Nah! Suresi Yüz yirmi
sekiz âyettir. 126, 127 ve 128. âyetleri Medinede, diğerleri Mekkede nazil
olmuştur.
Bu Sure -i Celile,
kâfirleri tehdit ile başlıyor. Müşriklerin, inkarcıların, Resulullah (s.a.v.) e
karşı "Söylediklerin doğruysa, bizi korkuttuğun azap gelsin de
görelim." demelerine karşılık buyunıluyor ki: "Allanın emri
geldi." Yani, âhiret gününün ve orada hesap sorulmasının tahakkuk edeceği
o kadar kesindir ki bundan hiç kimse şüphe etmemelidir. O gün, mutlaka gelecek
ve hak edenler cezalarını bulacaklardır.
Allah teala,
Peygamberler göndermesinin sebebini de bu Surede bir kere daha açıklıyor ve
buyuruyor ki: "Allah, Meleklerini, kalbleri ihya eden vahyi ile,
kullarından dilediğine göndererek "Benden başka ilah olmadığını bildirin.
Ancak benden korkun" der. [1]
Sure-i Celilede,
göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldığı, insanın da bir damla sudan yani
meniden yaratıldığı, bu halini ve kul olduğunu unutan insanın, yaratanına karşı
âdeta bir hasım kesildiği ve böylece isyan içinde olduğu ifade ediliyor.
Yaratılan hayvanların,
etlerinden, sütlerinden, yünlerinden istifade ettiğimiz, yüklerimizi de onlara
taşıttığımız beyan ediliyor. Bu nimetler hatırlatıldıktan sonra "...Henüz
bilmediğiniz daha nicelerini yaratacaktır[2]
buyunıluyor. Bu ifade, kullanılan nakil vasıtalarının sadece bu hayvanlardan
ibaret olmadığını anlatmakta, insaoğlunun kafasını ve gönlünü her türlü
yeniliğe ve gelişmeye açık tutmaktadır. İnsanların kullandığı taşıt
araçlarının, günümüzde fevkalade gelişmiş ve süratlerinin artmış olması, bu
âyeti daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ayrıca bu taşıt araçlarının çok
daha fazla gelişebileceğini göstermektedir bize.
Allah tealanın,
dilediği takdirde bütün insanları doğru yola iletebileceği, fakat insanalan
kendi iradeleri dışında hidayate sevketmediği, kulu kendi iradesine bıraktığı
ifade edilmektedir.
Allah tealanın,
insanlara, yeryüzünde yaşamalarım kolaylaştırıcı nimet olarak yağmuru
indirdiği, o yağmurun sularından insanların kendilerinin içtiği, hayvanlarını
suladıkları, her çeşit canimin ve bitkilerin de bu sularla hayat bulduğu ifade
edilmektedir.
Sure-i Celilede
güneşin ve ay'm, insanların emrine ve hizmetine verildiği, yıldızların da emre
hazır hale getirildiği açıklanmaktadır.
Rabbimizin,
sayılamayacak kadar çok nimetlerinden olan denizin de bize hizmet eder bir
şekilde yaratıldığı, ondan çıkardığımız etleri yani balıklan yediğimiz, içinden
süs eşyası elde ettiğimiz ve üzerinde ağır yük gemileri yüzdürdüğümüz
hatırlatılmakta, bütün bunların, şükrünü eda etmemiz gereken nimetlerden
oldukları beyan edilmektedir.
Yeryüzünün
sarsılmaması için dağların yaratıldığı, orada ırmakların, insanlara yollarım
göstererek işaretlerin var edildiği beyan edilmektedir. Yine, Allah tealanın,
kullarına olan nimetleri kısaca hatırlatıldıktan sonra, bütün bu nimetleri var
eden Allanın bu nimetlerinden ve yaratıklarından ibret alınması ve herşeyin tek
yaratıcısı olan Allaha şükredilmesinin gerektiği ifade edilmektedir.
Bir'den çok ilah kabul
eden müşriklerin, kâfirlerin bu bâtıl iddiaları karşısında büyük gerçek bu
Sure-i Celilede bir kere daha tekrarlanıyor: "Sizin ilahmız tek bir
ilahtır. [3] Buna
rağmen kalblerinde inkâr hastalığı bulunanlar, kibirlerinden dolayı inkârlarına
devam ediyorlar. Onların bu ahmakça davranışlarının sonunda, Allahın kendilerim
rahmet ve merhametinden ve rızasından uzaklaştırdığını beyan eden âyette de
Duyuruluyor ki: "... Ve o, büyüklük taslayanlan sevmez. [4]
Allahın indirdiği
âyetlere "Geçmişlerin masalları" diyenlerin, kıyamet gününde kendi
günahlarına ilaveten, hak yoldan saptırdıktan insanların bir kısım günahlarını
da yüklenecekleri beyan edilmektedir. Daha önce geçmiş ümmetlerin de,
kendilerini hak yola davet eden Peygamberlere tuzaklar kurdukları, kimsenin
bozamayacağını zannettikleri tuzaklarının, başlarına geçirildiği ifade
edilmekte ve onlara felaketin hiç ummadıkları bir taraftan geldiği beyan
edilmektedir. Allahın emirlerine uyup yasaklarından kaçınan muttaki kullarına
ise, âhirette güzel mükâfaatlar ve Adn cennetlerinin verileceği ifade
edilmektedir.
Sure-i Celilede,
müşriklerin, hâlâ iman etmeyip neyi bekledikleri soruluyor ve daha Öncek
inkarcıların başlarına gelen felakketlerin onların da başlarına geleceği ve
bunun da sırf kendi işledikleri günahları ve inkârları sebebiyle olacağı beyan
ediliyor.
Sure-i Celiîe,
müşriklerin, "Allah dileseydi biz de babalarımız da ondan başka bir şeye
tapmazdık." şeklindeki ahmakça iddialarına da işaret etmekte ve onlara şu
cevabı vermektedir. "Andolsun ki her ümmete "Allah ibadet edin ve
putlardan kaçının" diye Peygamberler göndermişizdir. [5]
Yine Sure-i Celilede,
ölümden sonra dirilişi inkâr eden müşriklere cevaben, dirilişin gerçekleşeceği
ve inkarcıların yalancı olduklarının ortaya çıkacağı, diriltmenin ise Allah
için çok kolay bir hadise olduğu beyan ediliyor.
Allah yolunda zulme
uğradıkları için hicret edenlere verilen nimetler zikredilmekte, âhirette ise
daha büyük mükâfaatlar verileceği açıklanmaktadır.
Sure-i Celilede, daha
Önce de kitaplar gönderildiği gibi şimdi de Kur'anın gönderildiği, kötü amel
işleyenlerin, kendilerine cezanm gelmeyeceğinden emin olmamaları, her an bir
cezaya çarptırılabilecekleri ve bunu yapmaktan da Allahı kimsenin âciz
bırakamayacağı, bütün yaratıkların, onların gölgelerinin ve göklerde ve yerde
olan her şeyin Allaha secde ettiği beyan ediliyor.
Allahtan başka bir
ilah kabul edilmemesi, herşeyin Allaha ait olduğu, her nimeti Allahın verdiği,
insanoğlunun, sıkışınca Allahı hatırladığı, sıkıntısı gidince de isyana
başladığı ifada ediliyor.
Sure-i Celilede,
insanların çirkin bir davranışına da işaret edilmektedir. Onlar kazandıkları
mallardan, taptıkları tanrılarına da pay ayırıyorlar, kız çocuklarını da bir
şerefsizlik vesileri addediyorlardı.
Allah tealanın,
insanları, yaptıkları zulümler sebebiyle hemen cezalandırmayıp belli bir
müddete kadar cezalarını ertelediği de beyan ediliyor. Ve devamla, Şeytanın,
insana, yaptıklarını güzel gösterdiği, Kur'anın ise insanlara bir hidayet ve
rahmet olarak gönderildiği, gökten yağmurun indirilşinde ve hertürîü
ihtiyacımız için kullandığımız hayvanlarda da bizim için birçok ibretler
bulunduğu beyan ediliyor.
Sure-i Celilede
îbretâmiz bir olaya dikkatler çekiliyor. Allah tealanın, Nahl'e yani bal ansma,
dağlarda, ağaçlarda kovanlar edinmesini ilham ettiği, çeşitli yollardan giderek
insanlar için şifa olan bal'ı yapmasını ona Öğrettiği beyan ediliyor. O küçücük
hayvanın, hiçbir kimya laboratuvarının yapamayacağı özellikte ve güzellikte
bal'ı nasıl yaptığına dikkatler çekiliyor.
Sure-i Celile
"Nahl" ismini de buradan alıyor.
Sure-i Celilede;.
insanların nzık bakımından farklı yaratıldıkları, fakat herkesin rızkını ancak
Allanın verdiği ve bu bakımdan da insanların eşit olduğu, insanların eşlerinin
de kendi cinslerinde yaratıldığı, her türlü nimeti veren Allahi bırakıp ta,
insanlara böyle nimetler veremeyen şeylere tapmanın ne kadar çirkin bir
davranış olduğu beyan ediliyor.
Sure-i Celilenin
devamında, Özetle zikredeceğimiz şu hususlar beyan ediliyor: Göklerin ve yerin
gaybını ancak Allah bilir. Kıyamet ansızın geliverecektir. Varlıkları
analarının karnından doğum yoluyla çıkaran Allahtır. Göğün boşluğunda kuşları
uçuran da o'dur. Birer huzur yeri olarak evler edinmenizi sağlayan da Allahtır.
Eşyanın kendisini de gölgesini de var eden Allahtır.
Ahirette her ümmetten
bir şahit getirilecektir. Zalimlerin azabı hafifletilmez. Ahirette, bu
dünyadayken putlara vb. şeylere tapanlarla taptıkları şeyler birbirlerini
suçlayacaklardır. Onların azapları kat kat olacaktır.
Allah teala, adaleti
ve iyiliği emreder. Fenalığı yasaklar. Ahitleştiğiniz zaman Allahm ahdini
yerine getirin. Her kime söz vermişseniz o sözünüzden dönmeyin ve ipliğini
iyice büktükten sonra onu açmaya çalışan kadın gibi olmayın. Ahdinize vefa
gösterin. Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin. İnanan ve iyi amel işleyen
erkek ve kadınlar bu yaptıklarının mükâfaatını göreceklerdir.
Kur'an okumaya
başlarken Euzü Besmele çekin, Şeytandan Allaha sığının. Allaha ve âhirete
inanmayanlar, uydurulan bir yalanın peşindedirler. Allahi inkâr edenlere büyük
bir azap vardır.
Kendilerine Peygamber
geldiği halde onu yalanlayanlar, kendi kendilerine zulmetmişlerdir ve azap
kendilerini y akalayı vermiştir.
Allah teala, ölü
hayvanı, kanı, domuz etini ve Allahtan başkası adına kesilen hayvanların
etlerini yemeyi haram kılmıştır. Allanın haram kıldıklarının dışındaki şeyleri
kendiliğinizden helal ve haram saymayın,
İbrahim, tek basma bir
ümmetti ve Allahi birleyen bir.muvahhitti. O, rabbinin nimetlerine çokça
şükrederdi. İbrahim hiçbir zaman müşriklerden olmamıştır.
Rabbinin yoluna
hikmetle ve güzel öğütle davet et. İnanmayanlarla güzel bir şekilde mücadele
et. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
İşte Sure-i Celile çok
ana hatlanya zikredilen bu konulara temas ediyor. Şimdi gelelim âyetlerin teker
teker izahına:[6]
Rahman ve Rahim Olan
Allanın adıyla.
1- Ey
müşrikler, şüphesiz ki Allanın emri gelmektedir. Onun acele gelmesini
istemeyin. Allah, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden münezzehtir.
Taberinin de katıldığı
müfessirlerin çoğunluğu bu âyet-i Celilenin izahında şunları söylemişlerdir.
Resulullah (s.a.v.) e
kâfirleri azapla tehdit eden âyetler gelince, kâfirler onunla alay ederek:
"Hadi bize geleceğini söylediğin azabı getir de görelim." demişler,
bunun üzerine, Allanın azabının mutlaka geleceğini, bu hususta acele etmelerine
gerek olmadığını beyan eden âyet-i Kerimeler nazil olmuştur. Bu âyet-i Kerime
de onlardan biridir.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Onlar senden azabın hemen indirilmesini
isterler. Allah, vaadinden asla caymaz. Şüphesiz rabbinm nezdindeki bir gün,
sizin hesabınızdaki bin yıl gibidir. [7]
"Onlar senden azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir
müddet olmasaydı, azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap, onlara, hiç haberleri
olmadan ansızın geliverecektir." "Senden, azabın bir an önce inmesini
istiyorlar. Halbuki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuş atacaktır. [8]
Dehhak ise bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmiştir: "AHahin farzları, cezalan ve diğer hükümleri
geldi. Bunları Allahtan acele istemeyin. Allah, müşriklerin ortak koştukları
sıfatlardan münezzehtir."
İbn-i Kesir de
Taberinin görüşüne katılmakta Dehhakın görüşüni ise yadırgamaktadır. [9]
2- Allah,
Meleklerini, kalblcri ihya eden vahyi ile, kullarından dilediğine gönderir ve
"Benden başka ilah olmadığını bildirin. Ancak benden korkun." der,
Müfessirler bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmişlerdir. "Allah, Melekleri ve onlarla birlikte
Cebraili, emirleriyle, kullarından dilediğine gönderir. Nitekim Bedir ve Hunyn savaşlarında,
Cebrail iîe birlikte diğer Melekler, müminlere yardım etmek üzere Allah
tarafından gönderilmişlerdir.
Bazıları da bu âyetin
izahında şunları söylemişlerdir: "Allah, Cebraili, emirlerinin ruhu
mahiyetinde olan Kur'anla, kullarının içinden seçmiş olduğu Hz.Muhammed
(s.a.v.) e gönderir."
Taberi ve îbn-i Kesir
bu âyet-i Kerimenin, mealde verilen şekilde izah edildiğini rivayet
etmişlerdir. [10]
3- Allah,
gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Allah, müşriklerin ortak koştukları
şeylerden yücedir.
Allah teala,
Peygamberlerine, insanları, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığı hususunda
uyarmalannı emrettikten sonra buna deliller göstererek, gökleri ve yeri
yaratanın ancak kendisi olduğunu, bunları boşuboşuna değil, uygun bir şekilde
yarattığını, bu sebeple müşriklerin, bazı şeyleri kendisine eş koşmalarından
beri olduğunu beyan etmektedir. [11]
4- Allah,
inşam meniden yarattı. Bir de ne bakarsın o insan, açıkça bir hasım oldu.
Müfessirler, insanın
kime karşı hasım olduğu hususunda iki şekilde izahta bulunmuşlardır.
Taberi ve îbn-i
Kesir'e göre bu âyette insanın, rabbine karşı hasım kesildiği ifade
edilmektedir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: "Allah insanı, pis bir su
olan meniden yarattı. Onu, anne rahminde çeşitli safhalardan geçirdi. Sonra ne
görürsün, insan, kendi mantığı ile rabbine karşı çıkıyor. Diliyle mücadele
ediyor ve rabbinin nimetlerine karşı şükretme yerine nankörlük yapıyor.
Bu hususta başka bir
âyette de şöyle buyurûluyor: "İnsan, kendisini bir damla sudan
yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir. Yaratışımızı
unutarak bize misal getirir ve: "Çürümüş kemikleri kim
diriltecekmiş?" der[12]
Diğer bir kısım
müfessirlere göre ise" O insan açıkça hasım oldu" ifadesi şöyle
açıklanır: insan Allah teala tarafından, basit bir sudan yaratılıp, doğduğu
sırada âciz bir varlık olduğu halde, daha sonra, kendisini, herşeye karşı
savunabilecek bir güce eriştirilir." Bu izah şekline göre âyetin mânâsı
şöyle olur: "Allah insanı, hiçbir gücü olmayan bir damlacık sudan, yani
meniden yarattı. O insan annesinin rahminde iken ve doğumundan sonra herhangi
bîr zaran kendisinden uzaklaştırmaktan âcizdi. Öyle ki, diğer canlılar kadar
dahi kendisini müdafaa edecek güçte değildi. Sonra Allah ona güç ve kuvvet
verdi. Artık insan, kendisini herşeye karşı savunabilir bir güce sahiboldu.
insan, bunları kendisine veren rabbini bırakıp ta başka şeyleri nasıl ilah
edinebilir? Veya âciz birtakım varlıkları ona ortak koşabilir? [13]
5- Allah,
hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar
vardır. Bir kısmının etlerini yersiniz.
Allah, Deve, Koyun,
Sığır gibi hayvanları da yarattı. Onların yün ve tüylerinden elbise, yatak gibi
ısıtacak şeyler yaparsınız. Aynca onların, sütlerinin yenilmesi, yük taşımaları
ve binilmeleri gibi birçok faydalan vardır. Sizler onların bazılarının etlerini
de yersiniz. Veya, onlar vasıtasıyla yiyeceklerinizi de temin edersiniz. Bütün
bunları yaratana karşı şükretmek insanın vazifesi değil midir? [14]
6-
Hayvanları yerlerine koyduğunuzda ve otlaklara salıverirken sizleri bir zevk ve
sevinç alır.
Hayvanları yerlerine
koyarken, onların görünüşleri hoşunuza gider. Zira karınlan doymuş, göğüsleri
sütle dolmuş ve hoş bir manzaraya bürünmüşlerdir. Sizler, onları otlağa
salıverirken de onların görünüşleri hoşunuza gider. Zira onlar iştahla otlarken
ve su içerken bundan zevk alırsınız. [15]
7- Bu
hayvanlar, ancak büyük zorluklarla ulaşabileceğiniz yerlere yüklerinizi
taşırlar. Şüphesiz ki rabbiniz, çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
Bu hayvanlar, büyük
zorluklar içerisinde gidebileceğiniz sarp yerlere yüklerinizi taşırlar.
Şüphesiz ki bu hayvanları sizin emrinize veren rabbiniz, sizin için çok
şefkatli ve çok merhametlidir. Zira o, size olan merhameti sebebiyle bu
hayvanlan size itaatkâr kılmasaydı, onlara asla güç yetiremezdiniz. Şüphesiz ki
bunları sizin emrinize veren rabbiniz çok şefkatli ve çok merhametlidir. [16]
8- Allah,
binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz İçin, atları, katırları ve merkepleri
yarattı. Henüz bilmediğiniz daha nicelerini yaratacaktır.
Ayet-i Kerimede, at,
katır ve merkeplerin, binilmek ve süs hayvanı olarak kullanılmak üzere
yaratıldığı beyan edilmekte fakat bu hayvanların etlerinin yenilip
yenilmeyeceği hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Bu nedenle bu hayvanlardan
at etinin yenilmesinin haram olup olmadığı hususunda farklı görüşler ortaya
çıkmıştır. Bu görüşleri şöylece Özetlemek mümkündür:
a- Ebu
Hanife ve ona katılan diğer Fıkıh âlimleri, at eti yeminin haram olduğunu
söylemişler ve delil olarak ta şunları zikretmişlerdir:
aa- Allah
teala bu âyet-i Kerimede atı, Hadis-i Şeriflerde, yenilmesinin haram olduğu
beyan edilen, katır ve merkeple birlikte zikretmekte ve bunlann, sadece
binilmek ve süs eşyası olarak kullanılmak üzere yaratıldığını beyan etmektedir.
Bu da at etinin yenilmesinin haram olduğunu gösterir,
bb- Abdullah
b. Abbasın, at, katır ve merkep etlerini yemeyi hoş karşılamadığı ve şöyle
dediği rivayet edilmektedir: -"Allah teala "Allah, hayvanlan da
yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar vardır. Bir
kısmının etlerim de yersiniz." buyurmuş, etleri yenilenleri beyan etmiş bu
âyette de "Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atlan, katırlan
ve merkepleri yarattı." buyurarak binek hayvanlarını beyan etmiştir.
cc- Halid b. Velid
diyor ki:
.
"Resulullah
(s.a.v.) at, katır ve merkep etinin yenilmesini yasakladı. [17]
b- Alimlerin
çoğunluğu ise, katır ve merkep etinin haram olmasına
karşılık, at etinin yenilmesinin caiz
olduğunu söylemiler ve Cabir b. Abdullah (r.a) dan rivayet edilen şu Hadis-i
Şerifi delil göstermişlerdir. Cabir diyor ki:
"Reşululullah
(s.a.v.) Hayber savaşında ehlî eşeklerin etlerinin yenilmesini yasakladı. At
etinin yenilmesine ise izin verdi. [18]
Hz.Ebubekirin kızı
Esma (r.anh) diyor ki:
"Biz, Resulullah
(s.a.v.) zamanında at kestik ve etini yedik." [19]
Ayet-i Kerimenin
sonunda "Daha nicelerini yaratacaktır." ifadesi vardır. Bu ifade, biz
Müminleri, binilecek ve her türlü ihtiyaç için kullanılacak vasıtaları
icadetmeye teşvik etmekte ve adıgeçen hayvanların dışında, Özellikle günümüzde
kullanılan taşıt araçlarının icadedileceğine işaret etmektedir. Bu sürecin sonu
yoktur. Bu sahadaki ilerleme kapısı kıyamete kadar açıktır. Bu da Kur'an-ı
Kerimin mucize olduğunu gösteren delillerden bir tanesidir. [20]
9- Doğru
yolu size açıklamak Allaha aittir. Eğri yollar da vardır. Allah dileseydi
hepinizi doğru yola sevkederdi.
Abdullah b.Abbas, Ali
b. Ebi Talha, Katade ve Dehhak bu âyet-i Kerimeyi, mealde verildiği şekilde
izah etmişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Bunlara göre âyetin
izahı şöyledir: "Doğru yol olan îslamı açıklamak Allaha aittir, Yahudilik,
Hıristiyanlık gibi haktan sapan eğri yollar da vardır. Eğer Allah dileyecek
olsaydı sizin hepinizin iradenizi elinizden alarak sizi doğru yola sevkederdi.
Fakat o böyle yapmadı, sizi, hakkı bâtıldan ayrdetmekte serbest bıraktı. Kim
doğru yolu tutarsa kendi menfaatinedir. Kim de doğru yoldan saparsa zararı
kendisinedir.
Mücahid ise bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmiştir: Hak yol, Allaha giden yoldur. O da, Allanın gösterdiği
yoldur. Bu hak yoldan sapan bir kısım insanlar vardır. Eğer Allah dileseydi,
sizin hepinizi, kendisine ulaştıran hak yola sevkederdi."
İbn-i Kesir, Mücahidin
görüşünü tercih etmektedir. [21]
10- Size
semadan su indirme o'dur. Siz ondan içersiniz. Hayvanlarınızı otlattığınız
bitkiler de o su ile yetişir.
Allah teala bundan
önceki âyet-i Kerimelerde, çeşitli hayvanları insanlar için yarattığını ve
insanları çeşitli bineklerle taşıttığını beyan ettikten sonra bu âyet-i
Kerimede de gökten yağmur yağdırdığını, insanların, o yağmurlardan elde edilen
sulardan içtiklerini, çeşitli bitkilerin o sularla büyüyüp hayvanlara gıda
olduğunu beyan ediyor, bundan sonra gelen âyette ise insanların yiyeceklerinin
de gökten inen bu yağmurlar vasıtasıyla meydana geldiğini bildiriyor. [22]
11- Allah,
semadan inen su ile, ekini, zeytini, hurmayı, üzümleri ve
bütün meyve çeşitlerini yetiştirir.
Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için büyük bir ibret vardır.
Evet, gökten indirilen
su ile, insanların, hayvanların, bitkilerin sulanmasında, selim akıl sahibi
olan ve düşünen bir toplum için Allahin varlığını ve birliğini gösteren apaçık
bir delil vardır.
Bu hususta başka bir
âyet-i Kerimede de şöyle bu vurulmak tadır: "O şeyler mi hayırlıdır, yoksa
gökleri ve yeri yaratan ve sizin için gökten su indiren mi? Ki biz o su ile,
birtek ağacını bile bitiremeyeceğiniz nice güzel bahçeler yetiştirdik. Allah
ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır, fakat onlar, haktan uzaklaşan bir
kavimdir[23]
12- Allah,
geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'i hizmetinize âmâde kılmıştır. Yıldızlar da
Allanın emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir
topluluk için nice ibretler vardır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede de, yarattığı çeşitli gezegenleri, insanın faydalanmasına tahsis
ettiğini, gündüzü nzık temini için, geceyi de istirahat için yarattığını beyan
etmekte, yıldızların da kendilerine boyun eğdiklerini açıklamaktadır. [24]
13-
Yeryüzünde yarattığı çeşitli renklerdeki varlıkları da sizin hüzmetinize verdi.
Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için büyük bir ibret vardır.
Allah, yeryüzünde
yaratmış olduğu çeşitli renklerdeki hayvan, ağaç, meyve ve binleri de sizin
menfaatinize tahsis etti. O halde bu nımeüere karşı "üSedin. Şüphesiz ki
bu nimetlerde, düşünüp ibret alan bir toplum .çın Allahm varlığını ve birliğini
gösteren büyük bir delil vardır. [25]
14-
İçinizden taze et yemeniz ve ondan, takındığınız süs eşyasını çıkarmanız için
denizi emrinize veren Allahtır. Sen, gemilerin denizi nasıl yararak
gittiklerini görürsün, Allah bunu, lütfundan nzık aramanız ve şükretmeniz için
böyle yapmıştır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede de, denizleri insanların hizmetine verdiğini beyan ediyor. Onlar,
denizden taze et çıkarıp yiyorlar. İnci, Mercan ve benzeri çeşitli süs eşyaları
çıkarıp kullanıyorlar. Denizin üzerinde akıp giden gemilere binerek yolculuk
yapıyor ve ağır yüklerini taşıyorlar. Kullara, bütün bunları emirlerine veren
rablerine şükretmekten başka ne yaraşır? [26]
15-16-
Allah, yeryüzü sizi sarsmasm d.yc oraya sab.t dağlar yerleştirdi. Orada .rmaklar
ve şaş.rmadan gidebilmeniz ıçın yo Ur yara . Allah, yeryüzünde insanlara doğru
yolu gösterecek işaretler yaratt.. İnsanlar, geceleyin de Allahm yaratt.ğı
yıldızlarla yollarını bulurlar.
Allah teala bu
âyetlerde de, insanlann, üzerinde yaşamış olduklar, yeryüzünü, dağlan yaratarak
istikrara kavuşturduğunu ve orada dag «la£ çölleri ve ovalan yanp geçen
.rmaklar akıttığım, dünyanın çeş.tl. giden yollar var ettiğini, dünyanın çeşitli yerlerini
tanıyabilmek için her taraafi ayn özelliklerde yarattığını, geceleyin karanlık
çöküp te yeryüzündeki işaret ve alametlerden istifade edilemediği zamanlarda
ise insana, gökte yarattığı yıldızlarla yolunu gösterdiğini beyan ediyor. [27]
17- Hiç,
yaratanla yaratmayan bir olur mu? Düşünmez misiniz?
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Allahı bırakıp ta âciz varlıklara tapanlara hitaben buyuruyor ki:
"Size anlatılan bu kadar kıymetli varlıkları yaratıp size lütufta
bulunanla, herhangi bir şeyi yaratmayan âciz varlıklar bir olur mu? Nasıl olur
da varlıkları Allaha ortak koşabilirsiniz? [28]
18- Allanın
nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah, çok affeden ve
çok merhamet edendir.
Allanın, yaratıklarına
lütfetmiş olduğu nimetler o kadar çoktur ki onlan saymaya kalksanız asla
sayamazsınız. Vücut sıhhati, hayatın devamı için lâzım olan hertürlü gıda
maddesi ve barınak imkânı, içerisinde yaşanılmakta olan tabiat şartlan, su,
hava ve benzeri nimetler hepsi Allanın lütfudur. Ve bunları saymakla biritmek
mümkün değildir. Kulun, bütün bu nimetlere karşı Allaha şükretmesi gerekirken
onlara nankörlük etmesi olacak şey midir?
Allah tealanın bütün
bu nimetleri yanında bir de af ve merhamat nimeti vardır ki bu da günahkâr bir
kul için tutulan ümit kapısıdır. [29]
19- Allah,
gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir.
Ey insanlar, size
çeşitli nimetleri lütfeden Allah, içinizde saklayıp başkalarından gizlediğiniz
şeyleri de bilir. Dillerinizle ve çeşitli azalarınızla açığa vurduğunuz söz ve
işlerinizi de bilir. O sizlere, yapaklarınızın karşılığını kıyamet gününde
vermek için bütün amellerinizi tesbit ettirmektedir. [30]
20-
Kâfirlerin, Allahı bırakıp taptıkları varlıkların herhangi birşeyi yaratmaları
bir yana, bilakis kendileri yaratılmıştır.
O kâfir ve
müşriklerin, Allahı bırakıp ta taptıkları çeşitli varlık ve eşyalar, herhangi
birşey yaratamazlar. Üstelik kendileri Allah tarfından yaratılmışlardır. Hatta
bu tapınılan şeylerin bir kısmını, müşrikler kendi elleriyle yapmışlardır. O
halde, kendilerine herhangi bir menfaat sağlamaya veya kendilerinden herhangi
bir zararı uzaklaştırmaya güçleri yetmeyen bu yaratıklar nasıl ilah
olabilirler? Bunları ilah kabul etmek, ahmaklıktan başka nedir? [31]
21- O
tapılanlar, ölülerdir. Diri değillerdir. Onlar ne zaman dirileceklerini de
bilmezler.
Ayet-i Kerimenin bu
mealine göre, müşriklerin tapmış oldukları şeyler, put ve benzeri bir takım
cansız varlıklardır.
Bu âyet-i Kerimeyi şu
şekilde izah edenler de vardır: O müşriklerin taptıkları şeyler, ölmeye
muhkumdurlar. Onlar, devamlı din kalamazlar Onlar, kendilerinin veya
kendilerine tapanların ne zaman dirileceğini de bilemezler.
Bu izah şekline göre
ise müşriklerin taptıkları şeyler, canlı varlıklardır. Her iki izah şekline
göre de âyet-i Kerimede müşrikleri kınama vardır. [32]
22- İlahınız
tek bir ilahtır. Bununla beraber, âhirete iman etmeyenlerin kalbleri inkarcı,
kendileri kibirlidir.
Gerçekten ibadet
edilmeye layık olan ilahınız tek bir ilahtır. Ne var ki öldükten sonra
dirilmeye, Aİlahm orada gerçekleştireceğini vaadettiği cezalandırma veya
mükâfaatlandırmaya iman etmeyenlerin kalbleri, Aİlahm kudretini, büyüklüğünü ve
birliğini inkâr etmektedir. Onlar, hakkı kabul ve Allanın birliğini ikrar
etmekten kibirlenen kimselerdir. [33]
23- Şüphesiz
ki Allah, gizledikleri ve açığa vurdukları herşeyi bilir. Muhakkak ki Allah,
büyüklük taslayanları sevmez.
Şurası bir gerçektir
ki Allah, müşriklerin gizlemiş oldukları kibirlenmeyi 'de, açığa vurdukları
inkâr ve iftiralarını da bilir. Ve Allah, putları bırakıp ta kendisine ibadet
etmeyi gururlarına yediremeyenleri sevmez. [34]
24- Onlara:
"Rabbiniz ne indirdi?" diye sorulduğunda, onlar: "Öncekilerin
efsanelerini" dediler,
Allaha ortak koşan ve
Peygamberlerini yalanlayan o kâfirlere: "Rabbiniz Peygambere ne
indirdi?" diye sorulduğunda onlar: "O birşey indirmedi. Bize okunan
bu şeyler, Öncekilerden nakledilen efsanelerdir." derler.
Taberi diyor ki:
"Müşrikler, Hz.Muhammed (s.a.v.) e giden yollan tutuyor, oralardan geçmek
isteyen müminlere: "Onun söyledikleri, geçmiş insanlann anlattıkları
efsanelerdir." diyorlardı."
Bu hususta başka bir
âyet-i Kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Kâfirler: "Bu Kur'an,
Muhammedin uydurduğu iftiradan başka birşey değildir. Başka bir topluluk ta
kendisine yardım etmiştir." dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa
saptılar." "Kur'an, öncekilerin efsaneleridir. Muhammed onu başkalarına
yazdırmış da, sabah akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor." dediler."
"Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Onu, göklerde ve yerdeki sırlan
bilen Allah indirdi. Şüphesiz ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir. [35]
25- Böyle
demekle kıyamet gününde kendi günahlarının hepsini ve bilgisizce sapıttıkları
kimselerin günahlarının da bir kısmını yükleneceklerdir. Dikkat edin,
yüklendikleri günah ne kötüdür.
Ayet,i Celilede,
insanları hak yoldan saptıran kimselerin, saptırdıklarının günahlarının bir
bölümünü de yüklenecekleri ifade edilmektedir. Bu ifadeden, saptmlanların
günahlarının hafifleyeceği anlaşılmamalıdır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Kim, insanları
doğru yola davet ederse, ona, kendisine tabi olacak kimselerin mükâfaatı kadar
müklfaat vardır. Verilen bu mükâfaat, onlardan herhangi birinin mükâfaatını
eksiltmeyecektir. Kim de sapıklığa çağırırsa, ona, kendisine uyan kişinin
günahı kadar günah vardır. Yüklenilen bu günah da, onlardan herhangi birinin
günahını eksiltmeyecektir. [36]
26-
Kendilerinden önceki kâfirler de tuzak kurdular. Fakat Allah, onların
binalarını temelinden sarstı. Tavanları başlarına geçti. Azap, beklemedikleri
bir yönden kendilerine geldi.
Müfessirlerin
çoğunluğu, âyette ifade edilen "Daha önce tuzak kuran kâfirler" den
maksadın "Nemrut" olduğunu söylemişlerdir.
Nemrut, Babil şehrinde
büyük bir kule yaptırıp oradan. Hz.İbrahimin, kendisini iman etmeye davet
ettiği Allahı görmeye ve ona karşı savaşmaya çıkmıştır. Bunun üzerine Allah
teala bir rüzgâr gönderip o kuleyi, kendisini ve halkının başına yıkmıştır.
Bazı müfessirlere göre
ise "Daha önce tuzak kuran kâfirlerden maksat, Buhtunnasr'dır. Allah teala
bunun yaptığı kuleyi yerle bir etmiş ve kendisinin de helak etmiştir.
Bazı müfessirler de bu
âyet-i Kerimenin bir misal olduğunu, Allaha ve göndermiş olduğu Peygamberlere
tuzak kuranlara karşı Allahın azabının aniden gelip onları helak ettiğini
bildirdiğini söylemektedirler. [37]
27- Sonra
kıyamet gününde Allah onları rezil edecek "Uğrunda savaştığınız ortaklarım
nerede?" diyecek. İşte o zaman kendilerine ilim verilenler "Şüphesiz
bugünün rezilliği ve kötülüğü kâfirleredir." diyeceklerdir.
AlIah, kıyamet günüde,
çeşitli hilelere baş vuran müşrikleri, can yakıcı azabıyla rezil edecek ve
onları kınayarak "Benim dışımda, taptığınız ilahlarınız nerede?" Siz
onlar için bana karşı çıkıyordunuz, niçin onlar gelip sizden azabı
uzaklaşürmıyorlar?" diyecektir. Alimler de " Bugünün rezilliği ve
kötü azabı,
Allahın varlığım ve
birliğini inkâr eden kâfirleredir." diyeceklerdir.
Allah teala kıyamette
kâfirleri çeşitli şekillerde rezil edecektir. Peygamber efendimiz bu hususta
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günüde
her hainin arka tarafına, hıyaneti ölçüsünde bir sancak dikilecek ve ona
"Bu, falan oğlu falanın ihanetidir." diye söylenecektir. [38]
28- Bunlar,
Meleklerin, canlarını kâfir olarak aldıkları kimselerdir. Bu kâfirler, âhirette
gerçekleri görünce, boyun eğip "Biz, hiçbir günah işlemedik" derler.
Hayır işlediniz. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilendir.
Kıyamet günün
rezilliğini ve kötülüğünü hak eden kâfirler, meleklerin, canlarını kâfir olarak
aldıkları kimselerdir. Bunlar âhiret azabını bizzat gözleriyle görünce teslim
olmak zorunda kalırlar ve kendi yaptıklarını yalanlayarak ve kurtulacaklarını ümit
ederek "Biz hiçbir günah işlemedik" derler. Allah ise onları
yalanlayacak ve şöyle diyecektir: "Hayır, işlediniz. Şüphesiz ki Allah,
yaptıklarınızı çok iyi bilendir. [39]
29- Orada
ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri
ne kötüdür.
Cehennemden daha kötü
bir yer olabilir mi? Zira oraya girenin ne azabı hafifler ne de Ölüp
kurtulabilir:
Bu hususta başka bir
âyette de şöyle buyuruluyor: "înkâr edenlere ise, cehennemin ateşi vardır.
Onların ölümlerine hükmedilmez ki, Ölsünler. Onlardan cehennem azabı da
hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezai andırırız. [40]
30-31-32-
Allahtan korkanlar ise "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde
"Hayır indirdi" derler. İyilik edenlere bu dünyada iyilik vardır.
Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allahtan korkanların yurdu ne güzeldir. O
yurt, altından ırmaklar akan, ebedi kalacakları "Adn" cennetleridir.
Orada, Allahtan korkanlara, diledikleri nimetler vardır. Allah kendisinden
korkanları işte böyle mükâfaatlandırır. Bunlar, meleklerin, canlarını mümin
olarak aldıkları salîh kimselerdir. Melekler onlara "Selam olsun size,
dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak cennete girin." derler.
Allah teala, bundan
önceki âyetlerde, Peygamberlerine göndermiş olduğu âyetleri "Efsane"
olarak vasiflandıranların nasıl can vereceklerini ve derecelerine göre
cehennemin çeşitli yerlerine konulacaklarını beyan ettikten sonra bu âyetlerde
de, Allahtan korkan takva sahiplerini zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Allahtan korkanlara: "Rabbiniz Peygamberine ne indirdi?" diye
sorulunca onlar da "Hayırlı şeyler indirdi." derler. Allaha itaat
ederek iyilikte bulunanlara, iyiliklerinin karşılığı olarak, bu dünyadayken
ikram vardır. Ahiret yurdu ise dünyadan daha hayırlıdır. Bu itibarla oranın
ikramları daha büyüktür. Allanın emirlerini yerine getirip, yasaklarından
kaçınarak ona itaat eden takva sahiplerinin yurdu olan ahiret ne güzel bir
yurttur.
O yurt, altından
ırmaklar akan "Adn" cennetleridir. Takva sahipleri o cennetlere
gireceklerdir. Orada, kendileri için arzuladıkları ve zevk aldıkları herşey
vardır. Allah, takva sahiplerine dünyada ikramda bulunduğu gibi âhirette de
Öyle mükâfaatlandırcaktır. Bu takva sahipleri iman ile kendilerini arındırmış
oldukları halde Meleklerin, canlarını aldığı kimselerdir. Melekler onları,
canlarını alırken "Selam olsun size, dünyada yaptığınız amellerin
karşılığı olarak cennete girin." diyerek müjdeleyeceklerdir. [41]
33-34-
Müşrikler ise, Meleklerin gelip canlarını almasından veya rabbinin azabının
gelmesinden başka birşey mi beklerler? Bunlardan önceki kâfirler de böyle
yapmışlardı. Allah, onlara zulmetniemişti, fakat onlar kendi kendilerine
zulmetmişlerdi. Onları, yaptıkları kötülüklerin cezası yakaladı.
Allah teala bu âyet-i
Kerimelerde de, bâtılda ısrar eden ve dünya hayatına aldanıp böbürlenen
müşrikleri tehdit ederek buyuruyor ki: "Bu müşrikler, Meleklerin gelip
canlarını almasından veya kıyamt gününde, Allahın, kendilerini mahşerde
toplayıp cehenneme koyacağı emrinin gelmesinden başka neyi beklemiş olabilirler
ki? Onlardan önce gelen'kâfirler de onlar gibiydi. Sonunda Melekler onların
canlarını aldı. Şimdi ise cehenneme gitmeyi beklemektedirler. Allah onlara asla
zulmetmedi. Bilakis onlar, rablerini inkâr ederek cehennem azabını hak ettiler
ve kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Onlan, işledikleri kötülüklerin cezası
yakalayıverdi ve dünyadayken alaya aldıkları azap, kendilerini çepeçevre
kuşatmış oldu. [42]
35- Allaha
ortak koşanlar: "Eğer Allah dilcseydi ne biz ne de atalarımız, ondan başka
hiçbirşeye ibadet etmezdik. Yine onun helal kıldığını haram saymazdık."
derler. Bunlardan önceki kâfirler de böyle yapmışlardı. Peygamberlere düşen,
ancak apaçık tebliğdir.
Putları ve benzeri
şeyleri Allaha ortak koşanlar, kendilerini tatmin etmek için şöyle dediler:
"Eğer Allah dilemiş olsaydı biz, onun dışında, put ve benzeri herhangi bir
şeye tapmış olmazdık. Ve onun emri olmadan bazı şeyleri kendimize haram
kılmazdık. Allah, bizlerin de atalarımızın da böyle yapmamıza razı oldu. Eğer o
razı olmasaydı, ya bizleri cezalandırarak bunlardan vaz geçirirdi veya bizi de
doğru olan yola sevkederdi."
Allah teala, böyle
diyen müşriklere cevaben buyuruyor ki: "Bunlardan önce gelen müşrikler de
Peygamberleri yalanlamada ve sapık atalarının yolunu takibetmekte aynı
tavırları takınmışlardı. Peygamberlere düşen, apaçık tebliğden başka birşey
değildir. [43]
36- Şüphesiz
ki her ümmete: "Yalnız Allaha ibadet edin, tağutlardan kaçının" diyen
bir Peygamber gönderdik. İçlerinden bir kısmını Allah doğru yola şevketti.
Diğer bir kısmı ise sapıklığı haketti. Ey insanlar, yeryüzünde dolaşın,
Peygamberlerini
yalanlayanların sonunun ne* olduğuna bir bakın.
Şüphesiz ki geçmiş her
ümmete: "Yalnızca Allah ibadet edin, tağutlardan uzak durun." diye
tebliğde bulunan bir Peygamber gönderdik. Bu ümmetlerden
bir kısmım, Allah, doğru yoluna şevketti.
Onlar, iman edip kurtuluşa erdiler. Diğer bir kısmı ise inkârda bulundu,
Peygamberleri yalanladı, sapıklığı hak etti ve helak oldu. Peygamberlerini yal
ani ay ani ann akıbetinin ne olduğuna bir bakın vş onlardan ibret alın. Siz de
onlar gibi olmayın. [44]
37- Ey
Peygamber, onların, doğru yola gitmesini ne kadar istesen de, Allah,
saptırdığını zorla doğru yola sevketmez. Onların yardımcıları da yoktur.
Ey Muhammed, sen, bu
müşriklerin iman etmeleri için ne kadar gayret göstersen de bunlar iman
etmezler. Zira Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların, Allahtan
başka herhangi bir yardımcıları da yoktur. Bu itibarla sen kendini yorma. [45]
38-
Kâfirler: "Allah, öleni tekrar diriltmeyecek" diye en büyük
yeminleriyle Allaha yemin ettiler. Hayır, bu, Allahın gerçekten bir vaadidir.
Ne var ki insanların çoğu bunu bilmezler.
Allaha ortak koşanlar,
Öldükten sonra dirilmeyi ve insanların, dünyada yaptıklarından hesaba
çekileceklerini inkâr ettiler. Ve bu inkarlarım: "Allah, Ölüleri
diriltmeyecek." diye yemin ederek pekiştirdiler.
Allah teala ise
bunları yalanlayarak "Hayır, Allahın, ölenleri tekrar diriltmesi, mutlaka
gerçekleşecek olan bir vaaddir. Fakat insanların çoğu, Peygamberlerim
dinlemedikleri için bu vaadin hak olduğunu, Allahın, kendilerini, öldükten
sonra dirilteceğini bilmezler." buyurmuştur. [46]
39- Allah)
ihtilaf ettikleri şeyin gerçek yüzünü onlara göstersin, kâfirler de yalancı
olduklarını bilsinler diye, ölenleri tekrar diriltccektîr.
Allah, ölenleri tekrar
diriltecektir ki insanların ihtilaf ettikleri tekrar dirilmenin gerçek olduğunu
onlara göstersin ve kâfirler de yeminlerinde yalancı olduklarını bilmiş
olsunlar.
Bu yalancı kâfirler,
âhirette, cehennem zebanileri tarafından ateşe çağırılacaklardır: "O gün
onlar, cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir. O gün onlara şöyle denecektir:
"Dünyada yalanladığınız cehennem ateşi işte budur." "Bu bir
sihir midir yoksa hâlâ görmüyor musunuz?" "Girin cehenneme. Sabredin
veya sabretmeyin. Sizin için değişen birşey olmayacaktır. Siz, sadece
yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz. [47]
40- Biz,
herhangi bir şeyin var olmasını dilediğimizde ona sözümüz sadece "Ol"
dememizdir. O da hemen oluverir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, dilediği herşeye gücünün yettiğini, vaadettiği şeyleri yerine getirme
hususunda hiçbir şeyin onu âciz bırakamayacağını, herhangibir şeyi var etmek
istediğinde ona sâdece "ol" demesinin yeterli olduğunu beyan etmekte
ve kâfirlerin "Allah ölenleri nasıl diriltecek?" düşüncelerinin bâtıl
olduğunu ortaya koymaktadır.
Başka bir âyet-i
Kerimede de, insanları yaratma ve öldükten sonra onlan tekrar diriltmenin,
Allah teala için çok kolay bir şey olduğu beyan edilerek buyuruluyor ki:
"Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz de, bir tek kişininki gibidir.
Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok işi işitendir, çok iyi görendir. [48]
Diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Bizim emrimiz sadece bir defadır
ve göz kırpması gibidir. [49]
41- ZuImc
uğradıktan sonra, Allahın rızası için hicret eden müminleri, dünyada güzel bir
yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfaatı ise daha büyüktür. Bir bilseler.
Müfessirler, âyette
zikredilen "Hicret eden müminlerin kimler olduğu hususunda çeşitli
açıklamalar yapmışlardır.
Bazılarına göre
bunlar, Hz. Osman ve Cafer b. Ebi Talibin de içlerinde bulundukları, Mekkeden
Habeşistana hicret eden, daha sonra ise dönüp Mediye yerleşen Müslümanlardır.
Bazılarına göre ise bu
âyet-i Kerime, Süheyl oğlu Ebu Cendel hakkında nazil olmuştur. Ebu Cehdel
Mekkede Müslüman olmuş, Medineye hiceret etmemesi için babası tarafından
hapsedilmiş ve çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Resulullah (s.a.v.) Umre
yapmak için Hudeybiyeye kadar gittiğinde Ebu Cendel hapsedildiği yerden kaçmayı
başarmış ve yakalanmamak için normal yollan kullanmayıp dağlardan giderek,
Resulullah (s.a.v.) ile Ebu Cendelin babası" Süheyl arasında tam Hudeybiye
musalahasi yapılırken Müslümanlara katılmıştır. Fakat musalaha yapan babası,
oğlu Ebu Cendelin kendisine iade edilmemesi halinde musalahayı bozacağım
söylemiş, bunun Üzerine Müslümanlar Ebu Cendeli babasına iade etmek zoranda
kalmışlardır. Ebu-Cendel bu sefer de babasının elinden kaçıp, Mekke ile Medine
arasında bir yerde yaşayan Ebu Basîr ve arkadaşlarına katılmış ve orada
Mekkelilerin ticaret kervanlarına baskınlar düzenlemeye başlamışlardır. Böylece
Mekkeliler, Hudeybiye musalahasının "Müşrikler tarafında bulunduğu halde
Müslüman olarak Medineye gidenlerin müşriklere geri iade edilmelerini"
hükme bağlayan maddesinin Resulullah tarafından iptal edilmesini istemişler ve
artık ondan sonra Müslüman olarak Medineye gitmek isteyenler, serbestçe
gidebilmişlerdir. İşte âyet-i Kerimede zikredilen müminler bunlardır. [50]
42- Bunlar,
sabredenler ve yalnız rabierin güvenenlerdir.
Kendilerini dünyada
güzel yerlere yerleştireceğimiz ve âhirette de büyük mükâfaat vereceğimiz bu
insanlar, hak yolda çektikleri çeşitli çile ve sıkıntılara karşı sabredenler ve
bütün işlerinde bize güvenenlerdir. [51]
43- Ey
Peygamber, biz senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri
Peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız kitap ehline sorun.
Dehhak, Abdullah b.
Abbastan şöyle rivayet etmektedir: "Allah teala, Muhammed (s.a.v.) i
Peygamber olarak gönderince onu kabul etmeyenler: "Allah, bir insanı
Peygamber gönderecek dereceye düşmez, o bundan münezzehtir." dediler.
Bunun üzerine Allah teala bu ve benzeri âyet-i Kerimeleri indirdi.
Ayet-i Kerimede
"Kitap ehli" diye tercüme edilen "Ehl-i Zikr" ifadesinden
neyin kastedildiği hususunda müfessirler değişik görüşler ileri
sürmüşlerdir.
Mücahid, A'meş, İbn-i
Abbas, "Ehl-i Zikr" den maksadın, daha önce kendilerine kitap verilen
ümmetler olduğunu söylemişlerdir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Bu görüşe
göre âyetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, senin bir beşer olarak Peygamber
olamayacağım iddia eden müşriklere de ki: "Benden önce gönderilen bütün
Peygamberler de ancak kendilerine vahyedilen bir kısım erkeklerdi. Şayet bu
hususta bana inanmıyorsanız daha önce kendilerine kitap verilen ümmetlere
sorun. Onlara gönderilen Peygamberler de benim gibi erkek kişiler miydi yoksa
Melekler miydi?"
Diğer bir kısım
müfessirler ise, âyetteki "Ehl-i Zikr" den maksadın, Kur'an ehli
kimseler olduklarını söylemişler, buna delil olarak ta, Kur'an-ı Kerimin başka
yerlerinde "zzzikir" kelimesinin "Kur'an" mânâsına
geldiğini gösteren misalleri vermişlerdir. Bu görüşe göre de âyetin izahı
şöyledir: "Ey müşrikler, daha önce gönderilen Peygamberlerin de bir kısım
erkek kişiler olduklarını bilmiyorsanız, Kur'ana iman eden Kur'an ehline
sorunuz. Kendi mantığınızla karar vermeyiniz."
Ebu Cafer el-Bâkır
ise: Buradaki "Ehl-i Zikr" den maksat biziz. Yani, ümmet-i
Muhammeddir." demiştir.
Bununla beraber,
âyet-i Kerimenin mânâsı geneldir. Bu sebeple "Ehl-i Zikr"i belli bir
takım insanlara sıfat yapmaktansa, genel anlamda bırakıp "İşi
bilenler" şeklinde izah etmenin daha uygun olacağı söylenebilir. Ancak
âyetin baş tarafı "Ehl-i Zikr" den maksadın, "Ehl-i Kitap"
olduğu görüşüne daha yakındır. [52]
44- Onları
mucizelerle ve kitaplarla gönderdikten sonra da Kur'anı indirdik ki, insanlara
gönderilenleri kendilerine açıklayasm. Ve onlar da düşünsünler.
Allah teala bundan
önceki âyette, insanlara, kendi cinslerinden olan erkek kişileri Peygamber
gönderdiğini beyan etmiş, bu âyet-i Kerimede de, gönderdiği peygamberleri
mucizelerle ve kitaplar vererek gönderdiğini, bu itibarla selim akıl sahibi
olanların, düşünerek, Peygamber olanları Peygamber olmayanlardan
ayırdedebileceklerini açıklamıştır ki, "İnsandan Peygamber olmaz"
iddiasında bulunanlar, sapıklıklarından vaz geçip hakka teslim olsunlar. [53]
45-46-47-
Kötülük tuzakları kuranlar, Allanın, kendilerini yere batırmayacağından veya
bilmedikleri bir yerden azabın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? Veya gezip dolaşırken o
azabın, kendilerini yakalamayacağından emin midirler? Çünkü onlar, Allahı âciz
bırakamazlar. Yahut, korkulu hallerindeyken azabın, kendilerini
yakalamayacağından emin midirler? Şüphesiz rabbiniz çok şefkatlidir, çok
merhametlidir.
Müminlere ve Kur'ana
karşı çeşitli tuzaklar kuran kâfirler, inkârları yüzünden, Allanın, kendilerini
yerin dibine geçirmesinden veya bilmedikleri bir yerden, azabın kendilerini
yakalamasından yahut, gezip dolaşırlarken azabın kendilerine gelmeyeceğinden
emin midirler? Zira onlar, Allahı âciz bırakamazlar. Yahut da düşmanlarının,
kendilerine musallat olmasından, can ve mallarının her gün eksilmesinden dolayı
korku içinde yaşarlarken, Allanın azabının, kendilerini yakalamayacağından emin
midirler? Şüphesiz ki, rabbiniz, yarattıklarına karşı çok şefkatli ve çok
merhametlidir. Bu sebeple kâfirleri, yaptıklarından dolayı hemen cezalandırmaz.
İnkârlarından vaz geçmeleri için onlara mühlet verir. İşte bu hal onları
şımartmamalıdır.
Evet, Allah tealanın,
kâfir ve isyankârları ne zaman cezalandıracağım, âciz kullar bilemez. Bu ceza
gece de gelebilir gündüz de. Yere geçirme şeklinde de olabilir, yer üstünde de
helak edebilir, denizde de.
Bu hususta Allah teala
şöyle buyuruyor: "O memleketler halkı, azabımızın onlara uyurlarken gece
gelmeyeceğinden emin midirler?" "Ve yine o memleketler halkı,
azabımızın kendilerine, kuşluk vakti eğlenirken gelmeyeceğinden emin
midirler?" "Yoksa onlar, Allanın, kendilerini ansızın yakalayı
vermesinden emin mi oldular? Allahın, ansızın yakalamasından, ancak hüsrana uğrayan
bir topluluk emin olur. [54]"Sizi karada yerin
dibine batirmayacağindan veya başınıza taş yağdırmayacağından emin misiniz?
Sonra kendinize bir yardımcı da bulamazsınız." "Yoksa, tekrar sizi
denize döndürerek üzerinize kasırgalar göndermeyeceğinden, inkârınız sebebiyle
sizleri boğmasından emin misiniz? Sonra bizden yaptıklarımızın hesabını soracak
birisini de bulamazsınız. [55]
Ancak Allah teala,
kullarının işlemiş oldukları günahların cezalarını derhal vermeyip o cezayı
belli bir zamana kadar erteler. Fakat bir de yakalayınca artık ondan kimse
kurtulamaz.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
Allah, zalime mühlet verir. Onu bir de yakalayınca, zalim kendisini ondan asla
kurtaramaz. [56]
48- Onlar,
Allahın yarattığı herhangi bir şeyin gölgesinin, Allaha boyun eğip secde ederek
sağa sola vurmasını görmezler mı?
Allah teala, bu âyet-i
Kerimede bizlere yüceliğini bildirmekte, canlı
hertSriü varl ğın kendisine boyun eğdiğini, bütün eşyanın güneşe göre Allaha boyun eğme hikmetine göre meydana ! bu
halterin boşu boşuna meydana gelmediğim beyan etmektedir. [57]
49-50-
Göklerde ve yeryüzünde bulunan ve dekler Allaha secde ederler. Melekler asla
kibirlenmezler. ystİ£rI"d™ir rablerinden devanıl. korkarlar ve kendilerine
emrolunanı. kendisine secde
ettiklerini açıklamaktadır. Aynca meleklerin sıfatlarını beyan etmekte,
bunların, rablerinden korktuklarını ve kendilerine emredilenleri yaptıklarını
açıklamaktadır.
Evet, herşey, ister
istemez Allaha boyun eğmek ve ona secde etmek zorundadır. Buhu şeklen yapmasa
da manen yapmaktadır. Zira bütün varlıklar, hayatlarım devam ettirebilmek için
yüce mevlamn kendilerine verdiği nimetlerden istifade etmek zorundadırlar. Bu
sebeple kendilerine nimet veren Allaha boyun eğmek zorundadırlar.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle bu vurulmaktadır: "AHahın dininden başkasını mı
arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ister istemez ona teslim
olmuştur. Ve yine ona döneceklerdir. [58]"Göklerde
ve yerde olanlar ister istemez Allaha secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam
Allaha boyun e£er. [59]
51- Allah:
"İki ilah edinmeyin. Şüphesiz kİ o, tek bir ilahtır. Ancak iden
korkun." dedi.
Allah teaîa bu âyet-i
Kerimede, herhangi bir varlığı kendisine ortak anlara ihtarda bulunarak
buyuruyor ki: "İki ilah edinmeyin. İlah, ancak tek tanedir, O da ben'im.
Benden başkasına kulluk etmek hususunda benden kun, başka varlıklardan
korkmayın. [60]
52- Göklerde
ve yerde olan herşey, yalnız onundur. Devamlı itaat ona'dır. O haîde, Allahtan
başkasından mı korkarsınız?
Allah teaîa, bir takım
yaratıkları kendisine ortak koşan müşrikleri uyararak, hiçbir şeyin,
kenidisinin ortağı olmayacağını, zira göklerde ve yerde ne varsa hepsini
yaratanın, onları rızı ki andıranın, onlara hayat veren ve
Öldürenin, sadece
kendisi olduğunu, devamlı itaatin de sadece kendisine yapılacağını beyan
ediyor, kendisinden başka hiçbir varlıktan korkulmaması gerektiğini açıklıyor. [61]
53- Size
ulaşan bütün nimetler, Allahtandır. Sonra bir zarara uğradığınızda yalnız ona
yalvarırsınız.
Aciz olan İnsan,
çaresiz kaldığında, yaratılışı icabı, kendisini yoktan var eden Allahtan
başkasına sığınamaz. Ne varki kendisine sığındığı yüce mevla onu selamete
ulaştırınca yeniden şımanr ve kendisine her türlü nimeti veren Allaha itaat
etmeyi unutur. [62]
54-55- Sonra
da Allah, duanızı kabul edip, sıkıntınızı giderdiğinde, içinizden bir zümre,
hemen rablcrine ortak koşmaya kalkışır. Böylece onlara verdiğimiz nimetlere
karşı nankörlük etmiş olur. Zevkle yaşayın bakalım, yakında bileceksiniz.
Evet, insanoğlu
nankördür. Kendisine verilen sayısız nimetlere karşı rabbine şükredeceği yerde,
o nimetleri Allaha isyan etme yolunda kullanır. Bunu yapan insanoğlu iyi
bilmelidir ki, bunun hesabını birgün mutlaka verecektir.
Allah teala bu konuda
dikkatleri çekerek: "Eceliniz gelip çatıncaya kadar zevkle yaşayın
bakalım. Yakında rabbinize döndürüleceksiniz ve yaptıklarınızdan hesaba
çekileceksiniz" buyurmaktadır. [63]
56-
Müşrikler, ne olduğunu bilmedikleri şeylere, kendilerine verdiğimiz rızıktan
pay ayırırlar. Allaha yemin olsun ki, uydurduğunuz yalanlardan hesaba
çekileceksiniz.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede müşriklerin, çirkin işlerini beyan ediyor. Müşrikler, Allahın
kendilerine vermiş olduğu nimetlerin bir kısmım Allaha diğer bir kısmını da
tapmış oldukları putlara ayırıyorlardı.
Allah teala,
müşriklerin bu çirkin âdetlerini başka bir âyet-i Kerimede şöyle beyan ediyor:
"Allahın yarattığı ekin ve hayvanlarda ona pay ayırdılar. Ve kendi
iddialarına göre: "Bu Ailahındir. Şu da ortak koştuklarımızmdır."
dediler. Ortaklan için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için
ayırdıktan ortaklan için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü[64]
57- Onlar,
Allaha kızlar isnad ederler. Allah bundan münezzehtir. Kendilerine ise
sevdiklerini (Erkek çocuklarını) isnad ederler.
Müşriklerin çirkin
amellerinden biri de, Allahın kızlan olduğu iddiasında bulunmalandır. Şüphesiz
ki Allah, bundan uzaktır. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allahın, evlat
edinmeye ihtiyacı yoktur.
Bu müşrikler,
kendilerinin kız çocuklan doğduğunda bunlardan utanırlar. Hal böyleyken,
Allahın kızlan bulunduğu iddiasında bulunurlar. Yani nefret ettikleri şeyi
Allaha nisbet ederler. Diğer yandan erkek çocuklan doğduğunda ise sevinirler ve
bunlann, kendilerine ait olduğunu söylerler. Bundan daha büyük ahmaklık olur
mu? [65]
58-59-
Onlardan biri, kız çocuğu ile müjdclendiğî zaman, içi öfkeyle dolar. Yüzü
simsiyah kesilir. Kız çocuğunun, kendisine müjdelenmesinden utanarak
insanlardan gizlenmeye çalışır ve şöyle düşünür "Kız çocuğunu zillet ve ar
pahasına korusun mu yoksa diri diri toprağa gömüp öldürsün mü?" Dikkat
edin, verdikleri hüküm ne kötüdür.
Cahiliye döneminde,
bir kimsenin kız çocuğu doğunca ondan utanç duyar ve insanlardan uzaklaşma
ihtiyacını hissederdi. Bunlardan bazılan da bu kız çocuklannı diri diri toprağa
gömerek öldürürlerdi. Bunu yapmalannın sebebi, kızlarının kaçmlarak onlara
tecavüz edilmesinden korkmalan yahut da nüfuslannın çoğalarak
fakirleşmelerinden endişe etmeleriydi. İşte bu âyet-i Kerime, müşriklerin bu
çirkin âdetlerini belirtmekte ve verdikleri bu hükmün ne kadar fena bir şey
olduğuna dikkatleri çekmektedir.
Allah teala diğer
âyetlerde de, kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin, kıyamet gününde
hesaba çekileceklerini beyan ederek buyuruyor ki: "Diri diri toprağa
gömülen kız çocuğunun, hangi suçla Öldürüldüğü sorulduğu zaman. [66]
60- Kötü
sıfatlar, âhirete iman etmeyenlerindir. En yüce sıfatlar ise Allahındır. O,
herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Kız çocuklannı hor
görmek, onlan diri diri toprağa gömmek ve sadece oğlan çocuklarıyla iftihar
etmek gibi kötü sıfatlar, âhirete iman etmeyen müşriklere aittir. En yüce
sıfatlar ise Allahındır. Allah, müşriklerin, kendisine isnad ettikleri
sıfatlardan uzaktır. Allah, herşeye galiptir, yaptıklannda hüküm ve hikmet
sahibidir. [67]
61- Eğer
Allah, insanları, zulümleri yüzünden hemen cczalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri
geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler.
Şayet Allah,
insanlardan günah işleyenleri, bu günah ve zulümlerinden dolayı hemen
cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık bırakmazdı.
Nitekim Nuh tufanında, geminin dışında kalanlardan hiçbir kimse sağ kalmadı.
Dilerse aynen o şekilde hiçbir canlı varlığı sağ bırakmaksızın herkesi yok
edebilir. Fakat Allah teala, daha önce koymuş olduğu bir kanun gereği olarak onları
cezalandırmayı belli bir vakte kadar erteler. Bu vade, kıyametin gelmesi veya
onların ölmesi ân'ıdır. Zira kâfirler, kabirlerindeyken azapları başlar.
Onlara, yok olma
vakitleri gelip çatınca onu ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler. [68]
62-
Müşrikler, Allaha, hoşlanmadıkları şeyleri nisbet ederler. Dilleri, güzel
şeylerin kendilerine ait olduğunu, yalan yere durmadan söyler. Doğru,
kendilerine ateş vardır. Onlar oraya, herkesten önce gireceklerdir.
Müşrikler,
sevmedikleri kız çocukları gibi şeyleri Allaha isnad ederler. Onların dilleri,
erkek evlat ve cennet gibi güzel şeylerin ise kendilerine ait olduğunu, yalan
olarak söyler. Şüphesiz ki bu iftiracılara, âhirette cennet değil, cehennem
ateşi vardır. Onlar o ateşe herkesten önce sürülecekler. Orada devamlı olarak
kalacaklar ve cehennemin en derin yerlerine atılacaklardır.
Kâfirler, bir yandan,
kendilerini cehenneme sokacak amelleri işlerlerken, diğer taraftan uydurdukları
bir kısım kuruntularyıla hem kendilerini teselli ederler, hem de çevrelerinde
bulunanları ikna etmeye çalışırlar ve "Ahire! hayatı gerçek olsa bile
orada da en güzel hayat bizimdir." derler. Allah teala, onların bu
kuruntularının bâtıl olduğunu beyan ederek, onlara güzel bir hayal olmadığını,
aksine, kendileri için cehennem ateşi olduğunu billldiriyor ve onîan uyarıyor. [69]
63- Allaha
yemin olsun ki, senden önceki ümmetlere de Peygamberler göndermiştik. Şeytan
onlara, yaptıklarını hoş göstermişti. Bugün onların dostu şeytandır. Ahirettc
onlara can yakıcı bir azap vardır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Resulullah (s.a.v.)'i, kendisini yalanlayanlara karşı teselli
etmekte, geçmiş ümmetlere gönderilen Peygamberlerin de, ümmetleri tarafından
yalanlandıklarını ve o ümmetlerin, kötü amellerini kendilerine süslü gösteren
Şeytana uyduklannı beyan etmekte, dünya da Şeytanı dost edinenlere âhirette can
yakcıcı bir azap olduğunu bildirmektedir. [70]
64- Biz,
Kur'anı sana, ancak insanların ihtilaf ettikleri hususların gerçeğini açıklaman
için ve iman eden millete hidayet rehberi ve rahmet kaynağı olsun diye
indirdik.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Kur1 anı indirmesinin iki sebebini beyan ediyor. Bunlardan biri,
insanların ihtilaf ettikleri zor meselelerin gerçek yüzünün açıklanmasıdir.
Bunlar da, Allah tealanm çeşitli sıfatlan, öldükten sonra dirilme, cennet ve
cehenneme konulma, helal ve haramı birbirinden ayırdetme gibi akılla
bilinemeyecek şeylerdir.
Diğeri ise, iman eden
insanlara -doğruyu gösterme ve kendilerine merhamet etmedir. Zira Kur'ana iman
edenler, onun emir ve yasaklarına uymak suretiyle dünya ve âhirette Aîlahın
gazap ve azabından kendilerini kurtarmış ve çeşitli nimetlerine kavuşmuş
olurlar. Kur'andan daha büyük bir merhamet kaynağı düşünülebilir mi? [71]
65- Gökten
su indirip, onunla, öldükten sonra yeryüzüne hayat veren Allahtır. Şüphesiz ki
bunda, işiten bir millet için büyük ibret vardır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, birliğini ve kudretini kullarına göstermek için onların dikkatini
gökten yağan yağmurlara ve o yağmurlarla yeryüzünün, çeşitli mevsimlerde, âdeta
öldükten sonra diriltildiğine çekmektedir. Bütün bu olaylarda, Allanın
emirlerini tutup, yasaklarından kaçınarak onun nizamını kabul edenler için
büyük delil ve ibret vardır. Onlar, kâinatta cereyan eden bu hadiselerin,
gelişigüzel bir şekilde meydana gelmediğini, yaratıcının ve takdiriyle meydana
geldiğini bilirler. [72]
66- Sizler
için hayvanlarda da ibret vardır. İşkembelerindcki yem artıklarıyla, kan'dan
meydana gelen, saf, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen bir süt içiririz,
Allah teala bu âyet-i
Kerimede de, gökten indirdiği yağmurlar vasıtasıyla, yeryüzünde biten çeşitli
bitkilerle beslenen hayvanlardan, insanoğlu için nasıl lezzetli bir içecek
yarattığını beyan ediyor ve bunun, tesadüfen meydana gelmediğini, kendisinin
kudret ve takdiriyle meydana geldiğini, kulların, bunlan düşünerek,
şükretmeleri gerektiğini açıklıyor,
Adıgeçen içilecek şey,
süt'tür. Yüce mevlanın da ifade buyurduğu gibi bu içecek, hayvanın vücudunda
bulunan, kan, pislik ve benzeri şeylerin arasından çıktığı hade bunlardan
hiçbir şey ona karışmamaktadır. Ve saf, tertemiz bir şekilde hayvanın
memesinden çıkmakta ve içenlerin boğazından kolaylıkla kayıp geçmektedir. [73]
67- Hurma
ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden, sarhoş edici içkiler ve güzel rizıklar
edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir millet içir büyük ibret
vardır.
Ayet-i Kerimede
zikredilen "Sarhoş edici içkiler" diye tercüme edilen
"Sekr" kelimesinin ne mânâya geldiği hakkında müfessirler farklı
görüşler zikretmişlerdir.
Bazılarına göre bunun
mânâsı, mealde zikredildiği gibi "Sarhoş edici içkidir" Bunlara'göre
bu âyet-i Celile, Mâide Suresinin doksan ve doksan bir'inci âyetleriyle
neshedilmiştir. Zira o âyetlerde içki tamamen yasak edilmiştir.
Diğer bir kısım
âlimler ise "Sekr" kelimesinin, "Sarhoş etmeyen meşrubat"
mânâsına ge'diğini söylemişler ve âyeti şöyle izah etmişlerdir. "Hurma
ağaçlarının rıeyveîerinden ve üzü.nlerden şerbet, şıra ve güzel nzık elde
edersiniz. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir millet için büyük ibret
vardır."
Bu görüşte olanlara
göre âyet-i Kerime mensuh değildir. Taberi de bu şekilde izahta bulunmakta ve
bu görüşü benimsemektedir.
Görüldüğü gibi âyet-i
Kerimede, çeşitli meyvelerden elde edilen suîann bize nzık olarak verildiği
ifade edilmekte ve aklını kullanan insanlar için bunda, Allahın varlığını,
birliğini, kudret ve kuvvetini gösteren deliller bulunduğu beyan edilmektedir. [74]
68-69- Ey
Peygamber rabbin, arıya, "Dağlarda, ağaçlarda ve yapıian kovanlarda yuva
edin. Sonra her çeşit mahsulden ye. Rabbinin sana kolaylaştırmış olduğu yollardan
git," diye ilham etti. Arıların karınlarından, içinde insanlar için şifa
bulunan, çeşitli renklerde şerbet çıkar. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet
için büyük ibret vardır.
Ey Muhammed, bil ki,
rabbin, an'ya şöyle ilham etmiş ve ilhamını yerine getirecek kabiliyette
yaratmıştır. "Ey an, sen, dağların bir kısmında, ağaçların bazılarında ve
insanların yaptıkları asmalarda kendine yuva edin. Onlarda kendine kovan yap.
Bütün meyvelerden ye. Rabbinin sana boyun eğdirdiği dağlardan, taşlardan,
nehirlerden, vadilerden geç git."
Arının karnından
beyaz, san, kırmızımsı renklerde bal çıkar. Bu balda, insanların hastalıkları
için şifa vardır. Şüphesiz ki arının davranışlarında düşünen bir topluluk için
Allahın yüceliğini gösteren deliller vardır.
Ayet-i Kerimede,
arının yapmış olduğu balda şifa bulunduğu zikredilmektedir. Bu hususta
Peygamber efendimizden de şu Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir: "Ebu
Said el-Hudrî diyor
"Bir adam
Resululaha gelip "Ey Allahın Resulü, kardeşim ishal oldu." dedi.
Resulullah: "Ona bal içir," dedi. Adam gitti ve tekrar gelip
"Ona bal içirdim fakat ishal biraz daha arttı." dedi. Adam üç defa
gidip geldi. Her defasında Resulullah aynı şeyi emretti. Dördüncü defa
geldiğinde Resulullah "Ona bal içir." dedi. Adam: "Ben yine bal
içirdim fakat bu onun ishalini artırmaktan başka bir şey yapmadı." dedi.
Bunun üzerine Resululiah (Bu âyet-i Celileye işaretle) "Allah doğru
söyledi. Senin kardeşinin karnı ise yalancıdır." dedi. Adam gidip tekrar
hastaya bal içirdi bu defa hasta iyileşti[75]
70- Allah,
sizi yarattı, sonra öldürecektir. İçinizden bir kısmınız, eşyayı önceki bildiği
gibi bilmesin diye, ömrü kemaline erdirilip acizlik devresine girdirilir.
Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi bilen ve herşeye kadir olandır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, biz kullan hakkında, dilediği şekilde nasıl tasarrufta bulunduğunu,
bizleri yoktan var ettikten sonra bir kısmımızı ihtiyarlıktan önce vefat
ettirdiğini, diğer bir kısmımızı ise, daha önce bildiklerimizi bilmeyecek
derecede ileri bir yaşa vardırdığını ve bundan sonra vefat ettirdiğini beyan
etmektedir.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde, çeşitli şeylerden Allaha sığınmış, bunlardan birisinin
de, ömrün acizlik devresi olduğunu zikretmiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:
"Resulullah,
namazın arkasından dua ederek şu şeylerden Allaha sığınır ve şöyle derdi:
"Ey Allahın, ben, korkaklıktan sana sığınırım. Ömrün ilerlediği acizlik
devresinden sana sığınırım. Dünyanın fitnesinden sana sığınırım. Kabir
azabından sana sığınırım. [76]
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.) Allaha sığınarak şöyle dua ederdi: "Ey Allahım, tembellikten sana
sığınm. Korkaklıktan sana sığınırım. Çok yaşlanmaktan sana sığınırım.
Cimrilikten sana sığınırım. [77]
71- Allah,
rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Rızik yönünden üstün
kılınanlar, elleri altındakilerin nzıklarıni veremezler. (Rızıklann ancak Allah
tarafından verilmesi yönünden) bütün insanlar eşittir. Hâlâ Allanın nimetlerini
inkâr mı ediyorlar?
Müfessirler bu âyet-i
Celileyi iki şekilde izah etmişlerdir: Bazılarına göre bu âyeti Celiîe şu
anlama gelmektedir: "İnsanın zengin veya fakir oluşu, Allahm takdiri yi
edir. Zira rızkı veren ancak Allahtır, İnsanların bir kısmını diğerlerinden,
dünyadaki nzık bakımından üstün kılmıştır. Kendilerine fazlaca rızık verilenler,
elleri altında bulunanları nzıklandırdıklarını sanmasınlar. Çünkü Allah
tarafından rızıklandırılma bakımından herkes eşittir. O halde kendilerine fazla
nzık verilenler, bu verilenlerin hakkını ifa etmeyerek Allanın nimetlerine
karşı nasıl nankörlük ederler? Onlar, bu nzıklan, kendi güçleriyle elde
ettiklerini sanarlar. Böyle yanlış bir zanna kapılmasınlar." Meal bu izah
şekline göre hazırlanmıştır.
Diğer bir kısım
müfessirlere göre ise âyetin izahı şöyledir. "Ey Allaha ortak koşan
müşrikler, sizler, Allanın size nzık oiarak verdiği şeyleri, emirleriniz
altında bulunan köle ve işçileriniz gibi insanlara vererek mal ve servet
bakımından onlara eşit olmak istemezsiniz. O halde nasıl olur da Hz. İsa gibi
Allahm yarattığı bir kulun veya cansız putların, Allaha, onun mülkünde ortak
olduklarını iddia edersiniz? O halde Allahm size vermiş olduğu nimetlerin bir kısmını
putlara ayırarak onun nimetlerine karşı nasıl nankörlük edersiniz?
Taberi ve İbn-i Kesir
bu son görüşü tercih etmişlerdir. [78]
72- Allah,
kendi cinsinizden eşler, o eşlerden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi, helal
ve güzel şeylerle rıziklandırdı. Hâlâ b ataşeyi er e iman edip, Allahm
nimetlerine nankörlük mü ederler?
Allah teala bu âyet-i
Kerimede de, kullarına vermiş olduğu nimetleri zikrediyor. İnsanlara, kendi
cinslerinden eşler verdiğini beyan ediyor. Eğer Allah, insanın eşini başka bir
varlıktan yaratacak olsaydı, eşler arasındaki kaynaşma, sevgi ve merhamet
meydana gelmezdi. Fakat Allah, insanoğluna lütufta bulunarak, eşini kendi
cinsinden yarattığı gibi, çocuk sahibi olmasını da erkek ve dişinin
evlenmesiyle sağladı. Böylece eşlerin ikisinin de kalblerine, yavrularına karşı
sevgi ve merhamet kondu.
Diğer yandan Allah
teala, kullarının, yeryüzünde hayatlarım sürdürebilmeleri için onlara çeşitli
ve tertemiz nimetleri rızık olarak vermiştir. Artık bütün bunlardan sonra,
kâfirlerin uydurdukları bâtıl şeylere inanıp Allanın, nimetlerine karşı
nankörlük etmek hiç insana yakışır mı?
Ayet-i Kerimede
"Torunlar" diye tercüme edilen "Hafede" kelimesinin
"Hısımlar" "Yardımcılar" ve "Hizmeşçiler"
anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Buna göre âyetin izahı şöyledir:
"Allah, eşlerinizi kendi cinsinizden yarattı. O eşlerinizden de oğullar ve
torunlar veya hısımlar yahut akrabalar veya hizmetçiler var etti. Artık bâtıl
şeylere iman edip, Allanın nimetlerine karşı nasıl nankörlük edersiniz?
Hısımlarınız da, akrabalanruz'da, hizmetçileriniz de kendi , cinsinizdendir. Onlarla anlaşıp kaynaşmanız
daha kolaydır. [79]
73-
Müşrikler, Allahı bırakıp göklerden ve yerden kendilerine verilecek rızka
sahibolmayan ve vermeye de kadir olamayan şeylere taparlar.
Müşrikler, Allahı
bırakıp ta bir kısım pullara taparlar. Bu putlar onlara, ne gökten yağmur
yağdırarak ne de yerden ekin bitirerek nzık vermeye mâliktirler. O halde nasıl
olur da insanlar böyle şeylere taparlar? [80]
74- Allaha
ortaklar koşmayın. Muhakkak Allah bilir, siz bilemezsiniz.
Ey müşrikler, Allaha
eşler, benzerler ve denkjer uydurmayın. Allah, kendisinden başka hiçbir ilah
olmadığını ve sizin ona ortak koşmanızın bâtıl olduğunu çok iyi bilir. Sizler
ise bunları bilmez ve Cehaletinizden dolayı ortak koşarsınız. [81]
75- Allah,
hiçbirşey yapmaya gücü yetmeyen el altındaki bir köle ile, Allah tarafından
kendisine güzel rızık verilen ve o nzıktan gizli aşikâr sarf eden bir insanı
misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Hamd Allaha mahsustur. Ne var ki
insanların çoğu bilmezler.
Allah teala, bu âyet-i
Kerimede, kendisine itaat eüneyen, hiçbir hayır yapmayan ve kendi yolunda
hiçbir şey harcamayan kâfiri, emir altında bulunan ve hiçbirşeye sahip olmayan
bir köleye benzetmektedir. Köle nasıl efendisinin emrindeyse kâfir de nefsinin
ve Şeytanın elindedir. Dolayısıyla hayra yönelemez.
Allah teala, kendisine itaat eden, hak
yolda malını harcayan mümini ise, serbestçe tasarrufta bulunan hür bir kimseye
benzetiyor. İradesinde hür olan bir müminle, eli kolu âdeta bağlı olan bir kâfir
hiç bir olur mu? Mümini, kendisine itaat etmeye muvaffak kılan Allaha
hamdolsun. Hamd, tapınılan putlara değil ancak Allaha mahsustur. Ne var ki
insanların çoğu bunu bilmezler. [82]
76- Allah,
iki adamı misal verdi. Bunlardan bir dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez.
Efendisine bir yüktür. Efendisi onu nereye gönderse, hiçbir şey getiremez. Hiç,
böyle bir adam, dosdoğru bir yo! üzerinde olduğu halde adaletle emreden bir
amada eşit olur mu?
Allah teala bu âyet-i
Kerimede de, kâfir olan bir kimseyi, dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen,
efendisine yük olan ve nereye gönderilirse hiçbir iş yapamayan bir köleye
benzetiyor. Mümini ise adaletle emreden, dosdoğru bir yolda bulunan bir insana
benzetiyor. Ve bunların, birbirleriyle eşit olamayacağını beyan ediyor.
Taberi bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah ediyor: "Allah teala, putları, konuşamayan, herhangi
bir şeye gücü yetmeyen, kendisine bakanlara muhtaç olan ve gönderildiği işten
başarıyla dönmeyen bir kimseye benzetiyor. Böyle bir insandan herhangi bir
hayır beklenemeyeceği gibi, kendisine bile herhangibir menfaat sağlayamayacak
ve kendisinden herhangibir zararı da uzaklaştı ram ayacak bir puttan nasıl
menfaat beklenebilir?
Halbuki Allah, adaleti
emreder ve dosdoğru yolu gösterir. Hiç putlarla Allahbir olur mu? [83]
77- Göklerin
ve yerin gaybını sadece Allah bilir. Kıyametin kopuşu ancak bir göz kırpması
veya daha kısa bir zaman kadardır. Şüphesiz ki Allah, herşeye kadirdir.
Ey insanlar, göklerde
ve yerde görmediğiniz şeylerin mülkü ve ilmi Allaha aittir. Yoksa kâfirlerin iddia
ettikleri gibi taptıkları putlara ait değildir. Kıyametin kopması Allah için
pek kolaydır. O, bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zamanda meydana
gelecektir. Zira Allah, heşeye kadirdir. Bu sebeple kıyameti bir anda koparmak
onun için zor değildir. Kıyamet kopmaycak diye kendinizi aldatmayın. [84]
78- Allah,
sizleri, annelerinizin karnından çıkardı. Sizler birşey bilmiyordunuz.
Şükretmeniz için size kulaklar, gözler ve kalbler verdi.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, herşeye kadir olduğunu gösteren bir misal olarak, insanı, annesinin
karnından nasıl çıkardığını, kendisine kulluk etmesi için ona göz kulak ve kalb
verdiğini, insanın bu nimetler karşısında rabbine şükretmesi gerektiğini beyan
etmektedir. [85]
79- Oniar,
göğün boşluğunda kendilerine uçma imkânı sağlanmış kuşlara bakmazlar mi? Onları
boşlukta tutan yalnız Allahtır. Şüphesiz ki bunda, iman eden bir millet için
nice ibretler vardır.
Allah teala bu âyet-i
Celilede, kendisine ortak koşanları, kendisini birlemeye ve kudretini görmeye
davet ederek, yerle gök arasında uçan kuşlara bakıp onlardan ibret almalarım
emrediyor. Zira bu kuşlar, hava boşluğunda ancak Allanın kudretiyle
durmaktadırlar. İman eden bir topluluk, bunlara bakarak büyük ibretler alır.
Kâfirler ise bunları düşünmekten uzaktırlar. [86]
80- Allah,
evlerinizi sizin için mesken kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculuğunuzda ve
mukim' olduğunuzda kolayca taşıyabildiğiniz barınaklar yarattı. Size bu
hayvanların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından eşya ve belirli bir zamana
kadar kullanılan ticaret malları yarattı.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, insan için, yeryüzünde çeşitli maddelerden yapılan evler var
ettiğini, hayvanların derilerinden, yolculuk sırasında veya mukim olunduğu
hallerde çadır ve benzeri barınaklar yarattığını, koyunların ve develerin
yünlerinden, keçilerin ve benzeri hayvanların kıllarından, insanlar için ev
eşyaları ve belli bir zamana kadar kullanılacak şeyler var ettiğini beyan
etmektedir. [87]
81- Allah,
yarattığı şeylerden sizin için gölgeler kıldı. Dağlarda sizin için barınaklar
yarattı. Güneşin sıcağından sizi koruyacak elbiseler yarattı.
Savaşta sizi koruyacak
zırhalar yarattı. Allah, kendisine boyun eğmeniz için, size verdiği nimetini
işte bu şekilde tamamlamaktadır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, ağaç ve benzeri şeylerden, insanları, sıcaktan koruyacak gölgeler
yarattığını, dağlarda mağaralar gibi barınaklar yarattığını, yine insanları
sıcak ve soğuğun dehşetinden koruyacak elbilseler var ettiğini, savaşta
düşmanların saldırısından korunmak üzere, giyilen zırhlar yarattığını beyan
ediyor. Kulların, kendisine itaat edip boyun eğmeleri için bu nimetleri
tamamladığını zikrediyor. [88]
82- Ey
Peygamber, eğer yüzçevirirlersc sana düşen ancak açık bir tebliğdir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede Resululahı teselli ediyor ve onun, kendisine gönderilen emir ve
yasakları tebliğ etmekle vazifesini yerine getirdiğini beyan ediyor ve
kâfirlerin, tebliğ edilen haktan yüzçevirmelerinin, Resulullaha bir sorumluluk
yüklemeyeceğini beyan ediyor. [89]
83- Onlar,
Allahm nimetlerini bilir fakat inkâr ederler. Onların çoğı kâfirdir.
Peygamberin,
kendilerine ilahi emirler tebliğ etmesine rağmer yüzçeviren bu müşrikler,
Allahın, kendilerine vermiş olduğu nimetleri çok iy: bilirler. Bu nimetler
kendilerine, Allah tarafından Peygamber gönderilmesi ve Allahın, insanlara
verdiği hertürlü nimetlerdir. Fakat onlar bu nimetlerin, Allar tarafından
gönderildiğini bildikleri halde inkâr ederler ve o nimetler karşılığında Allaha
şükretmeleri gerekirken, nankörlük ederler. [90]
84- Kıyamte
günü, her ümmetten bir şahit göndeririz. Kâfirlere ne. özür beyan etme izni
verilir ne de onlardan, Allahı razı etmeleri istenir.
Ayet-i Kerimede,
gönderileceği beyan edilen şahitten maksat, her ümmetin, kendisine gönderilen
Peygamberdir. Bunlar, Allahın emrini ümmetlerine tebliğ ettiklerine ve
ümmetlerinden de kimlerin iman ettiklerine kimlerin de inkâr ettiklerine dair
şahitlik edeceklerdir.
Ayet-i Kerimede,
kıyamet gününde kâfirlerin tevbe ve istiğfarlarının, kendilerine herhangibir
fayda vermeyeceği, hatta, bunları dilemek için bile kendilerine izin
verilmeyeceği beyan edilmektedir.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyurulrnaktadır: "Kıyamet günün inkâr edenlere şöyle
denilir "Ey kâfirler bugün mazeret göstermeyin. Sizler ancak dünyada
yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz. [91]"O
gün yalanlayanların vay haline. O gün onlar konuşamazlar. Özür dilemeleri için
kendilerine izin de verilmez. O gün, yal ani ay ani vay haline. [92]
85-
Zalimler, azabı gördükleri zaman, onlardan azap hafifletilmez. Cehenneme
girmeleri de ertelenmez.
Bu âyet-i Celile,
kâfirlerin azabının hiçbir zaman hafıfletilmeyeceğini beyan etmekte, ve
"Kâfirlerin gördükleri azap ta bir müddet sonra bitecektir."
şeklindeki iddiaları reddetmektedir.
Kâfirlerin görecekleri
azabı ve cehennemin durumunu anlatan diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onlar onun öfkesini ve
uğultusunu duyarlar." "Elleri boyunlarına bağlı olarak
onun dar bir yerine
atıldıkları zaman, orada ölüp yok olmayı isterler." "Onlara
"Bugün bir defa helak olmayı istemeyin, birçok defa helak olmayı
isteyin."denilir. [93]
86- Allaha
ortak koşanlar, ortaklarını görünce: "Ey rabbimiz, işte bunlar, senden
başka taptığımız ortaklarımizdir." derler. Ortakları onlara: Şüphesiz ki
siz, yalancısınız." diye cevap verirler.
Ayet-i Kerimede,
dünyada Allaha ortak koşanların, âhirette ilâhî azabı görünce, ortak koştukları
şeylerle ceddeleşeceklerini, her iki tarafın birbirlerini suçlayacaklarını
beyan etmektedir.
Başka âyet-i
Kerimelerde de, Allaha ortak koşan kimselerle, ortak koştukları şeylerin,
âhirette birbirlirine nasıl düşman kesilecekleri beyan edilerek şöyle
Duyuruluyor: "Allahı bırakıp ta kendilerine kıyamet gününe kadar hiçbir
cevap vermeyecek şeylere tapanlardan daha sapık kimdir? Halbuki tapındıkları
şeyler, onlann yalvarmalarından habersizdirler." "Kıyamet günü,
insanlar, hesap vermek üzere toplandıkları zaman, dünyada tapındıkları şeyler
kendilerine düşman kesilir ve onların, kendilerine yaptıkları ibadeti
tanımazlar. [94]
87- O gün müşrikler,
Allaha teslim olup
boyun eğerler. Uydurdukları
şeyler onlardan uzaklaşıp giderler.
Ayette, kıyamet
gününde, Tağutlan putlaştıranların, ister istemez Allaha boyun eğecekleri ve
putlaştırdıklan şeylerin, kendilerinden kaçacakları beyan edilmektedir.
Evet o gün, dünyadayken
Allaha eş koşanların, boyun eğip teslim olmaktan başka çareleri yoktur.
"Bütün yüzler, Hayy (Ezeli ve ebedi diri), Kayyum (Herşeyin mutlak hakimi
olan) Allaha boyun eğer. Zulüm yüklenen perişan olur." [95]
88- İnkâr
eden ve Allanın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yapmaları sebebiyle azabı
kat kat artırırız.
Müfessirler, âyette,
artırılacak olan azabın, Hurma ağacı kadar dişleri olan akrepler, deve gibi
yılanlar, arşın altından akan beş azap nehiri v.b. şeyler olduğunu söylemişler
ise de bu azabın gerçek mahiyetini ancak Allah bilir. [96]
89- Kıyamet
gününde her ümmetten, kendisi aleyhine bir şahit tutarız. Seni de ey Peygamber,
şu ümmetine karşı şahit getiririz. But sana, herşeyi açıklayan, hidayet
rehberi, rahmet kaynağı ve Müslümanlar ıçm bir müjde olan Kur'anı indirdik.
Allah teala kıyamet
gününde, her ümmete göndermiş olduğu Peygamberi şahit tutup ona, ümmetinin,
davetine karşı ne cevap verdiğini soracağını, Hz.Muhammed (s.a.v.) i de ümmetine karşı
şahit kılarak, ümmetinin, kendisine karşı ne cevap verdiğini soracağını beyan
ediyor ve Hz.Muhammed (s.a.v.) e indirilen Kur'an-ı Kerimin, helal, haram, Hak,
bâtıl ve geçmiş ve gelecek şeylere ait haberleri beyan ettiğini bildirerek bu
kitabın, insanları doğru yola ileten bir hidayet ve rahmet rehberi olduğunu
açıklamaktadır. Kur'anın, aynı zamanda müminler için bir müjde olduğu ifade
edilmektedir. Zira Kur'an, Allaha boyun eğip itaat edenlere, âhirette büyük
mükâfaatlar verileceğini müjdelemektedir. [97]
90- Şüphesiz
ki Allah, adaletli davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akrabalara yardım etmeyi
emreder. Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere, düşünmeniz için öğüt
verir.
Ayet-i Kerime,
"Adeletli davranma" "İyilikte bulunma" ve "Akarabaya
yardımda bulunma" gibi üç temel esasın yerine getirilmesini istemekte,
buna mukabil, hayasızlık, kötülük ve Zulüm gibi üç temel fenalığı da men
etmektedir.
Abdullah b. Mes'ud, bu
âyet-i Kerime hakkında "Bu âyet, Kuranın en manidar âyetidir."
demektedir.
Ayet-i Kerimede
zikredilen bu emir ve yasaklan şöylece açıklamak mümkündür:
Adalet: Taberi,
adaletten maksadın, "İnsaflılık" olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:
"Bize çeşitli nimetler veren Allahı tanımamız, nimetlerine karşı ona
şükretmemiz ve ona hamdetmemiz "İnsaflılıkhktır" Bu itibarla Tağut ve
Putları övmek, onlara tapmak, bizlere herhangibir fayda ve zarar veremeyen bu
şeylere boyun eğmek insafsızlıktır, adaletsizliktir. İşte bu sebepledir ki,
Abdullah b. Abbas, buradaki Adaleti "Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına
şehadet etmektir." şeklinde izah etmiştir.
İslamî idarenin,
Adalet esası üzerine kurulduğu şüphesizdir. Bu hususta Allah teala diğer bir
âyette de şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, Allah için Hakkı ayakta
tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan
kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin.
Adaletli olun. Çünkü o, takvaya daha yakındır. Allahtan korkun. Şüphesiz ki
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [98]
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) de, Allanın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet
gününde Allah tealanın, bir kısım insanları gölgelendireceğini beyan ederken
"Adaletli davranan İmamı (İslam Devletinin Başkanını) bu
gölgelendirileceklerin birincisi olarak zikretmiştir... [99]
İyilikte bulunmak:
Taberi diyor ki "Burada geçen "İyilik"ten maksat, Allanın
emrettiklerini yapmakta, yasakladıklarından kaçınmakta sabırlı olmak, sıkıntılı
zamanlarda da geniş zamanlarda da, sevilen hususlarda da sevilmeyen hususlarda
da Allaha itaat etmek ve buna gayret göstermektir. Bu sebepledir ki buradaki
"İyilikte bulunmak" ifadesi "Allanın farzlarını eda etmek"
şeklinde izah edilmiştir.
Süfyan b. Uyeyne'ye
göre buradaki "İyilik yapmak"tan maksat, kişinin iç âleminin, dış
görünüşünden daha güzel olmasıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) e Cibril
Hadisinde
İhsan (İyilikte
bulunmak) nedir? diye sorulduğunda,
Senin, Allahı
görüyormuşçasına ona ibadet etmendir. Sen onu görmesen de o seni
görmektedir." diye cevap vermiştir. [100]
Akrabaya yardımda
bulunmak: Peygamber efendimiz (s.a.v.), akrabalık bağını koparan kişi hakkında
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:
"Allahm,
işleyenini, dünyadayken hemen cezalandırmasına en layık olan günahlar, azgınlık
yapmak ve akrabalık bağını koparmak günahlarıdır. Allah, bunların işleyen için
bir kısım cezalan âhirete bıraksa da... [101]
Fuhuş: Burada,
kaçınılması emredilen Fuhuş'tan maksat, Zina etmektir. Allah teala, bu çirkin
fiilin, toplum için çok tehlikeli bir hastalık olduğunu beyan ediyor ve o
fiili, değil yapmak, ona yaklaşılmasını dahi yasaklayarak şöyle buyuruyor:
"Sakın Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, rezilliktir, kötü bir yoldur." [102]
Kötülük: Buradaki
kötülük'ten maksat, Dinen yasaklanmış her şeydir.
Zulüm: Burada ifade
edilen Zulüm'den maksat ise, böbürlenmek, haksızlık yapmak ve haddi aşmak
demektir. [103]
91-
Ahitlcştiğiniz zaman, Allanın ahdini yerine getirin. Allahı kefil tutarak
kuvvetlendirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı
bilir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, yapılan muahadelerin, sözleşmelerin ve yapılan yeminlerin, yerine
getirilmesini emretmektedir. Zira bir Müslümanın, yaptığı sözleşmeyi tek
taraflı olarak bozması, karşı tarafa bir ihanettir. İhanet ise İslam dini
tarafından yasaklanmıştır.
Ancak, herhangibir
kimsenin hak ve hukukuyla ilgili olmayan, Mesela: "Vallahi yarın falan
yere gideceğim." gibi yeminleri, keffaret ödeyerek bozmak caizdir. [104]
92-
Kendileriyle ahitlcştiğiniz ümmetten, sayıca daha üstün olan diğer bir ümmetle
iyi geçinmek için, yeminlerini aldatma vasıtası yaparak, ipliğini sağlam eğirip
te sonra onu söküp bozan şaşkın kadın gibi olmayın. Allah, sizi bununla imtihan
eder. Şüphesiz ki o, kıyamet gününde ihtilaf ettiğiniz şeylerin gerçek yüzünü
size açıklayacaktır.
Mücahid, bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmektedir: Cahiliye döneminde insanlar birbirleriyle
muahede yapıp taraftarlar edinirlerdi. Muahadeyi yaptıktan sonra, kendileriyle
muahade yaptıkları topluluklardan daha güçlü ve sayıca da daha çok olanlarını
bulunca, öncekilerle olan muahadelerini bozup o güçlü ve sayıca çok olanlarla
muahade yaparlardı. Böylece, kendileriyle daha önce muahaade yaptıkları insanları,
Allaha söz verdikleri halde aldatmış olurlardı. Allah teala onların bu
hallerini, ipliğini iyice eğirdikten sonra onu tekrar çözen kadının haline
benzetmiştir. Ve Müslümanlara, yaptıkları mauhadeyi, başkalarına yaranmak için
bozmamalarını emretmiştir.
Katade, Dehhak.ve
İbn-i Zeyd, âyet-i Kerimeyi bu şekilde izah etmişlerdir.
İbn-i Kesir ise bu
âyet-i Kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Sizler bir ümmeti, kendinizden
daha güçlü gördüğünüz zaman onları kendinize güvendirmek için onlarla muahade
yapıyor sonra da ihanet etme imkânı bulunca anlaşmanızı bozup onlara ihanet
ediyorsunuz. Bunu yapmayın. İpliğini sağlamca eğirdikten sonra onu çözen kadın
gibi olmayın. Nitekim Kureyşliler, Resulullaha karşı böyle yapmışlardır.
İbn-i Kesir diyor ki:
"Allah, müminlere, güçlü olan düşmanlarıyla yapmış oldukları muahadeyi,
imkân bulunca tek taraflı olarak bozmayı yasaklamıştır. Güçlü olan düşmanla
yapılan muahadenin durumu böyle olunca, zayıf olan düşmanla yapılan muahadenin
de tek taraflı olarak bozulamayacağı muhakkaktır. [105]
93- Eğer
Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır,
dilediğini doğru yola sevkeder. Şüphesiz ki kıyamet gününde yaptıklarınızdan
hesaba çekileceksiniz.
Ey insanlar, eğer
rabbiniz dileseydi, sizleri tek bir ümmet yapardı da ihtilafa ve ayrılığa
düşmezdiniz. Fakat Allah, sizleri çeşitli ümmetlere ayırdı. Bazılarınız iman
etti bazılarınız da kâfir oldu. Allah, sizlerin hepinizin, amellerinizden
dolayı hesaba çekecek, itaat edene sevabını, isyan edene de cezasını verecektir. [106]
94-
Yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yapmayın. Sonra sağlamca basan ayak
kayar. AHahın yolundan alıkoymanız sebebiyle, dünyada kötülüğü tadarsınız.
Ahircttc de sizlere büyük bir azajp vardır.
Ey insanlar,
yeminlerinizi aranızda, birbirinizi aldatma vasıtası yapmayın. Aksi takdirde
güven içindeyken güvensizliğe düşersiniz. Emniyette iken tehlikeye girer helak
olursunuz. Yeminlerinizi bozmanız sebebiyle, insanların, Allaha ve Peygamberine
iman etmelerine engel olmanız yüzünden, Allanın, sizin için hazırlamış olduğu
azabı tadarsınız. Ahirette ise size cehennem azabı vardır.
Ayet-i Kerimede geçen
"Sağlamca basan ayak kayar" ifadesi, emniyet içindeyken tehlikeye
gimıek, doğru yolda iken yolunu şaşırmak anlamına gelir. Mesela: "Falanın
ayağı kaydı." demek "Kötü duruma düştü" demektir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede müminleri, yaptıkları yeminlere bağlı kalmaya davet etmekte ve
yeminlerini, bir kısım insanları aldatmak için vasıta yapmaktan
sakındırmaktadır. Aksi takdirde, insanlar arasındaki güvenin sarsılacağını ve
istikrarsızlığın hâkim olacağını ve Müminlerin, yeminlerini bozmaları
neticesinde kâfirlerin de onlara güvenmeyerek İslama girmekten kaçınacaklarını,
böylece müminlerin, insanları, AHahın yolundan alıkoymuş olacaklarını beyan
etmektedir. Bunun cezası ise dünyada perişan olmak ahirette de büyük bir azaba
uğramaktır. [107]
95- Allahn
ahdini basit değerlerle değişmeyin. Eğer bilirseniz. Alllah katındaki, sizin
için daha hayırlıdır.
İman ettiğinize dair
Allaha verdiğiniz sözü, sakın, az bir maddi değer karşılığında satmayın.
İmandan çıkıp, geçici dünya menfaatlari için inkâra sapmayın. Zira, dünya
menfaatleri pek değersiz, Allah katında bulunan mükâfaatlar ise, değeri
biçilemeyecek kadar büyüktür. Ve sizin için daha hayırlıdır. Yeter ki siz, bu
iki nimetin mukayesesini yapabilin. [108]
96- Sizin
elinizdeki şeyler sonunda biter. AHahın katındakilcr ise tükenmez. Şüphesiz ki
sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle mükâfaatlandıracağiz.
Ey insanlar, sizin,
dünyada sahibolduğunuz şeyler, ne kadar çok olursa olsun, gelip geçicidir,
birgün bitiverir. Allanın, kendisine itaat eden kullarına verdiği nimetler ise
sonsuzdur, bitip tükenmez. O halde bitip tükenmeyen nimetleri kazanmaya
çalışın. Gelip geçici olan nimetlere aldanmayın. Şüphesiz ki biz, çeşitli
darlık ve sıkıntılara karşı sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle
mükâfaatlandıracağız. Kötülüklerini ise bağışlayacağız. [109]
97- Erkek
olsun kadın olsun, her kim, mümin olarak salih amel işlerse şüphesiz ki onu, sıkıntısız,
güzel bir hayat içinde yaşatacağız. Bunları, yaptıklarının en güzeliyle
mükâfaatlandıracağız.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, salih amel işleyen mümin kullarına, dünyada güzel bir hayat, ahirette
de en güzel mükâfaatları vereceğini vaadediyor.
Burada zikredilen
salih arael'den maksat, Allahın kitabı ve Resulullahın sünnetine uygun olan
ameldir. "Güzel bir hayat" dan maksat da, bütün yönleriyle rahat bir
hayattır.
Burada zikredilen
"Güzel hayat" Abdullah b. Abbas tarafından "Helal nzık" Hz.
Ali tarafından "Kanaat" Ali b. Ebi Talha tarafından
"Saadet" Mücahid ve Katade tarafından "Cennet" Dehhak
tarafından "Helal nzık ve ibadet" şeklinde izah edilmiştir.
İbn-i. Kesir ise
"Güzel hayat'ın" bütün bu izah edilenleri kapsadığını söylemiştir.
Taberi de buradaki
"Güzel Hayaf'ın "Kanaat" olduğu görüşünü tercih etmiştir.
Resulullah (s.a.v.)
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
Müslüman olan, ihtiyacı kadarıyla nziklandinlan ve Allahın, kendisine verdiği
ile kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir. [110]
98- Ey
Peygamber, Kur'an okumak istediğin zaman, Allahın rahmetinden kovulmuş olan
Şeytandan Allaha sığın.
Allah teala bu âyet-i
Celilede, Resulullaha, Kur'an okumaya başlarken
"Eûzübillahimineşşeytanirracîrn" (Kovulmuş Şeytanın şerrinden Allaha
sığınırım) demesini emrediyor.
Taberi, Kur'an okumaya
başlarken "Eûzübillahimineşşeytanirracîm" (Kovulmuş Şeytanın
şerrinden Allaha sığınırım) demenin mendup olduğu hakkında ittifak edildiğini
zikretmektedir.
Şeytanın şerrinden
kaçınılarak Allaha sığınılmasının emredilmesinin hikmeti, O Şeytanın iyilikten
anlamaz olması ve insanoğlunun helakinden başka birşeye razı olmamasıdır.
Halbuki insanlar, aynı cins yaratıklar olmaları sebebiyle birbirlerine
yakındırlar ve birbirlerine karşı hoşgörülüdürler. İşte bu sebeplerdir ki Allah
teala, "Kur'am okumak istediğin zaman, Allanın rahmetinden kovulmuş olan
Şeytandan Allaha sığın." buyurmuştur.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.) den de çeşitli Hadis-i Şerifler rivayet edilmektedir.
Peygamberimiz bu Hadis-i Şeriflerinden birinde şöyle buyuruyor:
"Allanın
huzurundan kovulmuş olan Şeytanın kışkırtmasından, gururlandırmasından ve
vesvesesinden, herşeyi işiten ve bilen AHaha sığınınm. [111]
Muaz b. Cebel diyor
ki:
"İki kişi
Resulullahm yanında birlerine hakaret ettiler. Onlardan biri o derece kızdı ki,
ben, öfkesinden, onun burnunun patlayacağını zannettim. Bu durumu gören
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben, bir kelime biliyorum ki o, bunu
söylecek olsa öfkesi gidecektir." Ben: "O kelime nedir Ya Resuîullah?"
diye sordum (Ey Allahım, Kovulmuş Şeytanın şeninden sana sığınırım)
demendir." buyurdu. [112]
99- Şüphesiz
ki, Şeytanın, iman edip rablerine güvenenler üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur.
"Şeytanın,
müminlerin üzerinde nüfuzu yoktur." ifadesi, müfessirler tarafından şu
şekilde izah edilmiştir:
Bazılarına göre:
"Şeytanın, müminlerin üzerinde nüfuzu yoktur" demek, "Şeytanın,
müminleri, affedüemeyecek bir günaha sürüklemeye gücü yetmez" demektir.
Bazılarına göre ise bu
ifade: Şeytanın şerrinden Allaha sığınana, Şeytanın herhangibir şerrinin
dokunamayacağı anlamına gelmektedir.
Diğer bazılarına göre
ise bu ifade, İblisin, ifade ettiği şu ihîaslı kulları kastetmektedir. İşte
Şeytanın, bunlara karşı bir nüfuzu sözkonusu değildir. Ayette buyuruluyor ki:
"İblis: "İzzet ve şerefine yemin olsun ki, onlardan, ihlasli kulların
hariç, bütün insanları yoldan çıkaracağım." dedi[113]
Bazılarına göre de bu
ifadeden maksat, Şeytanın, iman edenlere karşı hiçbir delilin bulunmadığının
beyan edilmesidir. [114]
100-
Şeytanın nüfuzu, sadece onu dost edinenlere ve onun vesvesesi ile Allaha ortak
koşanlaradır.
Bu âyet-i Kerimede,
Şeytanın nüfuzunun kimler için geçerli olduğu açıkça beyan edilmektedir. Bunlar
da Şeytanı dost edinip onun peşinden gidenler ve Allaha ortak koşanlardır. [115]
101- Biz,
bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz 2aman -Ki, Allah ne
indirdiğini çok iyi bilir- müşrikler, Peygambere "Sen ancak bir
iftiracısın." derler. Hayır, onların çoğu bunu bilmezler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, bir kısım âyetlerin hükmünü kaldırıp neshederek başka âyetleri
getirdiğinde, müşrik ve münafıkların, bunu fırsat bilerek Resulullahı
yalancılıkla ve Allaha karşı iftirada bulunmakla suçladıklarını bildiriyor ve
bunların çoğunun, hiçbirşey bilmeyen cahiller olduklarını beyan ediyor.
Bu âyet-i Celile de,
Bakara Suresinin yüz altıncı âyeti gibi, Kur'an-ı Kerimde mensuh âyetlerin
bulunduğunu göktermektedir. Bunlar, âlimler tarafından incelenip açıklanmıştır.
Bu konuda daha geniş bilgi için usul kitaplarına başvurulmalıdır. [116]
102- Ey
Peygamber, de ki: "Kur'anı, Ruhül Kudüs Cebrail, müminlerin imanını
pekiştirmek, müslümanlara bir hidayet rehberi ve bir müjde olmak üzere,
rabbinin katından hak olarak indirdi.
Ey Muhammed, de ki:
"Bu Kur'anı Cebrail, Hak bir kitap olarak indirdi ki, iman edenlerin
imanını sağlamlaştırsın da, imanları güçlensin. Müslümanlara doğru yolu
gösteren bir rehber ve onlara ilahi nimetleri bildiren bir müjde olsun. [117]
103-
Şüphesiz biz, kâfirlerin "Bu Kur'anı Muhammede bir adam öğretiyor."
dediklerini çok iyi biliriz. Kur'anı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri
kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık, fasih Arapçadır.
Şüphesiz ki biz, şu
müşriklerin "Bu Kur'an Allah katından değildir. Bunu Muhammede bir insan
öğretiyor." dediklerini çok iyi biliyoruz. Halbuki müşriklerin, Kur'ani Muhammede
öğrettiğini iddia ettikleri kişi Arap değildir. Kur'an ise apaçık bir Arap
diliyle inmiştir. Hiç, Arap olmayan birinin, böyle bir şeyi öğretmesi mümkün
müdür?
Müfessirler,
müşriklerin, Resulullaha Kur'an-ı Kerimi öğrettiğini iddia ettikleri, Arap olmayan
kişiden kimi kastettikleri hususunda şunları söylemişlerdir:
a- Bazıları,
Resulullaha Kur'anı öğrettiği iddia edilen bu kişinin, Mekkede yaşayan ve
Hıristiyan olan Beİ'am isimli bir köle olduğunu söylemişlerdir.
b- Bazıları
da bu kişi nin, Yeîş isimli bir köle olduğunu söylemişlerdir.
c- Bazıları
ise bu yabancı kişinin, Hıristiyan olan Cebir isimli bir köle olduğunu
söylemişlerdir.
d- Başka bir
gurup Müfessir ise, bunların, Yesar ve Cebir isimli köleler olduklarını ve
bunlann Tevrat okuduklarını söylemişlerdir.
e- Bazıları
da bu kişinin, Selman-ı Farisî olduğunu söylemişlerdir.
Resulullaha Kur'an-ı
Kerimi bir insanın öğrettiği iddiası tamamen bâtıl bir iddia ve iftiradır. Zira
Kur'anı Resulullaha öğrettiği iddia edilen kişiler Arap bile değildirler. Kur'an
ise fasih bir Arapça ile indirilmiş bir kitaptır. O dönemde Edebiyat alanında
çok ileri gitmiş olan tüm Arap şair ve ediplerini susturmuş bu kimseler
Kur'an-i Kerimin belagat ve fesahati karşısında âciz kalmışlardır. Bütün bu
gerçeklere rağmen "Kur'anı, Arap olmayan birisi ona öğretiyor."
iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Diğer yandan, eğer Kur'an-ı Kerimi Hz.
Muhammed (s.a.v.) e öğreten birisi şayet bulunmuş olsaydı, o kimse kendi
Peygamberliğini iddia eder veya kendisi önder olup birşeyler kazanmaya
çalışırdı. Böyle birşey olmamıştır. Bunlar tamamen hayal mahsulü olup
kâfirlerin yakıştırmasıdır.
Aslında Kur'an-ı
Kerimin belagatı ve fesahati karşısında âciz kalan kâfirler, ona, yeri gelmiş
"Sihir" demişler, bazan "Şiir" demişler. Bazan da burada da
zikredildiği gibi "O Kur'an, başkaları tarafından ona Öğretiliyor."
demişlerdir. Bu, onların, Kur'an-ı Kerimin karşısında bocaladıklarının
ifadesidir. [118]
104-
Şüphesiz ki Allanın âyetlerine iman etmeyenleri Allah doğru
öyola scvketmez. Onlara, can yakıcı bir
azap vardır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Kur'andan yüzçevireni ve Resulullaha indirdiği âyetlerden gafil
olanları ve Allah katından gönderilenlere iman etmeye niyeti olmayanları zorla
doğru yola sevketmeyeceğini ve onlan yaptıklarıyla başbaşa bırakacağını,
âhirette de yaptıklarının karşılığı olarak can yakıcı bir azabın bulunduğunu
bizlere bildirmektedir. [119]
105- Yalanı,
ancak, Allahın âyetlerine iman etmeyenler uydururlar. İşte onlar, yalancıların
ta kendileridir.
Allah teala bu âyet-i
Celilede, Hz.Muhamrned (s.a.v.) e "Sen ancak bir iftiracısın, Kuranı
kendin uydurdun." diyen müşriklere cevap vererek buyuruyor ki:
"Yalanı ancak, Allahın gönderdiği âyetlere iman etmeyenler uydurur.
Peygamber uydurmaz. Zira o iman etmeyenler, yalancılıklarından dolayı
cezalandırılacaklarına veya doğru söyledikleri takdirde de sevap kazanacaklarına
inanmazlar. İşte yalancılar onlardır. [120]
106- Kalbi
imanla huzura kavuşmuş olduğu halde inkâra zorlanan hariç, kim imar. ettikten
sonra Allahı inkâr eder, kalbini inkâra açık tutarsa Allanın gazabı onların
üzerindedir. Bunlara büyük bir azap vardır.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, Ammar b. Yâsîr hakkında nazil olmuştur."
Müşrikler Mekkede
Amman, babası Yâsir'i ve annesi Sümeyye'yi, iman etmelerinden dolayı yakalamışlar
ve onları inkâra zorlamak için çeşitli işkenceler yapmışlardır. Ammann annesi
Hz. Sümeyye, ayaklarından iki ayn Deveye bağlanmış ve "Sen, Müslüman
erkeklere göz dikerek Müslüman oldun." demişler ve ona çeşitli işkenceler
yaptıktan sonra onu develere sürükletmişler ve edep mahalline mızrak saplayarak
şehit etmişlerdir. Ammann babası Yâsir de işkenceler sonunda şehit olmuştur.
Bunlar İslamın ilk şehitleridirler.
Ammar ise işkencelere
dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle, müşriklerin
istediklerini söylemiştir. Bunun üzerine Resulullaha "Ammar inkâr
etti." haberi getirilmiş Resulullah da şöyle buyurmuştur: "Hayır
olamaz, Ammar, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur. İman onun kalbine
işlemiştir." Nihayet Ammar ağlayarak Resulullahm huzuruna gelmiş,
Resulullah da ona "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sormuş o da
"İmanla dolu buluyorum." demiştir. Resulullah da ona "Sana aynı
şeyi yaparlarsa sen de aynı şekilde davran." buyurmuştur. [121]
107- Bunun
sebebi, dünya hayatını âhirete tercih etmeleri ve Allahın, kâfirleri doğru yola
sevketmemesidir.
Kâfirlerin uğradıkları
bu büyük azabın sebebi, dünya hayatının geçici zevklerini, âhiretin devamlı
nimetlerine tercih etmeleri ve Allahın, kâfirleri hidayete erdirmemesidir. [122]
108- İşte
Allahın, kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlcdiği kimseler bunlardır.
İşte bunlar, gaîîüerin ta kendileridir.işte Allah, bunların kalblerini
mühürlemiştir, iman etmezler. Kulaklarını sağırlaştirmıştır hakkı işitmezler.
Gözlerini kör etmiştir Allanın delillerini görüp ibret almazlar. İşte bunlar,
Allanın, kendilerine hazırladığı azaptan gafil olan insanlardır. [123]
109-
Şüphesiz ki bunlar, âhirette de hüsrana uğrayacaklardır.
Şüphesiz ki bu,
kalbleri, gözleri ve kulakları mühürlenen kimseler, âhirette de hüsrana uğrayacaklardır. [124]
110- Ey
Muhammed, şüphesiz ki rabbin, mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden ve
işkencelere sabredenleri affeder. Bunlardan sonra muhakkak ki rabbin, çok
bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Allah teala bu âyet-i
Celilede, Mekkede müşrikler tarafından ezilen ve dinden dönmeleri için çeşiü
fitneler sürüklenen raustaz'af bir sınıfı zikretmektedir. Bunlar, ailelerini,
mallarını, mülklerini terkederek Allah yolunda hicret etmişler, müminlerle
birlikte kâfirlere karşı cihad etmişler ve metanet göstermişlerdir. İşte bu
sebeple Allah teala, daha Önce içine düştükleri fitneden dolayı onlan
affettiğini ve onlara merhamet ettiğini beyan etmektedir,
Ayet-i Celilede,
hicret, Cihad ve metanetin, günahları silen birer vasıta olduklarına dikkat
çekilmektedir. [125]
111- Kıyamet
günü herkes gelip kendisini müdafaaya çalışacak ve herkese, yaptıklarının
karşılığı verilecek, kimseye zulmedılmeyecektir.
Kıyamet gününde
kimsenin kimseyi savunmaya gücü yetmeyecektir. Allanın, şefaatçi olma izni
verdiği kimseler hariç, kimsenin kimseye faydası dokunmayacak, bilakis herkes
en yakın akrabasından dahi uzaklaşmayı tercih edecektir.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "O gün insan, kardeşinden, anne ve
babasından, karısından ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendisine yetecek
kadar derdi vardır. [126]
112- Allah
bir ülkeyi misal verdi. Bu, emin, huzurlu, rızkı her taraftan bol bol gelen bir
ülkeydi. Ne var ki bu ülkenin halkı, Allanın nimetlerine nankörlük etti. Bu
yüzden Allah onlara, yaptıklarına karşılık korku ve açlık ızdarabını tattırdı.
Taberi, âyte-i
Celilede misal verilen, bu ülkeden Mekke'nin kastedildiğini söylemekte ve şöyle
demektedir: "Mekke güven içinde olan ve istikrarlı bir hayata sahibolan
bir ülkeydi. Zira Araplar birbirlerine saldırarak, birbirlerini Öldürüp esir
alırlarken Mekkeye kimse saldırmaz orayı kutsal kabul ederek oranın halkına
karşı savaş açmazlardı. Oranın halkının, çevresinde yaşayan Bedevilerde olduğu
gibi bir kısım mer'a ve otlaklara ihtiyacı yoktu. Zira onlara rızıkları her
taraftan bol bol geliyordu. Ayrıca Allah teala Hz. Muhammed (s.a.v.) i oraya
Peygamber olarak gönderince Mekkeye en büyük nimeti lütfetmiş oldu. Ne var ki
Mekke müşrikleri, Allah tealanın bu nimetlerine karşı nankörlük ettiler.
Resulullaha çeşitli işkenceler yapmaya giriştiler. Bunun üzerine Allah teala da
onlara belalar gönderdi. Kıtlık yılları yaşadılar, açlığa düştüler. Öyleki leş,
kemik ve Deve yünlerini dahi yemek zorunda kaldılar. Ayrıca onların kalblerine,
Resulullahın müfrezelerinin baskın yapacakları korkusunu saldı. [127]
113-
Şüphesiz kî onlara, kendilerinden Peygamber geldi. Ancak onlar onu
yalanladılar. Bu sebeple onlar zulümlerine devam ederlerken azap kendilerini
yakaîayiverdi.
Taberi, bu âyet-i
Celileyi şöyle izah etmektedir: "Mekkelilere kendi içlerinden, soyunu ve
doğruluğunu bildikleri Muhammed, Peygamber olarak geldi. Fakat Mekkeliler onu
yalanladılar. Allah tarafından Peygamber olarak gönderildiğine inanmadılar.
Bunun üzerine onları açlık, huzursuzluk ve güvensizlik azabı yakaladı. Aynca
ileri gelenleri Bedir savaşında Öldürüldüler.
Ayet-i Kerimeler izah
edilirken belli kişi ve yerlerin adlan geçtiği için bunlara göre izahlar
yapılsa da, Kur'an-ı Kerimin hükmünün kıyamete kadar bakî olması sebebiyle bu
izahların da sadece o belli yer ve isimlere hasredilmeyip genel bir şekilde
yorumlanmaları gerekir. Demek oluyor ki kendilerine gönderilen Peygamberleri
yalanlayan her zalim ülkenin akıbeti hüsrandır. [128]
114- Allanın
size rızık olarak verdiği helal ve temiz şeylerden yeyin. Eğer yalnız Allaha
ibadet ediyorsanız, Allanın nimetlerine şükredin.
Allah teaîa bu âyet-i
Kerimede, mümin kullanım helal ve temiz olarak vermiş olduğu nzıklardan
yemelerini ve buna karşılık kendisine şükretmelerini, zira nimetleri
lutfedenin, kendisine şükredilmeye layık olduğunu beyan ediyor.
Taberi, bundan sonra
gelen âyeti de gözönünde bulundurarak âyet-i Kerimeyi şöyle izah ediyor:
"Ey insanlar, Allanın size rızık olarak verdiği hayvanlardan helal olan ve
usulüne uygun olarak kesilenlerin etlerinden yeyin. Şayet sizler, rabbinize
hakkıyla kullak ediyorsanız, Allanın size vermiş olduğu bu nimetlere karşı ona
şükredin. [129]
115- Allah,
sizlere yalnız leşi, kanı, domuz etini bir de Allahtan başkası adına
kesilenleri haram kıldı. Bir kimse mecbur kalır, zururet haddini aşmadan ve
başkalarının hakkına tecavüz etmeden bunlardan yer İse ona günah yoktur.
Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Ayet-i Kerime, yenmesi
haram olan şeylerin bir kısmını zikretmekte, açlık sebebiyle mecbur kalan
kimsenin ise, zaruret miktarını aşmadan ve başkasının hakkına tecavüz etmeden
bunlardan yemesine ruhsat verildiğini beyan etmektedir. Bu konuyla ilgili
hükmüler, Mâide Suresinin üçüncü âyetinde geniş olarak izah edilmiştir. Daha
geniş bilgi için oraya bakılabilir. [130]
116- Dilinizin
alıştığı yalanlarla "Bu helaldir." "Bu haramdır" demeyin.
Aksi halde bu sözlerinizle Allaha yalan isnad etmiş olursunuz. Şüphesiz ki
Allaha yalan isnad edenler, hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, insanların, kendi heva ve heveslerine göre, hiçbir delile dayanmadan,
herhangibir şeyin helal veya haram olduğunu söylemeye haklarının olmadığını,
zira herhangibir şeyin helal veya haram olduğunu beyan etmenin, ancak onları
yaratan Allaha ait olduğunu, aksini iddia edenlerin ise, Allaha iftiralarda
bulunarak asla kurtuluşa eremeyecek'erini bildirmektedir.
İbn-i Kesir bu âyet-i
izah ederken şöyle diyor: "Herhangibir şer'î delile dayanmadan bir bid'at
icadeden veya Allahın helal kıldığı bir şeyi haram sayan yahut, Allahın haram
kıldığı bir şeyi helal sayan insanlar da bu âyetin kapsamına girerler. [131]
117- Bu,
dünyada az bir geçimliktir. Ah ir ette de onlara can yakıcı bir azap vardır.
Helali haram, haramı
da helal sayarak Allah hakkında yalan uyduranlar için dünyada az bir geçimlik
vardır. Bunlann âhiretteki cezalan ise can yakıcı bir azaptır. [132]
118- Ey
Peygamber, daha önce sana anlattığımız şeyleri Yahudilere haram kılmıştık. Biz
onlara zulmet m cm iştik fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmişlerdi.
Bu âyet-i Kerimede
zikredilen "Yahudilere haram kılınan şeyler" En'am Suresinin şu
âyetinde beyan edilmektedir: "Biz, Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram
kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç
yağlannı da haram kıldık. Aşın gitmelerinden dolayı, onlan bu şekilde
cezalandırdık. Şüphesiz ki biz, doğruyuzdur." [133]
119- Sonra
şüphesiz ki rabbin, bilmeden günah işleyip ardından tevbe eden ve kendilerini
düzeltenleri bağışlar. Bunlardan sonra rabbin, çok bağışlayan, çok merhamet
edendir.
Allah teala bu âyet-i
Celilede, müminlerin günahkârlarını, tevbe etmeleri halinde nasıl affedeceğini
ve onlara merhametli davranacağını beyan etmektedir,
Ayet-i Kerimeden
anlaşılmaktadır kî, esas mesele, kulun iman etmesi ve *
hatalarım idrak ederek
işlediği günahlardan vazgeçmesidir. Kul böyle olduğu müddetçe ona Allah
tealanın af ve merhamet kapısı daima açıktır. [134]
120-121-
Şüphesiz ki İbrahim, AHalıa boyun eğen, hakka yönelen bir ümmetti. (Önderdi)
Hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Allah onu
Peygamber seçti ve doğru yola şevketti.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, Hz. îbrahimin dini olan Hanif dinine bağlı olduklarını iddia eden ve
Allaha ortak koşan müşriklere, Hz. fbrahimin, Allaha itaat eden, hakka yönelen
bir önder olduğunu, hiçbir zaman müşriklerden olmadığını beyan ediyor ve
onların bâtıl iddialarını çürütüyor.
Ayet-i Kerimede, Hz.
İbrahim bir "Ümmet" olarak vasıflandırılıyor. Alimler,
"Ümmet" sıfatının ne mânâya geldiği hususunda şu izahları yapıyorlar:
İbrahim bir ümmetti.
Yani, kendisine tabi olunan bir önderdi. Veya,
O, doğru yola sevkeden
bir önderdi. Yahut,
İbrahim, hayin öğreten
bir muallimdi, veya,
İnsanlara dinlerini
bildiren bir öğretmendi. Yahut, .
Kendisi tek başına bir
ümmetti. Zira o, bir ümmet kadar güçlüydü. Veya,
Sadece o iman etmişti.
Diğer bütün insanlar ise mümin değillerdi. [135]
122- Biz,
dünyada İb rahim e iyilik verdik. Şüphesiz ki o, âhireUe de salih
kimselerdendir.
Hz. îbrahime dünyada
verilen iyiliğin ne olduğu hususunda Taberi şöyle diyor: "Bu ifade
"Biz ona dünyada güzel bir hatıra ve dillerde dolaşan güzel bir öğüt
verdik" demektir.
İbn-i Kesir ise bu
ifadenin anlamının: "Biz İbrahime dünyada bir müminin temiz hayatını
mükemmel bir şekilde yürütebileceği bütün dünya nimetlerini verdik" demek
olduğunu söylemiştir. [136]
123- Ey
Peygamber, sonra sana: "Hakka yönelen, müşriklerden olmayan İbrahimin
dinine tâbi ol' diye vabyettik.
Allah teala bu âyît-i
Kerimede, Hz. Muhammed (s.a.v.)in, kendisinden önce Peygamber olar?k gönderilen
Hz, İbra ıimin Hanif dinine tâbi olduğunu, bu itibarla Hz. İbrahimin dinine
tâbi olduklarını iddia edenlerin, Hz. Muhammed (s.a.v.)e de tâbi olmaları
gerektiğini beyan etmektedir. Zira Hz. İbrahim, hiçbir zaman müşriklerden
olmamıştı. Şirk yolunu tutanlar da hiçbir zaman, İbrahimin dininûen olamazlar. [137]
124-
Cumartesi gününe hürmet etme, sadece, onda ihtilaf eden Yahudilere farz
kılındı. Şüphesiz ki rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri hususlarda
aralarında hükmedecektir.
Yahudiler Cuma gününe
saygı göstermeyi bırakıp Camartesi gününü kutsal!aştırmışlar daha sonra da
Cumartesi gününde avlanma gibi bazı işleri yapmanın haram veya helal olduğu
hususunda ihtilaf etmişlerdir. İşte bu âyet-i Kerime onların bu davranışlarına
işaret etmekte ve cumartesi gününün kutsallığının sadece Yahudileri bağlayan bir hüküm
olduğunu, buna uymayan Ümmet-i Muhammedin sonımlu olmadığını, zira Ümmet-i
Muhammed için asıl kutsal olan cuma gününün seçildiğini beyan etmektedir. Cuma
gününde Müslümanlar biraraya gelerek topluca ibadetlerini yaparlar, bundan dolayı
Yahudilerin, Müslümanlara söyleyecek hiçbir şeyleri yoktur.
Allah teala âyet-i
Kerimenin sonunda, Yahudilerin cumartesi günü yasağı gibi ihtilaf ettikleri
meselelerin asıl hükmünü kıyamet gününde vereceğini bildirmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) cuma gününün müminler için haftanın mukaddes bir günü olduğu hususunda
şöyle buyuruyor:
"Biz, en son
gelen bir ümmetiz. Kıyamet günü ise en önde bulunanlar olacağız. Ancak geçmiş
her ümmete kitap bizden Önce verilmiştir. Bize ise onlardan sonra verilmiştir.
Sonra Allahın bize farz kıldığı bu gün (Cuma günü) Allahin bize göstermiş
olduğu bir.gündür. Bugünde insanlar bize tâbidir. Yann (Cumartesi) Yahudiler
ertesi gün (Pazar) de Hristiyanlar." [138]Diğer
bir rivayette de Hadis-i Şerifin sonu şöyledir:
"...Ehl-i kitaba
farz kılınan gün işte bugündür (Cuma günüdür) Fakat onlar onun hakkında
ihtilafa düştüler. Bize ise onu Allah gösterdi, bu sebeple ehl-i Kitap cuma
gününde bize tabidirler. Yann Yahudiler, ertesi gün de Hıristiyanlar. [139]
125- Ey
Peygamber, insanları rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla
en uygun şekilde mücadele et. Şüphesiz ki rabbin, yolundan sapanı da çok iyi
bilir. Doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.
Ey Muhammed,
insanları, rabbinin yolu olan İslam şeriatına, hikmetlerle dolu olan Kur'an'la,
delillerle ve güzel ibadetlerle davet eL Sen onlarla en güzel yollarla tartışma
yap. Şüphesiz ki rabbin olan Allah, yolundan sapan kimseyi de çok iyi bilir
hidayete kavuşup hak yola gidenleri de çok iyi bilir.
Taberi, âyet-i Kerimede
zikredilen "Hikmef'den maksadın, "Allanın kitabı ve Resulullahın
sünneti" olduğunu, "Güzel Öğüf'den maksadın ise, "Allanın beyan
ettiği deliller ve ibret alınması gereken hadiseler" olduğunu söylemiştir.
Buna göre âyetin
mânası: "Ey Muhammed, sen, rabbinin yoluna, Allanın kitabı, Resulünün
sünnetiyle ve Allanın beyan ettiği delil ve öğütlerle davet et"
şeklindedir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, davetçinin, hikmetle hareket eden, güzel Öğüt veren ve muhataplar
için en uygun yolu seçen bir kimse olmasını emrediyor ve onun, bu yolda,
usanmadan çalışmasını tavsiye ediyor.
Allah teala, Hz. Musa
ve kardeşi Hz. Harunu "Rab"lık iddia eden Firavuna gönderirken,
onların, Firavuna nasıl tebliğde bulunmaları gerektiğini beyan ederek şöyle
buyuruyor: "İkiniz de Firavuna gidin. Çünkü o azdı". "Öğüt
alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin. [140]
126- Ceza
verirken, size verilenin aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki, eğer
sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
Alimler bu âyet-i
Kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda şunları söylemişlerdin
a- Bazıları:
"Bu âyet-i Kerime, düşmanlar tarafından müslümanlara işkence yapılarak
öldürülmeleri halinde onların da düşmanlarına aynı işkenceleri yaparak
öldürebilecekelerine izin vermekte, bundan sonra gelen âyet-i Kerime ise,
işkence yaparak öldürmeyi yasaklamakta ve bu âyet-i Kerimeyi
neshetmektedir" demişlerdir. Şöyle ki, Resulullah ve sahabileri Uhud
savaşında, Hz. Hamza ve onun gibi şehit olanların düşmanlar tarafından
uzuvlarının kesildiğini görünce: "Allaha yemin olsun ki Allah bize zafer
nasibederse biz de düşmanlara bu yapılanlardan daha fazlasını yapacağız"
demişlerdir. Bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil olmuş, düşmana yapılacak
işkencelerin, müslümanlara yapıldığı kadar yajpılmasına izin vermiş, bundan
sonra gelen âyet-i Kerime ise işkenceyi yasaklamış ve sabredilmesini
emretmiştir.
b- Bazıları
da "ABu âyet-i Kerime, savaşı ilk olarak müslümaniann başlatmamasını,
ancak, kendilerine savaş açıldığı takdirde aynıyla mukabele etmelerini
emretmektedir. Ancak Tevbe Suresinin beşinci âyetinde "Mukaddes olan haram
aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün" Duyurularak
Müslümanların savaşı başlatmalarına izin verilmiş ve bu âyetin hükmü
neshedilmiştir" demişlerdir. Abdullah b. Abbas bu görüştedir.
c- Bazıları
ise "Bu ve bundan sonra gelen âyetten maksat, herhangi bir zulme
uğrayanın, kendisine haksızlık yapan kimseyi, zulmettiği kadarıyla
cezalandırabileceğini, intikam duygusuyla hareket ederek cezalandırmada ileri
gidemeyeceğini beyan etmektedir" demişlerdir. İbn-i Sirîn, Süfyan es-Seviî
ve Mücahid bu görüştedirler. Bunlara göre âyet-i Kerime mensuh değildir.
* Şa'bî ve îbn-i
Güreye bu âyet-i Kerimenin nüzul sebebi hakkında şöyle demişlerdir: "Uhut
savaşında müşrikler, Hz. Hamza ve diğer Müslümanlardan öldürdükleri kimselerin
vücutlarının çeşitli uzuvlarını kesip parçalamışlardır. Bunu gören Müslümanlar:
"Yemin olsun ki Allah bizi onlara galip getirdiği zaman biz de onlara
şöyle şöyle yapacağız" demişler ve bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil olmuş,
cezaların aynen karşılığının verilebileceğini, bununla
beraber yapılan ezaya aynıyla mukabele
etmeyip affetmenin daha faziletli olacağını beyan etmiştir. Zira bu takdirde
cezayı verme işi Allaha havale edilmiş olur. Allahın ise daha âdil ceza vereceği
muhakkaktır". Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. [141]
127-128- Ey
Peygamber, sabret. Sabretmen ancak Allahın lütfuyladir. Onlara karşı üzülme.
Kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme. Şüphesiz ki Allah, kendisinden
korkanlarla ve iyilikte bulunanlarla beraberdir.
Ey Muhammed, Allah
yolunda sana yapılan eziyetlere karşı sabret. Senin sabretmen, ancak Allahın
yardımıyîadir. Seni yalanlayan ve sana gelenleri inkâr eden şu müşrikler için
üzülme. İnsanları Allahın yolundan alıkoymak için başvurdukları çeşitli hile ve
desiselerden dolayı sıkıntıya düşme. Zira Allah, kendisinden korkan ve iyilikte
bulunan siz müminlerle beraberdir. Onun yardımı ve desteği sizin yanınızdadır. [142]
[1] Nahl Suresi, âyet: 2
[2] Nahl Suresi, âyet: 8
[3] Nahl Suresi, âyet: 22
[4] Nahl Suresi, âyet: 23
[5] Naht Suresi, âyet: 36
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/179-182.
[7] Hac Suresi, âyet: 47
[8] Ankebut Suresi, âyet: 53-54
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/183-184.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/184.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/184.
[12] Yâsİn Suresi, âyet: 77-78
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/185.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/186.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/186.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/186.
[17] EbuDâvûd,K. et Et'ımebab: 26, Hadis No: 3790/İbn-i
Mâce, K. ez-Zebaih, bab: 14, Hadis No: 3198 / Nesâi, K. es-Sayd, bab: 30, Hadis
No: 3336
Ebu Davud bu hadisi
rivayet ettikten sonra, bunun mesüh olduğunu, Resulullahın saha-bilerinden
Abdullah b. Zübeyr, Fadâle b. Ubeyd, Enes b. Mâlik, Esma binti Ebu Beldr,
Suveyd b. Ğafie ve Alkame, at eti yediklerini, Kureyşülerin, Resulullahın
döneminde at kestiklerini rivayet etmektedir. İmam Nevevî ise bu hadisin zayıf
olduğunu söylemiştir.
[18] Buhari, K. el-Megazi, bab: 38, K. ez-Zebaih bab: 26
Hadis No: 28 / Müslim K. es-Sayd, bab: 36 Hadis No: 1941 / Ebu Dâvûd, K. el-
Et'ıme, bab: 26, Hadis No: 3788-3789
[19] Müslim. K. es-Sayd bab: 38, Hadis No: 1942
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/187.-188.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/188-189.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/189.
[23] Nem Suresi, âyet: 60
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/189-190.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/190.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/190-191.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/191.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/191-192.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/192.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/192.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/192-193.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/193.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/193.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/194.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/194.
[35] Furkan Suresi, âyet: 5-6
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/194-195.
[36] Müslim, K. el-ÎIm, bab: 16, Hadis No: 2674 / Ebu
DâvÛd, K. es-Sünne bab: 6, Hadis No: 4609 Tirmizi, K. el-îlm, bab: 15, Hadis
No: 2674-26-75
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/195.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/196.
[38] Buharı, K. el-Edeb, bab: 99 / Müslim K. el-Cihad, bab:
9-10-12, Hadis No: 1735-173.:
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/196-197.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/197.
[40] Fâtır Suresi, âyet: 36
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/197-198.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/198-199.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/199.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/200
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/200-201.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/201.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/201.
[47] Tûr Suresi, âyet: 13-16
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/202.
[48] Lokman Suresi, âyet: 28
[49] Kamer Suresi, Hayet: 50
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/202.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/203.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/204.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/204-205.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/205.
[54] Araf Suresi, âyet: 97-99
[55] lsra Suresi, Hayet: 68-69
[56] İsra Suresi, K. Tevsiri el-Kur’an, sure: 11, bab: 5 /
Müslim, K. el-Birr bab: 62, Hadis No: 2583
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/205-207.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/207.
[58] Âl-i îmran Suresi, âyet: 83
[59] Ra'd Suresi, iyet: 15
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/207-208.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/208.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/208-209.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/209.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/209.
[64] En'am Suresi, âyet: 136
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/210.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/210.
[66] Tekvir Suresi, âyet: 8-9
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/211.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/211.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/212.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/212.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/213.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/213.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/214.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/214.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/215.
[75] Müslim, K. es-Selûm.bab: 91, Hadis No: 2217/Tinnizî,
K. et-Tıb, bab: 31, Hadis No: 2082, Buhari, K. et-Tıb, bab: 24.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/216.
[76] Buhari, K. el-Cihad, bab: 25, K. ed-Dâvât, bab: 37
[77] Buhari, K. ed-Dâvât, bab: 42
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/217-218.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/218-219.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/219.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/220.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/220.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/220-221.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/221.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/222.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/222.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/222-223.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/223.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/223-224.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/224.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/224.
[91] Tahrim Suresi, âyet: 7
[92] Miirselât Suresi, âyet: 34-37
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/225.
[93] Furkan Suresi, âyet: 12-14
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/225-226.
[94] Ahkaf Suresi, âyet: 5-6
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/226.
[95] Taha Suresi, âyet: 11
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/226-227.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/227.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/227-228.
[98] Mâide Suresi, âyet: 8
[99] Bkz. Buhari, K. el-Hudûd. bab: 19 / Müslim, K.
ez-Zekât, bab: 91 Hadis No: 1031
[100] Bkz. Buhari, K. el-lman, bab: 37 / Müslim, K. el-îman,
bab: 5, Hadis No: 9
[101] Ebu Dâvûd, K. el-Edeb, bab: 43, Hadis No: 4902 /
Tirmizî, K. el-Kıyame, bab: 57 Hadis No: 2511 / İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab:
23, Hadis No: 4211
[102] îsrâ
Suresi,ayet: 32
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/228-230
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/230.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/231.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/231-232.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/232.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/233.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/233.
[110] Müslim, K. ez-Zekât bab: 125, Hadis No: 1054 /îbn-i
Mâce, K. ez-Zühd, bab: 9, Hadis No: 4138 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 6, S:
19.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/233-234
[111] Ebu DSvûd, K. es-Salah bab: 20, Hadis No: 775 / Tirmizî,
k. Mcvakit, es-Salah, bab: 65, Hadis No: 242 / İbn-i Mâce, K. İkametüssalah,
bab: 2, Hadis No: 808.
[112] Ebu Dâvûd, K. el-Edcb, bab: 4, Hadis No: 4780 /
İbn-Mâce, K. ed-Dâ'vSt, bab: 52, Hadis No: 3452
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/234-235.
[113] Sâd Suresi, âyet. 82-S3
[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/236.
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/236.
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/236-237.
[117] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/237.
[118] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/237-238.
[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/238-239.
[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/239.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/239-240.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/240.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/240-241.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/241.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/241.
[126] Abese Süresi, âyet: 34-37
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/242.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/242.
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/243.
[129] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/243.
[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/244.
[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/244.
[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/245.
[133] En'am Suresi, âyet: 146
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/245.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/245-246.
[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/246.
[136] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/247.
[137] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/247.
[138] Müslim, K. el-Cuma, bab: 19 Hadis No: 855
[139] Müslim, K. el-Cuma, bab: 19 Hadis No: 855
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/247-248.
[140] Tâhâ Suresi, âyet: 43-44
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/249.
[141] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/250-251.
[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/251.