tevbe eden kullarını bağışlayıcı ve mü'minlere merhametlidir. Bu, onlara azab etmeme­siyle ortaya çıkmıştır. Çünkü kendilerini bağışlayarak,arzuladıkları şeyleri helâl kılmıştır. Hadiste şöyle geçer: "Umulur ki Allah-u Teâlâ Bedir Savaşı'na katılanların bir daha günah işlemiyeceklerini bildiği için, dilediğinizi yapın, sizi bağışladım, buyurmuştur." [106]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ cihaddaki İslâm komutanlarını, düşmanı topraklarında öldürüp sürerek yere sermedikçe esirleri fidye ile veya bedelsiz serbest bırakmamaya yönlendiriyor. Düşman artık onlardan korkup çekindiğinde, işte o anda esirleri fidye karşılığında veya bedelsiz serbest bırakabilirler.

2-  Allah'ın emrini bırakıp da dünyaya rağbet ettirmekten kaçınmalıdır. Çünkü ne kadar da olsa sonuçta dünya malı Allah rızası karşısında çok çok değersizdir. Ahİrete rağbet etmelidir. Çünkü ecri muazzamdır.

3- Ganimet helâldir.

4- Emirde ve yasakta Allah'a ve Rasûlüne itaat ederek Allah'tan kork­malıdır. [107]

 

70-   Ey   Peygamber,   ellerinizde   bulunan   esirlere   söyle:   "E-ğer Allah   sizin   kalplerinizde   bir  hayır  olduğunu  bilirse,   size   siz­den   alınandan   (fidye)   daha  hayırlısını   verir   ve   sizi  bağışlar.   Al­lah   bağışlayandır,   esirgeyendir.

71-   Eğer  sana  hainlik yapmak  isterlerse,  daha  önce  Allah'a da  hainlik  yapmışlardı.   Bu  yüzden   (Allah)   onların   mahvedilmele-ri  için   (sana)   imkân   verdi.  Allah  (herşeyi)  bilendir,  yerli yerince

yapandır.

 

Sözlük

 

Esirlerden. Abbas b. Abdülmuttalib (r.a.) gibi kendilerinden fidye alman Bedir esirleri.Allah onların kalplerinde bir hayır bilseydi. Yani kafir- lerden savaş sırasında alman esirlerin kalplerinde. Samimi bir i

iman ve tam bir ihlâsSizden aldıklarından. Yani fidye parası.ESer sana hıyanet etmeyi isterlerse. Esirler, sana hıyanet etmek isterlerse.Daha önce (esir düşmeden önce) Allah'a hıyanet etmişlerdi.Hıyanetleri ise, Mekke'de kâfirlikleriyle yaptıklarıdır.Onlardan dolayı imkân verdi. Ey mü'minler, onlara karşı size imkân tanıdı da kâfirleri öldürdünüz ve esir aldınız.Allah âlim ve hâkimdir. Kullarını bilir ve yapıp ettiğinde, takdi­si J1^"*-                    rinde hikmet sahibidir. [108]

 

Açıklama

 

Bu âyet-i kerime, Abbas b. Abdülmuttalib (r.a.) hakkında inmiştir. Ken­disi de: "Bu âyet benim hakkımda indi" derdi. Olay şöyle olmuştu: Abbas b. Abdulmuttalip esir düştükten sonra [109]müslüman oldu, müslümanlığını ilân etti ve Rasûlüllah'tan (s.a.v.), kendisinden alınmış fidyenin geri verilmesini istedi. Rasûlüllah da (s.a.v.) bunu reddetti. Allah-u Teâlâ, bunun üzerine şöyle vahyetti: "Ey Peygamber, ellerinizde bulunan esirlere şöyle de: Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır..." hakiki bir müslümanlık "... olduğunu bi­lirse, size sizden alınandan[110] daha hayırlı..." bir mal "... verir ve sizi..." Allah'ı ve Rasûlünü inkâr edişiniz ve Allah'la Rasûlüne karşı savaşmanızdan oluşan günahlarınızı "... bağışlar. Allah bağışlayandır..." tevbekâr kullarının günahlarını bağışlar, "... esirgeyendir." Mü'min kullarını esirger. Tevbe ettik­ten sonra artık onları hesaba çekmez. Aksine dünyada ve ahirette rahmeti İle merhamet eder.

"Eğer sana hainlik yapmak isterlerse..."[111]Eğer şu, kendilerinden fidye

alman ve müslüman olduklarını ilan ederek kelime-i şehadet getiren esirler, müslüman olduklarını açıklayarak sana hıyanet etmek ve seni aldatmak is­tiyorlarsa, sonra, memleketlerine varır varmaz kâfirliğe döneceklerse, onlara aldırış etme ve onlardan yana korkma! Onlar daha önce de kâfir olmakla ve şirk koşmakla Allah'a hıyanet etmişlerdir. "Bu yüzden..." Allah onlara karşı mü'minlere imkân verdi, kâfirleri mü'minlerin, avucuna düşürdü, mü'minlerin tahakkümü altına soktu. Küfre dönerlerse, Allah da dönüverir de sizi onlara musallat kılıp kendilerine karşı size yine imkân verir.

"Allah bilendir, hikmet sahibidir." Herkesin niyetlerini ve davranışlarını bilir. Haklarında verdiği kararda isabetlidir, hikmetlice karar vermiştir. Dikkat etsinler; Allah (c.c.)'den çekinsinler; güzel müslüman ve imanlarında samimi olsunlar, Bu, onlar için en hayırlısıdır. [112]

 

Sonuç

 

1-  Rasûlüllah'ın (s.a.v.) amcası Abbas hakkında âyet inmiştir. Bu da Abbas (r.a.) müslüman olduktan sonraki faziletini gösterir.

2- Hayrı ve salih niyetleri uygulamaya koymak gereklidir ve faziletlidir.

3-  İslâm'a ve Kur'an'a "hayr" ismi verilebilir. Gerçekten her ikisi de hayr'dır ve hayr'ın tamamıdır.

4-  Bir kul Allah için birşeyi terkederse, Allah onun yerine ona mutlaka terkettiği şeyden daha hayırlısını verir.

5-  Allah'a (c.c.) hiç kimse galip gelemez, kaçan da O'ndan kurtulamaz. O halde dikkat: O'ndan korkulsun ve O'na tevekkül edilsin! [113]

 

72-   Onlar  ki  inandılar,   hicret  ettiler,  Allah  yolunda  malla­rıyla  canlarıyla  savaştılar.   Ve   onlar  ki  (muhacirleri)   barındırdılar ve  yardım   ettiler.  İşte   onlar  birbirlerinin   velisidirler.

73-   İnkâr  edenler  birbirlerinin   velisidirler.   Eğer  bunu  yap­mazsanız   (siz   de   birbirinize   veli   olmazsanız),   yeryüzünde  fitne ve büyük bir kargaşalık olur.

74-   Onlar  ki  inandılar,   hicret  ettiler,  Allah  yolunda   savaş­tılar.   Onlar  ki   (muhacirleri)   barındırdılar   ve  yardım   ettiler,   işte gerçek mü'minler onlardır.  Onlar için bağış ve bol rızık vardır.

75-   Onlar  ki  sonradan  inandılar,  hicret  ettiler,   sizinle  bera­ber  savaştılar,   işte   onlar  da   sizdendir.   Rahim   sahipleri   (akraba

olanlar)  Allah'ın  Kitabı'na  göre   birbirlerine   (varis  olmaya)   daha uygundurlar.  Allah  herşeyi  bilir.

 

Sözlük

 

İman ettiler. Allah'ı ve Rasûlünü tasdik edip, kıyamete in­andılar, Cenab-ı Hakk'ın vaadini ve vaidini (cennet ve cehen­nemini) onayladılar.

Hicret ettiler. Memleketlerini terk edip Medine-i Münev-vere'deki Allah Rasûlüne (s.a.v.) iltihak ettiler.

Allah yolunda. Allah'a kulluk etmek, O'nunla beraber başkası­na kulluk etmemek, yani İslâm uğrunda.

Barındırdılar. Muhacirleri barındırdılar, şehirlerine kabul etti­ler, düşmanlarına karşı yardımda bulundular.

Ve sizden yardım isterlerse. Sizden düşmanlarına karşı ken­dilerine yardım etmenizi isterlerse...

Andlaşma. Barış ve saldırmazlık andlaşması.

İ\ Eğer onu yapmazsanız. Müslümanlarla dost olmazlarsa ve kâfirlerle ilişkiyi kesmezlerse, fitne çıkar, (savaş, baskın, sürgün, esaret).

Neseb sahibi akraba.

Bir kısmı diğerlerinden daha öncedir. Birbirine mirasçı olmak­ta. Yani birbirlerine mirasçı olurlar. Fakat yakınlık ölçüsüne göre farklılık gösterirler. [114]

 

Açıklama

 

Bedir Savaşı olaylarından söz etme işinin sona ermesi münasebetiyle, Allah-u Teâlâ mü'minlerin bu zaman dilimi içindeki durumlarını zikrediyor. Onlar olgunlukta farklı farklıdırlar ve Allah'ın sözü haktır: "İnanıp hicret eden­ler ve Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla savaşanlar..." Bunlar bir sınıftır. Bunlar imanı, hicreti, canla ve malla cihadı birlikte gerçekleştirmişlerler. İkinci sınıfsa, şu ayette yer alır: "Barındıranlar, yardım edenler..." Rasûlüllah'la (s.a.v.) muhacirleri şehirlerinde barındırıp yardım edenler. İşte bu iki sınıf, Muhacirler ile Ensar'dır. Onlar mükemmel (olgun) ve en yüksek makama sahip mü'minlerdir. Rableri katındaki mükâfatlarının belirtilmesi için ileride bir daha anılacaklar. "Onlar..." yardımlaşmada, dostlukta ve mirasçı olmakta "... birbirlerinin dostudurlar." Ancak mirasçı olma hükmü, Allah-u Teâlâ'mn bu âyetlerinin sonundaki sözüyle nesh olunmuştur: "Rahim sahipleri, yani anne, baba, evlat ilişkileri olanlar birbirlerine (varis olmaya) daha uygundur."

Üçüncü sınıf mü'minler ise Allah-u Teâlâ'mn şu âyetinde zikrolunmuş-tur: "İnanıp da hicret etmeyenler..." Allah'a, Rasûlüne ve Âhiret gününe ina­nıp kâfirlerin arasında kalmaya razı olarak şehirlerinden ve mallarından hicret edemeyen ve Medine-i Münevvere'ye, Dar-ı Hicret'e iltihak etmeyenlerdir. Hicret etmedikleri için işte bunlar zayıf imanlılardır. Onlar hakkında Allah-u Teâlâ Rasûlü ile mü'minlere, yanınıza hicret edip size katılıncaya kadar "onların velayetinden size birşey yoktur." buyuruyor. Yani ne mirasçılıkta, ne de yardımlaşmayı ve sevgiyi gerektiren dostlukta birşey yoktur. Ancak Al­lah-u Teâlâ, onlar için şu durumu istisna ediyor: Eğer dinleri hususunda mü'minlerden (Medinedekilerden) yardım isterlerse, yardım ederler. Yalnız o hicret etmeyenlere saldırıp eziyet eden ile mü'minler arasında bir barış and­laşması veya mütareke olmaması şartıyla. Bu durumda, Medineli mü'minlerin antlaşmaya uymaları ve andlaşmayı bozarak hicret etmeyip oturan o kimse­lere yardım etmemeleri gerekir. İşte şu ilâhi kelâm buna dairdir: "Fakat onlar, dinde yardım isterlerse, yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda andlaşma bulunan bir topluma karşı olmaz. Allah yaptıklarınızı görmektedir." zayıf imanlılara olduğu kadar kâmil imanlılara da Allah-u Teâlâ'mn tutumlarını bil­diğini, amellerinden ve durumlarından haberdar olduğunu bildirmek için bu cümleyi sözün sonuna eklemiştir. Öyleyse itaatinden çıkmamak için bu hu­suslarda Allah-u Teâlâ'yı gözetmelidirler.

73.  âyet ise şöyledir: "İnkâr edenler birbirlerinin velisidirler." Birbirle­riyle İnkârda yardı mi aşırlar ve birbirlerine mirasçı olurlar. Binaenaleyh, Yüce Allah: "Eğer bunu (siz de böyle) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşalık olur." buyuruyor. Yani sevgiyle, yardımla, dostlukla mü'minlerle dost olmak; sevmeyerek, yardım etmeyerek ve savaş açarak kâfirlere düş­man olmak hususunda size emredileni yapmazsanız, boyutları tahmin edile­mez muazzam bir fitne ve nereye varacağı bilinemez büyük bir fesat olur. Bu­rada fitne şirk, fesat ise isyanlar ve günahlardır.

74.  ayete gelelim. "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda sa­vaştılar; onlar ki barındırdılar ve yardım ettiler. İşte gerçek mü'minler onlar­dır." İlk sınıf, mü'minlikleri ilân edilip vurgulandıktan sonra, Rableri katındaki

ödüllerinin belirtilmesi için tekrar anıldılar. "İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için..." günahlarını Örtmek ve hesaba çekilmemek suretiyle "... bağış ve bol rızik vardır." O, Rableri katındaki, cennet nimetidir.

Dördüncü sınıf mü'minleri ise Allah-u Teâlâ şu âyette zikretti: "Onlar ki sonradan inandılar, hicret ettiler, sizinle beraber savaştılar. İşte onlar da siz­dendir." Bu sınıf, üçüncü sınıftan daha olgun, ancak birinci ile ikinciden sonra­dır. Çünkü birinci ve ikinci grup Öncelik hakkını kazanmıştır. İşte bu dördüncü sınıf onlardan sonra gelmiştir. Ama imanlarından, hicretlerinden ve cihad-larmdan dolayı Allah (c.c.) onları, Öncekilere katmıştır: "İşte onlar da sizden­dir. Allah'ın kitabına..." Levh-i Mahfuz'da kayıtlı hükmüne ve takdirine göre rahim sahipleri (akraba olanlar)..." varis olmakta "... birbirlerine daha uygun­durlar." Bu ayetle hicret ve akitleşme ile olan mirasçılık nesh edilmiş, varis­liğin kıyamete kadar hısımlık, akrabalık ve neseble olacağı kesinleşmiştir.

"Allah herşeyi bilir." Bu cümle hem müjdeyi, hem de tehdidi kapsar. İman ve itaat ehline vaadetmekte, şirk ve isyan ehlini de tehdit etmektedir. [115]

 

Sonuç

 

1-  Rableri katında mü'minlerin olgunlukları ve derecelerinin yüksekliği farklı farklıdır.

2- En olgun mü'minler; hem iman, hem hicret ve hem de cihad eden, bu sebeple Öne geçmiş olan ilk Muhacirlerle, hem iman eden, hem barındıran, hem yardım ve hem cihad eden Ensar'dır.

3- Bunlardan sonra da iman, hicret ve cihad eden, ancak bunları Hudey-biye andl aş masından sonra yapanlar gelir.

4-  Mü'min grupların sonuncusu iman eden, ama hicret etmeyenlerdir. İşte bunlar büyük bir tehlike üstündedirler.

5-  Sevgi ile, dostluk ile mü'minlere yardım etmek; kâfirlere ise düşman olmak, yardım etmemek ve sevmemek farzdır.

6-  Hısımlık, neseb ve akrabalık dışındaki bağlarla mirasçı olmak geçer­sizdir[116]

 



[1] Birisine şöyle sorulmuştur; "Duanın kabul olunduğunu ne zaman anlarsın?" Şöyle cevaplandırmıştır: "Derim titreyip kalbim ürpererek, gözlerim yaşla dolduğunda..." Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Yürek ürpermesi sulucacıbanın (çocukların yüzlerinde ve başlarında çıkan çıban) yanmasına benzer bir du­rumdur. Yüreğiniz ürperdiğinde, hemen o anda dua edin."

[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/286.

[3] İbn Cerir'in düden ve tarihten deliller getirerek ulaşıp tercih ettiği görüş böyledir. Cumhur ise şu görüştedir: Burada "enfal"den maksat, Bedir gani­metleridir... Her iki görüş de ihtimal dahilindedir. Çünkü nefel de, ganimet de vuku bulmuştur. İhtilâfa düşülünce mesele Allah'a ve Rasûlüne havale edil­miş, Aiiah-u Teâlâ da bu mallar hakkında şu ayetiyle hüküm vermiştir: "Eğer bİrşey ganimet alırsanız bilin ki..." (Enfal 41.)

[4] Kerim kelimesini Araplar, bir konuda çirkin olmayan ve şikayet edilmeyen şeyi nitelemek için kullanırlar.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/286-287.

[6] Hasan Basri'ye "Ebu Saicl, sen mü'min misin?" diye sordular. "İman iki türlü­dür. Sen bana Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe ve kadere imanı soruyorsan ben buna inanıyorum (mü'minim). Yok eğer Allah'ın: "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir..."den, "İşte gerçek mü'minler onlardır"a kadarki sözünü soruyorsan, vallahi ben onlardan mıyım, yoksa değil miyim, bilmiyorum!.." dedi.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/287-288.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/289.

[9] Yaklaşık 30 Kureyşlinin bulunduğu Ebû Süfyan'in ticari kafilesi.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/289-290.

[11] Bakara Süresi ayet 216.

[12] Çünkü Ebu Süfyan, bazı atlılar vasıtasıyla Muhammed'in (s.a.v.) kendi ker­vanını vurmak üzere adamlarıyla yola çıktığı haberi kendisine ulaşınca, Dam-dam el-Gıfari'yi kiralayıp Mekkelilere gönderdi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yola çıktığını haber veriyor ve kafilelerini kurtarmak için asker toplamalarını em­rediyordu. Allah Rasûlü ile ashabına ise, Zefiran Vadisi'ne girip çıktıklarındaKureyşlilerin kervanlarını korumak üzere yola çıktıkları haberi geldi. Hz.Peygamber (s.a.v.) ashabı ile istişare etti. Hz. Ebu Bekir kalkıp konuştu. Güzel şeyler söyledi. Sonra Hz. Ömer konuştu. Ravi, "Ömer de güzel şeyler söyledi," dedi. Sonra Mikdad b. Amr kalktı ve dedi ki: "Ya Rasûlüllah, Allah'ın sana emrettiğiğini yap, biz seninle beraberiz. Vallahi, sana asla İsrailoğullarının Musa'ya: 'Sen ve Rabbin gidin de savaşın. Biz burada oturuyo­ruz!1 (Maide/24) dc-diği gibi demeyeceğiz. Ama sen ve Rabbin de savaşın; biz de sizinle beraber savaşacağız. Seni hakla gönderene andolsun ki bizi Berki'l-Gamad'a (Araplarca dünyanın sonu sayılan bir mevki. Çev.) sürsen, oraya ulaşıncaya kadar seninle birlikte kılıç sallarız." Hz. Peygamber (s.a.v.) ona: "Güzel!" dedi ve kendisine hayır dua etti. Sonra: "Ey insanlar, bana fikrinizi söyleyin!" dedi. Ensar'ı kastediyordu. Sa'd b. Mu'az: "Sanki bizi kastediyor gibisin Ya Rasûlüllah!" dedi. "Evet," buyurdu. Sa'd, Hz. Peygamberi (s.a.v.) sevindirecek sözler söyledi. O anda Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'ın bereketi üzere yürüyün! Müjdeler olsun! Allah bana iki gruptan birini vaadetti," buy­urdu.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/290-291.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/293-294.

[15] Burada parmaktan maksat kılıç ve kargı tutan parmaklardır. Onlara vurulunca mü'minlerle savaşıp vuruşamazlar.

[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/294-295.

[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/295-296.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/297.

[19] AIlah'a hamd olsun ki, "ebedi kalmak üzere" demedi de, "onun yeri cehennem­dir" dedi. Bu sebeple, Hz. Peygamer (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet olun­muştur; "Kim, 'Estağfirullahellezi lâ ilahe illâ hüve'l-hayyu'l-kayyum ve etûbu ileyh '(kendinden başka ilah olmayan Hayy ve Kayyum Allah'tan ba­ğışlanmamı diler ve O'na tevbc ederim) diyerek tevbe ederse, savaştan kaçmış da olsa günahları affolunur."

[20] Rasûlültah (s.a.v.) birçok kez (avucuyla kum) atmıştır. Huneyn Savaşı, Uhud Savaşı, Hayber Sava§t gibi. Hayber'de bir kaleye bir ok atmış ve o ok yatağında uyumakta olan İbn Ebi'l-Hakik'a isabet edip öldürmüştür. Bedir Savaşında kâfirlerle. Burada kasdedilen odur. Çünkü sûre, Medine'de inmiştir. Kureys/in aleyhine aldığı öldürme hükmünü uygulamak isteyerek Mekke'de kapısının önüne dikilenlerin gözlerine kum atışı dışında, bundan (Bedir'deki ok atışından) önce bir ok atışı daha yoktur. Rivayet olunur ki, Mekke'de müşrik­lere bir avuçcuk toprak atmış, onlar gözlerini silmekle meşgul olurken Rasûlüllah (s.a.v.) kurtulmuştur.

[21] Bu sözü hem Mekke'de savaş hazırlığı yaparken, hem de savaştan önce Bedir alanında söylemişlerdir.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/298-300

[23] Bu haram kılma, sûrenin sonunda şarta bağlanmıştır. Karşı taraf bir kişiye iki kişiden fazlasının, yüz kişiye ikiyüz kişiden fazlasının, iki bin kişiye dört bin kişiden fazlasının düşmesi gibi, iki kattan fazla ise, bu durumda firar caizdir.

[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/300.

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/301.

[26] Yahudi ve münafıkların tutumunu takınmak da yasaktır. Çünkü Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) davetine karşı hepsinin durumu öyleydi.

[27] Buhari'de İbn Abbas'tan (r.a.) şöyle bir rivayet vardır: "Allah nazarında ya­ratıkların en şerlisi düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." İbn Abbas: "Bunlar Abdüddaroğulları'ndan birkaç adamdır" demiştir. Ama âyet, durumu böyle olan herkesi kapsar.

[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/301-302.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/302-303.

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/304.

[30] Âyette kâfirliğin ve cahilliğin insan İçin manevi bir ölüm olduğuna delil vardır.

[31] Birçok muhaddis rivayet etmiştir: Hz. peygamber (s.a.v.): "Allahım, ey kalp­leri evirip çeviren, kalplere hükmeden, kalbimi dininde sabit tut!" diye dua edermiş. Müslim'in rivayeti ise şöyledir: "Allahım, ey kalpleri yönelten! Kalplerimizi itaatine yönelt!"

[32] İbn Abbas bu âyet için şöyle der: "Allah-u Teâlâ mü'minlere gözleri Önünde işlenen münkeri (dinin hoş görmediği herşey) onaylamamalarını emretmiştir. Değilse azap geneli kapsar." Müslim'de Zeyneb bint Cahş'tan (r.a.) rivayet olunur: Zeynep: "Ya Rasûlüllah, aramızda salihler varken helak olur muyuz? diye sormuş. Efendimiz de (s.a.v.): "Evet, eğer kötülük çoğalmışsa..." buyurmuştur.

[33] Ahmed bin Hanbel, Ümmü Seleme'den (r.a.): Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: "Ümmetim arasında isyanlar ortaya çıktımı, Allah o anda azabı genele gönderir." Dedim ki: "Ya Rasûlüllah. aralarında salih insanlar yok mudur?" "Evet vardır." buyurdu. "Onlara ne olur?" dedim. "İnsanların ba­şına ne geldiyse onlara da gelir. Sonra Allah'ın mağfiretine ve rızasına ulaşır­lar," buyurdu.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/304-306.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/306.

[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/307.

[37] Âyet küçük büyük her günahı kapsar. Âyetin Ebu Lubâbe hakkında indiği ri­vayet olunur: "Allah Rasûlü (s.a.v.), Ebu Lübabe'yi Kurayzaoğullan'na Rasûfüllah'ın (s.a.v.)  vereceği  hükme razı  olarak teslim  olmaları  için göndermişti. Bu konuda Kurayzalılar, Ebu Lübabe'nin fikrini sordular. Eliyle boğazını işaret etti, yani öldürüleceksiniz, dedi." Bu durum, âyetin umumi ol­masını engellemez.

[38] Bu âyet de her ne kadar Ebu Lübabe hakkında inmiştir denilse de, âyetin hükmü umumidir.

[39] Bazıları, furkani kazandıran takvayı şöyle tarif etmişlerdir: Emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak, harama kayarım diye şüphelileri bırakmak, gönlü ihlâslı niyetle, azaları salih amelle doldurmak, gizli ve açık şirk şaibelerinden korunmaktır.

[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/308-309.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/309.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/310.

[43] Ölüm kararının verilmesi Seylan'ın önerisiyle olmuştur. Çünkü Hz. Peygam­ber'in (s.a.v.) meselesini konuşup görüşürlerken yanlarına gelip, fikrini açıklamıştır. Necidli bir ihtiyar kılığında gelmişti.  Şeytanın Önerdiği öldürme fikrini kabul edip, diğerlerinin sunduğu sürgün ve hapis önerilerini bırakmışlardır.

[44] Hz. Ali'yi, kendisine ait yeşil bir bürdeye hırkaya bürünmüş olarak yatağında bıraktıktan sonra.

[45] Böyle diyenlerden biri de Nadr b. Haris'ti. Ticaret için Hirc'ye gitmiş, Kelile ve Dimne, Kisra ve Kayser'in başından geçenlere dair şeyler satın alıp bu olay­ları anlatmaya başlamıştı. Şöyle diyordu: "Bunlar, Muhammed'in eskilere dair anlattıklarının benzeridir." Yalan söylüyordu. Nerede Kur'an'm an­lattıkları, nerede Şcytan'ın fısıldadıkları?

[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/310-311.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/311.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/313.

[49] Bu lafı Ebu Cehil de etmiştir.

[50] Kurtubi, şu olayı anlatır: İhn Abbas'a bir yahudi rastlar: "Sen kimsin?" der. "Kureyşliyim" der. O zaman yahudi: "Sen, Ey Allah eğer bu senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır... vs., diyen kavimdensin. Şöyle de- meleri gerekmez miydi: 'Eğer bu senin yanından gelmiş gerçekse bizi ona  yönelt.' İşte onlar cahil bir kavimdir," dedi. İbn Abbas da: "Sense ey İsrailli, Firavun ile kavminin boğulduğu, Musa ile kavminin kurtulduğu denizin ıs- laklığı henüz ayaklarında kurumamışken, 'Ey Musa, (bak) bunların nasıl ilâh­ları var, bize de öyle bir yap, diyenlerdensin. (Musa da) siz hakikaten cahil bir toplumsunuz, dedi." (A'raf Sûresi, 138) Yahudi ağzı dili kirlenerek sustu.

[51] Müslim'in rivayetine göre Ebu Cehil: "Ey Allah, eğer bu senin yanından gel­miş gerçekse..." deyince, Allah: "oysa sen onların içinde bulundukça Allah on­lara azab edecek değildi..." âyetini indirdi.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/313-314.

[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/314.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/315-316.

[55] Kureyşliler Bedir'de yenilince, Ebu Süfyan Rasûlüllah'la (s.a.v.) savaşmak ve Ölen Kureyş ulularının intikamını almak için mal toplamaya başladı. Malı topladı ve Uhud Savaşını başlattı. Ancak Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği gibi zarar ziyana uğradı: "Sonra bu kendilerine yürek acısı olacak."

[56] Ayet kapsamına, Bedir'de ziyafet çekenler de girer. Bunlar 12 kişiydiler. Her-biri, Bedir'de bulundukları sürece Kureyş ordusuna günlük 10 deve yediriyor-du. Harcadıkları boşa gitti, zarar ettiler ve mahvoldular.

[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/316.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/316-317.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/318.

[60] Fetih'ten Önce Mekke'de bulunan Ebu Süfyan'la müşrikler hakkında inmiştir.

[61] Buhari'de geçer: "İslâm, kendinden öncekileri (günahları) siler süpürür; levbe de tevbe etmezden öncekileri (günahları) siler süpürür."

[62] Mü'minleri Hicrete zorlama Kureyşlilerin mü'minfere yönelik fitnesidir. Onlara öyle fitneler uygulamışlardır ki, bu yüzden Habeşistan'a ve Medine'ye hicrel etmek zorunda kalınmıştır.. Fitne uygulama derken, şirke ve kâfirliğe döndürmek için onlara işkence etmişlerdir, demek istiyoruz.

[63] Rasûlüilah'ın (s.a.v.): "İnsanlarla, lâ ilahe illallah, deyinceye kadar savaşmam emredildi. Bunu söylediler mi, benden hak edişleri hariç, canlarım ve mal­larını korumuşlardır. Hesaplan Allah'a (c.c.) aittir," buyurması da buna de­lildir. (Buhari-Müslim)

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/318-319.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/319.

[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/321-322.

[67] Bu hükmün umumi değil hususi, hatta komutanın: "Kim bir düşmanı öldü­rürse, üzerindekiler (seleb) Öldürene aittir," sözüne mahsus olduğunda icma vardır. Köleler için de böyledir. Lider öldürmek, fidye ile serbest bırakmak ve mücahidlere vermek konusunda serbesttir. Kİm bir düşmanı öldürüp silahı ve atı gibi birşeyini alırsa, o onun olur.

[68] Akrabalar, Rasûiüllah'ın (s.a.v.) akrabalarıdır. Bunlar, İmam Malik'e göre Haşimoğullan'dır. Şafii ile Ahmed, Haşimoğullarına Muttaliboğullannı da ilave etmişlerdir. Çünkü Haşimoğulları ile Muttaliboğulları aynı şeydir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v.) "zilkurba payını" yani ayette geçen "yakınlar" ifad­esinde kastedilenlerin payını Haşimoğulları ile Muttaliboğulları arasında paylaştırdığında: "Onlar, beni Cahiliyye döneminde de İslâm döneminde de ayırdetmediier. Haşimoğulları ile Muttaliboğulları birdir." buyurup par­maklarını birbirine geçirdi. (Buhari)

[69] Ebu Cehil: "Onlar boğazlanacak develer gibidirler. Tutup bağlayın!" demişti.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/322-324.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/324-325.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/326-327.

[73] Yapılması istenen zikir, dille ve gönülle birlikte yapılan zikirdir. Ayette Allah-u Teâlâ'yı zikretmenin abdest bozma hali dışında hiçbir halde terk edilmeyeceğine delil vardır. Kurtubî şöyle der: "Eğer bir kimsenin zikri bırakmasına izin verilseydi, Zekeriyya'ya izin verilirdi. Çünkü Allah ona: "Senin alâmetin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmam andır. Rab-bini çok zikret!" (Al-i İmran, 13) buyurdu. Bir de harpteki adama izin verilir­di. Halbuki Allah: "Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin," (Enfal Sûresi, 45) buyurdu. Bu zikir içten olmalıdır. Ancak saldırının başında tek bir sesle, Allahü ekber, denilir. Bu, övülmüştür. Çünkü düşmanı dehşete düşürür ve gücünü zayıflatır."

[74] Bunlar, Bedir Gazvesi'nde kervana yardım için şarkıcılarla, türkücülerle ve çalgı aletleriyle yola çıkan Ebû Cehille adamlarıdır.

[75] Bekir b. Kinaneoğulları'ndan Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum. Kureyşliler, Beki-roğullan'nın peşlerinden gelmesinden korkuyorlardı. Çünkü onlardan bir adamı öldürmüşlerdi. Şeytan Sürâka kılığına girince, endişeleri yatıştı.

[76] Derler ki: Şeytan Bedir Savaşında, kendisine verilen sürenin dolduğu gün ol­masından korkmuştur.

[77] Bu öldürülenler Bedir'de öldürülen müşrikler de olabilir, Bedir'de öldürül-meyip Mekke'de vs. öien müşrikler de...

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/327-329.

[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/329-330.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/331.

[81] Bu öldürülenler Bedir'de öldürülen müşrikler de olabilir, Bedir'de öldürül-meyip Mekke'de vs. ölen müşrikler de...

[82] Hasan Basri: "Arkalarına vurmak demek sırtlarına  vurmak anlamındadır." Bir adam Ailah Rasûlüne (s.a.v.): "Ya Rasûlüllah, Ebu Cehil'in sırtında kayış gibi (yani terlik kayışı İzi gibi) bir iz gördüm" dedi. O da: "Bu, meleklerin dayağıdır," demiştir.

[83] Ruhları alınırken böyle denir. Ruhları alınır alınmaz cehenneme atılırlar. Kıyamet günü de bu söz melekler tarafından onlara söylenecektir.

[84] 'Firavun ailesinin gidişi gibi' ifadesi, ruhları alınırken, kabirlerinde ve kıya­met günü azab görmede Firavun ailesi gibi azap göreceklerdir şeklinde de anlaşılabilir.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/331-333.

[86] Müslim'in Ebu Zcr'dcn naklettiği hadis de bunu destekler: Rasûlüllah (s.a.v.): Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor, dedi: "Ey kullarım, ben zulmü ken­dime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmet­meyin. Ey kullarım, amellerinizi sizin adınıza bir bir sayıyorum. Sonra size onların karşılığını vereceğim. Kimi affedersem, Allah'a hamd etsin. Kim de adaletim gereği ceza bulursa, kendinden başka kimseyi kınamasın."

[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/333-334.

[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/335.

[89] Beni Nadir de böyle idi. Çünkü onlar da Kureyş'e silah yardımında bulun­muşlardı. Sonra tutumları ortaya çıkınca özür beyan etmişlerdi. Kurayza ise, az sonra belirteceğimiz gibi antlaşmasını iki defa bozmuştu.

[90] Allah, Allah... Bu rezil vasıf, bugüne kadar yahudilerin özelliği olagelmiştir. Ne bir sözlerini tutarlar, ne de bir borçlarını öderler. Cenab-ı Hakka onlar hakkında şöyle buyururken ne kadar da doğru buyurmuştur: "Ne zaman bir andlaşma yaptılarsa, onlardan bir grup o andiaşmayı bozup atmadı mı?" (Bakara Sûresi, 100)

[91] Ayetin hükmü geneldir. Bu, müslümanların kıyamete kadar uygulayacağı bir savaş prensibidir.  Andiaşmayı  bozmalarından  korkmak demek,  burada düşmanın andlaşmayı bozacağına, buna ilişkin açık belirtilerin gözükmesi sebebiyle kesin kanaat getirmek anlamındadır.

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/335-337.

[93] Müslim, Ebu Said el-Hudri'den rivayet eder: "Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu: Her ihanet eden için kıyamet günü, ihaneti kadar yükseğe bir bayrak çekilir. Dikkat edin: Hiç kimsenin ihaneti genel komutanın ihanetinden büyük ola­maz." Ebu Davud ve Tirmizi ise Muaviye'den (r.a) rivayet etmiştir: "Muaviye ile Bizans arasında bir andlaşma yürürlükteydi. Andlaşma süresi dolmaya yaklaştığında, ordusuyla Bizans üzerine yürüdü. Amr b. Anbcsc gelip : Resû-lüH-alı'ın (s.a.v.): "Kimin bir kavimle andlaşması varsa, sıkı sıkıya bağlı da kalmasın, bozmaya da kalkışmasın. Ya süresi dolsun, ya da karşı tarafa bildi­rerek andlaşmayı bozsun," buyurduğunu duydum, dedi. Muaviye, orduyu geri döndürdü."

[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/337.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/339.

[96] Müslim, Ukbe b. Amir'den şöyle rivayet ediyor: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) min­berde şöyle buyurduğunu duydum: Onlar için gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin, "kuvvet" atmaktır. Dikkat edin, "kuvvet" atmaktır. Dikkat edin, "kuvvet" atmaktır."

Yine Ukbe'den: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Büyük memle­ketler size fethettirilecek. Size Allah kâfi gelecek. Ancak herhangi biriniz ok talimi yapmaktan geri durmasın."

[97] Bu ayetin, "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (...) âyeti ile nesh olunup olunmadığı tartışılmıştır. Doğru ve amel edilecek görüş şudur: Ayet mensuh değil muhkemdir. Müslümanlar zayıfsa!ar zararı gidermek ve fayda elde et­mek için gerek duyarlarsa barışa yönelirler. Değilse savaşırlar.

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/339-341.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/341.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/342-343.

[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/343-344.

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/344.

[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/345-346..

 

[104] Ayet, Bedir Savaşı'nda, Allah-u Teâlâ'dan Peygamberi Muhammcd'in ashabına bir azarlama olarak inmiştir. Çünkü müşrikleri öldürmede işi sıkı tut­mamışlar, fidye karşılığında serbest bırakmak için esir almışlardı.

[105] Müslim rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.v.) aralarında Hz. Ebubekir'le Hz. Ömer'in de bulunduğu bazı sahabilerine: "Şu esirler hakkında ne düşünüyor­sunuz?" buyurdu. Ebubekir: "Ya Rasûlüllah, onlar amcaoğulları ve aşireti-mizdir, onlardan fidye alınmasını uygun görüyorum. Hem kâfirlere karşı bize kuvvet de olur. Belki de onlar İslâm'ı kabul ederler," dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sen ne dersin ey Hattaboğlu?" buyurdu. Hz. Ömer de: "Hayır, vallahi ya Rasûlüllah, Ebubekir gibi düşünmüyorum. Bence bize imkân tanı, boyunlarını vuralım. Ali'ye imkan tanı Akil'in boynuna vursun. Bana imkan tanı filanın boynunu vurayım. Bunlar kâfirlerin elebaşlan ve ululandır." dedi. Hz. Ömer gerisini şöyle anlattı: "Ebubekir'in dedikleri Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hoşuna git­ti. Benim dcdiklerimse hoşuna gitmedi. Ertesi gün olunca geldim. Bir de ne göreyim! Allah Rasûlü ile Ebubekir oturmuş ağlamıyorlar mı!.. Allah (c.c.), "Hiçbir peygambere..."den başlayıp, "artık helâl ve temiz olarak yeyin"e ka-darki ayetleri indirmişti."

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/346-347.

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/347-348.

[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/348-349.

[109] Ebu Seleme'nin kardeşi Ebu'1-Yüsr Ka'b b. Amr, Hz. Abbas'ı (r.a.) esir alınıştı. Kısa boylu bir insandı. Hz. Abbas ise iriyarı, uzun boylu idi. Abbas'ı (r.a.) Rasûlüllah'a (s.a.v.) getirince, kendisine: "Onu yakalaman için sana bir melek yardım etti." buyurdu. Abbas'a da: "Kendi fidyeni öde!" buyurdu. "Ben zaten müslüman olmuştum ya Rasûlüllah." dedi. Allah Rasûlü de (s.a.v.): "Müslüman olduğunu en iyi Allah bilir. Dediğin gibiyse Allah sana bunun ödülünü verecektir. Ama zahiren sen bizim aleyhimizdeydin. Hem kendi fid­yeni, hem de yeğenlerin Ncvfel ile Akil'in fidyelerini Öde!" buyurdu. O da ödedi. Hakkında bu ayet indi: "Ey Peygamber ellerinizde bulunan esirlere söyle..."

[110] Mülim rivayet etmiştir: Hz. Peygambere (s.a.v.) Bahreyn'den mal gelince, Abbas: "Ben hem kendimin, hem de Akil'in fidyesini vermiştim." dedi. Pey­gamber de (s.a.v.): "Alî" buyurdu. Elbisesini serdi, taşıyabileceği kadar mal aldı ve: "Bu, benden almandan daha hayırlıdır. Artık Allah'ın bağışlamasını umuyorum." dedi.

[111] Bu âyette Allah Rasûlüne teminat vardır. Durum esirlere iletilince onlar da artık Allah'a ve Rasûlüne galip gelemeyeceklerini anladılar.

[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/349-350.

[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/350.

[114] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/352.

[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/352-354.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/354.