ENBİYA SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

İnkarcıların Tutumları 2

Kur'an'ın Mahlûk Olma Meselesi 3

Üzerlerine Azâb İnenler. 4

"Eğlence Edinmek". 5

"O, Yaptıklarından Sorulmaz, Oysa Onlar Sorguya Çekilirler" İfadesi 6

Genel Hatırlatmalar Ve Öğüt 7

Peygamber'in Ölümünden Başka Ümitleri Kalmayanlar. 7

Adalet Terazisi 9

İbrahim'in Kavmiyle İlgili Kıssası 10

Lût'un Kıssası 10

Nuh'un Kıssası 11

Davud Ve Süleyman'ın Kıssaları Hakkında. 11

Meryem Kıssası Ve "...Ona Ruhumuzdan Dilemiştik" Cümlesi 12

Peygamber Ve Mü'minlere Hitap. 14

Ye'cuc Ve Me'cuc'un Çıkışı 14

İnkar Edenlerin Ahiretteki Durumu. 15

Ahirette Mü'mini Erin Durumu. 15

Göğün Dürülmesi 16

Yeryüzünde Salih Kulların Olması 16

 


ENBİYA SURESİ

 

Kur'an'daki Sırası       : 21

Nüzul Sırası                : 73

Ayet Sayısı                  : 112

İndiği Dönem               : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede kafirlere ve ileri gelenler, Peygamber 'e ve davetine karşı inatçı tutumlarından ve hafife almalarından dolayı ağır eleştiriler bulunmaktadır. Onların sözleri, meydan oku­maları ve kurdukları tuzaklar anlatılmakta, Allah'ın birliği, oğul ve ortaktan münezzeh ol­ması kuvvetli delillerle ortaya konulmakta ve peygamberlerin insanlardan gönderilmesinin tabiiliği izah edilmekte; melekler de methedilerek Allah'a olan kullukları açıklanmaktadır. Diğer yandan göklerde ve yeryüzünde bulunan Allah'ın kudret manzaralarına, Allah'ın bir­liğini, sadece kendisinin ibadete layık olduğunu ve hak olan va'dini gerçekleştirmeye de ancak kendisinin gücünün yeteceğini ispatlamak için dikkatler çekilmektedir. Sûrede bazı peygamberlerin hayatları, peygamberlikleri anlatılarak, ihlaslan öğülmekfe ve Allah'ın on­ları koruması hatırlatma, sağlamlaştırma, rahatlatma ve müjdeleme amacıyla aktarılmak­tadır. Son olarak da, salih kulların ahiretîe varacakları yer ile peygamberlik görevi ve he­defleri açıklanmaktadır.

Sûrenin bölümleri birbiriyle bağlantılı olduğundan, peşpeşe indiklerini söylememiz mümkündür. [1]

 

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1-  İnsanların hesaplan yaklaştı[2], fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.

2-  Kendilerine Rablerinden gelen her yeni ikâzı'[3] mutlaka eğlenerek dinlerler.

3-  Kalpleri eğlencededir. O zulmedenler[4]', aralarında şu konuşmayı gizlediler[5] "Bu {Muhammed) da sizin gibi bir insan değil mi[6]? Şimdi siz göre göre büyüye mi kapıla­caksınız?"

4- Dedi ki: "Rabbim gökte ve yerde konuşulan her sözü bi­lir. O işitendir, bilendir".

5-  "Hayır" dediler. (Bunlar) karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi uydurmuştur; hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir mucize getirsin.

 

İnkarcıların Tutumları

 

1- Ayetlerde insanlar kınanmakta ve tutumlarından hayret duyulmaktadır -Konu in­kar edenlerle ilgilidir-. Bir yandan Allah'ın huzuruna çıkıp hesap verecekleri vakit yak­laşmaktayken, onlar hâlâ Allah'ın davetinden yüz çevirerek gafletlerinde devam etmek­tedirler. Peygamber Kur'an'dan her inen yeni ayetleri onlara okuduğunda, onu kalpleri eğlencede olduğu halde, hafife alarak, alay ederek dinliyorlardı.

2-  Ayetlerde, yaptıkları ve söyledikleri anlatılmaktadır: Peygamber ve daveti aley­hinde aralarında müşaverede bulunmak için gizli toplantılar yapıyorlardı. Onların ileri gelenleri halka, "O ancak sizin gibi bir insandır, görünüşü de sihirbaza benzemektedir. Sinirin akıllı ve basiretli kimseler tarafından dinlenilmesi, ona aldanıhp tasdik edilmesi doğru değildir. O söylediğini kendisi uyduruyor, sonra da iftira ederek onu Allah'a nis­pet ediyor; yahut söyledikleri karmakarışık rüyalardandır veya o bir şairdir" diyorlardı. Bu şekilde dinleyenleri etkilemeye çalışarak, eğer davasında sadık ise, önceki peygam­berlerin getirdikleri gibi mucizeler getirmesini istiyorlardı.

Ayetlerde kafirlerin, özellikle de ileri gelenlerinin takındıkları inatçı tavırlarından ve kendilerine her Kur'an okuyuşunda, Allah'a davet edişinde Peygamber'e sarfettikleri düşmanca sözlerinden çeşitli tablolar sunularak, kınama ve uyarıya yer verilmektedir. Ayetlerin iniş sebepleriyle ilgili bir rivayete rastlayamadık.

Bu tür davranışlar ve sözlerin anlatımının tekrarlanması, bu tür hadiselerin çeşitli münasebet ve konumlarda tekrarlandığını göstermektedir. Bu tekrarın sebebi, Peygam-ber'in davetinin ve peygamberlik görevinin devam etmesi idi.

Önceki münasebetlerde bu konuyla ilgili yorumlarda bulunduğumuz için tekrara ge­rek görmüyoruz.

Dördüncü ayet, onların kendisine iftirayı nispet etmeleri üzerine, Peygamber'in söy­lediği veya kendisine söylemesi emredilen sözü anlatmaktadır. Tebliğ ettiği hakikatlerin doğruluğuna Allah'ı şahid gösteriyordu. Çünkü o gökte ve yerde söylenen, cereyan e-den herşeyi duymakta ve bilmektedir. Bu da önceki benzer münasebetlerde tekrarlan­mıştır.

Bazıları mazi kipindeki "dedi" fiilini, emir kipiyle okumuştur. Tercih olunan görüşe göre, okunuş farklılığı eski imla metodundan kaynaklanmaktadır. Zira eskiden uzatma elifi hazfediliyordu (düşürülüyordu). Furkan sûresinde de bu ayete benzer bir ayet bu­lunmaktadır. O ayette de fiil, emir kipiyle gelmiştir. Ve mânâ olarak, Allah Peygamberine ayette geçeni cevap ve reddiye olarak kafirlere söylemesini emretmektedir. Belki burada da kalp fiilinin emir kipiyle kullanılması daha fazla tatmin edici olabilir. [7]

 

 

Kur'an'ın Mahlûk Olma Meselesi

 

Kelam bilginleri "muhdes" kelimesi üzerinde durmuşlardır; bazıları bunu Kur'an'ın hudûsuna -sonradan yaratıldığına- delil göstermişler, bazıları da bu istidlali doğru bul­mayarak te'vil etmişlerdir. Çünkü böyle bir istidlal Allah'ın kelamı olan Kur'an'ın hadis (sonradan yaratılmış) olduğu görüşüne götürür. Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu, Tev-be sûresinin şu ayetinde vurgulanmaktadır: "Eğe?- müşriklerden biri, senden eman ister­se, ona eman ver; öyle ki Allah'ın kelamını dinlemiş olsun..." (Tevbe, 6), Kelam Al­lah'ın ezelî (evveli olmayan) sıfatların dan dır. O'nunla birlikte ezelidir, üzerinde hudüs (sonradan olma) ve yaratma olması mümkün değildir.

Kelimenin konum itibarıyla mânâsı gayet açıktır: "Yeni inen ayetler" kastedilmiştir. Etrafında tartışma yaratılmak istenen konuyu kapsamaya elverişli değildir.

Kur'an'ın mahluk olma meselesi, meşhur kelamı meselelerden olup, Abbasi Halifesi Me'mun döneminde büyük bir fitneye-kargaşaya neden olmuş ve bu, yirmi sene devam etmiştir. Bu yolda birçok alim baskı ve işkenceye maruz kalmıştır; bunların başında da İmam Ahmed b. Hanbel gelmektedir. Çünkü onlardan, Mu'tezililcrin baskısıyla Kur'an'ın mahluk (sonradan yaratılmış) sözünü söylemeleri istenmiş; onlar da bunu ka­bul etmemişlerdir.

Bu mesele daha geniş ve kapsamlı olan başka bir meselenin bir bölümünü oluştur­maktadır. O da Ehli Sünnet ile Mu'tezile arasında Allah'ın sıfatlan konusunda meydana gelen ihtilaftır. Mu'tezile Allah'ın sıfatları, Allah'ın zâtının aynısıdır demektedir; O -tıyla alimdir, zâtıyla kadirdir, zâtıyla mütekellim (konuşan) dır vs... Yani zâtından ayrı olarak veya zâtına ek olarak başka bir ilim, kudret ve kelam sıfatı yoktur. Çünkü Al­lah'ın zâtından ayrı olarak, O'nunla birlikte ezelî sıfatların varlığını kabul etmek, Al­lah'ın zâtında ezelîleri çoğaltmak (taaddüd) anlamına gelir ki, birçok sayıda ezelînin ol­ması mümkün değildir. Ehli Sünnet ise, Allah'ın sıfatlarının zâtından ayrı olarak, fazla bir mânâsı vardır demektedir. O ilim sıfatıyla alimdir, kudretle kadirdir, kelamla müte-kcllimdir. Bunu söylemekle, ezeli olan Allah'ın zâtında çok sayıda ezeli varlığını defet­mektedirler. Çünkü onlar da Mu'tezilîler gibi Allah hakkında ezeli taaddüdün mümkün olmadığı görüşündedirler.

Sonra ihtilaf, Allah'ın kelam sıfatı ve Allah'ın kelamı olması itibarıyla da Kur'an'ın mahiyeti üzerine çevrildi. Ehli Sünnel'den bir grup; "Allah czeli-evveli olmayan, zâtına zaid ama O'ndan da ayrı olmayan bir kelam sıfatıyla mütekellimdir ve Kur'an Allah'ın zâtında kâim (bulunan) bir mânâdır demektedir. Ancak onlar bunu kayıtlayarak; onun okunan, işitilen, yazılan harf ve sesler de olmadığını söylemişlerdir. Onlar bunu örnek vererek şöyle açıklamışlardır: İnsanın gönlünde, kalbinde var olan kelâmın, sözün, onu konuşmadan önceki durumu gibidir; kalbinden geçen bütün kelâmı kapsamaktadır. Fa­kat Kur'an'dan okunan, işitilen ve yazılan harfler ve sesler ise ezeli-evvelİ olmayan sı­fattan değildir, havadistendir, sonradan olmuştur. Çünkü bunlar belirli bir tertibe tâbidir, bir harf başka bir harften önce nutkedilmekte, yazılmakta ve işitilmektedir. İşte bu, ha­dis olan-sonradan yaratılan şeylerin özelliklerindendir.

Ehli Sünnet'den başka bir grup da Kur'an'm yazılan ve okunan harfleriyle, işitilen seslerinin Allah'ın ezeli-evveli olmayan kelâm sıfatından ayrı olmadığını, onların da hâdis-sonradan olma veya mahluk olmayıp, O'nun gibi ezelî olup, evvelinin olmadığnı söylemektedirler.

Mu'tezile ise -Şîa İmamiyyc de birçok kelâmı görüşlerde onlar gibidir- Allah zâtıy-la, O'ndan ayrı bir kelâm sıfatı olmaksızın mütekellimdir. O harfleri ve sesleri arazlarda (varlığı başka birşeye muhtaç olan, mahluk) yaratmakta ve oradan okunup işitilmektedir demektedirler. Kur'an'da da mahluk sıfatları, hudûs (sonradan olma) özellikleri; te'lif, tanzim, indirilme, yazılma, işitilme, Arapça dilinin kullanılması, ezberleme, nâsih ve mensuh vs. gibi bulunması itibarıyla mahlûktur; ezelî-kadîm olması mümkün değildir. Aynı zamanda Kur'an, mushafm iki kabı arasında, bize tevatür yoluyla nakledilenin is­midir; bu da O'nun mushaflarda yazılı olmasını, dillerde okunmasını, kulaklarda da işi­tilmesini gerekli kılar. Bütün bunlarda zorunlu olarak hudûs (sonradan olma) özelliklc-rindendir.

Ehli Sünnet cevap olarak şöyle söylemektedir: O Allah'ın kelâmıdır; m ush atlarımı z-da yazılmıştır, kalplerimizde ezberlenip korunmuştur, dillerimizle okunmuştur, kulakla­rımızla da işitilmektedir; ama kelâmın kendisi buralarda yer etmiş değildir; o, Allah'ın zâtında kâim olan ezeli-evveli olmayan bir mânâdır, kendisine delâlet eden nazımla söz­le- işitilir, harf olarak konulan çeşitli şekillerle, çizgilerle ifade edilip kalemle yazılır. Kur'an mahluk değildir sözünden maksat, onun dışarıda mevcut olan hakikatidir, aslı­dır.

Bu çok kısa bir özettir; konuyu geniş olarak vermek metodumuza uygun olmadığın­dan, özetlemekle yetindik. Açık olarak görüldüğü gibi, bütün farklı cemaatler Allah'ın sıfatlarının kemâlini kabul etmektedirler. İhtilafları ise, bu sıfatların etkileri ve sonuçlan üzerinde, onları zihinlerde canlandırıp kavramakta ve boyutlarını tesbitte olmaktadır. Bu konudaki tavırları da, diğer kelamı meselelerdeki ihtilafları gibidir; onların bir kısmı Allah'ı yüceltmekte, bir kısmı noksanlıklardan tenzih etmektedirler. Onların hepsi, Kur'an'm Allah tarafından peygamberine indirildiğinde hemfikirdirler. Kanaatimizce bu ihtilaflı meselenin yayılması ve bunun bir sonucu olarak da Hicri üçüncü asrın başla­rındaki fitnenin ortaya çıkmasıyla, İslam'ın ilk dönemlerinde meydana gelen siyasi, di­ni, cemaalsel ve ırki olayların ilişkisi vardır. Diğer yandan İslam dünyasına yabancı ke-am metodlarının ve felsefe kitaplarının girmesinin de büyük oranda etkisi olmuştur.

Bütün bunlar Peygamber'in ve raşid halifelerin barıktığı güvenilir, sağlam miraslarıyla bağdaşmamaktadır, kaldı ki zaten Peygamber'in raşid halifelerinin bıraktıkları miras Al­lah'ın ve Kur'an'ın mahiyeti ve keyfiyeti hakkında tartışmayı yasaklamakta ve müslü-manm Kur'an'ın açıklamaları sınırında durmasını gerekli kılmaktadır;

Kur'an Allah kelamı olup, Allah (c) tarafından indirilmiştir, en güzel isimler ve en kâmil sıfatlar Allah'ındır, O'nun benzeri yoktur ve gözler O'nu idrak edemez. Vücudu vacip olanın sırnyla, vahiy ve peygamberliğin sırrıyla ilgili, mahiyet ve keyfiyetleri üze­rinde tartışma çıkmazına girilmemesini de emretmektedir. Çünkü bunlar normal aklın kavramasına güç yetiremiyeceği sırlardır ve ardında da bir fayda yoktur. Diğer bir önemli mülahaza da, Kur'an'ın Peygamber'in hayatı, peygamber çevresinin şartları ile olan bağı, sadece Allah'a inanmaya daveti, insanların halini düzeltmeyi hedeflemesi, her türlü hayırlı işe yönlendirmesi ve onların hem dünyada, hem de ahirette dirlik ve mutluluk içerisinde olmalarını sağlamayı amaçlamasıdır. [8]

 

 

6-  Kendilerinden evvel helak ettiğimiz hiçbir ülke {halkı) iman etmemişti; şimdi bunlar mı İman edecek?

7-  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir[9] ehline sorun.

8-  Biz onları yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdi.

9-  Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık, böylece on­ları ve dilediklerimizi kurtardık da ölçüsüz davrananları[10] helak ettik.

10- Andolsun, size içinde sânınız'[11] (şerefiniz) bulunan bir Kitap indirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz?

 

Ayetlerin Temas Etiği Konular:

 

Ayetlerde uyarı, tatmin etme ve azarlama içeren cevaplar yer almaktadır:

1- Allah'ın önceden helak ettiği ülkeler, kendilerine mucizeler geldikten sonra iman etmemişlerdi. Çünkü onlar bunları aciz ve zor durumda bırakmak istiyorlardı, yoksa gerçekten iman etmeyi arzulamalarından dolayı değil. Bu, Peygamber'den mucizeler is­teyerek karşı gelen kafirlerin hepsinin tutumudur.

2- Allah(cVın, Peygamber'den Önce gönderdiği tüm peygamberler de onun gibi va­hiy gönderdiği insanlardır. Onlardan hiçbirini Allah, insandan farklı olağan üstü özellik­lerle donatmamıştır ki, yemeden yaşasınlar veya ölmeden ebedî kalsınlar. Bundan şüphe duyanlar semavi kitap ehline sorsunlar.

3-  Allah önceki peygamberlerine verdiği vaadini yerine getirmiş; günahta ve inat-karlıkta aşırı giden zalimleri helak etmiştir. Peygamberlerini muvaffak kılıp onların doğru yoluna tabi olanları da kurtarmıştır.

4- Allah (c)'ın indirmiş olduğu kitapta, son derece önemli öğütler, etkileyici deliller ve apaçık izahlar bulunmakta olup, bunlar onları doğru yola ulaştırmaya, unuttuklarını hatırlatıp onları basiretli kılmaya yeterlidir. Onlar hâlâ neden anlamıyorlar, hakkı ve ha­kikati görmüyorlar, yoksa akıllarını mı kaybettiler?

Ayetler birbiriyle sağlam bir ilişkiyle bağlıdır. İçerisindeki cevaplar, benzer konum­larda inen cevapların aynısıdır; kafirler sürekli olarak, her yeni Kur'an ayetini işittikle­rinde sözlerini ve saldırılarını tekrarlıyorlar, Kur'an da onlara karşı cevaplarını tekrarlı­yor. Önceki ümmetler ayetlere inanmadıklarından Allah onları helak etmişti. Fakat Al­lah (c) hikmetinin gereği bu tür cezalandırmayı Peygambcr'in risaletinin-davelinin doğ­ruluğuna delil yapmamakta ve Arap kafirlerinin helakini geciktirmektedir. Delil olarak, doğru yolu samimiyetle arzulayanlar için hidayet kaynağı Kur'an'la iktifa etmiştir.

Önceki münasebetlerde bu cevaplar üzerine yorumlarda bulunmuştuk, burada tekrar etmeye gerek yoktur, ama sürekli olarak kafirlerin bu tutum ve saldırılarının anlatilması, onların inatlarının şiddetini göstermektedir. Peygamber de sürekli olarak görevini ye­rine getiriyor, Kuran ayetlerini okuyor, kuvvetli sert cevapları içeren ayetleri, onların gücünü ve konumlarını Önemsemeden yüzlerine vuruyordu. Nitekim Allah vaadini yeri­ne gelirdi ve onun elinden dinini zafere ulaştırdı.

Birinci ayetten kafirlerin iman etmelerinin mümkün olmadığı anlamı çıkarılabilir, a-ma dikkat edilirse bu ayet indiği zamanda kafirlerin var olan hallerini tescil etmektedir. Zira daha sonra onların çoğu -kesin olarak bilindiği üzere- iman etmiş ve imanları gü­zelleşmişti. [12]

 

11-  Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik'[13] ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik.

12- Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan büyük bir hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.

13-  Kaçmayın! İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza

dönün! Çünkü size sorular sorulacak.

14- Eyvah bize, dediler, gerçekten biz zalimlermİşiz.

15-  Onların bu yakınmaları[14]', biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ocak'[15]durumuna getirinceye kadar son bulmadı.

 

Üzerlerine Azâb İnenler

 

1- Ayetler tenbih içermektedir. Allah'ın en çok azap ve yıkımını üzerlerine indirdiği ve onlardan sonra da yerlerine başkalarını getirdiği halkı zalim şehirler sorulmaktadır.

2- Allah'ın üzerlerine azabını indirdiği kimselerin durumları anlatılmaktadır. Onlar, kurtuluş ümidiyle şehirlerinden kaçmayı denemişler ama buna engel olunmuş ve azarla­narak onlara şöyle denilmiştir: Hayır! Yurtlarınıza, refah ve eğlence içinde bulunduğu­nuz yerlere dönünüz ki, Allah'ın azabı sizi yakalasın. Hemen yakınmaya, sızlanmaya, pişmanlıklarını izhar etmeye başladılar ve yaptıkları zulüm ve günahlarını itiraf ederek kabullendiler. Sonra başlarına azap gelerek nefeslerini kesti ve biçilip atılmış ekin gibi oluverdiler.

Bu ayetlerle Öncekiler arasında açıkça görülen bir İlişki vardır. Ayetler, işiten muha­tapları veya kafirleri Allah'ın son ayette işaret edilen aşırı gidenleri helak etmedeki üs­lubu açıklanarak uyarmak amaçlanmıştır. [16]

 

 

16-  Biz göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlence için yaratmadık.

17-  Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, bunu kendi katı­mızdan edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık.

18-  Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne atarız da o onun beyni­ni parçalar. Bİr de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. Allah'a yakıştırdığınız nitelendirmelerden ötürü eyvahlar size.

19-  Göklerde ve yerde kim varsa, hep O'nundur. O'nun yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmazlar[17].

20- Gece ve gündüz, hiç durmaksızın'[18] teşbih ederler.

 

"Eğlence Edinmek"

 

1-  Ayetlerde Allah'ın göğü, yeri ve aralarındakileri boş yere, gayesiz ve hikmetsiz olarak yaratmadığı açıklanmaktadır. Şayet oyun ve eğlence edinecek olsaydı, bunu ya­pacak gücü ve imkanları mevcuttu. Fakat o, kâinatı ve içindekileri bir hikmete binaen ve yüce bir gayeyi gerçekleştirmek için yaratmıştır. Bunlar arasında hakkı bâtıl üzerine ga­lip kılmak ve bâtılı yok etmek vardır.

2- Kafirlere de bir uyarı vardır: "Allah'ı birtakım sıfatlarla nitelemelerinden ve O'na oğullar ile ortaklar yakıştırmalarından dolayı onlara yazıklar olsun". Bunlar Allah'ın herşeyi kuşatan Rabliğine ve kemal sıfatlarına yakışmam aktadır. Göklerde ve yerde ya­rattıklarından kim varsa, yalnız O'nun dilemesine ve tasarrufuna boyun eğmektedir. O'-nun katında bulunanlar da O'na kulluk ve ibadet etmekten büyüklenmezler, yorulmazlar ve bıkmazlar. Gece ve gündüz durmaksızın, kesintisiz olarak O'nu teşbih ederler.

Ayetler, önceki ayetleri tamamlamaktadır, öncekilerle aralarındaki ilişki açıktır. "O'­nun katındakiler" cümlesinden maksat, meleklerdir. Onların sürekli olarak Allah'a iba­det edip teşbih etmelerini zikretmekle, tercih olunan görüşe göre kafirleri uyarıp azarla­mak amaçlanmıştır. Onlar AİLm':ı kulluk etmekten büyükleniyorlat ve davetinden yüz çeviriyorlarsa, O'na ibadette ve duada ortak koştukları melekler bundan büyüklenme-mektedir ve gece, gündüz buna devam etmektedirler. Daha önce bir kısmı geçen birçok ayette bu tekrarlanmıştır. Az sonra gelecek ayetlerde de bunu te'yid eden nişaneler bu­lunmaktadır.

Bazı müfessirlerin söylediğine göre[19] ikinci ayette bahsedilen eğlenceden maksat, zevce veya çocuk edinmektir; ayette hristiyanlann inancına reddiye vardır. Bir kısım müfessirler de[20] İbni Abbas'a nispet ederek eğlencenin, kadın ve çocuk edinmek olduğu­nu söylemiştir. Ama ayetlerin ruhu, muhtevası ve üslubu bunu doğrulamam akta ve bu­radaki "eğlence"nin (lehv), oyuncak veya hakkın ve hikmetin zıddı anlamında olduğu görüşünü desteklemektedir. Ayetlerde Allah'ın kâinatı ve insanları boş yere, eğlence için yaratmadığı ve muhakkak onları yaptıklarından hesaba çekeceği açıklanmaktadır. [21]

 

21-  Yoksa onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) diriltecekler?[22]

22-  Eğer yerde, gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) bozulup gitmişti. Arş'ın sahibi Allah, on­ların nitelendirmelerinden yücedir.

23- O, yaptıklarından sorulmaz; oysa onlar sorguya çekilirler.

24-  Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesin kanıtınızı getirin. İşte benimle birlikte olanların zikri'[23] (kita­bı) ve benden öncekilerin de zikri[24]. Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar.

25-  Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: "Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin!" diye vahyet-miş olmayalım.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

1-  Ayetlerde kınayıcı bir soru vardır; müşriklerin Allah'tan başka ortak koştukları ilahlar aşağılanmakta, yaptıkları inkar edilmekte, onlara ve güçlerine meydan okunmak­tadır. "Onların güçleri insanları yaratıp yerden çıkarmaya veya öldükten sonra diriltme­ye yetebilecek mi?"

2- Ayetlerde eğer gökte veya yerde birçok ilah olmuş olsaydı, aralarında çıkabilecek anlaşmazlıklardan, yer ve gökte bütün işler bozulup alt üst olurdu açıklaması, bunun mümkün olmasını reddetmektedir. Çünkü yerde ve gökteki nizami uyum birliğini gerek­tirmektedir; bu da ancak yaratanın, tedbir edenin tek olmasıyla mümkündür.

3- Arşın Rabbi olan Allah, kafirlerin, ilahların çok olduğu zannından ve iddiasından tenzih edilmektedir. Kainatta dilediği gibi tasarrufta bulunan yalnız O'dur; yaptığından sorulmaz, ama yarattıkları yaptıklarından sorulurlar. Konumu böyle olan zâtın ortağı ve eşi olması mümkün değildir.

4- Ayetlerde bir kınama sorusu daha yer almaktadır. Yeryüzünde başka ilahlar edin­menin doğruluğuna inananlara meydan okunarak, bunun delil ve dayanağı istenmektedir.

5-  Peygamber'e, onlardan Allah'ın gerek kendisine indirdiğinden, gerekse önceki peygamberlere indirdiğinden delil getirmelerini istemesi, emredilmektedir.

6- Kafirlerin iddia edip inandıkları şeyde içinde bulundukları durumun hakikati açık­lanmaktadır. Onlar hakkı bilmemektedir ve O'nu kabul etmemektedirler, sözlerini rast-gele sarfelmektedirler ve inançları hiç bir temele dayanmamaktadır. Büyüklenme ve ca­hillik sebebiyle haktan da yüz çevirmektedirler.

7-  Allah'ın Muhammed'den Önce gönderdiği tüm peygamberlere sadece O'ndan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığını vahyetmesi ve onlara sadece O'nun kullu­ğuna çağırmalarını emretmesi kesin bir ifadeyle açıklanmaktadır.

Ayetler öncekilerle üslûp ve konu bakımından bağlantılıdır; öncekilerde olduğu gibi Arap kafirlerinin inançlarından, tutumlarından ve sözlerinden çeşitli tablolar ve bunların üzerine reddiyeler sunmaktadır.

"İşte benimle birlikte olanların zikri ve benden öncekilerin de zikri" cümlesi, inanç­larının dini bir esasa dayandığını iddia eden müşriklere karşı bir meydan okuma ifadesi içermektedir ve zımmi olarak da, onların bu iddiasının yalan olduğunu açıklamaktadır. Çünkü ne onun üzerine, ne de önceki peygamberlerin üzerine indirilen kitaplarda, onla­rın iddialarını destekleyen hiçbir dayanak yoktur. Onların bu bahsedilen iddiaları En'am sûresinin 148. ayetiyle, Zuhruf sûresinin 20-21. ayetlerinde anlatılmıştır ve ayetlerin şerhlerinde gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. [25]

 

"O, Yaptıklarından Sorulmaz, Oysa Onlar Sorguya Çekilirler" İfadesi

 

Bir kısım müfessirlerle, bazı kelâm ekollerine mensup alimler bu ayetin muhtevasını izahta geniş hareket etmişler ve ayet Allah'ın, insanların davranışlarını daha önceden takdir edip yazdığına delil olarak kullanılmıştır. Allah sapıklık içinde olanların üzerine azapla hükmetmiştir. Hiç kimsenin kalkıp da O'na bu konuda gördüğü tczatı veya ada­lete yahut peygamberleri gönderme hikmetine uygun düşmeme itirazını yönelterek soru sormaya hakkı yoktur. Çünkü Allah yarattıkları üzerinde dilediği gibi mutlak tasarrufa sahiptir.

Bizim görebildiğimiz kadarıyla, ayetlerin akışı ve ruhu bu genişliği kaldırmamakta ve çağrıştırmamaktadır. Ayet sadece Allah'tan başka ilahlar edinmeye verilen reddiyeyi desteklemek, bunu küçümseyerek ilahların acziyetini açıklamak ve çok sayıda ilah ol­masının mantık ve akla uymadığını göstermek için gelmiştir. Ve kâinatta hiçbir kimse­nin O'na sorgu hakkı olmaksızın, Allah'ın mutlak tasarrufta bulunduğu açıklanmıştır. Şayet gerçekten O'nun ortaklan olmuş olsaydı, onların da bu konuda soru sorma haklan olurdu. Müşrikler buna böyle inanarak birtakım varlıkları ortak kılıp onlara ibadet edi­yorlardı, yoksa kendilerinin Allah'a soru sorma hakkına sahip olduklarına inanmıyorlar­dı. Bu konuda O'nun katında şefaatçilerinin, aracılarının olmasıyla iktifa ediyorlardı. Bu nedenle ayet onları bağlamış ve susturmuştur. Doğru olan, ayetin bu çerçevede kal­masıdır. Gerçekten Allah'ın kullarından herhangi birisinin Allah'ın yaptığı hakkında ve hikmeti hakkında soru sorma hakkı olmasa da, Kur'an'da birçok ifadesi açık ayette pey­gamberlerin gönderilme ve insanları davet etme hikmeti, insanların yaptıklarından so­rumlu olmaları ve bunda seçme hürriyetine sahip olmaları, mükâfat ve cezalandırmala­rının da buna uygun olarak gerçekleşeceği açıklanmaktadır. Hatta Allah'ın, peygamber­ler ve mü'minlere yardım etmeye söz verdiği, vaadinin de muhakkak yerine getirilip so­rulacağı, daha önce örneği geçen birçok ayette açıklanmaktadır. Öyleyse ayetin anlamı­nı yukarıda geçtiği şekilde izah edip geniş hareket etmek, ayetler arasında çatışmaya ne­den olmaktır; Allah'ı ve yüce Kur'an'ı bundan uzak tutmak gerekir. [26]

 

26-  "Rahman (olan Allah) çocuk edindi" dediler. O, {bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler) ikrama la­yık görülmüş kullardır.

27-  Onlar sözle O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun buyruğunu yaparlar.

28- (Allah) onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. (Al­lah'ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve on­lar, O'nun korkusundan titrerler.

29- Onlardan her kim: "Ben O'ndan başka bir ilahım" der­se, onu cehennemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle ce­zalandırırız. .

 

 Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

1- Ayetlerde Arap kafirlerinin inançları yerilerek anlatılmaktadır. Allah'ın çocuklar edindiği nispetini yapmalarına işaret edilmiştir.

2-  Onların bu nispetleri reddedilerek Allah bundan tenzih edilmiş ve O'na oğullar diye nispet ettiklerinin gerçek durumları ortaya konulmuştur: Onlar O'nun kulları olup O'nun katında değerli bir yere sahiptirler; O'nun emirlerine itaat ederler, her emrini he­men yerine getirirler. O, onların hepsini tam bir şekilde kuşatmıştır; her hallerini, gizle­diklerini de, açığa vurduklarını da bilir; Onlardan hiçbirisi kendisine çizilen çizgiden, tayin edilen görevden dışarı çıkamaz, yahut Allah'ın rızasını kazanamamış hiçbir kim­seye de şefaatçi olamaz. Onlar daima O'nun korkusunu hissederler. Onlardan her kim ilahlık iddiasında bulunacak olursa onun cezası, aşırı gidip, haddini aşan her zalimin de cezası olan cehennemdir.

Ayetler üslûp ve konu bakımından öncekilerle bağlantılıdır. Açıkça anlaşıldığı üzere ayetlerde kastedilen mânâ, meleklerdir; Araplar onlann, Allah'ın çocukları olduğunu id­dia ediyorlardı. Onlann O'nun kızları olduğunu söyleyerek onlara ibadet ediyorlar ve bu­na dayanarak da onlardan şefaat diliyorlardı. Onların bu yaptıkları birçok yerde tekrar edilerek anlatılmıştır. Burada ilave edebileceğimiz en önemli husus, ayetlerin Arap müş­riklerinin bu durumunu aşağılaması ve bu tutumlarından vazgeçmeye çağırmasıdir. Zira Allah'a ortak koştukları varlıklar, O'na boyun eğen kullandır. Kendilerine en faydalı ola-tak şey, onların izini takip edip Allah'a kulluk etmeleri ve sadece O'na yönelmeleridir. [27]

 

30- İnkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik'[28] İken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

31 - Yeryüzünde, onları sarsmasın diye sabit dağlar yarattık ve doğru gidebİlsİnler diye geniş yollar'[29] açtık.

32-  Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise (Al­lah'ın kudretini gösteren) ayetlerinden yüz çeviriyorlar.

33- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri

bir yörüngede yüzüp gidiyor.

 

Genel Hatırlatmalar Ve Öğüt

 

Ayetlerin ifadesi gayet açıktır. Benzerleri daha önce geçmiştir. Önceki ayetlerle üs­lûp ve konu bakımından irtibatlıdır. Ayetlerde kafirlere yönelik kınama bulunmaktadır. Çünkü onlar Allah'ın gücünü ve büyüklüğünü görmekten; gökte, yeryüzünde ve ikisi arasında, dağlarda, güneşte, ayda, gecede ve gündüzde var olan ve sadece O'nun ibade­te ve yalvarılmaya layık olduğunu gösteren kanunlarını görmekten aciz ve gafildirler. O'nun davetini kabul etmeyip bâtıl, uçsuz bucaksız inanç çöllerinde yollarını sapıtmak­tadırlar.

Ayetler bütün insanlara hitap eden bir üslûp içerisinde gelmiş, onlann gördüklerine, hissettiklerine ve zihinlerinde yer alan düşüncelere dayanmıştır. Benzer ayetlerde du­rum aynıdır. Önceki münasebetlerde buna dikkat çekmiştik. Burada da, oralarda söyle­diklerimizi söylüyoruz; ayetlerin genel hatırlatma ve öğüt çerçevesinde kalması gerekir; bazılanndan sanatsal kurallar çıkartmaya, bazılarında da bu tür kurallarda görülen haki­katlere ters düşmeler vehmetmeye mahal yoktur. [30]

 

34-  Senden önce hiçbir insana ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?

35-  Her nefis öİümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksi­niz.

 

 Peygamber'in Ölümünden Başka Ümitleri Kalmayanlar

 

1-  Ayetlerde Allah'ın, ölümü her canlı için yazdığı ve Peygamber'den önce hiçbir kimseye sonsuzluğu vermediği açıklanmıştır.

2-  Allah'ın yarattıkları arasında koyduğu kanuna uygun olarak Peygamber öldüğü halde, kafirlerin kendilerinin Ölümsüz olduklarını sanmaları sorgulanarak kınanmakta­dır.

3- Her can sahibi mutlaka ölümü tadacaktır ve bütün insanlar kesinlikle Allah'a dö­neceklerdir. Onları dünyada hayırla, şerle deneyen Rabbani imtihan önündedirler; böy­lece herkesin yeteneği ortaya çıkmaktadır. İmtihanı hayatta maruz kaldığı, karşı karşıya geldiği olaylarladır. Sonra Allah'ın huzurunda, insanlar O'na döndüğünde, yaptıkların­dan hesaba çekilecektir.

Bir kısım müfessirler, ayetlerde Peygamber'in bir süre sonra Ölüp, hareketinin ve da­vetinin de biteceğini ve ondan bu suretle kurtulacaklarını söyleyen kafirlere karşı reddi­ye olduğunu söylemişlerdir. Direkt olmasa da dolaylı olarak bu sözün doğru olduğu an­laşılmaktadır. Hitabın Peygamber'e yönelik olması da bunun nişânesidir. Bu, Tur sûre­sinde de yer alan başka bir ayetin içeriğine de uygun düşmektedir; "Yoksa onlar (senin hakkında): 'Bir şairdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz' mu diyor­lar?" (Tûr, 30).

Kafirlerin sözleri de buna delildir; onlar, Peygamber'in tutumu karşısında şaşırıp kalmışlardı. Sürekli olarak onların felaketlerini haber veren, musibetlerle, korkutan ayetlerle, onların inat ve meydan okumalarını Önemsemeden onları topa tutmuştur. O'nu susturmaya ve kendilerini aşağılamaktan vazgeçirmeye güçleri yetmemiş, karşısında â-ciz kalmışlardır. O'ndan kurtulmak için temenni edip durdukları, birbirlerini teselli et­tikleri onun ölümünden başka ümitleri kalmamıştır.

Müfcssirlerin, söyledikleri bu görüşle ilgili herhangi bir rivayet nakletmemiş olmalarina dikkat çekmemiz gerekir. Bu, ayetlerin genel yapısından çıkarılmış bir yorumdur. Anladığımız kadarıyla ayetler önceki üslûptan bağımsız ve ayrı değillerdir. Ayetlerde kafirlerin söyledikleri sözler anlatılmakta ve onlar reddedilmektedir. [31]

 

36- Kafirler seni gördükleri zaman, seni yalnızca alaya alır­lar: "Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?" (derler). Oysa kendileri Rahman'ın zikrini (kitabını) kabul etmiyorlar.

37-  İnsan aceleden yaratılmıştır. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin.

38-  "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu (bizi) tehdit (ettiği­niz azab) ne zaman?" diyorlar.

39-  O İnkar edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi sa-vamayacakları ve yardım da alamayacakları zamanı bir bilselerdi.

40- Doğrusu o, onlara ansızın gelecek, onları şaşırtacak[32], ne onu reddedebilecekler, ne de kendilerine mühlet veri­lecek.

41- Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edil­di, ama onlarla alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

1- Ayetlerde, kafirlerin, daha doğru bir ifadeyle, ileri gelenlerinin Peygamber'le alay etmeleri anlatılmaktadır.

Onlardan bir kısmı Peygamber'le karşılaştığında veya onu gördüğünde, ilahlarını kötü vasıflarla anmaya kadar ulaşan cüretli tutumunu alay ederek sorgulamakta, bunu alay ve eğlence konusu edinmektedir.

Onlara cevap olarak, kendilerinin buna daha çok layık oldukları söylenmiştir. Çünkü onlar, kendilerine lütuf ve nimet İkramında bulunan Allah'ı inkar etmişlerdir.

2-  Vaadolunduklan azabın da ne zaman geleceğini meydan okuyarak, inkar ederek sormaları anlatılmıştır. Cevap olarak, acele etmelerinden dolayı ki, bu insanın genel ya-pısındandır; azarlanmalardır. Verilen cevapta korkunç bir ihtar yer almaktadır. Onlar çok yakında Allah'ın yakıcı, yok edici ayetlerini göreceklerdir. Eğer çok yakında başla­rına gelecek ateşin dehşetini bilselerdi (ki, o ansızın üzerlerine dökülecek ve onları şaş­kın bir halde bırakacaktır) onu ne yüzlerinden, ne de sırtlarından savmaya güçleri yet­meyecektir, ona karşı herhangi bir yardımcı da bulamayacaklardır. Kendilerine mühlet verme imkanı da olmayacaktır. İşte bunları bilselerdi, kesinlikle bu şekilde acele etmez­lerdi.

3- Peygamber'e güven verip teskin etmek için iltifatta bulunulmuştur. Kafirler, ona ve davetine karşı alaylarını açığa vuruyor. O'ndan önce gelip geçen Allah'ın peygam­berlerinin başına da buna benzer olaylar gelmiş ve alay edenlerin üzerine alaylarının karşılığı olarak çok kötü bir musibet inmiştir; işte bu kafirlerin akıbetleri de böyle ola­caktır.

Ayetler görüldüğü gibi, üslûp ve konu bakımından öncekilerle bağlantılıdır. Alaylı tavırlar, vaadedilen azabın ne zaman geleceğinin sorulması ve bunda acele edilmesi, bir­çok yerde nakledilmiştir; bu da bu tür tavırların onlardan sık sık sâdır olduğunu göster­mektedir.

Ayetlerde geçen cevap çok güçlü, sert ve korkutucu şekilde olmuştur. Bu da ayetle­rin kafirlerden naklettiği ısrarlı ve alaycı tavırlara uygun düşmektedir.

Bir kısım müfössir[33] "İnsan aceleden yaratılmıştır" ifadesi üzerine yorum yaparken, uzak görüşler ileri sürmüşler ve bazı tabiin'Iere nispet ederek şöyle demişlerdir: Allah (c) Adem'i çamurdan yaratıp ona ruh üflediğinde, daha hayat bütün uzuvlarına yayilmadan önce acele ederek hemen kalkmaya yeltendi. İşte ayetteki ifadenin anlamı budur; Ademoğullan da aceleciliği babalarından miras olarak almışlardır.

Fakat görüldüğü üzere ayet, azarlama ve tenkit gayesiyle gelmiş olup, üslubu da alı­şılmış hitap ve tartışma üslûplarına uygun düşmektedir. [34]

 

42-  De ki: "Gece ve gündüz sizi Rahman(olan Allahjdan kim koruyabilir?" Hayır, onlar Rablerini zikirden yüz çevi­renlerdir.

43-  Yoksa bize karşı kendilerini, engelleyerek koruyabile­cek ilahları mı var? Onların kendi nefislerine bile yardıma güçleri yetmez ve onlar bizden yakınlık da bulamazlar[35].

44-  Evet, biz onları ve atalarını yaşattık; öyle ki, ömür on­lara {hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, bi­zim gerçekten yere gelip onu ucundan eksiltmekte oldu­ğumuzu görmüyorlar mı?[36] Şu halde, üstün gelenler onlar mı?

45-  De ki: "Ben sizi yalnızca vahiyle uyarıyorum. Ancak sağır olanlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler.

46-  Andolsun, onlara Rabbinin azabından "bir ufak esin-ti"[37] dokunacak olsa hiç tartışmasız, "Eyvah bize, gerçek­ten bizler zalimlermişiz" derler.

47-  Biz ise Kıyamet gününe ait adalet terazileri[38] kurarız. Hİç kimseye bir haksızlık edilmez. Bİr hardal tanesi ağırlı-ğınca da olsa, onu getiririz. Hesap gören olarak biz yete­riz.

 

Adalet Terazisi

 

1- Ayetlerde Peygamber'e, kafirleri azarlayarak, tenkit ederek şunu sorması emredil-mektedir: "Başlarına geldiğinde onları Allah'ın azabından kimin korumaya gücü yetebi­lir?" Yoksa onları Allah'a ortak koştukları ilahları mı koruyabilir? Halbuki onların ken­dilerini korumaya güçleri yoktur, Allah'a karşı onlara yardım edecek ne yardımcı, ne de bir kurtarıcı vardır.

2- Kur'an ayetlerinden öğüt almaktan, hadiseler üzerinde düşünmekten yüz çevirdik­lerinden dolayı kafirler sert bir şekilde eleştirilmiştir.

3- Kendilerinin ve babalarının, elde edip sahip oldukları mevki ve mal sebebiyle gu­rura kapılmalarına ve kendilerini güvende sanmalarına işaret edilmiştir. Allah'ın, inkar edenlerle, onların ülkelerini ne hale getirdiğini görmemeleri, eleştirel bir edayla sorgu­lanmaktadır. Allah onları helâk etmekte, yurtlarını da yerle bir etmektedir. Hal böyleyken bunu gören kimsenin gurura kapılıp kendisini güvende görmesi, Allah'ı aciz bıra­kıp O'ndan kaçabileceğini ve O'nu mağlup edebileceğini zannetmesi hiç doğru olur mu?

4-  Peygamber'e, kendisine Allah tarafından vahyedilen Kur'an'la kafirleri uyanp korkutmakla görevlendirildiğini onlara söylemesi emrolunmuştur; ancak bunu yapmak­la görevini yerine getirmiş olur. Çünkü o, kalbi katılaşmış, inadı şiddetlenmiş, hiçbir çağrıyı ve uyarıyı işitmeyen sağır haline gelmiş kimseyi ikna etmekle mükellef değildir.

5-  Kafirler kötü bir sona çarptırılmakla uyarılmıştır: Çok yakında Allah'ın azabına duçar olacaklardır. Bu azabın en hafifinin ilk dokunuşuyla pişmanlık duyarak feryat et­meye, eyvahlar çekmeye başlayacaklar ve yaptıkları günahları, azgınlıkları ve sapıklık­ları itiraf edeceklerdir ama, onlara ne pişmanlık fayda verecektir; ne de itiraf edip feryat etmeler fayda verecektir. Çok yakında Kıyamet gününde Allah, insanların amellerini adaletli tartan terazilerde tartacak ve herkesin hak ettiği karşılığı, hiçbir zulüm ve hak­sızlığa uğratmadan verecektir. Hatta hayır ve serden yaptığı, hardal tanesi ağırlığında dahi olsa sahibi adaletle hesaba çekilecek ve karşılığı verilecektir. Allah hesaba çekici olarak yeter; o herşeyi kuşatmıştır.

Ayetler görüldüğü gibi öncekilerle üslûp ve konu bakımından bağlantılıdır; ifadeleri de güçlü ve etkilidir. Kafirlere hatırlatıp öğüt vermeyi, içlerinde korku meydana getirip inkarlarından vazgeçirmeyi, içinde bulundukları sapıklığa dikkat çekerek uyarmayı amaçlamış ve sahip oldukları güçleriyle gururlanmalarının, ortak koştukları ilahlarına güvenmelerinin ne kadar anlamsız ve boş olduğu vurgulanmıştır. [39]

 

48-  Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt olarak, hak ile bâtılı birbirin­den ayıran kitabı verdik.

49- Onlar, Rabblerine karşı gayb ile bir haşyet'[40] içindedir­ler ve onlar, Kıyamet saatinden içleri titremekte olanlardır.

50-  Bu, bizim ona indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şu halde onu inkar edecek olanlar siz misiniz?

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Bu ayetler önceki sûrelerde anlatılan peygamber kıssaları zincirinden bir halkayı oluşturmaktadır. Vahiy hikmeti, kafirlerin tutumlarını, sözlerini ve inançlarını anlatan, onları kınayarak uyaran bölümlerin akabinde, onları bu zincir içerisinde ikinci kez anlat­mayı, bilinen Kur'an üslubuna uygun olarak gerekli görmüştür.

Birinci ve ikinci ayetler seri olarak Musa ve Harun'a işaret etmiştir. Bu ayetlerde Al­lah'ın onlara içerisinde hakla bâtılı birbirinden ayıran, karanlıklarda ışığıyla yol bulu­nan, Allah'ın vaadolunan azabından ve Kıyamet gününün dehşetinden titreyen müttaki-ler için öğüt ve hatırlatma bulunan bir Kitab verdiği anlatılmıştır. Üçüncü ayet de bunu tamamlayıcı olarak gelmiştir. "Bu Allah'ın indirdiği mübarek Kur'an da öğüt ve hidayet kaynağı olarak gelmiştir". Öyleyse kafirlerin onu inkar etmesi hiç doğru olur mu? Çün­kü onlar insanları doğru yola iletmek için Allah'ın, peygamberlerine öğüt kaynağı kitap indirmesinin bir gelenek olduğunu bilmektedirler.

Seri olarak verilen işaretten çıkartılacak ibret ve öğüt, Allah'ın Musa ve Harun'a in­dirdiği ile Muhammed'e indirdiği kitap arasındaki benzerlikte, Allah'ın adet ve gelene­ğini bildikleri halde Muhammed'e indirileni inkar eden kafirleri kınamakta ve Allah'ın indirdiğine inanıp, salih ameller işlemekle de O'nun azabından sakınan muttaki mü'minleri övmekte yatmaktadır. [41]

 

51- Andolsun biz, daha önceden İbrahim'e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik. Zaten biz onu(n olgun insan olduğunu) biliyorduk.

52-  Babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller'[42] nedir?

53- "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler.

54- Dedi ki: "Andolsun siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz".

55-  Dediler ki: "Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bi­zimle) oyun oynayanlardan mısın[43]?"

56-  "Hayır" dedi. Sizin Rabbİnİz göklerin ve yerin Rabbİ-dir, Onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim.

57-  Andolsun Allah'a, sizler arkanızı dönüp gittikten son­ra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.

58-  Nihayet (İbrahim) onları parça parça[44] etti, yalnız on­ların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.

59-  (Döndükleri zaman): "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir" dediler.

60-  "Onları diline dolayan bir genç işittik, kendisine İbra­him deniliyormuş" dediler.

61-  "Onu insanların gözleri önüne getirin de nasıl ceza­landırılacağına tanık olsunlar" dediler.

62-  Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yap­tın?"

63-  "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz ona soruverin".

64-  Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz"[45] dediler.

65-  Sonra, yine eski kafalarına döndürüldüler: "Sen de bi­lirsin ki bunlar konuşmazlar"[46] dediler.

66- "Peki" dedi, "Siz Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz?"

67-  Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?

68-  Dediler ki: "Eğer bir iş yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun".

69-  Bİz de: "Ey ateş İbrahim'e serin ve esenlik ol!" dedik.

70- Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de, asıl kendilerini hüsrana uğrattık.

71-  Onu ve Lût'u kurtarıp, âlemlere bereketli kıldığımız bir yere getirdik.

72-  Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de[47] Yâkub'u; her birini salihler kıldık.

73- Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdendi.

 

İbrahim'in Kavmiyle İlgili Kıssası

 

Bu, sözkonusu zincirin ikinci halkası olup, İbrahim ile kavmi arasında geçen hadise­leri anlatmaktadır. İfadeleri gayet açıktır. Burada anlatılan her husus, Sâffât, Şuara, Meryem ve En'am sûrelerinde de geçmişti ve oralarda, burada yeni bir izaha ihtiyaç bı­rakmayacak tarzda açıklamalarda bulunmuştuk.

Üslûbundan da açıkça anlaşıldığı üzere, ayetler Araplara öğüt vermek ve hatırlatmak amacıyla gelmiştir. Öyle ki, İbrahim'in kavmi putları kendilerine ilah edinme aptalhğında bulunmuşlardır. Ayetler onlara karşı İbrahim'in mantığının ve delilinin güçlülüğünü ortaya koymakta, Allah'ın onu ateşten kurtarıp; hem onu, hem de soyunu iyilik, takva ve hidayet üzerinde olmalarından dolayı koruma altına aldığını anlatmaktadır.

Buradaki halka, zincirin en uzun kısmını oluşturmaktadır. Bunun hikmeti de, Arap­ların İbrahim ve milletinin mensup oldukları inanca sahip olmalarından, bu kıssayı bu şekilde aktarmalarıdır. Vahiy de hikmeti gereği onları bu açık delille sıkıştırmıştır.

Lût'un İbrahim ile birlikte kurtarılarak Allah'ın mübarek kıldığı yere -Filistin'e- yer­leştirilmesi hadisesi ilk defa burada anlatılmıştır. Bu olay, mevcut Tevrat'ın Tekvin bö­lümü, 12. pasajında anlatılmıştır ama İbrahim'in kavmiyle arasında geçen hadiselerden bahsedilmemiştir. Bu, bizim daha önce tercih ettiğimiz üzere, bu kıssanın da Peygamber zamanında yaşayan yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat ve sahifelerde mevcut olduğu­nu, ama bize ulaşmadığını te'yid etmektedir.

Müfessirler, İbrahim'in kıssasının anlatımı esnasında bu ayetlerin tefsirinde İbn Ab-bas ve İbn İshak'a dayandırarak birçok rivayetler nakletmişlerdir. Fakat biz onlan bura­da zikretmekte bir fayda görmedik. Çünkü bu, Kur'an'ın kıssalarda gözettiği amaçlar arasında yer almamaktadır. Fakat bu nakiller İbrahim kıssasının Peygamber'in çevre­sinde konuşulup anlatıldığını göstermekte ve bu kıssanın varlığını te'yid etmektedir. [48]

 

74-  Lût'a da hüküm'[49]ve ilim verdik ve onu çirkin işler ya­pan bir kentten kurtardık. Gerçekten onlar, yoldan çıkan kötü bir kavim idiler.

75-  Ve onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, salihler-den idi.

 

Lût'un Kıssası

 

Bu, kıssalar zincirinin üçüncü halkasını oluşturmaktadır. Kıssada Lût ve onun çirkin işler yapan fâsık kavmine seri olarak işaret edilmiş, Allah'ın onu salihlerden olduğu için kavminden kurtararak koruma altına alması anlatılmıştır. Ayetlerin üslubunda, öğüt ve örnek verme, hatırlatma ve övgüde bulunma amacı açıkça gözükmektedir.

Lût'un kavmiyle arasında geçen hadiseleri anlatan kıssa, önceki birçok sûrede geç­miştir. Oralarda tekrara gerek olmayacak tarzda yeterli açıklamalarda bulunmuştuk. [50]

 

76-  Nuh'u da an, o da bunlardan önce bize yalvarmıştı. Biz de onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini bü­yük sıkıntıdan kurtarmıştık.

77- Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden, onun öcünü al­mıştık. Onlar, kötü bir kavim olmuşlardı; biz de onların hepsini boğmuştuk.

 

Nuh'un Kıssası

 

Bu kıssa da zincirin dördüncü halkasını oluşturmaktadır. Ayetlerde Nuh'a seri ola­rak işarette bulunulmakta, Allah'a yaptığı yakarışı ve Allah'ın duasını kabul ederek onu ve ailesini kurtarması, azgın kavimlerine karşı onlara yardım ederek kavmini suda boğ­ması anlatılmaktadır. Bu ayetlerde de öğüt ve örnek verme ile hatırlatma ve övgü açık olarak gözükmektedir.

Nuh kıssası da daha önce tefsir edilmiş olan birçok sûrede geçmiş olup, oralarda ye­terli miktarda açıklamalarda bulunmuştuk. Burada yeni bir izaha gerek yoktur. [51]

 

78- Davud ile Süleyman'ı da (an); hani onlar, toplumun davarının yayıldığı bir ekin hakkında hükmediyorlardı, biz de onların hükümlerine tanık idik.

79-  O hükmü Süleyman'a bellettik. Onların hepsine de hükümdarlık ve bilgi verdik. Davud'a dağları ve kuşları boyun eğdirdik, onunla beraber teşbih ediyorlardı. Biz (bunları) yaparız.

80-  Ona, sizi savaşın şiddetinden koruması için zırh yap-mayı[52] öğretmiştik. Ama siz şükrediyor musunuz ki?"

81- Süleyman'a da fırtınayı (boyun eğdirmiştik). Onun em­riyle, içinde bereketler yarattığımız yere akıp giderdi. Biz herşeyi biliriz.

82-  Kendisi için denize dalan ve bundan başka işler yapan bazı şeytanları da emrine vermiştik. Biz onları onun emrin­de tutuyorduk.

 

Davud Ve Süleyman'ın Kıssaları Hakkında

 

Bu kıssa, zincirin beşinci halkasını oluşturmaktadır. Kıssada bir nebze olsun Davud ile Süleyman'ın hayatlarına değinilmiştir. Ayetin ifadeleri gayet açıktır. Burada yer alan hususların çoğu, önceki sûrelerde geçmiştir ve oralarda yeterli miktarda yorumlarda bu­lunduk.

Ancak ekin ve davar konusu yenidir. Bu konular günümüzde mevcut olan Tevrat ki­taplarında bulunmamaktadır. Halbuki Davud ile Süleyman'ın hayatı ve daha Kur'an'da anlatılan birçok şey Tevrat kitaplarında bulunmaktadır. Kur'an'da anlatılan bu tür kıssalar daha önce de tercih ettiğimiz gibi, Peygamber zamanında yahudilerin ellerinde bu­lunan Tevrat ve sahifelerde mevcuttu ama daha sonra bunlar kayboldu; bu kıssa için de bu tercihi yapıyoruz.

Bu görüşü, İbni Abbas'a nispet edilerek verilen kıssanın geniş tafsilatı da te'yid et­mektedir. Tafsilatta bu kıssanın kitap ehli vasıtasıyla Peygamber'in yaşadığı toplumda bilindiği ifade edilmektedir.

Müfessirler özde birleşmekle beraber kıssayı değişik ifadelerle naklettiler. Naklet­tiklerine göre, bir topluluğa ait olan davar sürüsü başka bir topluluğun üzüm bağına ve­ya ekin tarlasına girmiş ve orayı ifsad etmişti. Bunun üzerine bağ sahibi veya tarla sahi­bi durumunu Davud'a şikayet etmiş, o da bağın ona verilmesi yönünde hükmetmişti. Süleyman hükmünü kontrol ederek: "Ey Allah'ın peygamberi hüküm daha başka olsay­dı veya bana sorulsaydı ben bundan başka hükmederdim, dedi. Davud da mesele hak­kında ona görüşünü sordu; o da: Bağ veya tarla davar sahibine verilir ve önceki haline gelinceye kadar onu ıslah etmekle yükümlü tutulur, davar da bağ sahibine verilir, o da onlardan istifade eder. Bağ veya tarla önceki hallerine geldiklerinde, davarlar asıl sahi­bine, bağ veya tarla da asıl sahibine iade edilir, dedi".

Müfessirler[53] kıssa üzerine birçok yorumlarda bulunmuşlar ve bu münasebetle îslâmi bir yasa ve kural olabilecek birçok rivayet ve hadis nakletmişlerdir. Bunlar arasında, Al­lah tarafından bir vahyin gelmediği durumlarda peygamberlerin içtihat etmelerinin caiz oluşu, Allah'ın bir hükmü bir peygamberine, başka bir peygamberine öğrettiğinden da­ha doğru bir şekilde öğretmesinin mümkün ve caiz olması, müçtehidin içtihadında, ha­kimin de hükmünde hata etmesi halinde günaha girmemesi, hakimin hükmünü verdik­ten sonra içtihadından, daha doğru bir içtihada dönmesinin caiz olması, kuralları zikre­dilebilir. Bu konuda Buharî'nin rivayet ettiği bir hadis nakledilir. Hadiste şu ifadeler bulunmaktadır: "Bir hakim içtihad eder ve içtihadında isabet ederse ona iki ecir vardır. İçtihat edip hata ederse ona bir ecir vardır". Kıssada anlatılan hadiseye benzer bir olay hakkında Peygamber'in hükmünün yer aldığı bir hadis de naklettiler. Nakledildiğine göre Berâ b. Âzib'e ait bir deve bir bahçeye girmiş ve içindekileri ifsad etmişti. Allah'ın elçisi de bahçe sahiplerine gündüz bahçelerini korumakla, davar sahiplerine de, davar­larının geceleyin ifsat ettiklerini tazmin etmekle hükmetti. Bu İslamî bir yasa halini aldı ve rnüslümanların hakimleri bununla hükmetmeye başladılar; davar sahiplerini, davarla­rı gündüzleyin bahçelere girdiğinde tazminle yükümlü tutmuyorlar, geceleyin girip if­sad ettiklerinde ise onları tazminle yükümlü tutuyorlardı. [54]

 

83-  Eyyûb'u an! O, Rabbine: "Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin" diye dua etmişti.

84-  Biz de O'nun duasını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir öğüt olarak, ailesini ve onlarla beraber bir katını daha vermiştik.

 

Bu kıssa, zincirin altıncı halkasını oluşturmaktadır. Ayetlerde seri olarak Eyyub'un kıssasına, ona isabet eden sıkıntıya, sadece Allah'dan yardım dilemesine değinilmekte ve ibadette gösterdiği ihlasmın bir karşılığı olarak Allah'ın ona bahşettiği rahmet anla­tılmaktadır.

Ayetlerdeki hatırlatma ve ibret verme amacı açıkça gözükmektedir. Eyyub'un kıssa­sı Sâd sûresinde biraz daha tafsilatla anlatılmıştır. Orada yeni bir yoruma ihtiyaç olma­yacak tarzda yorumda bulunduk. [55]

 

85-  İsmail'i, İdrisi'i, Zu'l-Kifi'i de an; hepsi de sabredenler­dendi.

86- Onları rahmetimize soktuk, çünkü onlar saliplerdendi.

Bu kıssa da zincirin yedinci halkasıdır. Ayetlerde İsmail'e, İdris'e ve Zülkifl'e işaret edilmiş; sabırları, iyi halleri ve ihlaslanndan dolayı Allah'ın onlara rahmetle muamelesi anlatılmıştır.

Ayetlerdeki hatırlatma ve ibret verme amacı açıktır. Bu üç peygamberin kıssaları, di­ğer sûrelerde de anlatılmıştır. Oralarda, herbiri hakkında tekrara ihtiyaç duyulmayacak tarzda açıklamada bulunduk.

87-  Balık sahibi'[56] (Yunus'u) da an; hani o, kızmış'[57] vazi­yette gitmişti ki, bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşür­meyeceğimizi sanmıştı'[58]. Nihayet karanlıklar içinde'[59] (kalıp): "Senden başka İlah yoktur, senin sânın yücedir, gerçekten ben zalimlerden oldum"[60] diye yalvardı.

88-  Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtar­dık. İşte biz, inananları böyle kurtarırız.

Bu kıssa da zincirin sekizinci halkasını oluşturmaktadır. Ayetlerde Yunus'un kıssa­sına işaret edilerek, hatasını ve kendine yaptığı zulmü itiraf etmesi, balığın karnındayken Rabbine yalvarması, Allah'ın da onun duasını kabul ederek kederinden kurtarması anlatılmıştır. Çünkü mü'minleri kurtarmak Allah'ın kanunudur.

89-  Zekeriya'yı da (an), Hani Rabbine: "Rabbim beni yal­nız başıma bırakma, sen vârislerin en iyisİsin" diye dua et-mİştİ.

90-  Onun duasını da kabul buyurduk ve ona Yahya'yı ar­mağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.

Bu kıssa ise zincirin dokuzuncu halkasıdır. Ayetlerde Zekeriya'nın duasına ve Al­lah'ın onun duasını kabul ederek, ihtiyarlığına, hanımının da kısırlığına rağmen ona bir çocuk bağışlamasına işaret edilmiştir. Çünkü onlar hayırlı işleri yapmakta yarışıyorlar, Rablerinin rızasını umarak, gazabından da korkarak dua ediyorlar ve O'na derin saygı gösteriyorlardı.

Ayetlerde ibret ve hatırlatma amacı gayet açıktır. Zekeriya'nın kıssası biraz daha ge­niş olarak Meryem sûresinde anlatılmıştır. Orada yeni bir yoruma ihtiyaç duyulmayacak şekilde açıklamada bulunmuştuk.

91- O ırzını korumuş olan[61] (Meryem)i de an, ona ruhu­muzdan bir çocuk üflemiş, kendisini ve oğlunu âlemlere bir ibret yapmıştık.

Bu kıssa da zincirin onuncu ve son halkasını oluşturmaktadır. Ayette Meryem'e ve Allah'ın ona ruh üflemesiyle, doğurduğu oğluna işaret edilmekte ve bunun büyük bir mucize olduğu, Allah'ın bunu, kudretinin büyüklüğünü görmeleri için yaptığı anlatıl­maktadır.           

 

Meryem Kıssası Ve "...Ona Ruhumuzdan Dilemiştik" Cümlesi

 

Meryem kıssası ve İsa'yı doğurması biraz daha geniş olarak Meryem sûresinde anla­tılmıştı. Orada yeni bir yoruma gerek kalmayacak tarzda açıklamalarda bulunmuştuk. Ancak şunu söylememiz mümkündür: Vahyin hikmeti gereği bu kıssa Meryem sûresin­de Yahya'nın doğumunu anlatan kıssanın akabinde anlatıldığından, burada da aynı kıs­sanın akabinde anlatılmıştır. Burada da oradaki gibi, her iki doğumun da mucize eseri olduğu açıklanmıştır; bundan dolayı İsa'nın mucize eseri doğmasından, onun ilah veya Allah'ın oğlu olarak algılanması doğru değildir.

Ayetlerde dikkat çeken diğer bir nokta da, ilk defa zikredilen: "Ona ruhumuzdan üf­lemiştik'1 cümlesidir. Bu cümle Âli İmran sûresinin 45. ayetinde şu şekilde ifade edil­mişti: "...Serti, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor". Nisa sûresinin 171. ayetinde: "Meryemoğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur" denilmektedir. Tahrim sûresinde bir ayette de: "İmran'ın kızı Mer­yem'i de (misal verdi). O ırzını korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üflemiştik...". Bu­nunla ilgili olarak şunu söyleyebiliriz:

Birincisi: Kur'an: "Ona ruhumdan üfledim" ifadesini Sâd sûresi 72. ayette, Adem'in yaratılışı münasebetiyle kullanmıştı; "Sonra ona biçim verdi, ona ruhundan üfledi" ifa­desini de insanın yaratılması münasebetiyle Secde sûresinde 9. ayette kullanmıştı.   .

ikincisi: Kur'an Meryem sûresinde, Allah'ın ruhunun Meryem'e bir çocuk armağan etmek için bir insan suretinde gözüktüğü anlatılmış, ama armağan şekli izah edilmemiş­tir. Bu sûredeki Allah'ın ruhundan maksat, Allah'ın bir meleğidir.

Sonra bununla, Enbiya süresindeki "Ona (Meryem'e) ruhumuzdan üflemiştik" ifa­desi ve Tahrim sûresinde, ayetteki "Ona ruhumuzdan üflemiştik" ifadeleri arasındaki farklılık gayet açıktır.

Üçüncüsü: Kur'an, Âli İmran sûresinde İsa'nın doğumu ile ilgili kıssayı anlatırken, üflemekten veya ruh gönderilmesinden bahsetmemiş, sadece meleklerin Allah'ın kelimesiyle müjdelemelerim zikretmiştir. Bu, şu ayetlerde açıkça gözükmektedir: "Melekler demişti ki: 'Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir; dünyada da, ahirette de seçkin, onurlu, saygındır ve (Allah'a) yakın olanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır ve iyilerden olacak­tır. Dedi ki: Rabbim bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir? (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona 'ol'der, o da he­men oluverir. "(45-47).

Dördüncüsü: Bu ifadelerin yer aldığı ayetler İsa'nın yaratılmasının Rabbani bir ina­yet, Rabbani bir mucize altında gerçekleştiğini açıklamakta ve Allah'tan herhangi bir uluhİyet parçasının ayrılmasını kesin ifadeyle reddetmektedir. Ve İsa'nın, Allah'ın kul­larından bir kul ve O'nun elçisi olduğunu vurgulamaktadır. O'nun oğlu olması veya ulû-hiyette O'nunla birlik olması, yahut o ulûhiyyetin bir şekilde onda tecelli etmiş olması iddiası kesinlikle doğru değildir; Allah bu mânâlardan münezzehtir. Sonra Allah'ın ulû-hiyette vahdaniyyeti, birliği ve sıfatlarının kemâl ve yüceliği Nisa sûresinin 171-172. ayetleriyle de açıklanmıştır: "Ey kitap ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Al­lah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, sadece Al­lah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın, (Allah) 'üçtür' demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek ilahtır. Hâşâ O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde onlan-lann hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter! Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırılmış melekler."

Bu durumda yapılacak iş, Kur'an'ın durduğu sınırda, herhangi bir ilavede bulunma­dan durmaktır. Yalnız ayetlerin ruhunun ifade ettiği mânâları gözönünde bulundurmak gerekir. İfadelerde yer alan çeşitlilik ve farklılığın olayı zihinlere yaklaştırmak ve misal-lendirmek amacıyla olduğunu nazar-i itibara almak gerekir. Yine, yapılan açıklamaların, yalnız Allah'a yapılan nebevi davetle bağlantılı olduğunu, O'nu çocuk edinmekten, han­gi mânâda ve şekilde olursa olsun her türlü şirkten tenzih etmekle alakalı olduğunu gö­zönünde bulundurmak gerekir. Zira Allah'a benzer hiçbir şey yoktur. Bütün sıfatları, O'na nispet edilmesi veya O'nun hakkında söylenmesi caiz olan herşeyin; "ruhumuz", "O'nun ruhu", "O'ndan bir ruhtur" ifadeleri de -ki O'nun ayeti anlamındadır- dahil hep­sinin "O'na benzer hiçbirşey yoktur" kaidesi ve anlamı çerçevesinde değerlendirilmeli­dir. O'na hiçbir şeyin benzememesi olgusu, O'ndan başkasına birşeyin geçmesini, inti­kal etmesini mümkün kılmamaktadır.

Necran hristiyanlarından bir grup, Medine'deyken Peygamber'e gelerek, onunla İsa hakkında tartıştılar. Onlara Mekke'de inen sûrelerden; Meryem ve Enbiya sûresinin bu ayetlerini okuyarak açıkladı. Fakat inançlarında ısrar edince, onlara Âli İmran sûresinin 61. ayetinin emrettiği gibi şöyle bir teklifte bulundu: Geliniz biz oğullarımızı, siz de oğullarınızı; biz kadınlarımızı, siz de kadınlarınızı; biz kendimizi siz de kendinizi çağıralım, sonra karşılıklı olarak lanetleşelim ve Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kıl­masını isteyelim. Fakat bunu da kabul etmediler ve O'na şöyle dediler: Sen İsa'nın, Al­lah'ın ruhu ve kelimesi olduğunu söylemiyor musun? Peygamber de: "Evet" buyurdu. Onlar da: Bu bize yeter, dediler. Sanki onlar bunda, onun kendi aleyhine bir delil gördü­ler Allah da, bu tartışma münasebetiyle Âli İmran süresindeki şu ayeti indirdi: "Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yo-rumlarım-yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez...[62]. Sanki onların sözlerine cevap olarak şöyle söylenmek istenmiştir: Kur'an, İsa'nın Allah'ın ruhu veya O'nun kelimesi olduğunu açıklıyorsa, bundan kesin­likle onun Allah'ın oğlu veya O'nun bir parçası, yahut O'nun bir sureti olduğu anlamı ve hükmü çıkmaz. Bu, heva ve bâtılı haklı göstermek için yapılmış hileli, doğru olma­yan bir yorumdur ve Allah'ın tek olduğunu, ortağı ve çocuğu olmadığını, O'nun üçün üçüncüsü olmadığını, Mesih'in ilah veya Allah'ın oğlu, yahut O'nun bir sureti veya par­çası olmadığını kesin ve açık ifadelerle açıklayan Kur'an'ın muhkem ayetleriyle de bağdaşmamaktadır. Kur'an ifadeleri, olayı zihinlere yaklaştırmak ve misallendirmek amacıyla kullanılmıştır.

Bu münasebetle, geçen kıssalar zincirinin her halkasında söylediklerimize şunu da ilave etmemiz yerinde olur: Allah'ın peygamberlerini "kurtarması" ve onların "duaları­nı kabul etmesi", onları koruması; onların ihlaslan, sabırları, Allah'a karşı saygıları, ibadet etmeleri ve şükretmeleri sebebiyle olmuştur. Bu ifadeler, geçen halkalarda tek­rarlanmıştır. Bu tekrarlamanın amaçları arasında, Peygamber'i ve müslümanları cesaret­lendirmek, onları rahatlatarak konumlarını güçlendirmek ve onları Allah'ın peygamber­lerini örnek almaya çağırmak da bulunmaktadır.

Bu sûrenin Mekke döneminin son üçte birlik kısmında indiği kabul edilir; bu dö­nemde mü'minlerin anası Hatice (r) vefat etmişti. O, Peygamber'e en büyük cesareti ve­renlerden, onu zor ve çetin durumlar karşısında en çok teselli edenlerdendi. Bu dönem­de aynı zamanda amcası, yardımcısı Ebu Talip de ölmüştü. Muhtemel olarak bunların akabinde müşriklerin ileri gelenlerinin baskısı artmış, bunun neticesinde de Peygam-ber'in kederi, mü'minlerin de korkusu şiddetlenmişti. İşte bu durum rivayetlerin de ifade ettiği gibi onun destekçi bulma ümidiyle Taife gitmesine, belirli mevsimlerde çeşitli ka­bilelerin liderleriyle, Yesrib halkından Evs ve Hazreç kabilelerinin liderleriyle temasa geçmesine neden oldu. Görüldüğü üzere vahiy hikmeti geçen halkaların, içerdiği konu­larla beraber müjdeyi, rahatlatmayı, kurtuluş ve zaferi de kapsadığını ortaya koymakta­dır[63].[64]

 

92- Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir[65]. Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse bana ibadet ediniz.

 

Peygamber Ve Mü'minlere Hitap

 

Ayet, çoğul muhatab zamirinden de anlaşıldığı üzere, peygamberlerin kıssalar zinci­rinden hemen sonra iltifat olarak Peygamber'e ve mü'minlere yöneltilmiştir. Ayet onlara seslenerek, sırf Allah'a ibadet etmenin yolunun, sadece O'na saygı duymak, sadece O'-na ihlasla amelde bulunmak ve sadece O'ndan yardım istemek olduğunu ifade etmekte ve Allah'ın peygamberlerinin takip ettiği salih amelleri ve faydalı işleri yapmak yolu olan o tek doğru yolda, onların da sapmadan yürümeleri gerektiğini anlatmaktadır. [66]

 

93-  (Ama insanlar) işlerini aralarında parça parça dağıttı­lar; hepsi (sonunda) bize döneceklerdir.

94-  Artık kim, bir mü'min olarak salih amellerde bulunur­sa, onun çalışmasına nankörlük edilmez. Şüphesiz biz, o-nun yazıcılarıyız.

95- Helak ettiğimiz bir ülkeye artık yaşamak haramdır. Onlar bir daha geri dönemezler.

 

Birinci ayette: İnsanların gruplara ayrılarak dinleri ve ümmetleri ile alakalı konular­da aralarında ihtilafa düştüklerine işaret edilmiş ve herkesin sonunda Allah'a döneceği açıklanmıştır.

İkinci ayette: Doğru yolda yürüyüp Allah'a inanan ve salih ameller işleyen gruba işaret edilerek, amelinin zayi olmayacağı anlatılmıştır. Allah'ın onu, kendisi için kaydet­tiği belirtilmiştir.

Üçüncü ayette: Doğru yoldan saparak Allah'ın gazap ve helakini hak eden gruba işaret edilmiş ve Allah'ın helakinin başlarına gelmesinden sonra, onlardan ne sapıklık­larından dönmelerinin, ne de tevbe etmelerinin kabul edilmeyeceği açıklanmıştır.

Üçüncü ayetin yorumuyla ilgili birçok söz söylenmiştir. Bizim bunlar arasından se­çip yaptığımız yorumun doğru olduğunu umuyoruz. Çünkü bu yorum, bütün olarak ayetlerin ruhuna en uygun düşendir.

Ayetler önceki ayeti tamamlayıcı mahiyette gelmiştir. Ayetlerin ruhundan anlaşıldı­ğı üzere Peygamber'in ve müminlerin konumunu sağlamlaştırmak, onları müjdelemek ve güzel akibetin onların, kötü akibetin ise kafirlerin olacağı konusunda onların rahatla­tılması hedeflenmiştir. Sanırım son ayet kafirleri uyarmaktadır; küfürlerinde hâlâ ısrar etmeye devam ederlerse ve bu suretle hak ettiklerinden başlarına Allah'ın helaki gelirse, ellerindeki fırsatı kaçırmış olurlar. Çünkü bu durumda geri dönme ve tevbe etme imkanı kalmamış olur. [67]

 

96-  Nihayet Ye'cuc ve Me'cuc'un önü açıldığı ve onlar her tepeden'[68] akın etmeye[69] başladıkları zaman.

97-  Gerçek olan va'd yaklaşmıştır; işte o zaman İnkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet İçindeydik; hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler).

 

Ye'cuc Ve Me'cuc'un Çıkışı

 

Her iki ayette de kafirlere yapılan uyan te'yid edilmiştir ki, bu iki ayetten önceki ayetin de bunu içerdiğini tercih etmiştik. Ve onları bekleyen Kıyamet gününün dehşeti de vasfedilmiştir:

Allah'ın ilminde Kıyamet'in kopma vakti olarak tayin ettiği zaman gelip alametleri görülmeye başladığında ki, Ye'cuc ve Me'cuc'un önünün açılarak her taraftan her yöne doğru akıp gitmeleri bu alametlerdendir; işte o vakit Allah'ın va'dinin gerçekleşme za­manı yaklaşmış demektir. Çok yakında kafirlerin gözleri korku ve dehşetten yuvaların­dan fırlayacaktır ve feryat ederek pişmanlıklarını açığa vuracaklardır. Çünkü onlar bu günün hesabını yapamamışlar, gafil yakalanmışlardır. Günahkâr ve zalim olduklarım da kabul edip itiraf edeceklerdir.

Ayetler önceki üslûpla bağlantılıdır. Aynı şekilde birinci ayette söz, Zülkarneyn'in Ye'cuc ve Me'cuc'un üzerine inşa ettiği, Kehf sûresinde anlatılan setle de alakalıdır. Hadislerin ifade ettiğine göre şeddin yıkılıp Ye'cuc ve Me'cuc'un oradan çıkmaları Kı­yamet alametlerindedir. Konuyla ilgili Kehf sûresinde, tekrara ihtiyaç olmayacak: şekil­de açıklama ve yorumda bulunduk.

Bu ayetler kafirleri uyarmayı, sakındirmayı, korkutmayı ve onları vakit geçmeden önce inkarlarından vazgeçmeye sevketmeyi amaçlamaktadır. Bunu, Önceki ayetler de aynı şekilde amaçlamıştı. [70]

 

98-  Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da ce­hennemin odunusunuz[71], siz ona varacaksınız.

99-  Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona girmeyeceklerdİ. Oysa onların tümü, içinde temelli kalıcıdırlar. 100- Orada kendileri için, "kemikleri çatırdatan inmeler[72] vardır. Onlar orada işitmezler de.

 

İnkar Edenlerin Ahiretteki Durumu

 

Ayetlerdeki hitap dinleyen kafirlere yönelik olup, onları kınayıp azarlamaktadır: Onlar ve Allah'tan başka taptıkları ilahlar kesinlikle cehenneme girecekler, ateşin yakıt­ları olacaklar ve ateşle dağlan acaklardır; orada ebedi olarak kalacaklardır. Ve o zaman cehennem azabının şiddetinden bağıracak, verdiği acının şiddetinden de inleyeceklcrdir ve orada herhangi bir kurtuluş haberi, müjdesi de işitmeyeceklerdir. Eğer Allah'tan baş­ka taptıkları, gerçek ilah olmuş olsaydı, tabiatıyla oraya girmeyeceklerdi.

Görüldüğü gibi ayetler üslûp ve konu bakımından öncekilerle bağlantılıdır. Bir kı­sım müfessirler "Allah'tan başka taptıkları" cümlesini şeytanlara ve cinlere yorumla­mışlardır. Bir kısmı da putlara yorumlamıştır. Her iki yoranı da isabetlidir. Bu iki yo­rum dışında, meleklerin, kafirlerin taptıkları ilahları diye yapılan izahlar tabiatıyla doğ-değildir. Her halükârda ayetler kınama, azarlama ve uyarma maksadıyla gelmiştir. [73]

 

101- Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar; işte onlar, ondan uzaklaştırılmışlardır.

102-  Onun uğultusunu'[74] bile duymazlar. Onlar nefisleri­nin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar.

103-  O en büyük korku[75], onları asla tasalandırmaz. Me­lekler onları şöyle karşılar: "İşte bu, size va'dedilen günü-nüzdür!"

 

Ahirette Mü'mini Erin Durumu

 

Ayetlerde Kur'an'ın bilinen üslubuna uygun olarak kafirlerin akıbetine mukabil, ahi­rette mü'minlerin akibeti anlatılmıştır. Allah'ın iman etmelerini, salih ameller işlemele­rini sağlayarak haklarında saadet takdir ettiği kimseler, ateşten uzaklaştırılıp kurtulacak­lardır; sesini işitmeyecekler ve hissetmeyeceklerdir. Onlar, nefislerinin arzu edip çektik­lerinden istifade ederek zevkleneceklerdir. Nimetler içerisinde ebedi olarak kalacaklar ve kafirleri korkutan o büyük dehşet ânı onları ne üzecek, ne de korkutacaktır. Melekler de onları müjdeleyerek şu sözlerle karşılayacaklardır: İşte bugün dünyadayken va'do-lunduğunuz o hakiki nimet gününüzdür.

Bu yoruma göre, ayetler öncekilerle üslûp ve konu bakımından bağlantılıdır.

Bir kısım müfessirlerin naklettiğine göre bu ayetler, önceki ayetler hakkında çıkan bir tartışma münasebetiyle inmiştir; şöyle ki, Peygamber putlarla dolu olan Kabe'nin avlusunda Kureyşlilere va'z edip öğüt veriyordu, putları göstererek şu ayeti okudu: "Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız". Bunun üzerine ismi İbni'z-Zeba'rî olan bir şahıs itiraz ederek ona şöyle dedi: "Araplar meleklere, hristiyanlar Mesih'e, yahudiler de Üzeyr'e tapıyorlar ve bun­ların hepsi senin de kabul ettiğin gibi Allah'a yakın kullar. Bunlar da mı cehennem odunları olacaklar?" Bunun üzerine onlan önceki ayetlerin kapsamından çıkarmak için bu ayetler inmiştir[76].

Biz bu rivayeti inkar etmek istemiyoruz. Fakat ayetlerin kapsamının bundan daha geniş olduğunu düşünüyoruz, Özellikle de üçüncü ayetin... Önceki ayetlerin içerdiği ko­nular karşısında mü'minleri methedip övmeyi ve rahatlatmayı hedeflemiştir. [77]

 

104- Bizim, göğü, kitabın sahifelerin[78] katlar gibi katlaya­cağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, bizim üzerimizde bir vaîddir. Bunu mutlaka yapacağız.

105- Andolsun, biz Zikir'den[79] sonra Zebur'da[80] "Şüphe­siz arz'a salih kullarım vâris olacaktır" diye yazdık.

106-  Şüphesiz bunda kulluk eden kimseler için yeterli bir öğüt vardır.

107-  (Ey Muhammed), biz seni âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Birinci ayette: Allah'ın, kesin olarak yapmayı va'dettiğine göre, çok yakında -Kıya­met koptuktan sonra- bütün mahlûkatı ilk başta yarattığı gibi tekrar ikinci kez de yarata­cağı haber verilmekte ve O'nun va'dini muhakkak gerçekleştireceği, buna kadir olduğu bildirilmektedir. Bunun yanısıra, o zaman geldiğinde, yazarın yazı yazmak için defter sayfasını katladığı gibi göğü katlayacağı anlatılmıştır.

İkinci ayette: Allah, indirdiği kitaplarda insanlara da bahşedip, onlara hak ve hidayet yolunu açıkladıktan sonra yeryüzüne yalnız salih kullarının vâris olacağını kararlaştırdı­ğını haber vermektedir.

Üçüncü ayette: Anlatılan gerçeklerde, kalbi nurlu olup sadece Allah'a kulluk edenler için yeterli mesajlar bulunduğu açıklanmaktadır.

Dördüncü ayette: Hitap Peygamber'e yöneltilmiş olup, Allah'ın onu; insanlara emir ve yasaklarını tebliğ etmek, hak ve hidayet yolunu açıklayıp ona çağırmak suretiyle, âlemlere yalnız rahmet olarak gönderdiği açıklanmaktadır.

Ayetlerin üslubu kuvvetli ve etkilidir. Son ayette Pcygamber'i rahatlatan, ona övgü ve sevgi sunan güçlü mânâlar bulunmaktadır. Sonra aynı ayette Muhammedi davetin boyutlarına, Allah'ın her yer ve zamanda tüm âlemleri kapsayan rahmetine kuvvetli bir işaret vardır. [81]

 

Göğün Dürülmesi

 

Göğün katlanıp dürülmesi ve bunun yazarın eliyle kağıdın dürülmesine benzetilme-siyle, sadece Allah'ın kudretinin te'yid edilmesi kastedilmiştir. Zira insanlar kainatta gördükleri harikulade olayları, varlıkları, özellikle de göğü ve öldükten sonra diriitilme-yi gözlerinde çok büyütmektedirler; sanki onlara şöyle söylenmek istenmiştir: Sizin gö­zünüzde çok büyüttüğünüz bu işler Allah'ın kudreti yanında çok basit ve kolaydır. Bu onlara, anlayabilecekleri türden bir örnek verilerek açıklanmıştır. Bu mânâ Kıyamet ve hadiselerinin anlatıldığı birçok yerde değişik şekillerde tekrarlanmıştır. Bu çeşitleme bi­zim bu açıklamamızı doğrulayan delildir. Nitekim Zümer sûresinde bir ayette benzer bir ifadeyle, Allah'ın kudretini ortaya koyma maksadı açıkça gözükmektedir: "Onlar, Al­lah'ı gereği gibi bilemediler. Halbuki Kıyamet günü yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler de O'nun kudret eliyle durulmuştur. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir" (Zümer, 67). [82]

 

Yeryüzünde Salih Kulların Olması

 

Müfessirler, "Şüphesiz ye/yüzüne salih kullarım vârisçİ olacaktır" cümlesini, cenne­te vâris olma veya dünyaya vâris olma İhtimaliyle açıklamışlardır. Onların bir kısmı da bu ayette Peygamber'in ve mü'minlerin sonunda Kureyş'e karşı zafere ulaşacaklarının müjdesinin bulunduğunu söylemiştir. Dikkat edilirse, konunun ahirette insanlann sonla-rıyla alakalı olması ve Allah'ın bunu gerçekleştireceği yönündeki va'dinin te'yid edil­mesi bizim de birinci ihtimali tercih etmemize neden olmaktadır. Özellikle "Salih kulla­rım" ifadesiyle sadece hak yolu tutan, Allah'ın mü'min ve muvahhid kullan kastedilmektedir. Halbuki yeryüzünde yaşayan insanların çoğu bu özelliklere sahip bulunma­maktadır. Bu sûreden sonra gelen Mü'mİnun sûresinin başlarında yer alan 10-11. ayet­lerin, "vâris olacaktır" ifadesinin birinci ihtimale uygun olarak anlaşılmasında katkısı olabilir. Sözkonusu iki ayet: "İste vâris olacaklar onlardır. Onlar Firdevs (cennetleri­ne) vâris olacaklardır, orada ebedî kalacaklardır." Hatta Zümer sûresinde bu açıkla­mayı daha açık bir şekilde te'yid eden 74. ayet şöyledir: "Cennettekiler de: 'Bize verdi­ği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. (Allah için) salih amellerde bulunanların ecri ne güzeldir' de­mişlerdir." Sonra bu sûre Mekke'de nazil olmuştur. Orada mü'minler daha zafere ula­şıp yeryüzünde hüküm sahibi olmamışlardı.

Bununla beraber bazı araştırmacıların bu cümleden ilham alarak bunu, dünyada ha­kimiyeti elde etmeye dair yorumlamalarında da bir engel yoktur. Allah'ın, adaleti, hayır ve dayanışma yolunu tutan salih kullan muhakkak bir gün başarıya ulaşacaklar ve yer­yüzünde hakim olacaklardır. Cümlede yer alan ifadeden, bunun bütün dünyada gerçek­leşmesi gerekmez. Nitekim Nur sûresinin 55. ayetinde Allah iman edip salih amellerde bulunan kullarını yeryüzünde hakim kılacağını va'detmektedir: "Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onlan da yer­yüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağ­lamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Ama kim(ler) bundan sonra da nankörlük ederse, işte onlar yoldan çıkanlardır." Allah gerçekten onlara yaptığı va'dini yerine getirmiş ve uzun bir dönem yeryüzünün vârisleri ve hakimleri olmuşlar­dır. Özellikle Peygamber zamanında Arap yanmadasında, sonra da Raşid Halifeler dö­neminde ve en nihayet yeryüzünün doğusunda ve batısında büyük bir alana hakim ol­muşlardır. [83]

 

108- De ki: 'Gerçekten bana, sizin ilahınız yalnızca bir tek ilahtır' diye vahyolunuyor. Artık siz müslüman olacak mı­sınız?

109- Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Size eşit-lik[84] üzere açıklamada bulundum[85]. Artık tehdit edildiği­niz şeyin yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmem.

110-  Şüphesiz o, sözün açığını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.

111-  Bilmem, belki de o (azabın ertelenmesi) sizi dene­mek[86] ve bir süreye kadar yaşatmak içindir.

112-  (Rasulullah) Dedi ki: "Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardı­mına sığınılan Rahman (oian A!lah)dır".

 

Ayetlerde Peygamber'e, insanlara kendisine vahyolunanın, onların ilahlarının ortağı olmayan bir tek ilah olan Allah olduğunu tebliğ etmesi ve onlara davet ve uyarı sorusu olarak, bunu kabul etmeye ve kendilerini Allah'a teslim etmeye hazır olup olmadıklarını sorması, sonra da eğer bundan çekinirlerse onlara şöyle söylemesi emredilmiştir: Mu­hakkak ki ben size durumu bildirdim. Allah'ın vahyini size ulaştırdım, ben ve siz şimdi aynı merkezde bulunuyoruz, benim bildiğimi siz de biliyorsunuz. Yine ben ve siz Al­lah'ın va'dini ne zaman gerçekleştireceğinin bilgisi konusunda eşitiz; onun yakın mı yoksa uzak mı olduğunu ben de bilmiyorum. Şayet Allah sizi denemek için, ilmine tayin ettiği belirli bir vakte kadar size mühlet vermişse, bunu ben de bilmiyorum. Allah her halükârda sizin söylediklerinizi, gizli ve aşikâr dışa vurduklarınızı hep bilmektedir; be­nim bütün görevim size tebliğ edip uyarmaktır, ben de bunu yerine getirdim.

Son ayetteki "kavl=söz" fiili mazi kipiyle okunduğu gibi, emir kipiyle de okunmuş­tur. Ayet, Peygamberin Allah'a kendisiyle kavmi arasında hakla hükmetmesi ve O'na, kafirlerin Allah'a iftira ve yalan olarak söylediklerine karşı yardım etmesi için yaptığı duasını ihtiva etmektedir. "Kavi" fiilinin emir kipiyle okunması halinde bu ona, Allah (c) tarafından dua etmesi ve yardım istemesi için bir emir olur. İkinci okuyuşa göre -ya­ni mazi kipiyle- ise, onun yaptığı dua ve yardım istemesi anlatılmaktadır. Kalp, emir ki­piyle okunuşa meyletmektedir. Çünkü bu emir kipi diğer ayetlerin akışıyla daha çok uyum içerisinde olmaktadır.

Ayetler Öncekilerle bağlantılı olup üslûpları kuvvetli ve etkilidir. Ayetler peygam­berlerin kıssalarını anlatan ayetler zincirini tamamlayan kısmın sonunda geldiği gibi, aynı zamanda sûrenin de nihayetinde gelmiştir. Ayetlerde son olma özelliği çok açık olarak gözükmekte ve birçok sûrenin sonlarına benzemektedir. [87]

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/115.

[2] Ikterabe Mazi (geçmiş) kipiyle kullanıldığından kesinlikle vu-ku bulacağı vurgulanmıştır.

[3] Zikr Burada Kur'an ayetleri anlamındadır.

[4] Eserru n-Necvâ Onların Peygambcr'i yalanlamak, tu­zaklar kurmak için gizli toplantıları kinaye yoluyla anlatılmıştır.

[5] Ellezîne Zaletnû Ara cümle olup, müşrikleri kınamak için kullanılmıştır.

[6] hazâ illâ beşerim mislüküm Bu söz, insanla­ra zulmeden ileri gelenlerin peygamber hakkında söyledikleri sözdür.

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/117-118.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/118-120.

[9] Ehlü'z-Zikr Kinaye yoluyla semavi kitap ehli kastedilmiştir.

[10] Müsrifin Burada, azgınlıklarıyla, sapıklıklanyla Allah'ın koyduğu sınırları aşanlar anlamındadır.

[11] Zikrüküm Size öğüt ve hatırlatma, anlamında olduğu söylendi­ği gibi, şerefiniz ve sânınızın yüksekliği, anlamında olduğu da söylenmiştir. Birinci mânâ üsluba daha uygun düşmektedir.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/121-122.

[13] Kasamnâ Yıktık, yerle bir ettik.

[14] Tilke Da'vâhüm Bu onların sürekli tekrarladıkları sözleridir.

[15] Hasıdan hamîdan Kök\eri sökülmüş, yok edilmiş, ne bir fısıltı, ne de bir hareketleri olmayacak hale getirdik.

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/123.

[17] Lâyestahsirûn Yorulmazlar, bıkmazlar.

[18]yefturûn Aralık vermezler.

[19] Begavi tefsiri.

[20] Hâzin ve Zamahşerî tefsirleri.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/124.

[22] Yünşirûn İnsanları öldükten sonra dirilterek kabirlerinden çı­kartırlar yahut onları baştan yaratırlar. Herhalde bu ikinci anlam daha uygun­dur. Çünkü "edindiler" kelimesindeki zamirin kendilerine döndüğü kafirler, öldükten sonra dirilmeye inanmamaktadırlar.

Yünşirûn İnsanları öldükten sonra dirilterek kabirlerinden çı­kartırlar yahut onları baştan yaratırlar. Herhalde bu ikinci anlam daha uygun­dur. Çünkü "edindiler" kelimesindeki zamirin kendilerine döndüğü kafirler, öldükten sonra dirilmeye inanmamaktadırlar.

[23] Hazâ zikru men meıye Bu, beraberimde olanların inandığı Kur'andır.

[24] Zikru men kablî Kinaye yoluyla yahudi ve hristiyanların inandığı semavi kitaplar kastedilmiştir.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/126.

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/127.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/128.

[28] Raikan Bitişik, tek bir kütle halindeyken.

[29] Ficâcen Sübülâ Geçiş yolları ve geniş yollar.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/129.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/130-131.

[32] Tebhetühüm Onları hayrete düşürecek.

[33] Bkz. Begavi, İbn Kesir ve Hâzin tefsirleri.

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/132-133.

[35] Ve I ahum minnâ yusbahûn Onları bizden kurtara­cak hiçbir dost yoktur.

[36] Efelâ yeravne ennâ ne'tî'l-Erz' Denildi ki; küfür diyarının ve halkının Allah'ın rasulüne yardım etmesiyle eksilmesi, an­lamındadır. Yine denildi ki: Asırlar boyu insanların ölüp, Ülkelerin yıkılarak yok olması alnlamındadır. Yine denildi ki: Bu, Allah'ın önceki ümmetlerden kendisini inkar edenleri helak edip, ülkelerini yıkıp yok etmesidir. Bu şekilde sonrakileri uyarmaktadır. Bize göre son görüş, ayetlerin ruhuna ve muhteva­sına uygunluğundan dolayı, tercihe daha şayandır.

[37] Ne/hatun Çok az bir şey.

[38] el'Mevâzhı'el-Kıst Adaletle tartan, sağlam teraziler.

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/134-135.

[40] Yahşevne Rabbehum bi'l-gayb Onlar kendilerine gözükmeyen Rabblerinden, peygamberlerini tasdik ederek korkarlar, anla­mındadır. Yine denildi ki: Onlar kendilerine gözükmeyen, peygamberlerin vaadettiği Rablerinin

azabından korkarlar, anlamındadır. Her iki söz de doğru ve yerindedir.

[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/136.

[42] et-Temâsil Kinaye yoluyla putlar kastedilmiştir. Kelime, "yon­tularak yapılmış, insana veya hayvana benzeyen putlar" anlamına da gelebil­mektedir.

[43] el-Lâıbiyn Alay eden veya sözle dalga geçenlerden misin?

[44] Cezâzan "Küçük parçacıklar" haline getirdi.

[45] Feracen ilâ enfüsihim, fekâlû inneküm entum ez-zâlimûn İbrahim'in sözünde gerçeği görerek, putlar hak-kmda sahip oldukları inançlanndaki bâtılı anladılar ve birbirlerine: "Sizler zalimlersiniz" dediler, anlamındadır. Yine "Onlar kendilerini kınadılar, çün­kü putlarını korumasız bırakmışlardı" anlamındadır.

[46] Sümme neküsû alâ ruûsihim lekad alimte hâülâi yenîıkûn Sonra tekrar inatlarına döndüler ve bâtıl dayanaklarla tartışmaya başladılar. O'na şöyle diyorlardı: "Bize nasıl onlara sorun diyorsun? Sen de biliyorsun ki, onlar konuşmazlar."

[47] Nafile Lütuf ve nimet fazlalığı olarak...

[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/139-140.

[49] Hukman Hikmet, peygamberlik anlamındadır.

[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/140-141.

[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/141.

[52] San'ata Lebûsın Leküm Kinaye yoluyla, Sebe sûre­sinde Davud'un kıssasında da anlatılan, harpte kullanılan zırhların yapılması kastedilmiştir.

[53] Bkz. Taberî, Begavi, İbn Kesîr, Hâzin, Tabersî, Kasimî tefsirleri.

[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/142-143.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/144.

[56] Za'n-Nân Balık sahibi anlamında olup, Yunus'dan kinayedir.

[57] İz zehebe mugâzıban Hani o kavminin kendine karşı takındığı tavırdan dolayı kızmış ve kentten dışarı çıkmıştı.

[58] Fezanne enlen nakdim aleyh Cümlenin zahiri, Yunus'un peygamberlik makamına uygun düşmemektedir; zira aklına Al­lah'ın kendisine güç yetiremeyeceğini getirmesi mümkün değildir. Bunun için müfessirler bu cümleyi çeşitli te'villerle yorumlamışlardır. Bunlardan bi­ri: Kavmini terkederek kaçtığı takdirde bizim gazabımızın kendisine değme­yeceğini zannetti. Bir diğer yorum da: Yaptığı işten dolayı bizim kendisini sı­kıntıya düşürmeyeceğimizi sandı.

[59] ez-Zulümât Kinaye yoluyla Sâffat sûresinde anlatıldığı şekilde onu yutan balığın karnı kastedilmiştir.

ez-Zulümât Kinaye yoluyla Sâffat sûresinde anlatıldığı şekilde onu yutan balığın karnı kastedilmiştir.

[60] İnnî küntü mine'z-zâlimîn Burada, muhakkak kavmimden kaçmakla hata edenlerden oldum anlamında veya böyle yapmak­la kendime zulmedenlerden oldum anlamındadır. Zira kavmine kızarak onları terketmek yerine, sabredip yerinde sabit kalması gerekirdi.

[61] Elletî ehsanet fercehâ Kinaye yoluyla Meryem kastedilmiştir.

[62] Ali İmran sûresinin tefsirine bkz., Taberî, Begavi, ibn Kesîr, Hâzin ve Menar tefsirleri.

[63] Bkz. Sîretİbn Hişâm, c.2, s.25-38.

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/.

[65] Ummeten vahide "Ümmet" kelimesi, "Inne" nin haberi olarak merfu şekilde de okunmuştur. Fetha okunması ise "Ümmeteküm" ke­limesinden bedel olaraktır. Bu durumda, "İnne" nin haberi hazfedilmiş olup, takdiri: "toplu haldedir" veya "dağınık halde değildir" ibaresi olur. Burada "sizin ümmetiniz" ifadesinden maksat: "Yolunuz veya milletiniz, dininize mensup olan herkes"tir.

[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/150.

[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/151.

[68] Min külli hadebin Her tepeden, yani her yönden anla­mındadır.

[69] Yensilûn Gelirler, akın ederler.

[70] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/152.

[71] Hasab Tercih olunan görüşe göre bu kelimenin "Hasbâ" keli-v      mesiyle bağlantısı vardır. "Hasbâ", toprakta bulunan küçük taş, çakıl taşı anlamındadır. Bu taşlar güneşin sıcaklığından tutuşup yanar ve ateş korları hali­ni alırlar. Burada kastedilen mânâsı ise, kafirlerin ve ilahlarının çok yakında cehennem ateşinin yakıtları olacaklarıdır.

[72] Zefir Burada, acı içinde kıvranan kimseden çıkan inilti anlamın­dadır.

[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/153.

[74] Hasîsehâ 'Onun sesini' anlamındadır.Zamir cehenneme dön­mektedir.

[75] el'Fezeu'l-Ekber Korkunç sondan kaynaklanan büyük korku.

[76] Keşşaf, Zamahşerî; Begavi, İbn Kesîr, Hâzin tefsirleri.

[77] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/154.

[78] Siccil Mânâsı hakkında söylenenler arasında en isabetli olanı, "defter sayfası" veya "üzerine yazı yazılmak için katlanan kağıt"tır.

[79] Zikr Kelimeden kinaye yoluyla Kur'an ve Levh-i Mahfuz veya Tev­rat, yahut da mutlak olarak indirilen kitaplar kastedilmiştir. Burada ise hatırlat­mak için gelmiştir. "Zebur" kelimesinin ondan önce gelmesi de buna alamettir.

[80] ez-Zebâr Müfessirlerin çoğuna göre bu kelime, burada mutlak olarak Allah'ın indirdiği bütün kitapları ifade etmektedir. Bu görüş en doğru olanı ve ayetlere de en uygun düşenidir.

[81] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/1155-156.

[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/156.

[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/1156-157.

[84] Aİâ Sevâ Ben de siz de bilgi bakımından eşit konumdaydık.

[85] Âzentiküm Size bildirdim, sizi uyardım.

[86] Fitne İmtihan etmek.

[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/158-159.