Doğu Romalılar'ın İranlılar'a Galip Gelmesi
Felâketlerin Sebebi Günahlardır
Fakirlik Ve Zenginliğin Sebepleri
Bid'atçıların Kalbi Mühürlenir
Mekke Dönemi'nde nazil
olmuştur. 60 ayettir.
Bu sure İbn Abbas ve
İbn Zübeyr'den gelen rivayete göre Mek-kîdir, yani hicretten önce nazil
olmuştur. Hatta îbn Atiyye, «Afefc. ki oluşunda hiçbir ihtilaf yoktur» demiş ve
hiçbir ayetini istisna etmemiştir.
Hasan Basri «Bu surenin tamamı Mekkidir, Ancak 17. ayet Medine Dönemi'nde nazil olmuştur» der. Fakat Hasan Basri'nin bu görüşü cumhurun mezhebine ve herkes tarafından benimsenen tefsire ters düşmektedir. Bu surenin ayetleri 60'dır. Bazı müfes-sirlere göre 59'dur. Bu surenin kelimeleri 819'dur. Harfleri 3534 tür. [1]
1- Romalılarla
Farslar'ın savaşları
2- İnsanların
gafleti ve tefekküre davet edilmesi
3- İbret
dersi almak için seferlerin tertip edilmesi, zalimlerin akıbeti
4- Allah'ın
kuvvet ve kudreti
5- Kıyamet'te
mücrimlerin ümitsizliği, şefaatçılann olmaması
6- îman edip
salih amel işleyenlerin güzel akibetleri
7- Küfre
kayıp Kur'an ve Kıyameti inkâr edenlerin korkunç durumları
8- Allah'ın
takdis, tenzih ve sıfatlan
9- Zalimler
ilimsiz olarak heva ve heveslerine tâbi olurlar
10- Rasûl-ü
Ekrem'e doğru olan (Hanif) dine yönelmesinin emredilmesi
11- Allah'a
yönelmek, namaz kılmak ve müşriklerden olmamak emirlerinin İnsanlara verilmesi
ve müşriklerin çeşitleri
12- İnsanların
tutumu ve nankörlüğü
13- Yakın
akrabaya, miskine ve yolcuya haklarının verilmesinin emredilmesi
14- Zekâtın
neticeleri
15- Allah'ın
sıfatlan
16- İnsanlann
yaptıklan fitneden ötürü karada ve denizde fesadın ortaya çıkması ve felâketin
çoğalması
17- İbret almak
için seyahat ve doğru dine tabi olma emri
18- Kâfirin
küfrünün ve müminin imanının kendilerini iltizam etmesi
19- Allah ne
yaparsa insanlann yaran için yapar
20- Hz.
Peygamber'e teselli vermek için peygamberlere karşı gelenlerin kötü
akibetle-rinin gösterilmesi
21- Allah'ın
genel sıfatlan, yağmurun rahmet olması ve hasrın genel delilleri
22- Hz.
Peygamber'in kimlere söz dinletebileceği ve Allah'ın genel kuvvet ve kudreti
23- Kıya-met'in
kopmasında müminlerin mücrimlere söyledikleri
24- Kıyamet'te
mazeretin kabul edilmemesi
25- Peygamber
ve insanlara her temsilin açıklanmış olması
26- Kâfirlerin
hakikate karşı tavirlan ve sabrın emredilmesi.[2]
Rahman ve Rahim Olan
Allah'ın Adıyla
1- Elif,
Lam, Mîm.
2- Rumlar
(İranlılar'a karşı) mağlup oldular.
3- (Arap
Yanmadası'na) en yakın bir yerde. Ama
onlar bu mağlubiyetlerinden sonra kesinlikle galip gelecekler.
4- Birkaç
yıl içinde.Emir (durum) bundan önce de bundan sonra da Allah'a aittir. İşte o
gün müminler sevineceklerdir.
5- Allah'ın
yardımıyla. Allah dilediğine yardım eder. O'dur her şeye gâlib ve esirgeyici
olan!
[3]
(1-5) «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar (İranlılar'a
karşı),..» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Rum» büyük bir kavmin
adıdır. Rumi bin Yunan Ayçan bin Yafes bin Nuh'tan gelmedirler. «Arz»
kelimesinden maksat, Roma-hlar'ın diyarıdır. Çünkü Mekke ehline en yalan yer
orasıydı. Veya arzdan maksat, Mekke arazisidir. Çünkü Mekkeliler'ce bilinen
«Arz» orasıydı. Bu takdirde yakınlık, Rumlar'a nazaran olur. Veya arzdan
maksat, Rum diyarıdır. Yakınlıktan maksat da düşmanları olan îranlılar'a yakın
olmalarıdır. Çeşitli yollardan gelen rivayetlerden anlaşılıyor ki Romahlar'la
İranlılar arasında miladi 613 tarihinde vaki olan harp, Şam diyarının Ezruaat
ve Busra bölgeleri arasında olmuştur. İbn Abbas ve Süddi «Ürdün ve Filistin'de
olmuştur» der. Mücahid «Cezire ve dolaylarında oldun der. Cenab-i Hak bu
ayetlerde 613'de nıağlub olan Rumlar'm kısa bir dönem sonra galip geleceklerini
söylemektedir.
.Dördüncü ayetteki
«Biâ"» kelimesi üçten ona kadar demektir. Bazıları «Birden dokuza»,
bazıları «Beşle on arası» demişlerdir.
Surenin adını almış
olduğu Romalılar'Ia İranlılar arasındaki savaş Özetle şöyledir: Bu ayet indiği
zaman İran II. Husrev'in, doğu Romada Herakliyus'un hükmü altında bulunuyordu.
Bu iki devlet uzun zamanlardan beri savaşıp duruyorlardı. Rasûl-ü Ekrem'in
risaletinin 5. yılında (613'de) bu iki devlet tekrar kanlı bir savaşa
giriştiler. Doğu Roma devleti hıristiyan ve kitap ehliydi. İranlılar ise ateşe
tapıyorlardı ve Mekkeliler gibi müşrik idiler. Haliyle müslümanlar kitap ehli
olan Romalılar'ı, Mekkeliler de ateşe tapan ve müşrik olan İranhlar'ı
tutuyordu. Ve savaşın netice-si sabırsızlıkla bekleniyordu. İki devlet
arasındaki sınır Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde birleşiyordu. Filistin,
Suriye, Mısır, Irak'ın bir kısmı ve Anadolu, Doğu Romalılar'ın elindeydi.
İranlılar Doğu Roma'ya iki taraftan hücum etti. Dicle ve Fırat üzerinde,
Suriye, Azerbaycan ve Ermenistan tarafından taarruz ettiler. İran orduları
Romalılar'ı her iki cephede de geri atarak denize dökünceye kadar takip
etmişti. Suriye'deki bütün mukaddes şehirler zaptedil-mişti. Miladî 614
senesinde Filistin zaptedilmiş, istilacı İranlılar kiliselerin tamamını yakıp
ytfçmıS, yüzbinlerce günahsız insan kılıçtan geçirilmişti. İran Şehinşahı'nın
sarayı 30 bin kafa ile adeta süslenmişti. 616'da Mısır, İskenderiye'ye kadar
zaptedilmişti. Diğer taraftan Anadolu tamamen istilâ edilmiş, İran orduları
İstanbul'a, boğaziçine kadar varmıştı. Doğu Roma İmparatorluğu'nun payitahtı
olan İstanbul'un durumu böylece tehlikeye girmiş ve savaşın bu şekilde
neticelenmesi müslümanlan müteessir etmişti. Mekke müşrikleri ise sevinmişler
ve Hz. Muhammed'e «Sizinle harbedersek sisin akıbetiniz de böyle olur»
demişlerdi. İşte bu kanlı savaş esnasında Allah'ın Rasûlü'ne bu ayetler
gelmiştir ve bu ayetlerde Romalıların yakın bir dönemde galip gelecekleri ilâhî
ihbarla bildirilmiştir.
[4]
Bu ayetler müşriklerin
kafasına hiç girmeyen ve çok uzak bulunan bir şey vaadediyordu: Romalılar
yeniden canlanacak, İran-lılar'a karşı savaşacak ve galip gelecekler. Buna
hiçbir müşrik inanmıyordu. Hz. Ebubekir sevinen kâfirlere, «Sizin şirkte karde.
siniz olan İranhlar'ın Romalılarda galip gelmesine seviniyor musunuz? Sakın
sevinmeyin .Allah sizin gözlerinizi aydınlatmayacaktzr.
Allah'a yemin ederim,
Romalılar kısa bir devre sonra îranlılar'a galip gelecektir. Peygamberimiz bize
bunu haber vermiştir» deyince Mekke'nin
azılılarından ve Rasûlullah'm baş düşmanı
olan Ubey bin Halef ayağa kalkarak Hz. Ebubekir'e «Yalan söylüyorsun»
dedi. Hz. Ebubekir, «Asıl sen yalan söyleyenlerdensin, Ey Allah'ın düşmanı!
Ben on deve ile seninle bahse girebilirim. Eğer üç seneye kadar Romalılar galip
gelirse on deveyi sen vereceksin. İranlılar galip gelirse ben sana on deve
vereceğim» dedi. Böyle ce Ubey bin Halefle Hz. Ebubekir arasındaki bu iddia
tahakkuk etti. Hz. Ebubekir Rasûl-ü Ekrem'e gelerek hadiseyi ona nakletti. Hz.
Peygamber:
«Böyle söylemeyecektin. Çünkü bid' kelimesi üçten
dokuza kadar mânâsını ifade eder. Git şart malım artır, müddeti uzat» dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebubekir, Ubey'le karşılaştı ve «Sen ga-liba pişman olmuşsun»
dedi. O da «Hayır» deyince Hz. Ebubekir: «O halde gel de şart koştuğumuzu artıralım,
müddeti de uzatalım. Şart koştuklarımızı yüz deveye çıkaralım, müddet de dokuz
sene olsun» dedi. Ubey de bunu kabul etti. Hz. Ebubekir hicrete hazırlandığı
dönemde Ubey, Hz. Ebubekir'e «Farslar
Rumlar'a galip geldiği takdirde bana vermen gereken yüz deveye karşılık bir kefil
bırak» diyerek onun yakasına yapıştı. Böylece Hz. Ebubekir henüz iman etmemiş
olan oğlu Abdurrahman'ı kefil bıraktı. Ubey de Uhud Savaşı'na çıkmak istediği
zaman Abdurrahman ondan bir kefil istedi. O da Abdurrahman'a bir kefil verdi.
Ubey, Rasûlullah' tan almış olduğu yara ile Mekke'ye geldi ve orada öldü.
İddianın yedinci senesinde Romalılar galip geldiler.
Bazı rivayetlere göre
tam Hudeybiye Günü'nde Romalılar'ın galip geldiği teyid edilmektedir.
Tirmizi'nin rivayetine göre Bedir Günü'nde müslümanlar müşriklere, Romalılar da
İranlılar'a galip gelmiştir ve Hz. Ebubekir, Ubey'in varislerinden yüz deveyi
alarak Rasûlullah'a getirmiş, Rasûlullah da bu develeri sadaka olarak dağıtmıştır.
Ebu Ya'Ia, İbn Ebi
Hatim, İbn Merduveyh ve İbn Asakir'in Berra bin Azib'den rivayet ettiklerine
göre Rasûl-ü Ekrem «Bu haramdır. Onu tasadduk et» demiştir.
Bu rivayetlerde şu
şekilde bir itiraz vaki olmuştur: Eğer kumarın haram olmasından önce hadise
olmuşsa —ki İbn Cerir, İbn Ebi Hatim ve Beyhaki Katade'den, Tirmizi de Neyyar
bin Mut'im-den böyle rivayet ediyorlar ve zahir de budur. Çünkü sure hicretten
Önce nazil olmuştur. İçkinin ve kumarın haram edilmesi ise Kur'an'in en son
inen ayetidir— Rasûl-ü Ekrem niçin «Bu haramdır. Onu sadaka ver» buyurmuştur?
Eğer kumar haram edildikten sonra ayet nazil olmuşsa, helâlle karışık olmayan
bir haramı tasadduk etmeyi nasıl emrediyor? Halbuki o malın sahibi bellidir ve
Ubey'in varisleridir. Malın onlara geri verilmesinin em-redilmesi gerekirdi.
Eğer «Bu harbi bir maldır, hadise Mekke'de olmuştur, Mekke de fetihten önce
darulharp idi» denirse Ebu Ha-nife ile İmam Muhammed'e göre darulharpte fasid
akidler de caizdir. O zaman bu mal haram olmaz. Ve dolayısıyla bu rivayet de
sahih olamaz. Bu rivayetin sahih olmadığı sabit olunca da sadaka verme emri
yerinde kalır. Bu takdirde Rasûlullah'm görmüş olduğu bir maslahattan dolayı
caiz olur ve helâli sadaka vermek anlamına gelir. Bu, kumarın haram olmasından
önce ise —ki güvenilir olan da budur— bu zaten açıktır. Eğer kumarın haram
edilmesinden sonra ise Ebu Hanife ve Muhammed «Darulharpte müs-lümanlaY ile
kâfirler arasında fasid akidler caizdir» 'demişler ve buna delil olarak da Hz.
Ebubekir'in bu hadisesini göstermişlerdir. Rivayetler birbirlerini şu hususta
desteklerler: Rasûl-ü Ekrem, Ebubekir'e bu şartı niçin yaptın diye karşı
çıkmamış, ancak üç seneye bağlanmasına itiraz etmiş ve senelerin artırılması
için onu ir-şad etmiştir.
Eğer «Bu haramdır, onu
sadaka ver» şeklindeki hadis sahih ise o vakit hadisin metninde geçen ve haram
şeklinde tefsir ettiğimiz «Suhtıt» kelimesi haram mânâsında değildir. Belki ar
ve mürüvvet eksikliğine sebep olan demektir. Sanki bu insanın mürüvvetini
söker götürür ve insana bir ar olur. Nitekim Hz. Peygam-ber'in «Haccamm kazancı
suhuttur» hadisinde de suhut bu mânâya alınmıştır. Ragıb «Bunun suhut olması
dini değil, mürüvveti götürmesinden dolayıdır» der. Sanki Hz. Peygamber, bu
develerin elde edilişi her ne kadar helâl ise de Ebubekir'in mürüvvetine
halel getireceğinden Tauna suhut denilmiş ve sadaka olarak ve-rilmesini
emretmiştir. Bu, Rasûlullah'ın bu şekilde iddiaya girmeyi yasaklaması mânâsına
gelmez. Üstelik bu, Rasûlullah'ın getirdiğinin doğruluğuna da kesinlikle
inanmanın açıklanmasıdır ve Rasûlullah'ın Hz. Ebubekir'in salih olduğunda
herhangi bir şüphesi yoktur. O, Hz. Ebubekir bu malı kazandığı zaman kendisine
tasadduk emrini verirse onun muhalefet etmeyeceğini biliyordu.
Bazıları «Suhut bazen
mekruh bazen de haram mânâsında kullanılır. Burada mekruh mânâsında kullanılmıştır»
demişlerdir. Fakat bu görüşte nazar vardır. Suhut bu hadiste haram manasınadır.
Bu hadisten «Haramı sadaka vermek caizdir» şeklindeki görüşe iltifat
edilemeyeceği anlaşılmaktadır
[5]
İkrime'den gelen
rivayete göre İran orduları Roma'yı mağlup ettikten sonra ordu kumandanı
Ferhan bir içki meclisinde arkadaşlarına «Ben kendimi rüyamda Kisra'nın tahtı
üzerinde oturmuş gördüm» dedi. Bu haber Kisra'nın kulağına gitti. Kisra, onun
ağabeyisi V3 başkumandanı olan Şehriyar'a şöyle yazdı: «Bu mektubum eline
geçtiğinde Ferhan'ın başını bana gönder», Şehriyar, Kisra'ya şu cevabı yazdı:
«Ey Kral! Kesinlikle sen Ferhan gibi bir kurnandan, bir bahadır bulamazsın.
Onun savaş taktikleri vardır. Düşmanda onun korkusu vardır. Bunu yapma.» Kisra
ona tekrar yazdı: «îran ordusunda onunyerine geçecek kimseler vardır. Derhal
başım bana gönder.» Şehriyar yine imparatora bir mektup yazdı. Bu sefer
imparator öfkelendi. Ona herhangi bir cevap vermedi. Fakat İran ordusuna bir
elçi gönderdi ve «Ben Şehriyar'ı başkumandanlıktan azlettim, Ferhan'ı size
başkumandan yaptım» diye bildirdi. Sonra elçiye bir ince mektup verdi ve dedi
ki «Ferhan kumandanlığı devraldıktan ve kardeşi de onun emrine girdikten sonra
ona bu pusulayı ver.» Şehriyar, Şehinşah'tan gelen emri okuduktan sonra
«Başüstüne» diyerek tahttan indi, Ferhan tahta çıktı. Ferhan tahta çıktıktan
sonra elçi ona o küçük kâğıdı verdi. Kâğıdı okuduktan sonra «Bana Şehriyar'ı
getirin» dedi ve onu, boynunu vurmak üzere, huzuruna aldı. Şehriyar «Acele
etme. Ben vasiyetimi yazayım. Ondan sonra boynumu vur» dedi. Ferhan «Yaz»
dedi. Şehriyar çantasını istedi. Kisra'dan Ferhan'm Öldürülmesi için gelen
mektupları çıkardı, Ferhan'a verdi ve «Bütün bunlar senin hakkında Kisra'nm bana
yazdıklarıdır. Ve sen beni bir tek mektupla öldürmek istiyorsun» dedi. Bunun
üzerine Ferhan başkumandanlığı yeniden kardeşine verdi. Şehriyar bu sefer Doğu
Roma İmparatoru Kayser'e şunları yazc^:
«Benim seninle
görüşülecek bir meselem var. Ancak bu elçi vasıtasıyla gönderilmez. Sahifeler
de bunu tahammül etmez. Benimle biraraya gel. Fakat gelirken 50 adamından
başka kimseyi getirme. Ben de ancak elli adamımı getireceğim.»
Kayser, 500.000 kişi
ile verilen noktaya doğru yola çıktı. Fakat casuslar daima kendisine haber
getiriyordu. Kendisine bir hile yapılacağından korkuyordu. Casuslar
Şehriyar'ın elli kişiyle geldiğini haber verince o da elli kişiyle geldi.
Onlara çadır kuruldu ve ipekliden yapılmış bir çadırda biraraya geldiler. Her
birinin beraberinde bir hançerden başka bir şeyi yoktu. Aralarında tercümanlık
yapsın diye bir tercüman çağırdılar. Şehriyar, «Senin
memleketini darmadağın
eden ben ve kardeşimdir. Biz askeri dehamız ve şecaatımızla bunu yaptık. Kisra
bizden hased ediyor. Benden kardeşimi öldürmemi istedi, ben bunu yapmadım. Sonra
kardeşimden beni Öldürmesini istedi. Biz hepimiz Kisra'yı şe-hinşahliktan
azlettik. Seninle beraber şehinşaha karşı savaşacağız» dedi. Kayser «Çok
isabetli bir karar» dedi. Sonra biri diğerine iki kişiyi geçen bir sır yayılır
kaidesinin olduğunu işaretle anlattı ve ikisi birden hançerleriyle tercümanı
öldürdüler. Böylece Cenab-i Hak, Kisra'yı helak etti. Ve Hudeybiye Günü'nde
Kisra'nın helak olduğu, İran'ın düştüğü haberi Rasûlullah'a geldi. Hem Hz. Peygamber
hem de müslümanlar bu habere sevindiler.
îbn Kesir bu rivayeti
zikrettikten sonra «Bu, garip bir rivayettir» demektedir.
Tanrı Buyruğu'nda
şöyle yazılıdır: «Bu ihbarın bu şekilde tahakkuku MeKkelıler'in birçoklarının
gözlerini açmış, onların birçoğu bu hakikat karşısında müslümanlığı kabul
etmişlerdi. İngiliz tarihçisi Gibbon, «Roma İmparatorluğunun Sukut ve İzmihlali,»
adlı eserinde bu hayret verici peygamber haberinin tahakkuku karşısında mebhut
(dili kesilmiş, şaşmış) kalarak 1250 sene sonra şu satırları yazıyor:
«İki imparatorluğun
hududu haricinde bulunan ve bunlardan her birinin diğerini imha için
hazırladıkları tertibatı bilen Hz. Mu-hammed, İranlılar'm adım başında zafer
kazandıkları bir dakikada Bizanslılardın birkaç sene sonra yeniden galip geleceklerini
söyledi. Dünyada hiçbir ihbar (haber) o zamanın vaziyeti karşısında bunun
kadar inanılmayacak bir mahiyette sayılmazdı. Çünkü Kayser Herkil'in 610-612
arasında devam eden hakimiyeti, imparatorluğun zafere değil sukut ve izmihlale
gittiğini gösteriyordu.»[6]
Bu ayetler
peygamberliğin delillerindendir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem burada Cenab-i Hakkın
kendisine bildirdiği gaybi haber vermektedir.
Bazı kıraatlarda
«Gulibet'ir-Rum» ifadesi, «Galebet'ir-rum» şeklinde okunmuş, «Seyaglibune»
yerine de «Seyuglebune» okunmuştur. Bu takdirde «Rumlar Şam topraklarında
galebe çaldılar. Müslümanlar yakında onları mağlub edecektir» demek olur. Zaten
hicretin 9. senesinde müslümanlar Şam diyarındaki Romalı-lar'la savaşa girdiler
ve Şam'ın birçok beldelerini fethettiler. Bu takdire göre «Galebihim»
kelimesindeki izafe, mastarın failine izafe edilmesidir
[7]
«O gün müminler
sevinirler» tabirindeki günden maksat, Ro malılar'ın Farslar'a galebe çaldığı
veya müslümanlann Romalilar'a galebe çaldığı gündür. Birinci mânâya göre
müslümanlann sevinmesinin nedeni, kitap sahibi olan kimselerin kitapsızlara
galip gelmesinden ve dolayısıyla kendileri de ehli kitap olduğundan müşriklere
galip geleceklerinin başlangıcı olmasından ötürüdür. Veya Kur'an'm bu husustaki
haberinin tasdik olmasından dolayı sevinirler. Ayrıca müşrikleri mağlup
ettikleri ve bu hadisenin Kur'an' m söylediği şekilde tahakkuk etmesiyle
imanlarının ve dinlerîndeki sebeplerin daha da artması nedeniyle ferahladılar.
Bazıları «Allah'ın
müminlere vermiş olduğu yardımdan Ötürü sevindiler. Doğrulukları ortaya çıktı.
Veya Allah'ın düşmanlarının bir kısmım (Romahlar'ı) diğer kışıma (Farslar'a)
musallat kılmasından ve iki grubun da yok olmasından ötürü sevindiler» derler.[8]
6- (O vaad) Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden asla caymaz.
Fakat insanların çoğu bilmezler.
7 - Onlar
ancak bu dünya hayatının görülen taraflarım bilirler. Onlar Ahiret'ten gafil
olanların ta kendileridir.
8- Acaba
onlar nefisleri hususunda düşünmüyorlar mı? Allah gökleri, yeri ve onların
arasında olanları ancak hak ile ve belli bir süre içinde yaratmıştır.
Gerçekten insanlardan çoğu Rab-leri'ne kavuşacaklarını inkâr ederler.
9- Acaba
bunlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin akıbetini görmediler mi?
Öncekiler kuvvetçe daha güçlü idiler. Onlar yeryüzünü daha fazla ekip
biçtiler. Daha fazla tamir ettiler. Onlara peygamberleri apaçık burhanlarla
gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
10- Sonra
kötülük yapanların akıbeti cehennem oldu. Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini
yalanlamışlar ve o ayetleri alaya almışlardı.
11- Allah
önce halkı yaratmaya başlar. (Ölümden
sonra) onu tekrar diriltir. Sonra siz Allah'ın huzuruna döndürülürsünüz.
12- Saat
(Kıyamet) koptuğu gün, günahkârlar (ümitlerini kesip) susarlar.
13- Onların (Allah'a)
ortak koştuklarından kendilerine şefaat edecek bulunmaz. Onlar Allah'a
ortak koştuklarını da inkâr edeceklerdir.
14- Saat'in
(Kıyamet'in) koptuğu gün, o gün onlar birbirlerinden ayrılırlar.
15- İman
edip salih ameller işleyenler bir bahçede (cennette) mesud olurlar.
[9]
(6-15) O
vaad) Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden,.,» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Allah vaadinden asla
caymaz». Çünkü Allah hakkında yalan muhaldir.
«İnsanların çoğu
bilmezler», yani Allah'ın vaadinden caymayacağını bilmezler. Bu da cehalet ve
düşüncesizliklerinden ötürüdür.
«Dünya hayatının
zahirbmden maksat, insanların gözleriyle gördüğü ve süsleriyle süslendiği
nesnelerdir. Dünyanın gayesi ve maksadı olan Ahiret'ten de gafildirler. O
kalplerine bile girmez.
7. ayet Onların
cehaletini takrir ve tesbit etmektedir. Sadece dünya zahirinin bir kısmını
idrakten başka bir şey bilmeyen hayvanlara benzetilmişlerdir. Hayvanlar bile
bir kısmını bilirler. Çünkü dünyanın hakikatlerini, özelliklerini, fiillerini,
sebeplerini bilmek, bu şeylerin Allah'tan nasıl sadır olduğunu, orada nasıl
tasarruf yapılacağını, tüm bunlar dünya hayatını bilmektir. Cenab-ı Hak
«Zahiren» kelimesini bunun için nekra getirmiştir. Dünyanın bâtını (içi) ise,
Ahiret'in bir geçididir ve Ahiret hallerinin numuneleridir.
Bu ayet hiç
bilmemekle, sadece dünyanın zahirini bilmek arasında fark olmadığını ortaya
koymaktadır.
«İnsanların çoğu
Rablerinin likasını inkâr edicidirler» cümlesindeki «Lifca»dan maksat, ecelin
son bulduğu noktadır. Kıyamet Günü olarak da anlaşılması mümkündür.
9. ayet ibret ve ders almak için yeryüzünde
gezmenin gerekliliğini sergilemektedir. «Önceküer»âen maksat, Ad ve Semud gibi
kavimlerdir. «Yeryüzünü alt üst etmelerimden maksat, sulan çıkarmak için onu
yarmaları; madenleri çıkarmak, tohumlan ekmek ve fidanlan dikmek için onun
altım üstüne getirmeleri demektir. Kur'an'ın muhataplarından daha fazla
yeryüzünü tamir ettiler. Yani onlar yeryüzünü Mekkeliîer'in Mekke'yi imar
etmelerinden daha fazla imar ettiler. Çünkü Mekkeliler ziraat imkânına sahip
değillerdi. Başka yerlere yayılma imkânîan yoktur. Bu ayet Mekkeliler'le adeta
istihza etmektedir. Çünkü diğer dünya ehli memleketlere yayılıyor, kullara musallat
oluyor, yeryüzünün her bölgesinde tasarruf ediyor ve imarın her çeşidini
yapıyorlarken, Mekkeliler dünya bakımından faydası olmayan bir vadiye sığınmış
zayıf kimselerdir.
«Onlar nefislerine
zulmederler», yani nefislerinin yok olmasına yol açacak amellerde bulunurlar.
10. ayetin metninde gelen «Es-sua» İbn Abbas'ın
tefsirine göre Ahiret'teki ateş demektir. Beyzavi bunu kötü sonuç ve kötü
hasletle tefsir etmektedir. Yani kötülük edenlerin sonu kötü bir sonuç veya
kötü bir haslet oldu. «Sua» kelimesi «Esu» kelimesinin te'nisidir. Tıpkı
«Hüsna» kelimesinin, «Ahsen» te'nisi olması gibi. Veya «Buşra» kelimesi gibi
mastardır.
12. ayetin metnindeki
«Yublisu» fiili susarlar, şaşkın bir hale gelirler, ümitsiz olurlar demektir. Bazılarına
göre ise bu fiil «Oraların sözleri kesilir, hüccetleri tükenir», bazılarına
göre de «Rezil olurlar» mânâsındadır.
îbn Abbas «Mücrim»leTi
«Müşrik» mânâsına alarak ayeti «Müşrikler o günde bütün hayırlardan ümitsiz
olurlar» şeklinde yorumlar.
«Onlar ortaklarını
inkâr ederler» ifadesinin mânâsı, onlar ortak koştuklanndan yakalarını
kurtarmaya, ortak koşulanlar da onlardan yakalarını silkmeye kalkışıyorlar
şeklindedir.
14. ayetin sonunda «Ayrılırlar» mânâsını ifade
eden fiilden maksat, müslümaniann kâfirlerden, cennetliklerin de cehennemliklerden
ayrılması demektir.
15. ayetin son kelimesi olan «Yuhberune» fiili
îbn Abbas'ın tefsirine göre «Onlara
ikram edilir» demektir. Bazı
müfessirler «Onlar nimetlenirler», ve «Sevinirler» demişlerdir. Çünkü bu fiil
sevgi mânâsına gelen «Hibre» kökünden alınmıştır.
[10]
16- Küfre
sapıp, ayetlerimizi ve Âhiret mülakatını yalanlayanlara gelince, işte onlar
azabın içerisinde hazır bulundurulurlar.
17- O halde
akşama girdiğinizde de, sabaha vardığınızda da Allah'ı teşbih ve tenzih edin
(namaz kılın)!
18- Göklerde
ve yerde hamd Allah'a mahsustur. Gündüzün sonunda da, öğle vakti geldiğinde de
(Allah'ı teşbih edin ve namaz kılın)!
19- Allah
diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir.
İşte sizler de böylece çıkartılacaksınız.
20- Sizi
topraktan yaratması onun ayetlerindendir. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan bir
beşer oldunuz.
21- Sizler
için nefislerinizden, kendileriyle sükûnet ve huzura kavuşmanız için eşler
yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet kılması onun (varlığının) ayetlerindendir. Kuşkusuz ki bunda düşünen bir kavim için
birçok ayetler (dersler) vardır.
22- Göklerin
ve yerin yaradılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması O'nun ayetlerindendir. Kuşkusuz
ki bunda alimler için ayetler (dersler) vardır.
23- Gece ve
gündüz uyumanız ve onun fazlından
(rızık) aramanız da O'nun ayetlerindendir. Kuşkusuz ki bunda işiten bir
kavim için ayetler vardır.
24- Yine
onun ayetlerindendir ki size hem korku, hem ümit için şimşeği gösterir. Gökten
su indirip, onunla Ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Kuşkusuz ki bunda
aklını kullanan bir kavim için ayetler (dersler) vardır.
[11]
(16-24) «Küfre sapıp, ayetlerimizi ve Ahiret...» Bu
Ayetlerin Tefsiri
îbn Abbas'in rivayetine
göre 17. ve 18. ayetler beş vakit namazı kapsamaktadırlar. Çünkü o ayetlerdeki
«Tumsune» tabiri akşam ve yatsı namazları mânâsını ifade eder."
«Tashihime» tabiri ise sabah namazını ifade eder. «Aşiyyen» tabiri ikindi
namazı demektir. «Tuzhirune» fiili de öğle namazını ifade eder. Bu noktadan
ötürü Hasan Basri 17. ve 18. ayetlerin Medine Dönemi'nde nazil olduğunu
söylemiştir. Hasan Basri şöyle der: «Çünkü Mekke'de hangi vakte tesadüf ederse
iki rekât namaz vardı. Beş vakit namaz ise Medine'de farz olmuştur.» Fakat
müfessirlerin çoğu beş vakit namazın Mekke'de farz olduğuna kanidir. Zira
Rasûl-ü Ekrem' den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: «Kim en büyük ölçekle
kendisine verilsin isterse o, Rum Suresi'nin 17. ve 18. ayetlerini okusun. Yine
bir kimse sabahladığında Rum Suresi'nin 17, 18 ve 19. ayetlerini okursa, o gece
elden kaçırdığı- faziletleri elde etmiş olur. Kim akşamladığı zaman bunları
okursa gündüz kaçırdığı fırsatları elde etmiş olur.»
Bu ayetler zahirde
ihbarî cümlelerdir. Hakikatte ise inşaidir-ler, yani emirdirler. Yani bu
vakitlerde Allah'ı tenzih edin, hamde-din.
«Diriyi ölüden
çıkarır», yani inşam nutfeden, kuşu yumurtadan çıkarır.
«Ölüyü diriden
çıkarır», yani meni ve yumurtayı insan ve kuşlardan çıkardığı gibi. Veya
hayatın arkasında ölüm, ölümün arkasında da hayat vardır. Veya kafiri
müslümandan, müslümanı da kafirden çıkarır.
«Yerin ö7ümü»nden
maksat, kurumasıdır. «Diriltilmesi»nden maksat ise bitkileri bitirmesidir. îşte
bu çıkışlar gibi siz de kabirlerinizden çıkarılacaksınız. Çünkü bu da ölümden
sonra bir hayat-tır.
«Topraktan
yaratmakntan maksat, insanın atası olan Adem'in topraktan yaratılmasıdır.
«Nefislerinizden size
eşler yaratmıştır», yani kadınları erkeklerin nutfesinden yaratmıştır. Veya
kadınlar da erkekler gibi beşer cinsindendirler. Veya Havva'yı Hz. Adem'in
kaburgasından yaratmıştır.
«Aranızda sevgi ve
merhamet kılmıştır», yani erkekler ve kadınlar arasında veya beşer cinsinin
fertleri arasında.
Bu, diğer canlılar
arasında sadece insanlara tahsis edilmiş bir özelliktir. Bunu da maişet ve
yaşama için Cenab-ı Hak vermiştir. Veya insanların yaşaması, tanışma,
yardımlaşma gibi faktörlere bağlıdır. Onlar da sevgi ve merhamete
muhtaçtırlar.
Bazı müfessirler
«Buradaki sevgi, cinsî ilişkiden, rahmet de çocuktan ibarettiny demişlerdir.
Cenab-ı Hak başka bir ayette çocuk için «Bizden bir rahmettir» buyurmuştur.
Dillerin ihtilafından
maksat, lûgatlann değişikliğidir. Cenab-ı Hak her insan sınıfına kendi lügatini
öğretmiş veya ilham etmiştir. Onu vaaz etmeye veya o lügati icat etmeye onları
muktedir kılmıştır. Veya konuşmalarının cinslerini, şekillerini değişik yapmıştır.
Çünkü keyfiyet bakımından eşit olan iki konuşmayı duymak hiçbir zaman mümkün
değildir.
«Renklerin
değişmesim&en maksat, kimisini siyah, kimisini beyaz, kumral veya esmer
yapmıştır. Halbuki hepsi de bir kişinin evlâdıdır. Bir kökten (yani Adem'den)
gelmektedirler. Şekiller ve seslerin değişik olmasının hikmeti, tanınmalarıdır.
Yani herkes kendisine verilen simasiyla, suretiyle, şekliyle tanınsın diye
Ce-nab-ı Hak böyle yapmıştır. Eğer sesler aynı olsaydı, suretler bir olsaydı ve
aynı şekilleri ve aynı cinsleri ihtiva etseydi o vakit te-cahul (tanınmama) ve
iltibas (birbirine karıştırma) meselesi ortaya çıkardı ve böylece birçok
maslahat muattal kalırdı. Ahlâk sahibi başkasından ayırt edilsin, düşman
dosttan, yakın da uzak olandan kolayca aynisin diye Cenab-ı Hak böyle
yapmıştır.
22. ayet Cenab-ı
Hakk'ın kudretinin genişliğini, azamet ve kemâlini belirten delillerden
biridir. Bu ayetin sonundaki «Alimin» kelimesi «Alemin» şeklinde de okunmuştur.
Yani bu ya alem veya alim kelimesinin çoğuludur. Bu durumlarda bilginler veya
akıl sahibi olan melekler, insanlar ve cinler için birçok mucizeler vardır
demek olur.
23. ayetten maksat,
gece ve gündüzde sizin uykunuzu yaratması, nefsani kuvvetlerin istirahati ve
tabii kuvvetlerin kuvvet bulması içindir. Bu iki vakitte de maişetinizi arayıp
elde etmeniz sağlanmış oluyor. Veya ayetin mânâsı, geceleyin size uykuyu vermiş,
gündüzleyin arayıp çalışmayı, onun lütfundan birşeyler elde etmek için çabalama
imkânı tanımıştır demektir. Fakat iki zamanı birarada bir atıf harfiyle
zikretmesi iki fiili de bir atıf harfiyle biraraya getirmesi bu iki zamanın
her ne kadar birisi uyku, diğeri çalışma zamanı ise de uyku zamanı çalışmaya,
çalışma zamanı da uykuya elverişlidir mânâsını ifade eder. Bu mânâyı bu hususta
gelen diğer ayetler de takviye etmektedir.
«Dinleyen kavim» den
maksat, anlayış ve ibret dersi almak için dinleyen kavim demektir.
«Onun ayetlerinden
biri de size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesidir». Zira şimşeği
göstermek, misafirin ıslanmamak için tedbir almasını ve mukim bir kimsenin de
ziraatlarını sulamak için hazırlanmasını gerektirir.
[12]
25- Gök ve
yerin O'nun emriyle kaim olması O'nun ayetle-rindendir. Sonra sizi bir tek
çağrı ile çağırdığı zaman, hemen kabirlerden çıkarsınız.
26- Göklerde
ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur ve hepsi de O'na itaat ederler.
27- O
yaratmayı başlatan, (ölümden) sonra onu tekrar iade edecek olandır. İkinci kez
yaratmak O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce misal O'nundur.
O'dur her şeye galip gelen, O'dur hikmetle hükmeden!
28- O size
nefislerinizden bir misal getirdi: Acaba size mık olarak verdiğimiz şeylerde;
mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde sizinle eşit olup birbirinizden
korktuğunuz gibi kendilerinden de korkmakta olduğunuz ortaklarınız var mı?
İşte biz aklını kullanıp düşünen bir kavim için ayetleri böylece tek tek
açıklarız.
29- Hayır,
zulmedenler bilgisiz olarak kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığına kim
hidayet edebilir? Onlar için yardımcılar da yoktur!
30- (Ey
Rasûlüm!) O halde sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, (yani) Allah'ın insanları üzerinde yaratmış
olduğu fıtrata çevir. (Çünkü) Allah'ın yaratışı için değişme bahis konusu
değildir. İşte dimdik ayakta duran din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.
31- Hepiniz
O'na yöneldiğiniz halde (yüzünüzü O'na
çevirin) . O'ndan korkun, namazı dosdoğru lalın ve asla müşriklerden olmayın!
32- (O
müşrikler kî) onlardan dinlerini
parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. Her grup kendi
yanında-kiyle böbürlenmektedir.
[13]
(25-32) «Gök
ve yerin O'nun emriyle kaim olması...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Gök ve yerin onun
emriyle kaim olması», O'nun onlan kaim kılmasıdır. Onların belli yerlerde
durmalarını irade etmiştir. Orada gözle görülen herhangi bir direk, herhangi
bir dayanak da yoktur. Emir tabiri burada kudret ve zenginliğinin kemâlinden
mübalâğadır.
«Göklerde ve yerde bulunan
her şey O'nundur ve hepsi O'na itaat etmektedir» ayetinin yorumunda İbn Abbas
şunları söylüyor: «Hayatta, baki kalmak ta, Ölüm de, hasredilmek te O'na
mecburen itaat etmektedirler. Fakat kâfirler ibadette O'na itaat etmezler.»
«En yüce misâl» den
maksat, tam olan kudret, eksiksiz olan hikmet gibi O'nun hayret verici ve
şaşırtıcı vasıflandır ki bu vasıflar başkası için bahis konusu değildir.
Bazıları «En yüce
misal kelimesi tevhidin işaret ettiği vahda-niyyet vasfıdır» demişlerdir. Çünkü
bu vasıfta hiç kimse O'na eşit olamaz, O'na yaklaşamaz.
Katade «Bu bir darb-n,
meseldir, bir temsildir. Cenab-ı Hak müşrikler için bunu açıklıyor» der. Ayetin
mânâsı şudur: «Herhangi biriniz razı olur mu ki kölesi kendi malında, nefsinde
onun gibi olsun? Elbette razı olmazsınız. Nefisleriniz için böyle bir şeye razı
olmadığınıza göre nasıl oluyor da Allah'a ortak koşuyorsunuz?»
Bazı alimler «Bu ayet
mahlûklar arasındaki ortaklıkta bir asıldır. Çünkü mahlûkatın bir kısmı
diğerine muhtaçtır ve bu ortaklığı da Allah'tan uzaklaştırır)} demişlerdir.
Çünkü Cenab-ı Hak onlardan bunu istediğinde «Onlar bizim kölelerimiz, bize
rızık olarak verdiğin malda bizim ortaklarımız değildirler» demeleri gerekir. O
zaman onlara şöyle denir: Siz kölelerinizin nefislerinize ortak olmasını
uzaklaştırıyorsunuz. Fakat Allah'ın köleleri olan kimseleri nasıl ölüyor da ona
ortak koşuyorsunuz? Bu hükmünüz fasidcür. Görüşünüzün azlığına, kalbinizin
körlüğüne delâlet eder. Bütün bedeni ibadetlerin doğruluğu bu inancın
doğruluğuna bağlıdır. Kalbinde bu inancı doğrulamayan bir kimsenin ibadetleri
kabul olunmaz.
«Allah'ın fıtratnmdan
maksat, Allah'ın dinidir. Dine «fıtrat» denilmesinin nedeni insanların din için
yaratılmış olmasıdır. Zira Cenab-ı Hak «Cin ve insanı ancak bana kulluk
yapsınlar diye yarattım» buyuruyor. Bu kelimeyi içeren 30. ayetin başındaki
hitap, Rasûlullah'adır. Yani dosdoğru dine, İslâm dinine yönel! Yüzün
yönelmesi, maksadın doğrulanması dinî amellere ciddi bir şekilde yönelmesi
demektir. Yüz zikredilmiştir, çünkü o insanın duyularını kapsayan bir
merkezdir ve insanların en şerefli uzvu sayı-Ur.
Ayetin metnindeki
«Hanif» kelimesi neshedilmiş ve tahrif edilmiş bütün dinlerden yüz çevirerek
mutedil bir şekilde Allah'a yönelmek demektir. Ebu Hureyre'den gelen sahih bir
hadiste Rasû-lullah şöyle buyurur: «Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzerine
doğ-masın (İslâm dini üzerinde doğmasın. (Doğduktan) sonra anne ve babası onu
ya yahudi, ya Hıristiyan veya mecusi yaparlar. Tıpkı dört bacaklı hayvanın
azası tam ve bütün, eksikliklerden uzak bir dört bacaklıyı doğurması gibi.
Acaba bu yavruda siz kulağının veya burnunun kesik olduğunu görür müsünüz?
(Yani bu yoktur; fakat siz sonra bunları yaparsınız!)»
Sahabiler: «Ey
Allah'ın Rasûtü! Acaba küçükken ölenden haber verir misin?» diye sormalarına
karşılık Hz. Peygamber de «Onların ne amel edeceklerini Allah biliyordu» diye
cevap verdi.
30, ayetteki «Kayyım
dîn»den maksat, içinde eğrilik olmayan, haktan inhiraf etme bulunmayan din
demektir.
«En büyük taat olan
namazı kılın. Müşriklerden olmayın. Ehli tevhidden, ibadeti sadece O'na has
kılanlardan olun. İbadette ondan başkasını irade etmeyenlerden olun.»
İbn Cerir, Yahya bin
Vazıh'tan, o Yunus bin İshak'tan, o da Yezid bin Meryem'den şöyle rivayet
ediyor:
[14]
«Hz. Ömer, Muaz bin
CebePin yanından geçti. Muaz'a, «Bu ümmetin kıyamı nedir?» diye sordu. Muaz,
«Üç şeydir ve onlar kurtarıcıdırlar:
1- İhlastır.
İhlas, Cenaba Hakk'ın insanlar üzerinde yarattığı fıtrattır,
2- Namazdır.
Namaz, dindir.
3- Taat-tir.
Taat, ismettir (korunmaktır)» dedi. Hz. Ömer, «Doğru söyledin» diyerek onu
tasdik etti.
«Dinlerini tebdil ve
tağyir etmiş müşriklerden olma!» Dinin bir kısmına iman etmiş, bir kısmını
inkâr etmiş müşriklerden olma. Bazı kıraat alimleri «Ferraku» kelimesini
«Faraku» şeklinde okumuşlardır. Yani dinlerini terkeden, kulak ardı edenlerden
olma. Bunlar yahudi, ateşperest, putperest ye diğer bâtıl dinlere mensup
olanlardır. Çünkü Cenab-ı Hak başka bir ayette «Kesinlikle dinlerini
parçalayan <oe gruplara ayrılanlarla senin bir alâkan bulunmamaktadır.
Onların emri ancak Allah'a racidir» buyurmuş, tur. Binaenaleyh bizden önceki
dinlere tâbi olanlar aralarında çeşitli rey ve fikirlere ayrıldılar. Her grup
diğer grubun hiçbir şey üzerinde olmadığını iddia etti. Bu ümmet de (Hz.
Muhammed'in ümmeti de) aralarında ihtilafa düştü. Birçok görüş ileri sürdüler.
Hepsi dalâlettir. Ancak bir tek grup kurtulur. O da sünnet ve cemaat ehlidir.
Onlar Allah'ın Kitabı'na, Peygamber'inin sünnetine yapışmışlardır. Selefin
(sahabe ve tabiin ve ilk zamanlardaki nıüs-lüman imamların) üzerinde
bulunduklarıyla amel ederler. Nitekim Hakim, Mustedrek'inde şöyle rivayet
ediyor:
«Rasûlullah'a: «Bu gruplardan
kurtulan grup hangisidir?» diye soruldu. RasÛlullah cevap olarak: «Benim ve
ashabımın bugün üzerinde bulunduğumuz yol üzerinde bulunan kimseler» dedi.»
[15]
33- İnsanlara
bir zarar dokunduğu zaman Rablerine yönelerek O'nu çağırırlar. Sonra (Allah)
katından onlara bir rahmet tattırdığı zaman onlardan bir grup hemen Rableri'ne
ortak koşarlar.
34- Kendilerine
verdiğimiz nimetlere nankörlük
etsinler. (Ey nankörler!) Şimdi eğlenmeye çalışın. Fakat yakında bileceksiniz.
35- Yoksa
onlara bir delil indirdik de o delil (kendilerine) müşrik olmalarını mı
söylüyor?
36- Biz
insanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinirler. Ellerinin
kazandığından ötürü onlara bir kötülük çattı mı hemen ümidi keserler.
37- Onlar
görmüyorlar mı ki Allah dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve dilediğinin
rızkını da daraltıyor? Kuşkusuz ki bunda iman eden bir kavim için ayetler
(deliller) vardır.
38- (Ey
Rasûlüm!) Öyle ise akrabaya, yoksula,
yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için böyle yapmak
hayırlıdır. İşte onlar felaha erenlerin ta kendileridir.
39- İnsanların
mallarında, artması için
verdiğiniz rib'a (faiz) Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını
isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, böyle değildir. İşte onlar (sevab ve malları)
kat kat artıranların ta kendileridir.
40- Allah
sizi yaratmıştır. (Yarattıktan sonra) rızkınızı vermiştir. Ondan sonra sizi
öldürecektir. Ondan sonra (tekrar) di-riltecektir. Ortak koştuklarınız içinde
bunlardan herhangi bir şey yapabilecek biri var mı? Allah onların ortak
koştuklarından yüce ve münezzehtir.
41- İnsanların
elleri ile kazandıklarından Ötürü karada ve denizde fesad belirdi.
İşlediklerinden bir kısmım onlara tattırıyor ki belki dönerler.
[16]
(33-41) «İnsanlara
bir zarar dokunduğu zaman,,,» Bu Ayetlerin Tefsiri
33. ayetin metnindeki
«Durr» kelimesi şiddet mânâsını ifade eder. «Munîbîne» kelimesi ise dönüş
yapanlar demektir. Yani insanlara bir şiddet isabet ettiği zaman Allah'tan
başka taptıklarından vazgeçip Allah'a dönüş yaparlar. Ayetin metnindeki «Durr»
ve «Rahmet» kelimelerinin nekra getirilmesi, onların sabırlarının olmadığını
gösterir. Az bir musibete karşı feryat, az bir nimeti gördüklerinde de tuğyan
ederler.
«Haydi eğlenin
bakalım. Yakın bir zamanda bileceksiniz» ayeti tehdid ifade eder. Yani ayetin
metnindeki «Fetemetteu» fiili ya emirdir, tehdit için getirilmiştir. Veya
mazidir. Onlar eğlendiler mânâsını ifade eder. Zira lezzetlenmek mânâsını
taşıyan «Temettü» kökünden gelmektedir.
«Bileceksiniz», yani
eğlenmenizin vebalini bileceksiniz.
Ayetin metnindeki
«Sultan» kelimesi, hüccet demektir. Hüccet indirilmesi, onlara bir hüccet
öğrettiğimiz veya haber verdiğimizde mânâsını ifade eder. Hüccetin konuşması
delâlet etmesi demektir. Veya sultan kelimesinden maksat, saltanat sahibidir.
Yani beraberinde hüccet ve burhan olan bir melek indirdiğimizde o melek
konuşur. «İnsanlara bir rahmeti tattırdığımızda», yani sıhhatliten ve geniş
nzıktan ibaret olan bir nimet verdiğimizde, aşın git mek yönünde bununla
sevinirler. Yani sevinçleri aşırı gitme imkâ-mnı elde etmelerinden ileri gelir.
Yoksa nimete karşı hamd ve şükürden ileri gelmemektedir.
Fahreddin Razı
«Rahmet'in kendisiyle meydana geldiği sevinç şer'an yerilmiş, Allah'ın
rahmetine karşı gösterilen sevinç ise Övülmüş sevinçtir» diyor.
[17]
Ayetin metnindeki
«Seyyietun» kelimesi şiddet demektir. Yani ellerinin yapmış olduğu günahlardan
dolayı Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmakla ansızın karşı karşıya gelirler.
Bu ayette dikkat
edilmesi gereken bir nokta vardır: Cenab-ı Hak burada rahmeti Allah'a nisbet
etmiş, seyyieyi ise etmemiştir. Bununla kullarını eğitmiş oluyor ki şerri
Allah'a nisbet etmesinler. Meselâ Fatiha Suresi'nde Cenab-ı Hak «En'amte»
fiilini Allah'a nisbet ediyor, fakat «Elmağdub» lafzını etmiyor. Bu, o hususu
beyan etmek içindir. Rahmetin tattınlmasınm sebebi açıklanmamıştır. Fakat
seyyienin İsabet etmesinin sebebinin açıklanması, rahmetin Allah'tan gelen bir
lütuf olduğuna işaret eder. İkincisi ise bir adalettir, yani isyana karşı
verilen bir cezadır ki bu da adalet olur.
[18]
37. ayetin metnindeki
«Yebsutu» genişletir, bol verir mânâsını ifade eder. «Yekdiru» daraltır, az
verir demektir. Bunlar iman eden bir kavim için ayetler, mucizelerdir. Onlar bu
mucizelerle Allah'ın kudretinin ve hikmetinin tam olduğuna delil olurlar. Bu ayet
zenginliğinin Allah'ın katıksız bir meşiyeti olduğunu, kulun fiili ve amansız
çalışmasının zaruri bir neticesi olmadığını ve yokluğun da kişinin
acizliğinden, çalışmamasından değil de Cenab-ı Hak'kın hükmünden geldiğini
ifade ediyor. Bu durum ancak Allah'ın takdirine iman eden bir kimse için
olumlu olur.
Şair ne güzel
söylemiş: «Akıllı insanın sıkıntısı ile cahil inşa. nm genişliği seni kâmil bir
hâkimin hükmüne irşad etmektedir. Nice akıllı ve bilgin insanlar vardır ki akıl
yönleri tam olduğu halde elleri dardır. Nice cahiller vardır ki malları çoktur
ve zengindirler. Bu Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir!»
«Yakın akrabaya,
yoksula, yolcuya, hakkını ver» ayeti Hz. Muhammed'e hitaptır. Yakın akrabanın
hakkı sıla-i rahimdir, sadaka ve ona karşı yapılan diğer hayırlardır. Yoksul
ve yolcuya da o anda müstehak oldukları şeyleri vermek onların hakkıdır. Bu hitap,
Cenab-ı Hakk'ın hitabında Hz. Muhammed'in asıl, diğer müminlerin de onun tabii
olduklarına işaret eder. Hasan Basri «Bu hitap her dinleyenedir» demiştir.
37. ve 38. ayetlerin
hulâsası şudur: Allah'ın emirlerini yerine getirmek onun rızasını celbeder.
Güzel hayat da Allah'ın rızasının tabiidir. Nitekim Allah'a isyan etmek, O'nun
gazabım celbeder. Kıtlık ve sıkıntı da gazabın ayrılmaz sonuçlanndandır. Bu
ortaya konulduktan sonra ayet şöyle anlaşılır: «Ey Muhammed ve ona tâbi
olanlar» veya «Ey kendilerine geniş rızık verilenler, yalan akrabalarınızın,
yoksulların ve yolcuların hakkını verin!» İmam'm söylediğine göre ayetin
zahirinden anlaşılıyor ki bu haktan maksat mâli haktır. Bazıları bu ayeti farz
olan zekâta hamletmişler-dir. Fakat bu surenin Mekki ve zekâtın da Medine'de
farz oluşu bu tevili gayri sahih göstermektedir. «Sure Mekkidir ama bu ayet
Medine'de nazil olmuştur» şeklindeki iddia ise sahih bir nakle dayanmalıdır.
Böyle bir nakil de ortada yoktur.
«Allah'ın
vechim&en maksat, onun zatıdır. Yani Allah için halisen iyilik yapanlar
kastedilmektedir. Veya Allah'ın zatı Allah' in ciheti demektir. Yani Allah'a
yaklaşmak cihetiyle kastedenler için bu ancak hayırdır.
39. ayetin metnindeki
«Riba» kelimesi zahire göre şer'an haram olan faizdir. Cübbai böyle demiş,
Hasan Basri'den de böyle rivayet edilmiştir. Nitekim bu ayet Beni Sakif ribası
hakkında nazil olmuştur. Onlar riba ile para verirlerdi. Süddi'den
«Kureyş-liler de böyle yaparlardı» şeklinde gelen rivayet de bunu destekle.
inektedir.
İbn Abbas, Mücahid,
Said bin Cübeyr, Dahhak, Muhammed bin Kâb ve Tavus «Bu ribadan maksat faiz
mânâsındaki riba değildir. Bir kimsenin fazla bir mükâfat almak için herhangi
bir kimseye parasını vermesidir. Bu fazlalığa riba demek mecazdır. Çünkü bu,
ziyadeliğin sebebidir» demişlerdir.
îbn Abbas, Hasan ve
Katade «Li yerbuve» fiilini «Literbuve» şeklinde okumuşlardır. Yani onu halkın
malını artırmanız için veriyorsunuz demektir.
«O, Allah katında
artmaz», yani Allah'ın takdirinde, hikmetinde bereketli olmaz.
Allah'ın rızasını
irade ettiğiniz halde verdiğiniz zekâta gelince; işte onu verenler kat kat
verenlerdir. Veya kendilerine verilen kimselerdir.
Eğer ayetteki riba
bildiğimiz haram riba ise bu ayet tıpkı «Allah ribayı yakar, sadakaları
artırır» ayeti gibi olur. Birçok kimsenin kelamından anlaşılıyor ki bu ayet bu
mânâdaki ribayı yasaklıyor. Fakat malûmdur ki, eğer bu ayet böyle bir şeyi
yasaklarsa atiyye mânâsındaki fazlalığı da yasaklaması lâzımdır. Yani «Alan
bana fazlasıyla malımı
geri verecektir» niyetiyle verilen borç mal da böyle olur. Halbuki fakihler
açıkça belirtmişlerdir ki Rasûlul-Iah'tan başkasına bu fazlalık haram değildir.
Yine açıkça belirtmişlerdir ki alacaklının borçlu tarafından fazla verilen
miktarı şart koşmaksızin alması haram değildir. Veren de günahkâr olmaz. Ancak
veren o fazlalığı vermekle sevap sahibi de olmaz. Çünkü o baslıbaşına bir
sadaka değil, kendisine verilen borçla beraber verilen bir fazlalıktır. İvaz
olarak verilen bir şeyde sevap yoktur. O fazlalığı borç zamanı gelmezden önce
vermekte de sevap yoktur.
«İnsanların elleriyle
kazandıkları günahlardan Ötürü karada ve denizde fesad ortaya çıktı» ayetinin
yorumunda îbn Abbas «Yer bitirmez oldu. Denizden çıkan maddeler azaldı,
kesildin demiştir. Bazı müfessirler «Yağmur kesildiği zaman deniz hayvanları
körelir» derler.
Ayetin mânâsı ne
olursa olsun «Berr» den maksat kara, «Bahr» dan maksat denizdir. Katade,
«Berr'den maksat, çöller, kabilelerin bulunduğu yerler, göçebelerin yerleşim
bölgeleridir. Bahr'dan maksat da şehirlerdir. Çünkü Araplar şehirlerin
genişliğinden ötürü onlara deniz mânâsına gelen bahr derler» diyor.
Sa'd bin Ubbade,
Abdullah bin übey bin Selül hakkında «Şu bahrcığın (Medine) ahalisi peygamber
gelmezden evvel ona taç giydirme niyetindeydiler» diyor.
Mücahid «Berr,
denizden uzak olan memleketler, Bahr ise sahiller ve denizin bitişiğindeki
nehirlerin kıyısındaki köy ve kasabalardır» der.
Bu ayetin hükmü
âmm'dır. Yani herhangi bir döneme mahsus değildir. Kiyamet'e kadar insanların
günahlarından Ötürü hem denizde hem karada fesad baş gösterecektir.
[19]
42- (Ey
Rasûlüm!) De ki: «Şu yeryüzünde gezin de çoğu müşrik olan
öncekilerin akıbetinin ne olduğunu bir görün!»
43- (Ey Rasûlüm)
Allah'ın katında dönüşü
olmayan bir gün gelmezden önce
yönünü dosdoğru dine çevir. O gün (insanlar)
bölük bölük olacaklardır.
44- Kim
küfre kayarsa on in küfrü kendi aleyhine olur. Salih amel işleyenlere gelince,
onlar da yerlerini kendileri için hazırlarlar.
45- Allah
iman eden ve salih ameller işleyenleri fazlından mükâfatlandırsın. Şüphesiz ki
Allah kâfirleri sevmez.
46- Size
rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler yüzsün, fazlından (nasibinizi)
arayasımz ve şükredesiniz diye rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi O'nun
ayetlerinden (delillerinden) dir.
47- (Ey
Rasûlüm!) Yemin olsun ki senden önce birçok peygamberi kavimlerine gönderdik.
Onlara mucizeler de getirdiler. Onlan (dinlemeyip) günah işleyenlerin ise
cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize hak olmuştur.
48- Allah o
zattır ki rüzgârları gönderir. Rüzgârlar da bir bulut kütlesini kaldırır ve
Allah o bulutlan gökyüzünde istediği gibi yayar. Onu parçalara ayırır. Bir de
görürsün ki yağmur onların arasından çıkmakta. Artık onu kullarından
dilediğine isabet ettirir. İşte o zaman onlar da sevinirler.
49- Oysa
onlar üzerlerine (yağmur) indirilmezden önce kesinlikle ümitsiz idiler.
50- (Ey
Rasûlüm) Allah'ın rahmetinin eserlerine
bak! Allah yeryüzünü Ölümünden (kupkuru kesildikten) sonra nasıl diriltiyor! (Bu diriltmeyi yapan Allah) ölüleri de
dirilticidir. O her şeye kadirdir.
[20]
(42-50) «(Ey
Rasûlüm!) De ki: Şu yeryüzünde...» Bu Ayetlerin Tefsiri
42. ayet günahların Allah'ın gazabına sebep
olduklarını tekid eden bir ayettir. Allah bu ayette {{Seyredin, günahlarından
ötürü helak edilen ümmetlerin hallerini görün» diyor. Ve böylece 41. ayetteki
hükmü tekid etmiş oluyor.
43. ayetin metnindeki
«Meradde» kelimesi, «red» kökünden gelen bir mastardır. Ayetin mânâsı «Onu
Allah getirdikten sonra geri götürmez» şeklindedir. Yani Allah tarafından onu
reddetmek bahis konusu değildir. Öyleyse başkası haydi haydi bunu reddedemez.
Ayetin sonundaki
«Yessaddeune» fiili parçalanırlar demektir. Yani bir grup cennette, bir grup da
cehennemdedir. Veya şahısların birbirinden ayrılması gibi ayrılırlar. Nitekim
Cenab-ı Hak «Hatırlat o günü ki insanlar yayılmış, ayrılmış çekirgeler gibi
olurlar» diyor. îki grubun ayrılmaması kastedilmemektedir. Zira fiilden
istifade edilen mübalâğa ancak birinci mânâya uygun düşmektedir, ikinci mânâ
da siyak ve sibaka uygun olduğundan dolayı tercih edilmiştir. Zira kelâm
müminler ve kâfirler hakkındadır.
«Salih amel işleyen
kimseler kendileri için yer hazırlamaktadırlar» cümlesinden maksat, onlar nefislerine şefkat göstermiş oluyorlar
demektir.
Ayetin zahirinden
anlaşılıyor ki bu çaba, ölümden sonraki âlem içindir. Cemaa, MÜcahid'den,
«Onlar kabirdeki yerlerini hazırlar demektir» şeklinde bir rivayette
bulunmaktadır.
[21]
«Onun ayetlerinden
biri de rüzgârları müjdeciler olarak gön-dermesidir...». Bu ayetteki
rüzgârlardan maksat, el-Cenub, es-Se-ba, eş-Şimal ve ed-Debur'dur.
Rüzgârların «müjdeci»
olmaları yağmuru müjdelemeleridir. «Allah rahmetinden sise tattırsın»
tabirinden maksat, rüzgârların ve yağmurun arkasından gelen menfaatlerdir.
Meselâ rüzgârlar estiği zaman huşunet kalkar, ağaçlar sulanmış olur ve meyve
verir. ler. Bolluk meydana gelir vs.
Rüzgârların
yararlarından biri de geminin denizde yüriimesi-dir. Çünkü Kur'an'ın nazil
olduğu dönemde gemiler buharlı değildi. Rüzgârla akıp giderlerdi.
Başka bir faydası da
denizde ticaret yapmak suretiyle Allah' m lütfunun aranmasıdır.
47. ayet, Hz.
Peygamber'e bir tesellidir. Ve bu teselli aynı zamanda Rasûl-ü Ekrem'e ilâhi
vaad, ona isyan edenler için de bir tehdidi ilâhidir.
«Kavim»den maksat
kavimlerdir. Yani senden önce peygamberleri kavimlere gönderdik. Nitekim seni
de Kureyş'e gönderdiğimiz gibi.
«Beyyinatlar»dan
maksat, mucizelerdir. «Suç işleyenlerden intikam alırız». Yani onların bir
grubu iman etmiş, bir grubu da peygamberleri tekzip etmişlerdir. Aynen sana
yaptıkları gibi. Biz onlardan intikam aldık.
«Müslümanlara yardım
etmek bizim üzerimize bir haktır» cümlesi müslümanlarm şerefini artıran bir
cümledir. Çünkü onlar Cenab-ı Hakk'ın yardımına müstehak olmuşlardır. Müslümanlardan
maksat, hem peygambere iman edenler hem de peygamberdir. Veya müslümanlardan
maksat, peygamberlerdir. O zaman «el-müminun» üzerindeki eliflâm ahd için olur.
Bilinen müslü-manlar ki peygamberlerdir. Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre Cenab-ı
Hak bu yardımı dünyada yapacaktır. Bazı rivayetlerde bu yardımın sadece dünyada
değil hem dünyada hem de Ahiret'te yapılacağı bildirilmiştir. Yani bu vaad
bütün müminler içindir. Böylece peygamberlerden ümmetlerine kadar herkes bu
vaade dahil olmuş olmaktadır.
48. ayette geçen
«Allah rüzgârları gönderir» cümlesinden maksat, daha önce bahsi geçen
rüzgârların mübhem kalan durumlarını açıklamaktadır. Yani Cenab-ı Hak
rüzgârları harekete geçirir, dağıtır. Onlar da tam manasıyla havada Allah'ın
dilediği şekilde yayılırlar.
Bu ayetteki «sema»
kelimesinden maksat havadır, yüksek buluttur. Yoksa bizim bildiğimiz gök
değildir.
Ayetin metnindeki
«Kisefen» kelimesi «parçalar», «ELVedk» kelimesi de «yağmur» demektir. Bu
yağmur o parçaların arasından gelir. Yani bulut parçalan arasından. Bu yağmur,
Allah'ın di-îediği kullarının memleketlerine ve arazilerine isabet ettiğinde onlar
hemen sevinirler. Halbuki onlar yağmur gelmezden önce mu-tehayyir ve şaşkın bir
vaziyette idiler.
Tefsir alimlerinden
bazıları «49. ayetteki «min kabil» kelime-sindeki zamir ziraate racidir»
demiştir. Yani ziraat etmelerinden Önce... Ba-zılan «buluta racidir» demiştir.
Yani bulutu görmezden önce onlar ümitsiz idiler.
«Allah rahmetinin
eserlerimden maksat, yağmurun inişinden sonra meydana çıkan bitkiler, ağaçlar
ve çeşitli meyvelerdir.
«Yerin ölümü>mden
maksat, kuruması, bitkilerinin solması ve parçalanmasıdır. Cenab-ı Hak bu
ölümden sonra yeri garip bir şekilde tekrar diriltir, rengârenk çiçekler
çıkarır. «Buna bak», yani Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, rahmetinin
genişliğine dikkat et.
«Şüphesiz ki şanı yüce
olan Allah ölüleri diriltmeye kadirdir». Ölülerin dirilmesi de ölen yerin
dirilmesi gibidir.
«O her şeye kadirdir»
cümlesi daha önceki cümlenin bir yorumudur. Yani Cenab-ı Hakk'ın herşeye kadir
olmasının bir parçası da ölenleri yağmurla diriltmesidir.
[22]
51- Yemin
olsun ki biz bir rüzgâr göndersek ve onu (eserini) sararmış görseler, bunun ardından hemen
nankörlük yaparlar.
52- (Ey
Rasûlüm) kesinlikle sen ölülere duyuramazsın. Arkalarını çevirip giden
sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
53- Ve sen
körleri sapıklıklarından (kurtarıp) yola getirecek de değilsin. Sen ancak
ayetlerimize iman edenlere duyurursun. Onlar teslim olanlardır.
54- Allah o
zattır ki sizi bir
zaaftan yaratmıştır. Sonra zaafın ardından bir kuvvet meydana
getirmiştir. Daha sonra kuvvetin ardından bir zayıflık ve ihtiyarlık
vermiştir. Dilediğini yaratır. Hakkıyla bilen ve yüce kudrete sahip olan ancak
O'dur.
55- Kiyamet'in
kopacağı gün suçlular (dünyada) bir
saat* ten başka kalmadıklarına dair yemin edecekler. İşte onlar (dünyada da
haktan) böyle döndürülüyorlardı.
56- Kendilerine ilim ve
iman verilmiş olanlar
«Andolsun siz Allah'ın Kitabı'nda
(belirttiği) o tekrar dirilme
gününe kadar kaldınız. İşte bu o tekrar dirilme günüdür. Fakat siz
bil-memezlikten geliyordunuz» dediler.
57- Artık o
gün zulmedenlerin mazeretleri fayda vermeyecektir. Onlardan Allah'ı razı
etmeye çalışmaları da istenmez.
58- Andolsun
ki biz bu Kur'an'da insanlara her misâlden verdik. (Ey Rasûlüm)
andolsun ki onlara bir ayet
(mucize) getirdiğinde o kâfir
olanlar, «Siz ancak batıl şeyleri ortaya atmaktasınız» derler.
59- İşte
böylece Allah, bilmeyenlerin kalpleri üzerine mühür basar.
60- (Ey
Rasûlüm!) Artık sabret. Allah'ın vaadi şüphesiz ki gerçektir. Sakın
inanmayanlar seni gevşekliğe sevketmesinler.
[23]
(51-60)
«Yemin olsun ki biz bir rüzgâr göndersek...»
Bu Ayetlerin Tefsin
51. ayetteki «Onu sararmış gördüler»den maksat,
bitkiyi solmuş gördüler demektir. Veya o eserin solmuş olduğunu gördüler. Zira
«bitki» mânâsına gelen «nebat» kelimesi aslında mastardır. Aza da çoğa da
denilmektedir. Sonra yerden çıkan bitkilere isim olarak verilmiştir.
îbn İshak «Zamir
buluta racidir» diyor. Yani bulutu sararmış, yağmur yağdırmaz görürlerse
demektir. Bazı müfessirler ise rüzgâra racidir demişlerdir. Fakat bu iki yorum
da zayıftır.
52. ayet Rasûl-ü Ekrem'e hitap ediyor. Aynı
zamanda daha önce anlaşılan mânânın da nedenini teşkil eder. Sanki Rasûlullah'a
«Onlar hidayete gelmediMeri için sakın üzülme. Çünkü sen ölülere
dinletemezsin» denilmektedir.
[24]
AUame Îîjn'ul-Hemmam
der ki «Meşayihimizin çoğu ölünün duymadığında karar kılmışlardır. Delil
«Kesinlikle sen ölülerei dinletemezsin» ayetiyle «Sen kabirde olanlara
dinletemezsin» ayetleridir. Bunun için Hanefiler kabir telkini yoktur
demişlerdir. Hanefiler'e göre bir kişi ben
falan adamla konuşmam diye yemin
eder ve Öldükten sonra konuşursa kendisine keffaret düşmez.»
Seferani,
«El-Buhur'uz-Zahir» adlı kitabında Aişe validemizin ^(Ölülerin dinlemesi
yoktur» dediğini nakleder. Alimlerden bir grup da Aişe validemize tâbi
olmuşlardır.
Kadı Ebu Ya'la
el-Hanbeli, «ELCami'uLKebir» adlı kitabında Aişe validemizin görüşünü destekler
ve şu ayetle delil getirir: «Sen de ölülere söz dinletemezsin.»
Ehli ilimden bazı
gruplar ölüler diriler gibi olmasa da onla-rın söz dinlediklerini
savunmuşlardır. İbn Abdilberr, «Alimlerin çoğu bu kanaattadır. Ve bu aynı
zamanda İbn Cerir et-Taberi ile İbn Kuteybe'nin görüşüdür. Onlar Müslim ve
Buhari'de Enes'in Ebu Talha'dan rivayet ettiği şu hadise dayanmaktadır:
«Bedir Günü'nde
müslümanlar müşrikleri mağlup ettiklerinde, Rasûl-ü Ekrem 24 müşrik leşinin
—ki Kureyşin ileri gelenlerin-dendiler— Bedir kuyularından birisine atılmasını
emretti. Hz. Peygamber onlara:
«Ey Eba Cehil bin
Hişam! Ey Umeyye bin Halef! Ey ütbe bin Rebia!
Rabbinizin size
vaadettiğini hak olarak buldunuz mu? Kesinlikle ben, Rabbimin bana
vaadettiğini hak olarak buldum» dedi. Hz. Ömer «Ey Allah'ın Rasûlü! Sen ruhsuz
cesedlerle mi konuşuyorsun?!} diye sorar. Hz. Peygamber, «Muhammed'in nefsini
elinde tutana yemin ederim, onlar benim sözlerimi sizden daha iyi duyarlar»
diye cevap verdi.»
Müslim'in rivayeti
Enes'ten gelmiştir: «Onlar icabet etmeye kadir değildirler». Yani cevap
veremezler.
Bir de Buhari'nin
Sahih'inde yer alan şu hadisi delil getirirler: «Kul kabrine konulduktan sonra
arkadaşları dönüp evlerine giderken onların papuçlarının takırtısını dinler.»
«Ölü duyamaz» diyenler
bu hadislere ve bu ayete şöyle cevap vermişlerdir:
«Süheyli'ye göre bu
ayet, tıpkı «Sen sağırlara dinletebilir misin? Sen köre hidayet edebilir
misin?» ayeti gibidir. Yani Cenab-ı Hak dinletir, ancak O hidayet eder.
Büyük alimlerden bazıları
da «Sen, Allah dinletmedikten sonra onlara dinletemezsin veya onlara yarar
sağlayacak bir şekilde onlara dinletemezsin» mânâsını vermişlerdir. «Onlar
dinlemezler» diyenler derler ki «En doğru olanı, ayeti tevil etmemektir. Ayetin
zahirine yapışmaktır. Ancak zahirin hilafını gerektiren bir şey tahakkuk ederse
zahirden vazgeçilir.»
Ayrıntı için Alusî'nin
tefsiri incelenebilir.
[25]
54. ayette sözü edilen
insanların yaradılışının temelini teşkil eden zaaf, menidir. Zira Cenab-ı Hak
başka bir ayette «Sizi kıymetsiz bir sudan yarattı» demektedir. Veya «Sizi
başlangıçta zayıf olarak yarattı» demektir. Nitekim başka bir ayette «İnsan
zayıf olarak yaratılmıştır» buyurulmaktadır. Zayıflıktan sonra gelen kuvvetten
maksat, erginlik çağına ermekteki kuvvettir veya ruhun bedenlere yapışması
demektir. Kuvvetten sonra tekrar meydana gelen zayıflıktan maksat ise
yaşlılıktır. Beyazlıktan maksat da kuvvetlerinin ve zahirlerinin bozulması,
renklerinin sararma-sıdır.
55. ayetteki «Saat»ten maksat Kıyamet'tir.
Mücrimler kabirlerde ancak bir saat kadar durduklarına dair yemin ederler.
Yani «Biz ölümden sonra az bir zaman kabirde kaldık» derler. Katade' nin
rivayetine göre ifade dünyada bir saatten fazla durmadık anlamana gelir. Fakat
birinci tefsir daha çok tercih edilmiştir. Çünkü o daha açıktır. Zira onlann
kabirde kalmaları, haşre gönderil-meleriyle sonuçlanmaktadır. Fakat dünyadaki
hayatları böyle değildir.
Mücrimlerin dünyadaki
durak müddetlerini bîr saat saymış olmaları da mümkündür. Çünkü onlar dünyadan
yararlanmadılar. Yararlanması olmayan çok az demektir. Yararlılıkla beraber
olan azın çok olması gibi. Bu yalanlar gibi onlar dünyada da yalan söylerler,
doğruluktan yüzçevirirler. Bu ayetin şevkinden maksat, mücrimlerin bu
vasıflarında ne kadar battıklarını, yalanda dalıp gittiklerini ve bâtıl
üzerinde ısrar ettiklerini belirtmektir.
56. ayetteki {(İlim ve imanı elde edenler»den
maksat, melekler veya insanlardır. Yahut da hem insanlar hem de insanlardan bu vasfı derleyenlerdir.
İşte o müslümanlar, o ilim sahipleri onlara «Sis Allah'ın Kitabı'nda», demekle
yani Allah'ın ilminde, kazasında veyahut yazdığında, tayin ettiğinde veya
Levh'il-Mahfuz'da veya Kur'an'da demiş olmayı kastetmektedirler.
«İşte bu dünyada size
vaadedüen haşr günüdür». Sanki onlara «Siz dünyada hasrı inkâr edici iseniz
işte bu onun günüdür. Size inkârınızın bâtıl olduğunu haber veriyoruz»
denmektedir.
«Andolsûn biz bu
Kur'an'da insanlara her çeşit misali anlattık» cümlesinden maksat, her sıfatı
insanlar için vasıflandırdık demektir. Onlar
garabetlerinde bir temsil
idiler. Kıyamet Günü'nde
gönderilenlerin sıfatı, onlann dedikleri ve onlara denilen onlann mazeretlerinin
fayda vermediğini, onların özür dilemelerinin dinlenilmediğini ispatlar.
«Meseleden maksat garip sıfattır. «Bu Kur'an»6zn. maksat ya bu suredir veya
bütün Kur'an'dır. Bütün Kur'an olması daha zahirdir.
Bazılan «Ayetin
mânâsı, andolsûn biz insanlara her temsilden, tevhidi, haşn haber veren,
peygamberin doğruluğunu sergile-yen temsiller getirdik demektir» demişlerdir.
Yani ayetin başındaki «Darebna» fiili açıklama mânâsına gelen «Beyyenna»
mânâsını ifade eder.
Bazılan «Meselden
maksat delildir. Acaib, garip delildir. Kur'-an'dan maksat da bütün Kur'an'dır»
demişlerdir.
«Andolsûn eğer onlara
bir ayet getirsen, kâfir olanlar kesinlikle «Siz tezvir yapanlardan başkası
değilsiniz» diyeceklerdir.»
Bu cümlenin içinde
geçen «ayet» kelimesinden maksat, Kur'an ayetlerinden birisidir. Veya onlann
Rasûl-ü Ekrem'den istedikleri mucizelerden bir mucize demektir. Yani
istedikleri mucizelerden bir mucize de getirsen yine böyle diyeceklerdir
demektir.
Fahreddin Razi'ye göre
«Onlara bir ayet getirsen» fiilindeki hitap ve «Sizler» mânâsını ifade eden
«Entum»daki çoğul tabirinde bir latife vardır. Yani, «Ey Muhammedi Eğer sen
onlara bütün mucizeleri veya bütün ayetleri getirsen, peygamberlerin getirdiği
bütün mucizeleri getirsen, onlar «Peygamberlik iddiasında bulunan siz
peygamberler, hepiniz, iptalcüer, tezvircilersiniz» diyecek-terdir,»
[26]
Ayetin metnindeki
«Yetbau» mühürlemek mânâsına gelir. «Bilmeyenler», yani ilim talep etmeyenlerin
kalplerine bu mühür vurulur. Hakkı aramayanların, hurafelere bid'atlara tâbi
olanların, onlarda ısrar edenlerin kalplerine Cenab-ı Hak mühür vurur. Ve
cehaletleri mürekkeb bir cehalet olur. Onların hakkı iddia etmelerinin önünde
bir sur olur.
60. ayet Hz.
Peygamber'e hitap ediyor. Yani Allah'ın onların kalplerine mühür vurduğunu
bildikten sonra onlardan gelen şiddetlere karşı sabır göster. Bâtıl söz ve
fiillerine, kötülüklerine karşı sabırlı ol. Kesinlikle Allah'ın vaadi haktır.
Allah sana yardımı vaadetmiştir. Senin dinini galip getireceğini vaadetmiştir.
Hak kelimeyi yücelteceğim vaadetmiştir. Bu vaad mutlaka yerine getirilecektir.
Bundan şüphen olmasın!
«Yakın» sahibi
olmayanlar, okuduğun ayetleri yalanlamak suretiyle sana eziyyet verenler seni
hiffet ve sarsıntı üzerine hamletmesinler. Onların «Siz peygamberlik
iddiasında bulunanlar ancak ip. talcilersiniz» şeklindeki sözleri seni üzmesin.
Çünkü onlar şüphecidirler, sapıktırlar. Böyle sözlerin onlardan çıkması hiç de
garip değildir.
Bazıları «Yakın sahibi
olmayanlardan maksat, Allah'ın vaadinin hak olduğuna kesinlikle
inanmayanlardır» demişlerdir.
[27]
RUM SUHESÎ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/6.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/6-7.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/8.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/9-10.
[5] Alûsî, Ruh'ul-Meâni, cilt: 21, sh: 19
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/10-13.
[5] Alûsî, Ruh'ul-Meâni, cilt: 21, sh: 19
[6] Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, 'cilt: 2, sh: 637
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/13-16.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/16.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/18.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/19-21.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/23.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/24-27.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/29.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/30-32.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/32-33.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/35.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/36-37.
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/37.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/37-40.
[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/42.
[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/43-44.
[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/44-46.
[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/48.
[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/49.
[25] Alusî, Ruh'ul-Meani, cilt: 21, sh: 55-56, vd.
[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
13/49-53.