RÛM SÛRESİ

 

Bu sûre-i celîle Kur'ân-ı Azîmüşşân'm 30. sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur, 60 âyettir. Yalnız 18. âyetinin Medine'de nazil olduğu rivayet edilmiştir. Kitap ehli olan Romalıların, putlara tapan İranlılara birkaç sene içinde galip geleceği bir mucize olmak üzere bu sûrede beyan edildiği için *Rûm Süresi» unvanını almıştır.

Bu sûre-i celüenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: Tarihî bir vak'ayı vukuundan önce haber verip müslümanları sevindirmesi. Kur'ân-ı Kerîm'in ebedî bir mucize olduğunu göstermesi. Hâ-lik-ı Zülcelâl'in sıfatlarından bir kısmının bildirilmesi ve vahdaniyetine, ilmine, hikmetine, kudretine şehâdet eden birçok eserlerin belirtilmesi. İnsanları, onların yaratıhşındaki hikmetleri temaşaya davet etmesi. Dine muhalif işler yapanların âhirette elim bir azaba uğrayacakları bildirilerek, insanların uyanmaya davet edilmesi ve müslümanlann dinlerine sarılmaları, üzerlerine düşen vazifeyi yapmaları, hısım akraba hakkına riayet etmelerinin emredilmesi. îslâ-mm her tarafa yayılacağı, müslümanların maddi ve- manevî zafere ulaşacakları, İnsanların kötü hareketlerinden dolayı yeryüzünde bir takım fenalıkların meydana gelmesi. İlâhi vaadin mutlaka tahakkuk edeceği bildirilerek, iman edenlerin sabır ve sebata davet edilmesi.

Allahü Teâîâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :

{Olz: 21. Ayet: 1-5) Rûm Sûresi          35

-Elif, Lam, Mîın..

«Rumlar yenildiler.»

«Yakın bir yerde onlar bu yenilgilerinden sonra galip gelecek-lerdir.-

-Bir kaç yi! içinde. Önünde de, sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler sevineceklerdir.»

-Allah'ın yardımı ile, O dilediğine yardım eder ve O yegâne galiptir, çok esirgeyicidir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimizin peygamberliğinin beşinci yılında ve bu âyetlerin nüzulünden yedi sene önce İranlılarla Romalılar arasında büyük bir savaş çıkmış, bu -savaşta iranlılar, Romalıları mağlûp etmiştir. Müşrik İranlıların galibiyeti, Mekke müşriklerini de sevindirmiş ve müslümanlara şöyle demişlerdir: «Bizim gibi, putperest olan iranlılar, sizin gibi kitabı olan Romalıları mağlûp etmiştir. Biz de sizinle savaşsak muhakkak sizi mağlûp ederiz.» Müşriklerin bu şımarıklıkları müslümanları çok üzmüştür. Bunun üzerine Allahü Tealâ bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde onlar bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde. Önünde de, sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile, O dilediğine yardım eder ve O yegâne galiptir, çok esirgeyicidir.» Bu mağlûbiyetten sonra Romalıların da İranlılara üç iie dokuz yıl arasında galip gelecekleri, onları büyük bir hezimete uğratacakları ve o zaman müslümanlarm da ilâhî yardıma mazhar olacakları tebşir edilmiştir. Bu müjdeyi alan Ebû Bekir müşriklere karşı bunu ilân eder ve şöyle der:

«Ey müşrikler, bu kadar sevinmeyin. Kısa bir süre sonra Romalılar da İranlılar üzerine galip gelecektir.» Müşrikler ise buna hiç ihtimal vermiyorlardı, Çünkü Romalılar çok zayıf, İranlılar ise aksine çok güçlü idi. Zahire bakıldığı zaman Romalıların İranlıları mağlûp etmesi mümkün değildi. Müşrikler de Allah'ın vaadini unutarak zahir-3 göre hükmediyorlardı. Bunun için de müşriklerin reislerinden olan Übey bin Halef, Ebû Bekir (r.a.)'i yalancılıkla itham etmiştir. Ebû Bekri Sıddlk (r.a.) da ona «ey Allah'ın düşmanı, yalancı sensin» diyerek mukabelede bulunmuş ve aralarında şöyle bir anlaşma yapmışlardır. Şayet üç seneye kadar Romalılar İranlıları yenerse Übey, Ebû Bekir (r.a.)'e on deve verecek, aksi olursa Ebû Bekir, Übey'e on deve verecektir. Ebû Bekir bu anlaşmadan. Peygamberimizi haberdar etmiş, Peygamberimiz (s.a.vj de ona şöyle buyurmuştur: «Yâ Ebâ Bekir, bu mukavelenin müddetini uzat ve develerin sayısını da artır. Çünkü bu galibiyet üç sene ile dokuz sene arasında vuku bulacaktır.» «Fi bidi sinine» cümlesi bunu bildirmektedir. Bunun üzerine Ebû Bekir-i Sıddîk tekrar Übey bin Halefe gider, mukavelsnin müddetini dokuz yıla, develerin sayısını da yüze çıkarırlar. Nihayet bu mukaveleden sonra aradan altı sene geçmiş, yedinci senenin başlarında Romalılarla İranlılar arasında büyük bir savaş çıkmış, o savaşta Romalılar İranlıları mağlûp etmiştir. Fakat Übey bin Halaf bu tarihe yetişememiş, Uhud muharebesinde Peygamberimizden aldığı bir yara ile Mekke'de ölmüştür, Ebû Bekir-i Sıddîk Hazrstleri o mukavele mucibince Übey'in vârislerinden yüz deveyi almış ve Peygamberimizin emriyle fakirlere dağıtmıştır. Rivayete göre bu mukavele riba ve kumarın haram kılınmasından Önce vuku bulmuştur. Büyük tefsir sahibi Zemahşerî'ye göre îmam-ı Âzam'm mezhebinde kumar ve riba gibi şeylere ait bâtıl akitler îslâm memleketlerinde caiz değildir. Fakat Darü'l-Harb'de ise müslümanlarm kâfirlerle böyle bir akitte bulunması caizdir. Hz. Ebû Bekir'in Übey bin Halefle yapmış olduğu mukavele de buna delildir. Fakat diğer mezheb imamlarına göre bâtıl akit hiçbir yerde caiz değildir.

Rum, Roma şehrinden alınmış olup onlara Rum denmiştir. Hükümdarlarına da Kayser unvanı verilmiştir. Eski İranlılara da Fars denmiş, hükümdarlarına da Kisra unvanı verilmiştir. Perişan bir durumda olan Roma hükümeti kısa zamanda derlenip toparlanır kendisinden çok daha üstün olan İranlıları mağlûp ederler. Bundan önce de müslümanlar Bedir'de müşrikleri mağlûp edip hezimete uğratmıştı. Böylece Kur'ân-ı Kerîm'in müjdesi tahakkuk etmiş, ilâhi bir mucize olduğu bu v«sile ile anlaşılmıştır. Bu iki savaşın kazaml-masıyle müslümanlar çok sevinmiş, müşrikler kahrolmuş ve îslâ-mın üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Bu savaşlardan sonra müslü-manlara zafer kapıları açılmış, müşriklere ise hezimet kapıları açılmıştır. Böylece Kur'ân-ı Azîmüşşân'm ilâhî mucize olduğu b:r defa daha ortaya çıkmıştır. Allah kimi dilerse ona yardım edip aziz kılar, O, Rahîm'dir mü'min kullarını esirger.

«Bu Allah'ın vaadi. Allah vaadinden asla caymaz. Ama insanların çoğu bilmezler.»

«Onlar dünya hayatimn görünen kısmını bilirler. Ahiretten ise onlar habersizdirler,-

AHahü Teâlâ'nm vaadi haktır. O, vaadinden asla dönmez. Allah'ın vaadi vaktinde yerine gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Onlar yalnız dünya hayatının görünen kısmını bilirler. Ziraat gibi, san'at gibi, ticaret gibi, alış veriş gibi hususları biliri sr. Âhiretin mükâfatından, azabından, mizan teraziden, hesaba çekileceklerinden haberleri yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar dünya hayatının görünen kısmını bilirler. Ahiretten :se onlar habsrsizdirler.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Kendileri hakkında düşünmezler mi? Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak ile ve belirli bir süre için yaratmıştır. Doğrusu insanların çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ederler.»

Kâfirler kendi yaratılışlarına bakıp ibret almazlar mı? Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! ancak kendi varlığını beyan için yaratmıştır. Bunlar Allah'ın varlığına ve kudretine delildir. Bütün bunlar muayyen bir süre için yaratılmıştır. O zaman gelince hepsi yok olacaktır. İşte o vakit insanlar Rablerinin huzuruna çıkacaklardır. Fakat çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ederler.

Allahü Teâlâ âyet-i celîîesinde şöyle buyuruyor:

«Yeryüzünde dolaşıp gezmezler mî ki, kendilerinden önce geçmiş kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler. Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Toprağı ekmişler, altüst etmişler ve bunlardan daha çok iman etmişlerdir. Peygamberleri onlara nice açık hüccetler getirmişti. Demek onlara Allah zulmetmiyordu. Ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.»

Kâfirler yeryüzünde gezip dolaşıp da kendilerinden önce geçmiş milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi? Onların akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar. Onlar kendilerinden daha güçlü, kuvvetli idi. Toprağı ekmişler, kayaların içine evler oymuşlar, toprağın altını üstüne getirmişler, bağlar, bahçeler mer'alar, ormanlar, saraylar yapmışlardır. Onlar varlıklarına güvenerek kendilerine apaçık deliller ve hüccetlerle gelen peygamberlerini yalanlamışlar, böylece kendilerine zulmetmişlerdir. Çünkü Allah suçsuz yere hiçbir toplumu helak etmemiştir, helak olan toplumlar kendi küfürlerinin ve zulümlerinin cezasını çekmişlerdir. Allah kullarına asla zulmetmez. Ancak zulmü kulların kendisi hak eder. Ö zaman da hak ettikleri başlarına gelir.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Nihayet Allah'ın âyetlerini tekzip edip onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu.»

Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayıp onları alaya alanların sonu çok kötü olmuştur. Allah onlardan intikamını alacaktır. Onlar dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğrayacaklardır. Onların gidecekleri yer cehennemdir ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Nihayet Allah'ın âyetlerini tekzip edip onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

(Cüz: 21. Âyet: 14-16) Rûm Sûresi      39

«Allah îlkin yaratır, sonra onu tekrar eder. En sonunda hepiniz O'na döndürüleceksiniz.»

«Kıyametin kopacağı gün suçlular susacaklardır.-

«Koştukları ortaklardan da kendilerine şefaatçılar olmayacaktır. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir.»

Yüce Halik, bütün mahlûkatı, yerleri, gökleri yoktan var etmiş, onlara muayyen bir ömür takdir etmiştir. Takdir ettiği o vade gelince hepsi ölüm şerbetini içecektir. Bütün canlılar kıyamet günü tekrar dirileceklerdir. Zaten önünde sonunda bütün canlılar Allah'a döndürülecektir. İşte o zaman, dünyadayken, yaptıklarından hssaba çekilecekler, günahkârlar ve suçlular susacaklardır. Taptıkları şeyler kendilerinden şikâyetçi olacak, «niçin bize taptınız?» diyerek onlardan uzaklaşacaktır. Onlar kendilerine asla şefaatçi olmayacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kıyametin kopacağı gün suçlular susacaklardır. Koştukları ortaklardan da kendilerine şefaatçılar olmayacaktır. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir.»

Allahü Teâlâ âyet-i oelîlesinde şöyle buyuruyor:

«Kıyametin kopacağı gün, işte o gün darmadağın olurlar.*

«İman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince onlar ağırlanacakları bîr cennette bulunurlar.»

«Küfredip de âyetlerimizi ve âhirette bana kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azaba uğramak için getirilirler.»

Kıyamet günü insanlar mahşer yerine toplanıp hesaba çekildikten sonra kâfirlerle mü'minler birbirlerinden ayrılırlar, iman edip sâlih amel işleyenler kendileri için hazırlanmış cennetlere sevk edilirler. Onlar için korku ve hüzün yoktur, iman etmeyenler ise içinde ebedî olarak kalacakları cehenneme sevk edilirler. Onlar orada elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu onlara inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Böylece iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar ağırlanacakları bir cennette bulunacaklardır. Küfredip de âyetlerimizi ve âhirette bana kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azaba uğramak için getirilirler.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;

«Akşama girerken ve sabaha ererken hepiniz Allah'ı teşbih edin.» «Göklerde ve yerde hamd O'nundur. Gündüzün nihayetinde de,

öğlenleri de O'nun şanını yüceltin.»

«O ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartır. Yeryüzünü ölümünden

sonra O canlandırır, İşte siz de böylece çıkarılacaksınız.»

Hâlik-ı Züicelâl, kullarının kendisine ibadet etmeleri ve teşbih-de bulunmaları için bir günde beş vakit namazı emretmiş ve bu namaz vakitlerini bildirarçk «akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı teşbih edin» buyurmuştur. Bu ifadeden maksat akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır. Gündüzün nihayetinden maksat ikindi namazı, zuhurdan maksat ise öğle namazıdır. Böylece beş vakit namazın vakti belirtilmiştir, Namaz dinin direği, imanın muhafazası ve azaptan kurtuluş fermanıdır. Kul, ancak namaz vasıtasıyle Allah'a yaklaşır ve kulluk görevini yerine getirir. Çünkü göklerde ve yerde hamd yalnız Allah'a mahsustur, O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Yeri ölümünden sonra dirilten O'dur. Yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği gibi, bütün canlıları da kıyamet günü aynı şs-kilde diriltecektir. İşte o zaman iman edenlere mükâfatlarını, etmeyenlere de cezalarını verecektir.

Allah, ölü toprağı gökten yağmur indirip dirilttiği ve çsşit çeşit bitktler, sebzeler, meyveler, otlaklar, mer'alar, bağlar, bahçeler ve ormanlar bitirip yeryüzünü süslediği gibi, kıyamet günü de insanları mezarlarından öylece diriltecek ve hesaba çekecektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O diriden ölüyü, ölüden de diriyi çıkarır. Yeryüzünü ölümünden sonra O, canlandırır, işte siz de böyle çıkarılacaksınız.»

Allahü Tealâ. kıyamet günü, yedinci kat gökteki Bahri Msscur'-dan insan nutfesi şeklinde bir yağmur yağdırır, o yağmur ile toprağa karışmış kemikler hayat bulup dirilirler. Sonra hesaba çekil-

(Cüz: 21. Ayet: 20-21) Rûm Sûresi      41

mek için mahşer yerine getirilirler. Orada hesaba çekilirler, iman edenlerle, etmeyenler birbirlerinden ayrılırlar.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Sizi topraktan yaratmış olması O'nun âyetlerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız.»

Allahü Teâfâ, Âdem (a.s.)'i topraktan ve anasız babasız olarak yaratmıştır. Âdem Aleyhisselam'm anasız ve babasız yaratılması Allah'ın vahdaniyetine ve kudretine delâlet eder. O, insanoğlunun babasıdır. Diğer insanlar da onun sulbünden gelmiştir. Sonra ayrı ayrı kabilelere, milletlere ve ailelere ayrılmışlar, yeryüzünün her köşesine dağılmışlardır. Bütün bunlar kendi kendine olmamış, Allah'ın yaratıp dilemesiyle meydana gelmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sizi topraktan yaratmış olması O'nun âyetlerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız.»

Allahü Teâlâ âyet-İ çelîlesinde şöyle buyuruyor:

«İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve esirgeme var etmesi de O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunu düşünen kavim için âyetler vardır.»

Ey insanlar, içinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız, birbirinize sevgi ve saygı göstereceğiniz, muhabbet besleyeceğiniz eşler yaratıp o eşlerden de oğullarınızın, kızlarınızın meydana gelmesi Allah'ın âyetlerindendir. Bunlar Allah'ın varlığına, birliğine, kudretine delâlet eder. Şüphesiz ki düşünen kavimler için bunda ibretler, alâmetler vardır. Yeryüzüne dağılıp kabileler, milletler ve kavimler haline gelmeniz, hiç tanımadığınız bir kadınla evlenip birbirinize sevgi ve muhabbet beslemeniz Allah'ın varlığının ve birliğinin delilidir. Kadın ve erkeğin gönlüne bu sevgiyi koyup onları birbirleriyle ülfet ettiren O1 dur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; «İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve esirgeme var etmesi de O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen kavim için âyetler vardır.»

Allahü Teâlâ âyet-î celilesinde şöyle buyuruyor:

«Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması da O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda da bilenler iç'n âyetler vardır.»

Ey insanlar, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin, renklerinizin, boylarınızın, huylarınızın, kabiliyetlerinizin, becerilerinizin, zekâlarınızın ayrı ayrı olması da Allah'ın âyetlerindendir. Yeryüzündeki bütün bilginler bir araya gelseler, bunlardan birisini bile yapamazlar. Şüphesiz ki bunda da bilenler için âyetler ve alâmetler vardır. Bunların hepsi Allah'ın birliğine ve kudretine delâlet eder. Allah'tan başka kim bunları yaratabilirdi? İşte bütün bunlar Allah'ın kudretinin eseridir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Geceleyin uyumanız, gündüz de lütfundan rızık aramanız O'nun âyetlerindendir. Bunlarda dinleyen kavim için âyetler vardır.»

Ey insanlar, Allahü Teâlâ geceleri istirahatiniz, gündüzlsri de lütfundan rızkınızı aramanız ve yeryüzünde gezip ihtiyaçlarınızı karşılamanız için yaratmıştır. Bunlar O'nun âyetlerindendir. Akıl sahipleri ic'n bunlarda ibretler vardır. Şayet bunlardan birisini yarat-masaydı, insanlar gece istirahatini veya gündüzün geçimini nasıl te'min edeceklerdi? Veya bunları Allah'tan başka kim var edsbüir-di? Bunlarda da akıl sahipleri için ibretler ve ders alınması gereken birçok hikmetler vardır. Uyumak ve uyanmak bir nevi ölüp dirilmek gibidir. Uyku ölümü, uyanmak da tekrar dirilmeyi hatırlatmaktadır. Bunların hepsi Allah'ın iradesiyle olmaktadır. Bu bakımdan a.kıl sahipleri ve düşünebilenler için bunlarda ibretler vardır. Yücs Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Geceleyin uyumanız, gündüz de lütfundan rızık aramanız O'nun âyetlsrindendir. Bunlarda dinleyen kavim için âyetler vardır.»

AUahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

-Size korku ve ümit veren, şimşeği göstermesi, gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de O'nun âyetlerinden-dir. Bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.»

Hâlik-i Zülcelâl'in insanlara korku ve ümit veren yıldırımı, şimşeği ve yağmuru göstermesi, gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi, orada bağlar, bahçeler, mer'alar, meyveler, sebzeler, ormanlar meydana getirip olgunlaştırması O'nun alâmetle-rindendir. Bütün bunlar Allah'ın birliğine ve kudretine delâlet eder. Düşünen kavimler için bunlarda ibretler, alâmetler ve hikmetler vardır. Bunlar kendiliğinden değil, Allah'ın yaratmasiyla meydana gelmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip, onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de O'nun âyetlerindendir. Bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.»

Aîlahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Göğün ve yerin O'nun emriyle ayakta durması da yine O'nun âyetlerindendir. Sonra sizi bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverîr-siniz.»

«Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğer.»

Göklerin ve yerin ayakta durması, yıldızların kandiller gibi göğü süslemesi, güneşin, ayın birbirini takip etmesi, gece ile gündüzün birinin gelip diğerinin gitmesi, Allahü Teâlâ'nın âyetlerindendir. Bütün canlılar öldükten sonra dirilecekler, mahşer yerinde toplanacaklardır. İsrafil Aleyhisselâm'm sûru üfürmesiyle bu hâdise gsr-çekleşscektir. Orada herkes hesaba çekilecek, iman edip sâlih amel işleyenler, mükâfat, iman etmeyenler ise ceza göreceklerdir. Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğerler. Çünkü her şeyi yaratan O'dur ve hepsi de O'na muhtaçtır. Yüce Halik bunu söyle beyan ediyor: «Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğer.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîleslnde şöyle buyuruyor-.

«O'dur önce yaratan, sonra onu tekrar eden. Bu O'nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde en üstün sıfat O'nundur. O yegâne galip, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.»

Allahü Teâlâ, Âdem (a.s.)'i balçıktan yaratmış, sulbünden d-3 bütün insanları vücûda getirmiştir. Allah, insanoğluna muayyen bir ömür takdir etmiştir, ömür bittikten sonra onları öldürecek, kıyamet günü hesaba çekmek üzere tekrar diriltecektir. Bu, Hâlik-ı Mutlak için yoktan var etmekten daha kolaydır. Çünkü her şeyi var eden O'dur. Göklerde ve yerde O'nun şeriki, benzeri yoktur. En üstün sıfat da O'nundur. Göklerde ve yerde yegâne hüküm ve hikmst sahibi O'dur. Kimse emrine karşı gelemez, vaadinden de asla dönmez. Gerçek akıl sahiplerinin bunlardan ibret alıp Allah'a iman etmesi gsrekir. Zira O'ndan başka ibadete layık ilâh yoktur.

Allahü Tsâlâ âyet-i celîlesinde şöyle, buyuruyor:

«O, size kendinizden bir örnek verdi: Size verdiğimiz rızıklarda emriniz altında bulunan kölelerinizin de eşit olarak hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi, bunları da sayar mısınız ki bizzat yaptığımız işlerde bize ortaklar koşulmasına razı olasınız? İşte biz âyetleri aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklarız.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kureyşliler putlarına ibadet edip *lâ ilahe illâllahü* derler, ihrama girdikleri zaman da tel-biye getirip şöyle söylerlerdi:

«Senin emrine icabet ederiz. Şerikin, ortağın yoktur. Ancak şerikin senin mülkündür, sen ona mâliksin.» Müşrikler Bey-tullah'ı tavaf ederken bu şekilde telbiyede bulunuyorlardı. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukarıdaki âyeti inzal edip onların bu telbi-yelerini reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: «O, size kendinizden bir örnek verdi: Size verdiğimiz rızıklardan, emriniz altında bulunan kölelerinize de eşit olarak hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi, bunları da sayar mısınız ki, bizzat yaptığımız işlerde bize ortaklar koşulmasına razı olasınız? îşte biz âyetleri, aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklarız.» Hâlik-ı Zülcelâl, kendisine ortak koşan kâfirlere, kendilerinden bir misal vererek en güzel bir teşbihle ortak koşmanın ne kadar çirkin ve tutarsız olduğunu onlara açıklamıştır. Hiçbir hakkı olmadığı halde, efendinin kölesini mirasına ortak etmesi ve aynı haklara sahip kılması düşünü-lemediğı gibi, kölenin de böyle bir hak iddia etmesi mümkün değil dir. Durum böyleyken, nasıl olur da Allah'ın mülkünde, yaratıkları O'na ortak koşarlar ve O'ndan başkasına ilâh diye taparlar? Halbuki Yüce Hâlik'ın hiç bir ortağı, benzeri, yardımcısı yoktur. O, bü-*.ün noksan sıfatlardan münezzehtir, beridir. Aklı olanlar için bu misallerde büyük ibretler, hikmetler vardır. Kimsenin kendi mülküne başkasını ortak etmediğini gördükleri halde kâfirler nasıl oluyor da Allah'a ortak koşuyorlar? Onlar hiç mi düşünmezler? Aklı olanlar, bunlardan ibret alırlar ve Allah'a başkalarını ortak koşmazlar.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Hayır, o zulmedenler körü körüne kendi heveslerine uymuşlardır. Allah'ın saptırdığı kimseyi kim doğru yola iletebilir? Onla-nn yardımcıları da yoktur.»

Kâfirler, körü körüne heveslerine uyup ellerinde hiçbir delilleri olmadığı halde putlara taptılar. Böylece imandan yüz çevirmekle kendilerine zulmettiler, doğru yoldan saptılar. Allah'ın saptırdığı kimseyi kim doğru yola getirebilir? Kıyamet günü onları Allah'ın azabından kurtaracak ve kendilerine yardımcı olacak birisi yoktur. îman etmeyenler Allah'ın azabından asla kurtulamayacaklardır. Onların gidecekleri ve içinde ebedî kalacaktan yer cehennemdir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır,

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :

«Öyle ise sen, Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Allah'ın yaratışında değişme yoktur, işte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-msd, öyle ise sen, Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.» Bu emir iman edenleredir. Din, sadece peygamberin şahsına mahsus dsğildir. Çünkü her insan doğarken islâm fıtratı üzerine doğar. Bu da gösteriyor ki, her çocuk mutlaka Allah'ın dini üzere doğar. Nitekim Peygamberimiz fs.a.vJ şöyle buyuruyor:

•Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra onu ana babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.» Yani ana baba hangi dine mensupsa, çocuğunu da o dine çevirir. Çocuk ana rahminde şekillenmeye başladığı zaman, alnına ilâhî din İslâm yazılır ve o fıtrat üzere doğar. Allah'ın dininde asla değişme yoktur. O'hun yarattığını hiç kims« değiştiremez, çünkü muhkemdir, kaimdir, asla bozulmaz. Onu insanın ruhundan söküp atmak mümkün olmaz. O inancın gereğidir ki, hakkı bulamayanlar başka şeylere tapınma İhtiyacını hissetmişlerdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

AHahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Hepiniz O'na dönün. Ondan korkun. Namazı dosdoğru kılın, müşriklerden olmayın.»

«Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her fırka kendi yanında olanlara sevinir durur.»

Ey iman edenler, hepiniz Allah'a dönün, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınm ve azabından korkun, asla isyan etmeyin. Namazınızı dosdoğru kılın. Kâfirlerden ve müşriklerden olmayın. Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olanlardan olmayın, İslâm'dan önce Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Her fırka da kendi dininden memnundu. Haliyle çocuklarını da kendi dinlerine çevirmişler, İslâm'dan uzaklaştırmalardı. Böylece kimi Yahudi, kimi Hıristiyan, kimi de Mecûsi olmuştu. Halbuki bunlar bâtıl şeylerle ömürlerini geçirmişlerdi. Çünkü Allah'ın dininden başkası bâtıldır, boştur, edindikleri dinlerin kıyamet günü kendilerine asla faydası olmayacaktır.

AHahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«İnsanlara bir darlık isabet edince, Rablerine dönerek O'na yalvarırlar. Sonra onlara katından bir rahmet tattırınca bakarsınız ki, içlerinden bir gurub Rablerlne şirk koşup durmaktadır.»

-Ki kendilerine verdiğimize nankörlük etsinler. Safa sürün bakalım. Yakında bileceksiniz.»

«Yoksa onlara şirk koşmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?»

İnsanlara bir musibet, bir darlık isabet ettiği zaman, ondan kurtulmak için hemen Rablerine yalvarmaya başlarlar. O sıkıntıdan ve darlıktan kurtulup nimete kavuştukları zaman, içlerinden bir kısmı Rablerine yalvarmayı terk edip şirk koşmaya başlarlar. Çekeklerini unuturlar. Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetler, küfürlerine sebeb olur. Onlar sıkıntı ve darlıkta Rablerine yalvarırlar, nimete kavuştukları zaman ise şirk koşarlar ve Rablerini hiç hatırlamazlar, kendilerine verilen nimetlere şükretmezler. Halbuki ellerinde Allah'a şirk koşmaları için bir delil de yoktur. Buna rağmen şirk koşarlar, nimetlerine nankörlük ederler. Onlar kendilerine verilen nimetlerle bu dünyada bir müddet oyalansınlar, Allah'ın nimetlerine nankörlük etsinler. Sonunda bunu anlayacaklardır ve yaptıklarına pişman olacaklar, fakat o günkü pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İnsanlara bir darlık isabet edince, Rablerine dönerek O'na yalvarırlar. Sonra onlara katından bir rahmet tattırınca bakarsınız kî, içlerinden bir gurub Rablerine şirk koşup durmaktadır. Ki kendilerine verdiğimize nankörlük etsinler. Safa sürün bakalım. Yakında bileceksiniz. Yoksa onlara şirk koşmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?»

AHahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Ne zaman da insanlara bir rahmet tattırdı isek onunla sevinirler. Ama yaptıklarından dolayı başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitlerini kesiverirler.*

-Görmezler mi ki, Allah rızkı dilediğine yayıp bir ölçüye göre verir. Muhakkak ki buncia inanan bir kavim için âyetler vardır.»

İnsanlara bir nimet ve bir rahmet verildiği zaman onlarla sevinirler. Fakat yaptıkları kötülükler yüzünden başlarına bir musibst, bir darlık, bir sıkıntı gelirse hemen ümitlerini keserler, Allah'ı unuturlar, nimet içinde yüzdükleri anları hiç hatırlamazlar. Halbuki Allah rızkı bir ölçüye göre, dilediğine verir. Kullarından kimine bol bol rızık verir, kiminkini ise daraltır. Muhakkak ki bunda iman eden bir kavim için âyetler, alâmetler ve hikmetler vardır. Çünkü her şeyin sahibi Allah'tır. O, dilediğini yapar, O'na kimse müdahale edemez.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

-Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.»

•İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir zekât ise böyle değildir. İşte onlar sevaplarını kat kat artıranlardır.»

Allahü Teâla'nm «akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver» emri sadece Peygamberimize mahsus değildir, iman edenlerin hepsine gamildir. En hayırlı ibadet, Allah yolunda tasadduk etmektir. Akrabalara, yoksullara, kimsesizlere, yolda kalmışlara ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, Allah yolunda tasadduktur. Ayette belirtilen bu kimselerin ihtiyaçlarım karşılamak, Allah'ın rızasını dileyenler için, daha hayırlıdır. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır. în-sanlarm mallarının artması için verdikleri herhangi bir faiz, Allah katında onların mallarım artırmaz. Bilâkis o malın yok olmasına sebeb olur. Çünkü Allah'ın yasak ettiği şeyi yapmak O'na isyandır. Allah'a isyan ile elde edilen her şey yok olmaya mahkûmdur. Faizle elde edilen servet ise mutlaka bir gün yok olacaktır. Bunun için «İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz» buyurulmuştur. Halbuki Allah'ın rızasını kazanmak için, verilen zekât, böyle değdldir. Zekât, hem malın artmasına, hem de korunmasına sebeb olur. Zira onu emreden Hâlik-ı Mut-lak'tır. Zekâtı verilen malın koruyucusu da keza O'dur. Zekâtını verenler Allah katında sevaplarını kat kat artırırlar.

Allahü Teâlâ âyet-i c^Mesinde şöyle buyuruyor:

«Allah'tır sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra Öldüren ve da ha sonra dirilten. O*na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir,-

Ey insanlar, sizi yoktan var eden, yeryüzünde çeşitli nimetlerle rızıklandıran, vadeniz geldiği vakit sizi öldüren ve kıyamet günü tekrar diriltecek olan Allah'tır. Sizin O'na koştuğunuz ortaklardan hangisi böyle bir şey yapabilir? Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. Q'nun ortağı, şeriki, benzeri, yardımcısı yoktur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde bozgun belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını Allah onlara tattırsın. Belki dönerler diye.»

İnsanların işlemiş oldukları kötülükler ve masiyetler yüzünden karada ve denizde bozgun belirmiştir. Karada bozgunun belirmesi, yağmurun kesilmesi, isyanın, fuhşun, ahlâksızlığın, huzursuzluğun artmasıdır. Yağmurun kesilmesiyle ekinlerin, meyvelerin, sebzslsrin, otlakların, nebatatın azalması ve kıtlığın, yokluğun baş göstermesidir. Denizde bozgunun belirmesi ise, oradan çıkarılan şeylerin yok denecek kadar azalması, hattâ birçoğunun yok olmasıdır. Bütün bunlar, insanların yaptıkları kötülükleri ve isyanları yüzünden başlarına gelmiştir. Bazılarına göre denizden maksat, şehirlerdir, karadan maksat ise köylerdir. Şehirlere deniz denmesi nüfusun yoğun olmasından ve suyun oralarda zaruret halinde bulunmasından dolayıdır. Köylerde ise nüfusun az oluşu, ırmakların ve kaynak sularının yağmurun kesilmesiyle kuruması ve bundan mütevellit de o bölgedeki insanların ve hayvanların, bağların, bahçelerin, sebzelerin zarar görmesidir.

Ebû'l-Âlâ'ya. göre ise, karadan maksat vücudun organları, denizden maksat da kalbtir. Azalarda fesat, kişinin masıyet işlemesi, kötülük yapması, kalbin fesadı ise ahlâksızlığın artması, bâtıl inançların yayılması, her türlü kötülüğün meydana gelmesidir. Bütün bunlar karada ve denizde bozgunun belirmesine sebeb olur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «insanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde bozgun belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını Allah onlara tattırsın. Belki dönerler diye.» Böylece insanlar yaptıkları kötülüklerden belki vazgeçip iman ederek sâlih amel işlerler. İman edip sâlih amel işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler de cs-zasını göreceklerdir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da daha önce geçenlerin akıbetinin nasıl olduğunu görün. Onların çoğu müşrik idiler.»

-Reddine asla imkân bulunmayan Allah'ın o günü gelmezden önce yüzünü dosdoğru dine çevir. Ki, o gün insanlar bölük böîük ayrılacaklardır.»

Ey insanlar, yeryüzünde gezin dolaşın, sizden önce küfredip imandan yüz çevirenlerin akıbetini görün, onlardan ibret alm. Küfür vs zulümleri yüzünden helak olmuşlardır. Onların çoğu müşrik idiler.

Siz onların başlarına gelenlerden ibret alarak Aliah'ın vaad ettiği kıyamet günü gelmeden önce küfrü terk edin ve dosdoğru dine dönün. Çünkü o gün iman edenlerle, etmeyenler birbirlerinden ayrılacaklardır. İman edenler mükâfatlarını almak için Allah'ın kendilerine vaad edip hazırladığı cennetlere girecekler ve orada ebedî olarak kalacaklardır. İman etmeyenler ise cezalarını çekmek üzere kendileri için hazırlanmış olan cehenneme girecekler ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu onların küfür ve zulümlerinin karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Yâ Muhammed! De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da daha önce geçenlerin akıbetinin nasıl olduğunu görün. Onların çoğu müşrik idiler.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kim de sâlih amel işlerse kendisi için rahat bir yer hazırlamış olur.»

«İman edip sâlih amel işleyenleri Allah'ın fazlından mükâfatlandırması içindir bu. Muhakkak ki O küfredenleri sevmez.»

Küfredenler, küfürlerinin cezasını çekecek, onların küfrü kan-di aleyhlerinedir. iman edip sâlih amel işleyenler de kendileri için rahat bir yer hazırlamışlardır. Onlar da Allah katında imanlarının ve amellerinin mükâfatını göreceklerdir. Çünkü Allah iman eden kullarını sever, günahlarını bağışlar, amellerinin mükâfatını kat kat verir, İman etmeyenleri ise asla sevmez. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «tman edip sâlih amel işleyenleri Allah'ın fazlından mükâfatlandırması içindir bu. Muhakkak ki O, küfredenleri sevmez.»

Allahü Teâlâ âyeH celîlesinde şöyle buyuruyor;

«Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, rahmetinden size tattırması, emri ile gemilerin yürümesi ve lütfundan rızık istemeniz O'nun âyeti erindendir. Belki şükredersiniz.»

Yüce Hâlik'ın rüzgârları yağmurun ve rahmetin müjdecisi olarak önden göndermesi, gökten indirdiği yağmur ile yerden çeşitli nimetleri bitirip sizin istifadenize sunması, gemilerin denizlerde bir yerden diğer yere seyretmesi, karada ve denizde istediğiniz yere gitmeniz ve ihtiyaçlarınızı te'min etmeniz O'nun âyetlerindendtr. Belki şükredersiniz diye bütün bu nimetleri sizin emrinize vermiştir. O, şükredenlerin nimetini artırır, nankörlük yapanlannkini ise alır. Allah'ın azabı çok elimdir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :

«And olsun ki, senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine göndermişizdir de onlara açık deliller getirmişlerdir. Ama biz suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü mü'minlere yardım etmek üstümüze bir halttı.»

Yüce Halik, Hz. Muhammed (s.a.vj'den önce de kavimlere nice peygamberler göndermiş, o peygamberler vasıtasıyle emir ve yasaklarını bildirmiştir. Peygamberler kavimlerine peygamber olduklarını isbat için apaçık deliller, mucizeîer ve alâmetler getirmişlerdi. Buna rağmen kavimleri kendilerini yalanlamışlardır. Allahü Teâlâ da peygamberlerini yalanlayan toplumlardan intikamını almıştır. Buna mukabil, iman eden kullarına da yardımı vaad etmiştir. Çünkü O, iman edenlere mükâfatını, etmeyenlere de cezasını verecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -And olsun ki, senden önce biz nice peygamberleri kavimlerine göndermişizdir de, onlara açık deliller getirmişlerdir. Ama biz suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü mü'minlere yardım etmek üstümüze bir hakti.*

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Allah odur ki, rüzgârları gönderip bulutları yürütür. Ve onla n dilediği gibi gökte yayar ve bölük bölük yığar. Nihayet sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla onlar hemen sevinirler.»

Yüce Halik rüzgârlar vasıtasıyle bulutları dilediği yere sevkeder, gökyüzünde yayar ve bölük bölük yığar. Sonra o bulutlardan istediği bölgeye yağmur indirir. Yağan yağmur ile yeryüzü dirilir; ekinler, sebzeler, bağlar, bahçeler, meyveler, otlaklar, mer'alar meydana gelir. Bu yağmur kimin bağına, bahçesine isabet ederse, o ssvi-nir, mahsulünden ümitvâr olur. Bağına, bahçesine isabet etmeyen ise mahsulünden hemen ümitsizliğe düşer. Çünkü yağnrnr bereketin artmasına, mahsulün çoğalmasına sebebtir. Yağmurun azalması veya kesilmesi ise yokluğun ve kıtlığın belirmesine vesiledir. Bu bakımdan «Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla onlar h> men sevinirler." buyurmuştur.

Allahü Teâlâ Ayet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Halbuki daha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden kesin olarak ümitlerini kesmişlerdi.»

«Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir baksana. Toprağı, öldükten sonra nasıl diriltiyor? tşte O, bütün ölüleri de muhakkak diriltecek, hem O, her şeye kadirdir.»

İnsanoğlu çok aciz, çok nankör bir varlıktır. Bir müddet yağmur yağmadığı zaman hemen onun yağmasından ümitlerini keserler. Fakat* üzerlerine rahmet yağıp ekinlerine ve mahsullerine isabet edince hemen sevinirler. Ey insanlar, Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bakın. Toprağı öldükten sonra nasıl diriltiyor? Gökten yağmur indirip ölü toprağı dirilttiği gibi, kıyamet günü ölüleri de öylece diriltip mezarlarından kaldıracaktır. Çünkü O, her şeye kadirdir. Yüce Allah bunu şöyîe beyan ediyor: «Yâ Muhammed, Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir baksana. Toprağı öldükten sonra nasıl diriltiyor? tşte O, bütün ölüleri de muhakkak diriltecek, hem O, her şeye kadirdir.»

Allahü Teâlâ ayet-i ceîîlesindc şöyle b-:vuruvor:

-And olsun ki, bir rüzgâr gönderir de yeşillikleri sarartırsak bunu görünce hemen nankörlüğe bağlarlar.»

«Bunun için sen ölülere katiyen îşittiremezsin, dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsm.»

«Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsm. Sen ancak âyetlerimizi inananlara duyurabilirsin. îşte onlar müs-lümanlardır.»

Allahü Teâla bir rüzgâr gönderip yeşil ekinleri olmadan sarartırsa insanlar hemen Allah'a karşı nankörlük etmeye başlarlar, bu durumdan şikâyetçi olurlar. Daha önce kendilerine verilen bunca nimetleri unuturlar. Bundan dolayı Yüce Halik onları ölülere, sağırlara ve körlere benzeterek şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, bunun için sen katiyen ölülere işittiremezsin, dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsm. Körleri sapıklıklarından vazgeçilip doğru yola döndüremezsin. Sen ancak âyetlerimizi inananlara duyurabilirsin. îşte onlar müslümanlardır.» Hâlik-ı Zülcelâl, kâfirleri ölülere benzetmiştir. Gerçekten de ruhen ölüdürler, kördürler, sağırdırlar. Şayet böyle olmasalardı, Peygamber'in davetine kulak verip icabet ederek îman ederlerdi. Ölüler, sağırlar Peygamberlerin davetini işitemszler, duyamazlar. Körler de doğru yolu görüp hidayete eremezler. Bu bakımdan bunların hiçbiri kurtuluşa eremez. Ancak Allah'ın âyetlerine inananlar, Peygamber'in davetini işitirler. İşte onlar da müs-lümanlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sen ancak âyetlerimizi inananlara duyurabilirsin. îşte onlar da müslümanlardır.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Allah odur ki, sizi güçsüz olarak yaratmıştır. Güçsüzlükten sonra kuvvetli kılmış, sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar yapmıştır. O dilediğini yaratır. O hakkıyle bilendir, kemâliyle kadirdir.-

Ey insanlar, Allah sizi bir damla nutfeden yaratıp şekillendirerek göz, kulak, el, ayak verip hiçbir şeyden habersiz ve güçsüz olarak dünyaya getirmiştir. Siz her şeyden habersiz ve güçsüz olarak dünyaya geldikten sonra yavaş yavaş büyümeye, gelişmeye, güçlenmeye, kuvvetlenmeye, yeryüzünde gezip dolaşmaya başladınız,

yarlık çağma geldikten sonra gücünüz, kuvvetiniz, sıhhatiniz, aklınız yavaş yavaş gitti. Tekrar çocukluk çağma döndünüz yiyemez, içs-mez, hareket edemez, gezip dolaşamaz oldunuz. Bütün bunlar sizin elinizde olmayarak meydana geldi. İşte bütün bunlar Allah'ın kudretiyle olmaktadır. Kimsenin bunların olmasında en küçük bir katkısı yoktur. O, neyi dilerse onu yapar, kimse O'nun emrine müdahale edemez. Bunda insanlar için büyük hikmetler vardır. Bu dünya, varlık, yokluk, gençlik, güzellik, servet hepsi boştur. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, Allah katında ebedî bir mükâfata nail olacaklardır. Dünyaya gelmekten maksat, ebedî hayatı kazanmaktır.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Kıyametin kopacağı gün suçlular bir saatten başka kalmadık-la.nna yemin ederler, İşte onlar böylece aldatılıp döndürülürler.*

Kafirler kıyamet günü mezarlarından kalkıp mahşer yerine geldikleri zaman, -mezarda ne kadar kaldınız» diye sorulduğu zaman bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Sonra on gün kaldıklarına, daha sonra bir gün kaldıklarına, en sonunda da bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Kâfirler dünyada yalan söyleyip peygamberlerini inkâr ettikleri gibi, âhirette de ne kadar kaldıklarını bilmedikleri halde -bir saatten fazla kalmadık* diye yalan yere yemin ederler, işte onfar böylece aldatılıp döndürülürler. Kâfirler dünyada hakkı inkâr edip yalan söyledikleri gibi, bu durumlarını izhar ve isbat için âhirette de mezarda ne kadar kaldıklarını bilmedikleri halde yalan söylerler. Hakk'ı inkâr edenler mutlaka cezalarım göreceklerdir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlssinds şöyle buyuruyor:

«Kendilerine bilgi ve iman verilenler, and olsun ki, Allah'ın kitabında yazılan yeniden diriliş gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden diriliş günüdür. Ama siz bilmiyorsunuz derler.»

•Zulmedenlerin o gün mazeret beyan etmeleri fayda vermez. Artık kendilerinden, Allah'ın hoşnut edeceği şeye dönüşleri de istenmez.*

İman edenler kıyamet günü kâfirlere şöyle derler: «Siz kabirle rinizde bir saat değil, and olsun ki Allah'ın kitabında yazılı olan ba's gününe kadar kaldınız. Sizin söylediğiniz gibi bir saat kalmadınız, îşte bugün, yeniden diriliş günüdür. Ama siz hâlâ bunu bil-miyorsunuz.» Dünyada iken kendilerine küfürle zulmedenlerin kıyamet günü özür beyan etmeleri asla kabul edilmez. O gün kâfirlerden iman etmeleri ve Allah'ın hoşnut olacağı bir şeye dönmeleri de istenmez. Onlar azabı gördükleri zaman tekrar dünyaya geri dönüp iman etmek için izin isterler. Fakat onların bu istekleri asla kabul edilmez. O gün artık geri dönüş yoktur. Herkes bu dünyada yaptığının mükâfatını veya cezasını görecektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Zulmedenlerin o gün mazeret beyan etmeleri fayda vermez. Artık kendilerinden, Allah'ın hoşnut edeceği şeye dönüşleri ds istenmez.»

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«And olsun ki, bu Kur'an'da insanlar için her türlü misal irad etmişizdir. Bununla beraber sen^ onlara herhangi bir âyet getirmiş oisan^küfredenler 'siz ancak bâtıl şeyler ortaya atanlarsınız' derler.» «İşte Allah bilmeyenlerin kalblerîne böyle damga basar.» -Sabret. Şüphesiz ki, Allah'ın vaadi gerçektir. Kesin olarak inanmayanların seni hafife almalarına fırsat verme.»

Hâlik-ı Mutlak, insanların ibret alıp iman etmeleri için Kur'ân-ı Kerîm'de her türlü misali irad etmiştir. Bununla beraber emir ve yasaklarını, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü, helâli ve haramı, imanı ve küfrü, hakkı ve bâtılı da bildirmiştir ki, bunları öğrenip ana göre amel etsinler. Geçmiş peygamberlerin ümmetlerinin başlarına gelenleri, iman edenlere vereceği mükâfatı, etmeyenlere de verilecek olan cezayı bildirmiştir. Bütün bunların bildirilmesi insanların ibret alıp iman etmeleri içindir. Buna rağmen insanların birçoğu iman etmemişlerdir. İşte Allah iman etmeyenlerin kainlerine böyle damga basar. Şüphesiz ki, Allah'ın vaadi gerçektir, O, iman edenlere mükâfatını, etmeyenlere de cezasını verecektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -And olsun ki, bu Kur'an'da insanlar için her

türlü misal irad etmişizdir. Bununla beraber sen onlara herhangi bir âyet get'rmiş olsan küfredenler 'siz ancak bâtıl şeyler ortaya atanlarsınız' derler. İşte Allah bilmeyenlerin kalblerine böyle damga basar. Sabret. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi gerçektir. Kesin olarak inanmayanların sani hafife almalarına fırsat verme.» Peygamberi yalanlayıp onu hafife alanlar, dünyada da, âhirette de lâyık oldukları cezayı göreceklerdir.