TAHA
SURESİ
Bu
sûre-i celüe Kur'ân-ı Kerimî'in 20. sûresi olup Mekke-i Mü-kerreme'de nazil
olmuştur ve 135 âyetten ibarettir. îhtiva ettiği başlıca hususlar Allahü
Teâlâ'nın vahdaniyeti, birliği, azameti, Hz. Âdem'in ve Hz. Musa'nın kıssaları,
Firavun'un helaki, îsrailoğulla-rımn kurtuluşu, şeytanın hilesi, Peygamberimiz
(s.a.v.)'in teselli bu-yurulması ve beşeriyetin tefekküre davet edilmesidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceHlesindo şöyle buyuruyor:
«Tâ-Hâ.»
«Kur'an'ı
sana sıkıntıya düşesin diye değil «Ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olarak
indirdik.» «Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir kitap olarak indirdik.»
«R&hmâıı
arşa hükmetmektedir.»
«Göklerde
ve yerde ikisinin arasında ve nemli toprağın altında bulunanlar O'nundur.»
148 Tâhâ Sûresi {Cûz; 16. Âyet: 9-12)
«Sen sesini yükseltsen de, yükseltmesen de, çünkü O,
gizliyi der gizlinin daha gizlisini de bilir.»
«Allah'tan başka ilâh yoktur ve en güzel isimler
O'nundur.»
Tefsirciler,
sûrenin başındaki Hurûf-u mukattaanın müteşâbi-hattan olduğunda ittifak etmekle
beraber, mânâsında ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan birkaç tanesini saymakta
fayda vardır: 1 — Allahü reâlâ'nm isimlerinden biridir. 2 — Peygamberimizin
mübarek ismidir. 3 — Kasemdir. 4 — Ey recül demektir. 5 — Ey insan demektir. 6
— Yâ Tâhir. 7 — Mânâsı sırdır. 8 — Hususi mânâlara delâlet eder. Hz. Cabir ise
şu açıklamayı yapmıştır: Tâ, Yüce Allah'ın Tâhir adının anahtarıdır, ona işaret
eder. Hâ, Hadi adının anahtarı olup ona işaret eder.
îmam-ı
Kelbî (r.a.)'ye göre bu sûrenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.)
Mekke'de gece ibadetini çok yapardı, öyle ki namazda uzun müddet, kalmaktan
ayakları şişerdi. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine gece ibadetlerini
azaltmak için bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ'Muhammed, biz bu
Kur'an'ı sana sıkıntı ve zahmet vermek için indirmedik. Kendine bu kadar zahmet
verme. Biz bunu ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olarak indirdik. Yeri ve
yüce gökleri yaratanın katından bir kitap olarak indirdik. O'nun adlarından
birisi de Rahmân'dır ve O, arşa hükmetmektedir. Göklerde ve yerde, ikisi
arasında ve nemli toprağın altında bulunanların hepsi O'nundur. Hiç kimsenin
onlar üzerinde bir tasarrufu yoktur. Sen sesini yükseltsen. de, yükseltmesen de
O, bilir. Çünkü O, gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Hiçbir şey
O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Hem Allah'tan başka ilâh yoktur, en güzel
isimler de O'nundur.» Yüce Allah ilmini beyan ettikten sonra Musa (a.s.)'nın
kıssasını beyan buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu. şöyle beyan ediyor:
«Musa'nın haberi sana geldi mi?»
«Hani o, bîr ateş görmüştü de ailesine: 'Durun, ben
bir ateş
(Cûz:
16. Âyet: 12} Tâhâ Sûresi 149
gördüm.
Size ya ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol
gösteren
bulurum' demişti.»
«Ateşin
yanma gelince kendisine: 'Ey Musa' diye seslenildi.» «Şüphesiz ki ben senin
Rabbinim. Pabuçlarım çıkar. Zira sen
mukaddes
vadide, Tuvâ'dasın.»
Allahü
Teâlâ sevgili peygamberini teselli etmek için Musa (a.s.)'-nın başına gelenleri
vahyederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, Musa'nın haberi sana gelmedi mi?»
Musa (a.s.) uzun müddet kayınpederi Şuayb (a.s.)'in yanında kaldıktan sonra
Mısır'da bulunan anasının ve kavminin yanma dönmek için izin ister. İzin
aldıktan sonra aile efradı ve davarlarıyla beraber yola çıkar. Mevsim kış ve çok
soğuktur. Yol kesicilerin şerrinden emin olmak için ana yoldan gitmez ve
bilmediği bir bölgede yoluna devam eder, yolu şaşırır fakat yine de devam eder.
Soğuğun şiddetli olduğu karanlık bir gecede Tur dağının bulunduğu Tuvâ vadisine
gelirler. Hanımı da hamiledir ve doğumu yaklaşmıştır. Oraya gelince şiddetli
soğuğun ve karanlığın hâkim olduğu cuma gecesi bir oğlu dünyaya gelir.
Bazılarına göre, Musa (a.s.) kendisini tanıtmamak için yolda çok dikkatli
hareket eder, gündüz yalnız gider, gece aile efradıyla devam ederdi. Soğuğun
şiddetli olduğu karanlık bir gecede yolunu kaybeder, yolu bulmak ve ateş yakmak
için elindeki çakmağı çakar, uğraşmasına rağmen tutuşturamaz. Ümitsiz bir
vaziyette sağa sola bakmaya başlar, tam o sırada Tur dağında bir ateş görür ve yanındakilere
«siz burada bekleyin, ben gidip oradan ateş alayım veya ateşin yanında
bulunanlardan yolumuzu öğrenip geleyim» der ve ateşin bulunduğu istikamete
doğru gider. Ateşe yaklaştığı zaman yeşil bir ağacın parlak nûr ile
kaplandığını görür. Gördüğü bu parlaklığın ateş olmadığım anlar. Çünkü bu ziya
ağaçta hiçbir değişiklik yapmamıştır. Şayet ateş olsaydı ağaçta bir değişiklik
yapacak, yeşilliği yok olacaktı. Tefsircilere göre Musa (a.s.)'nm gördüğü
nurdur. Fakat o ateş zannettiği için «nâr» lafzıyla zikredilmiştir. Halbuki
gördüğü nûr, nûr-u ilâhîdir.
Said
bin Cabir de şu açıklamayı yapmıştır: Musa (a.s.)'nm ateş demesinin hikmeti
Yüce Allah'ın hicablarmdan birisinin de nâr ol-
masındandır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) .jGJijıjL^; «Alla-
hü
Teâlâ'nın hicablarmdan biri de nârdır.» buyurmuştur. Eğer o nârı hicab
örtmeseydi O'nun mukaddes zatının nuru nazar edenleri yakardı. Musa (a.s.) onu
görünce ateş zannetmiş ve ondan ateş almaya gitmişti. Ona yaklaştığı zaman
kendisinden uzaklaştığını,
150 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Ayet: 13-16)
uzaklaşınca
da kendisine yaklaştığını görür. Bu olay karşısında şaşakalır ve o anda
meleklerin sesini işitir. Kendisine «Ey Musa» diye seslenilir, Yüce Allah
«şüphesiz ki ben senin Rabbinim. Pabuçlarını çıkar. Zira sen mukaddes vadide,
Tuvâ'dasın» buyurmuştur. Bu ses Musa (a.s.)'yı kaplamıştı, o bu sesin hangi
taraftan geldiğini anlayamamıştı. O sesin nereden geldiğini öğrenmek için şöyle
diyordu «ben senin sesini işitiyorum, fakat bulunduğun yeri bilmiyorum, bana
nereden nida ediyorsun1» Allahü Teâlâ tekrar nida edip şöyle
buyurmuştur: «Ben senin fevkindeyim, seninle beraberim ve sana canından daha
yakınım.» Musa (a.s.) nidanın Allah'tan geldiğini anlar şek ve şüphesi gider, o
zaman sakinleşir. .
Musa
(a.s.)'ya «pabuçlarını çıkar» diye nida edilmesinin hikmeti, ayağındaki
pabuçların halislenmemiş hımar derisinden olduğu içindir. İkrime ile îmam-ı
Mücahid'e göre «pabuçlarını çıkar» emrinden maksad, iki ayağı ile Arz-ı
Mukaddes'e basarak oranın, bereketinin Musa (a.s.)'ya isabet etmesi içindir.
Bunun üzerine Musa (a.s.) pabuçlarını çıkarır ve Yüce Allah «Yâ Musa, şüphesiz
mukaddes bir vadide, Tuvâ'dasm» buyurmuştur. Musa Aleyhisselâm'ın ateş
suretinde tecelliye mazhar olmasının ve o vasıta ile hitaba mu-hatab
kılınmasının hikmeti şudur: O anda Hz. Musa'nın ateşe ihtiyacı vardı. Cenâb-ı
Allah, Musa'nın kendisine yönelmesi için matlubu içinde tecelli etmişti. Eğer
ihtiyacı olan şeyden başka suretle tecelli etseydi belki Hz. Musa yüz
çevirirdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ben seni seçtim. Şu halde vahyolunanları dinle.»
«Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir tanrı
yoktur. Öyleyse bana ibadet et, beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz
kıl.»
«Kıyamet muhakkak gelecektir. Herkes işlediğinin
karşılığım görsün diye onu hemen açıklayacağım geliyor.»
«Binâenaleyh ona inanmayan ve hevesine uyan kimse
seni bundan alıkoymasın, yoksa helak olursun.»
(Cûz:
16. Âyet: 17-21) Tâhâ Sûresi 151
Allahü
Teâlâ, Musa (a.s.)'yı peygamber olarak seçmiş ve ona şöyle vahyetmiştir: «Ey
Musa, ben seni peygamber olarak seçtim. Şu halde sana vahyolanları dinle,
şüphesiz ki, Allah benim, benden başka ma'bud yoktur. Bana ibadet et, beni
hatırlaman ve anman için dosdoğru namaz kıl, bana münâcat et. Muhakkak kıyamet
gelecek ve herkes yaptığının karşılığını görecektir. Herkes işlediğinin
karşılığını görsün diye onu hemen açıklayacağım geliyor. Kıyametin ne zaman
kopacağını bildirmem em in sebebi insanların her zaman onun vuku'undan
korkmaları ve hazırlık yapmaları içindir. Çünkü kıyamet günü herkes dünyada
yaptığının karşılığını görecektir. Ya Musa, ona inanmayan ve hevesine uyan
kimse seni bundan alıkoymasın. Şayet sen de onlar gibi nefsinin nevasına
uyarsan helak olursun. Zira inanmayanlar hüsrana uğrayıp helak olacaklardır.»
Âyette ifade edildiği gibi iman etmeyenlerin sonu daima hüsran ve helaktir.
İman edenler mükafatını, iman etmeyenler ise cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
*Ey Musa, o sağ elindeki nedir?»
-O benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma
yaprak silkerim ve daha birçok işlerde faydalanırım, dedi.»
«Buyurdu ki: Ey Musa, onu bırak.»
-O da bıraktı ve bir de gördü ki, hemen koşan bir
yılan oluvermiş.»
•Buyurdu ki: Onu tut, korkma, biz yine onu eski durumuna çevireceğiz.»
Musa
(a.s.)'nın elinde bir değnek vardı, birçok ihtiyaçlarını onunla görüyordu. Yüce
Mevlâ, ona vahyederek «Ey Musa, sağ elindeki nedir?» diye sorar. Hâlik~ı Mutlak
onun ne olduğunu biliyordu. O değnek vasıtasıyla Musa (a.s.)'nın birçok
mucizeler göstereceğinden Allahü Teâlâ elindekinin bir değnek olduğunu yakmen
bildirmek için, ona bunun ne olduğunu sormuştur. Bunun üzerine Musa Ca.s.) *o
benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma yaprak, silkerim ve daha
birçok işlerde ondan faydalanırım» diye cevap ve-
152 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Ayet: 22-28)
rir.
Musa (ai.)'nın âsâsı baston gibi olup birçok özellikleri vardı. Yolda yürürken,
ayakta dururken ona dayanır, hayvanlarına onunla yaprak döker, onları sürer,
azığını taşır, kuyudan su çıkarmak için kova bulunmadığı zaman onu kova olarak
kullanarak kuyudan su çıkarır, yırtıcı hayvanları kovalar, onunla akrepleri
öldürür, sıcağın şiddetli olduğu zamanlar şemsiye olarak kullanır, yalnız
kaldığı zaman onunla konuşur, su bulamadığı zaman onu yere vurmak suretiyle
yerden su çıkarır ve ihtiyacını giderir, arzu ettiği zaman onu yere diker ve
bir anda yeşillenir, istediği meyveyi verir o da yerdi. Bu âsâ aynı zamanda
gece karanlığında lâmba gibi ışık verirdi, düşmanına karşı onunla mücadele
ederdi, her işinde onu kullanırdı. Yüce Allah, Musa (a.s.)'ya vahyedip şöyle
buyurmuştur: «Yâ Musa, âsânı bırak.» Bu ilâhî emir gereği Musa (a,s.) asasını
yere atar, o anda sapsarı büyük bir yılan olur, sağa sola hareket etmeye
başlar. Asanın eğri kısmı boynu, iki budağı da iki çenesi olur. Gözleri ateş
gibi yanar, her haliyle görenleri dehşete düşürür. Kocaman ağaçları azı
dişleriyle keser devirir. Büyük kaya parçalarını bir lokmada yutar. Dişlerini
birbirine dokundurduğu zaman büyük bir gürültü çıkarır. Musa (a.s.) asasını
böyle korkunç bir şekilde görünce korkar, kaçar. O anda kendisine «Ya Musa,
geri dön» diye nida olunur. O da, korku içinde geri döner ve Allahü Te-âlâ «Ey
Musa, sağ elinle onu tut, korkma biz onu eski haline döndürürüz» buyurur. Bu
ilâhi emir karşısında Musa (a.s.) gömleğinin yelesini eline dolayarak asasına
yaklaşır, o anda bir melek kendisine «Ey Musa, eğer onun sana zarar vermesi
Allahü Teâlâ'nm emri ise, seni onun zararından hiçbir şey kurtaramaz. Şayet onu
tutman Allah'ın emri ise korkma tut, sana ondan bir zarar gelmez.» der. Musa
(a.s.) bunun üzerine elini açar «ben zayıf bir insanım ve zayıf bir şeyden
yaratıldım» der, sonra yılanı .yakalar. O anda yılan eski haline döner. Sonra
Yüce Allah şöyle buyurur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Bir de elini koltuğunun altına koy da, diğer bir
mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın.»
(Cüz:
16. Ayet: 28) Tâhâ Sûresi 153
«Bununla
sana daha büyük mucizelerimizi gösterelim.»
«Firavun'a
git, doğrusu o azmıştır.»
«Rabbim,
benim gönlüme genişlik ver, dedi.»
«İşimi
kolaylaştır.»
«Dilimin
de düğümünü çöz ki.»
«Sözümü
iyi anlasınlar.»
1 Musa (a.s.) ilâhi emir gereği elindeki âsâyı yere
atınca âsâ büyük bir yılan olur. Onun yılan olduğunu gören Musa Aleyhisselâm
korkar, kaçar. Bu, Allah tarafından kendisine verilen bir mucizedir. Görenleri
dehşete düşüren bu mucizeye ilâveten Yüce Halik ona başka bir mucize daha verir
ve şöyle buyurur: «Ey Musa, bir de elini koltuğunun altına koy da, diğer bir
mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın. Böylece sana daha büyük mucizelerimizi
gösterelim.» Bunun üzerine Musa (a.s.) sağ elini sol koltuğunun altına koyar
tekrar çıkardığı zaman etrafa ışık saçan ay gibi parlamaya başlar. Musa (a.s.)
bu manzara karşısında şaşa kalır. Bu, ona verilen üçüncü mucizedir. Birincisi
âsânm yılan oluşu, ikincisi o âsâ-nın tekrar eski haline dönmesidir.
îbn
Abbas (r.a.) bunu şöyle beyan eder: Musa (a.s.) sağ elini sol koltuğunun altına
sokar, çıkardığı zaman elinin ay gibi parla-dığını görür. Bu, onun
peygamberliğinin alâmeti olan büyük bir mucizedir. Bu mucizelerden sonra Yüce
Allah ona risalet verip şöyle buyurur: «Yâ Musa, Firavun'a git. Onu imana davet
et, doğrusu o azmıştır.» Bu ilâhî emir karşısında Musa (a.s.) Rabbine şöyle
niyaz eder: «Rabbim, gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimin de düğümünü
çöz ki, beni dinleyenler sözümü iyi anlasınlar.» Musa (a.s.) kendisine verilen
görevin ne kadar büyük ve ehemmiyetli olduğunu anladığı için önce Rabbinden
yardım talep eder. Çünkü Allah'ın yardımı olmadan kimse bir şey yapamaz.
îbn
Abbas (r.a.)'a göre, Musa (a.s.)'nın «Rabbim, gönlüme genişlik ver» demesinin
hikmeti «Rabbim, gönlüme öyle ferahlık ver ki, senden başkasından korkum
olmasın» demektir. Zira Musa (a.s.) tek başına Firavun'u imana davet etmekten
endişe duyuyordu. Çünkü Firavun'un avanesi ve ordusu çoktu. Onlardan korkmamak
için Yüce Mevlâ'ya niyaz edip şöyle dua etmiştir: «Rabbim, buyurduğun emri bana
kolay et ki, risâletini Firavun'a ulaştırıp onu imana davet edeyim. Dilimdeki
düğümü de çöz ki, beni dinleyenler sözümü iyi anlasınlar.»
Musa
(a.s.hnın dilinin kekeme olmasının sebebi şudur: Kâhinler, Firavun'a
İsrailoğullarından birinin gelip tahtına hâkim olaca-
154 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 29-35}
ğım
söyler. Bunun üzerine Firavun İsrailoğullarının dünyaya gelen erkek çocuklarını
öldürtür. Musa (a.s.) da o sırada dünyaya gelir, annesi çocuğunun
öldürülmesinden korkar. Onu gizleyecek bir yer bulamaz. Son çare olarak Hz.
Musa'yı bir sandukaya koyar ve Nil nehrine bırakır. Nehir Firavun'un sarayının,
önünden geçer. Sarayın önünden geçen nehir sandukayı oraya götürür. Musa (a.s.)
'yi götüren sanduka Firavun'un adamları tarafından alınır ve kendisine takdim,
edilir. Sandukayı açarlar, içinden nûr topu gibi bir erkek çocuğu çıkar,
Firavun ve ailesi Âsiye çocuğu kendilerine evlâtlık alırlar, sarayda büyütmeye
başlarlar. Bir gün Firavun, Musa (a.s.) ile oynarken, Firavun'un sakalından bir
tutam tüyü koparır. Firavun buna çok kızar, küçük Musa'yı öldürmek ister,
ailesi buna mani olur ve «bunu çocukluğundan yaptı, onun sana bir garezi yoktu.
Şayet dilersen bir deneyelim» der. Sonra bir kap altın, bir kap da ateşin
korunu alıp küçük Musa'nın yanına getirir. Musa Ca. s.) elini altın olan kaba
uzatır, o anda Cebrail gelip elini ateş olan kaba sokar ve ondan ateş alıp
ağzına koyar, derhal dilini yakar. Bu yanmadan mütevellid dilinde bir arıza
meydana gelir ve kekeme olur. Bunun için «Rabbim, dilimin düğümünü çöz ki,
sözümü iyi anlasınlar» demiştir. Musa (a.s.)'nın Rabbine nasıl dua ve niyazda
bulunduğu âyet-i celilede şöyle bildirilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Bana kendi ailemden bir de vezir ver.»
«Kardeşim Harun'u.»
«Beni onunla destekle.»
«Onu işimde ortak yap.»
«Tâ ki seni çok
teşbih edelim.»
«Ve seni daha çok
analım.»
«Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyle görensin.»
Musa
(a.sJ'mn dilinin kekeme olmasından ilâhi emri hakkıyle tebliğ edemeyeceği
korkusuyla kardeşi Harun'un da kendisine yardımcı olarak gönderilmesini
Rabbinden niyaz edip şöyle dua etmiştir: «Rabbim, bana kendi ailemden kardeşim
Harun'u vezir ver. Ve beni onunla destekle, onu işimde ortak yap. Tâ ki seni
çok teşbih edelim ve seni daha çok analım. Şüphe yok ki sen bizi hakkıyle
görensin.» Yüce Halik, Musa (a.s.)'nın duasını kabul eder.
(Cûz:
16. Âyet: 36-40) Tâhâ Sûresi 155
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Buyurdu ki: Ey Musa, istediğin sana verilmiştir.»
«Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuştuk.» *Hani annene vahyedilmesi
gerekeni vahyetmiştik.»
«Onu bir sandığa koy da denize bırak. Deniz onu
kıyıya atar. Bana da, ona da düşman biri onu alır. Gözümün önünde yetişesüı
diye seni de sevgili kıldım.»
«Hani kız kardeşin gidip diyordu ki: Ona bakacak
birini size göstereyim mi? İşte böylece annen üzülmesin de sevinsin diye seni
ona geri vermiştik. Sen bir de adam öldürmüştün de, biz seni o gamdan
kurtarmıştık. Hem seni birçok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı
arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin, ey Musa.»
Yüce
Allah, Musa (a.s.)'ya vahyedip
şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, senin bütün isteklerini yerine getirdik. Dünyaya
geldiğin zaman annen Firavun'un seni öldürmesinden korkmuştu. Biz ona ilham
edip «seni bir sandığa koyup Nü nehrine atmasını bildirdik.» Musa (a.s.)'nm
annesi de öyle yapmıştı. Annesi çocuğunu bir sandukaya koyar, içine su
girmemesi için her tarafını mumla kapatır ve Nil nehrine bırakır. Onu takip
için kızı Meryem'i de arkasından gönderir. Nehir sandukayı alıp götürür ve
Firavun'un sarayının önünde kenara çıkarır. Çocuk, Firavun'un adamları
tarafından alınır, kendisine getirilir. Sandukayı açarlar, içinden nûr topu
gibi bir çocuk çıkar. Firavun onu görür görmez derhal muhabbet besler. Nitekim
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Musa, biz senin sevgini Firavun'un
gönlüne attık ve seni ona sevdirdik. Gözümün önünde yetişesin diye seni de sevgili
kıldım. Kız kardeşin gelip diyordu ki: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?»
İşte böy-
156 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Ayet: 41-44)
lece
kimsenin sütünü sana emzirtmeyerek annen üzülmesin de sevinsin diye seni ona
geri vermiştik.»
Firavun
küçük Musa'yı sarayına alınca, onu emzirtmek için bir süt anne arar. Süt vermek
için birçok kadın gelir, fakat küçük Musa hiçbirisinin sütünü almaz. Bu durumu
öğrenen ablası Meryem saraya sokulur ve «size, buna süt verecek birisini
getireyim mi?» der. Çaresiz kalan Firavun ve ailesi derhal kabul ederler. Bunun
üzerine Meryem, annesini getirir. Kimse gelen kadının Hz. Musa'nın annesi
olduğunu bilmez. Kadın sütünü verince küçük Musa derhal alır, saraydakiler
bundan çok memnun kalır. Ona dolgun bir ücret vererek çocuğa süt vermesini
temin ederler. Anne de son derece memnundur. Böylece ölümün kucağına attığı
yavrusuna tekrar kavuşmanın mutluluğunu yaşamakta üstelik süt bedeli olarak
dolgun bir ücret almaktadır. İşte Yüce Allah, Peygamberini düşmanın evinde hem
korur hem de ona baktırtır. Musa (a.s.) büyük bir itina ile Firavun'un
sarayında büyütülür, delikanlılık çağına geldiği zaman kendi kavminden birisi
ile Firavun'un yakınlarından bir Kıbti'nin kavga ettiğini görür, dayanamaz.
Kıbtî'yi eliyle iter, yere düşen Kıbtî o anda ölür. Bunun üzerine Musa (a.s.)
saraydan kaçar ve şehri terk edip Şuayb (a.s.)'in bulunduğu Medyen şehrine
gider. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Ey Musa, sen bir de adam
öldürmüştün de biz senin suçunu affedip bağışladık ve seni o gamdan kurtardık.
Hem seni birçok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı arasında yıllarca
kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin, ey Musa.»
Musa
(a.s.) Medyen'e geldikten sonra Hz. Şuayb (a.s.) ile buluşur ve himayesine
girer. Bir müddet sonra da kızı ile evlenir. Kırk yaşma kadar Medyen'de kalır,
sonra aile efradı ile kavminin bulunduğu Mısır'a gider. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra
insanları imana davet etsin diye sana risalet verip emirlerimizi vah-yettik.»
Musa (a.s.) kırk yaşına geldikten sonra kendisine risalet verilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Ben seni kendim için seçtim.»
(Cûz:
16. Âyet: 45-48) Tâhâ Sûresi 157
«Sen ve kardeşin âyetlerimle git. Beni anlamakta
gevşek davranmayın.»
«Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır.»
«Ve ona yumuşak söz söyleyin, belki nasihat dinler
veya korkar.»
Yüce
Allah, Musa (a.s.)'ya şöyle buyuruyor: «Seni peygamber olarak seçtim. Sen.ve
kardeşin Harun âyetlerimle Firavun'a gidin, beni anlatmakta gevşek davranmayın.
Doğrusu o çok azmıştır. Ona
emirlerimizi yumuşak bir şekilde söyleyin, belki nasihat dinler veya
azabımızdan korkar da imana gelir.»
Bu
âyet-i celilede emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapanlara tembih
vardır. Allah'ın emirlerini bildirenler, yasaklarından sakmdıranlar daima
yumuşak sözlerle konuşmalıdırlar, kaba ve sert hareketlerden kaçınmalıdırlar.
Muhatapları nefret ettirmekten sakınmalıdırlar ve Harun (a.s.) gibi
peygamberlerini gönderirken «ona yumuşak sözle söyleyin, belki nasihat dinler
veya korkar» buyurmuştur. Yüce Allah, Firavun'un imana gelmeyeceğini bildiği
halde emirlerinin yumuşak sözle söylenmesini buyurmuştur. Bu, İslâm'daki
tevazünün ifadesidir. Zira tevazu ve vakar İslâm'ın şiarıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde Musa (a.s.) ile Harun (a.s.)'un şöyle dediklerini beyan
ediyor:
«Dediler ki: Ey Rabbimiz, onun bize kötülük
etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız.»
«Buyurdu ki: Korkmayın, ben sizinle beraberim, hem
görür, hem de işitirim.»
«Hemen gidin ve ona deyin ki: Doğrusu biz senin
Rabbinin elçileriyiz. Artık İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap
etme. Hem biz Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selâm olsun doğru yolda
gidenlere.»
«Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap
edileceği vahyo-iundu.»
158 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 49-53)
Yüce
Allah, Musa (a.s.) ile kardeşi Harun (a.s,)'a Firavun'u imana davet görevini
verince, onlar Firavun'un şerrinden endişe ederek şöyle derler: «Ey Rabbimiz,
onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız.» Çünkü
Firavun ilâhlık iddiasında bulunup azdıkça azmıştı. Onlar, bunun daha da
azmasından korkmuşlardı. Bunun üzerine Allahü Teâlâ onlara şöyle buyurmuştur:
«Korkmayın, ben sizinle beraberim. Yaptığınız dua ve niyazları işitir, icabet
eder ve yaptıklarınızı da görürüm. Hemen Firavun'a gidin ve deyin ki: «Doğrusu
biz senin Rabbinin elçileriyiz. Artık İsrailoğulîarını bizimle gönder ve onlara
azap etme. Hem biz Rabbinden sana bir mucize getirdik. Artık sen O'nun
birliğini tasdik et ve bize tâbi ol. Allah'a eş koşup hakkı inkâr edenlere ve
O'ndan yüz çevirenlere ebedî olarak azap edileceği bize vah-yedildi. Selâm
doğru yolda gidenlerin üzerinedir.» Musa (a.s.)'dan bu gerçekleri duyan
Firavun, hangi âyet ve mucizelerle gönderildiğini kendisine sorar. Musa (a.s.)
da, ona cevap olarak elini koltuğunun altına sokar, tekrar çıkarır ve eli ay
gibi parlamaya başlar. Bunu gören Firavun şaşırır, hayretler içinde kalır,
söyleyecek bir şey bulamaz. Sonra Musa (a.s.)'ya Rabbinin kim olduğunu sorar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«O,
ey Musa, sizin Rabbiniz kimdir? dedi.»
«Musa
da: Rabbimiz her şeye varlık veren, sonra doğru yola eriştirendir,
dedi.»
«Firavun:
Öyle ise önceki nesillerin durumu nedir? dedi.»
«Musa
dedi ki: Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz
da, unutmaz da.»
«Sizin
için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o su ile
türlü türlü ve çifter çifter bitkiler yetiştirdik.»
Musa
(a.s.) ile kardeşi HarunCa.s.), Firavun'u imana davet edince, o şöyle demiştir:
-Ey Musa, sizin Rabbiniz kimdir?» Musa (a.s.) da ona şu cevabı verir: «Bizim
Rabbimiz her şeyi yoktan var eden ve canlılara, görmek için göz, tutmak için
el, yürümek için ayak, yemek için ağız, işitmek için kulak, konuşmak için dil,
iyiyi
(Cûz:
16. Âyet: 54-56) Tâhâ Sûresi 159
kötüden
ayırmak için akıl veren ve sonra onları doğru yola iletendir.» Bunun üzerine
Firavun «önceki ümmetlerin halini sorar ve şöyle der: «Ey Musa, bizden önceki
insanların durumu nedir' Sen, bizi Allah'a imana davet ediyorsun, halbuki
önceki ümmetler Allah'ı ve âhireti inkâr edip putlara tapıyorlardı. Onların
durumuna ne dersin?» Musa (a.s.) da şöyle der: «Onların bütün yaptıkları
ameller Rabbimin katında bir kitapta yazılmıştır. Ona göre mükâfat ve
mücâzatîarını göreceklerdir. Benim Rabbim herkesin ne yaptığını bilir. Hiçbir
şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, mü'minlerin intikamını kâfirlerden alır.
Mazlumun hakkım zâlimlerde asla bırakmaz. Benim Rabbim, sizin için yeryüzünü
çeşit çeşit bitkilerle donatan, selâmetiniz için dağlar arasından yollar açan,
gökten bulutlar vasıtasıyla su indiren ve o su ile türlü türlü, çifter çifter
bitkiler, bağlar, bahçeler, meyveler yetiştirendir. O, her ^eyi bir anda var
eden ve bir anda yok edendir.»
Musa
(a.s.)'nın Firavun'a «onların bilgisi Rabbimin katmdadır» demesinin .sebebi, o
zaman henüz daha kendisine Tevrat indirilme-diği için bu hususta bilgisi
olmadığındandır. 'Çünkü Tevrat Hz. Musa'ya Firavun'un helakinden sonra
indirilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Hem
siz yiyin, hem davarlarınıza yedirin. Şüphe yok ki, bunda selim akıl sahipleri
için ibretler vardır.»
«Sizi
ondan yarattık ve oraya döndüreceğiz. Tekrar oradan da çıkaracağız.»
«And
olsun ki ona bütün âyetlerimizi gösterdik, ama yalanlayıp kabulden çekindi.»
Yüce
Allah, şöyle buyuruyor: «Ey insanlar, bizim, yeryüzünde çeşit çeşit
bitirdiğimiz bitkilerden, meyvelerden, sebzelerden hem siz yiyin, hem
davarlarınıza yedirin. Şüphe yok ki bunda, gerçek akıl sahipleri için Allah'ın
birliğine delâlet eden. birçok ibretler ve alâmetler vardır. Ey insanlar, sizi
topraktan yarattık, oraya döndüreceğiz ve tekrar oradan da çıkaracağız. Sizi
kabirlerinizden kaldırıp hasrettiğimiz zaman yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz. An-dolsun ki, biz Musa'ya vermiş olduğumuz mucizelerin hepsini
Fira-
160 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 57-61)
vun'a
gösterdik. Fakat o yine bizim âyetlerimizi yalanladı, kabul etmedi.»
Musa
(a.s.), Allahü Teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu bütün mucizeleri ve âyetleri
Firavun'un imana gelmesi için gösterir. Fakat o, bütün bu gerçekleri gözleriyle
görmesine rağmen küfründe inat eder, imana gelmez. Kendisine gösterilen
mucizelerin ve âyetlerin gerçek olduğuna inanmaz, sihir olduğunu söyler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dedi
ki: Ey Musa, sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?» *
«Şimdi
biz de seninkine benzeyen bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir
vakit tayin et ki, sen. de, biz de düz bir yerde bulunalım ve caymayalım.»
«(Musa)
da dedi ki: Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı
kuşluk vaktidir.»
Musa
(a.s.) mucizelerini Firavun'a gösterince, o şöyle der: «Ey Musa,
sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de, seninkine
benzeyen bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir vakit tayin et
ki, sen de, biz de düz bir yerde bulunalım ve hiçbirimiz bu müsabakadan
caymayalım. Bakalım kimin sihri galip gelecektir.» Zaten Musa (a.s.) da
mucizelerini Firavun'-un kavmine göstermek için böyle bir ortam bekliyordu. Bu
ortam da kendiliğinden oluşunca, halkın en kalabalık olduğu bir zamanı seçer ve
şöyle der: «Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı
kuşluk vaktidir. Sen adamlarına haber ver, bayram günü, kuşluk vakti meydanda
toplansınlar. Bakalım kimin-ki hak, kiminki bâtıl o zaman belli olur.» Bunun
üzerine Firavun kavmini ve sihirbazları haberdar etmek üzere Musa (a.s.)'dan
ayrılır. ^ „ .., ^ .
(Cûz:
16. Âyet: 62-64) Tâhâ Sûresi 161
«Bunun üzerine Firavun dönüp gitti ve bilâhare bütün
hilesini toplayıp geldi.»
«Musa onlara dedi ki: Yazıklar olsun size. Allah'a
karşı yalan uydurmayın. Sonra azapla sizi yok eder. Doğrusu Allah'a iftira eden
hüsrana uğrar.»
Firavun
kavmim ve sihirbazları haberdar etmek için Musa (a. s.)'dan ayrılır ve
belirtilen günde onları toplar, getirir. Musa (a.s.) da belirtilen günde
müsabaka meydanına gelir, kâhinler ve sihirbazlar maharetlerini göstermek için
hazırlıklarım yaparlar. Maksatları Musa (a.sJ'ya galip gelip kendilerine vaad
edilen mükâfatı almaktı. Musa (a.s.) onların bu hareketini görünce kendilerine
şöyle der: «Yazıklar olsun size. Allah'a karşı yalan uydurmayın. Eğer Allah'a
karşı yalan uydurarsanız sizi azabıyla yok eder. Doğrusu Allah'a iftira eden
ebedî hüsrana uğrar.»
Sihirbazların
sayısı hakkında tefsircilerin görüşü farklıdır. Kimine göre sayıları iki,
kimine göre dört yüz, kimine göre ise on iki bindir. Sayılarının iki
olması çok zayıf ihtimaldir. Çünkü Firavun şehrin bütün kâhin ve sihirbazlarını
Musa (a.s.)'ya karşı toplamıştı. Onlardan her biri maharetlerini göstermek için
iplerini ve değneklerini getirmişlerdi. Zira Firavun kendilerine büyük
vaadlerde bulunmuştu.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Derken onlar işi aralarında tartıştılar. Ve gizlice
müşavere ettiler.»
«Dediler ki: Bu iki sihirbaz sihirleriyle sizi
yurdunuzdan çıkarmak, en şerefli ve üstün olan dininizi ortadan kaldırmak
istiyorlar.» «Onun için tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra da sırayla gelin.
Bugün üstün gelen başarıya ulaşacaktır.»
Firavun'un
kâhinleri ve sihirbazları gizlice aralarında tartışıp
müşavere
ederek birbirlerine şöyle derler: «Bu iki sihirbaz, sihirle-
C.
: IV — F. : 11
162 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 65-69)
riyle bizi yurdumuzdan çıkarıp en şerefli ve en
üstün olan dinimizi ortadan kaldırmak, yerimize ve yurdumuza hâkim olmak
istiyorlar. Onların sihirlerini boşa çıkarmak için tuzaklarınızı biraraya
getirin ve sonra da sırayla gelin. Böylece onlar sizin heybetinizden ve
sihrinizden korksunlar. Çünkü bugün üstün gelen başarıya ulaşacaktır.» Kâhinler
ve sihirbazlar sonra halkın toplandığı bayram yerine gelirler.
Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dediler ki: Ey Musa, marifetini ya sen ortaya koy
veya biz önce koyalım.»
«O da: Hayır, siz koyun, dedi. Bir de ne görsün,
ipleri ve değnekleri büyüleri yüzünden kendisine gerçekten yürüyorlarmış gibi
geldi.»
•Bunun için Musa, içinde bir korku hissetti.» *Biz:
Korkma, muhakkak sen daha üstünsün, dedik.» «Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını
yutsun. Yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Nereden gelirse gelsin, sihirbaz
asla basan kazanamaz.»
Sihirbazlar,
Musa ve Harun (a.s.) ile karşılaşmak için marifetlerini göstermek üzere halkın
toplandığı müsabaka meydanına gelirler ve «ey Musa, ya önce marifetini sen
ortaya koy veya önce biz koyalım»
derler. Musa (a.s.) da önce kendilerinin marifetlerini ortaya koymasını
ister. Bunun üzerine onlar ellerindeki ipleri ve değnekleri büyüîeyerek yere
atarlar. Yere attıkları ipler ve değnekler birer ejderha olup sağa-sola hareket
etmeye başlarlar. Musa (a.s.) bunları görünce
içinde bir ürperti ve bir korku belirir. İmam-ı Mukatil'e göre, Musa (a.s.)'nm
yılanları görünce korkmasının sebebi, halkın kendisinden yüz çevirip
sihirbazlara tâbi olmasındandır. Asıl
korku sebebi budur. Yoksa bizzat sihirbazların marifetle-riyle
yaptıkları yılanlardan korkmamıştır. Çünkü onların sihir mahsulü olduğunu
biliyor, halkın onlara aldanarak haktan yüz çevirmelerinden endişe ediyordu.
Musa (a.s.)'mn gönlüne korku düşünce Allahü Teâlâ vahyedip şöyle buyurmuştur:
«Ey Musa, korkma mu-
(Cûz:
16. Âyet: 70-71) Tâhâ Sûresi 163
hakkak
sen onlardan daha üstünsün. Sağ elindekini yere at da, onların yaptıklarını
yutup yok etsin. Yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Nereden gelirse gelsin,
sihirbaz asla başarı kazanamaz. Ancak hakka tâbi olanlar başarıya ulaşırlar.»
İlâhi
emir gereği Musa (a.s.) elindeki değneği yere atınca değnek büyük bir ejderha
oluverir ve sihirbazların yaptıkları yılanları yutar, yok eder. Bunu gören
sihirbazlar Musa (a.s.)'nm yaptığının sihir olmadığını anlarlar ve birlikte iman edip secdeye kapanırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celiîesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Sonunda sihirbazlar secdeye kapanarak dediler ki:
Biz Musa ve Harun'un Rabbine inandık.»
^(Firavun) dedi ki: Ben size izin vermeden mi ona
inandınız? Doğrusu size büyü öğreten büyüğünüz odur. And olsun ki ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama olarak keseceğim. Sizi muhakkak hurma dallarına
asacağım. O zaman hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu
bileceksiniz,»
Musa
(a.s.) ile sihirbazlar halkın huzurunda, müsabaka meydanında karşılaşırlar.
Musa (a.s.)'nın âsâsı onların yapmış oldukları yılanlarım ve tuzaklarını yutup
yok eder. Bunu gören Firavun ve avanesi şaşakalır. Sihirbazlar ise bunun sihir
olmadığını, ancak Allah tarafından Musa (a.s.)'ya., verilmiş bir mucize
olduğunu anlarlar ve derhal iman edip secdeye kapanarak «biz Musa'nın ve
Harun'un Rabbine İman ettik» derler. Sihirbazların halkın huzurunda iman edip
secdeye kapandığını gören Firavun çok kızar ve şöyle der: «Ben size izin
vermeden mi ona inandınız? And olsun ki, ben de ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama olarak keseceğim. Sonra sizi hurma dallarına asacağım. O zaman
hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bilip göreceksiniz.»
Onlar Firavun'-un tehdidine aldırmayarak şöyle cevap verirler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celiîesinde bunu şöyle beyan ediyor:
164 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 72-76)
«Onlar dediler ki: Seni, bize gelen apaçık
mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen
ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.»
«Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın
büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah'ın vereceği mükâfat daha
iyi ve daha devamlıdır.»
Sihirbazlar,
Musa (a.s.)'nın mucizesini görünce derhal iman ederler. Onların iman ettiğini
gören Firavun kendilerini en şiddetli azap ile tehdit eder. Bu tehdide
aldırmayan sihirbazlar, Firavun'a şöyle derler: «Ey Firavun, seni bize gelen
apaçık mucizelere ve bizi yaratan Allah'a asla üstün tutmayacağız. Şimdi bizim
hakkımızda ne hüküm verirsen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.
Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için
Rabbimize iman ettik. Çünkü Allah'ın vereceği mükâfat daha iyi ve daha
devamlıdır.»
Bazı
tefsircilere göre, Yüce Allah sihirbazlara gidecekleri yer olan cehennemi
gösterdiği zaman, onun dehşetinden korkup secdeye kapanmışlar ve Firavun'a
«seni, bize gelen apaçık mucizelere ve Rabbimize üstün tutmayacağız»
demişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Gerçek odur ki, kim Rabbine suçlu olarak gelirse
şüphesiz ki cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar.»
«Kim de O'na iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olarak
gelirse işte onlara en üstün dereceler vardır.»
«Altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî
kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, arınanların mükâfatıdır.»
Yüce
Allah bu âyet-i celilelerde cehennem ehli ile cennet ehlinin nail olacakları
mükâfat ve mücâzatı bildirmektedir. Allah'a şirk
(Cûz:
16. Âyet: 77-79) Tâhâ Sûresi 165
koşup
imandan yüz çeviren ve emirlerine isyan edip suçlu olarak Allah'a dönen
kimseler içindir cehennem. Orada ne ölürler ve ne de kendilerine menfaat veren
bir hayata kavuşurlar. Kimler de iman edip sâlih amel işlerse, işte onlar için
de altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Bu, onların iman ve
amellerinin bir karşılığıdır. İman edip amel-i sâlih işleyenler, orada ebedi
olarak kalacaklar ve kendilerine en üstün dereceler verilecektir. Allahü Te-âlâ
bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçek odur ki, kim Rabbine suçlu olarak gelirse,
şüphesiz ki cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar. Kim de O'na iman
etmiş ve sâlih amel işlemiş olarak gelirse, işte onlara en üstün dereceler
vardır. Altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları Adn cennetleri
vardır. İşte bu arınanların mükâfatıdır.» Âyette de ifade edildiği gibi iman
edenler mükâfatını, iman etmeyenler de mücâzatım göreceklerdir.
Allahü
Teâîâ âyet-i celiîesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki, biz Musa'ya: Kullarımı geceleyin
yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç. Düşmanların yetişmesinden korkma ve endişe
etme, dedik.»
• Firavun da ordusuyla onları takip etti. Deniz de
onları nasıl kapîadıysa öylece kapladı.»
«Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu göstermedi.»
Musa
(a.s.) ile karşılaşan sihirbazlar kendi yaptıklarının sihir, Musa (a.s.)'nın
göstermiş olduğunun ise Allah tarafından kendisine verilen mucize olduğunu
görürler ve derhal iman edip secdeye kapanırlar. Manzarayı gören Firavun çok
kızar ve iman edenleri cezalandıracağını söyler. Bununla da kalmayarak
İsrailoğullarma karşı zulmünü daha da artırır. Bu zulme tahammül edemeyen Musa
(a.s.) IsrailoğuUarım bir gece gizlice Mısır'dan çıkarır ve Kızıl-deniz
istikametine doğru hareket eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsun
ki, biz Musa'ya: Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç.
Düşmanların yetişmesinden korkma ve endişe etme, dedik.» Firavun, Musa
(a.s.)'nın İsrailoğullanyla beraber Mısır'dan çıkıp gittiğini öğrenince onları
yakalamak için ordusuyla beraber arkasından yola çıkar ve Kızıldeniz'in
kenarında Musa (a.s.)'ya kavuşur. Hz. Musa îsrailoğullarıyla beraber düş-
166 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Ayet: 80-82)
man
ile deniz arasında kalır. O anda ilâhi emir gereği elindeki âsâ-yı denize
vurur, denizden on iki yol açılır. Her kol ayrı ayn yollardan denize girerler,
açılan yollar kupkuru kesilmiştir. Musa (a.s.) ve kavmi denizi geçip selâmete
çıkarlar. Onları gören Firavun ve ordusu aynı yollardan denize girerler,
ordunun tamamı denize girince açılan yollar kapanır, Firavun ve ordusu
boğularak helak olurlar. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Firavun da
ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları nasıl kapladıysa öylece kapladı.
Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu göstermedi.» Böylece iman edenler
mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını görmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ey İsrailoğulları, sizleri düşmanınızdan kurtardık
ve Tur'un sağ yanmı size vaadettik. Kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.»
«Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden
yiyin. Bunda aşırı gitmeyin. Sonra üstünüze gazabım vacip olur. Gazabımı hak
eden kimse muhakkak mahvolur.»
«Şüphesiz ki ben tevbe edip iman ederek sâlih amel
işleyeni ve sonra doğru yola gireni muhakkak bağışlarım.»
Yüce
Allah, İsrailoğullarım Firavun'un zulmünden kurtarıp üzerlerine kudret
helvasıyla bıldırcın eti yağdırmıştır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Ey İsrailoğulları, sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tur'un sağ yanını size
vaadettik. Üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik. Size rızık
olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin. Nimetlerime karşı nankörlük edip
masiyet işlemeyin. Sonra üstünüze gazabım vacip olur. Gazabımı hak eden kimse
muhakkak mahvolur. Şüphesiz ki, ben günahlarına tevbe edip iman ederek sâlih
amel işleyeni ve sonra doğru yola gireni muhakkak bağışlarım.» İsrailoğulları
Tih vadisindeyken her gün fecr-i sadıktan güneşin doğmasına kadar her insan
için bir ölçek miktarı kudret helvası ve Selva denilen bıldırcın eti
indirmiştir. Fakat İsrailoğulları bu nimetlerin ve mükâfatların kıymetini
bilmeyerek yine sapıtmışl ardır.
(Cûz:
16. Âyet: 83-86) Tâhâ Sûresi 167
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle
beyan ediyor:
«Ey Musa, seni kavminden daha çabuk gelmeye sevk
eden nedir?»
«Dedi ki: Onlar ardimdadır. Rabbim, hoşnut olman
için sana acele geldim.»
«Buyurdu ki: Doğrusu biz senden sonra milletini
sınadık ve Samirî de onları saptırdı.»
«Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü ve dedi
ki: Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı
aradan geçti, yoksa Rabbinizin gazabına uğramak mı istediniz de, bana
verdiğiniz sözden caydınız'»
Allahü
Teâlâ'nın emriyle Musa (a.s.) Tevrat'ı aİıp kavmine getirmek üzere yetmiş kişi
ile Tur dağına gider. Oraya yaklaşınca ya-mndakilerden ayrılır tek basma dağa
doğru ilerler ve onlara da ardından gelmesini söyler. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Ey Musa, seni kavminden daha önce buraya gelmeye sevk eden
nedir?». Musa (a.s.) da Rabbine şöyle cevap verir: «Ey Rabbim, onların hepsi
benim ardımdadır. Rabbim, hoşnut olman için sana acele geldim.» Bunun üzerine
Allahü Teâlâ ona şöyle vahyeder: «Ey Musa, doğrusu biz senden sonra kavmini sınadık,
Samirî onları buzağıya taptırmak suretiyle saptırdı.»
Hz.
Musa Tur'a giderken kavminin başına kardeşi Harun (a.s.)'u bırakmış ve ona
itaat etmelerini söylemişti. O kavminin içinden ayrılınca altıyüz bin kadar
olan İsrailoğulları, Samirî adında bir ustanın altından yapmış olduğu buzağıya
taparak Harun (a.s.)'a karşı gelip isyan etmişlerdir. İçlerinden ancak on iki
bin kadarı isyancılara tâbi olmamıştır. Kavminin buzağıya taparak kardeşine
isyan edip Allah'a şirk koştuğunu öğrenen Musa (a.s.), Tur'dan kızgın ve üzgün
olarak döner, onlara şöyle der: «Ey kavmim, Rabbiniz size okuyup amel etmeniz
için Tevrat'ı indireceğini ve günahlarınızı ba-
168 Tâhâ Sûresi fCûz; 16. Âyet: 87-89)
fışlayacağım
vaadetmedi mi? Ben de, o vaad üzere Tevrat'ı alıp size getirmeye gittim.
Aranızdan ayrılalı uzun bir zaman mı geçti ki, siz bu fitneye düştünüz? Yoksa
Rabbinizin azabına uğramak mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?»
Bunun üzerine kavmi de Musa (a.sJ'ya- şu cevabı verir,
Allahü
TeâJâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor .-
*Onlar
dediler kî: Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin zinet
eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Ve biz onlan ateşe attık, Samirî de
aynı şekilde attı.»
«Hülâsa
o kendilerine böğüren bir buzağı heykeli çıkarmıştı. 'Bu sizin de, Musa'nın da
tanrısıdır, ama o unuttu1 dediler.*
-Görmüyorlar
mıydı ki o, kendilerine ne söz söyleyebilirdi, ne zarar ve ne de fayda
verebilirdi?»
Musa
(a.s.) Tur'dan dönünce kavminin buzağıya taptığını görür ve neden ona
taptıklarını sorar. Onlar da şöyle cevap verirler.-«Ey Musa, biz sana
verdiğimiz sözden kendi başımıza dönmedik, Firavnn'un yükler dolusu zinetleri
bize getirildi. Biz de onları bir çukur kazıp oraya doldurduk, Samiri de
elindeki zinetleri bizimle beraber bıraktı.» İsrailoğullarının kadınları bayram
günlerinde takınmak üzere Firavun'un kavminin kadınlarının zinetlerini ödünç
olarak alırlar, onları bir daha geri iade etmeden Musa (a.s.)'nm emriyle
Mısır'dan çıkıp giderler. Firavun da kavmi ve ordusuyla onları takip eder. Musa
fa.s.) için Kızıldeniz'den açılan yollardan geçmeye çalışırken denizin
birleşmesiyle boğularak helak olurlar. Kadınların yükler dolusu zinetleri ise
Musa (a.s.)'nın kavminin elinde ganimet malı olarak kain-, O zamanın şeriatına
göre ganimet malı helâl değildi ve bu malları ne yapacaklarım da bilmiyorlardı.
Musa (a.s.)'yı da durumdan haberdar etmemişlerdi. O, Tur'a gidince Samirî,
îsrailoğullarına şöyle demişti: «Elinizde bulunan ganimet mallarını taşımayın,
bir kuyu kazın, oraya koyun. Musa Tur'dan dönünce kendisini durumdan haberdar
edersiniz ve vereceği hükme göre hareket edersiniz.» Bunun üzerine Musa
(a.sJ'nm kavmi
(Cûz:
16. Âyet: 90-91) Tâhâ Sûresi 169
bir
kuyu kazarlar, ellerinde bulunan zinet mallarını toplayıp o kuyuya koyarlar,
Samirî de aynısını yapar.
İbn
Abbas (r.a.) bu hususta şu açıklamayı yapar: «Harun (a.s.) kavminin elinde
bulunan ganimet malı olan zinetleri toplatır bir ateş yaktırarak içine attırır.
Samiri de aynısını yapar. Sonra Cebrail gelip bir atın nalının altından bir
avuç toprak alıp erimekte olan zinet eşyasının içine atar. Böylece erimekte
olan altından bir buzağı meydana gelir. O buzağı bir hayvan gibi bağırmaya
başlar.» Bazı tefsircilere göre, Harun (a.s.), Samirî'nin eriyen altınlardan
bir buzağı yaptığını görür, ve onun ne olduğunu sorar. Samiri, yaptığı şeyin
hiçbir zararı olmadığını ve kendisi için dua etmesini ister. Harun (a.s.) ise,
onun art niyetli olduğunu bilmez ve «Ey Rabbim, Samirî'ye istediğini ver» diye
dua eder. Samirî buzağıyı yapar, içine toprak doldurur ve «Harun'un duasıyla
bir buzağı ol, bağır» der. Çünkü Harun (a.s.), Rabbine Samirî'nin istediğini
ver diye dua etmişti. Allahü Teâlâ İsrailoğullarım onunla denemiştir. Onlar
buzağı vasıtasıyla sapıtıp fitneye düşmüşlerdir. Samiri buzağıyı yapıp
bağırmaya başlayınca İsrailoğullarına «ey kavmim, bu sizin ilâhınız ve
ma'budunuzdur, Musa'nın da ma'bu-dudur. Fakat o, bunu bırakıp gitti, böylece
de. yolunu şaşırtıp haktan ayrıldı. Siz buna tapın, yolunuzu şaşırtmayın» der.
Yüce
Allah onun hiçbir şeyden haberi olmadığını Musa (a.s.)'-ya vahyedip şöyle
buyurur: «İsrailoğulları, onun hiçbir şey yapamayacağını ve kendilerine hiçbir
surette cevap veremeyeceğim görmüyorlar mı? Onların taptıkları cansız bir
şeydir, nasıl ma'bud olabilir?» Halbuki Yüce Halik bununla İsrailoğull arını
denemiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Andolsun ki, daha Önce Harun da onlara: 'Ey kavmim,
siz bununla sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Bana uyun ve
emrime itaat edin' demişti.»
«Onlar da: 'Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan
vazgeçmeyeceğiz' demişti.»
Musa
(a.s.) Tur'dan dönmeden önce, Harun (a.s.) kavmine «ey kavmim, Allah tarafından
siz bununla deneniyorsunuz. Bu sizin ilâ-
170 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 92-94)
hiniz
değildir. Sizin ilâhınız ancak Rabbiniz olan Rahmân'dır. Buzağıya tapmayı terk
edin, bana uyun ve dinime tâbi olun. îbadet yalnız Allah'a yapılır. O'ndan
başkasına asla ibadet yapılmaz. Emrime itaat edin ve bâtıl olan şeylere
tapmayın. Şayet buna tapmaya devam ederseniz, Allah'ın azabına uğrar helak
olursunuz.» der. Kavmi Harun (a.s.)'un bu uyarısına aldırmaz ve şöyle cevap
verir: «Ey Harun, Musa bize dönüp gelene kadar buna ibadetten asla
vazgeçmeyiz.» Harun ta.s.)'un bütün ısrarına rağmen, kavmi kendisini dinlemez
yine buzağıya tapmaya devam ederler. O da içlerinden ayrılır ve buzağıya
tapmayanlarm yanma gider. Musa (a.s.) Tur'dan dönene kadar onlar da kendi
hallerine kalır. Musa (a.s.) Tur'dan dönüp kavminin bulunduğu yere yaklaşınca,
onların buzağının etrafında şarkı söyleyerek raksettiklerini görür ve yanında
bulunan yetmiş kişiye «bunların şarkı söyleyip raksetmeleri fitneye
düştüklerinin bir alâmetidir. Onlar fitneye düşüp haktan ayrılmışlardır» der.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan, ediyor:
«Musa dönünce dedi ki: Ey Harun, bunların
saptıklarını görünce seni benim ardımdan gelmekten alıkoyan neydi? Sen benim
emrime karşı mı geldin?»
«O da dedi kî: Ey anamın oğlu, saçımdan sakalımdan
tutma, doğrusu İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın demenden
korktum.»
Musa
(a.s.) Tur'dan dönüp kavminin buzağıya tapmak suretiyle Allah'a şirk koştuğunu
görünce çok üzülür ve hiddete gelip yerine bırakmış olduğu kardeşi Harun'un
saçını ve sakalını kuvvetlice tutar ve şöyle der: «Ey Harun, bunların
saptıklarını görünce sen ardımdan gelip neden bana haber vermedin? Veya
bunlarla niçin savaşmadın? Eğer bunlar benim yanımda Allah'a şirk koşsalardı,
onları şirkten alıkoymak için kendileriyle savaşırdım. Şayet sen onlara karşı
koysaydın elbette yaptıklarından dönerlerdi ve bu kötü fiili işlemezlerdi.
Yoksa sen benim emrime karşı mı geldin?» Musa (a.s.)'dan bu sözleri işiten
Harun (a.s.) şöyle' cevap verir: «Ey anamın oğlu, saçımdan, sakalımdan tutma,
ben onların ikiye ayrılıp sa.-vaşmalarından ve senin «İsrailoğulları arasına
ayrılık soktun, sözü-
[Cûz:
16. Âyet: 95-97) Tâhâ Sûresi 171
me
bakmadın, beni dinlemedin» demenden korktum. Bundan dolayı onların yaptıklarım
ardından gelip sana haber vermedim, dönmeni bekledim.» Musa (a.s.) kardeşinin
masum olduğunu anlayınca saçını sakalını bırakıp kavmini sapıklığa düşüren
Samiri'yi azarlamaya başlar.
Alla'hü
Teâlâ âyet-i celüesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«(Musa): 'Senin zorun neydi ey Samirî?' dedi.»
«O da dedi ki: Onların görmedikleri bir şeyi gördüm
ve o peygamberin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu eriyen zinet eşyasının
içine attım. Nefsim bana böyle yaptırdı.»
«Musa da: 'Defol, çünkü senin hayatta bana
dokunmayın' demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç
kaçamayacağın bir ceza vardır. Durup üzerine titrediğin tanrına bak, onu
yakacağız. Sonra onu parça parça edip denize atacağız, dedi.»
Musa
(a.s.} kardeşi Harun'un suçsuz olduğunu anlayınca onu bırakır, asıl bu fitneyi
çıkaran Samiri'yi azarlayarak şöyle der: «Ey Samirî, senin bunu yapmaktan
maksadın nedir? Sen bunu yapmakla insanları fitneye düşürdün.» Bunun üzerine
Samiri, Musa (a.s.)'-ya şöyle cevap verir: «Ben, kavminin bilmediği bazı
şeyleri biliyor ve onların göremediği Cebrail'i ise görüyorum. Cebrail,
Firavun'un kavmini helak etmeden önce bindiği atın bastığı yerden almış olduğum
bir avuç toprağı yapmakta olduğum buzağının ağzına attım. Bu toprağı buzağının
ağzına atınca o, hayvan gibi bağırmaya başladı. Onun bağırması benim çok hoşuma
gitti, böylece bu da meydana gelmiş oldu.» Sonra Musa ta.s.) onu huzurundan ve
kavminin içinden kovarak şöyle der: «Defol git, çünkü senin hayatta
«bana dokunmayın» demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için
hiç kaçamayacağın bir ceza vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına da bak,
biz onu yakacağız ve sonra onu parça parça edip denize atacağız.» Musa (a.s.),
fitneye sebep olan Samirî'yi
172 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 98-101)
böylece
huzurundan kovduktan sonra, kavmine de onunla ilgilerini kesmelerini ve
kendisine yaklaşmamalarını emreder. Bundan sonra Samiri kendisine kimsenin
yaklaşmadığını ve hiç kimsenin konuşmadığını görünce, vahşi hayvanların
bulunduğu ormana gider, onlara karışır adetâ hayvanlaşır. Artık insanlık
şerefini ve özelliğini kaybeder. Çünkü Yüce Allah, insanları amellerine göre en
yüksek makama ulaştırarak melekleştirir veya esfel-i sâfilîne indirerek
hay-vanlaşf.ırır. Şu fâni âlemde isteyenin en yüksek makama çıkıp
me-lekleşmesi, isteyenin de Samirî gibi esfel-i sâfilîne inip hayvanlaşması
mümkündür. Allah'a iman edip sâlih ameller işleyenler en yüksek makama ulaşarak
melekleşir, imandan yüz çevirenler ve sâlih amel yapmayanlar ise esfel-i
sâfilîne inip hayvanlaşırlar.
Rivayete
göre Musa (a.s.), Samiri'nin yapmış olduğu buzağıyı keser, canlı hayvan gibi
kanı akar, bazılarına göre ise. onu boğazladıktan sonra ateşte iyice kızartır,
sonra denize atar ve kavmine dönüp şöyle der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Ancak sizin tanrınız kendisinden başka bir Tanrı
bulunmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.»
«İşte böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir
kısmını anlatırız. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir de kitap verdik.»
«Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki kıyamet günü
ağır bir günah yükünü yüklenecektir.»
•Onda ebediyen kalacaklardır. Kıyamet gününde onlar
için bu ne kötü bir yüktür.»
Musa
(a.s.)T Samiri'nin yapmış olduğu buzağıyı parçalayıp denize attıktan
sonra kavmine şöyle der: *Ey kavmim, sizin tanrınız ancak kendisinden başka
tanrı bulunmayan Allah'tır. O'ndan başka ma'bud ve ilâh yoktur, onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. O, gizli ve
aşikâr her şeyi bilir.»
Yüce
Allah, insanların ibret alıp iman etmeleri için sevgili Pey-
(Cûz:
16. Âyet: 102-104) Tâhâ Sûresi 173
gamberine
geçmiş peygamberlerin kıssalarından bazılarını vahye-dip şöyle buyurmuştur: «Ya
Muhammed, böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir kısmını anlatırız. Kavmin
bunlardan ibret alıp onlar gibi küfürlerinde inat ederek hakkı inkâr
etmesinler. Şüphe yok ki biz sana katımızdan bir de kitap indirdik. Kim ondan
yüz çevirirse şüphesiz ki, kıyamet günü ağır bir günah yükünü yüklenecektir.
İşte onlar ebediyen cehennemde kalacaklardır. Kıyamet günü onlar için bu ne
kötü bir günah yüküdür. Âyetlerimizi yalanlayanları biz böyle cezalandırırız.»
İman etmeyerek Allah'ın âyetlerinden yüz çevirenler kıyamet günü içinde ebedî
olarak kalacakları elim bir azaba uğratılacaklardır. Bu, onların inkârlarının
ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de
cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Sura üflendiği gün, işte o gün gözleri korkudan
gövermiş olarak suçluları toplarız.»
«Aralarında gizli gizli konuşarak: 'Siz dünyada
sadece on gün eğleştiniz' derler.»
«Söylediklerim biz daha iyi biliriz. En akıllıları
da 'sadece bir gün eğleştiniz' der.»
■;
Dünya hayatı son bulup kıyamet koptuktan sonra canlıların tekrar dirilmesi için
Allahü Teâlâ'nın emriyle İsrafil adındaki melek sur düdüğüne üfürür. Sura
üfürülmesiyle yerin altındaki bütün canlılar oldukları yerden kalkar ve hesaba
çekilmek üzere mahşer yerine gelirler. İşte o gün, günahkârlar korkudan
yüzlerinin rengi kaçmış, gözlerinin- feri sönmüş olarak mahşer yerine gelirler.
Uğrayacakları azabı gördükleri vakit aralarında gizlice konuşarak birbirlerine
«siz dünyada sadece oıı gün kaldınız» derler. Onlar kıyametin dehşetini ve
uğrayacakları azabı görünce dünyada çok az kaldıklarını söyleyeceklerdir.
Halbuki Yüce Allah onların söylediklerini ve ne kadar kaldıklarını daha iyi
bilir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Sura üflendiği gün, işte o gün
gözleri korkudan gövermiş olarak suçluları toplarız. Aralarında gizli gizli
konuşarak «siz dünyada sadece on gün eğleştiniz» derler. Onların söyledikle-
174 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 105-109)
rini
biz daha iyi biliriz. En akıllıları da «sadece bir gün eğleştiniz» der.»
Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor :
*Sana dağlan sorarlar, de ki: Rabbim onları ufalayıp
savura-cak.»
«Yerleri dümdüz, kuru bir toprak haline getirecek.»
«Orada ne çukur, ne de tümsek göreceksin.» «O gün hiçbir tarafa sapmadan, o
davetçiye uyacaklardır.» «O gün Rahmân'm izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati fayda vermez.»
Sakîf
kabilesinden bir kişi Peygamberimiz, (s.a.v.) 'e gelerek *siz kıyametin
kopacağından ve dünyanın yıkılacağından bahsediyorsunuz, kıyamet kopunca dağlar
ne olacak» der. Bunun üzerine yukardaki âyetler inzal edilerek şöyle
buyurulmustur: «Ya Muham-med, sana dağları sorarlar, de ki: «Rabbim, onları
ufalayıp toz haline getirecek, savuracak ve yerlerini dümdüz kuru bir toprak
şekline sokacaktır. Sen onların yerlerinde ne bir çukur ve ne de bir tümsek
görebilirsin. O gün bütün mahlûkat İsrafil'in suru üfürme-siyle yerlerinden
kalkıp mahşer meydanına toplanacaktır. Hiç kimse başka bir tarafa sapmadan, o davetçiye
uyacaklardır.» Kıyamet günü İsrafil (a.s.) suru üfürdüğü zaman şöyle nida
olunacaktır: «Ey çürümüş ve dağılmış etler, kemikler kalkın, Rahmân'm huzuruna
gelin.» Bu daveti işiten bütün mahlûkat yerlerinden kalkıp hesaba çekilmek
üzere mahşer yerine toplanacaktır. O zaman herkes kendi derdine düşecek,
kimsenin kimseye asla faydası olmayacak, ancak Allahü Teâlâ'nm şefaata izin
verdikleri müstesnadır. Onların şefaat ettikleri kıyametin şiddetinden ve
korkusundan kurtulup Allah'ın gölgesinde gölgeleneceklerdir.
îbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Kıyamet günü insanların ayaklarının sesi duyulur,
fakat söyledikleri işitilmez. Çünkü o zaman diller mühürlenir, eller ve ayaklar
konuşturulur.
(Cûz:
16. Âyet: 110-114) Tâhâ Sûresi 175
Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O, onların önlerindekini de, arkalarmdakini de
bilir. Onların hiçbirinin ilmi asla bunu kavrayamaz.»
«Artık bütün yüzler, diri ve her şeye hâkim olan
Allah'a baş eğmiştir. Zulüm yükü taşıyanlar ise gerçekten hüsrana
uğramışlardır.»
*Kim de mü'min olarak sâlih ameller işlerse o, ne
zulme uğramaktan ve ne de sevabının eksilmesinden korkmaz.»
Allahü
Teâlâ kullarının âhiret için hazırladıklarını da, dünyada bıraktıklarını da
bilir. Fakat insanların hiçbirinin ilmi bunu kavra-yamaz, Çünkü insanların ilmi
sınırlıdır. Yüce Hâlik'm ilmi ise sonsuzdur, her şeyi kuşatır. Hiçbir şey O'nun
bilgisinden gizli kalmaz. Kıyamet günü bütün yüzler, her şeye hâkim olan
Allah'ın huzurunda baş eğer, secdeye kapanır. Allah'a şirk koşup isyan ederek
günah işleyenler ise gerçekten hüsrana uğrayıp zelil ve hakir olacaklardır.
Fakat iman edip sâlih ameller işleyenler ne zulme uğrayacaklar ve ne de
sevaplarından bir şey eksilecektir. Onlar, içinde ebedî kalacakları cennet
nimetlerine nail olacaklardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.
îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını Allah katında göreceklerdir.
Herkes amelinin karşılığını görecektir. Çünkü O, kimseye zulmetmez, adliyle
herkese yaptığı; amelin karşılığını verir. Dilerse fazlıyla ve insanıyla
günahkâr olanları bağışlar, affeder. Amel-i sâlih işleyenlerin de mükâfatım kat
kat artırır. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da
cezasını görecektir. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor-
176
Tâhâ
Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 115-119)
*Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik
ve onda türlü türlü tehditleri açıkladık. Belki sakınırlar yahut o,
kendilerinde yeni bir hatıra ve ibret canlandırır.»
«Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. Kur'an sana
vahye-dilirken, vahiy bitmezden önce Kur'an'ı okumada acele etme ve 'Rab-bim,
benim ilmimi artır' de.»
Allahü
Teâlâ birçok âyetlerde beyan buyurduğu gibi, bu âyet-i celüede de Kur'ân-ı
Kerim'i Arapça olarak indirdiğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed,
biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Ve onda türlü türlü
tehditleri açıkladık. Belki insanlar Allah'a şirk koşmaktan ve isyan etmekten
sakınırlar veya kendilerinden önce geçen zalim milletlerin başlarına
gelen felâketlerden ibret alıp iman ederler. Gerçek hükümdar olan Allah çok
yücedir, şeriki ve benzeri yoktur. Ya Muhammed, Kur'an sana vahye-dilirken
unuturum korkusuyla vahiy bitmeden önce Kur'an'ı okumada acele etme, biz onu
sana unutturmayız ve'«Rabbim, benim ilmimi artır» de.»
Peygamberimiz
Cs.a.v.) bu âyeti okuduğu zaman «Rabbim, benim imanımı ve ilmimi artır» diye
dua ederdi. Bize düşen görev de Peygamberimizin yolundan gitmek, onun dua
ettiği gibi, dua ve niyazda bulunmaktır. Bundan sonra Yüce Allah, Âdem (a.s.)'in
kıssasını zikretmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
,\
«And olsun ki, biz daha önce Âdem'e de tavsiyede
bulunmuştuk. Fakat o unuttu. Biz onda bir azim bulamadık.»
«Hani meleklere demiştik ki: 'Âdem'e secde edin'.
İblisten başka hepsi secde etmiş, o ise dayatmıştı.»
«Biz de demiştik ki: Ey Âdem, doğrusu bu hem senin,
hem de eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht
olursun.»
«Çünkü cennette ne acıkırsın, ne çıplak kalırsın.»
119)
k indirdik ve onda r yahut o, kendile-
Kur'an
sana vahye-acele etme ve 'Kab-
luğu
gibi, bu âyet-i -eliğini bildiriyor ve ce Arapça bir Kur'-eri açıkladık. Belki
ten sakınırlar veya mna gelen felâket-olan Allah çok yü-<ur'an sana
vahye-önce Kur'an'ı oku-re '«Rabbim, benim
iman
«Rabbim, be-ize düşen görev de îttigi gibi, dua ve Âdem (a.s.)'in kıs-
îyan
ediyor:
(Cûz:
16. Ayet: 120-122) Tâhâ Sûresi
•Orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında
kalırsın.»
Yüce
Halik, Âdem (a.s.)'i yarattığı zaman, ona secde etmeleri için meleklere emir
buyurmuş, melekler emir gereği derhal secde etmişler, fakat iblis secde
etmemiştir. İblis hased ve kibrinden dolayı Âdem (a.s.)'e secde etmemiştir.
Meleklerde ise böyle bir durum olmadığı için ilâhi emri derhal yerine
getirmişlerdir. Allahü Teâlâ, Âdem (a.s.)'i zevcesiyle birlikte cennete koymuş
ve kendilerine yasak ağacın meyvesinden yememelerini tavsiye etmiştir. Fakat o,
bu tavsiyeyi unutup yasak ağacın meyvesinden yemiştir. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «And olsun ki, biz daha önce Âdem'e de tavsiyede bulunmuştuk.
Fakat o unuttu. Biz onu emredilen şeylere karşı sabredici, yasak edilenlerden
sakınıcı bulamadık. Kendisine secde etmeyen iblise tâbi oldu. Biz onu
yarattığımız zaman meleklere Âdem'e secde etmelerini emrettik de, iblisten
başkası secde etti, fakat iblis secde etmemek için direnmişti. Biz de Âdem'e
demiştik ki: *Ey Âdem, doğrusu bu hem senin, hem de eşinin düşmanıdır. Sakın
sizi -cennetten çıkarmasın. Şayet cennetten çıkarırsa bedbaht olursunuz. Çünkü
cennette ne acıkırsınız ve ne de çıplak kalırsınız. Ne susarsınız ne de güneşin
sıcağında kalırsınız.» Buna rağmen Âdem (a.s.), şeytanın iğvasıyla yasak edilen
meyveden yemiş, bunun neticesi olarak da zevcesiyle birlikte cennetten
çıkarılmışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şeytanın vesvesesini şöyle beyan ediyor:
rede
bulunmuştuk. lin'. İblisten
başka
îm
senin, hem de n. Yoksa bedbaht
•sın.»
«Nihayet
şeytan ona vesvese verip dedi ki: Ey Âdem, seni ebediyet ağacına ve zeval
bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi?»
«Bunun üzerine
ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Hemen ayıp yerleri açılıverdi. Ve cennet
yapraklarıyla örtünmeye koyuldular.
Âdem, Rabbine âsî oldu ve şaşıp kaldı.»
«Sonra
Rabbi yine onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.»
Şeytan
cennette Âdem (a.s.) ile Havva anamıza vesvese verip
şöyle
demiştir: «Ey Âdem, seni ebedilik ağacına ve son bulmayacak bir devlete delâlet
edeyim mi? Eğer bu ağacın meyvesinden yerseniz cennette ebedî olarak kalır ve
son bulmayacak bir devlete sahip olursunuz.» Bunun üzerine Âdem (a.s.) ile eşi
şeytanın hilesine aldanarak, Allahü Teâlâ'nın kendilerine yasaklamış olduğu
ağacın meyvesinden yerler. Yedikleri meyveyi daha yutmadan üzerlerindeki cennet
elbisesi ve başlarındaki taç çıkarılır, her tarafları açılır. Mahrem yerlerini
kapatmak için cennet ağaçlarının yaprakları vasıtasıyla örtünmeye çalışırlar.
Fakat onlar yapraklara uzandıkça, ağaçların dalları yükselir, yapraklara
erişemezler. Âdem (a. s.) hatasını anlar, yasak olan meyveden yemekle Rabbine
âsî olur. Ebedî kalmak istediği cennetten kesin olarak çıkarılır, rahmetten
zahmete düşer. Sonra Yüce Allah tevbesini kabul eder ve peygamberlik vazifesi
verir, hatasını bağışlar ve ona doğru yolu gösterir. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Nihayet şeytan onlara vesvese verip dedi ki: «Ey Âdem, seni
ebediyet ağacına ve zeval bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? Bunun
üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Hemen ayıp yerleri açıldı ve
cennet yaprak-larıyla örtünmeye koyuldular. Âdem, Rabbine âsi oldu ve şaşıp
kaldı. Sonra Rabbi yine onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu
gösterdi.»
Allahü
Teâlâ'nın emirlerine isyan edenler her zaman izzetten zillete, rahmetten azaba
düşerler. Âdem (a.sJ'in cennette ebedî kalmak için yemiş olduğu yasak meyve
cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur. Görülüyor ki, Allahü Teâlâ'nın
emirlerine muhalefet edenler, lâyık oldukları cezayı görüyorlar. Bir
peygamberden böyle küçük bir zellenin sadır olması cennetten çıkarılmasına
sebep olmuştur. Halbuki,peygamberlerden günah sudur etmez, ancak ayak kayması
anlamına gelen zelle meydana gelir. Zelle denen küçük bir hata böyle bir
mahrumiyete sebep olursa, ya Allah'a isyan edenlerin hali ne olur? Elbette
onlar elim bir azaba uğrayacaklardır. Dünya ve âhiretin saadeti ve mutluluğu
ancak Allah'ın emirlerine itaatle mümkün olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
25)
ve
son bulmaya-
meyvesinden
yer-yacak bir devlete
eşi
şeytanın hile-usaklamış olduğu ta yutmadan üzer-rılır, her tarafları ^açlarının
yaprak-
yapraklara
uzan-ımezler. Âdem (a.
Rabbine
âsi olur. karılır, rahmetten f eder ve peygam-gru yolu gösterir. rtan
onlara ve 3 ve-İre zeval bulmaya-1 ikisi de o ağacın re
cennet yaprak-oldu ve şaşıp kal-îtti ve ona doğru
r zaman
izzetten înnette ebedî kal-tarılmasma sebep = muhalefet eden-.berden böyle
kü-ıma sebep olmuş-ancak ayak kay-denen küçük bir h'a isyan edenle-yacaklardır.
Dün-m emirlerine ita-
«Buyurdu ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz
oradan inin. Artık ne zaman benden size bir hidayet gelir de, kim benim
hidayetime uyarsa ne sapar, ne de bedbaht olur.»
-Kim de benim zikrimden yüz çevirirse bilsin ki,
onun dar bir geçimi olur ve kıyamet gününde biz onu kör olarak hasrederiz.»
«Der ki: Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin?
Halbuki ben gören birisiydim.»
Hz.
Âdem ile Havva cennette şeytanın vesvesesiyle yasak meyveden yemek suretiyle
Rablerine âsi olmuşlardır. Bunun üzerine Yüce Allah da onları bu makamdan
çıkarmış ve şöyle buyurmuştur: *Ey Âdem, birbirinize düşman olarak hepiniz
oradan inin. Artık ne zaman benden size bir hidayet gelir de, kim benini
hidayetime uyarsa, ne sapar, ne de bedbaht olur. Kim de benim zikrimden yüz
çevirirse bilsin ki, onun dar bir geçimi olur ve kıyamet gününde biz onu kör
olarak hasrederiz. O da der ki: «Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin? Halbuki
ben dünyada gören birisiydim.»
Allahü
Teâlâ her kavme kendilerini doğru yola davet etmek için peygamber göndermiştir.
Bu davete uyanlar hidayete erip dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşmuştur.
Uymayanlar ise ilâhi azaba uğrayıp heîâk olmuşlardır. Peygamberin davetine uyup
Kur'ân-ı Kerîm'in hükmüne tâbi olanlar ne saparlar ve ne de ebedî bedbahtlığa
mahkûm olurlar. Çünkü onlar Allah ve Resulünün dostlarıdırlar.
İbn
Abbas (r.a.) bu hususta şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ, Kur'-ân-ı Kerîm'e tâbi
olanları dünyada ebedî sapıklığa düşüp bedbaht olmaktan korur. Ondan yüz
çevirenleri ise dünyada darlığa, yokluğa ve sıkıntıya sokar. Âhirette de elim
bir azaba uğratır. Onların gidecekleri yer cehennem, yiyecekleri ise zakkumdur.
O, ne kötü bir yiyecektir. İşte Kur'ân-ı Kerîm'den yüz çevirenlerin akıbeti
budur. İman edenler mükâfatım, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.»
Kör olarak mahşer yerine getirilenlerin hali şöyle beyan ediliyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor :
«Buyurdu ki: İşte öyledir. Sana âyetlerimiz gelmişti
de, sen onları unutmuştun. Bugün de sen öylece unutulursun.»
«İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine
inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Âhiretin azabı ise elbet daha çetin ve
daha süreklidir.»
«Biz onlardan evvel nice nesilleri helak etmiştik.
Bu, onları ir-şad etmedi mi? Halbuki kendileri de onların yurtlarında yürüyüp
duruyorlar. Şüphe yok ki gerçek akıl sahipleri için bunda ibretler vardır.»
Kıyamet
günü kör olarak mahşer yerine getirilip «Rabbim, beni niçin kör olarak
hasrettin?» diyenlere, Yüce Allah şöyle cevap' verecektir: «Siz dünyada iken
benim âyetlerimden yüz çevirip unuttunuz. Bugün de siz öylece unutuldunuz. îşte
haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları, bugün biz böyle
cezalandırırız. Âhiretin azabı ise elbette dünyanmkinden daha çetin ve daha
şiddetlidir. Ya Muhammed, biz onlardan önce nice milletleri ve memleketleri
helak etmiştik. Onlar, bunlardan ibret alıp, inkâr ve küfürlerinden vazgeçerek
irşad olmadılar mı? Kendilerinden önce helak ettiklerimiz de, inkâr ve
küfürlerinden dolayı helak olmuşlardır. Halbuki bugün kendileri de onların
yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Şüphe yok ki, gerçek akıl sahipleri için bunda
ibretler vardır.» Akü sahipleri için en
büyük ibret kendilerinden önce geçen insanların durumudur. Bugün
onlardan kimisinin yerlerinde baykuş öter, kimi-sininkinde otlar biter,
kimisininki ise hâk ile yeksan olmuştur. Bir gün bizim yerlerimiz, yurtlarımız
da onlarınki gibi olacaktır. Bunun için Yüce Allah «şüphe yok ki gerçek akıl sahipleri
için bunda ibretler vardır» buyurmuştur.
Aİlahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Şayet Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği
bir vakit olmasaydı hemen azaba uğrarlardı.»
«Onların söylediklerine sabret ve güneşin
doğmasından, batmasından önce Rabbini hamd ile teşbih et. Gece saatlerinde ve
gündüzleri de teşbih et ki, Rabbinin rızasına eresin.»
Yüce
Allah'ın kâfirler için ezelde takdir ettiği bir vakit ve verilmiş bir sözü
olmasaydı, inkâr ve küfürleri yüzünden onları ne-
(Cûz:
16. Ayet: 131-132) Tâhâ Sûresi 181
men
helak ederdi. Fakat bir rahmet eseri olarak inkâr ve küfürleri yüzünden onları
hemen helak etmiyor, belki hidâyete erip iman ederler diye kendilerine mühlet
veriyor. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Şayet Rabbinin verilmiş bir
sözü ve tayin ettiği bir vakit olmasaydı hemen azaba uğrarlardı.» İnkâr ve
küfürlerinden dönmeyenler, kıyamet günü elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu,
onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle
buyuruyor: «Ya Muhanımed, sen kâfirlerin söylediklerine aldırma, sabret ve
onları bize bırak. Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kıl ve Rabbini
hamd ile teşbih et. Gece saatlerinde ve gündüzleri de namaz kılıp teşbih et ki,
Rabbinin rızasına eresin.
Güneşin
doğmasından önceki namaz sabah namazıdır. Batmasından önceki namaz ise
ikindidir. Gece saatlerinde kılınan namazlar akşam ve yatsıdır. Âyette ifade
edilen «gündüzün etrafında dahi Rabbini teşbih et»den kasıt öğle namazıdır.
Allah'ın rızasını kazanmak ancak bu belirtilen vakitlerde namaz kılıp teşbih
etmekle olur. Beş vakit namazı kılmayanlar rıza-yı ilâhiye nail olamazlar.
Allah'ın rızasını kazanmak, emirlerine sarılıp yasaklarından sakınmakla mümkün
olur. Beş vakit namaz da Yüce Allah'ın emridir, kılmayanlar emr-i ilâhiyeye
muhalefet etmiş olurlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kendilerini denemek için hayatının süsü olarak bol
bol geçimlik verdiğimiz kimselerin zinetlerine sakın göz dikme. Rabbinm rızkı
daha iyi ve daha devamlıdır.»
«Ehline namaz kılmalarını emret. Kendin de ona sebat
ile devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırmz. Akıbet,
takvaya erenlerindir.»
Bu âyet-i
celilenin nüzul sebebini Ebû Râfî' şöyle nakleder: «Bir Recep ayında
Peygamberimiz (s.a.v.)'e bir m
182 Tâhâ Sûresi (Cûz: 16. Âyet: 133-135)
med'e
ne ödünç un veririz, ne de parasıyla satarız» der. Ben de ya-hudinin
söylediklerini gelip Peygamberimize naklettim. Bunun üzerine Peygamberimiz
(s.a.v.) «şayet o yahudi ödünç veya parasıyla bize un satsaydı vallahi öderdim.
Onların hepsi benim emin bir insan olduğumu bilirler. Şu demir zırhımı al, ona
rehin bırak, karşılığında un al gel.» buyurdu. Bu hâdise üzerine Ailahü Teâlâ
bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, biz kâfirleri denemek
için kendilerine bol bol, çeşit çeşit nimetler verdik. Sen onların elindekine
göz dikme, bunlar dünya zinetleridir, sonu yoktur, bir gün yok olacaktır.
Onların nimetleri arttıkça azgınlıkları da arttı, azgınlıkları kendilerini
bizim rahmetimizden uzaklaştırıp azabımıza müstahak etmiştir. Biz de onların azabını
kat kat artırırız. Hem Rabbinin sana verdiği r
Bu
âyet-i ceiilede namazın ne kadar mühim bir ibadet olduğu bir kez daha
vurgulanmaktadır. Namaz, kulu Rabbine yaklaştırır, rızasını kazandırır, takvaya
ulaştırır, peygambere dost eder. Rızkı ve bereketi artırır, kalbi yumuşatır,
nuru artırır, hayır ve hasenata davet eder, kin ve düşmanlığı giderir,
şeytandan uzaklaştırır, huzur ve saadeti temin eder, terbiyesizlikten alıkoyar.
İşte bütün bu özellikler namaz vasıtasıyla elde edilir. Bunun için
Peygamberimiz «namaz dinin direğidir» buyurmuştur.
Ailahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Dediler ki: 'O, bize Rabbinden bir mucize getirmeli
değil miydi?' Onlara önceki kitaplardan apaçık belgeler gelmedi mi?»
«Eğer onları daha evvel azaba uğratarak yok
etseydik: 'Hey
1135)
(Cûz:
16. Âyet: 135) Tâhâ Sûresi
183
ız»
der. Ben de ya-:lettim. Bunun üze-ünç veya parasıyla benim emin bîr insi rehin
bırak, kar-e Allahü Teâlâ bu ıammed, biz kâfir-.imetler verdik. Sen Etleridir,
sonu yok-fkça azgınlıkları da n uzaklaştırıp aza-u kat kat artırırız. pet(
nimetleri daha az kılmalarım em-namaz insanı her ■eçim sıkıntısı seni
niza nzık vermeni biz veriyoruz. Gö-ktir. Akıbet takva
bir
ibadet olduğu labbine yaklaştırır, *e dost eder. Rızkı
hayır
ve hasenata uzaklaştırır, huzur şte bütün bu özel-eygamberimiz «na-
Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, alçak
ve rezil olmazdan önce âyetlerine uysaydık olmaz mıydı?' diyeceklerdi.»
«De ki: Herkes gözetlemektedir, siz de gözetleyin.
Şüphesiz kimlerin dosdoğru düz yolun sahipleri olduğunu ve kimlerin hidayete
ermiş bulunduğunu bileceksiniz» (*).
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında şöyle demişlerdir: «Muhammed, peygamber
olduğuna dair bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? Biz de o âyet
vasıtasıyla kendisine tâbi olsaydık ya.» Halbuki Peygamberimiz (s.a.v.) onlara
birçok mucizeler getirmiş, fakat onlar bu mucizelerin hiçbirine
inanmamışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kâfirlere Tevrat'ta,
İncil'de ve diğer kitaplarda apaçık belgeler gelmedi mi? Kendilerinden önceki
milletlerin haberleri de kendilerine gelmiştir. Önceki ümmetleri inkâr ve
azgınlıkları yüzünden nasıl helak ettiğimizi görmüyorlar mı? Eğer onları da
daha evvel azaba uğratıp yok etseydik «hey Rabbimiz, bize bir peygamber
gönderseydin de, alçak ve rezil
olmazdan önce âyetlerine uysaydık olmaz mıydı?» diyeceklerdi. Böyle dememeleri
için kendilerine peygamber gönderip âyetlerimizi indirdik. Ya Muhammed,
kâfirlere de ki: «Herkes gözetlemektedir, siz de gözetleyin. Şüphesiz kimlerin
dosdoğru düz yolun sahipleri olduğunu ve kimlerin de hidayete ermiş bulunduğunu
yakında bileceksiniz.» Her fert mahşer yerine gelip amelleri karşısına çıktığı
zaman, kimin hidayette, kimin dalâlette olduğu anlaşılacaktır.
for-.
etirmeli değil miy-gelmedi mi?»
'ok
etseydik: 'Hey
<♦)
On altıncı cüzün sonu.