SECDE SÛRESİ 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Kâfirlerin, Ölüm Sonrası Dirilişi İnkâr Etmeleri 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Müminler Ve Hak Edecekleri Mükafatlar. 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 5

Öğüt Ve İbretler. 7

Bazı Kelimeler: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7


SECDE SÛRESİ

 

18, 19 ve 20. ayetlerin dışında bu sûre Mekkîdir. 30 ayettir. Buhari'nin, İbn Abbas ve Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre Peygamber (S. A.V.) efen­dimiz cuma günü sabah namazında Secde sûresi ile Dehr sûrelerini okurmuş. Yine rivayete göre Peygamber (S.A.V.) efendimiz Secde ye Mülk sûrelerini oku­madan yatmazmiş.

Bu sûre, Allah'ın birliğini isbatlamayi hedef almaktadır. Aynı zamanda kâinatın oluşum safhalarım, kâinattaki dikkat çekici acaiplikleri, insanın mey­dana gelişini ve ileride meydana gelecek olan kıyamet sahnelerini, bizden önceki insanların karşılaştıkları durumları açıklamaktadır. Ayrıca insanlığı doğru yola iletmek için kendisine Kur'an'ın indirilmiş olduğu Muhammed (S.A.V.) efen­dimizin rİsaletinin gerçek olduğunu; ölüm sonrası dirilişin ve hesabın mutla­ka vukua geleceğini isbatlamaktadır. İsbatlarken de müşriklerin ve münkir­lerin delillerini geçersiz kılmakta ve onların şüphelerini ortadan kaldırmak­tadır. Kur'an-ı Kerim, herşeyi güzelce yaratıp düzene koyan ve idare eden Al­lah tarafından indirilen bir kitaptır.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1- Elif, Lâm, Mîm.

2- Şüphe götürmeyen Kitab, alemlerin Rabbinİn indirdiğidir.

3- "Onu peygamberin kendisi uydurdu" diyorlar, öyle mi? Hayır; ey Muhammedi O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyar­man için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar.

4- Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yok­tur. Düşünmüyor musunuz?

5- Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler — sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan— bir gün içinde O'na yükselir.

6- O, görülmeyeni de görüleni de bilendir, güçlüdür, merhametlidir.

7-9- Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan ya­ratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekil­lendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalbler veril­miştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz. [1]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şüphesiz. Onu uydurdu. "Yevm" yani gün kelimesinin çoğulu.

Nahhâs, "yevm" kelimesinin lügatte vakit anlamına gel­diğini söylemiştir. Mülk istila etti. Dün­ya İşini idare eder. Sonra O'na döner ve O'na yükselir.Zürriyeti ve soyu.

Zayıf olan şey, sperma. Sonra yaratılışını düzgün ve güzel yaptı. [2]

 

Açıklama:

 

Yukarıdaki ayet-i kerimelerle Secde sûTesi başlatılmış oluyor. Bu, daha Önce de belirttiğimiz gibi Mekkî bir sûredir. Diğer Mekkî sûreler gibi Kur1 an-ı Kerim'den söz edilerek ve müşriklerin iddiaları reddedilerek başlatılmış oluyor. Yine bu sûrenin başında diğer Mekki sûrelerde olduğu gibi Allah'ın birliğine, ölüm sonrası dirilişin mümkün olduğuna delalet eden kevnî ayetler zikrediliyor. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Muhammed'in risaletinİn hak olduğu is-bat ediliyor. Gerçek ve doğru sözlü olduğuna dair deliller ileri sürülüyor. Mekkî sûreler, kalpleri açıp basiretleri aydınlık kılmak ve mü'minlerdeki imanlı kişi­liği geliştirmek için inmişlerdir.

Elif, Lâm, Mîm. İçinde hiçbir şüphe olmayan bu kitap Hz. Muhammed'e, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Ayet-i kerimede geçen kitap kelime­sine ve ondaki mükemmelliğe her bakımdan dikkatle bakmak gerekir. Mün­kirlerin bu kitaba ilişkin şüphelerini reddetmek esas alınmıştır. "Bu, doğru­luğunda şüphe olmayan Kitab'tır![3] O'nu Muhammed'in uydurduğunu id­dia ediyorlar. Kendisine ait bir nakil olduğunu söylüyorlar. Böyle bir şeyin olması mümkün ve doğru değildir. Çünkü Cenab-ı Allah bu kitabın kendi katından, alemlerin Rabbi tarafından Muhammed'e indirildiğini ifade buyu­ruyor. Kendilerine bir benzerini ortaya koymaları için meydan okunduğu halde bunu yapmaktan aciz olmalarına rağmen böyle bir iftirayı Hz. Muhammed'e nasıl yakıştırıyorlar? İçinde şüphe bulunmayan bu Kur'an'm, Rabbin tarafın­dan indirilmiş olduğu sabit ve gerçektir. İçinde haktan, doğruluktan, evrene ilişkin yorumlardan ve insanla kâinat arasındaki muhkem bağlardan söz edi­liyor. Dünyadaki veya ahiretteki zulümden annmış olduğu için bu kitap hak­tır. Rabbin, senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bu kavmi, doğru yolu bulurlar ve Allah'ın varlığını idrâk ederler ümidiyle kendilerini uyara-sın diye bu kitabı indirmiştir.

Peygamber (S.A.V.) efendimizden önce Araplara hiçbir uyarıcı gelmemiş miydi? Yahut diğer ümmetlere olduğu gibi onlara da uyarıcı gelmiş miydi?. "Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı bulunagelmiştir''[4] Peygamberimizle Hz. İsmail arasında Araplara uyarıcı bir peygamberin gelme­miş olduğunu tarih belgelemektedir.

Doğru yolu bulmaları ve Allah'ı tanımada başarılı olmaları dileğiyle ey Muhammed sen onları uyardın!

Bu ifadedeki üslup gayet sağlam ve incelikli bir üslûptur. Çünkü Kur1 an'ın, alemlerin Rabbi tarafından indirildiğini ve içinde hiç şüphe olmadığı­nı İfade ediyor ki, bu da Hz. Peygamberin, davet etmekte olduğu hususlarda sadık ve doğru sözlü olmasını gerekli kılıyor.

Bundan sonra yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini ortaya koy­maktan aciz olan müşriklerle kafirlerin, Kur'an-ı Kerim'i Hz. Muhammed1 in kendisinin uydurmuş olduğuna dair söyledikleri sözleri reddetmeye dair ifadeler kullanıyor. Bundan sonra da onların bu inkarlarım bir tarafa bıra­kıp Kur'an-ı Kerim'in Allah katından indirilmiş olan hak ve kalıcı bir kitap olduğunu isbat etmeye ilişkin ifadeler kullanıyor.

Kür'ajı'ı kendi elçisi Muhammed'e indiren alemlerin Rabbi kimdir? O, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratan, sonra arşı istiva eden Allah'tır.

Kur'an-ı Kerim'i dinlesinler, anlamını düşünüp kavrasınlar, sonsuz kud­ret ve hikmet sahibi bir Allah tarafından Kur'an'in indirilmiş olduğunu öğ­rensinler diye Cenab-ı Allah kudretinin eksiksizliğini onlara bildirdi. Bir benzeri bulunmayan gökleri ve yeri Allah yoktan var edip altı günde yarattı. Bu gün­lerin uzunluğunu ve mahiyetini ancak Cenab-ı Allah bilir. Bu günlerle ilgili bilgiler Allah'ın yanındadır. Bu günler dünyadaki yerkürenin güneş etrafın­da dönmesiyle meydana gelen güne benzemez ve bu günün Ölçüsüyle kıyas-lanamaz. Bütün bunlar Cenab-ı Allah'ın büyüklüğüne ve yaratmadaki kud­retine işaret etmektedirler.

Bundan sonra Cenab-ı Allah kendi yüceliğine ve celaline layık bir şekil­de Arş'a İstiva etti, O'nun üzerinde oturdu. O, zaman ve mekânın kısır çem­berine sağdırılamaz. Gözler O'nu idrak edemez. O gözleri idrak eder. O la­tiftir, ilmi herşeyin İçine nüfuz eder. Ve her şeyden haberdardır.

Bu gibi şeyleri Allah'a havale eden, mahiyyet ve manasını ancak Allah1 in bildiğini söyleyen selef ulemasının görüşü işte budur. Halef ulemasına ge­lince onlar derler ki: Ayet-j kerimede geçen Arş'a istiva etti sözünden mak­sat, Cenab-ı Allah'ın kendi mülküne hakim olması ve dünyanın işlerini yü­rütmesi, idaresini sağlam yapması demektir. İstiva kelimesi istila ve tedbirin bir kinaycsidir.

O'ndan başka sizin işlerinizi yürütecek, üzerinize inecek olan azabı siz­den uzaklaştıracak bir dost ve yardımcı yoktur. O'ndan başka, size yardım edecek, azabımız geldiği zaman, size destek olacak bir şefaatçi de yoktur, si­zi yaratmış olan Allah sizleri yardımsız bıraktığı zaman artık size hiç kimse yardımcı olamaz ve dostlukta bulunamaz. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah dünya işlerini belirli bir düzene koyar. Bütün bunlar O'nun ezel­de vermiş olduğu yargıya uygun olarak devam eder. Bütün işlerin nizam ve idaresi gökten başlar, yerde sona erer. Zira dünya düzeninin kaynağı semavi işlere dönmektir, yüce sebeplere bağlanmaktadır. Bütün bunlar kıyamet saa­ti gelinceye kadar devam edecek, sonra emir Allah'ın katma varacaktır. Al-lah'da onunla kıyamet gününde adilce hüküm verecek. Kıyamet gününün süresi sizin saymakta olduğunuz senelere göre bin sene kadardır. Mearic sûresinde kıyamet gününün uzunluğu elli bin sene olarak bildirilmiştir. Kısacası kıya­mette bazı günlerin süresi bin yıl olduğu gibi bazı günlerin süresi de elli bin yıl olacaktır. Denildiğine göre bir günlük zaman dilimi bazı kimselere ger­çekten çok uzun, bazı kimselere de gerçekten çok kısa görünecektir. Şairin biri günün uzunluğunu, mızrağın gölgesine benzetiyor. Önce uzun, sonra kı­sa olduğunu veya uzun iken kısalabileceğini ifade ediyor. Bazı kimseler de­mişler ki; Allah'ın mülkü, bize göre miktarı bin sene kadar olan bir günde, belirlenen yerine varacaktır. O bir yıllık zamanın uzunluğu Allah katında bir an kadardır. Onun miktar ve mahyetini ancak yüce Allah bilir. Rabbimiz Al­lah, her şeyi bilen, gökleri ve yeri yaratandır. Kainatın idaresini yürüten O-dur. Gayb ve şehadet alemini, görülen ve görülmeyen alemleri bilir. O'nun azaplandırmasmdan sakının. O'nun kitabına düşünen kafa ve gören gözle bakın ki, doğru yola dönüp Allah'a yöndesiniz. O güçlüdür. Hiç bir varlık O'nu aciz bırakamaz. O, kahredici güce sahiptir. Hiçbirşey O'nun karşısında duramaz. Bununla birlikte O yaratıklarına karşı merhametlidir. Onları ba­ğışlar ve esirger. Hayra davet eder. Kendilerini hak yoluna iletecek olan elçi­leri onlara gönderir. İçinde rahmet, şifâ, nûr ve bütün insanlık için hidâyet bulunan kitabları üzerlerine indirir.

Herşeyin yaratılışını güzel yapan O Allah'tır, kendisinden başka tanrı yok­tur. Çünkü o, herşeyi düzene koyandır. Herşey hikmetinin gerektirdiği ve mas­lahatın icabettiği şekilde cereyan eder. Kainattaki herşeyin kendine özgü bir yeri, düzeni ve tertibi vardır. Hatta azgın köpekler ile yılanlar ve ejderhalar­da bu düzene bağlıdırlar. İnce bir düzen ve sağlam bir tertip üzere bütün bu ameli yaratan Allah'tır. Bunu ancak ilim sahibi kimseler idrâk ederler. Kâi­natta bir bitki veya canlıyı görürsün de onların ne hikmetle yaratılmış olduk­larını ve-varlıklarının sonlarını anlayamazsın. Sonra, günler geçer zaman sana onların sırlarını ve hikmetlerini açıklar. O varlıkların yaratıcısı olan Al­lah, bu sırrı tam zamanında açığa çıkaracaktır. O herşeyi bilen ve içyüzünü görendir. İlk insanı çamurdan yaratan Allah Ona düzen vererek vücut yaratı­lışını tamamlamış, yapışkan bir çamurdan teşekkül etmiş olan İnsana Allah kendi ruhundan üflemiştir.

Ey insanlar, sırlarını idrâk edesiniz, hikmet ve harberlere vakıf olasınız diye Allah sizin için göz, kulak ve kalpler yarattı. Şüphesiz ki, bu sağlıklı il­min ve dürüst bilginin yoludur. Ama siz bunu çok az biliyor ve çok az şükre­diyorsunuz.

İşte bu insanların kalpleri pas tutmuş, kulakları ve gözleri mühürlen-, mistir. Onlar doğru yolu asla bulamazlar. Onlar ne kadar da az şükrediyor­lar! [5]

 

 

Kâfirlerin, Ölüm Sonrası Dirilişi İnkâr Etmeleri

 

10- Puta tapanlar: "Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?" derler. Evet; onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir.

11- Ey Muhammedi De ki: "Size vekil kılanan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."

12- Suçluları Rablerinİn huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: "Rab-bimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğ­rusu kçsîn olara inandık" derlerken bir görsen!

13- Biz dilesek herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve İnsanlarla dolduracağıma dair Benden söz çıkmıştır.

14- "Bugüne kavuşmayı unutmanızın karşılığını görün; doğrusu Biz de sizi unuttuk, yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın" deriz. [6]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yok olup toprağa dönüştük. Sizi öldürüp ruhlarınızı teslim alır. Başlarını önlerine eğmiş olarak  Cinler. [7]

 

Açıklama:

 

Müşrikler dediler ki: Biz mi yok olup, toprağın zerrelerine karışıp on­dan ayırt edilemez- hale geldikten veya gömülerek toprağın altında kaybol­duktan sonra, diriltileceğiz? Yani ölüp bu hale geldikten sonra biz mi yeni­den canlandırılıp diriltileceğiz? Hayır, onlar hesap ve ceza için Rablerinİn hu­zuruna çıkacaklarına inanmıyor ve bunu inkâr ediyorlardı. Evet onlar sade­ce ölüm sonrası dirilişi değil aynı zamanda kıyamet,gününü, sevap ve ikabı da ası! İtibariyle inkâr ediyorlardı.

Ey muhammed, onlara de ki: Ölüm meleği olan Azrail sizleri öldürüp ruhlarınızı teslim alacaktır. Hiçbiriniz onun pençesinden kurtulamayacaktır. Ve hiçbir şey ruhlarınızı teslim almaktan AzraiIİ alıkoymayacaktır. Çünkü on­dan istenilen görev budur. Sonra sizler Rabbinize döndürüleceksiniz.

Görüyorsunuz ki Rabbimiz, onlara, ölüm meleğinin kendilerini öldüre­ceğini sonra da kabirlerinden çıkarılıp diriltilerek kendisinin huzuruna döndürüleceklerini ifade buyuruyor. Azrailin can alması En'am sûresinin 61. aye­tinde "Elçilerimiz bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar"; Zümer sû­resinin 42. ayetinde de "Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır!' şeklinde ifade edilmiştir. Bu ifadeler ara­sında bir zıtlık yoktur. Çünkü yüce Allah, ölümü yaratması ve ruhları teslim alması için meleğe emretmekle, insanları hakikaten bizzat kendisi öldürmüş olmaktadır. Ayrıca Ölüm meleği Azrail'in bazı yardımcıları da vardır. Bun­lar, ecelleri tamam olan kimselerin ruhlarını tırnaklarından çekip boğazları­na kadar getirirler, sonra gerçek ölüm meleği unvanına sahip olan Azrail ge­lip o kişinin boğazmdaki ruhunu çıkarıp teslim alır. Böyle olunca da yukarı­daki ayet-i kerimelerin anlamlan arasında bir zıtlık söz konusu olmamakta­dır.

Ey Muhammedi Sen o günahkâr suçluları utançlarından ve arlarından Ötürü hesap anında başlarını önlerine eğmiş vaziyette beklerken görmeliy­din. Görünce çok korkunç ve dehşetli bir manzarayı seyretmiş olurdun. On­ları en perişan halde ve en feci durumda seyretmiş olurdun. Keder ve üzüntü batağının içine, çenelerine kadar gömülmüş durumdayken, hesap yerinde onları görmeliydin ki, o zaman yüreğin soğuyaydı. Çünkü onlardan çok çektin. Onlar sana pekçok düşmanlıkta bulundular.

Günahkârlar hesap zamanında Rablerine yalvararak şöyle derler: Rabbİmiz! Senin va'dinin doğruluğu.ıu gördük. Peygamberlerini doğruladığını işittik.

Onlar bu görme ve duymanın kendilerine fayda vermediği bir zamanda görürler ve işitirler. "Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler"[8]. On­lar derler ki; Rabbİmiz! Gördük ve işittik. İyi işler yapalım dîye bizleri tekrar dünyaya geri döndür. Bizler senin va'dinin gerçek.olduğuna ve seninle karşı­laşmamızın doğru olduğuna kesinlikle inandık ve yakın gözü ile gördük,

Allah onların dünyaya tekrar geri döndürülmeleri halinde, yasaklandık­ları işleri tekrar yapacaklarını kesinlikle biliyordu. Ve onların yalan söyledik­lerinin de farkındaydı. Onların İçinde bulunmakta oldukları perişan hali Cenab-ı Allah onlar için takdir ettiği halde nasıl olur da iman ederlerdi?! On­ların nefisleri küfürden başka bir şeyi kabul etmez.

Bizler insanların doğru yola tümden iletilmelerini ve ilahi îaatte başarılı olmalarını dileseydik, her nefse ve her cana hidâyetini ihsan ederdik. Böylece herkes Allah'a iman etme ve kendi serbest iradesiyle O'na itaat etme yoluna girerdi. Bu iş İçin çalışıp çabalardı. Ama biz bütün insanların doğru yola ile­tilmelerini dilemedik. Bilâkis bazı kimselerin küfre sapıp cehennem azabına-maruz bırakılacaklarına dair benim hak sözüm vaki olmuştur. Yargım kesindir ve hükmüm gerçektir: "Fakat cehennemi, tamamen cin ve insanlarla doldu­racağıma dair Benden söz çıkmıştır!" Bazı alimler bu gibi ayetlerin şu anla­ma geldiğini ifade etmektedirler: İnsanların tümüyle hidayete ermelerini is­teseydik, her nefse ve her cana hidayet verirdik. Ama bizim hikmetimiz cen­netlik ve cehennemlik bazı kimselerin var olmalarını gerekli kıldı. Böyle olunca da insanları kendi serbest iradeleriyle başbaşa bıraktık. Cehennemi, insan­larla cinlerle tamamen dolduracağıma dair hak sözüm vaki oldu.Günahkâr-Iar cehenneme girdikleri sırada zebaniler onlara şöyle derler: Bu günü unut­tuğunuzdan ve bu güne hazırlanmadığınızdan dolayı acıklı azabı tadın. Dün­yada işlediğiniz küfür fiillerini ve azablanmanızı gerekli kılan işleri yaptığı­nızdan dolayı ebedi azabı tadın!

Şu aşağıdaki ayet-i kerimelerden dolayı alimler ihtilafa düşmüşlerdir: "Biz düesek herkese hidayet verirdik", "Rabbin dikseydi, yeryüzünde bulunanla­rın hepsi inanırdı"[9], "Dileyen Rabbine doğru bir yol tutar" "Sizden, isti­kamet üzerine bulunmak İsteyen kimseler için..." "Siz ancak Allah'ın diledi­ğini dilersiniz".

İşte bu ayet-i kerimeler doğrultusunda alimler arasında şöyle farklı gö­rüşler meydana gelmiştir: "Siz, ancak Allah'ın dilediğini dilersiniz" ayet-i kerimesine ve Kur'an'daki buna benzer ayet-i kerimelere baktığımız zaman şöyle' bir durumla karşılaşıyoruz: Kul cebir altında mıdır, onun hiçbir iradesi yok mudur, yoksa serbest bir iradeye sahip midir, kişinin ahirette sevap ya da ce­za görmesi bu iradeye mi bağlıdır? Çünkü bir ayet-i kerimede de şöyle buyu-ruluyor: "Dileyen Rabbine doğru bir yol tutar". Hakikate bakılırsa bu iki görüşün sahipleri de aşırılığa düşmüşlerdir. Doğru olan görüş -doğruyu el-betteki Allah bilir ama şudur: Kendi zahiri iradenizle yaptığınız bir iş ile, söz gelimi el titremesi gibi ister istemez yapılan bir iş arasında mutlaka fark var­dır. Ama bunların hepsi Allah'tandır. Tasarruf sahibi O'dur. Ama birinci fi­ilde kişinin iradesi açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Böylesi durumlarda sevap ve cezayı o iradeye bağlamak doğru olur. Zira kişi o fiili işlerken Al­lah'ın muradını bilmemektedir, her ne kadar serbestlik görünümünde Allah-ın muradına uygun olan bu füli işlemeye mecbur ise de.

Not: Fi i Merimizden sorumlu olmamız, o fiillere ait ilahi iradeyi önceden bilmememizden ötürüdür.. Kulun vazifesi emir ve yasaklara riayet etmektir. (Danışman). [10]

 

Müminler Ve Hak Edecekleri Mükafatlar

 

15-16- Ayetlerimize ancak, kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye ka­pananlar, büyüklük taslamayarak Rablerini Överek yüceltenler, vücudlarını yataklardan uzak tutup korkarak ve umarak Rablerİne yalvaranlar ve verdi­ğimiz rızıklardan sarfedenler inanır.

17- Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez.

18- İnanan kimse, yoldan çıkmış kimseye benzer mi? Bunlar bir ola­mazlar.

19- İnanıpyararh iş işleyenlere getince, onların yaptıklarına karşılık, varacakları cennet konaklan vardır.

20- Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp dur­duğunuz ateşin azabım tadın" denir.

21- Belki yollarından dönerler diye and olsun onlara büyük azabdan önce dünya azabından tattırırız.

22- Rabhinin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kim­seden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öc alacağız. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

Uzaklaşır ve yükselir.

"Medca' " kelimesinin ço­ğulu olup yatılan ve üzerine uzanılan yer.

Gözler aydınlığı, se­vinç ve ferah kaynağı şey. Fasık, yani kâfir. [12]

 

Açıklama:

 

Günah işleyip kötülüklerde bulunan kâfirlerin durumları daha önce an­latıldı, kıyamet gününde karşılaşacakları hallerden söz edildi. Bu ayet-i keri­melerde ise iyi işler yapan mü'minlerden söz edilmektedir. Bizim Kur'anî ve kevnî ayetlerimize iman edenler, Peygamberlerimizi doğrulayanlar, ancak o kimselerdir ki, Rablerinin bazı ayetleri kendilerine hatırlatılıp okunduğu za­man bütün organlarıyla secdeye kapanır ve O'nu teşbih edip överler. Yani O'nu eksikliklerden tenzih edip hamd-ü senada bulunurlar. "Sübhânellahi ve bi hamdihi, sübhâne fabbiyel a'lâ" derler. Onlar kalpleriyle Allah'a ibadet et­me hususunda büyüklük taslamazlar. Çünkü onların kalpleri iman ile şen-lenmİştir. İbadet etmekte kendileri için bir göz aydınlığı, kalp rahatlığı gö­rürler. "Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremiyenler alçaîmış olarak cehenneme gireceklerdir"[13]

Görülüyor ki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, kendisine Kur'an-ı Kerim hatırlatıldığı zaman bütün azaları ile birlikte secdeye kapa­nan, dili ile Allah'ı Övüp tenzih eden, kalbi ile O'na teslim olan mü'min için yüksek dereceyi açıklamaktadır. O mü'min bütün bu teşbih, tenzih, teslimi­yet ve secdesini azaptan korktuğu, ya da sevaba tamah ettiği için değil, sırf Kur'an-ı Kerim kendisine hatırlatıldığı için yapandır.

Bundan sonra Cenab-ı Allah bu yüksek dereceli mü'minlere nisbetle çok daha az bulunan bir grup mü'minden bahsetmiştir. Bunların yanları yatak­larından uzaklaşır. Yumuşak tüylü döşeklerden ve yataklardan uzak durur, namaza koşarlar. Azabından korktukları ve mükafatına ümit bağladıkları için Rablerine dua ederler. Bundan sonra da Allah'ın kendilerine rızık olarak ver­diklerinin bir kısmını Allah yolunda harcarlar.

Geceleyin kalkıp feheccüt namazı kılmak, yüksek neviden birîbadettir. Allah'ın insana bahşetmiş olduğu büyük bir başarıdır. Bu, Allah'ın dilediği kuluna lütfettiği bir bağıştır. Teheccüd namazının Önemli bir ibadet olduğunu anlatan bu ayetten başka daha birçok ayet-İ kerime ve hadis-i şerif de vardır. Hepsi bu ibadetin faziletini ve sevabının bolluğunu açıklamayı hedef almak­tadırlar.

Muaz bin Cebel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (S.A.V.) efen­dimiz ona şöyle buyurmuştur: "Sana hayrın kapılarını bildireyim mi?: Oruç (insanı günahtan koruyan) bir kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür. Kişinin gecenin-ortasında namaz kılması (hayır kapıla­rından biri)dir." Peygamber (S.A.V.) efendimiz bunları söyledikten sonra kelimeleriyle başlayıp kelimesinde son bulan bu sûrenin 16. ve 17. ayet-i kerimelerini okudu. Bu hadisi Ebû Davut rivayet et­miştir. Bundan başka bu konuda birçok hadis-i şerif daha rivayet etmiştir.

Ebû Davud'un rivayetine göre Enes bin Malik bu ayet-i kerime ile, ak­şam ile yatsı namazı arasında kılınan nafile namazın kastedildiğini söylemiş­tir. Diğer bazı kimseler ise bu ayet-i kerime ile, kişinin yatsı ve sabah namaz­larını cemaat ile kılmasının amaçlandığını söylemişlerdir. Çünkü bu namaz­ların cemaatle kılınması, kişinin cemaati beklemesini gerekli kılar ki, o da zikir, teşbih ve nafile namazla meşguliyettir.

Yataktan uzak durmak, gecenin evveli ile sonunu birleştirir. İşte bu in­sanlar geceleyin kalkıp namaz kılanlardır. Ya da yatsı ve sabah namazlarında insanlar uykudayken kendileri cemaati bekleyenlerdir. Bunlar işlemekte olr duklan iyi amelleri gizlice yapıp nefislerini riyakârlıktan ve münafıklıktan arındıranlardır. Bunlar İçin amellerin cinsinden bir mükafat vardır. Bunlar için Rablerinin katında saklanan mükafatların büyüklüğünü ve cennette ha­zırlanan ebedi nimetlerin kadrini, bol sevabın mahiyetini hiç kimse ayrıntıla­rıyla bilemez. Bunlar amellerini gizlice yaptıklarından dolayı bu amel­lerine denk gelecek bir sevap ve mükafatı da Cenab-ı Allah gizlemiştir. Bu konuda Hasan Basrİ (R.A.) şöyle der: Bir topluluk Allah için yaptıkları iyi amellerini insanlara göstermeden gizlediler. Cenab-ı Allah'ta onlar için mü­kafat ve sevap olarak gözlerin görmediği, insan kalbinden geçmeyen sevap ve mükafatlar gizlemiştir. Ebu Hureyre (R.A.) Peygamber (S.A.V.) efendimi­zin şöyle buyurduğunu rivayet eder: Cenab-ı Allah buyurdu ki: "İyi kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın kalbinden geçme­yen (mükâfatlar) hazırladım." Ebû Hureyre, dilerseniz şu ayet-i kerimeyi oku­yun der: "Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez''

Yaniarı yataklarından uzaklaşan bu kimseler sevap umup, azabdan kor­karak Rablerİne dua ederler. Allah işte bunların yaptıkları güzel amelleri ka­bul buyurur ve kötülüklerini bağışlar. Allah'ın onlara verdiği sözü ve vadi gerçektir. Bunda bir gariplik yoktur. Kul işlediği ameli gizlerse Allah için giz­lemiş olur ki insanlar ondan haberdar olamazlar. Böyle olunca Cenab-ı Al­lah ta kıyamet gününe kadar onun için göz aydınlığı, sevinç ve ferah kaynağı olacak şeyleri gizler. Ancak kıyamette kendisine açıklar. Ayet-i kerimede ya­tak anlamına gelen ^rUw kelimesinin bir kayıt olarak konulması, bu evsafta­ki mü'minleri fazlasıyla methetmek ve imanlarının kuvvetli olduğunu açık­lamak içindir. Çünkü yatak yere serilmiş vaziyette iken insanın onda uyuma­sı nefse çok tatlı gelir. Kişi, o yatak içinde uyumaya meyleder. Ama mü'min kimse namaz kılmak, Rabbine yalvarıp duada bulunmak için o serili yatak­tan uzaklaşırsa bu, onun elbetteki fazlasıyla övgüye layık olmasına sebep olur ve İnancının mükemmelliğine delâlet eder.

Nitelikleri anlatılan mü'min ile durumu anlatılan kâfir arasındaki bu me­safeyi ve farklılığı açıkladıktan sonra mü'min kimse fasık ve kâfirler gibi olur mu? Hayır! Bunlar dünyada da ahirette de asla eşit olamazlar. İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar için ikamet edilecek cennetler vardır. O cennet­lerde yüksek köşkler, binalar ve meskenler vardır. Bu cennetler mü'minlerin dünyada yaptıkları iyiliklere karşı bir mükafat olsun ve onlar konuklanıp ağır­lansınlar diye hazırlanmışlardır. Rabîerinin itaatinden çıkıp fasiklık yapan­lara gelince, onlar için ikamet yeri ve sığınak olarak cehennem ateşi vardır. Onlar alevlenen ateşi gördüklerinde çıkmaya çabalarlar ama onlar için çıkış ve kurtuluş yoktur. Çünkü gamlarından ve kederlerinden dolayı o cehennem ateşinden kaçıp kurtulmak istedikleri her defada oraya tekrar geri çevrilirler. Ve azarlanıp kınanarak kendilerine şöyle denir: "Yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın''

Bunda bir tuhaftık ve gariplik yoktur.' Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah buyuruyor ki: "Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş İşleyen kimseler ile bir mi tutacağı­mızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!'[14]. "Yoksa, inanıp yararlı iş iş­leyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa Allah'a karşı gel­mekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız? "[15] "Cehennemliklerle Cennetlikler bir değildir"[16]. "İnanan kimse yoldan çıkmış kimseye ben­zer mi? Bunlar bir olmazlar"[17].

Amel Sahibi mü'min ile ameisiz ve itaatin dışına çıkmış kâfir arasında fark gözetmemek adalet değildir! O kafirlerle isyankârlara ahiret azabından daha yakında bulunan azabı, yani dünyevi musibetlerle afetleri taddiracağız. Belki uyanır Allah'a dönerler diye. Onlara, kendilerine gelip doğru yolu bu­lurlar ümüdİyle büyük azabdan önce basit bir azabı taddıracağız. Böyle yap­tığımız takdirde belki Rablerine iman ederler. Bu, Allah'ın ümmetlerine uy­guladığı bir yasasıdır.

"Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağalan ve kanı bir­birinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük tas­layıp suçlu bir'millet oldular."[18]

Bunda bir gariplik yoktur. Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı hal­de sonra azgınlık edip büyüklük taslayarak, İçinden haset ederek yüz çeviren kimseden daha zatim hiçbir kimse yoktur. Bu gibi insanları cezalandırmak vaciptir. Onları azaplandırmak mutlak surette gereklidir. Bunu âdil hükümdarın adaleti zorunlu kılmıştır. Ey Muhammedi Senin Rabbin günahkârlar­dan ve suçlulardan intikam alabilecek zorlu güce sahip olan Allah'tır. O, ken­disine isyan edenlerden şiddetle intikam alacaktır. [19]

 

Öğüt Ve İbretler

 

23- And olsun ki Musa'ya Kitab verdik; —ey Muhammedi Sakın sen ona kavuşacağından şüphe etme— Musa'ya verdiğimizi İsrailoğuHanna doğ­ruluk rehberi kıldık.

24- Sabredip ayetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü, arala­rından, onları buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık.

25- Muhakkak ki Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde kıyamet günü aralarında hükmedecektir.

26- Simdi yurdlannda gezip dolaştıkları, kendilerinden önceki nice ne­silleri yok etmiş olmamız onları doğru yola sevketmez mi? Bunlarda şüphe­siz ibretler vardır. Dinlemezler mi?

27- Kuru yerlere suyu gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekinleri-çıkardığımızı görmezler mi? Görmüyorlar mı?

28- "Doğru söylüyorsanız bildirin bu hüküm ne zaman verilecektir?" derler.

29- De ki: "Hükmün verileceği gün inkarcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertelenirler."

30- Ey Muhammedi Onları bırak, bekle; zaten onlar da şenin akıbeti­ni beklemektedirler. [20]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şüphe. İmam keli m esinin çoğulu olup din de liderler  rehberler manasına gelir .Onlara hala açıklanmadı Geçmiş ümmetler.Ekmsiz kuru toprak.Bu hüküm ne zaman verilecektir.

Fetih kelimesi, burada hüküm vermek anlamına gelmektedir. [21]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimelerle üç asıldan birine dönülmektedir. Bu asiilar; risalet, tevhid ve ölüm sonrası dirilişi isbattır. Özellikle Mekki sureler bu üç asıldan bahsederler. Bu ayet-i kerimelerde özellikle Musa (A.S.)'dan bahsedildi. Çünkü onunla Peygamber (S.A.V.) arasında birçok benzerlikler vardır. Onunda, pe­şinden gidenlerin sayısı çoktu. Etkin güce sahip idi. Arap topluluğu içinde tc'sirlcri vardı. Yahudilerle Hristiyanların tamamı ona iman ederler. Ayrıca bu ayet-i kerimelerde bir çok öğüt ve ibretler de vardır. [22]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammed! Biz senin kardeşin Musa'ya da kitabı (Tevrat'ı) verdik. O da insanlar tarafından eziyete uğradı ve yalanlandı, Çeşitli azaplara maruz kaldı. Kendisiyle alay ettiler. Onun uğradığı yalanlama ve eziyet gibi durum­larla sen de karşılaşacaksın. Bu hususta şüphen olmasın. Çünkü bu, kâinatın yasası ve insanların düzeninin bir gereğidir. Mutlaka hak ehl-i ile batıl ehl-i arasında bir çarpışma olacaktır. Bu, kaçınılmazdır, Musa'ya indirilen kitabı israiloğulları için bir nur ve hidayet vesilesi kıldık. Onlardan Önderler ve imam­lar yaptık. Onlar israiloğullannın peygamberleridirler. İnsanları bizim emri­mizle doğru yola iletir; onları hakka davet eder ve öğüt verirler. Ayetlerimize de kesin bir inanışla iman ederler. Bütün bunlar; dinin hükümlerine ve mü­kellefiyetlerine karşı dayanıklı olmalarından, belalara ve dünyanın geçici me-taına karşı sabretmelerinden dolayıdır. Ey Muhammed, şüphesiz senin Rab-bin mü'münlerle kafirleri ve senin1 peygamberliğini inkâr edenlerle etmeyen­lerin arasını ayıracak, kıyamet gününde onlar hakkında adil hüküm ve amel­lerinin karşılığını verecektir. Sevabı hak edenlere sevap, azabı hak edenlere azab verecektir.

Bazı kimseler yukarıdaki ayetin şu manaya geldiğini söylemişlerdir. Ey Muhammed, şüphesiz senin Rabbin Peygamberlerle ümmetleri arasında hak ile hüküm verecektir.

Şu Mekke kâfirleri kendilerinden önceki birçok ümmetleri helak ettiği­mizi hâlâ anlamadılar mı? Bundan gafil mi kaldılar? Halbuki onlar, tica­ret maksadıyla öncekilerin yurtlarında gezip dolaşmaktadırlar. Şu Mek-keli inkarcılar bu olaylardan öğüt ve ibret almıyorlar mı? Doğrusu bütün bun­larda Allah'ın kudretine ve onun mü'minlerle kâfirler arasındaki adil hük­müne ilişkin apaçık ayetler ve deliller vardır. Bunlar bu ayetleri kabul kula­ğıyla işitmiyorlar mı? Anlayışlı bir kalple duymuyorlar mı? Kör mü oldular,

görmüyorlar mıkİ; biz üzerinde hiçbir bitki bulunmayan kurak topraklara suyu yağmur, nehir ve sel vasıtasıyla sevk ediyoruz? O su ile hem kendileri­nin hemde davarlarının yemekte oldukları ekin ve meyveleri bitiriyoruz. Bü­tün bunları kalp gözüyle görmüyorlar mı?! Mısır gibi bir ülkeyi görmüyorlar mı? O ülke, Nil nehrinin bir bağışıdır. Şayet Cenab-ı Allah o nehri Mısır'ın içinden geçirmeseydi Mısır, İçinde hiçbir hayır ve hayat bulunmayan bir çöl parçası halinde kalırdı. Doğrusu senin Rabbin herşeyi yapmaya muktedirdir. Oniar bunu görüp ibret ve öğüt almıyorlar mı?!

Müslümanlar deler ki; yarın Cenab-ı Allah bizim için kapıyı açacak ve aramızda hak ile hüküm verecektir. Çünkü o,hüküm verenlerin en iyisi ve de en hayırlı sidir. Müşriklerse, bu açış ne zaman ve bu fetih ne vakittir derler.

Onlar bu sözleriyle, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ile sahabilerini alaya almakta ve peygamber efendimizin söylediği sözleri inkâr edip gerçek dışı gör­mektedirler.

Ey Muhammed, onlara de ki: fetih ve yargılama kıyamet gününde ola­caktır. O günde küfreden kimselerin imanları kendilerine hiçbir fayda sağla­maz. Çünkü onlar batıl yol üzerindedirler. Doğru yolu bırakıp şeytanın yol­larına girmiş ve hakikat yolundan uzaklaşmışlardır. Artık kıyamet gününde Kur'an'ın ve Peygamberin hak olduğuna inanmalarının kendilerine bir fay­dası ulaşmaz. Kendilerine mühlet de tanınmaz! Aksine cezaları kendilerine derhal tatbik edilir. Sen onlardan yüz çevir ve onlara aldırma. Dünya ve ahi-rette üzerlerine inecek azabı bekle. Onlar da senin başına bir felaket, ölüm ve benzeri bir halin gelmesini beklemektedirler, ki bu nedenle senden yana rahata kavuşsunlar. Peygamberlik görevini eksiksiz bir şekilde yürütebİlmen için Ailah'm seni koruyacağını ve destekleyeceğini bilmiyorlar. [23]

 

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/39-40.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/40-41.

[3] Bakara: 2.

[4] Fatır: 24.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/41-44.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/44-45.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/45.

[8] Meryem: 38.

[9] Yunus: 99.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/45-47.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/48-49.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/49.

[13] Mü'min: 60.

[14] Casiye: 21.

[15] Sâd:28.

[16] Haşr: 20.

[17] Secde: 18.

[18] A'raf: 133.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/49-52.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/52-53.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/53-54.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/54.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/54-55.