LUKMÂN  SÛRESİ 3

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 3

Elif - Lâm - Mim. 3

Kur'ân'ın Ana Vasıfları 3

Muhsin Sıfatına Lâyık Olan Mü'minlerin Dört Özelliği 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 4

İniş Sebebi 4

Sözün Alaylı Ve Güldürücü Olanına Meyletmek. 5

Dindarlığın İki Önemli Belirtisi 5

Göklerin Direksiz Yaratılması 6

Yerküre Sarsılmasın Diye Onda Sabit Dağlar Meydana Getirilmiştir. 6

Yeryüzüne Her Türden Hayvan Serpiştirilmiştir. 6

Yeryüzünde Lüzumlu Her Çeşit Güzel Bitkinin Yeşertilmesi 6

Âyetler Arasında Bağlantı 6

Meali: 7

İlgili Hadîsler. 7

Lukmân Kimdir?. 7

İlim Ve Hikmet, Şükretmeyi Gerektirir. 8

Hikmet Kavram.. 8

Allah'ı İnkâr Etmek, O'na Ortak Koşmak Büyük Bir  Zulümdür. 8

Lukmân'ın Kendi Oğluna Öğüdü. 8

Süt Emzirme Süresi 11

Lukmân Hakîm'in Oğluna Vasiyetinde Mü'minlere Şu Mesajlar Verilmektedir  11

Âyetler Arasinda Bağlantı 11

Meali: 12

Göklerde Ve Yerde Olan Her Şey İnsanın Hizmetine Verilmiştir. 12

Cenab-I Hak Açık-Gizli Nimetlerini Tamamlamıştır. 12

İlimsiz, Kitapsız Allah Hakkinda Tartışanlar. 13

Ataların Dinine Uymak Doğru Mudur?. 13

En Sağlam Kulp. 13

İşlerin Sonu Allah'a Varıp Dayanır. 13

İnkârda Israr Edenlerden Yana Üzülmemek. 14

Allah'ın, Kimsenin İbâdetine İhtiyacı Yoktur. 14

Âyetler Arasında Bağlantı 14

Meali: 14

Rabbımızın Sözleri Bitmez. 15

Ölen Bütün Canlıları Yeniden Yaratmak Bir Tek Canlıyı Yaratmak Gibidir  15

Âyetler Arasında Bağlantı 15

Meali: 15

İniş Sebebi 16

Gecenin Gündüze Katılması 16

Güneş İle Ay'ı Buyruk Altına Alması 16

Geminin Denizde Yüzüp Yol Alması 16

«Allah» Duygu Ve Düşüncesi İnsanda Doğuştan Mevcuttur. 17

Âyetler Arasında Bağlantı 17

Meali: 17

Akrabalık Bağları Dünya Hayatıyla Sınırlıdır. 17

Âyetler Arasında Bağlantı 18

Meali: 18

İlgili Hadîsler. 18

İnsan Zekâsının Ve İlminin Kapsayıp Bilmediği Şeylerden Beşi 18


LUKMÂN  SÛRESİ

 

İbn Abbas'a (R.A.) göre : 27, 28, 29. âyetlerin; Katade'ye göre : 27, 28. âyetlerin dışında sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. [1]

Ünlü hekîm Lukmân'dan ve onun, oğluna verdiği öğütlerden söz edil­diği için sûreye «Lukmân» adı verilmiştir.

Âyet sayısı       :       34

Kelime »          :     548

Harf      »          :    2110 [2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1—  Hz. Muhammed'in (A.S.) peygamberliğini isbat eden belgelere yer veriliyor. Ondan önce Arap putperestlerine bir peygamber gönderilmediği­ne dikkatler çekiliyor.

2—  Allah'ın varlığını, birliğini isbat eden belgeler sıralanıyor. Aynı za­manda Allah'ın sıfatlarından bir kaç tanesi açıklanıyor.

3—  Öldükten sonra ikinci hayatın başlayacağı; haşır ve neşrin ger­çekleşeceği" haber veriliyor.

4—  İnsanın kendi türünün özelliği doğrultusunda nasıl tekâmül etti­ği anlatılıyor ve bununla ilâhî kudretin yüceliğine delil getiriliyor.

5—  Suçlu günahkârların kıyamet günündeki tavırlarına ve düşünce­lerine yer verilerek uyarılar yapılıyor.

6—  Mü'minlerin dünyadaki tutum ve durumları, kıyamet gününde Ce-nâbHakk'ın onlara hazırladığı üstün nîmetier konu ediliyor.

7—  İnkarcı sapıkların alay yoluyla, kıyametin acele kopmasını iste­meleri üzerinde durularak gereken tehditler yapılıyor. [3]

 

MEALİ:                     

 

1— Elif- Lâm- Mîm   

2—  Bunlar o çok hikmetli Kitâb'ın âyetleridir.

3—  İyilik ve güzellikte bulunmayı (faydalı iş yapmayı) huy edinenlere doğru yol ve rahmettir.

4 — Onlar ki, namazı vaktinde dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve on­lar, evet onlar Âhiret'e kesinlikle inanırlar.

5— İşte bunlar, Rablarmdan (belirlenip gösterilen) doğru yol üzere­dirler ve işte bunlar kurtuluşa erenlerdir.

 

Elif - Lâm - Mim.                                  

 

Bu harfler, «Hurûf-i Mukatta'a»dan olup Allah ile Peygamberi arasın­da bir şifre ve sûrenin hikmet, sjr ve mayasını taşıyan bir işaret mahiyetin­dedir. Asıl mana ve taşıdığı hikmeti Allah daha iyi bilir. [4]

 

Kur'ân'ın Ana Vasıfları

 

«Bunlar ° «* hikmetli Kitâb'ın âyetleridir. İyilik ve güzellikte bulunmayı (faydalı iş yapmayı) huy edinen­lere doğru yol ve rahmettir.»

Lukmân Sûresi'ne, Kur'ân-i Kerîm'in âyetleriyle mü'miniere ışık tutul­duğu konu edilerek başlanmakta ve ilâhî kitap olan Kur'ân'm üç ana vas­fı belirtilerek aydınlatıcı bilgi verilmektedir. Şöyle ki:

1—  Hikmetli bir kitaptır.

Kapsadığı her konuyu en doğru ve faydalı ölçüde, insanın her iki ha­yatını da düzene sokacak anlamda işlediği; kalpleri ve kafaları Yüce Yara-tan'ın varlığını ve birliğini yansıtan belgelere çevirdiği; ruhlara muhtaç bulundukları manevî gıdayı sunduğu ve insan haklarını en âdil ölçülere ve hükümlere bağladığı için Kur'ân'a «el-Kitabu'l-Hakîm» denilmiştir.

2—  Doğru yolun kendisidir

Kur'ân bütünüyle ilâhîdir. Taşıdığı hükümlerle, tavsiye ve öğütlerle; vaad ve tehditlerle hayat kanunlarını ve sünnetullah'i tarif edip tanıtır. Sün-netullah'a uymanın bütün yol ve yöntemlerini gösterir, Allah ile kulları ara­sındaki engelleri kaldırır; Allah'a giden yolu tanıtır. Bu bakımdan o, bü­tünüyle doğru yolun rehberi ve hayat kanunlarının değişmeyen mecmuası­dır.

3—  İnsanlara katıksız bir rahmettir.

Kur'ân, insan aklına ışık tutan, ana fikir veren; ilim adamına temel bil­gileri yansıtan; sorumluluk duygusunu aşılayıp geliştiren; ilâhî rahmet yol­larını açan; insan ruhunu ve vicdanını rahmet güneşinden ışık almaya ha­zırlayan müstesna bir kaynaktır. O bakımdan kendini «ihsan» düzeyine ge­tiren, yani sâlih amellerde bulunup Allah'ı görürcesine ibâdet eden ve her hâl-ü kârda iyiliği prensip edinip insanlara faydalı olma yolunu seçen mü'­miniere rahmettir. [5]

 

Muhsin Sıfatına Lâyık Olan Mü'minlerin Dört Özelliği

 

<(Onlar ki( namazı vak"tinde dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve onlar, evet onlar Âhiret'e kesin­likle inanırlar.,»

Kur'ân-ı Kerîm, yukarıda belirtilen üç ana vasfıyla, kendinde şu dört özelliği bulunduran mü'minlerin hayatını ilâhî rızaya uygun düzene sokar.

1—  Namazı vaktinde dosdoğru kılarlar.

2—  Zekâtı gerektiği şekil've ölçüde verirler.

3—  Âhiret'e kesinlikle inanırlar.

4—  Yukarıda belirtildiği gibi, iyiliği huy edinip Allah'ı görürcesine ibâ­det ederler ve insanlara faydalı olmaya çalışırlar.

: İşte Rablarmdan taraf belirlenip gösterilen doğru yol üzerinde olanlar ve korktuklarından kurtulup umduklarına kavuşanlar bunlardır. Nitekim be­şinci âyetle, Cenâb-ı Hak o kullarını şu sözüyle müjdelemektedir: «İşte bunlar, Rablarmdan (belirlenip gösterilen) doğru yol üzeredirler ve işte bunlar kurtuluşa erenlerdir,» [6]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Kur'ân kültürüyle beslenen kalp ve kafaların doğruya yönelecekleri konu edildikten sonra mü'minlerin dört özelliği üzerinde duruldu ve açık­layıcı bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, inkârda ısrar edip tam bir bilgisizlik içinde başka­larını da Allah yolundan saptırmak isteyenler üzerinde duruluyor. İlâhî âyetlere karşı ne kadar kayıtsız kaldıklarına değinilerek büyüklük taslama­larının cahilce bir hareket olduğu belirtiliyor. Sonra da imân temeli üzerin­de sâlih âmellerde bulunanlar övülerek uhrevî mükâfatlarına dikkatler çe­kiliyor ve insan aklına ışık tutup ona hareket kazandırmak için astronomi ve botanikle ilgili temel bilgiler veriliyor. [7]

 

Meali:

 

6— İnsanlardan bir kısmı, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu (Allah sözünü) eğlence edinmek için sözün alaylı (güldürücü) olanını edi­nir. İşte onlar için aşağılayıp rüsvay edici bir azap vardır.

7— Ona (o alaycı nanköre) âyetlerimiz okunduğu zaman sanki hiç işitmiyormuş, kulaklarında bir ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak ar­kasını çevirir. İşte onu elem verici bir

8— Onlar ki, imân edip iyi-yararlı azap ile müjdele.amellerde bulundular, şüphesiz on­lar için nîmet cennetleri vardır.

9—  Orada ebedî kalıcılardır. Allah'ın va'di haktır, (elbette gerçekle­şecektir). O, çok güçlüdür çok üstündür; yegâne hikmet sahibidir.

10—  Gökleri -gördüğünüz şekilde- direksiz yarattı. Yeryüzüne de si­zi sarsar diye sabit ulu dağlar yerleştirdi ve orada her türden hayvanlar serpiştirip yaydı. Ve biz, gökten su indirdik de yeryüzünde her çeşit güzel bitkiden yetiştirdik.

11—  İşte bu  Allah'ın  yarattığıdır.  Haydi O'ndan  başkalarının  neler yarattığını gösterin bana! Hayır, zâlimler açık bir sapıklık içindedirler.

 

İniş Sebebi

 

Arap hikayecilerinden Nadr b. Hars b.1 Kelde sık sık seyahata çıkan ve ticarî amaçla birçok ülkeleri gezip gören bir kimseydi. Uğradığı kabile ve kasabalarda birçok efsane dinlemiş, masallar öğrenmişti. Mekke'ye dön­düğünde Kur'ân âyetlerinden söz edilince onları dinledikten sonra küçüm-semiş ve «Muhammed galiba size Âd ve Semûd kavimlerinden söz ediyor, Oysa ben size Acem ülkesinde yetişen ünlülerden Rüstem ve İsfendiyar hakkında ilginç şeyler anlatayım da dünyada neler olup bittiğini çok daha iyi anlamış olursunuz» demiş ve bir sürü meraklı cahili başına toplayarak onlara masal anlatmıştı.

Yukarıdaki âyetler onu reddeder ve Kur'ân'ın yüceliğini yansıtır ma­hiyette inmiştir. [8]

Diğer bir rivayete göre : İnsanlardan bir kısmı Kur'ân'ın tesirini azalt­mak, hattâ onun birtakım uydurma masallar olduğunu telkin etmek için çe­şitli çalgı aletleri alıp halkı ciddi konulardan, hakka yönelmekten alıkoy-mayd çalışırlardı. O sebeple yukarıdaki âyetler indirildi. [9]

Müfessir Kurtubî de birinci rivayeti iniş sebebi olarak göstermiş ve bu konuda geniş bilgi vermiştir. [10]

 

Sözün Alaylı Ve Güldürücü Olanına Meyletmek

 

«İnsanlardan bir kısmı, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu (Allah sözünü) eğlenoe edinmek için sözün alaylı (güldürücü) olanını edinir. İşte onlar için aşağılayıp rüsvay edici bir azap vardır.»

Ciddi terbiye, köklü dinî eğitim görmediği için ahlâkan düşük olan ve gününü gün etmeye çalışan maddeci ve midecilerin daha çok zevk aldık­ları şeyleri şöyle sıralamak mümkündür:

a)   Emek sarfetmeden, alın teri dökmeden tezelden çok kazanmak,

b)   Gönül eğlendirmek için çalgı, caz, saz ve içkiyi günlük arkadaş edinmek,

c)   Namuslu kadınları ayartıp kötü yola sevketmek için çeşitli çarelere başvurmak,

d)   Maddeyi amaç ve hedef seçip ona ulaşabilmek için her şeyi mu­bah saymak..

Kur'ân-ı Kerîm ilgili âyetle, bütün bunlara yol açacak olan müsteh­cen anlamdaki çalgı, eğlence ve güldürü konuları üzerinde duruyor; şeh­veti tahrîk eden, ibâdetten alıkoyan, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın hep­sini aynı çatı altında toplayıp yine şehevî ve gönül eğlendirici anlamda eğ­lenceler tertip ederek Allah yolundan çeviren her fiil ve davranışı takbih ediyor. Zira insanoğlunun şu dünyaya çok daha önemli ve yararlı şeylerle meşgul olup olgunlaşmak ve bu düzeyde Hakk'ın rızasını kazanıp sâlih amellerde bulunmak üzere getirildiğinde hiç şüphe yoktur. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususu şöyle açıklamaktadır: «Ben, cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp ibâdet etsinler diye yarattım.» [11]

Ancak Allah'ı tanıyıp O'na ibâdet etmek çok yönlüdür. Özetle diyebi­liriz ki. imân doğrultusunda atılan her hayırlı adım, işlenen her iyilik, kaza­nılan her kuruş ve sarfedilen her dirhem ibâdet sayıldığı gibi adaletle iş görmek, hakları savunmak, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu ve duygu­sunu geliştirmek, din kardeşliğini pekiştirici davranışlarda bulunmak da ibâdettir.

Günümüzdeki düğün, dernek, sünnet ve benzeri âdetler, ibâdet ölçü­lerinin çok dışına itilmiş, daha cok şehevî doğrultuda gönül eğlendirecek bir kalıba sokulmuştur. O kadar ki, bazı müslümanlar düğün ve sünnet me­rasimi icra ettirdikleri zaman, önce mevlid ve Kur'ân okutmakta, sonra caz, saz ve içki gibi eğlenceleri düzenlemektedirler.

İlgili âyetle, islâmî ölçüleri aşan; dini ve Kur'ân'ı alay konusu edinen cahil sapıklar   uyarılıyor ve mü'minlerin   bu   konularda   çok   dikkatli   ol­malarına işaret ediliyor.

Hayatı oyun ve eğlence, mide ve şehvet olarak gören sapıkların kötü âdetlerinden biri de, Allah'ın âyetleri okunduğu veya anlatıldığı ve açık­landığı zaman nefislerinin kibir ve gururla kabarması, hiç işitmiyormuş gibi arka çevirerek Allah sözüne hakarette bulunmasıdır.

Bu tipler her devirde sahneden eksik olmamıştır ve olmayacaktır da. Kur'ân-ı Kerîm onları ıslâh oluncaya kadar yalnızlığa itmeyi, hiçbir mü'mi-nin öyleleriyle ciddi ve samimi dostluk ve arkadaşlık kurmamasını telkin etmekte ve gerçek mü'minlerin herkese örnek olabilmeleri için günlerini helâl kazanç sağlamakla, ilim ve irfanlarını artırmakla; insanlığın yararına birtakım buluşlar peşinde koşmakla değerlendirmelerini dolaylı şekilde tav­siyede bulunmaktadır.

Kıyamet gününde ise, dönüş yapmadan ölen o sapıklara verilecek ce­zanın, amellerinin cinsinden olacağında şüphe edilmemelidir. Onlar dünya­da iken hakkı alaya alıp eğlendikleri icîn, âhirette kendileriyle alay edilerek azaba sevkedileceklerdir. [12]

 

Dindarlığın İki Önemli Belirtisi

 

«O"'ar ki, imân edip iyi-yararlı amellerde bulundular, şüphesiz onlar için nîmet cennetleri vardır..»

Kur'ân-ı Kerîm bu âyetle dindarlığın iki önemli belirtisi üzerinde dur­makta ve sık sık buna yer vermektedir. Onlardan biri asıl, diğeri ise o aslın ürünü veya dal ve budağı sayılır.

a) Dosdoğru imân,

b) Amel-i sâlih, yani iyi yararlı amel.

İman : Bilindiği gibi, daha cok kalbe dayalı bir manadır. İbâdet onun belirtileri ve tabii ürünleridir.

İmân, insanla Yüce Yaratan'ı arasındaki yolu acar. İyi yararlı ameller o yolu işlek duruma getirir. Aynı zamanda imân, kalbin gıdası, ruhun cilâ-sidır. İyi yararlı ameller bu gıda ve cilanın içten dışa vuran parlaklığıdır. Birini diğerinden ayırıp yalnız bıraktığınız takdirde dindarlığın dengesi bo­zulur.. Bu dengeyi sağlayanlara gelince; Onlar için Naîm Cennet'leri hazır­lanmıştır. Bu da Allah'ın verdiği bir sözdür ki, O, sözünden asla dönmez; vaadi mutlaka, günü, vakti, saati gelince gerçekleşir.

Diğer bir incelik de şudur: İmansız sâlih amelin hiçbir yararı yoktur; Allah yanında kayda değer bir kıymeti de söz konusu değildir. Çünkü imân asıldır; sâlih amelsiz olunca, yine de ygrarlıdır ve Allah yanında kıymeti vardır. Âhiret'te de sahibine fayda sağlar. Ancak meyvasız ağaç kabilin­den sahibinin yüzünü pek güldürmez veya sıkıntılarını tamamen gidermez. [13]

 

Göklerin Direksiz Yaratılması

 

«Göl<leri -gördüğünüz şekilde- direksiz ya­rattı.»

Bu anlatım şekli, bizim anlayışımıza göredir. Gökteki cisimlerin her birinin kendine has bir yörüngesi bulunduğu; aynı zamanda yerçekim ve merkezkaç kanunlarıyla denge ve düzen sağladığı belirtilerek, cisimler ara­sında zahirî köprünün oluşturulmadığı gibi, boşlukta durabilmeleri için de altlarına bir direk ve benzeri şey konulmadığı konu ediliyor. Böylece mil­yonlarca yıldızların ve birçok sistemlerin bir düzensizlik içinde olmadığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Şüphesiz, kâinatı belirtilen kanunlarla zincir­leme birbirine bağlayan, yani gezegenler ve sistemler arasında çekim kuv­vetiyle bir bütünlük meydana getiren CenâbHakk'ın şanı çok yücedir! Biz ancak o yüksek kudretin karşısında mahviyet ve teslimiyetimizi kalp­ten dile ve diğer organlarımıza getirdiğimiz nisbette O'na yaklaşmış oluruz. [14]

 

Yerküre Sarsılmasın Diye Onda Sabit Dağlar Meydana Getirilmiştir

 

«Yeryüzünde de, sizi sarsar diye sabit ulu dağlar yerleştirdi..»

Kur'ân-ı Kerîm'in dört yerinde, «sizi sarsar diye yeryüzüne sabit ulu dağlar yerleştirdik» ifadesi; [15]yedi yerinde de, «yeryüzüne sabit dağ­lar yerleştirdi» şeklinde bir anlatım kullanılmıştır. Bu, Allah'ın kurduğu dü­zenin mükemmelliğini yansıtırken, dağların oluşturulmasının sebep ve hik­metlerinden biri üzerinde durularak coğrafyacılara ve jeologlara ipucu ve­rilmekte; ekvator itibariyle dakikada 27 km. hızla kendi etrafında; saatte 110.000 km. hızla güneşin etrafında ve güneş sistemiyle birlikte saatte 72.000 km. hızla Herkül Burcuna doğru hareket etmekte olan dünyamızın, bu üç ayrı hareketiyle bizi sarsmadığının sebep ve hikmeti açıklanmak­tadır. Bundan da anlıyoruz ki, dünyamız bir karpuz gibi düz ve pürüzsüz olsaydı, bugünkü nimetlerin ve kaynakların çoğu olmazdı veya yeterli sa­yılmazdı. Aynı zamanda hayat şartları çok daha değişik bir manzara arzederdi. Sonra da yeryüzü bir çöl halini alır, sarsıntı ve dengesizlik sık sık hissedilebilirdi veya belli aralıklarla sarsıntı ve titreşim meydana gele­bilirdi, Kur'ân-ı Kerîm bu konuda sadece ana fikir vermekte ve araştırma, inceleme işini ilgili ilim adamlarına bırakmaktadır.

Böylece kâinatta yer alan her varlığın birtakım ince hesaplara, fizik­sel kanunlara göre yaratılıp denge ve düzende tutulduğu anlaşılıyor. [16]

 

Yeryüzüne Her Türden Hayvan Serpiştirilmiştir

 

«Ve orada her türden hayvanlar serpiştirip yaydı.»

İlâhî plânda yer alan canlılar, yaratılışlarındaki özelliklerine göre yer­yüzüne serpiştirilmiş ve insanlar için bir eğlence, dinlenme, düşünme ve -met kaynağı kılınmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm «serpiştirip yaydı» ifadesiyle, hayvanların plânlı şekil­de bölge ve kıtalara serpiştirildiği şekilde korunmasına işaretle, bun­ların niçin yaratıldıklarının hikmeti üzerinde durmamızı ilham etmek­tedir. Ne yazık ki, insanlardan yana yaratılıp yayılan hayvanlardan bir kıs­mının nesli -bilgisizce avlanma neticesi- yok olmuştur. Bu gerçek, daha çok elde edilen fosillerden anlaşılmaktadır.

Hayvanlar arasındaki üreme dengesi de akıllara durgunluk verecek bir plân ve programa bağlanarak sürüp gelmektedir. Aneak insanların bil­gisizce el uzatması sebebiyle bu hususta da birtakım dengesizlikler doğ­makta ve ilâhî programı zedelemektedir. [17]

 

Yeryüzünde Lüzumlu Her Çeşit Güzel Bitkinin Yeşertilmesi

 

Ve biz(Gökten su indirdik de yeryüzünde her çeşit güzel bitkiden yetiştirdik.»

Yağan yağmurla yeşeren sayısı belirsiz bitki türleri de öyle.. Her bitkinin ayrı bir yaran, başka başka şifâ kaynağı olduğu ve ayrı bir güzellik ve çekicilik arzettiği kesindir. Aynı zamanda dünyamızı süslemekte, ona hoş bir görünüm vermektedir. Şüphesiz her bitki ilâhî sanatın inceliğini, yüceliğini ve eşsizliğini yansıtmakta; insanlara ilham vermektedir.

İnkarcı azgınların, câhil müşriklerin Allah'ı bırakıp da ilâh edindikleri canlı-cansız eşyadan hangisi böyle bir yaratma kudretine sahiptir? [18]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Kur'ân'ın insanlar için doğru yolun rehberi ve bütünüyle rahmet kaynağı olduğu belirtildi. Sonra da inkarcı sapıklarla, imân eden sâlih mü'minlerin durumu açıklandı ve Allah'ın varlığına, birliğine, kudretinin erişilmezliğine delâlet eden belgelere yer verildi.

Aşağıdaki âyetlerle Hz. Lukmân'ın Tevhîd İnancı'na sıkı sıkıya bağlı­lığı konu edilmekte; ve ahlâkî konularda oğluna olan tavsiyeleri birer mi­sal mahiyetinde işlenmektedir. [19]

 

Meali:

 

12—  And olsun ki Lukmân'a Allah'a şükret diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendi lehine şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah ganiydir (hiç kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), övülme-ğe çok daha lâyıktır.

13—  Hani bir vakit Lukmân oğluna öğüt vererek dedi ki: «Oğulcağı-zım! sakın Allah'a ortak koşma. Çünkü gerçekten ortak koşmak büyük bir haksızlıktır.»

14— Biz insana, ana-babasının (haklarını gözetmesini de) tavsiye et­tik. Anası onu sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek (karnında) taşımıştır. Sütten kesilmesi iki yıl içindedir. Bana ve ana-babana şükret; dönüş ancak ba­nadır.

15— Eğer anan-baban, hakkında bilgin olmadığı şeyi bana ortak koş­man için seninle tartışıp ağırlıklarını koyarlarsa, sakın onlara (bu husus­ta) itaat etme. Dünya (işlerin)de ise onlara güzel ölçüde destek ol; bana yönelip gönül verenlerin yoluna uy. Sonra da dönüşünüz elbette banadır; yapageldiğinizi (o zaman) size bir bir haber veririm.

16—  (Lukmân yine oğluna dedi kî): «Oğulcağrzım! (işlediğin iyilik ol­sun, kötülük olsun) bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa ve o bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerde bulunsa, Allah mutlaka onu getirir (or­taya kor). Şüphesiz ki Allah çok lûtufkârdır; en ince, en gizli şeyleri bilen­dir, her şeyden haberlidir.

17—  Oğulcağızım! namazı dosdoğru kıl, (dince, akılca ve sağlam örf­çe) uygun olanı emret, kötü olandan da men'et. Başına gelene sabret. Şüp­hesiz ki bunlar azmedilmeğe değer işlerdendir.

18—  İnsanlardan (büyüklük taslayarak) yüzünü çevirme; yeryüzünde çalımlı çalımlı yürüme. Şüphesiz ki Allah, her böbürlenen kendini beğen­mişi sevmez.

19—  Yürüyüşünde ortalama bir davranış içinde ol; sesini alçalt. Çün­kü seslerin en hoşa gitmeyeni, şüphesiz ki eşek sesidir.»

 

İlgili Hadîsler

 

«Yedi helak edici şeyden sakının; Allah'a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı cana haklı bir sebep dışında- kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş alanından arka çevirip kaçmak, na­muslu beri rnü'mine kadına zina (suçu) i sn ad etmek..» [20]

«İbn Mes'ud (R.A.) diyor ki: Peygamber (A.S.) Efendimiz'e sordum:

  Hangi amel Allah yanında daha çok sevimlidir? Cevap verdi:

— Vaktinde kılınan namaz. mV— Ondan sonra hangisi? dedim.

— Ana-babaya iyilikte bulunmak, buyurdu.

  Ondan sonra hangisi dedim.

  Allah yolunda cihâd, diye cevap verdi.» [21]

«Canımı kudret elinde tutan zata and olsun ki, ya iyilikle emreder, kö­tülükten men'edersiniz, ya da çok sürmez Cenâb-i Hak kendi tarafından üzerinize bir azap gönderir de artık o durumda duâ edersiniz, ama duanız kabul olunmaz.» [22]

«Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirip gidersin; buna gücü yetmezse, diliyle onu değiştirsin (gidersin). Buna da gücü yetmezse, kalbiyle değiştirsin (giderme çarelerini düşünüp o fiilden tiksinsin) ki bu, imânın en zayıfıdır.» [23]

«Şüphesiz kî Allah bana, tevazu' göstermenizi, alçak gönüllü olmanızı emretti; tâ ki biri diğerine karşı büyüklük taslamaya, biri diğerinin hakkı­na tecavüz etmeye.» [24]

«Allah yanında kötü ahlâktan daha büyük bir günah yoktur.» [25]

 

Lukmân Kimdir?

 

Lukmân hakkında klasik tefsirlerde senedi ve dayanağı olmayan bir­çok rivayetlere yer verilmiştir. Ayrıca bu zat sadece sâlih, bilgili, hikmet sahibi bir kimse midir, yoksa teblîğ ve irşatla görevli bir peygamber midir? Bu hususta da farklı görüşler ortaya konmuştur. Her iki husus da ihtimal dahilinde bulunmakla beraber; sâlih, bilgin bir mü'min-i muvahhid olduğu ağırlık kazanmıştır.

Kamusü'l-A'lâm'da şu bilginin verildiğini görmekteyiz: «Hikmetle ün yapan bir zat olup Kur'ân-ı Kerîm'de anılmakla, peygamberliğini iddia eden­ler olmuşsa da, Hekîm-i-Rabbanî ve Muvahhid (Allah'ın varlığını ve birliği­ni tasdik eden) olup peygamber olmaması ihtimali daha kuvvetlidir.»

Lukmân'ın Davud Peygamber'e çağdaş olduğu rivayetler arasında yer almaktadır. Köle olduğu söylenirse de bunu belgeye dayalı ortaya koymak mümkün değildir. Arap olduğu sanılmaktadır. İbn İshak'a göre: Lukmân el-Hakîm soy itibariyle İbrahim Peygamber'e ulaşır. Şöyle ki, Lukmân b. Baûrâ b. Nâhur b. Tareh denilerek soy ağacı belirlenir ki üçüncü babası Tareh, İbrahim Peygamber'in babası Azer'in bir başka ismidir.

Mukatil'in yaptığı rivayete göre ise, Lukmân'ın Eyyub Peygamber'in teyzesinin oğlu olduğu gösterilmektedir.[26]

Yine tefsirlerimizde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in hicretinden yakla­şık bin yıl kadar önce Arap Yarımadası'nın Amman yöresinde bu isimle bir hekîm'in ortaya çıktığı, ahlâk ve fazîlet konusunda çok hikmetli sözler söylediği, öğütlerde bulunduğu ve o yüzden hakkında birtakım hikâyeler yazıldığı anlatılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçen Lukmân'ın o Luk­mân olduğu ihtimali pek uzak değildir. [27]

 

İlim Ve Hikmet, Şükretmeyi Gerektirir

 

«And olsun ki Lukmân'a, Allah'a şükret diye hikmet verdik. Kim şükreder­se ancak kendi lehine şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah ganiydir (hiç kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur); övülmeğe çok daha lâyıktır.»

İlim hikmetle birleşip, gücünü Allah'a imândan alınoa, gerçeği daha iyi anlayıp değerlendirebilme düzeyine gelmiş olur. Varlıkta ne varsa, hep­sinin mutlak anlamda Allah'a ait bulunduğunu ve bildiğimiz şeylerin sa­dece insandan yana yaratılıp hizmete sevkedildiğini anlayıp idrâk ettiğimiz gün, bilgimizi hikmetle tamamlamış ve imânla kuvvetlendirip bütünleştik miş oluruz kî, böyle bir ilim, sahibini hem dünyada, hem de âhirette huzur­lu ve mutlu kılmaya elverir. Zira bilgisini hikmetle ve imânla donatmış bir ilim adamı herkesten daha çok CenâbHakk'a kulluk etmenin, O'na ibâ­dette bulunmanın gereğine inanır ve her vesileyle Allah'a şükretmenin bir borç olduğunu unutmaz.

Yukarıdaki âyetle, sözünü ettiğimiz hikmete değiniliyor ve insanda da­ha çok şükretme duygusunu geliştiren önemli kaynağa dikkatler çekiliyor.

Unutmayalım ki, Kur'ân'm tasvîr ettiği şekilde şükretmek, sünnetul-lah'a uymak ve hayatı ilâhî hilkat statüsüne göre düzenlemek demektir. Bu da başarının ilk ve son basamağı sayılır. O bakımdan Allah'a gönülden -nelip şükreden anoak kendi lehine bir rahmet havası meydana getirir; nan­körlük eden de kendi aleyhine bir sonuca yönelmiş olur. CenâbHakk'ın kimselerin hamd ve şükrüne ihtiyacı yoktur. O mutlak ganiydir. [28]

 

Hikmet Kavram

 

Hikmet, çok yönlü bir kelimedir. Adalet, iiim, hilim, nübüvvet ve Kur'-ân; aynı zamanda sapasağlam ilâhî düzen, varlığı bilme, gerçeği ortaya çıkarma, bir şey icat etme, ilâhî sünneti bilip ona göre hayırlı işlerde, sâlih amellerde bulunma; eşyanın gizli-açık yanları hakkında birtakım bilgi edin­me gibi manalara delâlet etmektedir. Felsefe, ahlâk, pratik bilgi, fizik ve benzeri konularla yakından ilgilidir. [29]

Rağıb el-Esbehanî ise, «hikmetsin çok yönlü manalarını kısaltarak şu veciz bilgiyi vermiştir: «Hikmet: Hakkı, ilim ve akıl iie bilip doğru olanı tes-bit etmektir. Allah hakkında sıfat olarak kullanıldığı zaman, eşyayı bilip onu son derece sağlam ve muhkem icâd etmek anlamına; insana sıfat ola­rak kullanıldığı zaman, mevcudatı bilmek ve hayırlı işlerde bulunmak an­lamına gelir.» [30]

 

 

Allah'ı İnkâr Etmek, O'na Ortak Koşmak Büyük Bir  Zulümdür

 

 «Hani bir vakit Lukmân oğluna öğüt vererek dedi ki: «Oğulcağızım! sakın Allah'a ortak koşma. Çünkü gerçekten ortak koşmak büyük bir haksızlıktır.»

Lukmân el-Hakîm'in, kendi oğluna öğüt verirken aklı eren her insanı ilgilendiren ve aynı zamanda «Tevhîd İnancı» doğrultusunda bir anlam ve hikmet taşıyan sözlerinin bir bölümü ilgili âyetlerle açıklanmakta ve pey­gamber sünnetiyle tam uyumluluk arzetmektedir.

Cenâb-i Hak, o sâlih kulunun güzel öğütlerinden on kadarını Kur'ân'-da anmak suretiyle hem Lukmân'ın kadrini yüceltmiş, hem mü'minlere yol gösterici sünnet olarak bir dizi kural vermiş, hem de bu zat hakkında ka­lıcı bir ad bırakmıştır. [31]

 

Lukmân'ın Kendi Oğluna Öğüdü

 

1— Allah'a ortak koşmak zulümdür.

«Çünkü gerçekten ortak koşmak büyük bir haksızlıktır.»

Allah'a ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür. Zira varlık âlemin­de her şey CenâbHakk'ın ilim ve hikmet sıfatlarının izini taşımakta ve her biri bağlı bulunduğu hilkat kanunu doğrultusunda Hakk'ın buyruğuna baş eğmekte ve O'nun varlığına ve birliğine şehadet etmektedir. Bunca delil ve belgeleri ve kendi yaratılışındaki yüksek hikmeti ve inceliği gör­meyip Yüce Yaratan'ı inkâr etmek veya başka şeyleri O'na ortak koşmak insana yakışan bir ölçü ve yol değildir. Böylesine sakıncalı bir yola girmek elbette ki varlık alemindeki eşyanın baş eğmesine ters düşmekte, her bi­rinin hakkına saygısızlık ve tecavüzü ortaya koymakta ve böylece insanı çok zâlim ve çok hak tanımaz bir düzeye getirmektedir.

Çünkü zulüm : Bir şeyi lâyık olmadığı yere koymak, bir görevi ehil ol­mayana vermek, hakkı kabul etmemek, haksızlığı benimsemek ve savun­maktır. Aynı zamanda hak sahibinin hakkını zayi' etmek, haksızdan yana olmaktır. Bu mana ile de insanın, ilâhlığa lâyık olmayan canlı-cansız şey­leri ilâhlaştırması, kulluğu gerektiği düzeyde tutmaması, ibâdeti ehil olma­yana yapması büyük bir zulüm ve kelimeyle belirlenemiyecek ölçüde hak­sızlıktır.

2— Ana-babaya itaat.

«Biz «nsana, ana-babasının (haklarını gözet­mesini de) tavsiye ettik..»

Annelik ve babalık yalnız çocuğu dünyaya getirmelerinden, onu büyü­tüp beslemelerinden ibaret değildir. Anne ve baba çoouğun iç ve dış dün-yasıntn, ruhî yapısının dayanağı ve manevî âleminin mimarlarıdır.

O bakımdan doğan bir çocuğu bu anlam ve ölçülere göre besleyip bü­yütmek, eğitip yetiştirmek büyük fedakârlıklar, aralıksız zahmetler ve sı­kıntılar gerektiren başlı başına bir konudur. O kadar ki, anne-baba hayat­larının önemli bir kısmını çocuklarının yetişmesi uğruna harcamakta ve kendilerinden kopmaz bir parça olan yavrularını korumak için bazan teh­likeyi bile göze alabilmektedirler.

O bakımdan çocuğun her zaman anne sevgisine, baba ilgisine ihtiya­cı vardır. Yapılan ciddi araştırmalar göstermiştir ki, ana-babasından, özel­likle anasından ayrı düşen çocuk, zamanında kolay kolay konuşamamak-ta ve daha çok içine dönük bir durum almakta ve fiziksel yapısı da yete­rince gelişmemektedir.

Kur'ân-ı Kerîm, ilgili âyette ana-babanın çocuklarıyla olan yakınlığı­nı, onun iç dünyasıyla olan ilgisini ve böylece aralarındaki kopmaz bağları üç madde halinde özetlemektedir. Şöyle ki :

a— Anne sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek kendisinden bir parça kabul ettiği yavrusunu karnında taşır.

b— İki yıl veya daha az bir süre onu kucağında taşıyıp süt emzirir.

c— Evlât dünya işlerinde ve önemli konularda ana-babasına destek olmalıdır.

Cenâb-ı Hak, evlâdın destek olmasını emrederken, Allah'a günah ve isyanı, inkâr ve şirki gerektiren konularda ana-babanın emrine itaat edil-miyeceğini açıklayarak sağlam bir kıstas ortaya koymuştur.

Böylece Lukmân el-Hakîm'in bu iki öğüdünden anlıyoruz ki, Allah'a imân ve itaatten sonra, meşru sınırlar içinde ana-bübaya itaat ve onlara hizmet gelmektedir.

3— İşlenilen iyilik ve kötülük..

«Oğulcağızım! (işlediğin iyilik olsun, kötülük olsun) bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa ve o bir kayanın içinde veya göklerde, ya da yerde bulunsa, Allah mutlaka onu getirir (ortaya kor). Şüphesiz ki Allah en ince, en gizli şeyleri bilendir, her şeyden haberlidir.»

CenâbHakk'ın ilmi her şeyi kapsayıp kuşatmış ve kudreti her var­lığa nüfuz etmiştir. Her şey mutlak anlamda O'nun tasarrufu altında bulu­nuyor. O bakımdan O'nun ilminin dışında kalan bir şey düşünülemez, kud­retini aşan bir şeyden söz edilemez. Bunun aksini düşünmek, uluhiyet kav­ramını kökünden yıkar ve CenâbHakk'a bilgisizlik, unutkanlık yakıştırıl­mış olur.

İşte bu bilgi ve imân insanın iç ve dış âlemini düzene sokar, sorumlu­luk duygusunu geliştirip pekiştirir; atılan her adımımıza, ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmemizi öğretir. İçimizden geçen her şeyin Allah tarafın­dan bilindiğini telkîn ederek ruh ve vicdan safiyetine erişmemizi kolaylaş­tırır.

4— Namaz kılmak..

«Oğulcağızım! namazı dosdoğru kıl..»

CenâbHakk'ın eşi, benzeri ve ortağı bulunmadığı açıklandıktan; il­miyle, kudret ve tasarrufuyla her şeyi kapsayıp kuşattığı belirtildikten son­ra, O'na şükretmenin ve kulluk görevini yerine getirmenin ilk basamağı ka­bul edilen namazı kılmaya devam etmemiz emrediliyor. Zira yaratan ile ya­ratılan arasında namazdan daha işlek bir yol yoktur. Aynı zamanda insanı Allah ile -bir bakıma- konuşturan en ölçülü ibâdet, namazdır. O bakımdan her peygambere namaz ile emredilmiş ve semavî dinlerin hepsinde bu ibâ­dete yer verilmiştir.

5— İyilikle emretmek, kötülükten men'etmek.

 «(Dince, akılca ve sağlam örfçe) uygun olanı emret, kötü olandan da men'et..»

"Şüphesiz dinin, aklın ve sağlam örfün faydalı kabu! ettiği ve tavsiye­de bulunduğu şeyleri yetişmekte olan kuşakların kafa ve kalplerine eğitim yoluyla işlemek nasıl vâcipse, bu üç unsurun zararlı görüp yasakladığı kö­tülüklerden nesli sakındırmak ve korumak da öyleoe vaciptir. Zira İslâm'ın hayat nizamının temelini, Kur'ân-ı Kerîm'in hedef ve amacını bunlar oluş­turmaktadır.

Konuya bu açıdan eğildiğimiz zaman, toplum yapısında otokontrolü sağlamanın önemi ortaya çıkmakta ve nemelâzımcılığın revaç bulduğu yerlerde huzur ve güvenin bozulacağının kaçınılmaz olacağı vurgulanmak­tadır. Bu nedenledir ki, Kur'ân'ın tam 38 yerinde sağlam sahîh örften söz edilmekte ve bu açıdan faydalı kültürün korunması dolaylı şekilde isten­mektedir. [32]

6— Başa gelen dert ve sıkıntılara karşı sabretmek.

«Başına gelene sabret. Şüphesiz ki bunlar azmedilmeğe değer işlerdendir.»

Başarının sırrı; amaca erişmenin yollarından biri, olaylar karşısında sarsılmamak, acizlik, yılgınlık ve bıkkınlık göstermeyip başa gelen dert ve musibetlere, felâket ve sıkıntılara göğüs gerip dayanma gücünü ortaya koymaktır. Bilindiği gibi, kulluk da, ibâdet de, hayatta başarılı olmak da bir ucuyla sabra dayanmakta ve azimli, kararlı olmakla içice bulunmakta­dır. Denildiği gibi, sabırsız, kararsız insanın yolu arslanlarla doludur. Kuv­vetli iradeye sahip insan, hareketleri üzerine kuvvetinin, sabrının damgası­nı vurur.

Resûlüllah (A.S.) Efendimizin sınır tanımaz sabrı ve azmidir ki, kor­kaklara cesaret aşılamış, uyuşuklara canlılık kazandırmış, nefsine dönük olanları sahneye çıkartıp dâva adamı yapmıştır.

O bakımdan Cenâb-i Hak, üc hayatî konuyu açıkladıktan sonra, şu cümleyle onların önemini ve hayatımızdaki yerini belirliyor: «Şüphesiz ki bunlar azmedilmeğe değer işlerdendir.»

7— İnsanları küçük görmemek.

«İnsanlardan (büyüklük taslayarak) yüzünü çe virme..»

Müslümanlığını belgelemenin bir yanı da, sevmek ve sevilmektir. Ken­dini cok yükseklerde görenler hem Allah'tan uzaklaşmakta, hem de top­lumdan kopmaktadırlar. Aynı zamanda sevme ve sevilme sınırlarının cok gerisinde kalmakta ve insanlığa faydalı bir hizmette bulunmadan şu haya­ta veda' etmek zorundadırlar. Denildiği gibi: Dünyanın en büyük işletme­si insanın içindeki saygı işletmesidir. Unutmamak gerekir ki: Aşırı dere­cede kendini beğenme, kişiyi öylesine bir çıkmaza sürükler ki, artık o nok­tada hiçbir itirazı, tenkidi, suçu kabul edemez olur. O kadar ki, geçmiş olaylarla ilgili vicdanında beliren azabı susturmaya çalışır. Kendisine doğ­ru olanı telkine çalışanların düşmanı olur.

O bakımdan Cihan Peygamberi Hz. Muhammed (A.S.) fakir-zengin, efendi-köle diye bir ayrım yapmadan insanlara karşı sıcak ilgi duymuş ve bunu günlük yaşayışıyla ortaya koyarak görüşebildiği insanlara tepeden bakmamış, tevazu kanadını indirerek onlardan biri olma nezaketini hiçbir zaman unutmamıştır.

8— Yeryüzünde çalımlı yürümemek..

«Yeryüzünde çalımlı yü­rüme. Şüphesiz ki Allah her böbürlenen kendini beğenmişi sevmez.»

Kâinatın önemli bir bölümünü bilmeyen, kâinata hâkim olan ilâhî kud­ret ve azametin yüceliğini ve sınırsızlığını tam anlamıyla idrâk edemiyen ve her şeyden önce kendi iç organlarına kumanda edemiyen insanın bö­bürlenmesi doğru bir düşünce ve hareket sayılabilir mi? Diğer bir anlatım­la, henüz kendini dosdoğru tanımayan, nasıl üstün bir sanatkârın fırçasın­dan çıktığını yeterince bilmeyen ademoğlunun yeryüzünde büyüklük tas­laması, böbürlenip kendini yükseklerde gömresî, belirttiğimiz bilgisizliğin ve zaafın neticesidir. Zira Allah'ın üstün kudretini bilen, kâinatın azametini düşünebilen ve varlık âleminde kendi yerini belirleyebilen bir kimse­nin ancak mahviyetkâr bir havaya girmesi, Hakk'ın kudretine teslimiyet gösterip kendi aczini anlaması beklenir.

İsrâ Sûresi'nde bu konu şöyle açıklanmakta ve insanın gerçek yeri belirlenmektedir:

«Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü yeri deiemezsin ve boyca da dağlara ulaşamazsın.» [33]

9— Vakar ve tevazu  ile yürümek..

«Yeryüzünde ortalama bir davranış içinde ol..»

Mü'min hem vakarlıdır, hem de alçak gönüllüdür. Birinci sıfat ona hey­bet kazandırır; ikinci sıfat sevilmesine ve saygı görmesine sebep olur. Cadde ve sokaklarda başımızı kaldırıp etrafı taramamız, şunun bunun ka­pı ve penceresine bakmamız, hafifmeşrep, şahsiyetsiz ve kültürsüz bir in­san olduğumuzun açık belirtileridir. Oysa mü'min hem şahsiyetli, hem cid­di, hem mütevazi, hem de vakarlıdır. O bakımdan toplum arasında nasıl davranmamız gerekiyorsa, ona dikkat etmemiz, muaşeret adabına uyma­mız ve şahsiyetimizi korumamız sünnettir. Resûlüllah (A.S.) Efendimizin günlük hayatı bize bu konuda da ışık tutmakta ve yol göstermektedir. O bakımdan Resûlüllah'ın (A.S.) hayatını çok iyi bilmemiz ve araştırmamız ge­rekmektedir.

10— Yüksek sesle konuşmamak..

«Sesini alçalt. Çünkü seslerin en hoşa gitmeyeni, şüphesiz ki eşek sesidir.»

Konuşurken bazı hususlara dikkat etmek sünnettir. Zira bu konuda da bize örnek olan, yol gösteren vardır, o da âlemlere rahmet olarak gönde­rilen Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz'dir. O bakımdan O'nun bu hususla ilgili sünnetini şöyle özetliyebiliriz :

a)  Bağırarak konuşmaktan kaçınmak,

b)  Kime nasıl hitap edilmesini bilmek,

c)  Kelime ve cümleler anlaşılmayacak kadar alçak sesle hitap etme­mek,

d)  Rahatsız edecek kadar yüksek sesle konuşmamak, bu ikisi arasın­da bir yol izlemek,

e)  Muhatabın anlamasını zorlaştıracak yabancı kelime ve girift cüm­le kullanmamak..

Şüphesiz ki günlük hayatımızda bu ölçüyü aşmamız, bizim Kur'ân ter­biyesiyle eğitilmediğimizi. Peygamber sünnetiyle şekillendirilmediğimizi ve yeterince İslâm kültürü almadığımızı gösterir. Zira bu kültürü yeterince al­mış mü'minin söz ve davranışları hep ayarlı, ses tonu düzenli, kullandığı kelime ve cümleler ölçülü ve anlaşılması kolay cinstendir.

Yontulmadık kişilerin kabadayılık yapıp yüksek sesle ve uyumsuz cüm­lelerle konuşmaları, hem onların kültür yapısını, eğitim seviyesini yansıtır, hem de insanlara saygısızlıklarını gösterir. Cenâb-t Hak o gibilerin ölçüsüz kaba konuşmalarını saygılı ve medenî bir kalıba dökmelerini sağlamak için şöyle uyarıcı bir benzetmede bulunuyor: «Çünkü seslerin en hoşa gitme­yeni, şüphesiz ki eşeğin sesidir.» [34]

 

Süt Emzirme Süresi

 

«Sütten kesilmesi iki yıl içindedir..»

Cenâb-ı Hak, ana-babaya itaati emrederken, annenin nasıl bir feda­kârlıkta bulunduğuna dikkatleri çekmekte ve bu arada, süt emzirme için normal bir süre üzerinde durmaktadır. Böylece daha çok anne hakkına ve ona karşı güzellikle hizmette bulunmaya ağırlık kazandırmakta, sonra da anne sütünün önemine ve yararına dolaylı şekilde değinmektedir.

Âyetin açık anlatımından şu incelikleri anlıyoruz :

a)  Süt emzirme süresinin bir yılın üstünde olması,

b)  Bu sürenin iki yılı aşmaması,

c)  Belirtilen süre içinde çocuk için en değerli besin maddesinin ana sütü olduğunun unutulmaması hem anne, hem de çocuk için çok olumlu ve yararlı sonuç doğurur.

Zira süt emzirmenin anneyle bebeği arasında sağlayacağı ruhî ve ma­nevî yakınlık kelimeyle anlatılamıyacak kadar derin bir anlam taşır. [35]

 

Lukmân Hakîm'in Oğluna Vasiyetinde Mü'minlere Şu Mesajlar Verilmektedir

 

1—  Allah'ın insana olan nîmetlerinin sayısı belirsizdir. Çünkü her şey insandan yana yaratılıp hizmete sevkedilmiştir. Nîmete karşı Allah'a şük­retmek vaciptir. Bu da kulluğun gereklerini yerine getirmekle gerçekleşir.

2—  Cenâb-ı Hak mutlak anlamda ganiydir, hiçbir şeye muhtaç değil­dir. O'nun buyruklarını öğrenip uygulamanın yaran bütünüyle insana aittir. Uygulanmayıp başka bir yol tutmanın da zararları yine insana aittir.

3—  Allah'a aanlı-cansız bazı şeyleri ortak koşmak, büyük bir haksız­lıktır ve kâinat plânına ve düzenine ters düşmek anlamına gelir.

4—  Ana-babaya itaat edip onlara iyilikte bulunmak, ilâhî emirlerden biridir. Ancak CenâbHakk'a karşı insanı âsi ve günahkâr kılacak konu­larda ana-babanın emirlerine uyulmaz. Çünkü Allah'ın hakkı çok daha bü­yüktür.

5—  Çocuğun bir yıldan fazla emzirilmesinde fayda vardır. Gerekirse beş altı aylıkken mama ile takviye edilir.[36]

6—  Sonunda, dönüş mutlaka Allah'a olacaktır. O halde O'nun mül­künde, O'nun koyduğu kurallara ve hazırladığı statüye uymamız gereklidir. Aksine bir yol tutma hakkımız ve yetkimiz yoktur. Çünkü kendi mülkümüz­de, kendi başımıza buyruk değiliz.

7—  CenâbHakk'in olup biten, kalp ve kafadan geçen her şeyi bildi­ğinden şüphe etmemek gerekir. Zira böylesine bir imân kişiyi yönlendirir, iç ve dış disiplinine kavuşturur da hayatını düzen ve dengede tutar.

 8—  Namazı vaktinde dosdoğru kılmak farzdır ve hayatımızın selâme- ti ve devamı için bu ibâdet son derece lüzumludur. Çünkü mülkün hakikî sahibi böyle bir ibâdetle kendisine kulluk edip yaklaşmamızı emretmiştir.

9—  Dine, akla ve sağlam örfe uygun olanı emredip, bunlara ters dü­şeni men'etmek Allah'ın emridir. Bu emri uygulamak toplum yapısında oto-kontrolü sağlar ve her iki hayatımızı huzur ve güvenle süsler.

10—  Hayatın yolu düz değildir. Sevindirici yönleri olmakla  beraber üzücü tarafları da vardır. O halde sevindirici şeylerine fazla kapılmamak, üzücü taraflarına göğüs gerip dayanma gücünü ortaya koymak, gerçek ve olgun mü'min olmanın belirtisi ve ölçüsüdür.

11— İnsanları küçük görmemek, onlara karşı büyüklük taslamamak va­ciptir veya kuvvetli sünnetlerden biridir. Böylesine bir tavır ve düşünce in­sanı dünyada da, âhirette de küçük düşürür ve Aliah yanında değersiz kı­lar. Zira tevazu tnü'minin şiarıdır. Kibir ve gurur ise cehaletin tabii ürünü­dür.

12—  Yeryüzünde tevazu Ne yürümek, fakat imân vakarını   korumak da sünnettir. Unutmayalım ki, İslâm terbiyesi, kibir ve gururla hiçbir za­man bağdaşmaz ve böylesine bir huy ve karakter insanı Rahmân'ın   ilti­fatına lâyık olacak bir düzeye getirmez. Çünkü gerçekten Cenâb-ı Hak böbürlenen kimseyi sevmez.

13—  Cadde ve sokaklarda edep ve terbiyeyle yürümek, kapı ve pen­cerelere bakmamak da sünnettir. Bu konuda da Resûlüllah'ın (A.S.). vakar­lı ve ölçülü yürümesi bizim için en güzel örnektir.

14—  Konuşurken sesi ayarlamak, muhatabı rahatsrz edecek şekilde sesi yükseltmemek; işitiimiyecek kadar alçak sesle hitap etmemek de sün­nettir. [37]

 

Âyetler Arasinda Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Lukmân el-Hakîm'in on kadar öğüdü açıklandı ve bununla mü'minlere on dört kadar yönlendirici mesaj verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'ın yarattığı şeylerin insanın hizmetine ve­rildiği açıklanıyor. Açık ve gizli birçok nimetlerin cömertçe hazırlanıp ser­gilendiğine dikkatler çekiliyor. Buna rağmen insanlardan çoğunun nan­körlük edip doğru yoldan sapmayı tercîh ettikleri üzerinde durularak mü'-minlerin nasıl hareket etmelerinin gerektiğine işarette bulunuluyor. [38]

 

Meali:

 

20—  Görmediniz mi, Allah göklerde ve yerde olanı baş eğdirip sizin emrinize vermiştir; açık gizli (birçok) nimetini size tamamlamıştır. İnsan­lardan öylesi var ki, ilimsiz, doğru yolu gösteren rehberi, aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.

21—  Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun!» denildiği zaman, «hayir, ba­balarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız» derler. Ya Şeytan baba­larını çılgın alevli ateşe çağırınışsa (ona ne derler?).

22—  Kim iyilik ve güzelliği huy edinerek yüzünü (bütün varlığını ve benliğini) Allah'a teslim ederse, cidden o en sağlam kulpa yapışmıştır. İş­lerin sonu Allah'a varıp dayanır.

23—  Kim de küfrederse, onun küfrü seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. O zaman işlediklerini kendilerine bir bir haber veririz. Şüp­hesiz ki Allah, göğüslerde olanı bilendir.

24—  Onları az bir süre geçindirip yararlandırırız. Sonra da pek ağır bir azaba katlanmaya çaresiz kılarız,

25—  And olsun ki, onlara, «gökleri ve yeri kim yarattı?» diye soracak olsan, «elbette Allah...» diyecekler. De ki: Allah'a hamd olsun! Ama on­ların çoğu bilmezler.

26—  Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz ki Allah ganiydir (hiçbir şeye muhtaç değildir; ama her şey O'na muhtaçtır); övülmeye de en çok O lâyıktır.

 

Göklerde Ve Yerde Olan Her Şey İnsanın Hizmetine Verilmiştir

 

«Görmediniz mi, Allah göklerde ve yerde olanı baş eğdirip sizin emrinize vermiştir; açık-gizli (birçok) nimetini size tamamlamıştır.»

Kur'ân-ı Kerîm burada varlık âleminde vücut bulan canlı-cansız her şeyin insan için yaratıldığını ve her şeyin bağlı bulunduğu kanun gereği, ister istemez insanın buyruğuna verilerek hizmetine sevkedildiğini açıkla­maktadır. Bu, her şeyden önce insanın yaratılmasındaki hikmeti ve azizliği, onun Allah yanındaki derece ve kıymetini ortaya koymaktadır.

O halde kâinatta insan denilen canlı varsa, yaratılan her şeyin anlamı ve hikmeti de vardır demektir; o yoksa eşyanın vücudunun hikmeti kalk­makta ve bir bakıma anlamsız kalmaktadır.

Konuyu bu açıdan incelediğimizde âyetin delâlet ve işaretinden şu hu­susları anlamak mümkündür:

a)  İnsan türü yalnız dünyada vardır; diğer gezegen ve yıldızlarda in­san yoktur. Nitekim Rahman Sûresi 10. âyetle bu husus belirtilmekte ve araştırıcılara ışık tutulmakta, hareket noktası belirlenmektedir.

b)   Diğer gezegen ve yıldızlarda -kuvvetli bir ihtimal ve yorumla- diğer canlılar da yoktur. Zira canlılar insanlar için yaratılmıştır. İnsanın yararla-namıyacağı bir yıldızda canlıların, diğer bir anlatımla hayvanların yaratıl­ması bir bakıma anlamsız ve hikmetsiz kalmaktadır. Ancak herhangi bir gezegen veya yıldızda bir gün gelir de Allah'ın kudretinin erişilmezliğine delâlet eden birtakım canlılara rastlanır veya tesbit edilirse, Kur'ân'ı ya­lanlamaz; bir yoruma göre, onu tasdik eder. Çünkü Şûra Sûresi: 29. âyet­le şöyle buyurulmaktadir: «O'nun varlığına (delâlet eden) belgelerden biri de, göklerin ve yerin yaratılması ve ikisine serpiştirip yaydığı canlılardır.»

Bu âyet iki şekilde yorumlanmaktadır. Biz sadece birinci yorumunu dikkate alarak konuyu anlaşılır duruma getirmek istedik. Diğer yorum âye­tin tefsirinde yapılmıştır. Meraklıların oraya bakmaları tavsiye olunur.

c)  Her şey insanın yararına yaratılıp onun hizmetine baş eğdirildiğine göre, varlık âleminde insan bilgisinin, keşif ve icadının erişebildiği her şey­den yararlanması söz konusudur.

d)   Her şey insan için, insan da Allah'ın varlığını, birliğini, kudretinin yüceliğini ve insandan yana olan rahmetinin genişliğini bilip anlamak ve bu imân atmosferi içinde ebedileşmek için yaratılmıştır. [39]

 

Cenab-I Hak Açık-Gizli Nimetlerini Tamamlamıştır

 

«Açık-gizli (birçok) nimetlerini size tamamlamıştır.»

Âyetin açık anlatımından, insan bedeninin ve ruhunun muhtaç bulun­duğu bütün nimetlerin kusursuz ölçüde yaratılıp işlenir duruma getirildiği anlaşılıyor. Ancak bu nimetleri elde edebilmemiz için aklımızı, idrâkimizi, zekâ ve enerjimizi bilerek harekete geçirmemiz gerekmektedir. Şüphesiz ki bu da insana ve hayata canlılık kazandırır. Aynı zamanda nimetin kıyme­ti harcanan emekle ve külfetle bilinir.

Açık ve gizli nimetler üzerinde müfessirlerin farklı yorumları olmuştur. Bize göre: Açık nîmet gözle görülebilen, araştırmayla îesbit edilebilenleri­dir. Gizli nîmetler ise, bunun aksine bir durum arzedenleridir. Meselâ, bizi koruyan, zaman zaman ilhamda bulunan melekler -bize nisbetle- gizli -metlerdir. Aynı zamanda ilâhî rahmet ve inayetin kalplere inmesi, ruhlara gıda verip cilalaması da bu cümledendir.

O halde insanoğlu dünya hayatı süresince hem bedenini, hem de ru­hunu besleyip geliştirecek kadar nimetlere mazhar kılınmıştır. Yani bu hu­susta Cenâb-ı Hak, insan kudretinin yetmiyeceğini kendisi yaratıp hazırla­mıştır. Onlardan yararlanmayı ise, insanların yeteneğine bırakmıştır. [40]

 

İlimsiz, Kitapsız Allah Hakkinda Tartışanlar

 

«insanlardan öylesi var ki, ilimsiz, doğru yolu gösteren rehbersiz, aydınlatıcı kitabı olmaksızın Al­lah hakkında tartışıp durur.»

Allah'ın varlığı ve birliği, kudretinin ve ilminin sınırsızlığı ancak birkaç kıymetin biraraya gelmesiyle bilinebilir. Aksi halde birtakım basit mantıkî yollarla neticeye varılamaz. O kıymetler şunlardır: Akıl, imân, kitap, reh­ber ve ilim..

Yalnız akıl, iyi kullanıldığı, bazı saplantıların tesirinden arındırıldığı takdirde kâinatın bir yaratıcısı bulunabileceğini cok sathi şekilde anlaya­bilir. İlmî araştırmalar onun yardımına verildiğinde ise, Yüce Yaratan hak­kında biraz daha derinleşme imkânı sağlamış olur. Aklı ve ilmi destekleyip aydınlatacak ilâhî kitabı yardımcı verdiğimiz durumda, Allah'ı bilip anla­ma iyice derinleşir ve mecrasını bulmuş olur. İşte bu noktada «imân» yani «tahkiki imân» başlar. İlâhî hidâyet tecelli eder de kalpte sağlam imân vü­cut bulursa, Allah'ı bilip anlama iyice kökleşir ve mecrasını değiştirmiyecek kadar kuvvet kazanır.

Nasıl yalnız hidrojen veya yalnız oksijen susuzluğumuzu gideremiyor; ikisinin belli oranda biraraya gelmesiyle bize hayat veren «su nîmeti» olu­şuyorsa, onun gibi yalnız akıl veya yalnız ilim Allah'ı lâyıkıyla bilmeye yet­miyor; kitap ve imânı buna kattığımız takdirde gerçek ölçüsünü buluyor ve istenilen faydayı sağlıyor.

Cenâb-ı Hak 20. âyetin son kısmımda bu önemli hususu şöyle belirti­yor: «İnsanlardan öylesi var ki, ilimsiz, doğru yolu gösteren rehbersiz; ay­dınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışıp durur. »[41]

 

Ataların Dinine Uymak Doğru Mudur?

 

((Onlara: «Allah'ın indirdiğine uyun» denildiği zaman «hayır, babalarımızı neyin üzerinde bul-duysak ona uyarız» derler.»

İnsan, kendisine başta akıl olmak üzere birçok yetenekler verilerek manen donatılmış ve eğitilmeğe, öğretilmeğe uygun bir yapıda yaratılmış­tır. Ancak içinde yetiştiği aile ve çevrenin tesiri oldukça büyüktür. O ba­kımdan yalnız akıl kendi başına bu tesiri giderecek güce sahip değildir. Akıl bu durumda ilimle birleşir de duyguların tesir alanını aşarak gerçeği aramaya koyulursa, ilâhî hidâyet ondan yana tecelli eder ve böylece körü körüne ataların bâtıl inançlarına; kötü âdetlerine uymaktan kendini kurtar­ma şansına erişir. Şüphesiz ki ilâhî hidâyetin bir ucu, kitap ve peygambe­re yönelmekle bağlantılıdır. Zira bu iki esas, akla ve ilme hareket noktasını belirler ve amacın ne olduğunu gösterir. O bakımdan son derece lüzum­ludur.

İlgili yirmi birinci âyette, akıllarını duygularının emrine verip atalarının bâtıl inançlarına körü körüne bağlanıp kalan müşrikler, inkâroı maddeciler hem uyarılıyor, hem de akıllarını harekete geçirmek için kendilerine mal­zeme veriliyor. [42]

 

En Sağlam Kulp

 

(Kim iyîlik ve güzeIIi"ği huy edinerek yüzünü {bütün varlığını ve benliğini) Allah'a teslim ederse, cidden o en sağlam kulpa yapışmıştır. İşlerin sonu Allah'a varıp dayanır.»

Her kulp yapısına ve bağlı bulunduğu bütününe göre sağlamlık veya çürüklük arzeder. «Allah» kavramı bize nasıl sınırsız bir varlık ve kudreti; sonsuz ilim ve rahmeti simgeliyorsa, O'na imân ve ibâdet de o nisbette sağlam bir kulpa tutunmamızı gerçekleştiriyor. Her şeyimizle O Yüce Kud-ret'in eseri olduğumuz muhakkaktır. O halde her şeyimizle O'na teslimi­yet gösterip ve münhasıran O'na güvenip dayanmamız, O'na kul olmamı­zın gereği, insan olarak yaratılmamızın kaçınılmaz yoludur. Cenâb-ı Hak'­tan kopmamız hem kendimizi inkâr etmemizi, hem de kendimizi başıboş gayesiz ve amaçsız saymamızı sonuçlandırır. Oysa ne biz, ne de diğer hiç­bir varlık başıboş, gayesiz, anlamsız ve hikmetsiz yaratılmamıştır. Çünkü kâinat plânında yer alan her varlığın bir maksada, bir hizmete ve yarara yönelik bulunduğunu görüyoruz. Bunun aksini isbat etmek elbette müm­kün değildir.

İşte bu nedenledir ki, ilgili âyetle Cenâb-ı Hak insana niçin yaratıldı­ğını ve hangi amaca yöneltilerek vücuda getirildiğini hatırlatmaktadır. Böy­lece Yüce Yaratan'a imanın ve sâlih amellerde bulunmanın bütünüyle «Hakk'a teslimiyet» olduğunu ve bu manayla en sağlam kulpa tutunuldu-ğunu açıklamakta; insanın kendisi gibi fanilere, sonradan vücut bulan eş­yaya ibâdet etmesinin büyük bir haksızlık olduğuna işarette bulunmakta­dır. [43]

 

İşlerin Sonu Allah'a Varıp Dayanır

 

«İşlerin sonu Allah'a varıp dayanır.»

Dünyada da, âhirette de bütün işlerin ve olayların sonu Allah'a varıp dayanır. Dünya hayatında Allah'ın koymuş olduğu «hayat kanunları», di­ğer bir anlatımla «sünnetullah» hedefine doğru şaşmadan ilerler ve bütü­nüyle insanı her iki hayatta mutlu kılmaya yöneliktir. Hiçbir kuvvet onu durduramaz ve aksi bir hedefe çeviremez. O-bakımdan kim nereye gider­se gitsin, ne yana çekerse çeksin, nasıl davranırsa davransın sonunda sö­zünü ettiğimiz kanuna boyun eğmek zorundadır. Çünkü «sünnetullah» kimselere uymaz, ama herkes ona uymakla sorumlu ve mükellef tutulmuş­tur. O halde Allah'ın mülkünde, O'nun tasarrufu, ve gözetimi altında bir ömür tüketirken, O'nun koyduğu kanunlara ve belirlediği statülere uymak mecburiyetindeyiz. Çünkü biz tamamıyla kendimize sahip olamadığımız gi­bi, ilâhî mülkün ve tasarrufun dışına çıkma gücünü de kendimizde taşımı­yoruz. Her şeyimizle O'na aitiz ve O'nun kudretinin eseriyiz.

Âhiret gününde ise, bütün işler, niyetler, ameller O'nun huzurunda son bulup karşılık görür. Hiç kimse kendini bu mukadder sonuçtan kurta­ramaz. [44]

 

İnkârda Israr Edenlerden Yana Üzülmemek

 

«Kim de küfrederse, onun küfrü seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. O zaman işledik­lerini kendilerine bir bir haber veririz..»

Hayır ve şer, imân ve küfür, iyilik ve kötülük, helâl ve haram gibi kav­ramlar nisbî ve izafîdir. Yani biz insanlara ve dünya hayatımızın şartlarına göre bu kavramların yeri vardır. Allah'a nisbetle bunların hiç biri söz ko­nusu değildir. Oünkü O mutlak yaratandır ve mutlak ganiydir. Koyduğu ka­nunlar, belirlediği statüler bütünüyle biz insanlardan yanadır ve her iki ha­yatımızı düzen, denge ve güvene kavuşturmamızla ilgilidir.

O halde kim aklını kullanıp gerçeği arayıp bulur ve onu bâtıla teraîh ederse, kendi lehine bir ortam hazırlamış olur; kim de bunun aksine bir yol tutarsa, kendi aleyhine bir sonuç hazırlamış sayılır. Öylesi için üzül­menin fazla bir anlamı ve yararı yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak saadete uza­nan yolu gösterip kolaylaştırmak suretiyle çok âdil bir ortam vüouda ge­tirmiştir. Bu ortamı kendi lehine değerlendiren, kendi geleceğine olumlu yönde hizmet etmiş olur; kendi aleyhine değerlendiren ise, her bakımdan kendine zulüm etmiş bulunur. Bize düşen görev, onun bu tutumuna üzül­mek değil, onu kurtarmanın yollarını düşünüp yardımcı olmaya çalışmak­tır. Sonunda iyilik işleyenler de, kötülükte bulunanlar da Allah'ın adalet ve hakkaniyet divanına döndürülecek ve herkes işlediğinin karşılığını noksan­sız görecektir. CenâbHakk'ın, yaptıklarımızdan hiçbir şeyi kaçırmaksızın tesbit ettiğini unutmamamız gerekmekte ve ölmeden önce kendimizi he­sap vermeye hazır duruma getirmemiz istenmektedir. [45]

 

Allah'ın, Kimsenin İbâdetine İhtiyacı Yoktur

 

«Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz ki Allah ganiydir (hiçbir şeye muhtaç değildir; ama her şey O'na muhtaçtır). Övülmeğe de en çok O lâyıktır.»

Gökleri ve yeri biz yaratmadığımız gibi, kendi kendimizi de yaratan biz değiliz. Şu muazzam kâinatta insanın yoktan var kılıp vücut alanına getirdiği ne vardır? İyice düşünüp incelediğimiz zaman, hiçbir şeyi yoktan var kılamadığımızı ve bir bakıma O sonsuz kudretin karşısında ve kurdu­ğu büyük sistem önünde bir hiç olduğumuzu anlarız. Yaratıp düzene ko­yan, var kılıp vücuda getiren biz olmadığımıza göre, kâinatta vücut bu­lan her şey Allah'a aittir. O halde muhtaç olan Allah değil, bizleriz.

Kur'ân-ı Kerîm bu hakikat ve inceliği şu cümleyle gönül defterine yaz­mamızı emrediyor: «Şüphesiz ki Allah ganiydir; övülmeğe de en çok O lâ­yıktır.» [46]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, yaratılan şeylerin insanın hizmetine verildiği ko­nu edildi. Gizli-açık birçok nimetlerin cömertçe hazırlanıp insanın istifa­desine sevkedildiği belirtilerek mevcut şeylerden meşru sınırlar içinde ya­rarlanmamız istenildi. Buna rağmen insanların çoğunun nefsine ve İblîs'in telbîsine mağlup olarak nankörlük ettiği üzerinde durularak mü'minierin bu konuda çok dikkatli olmalarına dolaylı şekilde atıf yapıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'ın öncesiz ve sonrasız olduğu gibi, O'nun sözlerinin de bir sonu, bir sınırı düşünülemiyeceği konu ediliyor. Böylece Kur'ân'daki sözlerin, biz insanların ihtiyacına göre düzenlendiğine işaret ediliyor, Sonra da CenâbHakk'ın sonsuz ve sınırsız kudretine değinilerek, öldükten sonra yaratmanın O'na göre bir zorluk arzetmiyeceği, bir tek can­lıyı yaratmak ne ise, ölen bütün canlıları da yaratmanın o gibi olduğu bil­dirilerek şüpheden uzak kalmamız emrediliyor. [47]

 

Meali:

 

27—  Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi de­niz daha katılıp (mürekkep) olsaydı, yine de Allah'ın sözleri bitmezdi. Şüp­hesiz ki Allah çok üstündür, çok güçlüdür, yegâne hikmet sahibidir.

28—  Sizin yaratılmanız da, öldükten sonra diriltilip kaldırılmanız da ancak bir tek canlıyı (yaratmak ve diriltmek) gibidir. Şüphesiz ki Allah işi­tendir, görendir.

 

Rabbımızın Sözleri Bitmez

 

«Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha ka­tılıp (mürekkep) olsaydı, yine de Allah'ın sözleri bitmezdi..»

Allah mutlak anlamda öncesiz ve sonrasızdır. İlmi, kudreti ve kemal sıfatları da öyle.. O halde sınırlı olan ağaçlar kalem ve sınırlı olan denizler mürekkep olsa, yine de Allah'ın sözlerini, O'nun yüceliğini, kudret ve aza­metini yazıp bitiremez, [48]

İnsanoğlu henüz fizik âlemini tamamen çözememiştir; çözmek şöyle dursun kâinatın büyüklüğü karşısında ilmin katettiği mesafe, büyük bir çölde karıncanın birkaç adımlık kat'ettiği mesafe kadar ya var ya da yok­tur. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in mübarek anlatımıyla, yerler ve gökler Arş'a ve Kürsî'ye nisbetle çöle atılmış bir halka gibidir. Fizik âlemi bu ka­dar geniş ve bir bakıma uçsuz bucaksız olunca, bu azamet karşısında bi­zim bildiklerimiz ne olabilir? Bir de fizik ötesini düşünelim; kalemler ve mü­rekkepler, bunları yazmaya; ilâhî kudret ve sanatı belirtmeye yeter mi?

İlgili âyetle, bu gerçeğe değinilerek insan aklına, duygu ve düşünce-sine ışık tutuluyor ve âyet-i kerîme Allah'ın iki kemal sıfatıyla noktalanı­yor: Azîz, Hakîm..

Birinci sıfat Allah'ın üstün ve sınırsız kudretini; ikinci sıfat O'nun her şeyi bir amaca yönelik, belli bir düzene göre, ilâhî plân çerçevesinde ya­rattığını; gereksiz, hikmetsiz ve anlamsız hiçbir şey yaratmadığını belirtir, [49]

 

Ölen Bütün Canlıları Yeniden Yaratmak Bir Tek Canlıyı Yaratmak Gibidir

 

«Sizin yaratılmamz da, öldükten sonra diriltilip kaldırılmanız da ancak bir tek can­lıyı (yaratmak ve diriltmek) gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.»

Canlılar âleminin anatomik, fizyolojik ve antropolojik yapıları belli ele­mentlerden meydana gelmiş ve taşıdıkları canlılık vasfı, onları cansızlar­dan ayırmıştır. Allah'ın yaratıcı kudreti tecelli edince bütün canlı türlerini yaratması bir tek canlıyı yaratması gibi kolaydır. Çünkü O'na göre zorluk söz konusu değildir. Kudretinin sınırsızlığı bütün zorlukları yenecek, kal­dıracak özellikte ve vasıftadır.

Yukarıdaki âyetle, Allah'ın bu anlamda yaratıp vücuda getirme kudre­ti belirtilirken yine O'nun iki kemal sıfatına yer veriliyor: Semî1 ve Basîr.,

Birincisi, her şeyi işitip bilen, her inceliği ve gizliliği duyan; ikincisi, her şeyi görüp bilen, her inceliği ve gizliliği müşahede edip anlayan demektir. Şüphesiz yaratma kudretine sahip olan CenâbHakk'ın yaratmada bu iki sıfatının tecellisi gerekmektedir. Böylece yaratılan her canlı bu iki sıfatın tecellisine mazhar oiur. O sebeple çok hücreli canlıların çoğunun gözü ve kulağı vardır. Bu iki organı olmayan canlıların ise, taşıdıkları anten ve benzeri bir organla sözü edilen mazhariyete erdirildiği: görülür. [50]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın sözlerinin de sonsuz ve sınırsız olduğuna dikkatler çekildi. Ölen canlıların ikinci hayata kaldırılmasında hiçbir güçlüğün sözkonusu olamıyacağı anlatılarak mü'minler aydınlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın kudretinin üstünlüğüne dikkat­ler çekilerek bilimsel ölçüde üç delil sıralanıyor ve böylece Allah'ın mutlak anlamda «hak» olduğu, herşeyi denge ve düzende yaratıp plân ve program­sız bir şey vücuda getirmediği açıklanarak hak ile bâtıl arasında daha iyi bir mukayesede bulunmamız isteniliyor. [51]

 

Meali:

 

29—  Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye ka­tar; Güneş ve Ay'ı buyruk altına almıştır; herbiri belirlenmiş bir vakte ka­dar (kendi yörüngesinde) seyredip durur. Ve Allah elbette yapageldiğiniz şeylerden haberlidir.

30—  Bu böyledir. Çünkü Allah hak'tır, O'ndan başka taptıkları bâtıl­dır. Ve elbette Allah çok yücedir, çok büyüktür.

31—  Görmedin mi ki, gemi, Allah'ın nîmetiyle denizde yüzüp gider. Allah, bununla (kudretinin yüceliğine delâlet eden) bazı âyetlerini gösterir. Şüphesiz ki bunda çokça sabreden, çokça şükreden herkese öğütler, ib­retler vardır.

32—  Onları dağlar gibi (veya gölge salan bulutlar gibi) dalgalar sarıp kapladığında, dini Allah'a has kılıp samimiyetle O'na duâ edip yalvarırlar.

Kendilerini kurtarıp karaya çıkardığı vakit, onlardan bir kısmı sâdık kalıp verdiği söze bağlılık gösterir. Zaten bizim âyetlerimizi ancak çok nankör gaddar olanlar inatla inkâr ederler.

 

İniş Sebebi

 

Rivayete göre, Mekke fethedildiği günlerde Ebû Cehl'in oğlu İkri­me, Mekke'yi terkedip Cidde'de hareket etmek üzere bulunan bir gemiye binerek başka bir ülkeye sığınmayı düşünmüştü. Derken denizde büyük bir fırtına başladı. Herkes ölüm teri döküyordu. Bu arada İkrime, «Eğer Al­lah bizi bu fırtınadan salimen kurtarırsa, Muhammed'e (A.S.) döner de O'na bey'at etmek için elini elimin üstüne korum» diyerek yemin etti. Çok geçmeden fırtına dindi. İkrime ilk fırsatta Mekke'ye döndü ve İslâm'a gir­di. Yukarıdaki 32. âyet o sebeple indi.[52]

 

Gecenin Gündüze Katılması

 

«Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar..»

Bu anlatım tarzı Kur'ân'da az değişik ifadelerle tam on yerde geçer. Allah'ın varlığına, birliğine, kudretinin kemâline delâlet eden bu belge, bi­limsel olarak üzerinde durulmaya değer bir muhtevadadır.

Geceyi gündüze, gündüzü de geceye katması, dünyanın hem iki ayrı hareketine, hem dünyanın batıdan doğuya doğru döndüğüne, hem de gü­neşin etrafında elips şeklinde bir yörünge izlediğine işarettir. Öyle ki, dün­ya batıdan doğuya doğru dönerek hareketini sürdürürken hep geceyi ar­kasında bırakıp gündüzü oluşturmaktadır. [53]

 

Güneş İle Ay'ı Buyruk Altına Alması    

 

«Güneş ve ay'ı buyruk altına almıştır. Herbiri belirlenmiş bir vakte kadar (kendi yörüngesinde) seyredip durur..»

«T e s h î r»   kelimesi çok anlamlı olup, bulunduğu konu ve cümleye göre yorum ister. Zapt etmek, ele geçirmek, buyruk altına almak, boyun eğdirmek, bağlı bulunduğu kanuna uydurmak, yaratıldığı amaca yönelik hizmet vermesini sağlamak ve baş eğdirip emre uymasını devam ettirmek bu cümledendir.

Güneş ile ay'ın teshiri, bağlı bulundukları fiziksel kanuna uygun ha­reketlerini sağlamak ve böylece istenilen faydayı vermelerini gerçekleştir­mektir. Dünya bağlı bulunduğu kanuna göre, hem kendi ekseni etrafında, hem de güneşin çevresinde ölçülü, hesaplı bir yörüngede hareket etmekte olup, buyruk altına alınmıştır. Artık dünyanın bu belirli sınırı aşması, başka bir hareket göstermesi -kıyamete kadar- söz konusu değildir. Güneş de bağlı bulunduğu umumî cazibe kanununa göre hareket etmekte ve devamlı enerji üretip vermektedir. Artık güneşin de bu sınırı aşması düşünülemez.

Güneş ve ayın belirlenmiş bir vakte kadar veya belirlenmiş yörünge­lerinde hareket sürelerini tekrarlayıp kıyamet kopuncaya kadar sürdürme­leri takdir edilmiştir. Her ikisi bu takdîre bağlı bulunuyorlar, yani ona baş eğmişlerdir.

Diğer bir yoruma göre : «Belirlenmiş vakte kadar»dan maksat, yörün-gelerindeki hareket sürelerinde bir şaşma, bir aksama olmayacağı gibi, kıyamet olayına kadar da bu ikisi insanlara hizmet vermeye devam ede­cek, hizmetlerinde bir aksaklık olmayacaktır.

Cenâb-ı Hak bizim, güneş ve ay hakkında neler düşündüğümüzü, bu iki harika sanat eserinin karşısında Yüce Yaratan'ı nasıl anladığımızı ve böyle bir idrâk içinde nasıl, ne gibi amellerde bulunduğumuzu çok iyi biiir ve ona göre bize bir gelecek hazırlar. Çünkü gerçekten Cenâb-ı Hak her şeyden haberdardır; ilmi her şeyi kemal derecesinde kapsayıp kuşatmıştır.'

«Bu böyledir. Çünkü Allah Hak'tır, O'ndan başka taptıkları bâtıldır.»

Hak, Allah'ın kemâl sıfatlarından biridir. Burada  «bâtıl»  karşılığında kullanılmıştır. Çünkü hak, sabit olup zeval bulmayan; bâtıl, sabit olmayıp zeval bulan şeklinde açıklanır. Hak, her yönüyle tamdır ve mutlak kudret sahibidir. Bâtıl her yönüyle noksandır ve yok elmaya mahkûmdur.

Diğer bir yorumla, Cenâb-ı Hak, her şeyi hikmet doğrultusunda denge ve düzende yaratmış ve sistemler arasında uyum meydana getirmiştir.

O'nun kurduğu bu denge ve düzene uyan her iş ve amel haktır; uymayan bâtıldır.

Cenâb-ı Allah'ın «hak» olduğu belirtildikten sonra O'nun iki kemal sı­fatına daha yer verilerek konuyu daha iyi anlamamız istenmektedir, O da: Aliy ve Kebîr.,

Birinci sıfat, O'nun yüceliğini, kemal derecesinde sonsuzluğunu; ikin­ci sıfat ise, O'nun büyüklüğünü, kemal derecesinde sınırsızlığını yansıtır. Çünkü O'nun «Hak» sıfatı bu iki sıfatla tecelli ve kurduğu dengeli düzenli kâinatla tezahür etmektedir. [54]

 

Geminin Denizde Yüzüp Yol Alması

 

«Görmedin mi ki, gemi, Al­lah'ın nîmetiyle denizde yüzüp gider. Allah, bununla size (kudretinin yüce­liğine delâlet eden) bazı âyetlerini gösterir..»

Gemi, önce Allah'ın insana verdiği birtakım yetenekler sayesinde icad edilmiş bir nimettir. Sonra da Allah'ın lutfunun, rahmetinin ve selâmetinin tecellisi sayılan belli fiziksel kanunlarla suyun üstünde yüzüp yol almak­tadır. Aynı zamanda yelkenli olanı Allah'ın rüzgâr nimetiyle, buharlı olanı Allah'ın kömür nimetiyle hareketini sağlamaktadır.

Böylece Cenâb-ı Hak, Kur'ân'da gemi ve denizin yararına işaretle bu konuyu 11 yerde anarak dikkatlerimizi denizlere, onlardaki ürünlere ve de­niz taşımacılığına çekmiş, bu büyük nimetten yararlanmamızı telkîn ede­rek hafızamızda iz bırakacak, idrakimizi uyanık tutacak şekilde tekrarla­mıştır. [55]

İlgili âyetin son kısmında bir diğer incelik söz konusudur; şöyle ki: Denizden ve onda Allah'ın nîmetiyle yüzen gemiden bahsedildikten sonra şu cümleye yer verilmiştir: «Şüphesiz ki bunda çokça sabreden, çokça şük­reden herkese öğütler, ibretler vardır.»'

Unutmamak gerekir ki, denizlerde araştırma yapmak, deniz ürünlerin­den yararlanmak ve denizlerin altındaki kaynaklara inmek bütünüyle ilme, bilgiye, beceriye dayalı sabır işidir. Aynı zamanda elde edeceği her nimet karşılığında Allah'ı hatırlayıp şükretmesini bilen mü'minlerin görevidir. [56]

 

«Allah» Duygu Ve Düşüncesi İnsanda Doğuştan Mevcuttur

 

«Onları dağlar gibi (veya gölge salan bulutlar gibi) dalgalar sarıp kapladığında, dini Allah'a has kı­lıp samimiyetle O'na duâ edip yalvarırlar..»

Denizde gemiyle yol alırken dağ gibi veya gölge salan büyük bulut parçası gibi dalgalar ardarda gelerek gemidekilere ölüm teri döktürdüğü ve maddî çarelerin ortadan kalktığı bir zamanda, Allah'a inanan ve inan­mayan hemen herkesin mânevi bir destek ve yardım beklemesi ne ile yo­rumlanır? İnsanın ruhuna enjekte edilen ve «elestü bi-Rabbiküm = ben si­zin Rabbınız değil miyim?» hitabında ifade ve anlamını bulan Allah duy­gusu ve din fikri bir anda inkâr kabuğunu çatlatıp ortaya çıkmakta ve in­karcı maddeciye «Ya Allah» dedirtmektedir.

Kur'ân bu gerçeğe dikkatleri çekip Allah'ı inkâr etmenin büyük bir gaflet ve aşırı bir haksızlık, aynı zamanda çok gülünç bir bönlük olduğunu imâ etmekte ve «Zaten bizim âyetlerimizi ancak çok nankör, gaddar olan­lar inatla inkâr ederler» diyerek nankörlüğe ve inkâra esef yağdırıyor, ruh­larını tahrik için'de denizdeki olayı misal veriyor. [57]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın yüksek kudretine dikkatler çe­kilerek bilimsel açıdan üç kadar delil açıklandı. Sonra da kâinattaki mut­lak denge ve düzenin, Hak olan Allah'ın eseri olduğu konu edilerek mü'-minler aydınlatıldı.

Aşağıdaki âyetle, âhiret gününde soy-sop bağlarının kopacağı, hısım­ların birbirlerine sahip çıkamıyacağı ve herkesin kendi ameliyle başbaşa kalacağı hatırlatılarak kısa olan insan ömrünün ilâhî program çerçevesin­de değerlendirilmesi tavsiye ediliyor. Dünya hayatının birkaç günlük çeki­ciliğine ve şatafatına aklanmamamız tenbîh edilerek plândaki yerimizi al­mamız emrediliyor. [58]

 

Meali:

 

33— Ey insanlar! Rabbınızdan korkup (kötülüklerden) sakının. Öyle bir günden korkun ki, baba evlâdından ötürü bir şey ödeyemez, evlât da babasından ötürü bir şey ödeyici değildir. Şüphesiz ki Allah'ın va'di (ver­diği söz) haktır. Sakın Dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldanmış mağrur (Şeytan) sizi Allah'a (O'nun geniş rahmetine ibadetsiz, amelsiz) güvendirmesin.

 

Akrabalık Bağları Dünya Hayatıyla Sınırlıdır

 

«Ey insanlar! Rabbınızdan korkup (kötülüklerden) sakının. Öyle bir günden korkun ki, baba evlâdından ötürü bir şey ödeyemez, evlât da babasından ötürü bir şey ödeyici değildir..»

Babalık, evlâtlık, analık ve hısımlık bağları dünya hayatıyla, neslin de­vamını sağlama duygusuyla ilgilidir. Kıyamet gününde ergen olmadan ölen çocuklar dışında herkes kendi nefsiyle, amel ve niyetiyle meşgul olur da bunun dışında başkasının ameliyle veya hesabıyla meşgul olamaz. Öyle ki: Baba evlâdına karşılık, evlât da babasına karşılık bir şey ödeme hak­kına, gücüne ve yetkisine sahip değildir. O halde yukarıdaki âyetle de işa­ret edildiği gibi, ne baba evlâdından dolayı günah işleyip inkâra sapsın; ne de evlât babasından dolayı günah ve isyanlara dalsın; azgınlık ve ahlâk­sızlıkta bulunsun. Zira her ikisi de belirtilen sebepten dolayı işleyecekleri günah ve hatâ sebebiyle âhiret gününde birbirlerini kurtarmaya mâlik de­ğillerdir. Dünyanın birkaç günlük makam ve şöhreti, servet ve ihtişamı kim­seleri aldatmasın; şeytan da o yüzden kimseleri azdırıp sapıtmasın. Çün­kü dünya hayatı amaç ve gaye değildir; bütünüyle olgunlaşmamıza ve âhi-rete hazırlanmamıza vesile ve araçtır. Diğer bir anlatımla, sonsuz hayata hazırlanma dönemidir. Şeytan ise, zıtların tartışıp çatışmasını hızlandıran, hayata canlılık ve hareket katan, ama bütünüyle şerri temsîl edip hayrın karşısına çıkan bir sınav vasıtasıdır. İnsan iyiliğe ve hayra ağırlık verdiği nisbette onun tesir alanından uzaklaşabilir.

Ebedî hayat için yaratılan insan ancak o hayata gözlerini açmadan önce kendini. Yüce Yaratanını, niçin yaratıldığını, nerede bulunduğunu, ne­reye gideceğini bilmek zorundadır. Aynı zamanda hayatın tadını, sıkıcı ve ferahlatıcı yanlarını duyup daha iyisine kavuşma arzusunun içinde doğ­ması gerekmektedir; ayrıca bu duygu ve inançla dünya hayatın­dan hikmetin ve amacın ne olduğunu iyice kavraması söz konusudur. Ne var ki, insanın içindeki nefis ve dıştan ona yardımcı olan İblîs durmadan onu dünyaya bağlamaya, amacından saptırmaya, yaratanını unutturmaya çalışırlar; dünya hayatını nimetleriyle birlikte ona çok çekici gösterip dur­madan kalbini tahribe yönelirler. Allah'a imân edenlerin bir kısmını, ilâhî rahmetin genişliğiyle avutup ibâdet ve taâtten ahkorlar.

Böylece Cenâb-ı Hak, hem inkarcılara, hem şüphecilere, hem de ina­nanlara seslenerek şöyle uyanda bulunmaktadır: «Allah'ın va'di (verdiği söz) haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldanmış mağ­rur (şeytan) sizi Allah'a (O'nun geniş rahmetine ibadetsiz, amelsiz) güven­dirmesin..» [59]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetle âhiret âleminde soy-sop bağlarının kesileceği, kim­senin kimseye sahip çıkamıyacağı konu edildi. Sonra da dünya hayatından hikmet ve amacın ne olduğuna değinilerek aydınlatıcı Ve uyarıaı bilgi ve­rildi.

Aşağıdaki âyetle, bilgisi sadece Allah yanında mahfuz tutulan beş önemli şeyden söz edilerek, insanın ölüm ve âhiret için her an hazırlıklı olmasına işaret ediliyor. [60]

 

Meali:

 

34— Şüphesiz ki Kıyâmet'in kopuş saatiyle ilgili bilgi Allah'ın yanın­dadır. Yağmuru O yağdırır; ana rahmindekini O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanıp elde edeceğini bilmez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah elbette (her şeyi hakkıyla) bilendir, (her şeyden mutlaka) haberlidir.

 

İlgili Hadîsler

 

«Beş şey var ki onları Allah'tan başkası bilmez: Kıyamet saati (kopuş tarihi)nin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru o yağdırır, (nereye, ne zaman sevk edeceğini o belirleyip bilir ve ona göre birtakım belirtiler gösterir). Ana rahmindekini (oluşan ceninin saîd mi, yoksa şakiy mi olacağını) O bi­lir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah bilendir ve her şeyden haberdardır.» [61]

«Gaybın anahtarı beştir ve onları Allah'tan başka kimse bilmez:...» [62]   Abdullah b. Seleme (R.A.) diyor ki:

«Peygamberimize (A.S.) her şeyin anahtarı verildi, ancak (âyetle be­lirtilen) şu beş şeyin değil:............»[63]

Benî Âmir kabilesinden bir adam Peygamber (A.S.) Efendimiz'in ya­nına girmek istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (A.S.) kendisine hizmet eden adama şu talimatı verdi: «Çık da ona, içeri girme adabını öğret: es-S ela mü aleyküm, içeri girebilir miyim? desin.» Gelen adam bu adabı öğrenince aynen söyleyerek izin istedi.   Kendisine izin   verilince   de içeri girdi.

Şimdi onunla Resûlüllah (A.S.) Efendimiz arasında geçen konuşmayı hep birlikte okuyalım .

  Ey Allah'ın Peygamberi! bize neler getirdin?

  Size hayır ve iyilik getirdim. Bir olan, ortağı bulunmayan Allah'a ibâdet etmenizi; Lât ve Uzza'yı terketmenizi; gece gündüz beş vakit na­maz kılmanızı; zekâtı zenginlerinizden alıp fakirlerinize dağıtmanızı (hü­küm olarak) getirdim.

  İlimden bilmediğiniz bir şey kaldı mı?

  Allah şüphesiz bana hayırlı şeyler öğretti. Ama ilimden öyle şeyler de vardır ki, onları Allah'tan başkası bilmez:............... buyurarak yukarı­daki âyeti okudu. [64]

«Allah bir kulunun ne yerde öleceğini takdir etmişse, o kulun eceli ge­lince bir ihtiyacı çıkar da o yere gider.» [65]

 

İnsan Zekâsının Ve İlminin Kapsayıp Bilmediği Şeylerden Beşi

 

«Şüphesiz ki kıyametin kopuş saatiyle ilgili bilgi Allah'ın yanındadır..»

Âyetin açık anlatımına göre, insan zekâsı ve ilmi şu beş şeyi bilemez:

1—  Kıyametin ne zaman kopacağını, yani kopuş saatinin hangi ta­rihte meydana geleceğini,

2—  Yağmurun -alâmetleri ortaya çıkmadan- takdîr edilen vaktini ve ne yere yağacağını,

3—  Ana rahmindeki ceninin ne olduğunu,

4— Kimin yarın ne kazanacağını,

5— Kimin nerede öleceğini..

Açıklama :

1—  Kıyâmet'in kopacağı saatin bilgisinin gizli tutulması, hio kimseye bildirilmemesi birtakım hikmetlere yönelik bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki:

a)  Büyük rakamlarla, meselâ şu kadar milyon veya milyar yıl sonrc denilseydi, insanların çoğu bunun rastgele söylenmiş bir rakam olduğunu sanır ve o yüzden kıyamet olayına inanmak istemezdi.

b)  Aynı zamanda büyük rakamlarla ifade edilecek bir güne hazırlan­maya gerek duyulmazdı,

c)  Yakın olduğu bilinip tarihi kesin belli olsaydı, insanların hayata ba­kış açısı değişir ve bir yandan da hayat canlılığını kaybeder, ilmî araştır­malar dururdu.

d)  Dünyanın hareketlerindeki şaşmazlığa, güneşteki enerjinin tüken­mek bilmeyen büyük bir kaynak olduğuna bakanlar, kıyametin öyle yakın gelecekte kopmasının mümkün olmayacağını sanıp Allah ve Peygamberini1 yalanlamaya cesaret edebilirlerdi.

Bu ve benzeri sebep ve hikmetlerden ve bizim bilmediğimiz nice sır ve maksattan dolayı kıyametin kopma vakti gizli tutulmuş, bu husus insan­lara açıklanmamıştır.

2—  Yağmuru Allah'ın yağdırma konusuna gelince: Bu ifade ilk bakış­ta yağmuru oluşturan sebep ve kanunlara işaret edildiği sonucunu veriyor. Şüphesiz bu bir bakıma itiraz kabul etmez bir gerçektir. Zira sistemi ku­rup sebep ve kanunları koyan Cenâb-ı Hak'tır, biz değiliz. O halde «Yağ­muru O yağdırır» sözünden, bu olayı ancak O meydana getirmektedir, baş­kası değil neticesi doğuyor. Diğer bir yorumla, yağmuru ne vakit, nereye yağdıracağını ancak O bilir denilmektedir. Bu da ilk nazarda yadırganabi­lir ve günümüzdeki barometre ve uydular aracılığıyla hava tahmin ve tes-bit raporlarına ters düştüğü sanılabilir. Oysa gerçek onların sandığı gibi değildir; yağmurun yağacağına dair birtakım belirtiler ortaya konmadan durumu ne barometre, ne de başka teknik bir imkânla tesbit mümkündür. Ne var ki, Cenâb-ı Hak, yağmur olayını meydana getirmeden önce birtakım alâmetler ve sebepleri yine belli kanunlara göre sevkeder. Bu O'nun devam edegelen sünnetlerinden  biridir. Sünnetullah  henüz  belirtileri sevketme-den, insanın bir tahminde bulunması mümkün değildir. İşte bu manayla, yağmurun yağma vaktini ve nereye yağacağını, belirtilerden önce ancak Allah bilir neticesi ortaya çıkıyor.

3—  «Ana rahmindekini Allah bilir.» Bu cümle oldukça kapalıdır. O bakımdan yoruma ihtiyaç söz konusudur. Allah'tan başkası, ana rahmin­de oluşan ceninin nesini bilmez? Kız veya erkek olduğunu mu; iyi yararlı veya sapık azgın olacağını mı? Bize göre, ana rahminde oluşan ceninin mü'min veya kâfir olacağını; iyi-yararh veya kötü-zararlı bir kimse olarak hayata gözlerini açacağını; cennetlik veya cehennemlikler arasında yer alacağını ancak Allah bilir. Yoksa bazılarının sandığı gibi, kız veya erkek olacağını Allah bilir demek değildir. Nitekim günümüzde gelişen bilimsel araştırmalarla ceninin kız veya erkek olduğu doğmadan önce tesbit edile­biliyor. Ama iyi-yararlı bir mü'min veya zararlı bir inkarcı olacağını ilim tesbit edemiyor.

4—  Hiç kimse yarin ne kazanacağını bilemez; meğer ki, Cenâb-ı Hak ona ilham edip bildirmiş ola..

5—  Hiç kimse ne yerde öleceğini de bilmez; meğer ki Cenâb-ı Hak ona bildirmiş ola..

Lukmân Sûresi'ne, Kur'ân'ın hikmet dolu bir kitap, doğru yolu göste­ren rehber olduğu belirtilerek başlandı ve Allah'ın her şeyi bildiği, her şey­den haberdar olduğu, insanların ise az şey bildiği açıklanarak sûre nokta­landı.

Bu sûrenin tefsirini kolaylaştırıp bizi başarılı kılan ANah'a hamd-u se­nalar; sünnetiyle bize ışık tutup basiretimizi açan Resûiüllah (A.S.) Efen-dimiz'e de salât-ü selâm olsun. [66]

 

 



[1] el-Câmi'u Li-Ahkâml'l-Kur'ân :  14/50

[2] LÜbabu't-te'vü : 3/438

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4733.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4733.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4734.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4735.

[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4736.

[7] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4736.

[8] Bilgi için bak : Lübabu't-te'vîl : 3/439 - Esbab-ı Nüzul/Nisabûrî: 232

[9] »     »       »    ; Tefsîr-i İbn Kesir : 3/441

[10] Tefsîr-i Kurtubî:   14/51-53

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4738.

[11] Zâriyat Sûresi : 56

[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4738-4740.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4740-4741.

[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4741.

[15] Bilgi için bak : Nahl Sûresi : 15, Enbiyâ Sûresi : 31, Nemi Sûresi: 61. âyet­lerin tefsiri

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4741-4742.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4742.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4742-4743.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4743.

[20] Buharî/edeb: 6, imân: 16, vasiyet: 23, tıb: 48, hudud: 44- Müslim/imân: 142, 144- Ebû Dâvud/vasaya:  19- Tirmizî/büyû':  3, daavat:  62, tefsir;  4- Nesâî/ tahrîm: 3, vasaya:  12- Ahmed: 2/362

[21] Buharî/tevhîd: 48. cihâd: 1, edeb: 1- Müslim/imân: 137, 140- Ebû Dâvud/ salât:   8-  Tirmizî/mevakıyt  13, birr:   2-  Nesâî/mevakıyt:   51-  Ebû  Dâvud/salât: 24- Ahmed:  1/410, 418, 421, 430- 5/368-6/374

[22] Tirmizî/birr: 36, fiten: 9, 70, 71, zühd: 39, 63, tefsir:  5, 18

[23] Ebû Dâvud/salât: 242, melâhim: 17- İbn Mâce/ikamet: 159, fiten: 20- Ah-med:  3/10, 52

[24] Müslim/cennet:  64- Ebû Dâvud/edeb: 40- İbn Mâce/zÜhd:  16, 23

[25] Taberânî - el-Hâkim

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4745-4746.

[26] Bu konuda geniş bilgi için bak : el-Cami'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 14/59, 60 - Tefsîr-i İbn Kesir : 3/444, 445 - Câmiu'l-beyân Fi Tefsîri'l-Kur'ân: 21/43, 44

[27] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4746-4747.

[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4747.

[29] Fazla bilgi için bak : Kamus Tercümesi : «hikmet» maddesi 

[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4748.

[31] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4748.

[32] Bilgi için bak ; Âl-i tmrân Sûresi:  104-114. âyetlerin tefsiri

[33] İsrâ Sûresi :  37

[34] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4748-4754.

[35] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4754.

[36] Geniş bilgi için bak : Bakara Sûresi : 233- Ahkaf Sûresi : 15. âyetin tef-sîri

[37] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4755-4756.

[38] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4746.

[39] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4758-4759.

[40] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4759-4760.

[41] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4760.

[42] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4761.

[43] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4761-4762.

[44] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4762.

[45] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4762-4763.

[46] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4763.

[47] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4764.

[48] Bilgi için bak : Kehf Sûresi : 109. âyetin tefsîri.

[49] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4765.

[50] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4765-4766.

[51] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4766.

[52] Lübabu't-te'vîl: 3/444

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4768.

[53] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4768.

[54] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4768-4769.

[55] Bilgi için bak : Bakara Sûresi: 154, ibrahim Sûresi: 32, Nahl Sûresi: 14, İsrâ Sûresi: 66, Hac Sûresi: 65, Rûm Sûresi : 46, Fâtır Sûresi: 12, Ğafir Sûresi: 80, Zuhruf Sûresi: 12, Câsiye Sûresi: 12. âyetlerin tefsiri

[56] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4769-4770.

[57] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4770.

[58] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4771.

[59] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4771.

[60] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4772-4773.

[61] Müsned-i Ahmed: 2/24, 52, 58

[62] Buharî/tefsîr:  1/6, 2/31, istista: 29, tevhîd: 4- Ahmed:  2/122

[63] Müsned-i Ahmed:  1/445

[64] Müsned-i Ahmed: 1/448

[65] Hafız Ebû'l-Kasıra et -Taberânî/el-Mu'cemü'l –Kebîr

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4774-4775.

[66] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4775-4777.