RUM SÜRESİ 2

Giriş. 2

Sürenin Genel Hatları 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Bahse Girmek. 3

Doğu Romalılar'ın İranlılar'a Galip Gelmesi 4

Müzminlerin Sevgi Günü. 5

Meal 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 6

Meal 7

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 8

Ümmetin Kurtarıcıları 8

Meal 9

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 9

Felâketlerin Sebebi Günahlardır 10

Fakirlik Ve Zenginliğin Sebepleri 10

Meal 11

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 11

Rüzgârların Faydası 11

Meal 12

Dirayüt Ve Rivayet Tefsiri 13

Ölüler Dinleyebilirler Mi?. 13

Bid'atçıların Kalbi Mühürlenir 14

 


RUM SÜRESİ

 

Giriş

 

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 60 ayettir.

Bu sure İbn Abbas ve İbn Zübeyr'den gelen rivayete göre Mek-kîdir, yani hicretten önce nazil olmuştur. Hatta îbn Atiyye, «Afefc. ki oluşunda hiçbir ihtilaf yoktur» demiş ve hiçbir ayetini istisna etmemiştir.

Hasan Basri «Bu surenin tamamı Mekkidir, Ancak 17. ayet Medine Dönemi'nde nazil olmuştur» der. Fakat Hasan Basri'nin bu görüşü cumhurun mezhebine ve herkes tarafından benimsenen tefsire ters düşmektedir. Bu surenin ayetleri 60'dır. Bazı müfes-sirlere göre 59'dur. Bu surenin kelimeleri 819'dur. Harfleri 3534 tür. [1]

 

Sürenin Genel Hatları

 

1- Romalılarla Farslar'ın savaşları

2- İnsanların gafleti ve tefekküre davet edilmesi

3- İbret dersi almak için seferlerin tertip edilmesi, zalimlerin akıbeti

4- Allah'ın kuvvet ve kudreti

5- Kıyamet'te mücrimlerin ümitsizliği, şefaatçılann olmaması

6- îman edip salih amel işleyenlerin güzel akibetleri

7- Küf­re kayıp Kur'an ve Kıyameti inkâr edenlerin korkunç durumları

8- Allah'ın takdis, tenzih ve sıfatlan

9- Zalimler ilimsiz olarak heva ve heveslerine tâbi olurlar

10- Rasûl-ü Ekrem'e doğru olan (Hanif) dine yönelmesinin emredilmesi

11- Allah'a yönelmek, namaz kılmak ve müşriklerden olmamak emirlerinin İnsanlara ve­rilmesi ve müşriklerin çeşitleri

12- İnsanların tutumu ve nan­körlüğü

13- Yakın akrabaya, miskine ve yolcuya haklarının ve­rilmesinin emredilmesi

14- Zekâtın neticeleri

15- Allah'ın sı­fatlan

16- İnsanlann yaptıklan fitneden ötürü karada ve deniz­de fesadın ortaya çıkması ve felâketin çoğalması

17- İbret al­mak için seyahat ve doğru dine tabi olma emri

18- Kâfirin küf­rünün ve müminin imanının kendilerini iltizam etmesi

19- Allah ne yaparsa insanlann yaran için yapar

20- Hz. Peygamber'e te­selli vermek için peygamberlere karşı gelenlerin kötü akibetle-rinin gösterilmesi

21- Allah'ın genel sıfatlan, yağmurun rahmet olması ve hasrın genel delilleri

22- Hz. Peygamber'in kimlere söz dinletebileceği ve Allah'ın genel kuvvet ve kudreti

23- Kıya-met'in kopmasında müminlerin mücrimlere söyledikleri

24- Kı­yamet'te mazeretin kabul edilmemesi

25- Peygamber ve insanla­ra her temsilin açıklanmış olması

26- Kâfirlerin hakikate karşı tavirlan ve sabrın emredilmesi.[2]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

1- Elif, Lam, Mîm.

2- Rumlar (İranlılar'a karşı) mağlup oldular.

3- (Arap Yanmadası'na)  en yakın bir  yerde. Ama  on­lar bu mağlubiyetlerinden sonra kesinlikle galip gelecekler.

4- Birkaç yıl içinde.Emir (durum) bundan önce de bun­dan sonra da Allah'a aittir. İşte o gün müminler sevineceklerdir.

5- Allah'ın yardımıyla. Allah dilediğine yardım eder. O'dur her şeye gâlib ve esirgeyici olan! [3]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-5)   «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar (İranlılar'a karşı),..» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Rum» büyük bir kavmin adıdır. Rumi bin Yunan Ayçan bin Yafes bin Nuh'tan gelmedirler. «Arz» kelimesinden maksat, Roma-hlar'ın diyarıdır. Çünkü Mekke ehline en yalan yer orasıydı. Veya arzdan maksat, Mekke arazisidir. Çünkü Mekkeliler'ce bilinen «Arz» orasıydı. Bu takdirde yakınlık, Rumlar'a nazaran olur. Veya arzdan maksat, Rum diyarıdır. Yakınlıktan maksat da düşmanları olan îranlılar'a yakın olmalarıdır. Çeşitli yollardan gelen rivayet­lerden anlaşılıyor ki Romahlar'la İranlılar arasında miladi 613 ta­rihinde vaki olan harp, Şam diyarının Ezruaat ve Busra bölgeleri arasında olmuştur. İbn Abbas ve Süddi «Ürdün ve Filistin'de ol­muştur» der. Mücahid «Cezire ve dolaylarında oldun der. Cenab-i Hak bu ayetlerde 613'de nıağlub olan Rumlar'm kısa bir dönem sonra galip geleceklerini söylemektedir.

.Dördüncü ayetteki «Biâ"» kelimesi üçten ona kadar demektir. Bazıları «Birden dokuza», bazıları «Beşle on arası» demişlerdir.

Surenin adını almış olduğu Romalılar'Ia İranlılar arasındaki savaş Özetle şöyledir: Bu ayet indiği zaman İran II. Husrev'in, doğu Romada Herakliyus'un hükmü altında bulunuyordu. Bu iki devlet uzun zamanlardan beri savaşıp duruyorlardı. Rasûl-ü Ek­rem'in risaletinin 5. yılında (613'de) bu iki devlet tekrar kanlı bir savaşa giriştiler. Doğu Roma devleti hıristiyan ve kitap ehliydi. İranlılar ise ateşe tapıyorlardı ve Mekkeliler gibi müşrik idiler. Haliyle müslümanlar kitap ehli olan Romalılar'ı, Mekkeliler de ateşe tapan ve müşrik olan İranhlar'ı tutuyordu. Ve savaşın netice-si sabırsızlıkla bekleniyordu. İki devlet arasındaki sınır Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde birleşiyordu. Filistin, Suriye, Mısır, Irak'ın bir kısmı ve Anadolu, Doğu Romalılar'ın elindeydi. İranlılar Doğu Roma'ya iki taraftan hücum etti. Dicle ve Fırat üzerinde, Suriye, Azerbaycan ve Ermenistan tarafından taarruz ettiler. İran ordu­ları Romalılar'ı her iki cephede de geri atarak denize dökünceye kadar takip etmişti. Suriye'deki bütün mukaddes şehirler zaptedil-mişti. Miladî 614 senesinde Filistin zaptedilmiş, istilacı İranlılar kiliselerin tamamını yakıp ytfçmıS, yüzbinlerce günahsız insan kı­lıçtan geçirilmişti. İran Şehinşahı'nın sarayı 30 bin kafa ile adeta süslenmişti. 616'da Mısır, İskenderiye'ye kadar zaptedilmişti. Di­ğer taraftan Anadolu tamamen istilâ edilmiş, İran orduları İstan­bul'a, boğaziçine kadar varmıştı. Doğu Roma İmparatorluğu'nun payitahtı olan İstanbul'un durumu böylece tehlikeye girmiş ve sa­vaşın bu şekilde neticelenmesi müslümanlan müteessir etmişti. Mekke müşrikleri ise sevinmişler ve Hz. Muhammed'e «Sizinle harbedersek sisin akıbetiniz de böyle olur» demişlerdi. İşte bu kanlı savaş esnasında Allah'ın Rasûlü'ne bu ayetler gelmiştir ve bu ayetlerde Romalıların yakın bir dönemde galip gelecekleri ilâ­hî ihbarla bildirilmiştir. [4]

 

Bahse Girmek

 

Bu ayetler müşriklerin kafasına hiç girmeyen ve çok uzak bu­lunan bir şey vaadediyordu: Romalılar yeniden canlanacak, İran-lılar'a karşı savaşacak ve galip gelecekler. Buna hiçbir müşrik inanmıyordu. Hz. Ebubekir sevinen kâfirlere, «Sizin şirkte karde. siniz olan İranhlar'ın Romalılarda galip gelmesine seviniyor musu­nuz? Sakın sevinmeyin .Allah sizin gözlerinizi aydınlatmayacaktzr.

Allah'a yemin ederim, Romalılar kısa bir devre sonra îranlılar'a galip gelecektir. Peygamberimiz bize bunu haber vermiştir» deyin­ce Mekke'nin   azılılarından ve   Rasûlullah'm baş   düşmanı   olan Ubey bin Halef ayağa kalkarak Hz. Ebubekir'e «Yalan söylüyor­sun» dedi. Hz. Ebubekir, «Asıl sen yalan söyleyenlerdensin, Ey Al­lah'ın düşmanı! Ben on deve ile seninle bahse girebilirim. Eğer üç seneye kadar Romalılar galip gelirse on deveyi sen vereceksin. İranlılar galip gelirse ben sana on deve vereceğim» dedi. Böyle ce Ubey bin Halefle Hz. Ebubekir arasındaki bu iddia tahakkuk etti. Hz. Ebubekir Rasûl-ü Ekrem'e gelerek hadiseyi ona nakletti. Hz. Peygamber:

«Böyle    söylemeyecektin. Çünkü bid' kelimesi üçten dokuza kadar mânâsını ifade eder. Git şart malım artır, müddeti uzat» dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, Ubey'le karşılaştı ve «Sen ga-liba pişman olmuşsun» dedi. O da «Hayır» deyince Hz. Ebubekir: «O halde gel de şart koştuğumuzu artıralım, müddeti de uzatalım. Şart koştuklarımızı yüz deveye çıkaralım, müddet de dokuz sene olsun» dedi. Ubey de bunu kabul etti. Hz. Ebubekir hicrete hazır­landığı dönemde Ubey, Hz. Ebubekir'e   «Farslar Rumlar'a galip geldiği takdirde bana vermen gereken yüz deveye karşılık bir ke­fil bırak» diyerek onun yakasına yapıştı. Böylece Hz. Ebubekir he­nüz iman etmemiş olan oğlu Abdurrahman'ı kefil bıraktı. Ubey de Uhud Savaşı'na çıkmak istediği zaman Abdurrahman ondan bir kefil istedi. O da Abdurrahman'a bir kefil verdi. Ubey, Rasûlullah' tan almış olduğu yara ile Mekke'ye geldi ve orada öldü. İddianın yedinci senesinde Romalılar galip geldiler.

Bazı rivayetlere göre tam Hudeybiye Günü'nde Romalılar'ın galip geldiği teyid edilmektedir. Tirmizi'nin rivayetine göre Bedir Günü'nde müslümanlar müşriklere, Romalılar da İranlılar'a galip gelmiştir ve Hz. Ebubekir, Ubey'in varislerinden yüz deveyi alarak Rasûlullah'a getirmiş, Rasûlullah da bu develeri sadaka olarak da­ğıtmıştır.

Ebu Ya'Ia, İbn Ebi Hatim, İbn Merduveyh ve İbn Asakir'in Berra bin Azib'den rivayet ettiklerine göre Rasûl-ü Ekrem «Bu haramdır. Onu tasadduk et» demiştir.

Bu rivayetlerde şu şekilde bir itiraz vaki olmuştur: Eğer ku­marın haram olmasından önce hadise olmuşsa —ki İbn Cerir, İbn Ebi Hatim ve Beyhaki Katade'den, Tirmizi de Neyyar bin Mut'im-den böyle rivayet ediyorlar ve zahir de budur. Çünkü sure hicretten Önce nazil olmuştur. İçkinin ve kumarın haram edilme­si ise Kur'an'in en son inen ayetidir— Rasûl-ü Ekrem niçin «Bu haramdır. Onu sadaka ver» buyurmuştur? Eğer kumar haram edildikten sonra ayet nazil olmuşsa, helâlle karışık olmayan bir haramı tasadduk etmeyi nasıl emrediyor? Halbuki o malın sahibi bellidir ve Ubey'in varisleridir. Malın onlara geri verilmesinin em-redilmesi gerekirdi. Eğer «Bu harbi bir maldır, hadise Mekke'de olmuştur, Mekke de fetihten önce darulharp idi» denirse Ebu Ha-nife ile İmam Muhammed'e göre darulharpte fasid akidler de ca­izdir. O zaman bu mal haram olmaz. Ve dolayısıyla bu rivayet de sahih olamaz. Bu rivayetin sahih olmadığı sabit olunca da sadaka verme emri yerinde kalır. Bu takdirde Rasûlullah'm görmüş ol­duğu bir maslahattan dolayı caiz olur ve helâli sadaka vermek an­lamına gelir. Bu, kumarın haram olmasından önce ise —ki güve­nilir olan da budur— bu zaten açıktır. Eğer kumarın haram edil­mesinden sonra ise Ebu Hanife ve Muhammed «Darulharpte müs-lümanlaY ile kâfirler arasında fasid akidler caizdir» 'demişler ve buna delil olarak da Hz. Ebubekir'in bu hadisesini göstermişler­dir. Rivayetler birbirlerini şu hususta desteklerler: Rasûl-ü Ekrem, Ebubekir'e bu şartı niçin yaptın diye karşı çıkmamış, ancak üç se­neye bağlanmasına itiraz etmiş ve senelerin artırılması için onu ir-şad etmiştir.

Eğer «Bu haramdır, onu sadaka ver» şeklindeki hadis sahih ise o vakit hadisin metninde geçen ve haram şeklinde tefsir ettiği­miz «Suhtıt» kelimesi haram mânâsında değildir. Belki ar ve mürüvvet eksikliğine sebep olan demektir. Sanki bu insanın mürüv­vetini söker götürür ve insana bir ar olur. Nitekim Hz. Peygam-ber'in «Haccamm kazancı suhuttur» hadisinde de suhut bu mâ­nâya alınmıştır. Ragıb «Bunun suhut olması dini değil, mürüvve­ti götürmesinden dolayıdır» der. Sanki Hz. Peygamber, bu deve­lerin elde edilişi her ne kadar helâl ise de Ebubekir'in mürüvve­tine halel getireceğinden Tauna suhut denilmiş ve sadaka olarak ve-rilmesini emretmiştir. Bu, Rasûlullah'ın bu şekilde iddiaya girme­yi yasaklaması mânâsına gelmez. Üstelik bu, Rasûlullah'ın getir­diğinin doğruluğuna da kesinlikle inanmanın açıklanmasıdır ve Rasûlullah'ın Hz. Ebubekir'in salih olduğunda herhangi bir şüp­hesi yoktur. O, Hz. Ebubekir bu malı kazandığı zaman kendisine tasadduk emrini verirse onun muhalefet etmeyeceğini biliyordu.

Bazıları «Suhut bazen mekruh bazen de haram mânâsında kullanılır. Burada mekruh mânâsında kullanılmıştır» demişlerdir. Fakat bu görüşte nazar vardır. Suhut bu hadiste haram manasına­dır. Bu hadisten «Haramı sadaka vermek caizdir» şeklindeki görü­şe iltifat edilemeyeceği anlaşılmaktadır [5]

 

Doğu Romalılar'ın İranlılar'a Galip Gelmesi

 

İkrime'den gelen rivayete göre İran orduları Roma'yı mağ­lup ettikten sonra ordu kumandanı Ferhan bir içki meclisinde ar­kadaşlarına «Ben kendimi rüyamda Kisra'nın tahtı üzerinde otur­muş gördüm» dedi. Bu haber Kisra'nın kulağına gitti. Kisra, onun ağabeyisi V3 başkumandanı olan Şehriyar'a şöyle yazdı: «Bu mek­tubum eline geçtiğinde Ferhan'ın başını bana gönder», Şehriyar, Kisra'ya şu cevabı yazdı: «Ey Kral! Kesinlikle sen Ferhan gibi bir kurnandan, bir bahadır bulamazsın. Onun savaş taktikleri vardır. Düşmanda onun korkusu vardır. Bunu yapma.» Kisra ona tekrar yazdı: «îran ordusunda onunyerine geçecek kimseler vardır. Derhal başım bana gönder.» Şehriyar yine imparatora bir mektup yazdı. Bu sefer imparator öfkelendi. Ona herhangi bir cevap vermedi. Fakat İran ordusuna bir elçi gönderdi ve «Ben Şehriyar'ı başkumandan­lıktan azlettim, Ferhan'ı size başkumandan yaptım» diye bildirdi. Sonra elçiye bir ince mektup verdi ve dedi ki «Ferhan kumandan­lığı devraldıktan ve kardeşi de onun emrine girdikten sonra ona bu pusulayı ver.» Şehriyar, Şehinşah'tan gelen emri okuduktan sonra «Başüstüne» diyerek tahttan indi, Ferhan tahta çıktı. Ferhan tahta çıktıktan sonra elçi ona o küçük kâğıdı verdi. Kâğıdı oku­duktan sonra «Bana Şehriyar'ı getirin» dedi ve onu, boynunu vur­mak üzere, huzuruna aldı. Şehriyar «Acele etme. Ben vasiyetimi ya­zayım. Ondan sonra boynumu vur» dedi. Ferhan «Yaz» dedi. Şeh­riyar çantasını istedi. Kisra'dan Ferhan'm Öldürülmesi için gelen mektupları çıkardı, Ferhan'a verdi ve «Bütün bunlar senin hak­kında Kisra'nm bana yazdıklarıdır. Ve sen beni bir tek mektupla öldürmek istiyorsun» dedi. Bunun üzerine Ferhan başkumandan­lığı yeniden kardeşine verdi. Şehriyar bu sefer Doğu Roma İm­paratoru Kayser'e şunları yazc^:

«Benim seninle görüşülecek bir meselem var. Ancak bu elçi vasıtasıyla gönderilmez. Sahifeler de bunu tahammül etmez. Be­nimle biraraya gel. Fakat gelirken 50 adamından başka kimseyi getirme. Ben de ancak elli adamımı getireceğim.»

Kayser, 500.000 kişi ile verilen noktaya doğru yola çıktı. Fa­kat casuslar daima kendisine haber getiriyordu. Kendisine bir hi­le yapılacağından korkuyordu. Casuslar Şehriyar'ın elli kişiyle gel­diğini haber verince o da elli kişiyle geldi. Onlara çadır kuruldu ve ipekliden yapılmış bir çadırda biraraya geldiler. Her birinin beraberinde bir hançerden başka bir şeyi yoktu. Aralarında ter­cümanlık yapsın diye bir tercüman çağırdılar. Şehriyar, «Senin

memleketini darmadağın eden ben ve kardeşimdir. Biz askeri de­hamız ve şecaatımızla bunu yaptık. Kisra bizden hased ediyor. Benden kardeşimi öldürmemi istedi, ben bunu yapmadım. Son­ra kardeşimden beni Öldürmesini istedi. Biz hepimiz Kisra'yı şe-hinşahliktan azlettik. Seninle beraber şehinşaha karşı savaşacağız» dedi. Kayser «Çok isabetli bir karar» dedi. Sonra biri diğerine iki kişiyi geçen bir sır yayılır kaidesinin olduğunu işaretle anlattı ve ikisi birden hançerleriyle tercümanı öldürdüler. Böylece Cenab-i Hak, Kisra'yı helak etti. Ve Hudeybiye Günü'nde Kisra'nın helak olduğu, İran'ın düştüğü haberi Rasûlullah'a geldi. Hem Hz. Pey­gamber hem de müslümanlar bu habere sevindiler.

îbn Kesir bu rivayeti zikrettikten sonra «Bu, garip bir riva­yettir» demektedir.

Tanrı Buyruğu'nda şöyle yazılıdır: «Bu ihbarın bu şekilde ta­hakkuku MeKkelıler'in birçoklarının gözlerini açmış, onların bir­çoğu bu hakikat karşısında müslümanlığı kabul etmişlerdi. İngi­liz tarihçisi Gibbon, «Roma İmparatorluğunun Sukut ve İzmih­lali,» adlı eserinde bu hayret verici peygamber haberinin tahakku­ku karşısında mebhut (dili kesilmiş, şaşmış) kalarak 1250 sene sonra şu satırları yazıyor:

«İki imparatorluğun hududu haricinde bulunan ve bunlardan her birinin diğerini imha için hazırladıkları tertibatı bilen Hz. Mu-hammed, İranlılar'm adım başında zafer kazandıkları bir dakika­da Bizanslılardın birkaç sene sonra yeniden galip geleceklerini söy­ledi. Dünyada hiçbir ihbar (haber) o zamanın vaziyeti karşısında bunun kadar inanılmayacak bir mahiyette sayılmazdı. Çünkü Kay­ser Herkil'in 610-612 arasında devam eden hakimiyeti, imparator­luğun zafere değil sukut ve izmihlale gittiğini gösteriyordu.»[6]  

Bu ayetler peygamberliğin delillerindendir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem burada Cenab-i Hakkın kendisine bildirdiği gaybi haber vermektedir.

Bazı kıraatlarda «Gulibet'ir-Rum» ifadesi, «Galebet'ir-rum» şeklinde okunmuş, «Seyaglibune» yerine de «Seyuglebune» okun­muştur. Bu takdirde «Rumlar Şam topraklarında galebe çaldılar. Müslümanlar yakında onları mağlub edecektir» demek olur. Za­ten hicretin 9. senesinde müslümanlar Şam diyarındaki Romalı-lar'la savaşa girdiler ve Şam'ın birçok beldelerini fethettiler. Bu takdire göre «Galebihim» kelimesindeki izafe, mastarın failine iza­fe edilmesidir [7]

 

Müzminlerin Sevgi Günü

 

«O gün müminler sevinirler» tabirindeki günden maksat, Ro malılar'ın Farslar'a galebe çaldığı veya müslümanlann Romalilar'a galebe çaldığı gündür. Birinci mânâya göre müslümanlann sevin­mesinin nedeni, kitap sahibi olan kimselerin kitapsızlara galip gel­mesinden ve dolayısıyla kendileri de ehli kitap olduğundan müş­riklere galip geleceklerinin başlangıcı olmasından ötürüdür. Veya Kur'an'm bu husustaki haberinin tasdik olmasından dolayı sevi­nirler. Ayrıca müşrikleri mağlup ettikleri ve bu hadisenin Kur'an' m söylediği şekilde tahakkuk etmesiyle imanlarının ve dinlerîndeki sebeplerin daha da artması nedeniyle ferahladılar.

Bazıları «Allah'ın müminlere vermiş olduğu yardımdan Ötürü sevindiler. Doğrulukları ortaya çıktı. Veya Allah'ın düşmanlarının bir kısmım (Romahlar'ı) diğer kışıma (Farslar'a) musallat kıl­masından ve iki grubun da yok olmasından ötürü sevindiler» der­ler.[8]

 

Meal

 

6- (O vaad)  Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden asla cay­maz. Fakat insanların çoğu bilmezler.

7 - Onlar ancak bu dünya hayatının görülen taraflarım bi­lirler. Onlar Ahiret'ten gafil olanların ta kendileridir.

8- Acaba onlar nefisleri hususunda düşünmüyorlar mı? Al­lah gökleri, yeri ve onların arasında olanları ancak hak ile ve bel­li bir süre içinde yaratmıştır. Gerçekten insanlardan çoğu Rab-leri'ne kavuşacaklarını inkâr ederler.

9- Acaba bunlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önceki­lerin akıbetini görmediler mi? Öncekiler kuvvetçe daha güçlü idi­ler. Onlar yeryüzünü daha fazla ekip biçtiler. Daha fazla tamir ettiler. Onlara peygamberleri apaçık burhanlarla gelmişlerdi. Al­lah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendilerine zulmediyor­lardı.

10- Sonra kötülük yapanların akıbeti cehennem oldu. Çün­kü onlar Allah'ın ayetlerini yalanlamışlar ve o ayetleri alaya al­mışlardı.

11- Allah önce halkı yaratmaya başlar.   (Ölümden sonra) onu tekrar diriltir. Sonra siz Allah'ın huzuruna döndürülürsünüz.

12- Saat (Kıyamet) koptuğu gün, günahkârlar (ümitlerini kesip) susarlar.

13- Onların  (Allah'a)  ortak koştuklarından kendilerine şe­faat edecek bulunmaz. Onlar Allah'a ortak koştuklarını da inkâr edeceklerdir.

14- Saat'in (Kıyamet'in) koptuğu gün, o gün onlar birbir­lerinden ayrılırlar.

15- İman edip salih ameller işleyenler bir bahçede (cennet­te) mesud olurlar. [9]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(6-15) O vaad) Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden,.,» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Allah vaadinden asla caymaz». Çünkü Allah hakkında yalan muhaldir.

«İnsanların çoğu bilmezler», yani Allah'ın vaadinden cayma­yacağını bilmezler. Bu da cehalet ve düşüncesizliklerinden ötürü­dür.

«Dünya hayatının zahirbmden maksat, insanların gözleriyle gördüğü ve süsleriyle süslendiği nesnelerdir. Dünyanın gayesi ve maksadı olan Ahiret'ten de gafildirler. O kalplerine bile girmez.

7. ayet Onların cehaletini takrir ve tesbit etmektedir. Sadece dünya zahirinin bir kısmını idrakten başka bir şey bilmeyen hay­vanlara benzetilmişlerdir. Hayvanlar bile bir kısmını bilirler. Çün­kü dünyanın hakikatlerini, özelliklerini, fiillerini, sebeplerini bil­mek, bu şeylerin Allah'tan nasıl sadır olduğunu, orada nasıl tasar­ruf yapılacağını, tüm bunlar dünya hayatını bilmektir. Cenab-ı Hak «Zahiren» kelimesini bunun için nekra getirmiştir. Dünyanın bâ­tını (içi) ise, Ahiret'in bir geçididir ve Ahiret hallerinin numunele­ridir.

Bu ayet hiç bilmemekle, sadece dünyanın zahirini bilmek ara­sında fark olmadığını ortaya koymaktadır.

«İnsanların çoğu Rablerinin likasını inkâr edicidirler» cümle­sindeki «Lifca»dan maksat, ecelin son bulduğu noktadır. Kıyamet Günü olarak da anlaşılması mümkündür.

9.    ayet ibret ve ders almak için yeryüzünde gezmenin gerek­liliğini sergilemektedir. «Önceküer»âen maksat, Ad ve Semud gibi kavimlerdir. «Yeryüzünü alt üst etmelerimden maksat, sulan çı­karmak için onu yarmaları; madenleri çıkarmak, tohumlan ek­mek ve fidanlan dikmek için onun altım üstüne getirmeleri de­mektir. Kur'an'ın muhataplarından daha fazla yeryüzünü tamir et­tiler. Yani onlar yeryüzünü Mekkeliîer'in Mekke'yi imar etmelerin­den daha fazla imar ettiler. Çünkü Mekkeliler ziraat imkânına sa­hip değillerdi. Başka yerlere yayılma imkânîan yoktur. Bu ayet Mekkeliler'le adeta istihza etmektedir. Çünkü diğer dünya ehli memleketlere yayılıyor, kullara musallat oluyor, yeryüzünün her bölgesinde tasarruf ediyor ve imarın her çeşidini yapıyorlarken, Mekkeliler dünya bakımından faydası olmayan bir vadiye sığın­mış zayıf kimselerdir.

«Onlar nefislerine zulmederler», yani nefislerinin yok olması­na yol açacak amellerde bulunurlar.

10.  ayetin metninde gelen «Es-sua» İbn Abbas'ın tefsirine gö­re Ahiret'teki ateş demektir. Beyzavi bunu kötü sonuç ve kötü hasletle tefsir etmektedir. Yani kötülük edenlerin sonu kötü bir sonuç veya kötü bir haslet oldu. «Sua» kelimesi «Esu» kelimesinin te'nisidir. Tıpkı «Hüsna» kelimesinin, «Ahsen» te'nisi olması gibi. Veya «Buşra» kelimesi gibi mastardır.

12. ayetin metnindeki «Yublisu» fiili susarlar, şaşkın bir hale gelirler, ümitsiz olurlar demektir. Bazılarına göre ise bu fiil «Oraların sözleri kesilir, hüccetleri tükenir», bazılarına göre de «Rezil olurlar» mânâsındadır.

îbn Abbas «Mücrim»leTi «Müşrik» mânâsına alarak ayeti «Müşrikler o günde bütün hayırlardan ümitsiz olurlar» şeklinde yo­rumlar.

«Onlar ortaklarını inkâr ederler» ifadesinin mânâsı, onlar or­tak koştuklanndan yakalarını kurtarmaya, ortak koşulanlar da onlardan yakalarını silkmeye kalkışıyorlar şeklindedir.

14.  ayetin sonunda «Ayrılırlar» mânâsını ifade eden fiilden maksat, müslümaniann kâfirlerden, cennetliklerin de cehennem­liklerden ayrılması demektir.

15.  ayetin son kelimesi olan «Yuhberune» fiili îbn Abbas'ın tefsirine göre   «Onlara ikram edilir»   demektir. Bazı müfessirler «Onlar nimetlenirler», ve «Sevinirler» demişlerdir. Çünkü bu fiil sevgi mânâsına gelen «Hibre» kökünden alınmıştır. [10]

 

Meal

 

16- Küfre sapıp, ayetlerimizi ve Âhiret mülakatını yalanla­yanlara gelince, işte onlar azabın içerisinde hazır bulundurulurlar.

17- O halde akşama girdiğinizde de, sabaha vardığınızda da Allah'ı teşbih ve tenzih edin (namaz kılın)!

18- Göklerde ve yerde hamd Allah'a mahsustur. Gündüzün sonunda da, öğle vakti geldiğinde de (Allah'ı teşbih edin ve na­maz kılın)!

19- Allah diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümün­den sonra yeryüzünü diriltir. İşte sizler de böylece çıkartılacak­sınız.

20- Sizi topraktan yaratması onun ayetlerindendir. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan bir beşer oldunuz.

21- Sizler için nefislerinizden, kendileriyle sükûnet ve hu­zura kavuşmanız için eşler yaratması ve aranıza sevgi ve mer­hamet kılması onun   (varlığının)    ayetlerindendir.   Kuşkusuz ki bunda düşünen bir kavim için birçok ayetler (dersler) vardır.

22- Göklerin ve yerin yaradılışı, dillerinizin ve renklerini­zin değişik olması   O'nun ayetlerindendir.   Kuşkusuz   ki bunda alimler için ayetler (dersler) vardır.

23- Gece ve gündüz uyumanız ve onun fazlından  (rızık) aramanız da O'nun ayetlerindendir. Kuşkusuz ki bunda işiten bir kavim için ayetler vardır.

24- Yine onun ayetlerindendir ki size hem korku, hem ümit için şimşeği gösterir. Gökten su indirip, onunla Ölümünden son­ra yeryüzüne hayat verir. Kuşkusuz ki bunda aklını kullanan bir kavim için ayetler (dersler) vardır. [11]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(16-24)   «Küfre sapıp, ayetlerimizi ve Ahiret...» Bu Ayetlerin Tefsiri

îbn Abbas'in rivayetine göre 17. ve 18. ayetler beş vakit na­mazı kapsamaktadırlar. Çünkü o ayetlerdeki «Tumsune» tabiri ak­şam ve yatsı namazları mânâsını ifade eder." «Tashihime» tabiri ise sabah namazını ifade eder. «Aşiyyen» tabiri ikindi namazı de­mektir. «Tuzhirune» fiili de öğle namazını ifade eder. Bu nokta­dan ötürü Hasan Basri 17. ve 18. ayetlerin Medine Dönemi'nde na­zil olduğunu söylemiştir. Hasan Basri şöyle der: «Çünkü Mekke'de hangi vakte tesadüf ederse iki rekât namaz vardı. Beş vakit namaz ise Medine'de farz olmuştur.» Fakat müfessirlerin çoğu beş vakit namazın Mekke'de farz olduğuna kanidir. Zira Rasûl-ü Ekrem' den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: «Kim en büyük ölçekle kendisine verilsin isterse o, Rum Suresi'nin 17. ve 18. ayetlerini okusun. Yine bir kimse sabahladığında Rum Suresi'nin 17, 18 ve 19. ayetlerini okursa, o gece elden kaçırdığı- faziletleri elde etmiş olur. Kim akşamladığı zaman bunları okursa gündüz kaçırdığı fır­satları elde etmiş olur.»

Bu ayetler zahirde ihbarî cümlelerdir. Hakikatte ise inşaidir-ler, yani emirdirler. Yani bu vakitlerde Allah'ı tenzih edin, hamde-din.

«Diriyi ölüden çıkarır», yani inşam nutfeden, kuşu yumurta­dan çıkarır.

«Ölüyü diriden çıkarır», yani meni ve yumurtayı insan ve kuş­lardan çıkardığı gibi. Veya hayatın arkasında ölüm, ölümün arka­sında da hayat vardır. Veya kafiri müslümandan, müslümanı da kafirden çıkarır.

«Yerin ö7ümü»nden maksat, kurumasıdır. «Diriltilmesi»nden maksat ise bitkileri bitirmesidir. îşte bu çıkışlar gibi siz de kabir­lerinizden çıkarılacaksınız. Çünkü bu da ölümden sonra bir hayat-tır.

«Topraktan yaratmakntan maksat, insanın atası olan Adem'in topraktan yaratılmasıdır.

«Nefislerinizden size eşler yaratmıştır», yani kadınları erkek­lerin nutfesinden yaratmıştır. Veya kadınlar da erkekler gibi be­şer cinsindendirler. Veya Havva'yı Hz. Adem'in kaburgasından ya­ratmıştır.

«Aranızda sevgi ve merhamet kılmıştır», yani erkekler ve ka­dınlar arasında veya beşer cinsinin fertleri arasında.

Bu, diğer canlılar arasında sadece insanlara tahsis edilmiş bir özelliktir. Bunu da maişet ve yaşama için Cenab-ı Hak ver­miştir. Veya insanların yaşaması, tanışma, yardımlaşma gibi fak­törlere bağlıdır. Onlar da sevgi ve merhamete muhtaçtırlar.

Bazı müfessirler «Buradaki sevgi, cinsî ilişkiden, rahmet de çocuktan ibarettiny demişlerdir. Cenab-ı Hak başka bir ayette ço­cuk için «Bizden bir rahmettir» buyurmuştur.

Dillerin ihtilafından maksat, lûgatlann değişikliğidir. Cenab-ı Hak her insan sınıfına kendi lügatini öğretmiş veya ilham etmiş­tir. Onu vaaz etmeye veya o lügati icat etmeye onları muktedir kılmıştır. Veya konuşmalarının cinslerini, şekillerini değişik yap­mıştır. Çünkü keyfiyet bakımından eşit olan iki konuşmayı duy­mak hiçbir zaman mümkün değildir.

«Renklerin değişmesim&en maksat, kimisini siyah, kimisini beyaz, kumral veya esmer yapmıştır. Halbuki hepsi de bir kişinin evlâdıdır. Bir kökten (yani Adem'den) gelmektedirler. Şekiller ve seslerin değişik olmasının hikmeti, tanınmalarıdır. Yani herkes kendisine verilen simasiyla, suretiyle, şekliyle tanınsın diye Ce-nab-ı Hak böyle yapmıştır. Eğer sesler aynı olsaydı, suretler bir olsaydı ve aynı şekilleri ve aynı cinsleri ihtiva etseydi o vakit te-cahul (tanınmama) ve iltibas (birbirine karıştırma) meselesi or­taya çıkardı ve böylece birçok maslahat muattal kalırdı. Ahlâk sa­hibi başkasından ayırt edilsin, düşman dosttan, yakın da uzak olandan kolayca aynisin diye Cenab-ı Hak böyle yapmıştır.

22. ayet Cenab-ı Hakk'ın kudretinin genişliğini, azamet ve ke­mâlini belirten delillerden biridir. Bu ayetin sonundaki «Alimin» kelimesi «Alemin» şeklinde de okunmuştur. Yani bu ya alem ve­ya alim kelimesinin çoğuludur. Bu durumlarda bilginler veya akıl sahibi olan melekler, insanlar ve cinler için birçok mucizeler var­dır demek olur.

23. ayetten maksat, gece ve gündüzde sizin uykunuzu yarat­ması, nefsani kuvvetlerin istirahati ve tabii kuvvetlerin kuvvet bulması içindir. Bu iki vakitte de maişetinizi arayıp elde etmeniz sağlanmış oluyor. Veya ayetin mânâsı, geceleyin size uykuyu ver­miş, gündüzleyin arayıp çalışmayı, onun lütfundan birşeyler elde etmek için çabalama imkânı tanımıştır demektir. Fakat iki za­manı birarada bir atıf harfiyle zikretmesi iki fiili de bir atıf har­fiyle biraraya getirmesi bu iki zamanın her ne kadar birisi uyku, diğeri çalışma zamanı ise de uyku zamanı çalışmaya, çalışma zamanı da uykuya elverişlidir mânâsını ifade eder. Bu mânâyı bu hususta gelen diğer ayetler de takviye etmektedir.

«Dinleyen kavim» den maksat, anlayış ve ibret dersi almak için dinleyen kavim demektir.

«Onun ayetlerinden biri de size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesidir». Zira şimşeği göstermek, misafirin ıslan­mamak için tedbir almasını ve mukim bir kimsenin de ziraatları­nı sulamak için hazırlanmasını gerektirir. [12]

 

Meal

 

25- Gök ve yerin O'nun emriyle kaim olması O'nun ayetle-rindendir. Sonra sizi bir tek çağrı ile çağırdığı zaman, hemen ka­birlerden çıkarsınız.

26- Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur ve hepsi de O'na itaat ederler.

27- O yaratmayı başlatan, (ölümden) sonra onu tekrar iade edecek olandır. İkinci kez yaratmak O'na daha kolaydır. Gökler­de ve yerde bulunan en yüce misal O'nundur. O'dur her şeye ga­lip gelen, O'dur hikmetle hükmeden!

28- O size nefislerinizden bir misal getirdi: Acaba size mık olarak verdiğimiz şeylerde; mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde sizinle eşit olup birbirinizden korktuğunuz gibi kendilerin­den de korkmakta olduğunuz ortaklarınız var mı? İşte biz aklını kullanıp düşünen bir kavim için ayetleri böylece tek tek açıklarız.

29- Hayır, zulmedenler bilgisiz olarak kötü arzularına uy­dular. Allah'ın saptırdığına kim hidayet edebilir? Onlar için yar­dımcılar da yoktur!

30- (Ey Rasûlüm!) O halde sen yüzünü bir muvahhid ola­rak dine,  (yani) Allah'ın insanları üzerinde yaratmış olduğu fıt­rata çevir.  (Çünkü)  Allah'ın yaratışı için değişme bahis konusu değildir. İşte dimdik ayakta duran din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

31- Hepiniz O'na yöneldiğiniz halde  (yüzünüzü O'na çevi­rin) . O'ndan korkun, namazı dosdoğru lalın ve asla müşriklerden olmayın!

32- (O müşrikler kî)  onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. Her grup kendi yanında-kiyle böbürlenmektedir. [13]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(25-32) «Gök ve yerin O'nun emriyle kaim olması...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Gök ve yerin onun emriyle kaim olması», O'nun onlan kaim kılmasıdır. Onların belli yerlerde durmalarını irade etmiştir. Ora­da gözle görülen herhangi bir direk, herhangi bir dayanak da yok­tur. Emir tabiri burada kudret ve zenginliğinin kemâlinden müba­lâğadır.

«Göklerde ve yerde bulunan her şey O'nundur ve hepsi O'na itaat etmektedir» ayetinin yorumunda İbn Abbas şunları söylüyor: «Hayatta, baki kalmak ta, Ölüm de, hasredilmek te O'na mecburen itaat etmektedirler. Fakat kâfirler ibadette O'na itaat etmezler.»

«En yüce misâl» den maksat, tam olan kudret, eksiksiz olan hikmet gibi O'nun hayret verici ve şaşırtıcı vasıflandır ki bu va­sıflar başkası için bahis konusu değildir.

Bazıları «En yüce misal kelimesi tevhidin işaret ettiği vahda-niyyet vasfıdır» demişlerdir. Çünkü bu vasıfta hiç kimse O'na eşit olamaz, O'na yaklaşamaz.

Katade «Bu bir darb-n, meseldir, bir temsildir. Cenab-ı Hak müşrikler için bunu açıklıyor» der. Ayetin mânâsı şudur: «Herhan­gi biriniz razı olur mu ki kölesi kendi malında, nefsinde onun gibi olsun? Elbette razı olmazsınız. Nefisleriniz için böyle bir şeye razı olmadığınıza göre nasıl oluyor da Allah'a ortak koşuyorsunuz?»

Bazı alimler «Bu ayet mahlûklar arasındaki ortaklıkta bir asıldır. Çünkü mahlûkatın bir kısmı diğerine muhtaçtır ve bu or­taklığı da Allah'tan uzaklaştırır)} demişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak onlardan bunu istediğinde «Onlar bizim kölelerimiz, bize rızık olarak verdiğin malda bizim ortaklarımız değildirler» demeleri gerekir. O zaman onlara şöyle denir: Siz kölelerinizin nefislerini­ze ortak olmasını uzaklaştırıyorsunuz. Fakat Allah'ın köleleri olan kimseleri nasıl ölüyor da ona ortak koşuyorsunuz? Bu hükmünüz fasidcür. Görüşünüzün azlığına, kalbinizin körlüğüne delâlet eder. Bütün bedeni ibadetlerin doğruluğu bu inancın doğruluğuna bağ­lıdır. Kalbinde bu inancı doğrulamayan bir kimsenin ibadetleri kabul olunmaz.

«Allah'ın fıtratnmdan maksat, Allah'ın dinidir. Dine «fıtrat» denilmesinin nedeni insanların din için yaratılmış olmasıdır. Zira Cenab-ı Hak «Cin ve insanı ancak bana kulluk yapsınlar diye ya­rattım» buyuruyor. Bu kelimeyi içeren 30. ayetin başındaki hitap, Rasûlullah'adır. Yani dosdoğru dine, İslâm dinine yönel! Yüzün yönelmesi, maksadın doğrulanması dinî amellere ciddi bir şekil­de yönelmesi demektir. Yüz zikredilmiştir, çünkü o insanın duyu­larını kapsayan bir merkezdir ve insanların en şerefli uzvu sayı-Ur.

Ayetin metnindeki «Hanif» kelimesi neshedilmiş ve tahrif edil­miş bütün dinlerden yüz çevirerek mutedil bir şekilde Allah'a yö­nelmek demektir. Ebu Hureyre'den gelen sahih bir hadiste Rasû-lullah şöyle buyurur: «Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzerine doğ-masın (İslâm dini üzerinde doğmasın. (Doğduktan) sonra anne ve babası onu ya yahudi, ya Hıristiyan veya mecusi yapar­lar. Tıpkı dört bacaklı hayvanın azası tam ve bütün, eksiklikler­den uzak bir dört bacaklıyı doğurması gibi. Acaba bu yavruda siz kulağının veya burnunun kesik olduğunu görür müsünüz? (Yani bu yoktur; fakat siz sonra bunları yaparsınız!)»

Sahabiler: «Ey Allah'ın Rasûtü! Acaba küçükken ölenden ha­ber verir misin?» diye sormalarına karşılık Hz. Peygamber de «On­ların ne amel edeceklerini Allah biliyordu» diye cevap verdi.

30, ayetteki «Kayyım dîn»den maksat, içinde eğrilik olmayan, haktan inhiraf etme bulunmayan din demektir.

«En büyük taat olan namazı kılın. Müşriklerden olmayın. Eh­li tevhidden, ibadeti sadece O'na has kılanlardan olun. İbadette ondan başkasını irade etmeyenlerden olun.»

İbn Cerir, Yahya bin Vazıh'tan, o Yunus bin İshak'tan, o da Yezid bin Meryem'den şöyle rivayet ediyor: [14]

 

Ümmetin Kurtarıcıları

 

«Hz. Ömer, Muaz bin CebePin yanından geçti. Muaz'a, «Bu ümmetin kıyamı nedir?» diye sordu. Muaz, «Üç şeydir ve onlar kurtarıcıdırlar:

1- İhlastır. İhlas, Cenaba Hakk'ın insanlar üze­rinde yarattığı fıtrattır,

2- Namazdır. Namaz, dindir.

3- Taat-tir. Taat, ismettir (korunmaktır)» dedi. Hz. Ömer, «Doğru söyle­din» diyerek onu tasdik etti.

«Dinlerini tebdil ve tağyir etmiş müşriklerden olma!» Dinin bir kısmına iman etmiş, bir kısmını inkâr etmiş müşriklerden ol­ma. Bazı kıraat alimleri «Ferraku» kelimesini «Faraku» şeklinde okumuşlardır. Yani dinlerini terkeden, kulak ardı edenlerden ol­ma. Bunlar yahudi, ateşperest, putperest ye diğer bâtıl dinlere mensup olanlardır. Çünkü Cenab-ı Hak başka bir ayette «Kesin­likle dinlerini parçalayan <oe gruplara ayrılanlarla senin bir alâkan bulunmamaktadır. Onların emri ancak Allah'a racidir» buyurmuş, tur. Binaenaleyh bizden önceki dinlere tâbi olanlar aralarında çe­şitli rey ve fikirlere ayrıldılar. Her grup diğer grubun hiçbir şey üzerinde olmadığını iddia etti. Bu ümmet de (Hz. Muhammed'in ümmeti de) aralarında ihtilafa düştü. Birçok görüş ileri sürdüler. Hepsi dalâlettir. Ancak bir tek grup kurtulur. O da sünnet ve ce­maat ehlidir. Onlar Allah'ın Kitabı'na, Peygamber'inin sünnetine yapışmışlardır. Selefin (sahabe ve tabiin ve ilk zamanlardaki nıüs-lüman imamların) üzerinde bulunduklarıyla amel ederler. Nitekim Hakim, Mustedrek'inde şöyle rivayet ediyor:

«Rasûlullah'a: «Bu gruplardan kurtulan grup hangisidir?» di­ye soruldu. RasÛlullah cevap olarak: «Benim ve ashabımın bugün üzerinde bulunduğumuz yol üzerinde bulunan kimseler» dedi.» [15]

 

Meal

 

33- İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rablerine yöne­lerek O'nu çağırırlar. Sonra (Allah) katından onlara bir rahmet tattırdığı zaman onlardan bir grup hemen Rableri'ne ortak ko­şarlar.

34- Kendilerine verdiğimiz   nimetlere   nankörlük   etsinler. (Ey nankörler!) Şimdi eğlenmeye çalışın. Fakat yakında bilecek­siniz.

35- Yoksa onlara bir delil indirdik de o delil (kendilerine) müşrik olmalarını mı söylüyor?

36- Biz insanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevi­nirler. Ellerinin kazandığından ötürü onlara bir kötülük çattı mı hemen ümidi keserler.

37- Onlar görmüyorlar mı ki Allah dilediği kimsenin rızkı­nı genişletiyor ve dilediğinin rızkını da daraltıyor? Kuşkusuz ki bunda iman eden bir kavim için ayetler (deliller) vardır.

38- (Ey Rasûlüm!)  Öyle ise akrabaya, yoksula, yolda kal­mışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için böyle yapmak hayırlıdır. İşte onlar felaha erenlerin ta kendileridir.

39- İnsanların mallarında,  artması   için   verdiğiniz   rib'a (faiz)   Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiği­niz zekâta gelince, böyle değildir. İşte onlar (sevab ve malları) kat kat artıranların ta kendileridir.

40- Allah sizi yaratmıştır. (Yarattıktan sonra) rızkınızı ver­miştir. Ondan sonra sizi öldürecektir. Ondan sonra (tekrar) di-riltecektir. Ortak koştuklarınız içinde bunlardan herhangi bir şey yapabilecek biri var mı? Allah onların ortak koştuklarından yü­ce ve münezzehtir.

41- İnsanların elleri ile kazandıklarından Ötürü karada ve denizde fesad belirdi. İşlediklerinden bir kısmım onlara tattırıyor ki belki dönerler. [16]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(33-41) «İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman,,,» Bu Ayetlerin Tefsiri

33. ayetin metnindeki «Durr» kelimesi şiddet mânâsını ifa­de eder. «Munîbîne» kelimesi ise dönüş yapanlar demektir. Yani insanlara bir şiddet isabet ettiği zaman Allah'tan başka taptıkla­rından vazgeçip Allah'a dönüş yaparlar. Ayetin metnindeki «Durr» ve «Rahmet» kelimelerinin nekra getirilmesi, onların sabırlarının olmadığını gösterir. Az bir musibete karşı feryat, az bir nimeti gördüklerinde de tuğyan ederler.

«Haydi eğlenin bakalım. Yakın bir zamanda bileceksiniz» aye­ti tehdid ifade eder. Yani ayetin metnindeki «Fetemetteu» fiili ya emirdir, tehdit için getirilmiştir. Veya mazidir. Onlar eğlendiler mânâsını ifade eder. Zira lezzetlenmek mânâsını taşıyan «Temet­tü» kökünden gelmektedir.

«Bileceksiniz», yani eğlenmenizin vebalini bileceksiniz.

Ayetin metnindeki «Sultan» kelimesi, hüccet demektir. Hüc­cet indirilmesi, onlara bir hüccet öğrettiğimiz veya haber verdiği­mizde mânâsını ifade eder. Hüccetin konuşması delâlet etmesi de­mektir. Veya sultan kelimesinden maksat, saltanat sahibidir. Yani beraberinde hüccet ve burhan olan bir melek indirdiğimizde o me­lek konuşur. «İnsanlara bir rahmeti tattırdığımızda», yani sıhhatliten ve geniş nzıktan ibaret olan bir nimet verdiğimizde, aşın git mek yönünde bununla sevinirler. Yani sevinçleri aşırı gitme imkâ-mnı elde etmelerinden ileri gelir. Yoksa nimete karşı hamd ve şükürden ileri gelmemektedir.

Fahreddin Razı «Rahmet'in kendisiyle meydana geldiği sevinç şer'an yerilmiş, Allah'ın rahmetine karşı gösterilen sevinç ise Övülmüş sevinçtir» diyor. [17]

 

Felâketlerin Sebebi Günahlardır                                   

 

Ayetin metnindeki «Seyyietun» kelimesi şiddet demektir. Ya­ni ellerinin yapmış olduğu günahlardan dolayı Allah'ın rahmetin­den ümitsiz olmakla ansızın karşı karşıya gelirler.

Bu ayette dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Cenab-ı Hak burada rahmeti Allah'a nisbet etmiş, seyyieyi ise etmemiştir. Bununla kullarını eğitmiş oluyor ki şerri Allah'a nisbet etmesin­ler. Meselâ Fatiha Suresi'nde Cenab-ı Hak «En'amte» fiilini Allah'a nisbet ediyor, fakat «Elmağdub» lafzını etmiyor. Bu, o hususu be­yan etmek içindir. Rahmetin tattınlmasınm sebebi açıklanmamış­tır. Fakat seyyienin İsabet etmesinin sebebinin açıklanması, rah­metin Allah'tan gelen bir lütuf olduğuna işaret eder. İkincisi ise bir adalettir, yani isyana karşı verilen bir cezadır ki bu da adalet olur. [18]

 

Fakirlik Ve Zenginliğin Sebepleri

 

37. ayetin metnindeki «Yebsutu» genişletir, bol verir mânâsı­nı ifade eder. «Yekdiru» daraltır, az verir demektir. Bunlar iman eden bir kavim için ayetler, mucizelerdir. Onlar bu mucizelerle Al­lah'ın kudretinin ve hikmetinin tam olduğuna delil olurlar. Bu ayet zenginliğinin Allah'ın katıksız bir meşiyeti olduğunu, kulun fiili ve amansız çalışmasının zaruri bir neticesi olmadığını ve yok­luğun da kişinin acizliğinden, çalışmamasından değil de Cenab-ı Hak'kın hükmünden geldiğini ifade ediyor. Bu durum ancak Al­lah'ın takdirine iman eden bir kimse için olumlu olur.

Şair ne güzel söylemiş: «Akıllı insanın sıkıntısı ile cahil inşa. nm genişliği seni kâmil bir hâkimin hükmüne irşad etmektedir. Nice akıllı ve bilgin insanlar vardır ki akıl yönleri tam olduğu hal­de elleri dardır. Nice cahiller vardır ki malları çoktur ve zengindir­ler. Bu Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir!»

«Yakın akrabaya, yoksula, yolcuya, hakkını ver» ayeti Hz. Muhammed'e hitaptır. Yakın akrabanın hakkı sıla-i rahimdir, sa­daka ve ona karşı yapılan diğer hayırlardır. Yoksul ve yolcuya da o anda müstehak oldukları şeyleri vermek onların hakkıdır. Bu hitap, Cenab-ı Hakk'ın hitabında Hz. Muhammed'in asıl, diğer mü­minlerin de onun tabii olduklarına işaret eder. Hasan Basri «Bu hitap her dinleyenedir» demiştir.

37. ve 38. ayetlerin hulâsası şudur: Allah'ın emirlerini yerine getirmek onun rızasını celbeder. Güzel hayat da Allah'ın rızasının tabiidir. Nitekim Allah'a isyan etmek, O'nun gazabım celbeder. Kıtlık ve sıkıntı da gazabın ayrılmaz sonuçlanndandır. Bu ortaya konulduktan sonra ayet şöyle anlaşılır: «Ey Muhammed ve ona tâbi olanlar» veya «Ey kendilerine geniş rızık verilenler, yalan ak­rabalarınızın, yoksulların ve yolcuların hakkını verin!» İmam'm söylediğine göre ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bu haktan mak­sat mâli haktır. Bazıları bu ayeti farz olan zekâta hamletmişler-dir. Fakat bu surenin Mekki ve zekâtın da Medine'de farz oluşu bu tevili gayri sahih göstermektedir. «Sure Mekkidir ama bu ayet Medine'de nazil olmuştur» şeklindeki iddia ise sahih bir nakle da­yanmalıdır. Böyle bir nakil de ortada yoktur.

«Allah'ın vechim&en maksat, onun zatıdır. Yani Allah için halisen iyilik yapanlar kastedilmektedir. Veya Allah'ın zatı Allah' in ciheti demektir. Yani Allah'a yaklaşmak cihetiyle kastedenler için bu ancak hayırdır.

39. ayetin metnindeki «Riba» kelimesi zahire göre şer'an ha­ram olan faizdir. Cübbai böyle demiş, Hasan Basri'den de böy­le rivayet edilmiştir. Nitekim bu ayet Beni Sakif ribası hakkında nazil olmuştur. Onlar riba ile para verirlerdi. Süddi'den «Kureyş-liler de böyle yaparlardı» şeklinde gelen rivayet de bunu destekle. inektedir.

İbn Abbas, Mücahid, Said bin Cübeyr, Dahhak, Muhammed bin Kâb ve Tavus «Bu ribadan maksat faiz mânâsındaki riba de­ğildir. Bir kimsenin fazla bir mükâfat almak için herhangi bir kim­seye parasını vermesidir. Bu fazlalığa riba demek mecazdır. Çün­kü bu, ziyadeliğin sebebidir» demişlerdir.

îbn Abbas, Hasan ve Katade «Li yerbuve» fiilini «Literbuve» şeklinde okumuşlardır. Yani onu halkın malını artırmanız için ve­riyorsunuz demektir.

«O, Allah katında artmaz», yani Allah'ın takdirinde, hikmetin­de bereketli olmaz.

Allah'ın rızasını irade ettiğiniz halde verdiğiniz zekâta gelince; işte onu verenler kat kat verenlerdir. Veya kendilerine verilen kimselerdir.

Eğer ayetteki riba bildiğimiz haram riba ise bu ayet tıpkı «Allah ribayı yakar, sadakaları artırır» ayeti gibi olur. Birçok kim­senin kelamından anlaşılıyor ki bu ayet bu mânâdaki ribayı yasak­lıyor. Fakat malûmdur ki, eğer bu ayet böyle bir şeyi yasaklarsa atiyye mânâsındaki fazlalığı da yasaklaması lâzımdır. Yani «Alan

bana fazlasıyla malımı geri verecektir» niyetiyle verilen borç mal da böyle olur. Halbuki fakihler açıkça belirtmişlerdir ki Rasûlul-Iah'tan başkasına bu fazlalık haram değildir. Yine açıkça belirtmiş­lerdir ki alacaklının borçlu tarafından fazla verilen miktarı şart koşmaksızin alması haram değildir. Veren de günahkâr olmaz. Ancak veren o fazlalığı vermekle sevap sahibi de olmaz. Çünkü o baslıbaşına bir sadaka değil, kendisine verilen borçla beraber ve­rilen bir fazlalıktır. İvaz olarak verilen bir şeyde sevap yoktur. O fazlalığı borç zamanı gelmezden önce vermekte de sevap yok­tur.

«İnsanların elleriyle kazandıkları günahlardan Ötürü karada ve denizde fesad ortaya çıktı» ayetinin yorumunda îbn Abbas «Yer bitirmez oldu. Denizden çıkan maddeler azaldı, kesildin demiştir. Bazı müfessirler «Yağmur kesildiği zaman deniz hayvanları köre­lir» derler.

Ayetin mânâsı ne olursa olsun «Berr» den maksat kara, «Bahr» dan maksat denizdir. Katade, «Berr'den maksat, çöller, kabilelerin bulunduğu yerler, göçebelerin yerleşim bölgeleridir. Bahr'dan maksat da şehirlerdir. Çünkü Araplar şehirlerin genişliğinden ötü­rü onlara deniz mânâsına gelen bahr derler» diyor.

Sa'd bin Ubbade, Abdullah bin übey bin Selül hakkında «Şu bahrcığın (Medine) ahalisi peygamber gelmezden evvel ona taç giydirme niyetindeydiler» diyor.

Mücahid «Berr, denizden uzak olan memleketler, Bahr ise sahiller ve denizin bitişiğindeki nehirlerin kıyısındaki köy ve kasa­balardır» der.

Bu ayetin hükmü âmm'dır. Yani herhangi bir döneme mah­sus değildir. Kiyamet'e kadar insanların günahlarından Ötürü hem denizde hem karada fesad baş gösterecektir. [19]

 

Meal

 

42- (Ey Rasûlüm!)  De ki:  «Şu yeryüzünde gezin de çoğu müşrik olan öncekilerin akıbetinin ne olduğunu bir görün!»

43- (Ey  Rasûlüm)   Allah'ın  katında   dönüşü  olmayan  bir gün gelmezden önce yönünü dosdoğru dine çevir. O gün  (insan­lar) bölük bölük olacaklardır.

44- Kim küfre kayarsa on in küfrü kendi aleyhine olur. Sa­lih amel işleyenlere gelince, onlar da yerlerini kendileri için ha­zırlarlar.

45- Allah iman eden ve salih ameller işleyenleri fazlından mükâfatlandırsın. Şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.

46- Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler yüzsün, faz­lından (nasibinizi) arayasımz ve şükredesiniz diye rüzgârları müj­deciler olarak göndermesi O'nun ayetlerinden (delillerinden) dir.

47- (Ey Rasûlüm!) Yemin olsun ki senden önce birçok pey­gamberi kavimlerine gönderdik. Onlara mucizeler de getirdiler. Onlan (dinlemeyip) günah işleyenlerin ise cezalarını hakkıyla ver­mişizdir. Müminlere yardım etmek de bize hak olmuştur.

48- Allah o zattır ki rüzgârları gönderir. Rüzgârlar da bir bulut kütlesini kaldırır ve Allah o bulutlan gökyüzünde istediği gibi yayar. Onu parçalara ayırır. Bir de görürsün ki yağmur on­ların arasından çıkmakta. Artık onu kullarından dilediğine isa­bet ettirir. İşte o zaman onlar da sevinirler.

49- Oysa onlar üzerlerine (yağmur) indirilmezden önce ke­sinlikle ümitsiz idiler.

50- (Ey Rasûlüm)  Allah'ın rahmetinin eserlerine bak! Al­lah yeryüzünü Ölümünden (kupkuru kesildikten)  sonra nasıl di­riltiyor!   (Bu diriltmeyi yapan Allah) ölüleri de dirilticidir. O her şeye kadirdir. [20]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(42-50) «(Ey Rasûlüm!) De ki: Şu yeryüzünde...» Bu Ayetlerin Tefsiri

42.  ayet günahların Allah'ın gazabına sebep olduklarını tekid eden bir ayettir. Allah bu ayette {{Seyredin, günahlarından ötürü helak edilen ümmetlerin hallerini görün» diyor. Ve böylece 41. ayetteki hükmü tekid etmiş oluyor.

43. ayetin metnindeki «Meradde» kelimesi, «red» kökünden ge­len bir mastardır. Ayetin mânâsı «Onu Allah getirdikten sonra geri götürmez» şeklindedir. Yani Allah tarafından onu reddetmek ba­his konusu değildir. Öyleyse başkası haydi haydi bunu reddede­mez.

Ayetin sonundaki «Yessaddeune» fiili parçalanırlar demektir. Yani bir grup cennette, bir grup da cehennemdedir. Veya şahıs­ların birbirinden ayrılması gibi ayrılırlar. Nitekim Cenab-ı Hak «Hatırlat o günü ki insanlar yayılmış, ayrılmış çekirgeler gibi olur­lar» diyor. îki grubun ayrılmaması kastedilmemektedir. Zira fiil­den istifade edilen mübalâğa ancak birinci mânâya uygun düşmek­tedir, ikinci mânâ da siyak ve sibaka uygun olduğundan dolayı tercih edilmiştir. Zira kelâm müminler ve kâfirler hakkındadır.

«Salih amel işleyen kimseler kendileri için yer hazırlamaktadırlar»   cümlesinden maksat,   onlar nefislerine şefkat göstermiş oluyorlar demektir.

Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bu çaba, ölümden sonraki âlem içindir. Cemaa, MÜcahid'den, «Onlar kabirdeki yerlerini ha­zırlar demektir» şeklinde bir rivayette bulunmaktadır. [21]

 

Rüzgârların Faydası

 

«Onun ayetlerinden biri de rüzgârları müjdeciler olarak gön-dermesidir...». Bu ayetteki rüzgârlardan maksat, el-Cenub, es-Se-ba, eş-Şimal ve ed-Debur'dur.

Rüzgârların «müjdeci» olmaları yağmuru müjdelemeleridir. «Al­lah rahmetinden sise tattırsın» tabirinden maksat, rüzgârların ve yağmurun arkasından gelen menfaatlerdir. Meselâ rüzgârlar esti­ği zaman huşunet kalkar, ağaçlar sulanmış olur ve meyve verir. ler. Bolluk meydana gelir vs.

Rüzgârların yararlarından biri de geminin denizde yüriimesi-dir. Çünkü Kur'an'ın nazil olduğu dönemde gemiler buharlı değil­di. Rüzgârla akıp giderlerdi.

Başka bir faydası da denizde ticaret yapmak suretiyle Allah' m lütfunun aranmasıdır.

47. ayet, Hz. Peygamber'e bir tesellidir. Ve bu teselli aynı za­manda Rasûl-ü Ekrem'e ilâhi vaad, ona isyan edenler için de bir tehdidi ilâhidir.

«Kavim»den maksat kavimlerdir. Yani senden önce peygam­berleri kavimlere gönderdik. Nitekim seni de Kureyş'e gönderdi­ğimiz gibi.

«Beyyinatlar»dan maksat, mucizelerdir. «Suç işleyenlerden intikam alırız». Yani onların bir grubu iman etmiş, bir grubu da peygamberleri tekzip etmişlerdir. Aynen sana yaptıkları gibi. Biz onlardan intikam aldık.

«Müslümanlara yardım etmek bizim üzerimize bir haktır» cümlesi müslümanlarm şerefini artıran bir cümledir. Çünkü on­lar Cenab-ı Hakk'ın yardımına müstehak olmuşlardır. Müslüman­lardan maksat, hem peygambere iman edenler hem de peygamber­dir. Veya müslümanlardan maksat, peygamberlerdir. O zaman «el-müminun» üzerindeki eliflâm ahd için olur. Bilinen müslü-manlar ki peygamberlerdir. Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre Cenab-ı Hak bu yardımı dünyada yapacaktır. Bazı rivayetlerde bu yardımın sadece dünyada değil hem dünyada hem de Ahiret'te yapılacağı bildirilmiştir. Yani bu vaad bütün müminler içindir. Böylece peygamberlerden ümmetlerine kadar herkes bu vaade dahil olmuş olmaktadır.

48. ayette geçen «Allah rüzgârları gönderir» cümlesinden mak­sat, daha önce bahsi geçen rüzgârların mübhem kalan durumlarını açıklamaktadır. Yani Cenab-ı Hak rüzgârları harekete geçirir, da­ğıtır. Onlar da tam manasıyla havada Allah'ın dilediği şekilde ya­yılırlar.

Bu ayetteki «sema» kelimesinden maksat havadır, yüksek bu­luttur. Yoksa bizim bildiğimiz gök değildir.

Ayetin metnindeki «Kisefen» kelimesi «parçalar», «ELVedk» kelimesi de «yağmur» demektir. Bu yağmur o parçaların arasın­dan gelir. Yani bulut parçalan arasından. Bu yağmur, Allah'ın di-îediği kullarının memleketlerine ve arazilerine isabet ettiğinde on­lar hemen sevinirler. Halbuki onlar yağmur gelmezden önce mu-tehayyir ve şaşkın bir vaziyette idiler.

Tefsir alimlerinden bazıları «49. ayetteki «min kabil» kelime-sindeki zamir ziraate racidir» demiştir. Yani ziraat etmelerinden Önce... Ba-zılan «buluta racidir» demiştir. Yani bulutu görmezden önce onlar ümitsiz idiler.

«Allah rahmetinin eserlerimden maksat, yağmurun inişinden sonra meydana çıkan bitkiler, ağaçlar ve çeşitli meyvelerdir.

«Yerin ölümü>mden maksat, kuruması, bitkilerinin solması ve parçalanmasıdır. Cenab-ı Hak bu ölümden sonra yeri garip bir şe­kilde tekrar diriltir, rengârenk çiçekler çıkarır. «Buna bak», yani Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, rahmetinin genişliğine dikkat et.

«Şüphesiz ki şanı yüce olan Allah ölüleri diriltmeye kadirdir». Ölülerin dirilmesi de ölen yerin dirilmesi gibidir.

«O her şeye kadirdir» cümlesi daha önceki cümlenin bir yo­rumudur. Yani Cenab-ı Hakk'ın herşeye kadir olmasının bir par­çası da ölenleri yağmurla diriltmesidir. [22]

 

Meal

 

51- Yemin olsun ki biz bir rüzgâr göndersek ve onu (eseri­ni)  sararmış görseler, bunun ardından hemen nankörlük yapar­lar.

52- (Ey Rasûlüm) kesinlikle sen ölülere duyuramazsın. Ar­kalarını çevirip giden sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.

53- Ve sen körleri sapıklıklarından  (kurtarıp)  yola getire­cek de değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman edenlere duyurur­sun. Onlar teslim olanlardır.

54- Allah  o  zattır  ki   sizi  bir zaaftan  yaratmıştır.   Sonra zaafın ardından bir kuvvet meydana getirmiştir. Daha sonra kuv­vetin ardından bir zayıflık ve ihtiyarlık vermiştir. Dilediğini ya­ratır. Hakkıyla bilen ve yüce kudrete sahip olan ancak O'dur.

55- Kiyamet'in kopacağı gün suçlular (dünyada)  bir saat* ten başka kalmadıklarına dair yemin edecekler. İşte onlar (dün­yada da haktan) böyle döndürülüyorlardı.

56- Kendilerine  ilim ve  iman  verilmiş   olanlar   «Andolsun siz Allah'ın Kitabı'nda   (belirttiği)   o tekrar dirilme gününe ka­dar kaldınız. İşte bu  o  tekrar dirilme günüdür. Fakat siz bil-memezlikten geliyordunuz» dediler.

57- Artık o gün zulmedenlerin mazeretleri fayda vermeye­cektir. Onlardan Allah'ı razı etmeye çalışmaları da istenmez.

58- Andolsun ki biz bu Kur'an'da insanlara her misâlden verdik.  (Ey Rasûlüm)  andolsun ki onlara bir ayet  (mucize)  ge­tirdiğinde o kâfir olanlar, «Siz ancak batıl şeyleri ortaya atmak­tasınız» derler.

59- İşte böylece Allah, bilmeyenlerin kalpleri üzerine mü­hür basar.

60- (Ey Rasûlüm!) Artık sabret. Allah'ın vaadi şüphesiz ki gerçektir. Sakın inanmayanlar seni gevşekliğe sevketmesinler. [23]

 

Dirayüt Ve Rivayet Tefsiri

 

(51-60) «Yemin olsun ki biz bir rüzgâr göndersek...»

Bu Ayetlerin Tefsin

51.  ayetteki «Onu sararmış gördüler»den maksat, bitkiyi sol­muş gördüler demektir. Veya o eserin solmuş olduğunu gördüler. Zira «bitki» mânâsına gelen «nebat» kelimesi aslında mastardır. Aza da çoğa da denilmektedir. Sonra yerden çıkan bitkilere isim olarak verilmiştir.

îbn İshak «Zamir buluta racidir» diyor. Yani bulutu sararmış, yağmur yağdırmaz görürlerse demektir. Bazı müfessirler ise rüz­gâra racidir demişlerdir. Fakat bu iki yorum da zayıftır.

52.   ayet Rasûl-ü Ekrem'e hitap ediyor. Aynı zamanda daha önce anlaşılan mânânın da nedenini teşkil eder. Sanki Rasûlullah'a «Onlar hidayete gelmediMeri için sakın üzülme. Çünkü sen ölü­lere dinletemezsin» denilmektedir. [24]

 

Ölüler Dinleyebilirler Mi?

 

AUame Îîjn'ul-Hemmam der ki «Meşayihimizin çoğu ölünün duymadığında karar kılmışlardır. Delil «Kesinlikle sen ölülerei dinletemezsin» ayetiyle «Sen kabirde olanlara dinletemezsin» ayet­leridir. Bunun için Hanefiler kabir telkini yoktur demişlerdir. Hanefiler'e göre bir kişi ben   falan adamla   konuşmam diye yemin eder ve Öldükten sonra konuşursa kendisine keffaret düşmez.»

Seferani, «El-Buhur'uz-Zahir» adlı kitabında Aişe validemizin ^(Ölülerin dinlemesi yoktur» dediğini nakleder. Alimlerden bir grup da Aişe validemize tâbi olmuşlardır.

Kadı Ebu Ya'la el-Hanbeli, «ELCami'uLKebir» adlı kitabında Aişe validemizin görüşünü destekler ve şu ayetle delil getirir: «Sen de ölülere söz dinletemezsin.»

Ehli ilimden bazı gruplar ölüler diriler gibi olmasa da onla-rın söz dinlediklerini savunmuşlardır. İbn Abdilberr, «Alimlerin çoğu bu kanaattadır. Ve bu aynı zamanda İbn Cerir et-Taberi ile İbn Kuteybe'nin görüşüdür. Onlar Müslim ve Buhari'de Enes'in Ebu Talha'dan rivayet ettiği şu hadise dayanmaktadır:

«Bedir Günü'nde müslümanlar müşrikleri mağlup ettiklerin­de, Rasûl-ü Ekrem 24 müşrik leşinin —ki Kureyşin ileri gelenlerin-dendiler— Bedir kuyularından birisine atılmasını emretti. Hz. Peygamber onlara:

«Ey Eba Cehil bin Hişam! Ey Umeyye bin Halef! Ey ütbe bin Rebia!

Rabbinizin size vaadettiğini hak olarak buldunuz mu? Kesin­likle ben, Rabbimin bana vaadettiğini hak olarak buldum» dedi. Hz. Ömer «Ey Allah'ın Rasûlü! Sen ruhsuz cesedlerle mi konuşu­yorsun?!} diye sorar. Hz. Peygamber, «Muhammed'in nefsini elin­de tutana yemin ederim, onlar benim sözlerimi sizden daha iyi du­yarlar» diye cevap verdi.»

Müslim'in rivayeti Enes'ten gelmiştir: «Onlar icabet etmeye kadir değildirler». Yani cevap veremezler.

Bir de Buhari'nin Sahih'inde yer alan şu hadisi delil getirir­ler: «Kul kabrine konulduktan sonra arkadaşları dönüp evlerine giderken onların papuçlarının takırtısını dinler.»

«Ölü duyamaz» diyenler bu hadislere ve bu ayete şöyle cevap vermişlerdir:

«Süheyli'ye göre bu ayet, tıpkı «Sen sağırlara dinletebilir mi­sin? Sen köre hidayet edebilir misin?» ayeti gibidir. Yani Cenab-ı Hak dinletir, ancak O hidayet eder.

Büyük alimlerden bazıları da «Sen, Allah dinletmedikten sonra onlara dinletemezsin veya onlara yarar sağlayacak bir şekil­de onlara dinletemezsin» mânâsını vermişlerdir. «Onlar dinlemez­ler» diyenler derler ki «En doğru olanı, ayeti tevil etmemektir. Aye­tin zahirine yapışmaktır. Ancak zahirin hilafını gerektiren bir şey tahakkuk ederse zahirden vazgeçilir.»

Ayrıntı için Alusî'nin tefsiri incelenebilir. [25]

54. ayette sözü edilen insanların yaradılışının temelini teşkil eden zaaf, menidir. Zira Cenab-ı Hak başka bir ayette «Sizi kıy­metsiz bir sudan yarattı» demektedir. Veya «Sizi başlangıçta zayıf olarak yarattı» demektir. Nitekim başka bir ayette «İnsan zayıf olarak yaratılmıştır» buyurulmaktadır. Zayıflıktan sonra gelen kuvvetten maksat, erginlik çağına ermekteki kuvvettir veya ru­hun bedenlere yapışması demektir. Kuvvetten sonra tekrar mey­dana gelen zayıflıktan maksat ise yaşlılıktır. Beyazlıktan maksat da kuvvetlerinin ve zahirlerinin bozulması, renklerinin sararma-sıdır.

55.  ayetteki «Saat»ten maksat Kıyamet'tir. Mücrimler kabir­lerde ancak bir saat kadar durduklarına dair yemin ederler. Yani «Biz ölümden sonra az bir zaman kabirde kaldık» derler. Katade' nin rivayetine göre ifade dünyada bir saatten fazla durmadık an­lamana gelir. Fakat birinci tefsir daha çok tercih edilmiştir. Çün­kü o daha açıktır. Zira onlann kabirde kalmaları, haşre gönderil-meleriyle sonuçlanmaktadır. Fakat dünyadaki hayatları böyle de­ğildir.

Mücrimlerin dünyadaki durak müddetlerini bîr saat saymış olmaları da mümkündür. Çünkü onlar dünyadan yararlanmadı­lar. Yararlanması olmayan çok az demektir. Yararlılıkla beraber olan azın çok olması gibi. Bu yalanlar gibi onlar dünyada da ya­lan söylerler, doğruluktan yüzçevirirler. Bu ayetin şevkinden mak­sat, mücrimlerin bu vasıflarında ne kadar battıklarını, yalanda da­lıp gittiklerini ve bâtıl üzerinde ısrar ettiklerini belirtmektir.

56.  ayetteki {(İlim ve imanı elde edenler»den maksat, melek­ler veya insanlardır. Yahut da hem insanlar   hem de insanlardan bu vasfı derleyenlerdir. İşte o müslümanlar, o ilim sahipleri on­lara «Sis Allah'ın Kitabı'nda», demekle yani Allah'ın ilminde, kaza­sında veyahut yazdığında, tayin ettiğinde veya Levh'il-Mahfuz'da veya Kur'an'da demiş olmayı kastetmektedirler.

«İşte bu dünyada size vaadedüen haşr günüdür». Sanki onla­ra «Siz dünyada hasrı inkâr edici iseniz işte bu onun günüdür. Size inkârınızın bâtıl olduğunu haber veriyoruz» denmektedir.

«Andolsûn biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali anlat­tık» cümlesinden maksat, her sıfatı insanlar için vasıflandırdık demektir. Onlar   garabetlerinde bir   temsil idiler.   Kıyamet Günü'nde gönderilenlerin sıfatı, onlann dedikleri ve onlara denilen onlann mazeretlerinin fayda vermediğini, onların özür dilemeleri­nin dinlenilmediğini ispatlar. «Meseleden maksat garip sıfattır. «Bu Kur'an»6zn. maksat ya bu suredir veya bütün Kur'an'dır. Bü­tün Kur'an olması daha zahirdir.

Bazılan «Ayetin mânâsı, andolsûn biz insanlara her temsil­den, tevhidi, haşn haber veren, peygamberin doğruluğunu sergile-yen temsiller getirdik demektir» demişlerdir. Yani ayetin başında­ki «Darebna» fiili açıklama mânâsına gelen «Beyyenna» mânâsını ifade eder.

Bazılan «Meselden maksat delildir. Acaib, garip delildir. Kur'-an'dan maksat da bütün Kur'an'dır» demişlerdir.

«Andolsûn eğer onlara bir ayet getirsen, kâfir olanlar kesinlik­le «Siz tezvir yapanlardan başkası değilsiniz» diyeceklerdir.»

Bu cümlenin içinde geçen «ayet» kelimesinden maksat, Kur'an ayetlerinden birisidir. Veya onlann Rasûl-ü Ekrem'den istedikle­ri mucizelerden bir mucize demektir. Yani istedikleri mucizelerden bir mucize de getirsen yine böyle diyeceklerdir demektir.

Fahreddin Razi'ye göre «Onlara bir ayet getirsen» fiilindeki hitap ve «Sizler» mânâsını ifade eden «Entum»daki çoğul tabirin­de bir latife vardır. Yani, «Ey Muhammedi Eğer sen onlara bütün mucizeleri veya bütün ayetleri getirsen, peygamberlerin getirdiği bütün mucizeleri getirsen, onlar «Peygamberlik iddiasında bulu­nan siz peygamberler, hepiniz, iptalcüer, tezvircilersiniz» diyecek-terdir,» [26]

 

Bid'atçıların Kalbi Mühürlenir

 

Ayetin metnindeki «Yetbau» mühürlemek mânâsına gelir. «Bilmeyenler», yani ilim talep etmeyenlerin kalplerine bu mühür vurulur. Hakkı aramayanların, hurafelere bid'atlara tâbi olanların, onlarda ısrar edenlerin kalplerine Cenab-ı Hak mühür vurur. Ve cehaletleri mürekkeb bir cehalet olur. Onların hakkı iddia etmele­rinin önünde bir sur olur.

60. ayet Hz. Peygamber'e hitap ediyor. Yani Allah'ın onların kalplerine mühür vurduğunu bildikten sonra onlardan gelen şid­detlere karşı sabır göster. Bâtıl söz ve fiillerine, kötülüklerine kar­şı sabırlı ol. Kesinlikle Allah'ın vaadi haktır. Allah sana yardımı vaadetmiştir. Senin dinini galip getireceğini vaadetmiştir. Hak ke­limeyi yücelteceğim vaadetmiştir. Bu vaad mutlaka yerine getiri­lecektir. Bundan şüphen olmasın!

«Yakın» sahibi olmayanlar, okuduğun ayetleri yalanlamak sure­tiyle sana eziyyet verenler seni hiffet ve sarsıntı üzerine hamletme­sinler. Onların «Siz peygamberlik iddiasında bulunanlar ancak ip. talcilersiniz» şeklindeki sözleri seni üzmesin. Çünkü onlar şüphe­cidirler, sapıktırlar. Böyle sözlerin onlardan çıkması hiç de garip değildir.

Bazıları «Yakın sahibi olmayanlardan maksat, Allah'ın vaadi­nin hak olduğuna kesinlikle inanmayanlardır» demişlerdir. [27]

RUM SUHESÎ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/6.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/6-7.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/8.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/9-10.

[5] Alûsî, Ruh'ul-Meâni, cilt: 21, sh: 19

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/10-13.

[5] Alûsî, Ruh'ul-Meâni, cilt: 21, sh: 19

[6] Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, 'cilt: 2, sh: 637

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/13-16.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/16.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/18.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/19-21.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/23.

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/24-27.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/29.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/30-32.

[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/32-33.

[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/35.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/36-37.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/37.

[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/37-40.

[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/42.

[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/43-44.

[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/44-46.

[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/48.

[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/49.

[25] Alusî, Ruh'ul-Meani, cilt: 21, sh: 55-56, vd.

[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/49-53.

[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/54.