Şüphesiz Tanrınız Birdir, Ölüm Sonrası Dirilişte Haktır
Kıyamet Gününde Müşriklerin Durumu
İhlaslı Kimseler Cennettedirler
İşte Bu Cehennem, Zalimlerin Donuş Yeridir
İbrahim (A.S.)'În Kıssasından Pasajlar
Musa İle Harun'un Kıssasından Bir Nebze
İlyas'ın Kıssasından Bir Nebze
Lût Kavminin Kıssasından Bir Nebze
İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa
Müfessirlerin icmaı ile Mekkidir. 182 ayettir.
Diğer sureler gibi bunda da Tevhid'den, ölüm sonrası
dirilişten bahsedilmekte, müşriklere değinilmekte, onların dünya ve ahiretteki tutumları anlatılmakta, nübüvvetin İsbatına temas edilmekte, rhü'minlerden
ve onların dünya ile ahjretteki hallerinden bahsedilmekte,
bunun yanısıra bazı Peygamberlerle ümmetlerinin
kıssaları zikredilmektedir. Surenin sonunda da Mekke müşrikleri anlatılmakta, müslü-manların azimleri güçlendirilmekte,
kafirlerin pazuları gevşetilmektedir. [1]
1-5- Ey İnsanlar! Sıra sıra
duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tann'nız,
Bir'dir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir; doğuların ve
batıların Rab-bidir.
6- Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla
süsledik.
7- Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk.
8-9- Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden
kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azab vardır.
10- Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun
peşine düşüverir.
11- Ey Muhammedi Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini
yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı ? Aslında
Bİz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdir.
12- Ey Muhammedi Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da
seni alaya alıyorlar.
13- Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler.
14- Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar.
15-17- "Bu apaçık bir sihirdir; Öldüğümüz,
toprak ve kemik olduğumuz zaman, Önceki babalarımız yahud
biz mi dirileceğiz?" derler.
18- Ey Muhammedi De ki: "Evet hem de zelil ve hakir
olarak."
19- Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar.
20- Şöyle derler: "Vay bize! İşte bu ceza
günüdür."
21- Onlara "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür!'
denir. [2]
Saf, eşyayı doğru bîr
çizgi üzerinde dizmek manasına gelir. Zecr, kuvvetli
sesle defetmek ve savmak anlamına gelir.Kur'an
okuyanlar.Meşrik kelimesinin çoğulu olup güneşin
doğduğu taraflar anlamına gelir. Sayıları ancak Allah tarafından bilinen semavi
cisimlerle, yıldızlar, İtaat dışma çıkan ve hayırdan
uzak olan.Duymazlar. öjiJüjji Atılırlar, Tard edilip uzaklaştırılanlar, Daimi Hatf
kelimesi, süratle kapıp götürmek anlamına gelir. Ateş koru. Parlak veya üzerine
indiği şeyi delen şey. Onlara sor, onlardan haber al. Yapışkan. Çok alaya
alırlar. Zeül ve hakirler. [3]
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah İbadet için saf halinde dizilmiş olan meleklere veya
Allah'ın emrini beklemek için gökte kanatlarını sıra sıra
dizmiş meleklere yemin ediyor. Bâzı kimseler derler ki; ayet-i kerimede sıra sıra dizilmiş olan varlıklardan kasıt kuşlardır. Çünkü
bunlar gökte uçarlarken kanatlarını aynı hizaya getirerek bir sıra teşkil ederler.
"Gökte kanatlarını sıra halinde çırparak uçan kuşlar"[4]
Melekler kendilerine ilişen ulvî ve süflî gök cisimlerini, kendine ilişen
varlığa münasip bir şekilde kovar ve sürerler. Bu cümleden olarak kulları da mâsiyet İşlemekten İlham yoluyla men ederler. Bulutlan da
yerlerine sevk eder ve sürerler. Şeytanları da insanlara vesvese verip onları
azdırmaktan men ederler. Melekler, kullara zikrolsun
diye ayetleri okurlar. Çünkü Allah katındaki kitabı insanlara getirenler onlardır.
Adamın biri çıkıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: İslamiyet Allah'tan
veya O'nun sıfatlarından başka bir şeyle yemin etmemizi yasakladığı halde Cenab-ı Allah nasıl olurda melekler adına yemin ediyor? Bu
sebeple denilmiştir ki: "Andolsun o sıra sıra dizilenlere" ayet-i kerimesin-deki yeminden kasıt
şudur: "Andolsun o sıra sıra
dizilenlerin Rabbine". Bunu böyle söyleyenler "Göğe ve onu yapana andolsun"[5]
mealindeki ayet-i kerimeye istinad etmişlerdir. Öyle
görülüyor ki —gerçi en doğruyu bilen Allah'tır ama— yüce Allah bu nev'i şeylere kasem ederken bu şeylerin yüceliklerini
izhar etmek, kendi yarattığı şeylerin güzelliklerini açıklamak istemiştir. Bu
da sonuç olarak bizlere yaratıcının yüceliğini ve kudretinin muazzamliğı-ni hissettirmektedir.
Çünkü üzerine yemin edilen bütün bu şeyler O'nun eserleridirler.
"Şüphesiz Tanrınız birdir". Bu, önceki yeminin cevabıdır. Bu söz, inkarcılara
hitaben söylendiği İçin burada yemin etmenin ne faydası vardır? demeyin. Çünkü
bu yeminin ardısıra yüce Allah'ın, göklerle yerin,
ikisi arasındaki varlıkların, doğuların, bütün gök cisimlerinin Rabbİ olan Allah'ın birliğini isbatlayan
deliller gelmektedir. Zîra kainatın bu bedii takdir ve muhkem düzen içerisinde
bulunması Allah'ın birliğine ve kudretinin eksiksizliği-ne delalet eden en açık
delildir.
"Herşeyde Allah için bir ayet vardır. Ki onun birliğine
delalet eder..''
Senenin günleri
sayısınca güneşin doğuş yerleri vardır. Güneş hergün
kendine özgü bir yerden doğar. Kuzeydeki en uzak doğuş yeri ile güneydeki en
uzak doğuş yeri İtibariyle güneşin sene İçinde iki doğuş yeri vardır. "İki
doğunun ve İki batının Rabbidir"[6] Saffat suresinde "batılardan" bahsedilmemiş
sadece "doğuların" Rabbi denilmiştir. Çünkü Allah'ın
"doğularda" azameti daha zahir ve daha açıktır.
Dünya semasını, yani
dünya ehline en yakın olan semayı zinetlerle yani
yıldızlarla süsledik. Aslında yıldızlar ile yıldızların konumlan bir zinettir. Hem-de nasıl bir zinet?!
Dünya semasını süsledik ve onu itaat dışına çıkan her şeytan'a karşı koruduk.
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, dünya semasını süslemek ve onu taat dışına çıkan, hayırlardan soyutlanmış şeytanlara
karşı korumak için yıldızları yaratmıştır ki, şeytanlar dünya semasının ve daha
üzerindeki semavatın içinde bulunan yüce topluluktan,
meleklerden haberler işitemesinler. Çünkü melekler dünya ehline nisbetle yükseklerde bulunmaktadırlar. Şeytanlarda
onlardan haberler dinlemeye çalışırlar ama bir şey duyamazlar. Dünya semasına
yükselmek istedikleri zaman şeytanlara her taraftan gök tabakalarının her
yanından ateş korları atılır. Kovulur ve uzaklaştırılırlar. Ahirette onlar için bu ateş korundan daha başka azaplarda
vardır. Allah'ın dilediği bir zamana kadar onlar bu azap içinde devamlı
surette işkence göreceklerdir.
Bunlar göğün
haberlerini duyamazlar. Ancak hırsızlık yoluyla meleklerden birşey
duyan olursa onu da bir ateş koru takip eder. O ateş koru her kimin üzerine
İnerse onu delip geçer. Peygamber efendimizin risalede görevlendirilmesinden
önce şeytanlar göğe yükselip haber çalmak istedikleri zaman göğün her tarafından
değilde, bazı taraflarından kendilerine ateş koru
atılırdı. Kendileri de her zaman değil, bazen semadan kovulurlardı. Fakat
Peygamber efendimizin risalede görevlendirilmesinden sonra onlar her ne zaman
göğe çıkıp haber çalmak istedilerse, hep ateş koruyla kovalandılar. Ve göğün
her tarafından kovuldular. Peygamber efendimizin risalet
görevini almasından önce cinler casusluk yapar gibi haber peşine düşerler ve
istedikleri haberi bazen elde eder bazen elde edemezlerdi. Bazen haber
hırsızlığı yaparken yakalanıp cezalandırılır bazen de kurtulurlardı. Fakat
Peygamber efendimiz vahye muhatap olduktan sonra gökteki koruma tedbiri
arttırıldı. Şeytanlar İçin, göğe çıkmak ve haber çalmak İstedikleri zaman
kovulmaları gayesiyle her tarafta ateş korları hazırlandı. Daha önce semaya
yerleşip oturmakta oldukları yerlerde oturmalarına, haber hırsızlığı
yapmalarına müsade edilmedi. Bunun üzerine onlar
artık haber hırsızlığı yapamadılar. Ve gökte cereyan eden haberlerden
hiçbirini dinleyemez oldular. Ancak bazıları gizlilik, hafiflik, hareket ve
çabukluk içersinde haber çalacak olursa da onu delici bir ateş koru yakalayıp
deler geçerdi. Bu sebeplerden dolayı kâhinlik batıl oldu. Peygamberlik, yani
nübüvvet ve risalet sabit oldu.
Daha önceleri
şeytanlar göğe çıkar orada haber dinlemeye mahsus yerlerde otururlardı. Allah
bir işin olmasına hükmedip te onu semavat
ehline indirdiğinde bu haberi çalar ve yeryüzündeki bazı kahinlere
aktarırlardı. Bu haberlere bazı ilavelerde bulunurlar, bunu böylece insanlara
iletirlerdi. İnsanlarda doğru olsun, yanlış olsun bu haberleri doğrularlardı.
Şeytanlar, Peygamber (S.A.V.) efendimizin risaletle
görevlendirilmesinden sonra, haber dinlemeye çalışan her şeytan için gökte
alev parçalarının dizili vaziyette hazır beklediğini gördüler. "Çünkü
onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır"[7]
"Bizgöğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve alevlerle
doldurulmuş bulduk. Ve biz onu dinlemeye mahsus olan oturma yerlerinde oturur
(gayb haberlerini dinlemeye çalışir)dık. Artık şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen
bir alev parçası bulur"[8]
Ey insanlar! Allah'ın
hakimiyet ve saltanatının yüceliğine, kudretinin görüntülerine, nurunun
kutsallığına bakın. Bakın da doğru yola erişebilmek için ibret alın.
Hal böyle olunca o Mekke'li kafirlerle müşriklere sor: Yaratılış bakımından
kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Bizim gökteki
meleklerimiz, feleklerimiz, yerdeki alemlerimiz, yeryüzündeki denizlerimiz,
dağlarımız, ağaçlarımız ve nehirlerimiz yaratılış bakımından onların yaratılışlarından
daha çetin değil midirler?! "Elbette gökleri ve yeri yaratmak, İnsanları
yaratmaktan daha büyük (birşey) dir'[9]
Bİz insanı yapışkan bir çamurdan yarattık. Canlı bir
varlık olarak insan ile toprak veya çamur arasında çok büyük farklılık vardır.
Sizler ölüm sonrası dirilişi uzak bir ihtimal olarak görmeyin ve inkâr
etmeyin. Ey Muhammedi sen ve seninie birlikte her mü'minin kalbi Allah'ın korkusu, heybeti ve celali ile
dolup taşarken, o yüce zatın san'atını hayranlıkla
düşünürken o kafirlerle müşrikler seni ve senin hayranlığını alaya alıyorlar.
Onlara gösterdiğin ayeti tuhaf buluyorlardı.
Bazı kimseler ayet-i
kerimenin şu anlama geldiğini söylediler: Ey Muhammedi Sen onların, ölüm
sonrası dirilişi ve Allah'ın birliğini —bu gerçeklere tanıklık eden ayetlerle
mucizelerin zuhuruna rağmen— inkar edişleri ve mucizeleri alaya alışları
karşısında hayretler içerisinde kalıyordun. Kendilerine bir ayet
hatırlatıldığı, bu ayet ile kendilerine öğüt verildiği zaman ibret almıyor,
akıbetlerini düşünmüyorlardı. Bir ayet ve mucize gördükleri zaman onu
fazlasıyla alaya alıyorlar: Bu sihirdir, bu çok tuhaf bir durumdur, bunun
sebebini çıkaramadık diyorlardı. Ayrıca, toprak olup çürük kemiklere
dönüştükten sonra biz mi yeniden diriltileceğiz? diyerek alaylarını açığa vuruyorlardı.
Yahut yer altında çürüyüp zayii olan ve izleri silinip yok olan atalarımız mı
bu halden sonra yeniden canlandırılıp diriltilecekler?! diyerek inkarlarını
açığa vuruyorlardı. Ey Muhammed, onlara de ki: Siz de ve sîzden Önceki
atalarınız da küçültülmüş, alçaltılmış olarak ölüm sonrası yeniden diriltilecek,
Rabbiniz sizi ilk defasında yarattığı gibi yine O'nun huzuruna tek tek geleceksiniz.
Hal böyle olunca
ayet-i kerimelerin umumi siyakından anlaşılan ölüm sonrası diriliş, insanları
küfürden men eden bir ikazdır. İkinci defa sûra üflendiğinde; müslümani ile müşriki ile, itaatkârı ile âsîsi ile bütün
insanlar mezarlarından dirilip ayağa kalkacaklar ve dünyadaki gibi, herşeyi görüp hisse-- decekler ve
şöyle diyecekler: Ey hasret ve ey pişmanlık gel, şimdi senin gelme zamanındır!
Bu ceza günüdür! Bu sizin dünyada iken yalanladığınız hüküm günüdür! [10]
22-23- İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri,
onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp ta taptıklarım derleyin. Onları
cehennem yoluna koyun."
24- "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da
sorulacaktır"
25- Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle
yardımlaşmıyorsunuz?"
26- Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.
27- Birbirlerine dönüp soruşurlar.
28- İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sûret-i hakdan görünürdünüz" derler.
29- Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış
kimseler değilsiniz."
30- "Bizim -sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu.
Bilakis, azmış bir millettiniz."
31- "Bu sebeple, Rabbimİzin
sözü aleyhimizde gerçekleşti. Şüphesiz, azabı tadacağız."
32- "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz
azgındık."
33- O gün hepsi azabda
birleşirler.
34- Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
35- Onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur"
denildiği zaman şüphesiz büyükienirler.
36- "Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı
bırakalım?" derlerdi.
37- Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri
doğrulamıştı.
38- Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız.
39- Yaptığınızdan başka birşeyle
cezalanmıyacaksımz. [11]
Toplayın,
Benzerlerini, eşlerini, akranlarını ve putlarla yıldızlara tapan hempalarını.Onlara
yolu gösterin. Onları tutuklayın.Birbirinize yardım etmiyorsunuz.Teslim olup
boyun eğiyorlar. Birbirlerini kınıyorlar soruşturuyorlar, tartışıp alay
ediyorlar. Sağ taraftan. Kuvvet ve hüccet. Haddi aşanlar.Üzerimize sabit ve
vacip oldu. Sizi azdırdık ve sapıklığa davet ettik. [12]
Ey melekler! Allah'a
ortak koşma sebebiyle kendi nefislerine yazık edenleri, huzurumda toplayın.
"Doğrusu Allah 'a ortak koşmak büyük bir zulümdür". Onları,
eşlerini, benzerlerini, akranlarını, putlarla yıldızlara ve Allah'tan başka herşeye tapanları huzurumda toplayın. Onları ve tapmakta
oldukları şeyleri huzuruma getirin. Onlar cehennem odunlarıdırlar. Mutlaka
oraya gireceklerdir. Her tapan ve her tapılan cehenneme girecektir. Yalnız
Meryem oğlu İsa ile Ebu Talip oğlu Ali ve
kendilerinin hiçbir günahı olmadan başkaları tarafından tapılan salih kimseler müstesnadır. Bunlar cehenneme girmeyecektir.
Bu.ifadeler
müşriklerle kafirleri daha fazla hasrete ve incinmeye maruz bırakmaktadır.
Onlara elem vermektedir. Onları huzurumda toplayın sonra da cehennem yoluna
iletin. Cehennemin yolunu onlara gösterin. Ve Cehenneme yöneltin.
Bu ifadelerle onlar
tahkir edilmekte ve küçük düşürülmektedir.
Onları burada, sırat
başında tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekilmeyecekler. Çünkü bu hususta dana
önce sorguya çekilmişlerdi. Ancak onlara şu husus sorulacaktır: Size ne oldu ki
dünyada yaptığınız gibi bugün burada birbirinize yardım edemiyorsunuz?! Bu soru
onları kınamak, onları küçük düşürmek, azarlamak için sorulacaktır.
Evet onlar biribirlerine yardım edecek güçte değillerdir. Bu gücü bulamayacaklar,
bilakis azaba teslim olacaklar ve hiçbir itiraz da bulunamayacaklar, hiçbir
hususta bizimle tartışmaya giremeyeceklerdir! Tartışma ve şiddetli mücadele
tarzında biribirlerine yönelip hesap soracaklardır.
Fakat bunu nasıl yapacaklar? Tabî olanlar tabii oldukları reislerine şöyle
diyecekler: Sizler, ey kendilerine uyduğumuz kimseler, sağımızdan, en
güvendiğimiz noktalardan bize gelir, yanımıza sokulurdunuz ve bizi ayartmaya
çalışırdınız.
Araplar yanında sağ kelimesi özel bir istilan olup bunu uğurlu
sayar ve en değerli işlerle amelleri sağ elleriyle yapıp,işlere sağ taraftan
başlarlardı. Sol'u ise uğursuzluk sayarlar,kötü ve değersiz eşyayı sol
elleriyle alırlardı. Kur'an-ı Kerim nazil olunca sağ'm kıymetli ve şerefli olduğu hususunu
ikrar etti. İyilik
yapmış kimselerin ahirette amel defterlerini sağ
elleriyle alacaklarını kendilerine vâdetti. Kötülük
yapan kimselerin amel defterlerini sol elle alacaklarını bildirdi. Peygamber
(S.A.V.) efendimiz de sağ eliyle İş yapmayı ve işlere sağ taraftan başlamayı
severdi. Bu sebeple sağ kelimesi hayır cihetinde ve hayır işlerinde kullanılır
oldu. İşte bu sebeple, kendisine sağ tarafından gelindi denildiğinde; bir
kimseye hayır ve iyilik tarafından gelindiği manası kast edilmiş olur. Ayet-i
kerimede mana şöyle olmaktadır: Sîz ey reisler, dünyada iken sağ tarafınızdan
yani hayır cihetinden yanımıza gelip sokulur ve bizleri hayırdan iyilikten
uzaklaştırırdınız. Sizler sevdiğimiz sağ tarafımızdan yanımıza sokulur ve
bizlere yeminler ederdiniz. Biz de sizi tasdik ederdik. Sağ tarafımızdan, yani
din tarafımızdan, hayır ve iyilik cihetinden yanımıza gelir sokulurdunuz, ama
şeriatın emrini bizim nazarımızda küçük düşürür ve bizleri isiamiyeetten
nefret ettirirdiniz.
Bazı kimseler, yemin
kelimesini kuvvet ve kahır anlamında tefsir etmişlerdir. Bu halde ayet-i
kerimenin manası şöyle olur; Ey reisler! Siz dünyada kuvvet ve tahakküm ile
reislik makamının forsunu kullanarak yanımıza gelir bize sokulur ve bizleri
doğru yoldan saptırırdınız!
Kendilerine tabii
olunan ve reis pozisyonunda bulunan kimseler dediler ki: Hayır sizler kalben
inanmış kimseler değildiniz ki, sizi imandan küfre çevirdiğimize dair
iddialarınız doğru sayılsın. Hayır, sizler kendi karekteriniz
ve tabiatınız ile haddi aşan, bizler gibi makul ölçülerin dışına çıkan kimseler
oldunuz. Bu sebeple üzerimize Rabbimİzin:
"Mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanların bir kısmı ile tamamen
dolduracağım! "[13]
mealindeki tehdidi hak ve sabit oldu. Doğrusu bizler elem verici azabı mutlaka
tadacağız. Çünkü bizler Rabbimİzin ve elçilerinin
emirlerine isyan ettik. Rabbimİzin yukar-daki tehdidi ve yargısı
bizim aleyhimizde vacip ve sabit olduğuna göre bizler, sizleri azdırmış olduk.
Çünkü bizler de sizler gibi bahtsızlar olduk. Sizleri azgınlığa çağırdık, ama
hiçte zorlamadık. Sizler kendi serbest iradenizle, sapıklığı doğruluğa tercih
ederek bizim çağrımıza icabet ettiniz. Evet sizleri azdırdık ama bizler de
azmıştık. Bu hususta bizi kınamayın.
Böyle olunca o gün
onlar azabı çekmede ortak olacaklardır. Doğrusu ey Muhammedi Senin Rabbinİn yakalaması çok şiddetlidir. O tabi olan ve tabi
olunan mücrimleri hep bu şekilde cezalandırıp azaplandıracaktır.
Onlara Allah'tan başka tanrı yoktur denildiği zaman, bu kelimeyi telaffuz
etmeye tenezzül etmez büyüklük taslarlardı. Allah'ın birliğine iman etmeyi ve
Resulünü tasdik etmeyi kendi gururlarına yediremezler ve şöyle derlerdi: Şair
bir adamın hatırı uğruna biz tanrılarımızı ve onlara ibadet etmeyi terk mî
edeceğiz ?! Bu adam Hak'ka dayanmayan şürler söylüyor.Bu sözleriyle Kur'an-i
Kerim'İ kast ediyorlar ve Kur'an'm
şiirden ibaret olduğunu Peygamber efendimizin de şair ve deli olduğunu iddia
ediyorlardı. Ağızlarından çıkan bu söz, ne büyük bir sözdür. Bunlar yalan ve
iftiradan başka bir şey konuşmuyorlar. BilakisO.Allah
katından seçilmiş ve yine nezdİ Uluhiyetten
Hak ile Nuru, hidayet ile kalpler şifası olan bildirimleri getiren Mustafa
Peygamber'dir. O, kendisinden önce gönderilmiş olan bütün Peygamberlerin Hak
ve gerçek üzere olduklarını tasdik eder. Kendisinden önce.gönderilen kitapları
doğrular ve onları kollar. Şu yalanlayıcılarla sapıkların halleri nice
olacaktır? Onlar elem verici azabı elbetteki tadacaklardır. Kıyamet gününde
onlar dünyada yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. [14]
40- Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.
41-44- İşte bildirilen nzık ve
meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde
kendilerine İkram olunur.
45-47- Başağnsı vermeyen, sarhoş
etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler
sunulur.
48-49- Yanlarında el değmemiş, örtülü yumurta gibi,
bakışlarını da yalnız erkeklerine çevirmiş İri gözlü kadınlar vardır.
50- Birbirlerine dönüp sorarlar:
51-53- İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir
dostum vardı, bana: "Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman
dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?" derdi"
54- Yanındakilere: "Siz onu bük misiniz?" der.
55- Bir bakar onu cehennemin ortasında görür.
56- Ona der ki: "Allah'a and
olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin."
57- "Eğer Rabbimin lutfu
olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum".
58-59 "Birinci ölümden sonra bir daha
ölmeyeceğiz değil mi? Azab da görmeyeceğiz."
60- İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur.
61- Çalışanlar bunun için çalışsın. [15]
Allah'ın kendisine icabet
etmeleri için ihlasli kıldığı, kendi din ve taati için seçtiği kimseler, yahut da ihlasla
Allah'a ibadet eden kimseler. Fakihe kelimesinin
çoğulu olup her çeşit meyve anlamına gelir. Kâse, maşrapa ve bardak anlamına
gelir. Pınar gibi akan bir içkiden. Helak ve fesat Sarhoş olurlar. Gözlerini
bir şeye (noktaya) diken, başka şeye bakmayan kadınlar. Yani sırf kocalarına
bakan kadınlar. Gözü geniş ve güzel kadın. Üzerinde toz bulunmayan ve mahfuz
vaziyette bulunan. Kişiden ayrılmayan dost ve arkadaş. Ölüm sonrası dirilişi
tasdik edenler. Bir kıraate göre bu kelime musaddikin
şeklinde yani Allah yolunda sadaka veren kimseler anlamında okunmuştur.Cezalandırılacak
ve hesaba çekilecekler. Bazı kimseler bu kelimenin vesveselendiriimiş
ve şüphelendirilmiş
kimseler anlamına
geldiğini söylemişlerdir.Cehennemin ortasında.Rabbimin nimeti, koruyup
muvaffak eylemesi. Azabın içinde hazır bulunan ve azabı tadan kimseler. [16]
Önceki ayetlerde
kafirlerin durumlarıyla cezaları açıklandı. Cenab-ı
Allah'ın, elem verici azabı tatmaları İçin onlar aleyhinde hüküm verdiği ve
dünyada yaptıkları kötü ameller yüzünden cezalandırıldıkları bildirildi.
Ama Allah'ın İhlash kullarına gelince bu ayet-i kerimelerde de belirtildiği
gibi onlar için ebedi cennetler vardır. Orada kesintisiz bir surette nimet-lenip İkamet edeceklerdir. Hem kafirlerle müşriklerin, hem mü'minlerle şali h kimselerin durumları ve haddi aşanların
cezalan anlatıldı ki, insanlara daha çok te'sir
etsin. İki grup arasındaki fark daha iyi şekilde açıklanmış olsun ki, insanlar
bundan Öğüt ve ibret alsınlar. [17]
Ey insanlar! Sizler
elem verici azabı mutlaka tadacaksınız. Ancak ibadetlerinde salih olan, Allah tarafından taat
için seçilmiş, Allah'ın tevfik ve hidayetine mazhar olmuş kullar bu azaba düşmekten müstesnadırlar.
Bunlar için mahiyeti belli, tadı, görünümü ve kokusu güzel tatlı bir nzık vardır.
Bu nzık,
meyva kelimesi ile tefsir edilmiştir. Meyveler de
lezzetlenmek İçin yenilen şeylerin adıdır. Yoksa bunları, karınlarını doyurmak
için cennette yemek ihityacinda olmayacaklardır.
Onlar bedenlerini ayakta tutmak gayesiyle yemek yeme ihtiyacında
olmayacaklardır. Sadece lezzet almak, tat almak İçin nzıklarım
yiyeceklerdir. îkram görmüş, ta'zim edilmiş ve
şereflenmiş olarak bu meyveleri ve mahiyeti bilinen rızkı yiyeceklerdir.
Cismen ve bedenen ikram görüp nimetlere mazhar
olduktan sonra ruhen ve manen de ni-metlendİrileceklerdir. İkram üstüne ikram görmek, devamlı
nimetlerden sürekli yararlanmak İçin yaratılmış cennetlerde bulunan insan'ın
ikram üstüne İkram görmesi, nefsi için elbetteki çok hoş ve çok güzel bir
şeydir.
O cennetlikler
karşılıklı koltuklar, dîvanlar üzerinde oturup sevinç ve ferah İçinde
birbirlerini temaşa ederler. Biribirleriyle tartışmaz
ve mücadeleye girişmezler. Bilakis yüzleri karşı karşıya, göğüsleri açık,
kalpleri ferah olur. Onlar kendi meclislerinde oturmakta iken altın kaplar
İçerisinde süslü kupalarla onlara içkiler sunulur, boydan boya, baştan başa
etraflarında hizmetçiler dolaşırlar. Onlar muhafaza içindeki inciler
gibidirler. Etraflarında pınarlar halinde akmakta olan içkiler dolaştırılır.
İçenlere lezzet veren bembeyaz İçkilerdir bunlar. Dünya içkilerine benzemez.
İçenleri sarhoş edipde arbedeye sürüklemez. Kusuntu
vermez. Hayvani şehveti harekete geçirmez. Nefsi, malı, şeref ve üstünlüğü
zayii edip helake sürüklemez. Ahiret içkisini
içenler, boş sözler konuşmaz, sarhoş olmaz ve laubalilik yapmazlar!
Bu ne parlak bir ifade
ve ne beliğ bir sözdür! Ahİret içkisinde fesat ve
nefsin helaki, akıl ile malın ziyanı yoktur. Şahsiyetin zedelenmesi söz konusu
değildir. Onu içenlerin akıllan başlarından gitmez, sarhoş olmazlar. Boş sözler
sarf etmezler. Ayet-i kerime "GavI"
kelimesine anlam bakımından dahil olmakla beraber aklın giderilmesi anlamına
gelen. fiilinin ek olarak
zikredilmesindeki maksada gelince bunu şöyle ifade edebiliriz: Aklın zayi
olması insana bir çok zararlar verir. Büyük tehlikelere yol açar. Aklın, zayi
olması büyük bir bela ve musibet olduğundan dolayı kelimesinin anlamına dahil
olmakla birlikte ayrıca tek başına anlatılması daha uygun olmuştur.
Cennetlik erkeklerin
yanlarında, gözlerini kendilerine dikmiş ve başka şeye bakmayan, kendilerini
seven, yaşdaş, güzel gözlü huriler vardır. "Bunlardan
önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştir'[18].
Temizlik, netlik, beyazlık ve korunmuşluk bakımından, muhafaza içindeki
bembeyaz yumurtalar gibidirler.
Kendilerine nehirde
akmakta olan şaraplardan ve içkilerden ikram edilir. İçki kâseleri,
etraflarında dolaştırılır. Bu içkilerden içerler ve dünyadaki mey meclislerinde
oturanların adetleri veçhiyle biribirleriyle konuşup
sohbete dalarlar. Birbirlerine yönelerek söz ve sohbet alışverişinde
bulunurlar. Dünyada iken başlarından geçenleri sorarlar ve biribirlerine
anlatırlar. İnsan'in zihni, meşguliyetlerden arınmış olupta müreffeh bir halde yaşarken bu şekilde sohbet
etmesi ve anılarını anlatması ne kadar da tatlı olur? Onlar biribirleriyle
sohbete dalmışken neler söylerler? Onlardan biri sohbet esnasında şöyle der:
Dünya da benim bir arkadaşım vardı. İman edip ölümden sonraki dirilişi tasdik
ettiğimden dolayı beni kınar ve bana şöyle derdi: Sende mi kıyamet gününü
tasdik edenlerdensin? Biz mi ölüp toprak olduktan, çürümüş kemiklere
dönüştükten sonra yeniden diriltileceğiz? ölümden sonra dirilip hesaba
çekilecek ve cezalandırılacak mıyız?
Kafirler işte böyle
söylerler! Cennette arkadaşlarıyla sohbet etmekte olan bu mü'min,
düyada iken iman etmesi sebebiyle kendisine itirazda
bulunan ar-kad-aşını anlatırken onlara şöyle der:
Arkadaşımı ve onun akıbetini size göstermem için cehennemliklere bakar
mısınız?
Böyle dedikten sonra
küçücük bir pencereden cehennemin içine baktılar. Cehennem ateşinin ortasında
yakıtı taşlarla insanlardan İbaret olan çılgın alevlerin içinde yanmakta olan
arkadaşını gördü. Orası ne kötü bir kalış yeri idi. Ona şöyle dedi: Allah'a and olsun. Neredeyse beni de buraya düşürüp helak
edecektin. Rabbimin nimeti, tevfiki ve hidayeti
olmasaydı senin gibi bende cehennem azabının içine düşürülecek, senin
arkadaşlarınla birlikte azabın ortasında hazır bulundurulacaktım. Nasıl? Biz
ölmeyecek miymişiz? Sadece ilk ölümümüz mü varmış? ilk ölümümüzden sonra
diriltilmeyecek miymişiz?
Bu sözleriyle birlikte
cennetteki arkadaşlarıyla karşılıklı konuşmaya dönerek Allah'ın kendilerine
bahşetmiş olduğu bol nimetleri dile getiriyor ve arkadaşına tarizde bulunuyor
ki; insanların hepsi öğüt ve ibret alsınlar. Biz cennette edebi mi kalacağız?
Biz sadece ilk Ölümünüzden başka bir ölümle ölmeyecek miymişiz? Bizler
Cehennemlikler gibi azaplandırılmayacak mıymı-şız? Doğrusu bu ebedi
nimetler ve daimi lütuf, bu şerefli isme hak kazananlar için büyük bir
kurtuluştur. Böyle değerli bir sona kavuşmak için çalışanların çalışması,
talep edenlerin talepte bulunması gerekir. İnsanlar fani dünya ve dünyanın
geçici metai için çalışmamalıdır. Aslında ahiretin edebi kurtuluşu için birbirleriyle yarışa
girmelidirler. [19]
62- Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa Zakkum ağacı mı?
63- Biz o ağacı, zalimler içih
bir dert yaptık.
64- O, cehennemin dibinde çıkan bîr ağaçtır.
65- Tomurcuklan şeytan başı gibidir.
66- İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını
onunla doldururlar.
67- Sonra,
üzerine kaynar su katılmış içki
şüphesiz onlar içindir.
68- Doğrusu.sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.
69- Onlar babalarını şüphesiz sapık kimseler olarak
bulmuşlardı.
70- Öyleyken yine de onların izlerinden kovalarcasma koşturuyorlardı.
71- Onlardan önce geçenlerin çoğu, and
olsun ki sapılmıştı.
72- And olsun ki, içlerine
uyarıcılar göndermiştik.
73- Ey Muhammedi Uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin
sonunun nasıl olduğuna bir bak!
74- Allah'ın, O'na içten bağlanan kulları bunun
dışındadır. [20]
Ağırlanma, bol ve
geniş nzık, konuk için hazırlanan ikram. Zakkum
ağacı, Zıkkımlanmak, zorlukla yutmak anlamına gelir, İmtihan edilme veya azaba
uğrama.Cehennemin dibi. Tomurcuğu. Karışım. Kaynar su.Koşturuluyorlar. [21]
Ey Muhammedi Kavmini
kınayıp susturarak ve onları küçük düşürerek kendilerine de ki: Bu mu daha
hayırlıdır yoksa Zakkum ağacı mı? Buradaki hayırlılık, kafirlerin başkalarına tarcih ettikleri şeye nisbetledir.
Yukarıdaki ayetlerde zikri geçen ve malum olan cennet nimetleri ile olanların
insanlara verdikleri sonsuz lezzet ve sevinç mi daha hayırlı bir ikramdır,
yoksa zalimlerle günahkarların yiyeceği Zakkum ağacı mı daha hayırlıdır?
Halbuki Zakkum ağacı insana sonsuz elem ve hüzün verir. Açık bir ifade ile
şunu belirtmek gerekir ki; yukarıdaki ayet-i kerimelerde vasıfları anlatılan
malum cennet rızkı, cennetliklerin şahıslarına yapılan bir İkramdır, lanetli
Zakkum ağacı ise cehennemliklere verilen bir azıktır. Gelen misafire ikram
bakımından bu , ikisinden hangisi daha hayırlıdır?!
Pis kokulu ve tadı acı
olan Zakkum ağacını kafirler için bir imtihan vesilesi kıldık. Çünkü onlar,
Cehennemin dibinde nasıl ağaç biter? Yakıcı ateş İle rutubetli ve ıslak bitki
arasında çok büyük bir zıtlık vardır diyorlardı.
Rabbim Zakkum ağacını ahİrette onlar için bir azap yaptı. Bundan daha şiddetli
bir azap var mıdır? Çünkü o cehennemin dibinde biten ve meyveleri şeytan
başlan gibi gayet derecede çirkin ve kötü manzaralı olan bir ağaçtır. O
kafirler Zakkum ağacından yiyerek karınlarını onunla dolduracaklardır. Her ne
kadar tadı pis, yenilişi kötü de olsa onlar bunu yemek mecburiyetindedirler.
Yedikten sonra da kaynar su ile karıştırılmış bir içecek kendilerine
verilecektir. Müfessir Zemahşeri ayet-İ kerimede
kafirlerin Zakkum ağacını yedikten sonra, kaynar su ile karıştırılmış bir
içkiyi İçeceklerini anlatan 67. ayetin sümme kelimesiyle
başlatılmasmdaki hikmeti şöyle açıklıyor: Zakkum
ağacından yapılan yemeğin çirkin ve acı oluşu anlatılıyor. Sonra da bundan daha
çirkin ve daha kerih olan bir içeceği alacakları anlatılıyor. İşte bu içkiyi
alacaklarını ifade eden ayet-i kerime ile başlatılıyor ki, bu kelime, İçkinin
yemekten sonra alınacağına, delalet etmektedir. Yani kaynarsu
ile karıştırılmış içeceği Zakkum ağacını yedikten sonra İçeceklerdir ki, bu
onlar için daha acı ve elem vericidir. Bundan sonra da onların dönüş ve karar
yerleri kendileri için, dünyada yaptıkları kötü amellerinden dolayı hazırlanmış
olan cehennem olacaktır.
Yukarıda anlatılan
azap ve işkenceyi hak ediş sebebi olarak Kur'an-ı Kerim,
onların hiçbir haklı.sebep olmadan dinde babalarını ve atalarını taklit
etmelerini göstermektedir. Çünkü onlar hiçbir delil ve hüccete dayanmayan
batılda atalarını taküd ettiler ve onların izinde
yürüdüler. Halbuki onların ataları çok açık bir sapıklık içindeydiler.
Bunlarda, onların peşlerinde, sanki ateşten kırbaçlarla sevk ediliyormuş gibi
arkasından süratle koşuyorlardı. Halbuki onlardan önceki ümmetlerin bir çoğu
da sapıklığa girmişlerdi. Biz onlara uyarıcı Peygamberler gönderdik.
Akıbetlerinin kötü olduğunu haber verip onlara ikazda bulunduk. Bak işte o
uyarılanların akıbetleri nice oldu? Küfredip Peygamberleri yalanladıkları için
tamamen mahvedildiler. Ama Allah'ın kendi tevfiki İle
halis kıldığı, hayır ve iman ile dosdoğru yola ilettiği kullan helaktan kurtuldular. Bunlar için, yaptıkları iyi amellerden
dolayı ebedi cennetler vardır. [22]
75- And olsun ki, Nuh Bize
seslenmişti de duasına ne güzel icabet etmiştik.
76- Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
77- Ancak onun soyunu sürekü
kıldık.
78-79- Sonra gelenler içinde "Alemlerde,
Nuh'a selam olsun" diye ona bir ün bıraktık.
80- İşte Biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız.
81- Doğrusu o, bizim inanmış kullanmızdandı.
82- Sonra, diğerlerini suda boğduk. [23]
Bizi çağırdı. Yani
bizden imdat diledi ve bize yalvardı. Şiddetli sıkıntı. [24]
Uyaranla uyarılanların
bazılarının durumlarım açıklamanın yanısıra,mü! minlerin güzel akıbeti ile müşriklerin kötü akıbetleri daha
Önce özet olarak açıklanmıştı. Ama bu ayetlerde buna genişçe değinilmektedir.
Ayrıca Adem'den sonra İnsanlığın ikinci babası, azim sahibi Peygamberlerin ilki
olduğu için Nuh (A.S.)'ın kıssasından da
bahsedilmektedir. [25]
Andolsun ki Nuh bizden imdat dileyip bize yalvardı ve kavmimi
helak etmemiz için onlara ilendi. Dedi ki: "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden
tek kişi bırakma"[26] Evet
Nuh (A.S.), kavmini çok defalar imana davet ettiği ve bu daveti de onların
kaçışlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadığı için Rubbinc
bu şekilde dua etti. O'ndan kavmini helak etmesini diledi. Rabbi'dc
ona en güzel bir şekilde karşılık verdi. Allah dualara karşılık verenlerin en
güzelidir. Biz onu ve iman etmiş olan aile efradını büyük sıkıntıdan kurtardık.
Yani suda boğulmaktan kurtardık. "Ey Nuh, denildi, sana ve seninle beraber
olanlardan (türeyecek) ümmetlere bizden esenlik ve bereketlerle (gemi-den)in,
Ama (seninle beraber olanlardan gelecek) Öyle ümmetler de var ki; onları bir
süre yaşatacağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır!"[27].
Evet biz Nuh'un zürriyetini azaptan kurtulup dünyada kalanlardan eyledik.
Kendisinden sonra gelen ümmetlerde onun için güzel bir övgü bıraktık.
"Alemler içinde Nuh'a selam var".. Evet aynen onun için, kendisinden
sonra gelen ümmetlere de bu cümleyi bıraktık. Yani insanlar ona dua etmekte,
birbiri ardınca gelen kuşaklar onun için hayır ve esenlik duasında bulunmaktadırlar.
"İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız" Nuh (A.S.),
iyilik yapan kimseler zümresinden olarak bilindiği için, güzel Övgüyü ve bütün
ümmetlerin hayır duasını hak. etmiştir. Onun iyilikte bulunması, Allah
düşmanlarına karşı cihad vermesi, onları Allah'ın
dinine davet etmesi, bu uğurda inkarcıların eziyetlerine uzun uzadıya
sabretmesidir. "Çünkü o, bizim inanan kulianmızdandı".
Nuh (A.S;)'m inanan kimseler zümresinden biri olarak vasıflandırılması, bu
ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi onun Allah'a ihlasla
iman edip O'na eksiksizce ibadette bulunmasından dolayıdır.
Biz onu ve ailesini
Tufan sulan içinde boğulmaktan kurtardık. Sonra Nuh (A.S.)'a muhalefet eden
diğerlerini suda boğduk. Ey basiret sahipleri! Bütün bu anlatılanlardan ibret
alın. "Elbette onların hayat hikayelerinde akıl sahipleri için ibret
vardır "[28]
83- ibrahim de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı.
84- Nitekim Rabbine temiz bir kalble
geldi.
85- İbrahim babasına ve milletine şöyle demişti:
"Nelere kulluk ediyorsunuz?"
86- Allah'ı bırakıp uydurma tanrılar mı
istiyorsunuz?"
87- Âlemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?"
88-89- İbrahim yıldızlara bir göz attı ve
"Ben rahatsızım" dedi.
90- Onu bırakıp gittiler.
91-92- O da onların tanrılarına gizlice yönetip:
"Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?"
dedi.
93- Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu.
94- Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler.
95-96- İbrahim onlara şöyle söyledi:
"Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da
Allah yaratmıştır."
97- Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu
oradan ateşin içine atm" dediler.
98- Ona düzen kurmak istediler, ama Biz onları altettik.
99- ibrahim: "Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi
bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir'1 dedi.
100- "Rabbİm! Bana
iyilerden olacak bir çocuk ver" diye yalvardı.
101- Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. [29]
Adamın şiası, ona tabi
olan ona yardımcı olan ve onun kolundan olan kimseler demektir. İhlasla ve selim kalple Rabbine geldi yani O'na yöneldi. yalanın
en kötüsü. Hasta. Meyletti ve yöneldi. Süratle yürüyorlar.
Şiddetli ateş.
Kötülük ve tuzak. [30]
İşte Peygamberlerin
babası İbrahim (A.S.)'ın kıssası, insanlığın ikinci
babası olan Nuh'un kıssasından sonra anlatılıyor. Bu iki kıssa arasındaki münasebetin
güzelliğini daha da arttıran husus şudur ki; Cenab.-i
Allah Nuh'u tufan suyu içinde boğulmaktan kurtardı. İbrahim'i de Nemrut'un
yaktırdığı ateşin içinde yanmaktan kurtardı. İşte Ey Muhammed, senin Rabbİn müminleri de böyle kurtarır. Her ne kadar şer'i
hükümler birbirlerinden farklı iseler.dc İbrahim, şariatin genel esaslarında Nuh' (A.S.)'a tabi olmuştur. Hani
bir zamanlar İbrahim selim kalple, bütün kötülüklerden ve serlerden arınmış, ihlasli, dürüst bir imanla Rabbine yönelmiştir. Bu iman ve ihlasını Rabbine kendinden bir armağan olarak takdim
ettiği için de sevap ve mükafatı haketmişti. İşte o
durumda İbrahim, babasına ve kavmine sordu: Tapmakta olduğunuz şeyler nedir?
O bu sorusuyla
kavminin ve babasının putlara tapmalarını protesto ediyordu. Onun bu
protestosunu yadırgamayın. "Andölsun biz,
önceden İbrahim'e de doğru yolu bulma kaabİIiyetini
vermiştik. Zaten biz Onu(n olgun insan olduğunu) biliyorduk"[31].
İbrahim, babasının ve
kavminin puta tapmalarını protesto ederek onlara şöyle hitapta bulundu:
"Allah'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?". Yani insanlara
yalan ve iftirada bulunmak uğruna Allah'ı bırakıp da uydurma tanrılara mı
tapmak istiyorsunuz? Sırf yalan ve iftira hatırına, bir ve kahredici güce sahip
Allah'ı bırakıp da diğer tanrılara mı tapıyorsunuz? Başkalarına taptığınıza
göre, alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir? Yani bu çirkin ameliniz
dolayısıyla sizi şiddetli bîr azaba çarptırmayacağını mı ve kendi halinize
bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Hayır asla!
İbrahim (A.S.)
Allah'ın yaratıkları üzerinde çok düşünen ve tefekkür eden bir şahıstı. Tefekkür
nazarıyla yıldızlara baktı, onları yaratanın kim olduğunu, onların
yörüngelerinde nasıl hareket ettiklerini, onları hareket ettirenin kim
olduğunu, gündüzleyin nerelere kaybolduklarını
düşünmeye ve bu soruların cevabını araştırmaya başladı. Gökleri ve yıldızları
yaratanın, göklerle yeri yoktan var edenin hakkında ne bilmek ve ne yapmak
gerektiğini öğrenmek ve idrak etmek için İbrahim, yıldızlara tefekkür
nazarıyla baktı. Kavmine: Ben hastayım, feleklere, yıldızlara ve şu putlara
tapmanızı hoş görmüyorum. Bu hususta müsterih değilim, dedi. Kavmi ise
İbrahim'in kendileri ile bu şekilde tartıştığını görünce yüz çevirip gittiler
ona iftira ettiler ve büyük bir bühtan da bulundular. Bunun üzerine İbrahim de
gizlice onların tanrılarının, putlarının yanlarına sokuldu, ibrahim, putların
işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermeyen taşlarla ağaçlardan başka şeyler
olmadıklarım delillerle öğrensinler diye kavminin kendisiyle konuşmalarını
istiyordu.
Yemeleri, içmeleri ve
yeyip içtikleri şeyleri bereketlendirmeleri için tanrılarına yiyecekler
getirirlerdi. Putlara bakan hizmetçiler, gelen yemeklerin bir kısmını yiyorlar
ve halkta o yemekleri tanrılarının yemiş olduğu zannına kapılıyorlardı, ibrahim
tanrıların yanlarına vardı. Tanrıların yani putların önünde yiycekler
vardı. Onlara şöyle dedi: Yemez misiniz?! Size ne olmuş ki konuşmuyor sunuz? Başınıza bir bela mı geldi ki konuşmuyor sunuz? Yemek yemediklerini ve sorularına da cevap
alamadığını görünce olara şiddetle vurmaya başladı. Onları paramparça etti.
İbrahim'in, putlarına
böyle hakaretler yaptığını duyan kavmi koşarak ona gittiler ve şöyle dediler:
Biz, o putlara tapıp onları kutsadığımız halde sen onları vurup parçalarsın ha!
Şüphesiz bu senin yaptığın büyük bir cür1 ettir! İbrahim, onları kınayarak şöyle
dedi: Kendi ellerinizle yonttuğunuz ve gözleriniz önünde yaptığınız taşlarla
tahta parçalarına mı tapıyorsunuz? Sizleri yaratan, şeklini düzene koyan ve
sizi en güzel bir surette meydana getiren, yaratıcınız olan Allah'ı bırakıpta şu kendi elinizle yaptığınız putlara mı tapıyorsunuz?
Kavmi, İbrahim'e ne
yapacakları hakkında kendi aralarında müşavere yaptılar ve sonunda şöyle
dediler: Onun için büyük bir bina yapın. Binayı odunla doldurun. Sonra
ateşleyin. Odunlar tutuşup alevler yükselince de onu çılgın alevlerin içini
atın!..
Onlar bu işi yaparak
İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat ey Muhammedi Senin Rabbin onları
alçalmışlardan kıldı ve tuzaklarım boşa çıkarıp boyunlarına geçirdi. Bunu da
İbrahim'in doğruluğuna, şanının yüceliğine bir delil yaptı. Çünkü yakıcı ateşi
onun için soğuk ve esenlik kıldı.
İbrahim onların
tuzaklarından kurtulunca şöyle dedi: Ben Rabbime gideceğim. O beni doğru yola
iletecektir. Dinim ve dünyam için hayırlı olan istikamete sevkedecektir.
Ey Rabbim! Davet ve taatte bana yardım edecek, gurbette
ve açlıkta bana dostluk edecek salihlerden bir çocuk
bana nasib et.
Bizde ona yumuşak
huylu bir erkek çocuk müjdeledik. [32]
102- Çocuk kendisinin yamsıra
yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni
boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi, "Ey babacığım!
Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden
olduğumu göreceksin" dedi.
103-105- Böylece ikisi de Allah'a teslimiyet
gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: ' 'Ey fbrahim!
Rii'yayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları
böylece mükafatlandırırız" diye seslendik,
106- Doğrusu bu apaçık bir deneme idi.
107- Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.
108-109- Sonra gelenler içinde "İbrahim'e
selam olsun" diye ona iyi. bir ün bıraktık.
110- İşte iyileri böylece mükafatlandırırız,
111- Doğrusu o, inanmış kullanmızdandi.
112- Ona, iyilerden olan İshak'ı
Peygamber olarak müjdeledik.
113- Kendisini ve İshak'ı
mübarek kıldık; ikisinin soyunda iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine
yazık eden de vardır. [33]
Çocuğun, geçim temin
etmek için babasıyla çalışabileceği ve onunla koşabileceği yaş, Onu yanı üzere
yatırdı. Alnın yan taraflarından her biri. Kurban edilecek bir hayvan ile. [34]
İbrahim, Rabbine: Ey
Rabbim! Bana salihlerden bir erkek çocuk bağışla,
diye dua etti. Allah'da onun duasını kabul buyurdu.
Ve ona yüksek ahlaklı, yumuşak huylu bir erkek çocuk vereceğini meleklerin
lisanı ile ona müjdeledi.
Evet ona erkek çocuğu
müjdeledik. Ve hibe olarak verdik. Çocuk diğerleri gibi yanında yetişip
büyümeye başladı. Babası ile çalışacak ve yanısıra
koşacak yaşa geldiğinde, geçimini temin edecek çağa vardığında babası ona şöyle
dedi: Yavrucuğum rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.
Salih kulların
rüyaları Allah'ın nurundan birer kıvılcımdır. Peygamberlerin rüyaları semadan
inen bir vahiydir ki bunu hiç kimseler inkar edemezler. İbrahim Halilullah, rüyasında oğlunu boğazladığını gördü. Rüyasını
oğlunu kesmesi gerektiği şekilde yorumladı. Bu oğlu, babası katında çok aziz
bir evlattı. Çünkü o babasının ciğerparesi ve göz bebeği idi. Dua edip yalvar-dıktan sonra Allah melekler vasıtasıyla bu çocuğu ona
vereceğini müjdeledi. Bu da onun için bir meziyet ve faziletti. Üstünlük ve
derece büyüklüğü idi. Bununla beraber İbrahim, Rabbimin emrine teslim oldu.
Durumu biricik oğluna açıkladı. Onun görüşünü de öğrenmek istedi. Çocuk
babasına dedi ki: Babacığım sana emredileni yap. înşaallah
beni sabredenlerden biri olarak göreceksin.
İşte burada insanın
önünde gerçek imanın, Hak'ka teslimiyyetin,
sabrın, kaza ve kadere razı olmanın hakiki manaları görülmektedir! Bir baba,
oğlunu boğazlamakla emrolonuyor. Baba ve oğlan
birlikte bu emre boyun eğiyorlar. Baba ve oğul bu emre teslim oluyorlar.
Doğrusu bu şaşılacak bir durumdur! Aslında bu, Allah'ın dostu İbrahim ile onun
sabırlı oğlu için çok görülmemelidir. Onlar vaadlerinde
doğru ve güvenilir kimselerdirler. "Yavrum, dedi, ben uykuda seni
kestiğimi görüyorum (düşün) bak, ne dersin? (Çocuk): Babacığım, sana
emredileni yap, inşaattan beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
îkiside Allah'ın emrine boyun eğip teslim olduklarında baba,
oğlunu yanı üzere yere yıktı. Bıçağı şah damarına sürdü, fakat bıçak kesmedi.
Defalarca sürdüğü halde bıçak kesmedi. İbrahim bu durum karşısında hayrette
kaldı. Bu manzarayı seyreden gökteki melekler sıkıntıya düştüler. Fakat kısa
zamanda Cenab-ı Allah genişlik verip sıkıntıyı
giderdi. Kutlu ve yüce Allah adına bir melek ona şöyle seslendi: Ey İbrahim bu
kadarı kafidir. Sen rüyanı doğrula-din. Üzerine düşeni yaptın. Gayretini sarf
ettin. Yapabileceğini yaptın. Sana tenbih ettiğimiz
şeyleri gerçekleştirdin. Kendi imkanların dahilinde olanları yaptın. Ve seni
men ettiğimiz şeylerden kaçındın"[35].
İkisi Allah'ın emrine
boyun eğip teslim olduklarında İbrahim oğlunu yanı üzere yere yıktı. Biz ona:
Ey İbrahim, sen rüyayı gerçekleştirdin, diye seslendik. Bundan sonrada ona
semiz bir koç fidye olarak verdik, ikisini de musibetten ve büyük sıkıntıdan kurtardik. Niçin? Çünkü senin Rabbin iyi kimseleri böyle
mükafatlarla ödüllendirir. Onların ikisi de iyi davranmışlar, emre itaat
etmişler, Rablerine itaat etme uğrunda parlak bir şekilde canlarını feda etriıişlcrdi. Bunu ancak azim sahibi Peygamberler kabul
ederler. Doğrusu bu apaçık bir imtihandı. Biricik oğlunu kesmekle emrolunup bu emre sabrederek ve karşılığını da Rabbinden
bekleyerek itaat etmekten daha büyük ve daha şiddetli bir İmtihan
düşünülebilir mi?!
Ona fidye olarak büyük
bir koç verdik. Rivayete göre bu koç cennetten indirilmiş, İbrahim de tekbir ve
tehlil getirerek onu boğazlamıştı. Kendisinden sonra
gelen ümmetlere İbrahim için. güzel bir övgü ve hoş bir anı bıraktık.
İbrahim'in ailesine selam olsun. Kendilerinden sonra gelen ümmetler içerisinde
ıtırlı bir anı bırakmak gibi güzel bir mükfatla iyi
kimseleri ödüllendiririz. Çünkü İbrahim, bizim inanmış kullarımızdandı. Salih
bir Peygamber olarak ona İshak'i vereceğimizi de
müjdeledik.
Kurban bayramında
kurban kesmenin vacipliği de işte buradan gelmektedir. Nimeti tamamlamak, islamın kelimesini ortaya koymak, O'nun bayrağını yücültmek; şirki, zulüm ve bühtanı yok etmek ancak
Peygamber efendimizle ve onun sahabilerinin
canlarını, mallarını feda etmeleriyle mümkün olmuştur. Haydin ey müsiümanlar ve Muharnmed
(S.A.V.)'in İzinden yürüyenler! Allah yolunda cihad
etmek, O'nun yoluna davette bulunmak, batılı yok etmek, Hakkı hak etmek, islam bayrağını zulüm ve taşkınlık kalelerinin üzerine
dikmek uğrunda ucuz-pahalı, değerli değersiz herşeyimizi
sarfederek cihad etmeye
söz verelim. Din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar, İslama
şerefini iade edinceye kadar, Kur'an yolunda cihad etmek için söz verelim. Bu sözümüze şahit olarak
Allah kafidir. İbrahim'e de İshak'a da bereketler verdik.
Onlardan Peygamberler, melikler ve hükümdarlar geldi. Onların soylarından iyi
ameller işleyenler, apaçık bir surette nefislerine yazık edenler de geldi.
Bu ifadelerden
anlaşıldığı gibi kişinin hidayet ya da sapıklığına
soy ve
nesebinin hiçbir
etkisi yoktur.
Geride bir mes'ele kaldı. O da şudur: Kurban edilen kimdir? İshak'mı yoksa İsmail midir? Aslına bakılırsa Kurban
edilenin İshak ya da İsmail
olduğunu açıkça belirten bir Kur'an ayeti mevcud değildir. Ama —Doğrusunu Allah bilir— öyle görülüyor
ki kurban edilen, ismail'dir. Zira Kur'an-ı Kerim, kurban edilen şahsın kıssasını anlattıktan
sonra şöyle bir ifade kullanmıştır: "Biz ona, iyilerden bir Peygamber
olacak İshak'ı müjdeledik". Bu ayet-i kerime,
kurban edilenin İshak'tan başkası olduğunu, yani
İsmail (A.S.) olduğunu göstermektedir. Bazı alimler kurban edilenin, İshak Peygamber olduğu görüşündedirler. Buna delil olarak
da şu hususu ileri sürmektedirler: İbrahim Peygamber, kendisine salih ve iyi bir erkek çocuğu bahşetmesi için Rabbİne dua ettikten sonra kavminden ayrıldı. Karısı Sara
ve kardeşi oğlu Lut'İa birlikte Şam'a hicret etti.
Bununla ilgili olarakta Cenab-ı
Allah şöyle buyuruyor: "İşte (ibrahim) onlardan ve onların Allah'tan başka
taptıklarından ayrılınca biz ona İshak'ı ve (İshak'm oğlu) Yakub'u armağan
ettik"™. Kurban edilmesin diye erkek çocuğa fidye olarak Allah tarafından
bir koç gönderilmişti. Bu koç, daha önceden kendisi ile İbrahim'e müjde verilen
çocuk için verilmişti. Kendisi hakkında İbrahim (A.S.)'a müjde verilen çocuk
ise ayet-i kerimenin ifadesine göre îshak'tır. Çünkü
ayet-İ kerimede: "Biz . ona İshak'ı
müjdeledik" denilmektedir. Bundan da anlaşıldığına göre, İsmail'den yaşça
daha büyüktür. Verilen müjde de İsmail'den önce olmuştur. Bazı kimselerse
birinci görüşü tercih etmektedirler. Kur'an-ı
Kerim'de ifade edilen manayı elbetteki en iyi bilen Allah'tır. Zor olan onunla
kolaydır. [36]
114- And olsun ki Musa ve
Harun'a da iyilikte bulunmuştuk.
115- İkisini ve milletlerini büyük bir sıkıntıdan
kurtarmıştık.
116- Onlara yardım etmiştik de üstün gelmişlerdi.
117- Her ikisine de, apaçık anlaşılan bir Kitab vermiştik.
118- Her ikisini de doğru yola eriştirmiştik.
119-120- Sonra gelenler içinde, "Musa ve
Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık.
121- Doğrusu Biz, iyileri böylece mükafatlandırırız.
122- İkisi de şüphesiz, inanmış kullanmızdandı. [37]
Yüce Rablerinin emrine
uyup O'nun rızasını elde etmek maksadıyla İsmail'in kurban olmaktan
kurtuluşundan ve İbrahim'inde üzerine inen beladan halas olmasından sonra Kur'an-ı Kerim, Musa ile Harun'a verilen nimetlerden
bahsetmiştir. Andolsun ki, biz Musa ile Harun'a
Peygamberlikte İü-tufta
bulunduk, Onlara hikmet verdik. Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan, yere
batmaktan, Fir'avun ve adamlarından kendilerine
ulaşan kötü işkencelerden kurtardık. Çünkü Firavun ve adamları, Musa ile
kavminin erkek çocuklarını keser, kadınlarını diri bırakırlardı. O, yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranlardandı.
Cenab-ı Allah, yeryüzünde horlanıp güçleri kemirilen ve
zayıflatılan İsrailoğuilanna lütufta bulunmak, onları
yeryüzünde hükümran kılmak istedi. Onları düşmanlarına karşı muzaffer kıldı.
Böylece onlar Firavun ve adamlarına galip geldiler. Biz, Musa ile Harun'a
içinde hiçbir tahrifat ve bühtan bulunmayan, Hak'kı
apaçık bir surette ortaya koyan Tevrat'ı bir kitap olarak verdik.
Kendilerinden sonra gelen ümmetler içinde Musa ile Harun'a güzel bir Övgü
bıraktık. Musa İle Harun'a selam olsun. Evet onlar için sonra gelen nesillerde
güzel bir övgü bıraktık. Çünkü Rabbin iyilik yapanları, yaptıkları iyiliğin
benzeri ile mükafatlandırıp güzelce ödüllendirir. Musa ve Harun'da bizim
inanan kullarımızdan oldukları için iyi kimselerdendirler. [38]
123- Doğrusu İlyas da
peygamberlerdendir.
124-126- Milletine: "Allah'a karşı gelmekten
sakınmaz mısınız? Yaratanların en İyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki
babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal
putuna mı taparsınız?" demişti.
127-128- Bunun, üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na
içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdir.
129-130- Sonra gelenler içinde, "îlyas'a
selam olsun" diye bir ün bıraktık.
131- Doğrusu Biz iyileri böylece mükafatlandırırız.
132- O, inanmış kullarımızdandı. [39]
Israiloğullarınm Peygamberlerinden bir Peygamber. Bir put adı. Terk
ediyorsunuz. Yasin ile İlyas aynı şeylerdir.[40]
Şüphesiz İlyas bir Peygamberdir. Kavmi olan İsrailoğullarına
Allah tarafından gönderilmiş olan bir elçidir. Hani o kavmine şöyle diyordu:
Rabbiniz olan Allah'ın azabından korunmaz mısınız? Çocukların korkudan
İhtîyarlayacağı bîr günden, kıyametten korkmaz mısınız? Siz Allah'tan başka bir
Rabbe mi ibadet ediyorsunuz? Yaratıcıların en güzeli olan Rabbinizi mi terk
ediyorsunuz! Aslında ibadet ve kutsamayı hak eden başka bir yaratıcı mevcut
değildir. O Allah'tır ki sizin Rabbiniz, yaratıcınız ve ilk atalarınızın
yaratıcısıdır. Bu vasıfta olan bir zattan başta Tanrı, O'ndan başka bir mabut
yoktur...
İlyas, kavmine bu sözlerle çağrıda bulundu ama kavmi onu
yalanladı. Onu ve Peygamberliğini inkar ettiter.
Yaptıklarının cezası olarak ta Cehennem ateşinin ortasında azaplandmldılar.
Elem verici azabı tatdılar. Ama alemlerin Rabbine
teslim olan şerefli peygamberlere iman eden ihlaslı
kullara gelince, onlar için ebedi cennetler vardır. Bu cennetler içinde nimetlenir ve gölgesinde hayat sürerler. Biz, îlyas için de kendisinden sonraki ümmetlerde güzel bir övgü
bıraktık: "îlyasîneselam olsun". Bir
kıraate göre bu kelime "âliyasîn" şeklinde
okunur. Öyle sanıyoruz ki onun adı İlyas ve Yasindir.
Onun âline yani dinine girenlerle, ona Hak İle tabii olanlara selam verildiğine
göre ona öncelikle selam verilmesi gerekir. Bu esenlik duası ile selama gerekçe
olarak ta Cenab-i Allah şöyle buyurmuştur: "İşte
biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız". İlyas
iyi davranan kimselerdendi. Çünkü o, Allah'ın İnanmış kullarındandı. Allah'm selamı, rahmet ve bereketi onların hepsinin üzerine
olsun. [41]
133- Şüphesiz Lût da
-peygamberlerdendir.
134-135- Geridekiler arasında kajan
yaşlı bir kadın dışında Lût'u ve ailesinin hepsini
kurtarmıştık.
136- Sonra diğerlerini yok etmiştik.
137-138- Ey İnsanlar! Sabah akşam, onların yerleri
üzerinden geçersiniz. Akletmez misiniz? [42]
Şu Lût'da,
kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve onları doğru yola iletmek
için kavimlerine gönderilen Allah elçilerinden biridir. Fakat kavmi onu
yalanladılar. Ve ona eziyet ettiler. Nihayet Rabbin, kafir kavme karşı gazaplandı. Onlara kendi katından bîr azap yağmuru
yağdırdı. Şüphesiz senin Rabbinin azabı çok şiddetlidir. Hani biz Joit'u ve beraberindeki inanmışları kurtardık. Karısı
geride kalan ve helake uğrayan kavim arasında idi. Diğerlerini yani Lût'u yalanlayıp Rabbinin emrine isyan edenleri tahrip edip
helake sürükledik. İşte onların diyarları ve izleri. Onların helake uğradıklarına
tanıklık etmektedir. Sizler sabah akşam, gece gündüz onların yurtlarından geçip gidiyorsunuz. Ey Kureyşli
müşrikler bütün bu durumları görüpte aklınızı
çalıştırmıyor musunuz? Ve sizden Önceki âsi kavmin başına gelen felaketlerden
ibret almıyor musunuz?! [43]
139- Doğrusu Yunus da peyamberlerdendir.
140- Dolu bir gemiye kaçmıştı.
141- Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti de
yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize atılmıştı.
142- Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu.
143-144- Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı,
tekrar diriltilecek güne kadar bahğm karnında
kalacaktı.
145- Halsiz bir halde iken kendirlisini sahile çıkardık.
146- Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik.
147- Onu, yüzbin veya daha çok
kişiye peygamber olarak gönderdik.
148- Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de onları
bir süreye kadar geçindirdik. [44]
İzinsiz olarak kaçtı.
Dolu. Gemidekiler kur'a çektiler.Kur'a sonunda yenilenler. Kınayan. Onu attık. Sahil
Hasta. Geniş yapraklı bir ağaç veya kabak ağacı. Müddet ve belli vade.
Yunus bin Matta Kur'an-ı Kerim'de kendi adıyla dört yerde anılmıştır. Kendi
vasfıylada iki yerde anılmıştır:
1- "Zünnûna (Balık
karnına girmiş olan Yunus ibn Matta'ya)
da (lütfettik). Zira, (o, kavmine) kızarak gitmişti"[45]
2- "Sen Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi
(Yunus) gibi olma. Hani o sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti "[46]
Yunus bin Matta, Ninovahlara gönderilen Peygamberlerdendir. Hani o Rabbinin
rızası İçin kavmine kızarak yüklü gemiye doğru kaçıp gitmiş ve gemiye
binmişti...
Yuaus'un kavmi ile arasında geçen kıssasını şöyle özetlemek
mümkündür: Yunus, Ninova, halkına Allah tarafından
bir elçi olarak gönderildi. Onları Allah'ı birlemeye, putlara tapmayı terk
etmeye davet etti ama onlar onun bu davetine icabet etmediler, emrine kulak
vermediler. Bu da onun ağrına gitti. Kalbi onlara karşı kin ve öfkeyle doldu.
Kavminin tutumunu sevmedi. Onlara kızarak, imanlarından ümit keserek gizlice
kaçtı. Deniz kıyısına vardığında, içi insanlarla dolu bir gemi buldu. O da
insanlarla bu gemiye bindi. Sahili geçtikten sonra
dalgalar kabarmaya, rüzgarlar gemiye çarpmaya başladı. Yolcular sonlarının
kötü olmasından endişeye kapıldılar. Ürküntü duydular. Ne yapacakları
konusunda birbirleriyle konuşmaya başladılar. Sonra kendi aralarında kur'a
çekmek ve kura'nın İsabet edeceği şahsı denize atmak hususunda karara vardılar.
Hepsi kurra çektiler. Kur'a sonunda Yunus yenildi.
Şanının yüceliği ve faziletini bildiklerinden Ötürü Yunus'u denize atmak
zorlarına gitti. Yeniden ikinci kez, üçüncü kez kur'a çektiler sonuçta kur'a
hep Yunus'un aleyhine çıkıyordu. O denizin payına düşecekti ki, gemideki yolcu
yükü hafiflesin ve gemi yoluna rahatlıkla devam edebilsin. Kur'a Yu-hus'a çıktığında Yunus,
Allah'ı kızdıracak bir günah işlediğini anladı. Çünkü iyi kimselerin
iyilikleri Allah'a yakın olan kimselerin kötülükleri mesabesindedir. İzinsiz
olarak kavmini terk etmesinin, unların eziyetlerini karşı sab-retmemesinin kendi şahsına yaraşmayan bîr davranış olduğunu
anladı ve kendini denize attı, balık onu yuttu. Kusurundan dolayı kendini
kınıyordu.
Cenab-ı Allah balığa, onu yutması için vahyetti.
Balığın karnında üç karanlık içinde kaldı. Allah'ın inayet eli ona uzandı,
korundu ve zararlardan muhafaza olundu. Balığın karnında Rabbine nida edip
yalvarıyor onu teşbih ediyor ve ondan ricada bulunuyordu: "Nihayet
karanlıklar içinde (kalıp): "Senden başka Tanrı yoktur. Sen
eksikliklerden uzaksın, yücesin, ben zalimlerden oldum!" diye
yalvardı"[47].
Cenab-ı Allah onun bu duasına icabet etti. Balığa onu
dışarı atması için vahiyle bulundu ve onu kıyıya attı. İlâhi inayete mazhar oldu. Cenab-ı Allah onun
üzerinde kabak ağacı bitirdi ki onu eziyetlerden korusun.
Ey Muhammed! Senin
Rabbin onu yüzbin yahut daha fazla bir kavme
Peygamber olarak gönderdi. Sahih rivayete göre o kavim Ninova
halkıdır. Ona iman ettiler, Peygamberliğini tasdik ettiler. Putlara tapmayı
terk ettiler. Bunun üzerine Rabbin de onları belli bir zamana kadar geçindirdi. Bu zaman onların dünyadaki ömürleri kadar ya da her İşlerinde Allah'a iltica edip sığındıkları ve
O'na iman ettikleri müddet kadardır. Rabbine iman eden her millete imanları
işte bu şekilde faide verir. "Ve Rabbinİzden mağrifet dileyesiniz,
sonra ona tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş süreye
kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini versin"[48]
149- Ey Muhammed Putperetslere
sor, kızlar senin Rabbinin de erkekler onların mı? 150- Yoksa melekleri
kız olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler?
151-152- Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar,
"Allah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.
153- Allah kızları, oğullara tercih mi etmiş?
154- Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyor sunuz?
155- Hiç düşünmez misiniz?
156- Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?
157- Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin bakalım.
158- Allah'la cinler arasında da bir soy bağı icadettiîer. And olsun ki, cinler
de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.
159- Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir.
160- Allah'ın içten bağlı kullan bunların dışındadır.
161-163- Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme
girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdıncı
değilsiniz.
164-166- Melekler şöyle derler: "Bizim herbirimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı teşbih edenleriz!'
167-169- Putperestler:"Öncekilerde olduğu
gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kullan
olurduk" derlerdi.
170- Böyleyken O'nu inkar ettiler. Ama bileceklerdir. [49]
Onlara sor ve onlardan
haber al. (Yoksa) ve (mı) anlamına gelir.Yalanın en şiddetlisi, iftira,
bühtan, Seçti. Kuvvetli hüccet.Melekler.Bunlar gözden kayboldukları ve
görünmedikleri için bu adı almışlardır.
Hısımlık, bağ. Fitne
ve sapıklık taşıyanlar. Cehenneme giren ve cehennem ateşi ile yanan. [50]
Bu sure Mekki olup, inançları konusunda Mekke'lilerle
münakaşaya tutuşmuştur. Özellikle tevhid inancını isbat etmek, müşriklik itikadını reddetmek, kıyamet gününde
insanların yeniden diriltileceklerini isbatlamak İçin
müşriklerle münakaşaya girişmiştir. Bu surede Cenab-ı
Allah anılan hususların hak olduklarına dair kat'i
deliller serd etmiştir. Yine bu suredeki ayet-i kerimeler
insanın kıyamet gününde karşılaşacağı hayır veya şerri, mü'minler
için hazırlanmış olan ebedi nimetleri açıklamışlardır. Bundan sonra Cenab-ı AIlah,şu Mekkeli
müşriklerden önce bir çok milletlerin de sapıklığa uğradıklarını, onlara
uyarıcı Peygamberler gönderildiğini anlatmıştır. Bunun peşi sıra bazı
Peygamberlerin kıssaları detaylı olarak nakledilmiştir ki; bu kıssalardan her
biri o Peygamberlerin erdemliliklerini ve onların yüce Allah'a olan kulluklarını,
ayrıca cennette onlar için hazırlanmış olan nimetleri İfade etmiştir.
Surenin sonunda Cenab-ı Allah Peygamberine şu emri veriyor: Akılların protesfo edeceği, tabiatların reddedeceği şeyleri sorarak
onları sustur. Çünkü onların yaptıkları bu taksimat haksız ve batıl bir
taksimattır. Onlar, meleklerin Allah'ın kızları olduğuna İnanıyorlar. Cüheyne, Huzaa, Beni Melih, Beni
Seleme ve Abdüddar kabileleri bu İnanca sahip'idiler. Bunlar meleklerin Allah'ın kızları
olduklarını iddia ediyorlardı. Onların bu İddialarına karşı Cenab-ı
Allah çok yüce ve üstündür. Kızlar Rabbİne de,
oğlanlar onlara mı? Bu nasıl olur? Halbuki onlardan birine,- kız çocuğu doğduğu
müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen
müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir, şimdi o, bu müjde karşısında
ne yapacak. Başını öne eğip zillet içinde o kızı sağ bırakıp yanında mı
tutacak yoksa onu toprağa mı gömecek? Onlar ne kötü hüküm veriyorlar!
Sevmedikleri ve hoşlanmadıkları kızları Allah'a nisbet
ediyorlar. Bununla beraber en güzel sonucunda kendilerinin olacağını dilleriyle
uydurup söylüyorlar. Hayır onlar için mutlaka ateş vardır. Onlar cehennem
ateşine sürüleceklerdir. Biz, melekleri dişi olarak yaratırken onlar bizim
yanımızda hazır mı duruyorlardı?
Bu ifade onların
iddialarını çürütmek, onları susturmak içindir. Çünkü onlar, gece gündüz İbadet
eden tertemiz melekleri dişilikle nitelemişlerdi. Bu nitelemeyi yaparken de
hiçbir delilleri yoktu. Olsa olsa Allah melekleri
yaratırken onlarla Allah'ın yanında hazır bulunmuş olurlardı kî bu da mümkün
değildir. Onların akli ve nakli delillerine gelince bu delillerin batıl
olduğunu isbatlamaya ihtiyaç bile yoktur. Onlar
iftira ve bühtanlarından biri olarakta Allah'ın çocuk
sahibi olduğunu ortaya atmışlardır. Bu iddialarında da yalan söylemişlerdir.
Hiçbir delil ve, hüccete: dayanmayan böyle bir çirkin iftirada bulunmakla
Allah'ın çocuğu olduğu iddiasını ortaya atmışlardır.
Allah kızları seçip
oğlanlara tercih mi etmiştir. Size ne olmuş ki böyle hüküm veriyorsunuz? O,
kızları oğlanlara nasıl tercih eder? En basit akılların bile çürüteceği bu
hükmü nasıl verirsiniz? Sizler böyle bir düşünceyi ortaya atarken açık bir
hüccetiniz var mıdır?
Bu soruylada
onlar kınanıp susturulduktan sonra kendilerinden melek-' lerin
Allah'ın kızları olduğuna dair verdikleri hükmü te'yid
edecek bir hü-cetlerinin bulunup bulunmadığı
sorulmaktadır. Çünkü verilen bir hükmün kabul edilmesi için onun akli, nakli
veya maddi delilinin bulunması gerekir. kikadlannca
meleklerin dişi olarak yaratılışlarını iddia ediyorlar ama meleklerin dişi
olarak yaratılışları esnasında onlar Rablerinin yanında hazır ve şahit olarak
bulunuyorlar mıydı? Onların bu iddialarını te'yid
edecek akli bir delilleri yoktur. Geriye nakli delilden başka bir şey kalmadı.
Öyleyse sizin bu iddianız doğruysa getirin nakli delillinizi ve kitabınızı.
(Zaten böyle bir delil getirmeleri de mürrikün
değildir). Buradaki "getirin" emri Taciz içindir, "semaya
yüksel" emri gibi. Zira onların delil getirmeleri mümkün değildir.
Rivayete göre bazı Kureyşli kafirler; meleklerin Allah'ın kızları olduklarını
söylediklerinde Ebu Bekir, onları susturmak ve
görüşlerini çürütmek için onlara şöyle demiştir: Peki bu Meleklerin anaları
kimlerdir?
Onlar cevaben dediler
ki; Meleklerin anaları cinlerin ileri gelenlerinin kızlarıdır. Bunun üzerine şu
ayet-i kerime nazil oldu: "Onunla (Allah ile) cinler arasında bir nesep
(bir soy birliği) uydurdular!'
Bu ayet-İ kerime
aslında onlara hitap ettiği halde onların gıyabında kendilerinden söz
etmektedir ki bununla, onların cevap veremeyecek hale geldiklerine ve
dolayısıyla muhataptık derecesinden düştüklerine işaret etmek istemiştir. Buna
göre cinlerden kasıt şeytanlar, nesepten kasıt da hısımlık olmaktadır. Belki
de cinlerden kasıt meleklerin, nesepten kasıt da meleklerin Allah'a olan nisbetleridir. Çünkü onlar meleklerin Allah'ın kızları
olduklarını iddia etmişlerdi. Allah'a andolsun ki
cinler de bu sözü söyleyenlerin cehennem azabında hazır ve ebedi olacaklarını
bilmişlerdir. Ey Mekkeli kafirler, bakın bakalımısizler
hangi noktadasınız?! Allah'a yakıştırdıkları nitelemelerden ve ona koştukları
ortaklardan o, çok yüce ve münezzehtir. O, iftiracılarla batılcıların iddia
ettiklerinden uzak ve mukaddestir.
Allah'a ortak koşanlar
cehennem ateşinde azaplandırılaçaklardır. Ancak
ibadetlerinde ihlasli olanlar, Allah'a samimi olarak
kulluk edenler, Rab-leri tarafından seçilenler,
Rableri tarafından küfür karanlığından çıkarılıp islam
nuruna kavuşturulanlar cennette olacaklardır. Onlar İçin belli bir nzık, meyveler ve çeşitli nimetler vardır. Onlara ikramda
bulunacaktır. "Onların tümünü azdıracağım. Yalnız onlardan halis kulların
hariç"[51]
Ey müşrikler! Bunları
bildikten sonra şunu da bilin ki; sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız
varlıklar, Allah'a fitne taşıyamazsınız. Sİz ve
taptıklarınız hiç kimseyi Allah'a karşı ifsad edip
yoldan çıkaramazsınız. Ancak cehenneme girip oradaki ateşle yanacaklarına dair
İlmi ezelîde haklarında hüküm verilenler hariç. Onlar için cehennem ne kötü bir
varış yeridir. Bütün emir Allah'ın elindedir. O, kuluna serbest seçim hakkı
vermiştir. îrade bahsetmiştir ki yaptığı İyiliklere sevap, işlediği
kötülüklere de azap ve İkap yazsın.
Allah'ın kızları
olduklarını iddia ettikleri meleklere veya Allah'a ortak , koştukları ortaklara
gelince, işte size açık itiraflarını ve yüce Allah'ın huzurundaki durumlarını
anlatıyoruz: "Bizim içimizden herkesin belli bir makamı vardır." Biz
ibadet hususunda bu makamımızın ve çizgimizin dışına çıkamayız. Kâinatın
nizamı ile alemin tedbiri sadece Allah'a aittir. O'nun ortağı yoktur. Biz
haddimizi tecavüz etmeyiz. Tecavüz etmeye de gücümüz yetmez. Allah'ın kaza ve
kaderine boyun eğip teslim olur, O'nun yüceliği önünde eğiliriz.
İşte bunlardan bazısı
beli doğrulamayacak şekilde rükuda, kimi de alnı yerdenkalkmayacak
şekilde secdededir-Bunların da her birinin ibadette belli bir makamı vardır ki
bu makamın dışına çıkamaz. Allah bunların ibadet için1 saf halinde
bulunduklarını, hiçbirinin safın ne ilerisine nede gerisine gidemeyeceğini
bildirmektedir. (Namazda safların düzgün tutulması da işte buradan
gelmektedir).'Onlar, müşriklerin yakıştırmalarından Allah'ı teşbih ve tenzih
ederler.
Meleklerin ikrarları
işte budur. Sizlerde ey müşrikler, onlara nasıl taparsınız veya onların
Allah'ın kızları olduklarını nasıl iddia edersiniz?
Peygamber (S.A.V.)
efendimizin risaletle görevlendirilmesinden önce müşrikler,
cahil ve ümmi kimseler olarak ayıplandıklarında şöyle derlerdi: Eğer yanımızda
evvelkilere gelen kitaplardan bir kitap olsaydı ve bize bir elçi gön-derüseydi iman edenlerin ilki biz olurduk.
İstedikleri şey
kendilerine geldiğinde onu inkar ettiler ve iman etmediler. Fakat ileride
bunun cezasını çekecekler. Ancak şirkten ve putperestlikten arınmış selim bir
kalple Allah'a gelen kimselere iyi amelleri faide
verir. [52]
171- And olsun ki, Peygamber kullarımıza
söz vermişizdir:
172- Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir.
173- Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.
174- Ey Muhammedi Bir süreye kadar onlara aldırış etme.
175- Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.
176- Azabımıza uğramakta acele mi ediyorlar?
177- O azab, yurtlarına
indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!
178- Ey Muhammedi Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
179- İnecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.
180- Senin güçlü olan Rabbin, onların
vasıflandırmalarından münezzehtir.
181- Peygamberlere selam olsun.
182- Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. [53]
Vadimiz. Onlara görülüyormuşcasma bazı eşyalardan haber verdi. Yurtlarına. [54]
Yüce Allah, kafirleri
tehdit edip müşrikleri kötü akıbetle korkutup uyardığında bu tehdidi ile
uyarısını, Peygamber efendimizle ordusunun kalbini güçlendirecek, O'nun ve sahabilerinin azimlerini bileyecek ifadelerle takviye etti:
Andolsun ki, bizim elçilerimizden olan kullarımız
için zafer sözümüz geçmiştir. Onları muzaffer kılıp düşmanlarına galip
getireceğimize dair vaadimiz verilmiş ve gerçekleşmiştir. Kutlu ve yüce Allah
buyuruyor ki:
"Atlah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz diye
yazmıştır"[55].
171. ayet-i kerimede
geçen UuiS" sözcüğü ile İfade edilen Allah'ın
vadinden kastedilen mana nedir? Bununla şu mana kast edilmiştir: Allah'ın
elçileri ve orduları muzaffer olup düşmanlara karşı galip olacaklardır.
Galiptik hüccet ve burhan ile yahut süngü ve kılıç ile, devlet kurup
egemenliği tamamen elde etmekle olur. Dininden uzaklaşması, devletinde ve kendi
davranışındaki genel düzeninin zayıflaması dolayısıyla mü'min
kişi her ne kadar bazı zamanlarda mağlub düşerlerse
de o, hüccet ve burhan ile yine de galiptir. Şu da var ki, Cenab-ı
Allah gerçek müslümanlardan söz ederken onların kendi
kitabıyla hükmettiklerini, Resulünün sünnetiyle amel ettiklerini, din ve Kur'an-ın davet ettiği amelleri
yaptıklarını, bu uğurda faaliyet gösterdiklerini İfade buyurmaktadır. Çünkü bu
gibi kimseleri kendi orduları olarak tavsif etmekte, bunların muzaffer
olacaklarım müjdelemektedir. Biz nerede., bu evsaftaki müslümanlar
nerede!... Hal böyle olunca ey Muhammedi Sen bir süreye kadar kafirlerden yüz
çevir. Onlara İnecek ölüm ve esaret gibi azabı gör. Bunun akİ-betini
onlara göster. Bu akıbetle karşılaşacaklarım gözle görülür bir şekilde bu
sonuca maruz kalacaklarını onlarada bildir ve göster.
Çünkü bu tehditlerinin gerçekleşeceğini ileride onlar göreceklerdir. Onlar Cenab-ı Allah'ın tehdit etmekte olduğu azabın bir an evvel
üzerlerine inmesini istiyorlardı. Onların bu isteklerini Cenab-ı
Allah şu karşılığı veriyor: "Bizim azabımızı mı acele istiyorlar?" Bu
azap büyük bir ordu gibi onların yurtlarına indiğinde ve yuvalarının üzerine
çöktüğünde o uyarılmış kimselerin karşılaştıkları sabah ne kötü bir sabah
olacaktır!
Bu İfadelerde
özellikle sabah kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu azap onlara sabahleyin
gelecektir. Ayrıca düşmanlara yapılan saldırı ve baskınlar da çoğunlukla
sabahlan olur.
Ey Muhammed, bir
süreye kadar onlardan yüz çevir ve onların üzerlerine inecek olan azabı gör.
Yakında onlar da göreceklerdir.
"Kudret ve şeref
sahibi Rabbin, onların taktıkları sıfatlardan (münezzehtir) yücedir, selâm,
gönderilen Peygamberlere. Hamd, alemlerin Rabbi
Allah'a!".
Bu, Rai ani bir
edeptir. Bu, sureyi; Allah'ın arkadaşa, ortağa, çocuğa sahip bulunmadığını
bildiren ifadelerle sona erdiren İlâhî bir hatimedir. Mü'min-lerde bu hatimede bildirilen hususlarla edeplensinler
ve değerli işlerini sona erdirdiklerinde bu ifadeleri kullansınlar. Rivayete
göre Hz. Ali (R.A.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet
gününde kendisi için tam ölçeklerle sevap ölçülmesini isteyen kimse, oturduğu
meclisten kalkmak istediği zaman şöyle desin:
"Kudret ve şeref
sahibi Rabbim, onların taktıkları sıfatlardan (münezzehtir) yücedir. Selam,
gönderilen Peygamberlere. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a!".
Bu ayetler, Cenab-ı Allah'ı kendisine yakışmayan
eksikliklerden tenzih etmeyi ve O'nu kendisine layık olan yüce sıfatlarla
tavsif etmeyi kapsamaktadırlar. Zira rububiyyet;
hikmet, rahmet, lütuf ve nimet ile terbiye etmeye işarette bulunmaktadır.
İzzet ise kudretin tamam lığına, ilmin eksiksizliği-ne, irade ile vahdaniyetin bütünlüğüne
işaret etmektedir.Kudret ve şeref sahibi olan Allah İle O'nun mü'min kullarından sahih tevhid
inancını ve kâmil risaleti Allah'tan tebliğ eden
elçilere selam olsun. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu konuda şöyle
buyurdukları rivayet olunur: "Bana selam verdiğinizde diğer peygamberlere
de selam verin, çünkü ben de peygamberlerden bir peygamberim. En büyük korku
gününde onlara Allah 'm selam ve güvenliği olsun". Alemlerin rabbi olan
Allah'a hamd olsun. Bütün peygamberlere de salat-ü selam olsun. [56]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/221.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/221-222.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/223.
[4] Nûr: 41.
[5] Şems: 5.
[6] Rahman: 17.
[7] Şuara: 212.
[8] Cin: 8-9.
[9] Mü'min: 57.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/223-226.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/226-227.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/228.
[13] Secde: 13.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/228-229.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/230-231.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/231-232.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/232.
[18] Rahman: 56.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/232-234.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/234-235.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/235.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/235-236.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/236-237.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/237.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/237.
[26] Nuh: 26.
[27] Hûd: 48.
[28] Yusuf: 111.
Prof. Dr. Muhammed Mahmud
Hicazi, Furkan Tefsiri,
İlim Yayınları: 5/237-238.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/238-239.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/239-240..
[31] Enbiya; 51.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/240-241.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/242-243.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/243.
[35] Bu kısım, Kurtubî
Tefsirinden alınmıştır.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/243-245.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/245-246.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/246.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/247-248.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/248.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/249.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/249-250.
[45] Enbiya: 87.
[46] Kalem: 48.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 5/250.
[47] Enbiya: 87.
[48] Hûd: 3.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 5/250-251.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/251-253.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/253.
[51] Sâd: 82-83.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/253-255.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/256.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/256.
[55] Mücadele: 21.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/257-258.