İBRAHİM SURESİ
Kur'ân-ı
Kerim'in on dördüncü sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur. 52 âyettir. İçinde
İbrahim (a.s.)'in duaları ve yalvarışları geçtiğinden dolayı bu ismi almıştır.
Ra'd sûresinde mücmel olarak ifade edilen hususlar, bu sûrede mufassal olarak
beyan edilmiştir. Allah'ın azametini, mükevvenâtm ahvâlim ve ilâhî nimetleri
açıklayan âyetler bulunmaktadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Elif, Lâm, Râ. Bu, Öyle bir kitabtır ki, insanları
Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip, hamde lâyık olan
Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.»
Kur'ân-ı
Kerim'in bütün âyetleri bir gayeye mebni olarak indirilmiştir. Yüce Allah bu
hususu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muham-med,
biz bu Kur'an'ı sana Cebrail vasıtasıyla indirdik ki, insanları
Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, yani küfürden imana, sapıklıktan
hidâyete, her şeye galip, hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu
sana indirdik.» Yüce Allah küfrü karanlığa, imam da aydınlığa benzetmiştir. îman
edenler aydınlığa, nûra, hidâyete, rahmete, kurtuluşa ve saadete kavuşur. Bunun
karşılığı olarak cennet nimetiyîe mükâfatlandırılır. İman etmeyenler ise
sapıklığa, zulmete, felâkete, sefalete, zillete düşer. Bunun neticesi olarak
da, Allah'ın küfredenlere vaad ettiği cehenneme girer. Yüce Allah bu hususu
Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Mu-hammed, insanları Rablerine imana davet
et, O'na iman edip emirlerine itaat etsinler. O, Azîz'dir, Peygamberinin
davetine icabet etmeyenlerden intikamını alır. Hamîd'dir, Peygamberine itaat
edenlere sonsuz ihsan ve ikramda bulunur.» Âyette ifade edildiği gibi, iman
edenler mükâfatım, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O Allah ki göklerde ve yerde olan O'nundur.
Uğrayacakları şiddetli azabtan dolayı vay kâfirlerin haline.»
«Ki onlar dünya hayatını âhirete tercih ederler.
Allah yolundan alıkoyarlar ve onun eğrilmesini isterler. İşte onlar derin bir
sapıklık içindedirler.»
Ey insanlar,
göklerde ve yerde olan her şeyi yaratan Allah'tır. Hiç kimsenin onlarda bir
ortaklığı yoktur. Yerleri, gökleri ve bunların içindekileri yoktan var eden,
rızıklandıran, besleyen, koruyan-, terbiye eden, muhafaza eden, onları tanzim
eden, sevk ve idare eden Allah'tır. Böyle iken Allah'a şirk koşup vahdaniyetini
inkâr ettikleri için uğrayacakları şiddetli azabtan dolayı vay kâfirlerin
haline. Onlar dünya hayatını âhirete tercih ettiler, âhireti unuttular.
Allah'ın dinine girmek isteyenleri ondan alıkoymaya çalıştılar ve hak dinin
eğrilip yok olmasını istediler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler,
onlar için elîm bir azab vardır. Gidecekleri yer cehennemdir, orada ebedi
kalacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik
ki, onlara apaçık anlatsın. Bundan sonra Allah dilediğini sapıtır, dilediğini
doğru yola götürür. O, yegâne galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»
Allahü
Teâîâ bütün peygamberleri kendi kavimleri içinden seçip, onların diliyle
göndermiştir. Her peygamber, Allah tarafından kendisine vahyedüeni kavminin
diliyle onlara anlatmış, imanı, küfrü, hakkı, bâtılı, iyiyi kötüyü, helâli
haramı, hayrı ve şerri, hidâyeti ve dalâleti, mükâfatı ve mücâzatı apaçık
anlatmış ve iman edenlerin mükâfata, iman etmeyenlerin ise en şiddetli cezaya
uğrayacaklarını da bildirmiştir. Bundan sonra Allah dilediğini saptırır, yani
iman etmeyenleri sapıtır, iman edenleri ise doğru yola götürür. O, iman edecek
kullarını da, iman etmeyecek kullarını da bilir. Ona göre iman edecekleri
hidâyete, iman etmeyecekleri de sapıklığa götürür. Çünkü O, yegâne galiptir,
tam hüküm ve hikmet sahibidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her
peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın.
Bundan sonra Allah dilediğini sapıtır, dilediğini doğru yola götürür. O, yegâne
galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor-.
«Andolsun ki, biz Musa'yı "Kavmini
karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın gösterdiği günleri onlara
hatırlat" diye gönderdik. Şüphesiz bunda sabreden ve şükreden herkes için
dersler vardır.»
Allahü
Teâlâ, Mûsâ (a.s.)'yı da diğer peygamberler gibi, kavmini karanlıklardan
aydınlığa, yani küfürden imana, bâtıldan hakka davet etmek için göndermiştir.
Musa (a.s.) kavmini imana davet etmiş, iman etmeyenlerin uğradıkları felâketi
ve musibeti onlara haber vermiş, Allah'ın nimetlerine şükretmelerini
söylemiştir. Belki onlar bunlardan ibret alıp iman ederler.
Rivayete
göre Allahü Teâlâ, Musa (a.s.)'ya şöyle buyurmuştur: «Yâ Musa, beni kullarıma
sevdir.» Musa Ca.s.) «Ey Rabbim, ben seni kullarına nasıl sevdiririm? Yerlerin
ve göklerin hâkimi sensin, bütün hazinelerin anahtarları senin elindedir» der.
Yüce Allah, Musâ (a.s.)'ya vahyederek şöyle buyurur: -Benim kendilerine
verdiğim nimetlere şükretmeleri, beni sevmeleridir. Eğer nimetlerime
şükrederlerse beni sevmiş olurlar.» Allahü Teâlâ'nın önceki kavimleri helak
etmesinde akıl sahipleri için ders alınacak ibretler vardır. Yüce Allah onları
niçin helak etti, iman ettikleri için mi, yoksa iman etmedikleri için mi? Bunun
üzerinde düşünüp ders almak gerekir. Onlar inkâr ve küfürlerinden dolayı helak
olmuşlardır. Allah, iman etmeyip azanlardan intikamını böyle alır.
Allah'tan
gelen şeylere sabredenler «sabirînler» mertebesine yükselir, nimetlerine
şükredenler de «şâkirin» defterine kayıt edilir ve nimeti artar, nankörlük
edenlerin ise elindekiler de yok olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hani Musa kavmine: "Allah'ın üzerinizdeki
nimetini hatırlayın, çünkü O, sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp
oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştır ve bunda Rab-binizden
büyük bir imtihan vardır" demişti."
Musa
(a.s.), AUahü Teâlâ'nın emrini yerine getirmek için kavmine: «Ey kavmim,
Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın, hiçbir zaman bu nimetleri
unutmayın. O, sizi Firavun'un zulmünden Ve baskısından kurtardı. Firavun,
kızlarınızı sağ bırakıyor, oğullarınızı öldürüyordu, sizi en ağır işlerde
çalıştırıyor, kadınlarınızı da hizmetçi olarak kullanıyordu. Bu zulümden sizi
kurtaran Allah'a iman edip, emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının, O'na
asla şirk koşmayın. Bunda sizin için büyük bir imtihan vardır.» Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Hani Musa kavmine: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın, çünkü O, sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp
oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştır. Ve bunda Rabbinizden
büyük bir imtihan vardır" demişti.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Hatırlayın ki, Rabbiniz şunu bildirmişti:
"Şükrederseniz andol-sun ki size karşılığını artırırım. Nankörlük
ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir" diye bildirmişti.»
«Musa: MSiz de, yeryüzünde bulunanların
hepsi de nankörlük etseler yine de Allah müstağni ve hamde lâyık olandır"
demişti.»
Musa
(a.s.) kavmine: «Ey kavmim, Allahü Teâlâ size nimetlerini bildirdi. Eğer siz bu
nimetlere şükrederseniz, size verdiği nimetleri artırır. Nankörlük ederseniz
size verdiği nimetleri alır, bilin ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Ey
kavmim, siz de, yeryüzünde bulunanların hepsi de Allahü Teâlâ'nm nimetlerine
nankörlük, etseniz, O'nun varlığını ve birliğini inkâr da etseniz, O'n-a hiçbir
şey yapamazsınız. Çünkü O'nun sizin imanınıza ve ibadetinize asla ihtiyacı
yoktur. O, bunlardan müstağnidir. Sizin imanınızın ve inkârınızın O'na ne bir
faydası olur ve ne de bir zararı. İmanınızın da, inkârınızın da faydası ve
zararı sizedir. İman ederseniz mükâfatını, iman etmezseniz cezasını
görürsünüz.»
Ebû'1-Leys
Semerkandî Hazretleri, Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet edildiğini
nakletmiştir: «Peygamberimiz (s.a.v.): «Kime şu beş şey verilirse o kimse beş
şeyden mahrum kalmaz. 1 — Bir kimse Allah'ın vermiş olduğu nimetlere
şükrediyorsa, o kimse nimetten mahrum kalmaz, rızkı artar, eksilmez. 2 —
Allah'a itaat etmek için masiyetten uzak durmaya sabreden kimse, sevaptan
mahrum kalmaz, mükâfatı verilir. 3 —* Tevbe ve istiğfar eden kimse de mağfiret
olunmaktan mahrum kalmaz. 4 — Duâ edenin duası asla geri çevrilmez, kabul olur.
5 — Kim Allah yolunda infak ederse, fazlasıyla kendisine verilir, infak ettiği
karşılıksız kalmaz. Bütün bunlar ihlâs üzere olursa Allah katında kabul olur,
ihlâs üzere olmazsa kabul olmaz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sizden önce geçenlerin Nûh, Âd, Semûd kavimlerinin
ve onlardan sonra Allah'tan başka kimsenin bilmediği kavimlerin haberi size
gelmedi mi? Peygamberleri onlara âyetlerle geldiler de, onlar ellerini
ağızlarına itip: "Biz size gönderileni inkâr ettik, bizi çağırdığınız
şeyden şüphe ve endişe içindeyiz" dediler.»
Ey
insanlar, size Kur'an'da geçmiş ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanların
nasıl azaba uğratılarak helak edildiğinin haberi gelmedi mi? Allahü Teâlâ,
inkâr ve azgınlıkları yüzünden Nuh'un kavmini tufanda boğarak, Âd'ın kavmini
kasırga ile, Semûd'un kavmini sayha (Cebrail'in narası) ile helak etmedi mi?
Onlardan sonra Allah'tan başka kimsenin bilmediği nice kavimleri de helak
etmiştir. Onların hepsine peygamberler gelip kendilerini imana davet ederek
şirkten men etmiştir. Fakat onlar peygamberlerini kabul etmeyip
reddetmişlerdir. Sonra da ellerini ağızlarına koyarak peygamberlerine «Siz
yalancılardansınız, bize böyle bir şey söylemeyin. Bizim üzerimize azab gelmez,
hem biz, sizin davetinize de icabet etmeyiz. Söyledikleriniz de bizi tatmin
etmiyor, bundan dolayı şüphe ve endişe içindeyiz» demişlerdir. Geçmiş
peygamberlerin ümmetleri inkâr ve yalanları yüzünden helak olmuşlardır. Yüce
Allah iman edenleri iki cihan saadetine kavuşturmuş, iman etmeyenleri ise,
inkârları yüzünden helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Peygamberleri de onlara demişlerdi ki:
"Gökleri ve yeri yaratan, günahınızı bağışlamak, belirli bir süreye kadar,
meydan vermek için çağıran Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?" Onlar da:
"Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Siz bizi atalarımızın tapmış
olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil
getirin" demişlerdi.»
Bütün
peygamberler gönderildikleri toplumları imana davet etmiştir. Bu davet
neticesinde içlerinden kimi iman etmiş, kimi etmemiştir. Peygamberleri iman
etmeyenlere şöyle demişlerdir: «Ey kavmimiz, siz gökleri ve yeri yaratan
Allah'a mı eş koşuyorsunuz? Gökler, yer ve bu ikisi arasındaki çeşit çeşit
varlıklar O'nun birliğine ve Hâlik-ı Mutlak olduğuna delil değil midir? Sizi
O'na imana davet ediyoruz. Eğer iman ederseniz günahlarınızı bağışlar, eceliniz
gelene kadar ömrünüzü uzatır, dünyada üzerinize azab gönderip sizi helak
etmez.» Bu davete karşılık onlar da peygamberlerine şöyle demişlerdir: «Siz de
bizim gibi sadece birer insansınız. Hiçbir surette bizden üstünlüğünüz yoktur.
Siz bizi atalarımızın dininden döndürmek istiyorsunuz. Peygamber olduğunuza
dair bize apaçık delil getirin, görelim.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Peygamberleri onlara demişlerdi ki: "Biz de
sizin gibi birer insanız ama Allah kullarından dilediklerine ihsanda bulunur.
Allah'ın izni olmadıkça biz size delil de getiremeyiz. Mü'minler ancak Allah'a
güvenip dayansınlar.»
Geçmiş
kavimler, peygamberlerinin davetini kabul etmeyerek «Siz de bizim gibi birer
insansınız, bizden .hiçbir üstünlüğünüz yok. Şayet peygamber iseniz, bize
peygamber olduğunuza dair bir alâmet getirin» demişlerdir. Bunun üzerine
peygamberleri de onlara şöyle demiştir: «Evet, biz de sizin gibi birer insanız
ama, Allah kullarından dilediğine nübüvvet ve risalet verip ihsanda bulunur.
Böylece onları diğerlerinin üzerine üstün kılar ve onlarla kullarını imana
davet ettirir. Ey kavmimiz, Allah'ın izni olmadıkça biz size delil de
getiremeyiz. Ancak Allahü Teâlâ'nm izniyle size delil getiririz. Çünkü bütün
işler O'nun kudretiyle ve dilemesiyle meydana, gelir. Mü'minlere yakışan da,
bütün işlerinde Allah'a güvenip dayanmalarıdır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hem biz ne diye Allah'a güvenip dayanmayalım ki, bize dosdoğru yolları O göstermiştir.
Bize yaptığınız eziyetlere elbette katlanacağız. Tevekkül edenler de yalnız
Allah'a tevekkül etsinler.»
Geçmiş
kavimlerin peygamberleri kendilerine şöyle demişlerdir: «Ey kavmimiz, biz neden
Allah'a güvenip dayanmayalım. O, bizi peygamber olarak size gönderdi. Dosdoğru
yolları gösterdi. Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredip katlanacağız. Ve
hakkı size tebliğ etmekten asla çekinmeyeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız
Allah'a tevekkül etsinler.»
Bu
âyetler, gerçek mü'minin bir kötülük ve ahlâksızlık gördüğü zaman, Allah'a
güvenerek ve hiçbir korku duymadan ona engel olması gerektiğine delâlet
etmektedir. Zira Allah doğruların yardımcısıdır.
. t
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Küfredenler peygamberlerine dediler ki: "Ya
bizim dinimize dönersiniz veya sizi memleketimizden çıkarırız." Rableri de
peygamberlerine vahyetti ki: "Biz, zâlimleri helak edeceğiz".»
«Onlardan sonra da yeryüzüne sizi yerleştireceğiz.
Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir.»
İman
etmeyen kavimler peygamberlerine şöyle demişlerdir: «Ya bizim dinimize
dönersiniz veya sizi memleketimizden çıkarırız, başka şekilde sizi
barındırmayız.» Onların bu tehdidine karşı Allahü Teâlâ peygamberlerine şöyle
buyurmuştur: «Andolsun ki, biz o kâfirleri helak edeceğiz. Onları helak
ettikten sonra sizi onların yerlerine ve yurtlarına yerleştireceğiz. Bu mükâfat
iman edip emirlerimize itaat edenler içindir.» Yüce Allah iman etmeyenleri
helak edip, iman edenleri onların yerlerine ve yurtlarına yerleştirmiştir. Bu
lütuflar, iman edip Allah'tan korkanlar içindir, işte Allahü Teâlâ iman
edenleri hem dünyada, hem de âhirette böyle mükâfatlandırır.
Obey
bin Kâ'b (r.a.) şöyle demiştir: «İman etmeyenler kıyamet günü hesap vermeden
Önce üç yüz yıl ayakta bekleyeceklerdir. Onlara asla oturma müsaadesi verilmeyecektir.
Mü'minlerin hesabı ise ancak bir namaz vakti kadar sürecek, hesaplan hemen
görülecektir.»
Mansûr
Cr.a.) da şöyle rivayet etmiştir: «Bir gün Abdullah bin Ömer'in
yanmdaydık. Abdullah bin Mes'ûd'un şöyle dediğini söyledi: «Kıyamet günü halk o
kadar terleyecek ki, ter dudaklarına kadar çıkacak ve o terin içinde
yüzeceklerdir.» Abdullah b|n Ömer, bu kafirlerin halidir, mü'minlerin nasıl
olduğunu biliyor musunuz?» der. Biz de «Allah bilir» dedik. Abdullah -Allah,
Abdurrahman'm babasına rahmet etsin. O, size hadîsin evvelini haber vermiş,
sonunu haber vermemiştir. Kıyamet günü mü'minler seriyyeler üstünde otururlar.
Üzerlerine bulut gelip onları gölgeler, onlar kıyametin dehşetinden ve
sıcaklığından asla etkilenmezler.» Yüce Allah bundan sonra kafirlerin başlarına
gelecek olan durumları şöyle beyan etmiştir.
AUahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Peygamberler
yardım istediler. Bütün inatçı zorbalar da hüsrana uğradılar.»
«Onun
önünde cehennem vardır. Ona irinli sudan içirilecek-tir.»
«Onu
yudum yudum alacak ama yutamayacaktır. Her taraftan ona ölüm geldiği halde
ölemeyecektir. Ve arkasından ölümden daha da ağır bir azab gelecektir.»
Peygamberler
Allahü Teâlâ'dan kavimlerine karşı yardım isterler. Kavimleri de Allah'tan
yardım talep ederek şöyle derler: «Ey Rabbimiz, peygamberlerin bize haber,
verdiği azab gerçekse, o azabı gönder ki görelim.» Bu durum karşısında her iki
taife de, yani peygamberler ve kavimlerinden olup kendilerine iman etmeyenler
Allah'tan yardım isterler. Fakat kavimleri azgın ve inatçı oldukları için iman
etmediklerinden dolayı en büyük ziyana uğrarlar ve istedikleri azab üzerlerine
gelir, onları helak eder.
Onlar
kibirlerinden dolayı kendilerini üstün kabul ederek peygamberlerine iman
etmemişler, iman edenleri de hor görmüşlerdir, îşte bundan dolayı hüsrana
uğramışlar, inkâr ve küfürlerinin cezalarını daha dünyada iken dünyada
görmüşlerdir. Yüce Allah onları dünyada helak ettiği gibi, âhirette de içinde
ebedî kalacakları cehennemi hazırlamıştır. Orada içecekleri irinli sudur. Onu
yudum yudum alacaklar, fakat içemeyeceklerdir. Her taraftan kendilerine ölüm
geldiği halde ölemeyeceklerdir. îşte kıyamet günü kâfirlere verilecek olan ceza
budur.
Âyet-i
celîlede geçen «anid» kelimesinden maksat, Allah'ın emirlerine itaat etmeyerek
hak yoldan çıkmaktır, îşte ilâhî azab bunlar için hazırlanmıştır.
Kâfirler
cehennem azabı içinde iken kurtulmak için her an ölümü arzu edecekler, fakat
cennet ve cehennemde ölüm olmadığı için arzuları yerine gelmeyecek ve bu cezayı
ebedî olarak çekeceklerdir. İçinde bulundukları bu azabtan bir an bile
kurtulamayacaklardır. Bu ceza kâfirlerin işlemiş oldukları amellerin
karşılığıdır. Nitekim Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de bunu şöyle beyan ediyor:
«Onu yudum yudum alacaklar ama yutamayacaklardır. Her taraftan onlara ölüm
geldiği halde ölemeyeçeklerdir. Ölümden daha ağır bir azab gelecektir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Rablerine
küfredenlerin hali fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.
Yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu uzak sapıklığın ta
kendisidir.»
Yüce
Allah bu âyet-i kerîmede mü'minlerin ibret alması için kâfirlerin durumunu bir
teşbihle gözler önüne seriyor ve şöyle buyuruyor: «Ey iman edenler, kâfirlerin
yaptığı amellerin benzeri fırtınalı bir havada şiddetli bir rüzgâr ile havaya
savrulan kül gibidir. Rüzgârın savurduğu külden hiçbir "eser kalmadığa
gibi, onların amellerinin de kendilerine hiçbir faydası yoktur. Kâfirler ne
kadar hayırlı işler yaparlarsa yapsınlar, bu hayırlı işlerinin ve amellerinin
Allah katında hiçbir değeri yoktur. Çünkü ameller Allah katında ancak iman ile
değer kazanır. Kâfirler de iman etmediklerine göre amellerinin herhangi bir
değeri söz konusu değildir. Denizin köpüğü bir anlam ifade etmediği gibi,
inanmayanların yaptıkları amellerin de bir değeri yoktur. Onlar âhirette
dünyada yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Çünkü Hakk'ı inkâr etmekten
daha büyük bir günah yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gökleri
ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını görmedin mi? 3£ğer dilerse sizi yok edip
yeni bir varlık getirir.»
«Bu, Allah'a göre güç değildir.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, gökleri ve yeri
Allah'ın yarattığını görmüyor musun?» O, gökleri ve yeri varlığına ve birliğine
delâlet etsin diye büyük bir nizam ve intizam içinde yaratmıştır. Kulların
vazifesi, Allah'ın varlığına ve birliğine iman edip emirlerini yerine getirip yasaklarından
kaçınmaktır. Eğer insanlar Allah'ın emirlerine itaat etmeyip yasaklarından
sakınmazlarsa Yüce Hâhk onları helak edip yerlerine kendine iman edip
emirlerine itaat eden yasaklarından kaçınan başka bir millet getirir. Bu ise
Halik için güç değildir, Allah'ın emirlerine muhalefet edenler, hiçbir zaman
azabından emin olamazlar. Bir gün ilâhî azab kendilerini mutlaka yakalar.
Yukarıda geçen âyette «Yâ Muhammed, gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını
görmüyor musun?» buyurularak bu noktaya insanların dikkati çekilmiştir. Halbuki
Peygamberimiz yerlerin ve göklerin Allah tarafından yaratıldığını hiç şüphesiz
biliyordu. Bu hitap O'nun şahsında bütün insanlara yöneliktir. Maksat, Allah'ın
her şeye kadir olduğunu kullarının bilmesidîr.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle
buyuruyor:
«İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna toplanıp
çıkarlar. Zayıflar büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk.
Allah'ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?" derler. Onlar da,
"Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi eriştirirdik. Şu halde
artık sızlan-sak da, katlansak da birdir. Bizim için kaçacak hiçbir yer
yoktur" derler.»
Kıyamet
günü bütün mahlûkat hesaba çekilmek üzere mahşer yerinde Allah'ın huzurunda
toplanırlar. Kâfirler kendilerinin iman etmesine mani olan reislerine şöyle
derler: «Biz dünyada iken size tâbi olduk, emirlerinize uyduk ve Allah'a iman
etmedik. Şimdi siz de Allah'ın azabından bizi kurtarın bakalım.» Bunun üzerine
reisleri onlara şöyle cevap verir: «Eğer Allah, bize hidâyet verseydi, biz de
sizi doğru yola eriştirirdik. Biz dünyada iken ne yaptıksa siz de onu yaptınız.
Bize uydunuz. Şimdi biz de, siz de aynı azabı tadacağız. Bugün bizim kendimize
bir hayrımız yok ki, size olsun.»
îmam-ı
Süddi Cr.a.) şöyle demiştir: «Kâfirler kıyamet günü hesaba çekilip cehenneme
atıldıktan sonra birbirlerine şöyle derler: "Biz bu azaba sabredelim.
Birbirimizle nizalaşmayalım. Belki Yüce Allah göstermiş olduğumuz sabırdan
dolayı bize rahmetiyle muamele eder ve bu azabtan kurtarır." Onlar bir
müddet bu azaba sabrederler. Cezalarında herhangi bir değişiklik olmayınca
aralarında şöyle konuşurlar: "Biz bu azaba sabretsek de, etmesek de bir
şey değişmez. Çünkü bu azab dünyadaki işlerimizin ve amellerimizin
karşılığıdır. Bu azabtan kurtulmak asla mümkün değildir".»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
Aş olup bitince şeytan "Gerçekten Allah size sözün
doğrusunu söylemişti. Ben de size söz verdim ama sonra caydım. Sizi zorlayacak
hiçbir nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde
beni değil, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam. Siz de beni
kurtaramazsınız. Esasen daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı kabul
etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azab vardır" der.»
Hasan-ı
Basri (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
«Kıyamet
günü insanlar mahşer yerinde toplanıp hesaba çekildikten sonra cennetlikler
cennete, cehennemlikler de cehenneme sevk edilir. Kâfirlerle birlikte cehenneme
giren şeytan, ateşten bir kürsünün üzerine çıkar ve cehennem ehline şöyle hitap
eder: Ey cehennem ehli, Allahü Teâlâ size dünyada iken öldükten sonra tekrar
dirileceğinizi, yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinizi, iman edenlerin cennete,
etmeyenlerin ise cehenneme gireceğini kitabında açıkça bildirmişti. Siz, bütün
bunlara rağmen Allah'a iman etmediniz. Benim söylediğim yalanlara, verdiğim,
vesveselere aldandınız. Halbuki sizi kandırmak için benim elimde hiçbir delil
yoktu.
Hatta
beni görmüyordunuz da. Ben sizi sadece çağırdım. Siz de hemen geldiniz.
Allah'ın bunca vaadine, peygamberlerine, kitabları-na inanmadınız. Şimdi beni
kınıyorsunuz. Beni değil, kendinizi kınayın. Niçin dünyada iken Allah'a
inanmadınız da bana kandınız? Şimdi Allah'ın azabını tadın. Sizi bu azabtan ne
ben kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz.»
Şeytanın
cehennem ehline söyleyeceği sözleri Cehâb-ı Hak şöyle beyan ediyor: «İş olup
bitince şeytan "Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemişti. Ben de
size söz verdim. Ama sonra caydım. Sizi zorlayacak hiçbir nüfuzum da yoktu.
Yalnız ben sizi çağırdım. Siz de geldiniz. O halde beni değil, kendinizi
kınayın. Artık ben sizi kurtaramam. Siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha
önce beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can
yakıcı bir azab vardır" der.»
Yüce
Allah bu âyette aklı olanların ibret alması ve şeytanın hilesine kapılmaması
için kıyamet günü cehennem ehline neler söyleyeceğini beyan etmiştir. Her
insanın bundan ibret alarak Allah'ın emirlerine iman edip yasaklarından
sakınması ve şeytanın hilesine aldanmaması gerekir. Aksi takdirde elim bir
azaba uğrar. Çünkü Yüce Allah kullarının şeytanın vesvesesine kapılmaması için
peygamberler göndermiş, kendilerine kitablar vermiş, şeytanın insanın en büyük
düşmanı olduğunu bildirmiştir. Bütün bu gerçekler ortada iken şeytanın
hilelerine ve vesveselerine kapılarak Allah'a isyan edenlerin elim bir azaba
uğrayacakları muhakkaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesirj.de iman edenler hakkında şöyle buyuruyor :
«İman
edenler, ameli sâlih işleyenler altlarından ırmaklar akan cennetlere
konulurlar. Rablerinin izniyle orada ebediyen kalırlar. Onların birbirine
sağlık temennileri 'Selâm'dır.»
Allahü
Teâlâ iman edip sâlih ameller işleyen kullarını mükâfat olarak âhirette
altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Öyle ırmaklar ki kiminden bal,
kiminden cennet şarabı, kiminden süt, kiminden zencefil akar. Hepsinin tadı,
kokusu, rengi, lezzeti ayrı ayrıdır. Bütün bu nimetler Allah'a iman edip
emirlerini yerine getiren, yasaklarından sakınan, peygamberlerin gösterdiği
yoldan giden, sâlih ameller işleyen kimselere verilecektir. Onların cennette
birbirlerine karşı sağlık temennisinde bulunmaları «Allah'ın selâmı üzerinize
olsun» şeklindedir. Çünkü selâmda rahmet, bereket, huzur, sağlık, afiyet ve
selâmet vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «îman edenler, sâlih amel
işleyenler altlarından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Rablerinin izniyle
orada ebediyen kalırlar. Onların birbirlerine sağlık temennileri 'Selâm'dır.»
İşte bu, dünyada Allah'a iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatıdır. Yüce
Allah iman eden kullarına hem dünyada, hem de âhirette rah-metiyle muamele
eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Görmedin mi, Allah sana nasıl bir misâl vermiştir.
Güzel bir kelime, kökü sabit ve dalları semada olan bir ağaç gibidir.»
«O ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyva verir.
İnsanlar ibret alsınlar diye Allah onlara misâller veriyor.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, Allahü Teâlâ'nın
sana nasıl bir misâl getirdiğini görmüyor musun? Yüce Allah bu âyet-i
kerîmesiyle insanların en iyi şekilde anlamaları için, kelimelerin en güzeli
olan kelime-i tevhidi kökü yerin derinliklerinde, dalları semaya doğru
yükselmiş kıymetli bir ağaca benzetmiştir. O kelime-i tevhid ki, insan ancak
onunla Allah'ın rızasını, Peygamber'in sevgisini kazanır, ameli de onunla değer
bulur. Mü'min o kelime-i tevhid ile yücelir, manen ve maddeten olgunlaşır,
Allah'ın sâlih kulları arasına girer, yaratanın rızasından başka bir şey
düşünmez. Kelime-i tevhid nimetinden yoksun olanlar ise, Allah'ın rızasını ve
Peygamber'in muhabbetini kazanamazlar.
Yüce
Allah kelime-i tevhidi kökü yerin derinliklerinde, dalları semaya yükselmiş,
üzerinde her an taze ve lezzetli meyva bulunan bir ağaca benzetmiştir. İşte
mü'minin kalbinde bulunan tevhid kelimesi de böyle olup sahibini her an
yüceltir, Allah katındaki derecesini artırır, sözlerini lezzetli bir meyve gibi
herkesin istifade edeceği bir şekle sokar. Yüce Allah'ın kelime-i tevhidi ağaca
benr zetmesinin hikmeti şudur-. Toprağın derinliklerinde kök salan bir ağacı
yerinden çıkarmak kolay olmadığı gibi mü'minin kalbine yerleşen kelime-i
tevhidin de oradan çıkarılması mümkün değildir. Ağaç belki yerinden
koparılabilir, fakat mü'minin kalbindeki marifet ağacını yerinden koparmaya
kimsenin gücü yetmez. Balık susuz yaşayamadığı gibi, mü'min de kelime-i
tevhidsiz yaşayamaz. Ağacın dalları semaya yükseldiği gibi, sadık mü'minin
amelleri de Allah'a yükselir. Köksüz bir ağacın dalları ve meyvaları
olamayacağı gibi, imansız bir kalbin de amel meyvası söz konusu değildir.
Bundan dolayıdır ki, Yüce Allah mü'minin kalbindeki kelime-i tevhidi dalları
semaya yükselen bir ağaca benzetmiştir.
İbn
Abbas (r.a.)'a göre bu ağaçtan maksat, sabah ve akşam üzerinde meyva bulunan
ağaçtır. Bazı tefsircilerin görüşü ise şöyledir: Ağacın hem sabah hem akşam
meyvalı oluşuyla, kelime-i tevhidin mü'mini hem dünyada hem âhirette huzura
kavuşturacağı kastedilmektedir. Yüce Allah insanların ibret almaları ve
düşünmeleri için böyle misâller vermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Çirkin bir söz, yerden koparılmış kökü olmayan kötü
bir ağaca benzer.»
Yüce
Allah yukarıda geçen âyet-i kerimeleriyle kelime-i tevhidi kökü yerin
derinliklerinde, dalla/ı semaya yükselen bir ağaca benzetmiş, bu âyet-i
celilede ise küfrü kötü, köksüz, kokusu çirkin, meyvası yenmeyen bir ağaca
teşbih etmiştir. İnsanların ibret alması için Yüce Allah böyle misâller
vermiştir. Bu çirkin ve köksüz ağacın meyvalannm insanlara hiçbir yararı
olmadığı gibi, şirk koşanların yaptığı amellerin de Allah katında hiçbir değeri
yoktur. Yukarıda da ifade edildiği gibi ameller ancak iman ile değer kazanır,
îşte bundan dolayıdır ki, Yüce Allah mü'mini, insanların lezzetli meyvalarmdan
her an istifade ettiği bir ağaca, kâfiri ise kötü koku saç'an, meyvası zararlı
olan çirkin bir ağaca benzetmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde iman edenler için şöyle buyuruyor :
«Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette
sağlam bir söz üzerinde tutar, zâlimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.»
Allahü
Teâlâ, iman eden kullarının kalbinde ve dilinde kelime-i tevhidi ruhunu teslim
edene kadar sabit kılar, o iman üzere ruhunu kabzeder. Hatta kabirde bile sual
meleklerine kelime-i tevhid ile cevap verdirir. Nitekim İmam-ı Dahhak'dan şöyle
rivayet edilmiştir: Mü'min kabre konulduktan ve başındaki cemaat dağıldıktan
sonra iki melek gelir, şu soruları sorar:
Rabbin
kimdir?
Peygamberin
kimdir?
Dinin
nedir?
Kitabın
nedir?
Kıblen
neresidir?
O
zaman Yüce Allah mü'min kulunun gönlüne ve diline kelime-i tevhidin nurunu
ihsan eder, mü'min kul da kelime-i tevhidin vasıtasıyla meleklerin sorularına
cevap verir. Kâfirlerin durumuna gelince, kabre konulduklarında aynı sual
melekleri onlara da gelir, mü'mine sordukları soruları onlara da sorarlar.
Fakat kâfirler cevap veremezler ve melekler tarafından en ağır şekilde
cezalandırılırlar. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Kâfir ve münafık kabre konulduğu zaman İM sual meleği gelir, Rabbin kimdir,
peygamberin kimdir, dinin nedir diye sorar. Onlar ise bilmiyoruz diye cevap
verirler. Melekler niçin bilmediklerini sorarlar, cevap alamayınca çomaklarıyla
vururlar. Onların bu esnada çıkardığı feryat ve figânı, insanlar ve cinler
hariç, doğuyla batı arasındaki bütün yaratıklar duyar.» Kâfirlerin kabir azabı
kıyamete kadar devam edecektir. Akıl sahipleri bütün bunlardan ibret almalı,
kelime-i tevhidi gönlüne yerleştirmeli, dilinden düşürmemeli ve Allah'ın
yasaklarından kaçınmalıdır. Ancak o zaman dünyadan iman ile gider, kabir
azabından emin olur, mü'minler için hazırlanan ilâhî nimetlere kavuşur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ın verdiği nimeti küfre çevirip
değiştirenleri ve mhıet-lerini helak olacakları yere götürenleri görmüyor
musun?»
«Bir cehennem ki hepsi oraya atılacaklar. O ne kötü
bir karargâhtır?»
«Onlar Allah'ın yolundan saptırmak için, O'na eşler
koşmuşlardı. De ki, eğlenin, bakalım varacağınız yer ateş olacaktır şüphesiz.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, Allah'ın
nimetlerini küfürle değiştirenleri görmedin mi?» Halbuki onları aç iken
doyurdu, küfürlerine mukabil hemen helak etmedi, hakkı ve bâtılı kendilerine
bildirmek için içlerinden peygamberler gönderdi. Buna rağmen onlar verilen
nimetlere şükretmediler, nankörlükte bulundular. Yüce Allah da onları,
inkârlarından ve küfürlerinden dolayı dünyada helak edecek, âhirette ise ebedi
azaba uğratacaktır. Çünkü onlar dünyada iken Allah'a ortak koşup putlara
tapmışlar, peygamberlerin davetine icabet etmemişler, edenlere ise engel
olmuşlardı.
Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ın yolundan saptırmak için O'na
eşler koşmuşlardı. De ki, yaşayın bakalım, varacağınız ateş olacaktır
şüphesiz.»
Allahü Teâlâ
âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İman eden kullanma söyle: "Namazlarını
kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmayacağı gün gelmezden önce kendilerine
verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr intak etsinler.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-haramed, iman eden
kullarıma söyle, namazlarını vaktinde ta'dil-i erkân ile dosdoğru kılsınlar.
Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden fakirlere, durumlarını kimseye
bildirmeyen yoksullara gizli ve aşikâr infak etsinler. Alışverişin ve dostluğun
fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce hazırlıklarını yapsınlar.- Eğer
hazırlıklarını yapmazlarsa, o gün kendilerine şefaat edecek ne bir dost
bulabilirler ve ne de infakta bulunabilirler.» Yüce Allah kullarını ikaz ederek
kıyamet günü gelmeden Önce hazırlıklarını yapmalarını emrediyor ve şöyle
buyuruyor: «Yâ Muhammed, iman eden kullarıma söyle: "Namazlarını
kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmayacağı gün gelmezden önce kendilerine
verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr infak etsinler".»
Âyette
başlıca iki husus zikredilmiştir. Biri dinin direği olan namaz, diğeri de canın
yongası ve dünya zineti olan mal. Mü'min namaz kılmakla Allah'ın kulu olduğunu,
malından infak etmekle de, O'nun nimetlerine şükrettiğini ifade etmektedir.
Çünkü namaz mü'minin imanının, Allah yolunda infak ise şükrün alâmetidir.
Bundan dolayı Yüce Allah bu ikisini zikretmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah,
gökleri ve yeri yaratandır. Gökten su İndirip, onunla size rızık olarak türlü
mahsûller, meyveler çıkardı. Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri ve
nehirleri sizin emrinize verdi.»
«Devamlı
olarak yörüngelerinde yürüyen güneşi ve ayı size mü-sahhar kıldı. Geceyi ve
gündüzü de size tahsis etti.»
«O,
size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymak
isterseniz sayamazsınız,. Hakikat insan pek zâlim ve nankördür.»
Ey
insanlar, yerleri ve gökleri yaratan Allah'tır. O, gökten yağmur indirerek
sizin istifadeniz için yerden çeşit çeşit meyveler, sebzeler, mahsûller ve
hububat çıkarmıştır. Bunların renkleri, kokuları, tatları ayrı ayrıdır.
Hepsinde sizin için faydalar ve menfaatler vardır. Bir yerden diğer yere
kolayca gitmeniz için denizde yüzen gemileri ve nehirleri emrinize vermiştir. O
gemiler Allah'ın emriyle denizde yüzerler. Yüce Allah, ırmakları da,
ekinlerini, bağ ve bahçelerini, meyve ve sebzelerini ve mahsûllerini sulamaları,
hayvanlarının ve kendilerinin içmeleri, ihtiyaçlarını gidermeleri için
kullarının emrine müsahhar kılmıştır. Ayı, güneşi ve bütün gezegenleri de
kullarının emrine amade kılmıştır. Bunlar yaratıldıkları andan itibaren
yörüngelerinde seyrederler, hiçbir zaman yörüngelerinden ayrılmazlar. Şayet bir
milim yörüngelerinden ayrılacak olurlarsa o zaman ilâhî nizam bozulur, her şey
al t-üst olur, işte o zaman kıyamet kopar. Gündüzü maişetinizi kazanmak, geceyi
de istirahatinizi te'min için yaratmıştır. O, size istediğiniz şeylerin hepsini
bahsetmiştir. Bütün bunlar Allahü Teâlâ'nın size lütfedip ihsan ettiği
nimetleridir. Siz, Allah'ın nimetlerini bir bir saymaya kalksanız asla
sayamazsınız ve şükrünü de asla ödeyemezsiniz. Buna rağmen insanlar Rabbini
inkâr edip, nimetlerine nankörlük etmiştir. Doğrusu insan pek zâlim ve pek
nankördür. O, Allah'ı inkâr edip nimetlerine nankörlük etmekle kendine yazık
etmiştir. Onlar küfür ve nankörlüklerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hani
İbrahim demişti ki: "Rabbim, bu şehri emniyetli kıl. Beni de, oğullarımı
da puta tapmaktan uzak tut.»
«Rabbim,
çünkü onlar insanlardan birçoğunu baştan çıkardılar. Bundan sonra bana uyan
bendendir. Bana karşı gelen kimseyi de sana terk ederim. Sen bağışlarsın,
merhamet edersin.»
İbrahim
(a.s.) 'in Kâbe-i Muazzama'yı inşâ ettikten sonra, Rab-bine nasıl duâ ettiğini
Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Rabbim, bu şehrin halkım
öldürülmekten, mallarım talan olmaktan, semavi vö arzî her türlü afattan
emniyetli kıl. Beni de, oğullarımı da puta tapmaktan uzak, tut.» İbrahim (a.s.)
Bey-tullah'ın inşaatını tamamladıktan sonra Rabbine böyle niyazda bulunur.
Mü'min de imanının tehlikeye düşmesinden her an korku içinde olmalıdır. Bunun
için her zaman Allahü Teâlâ'ya tazarru ile yalvarıp iman üzere sabit olmasını
dilemelidir. Nitekim İbrahim (a.s.), kendisinin ve oğullarının daima iman üzere
olmalarını Yüce Allah'tan niyaz etmiştir. Yahya bin Muaz da şöyle duâ etmiştir:
«Ey Rabbim, bütün korkum İslâm'ı benden almandır. Benim korkum bu olduğuna
göre, umarım beni imandan mahrum etmezsin.» İbrahim (a.s.) kendisi ve oğulları
için duâ ve niyazda bulunduktan sonra Rabbine şöyle yalvarır: «Ey Rabbim, bu
putlar sebebiyle senin kullarından çoğu sapıtmışlardır. Bundan sonra bana tâbi
olanlar, benim ümmetimdir. Bana tâbi olmayanları da sana terk ederim, sen
gafursun, tevbe edenlerin günahlarını bağışlar, kusurlarını afvedersin. Yahut
onlara hidâyet verip İslâm'ı nasip edersin.» İbrahim (a.s.) insanların sapıtmasını
putlara nisbet etmiştir. Bunun sebebi şeytan putların içine girerek oradan
kâfirlere seslenirdi. Kâfirler de putların konuştuklarını zannederek onlara
taparlardı. Bundan dolayı İbrahim (a.s.) «İnsanların çoğunu putlar azdırmıştır»
demiştir. Eğer şeytan putların içine girip oradan kâfirlere seslen--meseydi
belki de onlar putlara tapmayacaklardı. Kâfirler putların ses çıkarmasına
aldanarak onlarda ulûhiyet hassası olduğuna inanıp tapınışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Rabbimiz, ben evlâtlarımdan kimini
senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi
şudur ki, Rabbimiz, dosdoğru namaz kılsınlar, artık sen insanlardan bir
kısmının gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları meyva-larla rızıklandır.»
İbrahim
Aleyhisselâm, Allahü Teâlâ'ya duâ ve niyazda bulunup şöyle der: «Ey Rabbimiz,
çocuklarımdan oğlum. İsmail'i ekin ve yemişten mahrum, çorak bir arazide
bulunan mukaddes evinin yanma yerleştirdim.» Hz. İbrahim Aleyhisselâm'm oğlu
İsmail'i yukarıda özellikleri belirtilen mevkiye yerleştirmesinin sebebi şudur:
Yüce Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmak suretiyle
emredildiği şekilde namaz kılmaları içindir. İbadetlerin ilk başta geleni,
fazilet bakımından en üstün olanı namaz olduğu için Hz. İbrahim Aleyhisselâm,
«Ey Rabbim, ta'dil-i erkân üzere namaz kılmaları için oğlumu senin mukaddes
evinin yanma yerleştirdim» ifadesini kullanmıştır. Hz. İbrahim, Rabbine dua
etmeye devam eder ve şöyle der: «Ey Rabbim, kullarından bazılarına onları
sevdir. Ve sana şükretmeleri için onları çeşitli meyvalarınla, nimetlerinde
rı-zıklandır. Ta ki nimetlerine şükretsinler ve şâkirler zümresine dahil
olsunlar.»
İbrahim
Aleyhisselâm'ın' Sâre isminde bir hanımı vardı. Sâ-re'nin de Hacer adında bir cariyesi
bulunuyordu. Sâre, Hacer'i İbrahim Aleyhisselâm'a hibe eder. Hacer'den İsmail
isminde bir oğlu dünyaya gelir. İnsan fıtratının gereği olarak Sâre validemiz
Hacer annemizi kıskanır ve İbrahim Aleyhisselâm'dan Hacer validemizi Şam'dan
uzaklaştırmasını ister. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm, Hacer validemizle
oğlu İsmail Aleyhisselâm'ı alır, Kabe'nin bulunduğu yere getirir. O zamanlar
Kabe'nin bulunduğu mevki, çorak, susuz, verimsiz, üzerinde hiçbir yeşilliğin ve
insan namına bir ferdin bulunmadığı boş bir vadiden ibaretti. İşte İbrahim Aleyhisselâm
böyle bir yere hanımını ve çocuğunu bırakır, yanlarından ayrılır. İbrahim
Aleyhisselâm ayrıldıktan sonra Hacer validemiz çocuğuyla başbaşa kalır. Bir
süre sonra, yavrucağın susuzluk ateşiyle kıvrandığını hisseder. Anne
çaresizliğin telaşıyla sağa sola koşar, büyük bir ızdırap içinde su arar. Her
gördüğü serabı su zannederek peşine koşar. Heyhat onların hiçbiri su değil,
meğer serapmış. Hacer validemiz annelik şefkatiyle ve rikkatiyle sağa sola
koşa-dursun, tam bu sırada Kudret-i İlâhî çölün ortasında tecelli eder. Bir de
görür ki, küçük İsmail'in ayağını vurduğu yerden dertlere deva, hastalara şifa,
açlara gıda olan zemzem fışkırıyor. Annenin bütün telâşı ve ızdırabı bir anda
büyük bir sevince dönüşür. İlâhi kudretin gönderdiği o tatlı ve lezzetli sudan
önce çocuğuna kanası-ya içirir, sonra kendisi içer. Susuzlukları ve açlıkları
gider. İşte yeryüzünde emsali olmayan zemzem, çölün ortasında böyle fışkırır.
îmam-ı
Mücâhid (r.a.) şöyle demiştir:
İbrahim
Aleyhisselâm'm dua ederken «Yâ Rabbi, insanlardan bazılarına onları sevdir»
demesinin hikmeti Müslümanların kaste-dilmesidir. Eğer Hz. İbrahim duâ ederken
onları bütün insanlara sevdir ifadesini kullanmış olsa idi, iman eden de,
etmeyen de o mukaddes makamı ziyaret etmeye gider, mü'minler büyük bir
sıkıntıya, bir işkenceye maruz kalırlardı.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hatibimiz, doğrusu sen gizlediğimizi de, açığa
vurduğumuzu da bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah'tan
gizli kalmaz.»
«İhtiyarlığıma rağmen, bana İsmail'i ve İshak'ı
bahşeden Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.»
İbrahim
Aleyhisselâm, Rabbine şöyle duâ eder: «Ey Rabbim, gizlediğimizi de, açığa
vurduğumuzu da bilirsin. Hacer ve İsmail'e duyduğum muhabbet sana malûmdur.
Onları sana emanet ettim. Sen onların da halini biliyorsun. Çünkü senden hiçbir
şey gizli değildir. Bu yaşlılığımda bana İsmail'i ve İshak'ı ihsan ettin. Sana
sonsuz şükürler olsun. Sen samimiyetle yapılan duaları kabul edersin.»
İsmail
Aleyhisselâm dünyaya geldiği sırada babası İbrahim Aleyhisselâm yüz yedi, başka
bir rivayete göre ise doksan dokuz yaşında idi. Sâre validemizden doğan Hz.
İshak ise ismail'den on üç yaş küçüktü.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde İbrahim Aleyhisselâm'm duasına şöyle devam ettiğini
beyan buyuruyor:
«Rabbim, beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle.
Rabbi-miz, duamı kabul buyur.»
«Rabbimiz, hesabın görüldüğü günde beni, anamı,
babamı ve mü'minleri bağışla.»
Allahü
Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de, İbrahim Aleyhisselâm'm şöyle duâ ettiğini haber
vermiştir: «Ey Rabbim, namazlarımızı dosdoğru kılmak için bana ve çocuklarıma
güç ve kuvvet ver. Amellerimizi ve samimiyetle yaptığımız duaları kabul buyur.
Kabul olmayan duadan sana sığınırım. Rabbimiz, hesabın görüldüğü gün anamı,
babamı ve bütün mü'min kullarının günahlarını bağışla. Onları cehennem
azabından koru.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle^ buyuruyor:
«Sakın Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz
zannetme. O, sadece gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları te'hir
etmektedir.»
«O gün hepsi de başlarını dikerek koşacaklar.
Gözleri kendilerine bir dönüp bakmayacak. Kalblerinin içi İse bomboştur.»
«İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile
uyar. Zulmedenler derler ki: "Rabbimiz, bizi yakın bir müddete kadar
te'hir et, davetine uyalım ve
peygamberlere tâbi olalım." Halbuki siz daha önce sonunuzun gelmeyeceğine
yemin etmemiş miydiniz?»
Ey
insanlar, siz Allahii Teâlâ'mn kafirlerin ve zâlimlerin yaptıklarından habersiz
olduğunu zannetmeyin. Allah, onların yaptıklarını ve neler söylediklerini
bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz ve onları cezalandırmaktan da
aciz değildir. Sadece cehennemin dehşetinden korkup gözlerin dışarı fırlayacağı
bir güne kadar onların azabını te'hir eder. Onlar da hiç azaba
uğramayacaklarını zannederler. Fakat kâfirler ve zâlimler cehennem azabını
gördükleri zaman korkudan gözleri yerinden fırlar, kalbleri âdeta kopar,
cehennemin dehşetinden başlarını kaldırıp sağa-sola koşarlar, imdat ararlar. O
gün kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak hiçbir dost ve yardımcı
bulamazlar. Bu âyet mazlumlar için teselli, zâlimlere ise zulümden el çekmeleri
için tehdittir. Mazlumlar sabredip, zâlimleri Allah'a havale ederlerse Yüce
Allah zâlimlerden onların intikamını alır. Hiçbir zaman mazlumun ahım onlarda
bırakmaz. Allahü Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed,
Allah'ın azabı kendilerine gelmeden önce insanlara o azabın geleceğini bildir
ve onunla korkut. Onlar azab kendilerine gelmeden önce küfür ve zulümlerini terk
etsinler. Allahü Teâlâ'mn emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınsınlar.
Azab geldikten sonraki nedamet asla fayda vermez.»
Kıyamet
günü kâfirler ve zâlimler derler ki: «Rabbimiz, bizim azabımızı bir müddet
te'hir et. Biz de, senin davetine uyalım, peygamberlerine tâbi olalım.» İman
etmeyenler kıyamet günü cehennem azabını görünce yaptıklarına pişman olacaklar
ve Yüce Allah'tan azablarmm te'hir edilerek tekrar dünyaya getirilmelerini
isteyeceklerdir. O zaman kendilerine şöyle denecektir: «Ey kâfirler, halbuki
siz daha önce sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz? Siz bu güne
inanmıyordunuz, şimdi neden tekrar dünyaya dönmek istiyorsunuz?» Kâfirler,
dünyada iken âhirete inanmıyorlardı, hatta peygamberlerle alay ederek «Öldükten
sonra tekrar dirilmek varmış, hiç öyle şey olur mu?» diyorlardı. Allahü Teâlâ
kıyamet günü kâfirlerin isteklerini kabul etmeyerek onlara şöyle hitap
edecektir: «Siz dünyada bunu inkâr ediyordunuz, şimdi gözünüzle gördükten sonra
mı pişman oldunuz? Halbuki peygamberler bu günü size haber verdiler, cennet ve
cehennemi bildirdiler, sizi küfürden imana davet ettiler. Fakat siz
peygamberleri yalanladınız. Şimdi inkâr ve küfrünüzün cezasını çekin.» Allahü
Teâlâ, peygamberleri vasıtasıyle insanlara kıyametin vuku bulacağını, cennet ve
cehennemin kurulacağım, iman edenlerin cennete, etmeyenlerin de cehenneme
gideceğini bildirmiştir. Bundan dolayı kıyamet günü nedamet asla fayda
vermeyecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor -.
«Üstelik kendilerine zulmedenlerin yerlerine
oturdunuz, onlara yaptıklarımız ise sizlere açıklanmıştı. Hem size birçok
misâller de gösterdik.»
«Hakikat onlar bir takım tuzaklar kurmuşlardı.
Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah
katında onlara nice cezalar vardır.»
Kıyamet
günü tekrar dünyaya gelip Allah'ın davetine icabet etmek için mühlet isteyen
kâfirlere Allahü Teâlâ şöyle diyecektir: «Siz dünyada iken kendilerine
zulmedilenlerin yerlerine oturdunuz. Onlara yaptıklarımızı sizlere açıkladık.
Onlar bize şirk koşup, peygamberlerimizi yalanlamışlardı. Bundan dolayı da
kendilerini helak ettiğimizi biliyorsunuz. Hatta geçmiş ümmetlerden de size
nice nice misâller verdik,. Fakat siz bütün bunlardan ibret alıp iman
etmediniz. Halbuki bu misâlleri size iman etmeniz için vermiştik. Siz bunların
hiçbirinden ibret almadınız ve onlar gibi siz de şirk ve küfre daldınız. Tekrar
sizi dünyaya getirsek yine aynısını ya--pacaksınız-.Şimdi.inkâr ve küfrünüzün
cezası olarak cehenneme girin, dünyada yaptıklarınızın cezasını çekin.»
Kâfirler,
İslâm'ın nurunu söndürmek için bir takım tuzaklar kurmuşlardır. Allahü Teâlâ
onların kurdukları tuzakları bilir. Kurdukları tuzakların maharetinden dolayı
dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile, hiçbir kıymeti yoktur, Allah katında
onlara büyük bir azab vardır. Onlar Peygamberimiz (s.a.v.)'e de tuzak
hazırlamışlardı. Yüce Allah, sevgili Peygamberine bunu şöyle haber veriyor: «Yâ
Muhammed, kâfirler seni yakalayıp hapsetmek için tuzaklar hazırlamışlardı da,
Allah onların tuzaklarını boşa çıkarmıştı. Onların hile ve tuzaklarının
cezasını en ağır şekilde kendilerine verecektir. Allah, peygamberlerim
yalanlayıp, İslâm'ı yıkmak isteyenleri dünyada ve âhirette elim bir azab ile
cezalandıracaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle haber veriyor:
«Sakın Allah'ın, peygamberlerine verdiği vaadinden
cayacağını sanma. Şüphesiz ki Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir.»
«O gün yer başka bir yer ile değiştirilir. Gökler de
başka göklerle. (İnsanlar) bir ve Kahhar olan Allah'ın huzurunda toplanacaklardır.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, Allahü Teâlâ
peygamberlerine yardım edeceğini vaadet-miştir. O, peygamberlerine nusret edip
İslâm'ı ve Kelime-i Tevhid'i yücelteceğini, küfrü ise zelil kılacağım
vaadetmiştir. Allah vaadinden asla dönmez. Küfredip, peygamberlerini
yalanlayanlardan intikamını alır. Öyle bir günde ki, o gün yer başka bir yer
ile, gökler de başka göklerle değiştirilir. Yerin içindekiler meydana çıkar,
ameller göz önüne serilir, insanlar Allah'ın huzurunda toplanırlar. İşte o gün
Yüce Allah inkarcılardan azabıyla intikamım alır. Onlar için ebedî olmak üzere
elim bir azab vardır.» Allahü Teâlâ asla intikam sahibi değildir. Fakat zerre
kadar hayır yapana mükâfatını, zerre kadar şer yapana da cezasını vereceğini
vaadediyor. Bundan dolayı iman edip hayır yapan mükâfatım, iman etmeyip
küfredenler de cezalarım göreceklerdir.
Hz.
Âişe (r.a.)'nin, Peygamberimiz (s.a.v.)'e şöyle sorduğu rivayet edilmiştir: «Ey
Allah'ın Resulü, kıyamet günü aile efradınızı hatırlayabilecek misiniz?»
Peygamberimiz (s.a.v.) «Üç yerde hatır-layamam. Biri sıratta, biri beratları
verilirken., biri de amelleri tar-tıhrken» buyurmuştur. Tekrar Hz. Âişe (r.a.)
«Ey Allah'ın Resulü, Allahü Teâlâ "Kıyamet günü bu yerler başka bir yerle
değiştirilir» buyuruyor, o zaman insanlar nerede olacaklardır?» der.
Peygamberimiz (s.a.v.) «Ey Âişe, sen bana bugüne kadar kimsenin sormadığı bir
soruyu sordun. O zaman insanlar sırat üstünde olacaklardır, kıyamet günü
insanlar kabirlerinden kalkıp Allahü Teâlâ'nm huzurunda toplanacaklardır. O,
Vâhidü'l-Kahhar'dır, kâfirleri, zâlimleri, azgınları, mütekebbirleri kahhar
sıfatı ile kahreder. Hiç kimsenin O'nun huzurunda konuşmaya ve bir şey
söylemeye takati kalmaz, dili tutulur» buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ kâfirlerin halini şöyle beyan ediyor:
«O gün mücrimleri zincirlere vurulmuş olarak
görürsün.» «Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir.»
«Bu, Allah'ın herkese yaptığının karşılığım vermesi
içindir. Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir.»
Yüce
Allah bu âyet-i celîlelerde kıyamet günü kâfirlerin nasıl cezalandırılacağını
haber veriyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhamrned, kıyamet
günü kâfirleri zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Onların elbiseleri
katrandandır, yüzlerini de ateş bürüyecektir. Bu, onların dünyada yaptıklarının
karşılığıdır. Allah, onlara dünyada yaptıklarının karşılığım verecektir.
Muhakkak ki, Allah hesabı çabuk görendir, mü'minlerin hesabı bir namaz vakti
kadar sürecektir.» Bazı tefsirciler de, kâfirlerin elbiselerinin kızdırılmış
bakırdan olduğunu söylemişlerdir. Kâfirlerin yüzlerinden mâada her tarafları
katrandan veya bakırdan kızdırılmış elbise ile örtülüdür. Sadece yüzleri
açıktır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Kâfirler ateşte yağ gibi eriyecekler,
fakat asla yanmakla bitmeyeceklerdir. Bu, onların dünyada yaptıkları amellerin
karşılığıdır. İşte küfredenler böyle cezalandırılacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bu, uyarılsınlar, yalnız ve yalnız tek bir ilâh
olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir
tebliğdir.»
Ey
insanlar, bu Kur'an öğüt almanız için Allah tarafından size gönderilmiştir.
Bunda iman ve küfür, emir ve yasaklar, haram ve helâl, hayır ve şer, iyilik ve
kötülük, itaat ve ibadet, cennet ve cehennem bildirilmiştir. Bu Kur'an, sizi
Allah'ın azabından korkutup, mâsiyet ve şirkten uzaklaştırarak Allah'a iman
etmeniz için gönderilmiştir. O Kur'an, size Allah'ın bir olduğunu, şeriki
olmadığını, ibadete lâyık yalnız O, olduğunu, O'ndan başka ilâh olmadığım, hayır
ve şerrin O'ndan olduğunu ve vaadinden asla dönmediğini bildirir. Aklı olanlar
Kur'an'm emir ve yasaklarına itaat edip, güzel ameller yaparlar, Allah'a şirk
koşmazlar. Kur'an'm emirlerine uyanlar iki cihan saadetine nail olurlar.
Kur'an'm emir ve yasaklarına uymayanlar ise ilâhi azaba uğrayarak helak
olurlar. Onlar dünyada rezil oldukları gibi âhirette de ebedi azaba
uğrayacaklardır. Çünkü Kur'an, beşeriyetin dünya ve âhiret hayatını tanzim için
Allah tarafından gönderilen ilâhî bir nizamdır. Kim bu nizamdan yüz çevirirse
iki cihan saadetini tadamaz. Buna sarılanlar dünya ve âhiret mutluluğuna nail
olmuşlardır.
İbrahim Sûresi'nin sonu.