Kur'ân-ı Kerim'de
yapılan sıralamaya göre 11. sûre olan ve "Hûd" sûresi diye
isimlendirilen içerisinde Nuh (a.s.), Hûd (a.s.), Salih (a.s.), Lût (a.s),
Şuayb (a.s.), Musa (a.s.), Harun (a.s.)'ın hayatlarından bahsedilen bir
sûrenin tefsirine başlıyoruz. Yunus suresinden sonra Mekke'de nazil olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'de
hemen hemen bütün âyetler, Allah (c.c.)'a itaat ve ibadeti emreder. Hatta bu
konuda Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde buyuruyor; "Kur'an'da
zikredilen her harfde Allah'a itaat etmek vardır. Her harf Allah'a zikri,
Allah'a itaati hatırlatır" diyor.[1] Onun
için bu sûrede de ağırlık Allah'a itaat etmek Allah'a ibadet etmek, ahirete
inanmak ve cezanın dehşetini gözlerimiz önüne sermek ve Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'nı Peygamberliğine iman etmek ve de Kur'an'a iman etmek. Ağırlık buradadır.
Bunları anlatırken bizim toplum hayatında karşılaşacağımız benzeri birçok
olaylara dair bazen emirler verir, bazen yasaklar koyar, bazen tavsiyelerde
bulunur. Bazen de ahlakımızı güzelleştirici âyetler arada gelir. Çünkü
Peygamber'in göreviydi bunlar.
Sûre Allah'a iman,
ahirete iman, Peygamber'e, kitaba imandan bahseder denilince, sanki sûre
diğerinden bahsetmiyor gibi bir çağrışım yaptırmasın. Karşılaşabileceğimiz her
olaya işaretle doğrudan delaletle tavsiyeler, yasaklar veya emirler
vermektedir.[2]
1- Elif,
Lam, Ra. Bu, âyetleri sağlamlaştırman sonra (Hikmetle hükmeden) Hakim,
(Herşeyden haberi olan) Habir tarafından açıklanan bir kitaptır.
Bu sûre de yine
"Hurufu Mukattaa" harfleriyle başlıyor. Daha önce Bakara sûresinde bu
harflerin ne manaya geldiğini kısaca açıklamaya çalışmıştık. Özetle şunu
söyleyeyim. Bu harflerle Allah (c.c.) yine bu sûrede, biraz sonra gelecek olan
: "Eğer bu Kur'an'm Muhammed tarafından uydurulduğunu söylüyorsanız,
buyurun 10 sûre de siz getirin" diyor, Hûd sûresinde.
Allah (c.c). buna
benzer bir ayeti de Bakara sûresinde veriyor "Eğer kulumuz Muhammed
(s.a.v.)'e indirdiğimiz âyetler hakkında şüphe ederseniz, siz de bir sûre
yapın, sûre getirin" diyor, Yani Kur'an'ın benzeri bir sûre de siz yazın.
Arapsınız, arabın dilini çok iyi biliyorsunuz. Arab'ın dili de bu harflerden
meydana gelir. Bunları da biliyorsunuz. Buyurun öyle ise siz de bir benzerini
getirin anlamındadır.
Bu bir meydan
okumadır. Yani sûre, başlarken bu harflerden meydana gelmiştir. Bu harflerden
meydana gelen böyle bir sûreyi siz söyleyemediğinize göre Muhammed de
söyleyemez. Öyle ise bu sûre ve bu âyetler Allah (c.c.) tarafından
indirilmiştir diyerek başlar.
İşte bu bir kitapdır.
Bakara sûresinde de "İşte kitap budur" diyordu. Yani bizim kitap
deyince bundan sonra hatırımıza Kur'an gelmelidir, buna kendimizi alıştıralım.
Kitap aldım dediğinde bir adam, sizin hatırınıza "Kur'an mı aldın?"
gibi gelsin. O bir başka kitap alınıştır. Mesela Matematikle ilgili bir kitap,
ticaretle ilgili bir kitap almıştır. Olabilir.
Ama kitap denildiğinde
"Kur'an" hatıra gelsin ama diğerlerinin ilave edilen ikinci bir
kelimesi olsun. Yani matematik kitabı coğrafya kitabı aldım, kimya kitabı aldım
gibi, ikinci tanıtıcı bir ifade bulunsun orada. Fakat kitap denildi mi Kur'an
hatıra gelmeli. Bugüne kadar yazılan tefsirlerde ve bizim İslâm alimlerinin
nezdinde "kitab böyle yazar" dediler mi Kur'an akla gelir.
"Hadiste kitab" dedin mi, Buharı hatıra gelir. Hanefi fıkhında kitap
denildi mi "Kuduri" diye Hicri 4. asırda yaşamış bir zatın yazmış
olduğu bir kitap hatıra gelir. Fıkıh dalında da o hatıra gelir. Ama hadis de, fıkıh
da kaynağını Kur'an'dan alır, öyle ise kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Öyle kitap ki O,
âyetleri gayet sağlam kılındı, Rabbim tarafından. Yani lafız ve manayı hakkı
ile ifade edebiliyor. Bunu biz kendi aramızda konuşurken şöyle deriz.
"İçimdekini sana aktaramıyorum, kelimelerim yetersiz" deriz. Akif
merhum şöyle ifade ediyor:
"Benim de ruhu
harabımda duyduğum hicran Duyulmadı hala mızrabı lisanımdan."
Yani benim iç dünyam
da duyduğum heyecanı şu dil mızrabımla size anlatamadım diyor. Ama Allah
kelamı öyle değil. Allah (c.c.) bize anlatmak istediğini lafızlarıyla anlatır,
lafız da O'na aittir. Çünkü lafız-larıyla çok güzel, lafızda ve manada denklik
vardır. Bu yönüyle muhkemdir, sağlamdır. İçine başkası tarafından söz
katılmamıştır. O yönüyle sağlam. Biz bu (ihkâm, tahkim) kelimesini Türkçemizde
kullanırız. İstihkâm. Mesela; askeriyede bir birlik aynı kökten türemiş kelimedir.
"İstihkâm taburu, istihkâm bölüğü" gibi. Yine o sağlamlaştırmadan,
işi sağlama almadan gelen bir köktür o.
Allah (c.c.) âyetlerinin
dizilişi, indirilişi, manayı ifade edişi ve içine başka kelimeleri almayışı.
Yani Peygamberin sözünün dahi bu Kur'anın içinde birtek kelimesi, bir harfi
dahi yoktur,girmemiştir. Böyle birşey Kur'anın içine girerse dışına atacak
durumdadır. O derece de muhkemdir. Sonra herşeyi sağlam yapan, yarattığında
hikmetler olan, herşeyden haberdar olan Allah (c.c.) tarafından açıklanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim
bölümlere ayrılmıştır. Yani Bakara sûresi, Al-i Im-ran sûresi, Nisa sûresi,
Mâide sûresi,.... diye bölümlere ayrılmıştır. Fasıllara ayrılmıştır. Bir de
bunların manası bir başka ayet-i kerimeyle açılmıştır. Onun için başta dedik,
Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ederken yine birinci derecede Kur'ân-ı Kerîm'e müracaat
edeceğiz. Yani Kur'an-ı Kur'an'la tefsir etmeye çalışacağız. Sonra Efendimiz
(s.a.v.)'m hadisi şeriflerinden yardım alacağız, daha sonra gönül vermiş
ulemâ-i âmilin, sulahâ-i sâlihin dediğimiz insanların görüşlerine müracaat
edeceğiz dedik.
Allah'ın (c.c); kendi
kelamını kendisinin açıkladığını, bu ayet-i kerimede haber veriyor. Peki ama
bunları niye açıklayıveriyor? Yani helali ve haramı açıklayan geçmişden bize
öğütler veren bu kitabı niye açıklar, niye indirir? Allah'dan başkasına
ibadet, kulluk etmeyesiniz diye yapıyor bunu. Kur'ân-ı Kerîm'in indiriliş gayesi
de böylelikle bu ayeti kerimede bildirilivermiş oluyor. "Allah'tan
başkasına kulluk yapmaya-sınız diye." Kulluğu daha önce anlattık.
Anlatırken evliliğimiz de, boşanmamız da, ticaretimiz de, ziraatımız da,
alışverişlerimiz de, her türlü münasebetlerimizde; ölümümüz de, doğumumuz da,
hukukî olan bütün meselelerinizde Allah (c'.g.) hükmünü kabul etmek ve O'nun
emrettiğini tutup yasaklarından kaçınmak ve Peygamberleri rehber bilip o yolda
yürümek, Allah'a kulluk yapmak demektir.
İşte Allah'dan
başkasına itaat ve ibadet etmeyesiniz diye Kur'ân-ı Kerîm'i Allah (c.c.)
indirmiştir. Hani bazıları çıktı bu memlekette Kur'ân-ı Kerîm'de kaç tane
"vav" var. Kur'ân-ı Kerîmde kaç tane "Kaf" var, Kur'ân-ı
Kerîmde kaç tane "Lam" var. Bu da bir hocalık oldu. Benim çok
değerli bir hocamın yanma biri gitmiş. "Duhâ sûresinde kaç tane
"Vav" var ?"demiş. Çok değerli tefsir, hadis ve fıkhı çok iyi
bilen hocam. Duhâ sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu bilmez, bende bilmem.
Zahir hocası işte bilmez....! Duna sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu
bilmez. Etrafın d akilerde Konya'nın o değerli alimine "Vay be adamı hoca
bilirdik, meğersem cahilmiş" demişler. Şimdi bazı çevreler tarafından bu
yaygınlaştırılıyor. Hatta Amerika'da sahte bir Peygamber tarafından da
yaygınlaştırılıyor. Harfler üzerinde durmak ve bütün milleti bununla meşgul
etmek. Kur'ân-ı Kerîm'de 70 bin defa "Cim" harfi var dese, sen de
hayır o kadar yok diye sayacaksın. Günlerce sayarken hanımınız, çocuğunuz,
kardeşinizden, döndünüz, unuttunuz. Ve adamın dediği tutmadı, bir daha say.
Delilere eskiden akıllandı mı, uslandı mı diye pösteki saydırııiarmış, bize de
böyle bir saydırma verdi-ler.Fakat Kur'ân-ı Kerîm bu değildir.
Kur'ân-ı Kerîm'; ne
emrediliyorsa tutmak , ne yasaklanıyorsa vazgeçmek üzere indirilmiştir. Allah
(c.c.) bunu bildiriyor bize.
Allah'tan başkasına
ibadet deyince bir hatıramı anlatayım: Bir cuma günüydü Yunanlı, Atina'da
oturan bir ressam hanım Müslüman olmak istemiş, tesadüfen de bizi bulmuş. Bir
caminin önüne geldim, ikindi namazından sonra idi. Ve onbeş yirmi kadar erkek
aralarında bir bayan, telaşlılar. Derken oradan hoca arkadaş beni gördü. Hoca
geldi dedi. Kendisi de iyi bir hoca, değerli bir hoca. "Hocam bu Müslüman
olmak istiyormuş" "Ama müftülük kapalı." dedi. Yahu müftülükle
ne alakası var bu işin? Yani müftülüğe gitse daha iyi mutlaka ama kapalı zaten.
Pazartesiyi bekle demişler. Öyle şey mi olur demiş o da. "Hocam caminin
anahtarı var mı" dedim. Açtık, içeriye girdik.
Dedim ki; "Şu
kelimeleri söylerken Müslüman olacaksın sen" . Beraber söyleyeceğiz ama
bunu sana söylemeden önce (tabii İngilizce bilen bir arkadaş aracılık yapıyor.
O da güzel biliyormuş İngilizceyi. İngi-lizceyi biliyor da o da
"şehâdeti" bilmez..!!! "Neydi hocam" deyip bana döner.
Oğlum dedim "Evvela seni Müslüman edelim de ondan sonra bunu Müslüman
edelim" dedim) bu kelime ile neyi söylediğini evvela bir anla. Demek ki
daha önce İslâm'la ilgili kitaplar okumuş. "Ben bugüne kadar çeşitli
kitaplardan okudum, sonra tabiata baktım, dağlara, denizlere, yıldızlara,
çiçeklere, böceklere baktım." dedi
Şimdi bütün bunları
gördükten sonra, Bu "Şahadet" kelimesiyle sen "Şahitlik ederim
ki Allah'tan başka ilah yoktur. Yani Allah'tan başka Yaratan yoktur. Allah'tan
başka Yaşatan yoktur. Allah'tan başka Yöneten yoktur. Bu üçünü sayıyoruz. Yani
dedim Özal da, Busch da, Gor-baçov da bizim gibi insandırlar. Bizim üzerimizde
hükmetme hak ve selahiyetleri yoktur. Yalnız ve yalnız ona da, bana da Allah
(c.c.)'m hükmetmesi gerekir diyeceksin." Bu sefer kız başladı ağlamaya, o
ağlayınca bizim cemaati bir ağlama tuttu. Öyle bir durum. Ondan sonraki
kelimelere biraz daha ağırlık verdik. Zira Hristiyanlıkta Hz. İsa (a.s.)'a
haddinden fazla olmuş ve muhabbet, tapınmaya dönüşmüş. "Abdühû"
kelimesi üzerinde de durduk. Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de bunun üzerinde çok
durur.[3]
2- Allah'dan
başkasına kulluk yapmayasınız diye (açıklanmıştır). Şüphesiz ben sizin için
onun tarafından (gönderilen) bir uyarıcı ve müjdeciyim.
Enbiya sûresi 25.
ayet-i kerimesinde "Senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberlere şunu
vahyettik. O da Allah'tan başka Yaratan, Yöneten yoktur. Ancak bana ibadet edin
diye vahyettik."
Yani Musa (a.s.)'a,
Adem (a.s.)'a, Nuh (a.s.)'a, İbrahim (a.s.)'a bütün Peygamberlere gelen
mesajlarda bu "Lâilâhe illallah" vardı diyor ayet-i kerime. Yunus
Emre'de:
"Dört kitabın
manası, Lâilâhe illallah."
Diye özetlemiş.
Özetlemiş ama ben bunu daha önce size söyledim. Fakat bu seyahatim esnasında
keratanın biri bunu da saptırmış. Hocam diyor bana. Fetva alacak benden.
"Dört kitabın manası lâilâhe illallah değil mi" diyor.
"Evet" diyorum. "Öyle ise Kur'an okumaya ne gerek var? Al eline
teşbihi, Lâilâhe illallah deyiver."
Yani çok dikkat
edeceksiniz konuşmalarınıza, ben de dikkat edeceğim. Siz de konuşmalarınıza
çok dikkat edeceksiniz. Tevile imkân bırakmayın. Yani bir başka yanlış
anlamaya imkân vermeyecek şekilde konuşun. Kur'an öyledir. Hz. Peygamber'in
hadisleri de öyledir.
Efendimiz bir hadisi
şeriflerinde "Musa'nın yanında Harun nasılsa Benim yanımda da Hz. Ali
öyledir." buyuruyor. Hadis bu kadarla kalsa idi, çok yanlış mâna çıkardı.
Çünkü Harun (a.s.)da Peygamber.
(Musa'nın yanında
Harun (a.s.) nasılsa benim yanımda da Hz, Ali öyleIdir diyor. Bundan Ali de
Peygamber manâsı çıkar, fakat Peygamber (Efendimiz "ancak benden sonra
Peygamberlik yoktur." buyuruyor.[4] Yani
Musa, Harun'u ne kadar severse, ben de Hz. Ali'yi o kadar severim anlamında
söylemiş, benden sonra Peygamberlik yok kaydını getirmiş, yanlış anlamayı
önleme babında söylenmiş bunlar.
Onun için biz de
konuşmalarımıza dikkat edeceğiz. Bir de Nahl 36. ayette, "Biz her ümmete,
her topluluğa bir Peygamber gönderdik. Niçin gönderdik? Allah'a ibadet etsinler
ve Allah'tan başka kendisini Rab yerine koyanlardan kaçınınız diye
Peygamberlik gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani bugün Allah'tan
başka kendi koyduğu kuralları bize zorla kabullendirmeye çalışanlardan ve
yürürlüğe koymaya *zorl ay anlardan uzak durmamız için Peygamberin
gönderildiğini söylüyor Rabbim.
"Ben sizin için
Allah tarafından bir nezirim, uyarıcıyım ve beşirim, müjdeciyim." buyuruyor
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)-Yani Allah (c.c.) Peygamber Efendimize böyle
demesini istiyor. Ben size Allah katından bir uyarıcıyım ve müjdeciyim.
Uyarıcı, bazı
meallerde korkutucudur o da doğrudur aslında ama, Arap bugün için şöyle
kullanıyor. Bu alarm zili içinde "İnzar" kelimesini kullanıyor. Yani
bir olayın bir tehlikenin habercisi anlamında aynı kelimeyi kullanıyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de kendisini "Ben çıplak uyarıcıyım"
manasında Arab'ın dilinden konuşuyor.[5] Tabii
çıplağın'üryan tercüme edilmesi iyi değil. Arab'ın dilinde bu bir deyimdir.
Deyimlerin tercümesi biraz zordur.
Arab'ın dilinde bu şudur.
Olayın vahametini, şiddetini, korkunçluğunu, anlatabilmek için bir adam
yatağından fırlayıp sokakta bağırıyor. Elbisede giyecek zamanı kalmamış. İşte
buna "Komşular uyanın, mahallede yangın var" diyecek adam. Gerçekten
yangı........ varsa elbise giymesine zaman yok çıplak, veya Mekke'ye bir
saldırı olacak beş km. ileriden biri görmüş, onu haber vermek üzere gelen adam
atın üzerinde elbisesini çıkararak gelirmiş. Çıplak olarak görülünce Mekke
halkı da hemen faaliyete geçermiş. Yani bu çıplak gelen bize çok büyük bir tehlikeyi
haber veriyor diye. Peygamber Efendimiz de kendisini o adama benzetiyor. Diyor
ki: "Ben çıplak uyarıcıyım" diyor. Neden uyarıyor, eninde sonunda
birgün öleceksiniz, kabir o Cehenneme giden bir kapı olabilir. Cennete giden
bir bahçede olabilir. Sizi öyle bir ateşe düşmekten sakındırıyorum. Kur'an'da
Efendimizin bu oluşu, Cehennemden sakındırışı ve de yani Cennetle, dünyada
devlet, ahirette Cennetle müj-deleyiverişi de Kur'ân-ı Kerîm'de çok
tekrarlanmıştır.[6]
3- Rabbinize
istiğfar edesiniz, sonra tevbe edesiniz ki sizi belirlenmiş zamana kadar güzel
bir şekilde faydalandırsın ve her fazilet sahibine lütfundan versin. Eğer yüz
çevirirseniz büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
Rabbinize istiğfar
etmek için, yaptıklarımızdan dolayı Rabbimize yönelip "Ya Rabbi af
talebinde bulunuyoruz, biz bundan vazgeçtik, istemeyiz. Bundan sonra bunu
yapmayacağız, geçmişte yaptığımızdan dolayı pişmanız, affını istiyoruz"
diye tevbe edeceğiz. Sonra Ona tevbe ediniz ki belirli bir zamana kadar sizi
en güzel şekilde ni'metlendirsin. Yani istiğfar, tevbe bize bu dünyada da
ni'metler bahşediveriyor Allah (c.c.) böyle haber veriyor.
Günümüzde bu ayet-i
kerimeyi duyunca insanın aklına şu gelebilir. Yani Rabbin diyor ki Allah'a
istiğfar edin. Allah'a ibadet edeceksiniz, Peygamberin olduğunu kabul
edeceksiniz. Cehennem'in den sakınacak, Cennetini arzul ayacaksın iz ve
yaptığınız kötülüklerden dolayı da Allah'a istiğfar edeceksiniz, tevbe
edeceksiniz. Eğer bunları yaparsanız dünya hayatınız da güzel olacak diyor
Rabbim.
Ama bazı şeytan
mantığı ile hareket eden adamlar diyorlar ki: "Vallahi hoca, İslânıî
kurallara uyacak olursam elimdeki gider benim, zaten biz bunu gayrî meşru
yollardan elde ettik. Bu rahata oradan kavuştuk, Müslüman kardeşlerimden
tanıdığım var. Beş vakit camiden çıkmıyor, üçaylar orucu tutuyor. Ama maddi
durumu da hiç düzelmiyor" diyor. Söylediği bayağı mantıklıdır. Mantıklı
gibidir, dış görünüşte. Allah (c.c.) size dünyada güzel ni'metler vereceğini
vadediyor, ama Allah dininin hâkimiyetini de şart koşuyor.
Yani bir kara parçası
üzerinde Allah dininin hakim olduğunu görürsek orada insanların mutlu olduğunu
da görürüz. Yoksa bir tarafta kâfir bir sistem hakim olacak, onun içinde
Müslümanlar ferdi olarak rahat edecekler, mümkün değildir. Bu mümkün değildir.
Zaten burada da hep çoğul siğası ile söylüyor Rabbim. Rabbinize tevbe ediniz.
Önce istiğfar ediniz.
Sonra tevbe ediniz ki Allah sizi güzel ni'metlerle ni'metlendirsin diyor. Dünya
da, belirli bir zamana kadar, ölünceye kadar ni'metler versin diyor. Ama bunu
çoğul halinde, yani bir millet olarak biz bunu yapacağız. Ya Rabbi
günahlarımıza istiğfar ediyoruz.
seksen senelik, yüz
senelik bir küfrü deneme dönemimiz vardır. Bundan biz netice alamadık, Ya
Rabbi, biz bundan dönüş yapıyoruz gayri. Neye dönüş? İslâm'a dönüş bu tabiri
kullanacağız. Geriye dönüş tabiri kullanmayacağız. Ne demek geriye dönüş, Öyle
birşey yok. Kur'ân-ı Kerîm'de de Hadis-i Şerifte de öyle birşey yok. İslama
dönüş var. Hani Mehmet Akif merhum da:
"Kapılmak
istemezlerse seylabı eyyama Rücu etsinler artık şadın İslâm'a." der.
Yani tekrar İslâm'a
dönüş yaparsak bize Allah (c.c.) yine güzel ni'-metler vereceğini vaad ediyor
ki zamanla vermiş. Sahabe daha Mekke ve Medine'nin dışına çıkamazken,
tüccarları müstesna, orada bir çöl hayatı yaşarken bir de bakmışsınız ki
binlerce yıldan beri çölü aşamayan insanlar Kudüs'ü fethetmişler, dünyanın en
büyük imparatorluğu ki iki imparatorluk var. Bizans, bir de İran imparatorluğu,
ikisine de son vermişler. İran'ın bütün sarayları ellerine geçmiş, Azerbaycan'a
kadar gitmişler ve orada Türklerin Müslüman olmasına sebep olmuşlar. Türkler
de, Müslüman olduktan sonra "Kur'ân-ı Kerîm'i siz bugüne kadar taşıdınız,
bundan sonra da biz taşıyalım" demişler. Ta Viyana kapılarına kadar
varmışlar. Ona sarıldıkları müddetçe Allah (c.c.) bu dünyada da güzel
ni'metleri onlara bahşetmiş vermiş. Ne zaman ki sırt çevirmişiz, Allah (c.c.)
da bizim elimizden bu nimetleri almış.
Ve Allah (c.c.) her iş
yapana mükâfatını verir ama, yüz çevirirlerse işte o büyük günün azabından
sizin üzerinize gelecek, büyük günün azabından ben korkarım diyor Peygamber
Efendimiz. Yani Peygamber Efendimiz'in merhameti de vurgulanmış oluyor burada.
Cehenneme gidecek olan başkası, kendisi değil ama Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'e öyle bir merhamet vermiş ki, zaten Kur'ân-ı Kerîm'de de "Seni
alemlere rahmet olarak gönderdik" diyor. İnsanların Cehenneme gidişinde en
büyük acıyı duyan da yine Peygamberlerdir. Ben diyor, o büyük azandan, sizin
hakkınızda ben korkuyorum, diyor Peygamber (s.a.v.)[7]
4- Dönüşünüz
ancak Allah'adır. O herşeye gücü yetendir.
Gitmem diyeni yok hiç.
Allah'ı inkâr eden var bu memlekette, çok az kelaynak kuşları kadar da olsalar
var da, ölümü inkâr edeni hiç yok.
Çünkü babası öldü,
anası öldü, dedesi öldü, yakınları öldü gözleriyle gördü. Bir dönüş var. Onun
için Kur'ân-ı Kerîm'de isteyerek veya istemeyerek Allah'a itaatla, ibadetten
bahseder Rabbim. Biz mü'minler isteyerek, kâfirler de istemeyerek giderler.
Mevlana bunu açıklarken derki: "Değirmen taşının üzerindeki iki karınca
gibi mü'min ve kâfirler. Değirmen taşının üzerinde iki karınca var, değirmen
taşı dönüyor. Karıncanın biri dönüş istikametinde gidiyor. Kolay bunun işi.
Öbürüsü ise inat olsun diye tersine gidiyor. Dönüş istikametinde dönmüyor. Ama
yine dönüyor aslında, ama o, inat ettiğinden dolayı bu tarafa gittiğini
zannediyor." Yoksa bu imansızların hepsi eninde sonunda Allah'a doğru
gidiyor. Şöyle de bağırıyor: Ben senin varlığını kabul etmiyorum. Etme ama
geliyorsun, bana doğru geliyorsun. Dönüşünüz Allah'adır. Ve O herşeye gücü
yetendir. Dikkat et uyanık ol, bu ogün için Efendimiz (s.a.v.)'e, bugün içinde
bizedir.[8]
5- İyi bilin
ki onlar (münafıklar) ondan gizlenmek için göğüslerini eğerler. Yine iyi bilin
ki onlar elbiselerine bü-ründüklerinde de, gizlediklerini de, açıkladıklarımda
(Allah) bilir. O gönüllerin kendini bilir.
O kâfirler ondan
gizlenmek için göğüslerini döndürürler, eğerler. Peygamber Efendimiz'i
gördüklerinde görmemezlikten gelmek için sırt çeviriıiermiş veya gizli yerlerde
bir suç işleyeceklerinde önlerine eğilirler orada yaparlarmış, gökten Allah
görmesin diye.
Yine uyanık ol ki,
onlar elbiselerine büründüklerinde de göğüslerini böyle gizlenmek için
döndüklerinde veya eğildiklerinde de Allah onların gizlediğini de, açıkta olanı
da bilir.
Yani bu keratalar
"Vay efendim eğilirsek Allah göremez " öyle bir inanç da yanlış.
Veyahutta yatağın içinde yani yorganı üzerimize çekersek, üzerimize bir örtü
örtersek günahımızı göremez anlayışı içinde gizli yerlerde günah işleyenlere
Rabbim diyor ki: "Sizin açıkta yaptığınızı da, gizli yaptığınızı da Allah
bilir." O, değil onları, gönülden geçeni de bilir. Gönülden geçeni
bildikten sonra daha gökyüzünde, yeryüzünde gizli kalan hiçbir şey yoktur.
Hani biz de gizliliği anlatmak için şöyle derler. "Karanlık bir gecede
kara taşın üzerinde yürüyen kara karıncanın ayağının hareketini görür Allah
(c.c.) "derler.
O gönülden geçeni bilir.
Gönülden geçenin bize göre maddi varlığı yok, onu bile bildiğine göre, Allah'a
(c.c.) gizli birşey yoktur. Onun için bazı insanlar yaptıklarını
insanlardangizliyorlar. Mesela hırsızlık yapan gizliden yapıyor, zina eden
gizliden yapıyor. Bazı suçları gizli yerlerde yapıyor insan ama bilsin ki
nerede yaparsa yapsın Allah'ın verdiği elle yapıyor. Allah'ın verdiği dille
yapıyor. Allah'ın verdiği bedenle yapıyor, onu yaratan da onun ne yaptığını, ne
düşündüğünü bilmektedir. İnsanlar bilmiş olsalar bile cezalandırmaları azdır
veya geçicidir. Allah (c.c.) cezası daha şiddetlidir. Ondan daha çok korkmamız
gerekiyor. İnsanlardan fazla Allah (c.c.) dan korkmamız gerekiyor.
Şimdi, peki, bildiğini
nereden bilelim. Allah (c.c.) herşeyi bilir diyoruz ya, bildiğini biz görelim.
Yani mesela Allah (c.c.) "Ölüleri ben diriltirim" diyor da İbrahim
(a.s.) "Ya Rabbi nasıl diriltirsin" Allah'a soruyor. "Yoksa
iman etmiyormusun" diyor İbrahim (a.s.)'a "Evet" diyor. "Ya
Rabbi iman ediyorum, Sen ölüleri diriltirsin ama ben de şöyle gözümle göreyim
de kalbim mutmain olsun" diyor.(Bakara ) Belki bizim mantığımızla
Peygamber konuşuyor böyle. Yani bizim mantığımıza indiriyor olayı.
Rabbim de yine
gönülden geçeni bilir. Onların gizli de ve açıkta olanını bilir diyor. Peki
bildiğini nereden bilelim.[9]
6-
Yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. Onların
duracak yerlerinide, emanet bırakıldıkları yeride bilir. Hepsi apaçık bir
kitapdadır.
Yeryüzünde kıpırdayan
hiç bir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. Yani kıpırdayan her
canlının rızkını Allah (c.c.) verir. Bu kadar mı, değil. Onların karargahını
bilir. Yani insanların evini, böceklerin hücresini odasını, veyahutta kovuğunu
bilir ve onların dolaştığı yerleri bilir. Ve onların nerede öleceğini dahi
bilir. Onların, insanın, çocuğun ana rahmin de durumunu bilir. Doğunca
nerelerde yaşayıp öleceğini bilir.
Bunların hepsi herşeyi
apaçık yazan Kitap'dadır diyor Allah (c.c). Tefsirciler buna
"Levhimahfuz" diyorlar. Bunu gerçekten hayatımızda görüyoruz. Bu
televizyonda bazen belgesel yayınlanıyor. İşte filan denizde 10 bin metre
derinlikte tırnak büyüklüğü kadar bir canlı, taşın üzerinde doğar orada ölür.
Onun rızkını da Allah onun ayağına böyle akıtır. Onda güzel bir koku vardır.
Onun rızkı ona doğru gelir, o da onu kapı verir. Böylece geçinir gider ve buna
benzer böyle çok canlı olduğunu görüyoruz.
Rabbim hepsinin
rızkını ayağına götürüyor. Mehmet Akif merhum, bu ayet-i kerimeyi tefsir
ederken, Safahatında bunu hocanın biri vaaz etmiş. "Herkesin rızkını Allah
verir demiş" diyor. Çalışmaktan bıkmışın biri de "Yahu Allah madem
verir, çalışmaya ne gerek var" demiş. Dağda bir mağaraya gidip orada
ömrünü çalışmadan geçirecekmiş. Giderken bakmış ki yolda topal bir tilki
açlıktan inliyor, ona bakarken bir de bakmış karşıdan bir arslan kükreyerek
iniyor. Arslanın korkusundan bu adam ağacın tepesine çıkmış, olayı oradan
seyrediyor. Arslanın ağzında bir ceylan varmış, yakalamış onu yamaçta yemesi
zor olduğundan sürüyerek getirmiş. Tilkinin yanına kadar gelmiş, düzlükte
yemeğe başlamış. Yemiş yemiş karnı doyduktan sonra çekmiş gitmiş. Derken tilki
de sürünerek bir adım ilerisindeki ceylanın yanma varmış ve artığı da o yemiş.
Derviş demiş ki "Hocanın dediği doğru Allah tilkinin bile rızkını ayağına
getirdi" demiş. Çekilmiş mağaraya birgün beklemiş, gelen giden yok.
İkinci gün beklemiş, yine yok. Üçüncü gün ağzı açlıktan köpürmeye başladı ve
kendi şuurunu kaybetmeye başladı diyor. Dördüncü gün böyle açlıktan ne
yaptığım, ne ettiğini bildiği yok. Hani insan iyice hastalanırsa veya
rahatsızlanırsa dengeyi kaybederse sesler duymaya başlar. Böyle bir halde iken
ses geldi. "Bre arslan gibi eli kolu tutan adam! Niye arslan gibi
davranıp mal mülk kazanmıyorsun.?, topallar senin artığından yesin. Sen kendin
topal tilki gibi olmaya özenme Kalk sende arslan gibi kazan da, kazanmayanlar
senin artığından yesin" diye bir ses kulağına geldi. Oradan çıktı
çalışmaya başladı diyor.
Yani insan çalışacaktır ve
çalıştığının neticesinde rızkım yiyecektir. O ayrı. Arap şairi güzel bir şiir
söylemiş bu konuda, diyor ki: "Ekmek gölge gibidir. Gölgenizin peşinden ne
kadar koşarsanız koşun ulaşamazsınız." Yani güneş arkanızdan vursa
önünüzde gölgeniz olsa, ayaklarımı başıma vuracağım diye koşsanız
ulaşamazsınız. Dönüverin de gölge arkanızdan gelsin diyor. Yani gölgenin
peşinden koşmayın, tam ters istikamete yürüyün de gölge arkanızdan gelsin
diyor.
Ben de bu anlamda
"Köleliğin alfabesi, hürriyetin elifbası" isimli kitapçığımda buna
benzer bir söz yani, okuyuşunuzda, üniversitede, diğer okullarda, okurken,
ticaret yaparken, ne yaparsanız yapın, ekmek için yapmayın. Hizmet için
yapacağım deyin, hizmet için okuyacağım deyin. Ama ekmek onun arkasından gelir
ayrı.
İki çocuk düşünün,
üniversiteye kaydolurken birisi diyor ki, mühendis olacağım veya doktor
olacağım veya ilahiyat fakültesini bitireceğim hoca olacağım, işte bin ekmek
elde edebilecek maaş alacağım, bir milyon maaş alacağım veya ikibin ekmek
alabilecek maaş alacağım. Çocukları okutmaya başladığımızda birinci sınıftan
itibaren, "Aman oğlum oku, oku da adam ol." Yani devlet çiftliğine
yerleş. "Ne olacak babt orada,?" "Ayda ikibin ekmek var
oğlum" diyor. Bu iki veya bin ekmeğe kaç yıl koşacak 15 yıl. İlk okul,
orta okul, lise ve üniversite onbeş yıl koşacak. Birinci sene geçti maşaallah
14 sene, ikinci seneyi geçti 13 sene kaldı. İşte 12 senen, 11 senen, 10 senen
kaldı.....Derken üniversiteyi bitiriyor. Koşucular 10 bin metreyi koştuktan
sonra ödül alıp kupa aldıkları gibi bu da 15 yılı koştuktan sonra bin ekmeğe kavuşuyor.
Nasıl olsa buna
kavuşacak adam, buna başlatılırken "Oğlum bak hoca olacaksın ama bu
İstanbul şehrini alıp Allah'ın kitabım hâkim kılacaksın ona göre kendini
yetiştir." Yani her yönüyle bu insanları etkileyebilecek bir hoca ol.
Kur'an-ı iyi öğren, sünnet'i iyi öğren, diplomayı eline al. Ekmek arkandan
gelsin gölge gibi. Ama ekmeği hedefleyecek olursanız, adam ekmeği alınca da
durakalıyor, Fakat hizmeti hedefleyecek olursanız hem hizmet eder, hem de
ekmek gölge gibi arkasından geliverir.
Hûd sûresinin 6.
âyet-i kerimesini hiç unutmayacağız. Herkesin rızkını Allah verir. Yalnız şart
koşmuş, "kıpırdayan her canlının" biz kıpır-dayıvereceğiz,zaten
çalışmalarımız kıpırdamakdır bizim. Rabbim En'am sûresinin 38. âyet-i
kerimesinde de "Yeryüzünde kıpırdayan canlı yoktur ki, gökyüzünde iki
kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi bir ümmettirler
"buyuruyor. Ümmet kelimesini kullanmış, yani bir toplulukturlar onlar.
Yine En'am sûresi 59. âyet-i kerimesinde "Toprağın derinliklerindeki taneyi
de Allah (c.c.) bilir. Ağaçtan düşen bir yaprağı da Allah (c.c.) bilir."
Yani ağaçtan düşen
yaprağı bilen, toprağın derinliklerindeki taneyi bilen ve onu çiçeğe dönüştüren
Allah'a (c.c.) güvenmemiz yetiyor, bizim o yolda çalışmamız yetiyor.[10]
7- Hanginizin
amelinin daha güzel olduğunu ortaya çıkarmak için gökleri ve yeri altı günde
yaratan O'dur. Arşı su üzerinde idi. Eğer sen; "Siz öldükten sonra
muhakkak dirileceksiniz" dersen, şüphesiz kâfirler: "Bu ancak apaçık
bir sihirdir" derler.
Allah (cc)'ün Arşı su
üzerinde idi. O Allah (c.c.) ki yeri ve gökleri altı günde yarattı. Yeri ve
göğü niçin yarattı? "Hangimizin işinin, amelinin daha güzel olduğunu
denemek için, imtihan etmek için" kendisi bildiği halde, burasını
unutmayacağız kendisi bildiği halde.
Bazıları da; şöyle bir
öğretmen emeklisi arkadaş gelmiş, "Hocam, bildiği halde niye imtihan
ediyor?" diyor. Yani bizi alsaydı yaratmadan gönderseydi, ben yaratmadan
da senin Cehenneme gideceğini biliyorum, hadi Cehenneme, ben senin Cennete
gideceğini biliyorum hadi Cennete dese idi olmaz mıydı bunları biliyor muydu?
Biliyordu, öyle ise getirmeye ne gerek var? diyorlar.
Okulda bir sene okuttuğun
talebelere haziran ayının başında desenki: "Yavrularım hepinizin sene
içindeki durumunuzu biliyorum. Şu yirmi kişiden on kişi sınıfı geçecek,
derslerine iyi çalıştılar. Diğer arkadaşlarınız ise kalacaklar, yani seneye
imtihana da gerek yok. Zaten imtihanı yapsam da kalacaksınız, yapmasam da
kalacaksınız" dersen, o on talebe imtihanı ister mi istemez mi? Yani, tamam
hocam biz biliyoruz durumumuzu. Kalalım derler mi demezler mi?
Tabiki demezler
"Hocam imtihanı yap, başaran geçsin, imtihanı başaramayan kalsın"
derler, demek ki imtihanı isterler. Peki imtihan oldular, gerçekten de
kaybettiler. İşte kaybedince itiraz hakkı gider, o zaman vay hocam ben onluk
yazdıydım da sen bana 3.5 vermişsin, o zaman kağıdını çıkarır şu sorunun cevabı
budur, bu sorunun cevabını böyle yazmışsın der. Buna rağmen öğretmenler
bilirler itiraz olur. Hocam ben 9 tuk yazdım, sen 3 vermişsin, bana gıcık
gidiyorsun, ondan yapıyorsun bunu derler öğrenciler.
İnsanoğlu da ahirette,
Kıyamette amel defterini görünce şöyle bir bakacakmış: "Ya Rabbi bu
yanlış, bu başkasının defteri. Bu benim değil" diyecekmiş. Ama Allah
(c.c.) "O zaman ellerini konuştururuz" diyor. "Ayaklarını
konuştururuz." Yani o işleri yaptığına dair ayaklarını ve ellerini
konuştururuz diyor.[11]
Bir de bu âyet-i
kerime de bizim dikkatimizi çeken "Hanginiz çok amel işleyecek, onu
denemek için" demiyor. Rabbim "Hangimizin ameli daha güzel onu
denemek için" diyor. Demek ki biz amelimizin çokluğundan ziyade güzel
olmasına dikkat edeceğiz.
Bazı arkadaşları
görüyoruz, biz bir rekatı kılmcaya kadar 4 rekatı kılıp oturuyor. Ne yapar,
nasıl yapar, nasıl okur mümkün değil. Yani akıl ermiyor bu işe. Bu arkadaş
sabaha kadar yüz rekat kılacağına öbür taraf da bir arkadaş 4 rekat kılsın
yeter. Yani bu hareketle yüz rekat kılacağına bir adam 4 rekatlı namazı
kılsın, nafile namaz kılsın, yüz rekata değil bin rekata bedeldir bu.
Bu durum her hareketimizde
böyledir. Elbise dikiyorsunuz, atölyenizde eğru büğrü gidiyor dikişleriniz.
Ama 100 tane çıkarıyorsunuz. 100 tane yapacağına 10 tane yap. Çünkü adam defolu
diye geri gönderir bu sefer bütün mallan.
Yani çok yapacağına
güzel yap veya güzeli çok yap. Güzeli çok yapmak yasak değil, ama güzel olması
şarttır. Amellerin güzel olması bu ticaretinizden, ziraatinizden,
siyasetinizden, ibadetinize kadar her yönüyle yapacağımız işin güzel olması
istenmektedir.
Kıyametten bahsedecek
olursan, oradaki insanların diriltileceğim, hesaplar görüleceğini, herkesin
yaptığının iyi veya kötü karşılığını mutlaka bulacağını bahsedecek olursan o
zaman da o kafirler; bu sihir yapıyor, bunun yaptığı apaçık bir sihirdir
derler diyor.
Günümüzde bu sihir
kelimesini pek kullanmıyorlar da günümüzün kâfirleri, ahirete iman etmeyenler,
Türkiye'deki kâfirler bu âyette bahsedilenlerden farklıdır. Niye anasında,
babasında ve çevresinde, farkına varmadan bir ahiret inancı var. O zorla
inkâra kalkıyor. Var olan bir-şeyi atmaya çalışıyor. Eğer Cennetin
güzelliklerinden, Cehennemin dehşetinden bahsedecek olursan, ahirete inanmasa
bile, "yahu bu işi bırakalım fazla derine dalmayalım" derler. Şöyle
aleve düşü verecekmiş gibi bir hal alıyor. Yahu fazla derine dalmayalım, bırakalım
bu konuyu, geçelim başka bir şeye deyiveriyor insan.[12]
8- Eğer
onlardan azabı sayılı bir ümmete kadar geciktir-sek "O azabı tutan
nedir?" derler. İyi bilinki onlara gelecek olan gün onlardan geri
çevrilemez ve kendisiyle alay ettikleri (azab) da onları çepeçevre
kuşatmıştır.
Belirli bir zamana
veya sayılı milletler ve devletler gelip geçinceye kadar onlardan azabı tehir
edersek, şöyle derler muhakkak. "Yahu bu azabı engelleyen nedir."
Kıyametin dehşetinden bahseden âyet-i kerimeler var, daha önce geçti. Özellikle
Mekke'de nazil olan âyet-i kerimeler Kıyametin dehşetinden çokça bahsediyor.
Ama adam duymuşki ilk
İslâm nazil olmaya başladığında Kıyamet alametlerinden ve dehşetinden bahseden
âyetleri duymuş, aradan üç sene geçmiş, beş sene geçmiş kıyamet kopmuyor. Derlerki:
"Yahu bu niye gecikiyor, bunu engelleyen nedir." "Uyanık olun,
bilin ki onlara o
gün gelir. Onlardan
geri çevrilmişde değildir. Yani bu birgün gelecektir. Ve onların alaya
aldıkları şey de onları kuşatmıştır" diyor.
Yani Allah'ın azabı
onları kuşatmıştır. Onlar Kıyametin gelmeyeceğini, olmayacağını, vukuu
bulmayacağını alaya almışlar, dalga geçmeye başlamışlar. Allah (c.c.) da diyor
ki: "O gün bir gün gelir ve onlarda alay ettiklerinden dolayı o günahları
kendilerine bir ateş olarak etrafını çevirir" diyor Allah (c.c). Bundan
sonra insanoğlunun karakterine dikkatimizi çekiyor.[13]
9- Eğer
insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonrada onu ondan çekip alsak
şüphesiz o ümitsiz ve nankör olur.
İnsana bir güzellik,
rahmet, bir hayır tattırmış olsak, sonra da o hayrı, o mülkü, saadeti elinden
çekip çıkarıversek bu sefer o bir de bakıvermişsin çok ümitsiz ve de nankör bir
adam olmuş çıkmış. İyiliklei veriyorsun, makam, mal, mülk her türlü ni'metlerin
içinde yüzüp gidiyor. Derken bunları alıverdi mi boynu bükük, herkese küskün,
kırgın ve de nankör, Allah'a isyankar, ne verdin de ne aldın ki, niye aidiydi,
ben: mi bulduydu gibi isyanlar başlar. Daha çok kâfir kesimde.[14]
10- Ve eğer
ona dokunan zarardan sonra ni'meti tattır sak elbette "kötülükler benden
gitti" der. Şüphesiz o sıma rıktır, böbürlenendir.
Kötülüklerden,
fakirlikten, zarardan sonra Allah ona ni'meti tattım sak şöyle der: Kötülükler
benden gitti. Fakat o şımarır, böbürlü ve k: birli bir adam olur çıkar.
Fakirlikten zengin olacak olursa şımarık ve d kibirli bir adam olur.
Kâfir için bu hani
sonradan görmüş diyoruz. Türkçe karşılığı; " sor radan görmüş, gök
görmedik" diyoruz Anadolu tabiriyle. Ama mü'mi kesimi de tarif ediyor
Allah (c.c). "Verdiklerimden dolayı şımarmay; smız. aldıklarımdan dolayı
da ümitsizliğe düşmeyesiniz diye" diyor A
lah (c.c.).[15] Yani
mü'min insan verildiğinde şımarmaz, alındığında da üzülmez, nankörlük yapmaz.
Bunu şöyle özetlemiş şairimiz."Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa
yerinirim."
Bu âyetin Türkçe
tercümesidir. Hadîd sûresinin 23. âyet-i kerimesinin Türkçe tercümesi "Ne
varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim" Bu çalışmayı engelleyen bir söz
değildir. Çalışılır. Çalışıyorsunuz, çalışıyorsunuz elinize bir ni'met geçmiş,
derken birgün kaybedilivermiş, değişen birşey yok. Evinizi de, çoluğunuza,
çocuğunuza, eşlerinize, dostlarınıza yine gülümseyeceksiniz.
Bakara sûresinde
tefsiri geçti. Öylesine fakir insanlar var ki, cahil insanlar, halden anlayan
insanlar onu dıştan baktığı vakit zengin zannederler. Ben dilencinin bile
güzel elbise giyenini severim. Bazen iş yerlerimize de gelir. Tam traşlı,
gravatmı takar, gömleği hep benimkinden beyaz olur, çok güzel olur. Günlük
nafakasını alır gider. Tahmin ederim herkesten de almıyor. Belirli yerler var,
geçimini temin etmek için alıp gidiyor. Ütülü elbisesi, bizimki haftada bir
ütüleniyor. Herhalde yalnız yaşıyor. Sormam da ayak üstü gelir alır ve gider.
Sırf güzel elbisesi böyle pırıl pırıl olduğu için biz de ona veriyoruz.
Kimdir, neyin nesidir bilmeyiz.
Âyet-i kerimede Rabbim,
cahil ona baktığında adamı zengin zanneder, aslında adam beş kuruşa muhtaç,
bir lokmaya muhtaç. Yani burada aslında fakir övülüyor. Fakir zillet içine
düşmemelidir. O halde iken bile, ama bazıları da "zekat verdik adama, şuna
bak, şunun elbisesine benimkinden iyi "diyor. Yahu sevin, seninkinden iyi
ise sevin. Allah'a çok şükür Ya Rabbi biz kazanıyoruz. Ve bizden daha mağdur
olanları bizden daha güzel giydiriyoruz diye sevinmek lazım.
Böyle bir gönüle sahip
olan insan, varlıkta sevinmeyen, yoklukta yerinmeyen bir insan evinde de mutlu
olur. Dostları arasında da mutlu olur. Heryerde kalbi rahat olur. Bu kâfirlerin
vasıfları yani eline bir ni'met geçti mi şımarır elinden ni'metler gidiverdi
mi de azar nankör olur ve herşeyden ümidini keser, kendini koyuverir.[16]
11- Sabredip
ameli salih işleyenler müstesnadır. İşte onlar için mağfiret ve büyük mükafat
vardır.
Ama sabredenler öyle
değildirler. Yalnız sabır edenler değil, güzel iş yapanlar, ameli sâlih
işleyenler öyle değildirler. Sabredip, yani gelen
bela ve musibetlere
metanetle göğüs gerenler, ya o göğüs gererken neyi nasıl yapacağını bilip ona
göre hareket edenler, yoklukta yerinmez, varlıkta sevinmezler. Allah katında
mağfiret, af onlaradır. Ve büyük mükâfatta onlar içindir diyor Allah (c.c).
Yunanlı Müslüman olan
ressam kıza dedim ki: "Bak biz Muhammed'e iman ederiz. Ama nasıl?"
"biz şahidlik yaparız ki Muhammed (s.a.v.) Allah'ın elçisidir. Yani
Kur'anm bize ulaştırılmasında elçilik görevi yapmıştır. Ve aynı zamanda bu
insandır. Yani bir ana babadan dünyaya gelmiş, çocukluk dönemi olmuş, büyümüş,
evlenmiş, çoluğu çocuğu olmuş, yavrularını bağrına basıp öpmüş, sevmiş,
çarşılarda dolaşmış, yemek yemiş ve insanları dine davet etmiş, Kur'an-ı bize
ulaştırmış ve birgün 63 yaşında vefat etmiş. Muhammed'i (s.a.v.) böyle kabul
edeceksin" deyince biraz aklına yatmadı bu. Olur mu? dedi. Peygamber
dediğin böyle Allah'ın gücü ile güçlenmesi lazım. "O Hristi-yanlıktan
gelen bir inanç dedim. Biz böyle inanırız, böylesine bir insan olmamış olsaydı,
bize örnek olamazdı." dedim.
"Bakınız İsa
(a.s.)'yı size yanlış tanıttılar. Sen beğenmeyip dininden çıkıyorsun. Niye?
İsa (a.s.)'nın hayatını yaşayabilecek gücün yok çünkü. İnsan üstü birşey olarak
tanıtıldı size. Sen de "yaşayamam olmaz bu, yaşayamam mantığa ters düşüyor"
diyorsun. Ama benim Peygamberim mantığıma da ters düşmüyor, benim gibi
evlenmiş, çocuğu olmuş. Çocuğunun adı, benim çocuğumun adma benzer. Kızımın
adını Onun kızının adına benzettim ben, oğlumu Onun oğlunun adına benzetmeye
çalıştım. Yani herşeyimle Ona benzemeye çalıştım ve bana zor gelen bir tarafı
da yok. Yani öyle bir seviye tutturmuşki Allah (c.c.) Rasulüne bizim gibi
insanların yaşayabileceği bir hayatı yaşatmış Ona ki örnek olsun diye"
deyince bu da hoşuna gitti tabiiki.
Efendimiz de bizim gibi bir
insandı onun için burada âyet-i kerime de "Ben de sizin gibi bir insanım
diye bunlara duyur "diyor. Bize, ilah-laştırmayın ama bana vahiy geliyor
diyor. Yani Peygamber Efendimiz'e vahiy geliyor, bizden farklı tarafı bu,
birçok farklı tarafı var ama insan olduğunu unutmuyoruz. İnsan olduğu için
Peygamber Efendimizin de gönlü bazı olaylarda sıkışıyormuş. Yani gönül darlığı
oluyor. Nasıl, niye? Mekke müşrikleri sana inanmayız, senin söylediklerin
sihirdir diyorlar, bizi kandırıyorsun diyorlar. Ahiret mi varmış canım
diyorlar. Bütün bunları öylesine tekrarlıyorlarki Peygamber Efendimiz'e bir
âyei nazil olduğunda gidip yine aynı adamlara anlatacağında sıkıntı duyarmış.
Ya Rabbi yine bunlar inkâr edecekler diyor. Ama Rabbim uyarıyor.[17]
12- Onların
"Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli
değilmiydi" demeleri nedeniyle göğsün daralacak belki de sana
valıyolunanın bir kısmını (okumayı) terkedeceksin. Ancak sen bir uyarıcısın.
Allah herşeye vekildir.
Onların sana madem bu
Peygambermiş beraberinde hazineleri de olsaydı, madem bu Peygambermiş, yanında
bir melek olsaydı da melek bize deseydi ki bu Peygamber, deseydi ya! Yanında
hazineleri yok, yanında melek de yok, Peygamberlik iddiasında bulunuyor
demelerinden dolayı yüreğin sıkılıyor ve nerede ise bazı âyetleri onlara
duyurmaktan vazgeçeceksin diyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'ın gönlünden bazı
şeyler geçiyor, bunu söylesem kabul etmeyecekler, şu âyet-i duyursam
reddedecekler, şunu söylesem bin türlü, kırk dereden kırk türlü su getirecekler
gibi düşünceler var. Rabbim diyor ki: "Senin görevin o değil, senin
görevin sana nazil olan âyetleri bu insanlara duyurmaktır" Efendim
mantığa uyar mı uymaz mı? Mantığına uydursun bu adam. Siz niye Allah'ın ayetini
onun mantığına uydurmaya çalışıyorsunuz? Bu şuna benzer, adamın naylondan bir
kabı var, siz buna altından bir hilal dökeceksiniz. Yahu bunun kabı almaz,
yanar buna ben dökmeyeyim öyle ise altım atıvereyim, öyle değil. Altını
atmayacağız, hilali biz yine yapacağız, onun kalıbını sağlamlaştıracağız. Yani
bu kalıb buna dökülmez diyerek, elimizdeki altını atmak yerine, onun kalıbını
sağlamlaştırmak en iyi yoldur.
Bu âyetler bu
adamların mantığına uymuyor diye söylemekten kaçınmak yok. Öylesine çok
söyleyin ki onların mantığı ayete göre ayarlansın. Adamların mantığı bugün
düne kadar komünistliğe ayarlanmıştı. Şimdi yavaş yavaş dönüyorlar. Birden
dönmesi zor, arkadaşlar televizyona çıkmış: "Vallahi efendim göçen
komünistlik değilde komünistliğin kötü uygulaması" diyor. Ne yapsın arkadaşı
da mazur görün. Çünkü 25 sene üniversitede okuttu. Televizyonda konuşurken
binlerce siyasal mezunu onun önünde komünstliği öğrendiler. Televizyondan da
seyrediyorlar, hepsi sövmez mi televizyondan "ulan oğlum sen bize
öğrettiydin bunu" diyecekler diye, efendim göçen komünstlik değil, göçen
kötü uygulaması diyerek kurtarma tarafına gidiyor arkadaşlar.
Şimdi bu arkadaşların
beyni ki, Bulgaristan'daki Müslümanların şu anda lideri durumunda bir zat
buraya geldi görüştük, ismini söylemeyeyim. O diyor ki: "Biz Müslümanız,
ama mantığımız komünist mantığı ile gelişti, herşeyi ona göre
değerlendiriyoruz. Türkler olarak Müslümanız, fakat ayetin birçoğunu inkâr
edecek durumdayız, mantığımız ona göre geliştirildi.
Benim" Allaha
İman ve Altı Esası" kitabımın tercemesini yapmaya başlamış. "Bu güzel
diyor. Bunda adamın aklında belirebilecek sorunun cevabı var, ama ilmihal
kitabında bu yok. İlmihal kitapları da güzeldir. Müslüman için güzeldir.
Müslüman olmuş bir adama abdestin farzı dörttür. Şuraları şuraları yıkayacaksın,
ayağı mesh edeceksin veya topuğa kadar yıkayacaksın. Ama bizim insanımıza
abdestin faydası anlatılmalıdır "diyor.
"Çünkü biz
faydacılık dininden geliyoruz. Herşeyi ekmek hesabıyla yapmışız bugüne kadar.
Bundan ne çıkar sağlarız diye yapmışız biz bu hesabı. Yani mantık olarak
komünist mantığı hala daha var. %99 bu ama inanç olarakda %99 Müslümanız orada
%100', Müslümanız" diyor. Onun için bu insanların mantığını düzeltmemiz
gerek, yoksa Allah'ın ayetini onların mantığına uydurmak iş değildir.
Sen her halükârda
Allah'ın âyetlerini onlara duyur. Onlar ne diyorlar? Madem ki Peygamber
yanında hazineler olsaydı veya melekler olsaydı diyor. Rabbim diyor ki:
"Sen uyarıcısın, sen görevini yap."[18]
13- Yoksa
"Onu (Kur'anı) kendisi uydurdu" mu diyorlar. Deki: "Eğer doğru
söylüyorsanız, haydin Aîlah'dan başka gücünüzün yettiği herkesi çağırın ve onun
benzeri uydurma on sûre getirin."
Herşeye vekil olan,
herşeyi yöneten, yönlendiren Allah (c.c.)'dür. "Yoksa bu Peygamber bu
Kur'an-ı kendisi uyduruyor mu?" diyorlar. "Madem öyle Muhammed bu
sûreleri uyduruyor. Siz de on sûre uydurun bakalım bir, hatta kendiniz de
yapmayın. Eğer doğru söylüyorsanız Allah'tan başka kimden yardım
isteyecekseniz, onları da çağırın. Onlarla beraber Kur'an'm bir benzerini
yazın veya on sûre benzerini yazın, veya bir sûre benzerini yazın" diyor
Allah (c.c).
1400 senelik zaman
içinde bu yapılamamıştır. Yani dinimizin güzelliği, özelliğinin, yüceliğinin
delillerinden bir tanesi de bu. Binlerce düşmanı var, milyonlarca düşmanı var.
Özellikle ilim adamlarından düş-
man yetiştirmiştir
Batı. Müsteşrik dediğimiz, şarkiyatçı diye, müsteşrik diye bilinen veya
oryantalist diye bilinen adamlar sırf bunun için yetiştirilir.
Yani İslâm Dini'ne
neresinden girelim, Onu yok edelim diye devlet bütçesinden para ayrılarak bu
adamlar yetiştirilir. Ve bu adamlar çok güzel Arapça'yı da öğrenmişlerdir. Arap
aleminde Arap olmadığı anlaşılmamış, bütün Arap alemini, Suriye'yi, Mısır'ı,
Kahire'yi, Ezher de ders vermiş, Suud'a gitmiş, Suud'un o günkü krallarını
Osmanlı'ya karşı ayaklandırırken bu adamın Avrupalı olduğu bilinememiştir. O
kadar güzel Arapça biliyor, ama Kur'an'ın bir benzeri bir sûreyi söyleyememişlerdir.
Hatta bu konuda komisyonlar kurulmuştur, ama başarılama-mıştır. Çünkü insan
unutkandır, zayıfdır. Geleceğin ne getireceğini bilmeyen bir insan, kendisi
bir kitap yazsa bile üçyüzüncü sayfaya geldiğinde birinci, onuncu sayfada neyi
nasıl yazdığını, bakarsa bilebilir, bakmazsa unutabiliyor. Onun için hatalarla
dolu yaptıklarımız. Allah (c.c.)'ın âyetleri ise baştan sona kadar birbirine
uyumludur.[19]
14- Eğer
cevap veremezlerse bilinki o Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve ondan başka
ilah yoktur. Artık Müslüman oldunuz mu?
Eğer sana cevap
veremezlerse yani bunu yapamazlarsa, yani Kur'an'ın bir benzerini, bir sûre
dahi yazamazlarsa bilinki mutlaka o Allah'ın ilmi ile indirilmiştir. Ondan
başka ilah yoktur. Bunu iyi bilin. Hâlâ Müslüman değil misiniz? Hâlâ Müslüman
olmayacak mısınız? Hâlâ neden Müslüman olmaz siniz? diyor Allah (c.c). Bak
yapamadığınızı anlıyorsunuz, Kur1 anın bir benzerini yazamıyorsunuz. Öyle ise
bunun Allah katından indirildiğini kabul edin ve Müslüman olun diyor Allah
(cc).[20]
15- Kim
dünya hayatını ve zinetini isterse onlara orada amellerinin karşılığını
veririz. Onlar orada eksik verilmezler.[21]
16- İşte
onlara ahirette ateşten başka birşey yoktur. Orada yaptıkları boşa gitmiştir ve
amelleri batıl olmuştur.
Rabbim İsra sûresinin
15. âyet-i kerimesinde "Kim bu dünya hayatım isterse ona bu dünyada
istediğini veririz." Adam çalışıyor, çabalıyor mülk ediniyor, para
kazanıyor, İstanbul'un en güzel yerinde bir köşk yapıyor. Allah ona; "sen
gavur olduğun için bunu sana yaptırmam," demiyor. Yaptığının karşılığını
adam alıyor. Rabbim diyor ki: "Kim de ahireti isterse ona hem dünyayı, hem
ahireti veririz" diyor. Bazıları mü'minin dünya da gözü yoktur diyor.
Mü'minin dünya da gözü var. Dünya Mü'minindir, Rabbim'indir. Dünyayı Yaradan
Rabbim'dir. Yönetme hakkını da Müslümanlara vermiştir. Öyle ise mü'min bu dünyayı
yönetecektir. Yönetince dünya mü'minin ahirette mü'minin oluverecektir. İsra
sûresinin 18. âyet-i kerimesinde "Ahireti isteyene dünyayı da veririz,
ahireti de veririz" diyor Allah (c.c).
Peki ahireti isteyen
nasıl ister, oturur evine beş vakit namazına ilave nafile namazlar, oruçlar,
zekatlar, haclar, vs... dışarı ile ilgiyi keser sonrada "Ahireti isterim,
Ya Rabbi başka birşey istemem, Ya Rabbi." Bu adam Cehennemi istiyor
demektedir.
Rabbim'in mülkünde
kâfir elini kolunu sallayarak geziyorsa, bu müslümanım diyenin de gücü yetiyor
da onun kolunu şöyle bükmüyorsa bu adam belasını arıyor demektir. Evinin
içinde bela arıyor demektir. Ahiret yurdunu aramak o değildir. Ahiret yurdu
Peygamber Efendimiz gibi aranır. Caddede aranır, camide aranır, evde aranır.
Ahiret yurdu tarlada aranır. Yani her yaptığınızı Allah rızası için yaptığınızda
Ahiret yurdunu arıyorsunuz demektir.
Kasas suresinin yetmiş
yedinci ayetinde; Dünya nimetleri içinde ahireti aramamız ve dünyadaki payımızı
da unutmamamız emredilmektedir. "Onların bu dünyada yaptıkları ahirette
boşa gider "diyor. Ne yapmışlarsa boşa gider diyor Allah (c.c).[22]
17- (Yalnız
dünya zinetini isteyen) o kişi, Rabbinden bir belge üzerinde olan gibi olur mu?
Onu Allah'tan bir şahid takip eder. Ondan önce önder ve rahmet olarak Musa'nın
kitabı vardır. İşte onlar o (Kur'ana) iman ederler. Bu gruplardan kim onu
inkâr ederse, onun vadedilen yeri ateştir. Bundan hiç şüphen olmasın. Çünkü o
Rabbin tarafından bir haktır. Ancak insanların birçoğu buna inanmazlar.
Allah'tan, Rabbin'den
bir delil üzerine olan kişi mi? daha hak üzerinedir? O kişiye ki Allah
tarafından bir şahid gelmiştir, (yani Kur'ân-ı Kerîm) gelmiştir. O Kur'an'dan
önce o Peygamberin Peygamberliğini doğrulayan ve o günün insanlarına rehberlik
ve rahmet olan Kitapda onun Peygamberliği'ni müjdelemiştir. Böyle bir insan mı
daha hak üzerinedir yoksa diğerleri mi?
Yani Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) ve Onun ümmetinin elinde Allah'ın âyetleri var, delilleri
var. Allah'ın Peygamberinin Peygamber olduğu konusunda Kur1 an var, Onun Peygamberliğini
müjdeleyen daha önceden geçmiş Tevrat var veya İncil var. Yani kitaplar var,
böyle bir Peygamber mi daha hak üzerinedir, böyle bir ümmet mi daha hak üzerinedir?
İşte onlar o Kur'an'a iman ederler. Kim bu Kur'an'ı inkâr ederse bu
topluluklardan hizbin çoğulu, Türkçe karşılığı parti, bu partilerden hangi
kimse Allah'ın Kitabı'nı inkâr ederse, onun varacağı randevu yeri Cehennemdir.
Sakın bu Kur'an
hakkında şüpheye düşme. O Rabbin katından bir gerçektir, bir haktır ve hukuku
belirlemek için inmiştir. Ancak insanların birçoğu buna iman etmezler. İman
etmezler de ne yaparlar, kendiliklerinden birşeyler uydururlar. Rabbim de
diyor ki:[23]
18- Allah'a
yalan uydurandan daha zalim kim vardır. İşte onlar Rablerine arz olunacaklar
ve şahidlerde: "İşte Rablerine yalan söyleyenler bunlardır"
diyecekler. İyi bilin ki Allah'ın la'neti zalimler üzerinedir.[24]
19- Onlar
öyle zalimlerdir ki, Allah'ın yolundan ahko-yaıiar ve o yolu eğriltmek
isterler. Onlar ahireti inkâr edenlerdir.
Peki zalimler ne
yaparlar, vasıflarını anlatıyor, İnsanları Allah'ın yolundan alıkoy arlar.
Zalimin tarifi bu. O Allah'ın dininde eğrilikler ararlar. Yani Allah'ın dinini
İslâm yolunu eğriltmeye çalışırlar. Onlar ahireti de inkâr ederler. Zalimin
tarifi bu. Çok söylenmiştir. Asıl zulüm şirktir demiştim. Âyet-i kerimede; asıl
zulüm şirktir. Yani memlekette işkence var, zulüm var diyorlar, bütün bu
işkencenin, zulmün, pisliğin kaynağı müşriklikten kaynaklanıyor. İmansızlıktan
kaynaklanıyor. Ve zalimlerin sıfatlarım gösterirken Rabbim "Allah'ın
yolundan insanları alıkoyarlar." buyuruyor. Peki Nasıl.? Eğitim yoluyla
alıkoyarlar. Eğer takip etmezsen daha okula gönderdiğin ilk gün başlar.[25]
20- Onlar
yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar ve onlara Allah'dan başka dostlarda
yoktur. Onlar için azap kat kat yapılır. (Çünkü) onlar (dünyada iken hakkı)
işitmeye güçleri yetmedi ve onlar (hakkı) görmezlerde.
İşte onlar; o gavurlar
varya o zalimler, Allah'ın dininden alıkoymak için bütün askeri, ekonomik
güçlerini kullananlar, eğitim malzemelerin: kullananlar; yeryüzünde Allah'ı
aciz bırakamazlar. Yani Allah'ın kullarım bu işten engelleyemezler. Ne
yaparlarsa yapsınlar bu işten engelleyemezler ve bunun da şahidi biziz.
Yüz elli seneden beri
bu memlekette özellikle de yetmiş seksen seneden beri tamamen Müslümanlığı
kaldırmak için her türlü plan uygulanmasına rağmen Cağaloğlu'nun göbeğinde üç
yüz tane adam Kur'an'ı anlayacağız diye hergün dairenin veya işyerinin
yorgunluğundan sonra 7'den 8 30'a kadar burada bekliyor. Bunu gören imansızlar
da nasıl oldu da biz bu insanları engelleyemedik diye kendi kendilerine hergün
başlarım döğüp duruyorlar.
Rabbim de: "Onlar
yeryüzünde sizi aciz bırakamazlar, taciz edemezler. Allah'tan başka onlarında
dostları yoktur. Yani yöneticileri, yaratıcıları yok. Onların azabı ancak
katlanır. O dinden alıkoyma faaliyetinde bulunanların ancak azabı katlanır.
Müslümanları vazgeçirecek durumda değiller. Ancak azâb katlanıyor, günahlarım
çoğaltıyorlar. Onların hakkı işitmeye de güçleri yetmez ve hakkı da
göremezler" diyor.[26]
21- İşte
onlar kendilerini hüsrana sokanlardır. Onların uydurduklarıda onlardan kaybolup
gitti.
Onlar kendilerine
zarar verenlerdir. Ne güzel âyetler. Yani bütün bu programı takip edenler,
dinden insanları alıkoymak için planlar koyanlar, tuzaklar hazırlayanlar,
ancak kendilerine zarar veren insanlardır. Ve onların bütün yaptıkları
iftiralar da yok olup gitmiştir. Yani boşa gitmiştir diyor.[27]
22- Şüphesiz
onlar ahirette ençok hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Hiç şüphesiz ahirette
en zararda olanlar da bu tür insanlardır. Hani bir gavur vardır. Kendi haline
yaşar gider, onun azabı hem gavurluk yapıp hem de insanları dinden alıkoymak
için bütün güçleri harekete geçirenlerin azabına denk değildir. Bunlarınki, bu
engelleyenin azabı kat kat olur ve en çok zarara uğrayanlar da onlardır diyor
Allah (c.c).[28]
23- Şüphesiz
iman edip ameli salih işleyenler ve Rableri-ne huşu içinde boyun eğenler, işte
onlar Cennettedirler ve orada ebedidirler.
Ancak o iman eden ve
desâlih amel işleyenler Rablerine yönelip gönülden O'na boyun eğenler, onlar
Cennet ehlidirler ve orada onlar ebedî kalıcıdırlar diyor Allah (c.c.). Ve bir
teşbih sanatıyla bu konuya son veriyor.[29]
24- Bu iki
grubun (kâfirle mü'minin) hali, köre ve sağırla, görenle işitenin haline
benzer. Bunların halleri eşitmi-dir. Hala düşünmeyecekmisiniz?
Bu Müslüman grupla
kâfir grubun durumu sağır ve körlerle, işiten ve görenlerin durumu gibidir.
Yani bir tarafta hem işiten, hem gören bir adam, bir tarafta da hem sağır, hem
de kör bir adam. Sağır ve kör. Sağır hiçbirşey duymuyor. Kör de hiç birşey
görmüyor. Bu adam ne yapabilir? İşte kâfirin durumu bunun gibidir diyor. Öbür
tarafda mü'minin durumu da hem gözü gören, hem de kulağı işiten adamdır.
Bunlar hiç
birbirlerine denk olurlar mı, teşbih bakımından birbirlerine benzerler mi,
denk mi, değiller. Hâlâ mı akıllanmaz, aklınızı başınıza almazsınız? diyor.
Başka bir âyet-i kerimede Rabbim "Görenle görmeyen bir değildir. Işıkla
karanlık bir değildir. Yakıcı sıcakla gölge de bir değildir." buyurur.[30]
Aynen nasıl ki
karanlık da aydınlık aynı değildir. Mü'minle kâfir de aynı değildir.Teşbih çok
güzel, kafir karanlık içindedir. Karanlıkta ne kadar bağırırsa bağırsın zararı
birinci derecede kendinedir. Kendi karanlığını artırır. Kendi küfrünü artırır.
Kendi günahını artırır. Müslümam zarar vermez mi? Zarar da verir, ama Müslümam
da, yolundan alıkoymaz diyor Allah (c.c.) bu âyet-i kerimeleriyle.
Allah (c.c.) âyet-i
kerimesiyle haber vermiş ve bunları Peygambe Efendimiz'e kadar bildirdikten
sonra bize de, Efendimiz tebliğ ettikteri sonra, Allah (c.c.) bu olayların yani
dinden döndürme olaylarının dine giden yolu engelleme olaylarının yanlız bu
ümmete has olmadığını, tarih boyunca çeşitli toplumlara gönderilen
Peygamberlerin de aynı olaylarla karşı karşıya geldiğini bir örnekle Allah
(c.c.) bize haber veriyor.
Ve de şöyle buyuruyor.[31]
25- Andolsun
ki biz Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. "Ben size apaçık bir
uyarıcıyım" (dedi).
Biz Nuh'u da kendi
kavmine gönderdik. O kavmine şöyle demişti. "Ben size bir uyarıcıyım,
apaçık bir uyarıcıyım" demişti. Nuh (a.s.) geliyor ve kavmine "Ey
kavmim ben size bir uyarıcıyım" diyor. Uyarı şu: Hani alarm işareti
diyoruz ya, meselâ yeni kurulan fabrikalarda veya müesseselerde herhangi bir
zarar, herhangi bir kontak attığında bir engel meydana geldiğinde yani normal
seyrinde bir anormallik meydana geldiğinde o makinada bir düdük veya bir ışık
verirler. O ışık yanmaya veya düdük çalmaya başlar. Yani bende arıza var diyor.
Hani arabanın da ön göğsüne kırmızı ışık koymuşlar, "Aman hocam diyor, şu
yandığında arabayı sağa çekeceksin ve bir metre dahi gitmeyeceksin"
diyor. Orada bir ışık yanar, birgün o yandı mı arabayı daha ileri götürmeyeceksin,
gerekeni yapacaksın, ona alarm diyoruz. Arapçası "Nezir" dir. Yani
uyarıcı.
Peygamberlerin hepsi
nezirdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i tanıtan âyetlerde de nezir olduğu ve
ilk nazil olan âyetlerde de "kalk ve insanları uyar" diyor Allah
(c.c.)
Yani insanlar topluca,
beraber, birlikte, devlet olarak millet olarak Allah'a isyana karar vermişler
ve o doğrultuda hayatlarını tüketiyorlar. insanlar ana rahminden gelip kabre
yani dünyanın tekrar rahmine düşmek üzere ki, ahirete çıkar, o kabrin kapısı,
oraya kadar yürüyorlar. Allah (c.c.) rahmet ve merhametinden Peygamberler
gönderiyor ve Peygamberler uyarıcı, "ey ahali nereye gidersiniz, bu yolun
sonu ateşe gider, giderseniz de dönemezsiniz. Dönmek isteseniz de başarılı olamazsınız"
diye uyarmaya başlıyorlar. Onun için her Peygamber kavmi için bir
"Nezir" dir. Yani uyarıcıdır. Alarm işareti veriyor, gittiğiniz yol
yanlıştır. Bu yol sizi dünyada sefahate ahirette de Cehenneme götürür diyor.
Nuh (a.s.)'da kavmine
Peygamber olarak gönderilmiş ve ey kavmim, ben size uyarıcı olarak
gönderildim. Bu gittiğiniz yolun sonu Cehenneme varır diyor. Buradan şunu da
anlıyoruz. Tarih boyunca gelen Peygamberler, Peygamber Efendimiz dışındaki
Peygamberler genelde bölgesel Peygamberlerdirler. Belirli bir bölgeye
gönderilmiş ve belirli bir millete gönderilmişler.
Hani âyet-i
kerimelerle anlıyoruz ki, Nuh (a.s.), Hûd (a.s.) kendi kavmine, milletine
gönderilmiş yani belirli bölgede yaşayan insanlara gönderilmiş, çünkü âyet-i
kerimede Allah (c.c.) "her toplumun, her milletin hidayet rehberi
vardır." diyor. Yani onlara Allah'ın kitabını tanıtacak, ahkâmını tanıtacak
bir görevli her dönemde görevlendirilmiştir. Allah (c.c.) diyor ki Nuh'u da
kavmine Peygamber olarak görevlendirdik.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) ise yine Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiğine göre "Biz seni bütün
insanlara Peygamber olarak gönderdik"[32] veya
"Biz seni bütün alemlere rahmet olarak gönderdik"[33]
diyor Allah (c.c).[34]
26-
Allah'dan başkasına ibadet etmeyiniz. Şüphesiz ben, acıklı bir günün azabının
sizin üzerinize olmasından korkuyorum (dedi).
Ben size uyarıcıyım
demiş, sonra ne demiş "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin demiş. Nuh
(a.s.). Ey ahali bunun mefhumu muhalifinden şunu anlıyoruz. Ey ahali, siz
sizin gibi insanların emrine uyuyorsunuz. Sizin gibi insanların yasaklarına
uyuyorsunuz. Onlarla sizin aranızda ne fark var ki? Onların size üstün gelen
tarafı neki? Onların koyduğu kurallara göre evlenmek, onların koyduğu
kurallara göre iş yapmak, koyduğu kurallara göre vergi vermek bu insanın
emrine bırakılıve-rilecek olursa insan zalim olabilir. Tarih boyunca bugüne
kadar Allat (c.c.) ahkâmı'mn dışında hükümlerle hükmedenler bir vergi nedeni
il< bile insanlara zülm ediyorlar.
Allah Kur'ân-ı
Kerîm'inde zekatı emrediyor, ama Peygambe Efendimiz (sa.v.) onu da sınırlıyor,
%2.5 (yüzde ikibuçukdur) diyoi Yani Müslümanm bağlı olduğu devletine vereceği
vergi %2.5 dur diyoı Yoksa % 50 ye, %80'e %90'a varan şeyi istemiyor. Çünkü o
şahsı: kendi kazandığı malıdır.
Peki hocam devletin
içe ve dışa karşı yapacağı masraflar, bu devle hepimizin devleti derseniz.
İslâmi bir devlette top yekûn millet öyles: ne eğitilir ki malı Allah
yolundadır. Mallarınızla, canlarınızla cihad ed niz, mücadele veriniz ayetinde
canı da hazırdır, malı da her an o bağ olduğu, inandığı devleti için hazırdır.
Nuh (a.s.) diyor ki:
Bak bu adamların peşinden gitmeyin, .yolunuz ateşe çıkar. Allah'tan başkasına
itaat etmeyin, yolunuz Cehenneme çıkar ve devam ediyor. O acıklı günün
azabından sizin adınıza ben korkuyorum diyor.
Muhterem okuyucu!
Peygamberlere iman ettik diyoruz. İmanımızda şüphemiz yok, ancak Peygamber'e
iman ettim demek bu kelimeyi söylemek demek değildir. Annemi severim, babamı
severim diyorsunuz, diyorsunuz ama ziyaretine gidiyorsunuz. Eğer size muhtaç
durumda ise yiyeceğini, giyeceğini, kullanacağını, yatacağı, kalkacağı yeri siz
ayarlıyorsunuz, bunları ayarladıktan sonra da günde bir defa olmazsada hafta da
bir defa ziyaretine gidiyor, hayır duasını alıyorsunuz. Bu annemi babamı
seviyorum demenin bir göstergesidir.
Ama bir adam annesine
babasına hiç yardım etmese ve ziyaretine gitmese tamamen alakayı kesse de
"Ben annemi babamı pek severim" dese kendi kendine yalan söylemiş
olur. Peygamberlere iman ettim demek Peygamberlerin söylediğini söyleyip
yaptığını yapmakla olur. Peki biz Nuh'a (a.s.) iman ettik diyoruz. Adem (a.s.),
İdris (a.s.), Nuh (a.s.) diye sayıyoruz Peygamberleri. Nuh (a.s.)'a da iman
ettik diyoruz. Öyle ise o Peygamberlerin yaptığını, o Peygamberin söylediğini
söylemeliyiz ve bunu Allah'tan başkasına itaat etmeyin ey insanlar günümüzde
söyleyeceğiz ve size gelecek olan azâbdan korkarım demeliyiz, çok güzel bir
ifade. Peygamberlerin hepsi o gün kendi döneminde yaşayan kâfirin kendini
sevmesinden daha fazla o kâfirin canım seviyor Peygamber.
Yani şöyle diyelim
isim vererek, Ebu Cehil kendi canını sevmiyor kâfir, kendi canını da korumuyor
da Peygamber Efendimiz öylesine rahmet yüklü bir Peygamber ki Ebu Cehil'in
yerinin Cehenneme gittiğini görüyor ve Onun önüne geçiyor, etme eyleme bu canı
Cehennemde yakma diye kıvranan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), biz o Peygamber'in
ümmetiyiz, biz o Peygamberlere iman etmiş insanlarız şu anda Türkiye genelinde
ve dünya genelindeki bütün imansızlara aynen Nuh'un (a.s.) dediğini diyoruz. O
acıklı günün azabından, Cehennemin ateşinden sizin adınıza korkuyoruz. Sizin
canınızın yanmasını istemiyoruz, kıyamıyoruz size diye insanlara duyurmamız lazım,
buna çok ihtiyacımız var. Türkiyede Müslüman belirli bir kesim, onların sayısı
fazla kabarık değil ayrı. Hani %99 bir tarafa bırakalım %1 lik bile yoklar.
Binde bir kişi belki olurlar bunlar.
Bunlara Müslüman öylesine
takıldı ki Müslümanlar eğer gelecek olurlarsa bizi kesecekler, doğrayacaklar,
yok edecekler diyor. Üniversitede doçent olan arkadaşım anlattı. 200 kadar
doçent doktor imza atmışlar. Efendim Türkiye Müslümanları gelişiyor, buna bir
dur demeli diye . Basında yayınlanmıştı. 200 kadar profesör diyorlar isimlerini
de veremiyorlar yalnız. Bizim kürsüden de bir doçent arkadaş o toplantıda
bulunmuş demişki: Niye böyle sen de imza attın? Yahu gelecek olurlarsa
keserler bunlar bizi diyormuş. Arkadaş da "Kesilecek ismi yapıyorsun
yoksa, yani bir kötülük yapıyorsun da bu gelirse beni keser, o kanaatte misin
kendinden şüphen mi var ? "dedim diyor.
Bizim
Peygamberlerimizin öğrettiği kelimeleri bunlara duyurmak gerekiyor.
Peygamberimizin kendi döneminde Ebu Cehü'e söylediği sözleri duyurmamız
gerekiyor ve Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'yi terkettiğinde Medine devletini
kurmuş, kendisini sürgün ettikleri Mekke'yi de feth etmişdi S sene sonra
Kaâbe'de insanlara şöyle konuşma yaptı. "Benim size ne yapmamı
bekliyorsunuz?" Karşısında imansızlar dizilmişler, Peygamber soruyor ne
yapmamı bekliyorsunuz? diye sorduğunda karşısındakiler, "Sen kerim oğlu
kerimsin," yani dedeni tanırız, babanı tanırız ve Senin ecdadının
tamamını tanırız, soylu, yiğit cömert insanlardı, Senden de onu bekleriz demişlerdi.
Halbuki bu insanlar daha Önce Peygamber (s.a.v.) böyle demiyorlardı, şimdi
boyun eğiyorlar, ama beklediklerini de Peygamberimizden buluyorlar, Peygamber
(s.a.v.) onların hepsine şöyle hitap ediyor. "Hepiniz evlerinize dağdınız
ve hepiniz hürsünüz" buyuruyor.
Günümüzde dinime
düşman olan bu insanların ıslah olmalarını istiyoruz. Bunlara İslâm'ın
rahmetini Peygamber (s.a.v.)'m alemlere rahmet olarak gönderildiğini
anlatmamız gerekiyor. Gökyüzünden yağar yağmurun hem güle, hem de dikene, hem
bülbüle, hem de akrebe rahmet olduğu gibi Müslüman neslin de hem imanlı, hem
de imansız keşi me rahmet olacağını, zalimi zulmünden vazgeçirerek rahmet
olacağın Mazlumun da zulmüne son vereceğinden dolayı rahmet olduğunu du
yurmamız gerekiyor.[35]
27- Bunun
üzerine kavminin kâfirlerinin ileri gelenleri "Biz seni bizim gibi bir
insandan başka birşey görmüyoru? Ve bizim ayak takımımızdan ve basit
görüşlülerden başkası nın sana uyduğunuda görmüyoruz. Sizin bizim üzerimiz bir
üstünlüğüde görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz" dedi.
Hûd sûresinde Allah
(c.c.) bu okumuş olduğum âyet-i kerimelerde Nuh (a.s.)'m hayatını bize anlatır.
Ayrıca Nuh sûresi diye de bir sûre vardır. Orada yine bu Nuh (a.s.)'ın
kıssasını anlatacaktır. Burada da hatırlatıyor.
Peygamberlerin
kıssaları Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli sûrelerde belirli kesitleri verilmiştir.
Baştan sona şöyle başladı, şöyle bitti diye bir sûrede anlatılmaz bir olay.
Bakara sûresinde gördük, Musa (a.s.)'ın Firavunla olan mücadelesinin belirli
bölümleri anlatıldı, diğer sûrelerde diğer bölümleri veya aynısı anlatılacak.
Niye, konuya uygun Peygamber (a.s.)'a bir mesaj veriliyor ve insanlara birşeyi
anlatması, o anlattığını yapması, yaparken karşılaşabileceği olayları
bildiriyor, bunun bir benzerini de Musa (a.s.) hayatında olduğunu şöyle
başardığım veya Nuh (a.s.)'ın hayatında olduğunu böyle başardığını bildirmek
üzere tarihten de bize olayları bildiriyor.
Bir ilim adamımızın da
dediği gibi tarih insanın hafızası gibidir. Eşimizi, işimizi, çocuklarımızı,
.vb. şeyleri hatırlamamız hafızamızla mümkün olur, Hepimiz 30 yıllık, 40
yıllık 60 yıllık hayatımızın bazı bölümlerini hatırlıyoruz, hatırlamamız
işlerimizin devamını sağlar. Bugün öğleye kadar yapmış olduğunuz işlerinizi
hatırlamazsanız iş biter, hayat biter. Ondan sonra kime mal verdiniz, kimden
mal gelecek, kimden para gelecek, çocuğunuzu unutmuş olsanız, karşınıza gelse
bir canlı varlık gibi görüyorsunuz, çocuğunuz olduğunu hatırlamıyorsunuz.
İnsanın nasıl ki yaşaması zorlaşıyor başkasının bakımına muhtaç oluyorsa, insanların
da devletlerin de hayatında, tarihini unutması, bilmemesi hafızasını yitirmiş
insanın durumuna benzer demişler.
Hafızasını yitiren
insan bir başkasının vesayetinde yaşantısını devam ettirdiği gibi hastahanede
doktor nezaretinde kalması gerektiği gibi tarihini inkâr eden insanlar da
başka devletlerin nezaretinde yaşamak mecburiyetinde kalırmış.
Onun içindir ki
yıllardan beri kurtulamayışımızm, belimizi doğrulta-mayişımızm yegane
sebeblerinden biri, tamamı değil sebeblerinden bir tanesi de biz tarihimizi
inkâr ettik, şu tarihten öncesini kabul etmiyoruz, tanımıyoruz diye zamanla
yetkililerin ağzından bütün dünya devletlerine bildirilmiş. Şimdi onun acısı
çok acı bir şekilde çekiliyor.
Allah (c.c.)'de
Peygambere bir olayı anlatıyor örneğini ta Nuh (a.s.)'dan getiriyor. Nuh (a.s.)
kavmine diyorki: "Ben sizin için ateşe girmenizden korkuyorum. Canınızın
yanmasını istemiyorum, Cehennem'de yanmanızı istemiyorum, gelin bu yoldan vaz
geçin."
Allah'tan başkasına
tapınmayın yani Allah'tan başka kural koyan, kanun koyan yoktur. O'na itaat
edin, O'na ibadet edin. Kendi aranızdan ilah türetip de ona tapınma tarafına
gitmeyin diyor. Nuh (a.s.) kavminin ileri gelenleri dediler ki: "Sen
bizim gibi bir adamsın, sana tâbi olanlar bizim ayak takımımız, bu adamlar
fazla ileri görüşlü değiller, basit sığ görüşlü insanlar, yani toplumun fakir
kesimi, okumamış kesimi sana tâbi oluyor diyor. Toplumun ileri gelenleri senin
bize bir üstün tarafın da yok, senin bize üstün tarafın yok. Sana uyanlar da
ayak takımı, biz sana nasıl uyalım? Biz sizi yalanlayanlardan zannediyoruz, öyle
biliyoruz diyorlar.
Muhterem okuyucu!
Tarih boyunca Peygamberlerin verdiği mücadele, şu insanlar arasında eşitliği
sağlamaktır.: "Allah katında herkes eşittir." Onun içindir ki Peygamber
Efendimiz'e (s.a.v.) indirilen ilk âyetlerden biri de "Yaratan Rabbinin
adıyla oku" dedikten sonra "O Allah insanı Alak'dan yarattı"
yani meninin ana rahmine tutulmuş şekline "Alak" deniyor. Ondan
yarattı. Bununla şu mesajı veriyor. Allah (c.c.) insanlara. Hepimiz, işçiniz,
iş vereniniz, o gün için köle var. Köle simsiyah Bilal-i Habeşi ile servet
sahibi ve ?.ynı zamanda Mekke devletinin yöneticilerinden olan Ebu Cehil'in
kaynağı aynı yer, ana rahmine düşmüş bir meniden meydana gelmiştir.
Öyle ise birbirinize
hava atmaya, birbirinize üstünlük taslamaya gerek yok diyor. İlk nazil olan
âyet-i kerime Nuh (a.s.)'un da kavmi öyle diyor, senin yanındakiler ayak
takımı insanlar, biz onlarla bir araya - gelemeyiz.[36]
28- (Nuh):
"Kavmim, Ya ben Rabbimden bir beyyine üzerine isem ve katından bir
rahmeti bana vermiş de bu size gizli kalmışsa? Söyleyin. (Ne olur sizin
haliniz?) Siz onu istemediğiniz halde biz sizi zorlayacakmıyız?" dedi.
Nuh (a.s.) diyor ki:
"Ey benim kavmim, milletim, ne diyorsunuz? Ben Allah katından bir beyyine
ile bulunsam, Allah katından benim elimde bir delil olsa "ki
Peygamberliktir bu" ve Allah kendi katından bana rahmet verse ve bundan da
sizin haberiniz olmasa yani gözleriniz görmüyor bu Allah'ın rahmetini, Allah'ın
bana olan vahyini, Peygamberliğini görmüyorsunuz? Siz istemedikçe ben sizi Ona
zorlarmıyım" diyor. Ben sizi bana tâbi olmaya zorlamam diyor, bize de
diyor Allah (c.c.)- (Nuh'a (a.s.) söylenendir.)
"Bana bir
Peygamberlik verilmişse size duyuruyorum. Ama bu Peygamberliğimi kabul etme
konusunda sizi zorlamıyorum" diyor. Bakara sûresinin tefsirinde geçmişti.
Allah (c.c.) bize "Doğru yol ile eğri yol birbirinden ayrılmıştır. Dinde
zorlama yoktur" diyor[37]
Allah(cc).
Bir insanın başına
tabancayı dayayıp da "iman et" demek dinen yasaktır. Çünkü iman
gönül ile olan birşeydir. Zorla sevgi olmaz, zorla da inanç olmaz. Zorla
inançsızlık ta olmaz. Onun için Allah (c.c.) imani konularda zorlamayın. Allah
(c.c.) ayeti doğrultusunda zorlamamamız istenmektedir. Nuh (a.s.) aynısını
söylemiştir. " Siz iman etmedikçe ben sizi zorlar mıyım "diyor
onlara.[38]
29- "Ey
benim kavmim, bu (tebliğime) karşılık sizden hiçbir mal istemiyorum. Benim
mükafatım Allah'a aittir. Ben iman edenleri (fakirler) kovamam. Şüphesiz onlar
Rab-lerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi cahillik eden bir kavim olarak
görüyorum."
Ey kavmim, ey milletim
benim bu Peygamberliğimin karşısında sizden mal da istemiyorum. Benim ücretim
Allah katındadır. Ben ücretimi Allah (c.c.)'tan alırım. Bunun karşılığında
malda istemiyorum sizden. Bu söz bütün Peygamberlerin söylediği sözdür. Birçok
yerde Allah (c.c.) Peygamberlerin hayatını bize verirken İbrahim (a.s.) diyor
ki: "Bunun karşılığında ücret istemiyorum" Musa (a.s.) diyor ki:
"Bunun karşılığında ücret istemiyorum. Salih (a.s.) aynı şekilde söylüyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de
çokça vurgulanmış, her Peygamberin hayatında bu söz özellikle vurgulanıyor.
Öyle ise günümüzde de Müslümanların üzerine düşen bir görev var. İslâm'ı tebliğ
neticesinde o tebliğini paraya tebdil etmesin, maddi çıkara tebdil etmesin,
herkes geçimini kendi bileğinin, kendi alnının teri ile kazanmaya çalışsın vede
İslâmî, hizmetini geçim vasıtası olarak yapmamaya çalışsın. Bütün
Peygamberlere iman ediyor, onların yolundan gidiyoruz. Öyle ise bu insanlara
tebliğin karşılığında insanlardan para alınmamalıdır. Şahsi olarak para alınmamalıdır.
Ben o iman edenleri
yanımdan kovamam, şehrin ileri gelenleri di-yorlarki Nuh (a.s.)'a: "Bak
biz senin yanına gelmek istiyoruz, ama şu ayak takımı insanlar sana iman
etmişler, onlarla biz aynı yerde otura-mayız. Onları yanından kovarsan biz de
senin yanına geliriz, sana da iman edebiliriz." Ümitte veriyorlar ama Nuh
(a.s.) diyor ki ben onları yanımdan kovamam.
Onlar Rablerine
kavuşacaklar, iman etmişler. Rabbim'in yolundan giden bir insanı ben nasıl
yanımdan kovabilirim? Ben sizi cahil bir kavim olarak görüyorum, sözleriniz
cehaletinizin söylettiği sözlerdir diyor Nuh (a.s.).
Bize tarih
kitaplarında okuturlar. Hindistan'ı tanıtırlarken, Hind dinlerinde insanlar üç
gruba ayrılırlar.
1- Brahmanlar,
(kimse brahman olamaz)
2- Ordu
takımı
3-
çiftçilikle meşgul olanlar. (Bunlar böyle doğarlar, böyle ölürler. Yani çiftçi
takımından bir adam yönetime geçemez yönetimdeki bir adam da brahman olamaz)
diye tarih kitaplarında okutmuşlardı. İnsanın olduğu yerde bu vardır, İnsanlar
arasındaki ayırım insanların olduğu yerde vardır. Bunu ortadan kaldırabilecek
yegane şe; bütün insanların bir Allah tarafından yaratıldığını ve bu
yaratılışta her kesin eşit olduğunu kabul eden bir dine girmekle mümkündür.
20. asır oldu,
Peygamber Efendimiz geleliden bu yana 1400 sent geçti ama dünyanın en medeni
milleti Amerika'da beyaz insan, siyal insan kavgası hâlâ devam ediyor. İsrail
de, (ki İsrail Yahudi olan zen çileri kendi ülkesine çekti) zencileri
Telaviv'deki Havraya almıyor. Irkı nız ayrı diyor, "Biz beni İsrailiz, siz
Beni İsrailden değilsiniz" diyor Yahudi dinine girmişsiniz kabul de, beni
İsrailden olmadığınız için si: Telaviv'deki şu havraya girmeyeceksiniz. Sizin
için ayrı havra yapaca ğız dediler ve yaptılar. Ve onlar yürüyüş yapmıştı.
Televizyonda gös termişti, niye ayırım yapıyorsunuz diye.
Bizde ise bindörtyüz
seneden beri müezzinlerimiz iç ezanı okuma dan önce
"Pirimiz,efendimiz,üstadırnız Bilal-i Habeşi'nin ruhuna" diye rek,
fatiha okuyorlar. Eti kemiğine yapışmış Habeşli bir zenci ve ayr zamanda köle
olan Bilal-i Habeş Müslüman olunca Hz. Ebu Beki (r.a.) satın almış kâfirin
elinden, "hürsün bundan sonra" demiş ve H; Ebu Bekir'le yanyana
oturmuşlar, beraber cenge gitmişler berabe mescidde namaz kılmışlar, beraber
kitap okumuşlar, berabe Peygamber (s.a.v.)'in biri sağ tarafına, biri sol
tarafına oturmuş. Güni müzde bir işçi adam filan adamın yanına varsın da
koltuğuna otursur mümkün değil. Benim dinim Bilal-i Habeşiyi bütün İslâm'a
efendi kabı etmiştir.
Burada da "Ben
kovamam, Allah'a inanmış insanlar sizden yücedir. Onun için ben bu gariban
takımını, ben bu ayak takımı diyebildiğiniz bu insanları yanımdan kovamam"
diyor.
Dünyanın her tarafında
insan ayırımı vardır. Türkiye'de de vardır. Bazı insanların toplandıkları yere
bir başkasının girmesi yasak belirli yerler, eğlence yerleri vardır, Efendim
çalıştığı yeri vardır, yattığı yeri vardır. Mahallesine giremezsin, çalıştığı
yere giremezsin, eğlendiği yere de giremezsiniz. Her yerde vardır bu. İslâm'ın
hâkim olmadığı her yerde vardır bu durum. Kıyamete kadar da olacaktır.
Yani bundan bin sene
sonra insanlar şöyle medenî oldular, böyle medenî oldular, mümkün değil.
İnsanın yaşı, insanın senesi ne kadar ileriye giderse gitsin bencilliği
doğuştan geliyor, beraberinde hasetliği -de, fesatlığı da geliyor. Ama bunlar
eğitimle düzeltilebiliyor. Hangi eğitimle? İnsanların icad ettiği bir eğitimle
değil. O bencillik meydana getirir.
Allah'ın (c.c.)
koyduğu bir eğitim vardır ki, o eğitim öğrenmekle olmaz, iman etmekle olur. O
eğitimde iman ile oluyor. Meselâ hepimiz okuduk okullarda, bu eğitime inanarak
okumadık, iman ederek okumadık. Okumamız gerektiğini kabul ettik ve okuduk.
İslâmda eğitim öyle değil. Okuduğun şeye iman da şart. İman ediyorsun, gönlünde
bunu inkâr edersen gavur oluvereceksin inancı vardır. Böyle bir eğitimden geçiyor
ve o insan Allah katında en değerli kimse, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına
en fazla riayet edendir.[39]
30- "Ey
kavmim, eğer onları kovarsam bana Allah'dan başka kim yardım eder? Siz hiç
düşünmezmisiniz?[40]
31- Ben
size: "Allah'ın hazineleri yanmadadır" demiyorum. Ben gaybı bilmem.
"Ben Melek'im" demiyorum. "Gözlerinizin hor gördüğü kişilere
Allah hiçbir hayır vermez" demiyorum. Onların nefislerinde olanı en iyi
Allah bilir. (Eğer onları kovarsam) o takdirde ben zalimlerden olurum."
Düşünmez misiniz bana
kim yardım eder? Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Şimdi
Peygamberler insanlara şöyle birşey de vaadetmiyorlar. "Ey ahali benim
yanıma gelirseniz zengin olacaksınız, şu kadar mal kazanacaksınız" demiyor
Peygamberler. Eğer böyle birşey olmuş olsaydı, yani Peygambere iman eden adam
ev dolusu altına sahip olacak diye Allah bir kaide koysaydı, zengin takımının
hepsi en önde giderdi. Böyle birşey yok.
Peygamberler bize
söylüyor bunu, bütün Peygamberlerin müştereken söylediklerinden biri de bu.
"Ey kavmim, size. Allah'ın hazineleri yanımdadır" demiyorum. Yani
gelirseniz size para dağıtacağım, mal dağıtacağım, mülk dağıtacağım demiyorum.
"Ben gaybı da bilmiyorum." Yani hanginiz iyidir, hanginiz kötüdür,
sonu iyi olacak, sonu kötü olacak bunu da bilmiyorum. "Ben meleğim de
demiyorum." "Hani sen de bizim gibi bir insansın" diyorlar. O da
diyor ki: "Doğru, ben melek değilim" diyor. "Hani sizin
gözleriniz hakir bir şekilde bakmıştı o adamlara, o ayak takımı dediğiniz ama
bana iman edenler var ya Allah katında onların makamı iyi değildir de
diyemem,"
"Allah onlara
hayır vermez de diyemem. Allah onların nefislerinde taşıdıklarını bilir. Eğer
bu sözleri söylersem yani bu ayak takımının Müslüman olmalarından fayda gelmez
dersem o zaman ben zalimlerden olurum" diyor Nuh (a.s.). Yani bu ayak
takımı dediği insanlar Rab-bine inanmış insanlardır ve yücedirler, sizden
değerlidirler. İman etmediğiniz takdirde, ama iman edecek olursanız siz de onlar
gibi Müslüman kardeş olursunuz.[41]
32- Dediler
ki: "Ey Nuh, sen bizimle mücadele ettin, mücadelemizi de çoğalttın. Eğer
sen doğrulardan isen haydi bize vadettiğin azabı getir."
Devletin ileri
gelenleri dedilerki: "Bizimle çok uğraştın, bizi Allah'ın azabı ile
korkutuyorsun ya hadi varsa getir bize, Allah'tan azâb varsa bize getir"
diyorlar. Doğru söylüyorsan hadi getir diyorlar. Bu sözler günümüzde de
söyleniyor.
Daha önce de geçmişti.
Cemaatimden biri sormuştu, "Bizim dairede biri var Allah'a inanmıyor,
ateistim diyor. Ben de böyle deme çarpılırsın dedim, o da varsa çarpsın dedi.
Hocam ne yapayım" diyor. Dedim ki bu eskiden beri söylenir, aynı söz.
Burda da diyorlar ki;
Allah'ın azabı çarpsın bizi diyorlar. Yani bu söz yeni değil, küfür takımı da,
ateist takımı da, kâfir takımı da şeytandan bu yana ve de Adem (a.s.) den bu
yana, onların da bir mantığı gelişmiştir. Bu konuda kitaplar vardır.
İmansızlık mantığım geliştirmişler o konuda kitaplar da yazılmıştır.
Bunlara Mevlana
hazretleri diyorki: "Pirim sen sineğe benzersin" Sinek aslanın başına
konmuş, hani nerede, aslan göremiyorum, eğer pençesi varsa, güçlü dişleri varsa
karşıma çıksın diyormuş. Mevlana diyor ki: "Sen sinekliğine bakmadan
aslana meydan okuyorsun, arslan-dan korkmak bile bir yiğitliktir. Aslandan
ceylanlar korkar, çünkü ceylanlar arslanın gücünü bilir. Sen ondan da
mahrumsun yani arslanın bilgisinden de mahrumsun. Korkmamak cesaret
değildir."
Hani iki yaşındaki
çocuğunuz eline annesinin milini alıyor, elektrik prizine sokmaya çalışıyor.
Siz hemen koşuyorsunuz ve çocuğu oradan çekiyorsunuz. Şimdi çocuğunuz elektrik
prizine mili soktuğunda cesur mu ?, değil. Cehaletinden yapar bunu,
bilmediğinden yapar. Peki siz elektriğe o mili sokmadığınızdan dolayı korkak
mısınız, hayır. Tedbirlisiniz siz, yani birinin cesareti cesurluğundan,
yiğitliğinden değil, bilgisizliğinden kaynaklanır. Onun için geçmiş ecdadımız
"cahil cesur olur" diyor.
Allah'tan korkmak için
bilgi gerekiyor. "Allah'tan bilgisi olan alimler korkar."[42]
O'nun sıfatlarını bilenler, O'nun gücünü, ilmini bilenler O'ndan çekinirler,
O'na karşı gelmekten haya ederler. Bu adam söylüyorsa, sineğin aslandan
korkmayışı gibi bir cesaretle, cehaletini göstermiş oluyor. Ve Nuh (a.s.) devam
ediyor.[43]
33- Dedi ki:
"Onu size ancak Allah dilerse getirir. Siz engel olamazsınız."[44]
34-
"Eğer Allah sizi azdırmak istemişse ben size nasihat etsemde nasihatim
size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."
Eğer Allah sizi
azdırmayı murad ederse, benim size olan nasihatim size fayda vermez. Size iğva,
etmesi azdırması, sizin azgınlığı istemenizden kaynaklanıyor. Allah (c.c.)
onların kendileri azınca, kötülüğe doğru meyi edince Allah ta onların kalbim
meylettiriverdi diyor.
İnsanlar azgınlığı
isteyince Allah da onlara onu veriyor. Birisi düzgünlüğü istiyor, imam istiyor
Allah (c.c.)'da ona veriyor. "Siz isteyip, Allah ta azgınlığı size verecek
olursa, benim nasihatim size fayda vermez" diyor. Nuh (a.s.) hakkında
hepimizin az çok bilgisi vardır. Çünkü Nuh (a.s.) ile ilgili bilgi bütün dünya
edebiyatına geçmişti. Tevrat'ta, İncil'de vardır. Kur'aıı'da da var. Bunlarda
olması sebebiyle dünyada Nuh'u (a.s.) tanımayan yoktur. Nuh (a.s.)'ın gemisini
duymayan yoktur. Allah (c.c.) bu olayın en doğrusunu Kur'an'da vermiştir.
Gemiye binerken besmele çekilmesi emrediliyor ve Nuh (a.s.) bunu söyleyip gemiye
atlıyor. Gemiye bindiğinde de "Bizi kurtaran Allah'a hamd olsun"
diyor.
Yani dilimizdeki
kelimeler yeni değil, Nuh (a.s.)'dan bugüne kadar Peygamberlerin söylediği
sözdür. Biz de bunları söylemeye devam edelim.[45]
35- Yoksa
onlar "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? Deki: "Eğer onu ben
uydurmuşsam günahım benim üzerimedir. Ben sizin işlediğiniz suçlardan
uzağım."
Suçluluk psikolojisi
ile Peygamber Efendimiz'i hikaye uydurmakla suçluyorlar. Kendileri yaian
soylemekden çekinmedikleri için, Peygamber Efendimizi de kendileri gibi görerek
Nuh (a.s.) hakkında hikaye uydurduğunu iddia ediyorlar.
Efendimiz de
"Eğer uydurmuşsam günahım benim üzerimedi'r" diyerek kâfirlere karşı
sorumlu olmadığını, Allah'a karşı sorumlu olduğunu ifade ediyor[46]
36- Nuh'a
vahyedildi "İman edenlerin dışında kavminden kimse iman etmeyecek. O
halde onların yaptıklarından
dolayı üzülme.
Bizler kimlerin iman
edip, kimlerin iman etmeyeceğini bilemeyiz. Biz herkese İslamı tebliğ etmekle
görevliyiz.
Burada Allah (c.c.)
Hz. Nuh'a burada görevinin bittiğini, bundan sonra bu azgınlardan iman edecek
kimse kalmadığını ifade ediyor ve iman etmeyenler için veya "ben görevimi
iyi yapamadım" gibi bir halle üzülme diye Nuh'u teselli ediyor.
Burada
"üzülme" denilen bir Peygamberdir. Bugün bizler her türlü hizmeti
yaptıktan sonra yinede üzülmeliyiz, tasalanmalıyız. Çünkü bizler Allah'ın bize
verdiği mal, can, akıl, makam, rütbe, unvan gibi güçlerimizi tam olarak
kullanmış değiliz. Birini kullansak öbürünü kullanamıyoruz.[47]
37-
"Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana
birşey söyleme (yardım isteme) çünkü onlar suda boğulacaklar."
Çocukluğumuzda
terzilerin piri İdris (a.s.), gemicilerin piri Nuh (a.s.), demircilerin piri
Davud (a.s.) diye her mesleğin mucidinin bir Peygamber olduğu öğretilmişti.
Buradanda anlıyoruzki
"hukukumuz vahye dayandığı gibi, sanayimizinde temeli vahye
dayanmaktadır."
Rabbimiz bir tarafda
Nuh (a.s.)'a toplum düzeni için âyetler vahyederken öbür tarafda bir geminin
yapımı içinde vahyediyor.[48]
38- (Nuh)
gemiyi yapıyor. Kavminin ileri gelenleri ona her uğrayışında onunla alay
ediyordu. (Nuh onlara) dedi ki: "Eğer siz benimle alay ederseniz, sizin
alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay ederiz,"
Bizler ateşin içinde
İbrahim (a.s.)'a gülistanı yaratan, suyun içinde firavun'a ateşi tattıran,
hapishaneden Yusuf için devlete kapı açan, saraydan Nemrut için Cehenneme kapı
açan, karada gemiyi yüzdüren Allah'a iman eder ve çağımız kâfirlerine karşı moral
buluruz.
"Karada gemi
yüzer mi" diyerek alay ediyorlardı. Ama Allah yerden ve gökden indirdiği
sularla gemiyi yüzdürdü.[49]
39- Artık
kendisini rüsvay edecek azabın kime geleceğini, daimi azabın kimin başına
ineceğini yakında bileceksiniz.[50]
40- Nihayet
emrimiz gelip tandırda kaynayınca dedik ki: "Her birinden ikişer çift ve
aileni ve iman edenleri yükle. Ancak aleyhinizde bulunanlar hariç. Onunla
birlikte çok az kişi iman etmişti.
Rabbimiz dilerse sular
"tolu" olur. Dilerse "kar" olur. Dilerse yerden sular
fışkırır, dilerse ateşler lavlar fışkırır.
Dilerse ateş yanan
fırından sular fışkırır. Onun yardımı hiç hesap edilmedik yerden geliverir.
Gemiye iman edenler alınır. İman etmeyen evladından olsada o uzakdır. En uzak
olanlar iman edince en yakınlardan olurlar.
Herşeyden bir erkek ve bir
dişi alındığı haberi daha ziyade denizde uzun müddet yaşayamayan hayvanları
içermektedir. Çevrenin, hayvanların ve çevredeki dengenin korunmasında
örneklerimiz ve Önderlerimiz Peygamberlerimizdir.
"Aileni ve iman
edenleri gemiye yükle" ifadesinden ailede iman edenlerin dışında başka
iman edenlerin de olduğunu ve insanlık ailesinin onlarında devamı olduğunu
haber veriyor.[51]
41- (Nuh)
dedi ki: "Binin onun içine. Onun yüzmeside, demir atmasıda Allah'ın
adıyladır. Şüphesiz Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
İnsanı yaratan Allah,
Ağacı, suyu yaratan Allah. Ağaçtan gemi yapmayı düşünen aklı yaratan Allah,
suya kaldırmayı veren, hacmi ve özgül ağırlığını ve oranlan yaratan Allah
olunca geminin denizde yüzmesi de,demir atması da Allah'ın adıyla olur. Gemici
"Bismillahirrahmanirrahiym" diyerek yüzdürür ve durdurur. Gemide
Allah'ın koyduğu tabiat kanunlarına göre hareket ettiği için onun adıyla
hareket etmiş olur.[52]
42- O (gemi)
dağlar gibi dalgalar arasında yüzerken Nuh (a.s.) bir kenara çekilmiş olan
oğluna (Kenan'a) seslendi: "Oğulcuğum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle
beraber olma."
Baba yüreği oğlunun
boğulmasına gönlü razı değil. Kâfirlerle beraber olursa bu dünyada suda
boğulacak, ahirette de ateşte yanacak. Onun için "kâfirlerle birlikte
olma" diyor. Bizde çocuklarımızın kâfirlerle beraber olmaması için gayret
gösterelim.[53]
43- (Oğlu)
dedi ki: "Ben dağa sığınırım. O beni sudan korur." (Nuh'da) dedi ki:
"Bugün (Allah'ın rahmet ettiklerinden başka, Allah'ın emrinden koruyacak,
korunmuş kimseler yoktur." ikisinin arasına bir dalga girdi ve o boğulanlardan
oldu.
Teknolojinin
zirvesinde olan devletler saatta 300 kilometre hızla esen rüzgarda
teknolojileriyle beraber Allaaaaah diye bağırıyorlar. Allah'ın emri gelince kurtuluş
yok.[54]
44- "Ey
yeryüzü suyunu yut, ey gökyüzü suyunu tut" denildi su kesilde ve iş olup
bitti. Gemi, Cudi üzerinde durdu. Zalimler topluluğunada "uzak
olsunlar" denildi (ve helak edildi).
Nuh tufanının
bölgeselini yoksa evrensel mi olduğu konusunda ayet ve hadislerden kesin bir
delil yok. Hedef imansızları cezalandırmak olduğuna göre onlarda Hz. Nuh'un
kavmi olduğuna göre bölgesel olduğu anlaşılabilir.
Her ırkdan insanların
tufan olayını bilmesi evrensel olduğuna işaret etmez. Bu bilgi bütün insanların
Hz. Nuh ailesi ve ona iman edenlerden türediğini gösterir.[55]
45- Nuh
Rabbine seslendi ve dedi ki: "Rabbim, şüphesiz oğlum benim ailemdendir.
Şüphesiz senin va'din hakdır, ve sen Hâkimlerin Hâkimisin."
Baba yüreği dedik.
Canından, kanından bir parça ciğerparesi için Rabbine yalvarıyor ama o konuda
da doğru davranışın nasıl olacağını Rabbimiz Nuh (a.s.)'m şahsında bize
öğretiyor.[56]
46- (Allah)
dedi ki: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. O yaramaz bir işdir. O halde
hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmayasin diye sana ben
öğüt veriyorum."
İman bağı kan bağınm önüne
geçer. Biz İranlı Selmanı Farisiye rahmet okurken Efendimizin amcası Ebu
Leheb'e "tebbet" okuyoruz.Bedir harbinde baba oğulla, kardeş kardeşle
karşı karşıya gelmiştir.
İbrahim (a.s.)
babasıyla karşı karşıya gelmiştir. O Peygamberler bizim örnek ve önderlerimiz
olduğuna göre dostlarımızı belirlerken kan grubuna göre değil, iman grubuna
göre belirleyeceğiz.
"Olur mu insan
ciğerparesini bırakır mı?" denebilir. Ama bizler, çürüyen dişlerimizi
bizi acı içinde kıvrandırmasın diye çekip atıyoruz. Kanserli organımız, diğer
organımıza da geçmesin diye kesip atıyoruz.
İşte imansız kişide
diğerlerinin ebediyen yanmasına sebep olacağından ayırmak uzaklaştırmak
karantina altına alıp ıslahına çalışmak gerek.
O salih olmayan bir
amel, yaramaz bir iş olmuş. Yani babasının ve Peygamberinin tebliği onda
tutmamış. Kâfirlerin kalıbına göre dökülmüş.[57]
47- (Nuh)
dedi ki: "Rabbim, hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekden sana
sığınırım. Eğer sen beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben kayba uğrayanlardan
olurum."
Peygamber kendi oğlunu
Cehennemin ateşinden kurtaramazsa hiçbir veli, hiçbir kâfiri, hiçbir zaman
ateşten kurtaramaz.
Kâfir olan oğlu için
dua eden Peygamber uyarılıyor. Ve o Peygamber de Rabbinden bağışlanma istiyor
ve tevbe ediyor. Günümüzde nice kâfirleri Cennetlik yapmaya kalkışan küstahlar
gördük.[58]
48- Denildi
ki: "Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve
bereketlerle (gemiden) in. (Seninle beraber olmayan diğer) ümmetleride
yararlandıracağız. Sonra bizden acıklı bir azap onlara dokunacaktır.
Nuh (a.s.) ve ona iman
edenlerin nesli bereketli olarak çoğalırken yolunu şaşıranlar, sapanlar olmuş.
Onlarada bu dünyada Allah ni'metler vermiş. Bugünkü kâfirlere verdiği gibi. Ama
ahirette acıklı azabı tadacaklardır.[59]
49- İşte
bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce bunları sende,
kavminde bilmiyordun. Sabret. Şüphesiz sonuç müttekilerindir.
Nuh tufanı hakkında
kısaca birşey biliniyordu. O da suların çoğalıp insanların gemiyle kurtulduğu
kulakdan kulağa geliyordu, ama bunun bir iman-küfür çatışması sonunda olduğu ve
iman edenlerin kazandığı şeklinde değildi.
Ayet bizlere müjdeyi
veriyor. Kâfirin sayısı, ekonomisi, siyaseti, silahı ne kadar güçlü olursa
olsun sonuç müttakilerindir.
Hûd sûresinin 50.
âyet-i kerimesi, bu sûreye bu ismi verdiren bölümdür. Bu bölümde Hûd
(a.s.)'dan bahsedildiği için "Hûd" sûresi ismi verilmiştir. Ayrıca
Hûd (a.s.)la ilgili olarak "El Araf " sûresinde, "Eş Şuara"
sûresinde, "El Ahkaf " sûresinde ve diğer sûrelerde de bahsedilmektedir.
Nuh (a.s.)'dan sonra Hûd (a.s.)'m kıssasına geçiyor. Allah (c.c.) bu kıssaları
o günün Mekkeli müşriklerine anlatışının sebebi ile bugünün müşriklerine
anlatışının sebebi aynıdır.
Müşriklerin
karakterleri değişmiyor. Kabilden beri devam eden veya şeytanla başlayan,
Kabil ile devam eden Ad, Semud kavmiyle süre gelen ve günümüze kadar gelen
müşriklerin mantığı, karakteri, konuşma tarzları, dilleri hepsi birbirine
benzerlik arz ediyor.
Onun için Allah (c.c.) o
günün Mekke müşriğine, bugünün müşriği-ne hitaben birşeyler anlatırken Nuh
(a.s.), Lût (a.s.), Salih (a.s.)'ı bize anlatıveriyor. Müşrikleri anlatırken o
müşriklere hitap ediyor. Bu Peygamberleri anlatırken bize hitap ediyor. Çünkü
biz bu Peygamberlere iman etmiş insanız. Ve onların yolundan gitmeyi arzulayan
insanız.[60]
50- Ad
kavminede kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak gönderdik.) O (kavmine) şöyle
dedi: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur.
Siz iftiradan başka birşey yapmıyorsunuz."
Allah (c.c.) Ad
kavmine Hûd Peygamber'i elçi olarak gönderiyor. Ad kavmi şimdiki "Yemenle
Aden" arasında veya "Uman" arasında bulunan yerler de
yaşamışlar. Âd kavmi diye tarihe kaydedilmiş. İremhrini kuran[61]
Yemenle,Uman arasındaki Ahkafa yerleşen[62]
Yüksek tepelerde kaleler kurarak dünyada ebedi kalacakmış gibi davranan[63]
inkarları sebebiyle, yedi gece sekiz gündüz esen şiddetli rüzgarla helak olan
Ad kavmi budur.
"Ad" çok
adi, çok eski, çok değersiz manasına da geliyor. Türkçede kullandığımız
"Adi" kelimesi de bu kelimeden alınmış derler. Adi kelimesinin çok
eski kalitesiz anlamında kullanıyoruz biz. Arab'ın dilinden bize geçme bu
kelime. Âd kavmi zaman içersinde güçlü devlet kurmuş, güçlü binalar yapmışlar,
çok ta zulm edici bir toplum imişler ve Hûd (a.s.)'a iman etmemeleri sebebiyle
helak olmuşlar gitmişler.
Ancak tarihi
kalıntıların bugüne kadar geldiğini tarihçiler yazıyor. O topluma da Allah
(c.c.) Hud peygamberi gönderiyor. Her peygamberin dediği gibi ve ilk söylediği
gibi ilk ve en önemli şeyi söylüyor peygamberler. "Gelin Allah'tan
başkasına ibadet etmeyin, Ondan başka sizin için bir ilah yoktur. Ey kavmim
Allah'a kulluk edin, ondan başka ilah yok yani ondan başka ibadet, itaat
edilecek, emrine boyun eğilip, yasaklarından kaçılacak bir başkası yok"
diyor. Diğer Peygamberler de aynı şeyi söylüyorlar. Yani Hz. Adem'den Peygamber
(s.a.v.)'e kadar gelen bütün Peygamberlerin söylediği "Ey kavmim Allah'a
ibadet ediniz.
Hani genelde teravih
namazlarında bazı hocalarımız, birkaç tane Peygamberin hayatını kısaca
özetleyen âyet-i kerimeleri çokça okurlar. Hepsinin müştereken söylediği
"Allah'tan korkmaları, Allah'a ibadet etmeleri, Allah'a itaat
etmeleridir"[64]
Burada Hûd (a.s.)'da Âd kavmine aynısını söylüyor.
İbadeti ve ilahı
açıklamaya ayrıca girmeyeceğim. Çünkü bugüne kadar tefsirimizden anlaşıldığı
gibi, hani bu adam ibadetine düşkün deyince, yalnız namaz, hac, oruç, zekat ta
inhisar etmiyoruz. Allah'ın bütün emrettiklerini yerine getiren, yasaklarından
kaçman kişiye, ibadet eden, çok ibadet eden diyoruz. Yapılan işe de ibadet
diyoruz.
Allah'a ibadet edin
dedikten sonra sizin için Allah'tan başka ilah yoktur. Yani bir emrine boyun
eğilecek, yasaklarından kaçınacak başka biri yoktur diyor. Biz de bu
"Lâilâheillallah Muhammedenrasûlüllah" kclime-i tayyibesinde,
Allah'tan başka ibadete layık olan birinin olmadığım, ancak ve ancak
Yaratanın, Yaşatanın ve Yönetenin O olduğunu itiraf ediyoruz. Ezan-ı Muhammedi
ile de ilan ediyoruz. Her Peygamberin birinci derecede söylediği bu "Ey
kavmim Allah'a ibadet ediniz" İkincisi çok önemli Nuh (a.s.)'da da
geçmişti.[65]
51- "Ey
kavmim, ben buna karşılık sizden ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak beni
yaratana aittir. Hala akıllan mayacakmısınz?"
51. âyet-i kerime'de
"Ücret istemediğini ifade ediyor." Hani bir toplumun karşısına
geçseniz, bir şeyler anlatmaya çıksanız. Mesela Sultan Ahmet'e doğru
gidiyorsunuz. Bir adam orta yerde sandalyenin üzerine çıkmış birşeyler
söylüyor ve etrafında da onbeş yirmi tane adam çevrelemiş onu dinliyor.
Hatırımıza hemen leke çıkarıcı bir ilaç mı satıyor?. Yeni çıkmış bir ilacı bize
satmaya mı çalışıyor?. Yani mutlak surette para ile ilgili birşey aklımıza
gelir.
Bu yalnız bizim
hatırımıza değil bundan binlerce sene öncesi insanının hatırına da bu gelmiş.
Yani insanlık çıkarcılığı, özellikle imansız kesim çıkarcılığı düşündüğünden
birisi Peygamberim diye ortaya çıktığında birisi diğerine bıyık büküyor, acaba
ne istiyor diye. Yani Peygamberlik ayağından köşe dönmek istiyor diye kendi
hatırlarına geleceğini Peygamber biliyor veya Rabbim bildiriyor. Onlara
"Allah'a ibadet edin" dedikten sonra o zihinlerindeki şüpheyi
gideriyor.
Sakın ha hatırınıza
sizden para isteyeceğimi, bir ücret, bir karşılık, beklediğimi sakın hatırınıza
getirmeyin, hatırınıza gelmişse onu silin". Ben de aslında bir ücret
istemiyorum aslında ücretsiz iş yok ama benim ücretimi ben Allah (c.c.)'den
alacağım, siz benim bu İslâmî tebliğimi ücretimi verecek durumda değilsiniz.
Ancak beni Yaratan bunu verir. Ben de ondan isteyeceğim diyor. Hâlâ siz
akıllanmadınız mı? Yani yaptığım bu işi Allah rızası için hiç hatırınızdan
hayalinizden geçiremez misiniz, başka birşey düşünemez misiniz. Paradan başka
birşey düşünemez misiniz.? Hani özellikle fakir semtinde İstanbul, Ankara
şehrinde, Ankara'ya eskiden "Mabedsiz şehir" derlerdi eskiden yazarlar.
Fakat şimdi öyle değil. Hani şehirlere köylerden büyük bir akın başladı diye
şikâyetler varya. Ankara'ya gittiğinizde görürsünüz. Yeni kurulan bütün
mahallelerde minareler yükselivermiş. İmansızın mantığı buna yetmiyor. Diyor
ki: "Bu nasıl olur yahu" Hadi zengin semtler de olsa neyse, fakat bu
fakir semtlerde minarelerin yükselmesi. Yani adamın havsalası almıyor bunu.
Çünkü adam herşeyi,
Mevlana'nın taâbiriyle- öküzün karpuz kabuğuna bakışı gibi
değerlendirdiğinden, " bu olmaması lazım" diyor, ama işte vaka yani
oluyor. Minare yükselmiş ve tahsisat yok, devlet engellemek için gerekeni
yapıyor. Sağolsun uyanık, Anadoludan gelen Müslümanlarımız belediyenin arsası
üzerine yapıyor, ondan sonra ba-ğınveriyor, camiyi yıkıyorlar filan diye onlar
da oy hatırına susuyorlar. Oy hatırına yoksa yıkacaklar temelinden sökecekler,
ama oy hatırına seslerini çıkarmıyorlar.[66]
52- "Ey
kavmim, Rabbinizden mağfiret isteyin. Sonra ona tevbe edin ki gökyüzünden size
bol yağmur göndersin. Kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz
çevirmeyin."
Yaptıklarınızdan
dolayı Allah'a istiğfarda bulunun. Yani bugüne kadar yaptığınız imansızlık
Peygamber'e karşı yaptığınız saygısızlık varya Allah (c.c.) affedicidir, afdan
ümidinizi kesmeyin. Allah'a istiğfar edin ve yaptıklarınıza tövbe edin,
istiğfarla tövbeyi ard arda getirmiştir. Birbirinin aynı anlamındadır ama
ikisi yanyana gelecek olursa;
1-
Geçmişte
yaptığınıza pişmanlık duyun
2- Bir daha
yapmamaya karar verin. Bir de yaptıklarınızdan dolayı Allahdan (c.c.) af
talebinde bulunun.
Yani bir kötülüğü
bırakıyorsunuz bir daha yapmamaya karar veriyorsunuz, yeterli değil "Ya
Rabbi, o bilmeden yaptığım hataen yaptıklarım varya onları da af et" diye
istiğfarda bulunun diyor.
Şimdiki Yemen'in
oralara Hûd (a.s.) Peygamber olarak görevlendirildiği dönemlerde birkaç sene
yağmur düşmemiş, kıtlık almış yürümüş insanlar tedirginler ve onlara diyor ki
Hûd (a.s.) "Siz Allah'a tövbe edin, O'na yönelin. Şu kendi aranızdan
çıkmış insanların kanunları ile bu memleketi yönetmeye kalkmayın. Allah'a ortak
koşmayın, yaptığınız kötülüklerden dolayı istiğfarda bulunun da Allah size
bolca yağmurlarını göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın" yani güçlü bir
millet idiler onlar. Eğer İslama girecek olursanız kuvvetimize kuvvet katarız
sakın suçlu olarak İslamdan yüz çevirmeyin diyor Hud (a.s.) Ad kavmine.
Buradan şunu anlıyoruz biz,
kıtlık esnasında Allah'a (c.c.) açılan eller yapılan dualar Allah katında
kabul görme ihtimali büyük. "Peygamber efendimiz (s.a.v.) bizzat kendisi
yağmur duasında bulunmuştur ve yağmur duası için çıktığı yerde iki rekat namaz
kılmıştır."
Yani bu âyet-i
kerime'yle sabittir yağmur duası, bir de Peygamber Efendimizin (s.a.v.) fiili
tatbikatıyla vardır. Birgün Efendimiz Medine'de Mescid-i Nebevi'de hutbe
okurken dışardan, çölden gelen bir insan "Ya Rasulüllah otlar kurudu,
koyunlar yavrularını beslemez oldu, insanlar helak oluyor, hayvanlar ölüyor ne
olur Rabbim'e dua etseniz" dedi, Sahâbi diyorki (anlatan Ravi);
"Peygamber Efendimiz de. ellerini açtı ve şu duayı okudu diyor. (Duayı
orada rivayet ediyor hadis kitaplarımız) ve dışarıya çıkmadan yağmur yağmaya
başladı. Cuma günü biz namazı kılıp dışarıya çıktığımızda yağmur yağıyordu
diyor. İçeri girdiğimizde hiçbirşey yoktu, dışarıya çıktığımızda yağmur
yağmaya başlamıştı. Bir hafta devam etti yağmur derken ikinci cuma da yine
birisi geldi "Ya Rasulüllah çok fazla oldu" dedi, diyor. Peygamber
Efendimiz yine dua etti. "Ya Rabbi yağmuru zarar vermeyeceği yerlere
yağdır, üzerimize zarar verecek şekilde yağdırma" diye yine dua etti ve
yağmur durdu "diyor.[67]
Şimdi İstanbul
şehrinde de geçtiğimiz yıllarda eller açılmaya başlayınca bir kısım imansızlar
alay ettiler. "Açın bakayım, Allah yağdıracak mı.? dediler. Ama yağdı.
Bizim Atikali'nin
değerli imamı Ahmet Hoca diyor ki: "Hocam, imansız diyorsun.
"Gerçekten imansız doğrusu Arapça ifadesi ile imansız ancak elifi biraz
çekmek lazım." "limansız" demek lazım, doğrusu o da, hoca
diyorki; "imansız deyip geçiyorsun" diyor. Yani kısa kesiyorum, zaten
adamların imanı kısa da onun içindir diyorum ben de. Bu imanı kıt adamlar veya
imanı olmayan adamlar hem imana karşılar, dine karşılar, hem de bunlar ilme
karşılar. Bir kerre şunu bilmeleri lazım; tarih boyunca yapılan yağmur duaları
genelde yağmurun yağmasına sebep olmuş. Haa öyleyse araştırmaları lazım,
Batılı dostlarına, ahilerine bunları rapor edecekler: Valla biz de sizin gibi
inanmıyoruz, ama ne zaman dua edilse yağmur yağıyor. Öyleyse bunu ilmi yoldan
araştırmanızı rica ediyoruz, istirham ediyoruz diye yazsalar daha iyi olur.
Daha ilme saygı göstermiş olurlar bu adamlar.
Bir vakıadır, yağıyor
ve bunu bizzat kendi gözlerimizle şurada görüyoruz. Ne zamanki, hani ilim,
yağmurla ilgili araştırma yapanlar ne diyorlar ve biz de görüyoruz. Yağmur
genelde ormanın bol olduğu yere yağıyor, ormanın az olduğu yerde, yeşilliğin az
olduğu yerlere yağmur yağmıyor. Niye? Onu çekiyor, ormandaki ağaçlar ve
çiçekler bulutları çekiyorlar, onlar boyunlarını büküyorlar, yapraklarım böyle
salıveriyorlar "yağdır mevlam su" diye dua ediyorlar. Bu sefer de
Rabbim bulutlarım o tarafa doğru sevk ediveriyor. Yani onlar da dua ediyorlar,
bir vakıadır oluyor. Orada isteyen var, ihtiyaç hissedenler var ve isteklerini
Rabbim'e bildiriyorlar. Mutlaka Rabbim'in koyduğu kanun var o cereyan ediyor.
Öyle ise biz de kanuna
uygun hareket edelim biz de isteyicilerden olahm. Kuşlarla, çiçeklerle,
böceklerle Allah (c.c.)'den isteyenlerden olalım. Bu 52. âyet-i kerime'yle
sabit ki istiğfar, Allah'a yönelme ve Allah (c.c.)'e dua-etme yağmurun
yağmasına sebeptir.[68]
53- Dediler
ki: "Ey Hûd, sen bize bir mucize getirmedin. Biz senin sözün üzerine
ilahlarımızı terketmeyiz ve biz sana iman etmeyiz."
Biz senin bu sözün
üzerine bu ilahlarımızı terk etmeyiz. Bunlardan vazgeçmeyiz, ve sana da iman
etmeyiz diyorlar. Delil istiyorlar. Hani günümüzdeki insanların bir kısım
imansızların delil istediği gibi. Efendimizden (s.a.v.) de istemişlerdi. Bir
âyet-i kerimede geçmişti. "Onunla beraber bir melek olmalı değilmiydi,
veya Onun yanında bir hazine olmalı değilmiydi" diyorlar.[69] Aynı
şekilde Hûd'un kavmi aynı şeyi istiyor. Salih'in kavmi de aynı şeyi
istiyorlar.
Yani apaçık
bilmedikleri, tanımadıkları bir mucize olsun, o mucize ile onlar imana
gelsinler. Bunu istiyorlar. Ama Allah (c.c.) öyle mucizeler verse de onlar
iman edici değiller diyor. Çünkü daha Önce Musa (a.s.)'ın mucizesini gözleriyle
görenlerden bir kısmı iman etti, ama firavun ve onun çıkar çevresi iman
etmemekte yine direndiler. İsa (a.s.)'ın mucizesini görenler, birçok imansız,
imansızlığında devam etti gitti.
Asıl mucize aslında (
hani evliyalardan keramet aramayalım, ancak keramet haktır kabul edelim.) yine
evliyalardan birisi söylemiş. Yahu bizim orada filan evliya uçuyor demişler. O
büyük evliya demiş ki: "Yahu o sinek olmaya özenmiş. Ama efendim o
denizin üzerinde yürüyor. Ee öyle ise o saman çöpü olmaya özenmiş" demiş.
Saman çöpü de denizin üstünde yüzüyor.
Demiş ki: "Evliyalık
adam gibi yürümektir" Adam gibi yürümek. Şu İstanbul şehrinde bir adam
elini, dilini, gözünü ve gönlünü haramla kirletmeden kimsenin şahsiyetiyle,
namusuyla, vakarıyla oynamadan yürüyebilmişse bu adam 20. asrın evliyasıdır.
Peygamberler de kendi çağlarında kimsenin namusuyla, şahsiyetiyle, vakarıyla
oynamıyorlar, ve helal yollardan nziklarını temin ediyorlar. İnsanın insana kul
olmasını önlemek için mücadelelerini veriyorlar. İşte bu onların en büyük
mu-cizesidir aslında. Yani insanca yaşamak en büyük fazilettir. İnsanlar da
diyorlar ki;[70]
54-
"Biz ancak ilahlarımızdan bazısı seni fena çarpmış deriz." Hûd dedi
ki: "Şüphesiz ben Allah'ı şahid tutarım. Şahid olun ki ben sizin ortak
koştuklarınızdan uzağım."
Hani günümüzde de buna
benzer şeyler söylenir. Bazı İslâmî hizmetlerinden dolayı çok değerli
hizmetler verirken içeri alınan bazı arkadaşlarımızdan dengeyi biraz
kaçıranlar olmuş. Mesela bedenen sakat-lanmıştır. Beynini zedelemişler.
Hapishanedeyken beyni zedelenmiş tanıdığım insanlar vardır. Bunlara yapılan bir
sinirsel harp neticesinde. Yani baskı yaparak, çeşitli yol deneyerek bazılarını
Bakırköy'e alıp orada tedavi altında birşeyler verilmek suretiyle, bazılarına
da kaba kuvvetle bir şeyler yapılıyor, dengesi kaçırılıyor. Ve ondan sonrada diyorlar
ki: "Ya gördün mü bizimkilerin yolundan, izinden gitmedin işte seni
çarptı" Kim çarptı, onun avaneleri çarptı diyorlar. Aynı şekilde "bizim
ilahlarımızdan bir kısmı sana kötü şekilde çarpmış deriz. Başka birşey
demeyiz" diyorlar.
Yani bu kadar
imkanları, bu kadar kadını, bu kadar parayı, bu kadar gayri meşru işleri
terkediyorsun. Oğlum bu delilik, sen delirmişsin diyorlar. Genelde de
Peygamberlere diyorlar. "Sen delisin" diyorlar. Öyle ya hani
Peygamber (s.a.v.)'e " Sen devlet başkanı olmak mı istiyorsun? buyur.
Mekke'nin başına getirelim, efendim zengin güzel kadınlarla mı evlenmek
istiyorsun? buyur Mekke'nin en güzel kadınlarından sana bulalım. Zenginlik
istiyorsan? en zenginimiz yapalım. Ama Peygamberlikten vazgeç." diyorlar.
Yok bunların hiçbirini kabul etmezsen, En güzel kadını kabul etmezse, zengin
olmayı, kabul etmezse, devlet başkanlığını, kabul etmezse ne olur bu adam? Bu
adam delidir diyorlar.
Ama kimin deli, kimin
akıllı olduğu zaman içersinde ortaya çıkıyor. Hani âyet-i kerimede tefsiri
geçiyor. "Yakında neticeyi siz de göreceksiniz, biz de göreceğiz"
diyor.[71]
Onlara cevap olarak Rabbim bildiriyor ve gerçekten de bir gün geliyor. Mekke,
Efendimiz (s.a.v.) tarafından feth ediliyor. Ebu Cehil Bedir'de geberdiğinden
göremedi ama oğlu İkrime gördü. Oğlu güçlü bir komutandı. Müslüman olmamak için
şehri terk etti, fakat yoldan dönerek Müslüman oldu. Müslüman olunca çok büyük
hizmetler verdi. Onun için bu imansız kesimin çocukları, İkrime gibi, hizmet
edecek ümidiyle gayret etmemiz gerekiyor. Yani bunların tamamını bir kalemde
silmeyip ümitvar olmamız gerekir.
Hûd (a.s.)'da diyor ki
onlara: "Ben Allah'ı şahit kılarım, sizi de şahit kılarım ki sizin bu
taptıklarınızdan Allah'a ortak koştuklarınızdan ben uzağım" diyor. Bunu
hemen hemen bütün Peygamberler ifade ediyorlar. Hani İbrahim (a.s.)'m örnek
olduğunu bize bir âyet-i kerime haber verir. "İbrahim ve Ona iman edenler
sizin için örnektir" diyor Allah (c.c).
O Peygamberler
müşriklere diyorlar ki: Biz sizden de sizin taptıklarınızdan da uzağız,
beriyiz" diyorlar.[72]
Şimdi İbrâhm'i örnek kabul edenler ki biziz. Biz de çağımızın putlarına vede
putperestlerine şunu söyleyeceğiz; "Taptıklarınızdan ve sizden
beri-ğiz" yani uzağız. Burada da Lût (a.s.) öyle diyor. "Allah'a
ortak koştuklarınızdan ben beriyim." Ben böyle şeyi bir göz açıp
kapayıncaya kadar dahi kabul edecek değilim. Allah'tan başka şirk koştuğunuzdan
ben beriğim." Öyle ise hani bizim ilahlarımız sizi çarptı diyorlardı.?[73]
55- "O
Allah'dan başka (ortak koştuklarınızdan uzağım.) Artak hepiniz bana tuzak
kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın."
Peki, hepiniz biraraya
gelin bütün planlarınızı, tuzaklarınızı, programlarınızı, askerlerinizi,
herşeyinizi bana uygulayın, sakın mühlet de vermeyin. Türkçe karşılığı
"elinizden geleni geri bırakmayın" başka birşey değil. Vay bizim
ilahımız çarpmış, devlet büyüklerimiz seni perişan edecekmiş, bütün bunları
geriye bırakmayın diyor Lut (a.s.). Biz de aynısını söylememiz için Allah
(c.c.) bize nakl ediyor. Aynen Hud (a.s.)'a iman ediyoruz, onun yolundan
yürüyerek aynı şeyleri söylememiz gerekiyor. "Elinizden geleni geriye
bırakmayın" Peki sen kime güveniyorsun.?[74]
56- Şüphesiz
ben, benimde, sizinde Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Kıpırdayan hiçbir canlı
yoktur ki onun alnından tutmuş olmasın. Benim Rabbim doğru bir yol üzeredir.
Ben Allah'a
güvenmişim. O Allahki hem benim, hem de sizin Rabbiniz. Yalnız benim değil,
sizi bir ana'dan ve baba'dan dünyaya getiren, size bir damlacık su iken şekil
veren, sonra besleyip büyüten, bu gücü ve kuvveti veren Allah (c.c.) varya..!
işte o benim de Rabbim. Siz bu ahilerinize, yani putlarınıza, yöneticilerinize
sığınıyorsunuz, ona güveniyorsunuz. Ben de Allah'a güveniyorum.
O Allah (c.c.) ki,
kıpırdayan her canlının alnından tutan odur. Bütün yaratıklar onun emrine
uymaya mecburdur. "Ve benim Rabbim'in emir ve yasaklan da dosdoğru yol
üzerindedir" Emirleri de, yasakları da güzeldir, "Sıratı
Müstakim" Rabbimin yoludur. Biz Sıratı Müstakim'i biliyoruz. Hergün
okuduğumuz "Ya Rabbi bize dosdoğru yolunu ver" Senden önce geçen
Peygamberlerin yolunu ver diye günde beş vakit namazımızda kırk defa tekrar
ediyoruz.
Zaten Peygamber
(s.a.v.) "Bu Hûd sûresi beni kocattı (ihtiyarlattı)" demiş. Bir başka
rivayette de hangisi diye sorulduğunda; "Emrolunduğun şekilde dosdoğru
ol)" ayetini ifade etmiş.
Günümüzde de
"Doğru yoldan gidelim.", "Allah doğru yoldan ayırmasın"
diye ifadeler var. Kim belirleyecek bu yolu? Eğer ben belirleyecek olsam,
içinizde benden akıllı olabilir. Yani akıl akıldan üstündür. Öyle ise bir
akıllının emrine, bütün insanları onun emir ve yasaklarına mecbur tutmayalım.
Birini derebey yapıp öbürlerini onun kulu ve kölesi yapmayalım.
Allah (c.c.)'ın emir
ve yasaklan dünya ve ahiretimiz için en doğru yoldur. Hani Hindistan devlet
başkanı 800 milyon kişiyi yönetiyor. Deli bir adam değir bu, ama bu kadar
insanı yöneten bu kişi annesi ölünce toprağa gömmüyor, elleriyle yakıyor. Bu
yaptığı eğrimi? Onun aklına göre çok doğru. Öbür tarafta yamyam da anasını
yiyor. Niye? Anamı ben toprağa verecek kadar zalim değilim. Ben onu kanım da
taşıyacağım diyor. Yamyama göre mantıklı bir ifade, diğeri de anam beni besleyip
büyütmüş, devlet başkanlığına kadar da getirmiş. Herşeyin pisini, kirini ateş
temizler, anamında kirini, günahlarını ateşle temizlerim. Sonra Ganj nehrinde
yıkarım onu diyor. Böylece yakıyor.
Londra Belediye
Başkanı da şehri ısıtmak için ölüleri yakıp ısıtalım diyor. Kendine göre
mantıklı, ekonomik yönden büyük katkısı olur diyor. Bütün bunları insana
havale edecek olursak bir başkası da başka türlü düşünür.
Rabbimiz bunları
insanın mantığına havale etmemiş, bunların yolunu göstermiş. Toprağa defnini
göstererek en doğru yolu Rabbimiz belirler bize. En doğru kanunu Allah koyar.
Yoksa insanlar belirleyecek olsa her on senede bir düzeltmek için birinin
çıkması gerekir.[75]
57- Eğer yüz
çevirirseniz, artık ben kendisiyle gönderildiğim şeyi size tebliğ ettim.
Rabbim sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz ona hiçbir şeyle
zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim herşeyi koruyandır.
(Eğer bu adamlar yüz
çevirirlerse) Sırat-ı Müstakim'e gelmezlerse, Eğer siz yüz çevirirseniz. Hûd
(a.s.) diyor ki: "Ben görevimi yerine getirdim. Size neyi ulaştırmam
gerekiyorsa o ulaştırılması gereken şeyi ulaştırdım. Böylece görevimi yerine
getirdim.
Allah (c.c.) 57.
ayeti'nde, benim üzerime düşen görev Onun size ulaştırmayı istedikleri şeyi
size ulaştırmaktır. O görevimi yerine getirdim. Eğer siz imansızlığınız da
devam ederseniz Allah (c.c.) sizin dışınızda, sizin yerinize başka bir toplumu
getirir. Sizin imansızlığınızın da Allah'a hiçbir zararı olmaz. Hepsi imansız,
ateist olsalar da Allah'a zarar veremezler. Hepsi imanlı olsalar da Allah'a
fayda veremezler. Çünkü kişinin imam kendi lehine, imansızlığı da kendi
aleyhinedir. "Hidayette olanın hidayeti kendi lehine, dalalette olanın
sapıklığı da yine kendi aleyhinedir" diyor.[76]
58- Emrimiz
geldiğinde Hûd'un ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle
kurtardık ve onları büyük bir azâbtan kurtardık.[77]
59- İşte Ad
kavmi, Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. Onun elçilerine isyan ettiler ve
inadçı her zorbanın ardından gittiler.
"Allah'ın
âyetlerini yalanlayan Âd kavmi, işte onlar Peygambere isyan ettiler ve
inatkar, zorba yöneticilere uydular" diyor. Yani helaki hak etmelerinin
sebebi; Allah'ı inkâr edip, Peygamberlere isyan etmeleri ve Allah'ın
kanunlarına karşı kanun icad eden zorba, inatkar yöneticilere uymalarından
dolayıdır.[78]
60- Onlar bu
dünyada da Kıyamet gününde de Ia'nete uğradılar. İyi bilin ki Ad kavmi
Rablerini inkâr ettiler. İyi bilin ki Hûd'un kavmi olan Ad'a (Allah'dan)
uzaklık vardır.
Yani Âd kavmi Allah'ın
rahmetinden çok uzakta kalmışdır diyor. En büyük azap aslında uzaklıktır. Peki
Allah bize uzak mı? Hayır. Allah bize bizden daha yakın. Hani bir âyet-i
kerimede "Kişinin şah damarından daha yakın olduğunu" Allah (c.c.)
bize haber veriyor.[79]
"Sensin bize bizden yakın. Görülmezsin hicab nedir?"
Yunus da böyle ifade
ediyor.Yani bize bizden yakınsın ama arada bir perde var, biz seni göremiyoruz,
diyor.
Allah (c.c.) mü'mine
de, kâfire de aynı derecede yakın, ama uzaklığını ifade ediyor. Sevmemek
Allah'a uzaklıktır. Bazı eşler aynı ev ve yatakta yatmalarına rağmen sevgi
eksikliğinden birbirlerine uzaktırlar ve onlar için bu en büyük azaptır. Bazen
de sevgi bağının çok kuvvetli olmasından eşlerin biri burda, biri İngiltere'de
olsa dahi birbirlerini devamlı mektupla, telefonla v.s. iletişim vasıtalarıyla
arayarak birbirlerini mutlu ederler. Hatta düşünceleri birbirleri için
olduğundan rüyaları da çok kere aynıdır, tşte bunlar yakındırlar.
Ama bu adam
"Allah'tan uzak", Allah (c.c.)'ın rahmetinden uzak, derken Allah
(c.c.) sevgisinden uzak bunlar. Bak burada diyor ya Hûd (a.s.) kavmine
"Eğer iman etmezseniz, Allah (c.c.) sizi helak eder, yerinize başka bir,
iman eden toplum getirir." Aynı şey bizde de var. Ayeti Kerimede "Kim
dininden dönerse Allah o toplumun yerine başka bir toplum getirir."[80] Yani
iman ettirir. O toplum Allah'ı, sever, Allah'ta o toplumu sever. Sever
kelimesiyle ifade ediyor ya, peki bunları severse ne demektir? Bunların
mefhumu, muhalifi, o iman edenlerden sevgisini kaldırır. İmansızlara en büyük
azap aslında Allah'ın sevgisini kaybetmeleridir. Arkasından Cehennem azabı
gelecek ama birinci derecede en büyük acı ve elem Allah'ın sevgisini
kaybetmektir.
Ahkâf sûresinin 21.
âyeti'nde, onların "Ahkâf" denilen yere yerleştiklerini, Ad kavminin
o gün dünyaca meşhur "İrem" diye bir şehir kurduklarını Fecr
sûresinin 6 ve 7. âyetleri'nde fesatlık, azgınlık yaptıklarını fakat İrem
şehrini kurduklarını, bazı tefsirler bu şehrin teferruatına
da girer, O gün için
dünyanın en ünlü İrem bağları, bahçeleri diye ünlü bir şehrî kurabilmişler.
Yüksek tepelere sığınacak köşkler yaptıklarını Şuarâ sûresinin 128. ve 135.
âyetleri'nde haber veriyor.
Biz bu dünyayı
istiyoruz. Rahatlık ise Ahirettedir. Cennet hayatı istiyoruz ama Ahirette ki
Cennete hazırlık olması için bu dünyanın da Cennet olmasını istiyoruz. Bütün
Peygamberler de bunu öğretiyor insanlara. Hûd (a.s.)dan sonra Allah (c.c.)
Salih Peygamberin hayatına geçiveriyor. Hûd (a.s.)'ın kavmi, Nuh (a.s.)'m oğlu
helak oluveriyor. Nuh (a.s.); "Ya Rabbi, Oğlum! diyor" Allah'ta;
"Ey Nuh, oğlun senin ailenden sayılmaz artık" Madem ki iman etmemiş,
senin ailenden sayılmaz.
Bunu Mevlânâ şöyle
ifade etmiş. Diyor ki: "Dişiniz sizin en değerli organlarmızdandır. Sizin
için çok hizmet verir onlar. Allı, kanlı, canlı olmanıza yardım ederler. Ama
birgün gelir dişiniz çürür ağrı yapmaya başlar. Duramayacak hale gelirseniz, o
kendinizden olan diş fayda vermeyecek hale gelince çeker atarsınız. O sizden
sayılmaz artık" diyor. Çünkü içine kurt düşmüş onun. Sizin bir organınıza
kurt düşünce o artık sizin olmaktan çıkmıştır. Onu çekip atın diyor. Gerçekten
de çekip atıyoruz. Dişçiye gidip; yahu bunu ben kırk elli sene taşıdım kıyamam
diyemiyoruz. O bize kıymaya başlayıp, sabahlara kadar inlemeler başlayınca, bu
durumda biz ona kıyacağız.
İşte Nuh (a.s.)'ın
oğlu, Lût (a.s.)'m hanımı, İbrahim (a.s.)'ın babası böylesine içine imansızlık
kurdu girenlerdendir. Bunlar şunu anlatır bize. Mesela: Oğlunun çok iyi olması
babaya fayda vermez. Babanın çok salih bir insan olması, imansız oğluna fayda
vermez. Rabbim bunları anlatarak; "Bak, Peygamber olan babanın oğluna
faydası yok. Öyle ise size de "ben müezzin oğlu, müftü çocuğuyum"
demenin faydası yok." Babaları evliya olabilir ama oğlu kâfir olabilir.
Tıpkı Nuh (a.s.)'dan kâfir bir oğul meydana gelebildiği gibi.[81]
61- Semud (kavmine)
de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Salih şöyle dedi:
"Kavmim, Allah'a ibadet ediniz. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Sizi
yeryüzünden yaratan ve orada ömür geçirmenizi isteyen O'dur. O'ndan af dileyin.
Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok yakındır, (duaları) kabul
edendir."
Yukarda Hûd (a.s.)'m
kendi kavmine söylediği sözün aynını şimdi de Salih (a.s.), aynısını kendi
kavmine söylüyor "Ey kavmim; Allah'tan başkasını ilah edinmeyin, Ondan
başka sizin için ilah yoktur. Ne olur Allah'a ibadet ediniz." "Ey
kavmim" kelimesinde şefkat merhamet, yalvarma, yakarma vardır. Ne olur
Allah'a ibadet yapınız. Başkalarına değil, sizin için Allah'tan başka ilah yok.
Yani Allah'tan başka sizin için kanun koyucu yok. Ne olur başkalarının kanunlarına
itaat etmeyiniz diyor. Hûd (a.s.)'da, Salih (a.s.)'da aynısını söylüyor.
Bir kere mesajda
birlik var. Efendimiz'de aynısını söylüyor. Mekke'nin insanına ve bize de.
Salih, Musa, İbrahim, Adem (a.s.)'da hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Birinci derecede
bu, ondan sonra söyledikleri kavimlerin mantığına göre değişiyor. Hani tüccar
bir kavme gönderilen Şuayb (a.s.)'m ziraatla uğraşanlara söyledikleri ayrı,
Yusuf (a.s.)'ın hapishanedekilere söyledikleri şey ayrı.
Yani insanlara
akılları oranında konuşun sözü varya, insanlara akılları oranında
konuşulacaktır. Yoksa adamın anlamadığı bir dilde İslâm'ı anlatmanın bir
faydası yok. Burada da Salih Peygamber diyor ki: "Allah (c.c.) sizi
topraktan bu hale getirendir."
Yani Allah'a ibadete,
Ondan başkasının kanunlarına uymamaya davet ediyorum. Peki, davet ettiğinin
sıfatını öğretiyor şimdi. O Allah ki sizi topraktan inşaa etti. Yani topraktan
böylesine canlı, kanlı gören duyan, seven birini yaratan Allah (c.c.)'ın kanunu
mu güzel olur? Yoksa kendisi yaratılan ve hiç bir şeyi yaratmaya gücü yetmeyen
bir adamın kanunu mu daha güzel olur.? Bunun mukayesesini siz yapın.
Allah (c.c.) sizi bu
topraktan yarattı ve üzerine de sizi yerleştirdi. Burada imar yapıyor evler
kuruyorsunuz. Yine burada yaşıyorsunuz siz. Onun koyduğu kanunlar öylesine
güzel ve düzenli ki, öyle ise Onun emir ve yasaklan da aynı derecede düzenli ve
güzel. Ona ibadet ve kulluk ediniz. Ondan af talebinde bulununuz. Sonra Ona
sığınınız ve tevbe ediniz.
"Benim Rabbim
gayet yakındır ve dualara da cevap verendir." diyor. Yani icabet edendir.
Şimdi genelde Allah (c.c.)'dan uzak yöneticiler, halkından uzak olurlar. Ta o
zamanda öyleydi. Yani Salih Peygamber dönemindeki kâfir yöneticiler halktan
uzak olurlardı. O günden bugüne kadar ki yöneticiler aynı şekilde halkından
uzak olmuşlardır. Adam bir kurşun menzili genelde halktan uzak duruyor.
Polisler araya girerler, bir kurşun mesafesi kadar boşluk bırakırlar
yöneticilerle. Dünyanın her tarafında Amerika'sından, Afrika'sına,
Japonya'sından,
Rusya'sına kadar. Her
tarafta halktan uzak tutulurlar. Onlara karşı cevaptır bu. Benim Rabbim gayet
yakındır ve benim Rabbim isteklere cevap verendir, diyor. Siz bu yönetici
kadrodan istekte bulunuyorsunuz. Cevap aldığınız yok, isteğinizi
ulaştırabildiğiniz yok. Adamlar sizin aranızdan çıkmış ama size uzak ve cevap
verecek durumda değil. Bazı şeylere cevap vermek istese gücü yetmez. Öyle ise
Allah'a ibadet edin, Ona istiğfarda bulunun tevbe edin ve Ona sığının diyor.
Salih Peygamber (a.s.).
Bir gazetenin birinde
bir itiraz yazılmıştı. Şöyle: "İslâm'i bir toplumda da devlet başkanı
halkın içersinde yaşar ama işte Ömer vurularak öldürüldü, Osman vurularak
öldürüldü, Ali vurularak öldürüldü" diyor. Peki bunların vurularak
öldürüldüğünü söylüyor da, Ömer'le, Osman zamanında kaç tane vatandaş öldürüldü
onu söylemiyor, yok. Bunların zamanında vatandaştan öldürülen yok. Adalet öyle
tesis edilmiş ki öldürülen insan yok. öyle ise bunlar ne demek istiyorlar.
Bunlar için
"Halkın canı ile yöneticinin canı ayrı şeylerdir". Kendi canı ile
insanların canı ayrı şeylerdir. Yani bir tane ateist öleceğine yüz bin tane
Müslüman ölsün önemli değil. Bugün İngiliz'in, İsrail'in yaptığı o. Bir tane
askeri öldürüldü mü en azından yüz ikiyüz tane çadırda yaşayan gariban
insanları gidip öldürüveriyorlar. Buna Amerika'sı, Avrupa'sı aferin diyorlar.
Birkaç tanesi kınayalım diyor. Amerika'sı yahu fazla kınadık, kızardı kaldı
adamlar, kınamayalım diyor. Peki ağam kınamayalım biz "kınayı" geri
aldık diyor.
Bunlar insanlar
arasında ayrım yapıyorlar, biz ayırım yapmıyoruz. Hz. Ömer'le, Bilal-i
Habeşi'nin kanun karşısında farkı yoktur. Biz öyle birşey isteriz ki devlet
başkanı ile çöpçüsünün arasında can farkı olmasın. Birkaç tane çöpçü
öldürüleceğine bir devlet başkanı öldürülsün. Çünkü can olarak aynıdırlar,
canın büyüğü küçüğü yoktur.[82]
62- Dediler
ki: "Ey Salih, sen bizim aramızda bundan önce ümit beslenen biri idin. Sen
bizim atalarımızın taptığına bizim tapmamızı yasakliyormusun? Biz seni bizi
kendisine çağırdığın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz."
Sâlih(as)'ın halkı;
"Yahu sen bizim aramızda bu Peygamberlik iddiasından önce ümit veren bir
adamdın" Akıllı, basiretli, sağlam iradeli bir adamdın. Yani biz senden,
yarın öbür gün başımıza geçer bizi yönetir, diğer kabilelere karşı bir üstünlük
sağlar diye senin gücüne kuvvetine, aklına biz hayrandık ve biz sana böyle bir
niyet için bakıp duruyorduk diyorlar.
Ama sen babalarımızın
ibadet ettiği şeylerden bizi men etmek istiyorsun. Yani biz atamızın izinden
gideriz, sen bizi atamızın izinden alıkoymak mı istiyorsun? diyorlar. Halbuki
biz seni başımıza yönetici olup atalarımızın izinden daha fazla yürütecekken
şimdi sen çıktın bizi atamızın izinden alıkoyuyorsun diyorlar. Ve senin bizi
davet ettiğin şey varya biz o konuda şüphe içersindeyiz. Yani sen "İslâm,
Kitap, Allah'ın emir ve yasaklan" diyorsunya biz şüphe içersindeyiz. Senin
peşinden gelmeyiz, biz babalarımızın gittiği yol üzere yolumuza devam ederiz
diyorlar.
O gün öyle demişler,
bugünün insanı da bundan başka birşey demiyor. Babası oğluna; "oğlum sen
ilk okulda iken bayağı aklı başında bir çocuktun. Okulda hep birincilikle
geçiyordun, bu üniversitede neyin nesi bu İslamcılık?" diyor. Hani burada
da Salih(as)'a diyorlar: "Daha önce senden birşeyler bekliyorduk, ümit
ediyorduk, ümitlerimizi kırdın oğlum sen bizim" diyorlar ya. Aynı şekilde
baba oğluna veya kızına diyor.[83]
63- (Salih)
Dedi ki: "Ey kavmim, ne dersiniz? Eğer ben Rabbimden bir beyyine üzerinde
isem ve bana bir rahmet vermişde ben de ona isyan edersem Allah'a karşı bana kim
yardım eder? Siz bana zararı artırmaktan başka birşey yapamazsınız."
"Ey kavmim ben
Allah'tan gelen bir delil üzere isem ve Allah bana kendi katından bir rahmet
vermişse ne diyorsunuz? Eğer ben Allah'a isyan edersem kim bana yardım
eder.?" (Ki O Peygamber olarak görevlendirilmiş.) Ben de sizin İsteğinizi
tutsam, sizin yolunuzdan yürüsem, ne diyorsunuz. Bana yardım edebilirmisiniz.
Yani olaya bir de böyle bakın diyor.
Hani bu şuna benzer.
Hz. Ali için söylenir: Adamın biri "Ben ahire-te falan inanmam" demiş.
Hz. Ali o kadar uğraşmışsa da ikna olmamış. Sonunda Hz. Ali demişki:
"Farzet ki ahiret yok" Yani senin mantığın içersinde düşünelim bunu
benim şüphem yok da, "Sen farz et ahiret yok. Ben se bu dünyada
"ibadet yapıyorum. Ben de öleceğim, sen de. Ne zararım var benim?",
Ee yok demiş zararın." Zararı işte "üç bardak şa/ap içmedin, eşinden
başka gül koklamadın", bu zararı var yani. Peki demiş: "Ya ahiret
varsa", o zaman "Ben yandım" demiş.
Burada Hz. Ali'nin ki
şüphe duymak değil, karşısındakinin şüphesinden hareket etmektir. Dediler ya
biraz önce, "Senin bizi kendisine davet ettiğin İslâm varya? O konuda biz
şüphe içersindeyiz diyor. O da diyor ki: Hadi siz şüphe içerisindesiniz. Ya bu
gelenler doğru ise? ki ben şüphe etmiyorum sizin açınızdan söylüyorum, ve ben
sizin sözünüze uyarak Allah'a isyan edersem bana o zaman kim yardım edebilir.
Ve bana zarardan başka bir ziyadelikte de bulunamazsınız. Yani siz bana fayda
veremediğiniz gibi ancak zararımı arttırırsınız diyor Salih Peygamber kavmine.
Günümüzdeki insanlara
da vereceğimiz cevap aynısıdır. "Efendim İslâm'ın doğruluğu konusunda
şüphemiz var?" diyorlar. Bizim o imansızların batıl oldukları konusunda
şüphemiz yok. Kesinlikle sapıktırlar. Hani bazı imansızlar, hocam bu biraz katı
değil mi? diyor. Yani bak biz her fikre saygılıyız. Sizin açınızdan sizin
sözünüz doğru. Kendi yaptıklarınızdan, geçen sene söylediklerinizi bugün
yalanlayabiliyorsunuz.
Bugün biraz mantıklı
olarak "Yahu adam belki haklı" diyebiliyorsunuz. Doğru kendi
mantığınız içersinde siz haklısınız. Çünkü akıl akıldan üstün, bunu kabul
ediyorum. Ama ben kendi aklıma göre hareket etmiyorum ki. "Aklımı yaradan
Rabbim Allah, vardır, birdir, şeriki benzeri yoktur. Onun doğru dediği
doğrudur. Onun yanlış dediği yanlıştır." Ben buna iman ettikten sonra
dünyanın bütün ilim adamları profesörleri bir araya gelecekler. Allah (c.c.)'ın
bir tek yasağı için "yok canım öyle şey olmaz bunun ilmi yönden şu
faydaları vardır" deseler bile katiyyen inanmam.
Ama bugün bu yasaklan
beğenmeyenler var. Mesela faizin faydaları konusunda üniversite
profesörlerinin hepsini konuşturun, size bireı cilt kitap yazıverir adamlar.
Ama yönetim Müslümanların eline geçerse, Bu sefer aynı adamlar size onar cilt
faizin zararları ile ilgili kitap yazıverirler. Yine Salih (a.s.) diyor ki:[84]
64- "Ey
kavmim, işte size bir mucize olarak Allah'ın dişi devesi. Onu bırakın Allah'ın
yeryüzünde yesin. Sakın ona kötülükle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap
yakalar."
"Bu sizin için
bir ayettir, bir mucizedir. Bu Allah'ın devesi sizin için bir mucizedir.
Bırakın onu kendi haline o bu Allah'ın mülkünde istediği gibi yayılsın, onu
kötülükle dokunmayın, yoksa çok yakın bir zamanda size kötülük dokunuverir,
azap alıverir" diyor.
Şimdi Salih (a.s.)'ın
devesiyle ilgili çok şey anlatılır. Tefsirlerimizde ama Rabbim burada
"Yalnız bu Allah'ın devesidir, sizin için bir ayettir" demiş, kimse o
yöne yönelmemiş. Tefsirlerimizde çok uzun bazen efsaneye varan
hikayeleştirilmiş uzun şeyler anlatılıyor. Genelde metodum şu, Kur'an ve
Sünnetin bildirmediklerine,yalnız tefsircilerimizin anlattıkları masallara pek
riayet etmemek prensibimdir. Ama Kur'an ve de Efendimiz'in sahih hadisi bir
olay hakkında bilgi vermişse, isterse mantığıma ters düşsün ben kabul ederim.
Derim ki mantığım yanlış algılıyor olayı, mantığım yanılıyor. Yoksa sahih
hadis, sahih haber yanılmaz.
"Bu Allah'ın bir
ayetidir, onu kendi haline bırakın ona kötülükle dokunmayın" diyor. Bunu
şöyle alalım. O tefsir kitaplarında uzunca hikâyeleşmiş şeklini ortadan
kaldıracağız. "Salih Peygamberin devesi var, bize de mucize olarak Rabbim
bunu verdi. Buna kötü niyetlerle dokunursanız başınıza bela gelir."
diyor. Buna benzer Allah (c.c); "buna yaklaşmayın" diyor. Adem (a.s.)
ve Havva validemize de "Şu ağaca yaklaşmayın, bu ağaca yaklaşırsanız
zalimlerden olursunuz" diyor. Peki o ağaç haram bir meyve mi idi? Yok.
Rabbim ona yaklaşmayı istemediğinden yasak vardı.
Şimdi bazı
kitaplarımızda yasakla haram aynı şey derler. Yasak ayrı şey, haram ayrı şey
ama genelde haramlar yasaklanmıştır. "Ama her yasak haram değildir. Ama
her haram yasaktır." Ayrıca orada Hz. Adem ile Hz. Havva validemizin
yediği meyve haram bir meyve değil, hatta tefsir kitaplarının ifade eltilerine
göre o buğdaydır, elmadır, incirdir derler. Ama hep bahsettikleri yememiz
helal olan ni'metlerdir.
Ama Rabbim yasak
koymuştur. O ayrı, ama onlar onu yeyince zalim oldular, yeryüzüne
indirildiler. Yemeselerdi Cennette kalacaklar mı idi? yine ineceklerdi, doğru.
Yemeselerdi yine ineceklerdi, doğru, niye?
Bakara sûresinde
tefsirini yaptık. Meleklere dediki Rabbim: "Yeryüzünde bir halife
yaratacağım" diyor.[85] Yani
Hz. Adem'in yaratılışı yeryüzüne halife olmak üzeredir. Ama yememiş olsaydı
Cennette eğitimini biraz daha fazla tamamlayacaktı diye tefsir edilmiş.
Yani eğitimde biraz
eksik olarak indirildi. Ama yine de Rabbine yönelerek dua etti, istiğfarda
bulundu, dualarının kabul edildiğini, Âyet-i kelimesiyle Allah (c.c.) af
edildiklerini haber veriyor.[86] Burada
da Salih Peygamber'in devesine kötü niyetle değerlerse azaba uğrayacaklarını
bildiriyor. Yani bu şuna benziyor: "Oğlum bak şu pim'e değme patlar, siz
zaten imansızlığınızla belayı hak ettiniz de pim'inize kendiniz
basabilirsiniz." Bu deveye değerseniz başınıza bela gelir diyor.[87]
65- Derken
onu (deveyi) kestiler. (Salih) dedi ki: "Evlerinizde üçgün daha
yaşayın" İşte bu yalan olmayan bir va'ddır.
Rusya'da veya
Amerika'da imansızlar çoğunlukta, orada milyonlarca kişi bir araya gelip
deveyi kesmeleri mümkün mü? Hayır, ama Rabbim onların hepsi deveyi boğazladılar
diyor. Deveyi boğazlayan bir kişi veya ona yardım eden iki kişi. Diğerlerinin,
bunların deveyi boğazlamasını onaylamaları o suça iştirak etmelerini gösterir.
Onlar deveyi boğazladılar, boğazlamaya katılmayanlar da gönülden "oh iyi
oldu" diye onayladılar.
Salih Peygamber diyor
ki: "Madem ki deveyi kestiniz, evinizde üç gün haydi gönlünüzce yaşayın.
Allah'ın vadi mutlaka gelecektir. Allah'ın vadinde hiç yalan çıkmaz"
diyor. Belanızı bulacaksınız artık bitti. Yani kendi pim'inizi kendiniz
çektiniz. Uyarıcı bir Peygamber olarak sizi uyarmıştım. "Sakın" ha
bu deveye dokunmayın" diye sizi uyarmıştım diyor.[88]
66- (Azâb)
emrimiz geldiğinde Salih'i ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir
rahmetle kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin kuvvetlidir, Azizdir.
67-
Zalimleri korkunç bir sayha yakalayiverdi de onlar yurtlarında çöküp kaldılar.[89]
68- Sanki
orada hiç yaşamamış gibi. İyi bilin ki Semud kavmi Rablerini inkâr etmişti. İyi
bilin ki Semud'a AIlah'dan uzaklık vardır.
Sanki orada hiç
yaşamamışlar gibi oldular. Yani evleri, yurtları, sarayları, mallan, mülkleri
yok oldu da, sanki orada hiç ikamet etmemiş gibi oldular. İyi bilin gözünüzü
iyi açın ki o Semûd kavmi Rabbini inkâr etmişti.
Yani bize diyor
Rabbim. "Gözünüzü açın, Rabbini inkâr edenlerin akibeti öyle oldu".
Bundan ibret alın ve o kavmi Semûd Rabbinin rahmetinden uzak oldu, Allah'ın
sevgisinden muhabbetinden uzaklaştırıldı. Yani siz Rabbimin sevgisinden
uzaklaşmamak için inkârı değil, imanı tercih edin. İsyanı değil ibadeti tercih
edin. Yalnız bu tercihle yerinilmeyecek tabii ki. Hani kurtulanlar kim, Salih
(as) ve Ona iman edenler ne yapıyordu onlar, o insanların imana gelmesi için
canla, başla mücadele veriyorlardı. Bizim de kurtuluşa ermemiz için yalnız iman
ettik deyivermemizle kurtulamayacağımızı ifade ediyor. Ayet-i kerime de
"Yalnız iman ettik demekle kurtulacaklarını mı zannediyorlar" diyor.[90]
Şimdi Kur'ân-ı
Kerîm'in çeşitli yerlerine serpiştirilmiş Peygamberlerin hayatlarımdan birer
yönü anlatılıyor.
Bu da bize şunu
öğretiyor. Bunlar size hikaye olsun diye anlatılmıyor. Bakın mesela Salih
Peygamberin hayatı burada var, bir başka âyet-i kerimede yine var. Fakat bu
sûrelerle farklı'yönleri, Salih (a.s.)'ın bir başka olayı bir başka cevabı
anlatılır. Allah'ın (cc) Hepsini bir sûrede ard arda vermeyişinin
hikmetlerinden birtanesi, bize Kur'an-ı masal kitabı olarak indirmemiştir.
Mesela İbrahim (a.s.) kıssasını baştan sona bir sûrede veriverseydi, biz de Onu
ezberieyiverseydik. O zaman siz bunu çocuklarınızı uyutmak için masal kitabı
yapardınız, olmaz.
Çeşitli yerlerde,
çeşitli imansızların söyledikleri sözler veya davranışlara karşı Peygamberler
nasıl tavır almış devamlı hatırlatılıyor. Mesela Kur'ân-ı Kerîmi baştan sona
okuyan bir insan Bakara sûresinde Musa (a.s.) kıssasını bir okur. Eğer
tekrarlanmayacaksa unutur. Âl-i İmran'da bir başka yönüne dikkat çeker. Tâhâ
sûresinde bir başka yönüne dikkat çeker. Bir başka sûrede ise bir başka yönüne
dikkat çeker.
Kur'an-ı baştan sona
okuyorsanız Musa (a.s.) ile, İbrahim (a.s.) ile, Hûd (a.s.)larla vb. beraber
olursunuz. Böylece bütün Peygamberlerle haşir neşir olursunuz ve duruma göre
tavır alma taktiğini Öğretir Peygamberler bize. Diyelim ki boks öğrenmek için
gidiyorsunuz. Bunun diyelim yüz tane oyunu var. Bir günde bütün taktikleri
size öğretiyorlar mı.? Hayır. Bugün şunu, yarın bunu öğreneceksiniz. Hatta
oyunların büyük bir kısmını birden öğrense bile diyor ki: "Rakibin 10
senedir maç tecrübesi var." yani o taktiğin çeşitli yerlerde uygulanabilirliğini
de denemek gerekiyor. Allah (c.c.) bu Peygamberlerin kâfirlere karşı
taktiklerini devamlı bize hatırlatıyor. Burada bir yönüne îbrâhim (a.s.)'ın
şahsında bir örneği veriliyor.[91]
69-
Elçilerimiz, İbrahim'e müjde ile gelerek "Selam" demişlerdi.
Ibrahimde onlara "Selam" demişdi. (İbrahim) hiç vakit geçirmeden
kızarmış bir buzağı getirdi.
Elçilerimiz yani
meleklerimiz İbrahim (a.s.)'a müjde ile geldiler, dediler ki:
"Selam" diyorlar. Buradan şunu anlıyoruz: Selamlaşmak çok eskilere
dayanıyor. Sadece Hz. Peygamber Efendimiz'e mahsus bir durum (sünnet) değil.
Ayette "Selamla
selamlandığınız zaman, ona daha güzel şekilde veya aynı ile selamla karşılık
veriniz" buyuruyor.[92] Bu
ayetten anlaşıldığı gibi Hz. İbrahim (a.s.) zamanında da selamlaşma var.
Melekler Hz. İbrahim (a.s.)'a selam verince O da onlara selam veriyor. Bu
ayetten hareketle sünnete uygun selam "Selamün aleykümdür' Sadece selam
demekte yeterlidir, ama sünnete uygun değildir.
İbrahim (a.s.)
denilince hemen akla Halil İbrahim sofrası gelir. Hz. İbıâhime (a.s.) Melekler
gelince hemen fazla durmadan pişmiş bir danayı getirir, ve misafirperverliğini
ortaya koyar. Yani Peygamberler bizim her halükârda örneğimiz. Her ne kadar
günümüz şartları bu misafirperverliği ortadan kaldırmaya çalışsa da misafirperverliği
bırakmamak gerekir. Zira biz Peygamberlerin yolcusuyuz.
Türkiye'de son
zamanlarda misafirperverliğin ölmesi biz Müslümanlardan kaynaklanıyor. Zira bir
hafta önceden hazırlık misafir geldikten sonra da bir hafta temizliği bir
misafir için 10-15 gün zahmet çekiliyor. Bu böyle olmaz. Misafire hazırlık
değil, evde bulunan ikram edilir. Zaten misafirin hafifi ağın yoktur. Ağır,
hafif diye ayırdı mı? Mesele bitmiş demektir. Herkesi Allah'ın kulu olarak
görmek gerekir.
Bir de Hz. Peygamber'
" iki kişinin yemeği üç kişiye, üç kişinin yemeği de dört kişiye yeter
" buyurmaktadır. [93]
70- Onların
(elçilerin) ellerinin ona (kızarmış buzağıya) ulaşmadığını görünce onlardan
hoşlanmadı ve içine bir korku düştü. "Korkma biz Lût kavmine
gönderildik" dediler.[94]
71- Hanımı
(Sara) ayakta idi. Güldü. Bizde ona (Sara'ya) İshâk'i, Ishâk'ın arkasından da
(torun) Ya'kub'u müjdeledik.[95]
72- Hanımı
dedi ki: "Vay bana, ben ihtiyar bir kadınım, şu eşimde bir ihtiyardır, ben
nasıl doğum yaparım? Bu gerçekten şaşılacak bir şeydir.
İbrahim (a.s.)'m
hanımı, insan şeklinde gelen meleklere "Hayret ben mi doğum yapacağım? Ben
ihtiyar bir kadınım. Kocam da ihtiyor." diyor. Rivayete göre Sara
validemiz 90 yaşında, Hz. İbrahim 100 yaşında. Bizim bu ihtiyar halimizle mi
çocuğumuz olacak. Çok acaib bir iş, bü garib bir olay.[96]
73-
(Melekler) dediler: "Allah'ın işinemi şaşıyorsun? Ey ev halkı, Allah'ın
rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. O Hamiddir. (Övülendir) Mecid'dir,
(iyiliği boldur).[97]
74-
İbrâhimden korku gidip sevinç gelince Lud kavmi hakkında bizimle mücadeleye
başladı.
İbrahim (a.s.)'dan
korku gidince onların melek olduğu ve kendisine bir çocuğu (İshak) olacağı
müjdesi verildikten sonra bu sefer. "Ya Rabbi Lût kavmini helak
etme," diye duaya başlıyor. Lût (a.s.)'ın kavmi ki kadınları bırakıp,
erkerlerle erkeklerin cinsel ilişki kurduğu bir kavim. İşte İbrahim (a.s.)
böyle bir kavmin helak olmaması için dua ediyor. Ve Allah da Onu övüyor.
İbrahim (a.s.) yumuşak huylu yanık yürekli Rabbine yönelmiş Peygamberdir.
Allah (c.c.) İbrahim
(a.s.)'a misafirlerin geldiğini ve misafirlerin melek olduğunu, fakat İbrahim
(a.s.)'m onları bir insan gibi görüp ikramda bulunduğunu meleklerin İbrahim
(a.s.)'ı çocukla müjdelediğini ve Lût (a.s.) kavmini helak etmek üzere
görevlendirildiklerini söylerler. İbrahim (a.s.) yumuşak huylu, yanık yürekli
Allah'a gönülden bağlı bir insandı. İçindeki yanık yürekliliği nedeniyle
Allah'a yönelir ve Rabbin-'den bu Lût kavmine fırsat tanımasını ister, bu kadar
pisliği işleyen bu imansızların helak edilmemesini Rabbim'den niyaz eder.
Bu konuda bu âyet-i
kerime'de İbrahim (a.s.)'dan korku gidip kendisine de müjde verildikten sonra
Lût kavmi hakkında mücadeleye başladı diyor. Mücadeleden maksat bir kısım
tefsirciler meleklerle mücadele ettiğini, tabiiki meleklerle yapılan mücadele
Allah'la yapılan mücadele demektir. Çünkü melekler kendiliklerinden bir iş
yapmazlar. Onun içindir ki Allah (c.c.)'dan emrinin tehir edilmesini istiyor
İbrahim (a.s.). Yani bu adamlar bu pisliği işliyorlar ama, Ya Rabbi! ne olur
bunlara bir tevbe fırsatı ver, yeniden bir hak daha tanıyalım der. Allah (c.c.)
kazanın geldiğini yani Allah'ın emrinin onlar hakkında tahakkuk ettiğini,
bunların helak olacağını bu konuda niyazda ve temennide bulunmaması gerektiğini
İbrahim (a.s.)'a bildirdikten sonra İbrahim (a.s.)'ı bize övüyor.[98]
75- Şüphesiz
İbrahim yumşak huylu, yanık yürekli, kendini Allah'a verendir.
İbrahim (as)'ı övmekle
Allah (c.c.) bize şu mesajı ulaştırmış oluyor. Günaha giren insanlar ne kadar
büyük günah içersinde olurlarsa olsunlar sizin onlara karşı davranışınız
İbrahim'in davranışı gibi olmalıdır. Yumuşak ve de yanık yürekli olmamız
gerekiyor.
Yanık yürekli insan
nasıl olur? Bu hadisi şerifde şöyle ifade edilmiş: Bir harb esnasında esirler
alınmış, esirlerin arasında ihtiyarı var, genci var, kadını var, çoluğu çocuğu
var, hepsi var. Çocuklar kadınlar hepsi birbirine karışmışlar. Peygamber
Efendimiz Ashabıyla beraber o olaya bakıyor. Kadının biri çocuğunu arıyormuş. O
çocuğa bakıyor, bu çocuğa bakıyor derken kendi çocuğunu buluyor, bağrına
basıyor. Sonra ona göğsünü verip emzirmeye başlıyor. Peygamber Efendimiz diyor
ki: "Şu kadını gördünüz, çocuğunu bulan ve bağrına basan kadını gördünüz.
Bu kadın bu çocuğu ateşe atabilir mi? Atamaz Yârasûlellah. İşte Allah (c.c.) de
mü'min kullarına karşı bu kadından daha merhametlidir."[99]
Şimdi o kadının
yavrusuna olan bir merhameti vardır. Onu arayıp buluyor, bizim de insanlara
karşı merhametimiz böyle olmalıdır en azından. Yani bu insanlar ateşe
düşüyormuş da kurtarıyormuşuz gibi olmalıyız.
ibrahim (a.s.) gibi
yanık yürekli olmalıyız. Yüreği yanık olmayan insanın başkasına fayda vermesi
mümkün değildir. Yani insanlara İslâmî mesajımızı götürürken İslâmı
ulaştırırken şu gözle bakabilirsek, "Bu adam Cehenneme doğru kendisini
atıyor, bile bile atıyor. Ve ben bu insana mani olmak için geldim. Elinden ve
gönlünden tutayım, bu adamın ateşe düşmesini engelleyeyim" diye geldim,
diyerek, gidecek olursanız insana, Allah ta nasip etmişse faydalı olunur.[100]
76- "Ey
ibrahim bundan (Lût kavmi için yalvarmakdan) vazgeç. Çünkü Rabbinin emri
gelmiştir. Şüphesiz geri çevrilmeyen azap onlara gelecektir.
Ey İbrahim! Sen bu
mücadeleden, yani Lût kavminin helak olmaması için niyazdan vazgeç. Rabbinin
emri mutlaka geldi, yani bu kavmin helak olması konusunda Rabbin emrini verdi.
Bundan sonraki niyazın faydası yoktur. Onlara geri çevrilmeyen azâb gelmiştir,
diyor Allah (c.c.)- Yani bundan sonra hiçbir güç, Peygamber dahil, İbrahim
(a.s.)'da dahil bunlara gelen azabı giderecek, geri çevirecek bir güce sahip
değildir. Çünkü Allah (c.c.) emrini vermiştir.[101]
77-
Elçilerimiz (genç delikanlı şeklinde) Lût'a geldiklerinde (oğlancı olan
kavminin onlara zarar vermesinden) onlar hakkında endişelendi, göğsü daraldı ve
"bu zor bir gündür" dedi.
Bir tarafta kendi kavmi,
yani kendisine iman etmeyen kavmi, Lût (a.s.)'ı inkâr eden, her türlü mesajına
red cevabı veren hatta Lût (a.s.)'la dalga geçen eğlenen adamlar. Öbür tarafta
Allah'ın elçileri yani melekleri insan suretinde gelmişler, insan güzeli
delikanlılar olarak Lût (a.s.)'m hüznü ise, üzüntüsü ise; Kur'an'ın ifadesiyle
kadınlarla cinsel ilişkide bulunmayıp da erkeklerle bulunmayı icad eden bu
toplum, bu genç delikanlıları görünce benim eve hücum edecekler bu sefer misafire
sahip olamamanın, misafiri koruyamamanın hüznünü taşıyor Lût (a.s.). Ve de
yüreği sıkışıyor, daralıyor ve diyor ki: "Bugün zor birgün, çok sinir
krizi geçirilecek birgündür" diyor Lût (a.s.).[102]
78- Daha
önce kötü işler yapan kavmi koşarak Lût'a geldiler. (Lût) dedi ki: "Ey
kavmim, İşte kızlarım (kavmimin kızları) bunlar sizin için daha temizdir.
Allah'dan korkun, misafirlerimin içinde beni rüsvay etmeyin. Aranızda aklı
başında bir adam yok mu?"
O kavmi, (yani Lût
(a.s.)'m kavmi) Ona koşarak geldiler. O gençlerin Lût (a.s.)'m evine girdiğini
görünce onlar koşarak geldiler. Onlar bundan önce de o pisliği yapıyorlardı,
yani ibneliği icad eden Lût (a.s.)'ın kavmidir. Lût (a.s.)'a inanmayan bu
inkarcılar ilk defa bunu icad etmişlerdi ve Lût (a.s.)'dan misafirleri
vermesini istiyorlar. Yoksa evinin kapısını kırıp atacaklarını söylüyorlar.
Lût (a.s.) onlara
diyor ki: "Ey benim kavmim, ey milletim! İşte kadınlarımız, kızlarımız
var. Yani kızlarım var derken bir Peygamber kendi kavmindeki bütün kızları
kendi kızı gibi kabul ediyor, öyle nitelendiriyor. İşte kızlarım var, Allah
kızları sizin için yarattı. Siz ihtiyacınızı kızlardan giderin, bu sizin için
daha temizdir. Bunlar sizin için daha temizdir. Niye pislikle uğraşıyorsunuz
ki Allah'tan korkun ve misafirlerin önünde beni mahcup etmeyin, beni rüsvay
etmeyin diyor. Yahu sizin aranızda şöyle aklı başında bir adam yok mu? Yani bu
işi engelleyecek iyi yola götürecek hiç aranızda akıllı bir adam yok mu?"
diyor Lût (a.s.) onlara. Diyorlar ki o ibneler:[103]
79- Dediler
ki: "Sen de biliyorsun ki senin kızlarında bizim hiçbir hakkımız yoktur.
Sen bizim ne istediğimizi biliyorsun."
"Sende biliyorsun
ki senin kızlarında, yani bu milletin bu ümmetin kızlarında bizim bir
alacağımız yok, bir hakkımız yok." Yani bizim kızlarla ilişki
kurmadığımızı biliyorsun, kadınları sevmediğimizi biliyorsun. Sen bizim ne
istediğimizi gayet iyi biliyorsun. İsteğimizi ver diyorlar. Lût (a.s.) kendi
kendine sızlanıyor.[104]
80- Lût dedi
ki: "Eğer size karşı bir gücüm veya sağlam bir sığınağım olsaydı..."
Keşke bunları
defedecek bir gücüm olsaydı veya sağlam sığınacak bir yerim olsaydı, Yani ya
ben kendim doğrudan bunları engelleyebilecek güce sahip olsaydım veya
sığınacak bir yerim olsaydı, misafirlerimle beraber kendisine sığınacağım
sağlam bir yerim olsaydı diyor Lût (a.s.).
Şimdi günümüzde her
türlü akımın daha önce işlendiğini tefsirimizin bir çok yerinde söyledik.
Çağımızda enson çağdaş 21. asrın insanıdır diye bize takdim edilen küfür
akımlarının tamamının geçmişten örneği vardır. Bunlar bu çağa yeni birşey
getirmiyorlar, Fikir planında getirmiyorlar. Teknolojide getiriyor,
tekerlekten bugünkü teknolojiye geçilmiştir. Ama fikir planında yeni birşey
getirmiyorlar. İmansızlığın her çeşidini getirsinler, söylesinler diyorum
bana. Kur'ân-ı Kerîm'de daha önce bunun ya Kabil tarafından, ya Nemrut
tarafından, veya Firavun tarafından, ya şeytan tarafından veya bir başka
imansız tarafından söylendiğini, yerini göstereceğim diye iddia ediyoruz. Bu
konuda da 20. asır çağdaş insanı olabilmenin yollarından biri de, (devletin
çağdaş olabilmesi için) ibnesinin sayısının şu kadara ulaşması gerekiyormuş.
Ama çağdaşlıkla alakası yok ta Lût (a.s.) kavmi de bunu yapmış ve bunun
neticesinde biraz sonra göreceğiz helak olmuşlar.[105]
81- (Elçi
melekler) dediler ki: "Ey Lût, şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar
sana asla ulaşamazlar. Gecenin bir kısmında aileni yürüt, içinizden hiçbir
kimse geriye bakmasın. Hanımın hariç. Onlara isabet eden (azâb) ona (hanıma)
da isabet edecektir. Onlara (azâb için) va'dedilen vakit sabah vaktidir. Sabah
vakti de yakın değil mi?"
Rabbim tarafından
topyekün helak edilmişler. Diyorlar ki, (melekler diyor.) O delikanlı suretinde
gelen melekler: "Ey Lût biz senin Rabbin tarafından gönderilmiş
melekleriz, biz elçiyiz. Onlar sana hiç birşekilde ulaşamazlar. Ulaşsalar bile
zarar veremezler, biz seni koruruz.
Bu âyet-i kerimeyi bir
başka yerde tefsir ederken bir başka âyet-i kerime; "Allah (c.c). Kapının
önüne kadar gelen ve o melekleri isteyen, genç delikanlıları isteyen o
toplumun gözlerini o esnada kör ettiğini" ifade ediyor.[106]
Sonra devam ediyor Lût (a.s.)'a "Gecenin bir yarısında aileni bu şehirden
çıkar. Hiç biri şehirden çıktıktan sonra geriye dönüp bakmasın, hanımın
müstesna, hanımın helak olanlar arasında olacaktır. Çünkü Lût (a.s.)'ın hanımı
da Lût (a.s.)'a inanmayanlar arasındadır.
Şimdi bu sûrede şunu
gördük. Lût (a.s.)'ın hanımı Lût (a.s.)'a inanmıyor. Nuh (a.s.)'ın oğlu Nuh
(a.s.)'a inanmıyor, İbrahim (a.s.)'ın babası oğlu İbrahim'e Peygamber olarak
inanmıyor ve bunlar imansız ölüyorlar. İbrahim (a.s.)'ın babası, Nuh (a.s.)'ın
oğiU; LQt (a.s.)'ın hanımı imansız ölüyorlar. Bunlar bize şunu gösteriyorki
kanbağı insanı ahiret-te kurtarmaz. Ancak dinbağı kurtarır, o da İslâm dini ile
olursa. Hrıstiyanlıkla, Yahudilikle olursa olmaz. Yahudilikle olmaz deyince Musa
(a.s.) zamanındaki Yahudilik insanı kurtarır. İsa (a.s.) zamanındaki
Hrıstiyanlık insanı kurtarır. Ama bugünkü saptırılmış şekliyle kurtarmaz.
Bugün insanları
kurtaracak olan tek şey vardır, o da bütün Peygamberlerin getirdiği, son
Peygamber'in bize öğrettiği İslâm dini ile bağlantımız varsa o bizi kurtarır.
Yoksa Peygamber çocuğu olmak veya Peygamber hanımı olmak veya Peygamber babası
olmak veya Peygamber Efendimiz'in amcası olmak insanı kurtarmaz. Ebu Leheb
kurtulamamıştır. O da gavur olarak gitmiş ve Cehenneme odun olmuştur. Leheb
sûresi'ni hergün okuyorsunuz.
Âyet-i kerime'nin
tefsirinde konu edildiğine göre onlar gecenin yarısında çıkıyorlar, Lût
(a.s.)'m kendisine iman eden kızları vardır. Kızları iman etmiştir ve bir de
sayısını bilemiyoruz, birkaç iman eden insanları alıyor, şehirden dışarı
çıkıyor ve ondan sonra olan oluyor.
Hanımına o kavme
isabet edenin aynısı isabet edecek, hanımı da helak olanlar arasında olacaktır.
Onların azabının zamanı sabah vaktidir. "Sabah yakın değilmi?" diyor
Allah (c.c).[107]
82- (Azâb)
emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik. Üzerlerine ard arda dizilmiş
çamurdan taş yağmuru yağdırdık.
Nasıl helak
olduklarını anlatıyor. Bizim emrimiz gelince o yerin altını üstüne getirdik.
Ve onların üzerine pişirilmiş ard arda taşlar yağdırdık, yağmurun yağması
varya öyle birşey.[108]
83- Rabbin
tarafından işaretlenmiş (taşlar yağdırdık). Bu (taş yağmuru) zalimlere uzak
değildir.
Ateş gibi taşlar ard
arda yağdırılıyor. Öyle taşlar ki Rabbin katından da belirlenmiş şekliyle,
yani şöyle tefsir etmişler: Hangi taşın hangi kâfire vurup öldüreceği de
belli, yani taş şaşmıyor. Hangi kâfire belirlenmişse o kâfiri bulup onu
öldürüyor. Tıpkı günümüzdeki güdümlü mermiler gibi "Böylesine işaretlenmiş
olduğu halde taşlar yağdırdık onların üzerine. Bu zalimlerden uzak
değildir."
Bu tür helâklar, bu
tür azâblar ve o taşlar bütün zalimlerden uzak değildir. Tefsirciler toprağın
altındaki lavların üstüne çıktığını ve üzerlerine yanmış, pişirilmiş taşlar
yağmak suretiyle bu dünyada azâblarını çektiler. Yani yanarak öldüler. Ahirette
azâb çekmeye devam edecekler.
Bugünkü ibnelerle o
günkü ibneler arasındaki fark şu: Onlar biraz daha bugünkülere nisbetle
saygılılar, biraz daha uyanıklar. Ayetin bir başka yerdeki tefsirinde, O Lût
(a.s.)'ın kavmi diyorlar ki:"Bu Lût ile buna iman edenleri bu şehirden
sürüp çıkaralım, bunlar temiz adamlar"[109]
Yani o zamanın ibnelerinin farkı bu. Lût (a.s.)'a iman edenlerin temiz
kaldıklarının şuurundalar. Ama bugün gazetenin birine demeç vermiş ibnelerin
başı, diyor ki: "Bu işle ilgilenmeyen insanlar aslında anormaldir."
Yani kendi anormalhiğini diğerlerine nisbet ediveri-yor adam. Onun için
bugünkülerden onlar biraz daha insaflı. Bugünküler biraz daha tedaviye muhtaç
olanlardır. Bizim yapmamız gereken bunları tedavi etmektir.
İslâmî bir devlet
gelecek olsa bunları öldürür mü? Öldürmez, İslâm hukuku, geçmişe şâmil değildir
der. Kur'an'da bu husus "İllâ mâ gad selef" diye okuduğumuz âyetlerin
hepsi, bu hüküm geçmişi şâmil değildir manasınadır. Bir hüküm bildirilir
"İllâ mâ gad selef" der, geçen geçmiştir. Çünkü şu andaki şu
memleketteki şu kadar vesikalının olması, şu kadar hırsızın olması, şu kadar
ibnenin olması, bugünkü sistemin uygulanışının neticesinde meydana gelmiştir.
Yani bunlar kurbandır. Kurbanlar cezalandırılmaz tedavi edilir. Ama bunları bu
yola sevk edenler eğer tevbe etmezlerse cezalandırılırlar.
Peygamber Efendimiz (a.s.)
Mekke'yi feth ettiğinde bütün suçluları affetmiştir. Ancak şu onüç kişi
Kabe'nin Örtüsüne sarılsalar yine de öldürün demiş. Mekke'ye saldırırken emir
vermiş bu onüç kişiyi nerede bulursanız öldürün demiş. Efendim Kabe'nin içinde
adam öldürülmez ya, Kabe'nin örtüsüne sarılsa bile yine öldüreceksiniz demiş.
Ama onlar gizlenmeyi başarmışlar, göze görünmemişler, zaman içinde Müslüman
olmuşlar. Peygamber Efendimiz'e gelip "Ya Rasurüllah ben filan adamım,
Müslüman oldum" demişler. Peygamberimiz de af etmiş. Çünkü tevbe edenlere,
şehâdet getirenler kılıç kalkmaz. İki tanesi öldürülmüş o onüç kişiden. Onun
için kurbanlar cezalandırılmaz. İnsanların bu yola bilinçli bir şekilde sevk
eden insanlar eğer tevbe etmezlerse, suçlarını itiraf etmezlerse onlar
cezalarını çekebilirler.
Daha uzun başka bir
sûrede Lût (a.s.) kavmi tekrar yine anlatılıyor, niye anlatılıyor. Önemli
olduğundan dolayı. Çünkü Lût (a.s.) döneminde bu pislik türemiş. Bu mikrop
ondan sonra gelecek olan imansızlar tarafından da yürürlükte kılınacağını
Allah (c.c.) bildiğinden ara ara bunu bize tekrarlamak suretiyle bunlardan
korunmamız ve nasıl davranmamız gerektiğini Rabbim öğretecektir bize. Onun
için fazla üzerinde durulan bir konudur. "Allah'tan başkasına ibadet
etmeyin. Yalnız Allah'a ibadet, itaat edin" konusudur. Çünkü insanların
karşısında en muhatap oldukları konudur.
Birileri çıkıyor,
Allah'ın kanunlarına değil benim kanunlarıma uyacaksınız diyor. Rabbim de
özellikle bunun üzerinde çok durur her sûrede durur. Derken insanların yemesi
içmesi vardır, yediği vardır. Haram lokma üzerinde çok durur ve insanın cinsel
ilişkiye ihtiyacı vardır. O konu üzerinde durur. Nisa sûresi'nde geçti. Nasıl
evleneceğimiz, kiminle evleneceğimiz, kiminle evlenmeyeceğimiz, o konuları
belirledi. Ve böyle bir sapma olacak olursa bunların da nasıl düzeltileceği
konusunda Allah (c.c.) işaretler veriyor ve düzelmeyenlerin de bu dünyada da
cezaya uğradıklarını yalnız ahirete kalmadıklarını bu dünyada uğradıklarını
ifade ediyor.
Günümüzde de bu
dünyada cezaya uğradıklarını geçen seneki, evvelki seneki gazetelerde gördük.
Bu dünyada halen tedavisi tesbit edilemeyen, bulunamayan hastalığın bu yolla
ürediğini doktorlar söylediler. Tedbir almak için yollar aradılar ve Batıda bu
milleti hayran bıraktıkları, yani batıdan birçok insana hayran bırakmışlardı.
Televizyonda görürsünüz, filan artist öldü diyor. Bu benim anam değil, babam
değil, bir ilim adamı değil, sanatkar değil. Neymiş? AİDS'den ölmüş, bir
Amerikalı artistmiş. Yani bu milleti onlara hayran bıraktırdılar, bugüne kadar
ve hepsi de sırayla gidiyorlar. Geçende onların berberi de AİDS'den gitmiş,
gazetelerin yazdığına göre.
Onlar cezasını bu
dünyada iken çekiyorlar, ama bu bizi sevindirmez. Onlardan fazla yine de bizi
üzer. Çünkü onlar kurban. Bunlar Mındıkoğlu veya zındıkoğlu denen biri bu işin
aracılığını yapıvermiştir. Ve bunları kurban etmiştir. Tabiiki devletin özel
gayretiyle olmuştur. Niye özel gayret gösteriyor devlet? Şu kadar ehliyetli
adam olacak, şu kadar su harcamamız olacak, şu kadar elektrik harcamamız
olacak. Avrupaya girebilmemiz için şu kadar kağıt harcaması, yani fert başına
şu kadar kağıt, fert başına şu kadar su, elektrik. Nüfusa şu kadar oranda
ehliyet olacak. Nüfus başına şu kadar da ibnesi olacak deyince bunu artırmak
için gereken gayreti gösteri veriyorlar.[110]
84- Medyen'e
de kardeşleri Şuayb'ı (Peygamber olarak gönderdik.) Dedi ki: "Ey kavmim,
Allah'a ibadet edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Ölçü ve tartıları
eksiltmeyin. Ben sizi hayır içinde (zengin) görüyorum. Herşeyi içine alan
(ahiret ) gününün azabından sizin için korkuyorum."
Şimdi de Şuayb
(a.s.)'ın kıssasına kısaca değinecek Rabbim. Burada da "Medyen halkına da
onların kardeşi olan Şuayb'ı gönderdik." buyuruyor. Yani aynı milletten
olduğuna işaret ediyor. Medyen halkından Şuayb isimli birini o halka Peygamber
olarak gönderdi Allah (c.c). Dedi ki: Ey benim milletim Allah'a ibadet edin.
Allah'a kulluk edin." Allah'a kulluk edin deyince anlıyorsunuz, ibadeti
yalnız oruç, hac, zekat, namaza sıkıştırmıyoruz. İnsanoğlunun Allah'ın
emirlerinin tamamını yerine getirip yasaklarından kaçınmasına ibadet diyoruz,
kulluk diyoruz.
Yani İslâm hukukunda
emredilenlerle, yasaklananları yerine getirmeye biz ibadet diyoruz, kulluk
diyoruz. Yalnız ve yalnız Allah'ın emirlerini kanununu tatbik ediniz. O
Allah'tan başka sizin için hiçbir yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici yoktur. Niye
Allah'tan başkasını yönetici seçiyorsunuz ki başınıza Allah'ın emir ve
yasaklan dururken bu bütün Peygamberlerin müştereken söylediği ifadedir.
Daha önce Lût (a.s.)
aynısını söylüyor, İbrahim (a.s.) aynısını söylüyor, Nuh (a.s.) aynısını
söylüyor. Ama sonra devam eden bölümde her toplumun özel hastalığına dikkat
çekiliyor yalnız. Hani Lût (a.s.)'m kavminde, kavmine "Ey kavmim Allah'a
kulluk ediniz" dedikten sonra siz kadınlar dururken niye erkeklere
gidiyorsunuz diyor. Burada da Şuayb (a.s.) Medyen halkına diyor ki:
"Sakın ha ölçü ve tartılarınızda noksanlaştırma yapmayınız." Çünkü
Medyen halkı o gün için Mısır, Yemen, Mekke ve Şam arasında ticaret
kervanlarının kesiştiği bir yerde bulunuyor. Yani ticaretle geçimini temin
eden bir millet Medyen halkı. Elleri hep terazide ve Peygamber bunların en
büyük hastalığının da terazide eksik tartmayla olduğunu gördüğünden evvela
Allah'ın kanununa riayet edin diyor. Sonra da diyor ki: "Sakın ha ölçü ve
tartılarınızı eksik yapmayınız." Hastalıkları bu onların.
Ben sizi hayır üzerine
görüyorum ve sizin üzerinize herşeyi kuşatan bir azabın gelmesinden korkuyorum
diyor. Sizin adınıza gelecek olan azâbdan ben korkuyorum. Daha önceki
Peygamberlerin de söylediği gibi size gelecek olan azâbdan ben korkuyorum.
Şöyle bir durum, adam arka arkaya gidiyor. Siz bakıyorsunuz ki adam gitmiş,
gitmiş bir uçurumun kenarına gelmiş, atılmak üzere, arka arkaya giderken adam
korkmaz. Çünkü uçurumu görmüyor. Veya kör adam giderken tam uçurumun kenarına
gelmiş bir adım daha atsa uçacak, adamın hiç korkusu yok. Çünkü uçurumu
görmüyor, ama siz korkarsamız. Velevki kör düşmanınız bile olsa korkarsınız.
Yani oraya düşmemesi için gayret gösterirsiniz.
İşte Peygamberler de,
Peygamberlerin ümmetleri de azaba düşmesinden korkarlar. Düşen insan korkmasa
bile bunlar korkarlar. Hani bir adam deseki size: ben Allah'ın azabından
korkmuyorum, atsın beni Cehennemine dese, bizim yüreğimiz hoplamalı. Yahu
düşüyorsun, diye korkmamız lazım. Sen kör gibisin veya arka arkaya yürüyen adam
gibisin veya elektriğin çarpıcı olduğunu bilmeyen çocuğun elektrikten tutması
gibi tutuyorsun bu olayı, ama ben korkuyorum. Anne korkuyor çocuğunun
elektriğe değmesinden. Aynı şekilde bizde korkuyoruz.[111]
85- "Ey
kavmim, ölçü ve tartıda adaleti yerine getirin. İnsanların eşyasını
eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak kötülük yapmayın."
Ey benim kavmim, ey
benim milletim! Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Ne fazla olsun, ne
eksik olsun, tam adil olsun ölçü ve tartılarınız. İnsanların eşyalarında
eksiltme yapmayın insanların eşyalarını değersiz hale getirmeyin manasına da
geliyor. Eksiltme yapmayın, değersiz hale getirmeyin de ve yeryüzünde de
bozgunculuk yaparak koşmayın, bozgunculuk için koşmayın yeryüzünde diyor
onlara.
Eşya herşeye
söylenebildi ifadedir. Türkçemizde de kullanırız bunu, şöyle böyle şeyler
deriz veya eşya deriz. Eşya şeyin.........çoğulu, şeyler dedik mi eşyayı tarif
ediyor. Hefşeyi içine alan bir ifadedir eşya, öyle ise insanların sahip
oldukları şeyleri değersiz hale getirmeyin.
1- Malını
değersiz hale getirmeyin.
2- Şahsiyetini
değersiz hale getirmeyin.
İnsanı değersiz hale
getirmeyin, harcamayın bu insanları, israf etmeyin. İnsanların ve insanların
sahip oldukları şeye değer veriniz. Onlan değersiz hale getirmeyiniz,
Alınterini değersiz hale getirmeyin, hani çalıştığının karşılığını verin,
onların değerinin daha altında vermeyin manası var bu tüccarlara.[112]
86- Eğer
iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin
üzerinize bekçi değilim.
Allah'ın bu haram
kıldıklarının dışında helal kıldıkları sizin için daha hayırlıdır manası
vardır. Eğer iman ediyorsanız, "Helâl sahası insanın keyfine kafidir"
demişler. Haram mıntıkasına geçmeye gerek yoktur. Helal mıntıkası yetiyor bize.
Eş alacaksınız, kadına ihtiyacınız var, helâl mıntıkasında arayacaksınız.
Zinaya gitmeyeceksiniz. Lokmanız gibi ihtiyaçtır bu, burdan bir lokmanın
geçmesi lazım, helal yollarla da bunu temin etmeniz mümkündür. Harama
gitmeyiniz. Ağzınızdan çıkan kelimeler güzel olsun, çirkin sözlere, kötü
sözlere tevessül etmeyin.
Yani helal mıntıkasında da
insan keyfine göre yaşayabilir. Allah onu ifade etmek ister. Allah'ın
yasakladıklarından geri kalanları sizin için daha hayırlıdır. Yani bunlar
yasaklanmış ama "bunlar yasaklanacak olursa biz ne ile geçineceğiz,
tartıyı teraziyi, ölçüyü, metreyi biraz sündürmezsek, kendimize çekmezsek nasıl
geçineceğiz? Veya bu işçilerin ücretini biraz daha kısmazsak ne olur bunun
sonu?" demeyin.
Rabbim diyor ki:
"Bunları vaptıktan sonra da geri kalanryla siz geçinirsiniz, sizin için
de o daha hayırlı olur. Eğer iman ediyorsanız." İman etmiyorsa ayrı,
yetişmez o zaman. Çünkü helâl ile karnı doymaz. İman etmeyen bir adam mutlak
surette haram ister. Çünkü yakışmaz, helâl o mideye, yakışmaz. Hani o tuvaletin
kapısına gül takmak gibi birşey olur. Veya gül koymak gibi birşey olur. İki
koku birarada olmaz ki. Ne yapıyor tiryakilerimiz sigara ile gidiyor tuvalete,
yani onun kokusunu o bastırsın diye. Oraya o layık, başka birşey değil.
"Ben sizin
üzerinize gözetleyici değilim", ben görevimi yerine getiririm. Bu emir ve
yasakları Rabbimden bana nasıl bildirilmişse size ulaştırırım, sonra da sizi
sorguya çekecek değilim. Ben niye yapmadınız, niye yerine getirmediniz diye
zorlayacak değilim. Ben görevimi yerine getiriyorum. Allahdan sakınmak sizin
için daha hayırlıdır.[113]
87- Dediler
ki: "Ey Şuayb, senin namazın mı sana, babalarımızın tapındığını
terketmeyi, mallarımızda dilediğimiz gibi yapmayı, bırakmayı emrediyor? Sen
yumuşak huylu, akıllı bîr kimsesin."
Namaz çok önemli,
adamlar her türlü ibadetinize, dini inancınıza saygı duyarlarda namazınıza
saygı duymazlar. Birçok yerde biz dini bütün adam isteriz. Dinine, inancına
saygılıyız derler de, o meclisde namaz kılınmasına dayanamazlar. Bir arkadaşım
anlattı; "Beni de mason yapmak için geldiler" diyor. "Nasıl olur
demiş, beni niye çağırıyorsunuz buraya. Ben namazını kılan bir adamım, dinine
bağlı bir insanım." Zaten biz seni onun için çağırıyoruz demişler. Biz
dinine saygılı adamları isteriz, dinsiz adam istemeyiz" demişler masonlar.
Dedim ki; "Doğru söylüyorlar. Dinsiz adam istemiyorlar. Ama bunların
Hindistan'da da şubeleri var. Hindistan'da da ineğe tapanları isterler. O merkezde
de biz dinsiz adam istemeyiz, ineğe tapman gerekir" derler. Tibetin orada
da fareye tapanlar varmış. Bir ara gazetenin biri gitti, resimlerini de çekti.
Ordakilere de biz dinsiz adam istemeyiz, senin fareye tapman lazım diyorlar.
Tibeîin yöneticisine veya oradaki yetkili insanlara diyorlar.
Şimdi bunu demekle,
adam şunu demek istiyor; yani "Senin namaz kılmanla, fareye tapman arasında
zerre kadar benim açımdan farkı yok. Gel fareye tapanla, sen, üyemiz ol."
Tabiki bu arada onunla yan yana gelmekle senin şahsiyetin zedeleniyor. Peki
girdiniz, namaz kılmanıza müsaade ederler, ama oradaki toplantıda kılmanıza
müsaade etmezler, o meclisde namaz kılmanıza müsaade etmezler. Merkezde
kılmanıza müsade etmezler. Evde kıl, camide kıl, bizim buraya geldiğinde kılamazsın,
yer yok çünkü.
Şuayb (a.s.)'m
namazına da, devamlı her Peygamber gibi diyorlar ki: "Yahu senin namazın
mı bu atalarımızın yolundan gitmemizi engelliyor" diyorlar, veya
malımızda istediğimiz gibi tasarruf etmeyi engelleyen namazın mı senin?
Liberal ekonomi, serbest ekonomi denen şey, yeni şey değil. Medyen halkı bunu
daha önce yapmış . Aynı ifade dilediğimiz gibi malımızı tasarruf ederiz,
dilediğimiz yönden parayı kazanırız. Köşe döneriz, avrat satarız, kendimizi
satarız, teraziye alt yaparız, üst yaparız, kim nereden kazanırsa kazansın,
kazandığını nereden kazandın diye sormayız. Sen soruyorsun, bunu namazın mı
emrediyor diyorlar.
Serbest ekonomiyi daha
önce Medyen halkı uygulamış. Oğlum parayı kazan da nereden, nasıl kazanırsan
kazan demişler. Eskiden dilencilerde icazet alırlarmış. Şimdi elbiseyi eski
giyen tersine giyen çıkıyor dileniyor, yoksa icazet almadan dilendirtmiyor.
Aynı zamanda Mafya babası olan dilencilerin babası dilendirtmiyor. Dilencilerin
birisi bu mafya babasına yıllarca hizmet etmiş, ondan icazet almak için. Yıllar
sonra birgün baba bu çömezi hamama götürmüş, hamamda iyice keselenmiş. Sonra da
dönüp; "Bir dileğin var mı ?"demiş. Çömez de; "Ne olur bana da
icazet verseniz demiş. Ondan sonra ben de dilensem kendi adıma." O da
"pek sevdim seni, çıkınca vereceğim" demiş. "Tamam
dilenebilirsin gayri. Yalnız sana nasihatim var demiş. Kim olursa olsun isteyeceksin.
Yani bu paşaymış, bu ağayrnış, bu reisi cumhur-muş, fakirmiş yok, isteyeceksin.
Nerede olursa olsun isteyeceksin, ne verirse versin alacaksın tamam mı?" O
da "Tamam efendim" demiş, elini açmış "Allah rızası için
demiş", dilenciler başına. Mafya babası şaşırmış "Ulan bana da mı
"demiş. "Efendim dedin ya kim olursa olsun." Oğlum hamamda mı?
"Efendim nerede olursa olsun." "Ulan burada tastan başka birşey
yok" demiş. "Efendim ne olursa olsun" demiş.
Şimdi bugünün
ekonomistleri de diyorlar ki, nerede olursa olsun vuracaksın, çalıp
çırpacaksın. Bakanlık koltuğunda, ister otobüste yanın-dakini çarpacaksın,
nerede olursa olsun, kim olursa olsun. Baban varsa soyacaksın. Kim olursa
olsun, soyduğun, ne olursa olsun. "Alınmayacak satılmayacak birşey
yok"diyorlar. ve aynısını Şuayb (a.s.)'a iman etmeyenler söylüyor.
"Senin bu dinin, namazın mı, malımızda istediğimiz gibi alma, satma,
verme, kazanmayı bize engelliyor" diyorlar. Sen önceden halim selim,
yumuşak huylu bir adamdın, ne oldu sana? Bizim köşe dönmemize mani oluyorsun
diyorlar.
Daha önce demiştik ya,
bugün üretilen her türlü fikrin geçmişte yaşanmışım Kur'an'da buluyoruz. Onun
için "hocam ben, tarih ile ilgili kitap okumak istiyorum" diyen adam
"Kur'an okusun. Hocam ben bu kış biraz kurgu bilimle ilgili kitap okumak
istiyorum derse Kur'an okusun. Hocam ben felsefi akımları öğrenmek istiyorum
derse Kur'an okusun." Çünkü bu tür adamların ne söylediğini Rabbim
Kur'an'da haber vermiş.
Bu konuda kitap okumak
istiyorum derseniz yine de Kur'an okuyun derim. Çünkü yeni birşey yok. Düşünce
planında yeni birşey yok. Söylenen yeni birşey de yok. Müslüman kesimin de
söylediği yeni birşey yok. Söylediğimiz Hz. Adem'den beri bütün Peygamberler
vasıtasıyla söylene gelmiş şeylerdir. Diyorki:[114]
88- (Şuayb)
dedi ki: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbîmden bir beyyine üzerinde isem ve o
bana kendisinden güzel bir rızik vermişse, ne dersiniz? Size yasakladığım
şeyleri (kendim yaparak) size muhalefet etmek istemem. Gücümün yettiği kadar
düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah iledir. Ona güvendim ve yalnız ona
yönelirim."
"Ey benim
milletim, siz ne diyorsunuz? Ben Rabbimden bir beyyine üzerine isem, bir
beyyine ki kendinden gönderdiği bir mesajla gönderiyor ve beni güzel bir
rızikla rızıklandırıyor." Yani hem Peygamberliği bir nzık olarak kabul
ediyoruz, hem de helâl azıklarla rızıklandırıyor. Rabbim bu ni'metleri bana
verdiği halde ben sizin sözünüze uyup ta peşinizden mi gideyim? Harama mı
dalayım? diyor.
Günümüzde de
insanların bu imansız kesimin imanlı kesime söylediği bundan başka birşey
değil. İmanlı kesimin de vereceği cevap aynen Şuayb (a.s.)'m dediği gibi
olmalıdır. "Ne yapalım yani, Kur'an böyle derken İslâm böyle emrederken
ben, sizin bu serbest ekonomi dediğiniz, liberal ekonomi dediğiniz şeyi mi
kabul edeyim?" Buyurun işte örnek. Geçtiğimiz seneler içinde avrat
ticareti yapan avrat, İstanbul'da vergi rekortmeni olmuş ve kadının biri geçen
gazetede yurt dışında işte bilmem ne dergisine kapak olmaya kabul edilmişte,
yani fahişelikte eşi benzeri yokmuş. Altında yazıyor gazete, "bunun bir
benzeri görülmedi, fahişelikte bugüne kadar. Ve yurt dışında Türkiye'yi temsil
edeceğimden dolayı çok mutluyum" diyor. Fahişeliği ki söylemekten edep
ederim.
Bize diyorlar ki:
"Siz uyun, demokrasi var, demokrasinin gereği olarak bak bunlar çoğunlukta
siz uyun." Bakın 60 milyon küsur insan maazallah öyle olsa tek biz kalsak,
değil öyle, beş milyar insan öyle olsa, birtek biz kalsak; "Rabbim böyle
emretti" deyip burda kalmakla mükellefiz.
Yeni bir kitap
yazılmış hoşuma gitti. Okumadım da adamın kitabının ismini gördüm,
"İlimde demokrasi olmaz" diyor. Kitabın adı böyle,
çok hoşuma gitti.
Müslüman bir adam yazdı. Ahmet Yüksel Özemre diye değerli bir profesörümüz.
İçeriği ne olursa olsun isim çok güzel. İlimde demokrasi olmaz, dinde demokrasi
olmaz, imanda demokrasi olmaz. Yani Allah birdir. Biz diyoruz ki iki milyar
Hıristiyan Allah 3 dese, oylama yapsak iki milyarı diyor ki 3, bende diyorum
ki 1. İmanda demokrasi olmaz. Yok efendim çoğunluk 2 milyar insan 3 diyormuş.
Rusya'da şu kadar milyon insan da hiç yok diyormuş, . Hiç benim aklıma girmez.
"Allah vardır, birdir, şeriîki ve nazırı yoktur." Bizim diyeceğimiz
budur. "İmanda demokrasi olmaz", "hukukda demokrasi olmaz."
"Allah (c.c.)'ın emir ve yasağı doğrudur. Beş milyar insan eğridir dese
kabul etmem, çünkü beni Yaratan diyor ki bu doğrudur.
İmanda demokrasi
olmaz, ahiret vardır, gidip görmedik ama Rabbim demiştir ki vardır. Bu kadar
milyon veya milyar insan yoktur deseler, "Vay efendim oylama yaptık,
kardeşim sen de gel buraya uy dese olmaz." Pislik üzerinde insanlar
birleşecek olurlarsa âyet-i kerimede diyor, onlara tâbi olma. "Çoğunluk
sapıklıkta devam ediyorlarsa, onlara uyma. Seni yolundan sapıtırlar "
diyor Allah (c.c).[115]
Hani yasakladığım
şeyler varya, onları yasakladığımda size ben muhalefet etmem. Yani
yasakladıklarıma ben kendim de uyarım. Türk-çede bir tabir vardır; "Ele
verir talkını, kendi yutar salkımı." Bu yasaktır diye fetvayı verir, ama
o yasağı kendisi çiğner. Peygamber diyor ki: Şuayb (a.s.) yasakladıklarıma ben de
riayet ediyorum, yasakladıklarıma kendim muhalefet etmiyorum. Yani emir ve
yasakları ben size söylüyorum. Ama önce fiilen kendi hayatımda tatbik
ediyorum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) içinde Rabbim "Sizin için Allahm
Rasülünde güzel örnek vardır."[116] diyor.
Yani bu emri Peygamberimiz nasıl yerine getirmiş, fiilen kendi hayatında tatbik
etmiş. Ona bakacağız, bu yasaklardan nasıl korunmuş, Peygamber Efendimiz'e
bakacağız ve ona göre hareket edeceğiz. Yani ben Peygamberim bu emir ve
yasakların üstündeyim dememiş. Peygamberler bizzat yaşayarak örnek oluvermişler.
Ama Peygamberliğin dışındaki sistemlerde ise adamlar kendilerini bir üst
tabaka olarak görüyorlar.
Meselâ Türkiye'de de
vardır, dünyada da vardır bu adamlar. Dokunulmazlığı var, siz bir adama bir tokat
vurursunuz, savcı el koyma hakkına sahip. Ama bir milletvekili gelip size bir
tokat vurursa savcı müdahale edemez. İçeri atamaz, adamın herşeyin üstünde
olma hakkı vardır. Kimden alıyor bu hakkı? Kendileri icad ediyorlar, kendi
kendilerine böyle bir hakkı tanıyorlar.
Bizim Peygamberimiz
diyor ki: "Ben de bu kanunlara bağlıyım, yasakladıklarıma muhalefet
etmem, emrettiklerimi yerine getiririm. Gücüm yettiği kadarıyla düzeltmeye
çalışıyorum, düzeltmeyi istiyorum.
Gücümün yettiği kadar.
Başarım Allah'tandır." Yani ben bu işi başarır-sam benden değil, başarım
Allah (c.c.) tarafındandır. Çünkü birçok Peygamber gelmiş. Peygamber (s.a.v.)
Buhari'de rivayet edilen bir hadisi şerifinde bize bildiriyor k;i öyle
Peygamberler gelmişki, dünyada birtek ümmeti olmamış. Yani Peygamber olarak
gönderilmiş, bir topluma anlatmış, görevini yerine getirmiş, eceli gelince
vefat etmiş. Rabbi-min huzuruna gitmiş, birtek ümmeti yok. Böyle Peygamberler
olmuş. Peygamberimiz bunu haber veriyor.
Bu Peygamberlerle biz,
Şuayb Peygamber arasında, bizim Peygamberimiz arasında fark gözetmeyiz. Hergün
yatsı namazında diyoruz. "Biz Peygamberler arasında ayırım
yapmayız." Bunlar aynı kaynaktan gelen sular gibidirler. Yani değişirler,
kaplar değişir ama kaynak aynı, kaynağın suyu aynı. Kaplar değişik. Kaynak
Rabbimden geliyor. Gönderen O, ama hani sürahiler değişik olur. Değişik
sürahilerde sular ayrı şekil alırlar, ama su olmaları bakımından aynı kaynağın
suyudurlar.
Demek ki bütün
peygamberler mesaj olarak "Allah'ın mesajını" ulaştırdılar, ama
çağları değişik ve çağlarda hitab ettikleri insanların davranışları değişik.
Farklılık buradan kaynaklanıyor. Biz o Peygamberleri de başarılı olmuş
biliyoruz. Yani burada da Şuayb (a.s.); "Başarılı olursam, başarım
Rabbim'dendir. Başarısız olursam yine Rabbim'dendir. Değişen birşey yok. Ben
Ona güvendim ve ben Ona yöneldim" diyor.[117]
89- "Ey
kavmim bana karşı gelmeniz sakın sizi Nuh'un kavmine veya Hû d'un kavmine veya
Salih'in kavmine isabet eden azabın bir benzerine sevketmesin. Lût'un kavmi
size pek uzak değildir."
Ey benim milletim! Ey
benim kavmim! Bana muhalefet ettiniz, beni kabul etmiyorsunuz, Peygamberliğimi
reddediyorsunuz, emir ve yasaklanma uymuyorsunuz. Bana olan bu muhalefetiniz;
sizden önce Nuh (as)'ın, Hûd (as)'ın, Sâlih'(as)'m kavminin başına gelenlerin
sizin de başınıza gelmesine sebep olmasın.
Yani yaptıklarınız
size öyle birşey kazandmyorki, daha önce onu Nuh'un kavmi de kazanmıştı, o
belâyı hak etmişti. Hûd'un kavmi de, Salih'in kavmi de hak etmişti. (Burada
geçmişten misâl getirmek suretiyle halka birşeyler öğretiyorsunuz) "kabul
etmeyiz" diyorlar. Bakın kabul etmezseniz daha önce Nuh (a.s.)'m Hûd'un
(a.s.)'ın Salih'in (a.s.) veLut (as)'ın kavimleri kabul etmedi, onlar da.helak
oldular. Onların başına gelenler sizin de başınıza gelmesin diyor Şuayb
(a.s.).
Lût.kavmi ki size pek
uzak değil. Yani hem yurt olarak uzak değil. Yurtlarını biliyorsunuz,
görüyorsunuz. Hem de zaman olarak uzak değil. Aralarında bu insanların dilden
dile anlatılan hikayesini biliyorlar. Lût (a.s.)'ın kavmi böyle bir pisliği
yapmış, Peygambere iman etmemişler, neticede yerin altı üstüne gelmiş ve ateş
halinde yanmışlar, yok olmuşlar gitmişler diye biliniyor. Halk bunu biliyor.
Medyen halkı bunu biliyor. Bir de Lût gölünün yanma kenarına gidip görüyorlar
da.
Halen günümüzdeki
araştırmacılar oradaki atılan taşların farklı bir taş olduğunu tesbit
ediyorlarmış arkeoloji araştırmaları yapanlar. Lût gölünde de balık yaşamaz
derler. Kendine has bir özelliği olan bir su, Lût gölündeki su. Peygamber
Efendimiz de bazen oralardan geçerken "burası neresi?" diye
sorarmış."Geçmiş toplumların helak oldukları filan yer" derlermiş.
Konaklayacak olsa bile konaklamazmış. Efendimiz; "Burada daha önce bir
kavim helak olmuş, uzak duralım"der çeker gider, başka yerde konaklarmış
Lût kavminin helak olduğu yerde hala ot bitmez derler ve gölünde balık yaşamaz,
balık değil hiçbir canlı yaşamaz diyorlar. O günden bu güne kadar ibreti alem
olsun diye Rabbim onları karşımıza dikivermiş.
İnsanlık tarihi
içinde. Ad kavmi, Semûd kavmi, Salih kavmi, Firavun, Nemrut bunların helaki
anlatılıyor. Bu kadar mıydı? Hayır, tarih boyu Gavurun milyarlarcası geçmiş. Ya
bunlar neyin nesi,? bunlar bugünkü ifadeyle söylüyorum;
Şimdi elektrik direklerinde
bir ölmüş adam kellesi var. Ne demektir bu, "buraya yaklaşırsan
ölürsün." Yani daha önce biri yaklaştı? Bu hale geldi, sende yaklaşma
demektir. İşte Nemrud'un, Firavun'un, Ad kavminin, Semûd kavminin bize
Kur'ân-ı Kerîm'de böylece iskeletlerini gösteriyor Rabbim. Bunlar helak
oldular, siz helak olmayın diyor.
Mevlânâ bir hikâye
anlatıveriyor. Diyor ki: "Arslan, Kurt ve Çakal ava çıkmışlar. Ormanda bir
yaban öküzü, bir geyik ve bir de tavşan yakalamışlar, öldürmüşler şöyle
koymuşlar. Arslan, Kurda demişki: "Sen taksim et bakayım" Üç tane
avcı var, üç tane av var. Kurt demiş ki: "Efendim şu yaban öküzü zatı
alinize olsun, şu geyik bana verilsin, şu tavşanı da tilki kardeşe
verelim" Yani herkesin boyuna uygun, gücüne uygun taksim etmiş, ama Arslan
pençeyi bir attı, Kurdun derisini başından çıkardı alıverdi, öldürdü diyor.
Yani sultanın olduğu yerde senin ne haddine taksimi yapmak. Tilkiye dönmüş
taksimi sen yap bakayım
demiş. Tilki de
"Efendim demiş, şu geyiği zatı aliniz sabah kahvaltısı yapsa, şu yaban
öküzünü öğle üzeri, öğle yemeği yeseniz, yatarken de şu tavşanı çerez olarak
yeyip yatsanız, ben böyle uygun-gördüm" demiş. Arslan "Ulan bu aklı
nereden öğrendin" deyince Tilki "Efendim Kurdun başına gelenler beni
akıllandırdı" demiş.
Şimdi Allah'a (c.c.)
karşı ilahlık taslayan, " Allah'ın kanununa tabi olmam, benim kanunuma
uyacaksınız." diyen Firavun'un, Nemrut'un, Âd kavminin, Semûd kavminin
altını üstüne getirmiş Rabbim, sonra da bize demiş ki: "bak bunlar bundan
dolayı helak oldular, siz o hale düşmeyin" diye bildiriyor. Yoksa hoşça
sohbet yapın diye, çocuklarınıza hikâye anlatın diye vermiyor bu haberleri.[118]
90-
"Rabbinize istiğfar edin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok
merhametlidir, çok sevendir."
Rabbinize istiğfar
ediniz. Sonra Ona tevbe ediniz ikisi bir araya geldiğinde şu mana var. Geçmişte
yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan af talebinde bulununuz ve o yap tıklarınızdan
şu anda vazgeçiniz, ileride de yapmamaya karar veriniz.
Benim Rabbim gayet
merhametlidir. Ve benim Rabbim sevendir. Seven Allah (c.c.)'ün Esmâ-ül
Hüsnası'ndan bir tanesi de "Vedüd". Çok. güzel hattatlarımız Hattat
Hamid gibi, Hattat Hüseyin Kutlu gibi değerli hattatlarımız yazmışlar. "Ya
Vedüd" diye de yazmışlar "Ey yarattıklarını seven Allah" dır.
Burada da Şuayb (a.s.) benim Rabbim öyle bir Rabdir ki; kullarını, tevbe
edenleri sever ve onlara merhamet eder. Tevbe edin, istiğfar edin diyor. Bir
başka âyet-i kerimede de "Na-suh tevbesi yapın"[119]
der. "Nasuh" Arabın dilinde "yamamak" manasına geliyor.
Yani günah işlemekle, tertemiz olan ar damarınızı çatlatmış oldunuz, tevbe ile
onu dikin, tekrar sağlamlaşürın manasına geliyor.
Mevlânâ nasuh
tevbesini de ayrıca bir hikâye ile anlatıvermiş. Na-süh'u orada bir isim olarak
almış. Nasuh diye bir adam varmış. Kadınların avret yerlerine bakmak pek
hoşuna gidermiş. Birgün düşünmüş, taşınmış demişki, en iyisi onun bunun camını
gözetlemektense hamama tellak olarak, kadınlar hamamına girsem der. Traşını
tam olarak yapmış. Kadın kıyafetine girmiş, çarşafa bürünmüş, hamama gitmiş.
Hamamcıya fakirim, garibanım kalacak yerim yok. Burada ben pek güzelde
dellaklık yaparım. Sesini de inceltmiş, onlar da inanmışlar. Oradaki kadın
almış bunu dellak olarak. Birkaç gün dellaklık yapmış, kadınları ovuvermiş,
kirlerini temizleyivemiş.
Derken çok hatırlı bir
kadının yüzüğü kaybolur. Hamamda her taraf aranır, bulunamaz. Derlerki hamamdan
kimse çıkmayacak. Çalışanlar ve patron dahil herkes sıraya girecek, herkes
yoklanacak. Peştemalla-nn altına kadar bakılacak kadınlar tarafından. Derken
Nasuh'ta sıraya girmiş. Bütün kadınların her tarafı yoklanıyor. Peştemalların
altına bakılıyor. Nasuh 7. sırada. Birinci kadın yoklanmış, yok. İkinci kadın
yoklanmış, yok. Nasuh korkuyor. Tabiiki erkek olduğu bilinirse başının
vurulmasından korkuyor.
Şimdi onun haleti
ruhiyesini düşünün. İşte tevbe böyle olacak. Yani tevbe ederken Rabbimden başka
birşey düşünmeden tevbeye bütün vücudunuz katılabiliyorsa o tevbedir. Şimdi
bazıları namaz kıldıktan sonra dua ediyor. Ağız dil ayrı şey söylüyor, göz ayrı
şey görüyor, kulak başka şeyler dinliyor. Tevbe böyle olmaz. Tevbeye
tırnağınızdan saçınıza kadar bütün hücreler katılmalıdır. Nasuh orada ecel teri
döküyor. "Ya Rabbi kadına mı, bir daha bakmam, tevbe" diyormuş. Allah'tan
ki 6. kadında yüzük bulunmuş, Nasuh aranmamış. Nasuh o gün oradan çıkmış,
birdaha kadın yüzüne bakmamış. Bu tevbedir artık. Na-suh'un tevbesi budur
diyor. Biz de tevbelerimizi böyle yapmalıyız.[120]
91- Dediler
ki: "Ey Şuayb, söylediğinin bir çoğunu anlamıyoruz ve biz seni aramızda
zayıf görüyoruz. Eğer çevren olmasaydı seni taşlayarak öldürürdük. Sen bize
üstün değilsin."
Dediler ki: "Ey Şuayb
biz senin söylediklerinin bir çoğunu anlamıyoruz. Sen ne demek
istiyorsun" diyorlar. Aynı sözler günümüzde de bir Müslüman bir yerde
birşey anlatmaya kalksa orada böyle rejimin iyi yetiştirdiği adamlar vardır.
Sen ne demek istiyorsun hemşerim diyor. Sen ne anlatıyorsun, ne anlatmak
istiyorsun? Eğer biraz baskın gelebileceğini anlayabilirse aynı ifadeleri
kullanır. Ne anlatmak istiyorsun, bir senedir, altı aydır. Anlaşılmıyor bile
dediğin diyor.
Doğru anlaşılmaz,
çünkü bizim terimlerimize yabancı kalmış adam. Herşeyi İngilizce konuşmaya can
atmış bu adamlar. Türkçe kelimeleri kullanmaktan utanır hale gelmiş. T.R.T de
muhabir olan, hem talebem, hem arkadaşım, İstanbula ziyaretime geldiğinde anlatmıştı;
"Gelirken,
otobüste Bolu
dağlarının oradayız, yanımdakine işte çam, ardıç filan ne güzel boyu var
diyorum O adam demişki; "hala köylü gibi düşünüyorsun, T.R.T. de muhabir
olmuşsun, ama bu Ardıc'ın bir İngilizcesi yok-mu? onu kullansan"
demiş." Ardıc'ın İngilizcesini kullanırsan aydın olacaksın. Ardıç
kelimesini kullanırsan hala köylülükten vazgeçmiş olmayacaksın. Bana bunu
söyledi adam diyor.
Böylesine
sömürgecilerin köpekliğini izzet kabul etmiş insanlar vardır. Şerefsiz insanlar
bunlar ve bu insanlar bu kelimelerle haşır neşir ola ola birgün bu adamlara
"İman, İslâm" kelimelerini kullandınız mı, neden bahsediyor acaba?
der. Gerçekten anlamaz hale geliyor insanlarımız. Müslümana kulak vermemiş,
anasını, babasını da dinlememiş bu adamlar Aynı şeyleri söylemiş oluyorlar.
İşte Şuayb Peygamberin
kavmi de "Senin söylediklerinin bir çoğunu anlamıyoruz. Biz seni aramızda
zayıf görüyoruz. Tek başına adamsın çiğneyiveririz. Eğer senin şu sülalen
olmamış olsaydı seni taşla öldürürdük, Sülalen varki onlardan da bir kısmı
bizim tarafımızda." diyorlar. Aynı şeyi Peygamber Efendimize de
söylüyorlar. Peygamber Efendimiz'i öldürelim diyorlar. Toplanmışlar bir araya,
Kur'ân-ı Kerîm'de "Kâfirler bir araya geldiler, tuzak kuruyorlar, planlar
hazırlıyorlar seni haps etmek için, sürgüne gönderelim veya öldürelim diye plan
kuruyorlar"[121]
Biri demiş öldürelim kurtulalım bu adamdan. Ama demişler Haşim oğullan var
bunların içinde inananı var, inanmayanı var. İnanını, inanmayanı sülalemizden
biri öldü diye karşı cephe alacaklar, sonu gelmez harpler başlar, öldürmeyelim
demişler.
Senin bu şekilde
sülalen olmasaydı seni biz taşlayarak öldürürdük diyorlar. Zaten yapacakları
hiç başka birşey yok. O günün imansızının da, bugünün imansızının da öldürmek,
işkenceye başvurmaktan . Çünkü mantiken aklen verebileceği bir cevabı yoktur
adamın. Cevap bitince silaha sarılıyor. O dönemin gavuru da yapmış, bu dönemin
gavuru da aynı şeyi yapmaya devam ediyor.
Amerika'da bugüne kadar
Müslüman liderlerden öldürülenlerin sayısı çok kabarıktır. Bize duyurulanlar
ve de duyurulmayanlar vardır. Efendim her'türlü fikre açığız diyorlar ama yalan
söylüyorlar. Malcolm X ki; bir zamanların mafya babası, Müslüman olur.
Amerika'da Malik el Şahbaz ismini alır ve adamı 16 kurşunla bir konuşma
esnasında şehit ederler ve katili hâlâ daha meçhul. C.I.A. kendisi öldürdü
derler. Onun yerini doldurmak üzere Mısır'dan bir doktor gider İslâmi bilimler
sahasında, çoluğuyla, çocuğuyla beraber evi kundaklanır ve öldürülür. Islâmı
gerçek veçhesiyle tanıtan olacak olursa yaşatmazlar. Ama Müslümanhkda bir
festival hale getirilecek olursa Türkiye'de Kültür Bakanlığı, kültür deyince ne
anlar? Folklor, lazlar titreyiverecek, efendim güney doğudaki insanlarımız da
halay çekecek. Kültürümüz bu seviyeye indirilmiş.
Sen bizim aramızda
değerli değilsin. Senin bir gücün de yok bizim yanımızda diyorlar. Cevap
olarak:[122]
92- (Şuayb)
dedi kî: "Ey kavmim, benim çevrem size Al-lah'dan dahamı üstün ki O'nu
(Allah'ı) arkanıza attınız? Allah yaptıklarınızı kuşatıcıdır."
Ey benim milletim! Yahu
size karşı benim sülalem Allah'tan daha mı güçlü. Yani siz Allah'tan
kurmuyorsunuz, benim sülalemden korkuyorsunuz. Biz Şuayb'ı öldürürsek,
sülalesi bize gelir onlarla harb çıkar diyorsunuz. Yani sülalem nedeniyle bana
dokunmuyorsunuz. Bırakın bunu Allah daha güçlüdür. Allah ki beni yaratmış, sizi
yaratmış ve beni de, sizi de sülalemi de öldürecek olan O. Niye Allah'tan
korkmuyorsunuz da sülalemden korkuyorsunuz? Siz kavmimi önünüze alıyorsunuz,
planlarınızı kurarken Allah'ı arkanıza atıyorsunuz. Yani hesaba katmıyorsunuz.
Siz bana karşı plan, tuzak kurarken Allah'ı hesaba katmıyor, benim kavmimi
hesaba katıyorsunuz, diyor Şuayb (a.s.). Bize de burada uyarı var. Günümüzde
insanoğlu, insan olması hasebiyle Rabbimin tabiata koyduğu kanunlar
muvacehesinde çalışacaktır, tedbir alacaktır. Ancak her türlü İslâmi
faaliyetinde Rabbinin kendisine yardım edeceğini, ayrıca bir iman olarak
yanında taşıyacaktır. Ama günümüzde insanımızın bir kısmı şu hesabı yapıyor:
"Hocam imansızların elinde şu kadar asker var, şu kadar silah var, şu
kadar para var, şu kadar köpek var. Bunları üzerimize salarlarsa biz ne yaparız?"
Akif in ifadesiyle
"Cehennem olsa
gelen, göğsümüzde söndürürüz"
"Bu yol ki hak
yoludur dönme bilmeyiz yürürüz."
Cehennem dediniz mi
atom bombalarının hepsini toplasanız, Cehennemden bir kıvılcım olması mümkün
değil. "Cehennemin bir damlası yere düşse, kokusundan ve ateşinden
yeryüzü durulmaz hale gelirdi "diyor Peygamber (s.a.v.). Akif diyor ki:
"Cehennem olsa, değil atom bombası, şüyu, buyu Cehennem olsa göğsümüzde
söndürürüz" bu yol ki hakk yoldur, dönme bilmeyiz yürürüz. Ben yürürüm.
Karşımdaki ne olursa olsun yürürüm, öldürürler şehit olurum. Yukarda geçmişti,
"Kâfirler bizden iki şeyden başka birşey istemezler ikisi de bizim için
güzeldir."[123] O
da ya gazilik, ya şehitlik diyor. Yukarda tefsiri geçti bunun. Ama onlar
ölürse Cehenneme, öldürülürlerse de Cehenneme giderler, başka yolları yoktur.
Benim Rabbim sizin
yaptıklarınızı kuşatmıştır. Yani herşeyiniz Onun ilmi içerisinde cereyan
ediyor. Rabbim ilmiyle kudrediyle sizi kuşatmış onun dışında kalmıyorsunuz ki,
ben Rabbime güveniyorum. Siz asker topluyorsunuz, ekonomik ve askeri gücünüzü
güçlendiriyorsunuz bana karşı, ama askeri gücünüz de, ekonomik gücünüzde bütün
planlarınız da, programlarınız da Rabbimin kudreti içersinde, ilmi içersinde
oluyor ve Rabbim de bunun için bana yürü diyor öyle ise ben niye yürümeyeyim?
Planınız O'nun elinde, askerleriniz O'nun elinde, Rabbimin elinde, O'nun gücü
kuvveti içinde cereyan ediyor bu olaylar. Öyle ise bana yürü diyen Rabbime ben
güvenirim, yürürüm.[124]
93- "Ey
kavmim, yerlerinizde yapacağınızı yapın. Bende yakacağım. Yakında kendisini
rüsvay eden azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.
Gözetleyin, bende sizinle beraber gözetleyiciyim."
Ey kavmim madem iman
etmiyorsunuz haydi haliniz üzere amel edin, ben de imanım üzere amel edeceğim.
Siz yaptığınızı yapın, ben de yaptığımı yapayım. Buna benzer bizim bir
dediğimiz var. "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun
suresi)
Yakında siz de
bileceksiniz azâb kime gelecektir? Yalancı kim olacaktır? Onu siz de yakında
bileceksiniz, azâb kime gelecek bileceksiniz. Yalancı kimmiş? bana yalancı
diyorsunuz ya, kendiliğinden uyduruyor diyorsunuz ya. Yalancı kimmiş siz
misiniz, ben miyim? onu da bileceksiniz. Gözetleyin, bekleyin, ben de bekleyip
gözetleyeceğim.
İlk nazil olan âyet-i
kerimelerin bulunduğu sûre'de tefsiri geçmişti. "Yakında siz de
göreceksiniz, biz de göreceğiz, onlar da görecekler diyor Rabbim.[125] Hz.
Peygamber yalnız, yanında üç beş Müslümanla Kâfirler karşısında, bununla da
kalmayıp kafirler; "Bizans da bize yardım eder, İran da yardım eder senin
hiç şansın yok" diyorlar. Allah'ü Teala da "sen de göreceksin, onlar
da görecekler de onlara." buyuruyor. Ve neticede de gördüler. Hz.
Peygamber sağlığında Arap yarımadası tamamıyla Müslümanlaştı. Aradan 30 sene
geçmeden İran ve Kudüs Müslümanların eline geçti.[126]
94- (Azâb)
emrimiz gelince Şuayb'ı ve onunla beraber îman edenleri tarafımızdan bir
rahmetle kurtardık. Zalimleri korkunç bir sayha yakalayıverdi de onlar
yurtlarında çöküp kaldılar.[127]
95- Sanki
orada hiç yaşamamış gibi. İyi bilinki Semud kavmi nasıl uzaklaştı ise Medyen
içinde (Allah'dan) uzaklık vardır.
Orada sanki hiç ni'met
görmemişler, zenginlikler tatmamışlar, ticaretler yapmamışlar, köşkler bina
etmemişler, bahçeler kurmamışlar, ırmaklar akıtmamışlar gibi bir hale
geliverdiler.
Semûd kavminin
Allah'ın rahmetinden uzak olduğu gibi Medyen halkı da Allah'ın rahmetinden uzak
durmuştur diyor Allah (c.c). Benim hatırıma şu geliyor. Nuh (a.s.).kavmi
denizde boğulmuş, Şuayb (a.s.)'ın kavmi bir gürültüyle, bir sesle yok edilmiş.
Sesle insanlar yok edilir mi? Yok edilir. Ki ona sayha denir. Hani bağırma be
adam, ödümü patlattın derler. Yüksek frekanslı ses insanları öldürebilir. Tabii
onun yanında diğer azâb da var. Lût (a.s.)'ın kavmi yerin altı üstüne gelmesi
ve gökyüzünden pişmiş taşların yağmasıyla helak edilmiştir. Firavun denizde
boğulmak suretiyle helak edilmiş, yok edilmiş.
Günümüzde bu kadar
imansızlar, imansızlıklarını yaparlar da böyle birşey olmaz diye hatıra
geliyor. Yani Allah (c.c.) niye Rusya'ya bunu yapmaz? Niye Amerika'ya böyle
etmez, niye İngilizlere böyle yapmaz. Her dönemin Peygamberinin itikadda
söyledikleri aynıdır da mesajda amelde değişiklikler vardır. Mucizelerinde
değişiklikler vardır.
Çünkü insanlar
ilerledikçe bazı değişime uğrayarak geliyorlar ve Peygamberler de o çağın
insanının anlayışına hitab ederek gönderili-yorlar. Her Peygamberin kavminin
azabı da çeşitli olmuş. Suda boğulan, ateşte yanan, yerin altı üstüne gelen
veya bir ses ve gürültü ile helak edilenler diye ayrı ayrı olmuşlar.
Günümüz insanının
belası da o günün insanlarına benzemiyor. Bu da bir başka oluyor. Bundan 50
sene evvel hiç yıkılmayacaklarmış gibi gÖrünen,ingiltere ve Rusya gibi
devletlerin bugün parçalandıklarını görüyoruz. Bu onlar için bir azapdır.
Çünkü mazlumları ahi kalmıştır.
Mazlumun duası
reddedilmez. Peygamber (a.s.); "mazlumun ahım almayın"[128]
demiş, geçmişten ibret almaya dikkat edeceğiz. İtaat ve ibadete devam edeceğiz.[129]
96- Şüphesiz
biz Musa'yı âyetlerimiz ve apaçık delille gönderdik.
97- Firavuna
ve adamlarına. Ancak onlar firavunun emrine uydular. Firavunun emri doğru
değildir.[130]
98- (Firavun)
Kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Vardıkları
yer ne kötüdür.
Allah (c.c.) yukarıda
Nuh (a.s.)'m, Şuayb (a.s.)'ın, Lût (a.s)'ın, ibrahim (a.s.)'ın hayatından bazı
bölümleri anlattı bize derken Musa (a.s.)'ın hayatından da bir bölüme
dikkatimizi çekerek Musa'yı da âyetlerimizle Peygamber olarak gönderdik. Ve
apaçık bir sultan ile. Sultan kelimesi mucize olarak terceme edilmiş. Sultan
kelimesi sulta dediğimiz otorite olarak da terceme edilmiş, ve Tevrat olarak da
tercüme edilmiş. Ayeti açıklar mahiyette Tevrat veya mucizeler. Ki asasının
göstermiş olduğu mucizeler veya Musa (a.s.)'a sonunda sağlamış olduğu devlet
otoritesi, apaçık bir otoriteyi Musa'ya verdiğini de Allah bu âyet-i ile ifade
ediyor.
Musa'yı kime gönderdi?
Firavun'a ve Onun çevresindeki yönetici kadroya yönetici olarak gönderdi de
insanlara halka göndermedi mi? Genelde yönetici kadroya isim olarak
kullanılmış, öncelikle onlara duyurulduktan sonra zaten halka duyuruluyor
demektir. Hani Peygamber(s.a.v.) Bizans devlet başkanı Heraklius'a mektup
yazmıştır. Bu mektup Heraklius'a yazılmıştirda halka yazılmamıştır anlamını
ifade etmez. Efendimiz, onun zatına mektup yazmakla bütün halkına mektup
yazmış sayılır. Yoksa bütün insanlara mektup yazmak mümkün olmazdı onun için
devlet başkanına yazdığı, Heraklius'a yazdığı mektup bütün halka yazılmış
demektir.
Allah (c.c.) burada
Musa (a.s.)'ı Firavuna ve Onun çevresindeki yönetici kadroya Peygamber olarak
gönderdiğini, ama Firavun çevresindeki insanlar Firavun'un emrine uydular.
Halbuki Firavun'un emri onlar için doğru yolu göstermiyordu. Doğru değildi,
doğru yolu da göstermiyordu. Yani Peygamberin karşısında kendisini ilah olarak
insanlara takdim eden bir Firavun var. İnsanlara o da birşeyler veriyor. Hani
daha önce tefsiri geçmişti. Firavun; "Ben size ancak doğru yolu gösteririm,
benim gösterdiğimi göreceksiniz. Ben sizi doğru yola götürürüm" diyor.[131]
Doğru yola götürme
iddiası ile Musa (a.s.) da geliyor ama peygamber olarak gönderiliyor. Allah
(c.c.) de diyor ki: O çevresindeki insanlar Firavunun çevresindeki insanlar
Firavunun emrine uydular. Musa (a.s.)'m getirdiği mesaja karşı geldiler. Bu
dünyada Firavun küfrün öncülüğünü yapıyor. Bu dünyada küfrün öncülüğünü
yapanlar, kıyamet gününde de milletinin önünde olacaktır. Firavun, başı o
çekecektir. Ve onları cehenneme götürecek." Evrede" kelimesi
"Verade"den türetilmiş ve suya gitme manasına gelir. Suyun kaynağına
varmak manasına geliyor. Allah (c.c.) de bunları ateşin kaynağına götürdüğünü
Firavunun kendi etrafında kendisine inanan, kendisinin emirlerine itaat eden
kişileri su kaynağına götürmek yerine, ateşin kaynağına götürdüğünü ve bu
götürmede de Firavunun öncülük yaptığını ifade ediyor. "O su yolu diye
gidilip te ateşle karşılaşılan yer ne kötü bir yerdir."[132]
99- Burada
(dünya) da kıyamet gününde de lanete tabi kılındılar. Bu ne kötü bir vergidir!
Şimdi burada şunu
görüyoruz. Firavun, Fecr suresinde, ifade edildiği gibi kendisini ilahhk
iddiasında bulunan bir adam, bütün halkı kendi etrafına topluyor ve onların
hepsine birden "Ben sizin en yüce Rabbinizim" dedi. Yani putlar zamanla
yaşayan insanlardır. Yoksa ağaçtan, taştan, alçıdan dikilipde işte bu ilahdır,
bu Rab dır diye inanma olmamıştır. Evet dikilenler vardır, ama o dikilenler
daha önce ilah olarak kabul edilmiş insanların suretidir. Temsilid ir.
Firavunların hala heykelleri günümüze kadar gelmiştir. Ama insanlar o heykele
tapınmıyorlar o heykelin asıl sahibi olana tapınıyorlar. İşte putçuluk oradan
kaynaklanıp geliyor. Ve Allah (c.c.) de onlar Firavunun emrine uydular, emrine
uymakla onu ilah olarak kabul etmiş oluyorlar. Bu kabul etmenin neticesinde
kimin arkasından girmişlerse ahirette de onun arkasından gideceklerini 98.
ayet-i kerimesiyle Allah (c.c.) haber veriyor.[133]
100- Bunlar
sana anlattığımız şehirlerin haberlerindendir. Onlardan bir kısmı hala ayakta,
bir kısmı da biçilmiş ekin gibidir.
İşte bunlar geçmiş
şehirlerin haberleridir. Şehir anlamında kullanılan kelime
"Karye'nin" çoğuludur. Koy manasına da gelir. Genelde Kur'anda
özellikle baş şehirler kast edilir. Şehirden kasıt şehrin sakinleridir demiş
tefsire il erimiz. "İşte bunlar geçmiş ümmetlerin haberleri" diye de
tercüme yapılacak olursa doğrudur. Ama ayet-i kerimede şehirler kelimesini
kullanmış işte o şehirlerin haberleri bunlardır. Onları sana anlattık, Yani
yukarda Hud (a.s.), Nuh (a.s.), Salih (a.s.) Şuayb (a.s.) Musa (a.s.)'dan bazı
bölümler sana anlattık. O şehirlerden bir kısmı ayaktadır, vardır, kalıntıları
kalmıştır. Bir kısmı da yerle bir olmuştur. Yani hasat yeri gibi olmuştur. Hani
ekin biçilirde, ekinden eser kalma-yıverir, bir zaman sonraya öylesine yok olup
gidenler olduğu gibi. O helak edilmiş şehirlerden ayakta kalanlar vardır. Veya
şöylede mana vermişler, onların içinden bir kısmı helak olmuş. Hasat yeri gibi,
bir kısmıda iman edenler ayakta kalmışlardır. Hani Lut (a.s.)'m kavmini helak ettis
de iman edenleri kurtardı. Şuayb (a.s.) iman edenleri kurtarmıştır, ve diğer
peygamberler için de aynıdır. Yani Peygamberlere iman edenler ayakta kalmıştır.
İman etmeyenler de biçilmiş ekin gibi olmuşlardır. Her iki yönüyle de mana
doğrudur.
Peki bunlar neler
işlemişler de Allah (c.c.) onların başına bu zulmü indirmiş.? Bazıları
"bunu niye verdi?" derler. Filan vadide deprem olmuştur. Veya
yanardağ patlamıştır, veya başka bir olay olmuştur. Orada azab görenlere zulm
edilmiş. Allah tarafından zulmedilmiş gibi bir ima uyandırılır, basın yayın
yoluyla. Veya Lut (a.s.)'ın kavmi niye öyle olmuş, Salih (a.s.)'ın kavmi niye
böyle olmuş gibi. Hatta Allah (c.c.)'ı zalim gibi tanıtmaya çalışırlar ki
Kur'an-ı Kerimde Rahim, Rahman sıfatı çok geçmektedir. Ona bakmazlar. Rabbimin
insanlara vermiş olduğu nimetlere, göz nimetine, el nimetine, dil nimetine
bakmazlar, bütün bunları göz önüne getirmezler de bazı olayları gündeme
getirerek, Allah (c.c.)'ı haşa zalim olarak tanıtırlar.[134]
101- Biz
onlara zulmetmedik. Ancak onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azab) emri
geldiğinde Allah'ı bırakıpda tapındıkları ilahlar onlar hiç bir şekilde fayda
sağlamadı. Onlara zarardan başka birşey artırmadılar.
102- Allah
kasabaların zatim halkını yakalayınca böyle yakalar. Yakalamasida şiddetli ve
elimdir.
Yani Lut'un kavmine de
Şuayb'in kavmine de, Salih'in kavmine de zulmetmedik. Onlar kendilerine
zulmettiler. Onların Allah'tan başka ilah edindikleri, Allah'tan başka
çağırdıkları ilahlar da onlara hiç fayda vermedi. Yani Allah'tan gelen azabı
def edecek hiçbir fayda vermedi. Onlara Rabbimin emri gelince o ilahları onları
kurtaramadı. Hatta kurtarmanın ötesinde onlara helak olmaktan başka birşey de
ilave etmediler. Yani ilahları Allah'ın azabına mani olamadığı gibi Allah'ın
azabını artırdılar.
Bu yüz birinci ayet-i
kerime bize kişinin başına ne gelirse gelsin sebebin kendisi olduğunu ifade
ediyor. Bir Müslümanın başına bela geldiğinde bizim yorumumuz iki yönlü olur.
1-
Yaptığını
çekiyor deriz. Ama herkes için bunu söylemeyelim.
2- Rabbim
imtihan ediyor deriz. Bir Müslüman için söyleyeceğimiz budur. Bir insan bela
ile mübtela olur, çok çeker bu dünyada. Deriz ki: Rabbim imtihan ediyor. Bu
dünyada iken günahlarının affedilmesini istiyor. Rabbim onun için belalar
veriyor. Çünkü belalar insanın günahının af olmasına sebep olur. Eğer sabr
ederse, tabi ki mü'min için söylüyoruz, "sabredecek olurlarsa"
belalar, günahların affına sebeb oluverir. Hani değerli bir halıya vurulan
değneğe benzetirler. Halının tozunun silkilmesi için değnek vurulduğu gibi.
Allah (c.c.)'de
kulunun ahirette azab çekmesini istemiyor, cehennemde yanmasını istemiyor.
Fakat günah da işlenmiş, bu dünyada bazı belalar vermek suretiyle, o da
sabrettiği takdirde bu dünyada iken affediliyor, öbür dünyada ceza ile karşı
karşıya gelmiyor. Birinci planda biz müslüman için bunu düşüneceğiz, ama bazen
Rabbim kişinin yaptıklarına karşılık olarak da belalar verir. Özellikle
kafirler için; onlara kendi yaptıkları sebebiyle o zulümlerin verildiği,
söylenir. Yani Rabbim zulmetmiyor yine.
Onlar kendilerine
zulmettiler. Peygambere karşı gelmekle adaletten ayrılmakla, Allah'a karşı
kendini ilah ilan etmekle kendilerine zulm ettiler diyor Allah (c.c).
"Kendi düşen ağlamaz" diyoruz ya, adam kendi kendini uçuruma atıyor.
Bize düşen görev insanları uyarmak, uyarmanın ötesinde tutmak. Efendimiz
(s.a.v.)'in bir hadisinde sizlerin kemerlerinden tutuyorum, cehenneme
düşmeyesiniz diye. Yani İslama girmelerini istiyor zorla, zorla derken zor
kullanarak değil. Böylece gayret gösteriyor. Ama onlar gidiyorlar.
Birgün efendimiz
arkadaşlarıyla otururken birden demiş ki: "Yetmiş seneden beri yuvarlanan
bir kütük cehenneme düştü." Sahabenin hiçbirşeyden haberi yok, hayret
ettik diyor. Sonrada öğrendik ki imansızlardan biri ölmüş, öldü haberi gelmiş.
Halbuki Hz. peygamber onun müslüman olması için kaç defa evine varmış, islamı
anlatmış ona. Şimdi cehenneme düşünce kabahat peygamberimizde değil, sahabede
de değil. Onlar ellerinden geleni yaptılar. Allah (c.c.)'de de değil. Rabbimde
Kur'an indirdi. Peygamber gönderdi, yanmamaları için. Ama biz yanacağız diye
ısrar ettiler. "Onlar kendilerine zulmettiler" diyor Rabbim. Rabbinin
cezalandırması böyledir. O şehir halkı ve şehir zulmettiği halde o şehir
halkını cezalandırması böyledir. Onun cezalandırması çok şiddetli ve acıklıdır.
Şimdi burada hangisini kast ediyor? Hepsini. Çünkü yukarda dedi. İşte o
şehirlerin, başkentlerin haberlerini sana verdik. Yani Nuh'un (a.s.) haberini,
Lut'un (a.s.) haberini, İbrahim'in (a.s.) haberini ve onların kavimlerinin helak
oluşlarını sana haber verdik. Yani birisi deniz suyu içinde boğulup gidiyor.
Birisi ateşte yanarak ölüyor, yok ediliyor. Bütün o imansız grub, birisi bir
sesle yok ediliyor. Tamamıyla şiddetli bir sesle rüzgarla yok ediliyorlar.
Bunların hepsi Allah katındandır. Allah'ın cezalandırması ve Allah'ın
cezalandirmasınında çok şiddetli olduğunu haber veriyor.[135]
103- Ahiret
azabından korkanlar için şüphesiz bunda ibret vardır. O, kendisinde bütün
insanların toplandığı gündür. Bu herşeyin hazır olduğu bir gündür.
Allah
(c.c.);"Ahiret azabından korkanlar için bunda ibretler vardır" diyor.
Geçmişin haberlerini niye bildiriyor? Rabbim. Bize burada hikmetini beyan
ediyor. Yani geçmiş peygamberlere inanmayan insanların kötü neticelerini, o
peygambere inananların, iyi sonuçlarını haber verişinin sebebini anlatıyor.
Bir de bu surenin
sonuna doğru 120, ayet-i kerime de haber veriyor. Burada "ahiret azabından
korkanlar için bu olaylar birer ibrettir" diyor Rabbim. 120. ayette
"senin gönlünü sabit kılmak için, yani kararsızlığı gidermek, şüpheleri
yok etmek için geçmişdeki bu hikayeyi, kıssaları . sana anlatıyoruz. Ve bir
vaaz olsun, bu bir hatırlatma olsun diye." buyurmaktadır.
Ahiret azabından
korkma konusunda, bize bu nasıl deli1 ve ibret olabilir.? Hani bir yolda yürüyorsunuz,
özellikle dağcı olur bu. Ormanlıkta yürürken, çalılıksa, dikenlikse ayağınızı
basacağınız yere dikkat edersiniz. Ayağıma bir diken batmasın veya diken
ayağımı yırtmasın diye dikkatli yürürsünüz. Mesela deseler ki size:
"Ormanda yürürken dikkat et, gittiğiniz yerlerde, ayılar için. kurtlar
için tuzak kurulmuştur"..! o zaman daha çok dikkatli olursunuz.. Dikkatli
basarsınız, böyle Önde giden adam bir çukurun içine düşüvermiş olsa bir tuzak
kurulmuştur demektir.
Peki çukur kazılmış
hafif yapraklarla örtülmüş olsa, adam da düştü. Gözünüzle gördünüz, sizde gelip
oraya düşermisiniz.? Elbette hayır. Çünkü onun düşüşünü gördünüz. Aynı şekilde
Allah (c.c.) de daha önce geçmiş peygamberlerin ümmetlerinin düşüş şekillerini
bize haber veriyor. Düşüş şekilleri peygambere karşı gelmek, aşırı derecede
ticari sahada ahlaksızlığa düşmek. Mesela Şuayb (a.s.)'ın kavmi ticarette
hiçbir kural tanımıyor; tek şey kazanmak. Lut (a.s.)'ın kavmi günümüzde de
çağdaşlık diye sunulan pisliğin içine düşmüşler ve Allah (cc.) onları
cezalandırdığını bize haber veriyor, bize de diyor ki, sizde öyle bir duruma
düşmeyin diyor.
O gün öyle bir gündür
ki bütün insanlar o günde toplanmışlardır. Kıyamet için toplanmışlardır.
Ahirette azap için toplanmışlardır. Hesap için toplanmışlardır. Ve o gün
herşeyin görüleceği birgündür. Hesaplar görülecek, melekler görülecek insanlar
birbirini görecek, herşey ortaya dokülüverecek. Öyle bir günde bütün insanlar
bir araya gelecekler, karşılıklı haklar alınacak, verilecek ve hesaplarını
kendi defterlerinde görecekler. İşte o günün azabından korkanlar için bu
dünyada Allah'ın bize haber verdiği olaylar birer ibretdirler.[136]
104- Biz onu
ancak sayılı bir zamana kadar geciktiririz.
Biz o kıyameti
sayıları belirli bir zamana kadar tehir ederiz diyor Allah (c.c). Hani kıyamet
ne zaman kopacak bilemeyiz. Kimbilir,? "Allah (c.c.) bilir." Ondan
başka kıyametin ne zaman kopacağını bilen olmamıştır. Peygamber (a.s.)'a
bildirilmediği için bize de bildirilmemiştir. Hatta hadisi Cibril diye bilinen
bir hadisi şerif de buyurmuş. "Burada sorulan sorandan daha bilgili
değildir" demiş.
Cebrail (a.s.)'da bilmiyor
kıyametin ne zaman kopacağını. Onun için bazı kişiler günümüzde bol miktardan
Amerikan parasıyla yayın yapan arkadaşlar var. Türkçe olarak 2280 yılında kıyamet
kesin kopacak deyip kesin rakamlar veriyor. Geçmişte de buna benzer hezeyanlar
söylenmiştir. Bundan 1000 sene evvel yazılmış kitaplarda işte şu kadar zaman
içinde kopacak, şu kadar zaman içinde kopacak diye hezeyanlar olmuş. Adamlar
sağlıklarında yalancı çıkmamışlar. Çünkü 2280 deyince 90 sene var daha, bu
yazanında yaşı 35-40 yaşlarında. Yani kendisi sağlığında yalan çıkmayacak. Biz
şuna inanırız, şu anda da kopabilir, 10 milyon sene daha geçebilir, bilemeyiz.
Kesin rakam vermemiz mümkün değil.
Tarih verenler yalan
söylüyor. Bunu söyleyen ister şeyh olsun, eğer hakiki şeyhse bunu söylemezler.
Rakam vermekten edeb ederler. Peygamber vermemiş ki, o kim oluyor. Asıl şeyh
olan insanlar haddini bilir. Onlar vermezler ama haddini bilmeyen insanlar
veriyorlar rakam.[137]
105- O gün
gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onların bir kısmı şaki (mutsuz)
bir kısmı said (mutlu) dur.
Kıyamet birgün gelir,
hesab ve kitap günü mutlaka gelir. Rabbimin izni olmadan, kimse orada
konuşamaz. Yani burada yetkililerin önünde kişiler parasının gücü oranında
konuşulur. Reisi cumhurun, başbakanın yakınında kim olur. Siyasi gücü veya para
gücü olan insanlar olur ve onlar teklifsiz söz almak istenildiğinde izin
almadan da konuşurlar. Ama Allah katında o gün hesap kitap görülürken Allah'ın
izni olmadan kimse konuşamaz. "Nebe suresinin" sonundaki sayfada da
bunu ifade ediyor Allah (c.c). "Rabbimin izin verdiği ancak
konuşabilir." Orada Allah'ın huzurunda ancak Allah'ın izin verdikleri
konuşur. Buna meleklerde dahildir. O gün meleklerde ruhda Allah'ın huzurunda
saf bağlarlar, Allah'ın ancak izin verdikleri konuşur. Allah'ın izin vermediği
konuşamaz. Ve burada da Allah'ın izin verdikleri konuşur demiyorda. Ancak
Allah'ın izni ile konuşurlar. Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz diyor.
Bu hesap kitabı
vermede veya Allah katında şefaat izni olan peygamberler ve salih kullar
olacaktır. Peki onlarda şefaat izni alacaklardır. Yalnız şefaat etme hakkına
sahip olan peygamberler hemen böyle müdahale etme, hak ve salahiyetleri yine yok.
Onlara şefaat iznini Rabbim veriyor.
Hergün Ayet-el Kürside
okuyoruz. İzni olmadan kimmiş o şefaat edecek olan. Allah'ın izin verdikleri
şefaat eder. Yoksa bu imansız kesim veya putlar, put adamlar insanlara şefaat
edemezler. Ancak Allah'ın izin verdikleri olur ki o da Allah'ın hoşnud olduğu
insanlardır. İnsanlardan bir kısmı Şaki'dir. Allah'a karşı gelmiş, isyan etmiş,
mutsuzlar grubudur. Bir kısmı da mutlular grubudur.
Yani mesut olmak
Allah'a itaatten geçer, mutsuz olmak da Allah'a isyandan geçer. Bu ayet-i
kerimenin ifadesinden bunu anlıyoruz. Ahireti gözümüzün önüne getiriyor Rabbim.
Ahirette insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Mutlular vede mutsuzlar. Mutlular;
Allah'a ibadet edenler, itaat etmiş, onun yolundan yürümüşler, cehenneme değil
cennete gitme beratım almışlar. Mutsuzlar da; cehenneme sevk edilen
insanlardır.[138]
106- Şaki
olanlar ateşdedirler. Onlar orada (nefes alıp verirken eşek anırması gibi)
yüksek ve alçak sesle nefes alıp verirler.
"Zefir"; kişinin
nefes alırken, cehennem alevlerini yutma esnasında ses çıkarmasıdır.
"Şehik", ise içeriye aldığı alevlerin, yine alev şeklinde dışarıya
çıkarken ses çıkarması. Cehennemin alevlerini içine alıyor ve ses çıkartıyor.
Ve nefes çıkarırken de yine ses çıkartıyor. Oradaki nefes alış verişlerini tasvir
ediyor Allah (c.c). Günlük hayatımızda hani başımızı yorganımızın içerisine
soksak hiçbir taraftan hava aldırmasak damlıyoruz. Neden kendi nefesimizden
darahyoruz. ilim adamlarımızın izahı, oksijen bitiyor. Karbondioksidi çoğalıyor
ve biz boğuluyoruz. Çünkü mevcut temiz oksijeni bitirip pis karbondioksidi
alıyoruz. Zaten ateşte yanan bir insanın aldığı da böyle birşeydir Ama ölmek
yok yalnız. Orada ölmez ama mutlu bir hayatta yaşamaz Ölümle yaşam arası bir
hayat, ama azabı, acıyı duyuyor.[139]
107- Gökler
ve yer var oldukça Rabbiyin dilediği (günahkar mü'minler) hariç orada
ebedidirler. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapandır.
Allah korusun ne kadar
devam eder onların azabı. Orada ebedi olarak kalırlar orada. Yer ve gök devam
ettiği müddetçe orada kalıcıdırlar. Ancak Rabbin dilediği müstesna. Rabbinin
dilediklerinden maksat cehenneme iki tür insan gidiyor.
1-
İmansızlar Allah'a, peygambere karşı gelmiş Allah'ın ayetlerini inkar etmiş.
Günümüzde Allah'a inanırım, peygambere imanmam diyor. Beraber ilahiyattan mezun
olduğum bir arkadaşım, Ankara'da imamlık yapıyor. O anlatmıştı;
"Hacettepede bir profesör cuma namazını kılar; "Ben Allah'a inanırım,
peygambere inanmam" diyormuş. Ben ne diyeyim " diye bana soruyor.
Allah'a inanmış, Cumayada geliyor ama peygambere inanmam diyor. Namazı niye
kılıyor o zaman, peygambere inanmayan bu adam. Sübhanekeyi namazda niye
okuyor.? Halbuki o peygamberin söztidür,Tesbih!er Peygamberin sözüdür, tahiyyat
aynı şekilde peygamberin sözüdür. O zaman bu adamda geri zekalılık var diyoruz.
Bir kısmı da
peygambere inanır, Kur'ana inanır. Kur'anımız der ama "içindeki bazı
ayetlerin hükmü geçmiştir. Zamanı geçmiştir 1400 sene evvelinde kaldı"
der. Bunlar asılsızdır. Bir ayetini inkar etmek, tamamını inkardır. "Bir
kısmına inanırlar da, bir kısmı inkar ederler" buyuruyor Allah'ü teala.
Bunlar ebedi cehennemdedirler.
2- Rabbimin
dilediğini çıkardıkları ise müslüman adam, ama günahkar adam. Allah (c.c.)
mahşer yerinde o günahlarım af da etmemiş. O günahı oranında cezasını çekmesi
gerekiyor. Cezasını çekmek üzere cehenneme gönderiliyor. Sonra cezasını
bitirince Allah (c.c.) onu tekrar cennete alıyor. Rabbimin dilediği kişiler
bunlar.
Şimdi bir kısım ismi
büyük alimlerimizden ahiretin cehennemin birgün gelip yok olacağını hataen
söylemişler. Çünkü İslam alimlerimiz tabiinden hiç buna iltifat eden olmamış.
Daha sonraları hicri 7 asrın başından itibaren söylenmeye başlanmıştır bu
sözler. Demişler ki: "Birgün cehennemde yok olacak kafirlerde toprak olup
gidecekler."
Yani cehennem yok
olacak kup kuru hale gelecek. Bu ayet-i delil getirmişler bu adamlar. Yer ve
gök devam ettiği müddetçe, yerde ve gökde birgün yok olacak, öyle ise
cehennemde yok olacak gibi bir ifade kullanmışlar.
Ama Allah (c.c.)
buyurur; "Bu arz birgün gelir başka bir arza dönüşür." Gökyüzünde
başka bir semaya dönüşür.
Yani ahiretin kendine
has bir arzı kendine has bir seması olacaktır. İşte o devam ettiği müddetçe oda
devam edecek, sonu gelmeyecektir. Yani cennetin toprağı, cennetin taşı, altını,
gümüşü hani suları çiçekleri devam edecek ya, İşte orası devam ettiği müddetçe
cehennem devam edecektir, diye mana vermişler, ayetide delil getirmişler, doğru
olanı budur demişler.
Allah dilediğini
yapandır. Yani dilediğini yapma yetkisi yalnız ve yalnız Allah'a aittir.
Bizimde çok dileklerimiz var, ama gücümüz yetmez. Dileriz ki şu kadar
altınımız olsun, bu bir istekdir, ama olmuyor. Dileriz ki saçımız ağarmasın,
ama olmuyor. Dileriz ki ihtiyarlamayalım, ama olmuyor. Dilediğini yapma yetkisi
yalnız Allah'a aittir. Dilediğini yapan senin Rabbindir. Mutlaka senin Rabbin
dilediğini yapandır buyuruyor.
İnsanların kendilerine
ilah olarak kabul ettikleri insanlar kendi ölümlerine mani olamamışlardır. Öyle
olunca kişinin bedenide, aklıda ölümlü olunca onun ürettiği kanunlarda ölümlü
olur. Ama bir kısım insanlar onların peşinde gitmeye devam ederek cehennemdeki
ateşini artırıyorlar.[140]
108- Mutlu
kılınanlar ise gökler ve yer var oldukça, sonsuza değin cennettedirler. Ancak
Rabbinin dilediği müstesna. (Günahkar müminler günahlarının cezasını Rabbimiz dilerse
çekeceklerdir) (Bu cennette ebedi kalış) kesintisiz bir ihsan olarak
(verilmiştir).
Şimdi yukarda 106. ayette;
isyanı, mutsuzluğu şahsın kendisine bağlıyor, kendi iradesiyle isyana gitmiş o
mutsuz olanlar. Allah'a isyan kelimesini kullanıyor. Mü'minlerden bahsederken
de ...mesut kılınanlar. Mesut olanlar değil, "Mutlu edilenler" diyor.
Yani bizi bu hale getiren, mutlu kılan, iman üzerinde devamımızı sağlayan Allah
(c.c.)dür, buna hamd etmemiz gerekiyor.
"Sana bir iyilik
isabet ettiğinde o Allah'tandır. Kötülük isabet ettiğinde ise kendi
tedbirsizliğinden, kendi nefsindendir." Yani ikisinde de biz irademizi
kullanıyoruz. İyiliğe meylederseniz Rabbim yardım ediyor. Kötülüğe meyi
edersenez Rabbim yardım etmiyor. Kendi imkanlarınızla kötülüğü yapıyorsunuz.
Burada da cennete doğru sevk edilen, mesut kılman kişiler mesut kılınanlar,
mutlu edilenler diyor. Biz imanı tercih ediyoruz. Allah (c.c.) de iman ve amel
üzerinde oluşumuzda yardım ediyor. Bizim sarf ettiğimiz enerjinin çok üzerinde
Rabbim bize veriyor. Onlar nerede, onlarda cennettedirler.
Onlarda cennette
ebedidirler. "Yer ve gök devam ettiği müddetçe, Rabbinin diledikleri
müstesna." Yani Allah (c.c.) cennetteki bize olan lütuflarmın ardı arkası
gelmiyor. Bizim elimizdeki imkanların ise ardı arkası gelir. Çünkü sayılıdır.
Dünyadaki nimetlerden ne istenir.?, ev, araba, yiyecek maddesi şu şu maddeler
vardır. Çok imkanı olan adamlar, bu İstanbul şehrinde para sıkıntısı diye
birşey duymayanlar, hatta parasının hesabını kendisi yapamadığından 10, 20, 30,
tane muhasebecisini, para müdürlerini bu işe tahsis eden adamların elde
edemedikleri maddi nimet yok ama onlarında peşinden koştukları çok şey var.
Tulü, emel dediğimiz şeyler varya, onlarında istekleri sona ermez ayrı. Ama
onlar maddi olmaktan ziyade biraz daha soyut kavramların peşinde koşarlar.
Allah (c.c.) cennet
nimetlerinin sonu gelmez, kesintiye uğramaz. Allah'ın nimetleri onlara çeşitli
hediyeler veriyor. Peygamber efendimiz; "Gözlerin görmediği, gönüllerin
hayal edemediği" nimetlerin olduğunu haber verir.[141] Bu
dünyada gördüklerimizden farklı çok şeyler var. İyilik güzellik olarak neyi
hayal edebilir bir adam. Bir ev hayal etti bahçesiyle beraber. Onun içinde
hanım hayal etti, bütün güzelliğiyle beraber. Güzellik anlayışı nedir,
gördüklerinden hareketle bir güzellik çiziyor insanoğlu . Kendine hanım
seçecek, hayalinde bir hanım çiziyor. Nereden hareket ediyor, duyduklarından,
gördüklerinden, bildiklerinden. Filanın kaşları onda olsa, filanın gözleri
onda olsa, filanın kirpikleri onda olsa. Böyle bir güzellik çiziyor. Ama
bildiklerinden hareketle güzellik çiziyor. Oturacağı evi, bahçesini de yine
bildiklerinden hareketle birşeyler istiyor.
Ama Allah (c.c.) ve
efendimiz hadisi şeriflerinde bize bildirmişlerdir ki, gözlerin görmediği,
gönüllerin hayal edemediği güzelliklerin olduğunu haber veriyor. Öyle olunca
oraya doğru biraz fazla hazırlık yapmamız gerekiyor. Yani bu dünyadaki
evlerimiz, arabalarımız, iş yerlerimiz, dükkanlarımız, dairelerimiz için sarf
ettiğimiz gayretin fazlasını
oraya harcamamız
lazım. Çünkü sonu gelen bir dünyadan, sonu gelmeyen bir dünyaya doğru
gidiyoruz.
Milyarlarca seneye
karşılık 70 sene. Binde bir değil, 1 milyonda bir değil, 1 trilyonda bir
değildir. Öyle olunca bir insan aldığı nefesi Allah için almalı, verirkende Allah
için vermelidir. Yediği her lokmayı Allah için yemelidir. Giydiği her elbiseyi
Allah için giymelidir. "Allah için giyiyorum, bu ''elbise ile Allah için
hizmet edeceğim" diyerek bu niyeti taşımalı. Ve attığı her adımda Allah'ın
dinini hakim kılacağı bu adımlarla bu yolda yürümelidir. Dükkanınada gitse,
işyerinede gitse, bağına bahçesinede gitse, nereye giderse gitsin hep bu
niyetle hareket etmeli ki, ahirette Allah'ın vaad ettiği makamına kavuşma
ihtimali artsın.[142]
109-
Şunların taptıklarının (batıl olduğun) da şüphe içinde olma. Onlar ancak daha
önceki atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların (azabtan) paylarını
eksiksiz vereceğiz.
Şunların ibadet ettiği
ilahlar sonusunda şüpheye düşme. Yani bunlar kesinlikle kendileri gibi zayıf,
kendileri gibi ölümlü birine ibadet yapıyorlar. Onlar daha önce babalarının
ibadet ettikleri gibi ibadet ederler. Yani imansızlar kendilerinden önceki
atalarının yaptığı ibadetin aynısını yaparlar. Onun gibi yaparlar.
Bu konuda şüpheye düşme
kesindir bunlar puta tapıyorlar diyor. Şimdi bizde günümüzde bazı insanlara
doğru söylüyorsunda hocam beş vakit namazını geçirmiyor. Daha önce vaizlik
yaptığım bir şehirde Bir camiye gittim. Bizim o taraflardan hemşerimiz biri
gelmiş, emekli memur. Edremite yerleşmiş hacıyada gitmiş, sakalda bırakmış.
Ordan bir ev almış deniz kenarında, orada yaşıyor. Beş vakit namazınada dikkatli
camide kılar, görüşür hoşbeş ederiz. Bir gittiğimde camide yok, "nerede
benim hemşerim.?"dedim. İmam dedi ki: "Kolundan tuttum, camiden
dışarı defettim onu" dedi. Niye? Bugün caminin önünde oturuyoruz dedi.
İslam devleti, şeriat devleti filan bahsettik. Geç onu babam geç demiş. Hala mı
şeriat devletinden bahsediyorsun demiş. İmamda kolundan tutmuş. Senin haccında,
namazında senin hiçbirşeyin kabul olmaz, boşuna yatıp kalkma deyip dışarıya
salıvermiş. Böyle namazdan sonra gittim hacının evine anlattık, geriye
getirdik imamla barıştırdık bunları.
Yani bu kanaatta
olursa insan, hiç faydası yoktur. Ne var yani güllük gülistanlık, halamı İslam
istiyorsunuz diyorsa bir adam, sabaha kadarda teneccüt namazı kılsa, akşama
kadar oruç tutsa, 365 gün oruç tutmuş olsa, "Allah'ın kanunlarından bir
tek maddeye karşı olarak başka bir adamın kanunu beğeniyorum, bu daha
güzel" diyecek olursa dinden, imandan çıkar. O onun ilahı olur, buna
dikkat edelim. "Hiç şüphe etmeyin, burada sakın ha şüphe etmeyin Allah'tan
başkasına uyan adamlar aynen babalarının gittiği yoldan gidiyorlar" diyor
Allah.
Mesela diyelim ki adam
şarabı içiyor ama "Allah affetsin" diyor. Bu adam günahkardır. Yarın
öbür dünyada cezasını çeker, cennete gider mümin olarak ölürse. Ama öbür
tarafta; "Yok canım öyle şeymi olurmuş. Allah öyle demiş ama günün
şartlarını bilmeden söylemiş." derse dinden çıkar. Seni yaratan, o günü
yaratan O'dur. Günün şartlarını yaratan O'dur. Niye bilmesin. İşte burada bunu
inkarla Allah'ı cehaletle sıfatlandırmak vardır. Yalnız isyan değil, işin içine
giren Allah'ın Âlim sıfatını, yani gelmiş ve gelecek her şeyi bilmesini inkar
vardır. Biz onların paylarını eksiksiz vereceğiz diyor Allah (c.c). Yani bu
imansızların nasibini, payını eksiksiz vereceğiz. Bu yaptıklarının karşılığını
cehennemdeki azabından hiç eksiltme yapmadan karşılık verilecektir.[143]
110-
Şüphesiz biz Musa'ya kitabı verdik onda hemon ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden
(azabın geciktirilmesi hakkında) biz söz olmamış olsaydı aralarında
hükmolunurdu. Şüphesiz onlar ondan (Kur'andan) kuşkulu bir şüphe içindeler.
"Musa'ya kitap
verdik." Yani Tevrat'ı verdi Allah (c.c). Musa (a.s.) ve o tevratta
ihtilaf edildi. Musa (a.s.)'m sağlığında, Musa (a.s.)'m gösterdiği doğrultuda
ona iman edenler, hem iman ettiler, hem de amel ettiler. Ama zamanla Musa
(a.s.)'m vefatından sonra kendini ilim adamı olarak takdim eden insanlar, kendi
aralarında ayetleri yorumlamada ve insanlara takdim etmede ayrılığa düştüler.
Allah'a hamdü senalar
olsun ki dinimiz o kadar güzel korunmuş ki. Rabbim korumuş tabi, (yukarda
tefsiri geçmişti). İçine girerseniz hayretler içinde kalırsınız İslam
alimlerinin gayretini 1400 sene evvelini düşünün imkansızlıklarını düşünün.
Yazma çizme konusunda neler yaptıklarını düşünün araştırın ki batılı
araştırmıştır bunu.
Avrupadaki insanların
ağaç koğuklarında yaşadığı bir dönemde 1400 sene evvelinde bizim İslam
alimlerimiz; "Kur'an arab diliyle nazil oldu. İleride Kur1 anın manasını
başkaları gelibde kötü bir şekilde yo-rumlamasmlar diye kelimelerin manalarının
neler olduğunu, şimdiden nazil olduğu gündeki manasını belirleyelim"
demişler, lügati yazmışlar.
Batının tarihinde
lügatçilik çok yenidir. Bizim tarihimizde 1300 seneliktir lügat. Kur'anı bize
getiren kıraati seba imamlarından imamı Kisai lügat yazmış. Ondan evvel Halil
b. Ahmed yazmışdır ki, Irak onu basıyordu. Ben sekiz cildini gördüm, devam
ediyordu. İlk lügat kitabını tabiin yazmaya başlamış. Niye yazmaya başlamışlar?
İleride biri çıkar kelimelere yanlış ve kötü bir mana verir milleti
yönlendirir.
Kur'an nazil olduğu
günde "Rayb" kelimesi şüphe manasına gelirdi. Çünkü "cahiliye
dönemi şairlerinden filan bunu şiirinde şöyle kullanmıştır" diyerek lügat
kitaplarını hazırlamışlar, ve ihtilafı önlemişlerdir. İtikad da hiç ihtilafımız
yok bizim kimseyle.
İslam alimleri
arasında mesela İmamı Şafii, imam Malik, İmam Ahmet bin Hanbel gibi zatların
ihtilafları var. İhtilaflar açık. Kur'an ayetlerinde değil, Kur'an-ı Kerimin
lafızlarında ifade ettiğinde ihtilaf yok. İşaret ettiklerinde peygamber
(s.a.v.)'ın uygulamasında ihtilaflar var, oda ihtilaf değil aslında ihtilafda
bizim anladığımız anlamda çelişki değil. İhtilafı bazıları çelişki gibi
anlıyorlar. Bizim ihtilafımızı; Peygamber (s.a.v.) diyelim ki namaz kılarken
"Allahu Ekber demiş, elini salmış" namazı öyle kılmış. İmam Malik
(r.a.) hadis rivayet ettiği sahabeler ve o silsiledekiler bunu Hz. peygamberden
görmüşler, namaz kılarken ellerini salardı. Sahabeden biri kılmış mı böyle
kılmış. İmam Ebu Hanife (r.a.) Kufe'de yaşamış. Oraya gelen sahabilerden ibni
Mesud'da; "Ben peygamber efendimizi namaz kılarken gördüm. Allahu Ekber
dedikten sonra ellerini bağlardı." İbni Abbas elini bağlarken gördü.
Diğer sahabe de elini salarken gördü, Yani Peygamber efendimiz namazda ellerini
hem salarak kılmış, hem de bağlayarak kılmış.
Ama öğle namazının
farzının rekat olması konusunda hiçbir mezhep arasında ihtilaf yoktur. Bizim
ana meselelerimizde hiç ihtilafımız yok, "onlar ise ihtilafa
düştüler" diyor. O konuda ihtilafa düşürüldüler ve bir kısmı, "bu
ayet Tevrat'ta yoktur" diyerek çıkardı, bir kısmı da, "kralın hoşuna
gitsin" diye içine ayetler ilave etti. Ve günümüzde ellerindeki Tevratta
böyle.
Aslında bu bir suç
ama, "eğer Rabbinin daha önceki geçmiş bir kelimesi olmamış olsaydı
aralarında hüküm verilirdi." Yani dünyada Firavunun cezası gibi veya Nuh
'a inanmayanların cezası gibi bir ceza verilirdi. Ama bunların cezası ahirete
bırakıldı diyor Allah (c.c). Veya bunların cezalan konusunda bir hüküm verildi
ki, o zaman gelmeden ceza verilmez. Yani kıyamette cezalarını çekeceklerdir. Ve
onlar bu Kur'an konusunda şüphe içerisindedirler diyor Allah (c.c).[144]
111-
Şüphesiz Rabbin, hepsine amellerinin karşılığını verecektir. Çünkü o
yaptıklarından haberdardır.
Rabbin onların amellerinin
karşılığını, bütün amellerinin karşılığını verecektir. Allah (c.c) onların
yapmakta olduğu şeylerden haberdardır. Onların cezası verilecek yaptıklarından
da haberdar. Şimdi bir Musa (a.s.)'m kavmini ele alalım, birde günümüz
kafirlerini ele alalım. Birde peygamberin karşısındaki kafirler. O Allah (c.c.)
onların yapmakta olduklarından haberdardır. Bütün yaptıklarınında karşılığını
mutlaka verecektir. Amellerinin karşılığı olan cezayı onlara verecektir.[145]
112- Sen ve
seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi doğru ol ve aşırı
gitmeyin. Çünkü O yaptıklarınızı görmektedir.
Sen ey Habibim! Sen ve
seninle beraber tevbe edenler emrolunduğun gibi dosdoğru ol diyor. Rabbim
yalnız; "dosdoğru ol" demiyor. "Emrolunduğun gibi dosdoğru
ol" diyor. Zaten efendimiz; (a.s.) "Hud suresi beni
ihtiyarlattı" buyurmuştur. Hûd suresi içindende bu ayet olduğu söylenir.
Yani biz doğru
olacağız. Eşimize karşı doğruluk yapacağız, insanlara karşı doğruluk yapacağız.
Ama doğruluğu kendi anlayışımıza göre değil , emrolunduğumuz gibi doğru
olacağız. Mesela bazılarımız; "Yahu şu adama bak doğruluk yok ki"
diyor. "Eğer bu bir adam olsa benim hakkımı yemez" diyor.
"Hayrola ne hakkı.?" diyorsunuz. "Ben bir milyon lira maaşla
çalışan bir memurum, bu adamın Telefonunu bağlamaya geldim, adam bana çıkarıp
50 bin lira vermiyor, Şu sakalından utansın" diyor. Yani Rüşvet istiyor,
normal görevini yapıyor. Telefon bağlamaya gelmiş, şimdi adamın doğruluk
anlayışına bak. Adamın rüşvet verme-yişi eğriliğine işaret oluyor.
Yani doğruluk anlayışı
(Allah'ın emrettiği doğrultuda yapmazsa) şahsa göre değişir, her şahsa göre
değişir. "Merdi kıbdi sirkati ile övünür"
Yani yiğitliğini
anlatırken, adam hırsızlığını anlatırmiş. Bu atasözü haline gelmiş bazı
insanlar arasında, adam yiğitliğini anlatıyor; "Filan yere varıverdim,
gecenin karanlığında çalı verdim, sonrada köşeyi şöyle döndüm." diyor.
Şimdi onlara göre çalmayanın hiçbir değeri yok. İnsan olarak değeri yok.
İşte insanlarda ahlak
anlayışı böyle. Eğer belirli bi ölçünüz olmazsa topluma göre değişir. Onun için
Allah (c.c); dosdoğru ol" ama nasıl .? "emrolunduğun gibi dosdoğru
ol."
Yani doğruluk ölçüsünü
peygamber efendimize de vermemiş Rabbim. Bizzat Rabbim belirliyor peygamber
efendimizede diyor ki: "Buna uy sen" diyor. Daha Önce anlattım,
yamyam anasını yerken çok mantıklı felsefeyle anlatıyor; "Anam beni 9 ay
karnında taşımış, zorluklarla dünyaya getirmiş. İki sene sırtında taşımış,
yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş. Benimle ağlamış, benimle gülmüş. Beni bu
hale getirmiş. Anam birgün ölünce onu toprağa defnedecek kadar zalim değilim,
ben onu yerim kanımda taşırım" diyor. Çok mantıklı, Öbür tarafda Hindistan
devlet başkanı Rajiv Gandi annesini yaktı. "Beni bu hale getiren anamı toprağa
veremem" diyerek. Sonra Rajiv Gandinin kendisi de bir kurşunla gitti, onu
da oğlu yaktı. Televizyonda gördük, babasının cesedini zevkle, son görev olarak
yaktı. Deli mi bu adam,? değil. Onun mantığına göre en doğrusu o. Yamyamın
mantığına göre anasını yemek, Rajiv gandinin mantığına göre en doğrusu anasını
yakmak.
Londra belediye
başkamda bundan iki yıl Önce bir karar çıkartmıştı. İzin verildiği takdirde
ölüleri Londra'nın ısıtılmasında kullanmak üzere yakacaklar. İsraf olmasın
toprağa gitmesin diyerek gayet mantıklı. Yani buna karşı durmakta doğru değil,
mantiken hareket edeceksiniz. O zaman sende bir başka yer düşünürsün. Sende
yakarsın küllerini, kavanozon içine koyayım, batıda bazılarının yaptığı gibi.
Anamı mezarlıkta ziyaret edeceğime, evimde ziyaret ederim. Buda mantıklı, öyle
ise beş milyar insana göre beş milyar doğru çıkar.
Biz bunları
reddediyoruz, diyouz ki: "Bütün akılları, bütün mantıkları yaratan Allah
(c.c.) doğru yolu çizmiştir." Ona "sıratı müstakiym" diyoruz. O
yol üzerinden bugüne kadar peygamberler yürümüşler ve pişman da olmamışlar.
Dünyada devlete varmışlar, peygamberler ahi-rette cennete varmışlar, öyle ise
biz de Rabbimin çizdiği çizgiden yürüyeceğiz ve Rabbim zaten diyor.
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol." Sakın haddi aşma, isyana gitme,
sen ve seninle beraber tevbe edenler, sakın ha haddi aşmayınız. Tuğyan
dediğimiz şey ki, Allah'ın yerine kişinin kendisini koymasına Tuğyan diyoruz.
O "Allah (c.c.)
sizin yapmakta olduklarınızı görür" buyurmaktadır. Hayat, ilim, semi,
basar, irade, kudret, kelam, tekvin diye Allah (c.c.)'ün sıfatı subutiyelerini
ezberletmişlerdi ya buralardan alınmadır. Basir sıfatı.
Şimdi Rabbim
emrolunduğun şekilde, dosdoğru ol diyor, peki bir Rabbimin emrettiği doğrular
var, bir de zalimlerin doğru diye takdim ettikleri var. Ona da dikkatinizi
çekiyorum.[146]
113-
Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'dan başka
dostlarınız yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.
Sakın ha zalimlere
meyletmeyin, zalimlere boyun eğmeyin. Zalim kim? Haddi aşan adam, "zulüm,
haddi aşmaktır" diye tarif ediliyor. Zalim de, "haddi aşan
adam." Yani adamın haddi olmalı, "kişi haddini bilmeli" derler
ya. Haddimizi bilmek, gücümüz ne kadara yeter, aklımız ne kadara yeter, gözümüz
ne kadar görür. Paramız ne kadar yeret, bunları bilmek insanın haddini
bilmesidir.
Bunu bilmezde adam ben
insanlara koyduğum kurallarla hükmederim dedimi, ilahlık, yani kendi sınırını
aştı. İlahlık iddiasında bulundu. Rabbim diyor ki: "Sakın bunlara boyun
eğmeyin, bunlara meyilde etmeyin." Yani gönülden bu adamları destekleme
tarafınada gitmeyin. Allah'ın kanunlarına karşı başka kanunlar koyan kişiler
zalimdir. Ve o zalimlere meyleden insanlarda onlarla beraber haşrolunurlar. Hem
boyun eğmeyeceğiz, nemde gönülden meyletmeyeceğiz bu adamlara. Meyledersek ne
olur, ateş bizi tutuverir diyor, sizi ateş tutuverir. Ve Allah'tan başka
dostlar olmaz, sizin için Allah'tan başka dostlarınız olmaz. Sizi kurtaracak
kimse olmaz, size yardım da olunmaz diyor Allah (c.c);[147]
114-
Gündüzün iki tarafında (sabah-öğle-ikindi) ve geçeninde (gündüze) yakınında
(akşam-yatsı) namaz kıl. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret
alanlar için bir nasihattir.
Gündüzün iki tarafında
ve gecenin gündüze yakın yerinde namazını kıl. Bu sabah namazı, yatsı namazı ve
akşam namazı işarettir derler. Yani üç vaktin farz kılındığını bu ayet-i kerime
ile belirlenmiştir derler. Diğer vakitler içinde başka yerlerde ayetler var.
Beş vakit namaza
doğrudan işaret eden, emreden ayetler ve onu açıklayan hadisi şerifler vardır.
Mutlaka iyilikler
kötülükleri götürür diyor Allah (c.c). İyilikler kötülükleri götürür. Yani bir
kötülük yaptınız ama ardındanda bir iyilik yaptınız, iyilik kötülüğü götürür,
günahı götürür. Mesela insanın gönlünü kırıyorsunuz, sonrada gönlünü almaya
çalışıyorsunuz, alınıyorda bazen, çoğunluklada alınıyor. Özür dilerim
dediğinizde bir anda af ediyor adam. Aynen istiğfarda Allah (c.c.)'den özür
dilemektir. Zaten "ya Rabbi bir hata işledim af et!l Derken bu iyiliktir
ve kötülüğü silip götürüyor.
Kötülüğü kötülükle
defetmeyiniz. Kötülüğü iyilikle defediniz. Ayet-i kerimede "iyilikle
kötülük denk değildir, buyruluyor. O kötülüğü en iyi şekilde def et"diyor
Rabbim.[148] O kendinle arasında düşmanlık
olan adam varya, bakmışsın birgün sıcacık dost oluvermişsin diyor Rabbim.
Yani bir adamla
düşmansınız sakın ha yaptığı kötülüğe karşı sizde kötülük yapmayın. Onun
kötülüğünü iyilikle def edin. Birgün gelir o sizin sıcacık dostunuz olur.
Yaptığınız kötülük aranıza girer bu sefer. Yarın yüzüne bakacağına, akşamdan
kötü söyleme derler. Bir hadisin anlatımıdır, Türkçede efendimizin hadisinin
Türkçeleşmiş şeklidir bu. "Akşamdan yüzüne bakacağına gündüz kötü
söyleme." "Hani komşuyuz, şurada yüz yüze bakacağız" derler
anadoluda. Yüz yüze bakacağınız insanlara kötü söz söylemeyin, yürekten
çıkmaz. O kötülük yapmışsa iyilikle def edin. Kendiniz kötülük yapmışsanız yine
kendiniz iyilikle def edin o işi. Bu nasihat alanlara bir nasihattir. Nasihat
kendisine fayda verenlere nasihattir.[149]
115- Sabret.
Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafaatını zavii etmez.
116- Sizden
önceki çağlarda yeryüzünde bozgunculuk yapanları engelleyecek akıl sahipleri
olmalı değil miydi? Ancak onlardan kurtardığımız çok az kişi (engellemeye
çalıştı). Zalimler ise kendilerine verilen malın peşine düştüler ve suçlu
oldular.
Sizden evvelki
çağlardan bakiyye sahibi kişiler olmalı değilmiydi. Onlar insanları yeryüzünde
kötülükten alıkoysalardı ancak bu alıkoyma işlemini çok az kişiler yapar. Onlar
da bizim kurtardığımız insanlardır buyuruyor. Şu "Bakiyye" kelimesini
Türkçe'de de kullanırız biz, "Askerden bakaya kaldı" derler. Bir de
bu eski bakiyelerden derler. Yani adam 70- 80 yaşına gelmiş, gelmiş iyi şeyler
düşünüyor, iyi şeyler tavsiye ediyor. Köyün akıl danışılan adamıdır.
"Yahu bu işi nasıl yapacağımızı filan adama soralım. O eski
bakiyelerdendir." deriz. Burada da yıllar geçmesine rağmen en sona kalmış
insana o kelimeyi kullanıyoruz.
Mealler de ve
tefsirler de "basiret sahibi" manasına almışlar. Ama bakiyye
kelimesini ancak bizim anladığımız anlamda verelim. Yani geçmiş toplumlardan
geriye kalan o toplumlardan gördükleri azablardan ibret alan insanlar yok mu
aranızda.?. O insanlar, bu insanları kötülüklerden alıkoysunlar. Yani geçmişin
acı tecrübelerini bilen insanlar yokmu ki aranızda bu insanlara nasihat etsinler
de yeryüzündeki bozgunculuğu önlesinler. Bunu az çok insan yapar. Onlarda
Allah'ın koruduğu insanlardır diyor.
Bugün için
müslümanlardır, bugün için insanları bozgunculuktan alıkoyabilecek yegane
toplum. Allah'ın koruduğu insanlardır. Biz koruduğu insanlarız. Bu konuda
yemin edebilirsiniz. Niye hiç değilse iman nimeti var, dünyevi saadeti pek
temin edememişiz ama Allah'a hamdü senalar olsun ki iman nimetimiz var,
ahiretti bir tutunacak dalımız var bizim. İnşaallah imanla gideriz. Zalimler
ise dünya nimetlerine uyuverdiler, dünyada mal, mülk elde edince nevalarına ve
şehvetlerine uyuverdilerde suçlulardan oldular diyor Allah (c.c).[150]
117- Halkı
iyi işler yaparken zulümle şehirleri helak etmek senin Rabbine yaraşmaz.
Toplumsal değişmelerin
kanununu bildiren ayetlerden biridir bu ayet-i kerime. Rabbim hiçbir şehri,
hiçbir milleti o toplumun içinde is-lahcılar varken o toplumu helak etmez
manasınadır. Bir toplum helak olmaz, içinde o toplumu düzelten insanlar var
oldukları müddetçe. Günümüzde niye bu helaklar olmaz. Şöyle şöyle, böyle böyle
oluyor, ama o toplumun içinde bunu iki yönlü izah ederiz.
O toplumun içinde
İslah eden bir toplum var. Yani yetmiş senedir bu memlekette yetkililer İslama
karşı savaş açmışlardı ama bu yetmiş senelik zaman içinde bu toplumunn içinde
bu dini ayakta tutmaya çalışan salih insanlarda var olmuştur. Ama bazı
toplumlarda hiç salih insan yok. Peki onlarda kanunlarını tamamlamamışlardır.
Hani bir yerden damlanın düşebilmesi için tam olgunlaşması gerekiyor. Allah
(c.c.) bir toplumu topyekün yok edebilmesi için helak olmanın bütün kanunları
olması gerekir. O tamam olduğunda onu kimse onu engelleyemiyor.[151]
118- Eğer
Rabbin düeseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilaf ederek
devam edecekler.
Şayet Rabbin dilemiş
olsaydı, insanları tek ümmet yapardı. Ama insanlar ihtilafa devam ediyorlar.
Yani Rabbim insanları İslama gelmeye zorlamaz, ama ister. Müslüman olmanızı
ister, ama zorlamaz. Zorlayacak olsaydı peygamber göndermesine gerek yoktu.
Mü'min olarak yaratır, mü'min olarak devam ettirirdi. Birini de kafir olarak
yaratır, kafir olarak devam ettirirdi. O zaman peygambere, kitap indirmeye ve
imtihana da gerek kalmazdı. Cennet ve cehenneme gerek kalmazdı. Rabbim
insanları yaratıyor, iradesini veriyor. İyiye de kullanabilirsin, kötüye de
kullanabilirsin diyor, da, iyiye kullanmanı istiyorum. İyiye nasıl
kullanacağını öğretmek üzere peygamber gönderiyorum, kitapda veriyorum diyor.
Ve buna rağmen insanlar iradelerini kullanarak ihtilafa devam ediyorlar.[152]
119- Ancak
Rabbinin merhamet ettikleri müstesna. Onları bunun için yarattı. Rabbiyin:
"Elbette cehennemi bütün cin ve insanlardan dolduracağım" sözü tam
yerine geldi.
Ancak Rabbinin
merhamet ettikleri kişiler ise ihtilafdan uzaklar. Onlar da müslümanlardır.
Yani Hz. Musa zamanında ki Musa'ya inananlar Hz. İsa (a.s.) zamanında ona
inananlar şimdi de Peygamber (s.a.v.)'e inananlar, Rabbimin merhametine
kavuşmuş insanlardır.
İşte onları bunun için
yarattı. Yani imtihan için yarattı ve o imtihanın neticesinde birgün bir kısmı
cehenneme, bir kısmı da Rabbimin rahmetine hak kazandı. "Rabbiyin-kelimesi
tamamlandı". Yani Rabbin kimlerin cennete kimlerin cehenneme gideceğini
biliyor. Kıyamete kadar gelecek olanları da biliyor. Ve mutlaka ben cehennemi
cinlerden ve insanlardan çoğuyla dolduracağım diyor. Yani İnsanlardan ve
cinlilerden cehenneme gidecek olanlar da belli.
Şimdi inançsızlar
şunları soruyor; madem belliyse niye yaratıyor? Yaratmadan da gönderiverseydi
olmazmıydı..? Yani bu dünyaya gelmeden de madem biliyordu, imtihana ne gerek
vardı. Daha önce bunun cevabım çok verdik. Çünkü çok soruluyor. Bunlara biz
diyoruz ki; İmtihan ettikten sonra not defterini ilan ediyor, ona bile itiraz
ediyor insanlar. Şimdi Rabbim; "ben sizi yarattım ama yaratmasamda gavur
olacaktınız." dese gavurun birine, O da ahirette der ki "Olur mu Ya
Rabbi..! senin gücünü, kuvvetini, iradeni bildikten sonra, benim seni inkar
etmem mümkün değil. Ahirette inkarı böyle olacak insanın.
Onun için bu fırsatı
vermemek için Rabbim bu dünyayı yaratıyor. Yaptıklarını da meleklere
kaydettiriyor ve öbür dünyada da gösteriyor.[153]
120-
Peygamberlerin haberlerinden hepsini onunla senin kalbini sabit kılmamız için
sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, nıü'minlerede öğüt ve ibret geldi.
Biraz önce manasını
vermeye çalıştığımız ayetten sonra bu ayeti kerimede de Rabbim; işte sana bu
peygamberlerin haberlerinin tamamım anlattık. Onunla senin kalbini tesbit
ediyoruz, sabit kılıyoruz. Yani peygamber efendimize güç veriyor.
Peygamberlerin kıssası peygambere güc vermek içindir. Yani bu Mekke'Iiler seni
inkar ediyorlarsa iyi bil ki Musa'yı da inkar ettiler, İbrahim'i de (a.s.)
inkar ettiler. Bunlar
sana işkence ediyorsa
bil ki Musa'ya da, İbrahim'e de, Nuh'a da hakaret ettiler, işkence yaptılar.
Onlar sabretti, bunlar seni yerinden, yurdundan sürüyorsa, o peygamberler de
yerinden yurdundan sürüldüler.
Yani neticede o
peygamberlerin kazandığı gibi sen de kazanacaksın diye peygamber efendimizin
kalbini kuvvetlendirmek üzere bu hikayeler Alla (c.c.) tarafından ani atıl
ıvermiştir.[154]
121- İman
etmeyenlere deki: "Yerlerinizde elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.
O iman etmeyenlere
söyle, yerlerinizde dilediğinizi yapın. Bizde yapacağız. Bugünkü makam manasına
da gelir. Bugün şu makamlarınızda, yani oturduğunuz otoriteyi elde ettiğiniz
yerler varya, bakanlık, başbakanlık, krallık, şahlık, padişahlık. Dünyadaki
yönetim biçimlerinin tamamına şamil, şu makam ve mevkilerinizde imansızlık
üzere yapacağınızı yapın, bizde durmayacağız, bizde yapacağız.[155]
122-
Bekleyin. Biz de bekleyeceğiz.
Bizde üzerimize düşeni
yapacağız. Bekleyin bizde bekleyeceğiz, Yani netice bakalım kimin olacak. Sizin
mi olacak, bizim mi olacak bekleyin. Peki ne diyelim biz, biz kazanacağız. Biz
mutlaka kazanacağız, ama kazanmadan kasdımız nedir. Cenneti elde etmek mi
orada kazanacağız. Hiç şüphemiz yok, fakat dünyada devlet, ahirette cennet diyoruz.[156]
123-
Göklerin ve yerin gaybi ( bilmek) Allah'a aittir Bütün işler Allah'a
döndürülür. O'na ibadet et. Ona dayaı ve güven. Rabbin yaptıklarınızdan gafil
değildir.
Dünyada devleti elde
edecekmiyiz bilemeyiz belki biz öliirüzde çocuklarımız görebilir. Onun için
yeryüzününde, gökyüzününde gayb bilgileri Allah'a aittir. Biz üzerimize düşeni
yaparız daha yukarda geçmişti. Kafirler bizim hakkımızda ancak iki iyiliği
isteyebilirler. Harb için kılınç çekilmiş, orada ayet-i kerime diyor ki
kafirler sizin hakkınızda iki iyilik isteyebilirler. Öldürürler şehit yaparlar.
Mağîub olur kafirler sizi gazi yaparlar.
Yani müslümanın
kaybetmesi diye birşey yok. îslami çizgide yürüdüğü müddetçe öldürüiürse şehit
oluyor, kalırsa gazi oluyor. Her iki halde de cenneti kazanıyor, ama dünyada
devlet ilkesine ulaşır mı, ben ulaşır mıyım, sen ulaşırmısm gaybın bilgisi
Allah'a ait biz elde etmek için çalışırız olursa bu olur, olmazsa cennet olur.
Zaten hedef cennet.
Bütün işler Allah'a
döndürülür. Bütün işler kime döndürülecekse ona ibadet yap. Ona tevekkül et,
Allah'a güven. Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.
Mehmet Akif merhumda;
"Allah'a dayan, saye sarıl, hükmüne râm ol. Yol varsa budur, bilmiyorum
başka çıkar yol." diyerek çok güzel ifade etmiştir.[157]
[1] Ahmet h. Hanbel, Müsned 3175
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/9-10.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/10-13.
[4] Ahmet b, Hanbel Müsned 3/338
[5] Buharı K.Rikak 36
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/13-14.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/15-16.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/16-17.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/17-18.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/18-20.
[11] Yasin 65
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/20-22.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/22-23.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/23.
[15] Hadid/ 23
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/23-24.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/24-25.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/26-27.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/27-28.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/28.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/28-29.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/29.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30-31.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31-32.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/33.
[30] Fatır 123
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/33-34.
[32] Sebe / 28
[33] Enbiya / 107
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/34-35.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/35-37.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/37-39.
[37] Bakara / 256
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/39-40.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/40-42.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42-43.
[42] Fatır / 28
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/43-44.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/44.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/45.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/45-46.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47-48.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49-50.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50-51.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/51.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/51-52.
[61] El Fecr / 6-7
[62] Ahkaf 121
[63] Şuara 1128-135
[64] Şuara / 160-180
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/52-53.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/53-54.
[67] Ebu Davud, İstiska hah; 3,
İbni Mace, İkame; 154
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/54-56.
[69] Hud 112
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/56-57.
[71] Kalem / 5
[72] Mümtehıne / 4
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/57-59.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59-60.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/60-61.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
[79] Kafi 16
[80] Maide / 54
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/62-63.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/63-65.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/65-66.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/66-67.
[85] Bakara / 30
[86] Bakara / 37
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/68-69.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/69.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/69-70.
[90] Ankebut / 2
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/70-71.
[92] Nisa / 86
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/71-72.
Buharı, Mevakitü-s- salat 41
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73-74.
[99] Buharı, K. edep, hah 18
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74-75.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75-76.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/76-77.
[106] Kamer / 37
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/77-78.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78.
[109] A'raf / 82
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78-80.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/81-82.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/82-83.
[113] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/83.
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/84-85.
[115] Bak. Maide I 100, En'am I
116
[116] Ahzab / 21
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/86-88.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/88-90.
[119] Tahrim / 8
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/90-91.
[121] Enfal 130
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/91-93.
[123] Tevbe / 52
[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/93-94.
[125] Kalem / 5
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/94-95.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95.
[128] Buharı K. cihad 1180
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95-96.
[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/96.
[131] Mümin 29
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/96-97.
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/97-98.
[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/98-99.
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/99-100.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/100-101.
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/102.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/102-103.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/103.
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/104-105.
[141] Buhari.Bediül Halk 8
[142] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/105-107.
[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/107-108.
[144] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/108-110.
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/110.
[146] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/110-112.
[147] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/112.
[148] Fussilet 134
[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/112-113.
[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/113-114.
[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/114-115.
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/115.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/115-116.
[154] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/116-117.
[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117-118.