KASAS SURESİ
Bu
sûre-i celile Kur'ân-ı Azimüşşan'm 28. sûresi olup 88 âyettir. Mekke'de nazil
olmuştur, ancak îmam-ı Mukatil'e göre (52, 53, 54 ve 55.) âyetleri Medine'de,
85. âyeti de İbn Abbas'a göre Cehfe'de nazil olmuştur. Bu sûrede Musa (a.s.)
'mn kıssasından çok geniş bir şekilde bahsedildiği için «Kasas sûresi» unvanını
almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır: Hz. Musa tas.J'mn
mucizeleri, vahy-i ilâhiye mazhar oluşu, peygamberlere cephe alanların ne elîm
bir azaba uğradıklarına bir misal olmak üzere Firavun ile kavminin helak oluşu,
fâni varlığa güvenerek gururlanıp halka büyüklük taslayanların, zulmedenlerin
sonlarının ne olduğunu göstermek için Karun'un başına gelen felâket, Hz.
Muhammed'in düşmanlarına galip geleceğini ve Mekke'den Medine'ye hicret
edeceğine dair işaret.
Hulâsa
bu ulvî âyetler Kur'ân-ı Kerîm'in bir kitab-ı ilâhî olduğunu bildiriyor ve her
âyetinde akıl sahipleri için ibretler olduğunu beyan ediyor. Bunlardan ibret
alıp iman ederek Allah'a kulluk edenlere ne mutlu.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Tâ, Sîn, Mîm.>
«Bunlar apaçık kitabın âyetleridir.»
«Sana Musa ile Firavun'un haberinden iman eden bir
kavim için hak olarak anlatacağız.»
438 Kasas Sûresi {Cûz: 20. Âyet: 4)
îbn
Abbas (r.a.)'a göre, Tâ, Sîn, Mim Allahü Teâlâ'nın adlarından biridir. Allahü
Teâlâ onunla yemin ederek şöyle buyurmuştur: «And olsun ki, bunlar apaçık
kitabın âyetleridir. Ya Muhammed, biz sana Musa ile Firavun'un haberinden iman
eden bir kavim için hak olarak anlatacağız.» Bu kitap, iman ile küfrü, hayır
ile şerri, iyi ile kötüyü, haram, ile helâli, hak ile bâtılı, ceza ile mükâfatı
bildirmektedir. Kur'ân-ı Azîmüşşan'da Musa (a.s.) ile Firavun'un ve
benzerlerinin kıssalarının zikredilmesi işiten milletlerin ve kavimlerin bunlardan
ibret alarak iman etmeleri içindir. Yüce Allah iman etmeyenlerin ve yeryüzünde
bozgunculuk yapanların ne kötü bir akıbete uğradıklarını insanların gözlen
önüne sermiştir. Bu olayların insanların gözleri önüne serilmesinde büyük
hikmetler vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Firavun'dan şöyle haber veriyor:
«Gerçekten Firavun memleketinin başına geçti ve
halkını bölüklere ayırdı. İçlerinden bir zümreyi güçsüz bularak oğullarını
boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.»
Firavun
saltanatına güvenerek kibirlenmiş, büyüklenmiş, tanrılık iddiasında bulunmuş ve
Musa (a.s.)'ya muhalefet etmiştir. O, İs-railoğullarını çeşitli guruplara
ayırarak kimine taş taşıtmış, kimine ustalık yaptırmış, kimine çiftçilik
yaptırmış, bir şey yapamayanları da haraca bağlayarak her gün kendisine bir
akçe vermelerini sağlamıştır. Bunu aksatanları cezalandırmak maksadıyla sağ
ellerini boyunlarına zincirle bağlatmış, sol elleriyle çalışıp getirmelerini
istemiştir. Bir kısım halkı da sarayında hizmetçi tutmuş onlardan doğan erkek
çocukları öldürtmüş, kız çocukları da kendilerine hizmetçi olmaları için
bırakmıştır. Hülâsa, Firavun'un zulmü ve küfrü halka göz açtırmamıştır. İmam-ı
Süddî'nin rivayetine göre Firavun bir rüya görür. Rüyasında Şam tarafından bir
ateş gelip Mısır'ın evlerini yakıp yok eder, fakat İsrailoğullarımn evlerine
bir şey yapmaz. Firavun kâhinleri ve müneccimleri toplar, rüyanın tabir
edilmesini ister. Onlar, İsrail oğullarından birisinin gelip Firavun ve kavmini
helak edeceğini, kendi kavmini kurtaracağını söylerler. Bunun üzerine Firavun,
İsrailoğullarımn doğan erkek çocuklarını öldürtür, kız çocuklarını ise bırakır.
Onun işi yeryüzünde daima fesat çıkarmaktı. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«Gerçekten Firavun memleke-
[Cûz:
20. Ayet: 5-8) Kasas Sûresi 439
tinin
başına geçti ve halkını bölüklere ayırdı. İçlerinden bir zümreyi güçsüz bularak
oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz ise istiyorduk ki güçsüz sayılanlara iyilikte
bulunalım, onları önderler kılalım ve onları vârisler yapalım.»
«Onları memleketlerine yerleştirelim. Firavun'a, Haman'a ve
ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.»
Hâlik-ı
Zülcelâî, Firavun ve kavmini helak edip güçsüz olan îs-railoğullarını onlara
önder ve mirasçı kılarak memleketlerine yerleştirmiştir. Firavun ve kavmi Kızıl
denizde boğulunca Mısır îsrailoğul-larına kalmış, böylece onlar esaretten ve
zilletten kurtulmuşlar, Fi-ravun'un saltanatına sahip olmuşlardır. Allahü Teâlâ
imandan yüz çevirip yeryüzünde bozgunculuk yapanları giderir, onların yerine
iman edip itaat eden bir kavim getirir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
*Biz ise istiyorduk ki güçsüz sayılanlara iyilikte bulunalım, onları önderler kılalım
ve onları vârisler yapalım. Onları memleketlerine yerleştirelim. Firavun'a,
Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Musa'nın annesine: 'Onu emzir. Başına gelecekten korktuğun
zaman onu suya bırak, korkma, üzülme. Şüphesiz onu biz sana döndürecek ve
peygamber yapacağız' diye vahyetmiştik.»
«Firavun'un adamları bunun üzerine onu aldılar ve o
en sonunda kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı. Firavun, Haman ve
askerleri gerçekten suçlu idiler.»
Firavun
gördüğü rüyadan sonra İsrailoğullarmm erkek çocuk-
440 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Ayet: 9)
larını
öldürtür, kız çocuklarını ise bırakır. Bu zulmün ve cinayetin devam ettiği
sırada annesi Musa'ya hamile kalır. Onun hamli diğer kadınlarmkine benzemez,
hamile olduğunu yalnız kendisi bilir. Nihayet çocuğun doğum vakti gelir, o sıra
bir rüya görür. Rüyasında çocuğunu üç ay emzirmesi ve etraftan duyulduğu zaman
bir sandukaya koyup Nü nehrine bırakması kendisine ilham ve ta'lim edilir.
Nitekim Hz. İbrahim'e oğlu İsmail'i rüyasında kurban etmesi ilham edildiği
gibi. Çocuk dünyaya geldikten sonra anne, kendisine ilham edildiği gibi çocuğu
emzirmeye ve bakmaya devam eder. Bir gün tandırda ekmek pişirirken annesiyle
beraber Musa (a.s.) da tandırın yanında bulunmaktadır. Annesi yanından
ayrıldığı zaman Firavun'un adamları çocuğu görürler ve almak için tandırın
bulunduğu yere girerler, fakat çocuğu göremezler, çıkıp giderler. Arkalarından
annesi girer, Musa'nın parmağı ile toprağı eşeleyip oynadığını görür, o zaman
Allahü Teâlâ'nm onu koruduğuna yakînen inanır. Hâlik-ı Zülcelâl, ona Musa'yı NÜ
nehrine bırakmasını, bundan dolayı korkup üzülmemesini, onu tekrar kendisine
döndüreceğini ve peygamber olarak göndereceğini vahyetmiştir. Bunun üzerine
annesi bir sanduka yapar, Musa (a.s.) 'yi içine koyar, ağzını da güzelce kapar
ve Nil nehrine bırakır. Su onu alıp Firavun'un sarayının önüne getirir. Sanduka
Firavun'un adamları tarafından nehirden çıkarılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «Musa'nın annesine: Onu emzir. Başına gelecekten korktuğun zaman onu
suya bırak, korkma, üzülme. Şüphesiz biz onu sana döndürecek ve peygamber
yapacağız' diye vahyetmiştik. Firavun'un adamları bunun üzerine onu aldılar ve
o en sonunda kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı. Firavun, Haman ve
askerleri gerçekten suçlu idiler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Firavun'un karısı dedi ki: Benim de, senin de gözün
aydın olsun. Onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur. Veya onu oğul
ediniriz. Halbuki onlar işin farkında değillerdi.»
Nil
nehri Musa (a.s.)'mn sandukasını götürür, Firavun'un sarayının önüne bırakır.
Nehirde görülen Sanduka Firavun'un adamları tarafından çıkartılır ve ağzı
açılır, bir de ne görsünler, içinde nûr
topu gibi bir çocuk. Firavun'un karısı Âsiye, çocuğu görünce
(Cûz:
20. Ayet: 10-11) Kasas Sûresi 441
hemen
bağrına basar ve kocasına «sakın bunu öldürmeyin. Erkek çocuğumuz yok, belki
bize faydası dokunur, onu oğul ediniriz, benim de, senin de gözün aydın olsun»
der. Firavun da «senin gözün aydın olsun, benimki değil» diye cevap verir. İbn
Abbas (r.a.)'ın rivayetine göre, şayet Firavun «benim de gözüm aydın olsun»
deseydi Musa (a.s.)'nm ona da faydası dokunacaktı. Fakat Musa (a.s.)'nın ona
faydası dokunmayacağı için Allahü Teâlâ hatırına ondan başka bir şey getirmedi.
Firavun, Musa (a.s.)'yı sarayına aldı, onu en iyi şekilde yetiştirdi. Halbuki
kendisinin ve kavminin helaki onun elindeydi. Zira Hâlik--ı Zülcelâl öyle
takdir etmişti. Onlar küfürlerinin ve zulümlerinin cezasını mutlaka
göreceklerdi. Nitekim öyle oldu.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor -.
«Musa'nın annesi yüreği bomboş sabah etti. Şayet
iman edenlerden olması için kalbini peksştirmeseydik nerdeyse onu açığa
vuracaktı.»
«Musa'nın kız kardeşine dedi ki: 'Onu izle'. O da
kimse farkına varmadan onu uzaktan gözetledi.»
Annesi,
Musa (a.s.)'yı Nü nehrine bırakınca endişeye düştü. Ne olacağını merak ederek
kızı Meryem'i de onu takip etmek için arkasından gönderdi. O gece zor sabahlar.
Eğer Allahü Teâlâ kendisine sabır ilham etmeseydi nerdeyse «bu çocuk benimdir»
diyecekti. Meryem kimseye çaktırmadan Musa ta.s.)'yi takip eder, içine konduğu
sandık Firavun'un sarayının önüne gelince adamları tarafından alınıp saraya
götürüldüğünü görür ve durumu gelip ann&sine haber ■verir. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Musa'nın annesi yüreği bomboş sabah etti. Şayet iman
edenlerden olması için kalbini pekiştirme şeydik nerdeyse onu açığa vuracaktı.
Musa'nın kız kardeşine dedi ki: 'Onu izle'. O da kimse farkına varmadan onu uzaktan
gözetledi.»
Bazı
tefsircilere göre, Musa (a.s.) sarayda oynamaya, gezip tozmaya başlayınca halk
ona Firavun'un oğlu olarak bakar. Bu, annesinin çok zoruna gider, onun kendi
oğlu olduğunu söylemek ister. O zaman Hâlik-ı Zülcelâl ona sabır ihsan eder ve
Musa (a.s.)'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vurmaz.
442 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 12-13)
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde Musa Ca.s.) hakkında şöyle buyuruyor :
«Biz daha evvel ona süt annelerin sütünü haram
etmiştik. Bunun üzerine hemşiresi: 'Size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi
davranacak bir ev halkım tavsiye edeyim mi?' dedi.»
Nil'in
getirmiş olduğu küçük yavru, Firavun'un karısı Âsiye tarafından saraya alınır.
Saraya alman çocuk henüz sütten kesilmediği için süt ister. Firavun süt anne
bulmak için etrafa haber salar, bütün emzikli kadınlar gelir. Fakat küçük yavru
hiçbirisinin sütünü almaz. Saray erkânı çaresiz kalır. O sırada Musa'nın ablası
Meryem de orada bulunmaktadır. Çocuğun kimsenin sütünü almadığını görünce,
Firavun ve ailesine «size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev
halkını tavsiye edeyim mi?» der. Bundan kuşkulanan Firavun, bu çocuğun kimin
olduğunu Meryem'in bildiğini zanneder ve ona çocuğun kimin olduğunu sorar.
Meryem- kimin olduğunu bilmediğini ve kendilerine tavsiye ettiği ailenin çocuk
için değil kendileri için iyi davranan bir ev halkı olduğunu söylemek
istediğini bildirir. Bunun üzerine Meryem, Musa (a.s.)'ya süt vermek üzere
annesini getirir. Çocuk derhal annesinin sütünü alır. Böylece Allahü Teâlâ'nm
vaadi yerine gelir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz daha evvel ona süt
annelerin sütünü haram etmiştik. Bunun üzerine hemşiresi: 'Size, sizin adınıza
ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?1
dedi.» Hâlik-ı Zülcelâl peygamberini böylece en itinalı bir şekilde kâfirin
elinde yetiştirir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Böylece onu gözü aydın olsun, tasalanmasın ve
Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama
onların çoğu bilmezler.»
Kimsenin
sütünü almayan Musa (a.s.), annesi süt verince hemen
(Cüz:
20. Âyet: 14-15) Kasas Sûresi 443
alır.
Anne bundan çok memnundur, tekrar yavrusuna kavuşmanın mutluluğunu yaşar.
Üzüntüsü, kederi, sıkıntısı gider, bundan dolayı Rabbine hamd ve şükür eder. Allah'ın
vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilir, gönlü ferahlar, huzura kavuşur. Firavun
ve ailesi de bundan son derece memnun kalır, çocuğa süt verdiği için de ona
dolgun bir ücret öderler. Böylece Hâlik-ı Zülcelâl, Firavun'a Musa ve annesini
himaye ettirir. Fakat cahiller ve gafiller Allah'ın vaadinin hak olduğunu
bilmezler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Böylece onu gözü aydın olsun,
tasalanmasın ve Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine
geri verdik. Ama onların çoğu bilmezler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Erginlik çağına erişince, olgun)aşınca, biz ona
ilim ve hikmet verdik. İyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.*
Musa
(a.s.), Firavun'un sarayında erginlik çağma erişip olgun-laşınca, Allahü Teâlâ
ona ilim,, hikmet ve nübüvvet vermiştir. Hâlik-ı Mutlak iyi davranıp hareket
edenleri böyle mükâfatlandırır. Çünkü O, her şeye kadirdir ve bunu şöyle beyan
ediyor: «Musa erginlik çağma erişince, olgunlaşınca, biz ona ilim ve hikmet
verdik. İyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«O, halkının haberi olmadığı bir sırada şehre girdi
ve birbiriyle döğüşen iki adam gördü. Şu kendi adamlarından, bu da
düşmanla-rındandı. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi.
Bunun üzerine Musa düşmanına bir yumruk indirdi ve ölümüne sebep oldu. 'Bu,
şeytanın işidir. Zira o apaçık saptıran bir düşmandır' dedi.»
Musa
Ca.s.) bir gün akşam ile yatsı arası Mısır'a iki kilometre uzaklıkta bulunan
bir beldeye gider. Orada iki kişinin kavga ettiğini
444 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 16-17)
görür,
onların, birisi kendi milletinden, diğeri de kıbtilerdendir. Kendi milletinden
olan Musa (a.s.)'dan yardım ister. Bunun üzerine o da kıbtîye bir yumruk
indirir. Yumruğu yiyen kıbti yere düşer, ölür. Musa (a.s.) buna çok üzülür ve
yaptığına pişman olur» bu şeytanın işidir. Zira o apaçık saptıran bir
düşmandır» der. Çünkü o zaman Musa (a.s.)'ya kavgaya ve savaşa izin
verilmemişti. Sonra yaptığına .pişman olup tevbe eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dedi ki: 'Rabbim, doğrusu kendime zulmettim.
Bağışla beni/ Bunun üzerine onu bağışladı. Şüphesiz ki O çok yarhğayıcı, çok
esirgeyici olanın ta kendisidir.>
«Dedi ki: Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için artık
suçlulara asla yardımcı olmayacağım.»
Musa
(a.s.)'mn vurmuş olduğu yumruk neticesinde kıbtî ölür» ölümüne sebep Musa
(a.s.)'nın yumruğudur. O, buna çok üzülür ve Rabbine şöyle niyaz eder:
«■Rabbim, bunu yapmakla doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla, hatamı
affet, sen hataları bağışlayan-ve günahları affedensin.» Musa (a.s.) yaptığına
pişman olup tevbe ederek Allahü Teâlâ'dan affını istemiştir. Yüce Halik da onun
tev-besini kabul eder, hatasını ve kusurunu bağışlar. Çünkü O gafurdur
yarlığar, rahimdir tevbe eden kullarını esirger ve bağışlar. Bunun üzerine Musa
(a.s.) şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, beni mağfiret edip bağışladın, bu
nimetleri bana ihsan ettin. Bana verdiğin nimet hakkı için artık kâfirlere ve
suçlulara yardım etmeyeceğim.» Musa (a.s.) bu sözleri söylerken «inşaallah»
demeyi ihmal etmiştir. Kıbti-yi öldürdükten bir gün sonra buna benzer bir şeye
tekrar mübtelâ olmuştur. «İnşaallah» lâfzını ihmal etmeseydi, belki de tekrar
böyle bir şeye mübtelâ olmayacaktı. Mü'minlerin bundan ibret alarak yapacakları
her işte «inşaallah, Allah nasip ederse, Allah izin verirse, Allah müsaade
ederse» gibi lafızları söylemeyi ihmal etmemeleri gerekir. Çünkü insan, her
şeyi Allah nasip ederse yapar; Allah nasip etmezse hiçbir şey yapamaz.
(Cûz:
20. Âyet: 18-21) Kasas Sûresi 445
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Musa Ca.s.) hakkında şöyle buyuruyor :
«Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı.
Bir de baktı ki dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine
yardım istiyordu. Musa ona dedi ki: Doğrusu sen besbelli bir azgınsın.»
«Musa ikisinin de düşmanı olanı yakalamak isteyince:
'Ey Musa, dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslâh
edenlerden olmayı değil, yeryüzünde bir zorba olmayı istiyorsun' dedi.»
Musa
Ca.s.) o gece korku içinde şehirde sabah eder. Fakat Fi-ravun'un ekmekçisi olan
kıbtîyi Musa Ca.s.)'nın öldürdüğünü kimse ■bilmez. O, korku içinde
şehirde dolaşırken kıbtînin ölümüne sebep olan adamın bir başkasıyla kavga
ettiğini görür. O tekrar Musa (a. s.)'dan yardım ister, Musa (a.s.) da ona
«doğrusu sen besbelli bir azgınsın, dün senin yüzünden bir adam öldürdüm. Şimdi
bir daha mı adam öldüreyim?» diye çıkışır. Fakat yine dayanamaz, ona yardıma
koşar. Yardımına koştuğu adam, kendisini de öldüreceği zan-mna kapılarak şöyle
der: «Ey Musa, dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun?». Bunu
duyan kıbtî derhal Firavun'a gider, durumu haber verir. Firavun, kavminin ileri
gelenleriyle müşavere yapar ve Musa (a.s.)'nm öldürülmesine karar verirler.
Fi-ravun'un kavminden Hizbil adında iman eden Dirisi gelip bu K Musa (a.s.)'ya
haber verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
'Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi. Ve dedi
ki: Ey
446 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 22-24)
Musa,
ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen çık git.
Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim.»
«Bunun
üzerine korku içinde gözetleyerek oradan çıktı. Ve 'Rab-bim, beni o zalimler
güruhundan kurtar' dedi.»
Firavun'un
ekmekçisi kıbtînin, Musa (a.s.)'nın yumruk darbesiyle öldürüldüğü şehirde
yayılır ve Firavun'a haber ulaşır. Firavun, kavminin ileri gelenlerini toplar,
Musa (a.s.)'nın öldürülmesine karar verirler. Bu kararı Firavun'un adamlarından
iman eden bir zat koşarak gelip Musa (a.s.)'ya, haber verir ve «Ey Musa,
Firavun'un adamlarından ileri gelenler seni öldürmek için aralarında
görüşüyorlar. Hemen bu şehirden çık git. Doğrusu ben sana hayırlı öğüt
verenlerdenim» der. Bunun üzerine Musa (a.s.) korku içinde etrafı gözetleyerek
oradan çıkar ve «Rabbim, beni zalimler güruhundan kurtar»- diye niyaz eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîilesinde Musa (a.s.) hakkında şöyle buyuruyor :
«Medyen
tarafına yöneldiğinde dedi ki: Umarım ki Rabbim, beni doğru yola iletir.»
«Medyen
suyuna varınca davarlarım sulayan bir insan topluluğu gördü. Ve onlardan başka
sürülerini gözetleyen iki kadın buldu. Onlara: 'İşiniz nedir?' dedi. Onlar da
çobanlar ayrılana kadar biz sula-yamayız. Babamız çok yaşlıdır da ondan
dediler.»
«Bunun
üzerine onlarmkini suladı. Sonra gölgeye çekildi ve dedi ki: Rabbim, doğrusu
bana indireceğin hayra muhtacım.»
Musa
(a.sJ, hakkında verilen kararı duyunca Mısır'ı hemen ter-keder ve Şuayb '(a.sJ
'm memleketi olan Medyen'e doğru yol alır. Ve «umarım ki Rabbim, beni doğru
yola iletir» diye dua eder. Medyen, halkı Hz. ibrahim'in soyundan olup Mısır'a
sekiz günlük bir mesafededir. Allahü Teâîâ da duasını kabul edip Cebrail'i
gönderir
(Cûz:
20. Ayet: 25) Kasas Sûresi 447
ve
Şuayb (a.s.)'ın memleketi olan Medyen'in yolunu ona gösterir. O, bu istikamette
ilerler ve şehre üç rnil mesafede bulunan Medyen suyunun yanma gelir. Orada
davarlarını sulayan bir insan topluluğu görür. Bunların yanıbaşmda koyunlarım
hapsetmiş, kimseyle ilgilenmeyen iki de kadın görür, onlara yaklaşır ve
işlerinin ne olduğunu sorar. Onlar da koyunlarım sulamak için sıra
beklediklerini, çobanlar kuyunun başından ayrılana kadar, oraya
yaklaşamadıklarım, onlar ayrıldıktan sonra geri kalan su ile koyunlarım
sulayacaklarını ve babalarının çok yaşlı olduğunu söylerler. Bu iki kız, Şuayb
(a.s.)'m kızlarıdır. Gerçekten de babaları çok yaşlanmıştı. Musa (a.s.)
koyunlarını sulamak için onlardan müsaade alır ve kuyunun başına gelir. Kuyunun
ağzında bulunan kürk kişinin kaldıramadığı taşı tek başına kaldırır, koyunları
sular. Sonra bir ağacın altına çekilir ve Rabbine şöyle yalvarır: «Rabbim,
doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım.» O kızlar Musa (a.s.)'nm yalvarışını
duyarlar, her günkünden daha erken eve dönerler. Babaları erken eve dönüş
sebebini sorar, onlar da bir gencin gelip koyunlarım suladığım ve yap- ■
tığı duayı söylerler. Bunun üzerine Şuayb (a.s.) kızlarından birisini Musa
(a.s.)'yi çağırmak üzere gönderir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor :
«Derken
o kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi, dedi ki: 'Babam sulama ücretini
Ödemek için seni çağırıyor.' Ona gelince başından geçeni anlattı. O da 'korkma,
artık zâlimler güruhundan kurtuldun' dedi.»
Evlerine
erken dönen iki kız kardeş, Musa (a.s.)'nm yaptıklarını babaları Şuayb (a.s.)'a
anlatır. O da kızlarından birisim Musa (a. s)'yi evine çağırmak üzere geri
gönderir. Kız utana utana ve eliyle yüzünü kapatarak Musa (a.s.)'nm yanma
gelir, ona «babam koyunlarımızı sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor»
der. Musa (a.s.), bu daveti kabul eder, kızın arkasına düşer, Şuayb (a.s.)'m
evinin yolunu tutar. Aralarında üç mil kadar bir mesafe vardır. Önden giden
kızın rüzgâr vasıtasıyla eteği kalkar uylukları gözükür. Hz. Musa bakmamak için
gözünü sağa sola çevirir, bazen de kapatır. Kız bunun farkındadır. Önden kızı
göndermesi bulundukları yerin vahşi hayvanlarla dolu olmasındandır. O'na bir
zarar dokunmasın.
448 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 26-27)
diye
önden kızı göndermiştir. Tehlike gidince, o zaman Musa (a.s.) öne geçer kıza
arkadan gelmesini söyler. Nihayet Şuayb (a.s.)'in evine gelirler, Musa (a.s.)
eve girer, selâm verir, Şuayb (a.s.) selâmı alır ve misafirini ortada hazır
bulunan akşam yemeğine davet eder. Bunun üzerine Musa (a.s.) «eûzü billahi»
diye istiâze eder. Şuayb (a.s.), niçin istiâze ettiğini ve aç olup olmadığını sorar.
Musa (a.s.) aç olduğunu, fakat bu yemeğin koyunları sulamanın karşılığında
verildiğini, kendilerinin Ehl-i Beyt'ten olduğunu, dünya menfaati karşılığında
hiçbir şey satmanın dinlerince caiz olmadığını ve bundan korktuğunu söyler.
Cevaben Şuayb (a.s.) da, misafire yemek ikram etmenin dedelerinden gelen bir
âdet olduğunu, bu yemeğin sadece bir ikram olduğunu söyler. Sonra Musa (a.s.)
oturup yemeği yer, Firavunla arasında geçen hâdiseyi nakleder. O da «korkma,
artık zalimler güruhundan kurtuldun» diye onu müjdeler. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Derken o kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi, dedi
ki: 'Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor.' Ona gelince
başından geçeni anlattı. O da 'korkma, artık zalimler güruhundan kurtuldun'
dedi.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O ikiden biri dedi ki: Babacığım, onu ücretle tut.
Çünkü ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve emin kişidir.»
«O da dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu
iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Şayet on yıla tamamlarsan o
senden bir lütuf olur. Ama sana zorluk çektirmek istemem. İnşa-allah beni iyi
kimselerden bulacaksın.»
İki
kızdan Musa (a.s.)'yi çağıran babasına şöyle der: «Ey babacığım, bu Musa'yı
ücretle tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve emin kişidir.
Koyunlarımızı otlatır, malımıza sahip çıkar, hanımını muhafaza eder» der. Bunun
üzerine Şuayb (a.s.) kızına Musa (a.s.)'nın emin ve güçlü insan olduğunu nasıl
anladığım sorar. Kızı da kuyuyu ve yoldaki olayı nakleder. Bu defa Şuayb (a.
s.), Musa'ya* «bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu iki kızımdan birini sana
nikahlamak istiyorum. Şayet on yıla tamamlarsan o sen-
26-27)
0
zaman Musa (a.s.) layet Şuayb (a.s.)'in |r, Şuayb (a.s.) selâ şam yemeğine
davet diye istiâze eder. Şu-ladığım sorar. Musam sulamanın karşı-duğunu, dünya
men-e caiz olmadığım ve
)
da, misafire yemek tuğunu, bu yemeğin
(a.s.)
oturup yemeden O da «korkma,
müjdeler.
Yüce Al-rdan biri utana uta-ulama ücretini öde-çeçeni anlattı. O da dedi.»
I
tut. Çünkü ücret-jılık, bu iki
kızım-yıla tamamlarsan lek
istemem. İnşa-[rle der: «Ey baba-;uklarının en iyisi nalımıza sahip çı-Şuayb
(a.s.) kızılı nasıl anladığını [u defa Şuayb (a. l iki kızımdan bı-namlarsan o
sen-
(Cûz:
20. Âyet: 28-29) Kasas Sûresi
elen
bir lütuf olur. Ama sana zorluk çektirmek istemem. İnşaallah beni iyi
kimselerden bulacaksın.» der. Musa (a.s.) da ona şu cevabı verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dedi ki: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden
hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramam. Söylediklerimize Allah
vekildir."
«Musa süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola
çıktı. Tur yanında bir ateş gördü. Ailesine dedi ki: Durun, ben bir ateş
gördüm. Olur ki. size ondan bir haber yahut ısınmanız için ateşten bir kor
getiririm.»
Musa
(a.s.), Şuayb (a.s.)'a şöyle cevap verir: «Bu vade seninle benim aramdadır. Bu
iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe ve bir zarara
uğramam. Söylediklerimize Allah şahittir, bunda asla hilaf yoktur.» îbn Abbas
(r.a.)'m rivayetine göre Musa (a.s.) on yıl Şuayb (a.s.)'in koyunlarını
otlatır. Fakat onuncu yılda doğacak olan kuzulardan semiz olanları kendisi
almak şartıyla Şuayb (a.s.) ile anlaşır. Şuayb (a.s.) da bu şartı kabul eder. O
sene bütün kuzular semiz olur ve hepsini Musa (a.s.) alır. Fakat Musa
(a.s.)'nın şeriatında böyle bir anlaşma yasaktır. Ama Şuayb (a.s.) vaadini
yerine getirmek için o senenin semiz olan kuzularını Musa (a.s.)'ya verir. Musa
(a.s.), Şuayb (a.s.) ile anlaşıp koyun otlatmaya başlayınca, onları sürmek için
bir değnek ister* Şuayb (a. s.)'in değnek kolleksiyonü vardı, kızına o
kolleksiyonun içinden bir değnek alıp getirmesini ister. Kız da gider insan
suretindeki bir meleğin getirip Şuayb (a.s.)'a teslim ettiği değneği alır,
getirir. O âsâ cennetteki Mersin ağacından yapılmıştır. Şuayb (a.s.), bu
değneğin değiştirilmesini kızından ister. Kızı gider, değneği yerine bırakır,
başkasını almak ister, yine eline o gelir. Tekrar onu alıp getirir ve Musa
(a.s.)'ya teslim eder. Musa (a.s.) on yıl boyunca hep o âsâyı kullanır ve
oradan ayrılıp giderken de beraberinde asasını
C.
: IV - - F. : 29
450 Kasas Sûresi (CÛz: 20. Âyet: 30-32) ;
götürür.
Musa (a.s.)'mn süresi bitince ailesiyle beraber koyunlarını <ia alıp
kavminin bulunduğu Mısır'a doğru yola çıkar. Karanlık ve soğuk bir gecede Tur
dağına yaklaştıkları vakit yollarını kaybederler. Musa (a.s.) sağa sola
bakınırken Tur dağında bir ateş görür, ailesine «siz burada durun, ben bir ateş
gördüm. Olur ki, size ondan bir haber yahut ısınmanız için ateşten bir kor
getiririm» der ve ailesini orada bırakır, Tur-i Sina dağına gider.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Oraya
geldiğinde feyizli yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaçtan 'Ey Musa, şüphesiz ben
âlemlerin Rabbi olan Allah'ım' diye nida edildi.»
«'Ve
âsâm bırak'. Onun bir yılan gibi deprendiğini görünce dönüp arkasına bakmadan
kaçtı. 'Ey Musa, beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın' denildi.»
Musa
(a.s.), Şuayb (a.s.)'in yanından ayrılıp yola çıkar, soğuk ve karanlık bir
gecede Tur dağına yaklaştıkları zaman yolu kaybederler. O esnada Tur dağında
bir ateş görür, ateşin yanına gelince sağ tarafından feyizli yerdeki ağaçtan
«Ey Musa, şüphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım, elindeki âsâni bırak»
diye nida olunur. Bu ilâhî emir gereği Musa (a.s.) elindeki âsâyı yere bırakır.
Yere bıraktığı âsâ o anda koskoca bir ejderha oluverir. Bunu gören Musa (a.s.)
arkasını dönüp hiç geri bakmadan kaçar. Çünkü ■o âna kadar hiç görmediği
bir olayla karşı karşıya gelmiştir. Yüce Allah ona tekrar nida edip şöyle
buyurur: «Ey Musa, beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.» Musa
(a.s.) döner, ejderha gibi olan asasını alır ve o yine eski haline döner.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Musa (a.s.)'ya şöyle hitap ediyor :
6 j " i' / * t
(Cûz:
20. Âyet: 33-34) Kasas Sûresi 451
«Elini koynuna koy, lekesiz bembeyaz çıksın.
Ellerini kendine çek. Korkun kalmasın. Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı
Rabbinden iki burhandır. Doğrusu onlar fâsıklar güruhudur, denildi.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Musa (a.sJ'yı Firavun ve kavmine peygamber olarak göndermeden önce,
peygamber olduğunu isbat etmek için ona
mucizeler ve deliller vermiştir. Bunlardan birisi, âsâsınm ejderha oluşu, ikincisi de elini koynuna
koyduğu zaman elinin bembeyaz lekesiz oluşudur. Yüce Halik bunu şöyle beyan
ediyor: «Ya Musa, elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıksın. Ellerini kendine
çek, korkun kalmasın. Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinden iki
burhandır.» Onun risalet ve nübüvvetini tasdik için verilmiştir. Bu burhanlar
kendisine verilen Musa (a.s.), Firavun ve. kavmini davet için
görevlendirilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dedi ki: Rabbim, doğrusu ben onlardan bir cana
kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım.»
«Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür.
Onu benimle beraber yardımcı olarak gönder ki, beni tasdik etsin. Çünkü beni
tekzip etmelerinden endişe duyuyorum.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Musa (a.s.)'yi Firavun'u imana davete görevlendirince, o endişeye
düşer ve Rabbine şöyle niyaz eder: «Rabbim, doğrusu ben onlardan bir cana
kıydım. Buna karşılık onların da beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim
Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu benimle beraber yardımcı olarak
gönder ki, Firavun'un karşısında beni tasdik etsin. Çünkü onların l?eni tekzip
etmelerinden endişe duyuyorum.» der. Harun ta.s.) gerçekten çok fasih konuşan
bir zattı. Musa (a.s.) ise dilindeki yanıktan mütevellit kekeme idi. Bunun için
kardeşi Harun'un kendisine yardımcı olarak gelmesini istemişti. Hâlik-ı Züîcelâl
de Musa (a.s.)'nın duasını kabul eder ve kardeşini ona yardımcı olarak
gönderir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde taunu şöyle beyan ediyor:
452 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 35-36)
«Buyurdu ki: Senin pazunu kardeşinle
güçlendireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size
erişemeyecekler. Âyetlerimizle ikiniz de, ikinize uyanlar da üstün
geleceklerdir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Musa (a.sJ 'nın duasını kabul edip kardeşi Harun'u ona yardımcı
olarak göndermiştir. Yukarda da ifade edildiği gibi Harun (a.s.) çok fasih ve
beliğ konuşan bir zattı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Senin pazunu
kardeşinle güçlendireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size
erişemeyecekler. Âyetlerimizle ikiniz de, ikinize uyanlar da üstün
geleceklerdir.» Böylece Musa (a.s.)'nın Firavun'a karşı galip geleceği
müjdelenmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Musa, onlara apaçık âyetlerimizle gelince 'bu
uydurulmuş bir büyüden başka bir şey değildir. Biz önceki atalarımızdan
böylesini işitmemiştik1 dediler.»
Musa
(a.s.), Firavun ve kavmine apaçık âyetler ve mucizelerle gelir. Önce, Firavun'u
imana davet etmek için sarayına gider. Bekçiler kendisini saraydan içeri
almazlar, o kızar ve elindeki âsâyı sarayın kapısına şiddetle vurur.
İçerdekiler korkudan telâşa düşerler. Bunun üzerine Firavun kapıcıya dışarda
neler olduğunu sorar. Kapıcı, «bir genç geldi, âlemlerin Rabbinin resulü
olduğunu söylüyor ve yanınıza girmek için müsaade istiyor» der. Firavun da
müsaade eder ve Musa (a.s.) yanma girer «ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm, seni
imana davet etmek için görevlendirildim» der ve alâmetlerini gösterir. Fakat
Firavun ve erkânı Musa (a.s.)'ya itiraz ederek, imandan yüz çevirirler ve «bu
uydurulmuş bir büyüdür, başka bir şey değildir. Biz önceki atalarımızdan,
dedelerimizden böyle bir şey görmedik ve işitmedik» derler. Bunun üzerine Musa
(a.s.> da onlara şu cevabı verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
(Cûz:
20. Âyet: 37-40) Kasas Sûresi 453
■Musa: 'Rabbim, katından kimin hidayetle
geldiğini ve yurdun sonunun kimin olacağını daha iyi bilir. Doğrusu zalimler
asla fe-îâh bulmazlar' dedi.»
«Firavun da dedi ki: Ey ileri gelenler, sizin benden
başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, haydi benim için çamurun
üzerinde ateş yak da bana büyük bir kule yap* Çıkar, belki Musa'nın tanrısını
görürüm. Doğrusu onu yalancılardan sanıyorum.»
Firavun,
Musa (a.s.)'nın davetini kabul etmez, onu yalancılıkla itham eder. O da,
Firavun'a şöyle der: «Rabbim, katından kimin hidayetle geldiğini bilir. Ben,
O'nun katından size hidayetle geldim. Kimin hidayete erip cennete, kimin de
imandan yüz çevirip cehenneme gideceğini O, daha iyi bilir. Doğrusu zalimler ve
kâfirler asla felah bulmazlar. Onlar Allah'ın azabından da asla kurtulamazlar.»
Musa (a.s.)'dan bu sözleri işiten Firavun yanındakilere şöyle der: «Ey ileri
gelenler, sizin benden başka bir tanrınızın olduğunu bilmiyorum. Ey Haman,
haydi benim için pişmiş kerpiçten büyük bir kule yap da, ona çıkayım. Böylece
belki Musa'nın tanrısını görürüm. Bu konuştuklarıyla ben onu yalancılardan
zannediyorum.» Haman, Firavun'un vezirlerindendi. Firavun onun tuğladan büyük
bir kule yapmasını istemişti. Haman'ın yapmış olduğu kule gerçekten çok
yüksekti, o kadar ki üzerine çıkmaya kimse cesaret edemiyordu. Firavun aklınca
kuleye çıkacak, oradan Musa (a.s.)'nm tanrısını görecekti. Şayet göremezse Musa
(a.s.)'yı yalanlayacak, kendisinden başka tanrı olmadığını da ilân edecekti. O
kadar azmıştı ki, kibrinden kendisini tanrı ilân etmişti.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«O da, askerleri de memlekette haksız yere büyüklük
tasladılar. Ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.»
«Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Bir
bak zalimlerin sonunun nasıl olduğuna.»
454 Kasas Sûresi [Cûz: 20. Âyet: 41-43)
Mûsa
(a.s.)'mn davetini kabul etmeyen Firavun ve askerleri memleketlerinde
varlıklarına güvenerek büyüklük taslamışlar, her geçen gün zulüm ve küfürlerini
artırmışlar, Allah'a döndürülmeye-çeklerini sanmışlardır. Peygamberlerinin davetine
uymayarak imandan yüz çevirip zulümlerini artırdıkları için Yüce Allah ceza
olarak onları yakalayıp suda boğmuştur. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin
cezasıdır. Ey insanlar, zalimlerin sonunun ne olduğuna bir bakın. Allah
onlardan intikamını nasıl almıştır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O da,
askerleri de memlekette haksız yere büyüklük tasladılar. Ve gerçekten bize
döndürül meye çeklerini sandılar. Biz de
onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Bir bak zalimlerin sonunun
nasıl olduğuna.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
*Biz onları ateşe çağıran rehberler kıldık. Kıyamet
günü de yardım göremezler.»
«Bu dünyada biz onların arkalarına lanet takdık.
Kıyamet gününde de onlar iğrenç kimselerden olacaklardır.»
İnsanları
doğru yoldan sapıtıp dalâlete düşürenler, onları ateşe çağıran rehberlerdir.
Çünkü onlar insanların birçoğunu imandan alıkoymuş, sapıtmış ve helak
olmalarına sebep olmuştur. Dünyada da arkalarından lanet edilecektir. Kıyamet
günü kendilerine asla yardım edilmeyeceği gibi hor ve hakir olarak cehenneme
atılacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Biz onları ateşe çağıran rehberler kıldık. Kıyamet
günü de yardım görmezler. Bu dünyada biz onların arkalarına lanet takdık.
Kıyamet gününde de onlar iğrenç kimselerden olacaklardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
'And olsun ki, biz önceki nesilleri yok ettikten
sonra Musa'ya
(Cüz:
20. Ayet: 44-45) Kasas Sûresi 455
insanlar için burhanlar, hidayet ve rahmet olmak
üzere kitabı verdik. Olur ki düşünürler diye.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, önceki milletleri küfürleri ve zulümleri yüzünden helak edip
arkalarından Musa (a.s.)'yı göndermiş, toplumların ibret alıp eskilerin
düştükleri hatalara ve sapıklığa düşüp helak olmamaları için Tevrat'ı
göndermiştir. Ona tâbi olanlar sapıklıktan, kurtulup hidayete, saadete, rahmete
nail olmuş, tâbi olmayanlar ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun ki, biz önceki nesilleri yok ettikten sonra
Musa'ya, insanlar için burhanlar, hidayet ye rahmet olmak üzere kitabı verdik.
Olur ki, düşünürler diye.» Allah tarafından kitapların gönderilişi, insanların
düşünüp hükümleriyle amel ederek dünya ve âhiret mutluluğunu huzur ve saadeti sağlamaları
içindir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Musa'ya emrimizi bildirdiğimiz vakit sen batı
yönünde değildin. Görenlerden de değildin.>
«Ama biz daha nice nesiller yarattık. Onların
ömürleri uzadıkça uzadı. Sen Medyen halkı arasında bulunup da onlara
âyetlerimizi okumuyordun. Ancak o haberleri sana gönderen biziz.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine Kur'ân-ı KerînVde geçmiş peygamberlerin ve
ümmetlerin kıssalarını bildirmiştir. Peygamberimiz onların kıssalarını kavmine
haber verince, kavminin birçoğu kendisini yalanlamış ve «bunlar eskilerin
düzmeleridir» diyerek iftira etmişlerdir. Kavminin kendisini yalanlamasından
çok müteessir olan Peygamberimizi Hâlik-ı Zülcelâl teselli ederek şöyle
buyurmuştur: *Ya Muhammed, biz Musa'ya emrimizi bildirdiğimiz vakit sen o dağın
batı tarafında değildin. Ve bizi görenlerden de değildin. Biz, Musa'dan sonra
daha nice nesiller yarattık. Onların ömürleri çok uzun olduğu için Allah'ın
ahdini unutup emirlerini terkettiler. Sen o zaman da Medyen halkı içinde
bulunup âyetlerimizi okumuyordun. Ancak o haberleri sana gönderen biziz. Bunlar
senin peygamberliğinin
alâmetidir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
456 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 46-47)
«Biz
ona seslendiğimiz vakit sen Tur'ün yanında da değildin. Sen, kendinden önce
onlara uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak
gönderüdin. Olur ki onlar düşünürler diye.»
«Yaptıklarından
ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman: 'Rab-bimiz, bize bir peygamber
gönderseydin de âyetlerine uysak ve mü'-minlerden olsak olmaz mıydı?' derler
diye.»
Hâlik-ı
Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, biz Musa'ya
seslendiğimiz vakit sen Tur'un yanında da değildin ki, ona söylenenleri duyasm.
Senden önce kendilerine peygamber gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir
rahmet olarak gönderüdin. Olur ki onlar düşünüp iman ederler.» Bazı
tef-sircilere göre bu âyetin mânâsı şudur: «Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine
şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, senin ümmetinin vasıflarını Tur dağında nida
edip Musa'ya haber verdiğim zaman sen orada değildin.» Bunun mahiyeti şudur:
Hâlik-ı Zülcelâl Tur dağında Musa (a.s.)'ya Hz. Muhammed'in ümmetinin
vasıflarını bildirince, o bu vasıflan haiz olan ümmeti görmeyi arzu eder. Bunun
üzerine Allahü Teâlâ ona nida edip «Ya Musa, sen onları göremezsin. Şayet
dilersen, sen onların seslerini duyarsın» buyurur. Sonra Yüce Allah «Ey
Muhammet ümmeti, bana dua etmeden duanızı kabul edip dileklerinizi ve
ihtiyaçlarınızı yerine getirdim» diye nida eder. Ve o zaman Muhammed ümmetinin
gaybdan gelen sesini Musa (a.s.)'ya işittirir.
HâJik-ı
Mutlak, her kavme bir peygamber göndermiştir. O peygamberi vasıtasıyla emir ve
yasaklarını, imanı ve küfrü, helâli ve haramı, hayrı ve şerri, hakkı ve bâtılı,
iyiyi ve kötüyü bildirmiştir ki, insanlar yaptıklarından ötürü başlarına bir
musibet geldiği vakit «Rabbimiz, bize de bir peygamber gönderseydin de
âyetlerini "bize okusa da ona uysak ve mü'minlerden olsaydık da bu azaba
uğramasaydık» dememeleri için göndermiştir. Bunlar kıyamet günü azaba
uğradıkları zaman hiçbir iddiada bulunamayacaklardır. Çünkü Peygamber
kendilerine hakkı tebliğ etmiştir.
(Cûz:
20. Âyet: 48-50) Kasas Sûresi 457
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ama onlara katımızdan gerçek gelince: 'Musa'ya
verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?' derler. Daha önce Musa'ya
verileni de inkâr etmemişler miydi? Birbirine destek olan iki büyücü biz
hepsini inkâr edenleriz demişlerdi.»
«De ki: Doğru sözlüyseniz şayet, Allah katından bu
ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona uyayım.»
Yüce
Halik Kur'ân-ı Kerîm'i Hz. Muhammed (s.a.v.) 'e diğer kitaplar gibi bir defada
değil, peyderpey olarak 23 yılda inzal buyurmuştur. Kur'an'ın peyderpey
indiğini gören kâfirler «bu Kur'an da Musa'ya inen Tevrat gibi bir defada
gönderilseydi daha iyi olmaz mıydı?» demişlerdir. Halbuki onlar Musa (a.s.)'ya
indirilen Tevrat'a inanmamışlar ve «Tevrat ile Kur'an birbirini destekleyen iki
büyücüdür, biz bunların hiçbirini kabul etmiyoruz» demişlerdir. Mekkeli müşrikler,
Hz. Muhammed'in vasıflarının ve özelliklerinin Tevrat'ta yazılı olduğunu
Yahudilerden öğrenince «bunlar birbirini destekleyen iki büyücüdür, biz
bunların hiçbirini kabul etmiyoruz» demişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik,
sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, onlara de ki: Şayet doğru
sözlüyseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona
uyayım ve hükümleriyle amel edeyim.» Onlar Hz. Muhammed'e cevap veremeyerek
donakalırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Şayet sana cevap vermezlerse bil ki, onlar sırf
kendi heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi
hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Muhakkak ki Allah zalimler güruhunu
doğru yola eriştirmez.»
458 Kasas Sûresi (Cüz: 20. Âyet: 51-53)
Hâlik-ı
Zülcelâl sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammedi, şayet kâfirler
sana cevap veremezlerse bil ki, onlar sırf kendi heva ve heveslerine
uymaktadırlar. Halbuki Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan
daha sapık kim vardır? Muhakkak ki Allah zalimler güruhunu doğru yola
eriştirmez.» Ancak iman edip sâlih ameller işleyenleri felaha erdirir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki, belki düşünürler diye biz onlar için
sözü ard arda yetiştirdik.»
«Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz de
buna inanırlar.»
«Onlara Kur'an okunduğu zaman derler ki; Ona
inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz daha önceden de
nıüslüman olmuş kimseleriz.»
Hâlik-ı
Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Mu-hammed, and olsun ki, belki
düşünüp ibret alırlar diye imana davet ettiğin insanlar için biz sözü ard arda
yetiştirdik. Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz de bu Kur'an'a
inanırlar. Onlar Kur'an okunduğu zaman derler ki «ona inandık, doğrusu o
haktır, Rabbimiz tarafından gönderilmiştir. Şüphesiz biz daha önceden de Allah
tarafından gönderilenlere iman edip müslüman olmuş kimseleriz.» Yukarıda da
ifade edildiği gibi, insanlar düşünüp ibret alarak iman ederler diye Kur'ân-ı
Kerim peyderpey indirilmiştir. Daha önceden Tevrat'a ve İncil'e inananlar,
Kur'ân-i Kerîm Hz. Mu-hammed'e gönderilmeye başlayınca ona da derhal ^nanmışlar
ve yanlarında okunduğu zaman «bu Allah tarafından gönderilmiştir, ona inandık.
Şüphesiz biz daha önceden de müslüman olmuş kimselerdeniz» demişlerdir. Çünkü
Peygamberimizin bütün vasıfları ve özellikleri Tevrat'ta ve İncil'de
anlatılmıştır. Onları okuyanlar mutlaka son peygamberin geleceğini
biliyorlardı. Fakat birçoğu onun kendi milletlerinden geleceğini umuyorlardı.
O, kendi milletlerinden gelmeyince düşmanlıklarından dolayı Tevrat'tan ve
İncil'den onun vasıflarım ve özelliklerini çıkarmışlardır. Böylece kendi
kitaplarını tamamen tahrif etmişlerdir. İman edenlerin ise mükâfatını Allah iki
kat verecektir.
(Cûz:
20. Âyet: 54-56) Kasas Sûresi 459
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«İşte onlara sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki
defa verilir. Bunlar kötülüğü iyilikle sayarlar. Ve kendilerine verdiğimiz
rızıktan da
infak ederler.»
«Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.
'Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm olsun size, biz
cahilleri aramayız' derler.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Tevrat'a ve încil'e iman. edip de, Hz. Muham-med'e peygamberlik
geldikten sonra ona iman edenlere iki defa ecir ve mükâfat verecektir. Çünkü onlar kendilerinden önceki kitaplara da, son gelen peygambere ve kitaba da
iman etmişlerdir. Bu bakımdan onların mükafatı iki kat olarak verilecektir.
Onlar kötülükleri iyilikle savarlar. Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden
Allah yolunda infak ederler. Hakarete uğradıkları ve kendilerine kötü söz
söylendiği zaman onlardan yüz çevirirler ve «bizim dînimiz bize, sizin dininiz
de sizedir. Selâm olsun sizin üzerinize, biz cahilleri aramayız ve onlara asla
tâbi olmayız» demişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İşte onlara
sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki defa verilir. Bunlar kötülüğü iyilikle
savarlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler. Ve boş söz
işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. 'Bizim işlediklerimiz bize, sizin
işledikleriniz sizedir. Selâm olsun size, biz cahilleri aramayız' derler.» Bu
selâm rahmet mânâsına olan «tehıyyat» selâmı değildir, onlara karşı bir sulh
ilânıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Muhakkak ki, sen her sevdiğini hidayete
erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir. Ve hidayete erecekleri en
iyi O bilir.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: «Peygamberimiz (s.a.v.),
460 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 57)
amcası
Ebû Talib ölüm döşeğinde iken yanına gelir, ona «la ilahe illallah Muhammedün
Resûlüllah» de, diyerek Kelime-i Tevhid getirmesini ister. Ve «bununla müslüman
olursun, ben de kıyamet günü sana şefaat ederim» der. O anda Ebû Talib'in
yanında Peygam-berimiz'in azılı düşmanlarından Ebû Cehil ile Abdullah bin
Ümey-ye de bulunur. Onlar da Ebû Talib'i zorlayarak «sen baban
Abdül-muttalib'in dinini bırakıp da Muhammed'in dinine mi gireceksin? Halbuki
bugüne kadar önün dini üzereydin. Muhammed'in dinini boşver» diyerek Kelime-i
Tevhid getirmesine mani olmuşlardır. Peygamberimiz Cs.a.v.) onun iman
etmeyeceğini anlayınca çok üzülür, bu üzüntü içinde yanından ayrılır. O zaman
hu âyet-i celile nazil olur ve şöyle buyurulur: «Ya Muhammed, muhakkak ki, sen
her sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allah dilediğini hidayete erdirir ve
hidayete erenleri en iyi O bilir.» Bu âyet-i celilenin nüzûlüyle Peygamberimiz
teselli bulur. Allah hidayete lâyık olanlara hidayet eder, olmayanlara hidayet
etmez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Dediler ki: 'Seninle beraber doğru yolda gidersek
yerimizden oluruz.1 Katımızdan bir rızık olarak onları her şeyin
mahsûlünün toplandığı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi? Ama onların çoğu
bilmezler.»
Peygamberimiz
ts.a.v.) Mekkeli müşrikleri imana davet ettiği zaman, onların çoğu «eğer biz
senin sözünle iman eder ve sana uyarsak kâfirler bizi yerlerimizden ve
yurtlarımızdan çıkartırlar. O zaman biz perişan oluruz, bir daha da yerlerimize
ve evlerimize dönemeyiz» diyerek imandan yüz çevirirler. Bunun üzerine Allahü
Teâlâ da bu âyeti inzal ederek şöyle buyuruyor: «Dediler ki: 'Seninle beraber
doğru yolda gidersek yerimizden oluruz.1 Katımızdan bir rızık olarak
onları her şeyin mahsûlünün toplandığı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi?
Ama onların çoğu bilmezler.» Allah onları emin bir beldede, beytinin etrafında
yerleştirmiş, çeşitli nimetlerle rızıklandırmıştır. Bu, Allah'ın onlara bir
ihsanıdır. Buna rağmen onlar yine imandan yüz çevirip Allah'a şirk
koşmuşlardır. Hâ-lik-ı Zülcelâl'in kendilerine vermiş olduğu bunca nimetleri
yerler, fakat O'ndan başkasına taparlar. Onlar bu nankörlüklerinin cezasını
çekeceklerdir.
(Cûz:
20. Âyet: 58-59) Kasas Sûresi 461
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Biz, nimet ye refahıyla şımarmış nice kasabaları
yok etmişizdir. İşte onların yerleri. Kendilerinden sonra çok az kimseler
otura-bilmiştir. Ve oralara vâris olanlar bizdik, biz.»
Hâlik-ı
Mutlak, kendilerine vermiş olduğu nimet ve refahla şımarmış, şükrü terkedip
küfür ve isyana dalmış olan nice köy ve kasaba halkını inkâr ve nankörlükleri
yüzünden helak etmiştir. Kendilerinden sonra onların yerlerinde ve yurtlarında
çok az kimseler oturmaktadır. Hiç kimse bu yerlere, yurtlara asla vâris
olmamıştır. Bunların vârisi, sahibi, maliki yalnız Allah'tır. İnsanların
bunlardan ibret alarak yerlerinin ve yurtlarının hakiki sahibinin Allah
olduğunu unutmamaları gerekir. Bir gün onlar da bu yurtlardan ayrılacaklardır.
Allah nimetlerine şükretmeyip nankörlük yapanlardan mutlaka intikamını
alacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Biz, nimet ve refahıyla
şımarmış nice kasabaları yok etmişizdir. İşte onların yerleri. Kendilerinden
sonra çok az kimseler oturabilmiştir. Ve onlara vâris olanlar bizdik, biz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Rabbin, kasabaların merkezlerine onlara
âyetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları heîâk etmiş değildir.
Ve biz halkı zalim olan kasabalardan başkasını heîâk edici de değiliz.»
Allahü
Teâlâ emir ve yasaklarını bildirmek için
her millete bir peygamber göndermiştir. Peygamber göndermeden, hiçbir
toplumu yaptıklarından dolayı helak etmemiştir. Önce peygamber gönderip emir ve
yasaklarını bildirmiş, emirlerine uymayanları daha sonra helak etmiştir. Bu,
onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«Ya Muhammed, Rabbin, kasabaların merkezlerine onlara âyetlerimizi okuyacak bir
peygamber göndermedikçe onları helak etmiş değildir. Ve biz halkı zalim olan ka-
462 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 60-61)
sabalardan
başkasını helak edici de değiliz.» Önceki milletlerin helak ediliş sebebi,
kendilerine gönderilen peygamberlere tâbi olmayarak yeryüzünde bozgunculuk
çıkarıp zulmetmelerinden dolayıdır. Çünkü Allah hiçbir kuluna zulmetmez, her
fert kendi zulmünün cezasını çeker.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceiüesinde şöyle buyuruyor:
«Size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir
metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve devamlıdır. Hâlâ
akıllanmayacak mısınız?»
Ey
insanlar, size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir geçimliği, metaı
ve.süsüdür. Bunların hepsi geçicidir, bir gün yok olacaktır. Fakat Allah
katında olanlar ise daha hayırlı ve bakidir. Siz baki olanı bırakıp da, geçici olanı mı istiyorsunuz? Geçici
olandan size hiçbir hayır gelmez. Çünkü o yok olacak, Allah katındaki ise bakî
kalacaktır. Bunu düşünüp hâlâ akıllanmayacak mısınız?. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir metaı ve
süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak
mısınız?»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceiüesinde şöyle buyuruyor:
«Şimdi
kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve ona kavuşan kimse, dünya
hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza
getirilen kimse gibi »midir?»
İmam-ı
Kelbî'ye göre bu âyet Ammar bin Yasir ile Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur.
Her ne kadar bu ikisi hakkında nazil olmuşsa da hükmü umumidir. Yasir (r.a.)
iman şerbetini içip İslâm'a gönül veren bir zattır. Ebû Cehil ise, İslâm'ın en
azılı düşmanlarında nd ir. İman edip amel-i sâlih işleyenleri Hâlik-ı Züîcelâl
cennet nimetleriyle müjdelemiştir. Onlar imanlarının ve amellerinin mükâfatını
göreceklerdir. İmandan yüz çevirenler ise elîm bir azaba uğrayarak, cehennem
ateşinde ebedî kalacaklardır. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. İman
edenlerle etmeyenler,
(Cûz:
20. Ayet: 62-64) Kasas Sûresi 463
Allah
katında elbette bir değildir. Yüce Halik bunu şöyle beyan, ediyor: *Şimdi
kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ona kavuşan kimse, dünya hayatında
kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilen
kimse gibi midir?»
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O gün Allah onlara seslenip: 'Benim ortağım
olduklarını ileri sürdükleriniz nerededir?' der.»
«Aleyhlerine hüküm gerçekleşen kimseler: 'Rabbimiz,
işte bunlar azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak onları da öylece
biz azdırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten onlar bize tapmıyorlardı'
derler.»
Yüce
Halik kıyamet günü kendisine ortak koşanlara şöyle hitap edecektir: «Ey
kâfirler, hani dünyada bana ortak koştuklarınız, şimdi getirin onları da sizi
azaptan kurtarsın.» Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirler: «Rabbimiz,
işte bunlar azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak biz onları da
öylece azdırdık. Şimdi onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten onlar bize
tapmıyorlardı.» Kâfirler kıyamet günü Allahü Teâlâ'nın huzuruna toplandıkları
zaman böyle diyeceklerdir. Çünkü o zaman herkesin yaptığı meydana çıkacaktır.
Hiçbir şey gizli kalmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Denir ki: 'Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın.' Onlar
çağırırlar ama kendilerine cevap vermezler. Cehennem azabını görünce de doğru
yolda olmadıklarına yanarlar.»
Kıyamet
günü kâfirlere «hani Allah'ı bırakıp da taptığınız putlarınız, şimdi onları
getirin de sizi azaptan kurtarsın ve size yardımcı olsun» denir. Bunun üzerine
onlar putlarını çağırırlar ve «gelin bizi azaptan kurtarın» derler. Fakat onlar
asla cevap vermezler. Putlarından cevap alamayınca çok üzülürler. O zaman
cehennem azabını görürler ve «keşke biz dünyada putlara tapmasaydık, iman
464 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 65-67)
edip
sâlih ameller işleseydik de bugün bu azaba uğramasaydık» diyeceklerdir. Arna
onların pişmanlıkları asla fayda vermez,, kendilerini azaptan kurtarmaz. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kıyamet günü kâfirlere denilir ki: «Allah'a eş
koştuğunuz ortaklarınızı çağırın.» Onlar çağırırlar, ama kendilerine cevap vermezler.
Cehennem azabını görünce de doğru yoîda olmadıklarına yanarlar.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«O gün Allah onlara seslenip: 'Peygamberlere ne
cevap verdiniz' der.»
«Ama o gün onlara karşı bütün haberler kör olmuştur.
Birbirlerine de soramazlar.»
Kıyamet
günü bütün mahîûkat mahşer yerine toplanıp haklarında verilecek kararı
beklerler. O zaman Yüce Halik kâfirlere seslenir: «Size gelen peygamberlere ne
cevap verdiniz?» Buna karşılık hiçbir şey söyleyemezler, birbirlerine de bir
şey soramazlar. Çünkü o gün bütün yaptıkları karşılarına çıkacak ve ondan
sorguya çekileceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün Allah
onlara seslenip: 'Peygamberlere ne cevap verdiniz'» der. İşte insanoğlu böylece
dünyada yaptığı her şeyden Allah katında sorguya çekilecektir, îman edenler
mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Ama tevbe edip inanan ve sâlih amel işleyen kimsenin
kurtu-luşa erenlerden olması ümid edilir.»
Tevbe
edip iman eserek sâlih ameller işleyenler kurtuluşa, saadete ererler. Onlar
imanlarının ve amellerinin mükâfatını göreceklerdir. Bu, onların amellerinin
karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ama tevbe edip inanan ve
sâlih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması ümid edilir.»
Kurtuluşun, yolu İman ve tevbedir. Küfür ve isyandan dönüp iman edip tevbe
edenler hidayete, kurtuluşa ulaşırlar. îman etmeyenler ise dalâlete düşüp helak
olurlar.
(Cûz:
20. Âyet: 68-70) Kasas Sûresi 465
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
L ı
«Ve Rabbim, ne dilerse yaratır, seçer. Onlar için
seçim hakkı yoktur. Onların koştukları ortaklardan Allah münezzehtir, yücedir.»
Bu
âyet-i celile Velid bin Mugire hakkında nazil olmuştur. O şöyle demiştir: «Bu
Kur'an, Muhammed'e değil de Mekke'de veya Medine'de hatırlı, mevki ve şöhret
sahibi, zengin birisine indirilmeliydi.» diyerek, Kur'ân-ı Kerim'in kendisine
veya Ürve bin Sa-kafî'ye inmesini istemiştir. Yüce Halik onun bu iddiasını
reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, senin Rabbin,
ne dilerse yaratır, seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların
koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.» Kâfirler, Allah'a ortak koşarak
evlât isnat etmişlerdir. Allahü Teâlâ bunlardan münezzehtir, yücedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
.
» t • ■ ■ 1 K ^ , _ j \
*Rabbin göğüslerinin gizlediklerini de, açığa
vurduklarını da bilir.»
«O, öyle Allah'tır ki, kendinden başka tanrı yoktur.
Önünde de, sonunda da hamd O'nundur. Hüküm de O'nundur. Siz ancak O'na
döndürüleceksiniz.»
Hâltk-ı
Mutlak, insanların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O'nun
bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Zira her şeyi var eden, yok eden ancak
O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Önünde de, sonunda da hamd ve şükür O'nadır.
Rızıklandıran, besleyen, koruyan O olduğu gibi, hüküm de O'nundur. Bütün
mahlû-kat O'na döndürülecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ya
Muhammed, Rabbin göğüslerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
O, öyle Allah'tır ki, kendinden başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd
O'nundur. Hüküm de O'nundur. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.»
C.
: IV — F. : 30
466 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Ayet: 71-73)
Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor
«De ki: Şayet Allah geceyi kıyamete kadar, üzerinize
uzatsay-di, Allah'tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? Bana haber verin?
Hâlâ dinlemez misiniz?»
«De ki: Şayet Allah gündüzü kıyamet gününe kadar
üzerinize mütemadiyen uzatsaydı size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek
Allah'tan başka tanrı kimdir? Bana haber verin. Hâlâ görmeyecek misiniz?»
«O'nun rahmetindendir ki, dinlenmeniz için geceyi ve
lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü yaratmıştır. Tâ ki şükrede-siniz
diye.»
Hâlik-ı
Zülcelâl kullarının istirahatı için geceyi, yeryüzünde gezip dolaşmaları,
geçimlerini ve ihtiyaçlarını temin etmeleri için de gündüzü yaratmıştır. Şayet Allah geceyi kıyamete kadar
uzatsaydı ve hiç gündüz olmasaydı, Allah'tan başka kim geceyi götürüp gündüzü getirebilirdi?
Veya hep gündüz olsaydı, O'ndan başka kim gündüzü götürüp geceyi getirebilirdi?
Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, mevsimlerin oluşumu hep Allah'ın
kudretinin eseridir. Yüce Halik, insanların şükretmeleri için kudretinin eseri
olarak geceyi istirahatleri, gündüzü de geçimlerini temin için yaratmıştır.
Bütün bunlar O'nun varlığının ve birliğinin delilidir. Hâlâ insanlar bu
hakikatleri görüp, dinleyip iman ederek nimetlerine şükretmeyecekler mi? Gerçek
akıl sahipleri için bunlarda ibretler ve hikmetler vardır. Bunlardan ibret
alanlar Allahü Teâlâ'nm nimetlerine hakkıyla şükrederler. Çünkü bütün nimetler
Yüce Hâlik'm olup insanlar için yaratılmıştır. Böyle, nihayetsiz bir nimete
mazhar olan insanın en birinci görevi yaratanına şükretmesidir. Şükredenler
mükâfatım, nankörlük yapaniar da cezasını görecektir. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Ya Muhammed, de ki: Şayet Allah geceyi kıyamete kadar üzerinize
uzatsaydı, Allah'tan başka size ışık verecek tanrı kimdir? Bana
(CÛz:
20. Âyet: 74-75) Kasas Sûresi 467
haber
verin? Hâlâ dinlemez inisiniz? De ki: Şayet Allah gündüzü kıyamet gününe kadar
üzerinize mütemadiyen uzatsaydı, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi
getirecek Allah'tan başka tanrı kimdir? Bana haber verin? Hâlâ görmeyecek
misiniz? O'nun rahmetin-dendir ki, dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği
rızkı aramanız için gündüzü yaratmıştır. Tâ ki şükredesiniz diye.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O gün onlara seslenip: 'Nerededir bana ortak
olduklarını iddia ettikleriniz?' der.»
«Her ümmetten bir şahit çıkarmışız ve kesin
delilinizi getirin demişizdir. O zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve
uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar.»
Hâlik-ı
Mutlak kıyamet günü kâfirlere seslenip: «Nerede bana ortak koştuğunuz
putlarınız, şimdi onları getirin de size yardım etsin ve azaptan sizi
kurtarsın» diyecektir. Ne mümkün putları gelip kendilerine yardım etmesi. O gün
her milletin peygamberi kendileri için şahit tutulur. Ve «kesin delilinizi
getirin» denir. İşte o zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve uydurduklarının
kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O
gün onlara seslenip: '^Nerededir bana ortak olduklarını iddia ettikleriniz?
Biz, her ümmetten bir şahit çıkarmışız ve kesin delilinizi getirin demişizdir.
O zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve uydurduklarının kendilerini bırakıp
kaçtığını anlarlar'.» O gün şeytanlarından ve putlarından kendilerine asla
fayda olmaz, onların boş olduğunu, yalnız Allah'tan fayda olduğunu anlarlar.
Gösterişle ibadet yapan mü'minlerin durumu da böyledir. Riya ile yaptıkları
ibadetlerin kıyamet günü kendilerine asla faydası olmayacaktır. Çünkü Allah
rızası için yapılmayan ibadetin sahibine faydası yoktur. Bundan sonra varlığına
güvenip büyüklük taslayanların ibret almaları için Karun'un kıssası beyan
edilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor ■.
468 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 76)
-Gerçekten Karun, Musa'nın kavminden biriydi. Ama
onlara karşı azdı. Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı
hazineler vermiştik. Kavmi ona demişti ki: Şımarma, çünkü Allah şımarıkları
sevmez.*
Karun,
Musa (a.s.)'mn amcasının oğlu olup son derece zengindir. Bundan dolayı
kendisini halktan üstün görüp büyüklenmiş, kibirlenmiştir. Firavun ve kavminin
helakinden sonra, Musa (a. s.) ve kavmi Mısır'a onların yerlerine ve yurtlarrıa
yerleşmişler, Karun da orada kavminin en zengini olmuştur. İsrailoğulları
Mısır'a yerleşince Musa (a.s.) başkanlığı ve kurban işlerini kardeşi Harun
(a.s.)'a vermiştir. Bunu hazmedemeyen Karun, Musa (a. s.)'ya şöyle der: «Ey
Musa, sen peygamber oldun, kardeşini de reis yaptın, bize bir şey yok mu?»
Bunun
üzerine Musa Ca.s.) ona şu cevabı verir: Ey Karun, bunu ben kendi arzum ile
yapmadım, Allahü Teâlâ'nm emriyle yaptım.» Karun da «bu sözlerin doğru olduğunu
bana ne ile isbat edeceksin» der. Musa (a.s.) sözlerinin doğruluğunu Karun'a
isbat etmek için kavminin ileri gelenlerini toplar, onlara «herkes benim
yanımdaki asasını alsın ve sabaha kadar yanında saklasın» der. Herkes asasını
alır, geri kalanları da Musa (a.s.) biraraya toplar. Sabahleyin Harun (a.s.)
'un asasının yeşerip hareket ettiğini görürler. Musa (a.s.) kavmine ve Karun'a
«bu âsânm yeşermesi ve hareket etmesi benim sözümün doğruluğunu ve Harun'un
üstünlüğünü gösterir» der. Karun, peygamberini yalanlayarak «bu senin yapmış
olduğun bir sihirdir, ondan dolayı Harun'un âsâsı yeşermiştir» der. Onun bu
hareketine çok üzülen Musa (a.s.) oradan ayrılır, kavmi de kendisini takip
eder. Hasan-ı Basrî (r.a.), Karun hakkında şöyle demiştir: Karun büyük bir bina
yaptırır. Halkın takdirini kazanmak ve varlığını göstermek için onları bir
hafta davet edip yedirir içirir. Maksadı halkın sempatisini kazanıp onları
kendisine celbetmekti.
İbn
Abbas (r.a.) da Karun hakkında şöyle der: Allahü Teâlâ, Musa (a.s.)'y&
zekâtı emrettiği vakit Karun'a gider ve «Allah bana zekâtı emretti. Malının her
iki yüz dirhemine mukabil beş dirhemini, zekât olarak vereceksin» der. Karun
bunu kabul etmez. Bu defa Musa (a.s.), «her iki yüz dirhem karşılığı bir
dirhemini zekât olarak vereceksin» der. Karun bunu da kabul etmez ve halkı Musa
(a.s.) 'ya karşı kışkırtarak şöyle konuşur: «Ey kavmim.
(Cûz:
20. Ayet: 74-75) Kasas Sûresi 459
Mûsa
sizin elinizdeki mallara da göz koydu, onları da sizden alacak. Bu hususta ne
düşünüyorsunuz, ne yapmamız lâzımdır?» Kavmi de «biz seninle beraberiz, ne
dersen onu yaparız» derler. Kavminden cesaret alan Karun «biz ona iftira ederek
zina isnat edelim, kendisini temize çıkaramayınca zina suçundan dolayı
recmede-rek öldürelim ve böylece onu aramızdan çıkartalım» der. Kavmi de
Karun'un bu görüşünü kabul eder. Daha sonra Mûsa Ca.sJ 'ya iftira atmak-için
tuzak hazırlarlar. Ve bir zâniye kadın bulup onu kandırarak «Mûsa benimle zina
etti» diye halkın içinde bağırmasını isterler. Kadın da bunu kabul eder. Bunun
üzerine Karun ve arkadaşları, Mûsa (a.s.)'nın yanma gelip «Ey Mûsa, bir insan
hırsızlık yaparsa bunun cezası nedir?»' diye sorarlar. Mûsa (a.s.) da «hırsızın
cezası elinin kesilmesidir» der. Onlar «bunu sen yapsan da hüküm aynı mıdır?»
diye tekrar sorarlar. Mûsa (a.s.) da «evet» cevabını verir. Onlar daha sonra
zina hakkındaki hükmü sorarlar. Mûsa (a.s.) da «zina yapan kadın olsun erkek
olsun, eğer başlarından nikâh geçmiş ise ceza olarak recmedilmeleri gerekir
der. Onlar yine «bu sen olsan da hüküm aynı mıdır?» diye sorarlar. Mûsa (a.s.)
da «evet» cevabını verir. Bunun üzerine Karun ve arkadaşları «Ey Mûsa, sen zina
ettin» diye bağırmaya başlarlar. Hiç beklemediği bir anda böyle bir iftiraya
maruz kalan Mûsa (a.s.)'nın canı çok sıkılır ve *ben mi zina ettim?» diye
onlara sorar ve kendilerini isbata davet eder. Onlar da kandırdıkları o zâniye
kadını çağırırlar ve Mûsa (a.s.)'nın huzuruna getirerek «işte sen bununla zina
ettin» derler. Mûsa (a.s.)'nm huzuruna giren zâniye kadın onun azametli
bakışları karşısında donakalır, dili tutulur, bir şey söyleyemez. Mûsa (a. s.)
bunun kendisine bir tuzak olduğunu anlar ve kadına *ey kadın, denizi ikiye
ayırıp İsrailoğullarım selâmete çıkaran, Firavun ve kavmini helak eden, bana
Tevrat'ı Hak kitap olarak gönderen Allah hakkı için doğru söyle. Bunlar niçin
bize iftira ediyorlar?» der. Mûsa (a.s.)'nın bu ifadesi karşısında sarsılan
kadın, şaşkına döner ve şöyle der:
«Ey
Mûsa, sen gerçekten peygambersin. Bunlar beni kandırıp sana iftira etmemi
istediler. Sen bütün bunlardan berisin. Halbuki ben yanılmışım, bunlar
yalancılar ve müfterilerdir.» Bunun üzerine Mûsa (a.s.) secdeye kapanıp Rabbine
yalvararak gözyaşı döker. O gözyaşı dökerken Yüce Halik vahyedip şöyle buyurur:
«Ey Mûsa, niçin ağlıyorsun? Yeri senin emrine verdim, ona hükmet ne dilersen
onu yapsın.» Sonra Mûsa (a.s.), Karun'un yanına gelir, o sırada adamları da
oradadır. Karun'a kızarak «ey Allah'ın düşmanı, bana iftira edip halk arasında
fesad çıkardın» der. Gurur içinde tahtında oturan Karun, Mûsa (a.s.)'ya daha
ağır söz söyler. Buna çok üzü-
470 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 76)
len
Musa Ca.s.) yere «ey yer, bunları yut» der. Yer yarılır Karun ve arkadaşları
dizlerine kadar toprağa gömülürler. Bu meyanda evleri ve sarayları da toprağa
gömülür. Karun ve arkadaşları kurtulmaya çalışırlar, fakat kurtulamazlar.
Kurtulamayacaklarını anlayınca Musa Ca.s.)'ya yalvarmaya başlarlar ve «Ey Musa,
bizi kurtar» diye nida ederler. Onlar yalvardıkça Musa (a.s.)'mn kızgınlığı
daha da artar «ey yer, bunları yut» diye emreder. Bu defa yer biraz daha açılır
ve göbeklerine kadar batarlar. Kendi uğraşmalarıyla kurtulamayacaklarını
anlayınca, Musa (a.s.)'ya daha fazla yalvarmaya başlarlar. Bu defa Musa (a.s.)
«ey yer, onları yut» diye tekrar nida eder. Yer biraz daha yarılır, koltuğa
kadar yere batarlar. Aynı nis-bette evleri ve sarayları da yere batar. Artık
kurtulma şansları azalan insanlar avaz avaz Musa Ca.s.)'ya yalvarmaya devam
ederler. Fakat Musa Ca.s.) onların yalvarışına aldırmaz ve «ey yer, bunları
yut» der. Bu defa yer, biraz daha açılır, boyunlarına kadar onları yutar. Her
şeyden ümidini kesen Karun «Ey Musa, Allah hakkı için bana acı, beni kurtar,
sana yalvarıyorum» der. O anda Karun'a ne malı, ne serveti, ne sarayı fayda
verir. Musa (a.s.) yalvarmasına aldırmaz ve yere «ey yer, bunları yut» diye
nida eder. Yer biraz daha açılır, onları evleriyle, saraylarıyla yutar, yok
eder. Yerlerinde hiçbir şey kalmaz. Bunu gören Musa Ca.s.) oradan sevinçle
ayrılır, gider. O anda Allahü Teâlâ vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, sen
ne kadar katı kalblisin. Kullarım yetmiş kere senden medet dilediler de sen
onları bağışlamadın. Azametim ve celâlim hakkı için benden bir defa medet
dileselerdi onları bağışlardım.» Bundan sonra Hâlik-ı Mutlak yeri kimsenin emrine
müsahhar kılma-mıştır. Karun ve adamları kıyamete kadar her gün yerin dibine
aşağı boyları nisbetinde batacaklardır.
îbn
Abbas (r.a.)'dan şöyle bir rivayet varid olmuştur: Musa (a. s.)'ya zekât âyeti
geldiği vakit Karun yanına gelir. Musa ile bin altına bir altın, bin dirhem
gümüşe bir dirhem gümüş, bin koyuna bir koyun ve diğer mahsullerde de binde bir
olmak üzere anlaşırlar. Karun evine dönüp vereceği zekâtı hesap edince gözüne
çok gelir, kıyamaz, bu işten vazgeçer. Sonra Musa Ca.s.)'ya iftira etmek için
israil oğullarını kandırır ve bir zâniye bulup ona iftira ettirirler. Bunun
üzerine Allahü Teâlâ yeri Musa (a.s.)'nın emrine verir. O, Karun'un yanma gelip
orada hazır bulunan halka «ey îsraüoğul-ları, Allah beni Firavun'a peygamber
olarak gönderdiği gibi, size de peygamber olarak gönderdi. Karun'u sevenler
onun yanında kalsın, bana inananlar da benimle beraber gelsin» der. Musa
Ca.s.)'-dan bu sözleri duyan kavmi Karun'u terkedip onun yanında yer
(Cüz:
20. Âyet: 77) Kasas Sûresi 47İ
alırlar.
Ancak iki kişi Karun'un yanında kalır. Onlar da Karun ile yere batıp helak
olurlar. Karun helak olduktan sonra İsrailoğulla-rmdan bir gurup Musa (a.s.)
hakkında şöyle derler: Musa, Karun'un hazinelerine göz koydu, onları elde etmek
için Karun'a beddua etti, Allah da duasını kabul edip Karun'u yerin dibine
batırdı, Musa da hazinelerine kondu.» Bu haberi işiten Musa (a.s.) çok üzülür.
Halbuki onun niyeti Karun'un hazinelerini elde etmek değildi. Karun'un yere
batması şımarıklığından ve azgınlığındandı. Bunun üzerine Musa ta.s.) Rabbine,
Karun'un bütün malının mülkünün yok olması için dua eder, Hâlik-ı Zülcelâl de
duasını kabul edip onun yeryüzündeki bütün servetini, hazinelerini yok eder.
İsrailoğulları
içinde Karun'dan daha zengini yoktu. Onun hazinelerinin sadece anahtarını kırk
yiğit delikanlı ancak taşıyabiliyordu. Hazinesinin sayısının dörtyüz bin olduğu
söylenmektedir. Âmeş'in rivayetine göre hazinelerinin anahtarını kırk hayvan
taşıyordu. Gittiği yere hazinenin anahtarlarını beraberinde götürüyordu.
Malının çokluğu onu azdırmış, şımartmış, kibirlendirmiş, böbürlendirmiş, halka
karşı büyüklük taslamaya başlamış, kimseyi beğenmez olmuş, yeryüzünde fesad
çıkarmaya başlamış, peygamberini dinlemez olmuştu. Hasılı, her türlü menhiyatı
işlemeye başlamıştı. Karun'un azdığını gören îsraüoğulları ona şu nasihati
yaparlar: «Ey Karun, kibirlenme, büyüklenme Allah kibirlenenleri ve
büyüklenenleri sevmez.» Buna rağmen o daha da, kibirlenmiş, azmış, büyüklenmiş,
şımarmıştı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçekten Karun, Musa'nın
kavminden biriydi. Ama onlara karşı azdı. Biz ona anahtarlarını güçlü bir
topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Kavmi ona demişti ki: «Şımarma,
çünkü Allah şımarıkları sevmez.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor -.
«Allah'ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu da
gözet, dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de
ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah bozguncuları
sevmez.»
Karun'un
serkeşliğini gören İsrailoğulları başına bir musibetin, bir felâketin
geleceğini anlamışlar ve ona şu nasihatta bulunmuş-
472 Kasas Sûresi (Cûz: 20. Âyet: 78)
lardır:
Ey Karun, Allah'ın sana verdiği mal ile böbürlenme, kibirlenme, yeryüzünde
bozgunculuk yapma. Onu Allah yolunda harca, âhi-ret yurdunu da gözet ve iki
cihan saadetini kazan. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de fakirlere,
yoksullara, kimsesizlere ve yetimlere ihsanda, ikramda bulun. Üzerindeki
nimetlere şükret, O, nimetlerine şükredenlerin nimetini artırır. Nankörlük
yapanların üzerindeki nimetlerini ise alır. Malını Allah'ın razı olacağı
yerlere harca, yeryüzünde fesat çıkarma. Çünkü Allah yeryüzünde fesat
çıkaranları, bozgunculuk yapanları, şımaranları, büyüklenenleri, haddi aşanları
sevmez.» Musa (a.s.)'mn kavminin ileri gelenleri Karun'un azgınlığını ve
şımarıklığını görünce başına gelecek olan felâketi anlamışlar, onu uyarıp ikaz
etmişlerdir. Buna rağmen o, bu nasi-hatlardan etkilenmemiş, daha da şımarmış,
azmış, kibirlenmiş, halka karşı büyüklük taslamış ve fesatçılığa devam
etmiştir. Bozgunculuğu ve şımarıklığı yüzünden Hâlik-ı Mutlak da onu yere
batırarak helak etmiştir. Varlığına güvenip azanların, bozgunculuk yapanların,
şımaranlarm, büyüklenenlerin sonu budur. İnsanlar bundan ibret alıp hiçbir
zaman varlıklarına, servetlerine güvenip büyüklen-me m elidirler. Kendilerine
verilen nimetlerin şükrünü eda ederek Allah yolunda tasadduk etmelidirler. İşte
gerçek mü'minin özelliği budur. Çünkü dünya malı boştur, buna kapılanlar
neticede helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın sana
verdiği şeylerde âhiret yurdunu da gözet, dünyadaki nasibini de unutma.
Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk
arama. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.» Buna karşılık Karun da kavmine şu
cevabı verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Demişti ki: 'Bu bana ancak bende olan bilgiden
ötürü verilmiştir.' Bilmez mi o, Allah önceleri ondan daha güçlü ve topladığı
daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir? Suçlulardan günahları
sorulmaz.>
Karun,
kavminin nasihatini dinlemeyerek onlara şöyle cevap verir: «Bu servet, mal,
mülk bana ilmimden dolayı verilmiştir. Allah benim buna lâyık olduğumu
biliyordu, onun için bana bu serveti verdi.» îsrailoğulları içinde Hz. Musa'dan
ve Harun'dan sonra Tev-
(Cûz:
20. Âyet: 79-80} Kasas Sûresi
473
İrlenme,
kibirlen-ılunda harca, âhi-Allah'ın sana ih-îsizlere ve yetim-re şükret, O,
nite yapanların üze-ıcağı yerlere har-füzünde fesat çı-rüklenenleri,
had-gelenleri Karun'-ecek olan felâke-ğmen o, bu nasi-kibirlenmiş,
hal-etmiştir. Bozgun-onu yere batıra-;gunculuk yapan-İnsanlar bundan İvenip
büyüklen-ü eda ederek Al-tıuminin özelliği ;: neticede helak j: «Allah'ın sana
iaki nasibini de mda bulun. Yer-ncuları sevmez.*
San
ediyor:
len
ötürü veril-çlü ve topladığı ırdan günahları
,ra
şöyle cevap erilmiştir. Allah »ana bu serveti dan sonra Tev-
rat'ı
en iyi bilen Karun'dur. Bazılarına göre Karun kimya ilmini çok iyi biliyordu,
ondan istifade ile altın, gümüş ve cam eşyası yapardı. Bundan dolayı da çok
zengin olmuştu. O ilmine güvenip bundan dolayı zengin olduğunu ileri sürünce
Hâlik-ı Zülcelâl ona şu cevabı verir: «O, bilmez mi Allah önceleri ondan daha
güçlü ve topladığı daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir? Suçlulardan
günahları sorulmaz.» Karun'dan önce nice servet sahibi, ilim, mevki ve makam
sahibi insanlar azgınlıkları, şımarıklıkları, nankörlükleri, bozgunculukları ve
küfürleri yüzünden helak olmuşlardır. Kıyamet günü onlara günahları sorulmaz.
Çünkü o gün her şey meydana çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesihde Karun hakkında şöyle buyuruyor :
•Debdebe
içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: 'Keşke Karun'a
verildiği gibi, bize de olsaydı. Doğrusu o büyük bir varlık sahibidir.'
demişlerdi.»
Karun
kendisine yapılan nasihatleri hiçe sayarak, varlığını ve zinetlerini göstermek
için büyük bir debdebe içinde, yüz çeşit zi-net ile süslü bir hayvanın üzerine
biner ve kavminin huzuruna çıkar. Etrafında da aynı şekilde süslenmiş dörtbin
atlı ve kırmızı ipek elbiseler giymiş üçyüz de cariyesi vardı. Ayrıca dörtyüz
de hizmetçi ve her hizmetçinin elinde altın ibrik vardı. Karun'u böyle bir
debdebe içinde gören ve dünya hayatını arzulayan mü'minler şöyle derler: «Keşke
bizim de böyle bir varlığımız olsaydı. Ona verilen bize de verilseydi. Bugüne
kadar kimseye böyle bir varlık verilmemiştir.» Onlar Karun'un debdebeli,
şatafatlı hayatına imrenmişler, kendilerine de böyle bir servetin verilmesini
istemişlerdi. Fakat içlerinden gerçek iman ve ilim sahipleri ise Allah katında
olanın daha hayırlı olduğunu söyleyerek, Karun gibi olmayı hiç istememişlerdi.
Onlar biliyorlardı ki, ebedi olan fani olandan her zaman üstündür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Kendilerine bilgi verilmiş olanlar da şöyle demişti:
Yazıklar olsun size. Allah'ın mükâfatı iman edip sâlih amel işleyenler için
daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.»
Karun'un
durumuna imrenen cahil mü'minlere, gerçek iman ve ilim sahipleri şöyle
demiştir: «Eyvah size. Siz dünya nimetlerini, servetini, varlığını arzu
ediyorsunuz. Halbuki Allah'ın mü'min kullarına vaadettiği âhiret nimetleri daha
üstün, daha hayırlı ve ebedîdir. Bu nimetlere de ancak iman edip sâlih amel
işleyerek, Al-lahü Teâlâ'mn emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınan ve
sabredenler kavuşur. Siz bunu bırakıp da geçici olan dünya nimetlerini mi arzu
ediyorsunuz?» Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerine bilgi verilmiş
olanlar da şöyle demişti: Yazıklar olsun size. Allah'ın mükâfatı iman edip
sâlih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler
kavuşabilir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Karun hakkında şunları buyur ruyor:
«Nihayet onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik.
Allah'a karşı kendisine yardım edebilecek kimsesi de yoktu. Bizzat kendisini
koruyabileceklerden de değildi.»
«Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: 'Vay demek
ki, Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor.
Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki,
kâfirler asla felah bulamazlar' demeye başladılar.»
Yüce
Halik, Karun'u kibir ve şımarıklığından ötürü saraylarıy-la, hazineleriyle
beraber yerin dibine geçirmiştir. Çünkü kendisine verilen nimetlere
şükretmemiş, büyüklenmiş, kibirlenmiş, azmış, haddi aşmış, kendisini üstün
göstermek için halkın arasında şaşaalı bir biçimde gezmeye başlamış ve bu
servetin kendisine ilminden dolayı verildiğini ileri sürmüştür. Fakat malı ile,
mülkü ile yere batarken kimse kendisini bu azaptan kurtaramamış ve yardım da edememiştir.
Böylece o azgınlığının ve şımarıklığının cezasını gör-
(Cüz:
20. Âyet: 83-84) Kasas Sûresi 475
muştur.
Bir gün önce kendisine imrenenler onun yere batıp helak olduğunu görünce şöyle
demişlerdir: «Vay demek ki, Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip
bir ölçüye göre veriyor. Bunu kimine az, kimine çok verir, hüküm O'nundur. Eğer
Allah bize lüt-fetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki,
kâfirler asla felah bulmazlar- demişlerdi. Elbette kâfirler, azgınlar,
fesatçılar, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, zalimler, büyükle-nenler asla
felah bulmazlar. Allah'ın azabından da kurtulamazlar. Bu onların amellerinin
karşılığıdır. Salih amel işleyenler mükâfatını, kötü amel işleyenler de
cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyeti celilesinde şöyle buyuruyor:
*İşte âhiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyen
ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Akıbet müttekilerindir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, âhiret nimetlerini iman edip sâlih amel işleyenlere, yeryüzünde
böbürlenmeyen, bozgunculuk yapmayan, zulmetmeyen, isyan etmeyen, Allah'ın
emirlerine itaat edip yasaklarından sakınan, küfür ve şirkten uzak olanlar için
hazırlamıştır. Akıbet, takva sahipler inindir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «îşte âhiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuğu
istemeyen kimselere verdik. Akıbet müttekîlerindir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Kim bir iyilikle gelirse ona daha hayırlısı
verilir. Kim de bir kötülükle gelirse o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları
kadar ceza görürler.»
Kıyamet
günü herkes yaptığının karşılığını görecektir. Kim, Allah'ın huzuruna bir
iyilikle gelirse ona daha hayırlısı ve daha güzeli verilir. Kim de bir
kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kötülük kadar ceza
görürler. Ondan fazlasını görmezler. Çünkü o gün kimseye haksızlık yapılmaz,
herkes amelinin
476
Kasas
Sûresi (Oûz: 20. Âyet: 85-86)
karşılığını
görür. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını
görecektir. Kim bir iyilik yaparsa ona en az on sevap vardır, yukarısının haddi
yoktur. Allah onun ameline ve niyetine göre mükâfat verir. Bu belki yediyüz,
belki daha fazladır. Bunu Allah'tan başka kimse bilemez. Hâlik-ı Mutlak bunu
şöyle beyan ediyor: «Kim bir iyilikle gelirse ona daha hayırlısı verilir. Kim
de bir kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kadar ceza
görürler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kur'an'a uymayı sana farz kılan Allah elbette seni
döneceğin yere döndürecektir. De ki: Kimin doğrulukla geldiğini, kimin apaçık
sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilen Rabbimdir.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye
hicret ettiği zaman kendisini bir hüzün kaplamıştır. Doğup büyüdüğü, hısım
akrabasının bulunduğu ve ilk peygamberlik geldiği yerden bir anda. ayrılmak
kolay olmamıştı. Bu üzüntü içinde yoluna devam ederken baba vatanı olan
Mekke'ye doğru zaman zaman dönüp bakar. Bunun üzerine Hâlik-ı Zü] celâl bu
âyeti inzal edip şöyle buyurur: «Ya Muhammed, Kur'an'a uymayı sana farz kılan
Allah elbette seni döneceğin yere döndürecektir. De ki: Kimin doğrulukla
geldiğim, kimin apaçık sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilen Rabbimdir.» Mekkeli
müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.)'i itham ederek dedelerinin dinini terkettiği
için sapıttığım, kendilerinin ise doğru yolda olduklarını söylemişlerdir. Kimin
hidayette, kimin dalâlette olduğu kıyamet günü meydana çıkacaktır. Çünkü o gün
hiçbir şey gizli kalmayacak, her şey meydana çıkacaktır. Ancak iman edip sâlih
amel işleyenler hidayette, iman etmeyenler ise dalâlettedir. Çünkü hidayetin
yolu imandır. İman olmayınca Allah katında hiçbir amel değer kazanmaz. Bu
âyet-i celüede Mekke'nin fethine işaret vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Sen, sana bu kitabın verileceğini ummazdın. Bu
ancak Rab-binin bir rahmetidir. Öyle ise sakın kâfirlere yardımcı olma.»
Hâlik-ı
Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya
(Cûz:
20. Âyet: 87-88) Kasas Sûresi 477
Muhammed,
sen, sana bu kitabın ve
nübüvvetin verileceğini umnıaz-dın. Bu
ancak Rabbinin bir nimetidir. Öyleyse sakın kâfirlere yardımcı olma ve onların yolundan gitme.» AUahü
Teâlâ peygamberliği dilediğine vermiştir. Hiç kimse kendi çalışmasıyla, ilmiyle
ve varlığı ile peygamber olamamıştır. Allah kullarından dilediğini peygamber
seçmiş, o peygamberleri yine kendi milletlerine ve kavimlerine göndermiştir.
Peygamberlere peygamberlik gelmeden önce hiçbirisi peygamber olduğunu
söylememiştir, söyleyemez de.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Allah'ın âyetleri sana indirildiği vakit seni,
onlardan alıkoymasınlar. Rabbine davet et ve sakın putperestlerden olma.»
*Allah ile birlikte başka tanrı edinip tapma. O'ndan
başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur ve
O'na döndürüleceksiniz.»
Hâlik-ı
Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Mu-hammed, Cebrail sana
Kur'an'ı indirdikten sonra halkı Rabbine davet et. Seni Rabbine davetten hiçbir
şey alıkoymasın ve sakın putperestlerden de olma. Allah ile birlikte başka
tanrı edinip tapma. O'ndan başka tanrı yoktur ve O'ndan başka her şey helak
olup yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.» Allahü Teâlâ'nın
zatından başka her şey yok olacaktır. Yalnız O bakî kalacaktır. Çünkü her şeyi
yaratan, var eden, koruyan, besleyen, muhafaza eden yalnız O'dur. Bundan dolayı
her şey yok olacak, yalnız O bakî kalacaktır. Sonunda her şey O'na
döndürülecektir. Çünkü hüküm O'nundur.
(Kasas Sûresi ve Dördüncü Cild'in sonu)