Kâfirlerin, Ölüm Sonrası Dirilişi İnkâr Etmeleri
Müminler Ve Hak Edecekleri Mükafatlar
18, 19 ve 20.
ayetlerin dışında bu sûre Mekkîdir. 30 ayettir. Buhari'nin, İbn Abbas ve Ebu Hüreyre'den
rivayet ettiğine göre Peygamber (S. A.V.) efendimiz cuma günü sabah namazında
Secde sûresi ile Dehr sûrelerini okurmuş. Yine
rivayete göre Peygamber (S.A.V.) efendimiz Secde ye Mülk sûrelerini okumadan yatmazmiş.
Bu sûre, Allah'ın
birliğini isbatlamayi hedef almaktadır. Aynı zamanda kâinatın
oluşum safhalarım, kâinattaki dikkat çekici acaiplikleri,
insanın meydana gelişini ve ileride meydana gelecek olan kıyamet sahnelerini,
bizden önceki insanların karşılaştıkları durumları açıklamaktadır. Ayrıca
insanlığı doğru yola iletmek için kendisine Kur'an'ın
indirilmiş olduğu Muhammed (S.A.V.) efendimizin rİsaletinin
gerçek olduğunu; ölüm sonrası dirilişin ve hesabın mutlaka vukua geleceğini isbatlamaktadır. İsbatlarken de
müşriklerin ve münkirlerin delillerini geçersiz kılmakta ve onların
şüphelerini ortadan kaldırmaktadır. Kur'an-ı Kerim, herşeyi güzelce yaratıp düzene koyan ve idare eden Allah
tarafından indirilen bir kitaptır.
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Elif, Lâm, Mîm.
2- Şüphe götürmeyen Kitab, alemlerin Rabbinİn indirdiğidir.
3- "Onu peygamberin kendisi
uydurdu" diyorlar, öyle mi? Hayır; ey Muhammedi O, senden önce peygamber
gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir
gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar.
4- Gökleri, yeri ve ikisinin arasında
bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir
dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?
5- Gökten yere kadar, olan bütün
işleri Allah düzenler, sonra, işler — sizin hesabınıza göre bin yıl kadar
tutan— bir gün içinde O'na yükselir.
6- O, görülmeyeni de görüleni de
bilendir, güçlüdür, merhametlidir.
7-9- Yarattığı her şeyi güzel
yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir
suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır.
Size kulaklar, gözler, kalbler verilmiştir.
Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz. [1]
Şüphesiz. Onu uydurdu.
"Yevm" yani gün kelimesinin çoğulu.
Nahhâs, "yevm"
kelimesinin lügatte vakit anlamına geldiğini söylemiştir. Mülk istila etti.
Dünya İşini idare eder. Sonra O'na döner ve O'na yükselir.Zürriyeti ve soyu.
Zayıf olan şey,
sperma. Sonra yaratılışını düzgün ve güzel yaptı. [2]
Yukarıdaki ayet-i
kerimelerle Secde sûTesi başlatılmış oluyor. Bu, daha
Önce de belirttiğimiz gibi Mekkî bir sûredir. Diğer Mekkî sûreler gibi Kur1 an-ı Kerim'den söz edilerek ve
müşriklerin iddiaları reddedilerek başlatılmış oluyor. Yine bu sûrenin başında
diğer Mekki sûrelerde olduğu gibi Allah'ın birliğine,
ölüm sonrası dirilişin mümkün olduğuna delalet eden kevnî
ayetler zikrediliyor. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Muhammed'in risaletinİn hak
olduğu is-bat ediliyor. Gerçek ve doğru sözlü olduğuna dair deliller ileri
sürülüyor. Mekkî sûreler, kalpleri açıp basiretleri
aydınlık kılmak ve mü'minlerdeki imanlı kişiliği
geliştirmek için inmişlerdir.
Elif, Lâm, Mîm. İçinde
hiçbir şüphe olmayan bu kitap Hz. Muhammed'e,
alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Ayet-i kerimede geçen kitap kelimesine
ve ondaki mükemmelliğe her bakımdan dikkatle bakmak gerekir. Münkirlerin bu
kitaba ilişkin şüphelerini reddetmek esas alınmıştır. "Bu, doğruluğunda
şüphe olmayan Kitab'tır![3] O'nu
Muhammed'in uydurduğunu iddia ediyorlar. Kendisine ait bir nakil olduğunu
söylüyorlar. Böyle bir şeyin olması mümkün ve doğru değildir. Çünkü Cenab-ı Allah bu kitabın kendi katından, alemlerin Rabbi
tarafından Muhammed'e indirildiğini ifade buyuruyor. Kendilerine bir benzerini
ortaya koymaları için meydan okunduğu halde bunu yapmaktan aciz olmalarına
rağmen böyle bir iftirayı Hz. Muhammed'e nasıl
yakıştırıyorlar? İçinde şüphe bulunmayan bu Kur'an'm,
Rabbin tarafından indirilmiş olduğu sabit ve gerçektir. İçinde haktan,
doğruluktan, evrene ilişkin yorumlardan ve insanla kâinat arasındaki muhkem
bağlardan söz ediliyor. Dünyadaki veya ahiretteki
zulümden annmış olduğu için bu kitap haktır. Rabbin,
senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bu kavmi, doğru yolu bulurlar
ve Allah'ın varlığını idrâk ederler ümidiyle kendilerini uyara-sın diye bu
kitabı indirmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
efendimizden önce Araplara hiçbir uyarıcı gelmemiş miydi? Yahut diğer ümmetlere
olduğu gibi onlara da uyarıcı gelmiş miydi?. "Geçmiş her ümmet içinde de
mutlaka bir uyarıcı bulunagelmiştir''[4]
Peygamberimizle Hz. İsmail arasında Araplara uyarıcı
bir peygamberin gelmemiş olduğunu tarih belgelemektedir.
Doğru yolu bulmaları
ve Allah'ı tanımada başarılı olmaları dileğiyle ey Muhammed sen onları uyardın!
Bu ifadedeki üslup
gayet sağlam ve incelikli bir üslûptur. Çünkü Kur1 an'ın, alemlerin Rabbi tarafından
indirildiğini ve içinde hiç şüphe olmadığını İfade ediyor ki, bu da Hz. Peygamberin, davet etmekte olduğu hususlarda sadık ve
doğru sözlü olmasını gerekli kılıyor.
Bundan sonra yüce
Allah, Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini ortaya koymaktan
aciz olan müşriklerle kafirlerin, Kur'an-ı Kerim'i Hz. Muhammed1 in kendisinin uydurmuş olduğuna dair
söyledikleri sözleri reddetmeye dair ifadeler kullanıyor. Bundan sonra da
onların bu inkarlarım bir tarafa bırakıp Kur'an-ı
Kerim'in Allah katından indirilmiş olan hak ve kalıcı bir kitap olduğunu isbat etmeye ilişkin ifadeler kullanıyor.
Kür'ajı'ı kendi elçisi Muhammed'e indiren alemlerin Rabbi
kimdir? O, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratan,
sonra arşı istiva eden Allah'tır.
Kur'an-ı Kerim'i dinlesinler, anlamını düşünüp kavrasınlar,
sonsuz kudret ve hikmet sahibi bir Allah tarafından Kur'an'in
indirilmiş olduğunu öğrensinler diye Cenab-ı Allah
kudretinin eksiksizliğini onlara bildirdi. Bir benzeri bulunmayan gökleri ve
yeri Allah yoktan var edip altı günde yarattı. Bu günlerin uzunluğunu ve
mahiyetini ancak Cenab-ı Allah bilir. Bu günlerle
ilgili bilgiler Allah'ın yanındadır. Bu günler dünyadaki yerkürenin güneş
etrafında dönmesiyle meydana gelen güne benzemez ve bu günün Ölçüsüyle kıyas-lanamaz. Bütün bunlar Cenab-ı
Allah'ın büyüklüğüne ve yaratmadaki kudretine işaret etmektedirler.
Bundan sonra Cenab-ı Allah kendi yüceliğine ve celaline layık bir şekilde
Arş'a İstiva etti, O'nun üzerinde oturdu. O, zaman ve mekânın kısır çemberine
sağdırılamaz. Gözler O'nu idrak edemez. O gözleri idrak eder. O latiftir, ilmi
herşeyin İçine nüfuz eder. Ve her şeyden haberdardır.
Bu gibi şeyleri
Allah'a havale eden, mahiyyet ve manasını ancak
Allah1 in bildiğini söyleyen selef ulemasının görüşü işte budur. Halef
ulemasına gelince onlar derler ki: Ayet-j kerimede geçen Arş'a istiva etti
sözünden maksat, Cenab-ı Allah'ın kendi mülküne
hakim olması ve dünyanın işlerini yürütmesi, idaresini sağlam yapması
demektir. İstiva kelimesi istila ve tedbirin bir kinaycsidir.
O'ndan başka sizin
işlerinizi yürütecek, üzerinize inecek olan azabı sizden uzaklaştıracak bir
dost ve yardımcı yoktur. O'ndan başka, size yardım edecek, azabımız geldiği
zaman, size destek olacak bir şefaatçi de yoktur, sizi yaratmış olan Allah
sizleri yardımsız bıraktığı zaman artık size hiç kimse yardımcı olamaz ve
dostlukta bulunamaz. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah dünya işlerini
belirli bir düzene koyar. Bütün bunlar O'nun ezelde vermiş olduğu yargıya
uygun olarak devam eder. Bütün işlerin nizam ve idaresi gökten başlar, yerde
sona erer. Zira dünya düzeninin kaynağı semavi işlere dönmektir, yüce sebeplere
bağlanmaktadır. Bütün bunlar kıyamet saati gelinceye kadar devam edecek, sonra
emir Allah'ın katma varacaktır. Al-lah'da onunla
kıyamet gününde adilce hüküm verecek. Kıyamet gününün süresi sizin saymakta
olduğunuz senelere göre bin sene kadardır. Mearic
sûresinde kıyamet gününün uzunluğu elli bin sene olarak bildirilmiştir.
Kısacası kıyamette bazı günlerin süresi bin yıl olduğu gibi bazı günlerin
süresi de elli bin yıl olacaktır. Denildiğine göre bir günlük zaman dilimi bazı
kimselere gerçekten çok uzun, bazı kimselere de gerçekten çok kısa
görünecektir. Şairin biri günün uzunluğunu, mızrağın gölgesine benzetiyor. Önce
uzun, sonra kısa olduğunu veya uzun iken kısalabileceğini ifade ediyor. Bazı
kimseler demişler ki; Allah'ın mülkü, bize göre miktarı bin sene kadar olan
bir günde, belirlenen yerine varacaktır. O bir yıllık zamanın uzunluğu Allah
katında bir an kadardır. Onun miktar ve mahyetini
ancak yüce Allah bilir. Rabbimiz Allah, her şeyi bilen, gökleri ve yeri
yaratandır. Kainatın idaresini yürüten O-dur. Gayb ve
şehadet alemini, görülen ve görülmeyen alemleri
bilir. O'nun azaplandırmasmdan sakının. O'nun kitabına
düşünen kafa ve gören gözle bakın ki, doğru yola dönüp Allah'a yöndesiniz. O
güçlüdür. Hiç bir varlık O'nu aciz bırakamaz. O, kahredici güce sahiptir. Hiçbirşey O'nun karşısında duramaz. Bununla birlikte O
yaratıklarına karşı merhametlidir. Onları bağışlar ve esirger. Hayra davet
eder. Kendilerini hak yoluna iletecek olan elçileri onlara gönderir. İçinde
rahmet, şifâ, nûr ve bütün insanlık için hidâyet bulunan kitabları
üzerlerine indirir.
Herşeyin yaratılışını güzel yapan O Allah'tır, kendisinden
başka tanrı yoktur. Çünkü o, herşeyi düzene
koyandır. Herşey hikmetinin gerektirdiği ve maslahatın
icabettiği şekilde cereyan eder. Kainattaki herşeyin kendine özgü bir yeri, düzeni ve tertibi vardır.
Hatta azgın köpekler ile yılanlar ve ejderhalarda bu düzene bağlıdırlar. İnce
bir düzen ve sağlam bir tertip üzere bütün bu ameli yaratan Allah'tır. Bunu
ancak ilim sahibi kimseler idrâk ederler. Kâinatta bir bitki veya canlıyı
görürsün de onların ne hikmetle yaratılmış olduklarını ve-varlıklarının
sonlarını anlayamazsın. Sonra, günler geçer zaman sana onların sırlarını ve
hikmetlerini açıklar. O varlıkların yaratıcısı olan Allah, bu sırrı tam
zamanında açığa çıkaracaktır. O herşeyi bilen ve
içyüzünü görendir. İlk insanı çamurdan yaratan Allah Ona düzen vererek vücut
yaratılışını tamamlamış, yapışkan bir çamurdan teşekkül etmiş olan İnsana
Allah kendi ruhundan üflemiştir.
Ey insanlar, sırlarını
idrâk edesiniz, hikmet ve harberlere vakıf olasınız
diye Allah sizin için göz, kulak ve kalpler yarattı. Şüphesiz ki, bu sağlıklı
ilmin ve dürüst bilginin yoludur. Ama siz bunu çok az biliyor ve çok az şükrediyorsunuz.
İşte bu insanların
kalpleri pas tutmuş, kulakları ve gözleri mühürlen-, mistir. Onlar doğru yolu
asla bulamazlar. Onlar ne kadar da az şükrediyorlar! [5]
10- Puta tapanlar: "Toprağa
karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?" derler. Evet; onlar,
Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir.
11- Ey Muhammedi De ki: "Size
vekil kılanan ölüm meleği canınızı alacak, sonra
Rabbinize döndürüleceksiniz."
12- Suçluları Rablerinİn
huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: "Rab-bimiz!
Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kçsîn olara inandık" derlerken bir görsen!
13- Biz dilesek herkese hidayet
verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve İnsanlarla dolduracağıma dair Benden
söz çıkmıştır.
14- "Bugüne kavuşmayı
unutmanızın karşılığını görün; doğrusu Biz de sizi unuttuk, yaptıklarınıza
karşılık ebedi azabı tadın" deriz. [6]
Yok olup toprağa
dönüştük. Sizi öldürüp ruhlarınızı teslim alır. Başlarını önlerine eğmiş olarak
Cinler.
[7]
Müşrikler dediler ki:
Biz mi yok olup, toprağın zerrelerine karışıp ondan ayırt edilemez- hale
geldikten veya gömülerek toprağın altında kaybolduktan sonra, diriltileceğiz?
Yani ölüp bu hale geldikten sonra biz mi yeniden canlandırılıp diriltileceğiz?
Hayır, onlar hesap ve ceza için Rablerinİn huzuruna
çıkacaklarına inanmıyor ve bunu inkâr ediyorlardı. Evet onlar sadece ölüm
sonrası dirilişi değil aynı zamanda kıyamet,gününü, sevap ve ikabı da ası! İtibariyle inkâr ediyorlardı.
Ey muhammed,
onlara de ki: Ölüm meleği olan Azrail sizleri öldürüp ruhlarınızı teslim
alacaktır. Hiçbiriniz onun pençesinden kurtulamayacaktır. Ve hiçbir şey
ruhlarınızı teslim almaktan AzraiIİ alıkoymayacaktır.
Çünkü ondan istenilen görev budur. Sonra sizler Rabbinize döndürüleceksiniz.
Görüyorsunuz ki
Rabbimiz, onlara, ölüm meleğinin kendilerini öldüreceğini sonra da
kabirlerinden çıkarılıp diriltilerek kendisinin huzuruna döndürüleceklerini
ifade buyuruyor. Azrailin can alması En'am sûresinin 61. ayetinde "Elçilerimiz bir
eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar"; Zümer
sûresinin 42. ayetinde de "Allah, öleceklerin ölümleri anında,
ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır!' şeklinde ifade
edilmiştir. Bu ifadeler arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü yüce Allah, ölümü
yaratması ve ruhları teslim alması için meleğe emretmekle, insanları hakikaten
bizzat kendisi öldürmüş olmaktadır. Ayrıca Ölüm meleği Azrail'in bazı
yardımcıları da vardır. Bunlar, ecelleri tamam olan kimselerin ruhlarını
tırnaklarından çekip boğazlarına kadar getirirler, sonra gerçek ölüm meleği
unvanına sahip olan Azrail gelip o kişinin boğazmdaki
ruhunu çıkarıp teslim alır. Böyle olunca da yukarıdaki ayet-i kerimelerin
anlamlan arasında bir zıtlık söz konusu olmamaktadır.
Ey Muhammedi Sen o
günahkâr suçluları utançlarından ve arlarından Ötürü hesap anında başlarını
önlerine eğmiş vaziyette beklerken görmeliydin. Görünce çok korkunç ve
dehşetli bir manzarayı seyretmiş olurdun. Onları en perişan halde ve en feci
durumda seyretmiş olurdun. Keder ve üzüntü batağının içine, çenelerine kadar
gömülmüş durumdayken, hesap yerinde onları görmeliydin ki, o zaman yüreğin
soğuyaydı. Çünkü onlardan çok çektin. Onlar sana pekçok
düşmanlıkta bulundular.
Günahkârlar hesap
zamanında Rablerine yalvararak şöyle derler: Rabbİmiz!
Senin va'dinin doğruluğu.ıu
gördük. Peygamberlerini doğruladığını işittik.
Onlar bu görme ve
duymanın kendilerine fayda vermediği bir zamanda görürler ve işitirler.
"Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler"[8]. Onlar
derler ki; Rabbİmiz! Gördük ve işittik. İyi işler
yapalım dîye bizleri tekrar dünyaya geri döndür. Bizler senin va'dinin gerçek.olduğuna ve seninle karşılaşmamızın doğru
olduğuna kesinlikle inandık ve yakın gözü ile gördük,
Allah onların dünyaya
tekrar geri döndürülmeleri halinde, yasaklandıkları işleri tekrar
yapacaklarını kesinlikle biliyordu. Ve onların yalan söylediklerinin de
farkındaydı. Onların İçinde bulunmakta oldukları perişan hali Cenab-ı Allah onlar için takdir ettiği halde nasıl olur da
iman ederlerdi?! Onların nefisleri küfürden başka bir şeyi kabul etmez.
Bizler insanların
doğru yola tümden iletilmelerini ve ilahi îaatte
başarılı olmalarını dileseydik, her nefse ve her cana hidâyetini ihsan ederdik.
Böylece herkes Allah'a iman etme ve kendi serbest iradesiyle O'na itaat etme
yoluna girerdi. Bu iş İçin çalışıp çabalardı. Ama biz bütün insanların doğru
yola iletilmelerini dilemedik. Bilâkis bazı kimselerin küfre sapıp cehennem
azabına-maruz bırakılacaklarına dair benim hak sözüm vaki olmuştur. Yargım
kesindir ve hükmüm gerçektir: "Fakat cehennemi, tamamen cin ve insanlarla
dolduracağıma dair Benden söz çıkmıştır!" Bazı alimler bu gibi ayetlerin
şu anlama geldiğini ifade etmektedirler: İnsanların tümüyle hidayete
ermelerini isteseydik, her nefse ve her cana hidayet verirdik. Ama bizim
hikmetimiz cennetlik ve cehennemlik bazı kimselerin var olmalarını gerekli
kıldı. Böyle olunca da insanları kendi serbest iradeleriyle başbaşa
bıraktık. Cehennemi, insanlarla cinlerle tamamen dolduracağıma dair hak sözüm
vaki oldu.Günahkâr-Iar cehenneme girdikleri sırada
zebaniler onlara şöyle derler: Bu günü unuttuğunuzdan ve bu güne
hazırlanmadığınızdan dolayı acıklı azabı tadın. Dünyada işlediğiniz küfür
fiillerini ve azablanmanızı gerekli kılan işleri
yaptığınızdan dolayı ebedi azabı tadın!
Şu aşağıdaki ayet-i
kerimelerden dolayı alimler ihtilafa düşmüşlerdir: "Biz düesek herkese hidayet verirdik", "Rabbin
dikseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı"[9],
"Dileyen Rabbine doğru bir yol tutar" "Sizden, istikamet
üzerine bulunmak İsteyen kimseler için..." "Siz ancak Allah'ın dilediğini
dilersiniz".
İşte bu ayet-i
kerimeler doğrultusunda alimler arasında şöyle farklı görüşler meydana
gelmiştir: "Siz, ancak Allah'ın dilediğini dilersiniz" ayet-i
kerimesine ve Kur'an'daki buna benzer ayet-i
kerimelere baktığımız zaman şöyle' bir durumla karşılaşıyoruz: Kul cebir
altında mıdır, onun hiçbir iradesi yok mudur, yoksa serbest bir iradeye sahip
midir, kişinin ahirette sevap ya
da ceza görmesi bu iradeye mi bağlıdır? Çünkü bir ayet-i kerimede de şöyle
buyu-ruluyor: "Dileyen Rabbine doğru bir yol
tutar". Hakikate bakılırsa bu iki görüşün sahipleri de aşırılığa
düşmüşlerdir. Doğru olan görüş -doğruyu el-betteki Allah bilir ama şudur: Kendi
zahiri iradenizle yaptığınız bir iş ile, söz gelimi
el titremesi gibi ister istemez yapılan bir iş arasında mutlaka fark vardır.
Ama bunların hepsi Allah'tandır. Tasarruf sahibi O'dur. Ama birinci fiilde
kişinin iradesi açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Böylesi durumlarda sevap
ve cezayı o iradeye bağlamak doğru olur. Zira kişi o fiili işlerken Allah'ın
muradını bilmemektedir, her ne kadar serbestlik görünümünde Allah-ın muradına uygun olan bu füli
işlemeye mecbur ise de.
Not: Fi i Merimizden
sorumlu olmamız, o fiillere ait ilahi iradeyi önceden bilmememizden ötürüdür..
Kulun vazifesi emir ve yasaklara riayet etmektir. (Danışman). [10]
15-16- Ayetlerimize ancak,
kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamayarak
Rablerini Överek yüceltenler, vücudlarını yataklardan
uzak tutup korkarak ve umarak Rablerİne yalvaranlar
ve verdiğimiz rızıklardan sarfedenler
inanır.
17- Yaptıklarına karşılık onlar
için saklanan müjdeyi kimse bilmez.
18- İnanan kimse, yoldan çıkmış
kimseye benzer mi? Bunlar bir olamazlar.
19- İnanıpyararh
iş işleyenlere getince, onların yaptıklarına karşılık,
varacakları cennet konaklan vardır.
20- Ama yoldan çıkanların, işte
onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri
çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp durduğunuz ateşin azabım tadın"
denir.
21- Belki yollarından dönerler diye
and olsun onlara büyük azabdan
önce dünya azabından tattırırız.
22- Rabhinin
ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim
var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öc alacağız. [11]
Uzaklaşır ve yükselir.
"Medca' " kelimesinin çoğulu olup yatılan ve üzerine
uzanılan yer.
Gözler aydınlığı, sevinç
ve ferah kaynağı şey. Fasık, yani kâfir. [12]
Günah işleyip
kötülüklerde bulunan kâfirlerin durumları daha önce anlatıldı, kıyamet gününde
karşılaşacakları hallerden söz edildi. Bu ayet-i kerimelerde ise iyi işler
yapan mü'minlerden söz edilmektedir. Bizim Kur'anî ve kevnî ayetlerimize
iman edenler, Peygamberlerimizi doğrulayanlar, ancak o kimselerdir ki,
Rablerinin bazı ayetleri kendilerine hatırlatılıp okunduğu zaman bütün
organlarıyla secdeye kapanır ve O'nu teşbih edip överler. Yani O'nu
eksikliklerden tenzih edip hamd-ü senada bulunurlar.
"Sübhânellahi ve bi hamdihi, sübhâne fabbiyel a'lâ" derler. Onlar
kalpleriyle Allah'a ibadet etme hususunda büyüklük taslamazlar. Çünkü onların
kalpleri iman ile şen-lenmİştir. İbadet etmekte
kendileri için bir göz aydınlığı, kalp rahatlığı görürler. "Bana kulluk
etmeyi büyüklüklerine yediremiyenler alçaîmış olarak cehenneme gireceklerdir"[13]
Görülüyor ki
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, kendisine Kur'an-ı
Kerim hatırlatıldığı zaman bütün azaları ile birlikte secdeye kapanan, dili
ile Allah'ı Övüp tenzih eden, kalbi ile O'na teslim olan mü'min
için yüksek dereceyi açıklamaktadır. O mü'min bütün
bu teşbih, tenzih, teslimiyet ve secdesini azaptan korktuğu, ya da sevaba tamah ettiği için değil, sırf Kur'an-ı Kerim kendisine hatırlatıldığı için yapandır.
Bundan sonra Cenab-ı Allah bu yüksek dereceli mü'minlere
nisbetle çok daha az bulunan bir grup mü'minden bahsetmiştir. Bunların yanları yataklarından
uzaklaşır. Yumuşak tüylü döşeklerden ve yataklardan uzak durur, namaza
koşarlar. Azabından korktukları ve mükafatına ümit bağladıkları için Rablerine
dua ederler. Bundan sonra da Allah'ın kendilerine rızık
olarak verdiklerinin bir kısmını Allah yolunda harcarlar.
Geceleyin kalkıp feheccüt namazı kılmak, yüksek neviden birîbadettir.
Allah'ın insana bahşetmiş olduğu büyük bir başarıdır. Bu, Allah'ın dilediği
kuluna lütfettiği bir bağıştır. Teheccüd namazının
Önemli bir ibadet olduğunu anlatan bu ayetten başka daha birçok ayet-İ kerime
ve hadis-i şerif de vardır. Hepsi bu ibadetin faziletini ve sevabının bolluğunu
açıklamayı hedef almaktadırlar.
Muaz bin Cebel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
Peygamber (S.A.V.) efendimiz ona şöyle buyurmuştur: "Sana hayrın
kapılarını bildireyim mi?: Oruç (insanı günahtan koruyan) bir kalkandır.
Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür. Kişinin
gecenin-ortasında namaz kılması (hayır kapılarından biri)dir."
Peygamber (S.A.V.) efendimiz bunları söyledikten sonra kelimeleriyle başlayıp kelimesinde
son bulan bu sûrenin 16. ve 17. ayet-i kerimelerini okudu. Bu hadisi Ebû Davut rivayet etmiştir. Bundan başka bu konuda birçok
hadis-i şerif daha rivayet etmiştir.
Ebû Davud'un rivayetine göre Enes bin Malik bu ayet-i kerime ile, akşam ile yatsı
namazı arasında kılınan nafile namazın kastedildiğini söylemiştir. Diğer bazı
kimseler ise bu ayet-i kerime ile, kişinin yatsı ve sabah namazlarını cemaat
ile kılmasının amaçlandığını söylemişlerdir. Çünkü bu namazların cemaatle
kılınması, kişinin cemaati beklemesini gerekli kılar ki, o da zikir, teşbih ve
nafile namazla meşguliyettir.
Yataktan uzak durmak,
gecenin evveli ile sonunu birleştirir. İşte bu insanlar geceleyin kalkıp namaz
kılanlardır. Ya da yatsı ve sabah namazlarında
insanlar uykudayken kendileri cemaati bekleyenlerdir. Bunlar işlemekte olr duklan iyi amelleri gizlice
yapıp nefislerini riyakârlıktan ve münafıklıktan arındıranlardır. Bunlar İçin
amellerin cinsinden bir mükafat vardır. Bunlar için Rablerinin katında saklanan
mükafatların büyüklüğünü ve cennette hazırlanan ebedi nimetlerin kadrini, bol
sevabın mahiyetini hiç kimse ayrıntılarıyla bilemez. Bunlar amellerini gizlice
yaptıklarından dolayı bu amellerine denk gelecek bir sevap ve mükafatı da Cenab-ı Allah gizlemiştir. Bu konuda Hasan Basrİ (R.A.) şöyle der: Bir topluluk Allah için yaptıkları
iyi amellerini insanlara göstermeden gizlediler. Cenab-ı
Allah'ta onlar için mükafat ve sevap olarak gözlerin görmediği, insan
kalbinden geçmeyen sevap ve mükafatlar gizlemiştir. Ebu Hureyre (R.A.) Peygamber
(S.A.V.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder: Cenab-ı
Allah buyurdu ki: "İyi kullarım için gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği, insanın kalbinden geçmeyen (mükâfatlar)
hazırladım." Ebû Hureyre,
dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun der: "Yaptıklarına karşılık onlar
için saklanan müjdeyi kimse bilmez''
Yaniarı yataklarından uzaklaşan bu kimseler sevap umup, azabdan korkarak Rablerİne dua
ederler. Allah işte bunların yaptıkları güzel amelleri kabul buyurur ve
kötülüklerini bağışlar. Allah'ın onlara verdiği sözü ve vadi gerçektir. Bunda
bir gariplik yoktur. Kul işlediği ameli gizlerse Allah için gizlemiş olur ki
insanlar ondan haberdar olamazlar. Böyle olunca Cenab-ı
Allah ta kıyamet gününe kadar onun için göz aydınlığı, sevinç ve ferah kaynağı
olacak şeyleri gizler. Ancak kıyamette kendisine açıklar. Ayet-i kerimede yatak
anlamına gelen ^rUw kelimesinin bir kayıt olarak
konulması, bu evsaftaki mü'minleri fazlasıyla
methetmek ve imanlarının kuvvetli olduğunu açıklamak içindir. Çünkü yatak yere
serilmiş vaziyette iken insanın onda uyuması nefse çok tatlı gelir. Kişi, o
yatak içinde uyumaya meyleder. Ama mü'min kimse namaz
kılmak, Rabbine yalvarıp duada bulunmak için o serili yataktan uzaklaşırsa bu,
onun elbetteki fazlasıyla övgüye layık olmasına sebep olur ve İnancının
mükemmelliğine delâlet eder.
Nitelikleri anlatılan mü'min ile durumu anlatılan kâfir arasındaki bu mesafeyi
ve farklılığı açıkladıktan sonra mü'min kimse fasık ve kâfirler gibi olur mu? Hayır! Bunlar dünyada da ahirette de asla eşit olamazlar. İman edip iyi işler
yapanlara gelince, onlar için ikamet edilecek cennetler vardır. O cennetlerde
yüksek köşkler, binalar ve meskenler vardır. Bu cennetler mü'minlerin
dünyada yaptıkları iyiliklere karşı bir mükafat olsun ve onlar konuklanıp ağırlansınlar
diye hazırlanmışlardır. Rabîerinin itaatinden çıkıp fasiklık yapanlara gelince, onlar için ikamet yeri ve
sığınak olarak cehennem ateşi vardır. Onlar alevlenen ateşi gördüklerinde
çıkmaya çabalarlar ama onlar için çıkış ve kurtuluş yoktur. Çünkü gamlarından
ve kederlerinden dolayı o cehennem ateşinden kaçıp kurtulmak istedikleri her
defada oraya tekrar geri çevrilirler. Ve azarlanıp kınanarak kendilerine şöyle
denir: "Yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın''
Bunda bir tuhaftık ve
gariplik yoktur.' Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah buyuruyor ki:
"Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde
kendilerini, inanıp yararlı iş İşleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar?
Ne kötü hüküm veriyorlar!'[14].
"Yoksa, inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi
tutarız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi
tutarız? "[15] "Cehennemliklerle
Cennetlikler bir değildir"[16].
"İnanan kimse yoldan çıkmış kimseye benzer mi? Bunlar bir olmazlar"[17].
Amel Sahibi mü'min ile ameisiz ve itaatin
dışına çıkmış kâfir arasında fark gözetmemek adalet değildir! O kafirlerle
isyankârlara ahiret azabından daha yakında bulunan
azabı, yani dünyevi musibetlerle afetleri taddiracağız.
Belki uyanır Allah'a dönerler diye. Onlara, kendilerine gelip doğru yolu bulurlar
ümüdİyle büyük azabdan önce
basit bir azabı taddıracağız. Böyle yaptığımız
takdirde belki Rablerine iman ederler. Bu, Allah'ın ümmetlerine uyguladığı bir
yasasıdır.
"Bunun üzerine su
baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağalan ve kanı
birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp
suçlu bir'millet oldular."[18]
Bunda bir gariplik
yoktur. Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde sonra azgınlık edip
büyüklük taslayarak, İçinden haset ederek yüz çeviren kimseden daha zatim
hiçbir kimse yoktur. Bu gibi insanları cezalandırmak vaciptir. Onları azaplandırmak mutlak surette gereklidir. Bunu âdil hükümdarın
adaleti zorunlu kılmıştır. Ey Muhammedi Senin Rabbin günahkârlardan ve
suçlulardan intikam alabilecek zorlu güce sahip olan Allah'tır. O, kendisine
isyan edenlerden şiddetle intikam alacaktır. [19]
23- And
olsun ki Musa'ya Kitab verdik; —ey Muhammedi Sakın
sen ona kavuşacağından şüphe etme— Musa'ya verdiğimizi İsrailoğuHanna
doğruluk rehberi kıldık.
24- Sabredip ayetlerimize kesin
olarak inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla doğru yola
götüren önderler yaptık.
25- Muhakkak ki Rabbin, ayrılığa
düştükleri şeylerde kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
26- Simdi yurdlannda
gezip dolaştıkları, kendilerinden önceki nice nesilleri yok etmiş olmamız
onları doğru yola sevketmez mi? Bunlarda şüphesiz
ibretler vardır. Dinlemezler mi?
27- Kuru yerlere suyu gönderip
onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekinleri-çıkardığımızı görmezler
mi? Görmüyorlar mı?
28- "Doğru söylüyorsanız
bildirin bu hüküm ne zaman verilecektir?" derler.
29- De ki: "Hükmün verileceği
gün inkarcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertelenirler."
30- Ey Muhammedi Onları bırak,
bekle; zaten onlar da şenin akıbetini beklemektedirler. [20]
Şüphe. İmam keli m
esinin çoğulu olup din de liderler rehberler
manasına gelir .Onlara hala açıklanmadı Geçmiş ümmetler.Ekmsiz
kuru toprak.Bu hüküm ne zaman verilecektir.
Fetih kelimesi, burada
hüküm vermek anlamına gelmektedir. [21]
Bu ayet-i kerimelerle
üç asıldan birine dönülmektedir. Bu asiilar; risalet, tevhid ve ölüm sonrası
dirilişi isbattır. Özellikle Mekki
sureler bu üç asıldan bahsederler. Bu ayet-i kerimelerde özellikle Musa
(A.S.)'dan bahsedildi. Çünkü onunla Peygamber (S.A.V.) arasında birçok
benzerlikler vardır. Onunda, peşinden gidenlerin sayısı çoktu. Etkin güce
sahip idi. Arap topluluğu içinde tc'sirlcri vardı.
Yahudilerle Hristiyanların tamamı ona iman ederler.
Ayrıca bu ayet-i kerimelerde bir çok öğüt ve ibretler de vardır. [22]
Ey Muhammed! Biz senin
kardeşin Musa'ya da kitabı (Tevrat'ı) verdik. O da insanlar tarafından eziyete
uğradı ve yalanlandı, Çeşitli azaplara maruz kaldı. Kendisiyle alay ettiler.
Onun uğradığı yalanlama ve eziyet gibi durumlarla sen de karşılaşacaksın. Bu
hususta şüphen olmasın. Çünkü bu, kâinatın yasası ve insanların düzeninin bir
gereğidir. Mutlaka hak ehl-i ile batıl ehl-i arasında bir çarpışma olacaktır. Bu, kaçınılmazdır,
Musa'ya indirilen kitabı israiloğulları için bir nur
ve hidayet vesilesi kıldık. Onlardan Önderler ve imamlar yaptık. Onlar israiloğullannın peygamberleridirler. İnsanları bizim emrimizle
doğru yola iletir; onları hakka davet eder ve öğüt verirler. Ayetlerimize de
kesin bir inanışla iman ederler. Bütün bunlar; dinin hükümlerine ve mükellefiyetlerine
karşı dayanıklı olmalarından, belalara ve dünyanın geçici me-taına karşı sabretmelerinden dolayıdır. Ey Muhammed,
şüphesiz senin Rab-bin mü'münlerle kafirleri ve
senin1 peygamberliğini inkâr edenlerle etmeyenlerin arasını ayıracak, kıyamet gününde onlar hakkında adil hüküm ve amellerinin
karşılığını verecektir. Sevabı hak edenlere sevap, azabı hak edenlere azab verecektir.
Bazı kimseler
yukarıdaki ayetin şu manaya geldiğini söylemişlerdir. Ey Muhammed, şüphesiz
senin Rabbin Peygamberlerle ümmetleri arasında hak ile hüküm verecektir.
Şu Mekke kâfirleri
kendilerinden önceki birçok ümmetleri helak ettiğimizi hâlâ anlamadılar mı?
Bundan gafil mi kaldılar? Halbuki onlar, ticaret maksadıyla öncekilerin
yurtlarında gezip dolaşmaktadırlar. Şu Mek-keli
inkarcılar bu olaylardan öğüt ve ibret almıyorlar mı? Doğrusu bütün bunlarda
Allah'ın kudretine ve onun mü'minlerle kâfirler
arasındaki adil hükmüne ilişkin apaçık ayetler ve deliller vardır. Bunlar bu
ayetleri kabul kulağıyla işitmiyorlar mı? Anlayışlı bir kalple duymuyorlar mı?
Kör mü oldular,
görmüyorlar mıkİ; biz üzerinde hiçbir bitki bulunmayan kurak topraklara
suyu yağmur, nehir ve sel vasıtasıyla sevk ediyoruz? O su ile hem kendilerinin
hemde davarlarının yemekte oldukları ekin ve
meyveleri bitiriyoruz. Bütün bunları kalp gözüyle görmüyorlar mı?! Mısır gibi
bir ülkeyi görmüyorlar mı? O ülke, Nil nehrinin bir
bağışıdır. Şayet Cenab-ı Allah o nehri Mısır'ın
içinden geçirmeseydi Mısır, İçinde hiçbir hayır ve hayat bulunmayan bir çöl
parçası halinde kalırdı. Doğrusu senin Rabbin herşeyi
yapmaya muktedirdir. Oniar bunu görüp ibret ve öğüt
almıyorlar mı?!
Müslümanlar deler ki;
yarın Cenab-ı Allah bizim için kapıyı açacak ve
aramızda hak ile hüküm verecektir. Çünkü o,hüküm verenlerin en iyisi ve de en
hayırlı sidir. Müşriklerse, bu açış ne zaman ve bu fetih ne vakittir derler.
Onlar bu sözleriyle,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ile sahabilerini alaya
almakta ve peygamber efendimizin söylediği sözleri inkâr edip gerçek dışı görmektedirler.
Ey Muhammed, onlara de
ki: fetih ve yargılama kıyamet gününde olacaktır. O günde küfreden kimselerin
imanları kendilerine hiçbir fayda sağlamaz. Çünkü onlar batıl yol
üzerindedirler. Doğru yolu bırakıp şeytanın yollarına girmiş ve hakikat
yolundan uzaklaşmışlardır. Artık kıyamet gününde Kur'an'ın
ve Peygamberin hak olduğuna inanmalarının kendilerine bir faydası ulaşmaz.
Kendilerine mühlet de tanınmaz! Aksine cezaları kendilerine derhal tatbik
edilir. Sen onlardan yüz çevir ve onlara aldırma. Dünya ve ahi-rette üzerlerine
inecek azabı bekle. Onlar da senin başına bir felaket, ölüm ve benzeri bir
halin gelmesini beklemektedirler, ki bu nedenle senden yana rahata kavuşsunlar.
Peygamberlik görevini eksiksiz bir şekilde yürütebİlmen
için Ailah'm seni koruyacağını ve destekleyeceğini
bilmiyorlar. [23]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/39-40.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/40-41.
[3] Bakara: 2.
[4] Fatır: 24.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/41-44.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/44-45.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/45.
[8] Meryem: 38.
[9] Yunus: 99.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/45-47.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/48-49.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/49.
[13] Mü'min: 60.
[14] Casiye: 21.
[15] Sâd:28.
[16] Haşr: 20.
[17] Secde: 18.
[18] A'raf: 133.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/49-52.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/52-53.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/53-54.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/54.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/54-55.