SÂFFÂT SÛRESİ 2

Şüphesiz Tanrınız Birdir, Ölüm Sonrası Dirilişte Haktır. 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Kıyamet Gününde Müşriklerin Durumu. 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

İhlaslı Kimseler Cennettedirler. 5

Bazı Kelimeler: 6

Önceki Ayetlerle İlişkisi 6

İşte Bu Cehennem, Zalimlerin Donuş Yeridir. 7

Bazı Kelimeler: 7

Açıklama: 7

Nuh'un Kıssasından Pasajlar. 8

Bazı Kelimeler: 8

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 8

Açıklama: 8

İbrahim (A.S.)'În Kıssasından Pasajlar. 9

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 9

Kurban Kıssası 10

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 11

Musa İle Harun'un Kıssasından Bir Nebze. 12

İlyas'ın Kıssasından Bir Nebze. 12

Bazı Kelimeler: 12

Açıklama: 12

Lût Kavminin Kıssasından Bir Nebze. 13

Açıklama: 13

Yunus (A.S.)'In Kıssası 13

Bazı Kelimeler: 13

Açıklama: 14

İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa. 14

Bazı Kelimeler: 14

Açıklama: 15

Azimlerin Güçlendirilmesi 16

Bazı Kelimeler: 16

Açıklama: 16


SÂFFÂT SÛRESİ

 

Müfessirlerin icmaı ile Mekkidir. 182 ayettir. Diğer sureler gibi bunda da Tevhid'den, ölüm sonrası dirilişten bahsedilmekte, müşriklere değinilmekte, onların dünya ve ahiretteki tutumları anlatılmakta, nübüvvetin İsbatına te­mas edilmekte, rhü'minlerden ve onların dünya ile ahjretteki hallerinden bah­sedilmekte, bunun yanısıra bazı Peygamberlerle ümmetlerinin kıssaları zik­redilmektedir. Surenin sonunda da Mekke müşrikleri anlatılmakta, müslü-manların azimleri güçlendirilmekte, kafirlerin pazuları gevşetilmektedir. [1]

 

Şüphesiz Tanrınız Birdir, Ölüm Sonrası Dirilişte Haktır

 

1-5- Ey İnsanlar! Sıra sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tann'nız, Bir'dir; gökle­rin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir; doğuların ve batıların Rab-bidir.

6- Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

7- Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk.

8-9- Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atı­lırlar. Onlara sürekli bir azab vardır.

10- Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir.

11- Ey Muhammedi Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı ? Aslında Bİz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdir.

12- Ey Muhammedi Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alıyorlar.

13- Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler.

14- Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar.

15-17- "Bu apaçık bir sihirdir; Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğu­muz zaman, Önceki babalarımız yahud biz mi dirileceğiz?" derler.

18- Ey Muhammedi De ki: "Evet hem de zelil ve hakir olarak."

19- Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar.

20- Şöyle derler: "Vay bize! İşte bu ceza günüdür."

21- Onlara "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür!' denir. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Saf, eşyayı doğru bîr çizgi üzerinde dizmek manasına gelir. Zecr, kuvvetli sesle defetmek ve savmak anlamına gelir.Kur'an okuyanlar.Meşrik kelimesinin çoğulu olup güneşin doğduğu taraflar anlamına gelir. Sayıları ancak Allah tarafından bilinen semavi cisimlerle, yıldızlar, İtaat dışma çıkan ve hayırdan uzak olan.Duymazlar. öjiJüjji Atılırlar, Tard edilip uzaklaştırılanlar, Daimi Hatf kelimesi, süratle ka­pıp götürmek anlamına gelir. Ateş koru. Parlak veya üze­rine indiği şeyi delen şey. Onlara sor, onlardan haber al. Yapışkan. Çok alaya alırlar. Zeül ve hakirler. [3]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah İbadet için saf halinde di­zilmiş olan meleklere veya Allah'ın emrini beklemek için gökte kanatlarını sıra sıra dizmiş meleklere yemin ediyor. Bâzı kimseler derler ki; ayet-i kerime­de sıra sıra dizilmiş olan varlıklardan kasıt kuşlardır. Çünkü bunlar gökte uçarlarken kanatlarını aynı hizaya getirerek bir sıra teşkil ederler. "Gökte ka­natlarını sıra halinde çırparak uçan kuşlar"[4] Melekler kendilerine ilişen ulvî ve süflî gök cisimlerini, kendine ilişen varlığa münasip bir şekilde kovar ve sürerler. Bu cümleden olarak kulları da mâsiyet İşlemekten İlham yoluyla men ederler. Bulutlan da yerlerine sevk eder ve sürerler. Şeytanları da insanlara vesvese verip onları azdırmaktan men ederler. Melekler, kullara zikrolsun di­ye ayetleri okurlar. Çünkü Allah katındaki kitabı insanlara getirenler onlar­dır.

Adamın biri çıkıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: İslamiyet Allah'tan veya O'nun sıfatlarından başka bir şeyle yemin etmemizi yasakladığı halde Cenab-ı Allah nasıl olurda melekler adına yemin ediyor? Bu sebeple denil­miştir ki: "Andolsun o sıra sıra dizilenlere" ayet-i kerimesin-deki yeminden kasıt şudur: "Andolsun o sıra sıra dizilenlerin Rabbine". Bu­nu böyle söyleyenler "Göğe ve onu yapana andolsun"[5] mealindeki ayet-i kerimeye istinad etmişlerdir. Öyle görülüyor ki —gerçi en doğruyu bilen Al­lah'tır ama— yüce Allah bu nev'i şeylere kasem ederken bu şeylerin yücelik­lerini izhar etmek, kendi yarattığı şeylerin güzelliklerini açıklamak istemiştir. Bu da sonuç olarak bizlere yaratıcının yüceliğini ve kudretinin muazzamliğı-ni hissettirmektedir. Çünkü üzerine yemin edilen bütün bu şeyler O'nun eser­leridirler. "Şüphesiz Tanrınız birdir". Bu, önceki yeminin cevabıdır. Bu söz, inkarcılara hitaben söylendiği İçin burada yemin etmenin ne faydası vardır? demeyin. Çünkü bu yeminin ardısıra yüce Allah'ın, göklerle yerin, ikisi ara­sındaki varlıkların, doğuların, bütün gök cisimlerinin Rabbİ olan Allah'ın bir­liğini isbatlayan deliller gelmektedir. Zîra kainatın bu bedii takdir ve muh­kem düzen içerisinde bulunması Allah'ın birliğine ve kudretinin eksiksizliği-ne delalet eden en açık delildir.

"Herşeyde Allah için bir ayet vardır. Ki onun birliğine delalet eder..''

Senenin günleri sayısınca güneşin doğuş yerleri vardır. Güneş hergün ken­dine özgü bir yerden doğar. Kuzeydeki en uzak doğuş yeri ile güneydeki en uzak doğuş yeri İtibariyle güneşin sene İçinde iki doğuş yeri vardır. "İki do­ğunun ve İki batının Rabbidir"[6] Saffat suresinde "batılardan" bahsedilmemiş sadece "doğuların" Rabbi denilmiştir. Çünkü Allah'ın "doğularda" aza­meti daha zahir ve daha açıktır.

Dünya semasını, yani dünya ehline en yakın olan semayı zinetlerle yani yıldızlarla süsledik. Aslında yıldızlar ile yıldızların konumlan bir zinettir. Hem-de nasıl bir zinet?! Dünya semasını süsledik ve onu itaat dışına çıkan her şeytan'a karşı koruduk. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, dünya se­masını süslemek ve onu taat dışına çıkan, hayırlardan soyutlanmış şeytanla­ra karşı korumak için yıldızları yaratmıştır ki, şeytanlar dünya semasının ve daha üzerindeki semavatın içinde bulunan yüce topluluktan, meleklerden ha­berler işitemesinler. Çünkü melekler dünya ehline nisbetle yükseklerde bu­lunmaktadırlar. Şeytanlarda onlardan haberler dinlemeye çalışırlar ama bir şey duyamazlar. Dünya semasına yükselmek istedikleri zaman şeytanlara her taraftan gök tabakalarının her yanından ateş korları atılır. Kovulur ve uzak­laştırılırlar. Ahirette onlar için bu ateş korundan daha başka azaplarda var­dır. Allah'ın dilediği bir zamana kadar onlar bu azap içinde devamlı surette işkence göreceklerdir.

Bunlar göğün haberlerini duyamazlar. Ancak hırsızlık yoluyla meleklerden birşey duyan olursa onu da bir ateş koru takip eder. O ateş koru her kimin üzerine İnerse onu delip geçer. Peygamber efendimizin risalede görevlendiril­mesinden önce şeytanlar göğe yükselip haber çalmak istedikleri zaman gö­ğün her tarafından değilde, bazı taraflarından kendilerine ateş koru atılırdı. Kendileri de her zaman değil, bazen semadan kovulurlardı. Fakat Peygam­ber efendimizin risalede görevlendirilmesinden sonra onlar her ne zaman göğe çıkıp haber çalmak istedilerse, hep ateş koruyla kovalandılar. Ve göğün her tarafından kovuldular. Peygamber efendimizin risalet görevini almasından önce cinler casusluk yapar gibi haber peşine düşerler ve istedikleri haberi bazen elde eder bazen elde edemezlerdi. Bazen haber hırsızlığı yaparken yakalanıp cezalandırılır bazen de kurtulurlardı. Fakat Peygamber efendimiz vahye mu­hatap olduktan sonra gökteki koruma tedbiri arttırıldı. Şeytanlar İçin, göğe çıkmak ve haber çalmak İstedikleri zaman kovulmaları gayesiyle her tarafta ateş korları hazırlandı. Daha önce semaya yerleşip oturmakta oldukları yer­lerde oturmalarına, haber hırsızlığı yapmalarına müsade edilmedi. Bunun üzerine onlar artık haber hırsızlığı yapamadılar. Ve gökte cereyan eden ha­berlerden hiçbirini dinleyemez oldular. Ancak bazıları gizlilik, hafiflik, ha­reket ve çabukluk içersinde haber çalacak olursa da onu delici bir ateş koru yakalayıp deler geçerdi. Bu sebeplerden dolayı kâhinlik batıl oldu. Peygam­berlik, yani nübüvvet ve risalet sabit oldu.

Daha önceleri şeytanlar göğe çıkar orada haber dinlemeye mahsus yer­lerde otururlardı. Allah bir işin olmasına hükmedip te onu semavat ehline indirdiğinde bu haberi çalar ve yeryüzündeki bazı kahinlere aktarırlardı. Bu haberlere bazı ilavelerde bulunurlar, bunu böylece insanlara iletirlerdi. İnsan­larda doğru olsun, yanlış olsun bu haberleri doğrularlardı. Şeytanlar, Pey­gamber (S.A.V.) efendimizin risaletle görevlendirilmesinden sonra, haber din­lemeye çalışan her şeytan için gökte alev parçalarının dizili vaziyette hazır bek­lediğini gördüler. "Çünkü onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır"[7]

"Bizgöğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş bul­duk. Ve biz onu dinlemeye mahsus olan oturma yerlerinde oturur (gayb ha­berlerini dinlemeye çalışir)dık. Artık şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev parçası bulur"[8]

Ey insanlar! Allah'ın hakimiyet ve saltanatının yüceliğine, kudretinin gö­rüntülerine, nurunun kutsallığına bakın. Bakın da doğru yola erişebilmek için ibret alın.

Hal böyle olunca o Mekke'li kafirlerle müşriklere sor: Yaratılış bakımın­dan kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Bizim gökteki meleklerimiz, feleklerimiz, yerdeki alemlerimiz, yeryüzündeki denizlerimiz, dağlarımız, ağaçlarımız ve nehirlerimiz yaratılış bakımından onların yaratı­lışlarından daha çetin değil midirler?! "Elbette gökleri ve yeri yaratmak, İn­sanları yaratmaktan daha büyük (birşey) dir'[9]

Bİz insanı yapışkan bir çamurdan yarattık. Canlı bir varlık olarak insan ile toprak veya çamur arasında çok büyük farklılık vardır. Sizler ölüm sonra­sı dirilişi uzak bir ihtimal olarak görmeyin ve inkâr etmeyin. Ey Muhammedi sen ve seninie birlikte her mü'minin kalbi Allah'ın korkusu, heybeti ve celali ile dolup taşarken, o yüce zatın san'atını hayranlıkla düşünürken o kafirlerle müşrikler seni ve senin hayranlığını alaya alıyorlar. Onlara gösterdiğin ayeti tuhaf buluyorlardı.

Bazı kimseler ayet-i kerimenin şu anlama geldiğini söylediler: Ey Mu­hammedi Sen onların, ölüm sonrası dirilişi ve Allah'ın birliğini —bu gerçek­lere tanıklık eden ayetlerle mucizelerin zuhuruna rağmen— inkar edişleri ve mucizeleri alaya alışları karşısında hayretler içerisinde kalıyordun. Kendileri­ne bir ayet hatırlatıldığı, bu ayet ile kendilerine öğüt verildiği zaman ibret almıyor, akıbetlerini düşünmüyorlardı. Bir ayet ve mucize gördükleri zaman onu fazlasıyla alaya alıyorlar: Bu sihirdir, bu çok tuhaf bir durumdur, bu­nun sebebini çıkaramadık diyorlardı. Ayrıca, toprak olup çürük kemiklere dönüştükten sonra biz mi yeniden diriltileceğiz? diyerek alaylarını açığa vu­ruyorlardı. Yahut yer altında çürüyüp zayii olan ve izleri silinip yok olan ata­larımız mı bu halden sonra yeniden canlandırılıp diriltilecekler?! diyerek in­karlarını açığa vuruyorlardı. Ey Muhammed, onlara de ki: Siz de ve sîzden Önceki atalarınız da küçültülmüş, alçaltılmış olarak ölüm sonrası yeniden di­riltilecek, Rabbiniz sizi ilk defasında yarattığı gibi yine O'nun huzuruna tek tek geleceksiniz.

Hal böyle olunca ayet-i kerimelerin umumi siyakından anlaşılan ölüm sonrası diriliş, insanları küfürden men eden bir ikazdır. İkinci defa sûra üf­lendiğinde; müslümani ile müşriki ile, itaatkârı ile âsîsi ile bütün insanlar me­zarlarından dirilip ayağa kalkacaklar ve dünyadaki gibi, herşeyi görüp hisse-- decekler ve şöyle diyecekler: Ey hasret ve ey pişmanlık gel, şimdi senin gelme zamanındır! Bu ceza günüdür! Bu sizin dünyada iken yalanladığınız hüküm günüdür! [10]

 

Kıyamet Gününde Müşriklerin Durumu

 

22-23- İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği eden­leri ve Allah'ı bırakıp ta taptıklarım derleyin. Onları cehennem yoluna ko­yun."

24- "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır"

25- Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"

26- Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.

27- Birbirlerine dönüp soruşurlar.

28- İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sûret-i hakdan görünürdünüz" derler.

29- Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış kimseler değilsiniz."

30- "Bizim -sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz."

31- "Bu sebeple, Rabbimİzin sözü aleyhimizde gerçekleşti. Şüphesiz, azabı tadacağız."

32- "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık."

33- O gün hepsi azabda birleşirler.

34- Doğrusu suçlulara böyle yaparız.

35- Onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" denildiği zaman şüphesiz büyükienirler.

36- "Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım?" derlerdi.

37- Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri doğrulamıştı.

38- Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız.

39- Yaptığınızdan başka birşeyle cezalanmıyacaksımz. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

Toplayın, Benzerlerini, eşlerini, akranlarını ve put­larla yıldızlara tapan hempalarını.Onlara yolu gösterin. Onları tutuklayın.Birbirinize yardım etmiyorsunuz.Teslim olup boyun eğiyorlar. Birbirlerini kınıyorlar soruşturu­yorlar, tartışıp alay ediyorlar. Sağ taraftan. Kuvvet ve hüc­cet. Haddi aşanlar.Üzerimize sabit ve vacip oldu. Sizi azdırdık ve sapıklığa davet ettik. [12]

 

Açıklama:

 

Ey melekler! Allah'a ortak koşma sebebiyle kendi nefislerine yazık eden­leri, huzurumda toplayın. "Doğrusu Allah 'a ortak koşmak büyük bir zulüm­dür". Onları, eşlerini, benzerlerini, akranlarını, putlarla yıldızlara ve Allah'tan başka herşeye tapanları huzurumda toplayın. Onları ve tapmakta oldukları şeyleri huzuruma getirin. Onlar cehennem odunlarıdırlar. Mutlaka oraya gi­receklerdir. Her tapan ve her tapılan cehenneme girecektir. Yalnız Meryem oğlu İsa ile Ebu Talip oğlu Ali ve kendilerinin hiçbir günahı olmadan başka­ları tarafından tapılan salih kimseler müstesnadır. Bunlar cehenneme girme­yecektir.

Bu.ifadeler müşriklerle kafirleri daha fazla hasrete ve incinmeye maruz bırakmaktadır. Onlara elem vermektedir. Onları huzurumda toplayın sonra da cehennem yoluna iletin. Cehennemin yolunu onlara gösterin. Ve Cehen­neme yöneltin.

Bu ifadelerle onlar tahkir edilmekte ve küçük düşürülmektedir.

Onları burada, sırat başında tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekilme­yecekler. Çünkü bu hususta dana önce sorguya çekilmişlerdi. Ancak onlara şu husus sorulacaktır: Size ne oldu ki dünyada yaptığınız gibi bugün burada birbirinize yardım edemiyorsunuz?! Bu soru onları kınamak, onları küçük düşürmek, azarlamak için sorulacaktır.

Evet onlar biribirlerine yardım edecek güçte değillerdir. Bu gücü bula­mayacaklar, bilakis azaba teslim olacaklar ve hiçbir itiraz da bulunamaya­caklar, hiçbir hususta bizimle tartışmaya giremeyeceklerdir! Tartışma ve şid­detli mücadele tarzında biribirlerine yönelip hesap soracaklardır. Fakat bu­nu nasıl yapacaklar? Tabî olanlar tabii oldukları reislerine şöyle diyecekler: Sizler, ey kendilerine uyduğumuz kimseler, sağımızdan, en güvendiğimiz nok­talardan bize gelir, yanımıza sokulurdunuz ve bizi ayartmaya çalışırdınız.

Araplar yanında sağ  kelimesi özel bir istilan olup bunu uğurlu sayar ve en değerli işlerle amelleri sağ elleriyle yapıp,işlere sağ taraftan baş­larlardı. Sol'u ise uğursuzluk sayarlar,kötü ve değersiz eşyayı sol elleriyle alır­lardı. Kur'an-ı Kerim nazil olunca sağ'm kıymetli ve şerefli olduğu hususunu

ikrar etti. İyilik yapmış kimselerin ahirette amel defterlerini sağ elleriyle ala­caklarını kendilerine vâdetti. Kötülük yapan kimselerin amel defterlerini sol elle alacaklarını bildirdi. Peygamber (S.A.V.) efendimiz de sağ eliyle İş yap­mayı ve işlere sağ taraftan başlamayı severdi. Bu sebeple sağ kelimesi hayır cihetinde ve hayır işlerinde kullanılır oldu. İşte bu sebeple, kendisine sağ ta­rafından gelindi denildiğinde; bir kimseye hayır ve iyilik tarafından gelindiği manası kast edilmiş olur. Ayet-i kerimede mana şöyle olmaktadır: Sîz ey reis­ler, dünyada iken sağ tarafınızdan yani hayır cihetinden yanımıza gelip soku­lur ve bizleri hayırdan iyilikten uzaklaştırırdınız. Sizler sevdiğimiz sağ tarafı­mızdan yanımıza sokulur ve bizlere yeminler ederdiniz. Biz de sizi tasdik eder­dik. Sağ tarafımızdan, yani din tarafımızdan, hayır ve iyilik cihetinden yanı­mıza gelir sokulurdunuz, ama şeriatın emrini bizim nazarımızda küçük dü­şürür ve bizleri isiamiyeetten nefret ettirirdiniz.

Bazı kimseler, yemin kelimesini kuvvet ve kahır anlamında tefsir etmiş­lerdir. Bu halde ayet-i kerimenin manası şöyle olur; Ey reisler! Siz dünyada kuvvet ve tahakküm ile reislik makamının forsunu kullanarak yanımıza gelir bize sokulur ve bizleri doğru yoldan saptırırdınız!

Kendilerine tabii olunan ve reis pozisyonunda bulunan kimseler dediler ki: Hayır sizler kalben inanmış kimseler değildiniz ki, sizi imandan küfre çe­virdiğimize dair iddialarınız doğru sayılsın. Hayır, sizler kendi karekteriniz ve tabiatınız ile haddi aşan, bizler gibi makul ölçülerin dışına çıkan kimseler oldunuz. Bu sebeple üzerimize Rabbimİzin: "Mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanların bir kısmı ile tamamen dolduracağım! "[13] mealindeki tehdidi hak ve sabit oldu. Doğrusu bizler elem verici azabı mutlaka tadacağız. Çün­kü bizler Rabbimİzin ve elçilerinin emirlerine isyan ettik. Rabbimİzin yukar-daki tehdidi ve yargısı bizim aleyhimizde vacip ve sabit olduğuna göre bizler, sizleri azdırmış olduk. Çünkü bizler de sizler gibi bahtsızlar olduk. Sizleri azgınlığa çağırdık, ama hiçte zorlamadık. Sizler kendi serbest iradenizle, sa­pıklığı doğruluğa tercih ederek bizim çağrımıza icabet ettiniz. Evet sizleri az­dırdık ama bizler de azmıştık. Bu hususta bizi kınamayın.

Böyle olunca o gün onlar azabı çekmede ortak olacaklardır. Doğrusu ey Muhammedi Senin Rabbinİn yakalaması çok şiddetlidir. O tabi olan ve ta­bi olunan mücrimleri hep bu şekilde cezalandırıp azaplandıracaktır. Onlara Allah'tan başka tanrı yoktur denildiği zaman, bu kelimeyi telaffuz etmeye tenezzül etmez büyüklük taslarlardı. Allah'ın birliğine iman etmeyi ve Resu­lünü tasdik etmeyi kendi gururlarına yediremezler ve şöyle derlerdi: Şair bir adamın hatırı uğruna biz tanrılarımızı ve onlara ibadet etmeyi terk mî edece­ğiz ?! Bu adam Hak'ka dayanmayan şürler söylüyor.Bu sözleriyle Kur'an-i Kerim'İ kast ediyorlar ve Kur'an'm şiirden ibaret olduğunu Peygamber efendimizin de şair ve deli olduğunu iddia ediyorlardı. Ağızlarından çıkan bu söz, ne büyük bir sözdür. Bunlar yalan ve iftiradan başka bir şey konuşmuyorlar. BilakisO.Allah katından seçilmiş ve yine nezdİ Uluhiyetten Hak ile Nuru, hidayet ile kalpler şifası olan bildirimleri getiren Mustafa Peygamber'dir. O, kendisinden önce gönderilmiş olan bütün Peygam­berlerin Hak ve gerçek üzere olduklarını tasdik eder. Kendisinden önce.gön­derilen kitapları doğrular ve onları kollar. Şu yalanlayıcılarla sapıkların hal­leri nice olacaktır? Onlar elem verici azabı elbetteki tadacaklardır. Kıyamet gününde onlar dünyada yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. [14]

 

İhlaslı Kimseler Cennettedirler

 

40- Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.

41-44- İşte bildirilen nzık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine İkram olunur.

45-47- Başağnsı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bem­beyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur.

48-49- Yanlarında el değmemiş, örtülü yumurta gibi, bakışlarını da yalnız erkeklerine çevirmiş İri gözlü kadınlar vardır.

50- Birbirlerine dönüp sorarlar:

51-53- İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: "Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?" derdi"

54- Yanındakilere: "Siz onu bük misiniz?" der.

55- Bir bakar onu cehennemin ortasında görür.

56- Ona der ki: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecek­tin."

57- "Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olur­dum".

58-59 "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azab da görmeyeceğiz."

60- İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur.

61- Çalışanlar bunun için çalışsın. [15]

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah'ın kendisine icabet etmeleri için ihlasli kıldığı, kendi din ve taati için seçtiği kimseler, yahut da ihlasla Allah'a ibadet eden kimseler. Fakihe kelimesinin çoğulu olup her çeşit meyve anlamına gelir. Kâse, maşrapa ve bardak anlamına gelir. Pınar gibi akan bir içkiden. Helak ve fesat Sarhoş olurlar. Gözlerini bir şeye (noktaya) diken, başka şeye bakmayan kadınlar. Yani sırf kocalarına bakan kadınlar. Gözü geniş ve güzel kadın. Üze­rinde toz bulunmayan ve mahfuz vaziyette bulunan. Kişiden ayrıl­mayan dost ve arkadaş. Ölüm sonrası dirilişi tasdik edenler. Bir kı­raate göre bu kelime musaddikin şeklinde yani Allah yolunda sadaka veren kimseler anlamında okunmuştur.Cezalandırılacak ve hesaba çeki­lecekler. Bazı kimseler bu kelimenin vesveselendiriimiş ve şüphelendirilmiş

kimseler anlamına geldiğini söylemişlerdir.Cehennemin or­tasında.Rabbimin nimeti, koruyup muvaffak eylemesi. Azabın içinde hazır bulunan ve azabı tadan kimseler. [16]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi

 

Önceki ayetlerde kafirlerin durumlarıyla cezaları açıklandı. Cenab-ı Al­lah'ın, elem verici azabı tatmaları İçin onlar aleyhinde hüküm verdiği ve dün­yada yaptıkları kötü ameller yüzünden cezalandırıldıkları bildirildi.

Ama Allah'ın İhlash kullarına gelince bu ayet-i kerimelerde de belirtil­diği gibi onlar için ebedi cennetler vardır. Orada kesintisiz bir surette nimet-lenip İkamet edeceklerdir. Hem kafirlerle müşriklerin, hem mü'minlerle şa­li h kimselerin durumları ve haddi aşanların cezalan anlatıldı ki, insanlara daha çok te'sir etsin. İki grup arasındaki fark daha iyi şekilde açıklanmış ol­sun ki, insanlar bundan Öğüt ve ibret alsınlar. [17]

 

Açıklama:

 

Ey insanlar! Sizler elem verici azabı mutlaka tadacaksınız. Ancak ibadet­lerinde salih olan, Allah tarafından taat için seçilmiş, Allah'ın tevfik ve hida­yetine mazhar olmuş kullar bu azaba düşmekten müstesnadırlar. Bunlar için mahiyeti belli, tadı, görünümü ve kokusu güzel tatlı bir nzık vardır.

Bu nzık, meyva kelimesi ile tefsir edilmiştir. Meyveler de lezzetlenmek İçin yenilen şeylerin adıdır. Yoksa bunları, karınlarını doyurmak için cennet­te yemek ihityacinda olmayacaklardır. Onlar bedenlerini ayakta tutmak ga­yesiyle yemek yeme ihtiyacında olmayacaklardır. Sadece lezzet almak, tat al­mak İçin nzıklarım yiyeceklerdir. îkram görmüş, ta'zim edilmiş ve şereflen­miş olarak bu meyveleri ve mahiyeti bilinen rızkı yiyeceklerdir. Cismen ve be­denen ikram görüp nimetlere mazhar olduktan sonra ruhen ve manen de ni-metlendİrileceklerdir. İkram üstüne ikram görmek, devamlı nimetlerden sü­rekli yararlanmak İçin yaratılmış cennetlerde bulunan insan'ın ikram üstüne İkram görmesi, nefsi için elbetteki çok hoş ve çok güzel bir şeydir.

O cennetlikler karşılıklı koltuklar, dîvanlar üzerinde oturup sevinç ve ferah İçinde birbirlerini temaşa ederler. Biribirleriyle tartışmaz ve mücadeleye gi­rişmezler. Bilakis yüzleri karşı karşıya, göğüsleri açık, kalpleri ferah olur. Onlar kendi meclislerinde oturmakta iken altın kaplar İçerisinde süslü kupalarla on­lara içkiler sunulur, boydan boya, baştan başa etraflarında hizmetçiler dola­şırlar. Onlar muhafaza içindeki inciler gibidirler. Etraflarında pınarlar ha­linde akmakta olan içkiler dolaştırılır. İçenlere lezzet veren bembeyaz İçkiler­dir bunlar. Dünya içkilerine benzemez. İçenleri sarhoş edipde arbedeye sü­rüklemez. Kusuntu vermez. Hayvani şehveti harekete geçirmez. Nefsi, malı, şeref ve üstünlüğü zayii edip helake sürüklemez. Ahiret içkisini içenler, boş sözler konuşmaz, sarhoş olmaz ve laubalilik yapmazlar!

Bu ne parlak bir ifade ve ne beliğ bir sözdür! Ahİret içkisinde fesat ve nefsin helaki, akıl ile malın ziyanı yoktur. Şahsiyetin zedelenmesi söz konusu değildir. Onu içenlerin akıllan başlarından gitmez, sarhoş olmazlar. Boş sözler sarf etmezler. Ayet-i kerime "GavI" kelimesine anlam bakımından dahil ol­makla beraber aklın giderilmesi anlamına gelen.  fiilinin ek ola­rak zikredilmesindeki maksada gelince bunu şöyle ifade edebiliriz: Aklın za­yi olması insana bir çok zararlar verir. Büyük tehlikelere yol açar. Aklın, zayi olması büyük bir bela ve musibet olduğundan dolayı kelimesinin an­lamına dahil olmakla birlikte ayrıca tek başına anlatılması daha uygun ol­muştur.

Cennetlik erkeklerin yanlarında, gözlerini kendilerine dikmiş ve başka şeye bakmayan, kendilerini seven, yaşdaş, güzel gözlü huriler vardır. "Bun­lardan önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştir'[18]. Temizlik, netlik, beyazlık ve korunmuşluk bakımından, muhafaza içindeki bembeyaz yumur­talar gibidirler.

Kendilerine nehirde akmakta olan şaraplardan ve içkilerden ikram edi­lir. İçki kâseleri, etraflarında dolaştırılır. Bu içkilerden içerler ve dünyadaki mey meclislerinde oturanların adetleri veçhiyle biribirleriyle konuşup sohbe­te dalarlar. Birbirlerine yönelerek söz ve sohbet alışverişinde bulunurlar. Dün­yada iken başlarından geçenleri sorarlar ve biribirlerine anlatırlar. İnsan'in zihni, meşguliyetlerden arınmış olupta müreffeh bir halde yaşarken bu şekil­de sohbet etmesi ve anılarını anlatması ne kadar da tatlı olur? Onlar biribir­leriyle sohbete dalmışken neler söylerler? Onlardan biri sohbet esnasında şöyle der: Dünya da benim bir arkadaşım vardı. İman edip ölümden sonraki dirili­şi tasdik ettiğimden dolayı beni kınar ve bana şöyle derdi: Sende mi kıyamet gününü tasdik edenlerdensin? Biz mi ölüp toprak olduktan, çürümüş kemik­lere dönüştükten sonra yeniden diriltileceğiz? ölümden sonra dirilip hesaba çekilecek ve cezalandırılacak mıyız?

Kafirler işte böyle söylerler! Cennette arkadaşlarıyla sohbet etmekte olan bu mü'min, düyada iken iman etmesi sebebiyle kendisine itirazda bulunan ar-kad-aşını anlatırken onlara şöyle der: Arkadaşımı ve onun akıbetini size gös­termem için cehennemliklere bakar mısınız?

Böyle dedikten sonra küçücük bir pencereden cehennemin içine baktı­lar. Cehennem ateşinin ortasında yakıtı taşlarla insanlardan İbaret olan çıl­gın alevlerin içinde yanmakta olan arkadaşını gördü. Orası ne kötü bir kalış yeri idi. Ona şöyle dedi: Allah'a and olsun. Neredeyse beni de buraya düşü­rüp helak edecektin. Rabbimin nimeti, tevfiki ve hidayeti olmasaydı senin gibi bende cehennem azabının içine düşürülecek, senin arkadaşlarınla birlikte azabın ortasında hazır bulundurulacaktım. Nasıl? Biz ölmeyecek miymişiz? Sadece ilk ölümümüz mü varmış? ilk ölümümüzden sonra diriltilmeyecek miymişiz?

Bu sözleriyle birlikte cennetteki arkadaşlarıyla karşılıklı konuşmaya dö­nerek Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu bol nimetleri dile getiriyor ve arkadaşına tarizde bulunuyor ki; insanların hepsi öğüt ve ibret alsınlar. Biz cennette edebi mi kalacağız? Biz sadece ilk Ölümünüzden başka bir ölümle ölmeyecek miymişiz? Bizler Cehennemlikler gibi azaplandırılmayacak mıymı-şız? Doğrusu bu ebedi nimetler ve daimi lütuf, bu şerefli isme hak kazanan­lar için büyük bir kurtuluştur. Böyle değerli bir sona kavuşmak için çalışan­ların çalışması, talep edenlerin talepte bulunması gerekir. İnsanlar fani dün­ya ve dünyanın geçici metai için çalışmamalıdır. Aslında ahiretin edebi kur­tuluşu için birbirleriyle yarışa girmelidirler. [19]

 

İşte Bu Cehennem, Zalimlerin Donuş Yeridir

 

62- Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa Zakkum ağacı mı?

63- Biz o ağacı, zalimler içih bir dert yaptık.

64- O, cehennemin dibinde çıkan bîr ağaçtır.

65- Tomurcuklan şeytan başı gibidir.

66- İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldurur­lar.

67- Sonra,   üzerine   kaynar su katılmış içki şüphesiz onlar içindir.

68- Doğrusu.sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.

69- Onlar babalarını şüphesiz sapık kimseler olarak bulmuşlardı.

70- Öyleyken yine de onların izlerinden kovalarcasma koşturuyorlar­dı.

71- Onlardan önce geçenlerin çoğu, and olsun ki sapılmıştı.

72- And olsun ki, içlerine uyarıcılar göndermiştik.

73- Ey Muhammedi Uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin sonunun na­sıl olduğuna bir bak!

74- Allah'ın, O'na içten bağlanan kulları bunun dışındadır. [20]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ağırlanma, bol ve geniş nzık, konuk için hazırlanan ikram. Zakkum ağacı, Zıkkımlanmak, zorlukla yutmak anlamına gelir, İmtihan edilme veya azaba uğrama.Cehennemin di­bi. Tomurcuğu. Karışım. Kaynar su.Koş­turuluyorlar. [21]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Kavmini kınayıp susturarak ve onları küçük düşürerek kendilerine de ki: Bu mu daha hayırlıdır yoksa Zakkum ağacı mı? Buradaki hayırlılık, kafirlerin başkalarına tarcih ettikleri şeye nisbetledir. Yukarıdaki ayetlerde zikri geçen ve malum olan cennet nimetleri ile olanların insanlara verdikleri sonsuz lezzet ve sevinç mi daha hayırlı bir ikramdır, yoksa zalim­lerle günahkarların yiyeceği Zakkum ağacı mı daha hayırlıdır? Halbuki Zak­kum ağacı insana sonsuz elem ve hüzün verir. Açık bir ifade ile şunu belirt­mek gerekir ki; yukarıdaki ayet-i kerimelerde vasıfları anlatılan malum cen­net rızkı, cennetliklerin şahıslarına yapılan bir İkramdır, lanetli Zakkum ağacı ise cehennemliklere verilen bir azıktır. Gelen misafire ikram bakımından bu , ikisinden hangisi daha hayırlıdır?!

Pis kokulu ve tadı acı olan Zakkum ağacını kafirler için bir imtihan ve­silesi kıldık. Çünkü onlar, Cehennemin dibinde nasıl ağaç biter? Yakıcı ateş İle rutubetli ve ıslak bitki arasında çok büyük bir zıtlık vardır diyorlardı.

Rabbim Zakkum ağacını ahİrette onlar için bir azap yaptı. Bundan daha şiddetli bir azap var mıdır? Çünkü o cehennemin dibinde biten ve meyve­leri şeytan başlan gibi gayet derecede çirkin ve kötü manzaralı olan bir ağaç­tır. O kafirler Zakkum ağacından yiyerek karınlarını onunla dolduracaklar­dır. Her ne kadar tadı pis, yenilişi kötü de olsa onlar bunu yemek mecburiye­tindedirler. Yedikten sonra da kaynar su ile karıştırılmış bir içecek kendileri­ne verilecektir. Müfessir Zemahşeri ayet-İ kerimede kafirlerin Zakkum ağacını ye­dikten sonra, kaynar su ile karıştırılmış bir içkiyi İçeceklerini anlatan 67. ayetin sümme kelimesiyle başlatılmasmdaki hikmeti şöyle açıklıyor: Zakkum ağacından yapılan yemeğin çirkin ve acı oluşu anlatılıyor. Sonra da bundan daha çirkin ve daha kerih olan bir içeceği alacakları anlatılıyor. İşte bu içkiyi alacaklarını ifade eden ayet-i kerime ile başlatılıyor ki, bu kelime, İçki­nin yemekten sonra alınacağına, delalet etmektedir. Yani kaynarsu ile karıştı­rılmış içeceği Zakkum ağacını yedikten sonra İçeceklerdir ki, bu onlar için daha acı ve elem vericidir. Bundan sonra da onların dönüş ve karar yerleri kendileri için, dünyada yaptıkları kötü amellerinden dolayı hazırlanmış olan cehennem olacaktır.

Yukarıda anlatılan azap ve işkenceyi hak ediş sebebi olarak Kur'an-ı Kerim, onların hiçbir haklı.sebep olmadan dinde babalarını ve atalarını taklit etmelerini göstermektedir. Çünkü onlar hiçbir delil ve hüccete dayanmayan batılda atalarını taküd ettiler ve onların izinde yürüdüler. Halbuki onların ataları çok açık bir sapıklık içindeydiler. Bunlarda, onların peşlerinde, sanki ateşten kırbaçlarla sevk ediliyormuş gibi arkasından süratle koşuyorlardı. Hal­buki onlardan önceki ümmetlerin bir çoğu da sapıklığa girmişlerdi. Biz onla­ra uyarıcı Peygamberler gönderdik. Akıbetlerinin kötü olduğunu haber verip onlara ikazda bulunduk. Bak işte o uyarılanların akıbetleri nice oldu? Küf­redip Peygamberleri yalanladıkları için tamamen mahvedildiler. Ama Allah'ın kendi tevfiki İle halis kıldığı, hayır ve iman ile dosdoğru yola ilettiği kullan helaktan kurtuldular. Bunlar için, yaptıkları iyi amellerden dolayı ebedi cen­netler vardır. [22]

 

Nuh'un Kıssasından Pasajlar

 

75- And olsun ki, Nuh Bize seslenmişti de duasına ne güzel icabet et­miştik.

76- Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.

77- Ancak onun soyunu sürekü kıldık.

78-79- Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun" diye ona bir ün bıraktık.

80- İşte Biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız.

81- Doğrusu o, bizim inanmış kullanmızdandı.

82- Sonra, diğerlerini suda boğduk. [23]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bizi çağırdı. Yani bizden imdat diledi ve bize yalvardı. Şiddetli sıkıntı. [24]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Uyaranla uyarılanların bazılarının durumlarım açıklamanın yanısıra,mü! minlerin güzel akıbeti ile müşriklerin kötü akıbetleri daha Önce özet olarak açıklanmıştı. Ama bu ayetlerde buna genişçe değinilmektedir. Ayrıca Adem'den sonra İnsanlığın ikinci babası, azim sahibi Peygamberlerin ilki olduğu için Nuh (A.S.)'ın kıssasından da bahsedilmektedir. [25]

 

Açıklama:

 

Andolsun ki Nuh bizden imdat dileyip bize yalvardı ve kavmimi helak etmemiz için onlara ilendi. Dedi ki: "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma"[26] Evet Nuh (A.S.), kavmini çok defalar imana davet ettiği ve bu daveti de onların kaçışlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadığı için Rubbinc bu şekilde dua etti. O'ndan kavmini helak etmesini diledi. Rabbi'dc ona en güzel bir şekilde karşılık verdi. Allah dualara karşılık verenlerin en güzelidir. Biz onu ve iman etmiş olan aile efradını büyük sıkıntıdan kurtardık. Yani suda boğulmaktan kurtardık. "Ey Nuh, denildi, sana ve seninle beraber olanlardan (türeyecek) ümmetlere bizden esenlik ve bereketlerle (gemi-den)in, Ama (seninle beraber olanlardan gelecek) Öyle ümmetler de var ki; onları bir süre yaşatacağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacak­tır!"[27]. Evet biz Nuh'un zürriyetini azaptan kurtulup dünyada kalanlardan eyledik. Kendisinden sonra gelen ümmetlerde onun için güzel bir övgü bırak­tık. "Alemler içinde Nuh'a selam var".. Evet aynen onun için, kendisinden sonra gelen ümmetlere de bu cümleyi bıraktık. Yani insanlar ona dua etmek­te, birbiri ardınca gelen kuşaklar onun için hayır ve esenlik duasında bulun­maktadırlar. "İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız" Nuh (A.S.), iyilik yapan kimseler zümresinden olarak bilindiği için, güzel Övgüyü ve bü­tün ümmetlerin hayır duasını hak. etmiştir. Onun iyilikte bulunması, Allah düşmanlarına karşı cihad vermesi, onları Allah'ın dinine davet et­mesi, bu uğurda inkarcıların eziyetlerine uzun uzadıya sabretmesidir. "Çün­kü o, bizim inanan kulianmızdandı". Nuh (A.S;)'m inanan kimseler zümre­sinden biri olarak vasıflandırılması, bu ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi onun Allah'a ihlasla iman edip O'na eksiksizce ibadette bulunmasından do­layıdır.

Biz onu ve ailesini Tufan sulan içinde boğulmaktan kurtardık. Sonra Nuh (A.S.)'a muhalefet eden diğerlerini suda boğduk. Ey basiret sahipleri! Bütün bu anlatılanlardan ibret alın. "Elbette onların hayat hikayelerinde akıl sa­hipleri için ibret vardır "[28]

 

İbrahim (A.S.)'În Kıssasından Pasajlar

 

83- ibrahim de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı.

84- Nitekim Rabbine temiz bir kalble geldi.

85- İbrahim babasına ve milletine şöyle demişti: "Nelere kulluk edi­yorsunuz?"

86- Allah'ı bırakıp uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?"

87- Âlemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?"

88-89- İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben rahatsızım" dedi.

90- Onu bırakıp gittiler.

91-92- O da onların tanrılarına gizlice yönetip: "Sundukları yiyecekleri ye­miyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" dedi.

93- Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu.

94- Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler.

95-96- İbrahim onlara şöyle söyledi: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsu­nuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır."

97- Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atm" dediler.

98- Ona düzen kurmak istediler, ama Biz onları altettik.

99- ibrahim: "Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O be­ni doğru yola eriştirir'1 dedi.

100- "Rabbİm! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver" diye yalvardı.

101- Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. [29]

 

Bazı Kelimeler:

 

Adamın şiası, ona tabi olan ona yardımcı olan ve onun kolundan olan kimseler demektir. İhlasla ve selim kalple Rabbine geldi yani O'na yöneldi. yalanın en kötüsü. Hasta. Meyletti ve yöneldi. Süratle yürüyorlar.

Şid­detli ateş. Kötülük ve tuzak. [30]

 

Açıklama:

 

İşte Peygamberlerin babası İbrahim (A.S.)'ın kıssası, insanlığın ikinci ba­bası olan Nuh'un kıssasından sonra anlatılıyor. Bu iki kıssa arasındaki mü­nasebetin güzelliğini daha da arttıran husus şudur ki; Cenab.-i Allah Nuh'u tufan suyu içinde boğulmaktan kurtardı. İbrahim'i de Nemrut'un yaktırdığı ateşin içinde yanmaktan kurtardı. İşte Ey Muhammed, senin Rabbİn mü­minleri de böyle kurtarır. Her ne kadar şer'i hükümler birbirlerinden farklı iseler.dc İbrahim, şariatin genel esaslarında Nuh' (A.S.)'a tabi olmuştur. Ha­ni bir zamanlar İbrahim selim kalple, bütün kötülüklerden ve serlerden arın­mış, ihlasli, dürüst bir imanla Rabbine yönelmiştir. Bu iman ve ihlasını Rab­bine kendinden bir armağan olarak takdim ettiği için de sevap ve mükafatı haketmişti. İşte o durumda İbrahim, babasına ve kavmine sordu: Tapmak­ta olduğunuz şeyler nedir?

O bu sorusuyla kavminin ve babasının putlara tapmalarını protesto edi­yordu. Onun bu protestosunu yadırgamayın. "Andölsun biz, önceden İbra­him'e de doğru yolu bulma kaabİIiyetini vermiştik. Zaten biz Onu(n olgun insan olduğunu) biliyorduk"[31].

İbrahim, babasının ve kavminin puta tapmalarını protesto ederek onla­ra şöyle hitapta bulundu: "Allah'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsu­nuz?". Yani insanlara yalan ve iftirada bulunmak uğruna Allah'ı bırakıp da uydurma tanrılara mı tapmak istiyorsunuz? Sırf yalan ve iftira hatırına, bir ve kahredici güce sahip Allah'ı bırakıp da diğer tanrılara mı tapıyorsunuz? Başkalarına taptığınıza göre, alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir? Yani bu çirkin ameliniz dolayısıyla sizi şiddetli bîr azaba çarptırmayacağını mı ve kendi halinize bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Hayır asla!

İbrahim (A.S.) Allah'ın yaratıkları üzerinde çok düşünen ve tefekkür eden bir şahıstı. Tefekkür nazarıyla yıldızlara baktı, onları yaratanın kim olduğu­nu, onların yörüngelerinde nasıl hareket ettiklerini, onları hareket ettirenin kim olduğunu, gündüzleyin nerelere kaybolduklarını düşünmeye ve bu soru­ların cevabını araştırmaya başladı. Gökleri ve yıldızları yaratanın, göklerle yeri yoktan var edenin hakkında ne bilmek ve ne yapmak gerektiğini öğren­mek ve idrak etmek için İbrahim, yıldızlara tefekkür nazarıyla baktı. Kavmine: Ben hastayım, feleklere, yıldızlara ve şu putlara tapmanızı hoş görmüyo­rum. Bu hususta müsterih değilim, dedi. Kavmi ise İbrahim'in kendileri ile bu şekilde tartıştığını görünce yüz çevirip gittiler ona iftira ettiler ve büyük bir bühtan da bulundular. Bunun üzerine İbrahim de gizlice onların tanrıla­rının, putlarının yanlarına sokuldu, ibrahim, putların işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermeyen taşlarla ağaçlardan başka şeyler olmadıklarım delil­lerle öğrensinler diye kavminin kendisiyle konuşmalarını istiyordu.

Yemeleri, içmeleri ve yeyip içtikleri şeyleri bereketlendirmeleri için tan­rılarına yiyecekler getirirlerdi. Putlara bakan hizmetçiler, gelen yemeklerin bir kısmını yiyorlar ve halkta o yemekleri tanrılarının yemiş olduğu zannına kapılıyorlardı, ibrahim tanrıların yanlarına vardı. Tanrıların yani putların önünde yiycekler vardı. Onlara şöyle dedi: Yemez misiniz?! Size ne olmuş ki konuşmuyor sunuz? Başınıza bir bela mı geldi ki konuşmuyor sunuz? Yemek yemediklerini ve sorularına da cevap alamadığını görünce olara şiddetle vur­maya başladı. Onları paramparça etti.

İbrahim'in, putlarına böyle hakaretler yaptığını duyan kavmi koşarak ona gittiler ve şöyle dediler: Biz, o putlara tapıp onları kutsadığımız halde sen onları vurup parçalarsın ha! Şüphesiz bu senin yaptığın büyük bir cür1 ettir! İbrahim, onları kınayarak şöyle dedi: Kendi ellerinizle yonttuğunuz ve gözleriniz önünde yaptığınız taşlarla tahta parçalarına mı tapıyorsunuz? Siz­leri yaratan, şeklini düzene koyan ve sizi en güzel bir surette meydana getiren, yaratıcınız olan Allah'ı bırakıpta şu kendi elinizle yaptığınız putlara mı tapı­yorsunuz?

Kavmi, İbrahim'e ne yapacakları hakkında kendi aralarında müşavere yaptılar ve sonunda şöyle dediler: Onun için büyük bir bina yapın. Binayı odunla doldurun. Sonra ateşleyin. Odunlar tutuşup alevler yükselince de onu çılgın alevlerin içini atın!..

Onlar bu işi yaparak İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat ey Muham­medi Senin Rabbin onları alçalmışlardan kıldı ve tuzaklarım boşa çıkarıp bo­yunlarına geçirdi. Bunu da İbrahim'in doğruluğuna, şanının yüceliğine bir delil yaptı. Çünkü yakıcı ateşi onun için soğuk ve esenlik kıldı.

İbrahim onların tuzaklarından kurtulunca şöyle dedi: Ben Rabbime gi­deceğim. O beni doğru yola iletecektir. Dinim ve dünyam için hayırlı olan istikamete sevkedecektir. Ey Rabbim! Davet ve taatte bana yardım edecek, gur­bette ve açlıkta bana dostluk edecek salihlerden bir çocuk bana nasib et.

Bizde ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik. [32]

 

Kurban Kıssası

 

102- Çocuk kendisinin yamsıra yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne der­sin?" dedi, "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabre­denlerden olduğumu göreceksin" dedi.

103-105- Böylece ikisi de Allah'a teslimiyet gösterip, babası oğlunu al­nı üzerine yatırınca Biz: ' 'Ey fbrahim! Rii'yayı gerçek yaptın; işte biz iyi dav­rananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik,

106- Doğrusu bu apaçık bir deneme idi.

107- Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

108-109- Sonra gelenler içinde "İbrahim'e selam olsun" diye ona iyi. bir ün bıraktık.

110- İşte iyileri böylece mükafatlandırırız,

111- Doğrusu o, inanmış kullanmızdandi.

112- Ona, iyilerden olan İshak'ı Peygamber olarak müjdeledik.

113- Kendisini ve İshak'ı mübarek kıldık; ikisinin soyunda iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine yazık eden de vardır. [33]

 

Bazı Kelimeler:

 

Çocuğun, geçim temin etmek için babasıyla çalışabileceği ve onunla koşabileceği yaş, Onu yanı üzere yatırdı. Alnın yan taraflarından her biri. Kurban edilecek bir hayvan ile. [34]

 

Açıklama:

 

İbrahim, Rabbine: Ey Rabbim! Bana salihlerden bir erkek çocuk bağış­la, diye dua etti. Allah'da onun duasını kabul buyurdu. Ve ona yüksek ah­laklı, yumuşak huylu bir erkek çocuk vereceğini meleklerin lisanı ile ona müj­deledi.

Evet ona erkek çocuğu müjdeledik. Ve hibe olarak verdik. Çocuk diğer­leri gibi yanında yetişip büyümeye başladı. Babası ile çalışacak ve yanısıra koşacak yaşa geldiğinde, geçimini temin edecek çağa vardığında babası ona şöyle dedi: Yavrucuğum rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.

Salih kulların rüyaları Allah'ın nurundan birer kıvılcımdır. Peygamber­lerin rüyaları semadan inen bir vahiydir ki bunu hiç kimseler inkar edemez­ler. İbrahim Halilullah, rüyasında oğlunu boğazladığını gördü. Rüyasını oğ­lunu kesmesi gerektiği şekilde yorumladı. Bu oğlu, babası katında çok aziz bir evlattı. Çünkü o babasının ciğerparesi ve göz bebeği idi. Dua edip yalvar-dıktan sonra Allah melekler vasıtasıyla bu çocuğu ona vereceğini müjdeledi. Bu da onun için bir meziyet ve faziletti. Üstünlük ve derece büyüklüğü idi. Bununla beraber İbrahim, Rabbimin emrine teslim oldu. Durumu biricik oğ­luna açıkladı. Onun görüşünü de öğrenmek istedi. Çocuk babasına dedi ki: Babacığım sana emredileni yap. înşaallah beni sabredenlerden biri olarak gö­receksin.

İşte burada insanın önünde gerçek imanın, Hak'ka teslimiyyetin, sab­rın, kaza ve kadere razı olmanın hakiki manaları görülmektedir! Bir baba, oğlunu boğazlamakla emrolonuyor. Baba ve oğlan birlikte bu emre boyun eğiyorlar. Baba ve oğul bu emre teslim oluyorlar. Doğrusu bu şaşılacak bir durumdur! Aslında bu, Allah'ın dostu İbrahim ile onun sabırlı oğlu için çok görülmemelidir. Onlar vaadlerinde doğru ve güvenilir kimselerdirler. "Yav­rum, dedi, ben uykuda seni kestiğimi görüyorum (düşün) bak, ne dersin? (Ço­cuk): Babacığım, sana emredileni yap, inşaattan beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

îkiside Allah'ın emrine boyun eğip teslim olduklarında baba, oğlunu yanı üzere yere yıktı. Bıçağı şah damarına sürdü, fakat bıçak kesmedi. Defalarca sürdüğü halde bıçak kesmedi. İbrahim bu durum karşısında hayrette kaldı. Bu manzarayı seyreden gökteki melekler sıkıntıya düştüler. Fakat kısa zamanda Cenab-ı Allah genişlik verip sıkıntıyı giderdi. Kutlu ve yüce Allah adına bir melek ona şöyle seslendi: Ey İbrahim bu kadarı kafidir. Sen rüyanı doğrula-din. Üzerine düşeni yaptın. Gayretini sarf ettin. Yapabileceğini yaptın. Sana tenbih ettiğimiz şeyleri gerçekleştirdin. Kendi imkanların dahilinde olanları yaptın. Ve seni men ettiğimiz şeylerden kaçındın"[35].

İkisi Allah'ın emrine boyun eğip teslim olduklarında İbrahim oğlunu yanı üzere yere yıktı. Biz ona: Ey İbrahim, sen rüyayı gerçekleştirdin, diye seslen­dik. Bundan sonrada ona semiz bir koç fidye olarak verdik, ikisini de musi­betten ve büyük sıkıntıdan kurtardik. Niçin? Çünkü senin Rabbin iyi kimse­leri böyle mükafatlarla ödüllendirir. Onların ikisi de iyi davranmışlar, emre itaat etmişler, Rablerine itaat etme uğrunda parlak bir şekilde canlarını feda etriıişlcrdi. Bunu ancak azim sahibi Peygamberler kabul ederler. Doğrusu bu apaçık bir imtihandı. Biricik oğlunu kesmekle emrolunup bu emre sabrede­rek ve karşılığını da Rabbinden bekleyerek itaat etmekten daha büyük ve da­ha şiddetli bir İmtihan düşünülebilir mi?!

Ona fidye olarak büyük bir koç verdik. Rivayete göre bu koç cennetten indirilmiş, İbrahim de tekbir ve tehlil getirerek onu boğazlamıştı. Kendisin­den sonra gelen ümmetlere İbrahim için. güzel bir övgü ve hoş bir anı bırak­tık. İbrahim'in ailesine selam olsun. Kendilerinden sonra gelen ümmetler içe­risinde ıtırlı bir anı bırakmak gibi güzel bir mükfatla iyi kimseleri ödüllendi­ririz. Çünkü İbrahim, bizim inanmış kullarımızdandı. Salih bir Peygamber olarak ona İshak'i vereceğimizi de müjdeledik.

Kurban bayramında kurban kesmenin vacipliği de işte buradan gelmek­tedir. Nimeti tamamlamak, islamın kelimesini ortaya koymak, O'nun bayra­ğını yücültmek; şirki, zulüm ve bühtanı yok etmek ancak Peygamber efendi­mizle ve onun sahabilerinin canlarını, mallarını feda etmeleriyle mümkün ol­muştur. Haydin ey müsiümanlar ve Muharnmed (S.A.V.)'in İzinden yürüyen­ler! Allah yolunda cihad etmek, O'nun yoluna davette bulunmak, batılı yok etmek, Hakkı hak etmek, islam bayrağını zulüm ve taşkınlık kalelerinin üze­rine dikmek uğrunda ucuz-pahalı, değerli değersiz herşeyimizi sarfederek ci­had etmeye söz verelim. Din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar, İslama şe­refini iade edinceye kadar, Kur'an yolunda cihad etmek için söz verelim. Bu sözümüze şahit olarak Allah kafidir. İbrahim'e de İshak'a da bereketler ver­dik. Onlardan Peygamberler, melikler ve hükümdarlar geldi. Onların soyla­rından iyi ameller işleyenler, apaçık bir surette nefislerine yazık edenler de geldi.

Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi kişinin hidayet ya da sapıklığına soy ve

nesebinin hiçbir etkisi yoktur.

Geride bir mes'ele kaldı. O da şudur: Kurban edilen kimdir? İshak'mı yoksa İsmail midir? Aslına bakılırsa Kurban edilenin İshak ya da İsmail ol­duğunu açıkça belirten bir Kur'an ayeti mevcud değildir. Ama —Doğrusunu Allah bilir— öyle görülüyor ki kurban edilen, ismail'dir. Zira Kur'an-ı Ke­rim, kurban edilen şahsın kıssasını anlattıktan sonra şöyle bir ifade kullan­mıştır: "Biz ona, iyilerden bir Peygamber olacak İshak'ı müjdeledik". Bu ayet-i kerime, kurban edilenin İshak'tan başkası olduğunu, yani İsmail (A.S.) olduğunu göstermektedir. Bazı alimler kurban edilenin, İshak Peygamber ol­duğu görüşündedirler. Buna delil olarak da şu hususu ileri sürmektedirler: İbrahim Peygamber, kendisine salih ve iyi bir erkek çocuğu bahşetmesi için Rabbİne dua ettikten sonra kavminden ayrıldı. Karısı Sara ve kardeşi oğlu Lut'İa birlikte Şam'a hicret etti. Bununla ilgili olarakta Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "İşte (ibrahim) onlardan ve onların Allah'tan başka taptıkların­dan ayrılınca biz ona İshak'ı ve (İshak'm oğlu) Yakub'u armağan ettik"™. Kurban edilmesin diye erkek çocuğa fidye olarak Allah tarafından bir koç gönderilmişti. Bu koç, daha önceden kendisi ile İbrahim'e müjde verilen çocuk için verilmişti. Kendisi hakkında İbrahim (A.S.)'a müjde verilen ço­cuk ise ayet-i kerimenin ifadesine göre îshak'tır. Çünkü ayet-İ kerimede: "Biz . ona İshak'ı müjdeledik" denilmektedir. Bundan da anlaşıldığına göre, İsma­il'den yaşça daha büyüktür. Verilen müjde de İsmail'den önce olmuştur. Ba­zı kimselerse birinci görüşü tercih etmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de ifade edi­len manayı elbetteki en iyi bilen Allah'tır. Zor olan onunla kolaydır. [36]

 

Musa İle Harun'un Kıssasından Bir Nebze

 

114- And olsun ki Musa ve Harun'a da iyilikte bulunmuştuk.

115- İkisini ve milletlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.

116- Onlara yardım etmiştik de üstün gelmişlerdi.

117- Her ikisine de, apaçık anlaşılan bir Kitab vermiştik.

118- Her ikisini de doğru yola eriştirmiştik.

119-120- Sonra gelenler içinde, "Musa ve Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık.

121- Doğrusu Biz, iyileri böylece mükafatlandırırız.

122- İkisi de şüphesiz, inanmış kullanmızdandı. [37]

 

Açıklama:

 

Yüce Rablerinin emrine uyup O'nun rızasını elde etmek maksadıyla İs­mail'in kurban olmaktan kurtuluşundan ve İbrahim'inde üzerine inen bela­dan halas olmasından sonra Kur'an-ı Kerim, Musa ile Harun'a verilen nimet­lerden bahsetmiştir. Andolsun ki, biz Musa ile Harun'a Peygamberlikte İü-tufta bulunduk, Onlara hikmet verdik. Onları ve kavimlerini büyük sıkıntı­dan, yere batmaktan, Fir'avun ve adamlarından kendilerine ulaşan kötü iş­kencelerden kurtardık. Çünkü Firavun ve adamları, Musa ile kavminin erkek çocuklarını keser, kadınlarını diri bırakırlardı. O, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlardandı.

Cenab-ı Allah, yeryüzünde horlanıp güçleri kemirilen ve zayıflatılan İsrailoğuilanna lütufta bulunmak, onları yeryüzünde hükümran kılmak iste­di. Onları düşmanlarına karşı muzaffer kıldı. Böylece onlar Firavun ve adam­larına galip geldiler. Biz, Musa ile Harun'a içinde hiçbir tahrifat ve bühtan bulunmayan, Hak'kı apaçık bir surette ortaya koyan Tevrat'ı bir kitap ola­rak verdik. Kendilerinden sonra gelen ümmetler içinde Musa ile Harun'a gü­zel bir Övgü bıraktık. Musa İle Harun'a selam olsun. Evet onlar için sonra gelen nesillerde güzel bir övgü bıraktık. Çünkü Rabbin iyilik yapanları, yap­tıkları iyiliğin benzeri ile mükafatlandırıp güzelce ödüllendirir. Musa ve Ha­run'da bizim inanan kullarımızdan oldukları için iyi kimselerdendirler. [38]

 

İlyas'ın Kıssasından Bir Nebze

 

123- Doğrusu İlyas da peygamberlerdendir.

124-126- Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yara­tanların en İyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulu­nan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti.

127-128- Bunun, üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdir.

129-130- Sonra gelenler içinde, "îlyas'a selam olsun" diye bir ün bıraktık.

131- Doğrusu Biz iyileri böylece mükafatlandırırız.

132- O, inanmış kullarımızdandı. [39]

 

Bazı Kelimeler:

 

Israiloğullarınm Peygamberlerinden bir Peygamber. Bir put adı. Terk ediyorsunuz. Yasin ile İlyas aynı şeyler­dir.[40]                                                  

 

Açıklama:

 

Şüphesiz İlyas bir Peygamberdir. Kavmi olan İsrailoğullarına Allah ta­rafından gönderilmiş olan bir elçidir. Hani o kavmine şöyle diyordu: Rabbi­niz olan Allah'ın azabından korunmaz mısınız? Çocukların korkudan İhtîyarlayacağı bîr günden, kıyametten korkmaz mısınız? Siz Allah'tan başka bir Rabbe mi ibadet ediyorsunuz? Yaratıcıların en güzeli olan Rabbinizi mi terk ediyorsunuz! Aslında ibadet ve kutsamayı hak eden başka bir yaratıcı mevcut değildir. O Allah'tır ki sizin Rabbiniz, yaratıcınız ve ilk atalarınızın yaratıcısıdır. Bu vasıfta olan bir zattan başta Tanrı, O'ndan başka bir mabut yoktur...

İlyas, kavmine bu sözlerle çağrıda bulundu ama kavmi onu yalanladı. Onu ve Peygamberliğini inkar ettiter. Yaptıklarının cezası olarak ta Cehennem ate­şinin ortasında azaplandmldılar. Elem verici azabı tatdılar. Ama alemlerin Rabbine teslim olan şerefli peygamberlere iman eden ihlaslı kullara gelince, onlar için ebedi cennetler vardır. Bu cennetler içinde nimetlenir ve gölgesin­de hayat sürerler. Biz, îlyas için de kendisinden sonraki ümmetlerde güzel bir övgü bıraktık: "îlyasîneselam olsun". Bir kıraate göre bu kelime "âliyasîn" şeklinde okunur. Öyle sanıyoruz ki onun adı İlyas ve Yasindir. Onun âline yani dinine girenlerle, ona Hak İle tabii olanlara selam verildiğine göre ona öncelikle selam verilmesi gerekir. Bu esenlik duası ile selama gerekçe olarak ta Cenab-i Allah şöyle buyurmuştur: "İşte biz güzel davrananları böyle mü­kafatlandırırız". İlyas iyi davranan kimselerdendi. Çünkü o, Allah'ın İnan­mış kullarındandı. Allah'm selamı, rahmet ve bereketi onların hepsinin üze­rine olsun. [41]

 

Lût Kavminin Kıssasından Bir Nebze

 

133- Şüphesiz Lût da -peygamberlerdendir.

134-135- Geridekiler arasında kajan yaşlı bir kadın dışında Lût'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.

136- Sonra diğerlerini yok etmiştik.

137-138- Ey İnsanlar! Sabah akşam, onların yerleri üzerinden geçersi­niz. Akletmez misiniz? [42]

 

Açıklama:

 

Şu Lût'da, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve onları doğ­ru yola iletmek için kavimlerine gönderilen Allah elçilerinden biridir. Fakat kavmi onu yalanladılar. Ve ona eziyet ettiler. Nihayet Rabbin, kafir kavme karşı gazaplandı. Onlara kendi katından bîr azap yağmuru yağdırdı. Şüphe­siz senin Rabbinin azabı çok şiddetlidir. Hani biz Joit'u ve beraberindeki inan­mışları kurtardık. Karısı geride kalan ve helake uğrayan kavim arasında idi. Diğerlerini yani Lût'u yalanlayıp Rabbinin emrine isyan edenleri tahrip edip helake sürükledik. İşte onların diyarları ve izleri. Onların helake uğradıkları­na tanıklık etmektedir. Sizler sabah akşam, gece gündüz onların yurtların­dan geçip gidiyorsunuz. Ey Kureyşli müşrikler bütün bu durumları görüpte aklınızı çalıştırmıyor musunuz? Ve sizden Önceki âsi kavmin başına gelen fe­laketlerden ibret almıyor musunuz?! [43]

 

Yunus (A.S.)'In Kıssası

 

139- Doğrusu Yunus da peyamberlerdendir.

140- Dolu bir gemiye kaçmıştı.

141- Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize atılmıştı.

142- Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu.

143-144- Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar bahğm karnında kalacaktı.

145- Halsiz bir halde iken kendirlisini sahile çıkardık.

146- Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik.

147- Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.

148- Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik. [44]

 

Bazı Kelimeler:

 

İzinsiz olarak kaçtı. Dolu. Gemidekiler kur'a çektiler.Kur'a sonunda yenilenler. Kınayan. Onu attık. Sahil Hasta. Geniş yapraklı bir ağaç veya kabak ağacı. Müddet ve belli vade.

Yunus bin Matta Kur'an-ı Kerim'de kendi adıyla dört yerde anılmıştır. Kendi vasfıylada iki yerde anılmıştır:

1- "Zünnûna (Balık karnına girmiş olan Yunus ibn Matta'ya) da (lüt­fettik). Zira, (o, kavmine) kızarak gitmişti"[45]

2- "Sen Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti "[46]

 

Açıklama:

 

Yunus bin Matta, Ninovahlara gönderilen Peygamberlerdendir. Hani o Rabbinin rızası İçin kavmine kızarak yüklü gemiye doğru kaçıp gitmiş ve ge­miye binmişti...

Yuaus'un kavmi ile arasında geçen kıssasını şöyle özetlemek mümkün­dür: Yunus, Ninova, halkına Allah tarafından bir elçi olarak gönderildi. On­ları Allah'ı birlemeye, putlara tapmayı terk etmeye davet etti ama onlar onun bu davetine icabet etmediler, emrine kulak vermediler. Bu da onun ağrına gitti. Kalbi onlara karşı kin ve öfkeyle doldu. Kavminin tutumunu sevmedi. Onlara kızarak, imanlarından ümit keserek gizlice kaçtı. Deniz kıyısına var­dığında, içi insanlarla dolu bir gemi buldu. O da insanlarla bu gemiye bindi. Sahili geçtikten sonra dalgalar kabarmaya, rüzgarlar gemiye çarpmaya baş­ladı. Yolcular sonlarının kötü olmasından endişeye kapıldılar. Ürküntü duy­dular. Ne yapacakları konusunda birbirleriyle konuşmaya başladılar. Sonra kendi aralarında kur'a çekmek ve kura'nın İsabet edeceği şahsı denize atmak hususunda karara vardılar. Hepsi kurra çektiler. Kur'a sonunda Yunus yenil­di. Şanının yüceliği ve faziletini bildiklerinden Ötürü Yunus'u denize atmak zorlarına gitti. Yeniden ikinci kez, üçüncü kez kur'a çektiler sonuçta kur'a hep Yunus'un aleyhine çıkıyordu. O denizin payına düşecekti ki, gemideki yolcu yükü hafiflesin ve gemi yoluna rahatlıkla devam edebilsin. Kur'a Yu-hus'a çıktığında Yunus, Allah'ı kızdıracak bir günah işlediğini anladı. Çün­kü iyi kimselerin iyilikleri Allah'a yakın olan kimselerin kötülükleri mesabe­sindedir. İzinsiz olarak kavmini terk etmesinin, unların eziyetlerini karşı sab-retmemesinin kendi şahsına yaraşmayan bîr davranış olduğunu anladı ve ken­dini denize attı, balık onu yuttu. Kusurundan dolayı kendini kınıyordu.

Cenab-ı Allah balığa, onu yutması için vahyetti. Balığın karnında üç ka­ranlık içinde kaldı. Allah'ın inayet eli ona uzandı, korundu ve zararlardan muhafaza olundu. Balığın karnında Rabbine nida edip yalvarıyor onu teşbih ediyor ve ondan ricada bulunuyordu: "Nihayet karanlıklar içinde (kalıp): "Sen­den başka Tanrı yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin, ben zalimler­den oldum!" diye yalvardı"[47].

Cenab-ı Allah onun bu duasına icabet etti. Balığa onu dışarı atması için vahiyle bulundu ve onu kıyıya attı. İlâhi inayete mazhar oldu. Cenab-ı Allah onun üzerinde kabak ağacı bitirdi ki onu eziyetlerden korusun.

Ey Muhammed! Senin Rabbin onu yüzbin yahut daha fazla bir kavme Peygamber olarak gönderdi. Sahih rivayete göre o kavim Ninova halkıdır. Ona iman ettiler, Peygamberliğini tasdik ettiler. Putlara tapmayı terk ettiler. Bu­nun üzerine Rabbin de onları belli bir zamana kadar geçindirdi. Bu zaman onların dünyadaki ömürleri kadar ya da her İşlerinde Allah'a iltica edip sı­ğındıkları ve O'na iman ettikleri müddet kadardır. Rabbine iman eden her millete imanları işte bu şekilde faide verir. "Ve Rabbinİzden mağrifet dileyesiniz, sonra ona tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş süreye kadar güzelce yaşat­sın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini versin"[48]

 

İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa

 

149- Ey Muhammed Putperetslere sor, kızlar senin Rabbinin de er­kekler onların mı? 150- Yoksa melekleri kız olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler?

151-152- Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar, "Al­lah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.

153- Allah kızları, oğullara tercih mi etmiş?

154- Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyor sunuz?

155- Hiç düşünmez misiniz?

156- Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?

157- Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin bakalım.

158- Allah'la cinler arasında da bir soy bağı icadettiîer. And olsun ki, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.

159- Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir.

160- Allah'ın içten bağlı kullan bunların dışındadır.

161-163- Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden baş­kasını Allah'a karşı azdıncı değilsiniz.

164-166- Melekler şöyle derler: "Bizim herbirimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı teşbih eden­leriz!'

167-169- Putperestler:"Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap ol­saydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kullan olurduk" derlerdi.

170- Böyleyken O'nu inkar ettiler. Ama bileceklerdir. [49]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onlara sor ve onlardan haber al. (Yoksa) ve (mı) an­lamına gelir.Yalanın en şiddetlisi, iftira, bühtan, Seçti. Kuvvetli hüccet.Melekler.Bunlar gözden kayboldukları ve görünmedikleri için bu adı almışlardır.

Hısımlık, bağ. Fitne ve sapıklık taşıyanlar. Cehenneme giren ve cehennem ateşi ile yanan. [50]

 

Açıklama:

 

Bu sure Mekki olup, inançları konusunda Mekke'lilerle münakaşaya tutuş­muştur. Özellikle tevhid inancını isbat etmek, müşriklik itikadını reddetmek, kıyamet gününde insanların yeniden diriltileceklerini isbatlamak İçin müş­riklerle münakaşaya girişmiştir. Bu surede Cenab-ı Allah anılan hususların hak olduklarına dair kat'i deliller serd etmiştir. Yine bu suredeki ayet-i keri­meler insanın kıyamet gününde karşılaşacağı hayır veya şerri, mü'minler için hazırlanmış olan ebedi nimetleri açıklamışlardır. Bundan sonra CenabAIlah,şu Mekkeli müşriklerden önce bir çok milletlerin de sapıklığa uğradıkla­rını, onlara uyarıcı Peygamberler gönderildiğini anlatmıştır. Bunun peşi sıra bazı Peygamberlerin kıssaları detaylı olarak nakledilmiştir ki; bu kıssalardan her biri o Peygamberlerin erdemliliklerini ve onların yüce Allah'a olan kul­luklarını, ayrıca cennette onlar için hazırlanmış olan nimetleri İfade etmiştir.

Surenin sonunda Cenab-ı Allah Peygamberine şu emri veriyor: Akılla­rın protesfo edeceği, tabiatların reddedeceği şeyleri sorarak onları sustur. Çünkü onların yaptıkları bu taksimat haksız ve batıl bir taksimattır. Onlar, melekle­rin Allah'ın kızları olduğuna İnanıyorlar. Cüheyne, Huzaa, Beni Melih, Beni Seleme ve Abdüddar kabileleri bu İnanca sahip'idiler. Bunlar meleklerin Al­lah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı. Onların bu İddialarına karşı Cenab-ı Allah çok yüce ve üstündür. Kızlar Rabbİne de, oğlanlar onlara mı? Bu nasıl olur? Halbuki onlardan birine,- kız çocuğu doğduğu müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğün­den dolayı kavminden gizlenir, şimdi o, bu müjde karşısında ne yapacak. Ba­şını öne eğip zillet içinde o kızı sağ bırakıp yanında mı tutacak yoksa onu toprağa mı gömecek? Onlar ne kötü hüküm veriyorlar! Sevmedikleri ve hoş­lanmadıkları kızları Allah'a nisbet ediyorlar. Bununla beraber en güzel sonucunda kendilerinin olacağını dilleriyle uydurup söylüyorlar. Hayır onlar için mutlaka ateş vardır. Onlar cehennem ateşine sürüleceklerdir. Biz, melek­leri dişi olarak yaratırken onlar bizim yanımızda hazır mı duruyorlardı?

Bu ifade onların iddialarını çürütmek, onları susturmak içindir. Çünkü onlar, gece gündüz İbadet eden tertemiz melekleri dişilikle nitelemişlerdi. Bu nitelemeyi yaparken de hiçbir delilleri yoktu. Olsa olsa Allah melekleri yara­tırken onlarla Allah'ın yanında hazır bulunmuş olurlardı kî bu da mümkün değildir. Onların akli ve nakli delillerine gelince bu delillerin batıl olduğunu isbatlamaya ihtiyaç bile yoktur. Onlar iftira ve bühtanlarından biri olarakta Allah'ın çocuk sahibi olduğunu ortaya atmışlardır. Bu iddialarında da yalan söylemişlerdir. Hiçbir delil ve, hüccete: dayanmayan böyle bir çirkin iftirada bulunmakla Allah'ın çocuğu olduğu iddiasını ortaya atmışlardır.

Allah kızları seçip oğlanlara tercih mi etmiştir. Size ne olmuş ki böyle hüküm veriyorsunuz? O, kızları oğlanlara nasıl tercih eder? En basit akılla­rın bile çürüteceği bu hükmü nasıl verirsiniz? Sizler böyle bir düşünceyi or­taya atarken açık bir hüccetiniz var mıdır?

Bu soruylada onlar kınanıp susturulduktan sonra kendilerinden melek-' lerin Allah'ın kızları olduğuna dair verdikleri hükmü te'yid edecek bir -cetlerinin bulunup bulunmadığı sorulmaktadır. Çünkü verilen bir hükmün kabul edilmesi için onun akli, nakli veya maddi delilinin bulunması gerekir. kikadlannca meleklerin dişi olarak yaratılışlarını iddia ediyorlar ama melek­lerin dişi olarak yaratılışları esnasında onlar Rablerinin yanında hazır ve şa­hit olarak bulunuyorlar mıydı? Onların bu iddialarını te'yid edecek akli bir delilleri yoktur. Geriye nakli delilden başka bir şey kalmadı. Öyleyse sizin bu iddianız doğruysa getirin nakli delillinizi ve kitabınızı. (Zaten böyle bir delil getirmeleri de mürrikün değildir). Buradaki "getirin" emri Taciz içindir, "se­maya yüksel" emri gibi. Zira onların delil getirmeleri mümkün değildir.

Rivayete göre bazı Kureyşli kafirler; meleklerin Allah'ın kızları oldukla­rını söylediklerinde Ebu Bekir, onları susturmak ve görüşlerini çürütmek için onlara şöyle demiştir: Peki bu Meleklerin anaları kimlerdir?

Onlar cevaben dediler ki; Meleklerin anaları cinlerin ileri gelenlerinin kızlarıdır. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Onunla (Allah ile) cinler arasında bir nesep (bir soy birliği) uydurdular!'

Bu ayet-İ kerime aslında onlara hitap ettiği halde onların gıyabında ken­dilerinden söz etmektedir ki bununla, onların cevap veremeyecek hale gel­diklerine ve dolayısıyla muhataptık derecesinden düştüklerine işaret etmek iste­miştir. Buna göre cinlerden kasıt şeytanlar, nesepten kasıt da hısımlık olmak­tadır. Belki de cinlerden kasıt meleklerin, nesepten kasıt da meleklerin Al­lah'a olan nisbetleridir. Çünkü onlar meleklerin Allah'ın kızları olduklarını iddia etmişlerdi. Allah'a andolsun ki cinler de bu sözü söyleyenlerin cehen­nem azabında hazır ve ebedi olacaklarını bilmişlerdir. Ey Mekkeli kafirler, bakın bakalımısizler hangi noktadasınız?! Allah'a yakıştırdıkları nitelemelerden ve ona koştukları ortaklardan o, çok yüce ve münezzehtir. O, iftiracı­larla batılcıların iddia ettiklerinden uzak ve mukaddestir.

Allah'a ortak koşanlar cehennem ateşinde azaplandırılaçaklardır. An­cak ibadetlerinde ihlasli olanlar, Allah'a samimi olarak kulluk edenler, Rab-leri tarafından seçilenler, Rableri tarafından küfür karanlığından çıkarılıp is­lam nuruna kavuşturulanlar cennette olacaklardır. Onlar İçin belli bir nzık, meyveler ve çeşitli nimetler vardır. Onlara ikramda bulunacaktır. "Onların tümünü azdıracağım. Yalnız onlardan halis kulların hariç"[51]

Ey müşrikler! Bunları bildikten sonra şunu da bilin ki; sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız varlıklar, Allah'a fitne taşıyamazsınız. Sİz ve taptıkları­nız hiç kimseyi Allah'a karşı ifsad edip yoldan çıkaramazsınız. Ancak cehen­neme girip oradaki ateşle yanacaklarına dair İlmi ezelîde haklarında hüküm verilenler hariç. Onlar için cehennem ne kötü bir varış yeridir. Bütün emir Allah'ın elindedir. O, kuluna serbest seçim hakkı vermiştir. îrade bahsetmiş­tir ki yaptığı İyiliklere sevap, işlediği kötülüklere de azap ve İkap yazsın.

Allah'ın kızları olduklarını iddia ettikleri meleklere veya Allah'a ortak , koştukları ortaklara gelince, işte size açık itiraflarını ve yüce Allah'ın huzu­rundaki durumlarını anlatıyoruz: "Bizim içimizden herkesin belli bir maka­mı vardır." Biz ibadet hususunda bu makamımızın ve çizgimizin dışına çıka­mayız. Kâinatın nizamı ile alemin tedbiri sadece Allah'a aittir. O'nun ortağı yoktur. Biz haddimizi tecavüz etmeyiz. Tecavüz etmeye de gücümüz yetmez. Allah'ın kaza ve kaderine boyun eğip teslim olur, O'nun yüceliği önünde eği­liriz.

İşte bunlardan bazısı beli doğrulamayacak şekilde rükuda, kimi de alnı yerdenkalkmayacak şekilde secdededir-Bunların da her birinin ibadette belli bir makamı vardır ki bu makamın dışına çıkamaz. Allah bunların ibadet için1 saf halinde bulunduklarını, hiçbirinin safın ne ilerisine nede gerisine gide­meyeceğini bildirmektedir. (Namazda safların düzgün tutulması da işte bu­radan gelmektedir).'Onlar, müşriklerin yakıştırmalarından Allah'ı teşbih ve tenzih ederler.

Meleklerin ikrarları işte budur. Sizlerde ey müşrikler, onlara nasıl tapar­sınız veya onların Allah'ın kızları olduklarını nasıl iddia edersiniz?

Peygamber (S.A.V.) efendimizin risaletle görevlendirilmesinden önce müş­rikler, cahil ve ümmi kimseler olarak ayıplandıklarında şöyle derlerdi: Eğer yanımızda evvelkilere gelen kitaplardan bir kitap olsaydı ve bize bir elçi gön-derüseydi iman edenlerin ilki biz olurduk.

İstedikleri şey kendilerine geldiğinde onu inkar ettiler ve iman etmedi­ler. Fakat ileride bunun cezasını çekecekler. Ancak şirkten ve putperestlikten arınmış selim bir kalple Allah'a gelen kimselere iyi amelleri faide verir. [52]

 

Azimlerin Güçlendirilmesi

 

171- And olsun ki, Peygamber kullarımıza söz vermişizdir:

172- Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir.

173- Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.

174- Ey Muhammedi Bir süreye kadar onlara aldırış etme.

175- Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.

176- Azabımıza uğramakta acele mi ediyorlar?

177- O azab, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!

178- Ey Muhammedi Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

179- İnecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.

180- Senin güçlü olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münez­zehtir.

181- Peygamberlere selam olsun.

182- Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. [53]

 

Bazı Kelimeler:

 

Vadimiz. Onlara görülüyormuşcasma bazı eşyalardan haber verdi. Yurtlarına. [54]

 

Açıklama:

 

Yüce Allah, kafirleri tehdit edip müşrikleri kötü akıbetle korkutup uyar­dığında bu tehdidi ile uyarısını, Peygamber efendimizle ordusunun kalbini güçlendirecek, O'nun ve sahabilerinin azimlerini bileyecek ifadelerle takviye etti: Andolsun ki, bizim elçilerimizden olan kullarımız için zafer sözümüz geçmiştir. Onları muzaffer kılıp düşmanlarına galip getireceğimize dair vaa­dimiz verilmiş ve gerçekleşmiştir. Kutlu ve yüce Allah buyuruyor ki:

"Atlah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz diye yazmıştır"[55].

171. ayet-i kerimede geçen UuiS" sözcüğü ile İfade edilen Allah'ın vadin­den kastedilen mana nedir? Bununla şu mana kast edilmiştir: Allah'ın elçile­ri ve orduları muzaffer olup düşmanlara karşı galip olacaklardır. Galiptik hüc­cet ve burhan ile yahut süngü ve kılıç ile, devlet kurup egemenliği tamamen elde etmekle olur. Dininden uzaklaşması, devletinde ve kendi davranışındaki genel düzeninin zayıflaması dolayısıyla mü'min kişi her ne kadar bazı za­manlarda mağlub düşerlerse de o, hüccet ve burhan ile yine de galiptir. Şu da var ki, Cenab-ı Allah gerçek müslümanlardan söz ederken onların kendi ki­tabıyla hükmettiklerini, Resulünün sünnetiyle amel ettiklerini, din ve Kur'an-ın davet ettiği amelleri yaptıklarını, bu uğurda faaliyet gösterdiklerini İfade buyurmaktadır. Çünkü bu gibi kimseleri kendi orduları olarak tavsif etmek­te, bunların muzaffer olacaklarım müjdelemektedir. Biz nerede., bu evsafta­ki müslümanlar nerede!... Hal böyle olunca ey Muhammedi Sen bir süreye ka­dar kafirlerden yüz çevir. Onlara İnecek ölüm ve esaret gibi azabı gör. Bunun akİ-betini onlara göster. Bu akıbetle karşılaşacaklarım gözle görülür bir şekilde bu sonuca maruz kalacaklarını onlarada bildir ve göster. Çünkü bu tehditle­rinin gerçekleşeceğini ileride onlar göreceklerdir. Onlar Cenab-ı Allah'ın tehdit etmekte olduğu azabın bir an evvel üzerlerine inmesini istiyorlardı. Onların bu isteklerini Cenab-ı Allah şu karşılığı veriyor: "Bizim azabımızı mı acele istiyorlar?" Bu azap büyük bir ordu gibi onların yurtlarına indiğinde ve yu­valarının üzerine çöktüğünde o uyarılmış kimselerin karşılaştıkları sabah ne kötü bir sabah olacaktır!

Bu İfadelerde özellikle sabah kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu azap onlara sabahleyin gelecektir. Ayrıca düşmanlara yapılan saldırı ve baskınlar da ço­ğunlukla sabahlan olur.

Ey Muhammed, bir süreye kadar onlardan yüz çevir ve onların üzerleri­ne inecek olan azabı gör. Yakında onlar da göreceklerdir.

"Kudret ve şeref sahibi Rabbin, onların taktıkları sıfatlardan (münez­zehtir) yücedir, selâm, gönderilen Peygamberlere. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a!".

Bu, Rai ani bir edeptir. Bu, sureyi; Allah'ın arkadaşa, ortağa, çocuğa sahip bulunmadığını bildiren ifadelerle sona erdiren İlâhî bir hatimedir. Mü'min-lerde bu hatimede bildirilen hususlarla edeplensinler ve değerli işlerini sona er­dirdiklerinde bu ifadeleri kullansınlar. Rivayete göre Hz. Ali (R.A.) şöyle bu­yurmuştur: Kıyamet gününde kendisi için tam ölçeklerle sevap ölçülmesini isteyen kimse, oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman şöyle desin:

"Kudret ve şeref sahibi Rabbim, onların taktıkları sıfatlardan (münez­zehtir) yücedir. Selam, gönderilen Peygamberlere. Hamd, alemlerin Rabbi Al­lah'a!". Bu ayetler, Cenab-ı Allah'ı kendisine yakışmayan eksikliklerden ten­zih etmeyi ve O'nu kendisine layık olan yüce sıfatlarla tavsif etmeyi kapsa­maktadırlar. Zira rububiyyet; hikmet, rahmet, lütuf ve nimet ile terbiye et­meye işarette bulunmaktadır. İzzet ise kudretin tamam lığına, ilmin eksiksizliği-ne, irade ile vahdaniyetin bütünlüğüne işaret etmektedir.Kudret ve şeref sa­hibi olan Allah İle O'nun mü'min kullarından sahih tevhid inancını ve kâ­mil risaleti Allah'tan tebliğ eden elçilere selam olsun. Peygamber (S.A.V.) efen­dimizin bu konuda şöyle buyurdukları rivayet olunur: "Bana selam verdiği­nizde diğer peygamberlere de selam verin, çünkü ben de peygamberlerden bir peygamberim. En büyük korku gününde onlara Allah 'm selam ve güvenliği olsun". Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun. Bütün peygamberlere de salat-ü selam olsun. [56]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/221.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/221-222.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/223.

[4] Nûr: 41.

[5] Şems: 5.

[6] Rahman: 17.

[7] Şuara: 212.

[8] Cin: 8-9.

[9] Mü'min: 57.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/223-226.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/226-227.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/228.

[13] Secde: 13.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/228-229.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/230-231.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/231-232.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/232.

[18] Rahman: 56.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/232-234.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/234-235.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/235.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/235-236.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/236-237.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/237.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/237.

[26] Nuh: 26.

[27] Hûd: 48.

[28] Yusuf: 111.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/237-238.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/238-239.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/239-240..

[31] Enbiya; 51.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/240-241.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/242-243.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/243.

[35] Bu kısım, Kurtubî Tefsirinden alınmıştır.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/243-245.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/245-246.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/246.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247-248.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/248.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/249.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/249-250.

[45] Enbiya: 87.

[46] Kalem: 48.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/250.

[47] Enbiya: 87.

[48] Hûd: 3.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/250-251.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/251-253.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/253.

[51] Sâd: 82-83.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/253-255.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/256.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/256.

[55] Mücadele: 21.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/257-258.