Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Mekke'de inmiştir. 88
âyettir.
Kasas Sûresi,
"Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme" gibi
inanç yönlerine önem veren ve Mekke'de inen sûrelerdendir. Bu sûre izlediği yol
ve varacağı hedef bakımından Nemi ve Şuarâ sûreleri ile aynıdır. Aynı zamanda,
iniş sebepleri bakımından da birbirlerine uygundurlar. Bu sûre, kendinden önce
gelen bu iki sûrede kısaca anlatılan konuları açıklar veya tamamlar.
Bu mübarek sûrenin ana
konusu hak ve bâtıl fikri ile itaat ve isyan mantığı etrafında döner. Sûre,
Allah ordusu ile Şeytan ordusu arasındaki mücadele kıssasını tasvir eder. Sûre,
bu hususta iki kıssa anlatmıştır: Birincisi, hükümranlık ve saltanat sebebiyle
azgınlık gösterme olayıdır ki, bu, İsrailoğullarma azabın kötüsünü tattıran,
onların erkeklerini kesip kadınlarını diri bırakan ve ilâhlık iddia edecek
kadar cür'et gösterip Allah'a karşı ululuk taslayan zorba ve azgın Firavun'un
kıssasında misal gösterilerek anlatılmıştır. Nitekim Firavun, "Sizin
için, benden başka bir ilâh tanımıyorum"[1]
demişti. İkincisi, mal ve servet sebebiyle azgınlık ve ululuk gösterme
olayıdır ki, bu da, Karun'un, kavmiyle olan kıssası örnek olacak şekilde
anlatılmıştır. Her iki kıssa da, insanın bu hayatta, gerek mal, gerek makam ve
gerekse saltanat sebebiyle gösterdiği azgınlığın bir sembolüdür.
Bu sûre, Firavun'un
azgınlığı, üstünlük taslaması, yer yüzünde fesat çıkarmasından, azgınlığın, her
zaman ve her yerdeki mantığından bahsederek söze başlar.
Bundan sonra, Musa'nın
(a.s.) doğuşundan; annesinin, Firavun'un onu yakalayacağından korkmasından ve
Allah'ın, Musa (a.s)'yı denize atmasını ona ilham etmesinden söz eder. Yüce
Allah bunu böyle yaptı ki, Musa (a.s.), Firavun'un himayesinde, dikenlerin ve bataklığın
ortasında biten tertemiz bir reyhan gibi, izzet ve ikram içinde yaşasın.
Daha sonra bu sûre,
Musa (a.s)'nın rüşd çağma ermesinden, Kıptiyi öldürmesinden, Medyen mıntıkasına
göç etmesinden, Şuayb (a.s)'ın kızıyle evlenmesinden söz eder.
Aynı zamanda Yüce
Allah'ın, ona, azgın Firavun'u Allah'a çağırması için Mısır'a dönmesini
emretmesinden, ve Allah'ın, Firavun'u boğmasına kadar geçen süre içerisinde,
Musa (a.s) ile Firavun arasında meydana gelen olaylardan tafsilatıyla bahseder.
Yine bu sûre, Mekke kâfirlerini ve Resûlullâh'm (s.a.v.) peygamberliğine karşı
çıkmalarını anlatır. Küfür ehlinin izlediği yolun aynı olduğunu açıklar.
Daha sonra, Karun'un
kıssasını anlatır. İman mantığı ile küfür mantığı arasındaki büyük farkı
açıklar.
Bu mübarek sûre, yüce
peygamberlerin davet ettiği mutluluk yani iman yolunu göstererek sona erer. [2]
Yüce Allah, bu sûrede,
doğumundan peygamberliğine kadar, Musa'nın (a.s.) kıssasını açık ve geniş bir
şekilde anlattığı için buna "Kasas Sûresi" adı verildi. Bu kıssada,
öyle ilginç olaylar vardır ki, bu olaylarda, Allah'ın,
dostlarına yardım
ettiği ve düşmanlarını yardımsız bıraktığı açıkça görünür. [3]
Bismillâhirrahmanirrahim
1. Tâ. Sın.
Mîm.
2. Bunlar,
apaçık Kitâb'in âyetleridir.
3. iman eden
bir kavim için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek
şekliyle nakledeceğiz.
4. Firavun,
Mısır toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan
bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ
bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
5. Biz ise o
yerde zayıf düşürülenlere lütufta bulunmak onları önderler yapmak ve onları
vâris kılmak istiyorduk.
6. Ve o
yerde onları hâkim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan
korktukları şeyi göstermek istiyorduk.
7. Musa'nın
anasına, "Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu
denize bırakıver, hiç korkup
kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden
biri yapacağız" diye bildirdik.
8. Nihayet Firavun
ailesi O'nu yitik çocuk olarak aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve
bir tasa kaynağı olacaktır. Şüphesiz
Firavun ile Hâm.ân
ve askerleri yanlış yolda idiler.
9. Firavun'un
karısı, "Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki
bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz" dedi. Halbuki onlar işin
sonunu sezemiyorlardı.
10. Musa'nın
anasının korkudan aklı başından gide yazdı. Eğer biz, inananlardan olması için
onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık,
neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
11. Annesi
Musa'nın ablasına, "Onun izini takip et" dedi. O da, onlar farkına
varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
12. Biz daha
önceden onun, süt analarını kabulüne müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası,
"Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir
aile göstereyim mi?" dedi.
13.
Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın
vâ'dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu
bilmezler.
14. Mûsâ
yiğitlik çağına erip olgunlaşinca, biz ona hikmet ve
ilim verdik. İşte
güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.
15. Mûsâ,
ahâlisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi
tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu.
Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi.
Mûsâ da ötekine, bir yumruk vurup
ölümüne sebep oldu. "Bu şeytan işidir. Şeytan, gerçekten saptırıcı,
apaçaçık bir düşman." dedi.
16. Mûsâ,
"Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla!" dedi, Allah da onu
bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.
17. Mûsâ,
"Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki,
artık suçlulara asla arka
çıkmayacağım" dedi.
18. Şehirde
korku içinde, etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden
yardım isteyen kimse, feryâd ederek yine ondan imdad istiyor. Mûsâ ona dedi
ki: Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!
19. Mûsâ,
ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Mûsâ!
Dün bir can kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden
olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!
Şiye'â, gruplar ve
sınıflar demektir.
Sağ bırakıyor,
öldürmüyor.
Lütfediyoruz. İhsan
ediyoruz.
Yemm, deniz demektir.
Fariğ: boş.
Meradi', "süt anası,"
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Çocuğa süt emzirmekte olan kadın
mânâsına gelen kelimesinin çoğulu ise dır.
An cünübin, uzaktan
manasınadır. Yakın olmayan, uzak olan kimseye ecnebi denilmesi de bundandır.
Ona yumruk vurdu.
yumruk vurmak manasınadır. Dilciler şöyle den ve her ikiside aynı mânâyadır.
Yani, elini yumruk haline getirip göğse vurmak demektir. Bir görüşe göre,
vekz, göğse vurmak; lekz, sırta vurmak manasınadır. (yumruk), parmakları
sıkılmış el demektir.[4]
Zahir, yardımcı
manasınadır.
Ondan yardım istiyor,
İstısrâh, yardım istemek demektir. Bu, feryat mânâsına gelen surâh kökündendir.
Çünkü, yardım isteyen kimse, bunun için sesini yükseltir ve bağırır. Şair şöyle
der.
Korkup da imdat diye
bağıran biri bize geldiğinde, çabucak onun imdadına koşulurdu.[5]
Şiddetle yakalar. Sert
ve şiddetli bir şekilde yakalamak demektir. Geçmiş zamanı geniş zamanı gelir. [6]
l. Huruf-u
mukattaa Kur'an-ı Kerim'in mucize oluşuna dikkat çekmek ve fesahat ve beyan
mucizesi olan bu kitabın, bu heca harflerinin benzerlerinden meydana geldiğine
işaret içindir.[7]
2. Ah
Bunlar, apaçık bir mucize olan, açık hüküm ve kanunlar koyan Kur'an'ın
âyetleridir. [8]
3. Peygamber!
Cebrail vasitasıyle, Sana Musa ve Firavun'un önemli haberlerinden, kendisine
bâtılın yaklaşamayacağı, içinde kuşku ve yalanın bulunmadığı hak ve doğru
haberleri okuyacağız, Bunları, Kur'an'a inanan ve ondan yararlanan bir topluluk
için okuyacağız.
Bundan sonra Yüce
Allah, azgın Firavun'un kıssasını anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu: [9]
4. Kuşkusuz
Firavun; Mısır'da ululuk tasladı, zorbalık ve aşırı derecede azgınlık yaptı
Mısır halkını, kendisine hizmet ve itaat hususunda gruplara ve sınıflara
ayırdı. Onlardan bir grubu köle ediniyor ve aşağılıyordu. Bunlar İsrail
oğulları olup onlara işkence yapıyordu. Onların erkek çocuklarını öldürüyor;
kızlarını, kendisine ve Kıptîlere hizmet etmeleri için hayatta
bırakıyordu.Tefsirciler şöyle der: Erkekleri Öldürmesinin sebebi şudur: Firavun
rüyasında, Kudüs tarafından büyük bir ateşin çıkıp Mısır'a gelerek Kıptîleri
yaktığını, İsrail oğullarını bıraktığım gördü. Bunu falcı ve kâhinlere sordu.
Onlar şöyle cevap verdiler: İsrailoğullarından bir çocuk doğacak, senin saltanatın
onun eliyle gidecek, yok olman da onun sebebiyle olacak. Bunun üzerine Firavun,
İsrailoğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kuşkusuz
o, yeryüzünde aşırı derecede fesat çıkaran ve zorbalık yapanlardandı. Onun
içindir ki, ilahlık iddiasında bulundu, insanları öldürme ve aşağılama
hususunda aşın gitti. [10]
5. Biz
rahmetimizle, İsrâîl oğullarının zayıflarına lütuf ve ihsanda bulunup onları,
Firavun'un işkence ve zulmünden kurtarmak; Daha önce zelil ve köle olmuşlarken,
hayırda kendilerine uyulacak önderler yapmak istiyorduk. İbn Abbas şöyle der:
"Eimme, hayırda önder olanlar demektir." Katâde de: "Valiler ve
krallardır" diye tefsir eder. Biz o zayıflan, Firavun ve kavminin
ülkesine vârisler kılmayı arzuluyorduk. Mısır'da daha önce Kiptiler lider ve
yönetici iken, İsrâîloğullan onların ülkesine vâris olacaklar ve yurtlarında
yerleşeceklerdi. [11]
6. İsrailoğullarmı
Mısır ve Suriye'ye, buralarda istediklerini yapabilecek şekilde sahip kıldık.
Beyzavî şöyle der: "Temkin, aslında, bir şeye, yerleşebileceği bir yer
vermek demektir. Daha sonra bu kelime, musallat kılmak ve istedikleri gibi
tasarrufta bulunmalarım sağlamak mânâsına müstear olarak kullanıldı.[12] Biz
azgın Firavun'a, veziri Hâman'a ve Kıptiler'e, bu zayıf toplumdan gelmesinden
korktukları şeyi, yani İsrailoğullanndan doğacak bir çocuk vasıtasıyle
devletlerin yıkılacağını ve kendilerinin yok olacağını göstereceğiz. [13]
7. Musa'nın
annesine ilham ederek kalbine, onu emzirme fikrini attık. İbn Abbas "Bu,
ilham şeklinde bir vahydir" der. Mukâtil de: "Bunu ona Cebrail
bildirdi" demiştir. Kurtubî şöyle der:" Mukatil'in sözüne göre bu
olay, ilham değil, bildirme şeklinde bir vahiydir. Tefsircilerin tümü, Musa'nın
(a.s.) annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir. O na meleğin
gönderilmesi, meşhur hadiste anlatılan kel, alaca hastası ve kör ile konuşması
gibidir.[14] Peygamberlik olmaksızın,
meleklerin insanlarla konuşması bu kabildendir. Melekler İmran b. Husayn'a
selam verdiler ama o bir peygamber değildi."[15] Ona "Firavun'dan
gelecek bir kötülükten korkarsan, onu bir sandığa koy ve denize yani Nil
nehrine at. O helak olur diye korkma, ayrılığına da üzülme, Şüphesiz biz, onu
sana geri vereceğiz ve onun vasıtasıyle İsrailoğullarmı kurtarmak için onu
peygamber kılıp o azgın Firavun'a göndereceğiz" dedik. [16]
8. Sonunda
kendilerine bir düşman bir hüzün, musibet ve helak kaynağı olması için,
Firavun'un adamları onu bulup aldı. Kurtubî şöyle der: "olması için"
kelimesindeki lâm, sonuç ifade eden lâm'dır. Çünkü onlar kendileri için göz
aydınlığı olsun diye onunla anlatılmıştır. Nitekim şair şöyle der:
Her emziren,
emzirdiğini ölümler için besleyip büyütür.
Biz de evlerimizi,
zaman yıksın diye yaparız."[17] Kuşkusuz Firavun, Hâmân ve orduları âsi,
müşrik ve günahkâr idiler. Alimler şöyle der: "kasten günah işleyen; ise,
kasıtsız günah işleyen demektir." [18]
9.
Firavun'un karısı ona şöyle dedi: Bu çocuk, benim için de, senin için de bir
sevinç ve mutluluk vesilesidir. Onunla mutlu olacağımızı ve onun bizim için bir
göz aydınlığı olacağanı umuyorum. Taberi şöyle der: "Rivayete göre karısı
Firavun'a bunları söyleyince, Firavun şöyle cevap verdi: "Senin için
dersen, evet; ama benim için göz aydınlığı değildir."[19] İbn Abbas şöyle der: Eğer Firavun, o çocuk
benim için göz aydınlığı olur, deseydi, Allah mutlaka onu, Musa vasıtasıyle
hidâyete erdirir ve Firavun kesinlikle iman ederdi. Fakat o bunu söylemekten
kaçındı. Ey Firavun! Onu öldürmeyin, istediği işte kendisine yardımcı olsun
diye, Firavun'a saygılı davranmak maksadıyle, diktatörlere hitap edildiği gibi,
ona çoğul kipiyle hitap etti. Umulur ki, büyüdüğünde bize yararı dokunur, ya
da onu evlatlık olarak yanımıza alır da, kendimize gözlerimizin aydın olacağı
bir çocuk ediniriz. Tefsirciler şöyle der: Firavun'un karısı çocuk
doğurmuyordu. Dolayısıyla Firavun'dan Musa'yı (a.s.) kendisine bağışlamasını
istedi, o da bağışladı. Firavun ve ordularının helakinin, Musa (a.s.) ile
olacağının farkına varmadan böyle yaptılar. [20]
10. Musa'nın
annesinin kalbi, onu anmanın dışında, dünyadaki hiçbir şeyle meşgul olmadı.[21] Bir görüşe göre de mânâ şöyledir: Annesi,
Musa'nın, Firavun'un eline düştüğünü işitince, aşırı Üzüntü ve sıkıntıdan
dolayı aklı başından gitti. Annesi aşırı Üzüntü ve kederden, neredeyse durumu
ortaya çıkaracak ve onun, kendi oğlu olduğunu açıklayacaktı. İbn Abbas şöyle
der: "Neredeyse, "Vah oğlum!" diye bağıracaktı. Bunu, oğlunun,
Firavun'un eline düştüğünü işittiğinde yapacaktı." Onun kalbini sağlam
tutup, sabretmesini ilham etmeseydik, durumu ortaya çıkaracaktı. Allah'ın,
Musa'yı kendisine geri vereceğine dair va'dini tasdik edenlerden olsun diye
böyle yaptık. [22]
11. Annesi,
Musa'nın kızkardeşine dedi ki: "Onun hakkında bilgi edininceye kadar onu
izle. "Mücâhid şöyle der: Onu takip et ve ona ne yapacaklarına bak",
Musa'nın kız kardeşi, onlar, onun kardeşi olduğunu farketmeden uzaktan Musa'yı
gördü. Çünkü kızkardeşi, denizin kıyısında yürüyordu ve sandık Firavun'un evine
varıncaya kadar, onlar farkına varmadan onu gözetliyordu. [23]
12. Annesi
gelmeden önce, emzirilmesi için getirdikleri süt annelerinin memesini emmeyi
Musa'ya yasakladık. Tefsirciler şöyle der:
Musa günlerce Firavun'un yanında kaldı. Ne kadar süt annesi
getirildiyse Musa memesini kabul etmedi. Bu durum onları üzdü ve canlarını
sıktı. Bunun üzerine bir emzirici aramak üzere onu saray dışına çıkardılar.
Saray dışında kızkardeşini gördüler. "Size, onun bakımını sizin adınıza
üstlenecek bir süt anneyi göstereyim mi?" dedi. O aile, çocuğun
emzirilmesi ve beslenmesi hususunda kusur etmez. Süddî şöyle der:
"Kızkardeşi, Musa'nın annesini onlara bildirdi. Onların emriyle annesine
gitti ve getirdi. Çocuk, Firavun'un elinde bulunuyor, O, meme isteğiyle
ağlarken, Firavun onu şefkatle avutuyordu. Annesi gelince, çocuğu ona verdi.
Çocuk, annesinin kokusunu alınca, memesini emdi. Firavun şöyle dedi: "Sen
onun nesi oluyorsun? O senin memen dışında hiçbir memeyi kabul etmedi.
"Annesi dedi ki: "Ben kokusu güzel, sütü güzel bir kadınım. Bana
hangi çocuk getirilse, beni kabul eder!' Bunun üzerine Firavun, çocuğu ona
teslim etti. Annesi aynı gün evine döndü. Firavun hanedanından ona mücevher ve
hediye vermeyen kimse kalmadı. İşte, Musa'nın (a.s.) annesine dönüşü şu âyetle
anlatılıyor. [24]
13. Verdiğimiz
sözü tutmak için Musa'yı annesine iade ettik ki, çocuğuna kavuşarak mutlu
olsun, ayrılığına üzülmesin, Ve Musa'nın, kendisine geri verilmesi ve Firavun'un
şerrinden korunması hususunda Allah'ın va'dinin doğruluğunu iyice anlasın.
Fakat insanların çoğu, Allah'ın kesin va'dinden şüphe eder ve kuşkuya düşerler. [25]
14. Musa,
olgunluk çağma erip kuvveti olgunlaşıp akıl ve itidal melekesi tamamlanınca,
ona peygamberlikle birlikte, anlayış, ilim ve dinde derin bilgi verdik. Mücahid,
olgunluk çağının kırkıncı yaş olduğunu söylemiştir, İşte güzel iş yapanlara,
iyiliklerinden dolayı, böyle büyük mükâfatlar veririz. [26]
15. Mısır'a,
insanların öğle uykusu zamanında istirahate çekildikleri bir vakitte girdi.
Orada, biri, kendi kavmi İsrâîloğullarmdan; diğeri Firavun'un kavmi
Kıptîler'den olup birbirleriyle kavga eden iki şahıs gördü. İsrailli, Kıptî'nin
kötülüğünü kendisinden savmak için Musa'dan yardım istedi. Musa, bir yumrukta
onu Öldürdü. Kurtubî şöyle der: "Musa, öldürme isteği olmadan bunu yaptı.
O sadece, onu uzaklaştırmak istiyordu. Yumruk, hassas yerine rastladı ve
öldü."[27] Bu Şeytanın aldatmasmdandir.
Benim öfkemi kabarttı da ona vurdum. Kuşkusuz Şeytan, Âdem oğlu'nun apaçık
düşmanı ve onu yoldan çıkarandır. Sâvî şöyle der: "Kıptîyi öldürmekle
emrolunmadığı için, olayı Şeytana nisbet etti. Başına sıkıntılar geleceği için,
öldürmemenin daha doğru olduğunu anladı. Fitneler ise, Şeytanı sevindirir. Bunu
anladığı için yaptığına pişman oldu."[28]
16. Musa
dedi ki, Ey Rabbim! Adara öldürmekle kendime zulmetmiş oldum. Beni affet ve
hatamdan dolayı cezalandırma. Rabbi de onu bağışladı. Çünkü O, kullarını çokça
bağışlayan ve onlara karşı çok merhametli olandır. [29]
17. Musa,
"Ey Rabbim, bana verdiğin kuvvet sebebiyle ve bana ikram ettiğin makam ve
kuvvet hakkı için hiçbir suçluya asla yardımcı olmayacağım."[30] Bu, Musa (a.s.)'nm, Rabbi ile yapmış olduğu
bir ahitleşmedir. Bir görüşe göre, bu bir yemindir. Fakat bu görüş zayıftır. [31]
18. Musa,
Kıbtî'yİ öldürdüğü şehirde, kendine bir şey olacağından korkarak sabahladı.
Başına gelecek kötülüğü bekliyor ve suçundan dolayı cezalandırılmaktan
korkuyordu. Bir de baktı ki, dün kurtardığı İsrailli arkadaşı başka bir Kıbtî
ile dövüşüyor. İsrailli, Musa'yı
(a.s.) görünce, düşmanına karşı kendisine yardım etmesi için,
"imdat, imdat" diye bağırmaya başladı, Musa (a.s.) İsrailliye dedi
ki: "Sen, apaçık bir azgın ve sapıksın. Dün senin yüzünden bir adam
öldürerek kendimi belaya attım. Bugün beni başka bir belaya düşürmek mi
istiyorsun?"[32]
19. Musa,
kendisinin de, israillinin de düşmanı olan o Kıbtîyi yakalamak isteyince Kıptî
dedi ki: Dün benden başkasını öldürdüğün gibi, şimdi de beni mi öldürmek
istiyorsun?[33] Ey Musa, Sen, Sadece yeryüzünde fesat çıkaran
zorbalardan olmak istiyorsun. Sen, insanların arasını sulh edenlerden olmak
istemiyorsun. [34]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. "Bunlar,
o apaçık kitabın âyetleridir" cümlesinde, kemal derecesinin
yüksekliğinden dolayı, yakın olan âyetler, uzak için kullanılan işaret ismiyle
gösterilmiştir.
2. "Biz,
ihsan etmek istiyorduk" cümlesinde, o manzarayı zihinde canlandırmak için,
"şimdiki zamanın hikayesi" kipi kullanılmıştır.
3. "Biz
onu sana geri verecek ve onu peygamberlerden biri yapacağız" ifadesinde,
isim cümlesi fiil cümlesine tercih edilmiş ve denilmemiştir. Bu da, müjdeye
verilen önemden dolayıdır. Çünkü isim cümlesi sübût ve devamlılık ifade eder.
4. "Biz
onun kalbini kuvvetlendirmeseydik..." âyetinde istiare vardır.
Musa'nın (a.s.) annesinin kalbine
Allah'ın attığı sabır, çözülmüş bir şeyi kaybolur korkusuyla bağlamaya
benzetildi, ve Rabt (bağlamak) lafzı, sabır için müsteâr olarak kullanıldı.
5. "Onu
öldürmeyin" cümlesinde, saygı ifade eden çoğul kipi kullanılmıştır.
Karısı, saygı göstermek için, Firavun'a, "onu öldürme" dememiş,
"onu öldürmeyin" diye hitap etmiştir.
6.
"Zorba", "azgın" ve "apaçık" kipleri, vurgu ifade
eden mübalağa kipleridir. Çünkü ve kalıpları bu kiplerdendir.
7. "Zorba"
ile "İslah edenlerden olmak istemiyorsun" arasında manevî tıbâk
vardır. Çünkü Cebbar, bozgunluk çıkaran,
tahrip eden, çok öldüren ve çok kan döken demektir. Burada, mânâ yönünden tıbâk
vardır.
8. "Rabbim
! Bana lütfettiğin nimetler sebebiyle, artık asla suçlulara yardımcı
olmayacağım" cümlesinde isti'tâf yani merhamet talebi vardır.
9. Onlar
farketmeden", "Onlar ona iyi davranırlar" ve "Fakat çoğu,
bilmezler" gibi birçok âyetin sonları birbirine uygun düşmüştür. Bu da
edebî sanatlardandır. [35]
Büyük âlim Kurtubî,
Asmaî'nin şöyle dediğini nakleder: "Bedevi bir cariyeyi, şu beyitleri
okurken dinledim. Bütün günahlarım için Allah'tan af diliyorum. Helâl olmayan
bir insanı öptüm. O insan, sükûnet içersinde rahat
olan bir ceylan
gibiydi. Gece yansı oldu. Ben hâlâ namaz kılmadım. "Allah canım alsın! Ne
kadar da fasîh okudun?" dedim. Câriye dedi ki: ya-ziklar olsun sana!
Allah'ın şu âyetinin fesahati yanında%bu fesahat mı sayı
Musa'nın anasına, onu
emzir, ona zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırak. Korkup
üzülme. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri
yapacağız" diye vahyettik.
Yüce Allah bir tek
âyette, iki emir, iki yasak, iki haber ve iki müjdeyi bir araya
getirmiştir."[36]
20. Şehrin
öbür ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni
öldürmek için hakkında müzâkere ediyorlar. Derhal çık! İnan ki ben senin iyiliğini
isteyenlerdenim " dedi.
21. Mûsâ korka korka, etrafı gözetleyerek oradan
çıktı. "Rabbim! Beni zâlimler güruhundan kurtar" dedi.
22. Medyen'e
doğru yöneldiğinde, "Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir " dedi.
23. Mûsâ,
Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan bir çok insan buldu. Onların
gerisinde de, hayvanlarını engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "Derdiniz
nedir?" dedi. Şöyle cevap verdiler: "Çobanlar sulayip çekilmeden biz
sulamayız; babamı?: da çok yaşlıdır."
24. Bunun
üzerine Mûsâ, onların yerine davarlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve
"Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" dedi.
25. Derken,
o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi, "Babam, dedi, bizim
yerimize sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor". Mûsâ, ona
gelip başından geçeni anlatınca o, "Korkma, o zâlim kavimden
kurtuldun" dedi.
26. İki
kızından biri, "Babacığım! Onu ücretle tut.
Çünkü ücretle istihdam
edebileceğin en iyi kimse, bu güçlü ve güvenilir adamdır" dedi.
27. Dedi ki:
"Bana sekiz yıl çalışmana karşılık
şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan
artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşaallah beni iyi
kimselerden bulacaksın."
28. Mûsâ
şöyle cevap verdi: "Bu seninle
benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki
bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir.
29. Sonunda
Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü.
Ailesine "Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber
yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm" dedi.
30. Oraya
gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından kendisine
şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım."
31. Ve
"Asanı at!" Mûsâ asayı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına
bakmadan kaçtı. "Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette
olanlardansın"
32.
"Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan kollarını
kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından
iki kat'î delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır".
33. Mûsâ
dedi ki: "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden
korkuyorum.
34. Kardeşim Harun'un
dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak
benimle gönder. Zira bana yalancılık
ithamında bulunmalarından endişe ediyorum."
35. Allah
buyurdu: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret
vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size
tâbi o-lanlar üstün geleceksiniz.
36.
Mûsâ onlara apaçık
âyetlerimizi getirince, "Bu,
olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini
işitmemiştik" dediler.
37. Mûsâ
şöyle dedi: "Rabbin kendi katından kimin hidâyet getirdiğini ve hayırlı
akıbetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki, zâlimler iflah
olmazlar."
38. Firavun,
"Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey
Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak, bana bir kule yap ki Musa'nın
tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir"
dedi.
39. O ve
askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize
döndürülmeyeceklerini sandılar.
40. Biz de
onu ve askerlerini yakalayıp denize atı-verdik. Bir bak ki zâlimlerin sonu nice
oldu!
41. Onları,
ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.
42. Bu
dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler
arasındadır.
Bu âyetler, Musa'nın
(a.s.) kıssasını anlatmaya devam eder. Önceki âyetler, onun doğumu, emzirilmesi
ve delikanlı oiup olgunluk ve rüşt Çağma erişinceye kadar Firavun'un evinde
büyütülmesi ve Kiptilerden birini öldürmesi olayını kapsamıştı. Buradaki
âyetler de, Musa'nın (a.s.) Med-yen'e göç edişini, Şuayb Peygamberin kızı ile
evlenmesinden, Sonra da Mısır'a dönüşünden, kendisine peygamberlik
verilmesinden ve Firavun'un, onun eliyle yok oluşundan bahseder. [37]
Birbirlerine
danışırlar. Ezherî şöyle der: Toplumun fertleri birbirlerinden birşeyin
yapılmasını istediğinde, veya denir.
Engelliyorlar, Bir
kimse bir şeyi hapsedip engellediğinde ili denir. Geniş zamanı, gelir. ali
Kelimesi, "kovdu" mânâsına da gelir. Şair şöyle der:
Temimoğulları, senin
âsânı almışlardır. Artık, hangi âsâ ile kovacağım bilemezsin.[38] Sizin haliniz. Hatb, hal demektir. Ru'be
şöyle der:
Hayret, onun ve benim
durumum nedir?" Ria, koyunları otlatan çoban mânâsına gelen, kelimesinin
çoğuludur. Kalıp bakımından, kelimesinin çoğulu gibidir. Hıcec, sene anlamına
gelen kelimesinin çoğuludur. Cezve,
alevli kor demektir.
Rid', yadımcı
demektir. Cevherî şöyle der: Bir kimse birine yardım ettiğinde, der. "Ona
yardımcı oldum" mânâsına der. Makbûhîn, helak olanlar ve uzaklaştırılanlar
veya şekil bakımından çirkin olanlar manasınadır. Allah bir kimseyi
çirkinleştirdiğinde. veya denir. [39]
20.
Firavun'un adamlarından, mü'min olup da imanını gizleyen bir adam, şehrin en
uzak tarafından hızla koşarak geldi. İbn
Abbas şöyle der: "Bu adam, Firavun hanedanından mü'min birisiydi."
Dedi ki: "Ey Musa! Firavun'un ileri gelenleri ve devlet erkânı seni öldürmek maksadıyle, hakkında meşveret
ediyorlar. Onlar seni yakalamadan çık git. Ben senin iyiliğini isteyenlerden
biriyim." [40]
21. Musa,
başına birşey gelmesinden korkarak Mısır'dan çıktı. O esnada kendisinin aranıp
aranmadığını gözetliyor ve arayanın onu yakalayıp cezalandırmasını endişe ile
bekliyordu. Allah'tan başka sığınacak birşey olmadığını bildiği için, bundan
sonra, dua ederek Allah'a sığındı. Rabbim! Beni kâfirlerden kurtar ve onların
şerrinden koru." Kâfirlerden maksat, Firavun ve adamlarıdır. [41]
22. Musa,
Şuayb (a.s)'ın şehri olan Medyen tarafına yönelince, dedi ki, umulur ki Allah,
varacağım yere ulaştıracak doğru yolu bana gösterir. Tefsirciler şöyle der:
"Musa, (a.s.) korku içinde, azıksız ve bineksiz yola çıktı. Mısır ile
Medyen arasında sekiz günlük mesafe vardı. Rabbi hakkında taşıdığı iyi zannın
dışında, yol hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Allah ona bir melek gönderdi
de melek ona yolu gösterdi. Rivayete göre, Musa (a.s.) Medyen'e vardığında,
zayıflıktan ve yolda ağaç yaprağı yemiş olmasından dolayı, otların yeşilliği
karnında görülecek gibi idi." [42]
23. Şuayb'ın
şehri olan Medyen'e vardığında, çobanların su aldığı kuyunun başında, hayvanlarını
sulayan kalabalık bir grup insan gördü, Bu çoban topluluğunun ötesinde de,
koyunlarının suya gelmesine engel olan iki kadın dikkatini çekti. Onlara,
"Durumunuz nedir? Niçin, koyunların suya gitmesine engel oluyorsunuz?
Hayvanlarına su verenlerle birlikte, siz de niçin su vermiyorsunuz?" dedi.
Dediler ki,"Genellikle biz, çobanlar koyunlarıyle birlikte sudan
ayrılıncaya kadar bekleriz. Kuvvetli kimselerle yarışacak gücümüz yok, erkeklere karışmak da istemiyoruz. Babamız
ise, yaşlı bir adam olup, zayıf olduğu için kendisinin koyunlara su verecek
hali yok. Bu sebeple, hayvanlarımıza kendimiz su vermek zorunda kaldık. Ebu
Hayyân şöyle der: "Burada, kızlar, bizzat kendilerinin hayvanlara su
vermelerinden dolayı Musa'ya (a.s.) karşı mazeret beyan etmiş; babalarının,
ihtiyarlık ve yaşlılıktan dolayı hayvanlara su veremediğine dikkat çekmiş ve
kendilerine yardım etmesi hususunda Hz. Musa'nın şefkatini istemişlerdir.'[43]
24. Musa,
onlara acıyarak koyunlarını suladı. Sonra bir kenara çekilerek, bir ağacın
gölgesinde oturdu. Dedi ki, "Ey
Rabbim, kuşkusuz senin lütfuna, ihsanına ve açlığımı giderecek yemeğe ihtiyacım
var." Aşırı derecede acıktığı için, Allah'tan yiyecek şeyler istedi.
Dahhâk şöyle der: "Yedi gün, yeşillikten başka hiçbir şey yemeden
durdu"[44] İbn Abbasda şöyle der:
"Musa, Mısır'dan, yeşillik ve
ağaç yapraklarının dışında hiçbir yemeği
olmaksızın Medyen'e kadar yürüdü. Yalın ayaktı. Zira Medyen'e varmadan
ayakkabıları yıpranmıştı. Musa (a.s.), Allah'ın, mahlukatı içinden
seçtiği bir kul olarak, gölgede oturdu.
Karnı, açlıktan sırtına yapışmıştı. Yediği bitkilerin yeşilliği, karın
boşluğundan görünür gibiydi. Ve o, yarım hurmaya muhtaç kalmıştı."[45]
25. Derken,
o İki kadından biri, utana utana ona geldi. Bu kelamda kısaltma olup, takdiri şöyledir:
Kadınlar hızla babalarına gittiler. Halbuki onlar, genellikle yavaş
yürürlerdi. Adamın durumunu ona anlattılar. Babaları, kadınlardan birine,
Musa'yı çağırmasını emretti. O da haya ve utanma duygusu içersinde, hür
kadınların yürüyüşü ile yürüyerek Musa'ya geldi. Yüzünü, örtüsüyle örtmüştü.
Ömer (r.a) der ki: "O, çokça girip çıkan cüretkâr kadınlardan
değildi."[46] Dedi ki, koyunlarımızı sulama ücretini ödemek
için babam seni istiyor. İbn Kesir şöyle der: "Bu, ifadede edepli davranma
vardır. Zira kuşku uyandırmamak için "babam seni çağırıyor" diye
mutlak bir şekilde onu istemedi.[47] Musa onun yanma gelip durumunu ve Mısır'dan
kaçış sebebini anlatınca, Şuayb (a.s) dedi ki: "Korkma, sen emin bir
beldedesin. Burada Firavun'un sözü geçmez. Allah seni, suçluların tuzağından
kurtarmış." [48]
26. O iki
kadından biri dedi ki: Babacığım, Bu adamı, koyunlarımızı otlatması ve su
vermesi için ücretle tut. Ücretle tuttuğun en iyi kimse, güçlü ve kuvvetli
olanıdır. Ebu Hayyân şöyle der: "Kadının bu sözü, hikmet dolu ve
kapsamlıdır. Çünkü, herhangi bir işi yapan kimsede, yeterlilik ve güvenirlilik
vasıflan bulunduğunda maksat tamamlanmış olur."[49] Rivayete göre, Şuayb (a.s.) kızma, "O'nun
güçlü ve güvenilir olduğunu nereden anladın?" diye sordu. Kızı şöyle cevap
verdi: O, ancak on kişinin kaldırabileceği kayayı kaldırdı. Onunla beraber
gelirken önüne geçmiştim, o bana, "arkamdan gel ve bana yolu göster"
dedi. yanına gittiğimde başını eğdi, bana dönüp bakmadı. Bunu duyan Şuayb
(a.s), kızlarından birini onunla evlendirerek Musa'yı damat edinmek istedi. [50]
27. Dedi ki,
ücretli olarak, sekiz sene koyunlarıma
çobanlık etmen şartıyla, Şu iki kızımdan birini, büyüğünü veya
küçüğünü seninle evlendirmek istiyorum. Yapman şart olmamakla birlikte, Eğer bu
süreyi on yıla tamamlarsan, bu senin bir lütfün olur. On yıl şartını koyarak,
seni zora sokmak istemiyorum. İnşallah, sen benim, sözünde duran, iyi huylu ve güzel muamele eden kimse olduğumu göreceksin.
Kurtubî şöyle der: "Bu âyet, kız velisinin, bir erkeğe, kızıyla evlenmesini
teklif ettiğini ifade eder. Bu, uygulanagelen bir sünnettir. Şuayb (a.s.), kızıyle
evlenmesini Musa (a.s.)'a teklif etmiştir. Ömer'de (r.a.) kızı Hafsa (r.a.) ile
evlenmesini önce Ebubekir'e, (r.a.) sonra da Osman'a (r.a.) teklif etmiştir.
Mevhûbe (r.a.) de, Rasulullah'(s.a.v.)'a, kendisiyle evlenmesini teklif
etmişti. Selef-i sâlihe uyarak, kişinin, iyi bir erkeğe, velisi olduğu kızla
evlenmesini teklif etmesi güzel bir şeydir."[51]
28.
"Musa (a.s.) şöyle dedi: Söylediğin ve benimle ahitleştiğin konu, her
ikimiz için de geçerlidir, sözümüzden dönmeyeceğiz. Sekiz veya oh yıldan
hangisini senin için yerine getirirsem, bana herhangi bir güçlük çıkarılmayacak
ve bir vebal de yüklenilmeyecek. Anlaşmamıza ve sözleşmemize Allah şahittir. [52]
29. Musa,
anlaşmış oldukları süreyi tamamlayıp da eşini alarak Mısır'a gitmek üzere yola
çıktığında, İbn Abbas şöyle der: Musa (a.s.), üzerinde anlaşma yapılan iki
süreden, fazla olanını yani on yılı tamamladı. yolda, Tur Dağı tarafında,
uzakta parlayan bir ateş gördü. Eşine dedi ki: Burada dur. Ben uzakta bir ateş
gördüm, Tefsirciler şöyle der: O gece, soğuk bir geceydi. Yollarını
kaybetmişlerdi. Şiddetli bir fırtına esmiş, hayvanlarını dağıtmıştı. Hanımı
doğum sancıları çekiyordu. O sırada Musa (a.s) uzakta bir ateş gördü. Kendisine
yol gösterecek birini bulurum diye oraya gitti. Nitekim şu âyet bunu ifade
ediyor: Umulur ki, orada bana yolu gösterecek birini bulur ve size yol hakkında
bir bilgi getiririm. Ya da, ısınmanız için size bir kor getiririm. [53]
30. Musa,
ateşin olduğu yere vardığında, bir ateş değil, bir nur buldu. O mübarek yerde,
vadinin sağ yanında, ağaç tarafından bir ses geldi, Ey Musa, sana hitap eden ve
seninle konuşan, benim. Ben noksan sıfatlardan uzak, ulu ve yüce olan Allah'ım.
Ben, insanların cinlerin ve bütün mahrukatın rabbiyim. [54]
31. "Elindeki
asanı yere at" denildi. Musa. asayı attı. Asâ yılana dönüştü. Musa. onun.
çok çabuk hareket eden hafif bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, korkarak
geriye dönüp ona hiç bakmadan kaçtı. İbn Kesîr şöyle der: Asâ, yılana dönüşlü.
O, dişlerinin sağlamlığı, ağzının genişliği ve iri cüssesine rağmen, sanki, çok
hızlı hareket eden küçük bir yılandı.
Öyle ki önüne gelen her kayayı yutuyor. Yuttuğu kaya onun ağzında, sanki
bir vadide yuvarlanıyormuş gibi yuvarlanarak ses çıkarırdı. İşte o anda Musa
arkaya dönerek kaçtı. Dönüp bakmadı. Çünkü insan tabiatı bundan ürker.[55] Musa'ya
şöyle seslenildi: Ey Musa! Yerine dön. Korkma, Sen, korkulardan eminsin. Bunun
üzerine Musa geri döndü, elini yılanın ağzına soktu, yılan tekrar asâ haline
geldi. [56]
32. Elini
gömleğinin yakasından içeri sok. Sonra onu çıkar. O, herhangi bir hastalık ve
alacalık olmaksızın, şimşek aydınlığındaki bir ay parçası gibi parlak ve
çevresini aydınlatıcı olarak çıkar. İbn Abbas şöyle der: Duyduğun korkudan
dolayı elini göğsüne çek, korkun gider. Tefsirciler de şöyle der: Âyette geçen
"cenâh"tan maksat el'dir. Çünkü
insanın iki eli,
kuşun kanatları yerindedir. İnsan sağ elini sol koltuğu altına
soktuğunda, kolunu kendine çekmiş olur. Böyle yapınca, ondan, yılan ve her
şeyin korkusu gider. Bu ikisi, yani asâ ve el, Yüce Allah tarafından, senin
doğruluğunu göstermek üzere verilmiş iki açık, parlak ve kesin delildir. Bunlar, Firavun'a ve
onun kavminin azgın, zorba ileri gelenlerine gösterilecek iki mucizedir,
Şüphesiz onlar, bize itaatten çıkan,
emrimize uymayan bir topluluktur. [57]
33. Musa, ey
Rabbim, dedi. Ben, Firavun'un kavminden bir Kıptîyi öldürmüştüm. Bu yüzden,
Onların yanına gittiğim takdirde beni öldürmelerinden korkuyorum. Tefsirciler
şöyle der: O, Musa'nın yumruk vurması neticesinde ölen Kıptîdir. Musa (a.s.),
Rabbinden, kardeşi Harun'u kendisiyle birlikte göndermek suretiyle, Firavun'a
karşı gücünü artırmasını istedi. Şöyle dedi. [58]
34. Kardeşim
Harun, benden daha açık ve daha rahat konuşur. Küçüklüğünde ağzına aldığı bir
korun etkisiyle, Musa'nın (a.s.) dilinde bir tutukluk vardı. Onu bana yardımcı
olarak gönder de benim onlara söylediklerimi, delilleri açıklayarak benim adıma
onlara anlatsın, Bir vezirim ve yardımcım olmadığı takdirde, beni
yalanlamalarından korkarım. Çünkü onlar sözümü, hemen hemen hiç anlamazlar.
Râzî şöyle der: Yani, kardeşim Harun'u benimle beraber gönder ki, delili
açıklama ve anlatma hususunda bana destek olsun. Yoksa bundan maksat, Harun'un ona, "doğru söyledin" diyerek tasdik etmesi, veya insanlara, "Musa, doğru söyledi" demesi değildir. Maksat ancak, Harun'un,
fasih diliyle delillerin mânâlarını
özetleyip anlatmak, şüpheleri gidermek ve o fasih diliyle kâfirlere
karşı mücadele etmektir.[59]
35. Yüce
Allah onun isteğine şöyle buyurarak cevap verdi: Seni Kardeşin ile,
dektekleyecek ve yardımcı olacağız. Size, Firavun ve kavmine karşı galibiyet
verecek ve sizi onlara musallat kılacağız. Apaçık mucizelerle desteklediğim
İçin size eziyet etmelerine yol yoktur. Dünya ve âhirette güzel sonuç, sizin ve
sîze tâbi olanlar içindir. Siz, o suçlu kavme üstün geleceksiniz. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz
diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir."[60]
36. Musa
onlara, kendisinin doğru olduğunu ve Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber
olduğunu gösteren kesin delil ve mucizelerle geldiğinde, Dediler ki: Senin bize
getirdiğin bu asa ve el, uydurulmuş bir yalan büyüden başka birşey değildir.
Sen onu kendinden uydurdun, fakat, "Allah gönderdi" diyorsun. Biz bu
iddiayı, yani Allah'ın bir olduğu gibi bir iddiayı, geçmiş atalarımızdan ve
dedelerimizden dahi işitmedik. [61]
37. Hz.
Musa, tatlı bir şekilde hitap etmek ve onlarla mücadelede en güzel yolu tercih
etmek maksadıyle güzel bir şekilde cevap verdi: Size getirdiğim, bir sihir
değil, bir gerçek ve bir hidâyet kaynağıdır. Rabbim bunu biliyor. Sizin bâtıl
yolda, benim ise hak yolda olduğumu da biliyor. Ve yine biliyor ki, dünya ve
âhirette övülen sonuç kimin içindir. Şüphesiz, zâlim, günahkâr ve Allah'a karşı
yalan söyleyen kimse başarılı ve mutlu olamaz.
[62]
38. Firavun kavminin
ileri gelenlerine ve yöneticilerine. Sizin için, benden başka herhangi bir ilah
tanımıyorum" dedi. İbn Abbas şöyle der: Bu kötü sözü ile, Ben sizin en
yüce rabbınizım.[63] Sözü arasında kırk yıl
vardır. Allah'ın düşmanı, yalan söylüyordu, bilakis kendisinin bir rabbi
olduğunu ve bu rabbin, hem kendisinin hem de kavminin yaratıcısı olduğunu
biliyordu.[64] Hâmân! Tuğla yap da onunla bana yüksek bir
kule bina et. Belki, çıkar, Musa'nın, kendisini gönderdiğini iddia ettiği
ilâhını görürüm. Bunu, alay yoluyla söyledi. Onun içindir ki bu sözün ardından
şöyle dedi: Ben, gökte bir ilah olduğunu iddia eden Musa'nın, bu iddiasında
yalancı olduğunu sanıyorum. [65]
39. Firavun
ve kavmi, Mısır'da bâtıla ve zulme dalarak kibirlenip böbürlendiler ve Musa'ya
iman etmediler, Öldükten sonra dirilmenin, haşrin, hesap ve cezanın olmadığını
zannettiler. [66]
40. Onu,
ordularıyla birlikte yakalayıp hegsini denize attık. Onlardan hiç kimse
kalmamak üzere hepsini boğduk. Ey Peygamberi Kalp gözünle, ibretle bir bak ki,
inkâr ve azgınlıkta zirveye ulaşan o zalimlerin sonu ne oldu?! [67]
41. Onları
dünyada küfrün öncüleri kıldık, sapıklar onların peşinden gider. Kıyamet gününde
onlardan azabı savacak herhangi bir yardımkcılan da yoktur. [68]
42. Bu
dünyada da, Allah'ın, meleklerin ve müminlerin lanetini onlara ulaştırdık. Kıyamet
gününde ise, onlar, Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırılanlardır. [69]
Bu mübarek âyetler, birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "İleri
gelenler, seni öldürmek için hakkında meşveret ediyorlar" cümlesinde,
durumun gereğine uygun olarak ve ile
pekiştirme yapılmıştır.
2. "Rabbim,
doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" cümlesinde, merhamet ve
şefkat dileme vardır.
3. "Ona
olayı anlattı" cümlesinde, cinas-ı iştikak vardır.
4. "O,
küçük bir yılan gibi hareket ediyor" cümlesinde mürsel mücmel
teşbih vardır. Vech-i şebeh hazfedildiği için
mücmel olmuştur.
5. "Beni
doğrular" ile beni yalanlarlar arasında tıbak vardır.
6.
"Elini kendine çek" cümlesinde kanat mânâsındaki cenah kelimesi, el mânâsındaki yed kelimesinden
kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü
insanın eli, kuşun kanadı gibidir.
7. "Pazunu
kardeşinle güçlendireceğiz" cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Sebep söylenmiş
netice kastedilmiştir. Çünkü pazunun kuvvetlendirilmesi, elin
kuvvetlendirilmesini gerektirir. Elin kuvvetlendirilmesi kuvvetin bulunmasını
gerektirir. Şihâb şöyle der: "Bu cümlenin istiare-i temsiliyyeden olması
mümkündür. Musa'nın, kardeşiyle desteklenme hali, elin, kuvvetli bir elle
takviye edilmesi haline benzetilmiştir." [70]
Zemahşerî şöyle der:
Yüce Allah,"Hâmân! Benim için çamur üzerine bir ateş yak, ondan tuğla
imal et" dedi. "Benim için tuğla pişir" demedi. Çünkü bu ibare
Kur'an'm fesahatına ve makamının yüceliğine daha iyi uymakta, zorbaların sözüne
daha çok benzemektedir. Hâmân, Firavun'un veziri ve halkının işlerim idare
edendir. [71]
43. Andolsun
biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, olur ki düşünür öğüt alırlar
diye insanlar için apaçık deliller, hidâyet rehberi ve rahmet olarak o Kitâb'ı
vermişizdir.
44. Musa'ya
emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve o hâdiseyi
görenlerden de değildin.
45. Bilâkis
biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen,
onlara ilgili âyetlerimizi okurken, Medyen halkı arasında oturuyor da
değildin; aksine biz peygamberler, göndermekteyiz.
46. Musa'ya
seslendiğimiz zaman da, sen Tûr'un yanında değildin. Bilâkis, senden önce
kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet
olarak orada geçenleri sana bildirdik; ola ki düşünüp Öğüt alırlar.
47. Bizzat
kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, "Rabbimiz!
Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü'-minlerden
olsaydık!" diyecek olmasalardı seni göndermezdik.
48. Fakat
onlara tarafımızdan o hak gelince "Mûsâ'ya verilen mucizeler gibi ona da
verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de
inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler
ve şunu söylemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz."
49. De ki:
Eğer doğru sözlüler iseniz. Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap
getirin de ben ona uyayım!
50. Eğer
sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar.
Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim
olabilir? Elbette Allah zâlim kavmi doğru yola iletmez.
51. Andolsun
ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü birbiri ardınca yetiştirmişizdir.
52. Ondan
önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da îman ederler.
53. Onlara
Kur'an okunduğu zaman "O'na îman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş
hakikattir. Esasen biz daha önce müslüman idik" derler.
54. İşte
onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar
kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rıziktan da Allah rızası
için harcarlar.
55. Onlar,
boş söz işittikleri zaman ondan yüzçe-virirler ve "Bizim
işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm
olsun. Biz kendini
bilmezleri istemeyiz"
derler.
56. Sen
sevdiğini hidâyete erdiremezsin, bilâkis, Allah dilediğine hidâyet verir ve
hidâyete girecek olanları en iyi O bilir.
57.
"Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız " dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir
rizık olarak herşeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli,
dokunulmaz bir yere
yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58. Biz,
refahlarına şımarmış nice memleketi helak etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az
oturulabjlmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur.
59. Rabbin,
kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine gönderme-
dikçe, o memleketleri
helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zâlim olan memleketleri helak
etmişizdir.
60. Size
verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası malı ve süsüdür. Allah katında
olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek mi?
61. Şu
halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ardından ona kavuşan kimse,
dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet
gününde huzurumuza getirilenler
arasında bulunan kimse gibi
midir?
62. O gün
Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz
hani nerede?" diyecektir.
63. O gün
aleyhlerine söz gerçekleşmiş olanlar: "Rabbimiz! Şunlar azdırdığımız
kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık. Onların suçlarından
berî olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bize tapmıyorlardı"
derler.
64.
"Ortaklarınızı çağırın!" denir, onlar da çağırırlar; fakat
kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. Ne olurdu doğru yola
girselerdi!
65. O gün
Allah onları çağırarak, "Peygamberlere ne cevap verdiniz?"
diyecektir.
66. İşte o
gün onlara bütün haberler körleşmiştir; onlar birbirlerine de
soramayacaklardır.
67. Fakat
tevbe eden, îman edip iyi işler yapan kimseye gelince onun kurtuluşa erenler arasında olması
umulur.
68. Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak
koştuklarından münezzehtir ve sânı yücedir.
69. Rabbin,
onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
70. İşte O,
Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur,
hüküm O'-nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.
Yüce Allah, azgınlığın
başı Firavun'u yok etmek ve İsrailoğullarmı onun zulmünden kurtarmak suretiyle
onlara verdiği nimeti hatırlattıktan sonra, burada da, içinde hidâyet ve nur
bulunan Tevrat'ı indirmekle onlara yaptığı ihsanı hatırlattı. Aynı zamanda,
semavî kitapların sonuncusu olan Kur'an-ı Kerim'i indirmek suretiyle Araplara
verdiği nimetine dikkat çekti. [72]
Sâvî, ikamet eden
demektir. Bir kimse bir yerde ikamet ettiğinde denilir. Şair şöyle der:
Sen orada bir sene
kaldın.[73] Savarlar, savmak demektir. Hadiste şöyle
gelmiştir:
Cezalan, şüphelerle
giderin"[74] Toplanır. Bir kimse suyu havuzda topladığında,
denir. Büyük havuz demektir.
Şımardı. nimet içinde
olduğu halde azmak demektir. Enbâ, önemli haber mânâsına gelen kelimesinin
çoğuludur.[75]
Ebu Tâlib ölmek üzere
iken, Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Ey Amca, de ki, kıyamet gününde
bu sözle senin lehinde şahitlik edeyim." Ebu Tâlib şöyle cevap verdi:
"Kureyş beni ayıplayıp da, "Ölüm korkusu ona bunu söyletti"
demeyecek olsaydı, onu söyleyerek seni sevindirirdim" Bunun üzerine Yüce
Allah şu âyeti indirdi:" Sen, sevdiğini hidâyete erdiremezsin, bilâkis
Allah dilediğine hidâyet verir. Hidâyete girecek olanları en iyi o bilir"[76] [77]
43. Kelimesinin
başındaki, kendisinden önce bir yeminin bulunduğuna işaret etmek içindir. Yani,
Vallahi, Musa'dan önce gelmiş Nûh, Âd; Semûd, Lût ve peygamberlerini
yalanlayan diğer kavimleri helak ettikten sonra Musa'ya Tevrat'ı verdik, Onu,
İsrailoğulları için bir ışık ve kalpleri için bir nur olarak indirdik. Onunla
gerçekleri görürler ve hakkı bâtıldan ayırırlar. Yine onu, sapıklıktan kurtaran
bir hidâyet ve kendisine inananlar için bir rahmet olarak indirdik ki, onda
bulunan ilâhi öğüt ve irşatlardan faydalansınlar. [78]
44. Ey
Peygamber! Musa'ya Peygamberlik görevi verdiğimiz ve onu Firavun ve kavmine
gönderdiğimiz zaman, sen dağın batı tarafında değildin. Orası, Allah'ın Musa
ile konuştuğu yerdir. Sen, o yerde .bulunanlardan da değildin. Fakat Allah,
onu sana vâhyetti ki, bu, senin doğruluğuna bir delil olsun. İbn Kesîr şöyle
der: Yüce Allah, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini gösteren delile
dikkat çekerek böyle buyurmaktadır. Zira Hz. Muhammed (s.a.v.), geçmişe dâir
gayblardan öyle haber vermiştir ki, onu dinleyen, sanki yukardaki olayı görüyor
ve seyrediyormuş gibi olur. Halbuki Muhammed (s.a.v.) ümmî bir kimse olup kitaplardan
herhangi bir şey okuyamazdı. O, okuma yazma bilmeyen bir toplum içinde
yetişmişti. Buna göre âyetin manası şöyledir: Sen orada hazır değildin. Fakat
Allah bunu sana vâhyetti ki, bu gayb haberlerini onlara bildiresin.[79]
45. Fakat
biz Musa'dan sonra birçok millet ve nesiller yarattık. Onların üzerinden uzun
zaman geçti. Fetret devri uzadı, neticede Allah'ı unuttular, dinlerini
bozdular ve değiştirdiler. Dolayısıyle, ey Peygamber! din işini yenileyesin
diye seni gönderdik. Ebussuûd şöyle der: "Yani, biz seninle Musa
arasındaki zamanda; birçok millet yarattık. Üzerlerinden uzun zaman geçti.
Şeriatlar ve hükümler değişti. Haberleri anlamaz oldular. Bunun üzerine seni
gönderdik. "Onların üzerinden uzun zaman geçti" ifadesiyle
yetinildiği için diğer anlaşılan mânâlar hazfedildi."[80] Ey
Peygamber! Sen Medyen-liler içinde kalmış değilsin ki, Musa'nın, Şuayb'm ve iki
kızının haberini öğrenip de bunları Mekkelilere okuyasın. Fakat biz seni,
Mekkeliler arasından seçip peygamber olarak gönderdik ve bu haberleri sana biz
bildirdik. Böyle olmasaydı, elbette onları bilemezdin. [81]
46. Musa'ya
seslendiğimiz ve onunla konuştuğumuz zaman sen, Tur Dağı'nın yanında da
değildin. Sen, peygamberlerin haber ve kıssalarından hiçbirşeyi görmedin. Fakat
Rabbinden bir rahmet olarak onları sana biz vahyettik ve anlattık ki, ey
Muhammed, senden önce kendilerine bir peygamber gelmemiş olan kavmi korkmasın. Belki, onlara getirdiğin apaçık mucizelerden
ibret alırlar da dinine girerler. Tefsirciler şöyle der: Âyette geçen kavimden
maksat, Hz. İsa İle Hz. Muhammed (s.a.v) arasındaki fetret devrinde yaşamış
olanlardır. Bu süre, altıyüz yıl kadardır. [82]
47. İnkâr ve
isyanları sebebiyle kendilerine bir musibet geldiğinde, işte o zaman, "Ey
Rabbımiz! Bize, âyetlerini tebliğ edecek bir peygamber gönderseydin de, onlara
uyup tasdik edenlerden olsaydık" demeselerdi, peygamberleri göndermezdik.
Kurtubî şöyle der: Âyetteki edatının cevabı hazf edilmiştir. Takdiri:
"Elbette peygamberleri göndermezdik" şeklindedir.[83] İbn Cüzeyy
şöyle der: Birinci, "eğer olmasaydı" mânâsına gelen imtina harfidir.
İkinci ise, arz ve teşvik edatıdır. Yani, inkârları yüzünden onlara musibet
gelmeseydi, peygamberleri göndermezdik. Biz peygamberleri ancak, mazereti
ortadan kaldırmak ve aleyhlerine delil getirmek için gönderdik ki, "Ey
Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, senin âyetlerine uyup
mü'minlerden olsaydık"
diyemesinler.[84]
Bundan sonra Yüce
Allah, müşriklerin hakkı kabul etmeme hususundaki inat ve direnmelerini haber
vererek şöyle buyurdu. [85]
48.
Mekkelilere apaçık hak geldiğinde, ki, bu katımızdan mucize Kur'an'ı getiren
Mu-hammed'dir, inatla ve direnerek dediler ki: "Musa'ya verilen asâ ve el
gibi, apaçık mucizeler ve güçlü deliller, Muhammed'e de verilseydi ya!"
Yüce Allah onlara cevap vererek şöyle buyurdu: İnsanlık, Musa'ya verilen o
apaçık mucizeleri inkâr etmedi mi? Mücâhid şöyle der: Yahudiler,
Kureyşlilerden, Muhammed'e. "Bize, Musa'nın getirdiği mucizeler gibi
mucize getir" demelerini istediler. Allah onlara, insanların, Musa'nın
mucizelerini de inkâr ettiklerini bildirerek cevap verdi.[86] İbn
Cerir'in tercihine göre, "inkâr etmediler mi?" deki zamir, yahudileri
gösterir. Ebu Hayyân da şöyle der: Bana göre zamir, "Musa'ya verilenin
benzeri Muhammed'e de verilse ya" demiş olan Kureyş'i gösterir. Çünkü
Kureyş'in Muhammed (s.a.v.)'i yalanlaması Musa'yı da yalanlamak demektir. Hz.
Muhammed'e (s.a.v.) sihirbaz demeleri, Musa'ya da sihirbaz demeleri mânâsına
gelir. Çünkü peygamberler aynı kaynaktan gelirler. Peygamberlerden herhangi
birine, ona yakışmayan şeyi nisbet eden, o şeyi, bütün peygamberlere nisbet
etmiş olur. Bu durumda, burada geçen bütün zamirler onlara aittir.[87] Müşrikler dediler ki, Tevrat da, Kur'an da
ancak sihir kabilindendir. Bunlar, birbirini doğrulamak suretiyle yardımlaşan
iki sihirdir. Süddî şöyle der: Onların herbiri diğerini tasdik etmiştir. Dediler
ki, "Biz, her iki kitabıda inkâr ediyoruz! Ebussuûd şöyle der: "Bu,
müşriklerin, her iki kitabı da, inkâr ve azgınlıkta devam etmeleri ve aşır
gitmelerinden ileri gelmektedir."[88]
49. Bu,
muhatabın acizliğini göstermek için yöneltilmiş bir emirdir. Yani, Ey
peygamber! Onlara de ki: Madem ki Siz bu iki kitabı, kanunlar hükümler ve güzel
ahlak kurallarını kapsadıkları halde inkâr ettiniz. O halde, bu ikisinden daha
doğru ve daha elverişli Allah katından, indirilmiş bir kitap getirin de ben ona
uyayım, Onların sihir olduğuna dair iddianızda doğru iseniz böyle yapın. İbn
Kesîr şöyle der: Akıl sahipleri için zarurî olarak anlaşılmıştır ki, Yüce
Allah, gökten, Muhammed'e (s.a.v.) indirdiği bu Kur'an'dan daha mükemmel, daha
kapsamlı, daha fasih ve daha yüce bir kitap indirmedi. Şeref ve yücelikte,
ondan sonra, Musa'ya indirdiği kitap gelir ki, bu kitap hakkın da, Kur'an'da:
"Biz, içinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat'ı indirdik"[89] buyurmuştur. İncîl ise, Tevrat'ı tamamlayan
ve İsrailoğullarına haram kılman bazı şeyleri helal kılan bir kitap olarak
indirilmiştir.[90]
50. Onlardan
istediğini getiremezlerse, bil ki, inkârları bir inat ve delilsiz olarak kendi
arzularına uymaktan ibarettir. Allah'tan bir açıklama ve yol gösterme
olmaksızın kendi arzusuna uyan kimseden daha sapık hiç kimse yoktur. Allah,
doğru yoldan yüzçevirip ısrarla kendi arzusuna uymak suretiyle inatçılık yapan
zalim kimseyi doğru yola iletmez. [91]
51. Kureyş'e,
içinde bulunanlardan öğüt ve ibret alsınlar diye, Kur'an âyetlerini aralıksız
olarak peşpeşe indirdik. Bu âyetler vaad, tehdit, kıssa, ibret, öğüt ve
nasihatler halinde ardarda gelmiştir. İbn Cevzî şöyle der: Yani, Kur'an
âyetleri birbirini takip eder ve geçmiş milletlerin nassl azap edildiklerini
haber verir tarzda indirdik ki, ogut alsınlar.[92]
52. Bu
Kur'an'dan Önce kendilerine Tevrat ve İncîl'i verdiğimiz Ehl-i kitabtan
müslüman olanlar bu Kur'an'a da inanırlar. İbn Abbas : "Bunlar Ehl-i
kitaptan Muhammed'e (s.a.v.) inanan kimselerdir"[93] der. [94]
53. Onlara
Kur'an okunduğunda, "Onda ne varsa inandık" derler, Biz, o inmeden
önce de, Allah'ın birliğini kabul eden, emrine teslim olan, Mııhammed'in
gönderileceğine ve ona Kur'an indirileceğine inananlardandık. [95]
54. İşte bu
güzel sıfatlan taşıyan o kimselere sevapları, biri kitaplarına, diğeri, de
Kur'an'a inandıkları için, iki kat verilir. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Üç kimse vardır ki, onlara sevapları iki kat verilir: Birincisi, Ehl-i
kitaptan olup da, önce kendi peygamberine, sonra da bana iman eden kişidir...[96] Bu sevap onlara, hakka uymaya sabretmelerinden
ve Allah yolunda eziyetlere katlanmalarından dolayı verilir. Katâde şöyle der:
"Bu âyet, Ehl-i kitaptan bazıları hakkında inmiştir. Onlar, hak bir dine
mensup idiler ve bütün işlerini onun emirlerine göre yaparlardı. Nihayet Yüce
Allah, Hz. Muhammed'i (s.a.v.) gönderdi. O zaman ona inandılar. Yüce Allah, hak
yolda sabretmelerinden dolayı, sevaplarını iki kat verdi. Selmân ile Abdullah
b. Selâm'm bunlardan olduğu söylenir."[97] Onlar,
sövme ve küfretme gibi çirkin sözleri, güzel ve hoş sözlerle karşılık vererek
savarlar. İbn Kesîr şöyle der: "Kötülüğe misilleme yapmazlar, bağışlar ve
affederler."[98] Kendilerine verdiğimiz helal nzıktan hayır yolunda
harcarlar. [99]
55. Kâfirlerden
sövme, rahatsız edici ve âdi sözler işittiklerinde, dönüp bakmazlar ve
söyleyenlere cevap vermezler. "Bizim yolumuz bize, sizin yolunuz
size" derler. Onlara, Selânıun aleykum" diyerek ayrılma ve uzaklaşma
selamı verirler, Zeccâc şöyle der: Bu sözle, selâm vermeyi değil, sadece,
"yollarımız ayrıdır" demek isterler. Cahillerle beraber olup onlara
karışmak istemiyoruz. Sâvî şöyle der: Müşrikler, Ehl-i kitap mü'minlerine
söverler ve: "Size yazıklar olsun dininizden dönüp onu bıraktınız"
derlerdi. Müslümanlar da onlardan yüzçevirip: "Bizim amelimiz bize, sizin
ki de size" derlerdi.[100] Yüce Allah onları önce imanlarından dolayı
sonra da iyilikle muamele etmeleri ve kendilerine düşmanlık gösterenleri
bağışlayıp affetmeleri sebebiyle övdü. Bundan sonra Yüce Allah, Peygamberine
(s.a.v.) hitap ederek şöyle buyurdu: [101]
56. Ey
Peygamber! Sen ne kadar çabalasan ve bu uğurda olağan üstü gayret göstersen de
herhangi bir kimseyi hidâyete erdiremezsin. Fakat Yüce Allah, hidâyet etmelerini
takdir ettiği kimseleri, kudretiyle hidâyete erdirir. Öyleyse, sen işini ona
bırak. Çünkü o, mutlu olacakları da, mutsuz olacaklarıda çok iyi bilir. Yüce
Allah, kendisinde doğru yolu bulma ve iman etme kabiliyeti olanı bilir ve onu
doğru yola iletir. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası
Ebu Talib hakkında inmiştir. Ebu Talib ölmek üzere iken Rasulullah (s.a.v.) ona
iman etmesini teklif etmiş, fakat o kabul etmemişti. Ebu Hayyân şöyle der:
"Âyetinin mânâsı şudur: Sen, istediğin kimsede hidâyeti yaratamazsın.
Sonra şöyle devam eder: Bu âyetie. "Şüphesiz ki sen, doğru bir yolu göstermektesin[102] âyeti
arasında zıtlık yoktur. Çünkü ikinci âyetteki hidâyetin manası," Şüphesiz
sen doğruyu gösterirsin" dir. Müslümanlar bu âyetin Ebu Talih hakkında
indiğinde icma etmişlerdir."[103]
Bundan sonra Yüce
Allah müşriklerin şüphelerinden birini anlattı ve ona açık bir şekilde cevap
verdi: [104]
57. Kureyş
kâfirleri şöyle dediler: Ey Muhammed! Biz senin dinine uyar da kendi dinimizi
bırakırsak, Arapların bizi yurdumuzdan atmasından yani bize karşı savaşmak
üzere birleşmelerinden ve bizi yurdumuzdan çıkarmalarından korkuyoruz.
Müberred der ki: Tehattuf, hızla yerinden sökmek demektir. Yüce Allah onlara cevap
olarak şöyle buyurdu: Kabe'nin yüzüsuyu hürmetine, onların yurdunu emniyetli ve
harem bölge kılıp, kanlarını korumadık mı? Nasıl olur da, Onlar Allah'ı inkâr
ederken, bu harem bölge onlar için emniyetli olur da, müslüman olduklarında
emniyetli olmaz? O harem bölge, tarıma elverişle olmayan bir vadide olduğu
halde, takdirimizle oraya her taraftan rızıklar geterilir. Fakat onların çoğu
câhildir, bunu düşünüp anlayamazlar. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah bu parlak
ifadeyle onların delillerini çürüttü. Çünkü onlar Allah'ı inkâr ettikleri ve
putlara taptıkları halde harem bölgede emniyet içinde yaşıyorlardı. Diğer
insanlar ise, birbirleriyle savaşıyorlardı. Onlar, tarıma elverişle olmayan bir
belde de yaşadıkları halde, ihtiyaçları olan gıda maddeleri kendilerine
geliyordu. Onlar iman edip de doğru yolu bulurlarsa, bunlar nasıl olmaz.[105]
58. Birçok
şehir halkı azmış, şımarmış ve Allah'ın nimetine karşı nankörlük etmişti.
Dolayısıyle Allah onları yok etti, yurtlarını da harap etti. İşte yerleri,
zulümleri yüzünden bomboş. Onlar yok edildikten sonra, çok az bir süre oralarda
oturuldu. Çünkü oralarda ancak gelip geçenler, yolcular bir gün veya daha az
bir süre durmaktadır, Onların mülklerinin ve yurtlarının vârisleri biziz biz.
Ebu Hayyân şöyle der: "Âyet, Mekkelileri, kendileri gibi yaşamış olan bir
kavmin başına gelen kötü sonuçtan korkutmaktadır. Allah o kavme emniyet içinde
ve rahat bir şekilde yaşamayı lütfetmişti. Fakat onlar bu nimete nankörlük
ederek şımarıklık ettiler. Allah da onları yok etti ve yurtlarını harap
etti."[106]
59. Allah
delilleri çürütmek ve mazeretleri geçersiz kılmak için, kendilerine risâleti
tebliğ edecek bir peygamberi yerleşim merkezine göndermedikçe, o şehirlerin
kâfir halkını helak etmez. Allah'ın kanunu böyle cereyan etmemiştir. Peygamberleri
göndermek suretiyle mazeretleri ortadan kaldırıldıktan sonra, inkârda İsrar
ettikleri için, halkı, yok olmaya hak kazanmadıkça, biz hiçbir beldeyi yok
edecek değiliz. Kurtubî şöyle der: "Yüce Allah, onları ancak zulümleri
sebebiyle yok olmaya hak kazandıkları zaman yok edeceğini bildirdi. Bu, Yüce
Allah'ın adaletini ve zulümden uzak olduğunu açıklar. Zalim olmalarına rağmen,
peygamberler göndermek suretiyle delili
kuvvetlendirmeden ve mazeretlerini
ortadan kaldırmadan onları yok etmeyeceğini ve hallerim bilmesini,
aleyhlerine bir delil yapmayacağını açıkladı."[107]
60. Ey
insanlar! Size verilen mal ve diğer faydalı şeyler, az bir dünyalıktır. Ondan,
yaşadığınız sürece yararlanırsınız. Sonra o yok olup gider. İbn Kesîr şöyle
der: "Yüce Allah, dünya ve onda bulunan basit zinet ve fâni güzelliğin,
Allah'ın, âhirette salih kulları için hazırladığı büyük ve ebedî nimetlere
oranla çok basit bir şey olduğunu bildiriyor."[108] Allah
katındaki sevap, mükâfat ve ebedî olan nimet, bu geçici nimetten daha üstün ve
iyidir. Ebedî olanın geçici olandan daha hayırlı olduğunu anlayamıyor musunuz?
Bu, müşrikleri kınamadır. Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce Allah, dünya
men-fâtlerinin zararlarla karışık olduğunu, hattâ onlarda bulunan zararın daha
çok olduğunu; dünya menfaatleri kesilip sona erdiği halde, âhiret menfaatlerinin
sona ermeyeceğini açıkladı. Sona erecek olan birşey, sonsuz bir şeyle
kıyaslandığında yok sayılır. Nasıl böyle olmasın ki, her bir kişinin dünyadan
nasibi, denize kıyasla bir damla su gibidir. Buna göre âhiret menfaatlerini
dünya menfaatlerine tercih etmeyen kimse akılsız sayılır."[109]
61. Kendisine
cenneti ve cennetteki ebedî nimetleri kesin bir şekilde vadettiğimiz ve Allahın
vadi bozulmayacağı için de o nimetlere mutlaka ulaşacak olan kimse, kendisini
geçici, zararlı şeylerle karışık, elde edilme yolları zorluklarla dolu ve yok
olduğunda hasret çektiren nimetle faydalandırdığımız kimse gibi midir? Sonra,
dünya nimetlerinden faydalandırılan bu kimse, âhirette azaba uğratılanlardan
olacak. Akıllı kimse, bu ikisini bir tutar mı? İbn Cüzeyy şöyle der: "Âyet
önceki âyeti açıklamakta, dünya ile âhiret arasındaki büyük farkı göstermektedir.
"Kendisine va'dettiğimiz kimseler"den maksat mü'minler,
"kendisini faydalandırdığımız kimseler" den maksat da
kâfirlerdir."[110]
62. Allah'ın
kendilerine sesleneceği gün, müşriklerin halini düşün. Onları kınamak ve
azarlamak üzere sûre şöyle der: Beni bırakıp da kendilerine taptığınız size
yardım ve şefaat edeceklerini iddia ettiğiniz o ortaklar ve ilâhlar nerede? [111]
63.
Azgınlıkları ve sapıklıkları yüzünden azabı hak etmiş olan ileri gelenleri ve
reisleri şöyle derler: Ey Rabbımız! Bunlar bizim peşimizden gelen senin
yolundan saptırdığımız kimselerdir. Biz nasıl yoldan çıkmış isek, onları da
yoldan çıkardık. Bunu zorla değil, vesvese vererek ve çirkini güzel göstererek
yaptık. Neticede onlar da bizim gibi saptılar, Ey Allah! Onların bize ibâdet
etmelerinde, bizim bir suçumuz olmadığım sana arzederiz. Onlar bize değil,
kendi istek ve arzularına kul oluyorlardı. [112]
64. Kâfirlere
şöyle denilir: "Dünya'da kendilerine taptığınız ilâhlarınızdan yardım
isteyin de size yardım etsinler ve Allah'ın azabını sizden savsınlar" Bu,
onlarla alay edilircesine söylenir. Onlar da' ilâhlarından yardım isterler,
fakat ilâhları, ne yardım edebilir, ne de fayda verebilirler. Bu, onların,
zayıf akıllı olmalarından ileri gelir. Azabı gördüklerinde keşke hidâyete ermiş
olsaydık diye temenni ederler. Taberî şöyle der: "Azabı gördüklerinde, temenni
ederler ki, keşke dünyada iken hak yolu bulmuş olsalardı."[113]
65. Bu,
müşrikler için bir diğer kınamadır. Yani, O gün Allah onlara seslenir ve
"Peygamberlerime ne cevap verdiniz? Onlara inandınız mı, yoksa
yalanladınız mı?" diye sorar. [114]
66. O gün
onlar delilleri göremez olur, işler kendileri için karanlıklaşır, ne
söyleteceklerini bilemezler, şaşkın ve konuşamaz bir haldedirler. Aşırı dehşet
ve şaşkınlıktan dolayı, "Cevap neydi?" diye birbirlerine soramazlar. [115]
67. Allah'a
ortak koşmayı bırakıp tevbe edenler ve iman ile iyi işleri birlikte yapanlara
gelince, onların, naim cennetlerini kazananlardan olması kesindir. Sâvî şöyle
der: "Ümit ifade eden kelimeler, Kur'an'da kesinlik ifade eder. Çünkü bu,
merhamet sahibi olan Rabb'in değerli bir va'didir. Va'dinden dönmemek de Yüce
Allah'ın şanmdandır."[116]
68. Senin,
yaratan ve tasarruf eden Yüce Rab-bin, dilediğini yaratır, istediğini yapar,
Onun verdiği hükme kimse itiraz edemez. Mukâtil şöyle der: Bu âyet Velid b. Muğîra: "Bu Kur'an,
iki şehir-den, bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?"[117] dediğinde onun hakkında inmiştir. Kullardan
hiçbirisi için seçme hakkı yoktur. Tercih ve irade, sadece tek olan
Allah'ındır, Yüce ve Mukaddes olan Allah, mülkün de harhangi bir kimsenin
kendisiyle münakaşasından yahut, tercih ve hükmünde ona ortak olmasından
uzaktır. Kurtubî şöyle der: "Yani, Rabbin, dilediğini yaratır;
peygamberlik için de dilediğini seçer. Fiillerinde tercihte bulunmak ona
mahsustur. Hangi hikmete göre yaratacağını o daha iyi bilir.
Yarattıklarından hiçbirinin ona
karşı tercih hakkı yoktur."[118]
69. Yüce
Allah, onların, kalblerinde sakladıkları inkârı, Peygamber ve müslümanlara
karşı besledikleri düşmanlığı bilir. Yine değerli Peygamberinin şahsı hakkında
dilleri ile işledikleri kötülükleri bilir. Onlar Peygamber (s.a.v.) hakkında:
"Allah, vahyi Ebu Talib'in yetimine indirmiş?!" demişlerdi. [119]
70. O şanı
yüce olan, ibâdete layık Allah'tır. O'ndan başka ibâdete layık hiçkimse yoktur.
Dünyada da, âhirette de tam övgü ona mahsustur. Çünkü, her iki yurtta da, bütün
nimetleri kullarına lütfeden odur. Geçerli hüküm ve kullar arasında haklı ile
haksızı ayırma yetkisi ona aittir, Kıyamet gününde, bütün mâhlûkat sadece O'na
dönecek ve O, herkese amelinin karşılığını verecektir. [120]
Bu mübarek
âyetler, birç"ok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "İnsanlar
için nurlar" terkibinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani, "Biz Musa'ya
Tevrat'ı verdik. O, insanların kalpleri için nurlar gibidir". Burada
teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i beliğ olmuştur.
Şihâb şöyle der: "Kalplerin nurlarına benzeyen Tevrat'ı verdik. Zira
kalpler, Tevrat'ın nurları ve ilimlerinden mahrum kalırsa, elbette göremeyen ve
hakkı bâtıldan ayıramayan körler olurlar."[121]
2. "Asırlar
yarattık" cümlesinde mecâz-ı
aklî vardır. Asırlardan maksat milletlerdir. Çünkü milletler, asırlar
içnde yaratılır. Dolayisıyle, mecâz-ı aklî yoluyla, asırların yaratıldığı
söylenmiştir.
3.
"Onlara isabet eder" ile bir musibet" arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
4. "Ellerinin
kazandıkları şey sebebiyle" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Elleriyle
kazandıkları şey demektir. Bu, cüz'ü söyleyip küllü murat etme kabilindendir.
Zemahşerî şöyle der: "Amellerin çoğu el ile işlendiği için bütün ameller, ellerin kazanması şeklinde
ifade olundu."[122]
5. "Başlarına
bir musibet geldiğinde....." cümlesinde, kelamın akışından anlaşıldığı
için cevap hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: "Ey Peygamber! Seni elçi
olarak onlara göndermezdik." Bu, hazif yoluyla îcâz batandandır.
6. "Ona,
Musa'ya verilenin bir benzeri verilseydi ya" cümlesi teşvik ifade eder.
Buradaki teşvik ifade eden su
manasınadır. Yoksa, bir şeyin varlığından dolayı, diğer şeyin olamayacağını
ifade eden bir harf değildir.
7. "De
ki bir kitap getiriniz" cümlesi muhatabı âciz düşürmek için kullanılmıştır
Emir kipi, hakiki mânâsından çıkarılıp, acze düşürmek mânâsına kullanılmıştır.
8. Sen
doğruya iletemezsin" Fakat Allah doğru yola iletir" arasında tıbak-ı
selb vardır.
9. "Emniyetli
harem bölge" terkibinde mecâz-ı aklî vardır. Çünkü emniyet, bölge halkına
ait olduğu halde, Harem'e nisbet edilmiştir.
10. "İddia
ettiğiniz ortaklarım nerede? cümlesinde, alay etme üslubu kullanılmıştır.
11.
"Saptığımız gibi onları da saptırdık" cümlesinde teşbîh-i mürsel
vardır.
12. "Deliller
onlara gizli kaldı" cümlesinde istîâre-i tasrîhıyye-i tebeiyye vardır.
Şihâb şöyle der: "Körlük, doğru yolu bulamamak için müsteâr olarak
kullanıldı. Onlar, delillere yol bulamazlar. Sonra, vurgulu bir şekilde ifade
etmek için, fail ile mefûlûn yeri değiştirildi ve "deliller onlara yol
bulamaz" sekiline sokuldu. Aslı, delilleri göremediler" şeklindedir.
"Gizlilik" mânâsı, bu kelimenin kapsamı içine alındı ve edatı ile
geçişli yapıldı. Bu cümlede bir çok edebî sanat vardır: İstiare, kalb ve tazmin
gibi.[123]
13.
"Gizler" ile açığa vururlar ve "dünya" ile "âhiret"
arasında tibâk sanatı vardır. Bu da edebî sanatlardandır.[124]
Ebu Tâlİb'in imansız
öldüğüne dâir olan rivayet doğrudur. Kitap ve sünnet bunu göstermektedir. Bazı
tasavvuf şeyhlerinden, onun Ölmeden önce müslüman olduğu rivayet edilir. Bu,
Kur'an ve sünnetin naslarına aykırıdır. Belki de tasavvufcular bu görüşü, Ebu
Talib'in bazı şiirlerinden çıkarmışlardır, o şöyle der:
Ben biliyorum ki,
Muhammed'in dini, insanların dinlerinin en iyilerinden biridir. Vallahi,
onların hepsi toplansa, ben mezara girinceye kadar sana yaklaşamazlar.
Ben derim ki, Ebu
Tâlib İslama girmekten ve şehâdet getirmekten kaçındıktan sonra, bu sözün ne
anlamı olur?[125]
71. De ki:
Düşündünüz mi hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi tâ kıyamet gününe kadar
aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size bir ışık getirecek tanrı kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz?
72. De ki:
Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü tâ kıyamet gününe kadar
aralıksız devam ettirse Allah'tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size
getirecek tanrı kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?
73.
Acımasından ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz,
gündüzün ise O'nun fazl u kereminden rızkınızı arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.
74. O gün
Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz
hani nerede?" diyecektir.
75. O gün
her ümmetten bir şahit çıkarır, "Kesin delilinizi getirin!" deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a
aittir, ve uydura geldikleri şeyler de kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.
76. Karun,
Musa'nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle
hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı.
Kavmi ona demişti ki: "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.
77. Allah'ın
sana verdiğinden âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah
sana ihsan ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama.
Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez."
78. Karun
ise, "O servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi "
demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha
güçlü, ondan daha çok malı olan kimseleri helak etmişti. Günahkârlardan
günahları sorulmaz.
79. Derken,
Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar.
"Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; hakikat şu ki o, çok
büyük bir devlet sahibidir!" dediler.
80. Kendilerine
ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi
işler yapanlar için Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler
kavuşabilir.
81. Nihayet
biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine
yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o kendisini savunup kurtarabilecek
kimselerden de değildi.
82. Daha dün
onun yerinde olmayı isteyenler, "Demek ki, Allah kullarından dilediğine
rızkı çok da verir, azda verir. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı,
bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki İnkarcılar iflah olmazmış!"
demeye başladılar.
83. İşte
âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan
kimselere veririz. En güzel akıbet, takva sahiplerinindir.
84. Kim bir
iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim de bir kötülük
getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.
85. Kur'ân'ı
sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki:
Rabbinı, kimin hidâyetle geldiğini ve
kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.
86. Sen, bu
Kitab'ın sana vahyolunacağıııı ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmet olarak
gelmiştir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!
87. Allah'ın
âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden
alıkoymasınlar. Rab-bine davet et. Asla müşriklerden olma!
88. Allah
ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur.
O'nun zâtından başka herşey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na
döndürüleceksiniz.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, kendisinin yaratıcı olduğunu, seçme ve tercihin kendisine ait bulunduğunu
bildirdi. Allah'tan başkasına ibadet etmelerinden dolayı da, müşriklerin
beyinsiz olduklarını açıkladı. Ardından burada, nimeti verene şükretmenin
kullara vacip olduğunu hatırlatmak için. yüceliğini ve büyüklüğünü gösteren
bazı delilleri anlattı. Daha sonra Kârim kıssasından bahsetti. Bu kıssa, mal
yüzünden azma olayı ve bunun külü sonuçlarıdır. Zira Allah, Karun'u
hazineleriyle birlikte yere batırmıştı. İşte bu, üstünlük taslama, gurur ve
azgınlığın sonucudur.[126]
Sermed; kesilmeyen,
devamlı olan şeydir. Tarefe'nin şiirinde bu mânâda kullanılmıştır:
Andolsun ki, işim bana
kapalı değildir. Ne gündüzüm ne de gecem, bana devamlı değildir. Mefâtih, açma
âleti mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Anahtar mânâsına gelen çoğulu ise,
tir.
Ağır gelir. Bir yük
bir kimseye ağır gelip de belini büktüğünde,
denir. Zu'r-Rumme şöyle der:
O, kalçalarına ağır
geliyor. Bu sebeple, kalkışı da ağır, yürüyüşü de yakından ve ağırdır.
Yorgunluktan nefesi kesilir.[127] Usbe, büyük topluluk demektir. bunun benzeridir,
"Biz büyük bir topluluğuz[128] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. Topluluğun
fertleri birbirlerine yardım ettikleri ve destek olduktan için, topluluğa
"usbe" denmiştir.
Va, demek ki" anlamınudır.
Cevheri "hayret-'1 ifade eden bir kelimedir. Bazan nin başına gelir ve
denilir. Bir görüşe göre bu, yapılan hatanın farkına varıldığı ve pişmanlık
gösterildiği zaman kullanılan bir kelimedir. el-Halîl şöyle der: "Kavim
uyandı ve daha önce yaptıklarına pişman olarak, "vây" dediler.[129]
Zahir, yardımcı demektir. [130]
71. Ey
Peygamber! Mekke'nin o inkarcı kâfirlerine de ki, "Allah, kıyamet gününe
kadar size geceyi hiç kesilmeden devamlı kılsa, hayatınızda kendisiyle
aydınlanacağınız nuru, Allah'tan başka size getirebilecek ilah kimdir? Anlayacak
ve kabul edecek şekilde dinleyip de bununla Allah'ın birliğine delil getirmez
misiniz? [131]
72. De ki;
söyleyin bana, Eğer Allah, sizin için gündüzü kesintisiz ve devamlı kılsa
çalışma ve yorgunluk neticesinde dinlenebileceğiniz bir geceyi Allah'tan başka
size getirebilecek ilâh kimdir? Halâ, içinde bulunduğunuz hata ve sapıklığı
görmüyor musunuz? Bundan sonra Yüce Allah, kullarına olan sonsuz merhametine
dikkat çekerek şöyle buyurdu: [132]
73. Allah,
kudretinin alâmetleri ve rahmetinin tezahürleri olarak, hayatın yorgunlukları
sıkıntıları ve kederlerinden kurtulup dinlenmeniz için geceyi kendi lutfundan
geçimliğinizi ve kazancınızı aramanız için de gündüzü düzenli ve sağlam bir
şekilde birbiri ardınca gelecek şekilde sizin için yarattı. Bir de, sayılamayacak
kadar lütfettiği yüce nimetlerden dolayı Rabbinize şükredesiniz diye bunu
yaptı. Gece ve gündüz, O'nun sonsuz nimetlerindendir. Fahreddin er-Râzî şöyle
der: Yüce Allah bu âyetle, gece ve gündüzün, zaman içinde birbirini izleyen iki
nimet olduğuna dikkat çekti. Çünkü, kişi dünyada muhtaç olduğu şeyleri elde
etmek için yorulmak zorundadır. Eğer gündüzün aydınlığı ve gecenin istirahat
ve dinlenmesi olmasaydı o kimse ihtiyaçlarını temin edemezdi. Onun için
dünyada mutlaka gece ve gündüze ihtiyaç vardır. Cennette ise, yorgunluk ve
bitkinlik olmadığı için, insanların geceye ihtiyacı yoktur. Dolayısıyle orada,
aydınlık ve lezzetler insanlar için sürekli olur.[133]
74. Bu,
Allah'la birlikte başka ilahlara tapanları kınama ve azarlama yoluyla yapılan
ikinci sesleniştir. Yani, Yüce Allah herkesin huzurunda onlara şöyle seslenir:
Dünyada ortaklarım olduklarını iddia ettiğiniz kimseler nerde?[134]
75. Her
ümmetten bir şahid çıkarırız da onların yaptıklarıyla ilgili aleyhlerinde
şahitlik eder. Bu şahit, onlara gönderilen peygamberleridir. Ve onlara, inkâr
ettiğinize dair delilinizi getirin, deriz. Bu emir, onların mezaretlerini
ortadan kaldırma, kınama ve acizliklerini ortaya koyma manasınadır. işte o
zaman, Allah ve Rasulünün haklı olduğunu ve Allah'tan başka bir ilâh olmadığını
anlarlar. Dünyada uydurdukları ortaklar, kaybolan bir şey gibi, kaybolup
giderler.
Bundan sonra Yüce
Allah, Karun'un kıssasını, gurur ve azgınlığın sonuçlarını anlatarak şöyle
buyurdu: [135]
76. Kuşkusuz
Kârim, Musa'nın aşiretinden ve toplumundandı. İbn Abbas : "Musa'nan
amcasının oğluydu" der. Allah'ın kendisine lütfettiği mal ve hazineler
sebebiyle, kavmine karşı kibirlendi, büyüklük ve üstünlük tasladı. Taberî
şöyle der: Onlara karşı aşırı derecede kibirlilik gösterdi, büyüklük tasladı.[136] Ona o kadar çok mal ve hazine verdik ki, bırak
hazine ve malları taşımasını, çokluğu ve ağırlığı dolayısıyle hazinelerinin
anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Bu âyet, Karun'un
mal ve servetinin çokluğunu ve zenginliğini tasvir eder. Kavmi ona,
"şımarma" demişti, Allah, verdiği nimetlere şükretmeyen ve mallan
sebebiyle, Allah'ın kullarına karşı büyüklük taslayan şımarıkları sevmez. [137]
77. Allah'ın
sana verdiği mallarda, onun rızasını ara. Bu da, iyilik yapmak, sadakalar
vermek ve Allah'a itaat ederek onun uğrunda harcamakla olur. Hasan Basrî şöyle
der: Helâlinden yararlanmak ve onu aramak hususunda, dünyadan nasibini kaybetme.[138] Allah'ın sana lütfettiği gibi, sen de O'nun kullarına
lütufta bulun. Bu mal sebebiyle, insanlara karşı taşkınlık yapıp kibirlenme ve
Allah'a isyan ederek fesad çıkarma yollarını arama. Kuşkusuz Allah, günahkârı,
azgını ve yeryüzünde fesat çıkaranı sevmez. [139]
78. Kârûn
dedi ki: "O bana ancak bilgim sayesinde verildi." Kavmi Karun'a öğüt
verince o, onları reddederek ve kibirli davranıp öğüdü kabul etmeyerek böyle
cevap verdi. Yani, Bu mal bana, kazanç yollarını iyi bilmem sayesinde verildi.
Allah benden razı olmasaydı ve benim üstünlüğümü ve bu mala lâyık olduğumu
bilmeseydi, onu bana vermezdi. Yüce Allah, onun bu sözünü reddederek şöyle
dedi: O aptal mağrur bilmiyor muydu ki, Allah, ondan önceki nesillerden,
kendisinden daha güçlü ve daha zengin olanları yok etmişti. Beyzâvî şöyle der:
Bu âyet bu geçmiş olayları bile bile,
gücüne ve malının çokluğuna aldanmasından dolayı Karun'u kınamakta ve bunun
hayret edilecek bir şey olduğunu ifade etmektedir. Çünkü o bu olayları Tevrat'ta okumuş, tarihçilerden
de dinlemişti.[140]
Allah'ın, onların günahlarının nasıl ve ne kadar olduğunu sormaya ihtiyacı
yoktur. Çünkü O herşeyi bilmektedir. Onları yok etmek için, yaptıklarını onlara sormaya ihtiyaç duymaz. Bilakis,
azabı hak edince ansızın onları yok
eder. Bundan sonra Yüce Allah, Karun'un, kavminin nasihatim
dinlemediğine, aksine kibir ve azgınlığında devam ettiğine işaret ederek şöyle
buyurdu: [141]
79. En süslü
ve en göz alıcı elbiseleri içinde, kavminin arasına çıktı. Tefsirciler şöyle
der: Bir gün büyük bir zinet içersinde, birçok adamıyle birlikte bir tören
alayıyla ortaya çıktı. Kendisi ve adamları, ipek ve altınla süslü elbiseler
giymiş olarak, takımları, altınla zinetlenmiş atlara binmişlerdi. Yanlarında
ise câriye ve köleler vardı. Dünyanın zinetine, süsüne ve şatafatına aldanmiş
olan imanı zayıf kimseler onu böyle görünce dediler ki: Keşke, bizim de,
Karun'a verilen şu servet ve zenginlik gibi bir zenginliğimiz olsaydı. Şüphesiz
onun, dünyadan nasibi boldur. [142]
80. İlim,
anlayış sahibi ve doğru yolda bulunan akıllı kimseler onlara dediler ki: Böyle
konuşmaktan sakının. Zira Allah'ın mü'min ve salih kullarına vereceği mükâfat,
sizin gördüğünüz ve temenni ettiğiniz Karun'un durumundan daha hayırlıdır.
Zemahşerî şöyle der: kelimesi aslında, bir kimsenin yok olmasını istemektir.
Daha sonra sakındırma, çekindirme ve hoşa gitmeyen şeyleri bırakmaya teşvikte
kullanılmıştır.[143] Ahirette, bu mevki ve makam,
sadece Allah'ın emirlerine sabredenlere verilecektir. Yüce Allah
Karun'un kötü akıbetine dikkat çekmek için şöyle buyurdu. [144]
81. Şımarıklık
ve kibrinin cezası olarak, onu ve hazinelerini yere batırdık. Allah'ın azabını
ondan savacak hiçbir yardımcısı ve destekçisi yoktu. Kendini kurtaranlardan
değil, bilakis helak olanlardan oldu. [145]
82. Daha dün
onun zenginliğini ve mevkiine sahip olmayı temenni edenler, onun başına gelen,
bu felâketi gördükten sonra, daha önceki temennilerine pişmanlık duyup
üzülerek şöyle demeye başladılar: Allah'ın bu işine, hayret ve ibretle bakın,
ey kavim! Bakın ki, Allah, kullarından birine sevdiğinden değil, kendi
dilemesi ve hikmeti gereği, nasıl bol rızık veriyor. Hakir gördüğü için değil
hikmeti ve kazası gereği, imtihan etmek için, dilediğinin rızkını da nasıl
daraltıyor! Zemahşerî şöyle der: İki kelimedirden ayrıdır. Yapılan hatanın
farkına varmayı ve ona pişman olmayı ifade eder. Yani, kavim, Karun'un mevkiini
temenni etmekle düştükleri hatanın farkına vardılar ve dediklerine pişman
oldular[146] ve şöyle dediler: Eğer Allah bize imanı
nasip etmek ve te-mennî ettiklerimizi vermemek
suretiyle bize acıma lütfunda bulunmasaydı, bizim de sonumuz
mutlaka Kârûn gibi olur ve onu yere batırdığı gibi bizi de Allah'ın işine
hayret ediyorum. Şöylele ki kâfirler ne dünyada ne de ahirette mutlu
olamıyorlar.
Yüce Allah, Firavun ve
Musa kıssasında, makam ve saltanat sebebiyle gösterilen azgınlık olayını
anlattıktan sonra mal sebebiyle gösterilen azgınlık olayını, yani Kârûn
kıssasını anlattı. Kârûn kıssası burada sona erer. Bunun hemen ardından şöyle
buyrulur : [147]
83. Âyetteki
işaret ismi, verilecek olan nimetin büyüklüğünü ifade eder. Yani, haberini
işittiğin ve nitelikleri hakkında bilgi edindiğin o yüce yurt, ebedî nimetlei
yurdudur. Orada öyle nimetler vardır ki, onları hiçbir göz görmemiş, hiçbii
kulak işitmemiş ve hiçbir insanın aklından geçmemiştir. Onları, bu dünya
hayatında zulüm, azgınlık ve büyüklük taslamak istemeyen takva sahibi kimselere
vereceğiz. Övülen akibet, Allah'tan korkan, O'nun kendilerini gözettiğine
inanan rızasını isteyen ve azabından sakınan kimseler içindir. [148]
84. Kıyamet
gününde, kim herhangi bir iyilik getirirse, kuşkusuz Allah, onu getirene, kat
kat fazlasını verir.? Kim de, kıyamet gününde kötülüklerle gelirse, ona sadece
onların karşılığı verilir. Bu, Allah'ın kullarına bir lütfudur. O, kullan için iyiliklerin karşılığını kat
kat, kötülüklerin karşılığını ise sadece misliyle verir. [149]
85. Ey
Peygamber! Kur'an'ı sana indiren ve onunla amel etmeyi farz kılan Allah, seni
Mekke'den çıkardığı gibi yine oraya döndürecektir. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'m,
Mekke'den hicretinden sonra, tekrar oraya döneceğine ve orayı fethedeceğine
dair Allah'ın verdiği bir sözdür. İbn Abbas şöyle der: Bu, "Allah seni
Mekke'ye döndürecektir" manasınadır. Dahhâk da şöyle der: Rasululah
(s.a.v.) Mekke'den çıkıp Cuhfe'ye vardığında Mekke'yi özledi. Bunun üzerine
Yüce Allah, ona bu âyeti indirdi.[150] Ey Peygamber! O müşriklere de ki, Rabbim doğru
yolda olanı ve yolunu şaşıranın ben mi yoksa siz mi olduğunu daha iyi bilir. O
Yüce Allah, güzel iş yapanla kötü iş yapanı bilir ve her birine yaptığının
karşılığını verir. Bu âyet, Mekke kafirlerinin, "Ey Muhammed! Sen apaçık
bir sapıklık içndesin" sözlerine bir cevaptır. [151]
86. Sen,
sana peygamberlik verileceğini ve kitabın indirileceğini beklemiyordun. Fakat,
Allah kitabı gödererek sana, seni göndermek suretiyle de kullara merhamet etti.
Ferrâ şöyle der: Burîsflna, istina-i munkatıdır. Yani, ancak Rabbin sana merhamet
etti de o kitabı sana indirdi, demektir. Sakın idâre-i maslahat ve hoşgörü ile
muamele edip de, dinleri ve sapıklıkları hususunda onlara yadımci olma; onlara
muhalefet et. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler Rasûlullah (s.a.v.)'ı atalarının
dinine çağırdılar. Bunun üzerine, onlardan sakınması ve beyinlerini
çatlahrcasına hakkı onlara anlatması Rasûlulah (s.a.v.)'a emredildi. Bu ve
benzeri ifadelerle Rasûlullah (s.a.v.)'a hitap edilip ümmeti kastedilmektedir
ki, kafirlere destek olup onların görüşlerine uymasınlar. [152]
87. Sakın o
müşriklere iltifat edip de sözlerine meyletme. Böyle yaparsan, seni, Allah'ın
sana indirdiği apaçık âyetlere uymaktan alıkoyarlar. İnsanları, Rabbini
birlemeye ve O'na ibadet etmeye çağır. Onların isteklerine uyarak müşriklerden
olma. Çünkü, kim onların yolunu beğenirse, o da onlardandır. [153]
88.
Allah'tan başka hiçbir ilaha tapma. Ondan başka ibadete layık gerçek ilah
yoktur. Beyzâvî şöyle der: Bu ve bundan
önceki âyetler, kafirlere karşı olmayı
teşvik ve müşriklerin, Rasûlullah
(s.a.v.)'rn kendilerine yardım edeceği ümidini kesmek içindir.[154] Her şey yok olacak, onun mukaddes zatı
kalacak. Yüce Allah burada, "yüz" manasına gelen "vechi"
zikretti fakat kendi zatını murat etti. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Yüce
Allah'ın sonsuz, bakî, diri ve kâinatın idaresi ile kâini olduğunu, bütün
yaratılmışların öleceğini, fakat onun ölmeyeceğini haber vermektedir. Yüce
Allah, zatını vech kelimesi ile ifade etti. Nitekim şöyle buyurmuştur :
"Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zatı bakî kalacak"[155]
Yaratılmışlar üzerinde etkili olan hüküm O'nundur. Âhiret günü onların hepsinin
dönüşü, başkasına değil, sadece O'nadır. [156]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Ondan
başka hangi ilâh size aydınlık getirecek?" cümlesi azarlama ve susturma
ifade eder. "Geceyi size kim getirecek?" cümlesi de bunun gibidir.
2. "Sizin
için geceyi ve gündüzü yaratması O'nun rahmetindendir" cümlesinde leffü neşri-i
müretteb sanatı vardır. Önce gece ile gündüzü birlikte zikretti. Sonra, "orada
dinlenmeniz ve Allah'ın lütfundan istemeniz için" buyurarak, dinlenmeyi
geceye, rızık arama isteğini de gündüze ait kıldı. Edebiyatçılar nazarında
buna leffü neşr-i müretteb denir. Çünkü birinci birinciye, ikinci de ikinciye
aittir. Bu, güzel edebî sanatlardandır.
3.
"Şımarma" ile "şımarıklar" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
arasında da aynı sanat vardır.
4. "Onun
büyük bir nasibi vardır" cümlesi, muhatap kuşku ve tereddüt içinde olduğu
için, ve ile pekiştirilmiştir, te'kîd edilmiştir.
5. "Dün
onların yerinde olmayı temenni ederler..." cümlesinde kinaye vardır. Yüce
Allah, "dün" kelimesini yakın geçmiş zamandan kinaye olarak
kullanmıştır.
6. "Bollaştınr" ile "daraltır"
arasında tıbâk sanatı vardır.
7. "Kim
bir iyilik getirirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır" ile "Kim
de bir kötülük getirirse, ona da sadece misliyle karşılığı verilir"
cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
8. "Sadece
onun yüzü..." ifadesinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz' (yüz) zikredilmiş,
küll (Allah'ın (c.c.) zatı) kastedilmiştir. [157]
Bazı alimler: Kimi
kanaat doyurmazsa, ona Karun'un mülkü dahi yetmez demişler. Ve şu beyitleri
okumuşlardır.
Kanaat öyle iyi bir
şeydir ki, sen onun yerine başka bir şey istemezsin. Nimetler onda, bedenin
rahatı da ondadır. Bütün dünyaya sahip olana bir bak. Bu dünyadan, pamuk ve
kefenden başka bir şey götürdü mü?...
Allah'ın yardımıyle
Kasas Sûresinin tefsiri bitti. [158]
[1] Kasas sûresi, 28/38
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/405-406.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/406.
[4] Şeyhzâde Haşiyesi, m, 507
[5] Kurtubî, 13/264
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/410-411.
[7] Bu hususta, bkz. Bakara sûresinin başlangıcı
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/411.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/411.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/411.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/411.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/411-412.
[12] Beyzâvî, II, 88
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/412.
[14] Bkz, Buharî, Enbiyâ, 50; Müslim Zûhd 10
[15] Kurtubî, 13/250
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/412.
[17] Kurtubî, XIII, 252
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/412-413.
[19] Taberî, XX/22.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/413.
[21] Bu, İbn Abbas'ın, Dahhak'ın, Mücâhİd'in ve
tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür. Kur-tubî'nin İbn-i Kasım'dan, onun da
Mâlik'ten naklettiği ikinci görüş ise belki de daha açıktır.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/413.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/413-414.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/414.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/414.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/414.
[27] Kurtubî, XIII, 261
[28] Sâvî Haşiyesi, III/112
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/414-415.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/415.
[30] Râzî şöyîe der: "Âyette, zâlim ve fâsıklara
yardım etmenin caiz olmadığına delalet vardır.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/415.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/415.
[33] Zâhir olan görüş şudur ki, bunu söyleyen İsrailli
değil, Kıbtîdir. Çünkü, "sen, sadece yaman bir zorba olmak
istiyorsun" sözünü mü'min söylemez, kâfir söyler.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/415.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/416.
[36] Kurtubî, XIII 252. Müellifin tefsirinde"
öldürdüm" şeklindeki ifade, kaynakta öptüm" şeklindedir. Bİz
tercümesinde aslını tercih ettik. (Mütercimler).
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/416-417.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/422.
[38] Bu beyit Cerîr'indir. Bununla Ferazdak'ı
hicvetmektedir. Kurtubfde böyledir. (Bkz XIIT/ 268).
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/422-423.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/423.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/423.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/423-424.
[43] el-Bahr,VII, 113
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/424.
[44] Er,Razî, XIV, 240
[45] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 111,10
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/424.
[46] Taberî, XX/39
[47] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 111,11
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/424-425.
[49] el-Bahr, VII, 114
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/425.
[51] Kurtubî, Xni, 271
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/425.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/425-426.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/426.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/426.
[55] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Musa (a.s.), rabbinin
emrine uyarak asasını attı. Fakat ne oldu? Şüphesiz asâ, uzun süre yanında
taşıdığı ve iyice tanıdığı asası değildi. O, hızla yürüyen ve rahatlıkla
hareket eden bir yılandı. Büyük bir yılan olduğu halde; küçük yılanlar gibi
kıvrılıyordu. Bu, Musa (a.s.)'nın beklemediği bir sürprizdi. Dolayısıyle
arkasını dönüp kaçtı, geri dönmedi. Asanın ne olduğunu anlamak ve bu acaip iri
mahluku incelemek için dönmeyi düşünmedi. Musa (a.s.), bundan sonra yüce
rabbinin şu emrini duyar: "Ey Musa, dön. Korkma, şüphesiz sen emniyette
olanlardansın" Allah'ın gözetiminde olan, nasıl emniyette olmaz? Bundan
sonra tekrar bir ses geüı:"Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz
çıkacaktır." Musa (a.s.), emre uyup elini elbisesinin göğsündeki açık
kısma soktu, sonra çıkardı. Bir de baktı ki, bir anda ikinci bir sürprizle
karşı karşıya. Eli bembeyaz, hastahksız olduğu halde parlayıp ışık saçıyor.
Daha önce elinin, esmere çalar siyahlıkta olduğunu biliyordu. Bu oiay, hakkın
aydınlığına, mucizenin açıklığına ve delilin parlaklığına işaretti. (Fi
Zılâli'l - Kur'ân,)
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/426-427.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/427.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/427.
[59] Tefsir-i Kebîr XXIV, 349
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/427.
[60] Mücadele Suresi, 58/21
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/427-428.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/428.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/428.
[63] Nâziat Suresi, 79/24
[64] Kurtubî, Xffl, 288
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/428.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/428.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/429.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/429.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/429.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/429.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/430.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/436.
[73] el-Bahm'1-muhît, 7/103
[74] Tinnizî, Hudûd, 3 (az farklı lafızla)
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/436.
[76] Müslim, İman, 42; Zâdul-mesîr, 6/231
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/436.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/436-437.
[79] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/437.
[80] Ebussuud, 4/155
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/437.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/437-438.
[83] Kurtubî, 13/293
[84] Teshil, 3/107
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/438.
[86] Muhlasar-ı İbn Kesîr, 3/17
[87] el-Bahr, 7/123
[88] Ebussuûd, 4/156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/438-439.
[89] Maide Suresi, 5/44
[90] Muhiasar-ı İbn Kesîr 3/17
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/439.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/439.
[92] Zadu'l-mesîr, 6/288
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/439.
[93] Taberî, 20/56
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/439.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/439-440.
[96] Müslim, îmân. 241
[97] Taberî, 20/56
[98] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/18
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/440.
[100] Sâvî Haşiyesi, 3/221
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/440.
[102] Zuhruf sûresî, 43/52
[103] el-Bahr, 7/126. Yukarda yazdığımız nüzul sebebine bak.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/440-441.
[105] el-Bahr, 7/126
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/441.
[106] A.g.e.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/441-442.
[107] Kurtubî, 13/302
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/442.
[108] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/20
[109] Tefsir-i Kebîr, 25/26
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/442.
[110] Teshil, 3/109
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/442-443.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/443.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/443.
[113] Taberî, 20/63. Bu mana, 'A cdatınm temenni için
oimasına göredir. Biz bu manayı verdik. Taberî'nin tercihi de budur. Zeccâc
ise şöyle der: y edatının cevabı mahzuf olup takdiri şöyledir: Onlar doğru yolu
bulmuş olsalardı, kesinlikle kendilerini saptıranlara uymazlar ve azabı da
görmezlerdi.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/443.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/443.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/443-444.
[116] Sâvî Haşiyesi, 3/223
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/444.
[117] Zuhruf Suresi, 43/31
[118] Kurtubî, 13/305
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/444.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/444.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/444.
[121] Beyzâvî Haşiyesi, 3/515
[122] Keşşaf, 3/320
[123] Kasımi’nin Mehasinu’t- te’vil’inden naklen
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/444-446.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/446.
[126] Kurtubî, 13/308
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/450.
[127] el-Bahr, 7/132
[128] Yusuf sûresi, 12/14
[129] Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 25/19
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/451.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/451.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/41-452.
[133] Tefsîr-i kebîr, 25/11
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/452.
[134] Muhtasar-ı İbn Kesîr 3/22
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/452.
[136] Taberî, 20/68
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/452-453.
[138] Bir sörüşe göre, bunun manası şudur: İyi işleri
bırakmak suretiyle ömrünü boşa harcama. Bu mana" İbn Abbas ve Mücâhid'den
rivayet edilmiştir. Hasan Basrî ve Katâde'nin görüşü daha açıktır ki, İbn
Kesir'in tercihi de budur.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/453.
[140] Beyzâvî 3/95
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/453.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/453-454.
[143] Keşşaf, 3/341
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/454.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/454.
[146] Keşşaf, 3/342, Zemahşerî'nin bu görüşü, İmam Halil ve
Sibeveyh'in görüşüdür. Cumhur da bunu tercih etmiştir. Suyûtî şöyle der: &.
"Şaşarım" manasına fiil İsmidir, de manasınadır. Buna göre mana
şöyle olur : Hayret ederim, çünkü Allah, dilediğinin rızkını bol verir. Taberî,
Katâde'den, nin, "görmedin mi ki" manasına geldiğini ve bunun tek
kelime olduğunu nakleder. Kendi tercihi de budur. En iyisini Allah bilir.
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/454-455.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/455.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/455.
[150] İbnu'l - Cevzi, Zadu'l - Mesir, 6/249 ; Muhtasar-ı İbn
Kesir, 3/26
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/455.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/455-456.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/456.
[154] Beyzâvî, 2/96
[155] Rahman sûresi, 55/26-27
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/456.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/456-457.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/457.