"Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?"
Ayetlerde Şu Vurgular Bulunmaktadır
Ayetlerde Şu Noktalar Gözlenmektedir:
Ayetler Bir Öncekileri Tamamlayıcı, Siyakın Devamıdır. Şu Vurgulan
İçermektedir:
Arapça Kur'an Ve Arapça Bilmeyenlerin Kur'an'ı Anlaması
Kur'an'ın Yazımı Ve Yedi Kıraat
Kur'an'daki Sırası :
39
Nüzul Sırası ; 59
Ayet Sayısı ; 75
indiği Donem : Mekke
Sûrede, Aİlah'a davet ve evrende görülen kudret ve azametine dikkat
çekilme vardır. Bazı müşriklerin inançları ve sözleri ve onlar aleyhinde iki
hal anlatır. Mü'minler ile kafirler arasında
karşılaştırmalar vardır. Kur'an'ın iyi nefislerde
etkisine dikkat çekilir Diriliş ve insanlar arasında hüküm verme hakkında
güzel bir anlatım vardır. Sûrenin ayetleri arasına genel prensibler,
nasihatlar ve emsaller pekiştirilir. Bazı ayetleri
müminlerin hicretine izin verildiği intibaını uyandırır.
Ondaki
karşılaştırmalar, özel düzenli bir uslubla gelmesi
sûrenin özelliklerinden bir özellik haline geliyor. Bölümlerinin bir defada ya da arka arkaya indiriliğini
söyleyebiliyoruz.
Bizim
ölçü aldığımız Mushaf'ın rivayetine göre 52-54. ayetleri Medeni'dir. Konu ve
şekil bakımından sûrede uyum sağlaması bunda şüphe uyandırıyor. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
1- Kitâb'ın indirilmesi, aziz, hüküm ve hikmet sahibi Allah
tarafındandır.
2- BİZ bu Kitab'ı sana
hak ile indirdik; sen, boyun eğmeyi[2]
yalnız Allah'a halis kılarak O'na İbadet et.
3- Haberin olsun; katıksız boyun eğme sadece
Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a
yaklaştırmaları için tapıyoruz" diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allah,
onlar arasında ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Aîlah, yalancı, inkarcı kimseyi hidayete erdirmez[3].
4- Eğer Allah, çocuk edinmek isteseydi,
yarattıklarından dilediğini elbette seçerdi. O (bundan münezzehtir) yücedir. O
tek ve kahredici Allah'tır.
Sûre Kitab'm yani Kuran'ın, kudreti büyük ve bütün fiilleri
hikmet ve doğru olan Hakim ve Aziz Allah tarafından indirildiğini tasdik
etmekle başlıyor. Sonra gelen ayetlerde hitabı, Peygamber (s)'e yöneltiyor.
Şüphesiz Allah, Kitabı hak üzere ona indiriyor. Sadece Allah'a ibadet
etmesini, boyun eğmesini sadece O'na ihlasla
yönelmesini emrediyor. Çünkü bütün bunlar, O'na yapılması gerekiyor.
Bundan sonra
müşriklere korkutma içer-ikli bir değinme vardır.
Çünkü onlar, Allah'tan başka veliler edinerek ve onlara boyun eğip yönelerek
O'na ortak koşarlar. Bunu da, Allah katında bir şans ve yakınlık sebebi olarak
yaptıklarını iddia ederler. Sonra, ihtilaf ettikleri ve geri kaldıkları şeyde
Allah'ın hüküm vereceği bildirilmektedir. O, iddia ettikleri şeyi hak
ettikleri şekilde mükafatlandiracaktır. Allah'ın
yalancı ve inkarcı kimseyi mutlu etmesi mümkün değildir. Ayetler cedelli bir hüccetle sona erer. Bu da, eğer Allah bir çocuk
edinmek isteseydi, yarattıklarından en güzelini seçerdi. Sonra kendisini
bundan tenzih eder. Çünkü O, herşeyin hükmüne boyun
eğen, herşeyi kuşatan çocuğa ihtiyacı olmayan tek ve
kahredici Allah'tır.
Ayetlerin nüzulü ile
ilgili rivayetlere rastlamadık. Müşriklerin şirkleri konusunda yaptıkları
tevillerini, ortak kıldıkları tannlara tapmalarının
sadece Allah'a yakınlaştırma sebebi olduğunu iddia etmelerini hikaye eder.
Ayetler, Peygamber (s) ile müşriklerin aralarında geçen tartışma ve münazara
tablosunu belirlemek, aydınlatmak ve kınamak için indirilmiştir.
Son ayet ise
"evliya" mefhumunu açıklıyor. Bundan Önce zikredilen bu mefhum
hakkında müşriklerin inancını açıklıyor. Kayıt amacını içeren cedelli hücet böylece açıklığa
kavuşuyor. Dediğimiz gibi Arap akidesinde, melekler Allah'ın kızlarıdır. O'-nun katında onlara şefaatçi olmaları için meleklere
taptıklarını kast ediyoruz. Bu akideyi kınayan ayetlerin üslubunda yeni bir
pekiştirme bulunuyor. Allah'tan başka herhangi bir yönelme, herhangi bir sıfat
ve anlam yakınlaşma veya tevessül amacıyla yapılırsa şirktir. Allah bundan asla
razı olmaz. Bu çokça tekrarlanıyor. İslam ve Kur'an'ın
pren-siblerinden muhkem ve
temel bir prensibtir bu.
"Şüphesiz Allah,
yalancı ve inkarcı her kimseyi mutlu etmez" cümlesi yalan ve inkar
vasfının sahiplerini gündeme getiriyor. Bu tanım, aynı zamanda ahlâk
bozukluğunu, kötü niyeti, hak ve hidayetten uzaklığı kastediyor. Bu da,
bununla tanımlananları "baği" (isyankâr,
kötü) bir tutumla karşı koymaya sevkediyor.
Bu
cümlede ve benzerlerinde başka iki anlam ya da iki
amaç olduğu görülmektedir. (Şüphesiz Allah, fâsıklar,
kafirler, mücrimler, müfsidler topluluklarına hidayet
etmez). Bu anlam ve amaç, sonra gelen ayetlerden ilham alınmıştır. O da,
kınama, uyarma ve ağlatma amacıyla, bu zikredilen sıfatların sahihlerini bu
tavırlarından vazgeçmelerini ve tevbe etmelerini
istemesidir. İkincisi ise bu sıfatlar kalanlara hasredilmiştir. Bununla beraber
bu sıfatlara sahip kimselerin yani delalette, fıskta,
fesatta, zulümde, cürümde, küfür ve yalanda olanların Allah'ın hidayeti,
inayeti ve tevfıkinden kesin mahrum kalacakları
tarzında bir hüküm yoktur. Allah onlara, düşünme, seçme ve akletme
kabiliyetini vermişse, tavırlarından vazgeçip hak ve doğruya dönmeleri,
Allah'ın rızasını ve başarısını kazanmaları ihtimali hâlâ var demektir. Bunu
destekleyen çoğu ayeller, Allah'a dönmeleri ve tevbe etmeleri için kafirler, münafıklar, mücrimler,
zalimler ve yalancılara açık bir kapı bırakmıştır. Furkan
sûresi içerisinde bu konuyla ilgili ayetleri zikrettik ve açıkladık. Bu
sıfatlarla tanımlanan kimselerin çoğu tevbe ettiler,
Allah'a yöneldiler, Kur'an'a ve Muhammedi Risalet'e iman ettiler. Allah'ın inayetini ve rızasını
kazandılar. İslam hidayetinin sancağını yeryüzünün doğu ve batısına taşıdılar.
Allah'ın şu tanımını hakettİler: "Öne geçen
muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar;
Allah onlardan hoşnut olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah)
onlara, içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. İşte büyük "kurtuluş ve mutluluk" budur." (Tevbe, 100). [4]
5- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi
gündüzün üzerine dolar[5]',
gündüzü de gecenin üzerine dolar. Güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır. Her
biri belki bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, O, aziz ve çok
bağışlayandır.
6- Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan
eşini meydana getirdi ve sizin için davarlardan (Deve, öküz, koyun ve keçi)
sekiz çifti[6] (emrinize âmâde kildi)'.[7] Sizi
annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratmadan yaratmaya: (aşamadan
aşamaya) geçirerek yaratmaktadır. İşte Rab-
b'iniz Allah budur. Mülk O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur.
Nasıl (O'na kulluktan şirke) fikirlerinizle çevriliyorsunuz?[8]
7- Eğer
küfre sapacak olursanız, şüphesiz Allah, siz(in İmanınız)a muhtaç değildir.
Fakat O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz sizin için
ona razı olur. Hiçbir günahkar diğerinin günahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinİzedir. (O) size yaptıklarımızı haber verir. Çünkü O,
göğüslerde saklı olanı bilendir.
Bu ayetler kendinden
önceki ayetleri tekid babında gelerek, sadece
Allah'ın İbadete ve kulluğa hak sahibi olduğunu vurgular. Çoğul muhatab zamirini kullanarak sanki dinleyenleri hedef alır.
İbareleri ve cümleleri herhangi bir beyana ihtiyaç duymayacak şekilde açıktır.
Ayetlerin
üslubu ilginç ve güçlüdür. Allah'ın büyüklüğünün delillerine, melekutta ki kanunlanna,
insanları ve hayvanları yaratmasına, onları yaratıklarından üstün kılmasını
dikkatleri çekmekte güçlü bir yöntem kullanır. Bunu sadece kendisinin ibadet
edilmeye hak sahibi olduğunu, O'nunla birlikte
koşulan ortakların sapıklık olduğunu delil getirme yoluna gider. [9]
Müfessirlerin cumhuru[10]
"Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi"
ayetinin Ademoğlu'nun yaratılış aslına işaret ettiğini belirtiyorlar. Seferut-Tekvin'in birinci bölümünde ise Allah Adem (a)'i
topraktan yaratır, ve ona ruhunu üfler, sonra hanımı Havva annemizi kaburga
kemiklerinin birinden yarattı deniliyor.
Oysa bu cümleden amaç,
bir cinsten bir çiftin yaratılmasıyla ilgilidir ve insan çeşidine genel
anlamda işaret etmektir. Çoğul muhatab zamiri ise bu
makamda bu amaca denktir.
Ve yine müfessirlerin
cumhuru, "uç karanlık" cümlesinin erkeğin sulbundaki
karanlık, yani menisi, sonra meninin geliştiği kadın rahminin karanlığı, sonra
da rahimde cenini (embriyonu) saran zarın karanlığı anlamına geldiğini
söylemişlerdir. Oysa şunu biliyoruz: Rahim dıştan içe doğru üçdoku ile yapılmıştır. Parametriurn,
Miametrium, Enda-mclrium dokulan. Bu dokular ışık,
ısı geçirmez zarlarla sarılmıştır. Kur'an, ışık geçirmez
bu perdelere "zulmet" diyor ve insanın "üç zulmet" içinde
yaratıldığını söylüyor.
Yine "Davarlardan
sizin için sekiz çift emrinize amade kıldı" cümlesi deve, öküz, koyun ve
keçi dört davar çeşidinden çifter yarattığına delil getirilir. Bu konunun En'am sûresi 142. 143. ayetlerinde daha açık birşekilde tefsirini yapmıştık.
Bu noktalar üzerinde
geniş bir açıklama yapma durumunda değiliz. Sanıyoruz ayetlerin üslubu ve
içeriği değişik münasebetlerde dikkat çektiğimiz çoğu emsalinin kastettiği
deliller gibidir. İnsanların değişik tabakalarının anlamı ile uyum sağlayan bir
uslubla Allah'ın kudret ve azametine delil olan
şeylere dikkat çekilir. Bunlar gözleriyle gördükleri ve kendilerinde bulunan,
yaşam vesilesileriyle zevk aldıkları delillerdir.
Rabbimİz
burada, yarattıkları için koyduğu evrensel kanunları, sanatsal yönden isbat etmeyi hedeflememiştir. Bu ayetlerde bu çerçeveyi
aşmamak gerekir. Çünkü bunlar Kur'an'ın kastettiği
şeyler değildir. [11]
"Eğer küfre
sapacak olursanız, şüphesiz Allah, siz(in imamnız)a
muhtaç değildir. Fakat O, kullan için küfre rıza göstermez. Ve eğer
şükrederseniz sizin için ona razı olur" ayeti, kafirlerin küfrünü, mü'minlerin imanını kararlaştırma da kesin hüküm belirtmektedir.
Hidayete ulaşmak ve salih ameller veya dalalet,
küfür, günah edinmek sadece insanın kazandığı ve seçtiği ile ilgilidir. Allah
(azze ve celle) küfür ve
günahı hiç kimse için istemediğini, o İkisi için yollar bırakmadığını,
kendisinin bundan münezzeh olduğunu kesin bir dille söyler. İnsanlardan O'nu
inkar edenler olursa, buna razı olmaz ve sevmez, onların imanına da muhtaç
değildir. O'nu itiraf etmelerine, O'na şükretmelerine razı olur ve sever.
Ayetler
açık olmakla beraber, küfürü kınama ve şükrü teşvik
amacını taşır. Kelam ekollerinin sahipleri[12]
bunun etrafında tartıştılar. Razı olmamak ve İrade kılmamak benzer anlamdadır.
Küfrün, Allah'ın iradesiyle gerçekleşmesi mümkün değildir. Bunlara muhalefet
edenler ise dediler ki: Razı olmak ile İrade arasında fark vardır. Allah'ın
mülkünde ancak istediği olur. Bu olan bazılarından razı olmasa da bu
gerçekleşir. Biz ayet etrafında böylesi tartışmaların buradaki konuyu İçermeyeceğini
görüyor, bu konudaki tartışmaların zorlama olduğunu söylüyoruz. Eğer her grubun
Allah'ı kendi bakış açısıyla takdis etmesi amaç olsa dahi bunu uygun
bulmuyoruz. Bu ayet ve benzerlerinin apaçık amacıyla alınmasını daha öncelikli
görüyoruz. Bu da iman ve şükretmeye teşvik, küfürü
kınama ve ondan sakındırmadır. [13]
8- İnsana
bir zarar dokundu mu, hemen İçtenlikle Rab-b'ine
yönelerek O'na dua eder. Sonra (Rabb'i) ona kendisinden
bir nimet bağışladı[14] mı;
önceden O'na yalvarmakta olduğunu unutur da, O'nun yolundan saptırmak için Allah'a
eşler koşmağa başlar. De ki: "Küfrünle azıcık yaşa, sen ateş
halkındansın!"
Ayette çoğu insanların
ahlâki tutumlarından birisini kınama vardır. Eğer birine bir zarar dokunsa, ya da bir tehlike hissetse, yalnızca Allah'a sığınır,
O'ndan yardım ister. Eğer ona icabet edildiği, içinde bulunduğu ortamdan
kurtarıldığı ve nimet verildiği halde tutum ve konumunu değiştirirse O'nu
unutur. İlk tutumunu bırakarak ibadet ve dualarında O'na eşlcr(putlar)
koşar ve böylece Allah'ın yolundan sapıtmış olur. Ayetin sonunda ise Peygamber
(s)'e bu insana ve benzerlerine şöyle demesi emredİlmektedir:
Dünyada küfrünle biraz yaşa, zevklen çünkü sen, sapıklık ve çelişkinin içinde
bulunmanın mükafatı olarak ateş halkındansın.
Ayetin iniş nedeni ile
ilgili bir rivayete rastlamadık. İçeriği, peygamber İle müşrikler arasında
meydana gelen tartışmanın boyutunu yansıtmakta; konu ve şekil bakımından bir
önceki ayetlerle ilintili olduğu görülmektedir. Şiddet, zor ve kurtuluş
durumlarında müşriklerin, Allah'a karşı sergiledikleri çelişkili durumu
kınanarak olumsuz tutumların ayrıntıları verilmektedir.
Ayette, başka
sûrelerde geçen müşriklerin nefislerinde gerçekleşen itirafları scrgileme, zarar geldiği ya da
tehlike kuşattığı zaman sadece Allah'a yönelmelerinin adetleri olduğunu, çünkü
zararı ve kötülüğü defedenin yalnızca O olduğunu içeren ayetleri pekiştirme
vardır. Burada başka kesin bir pekiştirme de, Allah kullarından sadece her şartta
O'na yönelmelerinden başkasını kabul etmediğidir. Bundan başkası ise şirk ve
küfürdür.
Zorluk
anında Allah'ı hatırlayan, refah anında ise takva ve hak yolundan saparak O'nu
unutan kimseler hakkında ayette devamlı bir tehdit vardır. Çünkü bunda Allah'ın
katında bir çirkinlik, iğrençlik ve günah vardır. [15]
9- Yoksa o, gece
saatlerinde boyun eğerek[16],
secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten
korkan ve Rab-bi'inin rahmetini uman gibi midir? De
ki; "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak akıl
sahipleri öğüt alır.
Ayetlerde, sadece
Allah'a boyun eğen ve O'na kul olanın, gece yarılarında, gündüzün belli
saatlerinde, zorluk ve refah vakitlerinde O'nu zikr
eden, ahiret hesabını ve ahvalini hesaplayan,
Rabbi'nden rahmetine kendisini de katmasını dileyenden daha efdal
(üstün) birinin olup olamayacağı sorgulanıyor. Peygamber (s)'e ikinci soru
Rabbani emirle geliyor; bilen kimselerle bilmeyenler arasını eşitlemek ya da her iki grubu bir makama koymak doğru mudur? Sağlam
ve ileri görüşlü akıl sahipleri, sadece işlerin hakikatini zikreder ve idrak ederler.
İlk sorunun, geçen
ayette işaret edilen kafir müşrik ile salih mü'min arasında karşılaştırma yolu ile sorulduğu akla
gelebilir. Allah'ı zorluk anında hatırlayan, refah anında O'nun yolundan sapan
müşrik, kafirdir. İkinci soru birinci soruyu tamamlamaktadır. Salih toplumun
sadece bilenler ve idrak edenler olduğunu uyarmaktadır.
Bu
ayet ile geçen ayet arasında üslup yönünden bir münazara vardır. Her ikisinde
de konu geneldir. Her ikisi de Pcygamber(s)'c inkar
ile idrak ve itaatin neticelerini ilan etmesi için emrolunur.
Bu nedenle, bu ayetin ilkin önceki ayette bağlantılı olduğu söylenebilir. Her
ikisi de siyak ile bağlantılıdır. Uyarma ve açıklama babında gelmiştir. [17]
Ayetin ikinci yarısı,
sosyal konumuna bakmaksızın sapık ve delalette olan müşrikten, salih mü'minin daha üstün
olduğunu olumlu bir isbatla açıklıyor. Bilmeyenler
ile bilenler arasında eşitlemeyi inkar ediyor. Burada, salih
mü'minin üstünlüğünün ispatı Kıyamete kadar açıkça
belirtiyor.
"Bilen
kimselerle, bilmeyenler" ibaresiyle kastedilenler, müminler ve
kafirlerdir. İlk kesim işlerin hakikatini idrak ederek hidayet yoluna tabi
oldular, diğerleri ise bunu görmeyerek kör oldular. Bununla beraber bu İbareyi
şu şekle koyarak söylemek mümkün: İkİ durum yada iki
adam yada iki grub arasında kıyas konusu olacak her
şeyi içine alır. Biri görüş yada tavrını apaçık bir hüccetle ilme ve düşünceye
dayandırıyor, diğerleri ise hakikati anlamıyor, hakkın konumunu bilmiyor,
tavrını da ilim ve delile dayandırmıyor. Bu nedenle bu ibare, hakkı, doğruyu ve
hikmeti içermesi nedeniyle Kur'an'ın mesellerinden
bir meseli oluşturuyor.
Bazı
müfessirlcr[18]
ayetin, Ammar bin Yasir ile müşriklerin zengin ve liderlerinden Huzeyfe el-Mahzumi arasında kıyas
için indiğini rivayet ederler. Birincisi gece gündüz Allah'a ibadet eder, hududlarına uyar, rahmetini temenni eder. O bu
davranışlarıyla sapıtan, müstekbir müşrikten Allah
katında daha üstündür, Ammar[19]
yerine Ebu Bekir yada Osman veya İbn
Mesud'un adlarını zikreden rivayetler vardır. Bununla
beraber birden lazla müfcssirler,
bu ayetin müminler ile müşrikler arasında tercih yapmak için geneli
kapsamaktadır demektedirler[20]. Bu
ayetin özel münasebetten ayrı düşünüyoruz. Ayclin
Allah Rasulü'nün ashabından çok namaz kılan, Allah
için ibadet eden bir şahıs ile bu şahsa karşı tercih ve teselli babında buğzedici bir tavır koyan, müstekbir,
asi ve zengin bir şahsı kınamak ve uyarmak amacını içermesi ihtimal
dahilindedir. [21]
10- De ki: "Ey inanan kullarım. Rabb'inizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara
güzellik vardır. Allah'ın yeri geniştir. Ancak sabredenlere, ödülleri hesapsız
ödenecektir.
11- De ki: "Bana boyun eğmeyi yalnız Allah'a
halis kılarak, O'na kulluk etmem emredildi."
12- Ve bana müslümanların ilki olmam emredildi.
13- De ki: "Ben Rabb'inize
isyan edersem, büyük bir eü-nün azabından
korkarım".
14- De ki: "Ben, dinimi (boyun eğmemi)
yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk ediyorum".
15- "Sİz de O'ndan
başka dilediğinize kulluk edin". De ki: "Ziyana uğrayanlar Kıyamet
günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyan edenlerdir. Dikkat edin, işte bu,
apaçık bir hüsrandır!"
Ayetlerde Peygamber
(s)'e Rabbani emirler vardır. Ayetlerdeki ifadeler başka bir açıklamaya ihtiyaç
bırakmayacak şekilde açıktır. Nüzul sebebinde herhangi bir rivayete
rastlamadık.
Bu ayet kümesinin bir
önceki siyaktan ayrı olmadığını ilk anda gürüyoruz.
Kesin is-batı içeriyor. Kafirlerin inatçı, ısrarcı tutumlarına kesin cevap
teşkil eden bir seyir takip ediyor. Bu orada mü'minlerin
kalplerini tatmin etme, korkularını giderme, sabra teşvik, salih
amel iman ve takva sıfatlarına yapışmak için bir haykırış vardır. Salih kullan
dünya ve ahirette güzel bir sonuçla müjdeliyor. Son
ayet, müşrikler için şiddetli; uyarıcı ve kınayıcı bir üslubu içeriyor. Aynı
zamanda Peygamber ve taraftarları için yücelme ve güven duygusuna teşvik
ediyor. Kıyamet günü hüsrana uğrayacakların konumlarına işarette bulunuluyor.
Sûrede Allah'ın
Peygambere sadece O'na boyun eğerek ihlaslı bir
şekilde ibadet etmesi emri tekrarlanır.
Allah'ın emirlerini
Peygamber'in ilan etmesi gerektiği hissettirilir. Bu da, müşriklerin (Kalem ve
İsra sûrelerinde tefsiri yapılan ayetlerin
açıklamasında görüldüğü gibi) ilahları ve ortak koştukları durumla ilgili
hükümler karşısında rahat davranacakları, bu ayetler karşısında geri adım
atacakları umuduna kapılınmaması için yapılmaktadır.
Buna
benzer bir emrin sûrenin başında zikredildiğine dikkat edilmelidir. Bu, sûrenin
sonlarında üçüncü defa başka bir konumda tekrarlanır; aynca
bu hal müşriklerin çabalarını ve görüşlerini sûrenin indiği şartlarda
yenilediklerine delil kabul edilebilir. [22]
"Allah'ın yeri
geniştir" cümlesi, ilk ayetteki söylediklerimize ek olarak, Mekke'den
zayıf müminlerin Rabbani teşvik ya da Rabbani lütuf
ile hicret etmelerine imkan tanımaktadır. Kim hicret ederse yeryüzünde
Allah'ın rızkını bulmakla, müjdelenir ki, ona gözünü aydın edecek, sabrının
ecrini yeterli bir şekilde verecek, eziyet, gayret ve ayrılığının hesabı
kendisine sorulmayacak bir kolaylığı Allah bahşedecektir.
Mekke
döneminin üçte birinden sonra bu ayetin indirildiği ve bundan sonra da Habeşistan'a
hicrete izin verilmiş olabileceği ifade edilebilir. Bu ana kadar inen ayetlerin
miktarına dikkat edilirse, hicretin zamanlaması ve önemi tasavvur edilebilir ve
bu hicret tarihi hakkında da tevatür rivayetler gelmiştir. [23]
10. ayette
sabredenlere Allah katında büyük ecir hazırlandığının bildirilmesi münasebetiyle
diyoruz ki, Kur'an'da "sabır" kelimesi ve
farklı kullanımları yüz defa tekrarlanmıştır. Bazan
"sabır" konusu mü'minlerin ahlaklarına
işaret ederek, teşvik ederek, onunla meziyctlenenleri
överek, onu gerçekleştirenlere büyük bir ecir vaadederek
gündeme gelmektedir. Bazan de Kur'an'da
onun tavsiye edilmesi, zorluk ve musibet anlarında Allah'dan
yardım istemesinin emredilmesi çerçevesinde geçer. Bu da, Kur'an'da
sabrın Rabbani inayetin müslümanların en güzel ahlaki
faziletlerinden biri olarak yerleştirilmesine verilen önemi gösterir. Bunun
çok örneği geçti. Bunlardan Bakara Sûresi 153-157. ayetleri şöyledir: "Ey
inanlar, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin, muhakkak Allah,
sabredenlerle beraberdir. Allah yolunda öldürülenlere "Ölüler" demeyin;
hayır, onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız. Andolsun,
sizi korku, açlık, mallar(mız)dan canlar(ınız)dan ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi şeylerle
deneriz; sabredenleri müjdele. Ki onlara bir bela eriştiği zaman; Biz Allah
içiniz ve biz O'na döneceğiz" derler. İşte Rab'lerinden bağışlamalar ve
rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır17. Ve yine Bakara 177.
ayeti, "Yüzlerimizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.
Asıl iyilik, O (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a ahiret gününe, meleklere, Kitâb'a
ve peygamberlere inanmak; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yosul-lara, yolda kalmışlara,
dilencilere ve bayunduruk altında bulunan (köle ve
esir)lere vermek, namazı ikâme etmek ve zekatı
vermektir. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalannı yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş
zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar anlardır. (Allah'ın azabından)
korunanlar da onlardır." Al-i İmran sûresi 146.
ayeti, "Nice peygamber var ki kedileriyle beraber birçok rabbaniler cihad ettiler. Allah yolunda başlarına gelenlerden
yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever." Ra'd sûresi 22. ayeti, "Ve onlar Rab'lerinin yüzünü
(rızasını) arzu ederek (nefsin ağrına giden şeylere) sabrederler; namazı ikame
ederler, kendilerine verdiğiniz rızıktan gizli ve
açık olarak (hayır yoluna) harcarlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte şu
yurdun sonucu onlarındır." Nahl sûresi 42.
ayeti, "Onlar ki sabrettiler ve Rab'Ierine
dayanmaktadırlar" ve yine aynı sûrenin 96. ayeti, "Sizin yanınızda
bulunan (dünya malı) tükenir. Allah'ın yanında bulunan ise kalıcıdır. Biz
sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güzcliylc
vereceğiz." Hacc sûresi 35. ayeti, "Onlar
ki, Allah anıldığı zaman kalblcri titrer. Başlarına
gelene sabrederler, namazı ikame ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yoluna) harcarlar." Şura sûresi 43.
ayeti, "Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz, bu çok önemli
işlerdendir." vd. gibi.
Geçen sûrelerde ve
başka sûrelerde zikredilen çoğu ayetlerden ve bu ayetlerden anlaşıldığı gibi,
bunların hedefi, müslümanın nefsinde tehlike ve kriz
anlarında kerametini, izzetini ve başarısını güçlendirmek, taşkınlığını,
korkusunu, tedirginliğini ve izdırabını sakındırmak,
direnme, nefse hakim olma, sekinet, sinirlerini
kontrol etme gücünü ruhuna yerleştirmektir.
Sabır çoğu ahlâkî
kavramlarda kendini gösterir. Hak tutumunda ısrar ve cihadın zorluklarına
dayanmaktır. İffetli olmak ve şehvetlere sabretmektir. Halim olmak, kışkırtmalara
sabretmektir. Ketum olmak ve sırları yaymamaya sabretmektir., vs.
Yukarıda ayetlerin işaret
ettiği konulara bağlı olarak, Kur'an'da zulme boyun
eğen, zillete razı olan, düşmana ve meskenete tahammül eden bir sabrın
tanımının kesinlikle olmadığını söyleyebiliriz.
Kur'an'in Mekki, bilhassa Medeni
ayetleri, kafirlerden gelen eziyet ve işkencelere, onların büyüklenme ve
böbürlenmelerine, Peygamber ve Müslümanların sabretmelerine teşvik eder. Fakat
bunlar üzerinde iyice düşünen biri onunla bizim kararlaştırdığımız arasında bir
çelişki olmadığını görür. Ve yine orada zulüm, zillet, boyun eğme, meskenete
yol açan bir durum da yoktur. Sabırla ilgili çoğu ayet, peygamber ve ashabına
bulundukları hak üzere sebat etmelerini, uygun bir vakte kadar ihtiyatla
beklemelerini ister. Peygamber (s) sorumlu olduğu temel görevini yerine
getirmesi için; yani davete devam etmesi için teşvik edilir. Şu örneklerde
bunu görebiliriz:
1- "Sana vahyolunana
uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en iyisidir.
(Yunus, 109).
2- "Sabret, Allah'ın va'di
haklır, (O mutlaka yerine gelecektir.) inanmayanlar
seni telaşa düşümlesin." (Rum, 60).
3- "Mallarınız ve canlarınız hususunda
deneneceksiniz; sizden önce kendilerine ki-tab
verilenlerden ve ortak koşanlardan çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama
sabreder, korunursamz; işte bunlar, yapmağa değer işlerdendir."
(Al-i İmran, 186).
4- "Kitâb
sahiplerinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki
kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Allah emrini
getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, her şeye gücü
yetendir." (Bakara, 109). [24]
16- "Onların üstlerinde ateşten gölgeler,
altlarında da (ateşten) gölgeler[25] var.
İşte Allah kullarını bu durumdan korkutur. Ey kullarım, benden korkun!
17- Tağut'a[26]
kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı:
18- Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline
uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve
onlar akıl sahipleridir.
19- Üzerine azab kararı
hak olanı mı, sen ateşte bulunanı mı kurtaracaksın?
20- Fakat Rab'lerinden korkanlar için yüksek
yerde saraylar[27] var. Sarayların altından
da ırmaklar akmaktadır. Bu Allah'ın va'didİr. Allah va'dinden caymaz.
1- Bundan önceki ayette zikredilen hüsrana ereceklerin
altlarından ve üstlerinden kuşatan ateşle karşı karşıya kalacaklarının beyanı.
2- Allah'ın,
salın kullarının bu sonuçtaki horlamaya dikkatlerini çekmek.
3- Bu
ikazlar sayesinde insanları sakındırmak, salih amel
ve imanla O'ndan korkmaya davet etmek.
4- Sadece ihlasla Allah'a yönelenler, putlara tapmaktan sakınanlar,
övgü ve sena ile anılmakladır. Onlar için müjde vardır. Peygamber (s)'e,
dinledikleri üzerinde düşünen, sonra hayır ve hidayete talip olan, en güzeline
uyan Allah'ın kullarını müjdelemesi emredilin ektedir, Bunlar doğru akıl
sahipleridir. Onlara Allah hidayet etmiştir.
5- Muttaki mü'minler
ile azabı hakeden kafirler arasında karşılaştırmanın
anlamı sorgulanır. Birincilerin ulaşacağı sonuç, altlarından ırmaklar akan
yüksek saraylarda yaşamak, diğerleri ise ateşin içine atılmaktır.
6- İşte bu
Allah'ın gerçek va'didir. Allah va'dini
asla bozmaz.
7- Peygamber'e yöneltilen ateşte bulunanları
kurtarabilme imkanı olabilir mi sorusuyla, ateşi hakeden
kafirlerin inat ve inkarlarında ısrarcı olmalarıyla bu akıbete çarptırıldıkları
vurgulanır. Sanki onlar kendini ateşe alan bir kimse niteliğindedir. Peygambere
onları imana zorlamasının görevi olmadığı ve bunu başaramayacağı, teselli ve
mutmain kılma yoluyla anlatılır.
Ayetlerin, Öncekilerle
konu ve şekil bakımından bağlantılı olduğu açıktır. 18. ayetin özellikle ilk
bölümünde telkin, müddet ve uyarmanın gücüne dikkatler çekilir. Doğru akıl ve
iyi sağduyu sahipleri her işittikleri üzerinde düşünür sonra hidayet ve doğru
olana tabi olurlar. Bunu yaparken hiçbir amaç ve neva heves onları etkilemez.
Bu nedenle Kur'an'ın genci ve devamlı telkinleri,
işiteni düşünmeye ve sorumluluğa yöneltir.
17.
ayetin, Osman bin Affan, Abdurrahman
bin Avf, Talha Bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Sa'd bin Ebi Vakkas, Said
bin Zeyd'in Ebu Bekir
eliyle müslüman olduklarına işaret için indiği
rivayet edilir[28]. Ayetin, Zeyd bin Amr, Ebu
Zer el-Gıffari, Selmani
Farisi hakkında indirildiği-de rivayet edilir. Ayetin bir önceki ve bir sonraki
ayetlerle tam bir uyumluluk gösterdiği gözlenir. Rivayetin adlarını zikrettiği
kimseler yakın bir dönemden beri müslüman
olmuşlardır. Bazı rivayetlerde ise Ebu Zerr ve Selman gibilerinin
Medine döneminde müslüman olduğu söylenir. Bazıları
ise genel bir şekilde mü'minleri uyarmak amacıyla indiriliğini söyler. Bu en tercih edilenidir. Çünkü hiç
kimse onun tek kişi için indirildiğini rivayet etmez. Bu ayetler, önceki ve
sonraki ayetlerle, siyak ile bağlantılı tam bir silsileyi temsil eder. [29]
"Takva"
konusu üzerine 16. ayetteki "Ey kullarım, benden korkun" cümlesi
üzerinde durmamız güzel olacaktır. Allah'ın takvayı emretmesi, ona teşvik
etmesi, müttekileri övmesi, Kur'an'ın
Mekki ve Medeni ayetlerinde çokça tekrarlanmıştır. Bu
kelime ve türevlerinin Kur'an'da çokça
kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu da, Kur'an'ın ona
verdiği öneme delildir. Değişik şekil ve makamlarda çoğu örneklerde bunu
görebiliriz.
Kelime, amaç ve
anlamının aslı itibariyle, Allah'ın gazab ve
Öfkesinden korkmak, yasaklarından sakınmak, emirlerine uymak hükümlerini taşır.
O bir şeyi emrederse, insan, insanlar ve insanlık için bir hayır vardır. Bir
şeyi de nehyederse, insan, insanlar ve insanlık için
bir şerr vardır. Başka bir deyişle amacı ve hedefi,
insanı İslah etmek, müs-lümanı hayır olan herşeye
yönlendirmek, Allah'tan korkmaya alıştırmak, kötü ve şerr
olan herşeyden sakındırmaktır.
Kur'an'da değişik ayetlerde takvanın imandan ayrılmaz parça
olduğu vurgulanır. Mesela Yunus sûresi 62. 63. ayetleri, "İyi bil ki,
Allah'ın velilerine (sevdiklerine) korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Onlar ki, iman ettiler ve korundular"; A'raf
sûresi 156. ayeti "Rahmetini ise her şeyi kaplamıştır. Onu, korunanlara,
zekatı verenlere ve ayetlerimize inanlara yazacağım"; Bakara Sûresi 103.
ayeti "Eğer onlar inanıp (Allah'ın azabından) korunmuş olsalardı, elbette
Allah katından (verilecek) sevap, kendileri için daha hayırlı olurdu. Keşke
bilselerdi!"; Maide Sûresi 93. ayeti
"İnanıp iyi işler yapanlara bundan böyle (kötülüklerden) korunup
inandıkları ve iyi işleı yaptıkları, sonra (yasaklardan)
korunup (onların) yasaklığına) inandıkları ve yine korunup iyilik ettikleri
takdirde yediklerinden ötürü bir günah yoktur. Allah ihsan sahibi kimseleri
sever" örnek olarak verilebilir. Bu ayetler sadece imanın insanı
korkutmaya yeterli olmadığını içerinektedir. Allah'ın
emirlerine tâbi olmanın, yasaklarından sakınmanın; ancak bunları uygulamaya
koymaya azmettikten sonra bir değeri olabilir. İman, insanın gizli yönlerinden
biri olması nedeni ile açık olarak delillendirilemcz.
Ancak müslüman ferdin Allah'ın emirlerine tâbi
olması, yasaklarından sakınması ile ortaya çıkan takva, bu gizliliği açığa
kavuşturur.
Kur'an'da Allah'ın müttakiler için
hazırladığı değişik faydaları, kolaylıkları içeren değişik ayetler vardır.
Örneğin Talak sûresi 4. ayeti, "Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona, işinde
bir kolaylık yaratır." Hud sûresi 49. ayeti,
"Ey Muhammed, bunlar sana vah-yettiğimiz gayb
haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O
halde sabret, sonuç müttakilerindir."
Enfal sûresi 29. ayeti, "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsaniz O size iyi İle kötüyü ayird
edici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük
lütuf sahibidir." Hadid sûresi 28. ayeti, "Ey iman edenler,
Allah'tan korkun, O'nun elçisine inanın ki, size rahmetinden iki pay versin,
sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratılsın ve sizi bağışlasın. Allah
çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Muttaki, zararlı
tutumlardan, günaha götürecek boşluklardan sakınır. Onların şerrinden emin
olur. Dünya ve ahiretinde kurtulmuş, başarıya ermiş,
iyilik ve hayra girmiş, güvenliğe ermiştir.
Bütün bunlardan dolayı
Allah, takvaya teşvik etmiştir. Onu hayatın devamı için alınması gereken bir
azığa benzetmiştir. Onun zaruretini aydın akıl sahipleri anlar. Bakara
sûresinin 197. ayetinde denildiği gibi: "Yanınıza azık alın (da açlıktan
korunun), azığın en iyisi takvadır. Ey akıl sahiplen benden korunun!".
O'nun dostlarının müttakiler olduğuna dikkat
çekilir. Yunus sûresi 62. 63. ayetlerini az önce zikretmiştik. Orada
mutta-kilerin velisinin Allah olduğu belirtilir. Casiyc
sûresinin 19. ayetindeki gibi; "Zalimler birbirlerinin yetişidirler. Allah
ise muttakilerin velisidir." Allah değişik ayetlerde mut-takilere olan sevgisini tekrarlar. Örneğin Al-i İmran 76. ayeti, Tevbe 4. 7.
ayetleri, Bakara sûresinde ise bir ayet var ki, muttakilerin vasıflandığı,
insanlık sosyal, ahlâki ve dini faziletlerin tümünü bünyesinde toplamıştır:
"Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz ihsan, iyilik (birr) değildir. Asıl ihsan, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, ahiret gününe,
meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inandı, sevdiği
malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara dilencelere
ve boyunduruk altında bulunan (köle ve e-sir)lere vedi; namazı ikame etti,
zekatı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman anlaşmalarını
yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte
doğru olanlar onlardır, (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır."
(Bakara, 177).
Bütün
bunlardan da anlaşılıyor ki, Allah müslümam en güzele
yönlendirmek, ahlâkını ıslah etmek ister ve bunu da yüce Kur'an'ın
hikmeti ve güzel inayeti ile gerçekleştirir. Böylece Allah, dünya ve ahiret mutluluğunu, insanlığın ve onun hayrını
istemektedir. [30]
21- Görmedin
mi Allah gökten bir yağmur(su) indirdi,- onu yerin içindeki kaynaklara geçirdi,
sonra onunla çeşitli renklerde ekin çıkarıyor, sonra (ekin) kurur, onu sararmış
görürsün. Sonra Allah on[31]u bir
çöp[32]
yapar. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için bir ibret vardır.
Ayetin diğerlerinden
ayrı olmadığı gözlenir. O, diğer ayetlere bir açıklama ve tamamlayıcı
niteliğinde gelmiştir. Bazı müfessirler onda evrenin bir yaratıcısı olması gerektiği
üzerine bir uyarma vardır diyorlar. Allah'ın insanları yeniden diriltmesindeki
kudrete delil vardır. Bazıları ise, yaşam görüntülerini temsil ettiğini,
bununla insanın gururlanmaması gerektiğini söylüyorlar. Çünkü her güzel
görünenin sonucu, kurumak ve helak olmaktır.
Her
iki söz de güzeldir. Ancak ikinci sözde ki dünya ile böbürlenmeden sakındırmanın,
ondan el etek çekme anlamı taşımadığına dikkatleri yöneltmek isteriz. Böylesi
bir durum, değişik yerlerde eleştirilmiştir. A'raf
sûresi 32. ayetinde bu konu şöyle açıklanır: "De ki: 'Allah'ın, kullan
için çıkardığı süsü ve güzel rızıklan kim haram
etti?' De ki: 'O, dünya hayatında inananlarındır, Kıyamet günü de yalnız
onlarındır. İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle
açıklıyoruz." Oysa sakındırma, dünyaya çok dalıp, Allah'ın, insanlara
hayır ve şerri takdim edeceği hesap gününü unutturmaya yöneltiği
zaman geçerlidir. [33]
22- Allah'ın
göğsünü İslam'a açtığı kimse, Rabb'inden bir nur
üzerinde değil midir? Allah'ı anmaya karşı yürekleri katılaşmış olanlara
yazıklar olsun. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.
Kimin daha üstün olduğu
hakkında inkar edenlerin sorusu; "An.th'ın
göğsünü İslam'a açtığı kimsenin hidayete ermesi, onun Rabbi'nden bir nur
üzerinde değil midir?" sorusuyla cevaplandırılıyor. Sonra inatlaşan, Allah
anıldığında yumuşamayan, kalpleri katılaşmış kimseler korkutuluyor. Onların
apaçık bir sapıklık içinde oldukları belirtiliyor.
Ayet, ilk
zikredilenlerin üstünlüğüne olumlu cevap vererek onları överken; kafirler ve
kalpleri katılaşmışlar için bir kınamayı içermektedir.
Ayetin,
bir önceki ayeti tamamlamak için geldiği görülmektedir. Ondan ibretler çıkarmaya,
akıl sahiplerinin onun üzerinde düşünmesine davet vardır. İnsanlar meşreb ve meyillerinde değişiklik arzetselcr
de, en üstün olanlar, Allah'ın nuru ve hidayeti ile hidayet bulan sahih,
mühtedi kimselerdir. [34]
23- Allah,
sözün en güzelini, birbirine benzer[35],
ikişerli[36] bir Kitâb
halinde İndirdi. Rab'lerinden korkanların, ondan derileri ürperir. Sonra
derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar. İşte bu (Kitâb)
Allah'ın rehberidir. Dilediğini bununla doğru yola iletir. Ama Allah kimi
sapıklığında bırakırsa, artık ona yol gösteren olmaz.
Ayette, Kur'an-ı Kerim ve elkisi
Övülmektedir. Allah, elçisine en güzel sözü indirmiştir. Kur'an,
en güzel şekil ve düzende gelmiştir: Nasihat ve ruhaniyette,
müjde ve korkutma yöntemlerinde, kıssalarda, Allah'ın isim ve sıfatlarında,
büyüklüğünün ve kudretinin görüntülerinde... Bu durumun Allah'a inananların;
O'ndan huşu ve heybetli duygu içinde korkanların üzerinde etkisi vardır.
Allah'ın zikri ile deriler diken diken olur, az sonra
bu, güven ve huzura dönüşür. İşte bu hal, Allah'ın kullarından istediğine
verdiği hidayetinin etkisidir. Kimi de Kur'an'a
inanmadığı için bu güzelliklerden faydalarım ayacaktır.
Ayet bir önceki ile
bağlantılı ve onu tamamlayıcı bir durumdadır. Bir önceki ayet, Allah'ın göğsünü
İslam'a açtığı kimseyi övmeyi, Allah'ın zikri anıldığında kalpleri katılaşmış
olanları ise yermeyi içermiştir. Bu ayette Allah'ı zikretmenin ne demek olduğu,
saf ve temiz kalplerde etkisi açıklanmıştır.
Ayetin ruhu da,
Peygamber (s) etrafında toplanan, onunla hidayet bulan, Kur an'la, onun nasihatlarıyla, ruhaniyetinin
kuvvetiyle bütünleşip etkilenen ınü'min grubu övdüğü
bir ortamı canlandırmaktadır.
Mü'minler hakkındaki ayetin mucizesi her şart ve mekanda
devamlı boyuttadır. Kur'an'ı dinleyen bir mü'min, Allah'tan korkar, ayetlerine büyüklük taslamaz.
O'nu dinleyenlerin aşıladığı ruhaniyet karşısında
kalpleri titrer. Bu durum, Kur'an dilini bilen
Araplarla, bilmeyen, fakat Kur'an'ın gerçek
tercümesini işitenler için de geçerli bir haldir.
Ayette
mutlak bir şekilde gelen "İşte bu Allah'ın rehberidir. O'nunla
dilediğine hidayet eder. Kimi de sapıklıkta bırakırsa, ona asla yol gösteren
olmaz" ibaresi bu hükmümüzü açar ve karışıklığa sebep vermez. Bu konuda
Allah'ın, niyetleri kötü, ahlâkları bozulmuş, zalim ve fâsık
kimseleri saptırdığını, geçen değişik münasebetlerde de değindiğimiz gibi
hidayet ve hakka tâbi olmayı isteyen, O'na boyun eğen kimseleri de doğru yola
ilettiğini bildirmiştik. [37]
24- Kıyamet günü, (elleri bağlı olduğu için)
yüzüyle o en kötü azaptan korunmaya çalışan mı? (O gün) zalimlere:
"Kazandığınızı tadın!" denmiştir.
25- Onlardan öncekiler de yalanladılar, bundan
dolayı hiç
farkına varmadıkları
bir yönden onlara azab geldi.
26- Allah, dünya hayatında onlara rezillik
tattırdı. Ahiret azabı İse daha büyüktür, keşke
bilselerdi.
1- Kıyamet
günü Allah'ın azabından korunmak için takdim edecek hiçbir salih
amel bulamayan ile, ateşten korunmak için bu amcJi
takdim eden arasındaki karşılaştırma üzerinde durulmaktadır.
2- Hayır ve hak yolundan sapan ve küfürle
kendilerini ateşe sevkeden zalimlere, o azabı
tattıkları zaman, işlediğiniz günahlardan dolayı bugünkü mükafatını tadın
denileceğinin hikayesi aktarılmaktadır.
3- Kendileri gibi Allah'ın elçilerini yalanlayan
geçmiş milletlerin kavrayıp, hesaba katmadıkları bir azapla karşılaştıkları,
kafirlere hatırlatılmaktadır.
4- Ve
kendilerini bekleyen ahiret azabının daha büyük ve
daha şiddetli olacağı bildi-rilip korkutulmaktadırlar.
Keşke bunu düşünselcrdî, bilselerdi.
Görüldüğü gibi,
ayetler bir öncekilerle bağlantılıdır. Aynı zamanda konu, üslub
ve siyak yönünden de bağlantılıdır; pekiştirme ve açıklama şeklinde
gelmişlerdir.
Sûrenin
ayetlerindeki mukayese anında, soruların tekrarlanması dikkatleri çekiyor. Bu
da onun, münazara ve tartışma ya da bu yoldaki
tavırları anlatma özelliğini gösteriyor. Aynı zamanda bu ayetler güç, mal ve
can sayısı ile övünen, zenginlikle ve büyük-lenmcdc
ileri giden, müminlerin fakirliğini ve zayıflığını alaya alan bazı kafirlere
karşı da cevap niteliğindcdirlcr. Münazara ve
tartışmanın başlangıcında arka arkaya cevaplar veren ayetler, gerçek üstünlüğün
ve gerçek başarının, mü'minlerin gideceği mutlu sonuçta,
Allah'tan korkmada olduğunu açıklamayı hedeflemektedir. En büyük azab ise kafirlerin nasibidir. Ayetlerin içeriğine
dikkatli bakan biri, ilk önce bunun karinelerini bulur. Bu büyüklenme,
böbürlenme, alaya alma, değişik Kur'an ayetlerinin anlaitığı durumdur. [38]
27- Andolsun biz, bu Kur'an'da insanlara öğüt almaları için her darb-ı meseli anlattık.
28- Çarpıklığı ve pürüzü olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu). Umulur ki korkup sakınırlar.
29- Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle
çekişen[39]
ortaklara bağlı olan bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan[40] bir
adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd
yalnız Allah'a mahsustur, fakat çokları (yalnız Allah'a tapılacağım)
bilmiyorlar.
1- İnsanları
düşünmeye ve hatırlamaya sevketmek amacıyla Allah'ın Kur'an'da verdiği çeşidi darb-ı
mesellere dikkat çekilmektedir.
2- Bu darb-ı meselleri içeren Kur'an,
pürüzü olmayan, girifti bulunmayan, yabancı olmayan Arapça bir dille indirilen Kur'an'dır. Allah bunu dinleyiciler anlasın, darb-ı meselleri vicdanlarında Allah korkusunu diriltsin
diye Arapça indirmiştir.
3- Mukayese yoluyla verilen bütün bu darb-ı mesellerden tekrarlanan bir Örnek: Müşrikler ve muvahhidlerin durumu iki köleye benzer. Değişik efendilerin
sahip olduğu ve herkesin kendine çekmeye çalıştığı bir köle, sadece bir
efendinin sahip olduğu ve onda hiç kimsenin çekişmediği bir köle gibi midir?
Bu iki kölenin durumu eşit değildir. Mantık da bir tek efendisi olan köleyi
tercih ediyor. Müşrik ile muvahhidin durumlarının da
eşit olması düşünülemez. Çünkü müşrik, değişik tanrıların arasında itilip
kakılan bir hayret ortamında hangisinin daha faydalı, hangisinin yönelmeye en
çok layık olması gerektiğini bilmeyen bir durumdadır. Bunun yanında muvahhid kişi bu şaşkınlıktan kurtulmuştur. Çünkü bir
Rabbi tanımıştır. Ona teslim olmuştur. Bütün güvenini sadece O'-na vermiştir. Mantık, muvahhidin
durumunun müşrike tercih edilmesini istiyor.
Ayetler sadece hamdın
Allah'ın hakkı olduğunu ispatla biter. Bununla şu anlatılmak istenir: Akıl ve
mantık, Allah ile ortaklar (tanrılar) arasında bir eşitlemeye cevaz vermemelidir.
Müşriklerin, şirklerindeki sapıklığı ve çirkinliği bilmemeleri, idrak
etmemeleri ve aptallıkları kınanmaktadır.
Ayetlerin
içerdiği darb-ı mesel, Arapların yaşantısından alınan
bir kesittir ve Kur'an'la ilk muhatap olanlar
onlardır. Bir köle bazen değişik ortak mirasçıların mülkü olurdu. Aralarında
onun için kin ve nefrei, tartışma ve çatışmalar
olurdu. Bunun için kölenin çok sahipli olmaması uygundu. [41]
"Çarpıklığı ve
pürüzü olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu)"
ayeti, Kur'an dilinin Arapça lisanı ile olduğunu
ispatlamak için gelmemiştir. Çünkü bu, varolan bir gerçektir. Fakat Arapça
dilinin elverişli olduğunu, değişik dinleyici kitlelerinin anlayabileceği bir
dilde nasihat ve darb-ı mesellerde giriftlik ve
yabancılığın olmayacağım ispat düzeyinde gelmiştir. Bu ayet Kur'an
dilinin Arapların anlayış ve idrak düzeyinden üslte
olduğunu iddia edenlere de bir cevaptır. Kur'an
dilinin, dinleyenlerin ya da değişik topluluk ve
makam sahiplerinin çoğunun anlayabileceği bir dil olduğu pekiştirilmcktcdir.
Burada bu münasebetle
ortaya çıkan bir soru vardır. O da, "Arapların dışındaki insanlar Kur'an'ı nasıl anlayacaklar?" sorusudur. Bu ayet ise,
Allah'ın onu Arapça bir dille dinleyicilerinin anlayıp düşünmeleri için
indirdiğini tespit ediyor. Kur'an'm İslami daveti, bütün insanlık için genel bir davettir. Kur'an, Arap, Acem, Türk, Kürt, Avrupalı, Amerikalı bütün müslümanların Kitabıdır.
Ayet de bu soruya
biraz olsun cevap veriyor. Allah Kur'an dilini girift
olmayan, kolay bir dil kıldı. Bu da, değişik dillere tercemesini
kolaylaştırıyor. Böylece Arapça bilmeyenler, onu anlayabiliyorlar. Bu durumda,
dünya müslümanlarının, ber
toplumun kendi diline Kur'an-ı Kcrim'in
mânâlarını ierceme etmeleri farzdır. Bu, İslam'ı,
yeryüzünün doğu ve batısına yayarak Allah'ın va'di
olan bu dini bütün dinlerden üstün kılmayı gerçekleştirmek kadar ferzdir.
Bu ortamda önemli bir
tamamlama kalıyor. Kur'an kelimesinin Arapça Kur'airdan başkasına verilmesi caiz değildir. Namazda Kur'an okuma rüknünün Arapça'dan başka bir dille okunması
doğru değildir. Çünkü Allah Kur'an'ı Arapça indirdi
ve Arapça Kur'an olarak adlandırdı.
Belki de burada Kur'an'ın yedi lügatla
indirilmesi ile ilgili hadisleri açıklamak gerekiyor. Bu konuda değişik
hadisler rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan
rivayet edilen bir hadiste Allah RasulÜ (s) şöyle
buyurmuştun "Cibril(a) bana Kur'an'ı bir lügat
üzerine okuttu. Ona başka lügatla öğretmesi için
başvurdum. Ondan daha fazlasını istedim. Yedi ÎÜgata
varıncaya kadar ondan istedim." Ubcy'den rivayet
edilen bir hadis ise şöyledir: "Allah Rasulü
Cibril ile buluştu, ona: Ey Cibril, ben okuma yazma bilmeyen, içlerinde aciz
olan, çok yaşlı, çocuk, cariye ve hiç kitap okumamış adamlar bulunan bir
millete gönderildim dedi. O da: Ey Muhammcd: Kur'an yedi harf üzerine indirildi dedi". Malik'in Muvatta'sında gelen bir hadiste Ömer bin Hattab dedi ki: Hişam bin Hakim
bin Hizam'in Furkan
sûresini benim okuduğumdan farklı bir okuyuşla okuduğunu işittim. Benim
okuyuşumu Allah Rasulü bana okutmuştu. Az kalsın onu
vuracaktım. Sonra onu bıraktım ve terkettim. Sonra
odasından (elbisesinden) tutup onunla Allah Ra-sulü'ne geldik. Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü,
bu adamın senin bana okuttuğun şekilde Furkan
sûresini okumadığım işittim. Allah Rasulü onu bırak
dedi. Sonra Ey Hişam oku dedi. Okumasını işittiğim
şekilde okudu. Allah Rasulü böyle indirildi dedi.
Sonra bana oku dedi. Okudum, işte böyle indirildi, dedi, Kur'an
yedi lügat üzerine indirildi. Ondan size kolay geleni ile okuyun buyurdu.[42]
Kur'an alimleri bu hadisi değişik tahriçlerle
yirmi iki tahrice çıkardılar. Bazılarının Kur'an nassını okumayla alakası
yoktur[43].
Bizim doğru kabul ettiğimiz ise, bundan mu-rad edilen
okuyuşun yedi yönde, ya da üstün, esre, ötrc, iakdim ve tehir, tahfif
gibi değişiklik arzederek okunmasıdır. Belki de Ömer
bin Hattab'ın rivayet ettiği hadis bunu açıklıyor.
Bundan amacın kolaylaştırmak olduğu ortadadır. Çünkü insanların harfleri çıkarma
ve lehçelerinin Üslubları farklılık arzeder.
Bu durum bizim
açıklamasını yaptığımız ayetin ruhu ile uyumludur. Doğru kıraatler arasında bazıları
yedi, bazıları da ondur[44]
şeklinde ihtilaflar vardır. Bu ihtilafların çoğu da şu noktalar etrafın dadı r:
1- Yan
mahreçlere meyletme, kalınlaştırma, inceltme gibi hadlerin mahrecine,
2- İşmam, imale, teskin, vasi, vakf,
kasr, nıcd gibi eda etmeye,
3- Hemz, izhar, idğam, tahfif ve teşda gibi resim ve yazımla ilgili.
4- Nahv ve
noktalamalarla ilgili konularla ilgilidir. İşle bu durumun okumadaki kolaylık
emri ile bağlantısı açıktır. Bizim tercih ettiğimiz görüşle de uyumludur.
Bu
meseleden ayrılmayan önemli bir mesele vardır. O da, Kur'an'ın
yazılmasıdır. [45]
Kur'rau'l-Kur'an ve alimler. Osman
hattı ile yazılmış Mushaf'ın Kur'an yazarken
kullanılmasını farz kılmışlardır. Onlardan bazıları başka hatla yazılmasından
nefret ederler. Bazıları da onu yasaklarlar. Bu konu ile ilgili Allah Rasulünden ya da ashabından
gelen mevsuk bir söz ve hadise rastlamadık. Bu da bizi, bu görüşlerin içlihadi sözler olduğunu söylemeye götürmektedir.
Yedi yada on kıraalle ilgili rivayetlerde zorlama olduğu açıktır. Farzedelim ki bütün bu kıraatler doğru olsun. Çünkü hepsi
de bir birlik çerçevesinde gelişmektedir. Pcygam-ber(s)'dcn Kur'an'i
öğrenen Kurra, sahabelerin kopmaz ve silsile ile
bağlantılı sözel aktarımına ve işitmeye dayanmaktadır. Kur'an'ı
Osman hattı ile yazmamak, ondan sonra gelen çağlarda başka hatlarla yazmak, Kur'an kelimelerini okunmaz hale getirebilirdi. Çünkü
sahabenin kıraati ile bağlantılıdır. Bu durumda bir kıraatin diğer kıraata nazaran daha doğru olduğunu, bir kıraatin diğer
kıratı iptal ettiğini söylemek mümkündür. Değişik asırlarda ki alimler ve kurra bu duruma düşmemek için böylesi bir açıklığa mahal
vermemişlerdi. Bu hassasiyetleri takva ve dine bağlılıklarından ileri
gelmekteydi. Kur'anî tilavetteki araştırmaları,
peygamber, ondan işiten ve öğrenenlerle bağlantılı doğru, düzgün bir tilavet içindi.
Söz
ne kadar güzel olsa. sonuçları bulunsa da, en önemli faydalarından biri, Kur'an'ın on üç asır boyunca bir tek hatla, Peygamber
dönemindeki imla ve yazımı ile tahrif ve karıştırmalardan korunmasıdır.
Hatların zamanla gelişmesinden ve değişmesinden doğacak ihtilaflar
bulunacaktır. O zamanlar malba ve fotokopi de yoktu.
Bu facianın tekrarlanmasından korkan Halife Osman bin Affan(r),
müslümanların değişik kıraatlerle, değişik imla ve
hecelerle yazılmış m us hafi ardan Kur'an'ı
okuduklarını, herkesin kendi kıraatinin doğru olduğunu İddia etliğini öğrendiği
zaman Kur'an'ı bir tek yazım ve imla ile
birleştirilmesine karar verdi. Ancak biz, bu durumun, meşhur kıraatlerden bir
kıraate bağlı olarak, bunu Mushaf'ın başında belirterek, başka kıraatin haltı ile
yazılmasında bir cevazı yasaklamadığını sanıyoruz. Çünkü Peygamber ve
ashabından gelen, sabit ve sarih bir rivayetin bu hususu yasakladığına
rastlamadık. Biz İnanıyoruz ki, Kur'an'ı öğrenmede ve
öğretmede, ilga etmede, hüsnü zabtını yapmada gerekli bir kolaylıktır bu,
Bazılarının sandığı gibi Osman hattının tevkifi değildir. Buna delil olacak bir
nass yoktur. Bilakis Peygamber ve ashabından gelen
doğru bir delil de yoktur. Bu durum, o asırda yazının yazılma şekliyle ilgili
bir gerçeğe bağlıdır. Peygambcr(s) okuma ve yazma
bilmiyordu. Kendine vahyolunanı kâtiplerine söylüyor
ve onlar da bildikleri hat ile yazıyorlardı. Osman'ın hatlı ile bilinen hat
arasında az olmayan farklar var. Okuyucunun Osman hattını, başka kıraatlardc ve yazıda alıştığı hatla birlikte öğrenmesi
zordur. Yazım şekli gelişmiş ise. alışılan hatla Mushaf'ı yazması normaldir.
Özellikle Osman hattı, Allah'ın dilediği vakte kadar folokopi
ve matbaada öncü ve kaynak olmasıyla korunmaya devam edecektir. Müslümanlar ve
inüslüman olmayanların da bulunduğu gözönündc tutulursa, bunların cevaz verilen Kurra'dan ya da öğrenen Kurfa'dan ya da cevaz verilen Kurra'dan öğrenen ve okuyanlardan, Kur'an'ı
öğrenmeleri mümkün olmayabilir. Osman hattının dışında Kur'an'ı
öğrenmeleri mümkün olmayabilir. Osman hattının dışında Kur'an
tilavetini gerçekleştirmeleri de zorlaşır. Değişik millet ve ırkların elinde mushaflar vardır. Ancak farklı hatlarla yazılması
engellenmektedir. Çünkü Allah'ın Kitabı'nı bazı kişilerin yazıda ve tefsirde,
karıştırdıkları veya kötü anlayış sahiplerine kapı araladığı için bu yasak
konmuştur. Müslümanların en öncelikli görevlerinden, biri Kur'an'ın
yayılmasını kolaylaştırmaktır. Osman hattı kaybolmayacaktır. Çünkü ondan
basılmış ve basılmamış milyonlarca nüshası, mikro filmleri Kıyamete kadar
kalması, kaynak ve imam olması önemli bir durumdur. Ancak İbn
Kesir'in, Kur'an'ın Faziletleri kitabında Mushafın Osman hattından başkasıyla yazılmasını mubah
gören bir sözüne rastlıyoruz. Bu da bizim görüşü tasdik ve lekid
etmekledir. [46]
30- Gerçek
şu ki, sen de öleceksin, onlar da Öleceklerdir.
31- Sonra siz, Kıyamet günü Rabb'inizin
huzurunda davalaşacaksınız[47]'.
İlk ayette hitab, Peygamber(a)'e yöneltilmektedir. Peygamberin öleceği
ve onların da öleceği vurgulanmaktadır. "İnnehum"daki
zamirin müşriklere döndüğü tercih edilir.
İkinci ayetin hitabı
ise, muhatab çoğul üslubu ile Peygamber ve müşriklere
yöneltilir. Onların Kıyamet gününde düşman ve birbirinden davacı bir tavırla
Allah'ın huzurunda duracaklarını belirtir.
Ayetlerin iniş sebebi
ile ilgili bir rivayete rastlamadık. Bir önceki ayetlerle bağlantının kesik
olmadığını sanıyoruz. Ayetler, Peygamber ile müşrikler arasındaki tartışma ve
münazara silsilesinden bir halkadır.
Tur sûresi "Yoksa
onlar (senin hakkında) '.'Bir şairdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz" mu diyorlar. De ki: "Gözetleyin, ben de sizinle beraber
gözeile-yenlerdenim" şeklindeki 30 ve 31.
ayetleri, kafir müşriklerin, Muhammcdin Ölümü yaklaştı
ve hareketi de bilecektir sözlerini ifade etmektedir. Enbiya sûresinin, 34.
ayeti de aynı şeyi ifade etmekledir: "Senden önce hiçbir insana ebedi
yasama vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?", Burada
peygamber ile müşriklerin arasında çetin çatışmalar ve Nebevi siretin tablolarından bir sahne canlandırılmaktadır.
Görünen o ki, sûrenin
iniş şartlarında da böyle söylemişlerdir: tik ayet onların sözünü tekrarlar.
İkincisi ise açıklayıcı ve korkutucudur. Her iki grubun Ölümüyle dava bitmeyecektir.
Her ikisi de Allah'a dönecek, O her ikisi arasında Hakk
özere hüküm verecektir.
Bazı müfessirler[48],
"Sonra siz, Kıyamet günü Rabb'inizin huzurunda davalaşacaksı-nız" ayetinin
tefsirinde siyaka uygun olarak İbn Ömer'den bazı
rivayetlerde bulunurlar. O şöyle dedi: "Bu ayeti görüyor ve iki ehli kitab ile bizim ilişkilerimiz için indiğini düşünerek
yaşıyorduk. Dinimiz bir, kitabımız bir olduğu halde birbirimize nasıl düşman
oluruz, dedik. Tâ ki, bazılarımızın bazılarına kılıçla vurduğunu görünceye
kadar. Anladım ki, ayet bizim için inmişti". Ebu
Said el-Hudri'nin buna
benzer bir rivayeti vardır. O şöyle dedi: "Rabbimiz bir, dinimiz bir,
kitabımız birdir, diyorduk. Bu düşmanlık neden'? SılTin
savaşı olduğu zaman bazılarımız bazılarına kılıç çekti. Dedik ki: Evet işte bu
odur." İbrahim'den başka bir rivayet vardır. O da dedi ki: "Bu ayet
indiği zaman dediler ki: Biz kardeşiz, nasıl düşman oluruz. Osman öldürüldüğü
zaman dediler ki, işte düşmanlığımız".
Bu
sözler ilginçtir. Osman döneminin sonlarında ve ondan sonraki dönemlerde çekişme
ve ihtilaflar sonucunda Kur'an ayetlerinin
dipnotlarına düşülen ya da rivayet edilmeye başlayan
sözler olduğu tercih edilir. Buna Allah Rasulü'nün
bazı sahabeleri de katıldı. Ayeün nassı, önceki ve sonraki ayetlerin kesin kastettiği, kafir
müşrikler ile Peygamber ve mü;mirilerin grubu arasında meydana gelen bir olay
hakkındadır. Ondan sonra ki muslümanlar arasında
olup bitenlere bu ayet yönlcndirilemez. [49]
32- Allah
hakkında yalan uydurandan ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zalim
kim olabilir. Cehen-
nem de kafirler İçin
bir makam[50] yok mudur?
33- Doğruyu (Allah'ın mesajı ve Kur'an'ı} getirene[51] (Peygambere)
ve onu doğrulayanlara gelince: İşte müttakiler
onlardır.
34- Rab'lerinin yanında onlara, diledikleri her
şey var. İşte güzel davrananların mükafatı budur.
35- (Böyle olur) ki Allah onların, yaptıklarının
en kötülerini onlardan örtsün ve onları, yaptıklarının en güzeli ile
mükafatlandırsın.
Ayetlerin bir önceki
iki ayeti tamamlayıcı olarak geldiği akla gelmektedir. Düşmanlıklarını açıkça
ortaya koyanlara korkutma amaçlı hitap vardır. Allah'ın evlatlar ve ortaklar
edindiğini iddia eden, Peygambcr'e gelen sadık Kur'an'ı yalanlayan, kendi nefsine çok zulmeden, cinayet
işleyen kişiye gideceği yerin cehennem olduğu bildirilmektedir. AİIalı Rasulü'nün bulunduğu gruba
gelince Allah katından hak ile geleni tasdik edenler müttakilerdir.
Normal olarak da, Allah'ın katından İstediklerini, iştihalarmı
çekeni almalarıdır. O'nun katında ihsanda bulunanların mükafatı İşle budur.
Sonra Allah onların işlediği günahların en költisüriü
bağışlayacaktır. Takvaları, tasdikleri ve kabullenmelerinin mükafatı olarak
amelleri en güzel bir şekilde sevapla mükafatlandıracaktır.
Ayetlerde ki
raporların içeriği kuvvetlidir. Amaçladığı tek şey, müşriklerdeki korku ve
dehşeti oriaya çıkarmak, mü'minleri
ise müjdelemek ve güven vermektir. Son ayette ise Kıyamete kadar kalıcı güzel
bir telkin vardır. Bu, günah işleyen kimsenin nefsinde Rabbani mağfiret için; levbe edip Allah'a yönelirse umut taşıması halidir.
Bazı
müfessirler 33. ayetin Ebu Bekir Sıddık'ı
kastettiğini rivayet etmektedirler[52].
Bazıları ise Ali bin Ebi Talib'i
kastettiğini rivayet ederler. Ayet göründüğü gibi geneldir. İsİami hiziplerin arasındaki çatışmalar sonucunda Allah Rasulü'ne dayandırılan ve ashabı arasında bazılarını üstün
kılmak için söylenen rivayetlerden, sözlerden oriaya
çıkan ilginç rivayetlerdir. [53]
36- Allah, kulunu koruma ve kefil olmada [54]yeterli
değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar.-Allah, kimi saptırırsa, artık
onun için bir yo! gösterici yoktur.
37- Allah,
kimi de hidayete eriştirİrse, onun için bir saptırıcı
da yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?
Ayetlerde, pekiştirme
ve isbat anlamında soru vardır. Allah kulunu,
elçisini koruyan ve kefil olandır. Müşriklerin Allah'tan başka ortak
edinmelerinde peygamberi korkutma amacı taşındığına işaret edilir. Bunu,
Allah'ın saptırdığını, hiç kimse hidayete erdiremez, kimi de hidayet etmişse
hiç kimsenin onu saptıramayacağını vurgulama takip eder. Korkutma, isbat ve pekiştirme anlamlan içeren başka bir soru da,
Allah'ın gücü ve intikam sahibi oluşuyla ilgilidir. O'nu inkar edenlerin aciz
bırakamayacağı ve onlardan intikam almasını önleyemeyecekleri hatırlatılır.
Bazı müfessirler[55]
ayetlerin akışında, müşrikler, Peygamberden, taptıklarını kınadığı ve onları
beyinsizlikle nitelendirdiği için tanrıların kendisinden intikam alacakları iddiasıyla
korkuttuklarının anlaşıldığını göstermektedir. Yine rivayet etlikleri gibi Uz-za'mn mabedini yıkması için Peygamber(a) Halİd bin Velid'i gönderdiğinde,
müşrikler onu korkuttular. Bu olay Mekke'nin fethinden sonra gerçekleşmişti.
Hitap Pcygam-ber(s)'c
yöneliktir.
Durum ne olursa olsun
ilk ayet açıktır. Müşrikler peygamberi taptıkları ile korkutuyorlardı. Ayetler
bunu tekrarlarken, münazara ve tartışma yoluyla cevap vermek için indirilmiştir.
Çünkü aycller ondan bir parça olup, kendinden
öncekilerden ayrılmış değildir.
İşte bu ayetler de,
müşrikler ile Peygamber arasında gerçekleşen başka bir tabloyu i çennektedir.
Önceki
ilgili konularda da açıkladığımız gibi Allah'ın zalim ve fâsikları
saptırmasını, kendine boyun eğen ve korkanları hidayete erdirmesini ifade eden
ayetlerin açıklamasına bakılmalıdır. Ayetlerde problem gibi görünen bu
durumlara cevaplar da verilmiştir. Bu ayetlerle ilgili ilişkiler suretiyle
bunu hatırlatmak istedik. [56]
38- Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?"
diye sorsan, elbette "Allah" derier. De ki:
"O halde Allah'tan başka yaşardıklarınızı gördünüz mü, şimdi Allah bana
bir zarar vermek istese, onlar O'nun vereceği zararı kaldırabilirler mi? Yahut
(Allah) bir rahmet(bir tayda) vermek dilese onlar O'nun rahmetini
durdurabilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler O'na
dayanırlar."
Ayet
bir Önceki ifadeleri tamamlayıcı olarak gelmiştir. İlk önce; müşriklerin Allah'tan
başka tanrılar edinmelerine rağmen eğer onlara Peygamber, yeri ve gökleri kim
yarattı diye sorarsa Allah'tır, diye itirafları ile ilginç çelişkilerini
belirtir. İkinci olarak Pcygamber'c, olumsuzluk,
hakir görme ve meydan okumayı içeren bir soru sormasını emreder. Eğer bu ortak
koştukları pullar, tanrılar Allah'ın ona istediği bir zararı defetmeye ya da vereceği bir rahmeti yasaklamaya güçleri yetiyorsa
yapsınlar, denesinler, fakat bunu yapamazlar. Üçüncü olarak Peygamber'e Allah
yeter, tevekkül edenlerin sadece ona tevekkül etmeleri gerektiğini
açıklamasını isler. Ayet, sorusunda ve meydan okuyuşunda etkili ve güçlü
görünür. [57]
"De ki: 'Allah,
bana yeter, tevekkül edecek o/anlar O'na tevekkül etsinler" ayeti peygambere
yöneltilmiş olsa da, telkin, her zamanda her müslüman
için devamlı ve gencidir. Allah'tan başkasından korkmaz, O'ndan güç ve güven
alır'. Allah'tan başkasına ne tevekkül eder, ne de güvenir. Allah'a tevekkül elme ve sadece O'na dayanma konusunda Mckki
ve Medeni Kur'ani ayetler vardır. Bunun imanın
şartlarından bir şart, mümirilerin bir sıfatı
olduğunu belirtir. Bu konu ile ilgili geçmiş peygamberler ve onlara inananların
durumu hikaye edilir. Bunu yapanlar Övülür. Allah'ın ona rahmeti, inayeti ve güzelimi
ile va'di olduğu bildirilir. Değişik örneklerde bunu
gördük. Talak sûresinin 3. ayetinde "Kim Allah'a tevekkül ederse o, O'na
yeter" buyurulur.
Konuyla
ilgili bazı ayeller şunlardır: "Size verilen
şeyler, dünya hayatının geçimidir. İnanıp Rab'lerine tevekkül edenler için
Allah'ın yanında bulunan ödül ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Şura,
36). "Bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah'a tevekkül
etmeyelim? Sizin bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler,
Allah'a dayansınlar." (İbrahim, 12). "Allah'ın rahmeti sebebiyledir
ki, sen onlara yumuşak dav-randm. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurlarını)ı af et, onlar için mağfiret dile.
(Yapacağın) iş(lcr) hakkında onlara danış, karar
verince de Allah'a tevekkül et: Çünkü Allah kendine tevekkül edip güvenenleri
sever" (Al-i îmran, 159). "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri
Ürperir, onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını arttırır ve
Rab'lerine tevekkül ederler."(Enfal, 2).
"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et.
Çünkü O7 işitendir, bilendir." (Enfal, 61).
"De ki: 'Allah, bizim için ne takdir etmiş ise ancak o bize isabet eder,
bizim sahibimiz O'dur. İnananlar Allah'a tevekkül etsinler." (Tevbe, 51). Bu ayetler, ruhi bir tedaviyi, devamlı boyutta
bir telkini içerir. Allah'a tevekkül etmek, mü'minlerde
Allah'ın rahmetine, adaletine, fazlına, kalbin sakinleşmesine, umut ve ricaya
güvenlik duygusu verir. Geleceğin sakladığı süprizlere
karşı stres ve korkusunu azaltır. Sonuçlar ne olursa olsun durum ve işleri
yapmaya, azimetle adım atmaya destek verir. Tevekkülün çalışma gayretini
azalttığı, tembelliğe sürüklediği iddiası, müslümanların
bugün içinde bulundukları düşkün durumun telkin ettiği bir hale dayanıyor
olabilir ve bu iddia, zihinlerde bir şüphe uyandırabilir. Bu yanlıştır. Çünkü
Ali İmran 159, Enfal 61, Tevbe 51. ayetlerinde yeterli derecede cevap verilmiştir.
Bu ayetlerde, tevekkülün aynı anda amelden ayrılmadığı açıklaması ve değişik
yönlerden insanı pratiğe hazırlaması telkini vardır. Sonra da bu mücadele ve tedbirlili-ğin sonuçlarına göre
huzur ve güven gelir. [58]
39- De ki:
"Ey kavmim, durumunuza göre[59]
bildiğinizi yapın, ben de bildiğimi yapıyorum! Yakında bileceksiniz";
40- Kendisini rezil edecek azab
kime geliyor ve sürekli azab kimin üzerine konuyor?
Her iki ayet de önceki
tespit ve vurguları tamamlar niteliktedir. Her ikisi, peygamberin müşriklere
şöyle demesini emreder: Eğer isterseniz şu haliniz ve sapıklığınız üzere devam
ediniz. Ben de yoluma devam edeceğim. Sonra bilecek ve göreceksiniz ki,
bizden hangimize rezil
edici, sürekli ve kalıcı azab gelecektir.
Peygamberin müşriklere
bunu söylemesi, bir yandan ona sebat verirken, diğer yandan onun üstün bir
durumda olduğunu, meydan okuduğunu göstermektedir. Çünkü O, Allah'ın azabının, horlayıcıhğınm kafirleri kuşatacağından emindir.
Bu
vurgular, değişik yerlerde tekrarlanır. [60]
41- Biz Kitab'ı, insanlar İçin, sana hak ile indirdik. Artık kim
doğruya Gelirse kendi yararınadır, kim de saparsa keıv
di zararına sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.
Ayet, sebat ve
tamamlayıcı bir devamlılığa sahip. Oradaki hitap Pcygamber(s)'c
yöneliktir. Allah ona Kitab'ı indirdi ki; insanları
korkutsun, uyarsın ve hakka davet etsin. Sonra da herkesi kendi haline
bıraksın. Kim hidayete ererse, kendi içindir ve kendi yararınadır, kendini
kurtarır. Kim de sapıtırsa, kendine zarar verir ve kendini helak eder. O
onların ne vekilidir, ne de onlardan sorumludur.
Belki de ayet, geçen
ayetin tablolarındaki münazara ve tartışma ortamına bir son vermek için
gelmiştir. Bu, çoğu yerlerde değişik örneklerle tekrarlanmıştır.
"Artık
kim hidayete erişirse, bu kendi lehinedir. Kim de saparsa, o da kendi aleyhine
sapmış olur" cümlesi, İnsanların hidayet ile dalalet arasında bir seçim
yapma kabiliyetlerini kararlaştıran, hüküm veren, kesin deyimlerden biridir.
Herkes seçiminin sorumluluğuna tahammül eder. Önceki sûrelerde bunun benzeri ya da çok tekrarlanan örneği geçmişti. Bazı ayetlerde ki
görünen problemleri izale edecek, kaynak olacak. Kur'an
kontrollerinden bir kontrol olabilir. [61]
42- Allah,
ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında; sonra ölümüne
hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belki bir süreye kadar salıverir.
Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
Ayette. Allah'ın
ölmekte olan canı veya uyku anında bulunanı aldığını belirtiyor. Her iki
Ölümdeki farklılık, can son eceline varmamıştır ve sahibine geri dönerse uyanıklık
halidir. Son eceli gelenin canı ise sahibine geri dönmezse bu ölümdür. Bütün
bunlar Allah 'in düzenlemesi, hikmeti, kudreti ile olur. Düşünen kimseler için
öğütler vardır.
Ayet siyaktan kopuk
değildir. Burada sadece Allah'ın zarar ve fayda veren olduğunu belirtir. O'na
ortak olarak koşulan tanrılar ise zararı defetmeye, faydayı çekmeye güçleri
yetmez. Bu ayet, yaşam ve ölüm konusunun da sadece Allah'ın elinde olduğunu
kararlaştırırken, bir öncekine benzer bir durum sergiler.
Ayetin üslubu, bize
göre yakınlaştırıcı ve temsile dayalı bir üsluptur. Her durumda Allah'ın
hükmünün, evrendeki tasarrufunun, yaratıkları üzerindeki muüak
tasarrufunun genel-geçer olduğunu ispat yoluna gidilir. O, göründüğü gibi
dinleyicilerin ölüm, uyanık ve uyku hallerinde gördükleri, inandıklarından
kaynaklanır. Geçen En'am sûresinin 60. ayetinde buna
işaret edilmişti: "O'dur ki, geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün
ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye
gündüzün sizi diriltir."
Bazı
müfessirlerin bu ayetin dipnotuna, nefis, ruh ve çeşitleri, bedenden
ayrılışları ve dönüşleri hakkında bazı fazlalıklar eklediklerini görüyoruz[62].
Bunun arkasında gitmeye gerek görmüyoruz. Bu durum hakkında Kur'an'ın durduğu yerde, bizim az Önce açıkladığımız ve
doğru olmasını temenni ettiğimiz konumda kalmasını daha uygun buluyoruz. Allah
en iyi bilendir. [63]
43- Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi
edindiler? De ki: "Onlar, hiç bir şeye malik olmayan, düşünmeyen şeyler
olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz)?"
44- De ki: "Şefaat tamamen Allah'ındır. Cöklerİn ve yerin mülkü O'nundür.
Sonra O'na döndürüleceksiniz."
Ayetler, Allah'tan
başka edindikleri tanrılara ibadet ve yakarışlarında, müşriklerin gerçek şefaat
hakkındaki beyinsizliklerini kınayan bir soruyu içermektedir. Peygam-bcr(s)'e kınayan ve meydan
okuyan bir soru yöneltmesi emrediliyor. Allah ile beraber ortak koştukları,
evrende bir şeye sahip değilse, onlara yapılan dua ve ibadG$sri« anlamsızlığını nasıl akledemiyorlar?
Oysa şefaatin tamamı sadece Allah'ındır. ISş&İer ve yer O'nun mülküdür. Hepsinin dönüşü sonuçta O'nadır.
Ayetlerde başlangıca
dönüş vardır. Kafirlerin tartışmaları ve bâtıl inançları anlatılarak,
beyinsizliklerine dikkat çekilir. O, bu yönüyle konu ve şekil bakımından önceki
ayetlerden kopmuş değildir. Belki de başka yönüyle, bütün durumlarda ortak
koştuklarının ve şefaatçilerinin tamamen aciz kaldıklarını tekid
yoluyla susturucu delillerden oluşan diğer ayetlerin bir devamıdır.
(Şefaat tamamen
Allah'ındır) deyimi burada üslub deyimidir. Bunun
karşısında (şefaatçiler) ibaresi ki bu onlardan şefaat umulan kimselerdir.
Bundan kastedilen zararı defetmek, hayn celbetmek durumuyla şefaatçiler, onu kazanmak için Allah'ın
huzurunda tevessül ederler. Fakat o ikisi sadece Allah'ın elindedir. Umut
bağlanan sadece O'dur.
İlk ayetteki "akletmiyoıiar" ibaresi, şefaatçilerden kastedilenin
melekler olmadığını bilakis putlar olduğunu ilham etmekledir. Değişik başka
ayetlerde ve bu sûrede zikredilenler de. müşriklerin, melekleri Allah'ın kalında
şefaatçiler olarak edindiklerini belirtmektedir. Necm
sûresinin tefsiri esnasında da, müşriklerin taptıkları Lat,
Mcnat, Uzza gibi putların
meleklerin sembolleri yada yeryüzünde ki heykelleri olduklarını ayetlerin
İçeriği ve ruhundan ilham alarak zikretmiştik. Orada ki ayinlerini,, kurban
kesmelerini bu esas üzerine yapmaktaydılar. Böylece karışıklık ortadan
kalkmakta, uyumluluk la-mamlanmış olmaktadır.
Bazı
müşriklerin pullarda ki sembolü unutarak doğrudan Allah'a tevessül eltikleri de ihtimaldir. Ayet bunu kastederek kınar ve
tanımlar. [64]
45- Allah, {onların tanrılarından ayrı) tek
olarak anıldığı zaman; ahirete inanmayanların kalbleri nefret ederek ürperir'[65]. Ama
O'ndan başka (tanrı)ları da anıldığı zaman, hemen
sevinirler[66]'.
46- De ki: "Allah'ım, ey gökleri ve yeri
yoktan var eden, görülmeyeni ve görüleni bilen[67]!
Ancak sen, ayrılığa düştükleri şeylerde kullarının arasında hükmedersin."[68]
İlk ayette, kafirlerin
tavırlarını sergileyen tablolardan bir tablo var. Eğer yanlarında Allah
anılırsa, kalpleri büzülür ve nefret ederler. Eğer ortak koştukları tanrılar
zikredilir-se sevinir ve müjdelcşirlcr.
İkinci ayette ise müşriklerin bu bâtıl, bomboş tavırları karşısında,
peygamberin Allah'a yönelmesi şu anlamda emredilir: Ey Allah'ım, göklerin ve
yerlerin yaratıcısı, gizliyi ve açığı, hazırı ve geleceği bilen Rabbim, onların
ihtilaf ettikleri hususlarda hüküm veren Sen'sin. Hak ve ehlini destekler,
bâtıl ve hizbini zail edersin, her ikisini hak ettiği ile mükafatlandırırsın.
Her iki ayetin,
öncekilerle, konu ve şekil bakımından bağlantılı olduğu açıktır. Ortak koşulan
tanrıların herşeyde mutlak aczini ortaya çıkaran
delil, müşriklerin sapık ve beyinsiz davranışlarından dolayı azarlanmalarına
yol açar; Peygamber(s)'in müşrikler karşısındaki tavrında güçlülük ve güven
duymasını ve sebat etmesini de İçerir.
"Ahirete inanmayan o kimseler" cümlesine gelince, bu,
müşriklerin vasfıdır. Ahirete inanmamalarından
kaynaklanan tavırlarını pekiştirir, başka bir deyişle, ölümden sonra meydana
gelecek sonuçlardan korkmamalarını içerir. Bu vurgu çok tekrarlanır. Örnekler
verilir. Ahiret hayatı ile ilgili Allah'ın
hikmetlerinden bir hikmeti de içerir. Kur'an'ın
sakındırması devamlıdır. Çünkü Allah'tan korkmak, insanı günah, dalalet ve
sapıklık tavırlarından vazgeçirir. [69]
47- Eğer yeryüzünde bulunanların tümü ve onun bir
misli daha zalimlerin olsaydı, Kıyamet günü o kötü azabtan
(kurtulmak için) onu mutlaka fidye verirlerdi. (Çünkü) hiç hesabetmedİkieri
şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır.
48- İşledikleri günahların kötü sonucu[70]
kendilerine görünmüş ve alay edegeldikleri şey
onları kuşatmıştır.
Her iki ayetle,
Kıyamet günü zalim ve müşriklerin karşılaşacakları dehşete İşaret edilir. Azaba
sürüklenen ve onun şiddetine maruz kalanların, eğer bir dünya, içindekiler ve
onun bir benzerine sahip olsalardı bu azaptan kurtulmak için tüm bunları fidye
olarak verecekleri belirtilmektedir. Onlar akıllarından geçirmedikleri hesap
günü, Allah'ın gazabı ve azabını göreceklerdir. İşledikleri günahların
sonucuyla karşılaşırlar ve alay ettikleri, hafife aldıkları ateş azabı onları
o zaman kuşatır.
Her
iki ayet, konu ve şekil bakımından öncekilerle bağlantılıdır. İkisinin ilk
hedeflediği şey, müşriklerin kalplerine korku salmak, onları yaptıklarından
vazgeçirmeye zorkırnaktır. Her ikisinde, müşriklerin
şiddetli inat ve büyükienmcleri, Nebevi davet ve
ahi-ret uyarması, müşriklerin alayları, hakir görmeleri, hafife almaları ile
ilgili bir tablo vardır. [71]
49- İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua
eder. Sonra, ona tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit: "Bu, (benim)
bilgi(m) sayesinde bana verildi." der. Hayır, o bir İmtihandır[72],
fakat çokları bilmiyorlar.
50- Onlardan öncekiler de bunu demişlerdi. Ama
kazandıkları şeyler, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı[73].
51- Kazandıklarının kötülükleri, sonunda başlarına
geldi. Bunlardan zalimlere[74] de
yaptıklarının kötülükleri erişecektir. Onlar, buna engel olacak değildir.
52- Bilmediler mi ki, Allah dilediğine rızkı açar
ve kısar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
İlk ayet, İnsanlardan
bir kısmına işaret eder. Bir insana zarar, darlık ve zorluk İsabet edince bunu kendisinden defetmesi için Allah'a
dua eder. Eğer Allah bu duayı kabul ederse, onu ortadan kaldmrsa,
onu nimet ve kolaylıkla değiştirirse bu sefer de Onu unutur ve İnkar eder.
Kazandığının, kendi gayreti, ilmi ve becerisi ile olduğunu iddia eder. Ayet bu
inkarcı tutuma karşı bir cevaptır. Musibel ve
belaların ardından insanlara verilen nimetlerin Rabbani bir imtihan olduğu
belirtilir. Fakat insanların çoğu bu gerçekten gafildirler.
İkinci ve üçüncü
ayetler, bu inkarcılığın ve bu iddiaların benzerinin geçmiş milletlerde de
bulunduğunu anlatır. Kazandıkları ve elde ettikleri onlara bir fayda vermemiştir.
Bir süre sonra inkarcılık şerrinin içine düşüp Allah'ın cezalandırmasından haketlik-lerini almışlardır. Kur'an'ı dinleyen zalimler de, günahlarının şerrinin içine
düşecekler, bu rolleriyle de hakcttikleri Allah'ın
azabından nasiplerini alacaklardır. Allah onlara bunu yapmaktan aciz değildir,
ondan kaçmaları da mümkün değildir.
Dördüncü ayete
gelince, bu. zalim dinleyicilere bir soru yöneltiyor. Hikmetinin gerektiği
şekilde Allah istediğine rızkı genişletir ve istediğine de daraltır, rızkın
genişlemesi ve daraltılmasının O'nun elinde olduğunu hâlâ bilmiyoriar
mı? Ayrıca Rabbani delilleri içeriyor ki, mü'minler
ondan faydalansın ve düşünsünler. Sorunun şekli ve ayetin ruhu, dinleyenlerin ayelin kararlaştırdığı şeyi bildiklerini telkin ediyor.
İşte bu nedenle kınama çok güçlü geliyor. Değişik ayetler de bunu kayıt
ediyor. Bunlardan biri bu sûrenin 39. ayetidir. Benzer vurguyu Yunus sûresi 31.
ayetinde de görürüz: "De ki: "Sizi gökten ve yerden kim rıziklandinyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sahibi kimdir?
Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu)
yürütüyor. (Kainatı yönetiyor)? 'Allah' diyecekler; 'O halde korkmuyor
musunuz? de".
Bu ayetler de, değişik
tablolarıyla kafir ve müşriklerin inkar ve inatçı tutumlarını kınamakta siyak
ile bağlantılıdır. "Feiza" daki "Fa" ile başlaması buna delildir.
"Fa" tertibi gerektiriyor. Bu da geçen ayetlerde anlatılan
kafirlerin tavırlarının hâlâ devam ettiğini bildiriyor.
Bu ayetler zamanlama
itibariyle. Kur'ân'm nasihatlarından
bir vaazı, insanları uyarma noktasında devamlı, kapsamlı telkinlerinden birini
akla getiriyor. îlkin, insanların, Allah'ın nimetlerini inkar etmeleri, şiddet
anında anmaları ve refah anında unutmalarında bir çelişki ve günah vardır.
İkincisi, insanlara başlangıçla, şiddel ve zarardan
sonra bağışladığı nimet ve kolayık Rabbani bir
imtihandır. Onun şansı değildir. Onun ihtisası değildir. Üçüncüsü, böylesi
insanlara düşen görev. Allah'ı anmaları. O'na şükrcimelcri-dir. O'na karşı ve insanlara karşı görevlerini yapmaları
gerekir. Zorluk durumunda sabretme, kolaylık durumunda kendilerine
güvenmemeleri, kibirlenip büyükleri memeleri gerekmektedir.
Son ayetin son
paragrafında özel ve güzel bir telkin vardır. O da, nefsin razı ve mui-m.ıin olmasında imanın
etkisidir. Bu, sahibine bütün durumlarda Allah'ın kudreti ve gücünü hissellirir. Kolaylık anında O'na şükreder, şiddet ve
zorluk anında ise kalbi mutmain, nefsi razı olarak, sabrederek tahammül eder.
Bizim
ölçü aldığımız Mushaf'ta 52. ayet Mcdcni'dir. Onun
diğer ayetlerle konu ve şekil bakımından tam bir uyum sağladığı gözlenir. Ondan
öncekini tamamlayıcıdır. Bü-lün
bunlar, Medeni rivayetlerden şüphe etmeye götürür. [75]
53- (Tarafımdan onlara) de ki: "Ey
kendilerine karşı aşın giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah
bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
54- Size azab gelip çatmadan Rabb'inize
dönün, O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.
55- Ansızın
ve sizin hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab
gelmezden önce Rabb'inizden size indirilenin en
güzeline uyun."
56- (O gün günahkar) nefsin şöyle demesinden
sakının: "Allah'ın yanında {O'na kullukta) kusur edişimden dolayı vah
(bana). Gerçekten ben alay edenlerdendim
57- Yahut şöyle demesinden: "Allah bana
hidayet etseydi:
elbet ben de(Allah'ın
azabından) korunanlardan olurdum."
58- Yahut
azabı gördüğü zaman: "Keşke benim için bir kez daha (dünyaya dönüş)
olsaydı da ihsanla hareket edenlerden olsaydım!" demesinden.
59-(Allah
şöyle buyurur): "Hayır,{artık dönüş yok, çünkü) sana ayetlerim geldi de
sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve kafirlerden oldun!"
Bir: Peygamber'e (s),
Allah'ın kullarına, kendilerine karşı aşın gidenlerin bu nedenle tevbe kapısının kapandığını zannetmemelerini ne olursa
olsun Allah'ın rahmetinden umut kesmemelerini haykırması emredilir. Allah,
günah ne kadar büyük olsa da bağışlar. Çünkü günah sahibi tevbe
ederek, O'na boyun eğmeye karar verdiğinde, Allah'ı çok bağışlayan ve çok
rahmet edici bir sıfatla bulur. Onları Allah çabucak dönmeye, b' >-yun eğmeye,
nefislerini O;na teslim etmeye teşvik etmesini ister.
Vakit geniş iken, yardımcısı, kurtuluşu, dönüşü olmayan Allah'ın azabı
gelmeden bunu yapmalıdırlar. Allah'ın indirdiği hayır; hak ve hidayet
davasından en güzeline tabi olmaya çağırır. Gelişini hissetmeyecekleri, ani
bir azabla yakalanmadan önce vahye tâbi olmalıdırlar.
iki: Allah'a dönüş ve tevbe için verilen fırsatı kaçırmamaları konusunda
günahkârlar uyarılmaktadır. Alaycı, hakir görücü tutumlarından, günahlarından
dolayı pişman olmaları; günahlarının sorumluluğundan, keşke Allah bize hidayet
elseydi de, biz de mutta-kilcrden
olurduk, sözleriyle kaçınmaları istenmektedir. Bu istek, ihsan edenlerden olmak
için ikinci defa tekrar dünyaya geri dönmelerini temenni etmemeleri içindir.
Bundan sonra bunun abes olacağı onlara haykınlacaktır.
Size Allah'ın ayeti ve davası gelmişti de, siz onu yalanladınız, büyüklendiniz
ve kafirlerden oldunuz.
Ayetler,
Öncekilerden kopuk yeni bir bölüm gibi görünüyor. Oysa son ayette kafirlere hitab edilmesi siyakta devamlılık olduğunu gösteriyor.
Belki şunu demek daha doğrudur. Bu ayetler, öncekilerin haykırdığını
haykırmak, uyardığını uyarmak, sakındırdığını sakındırmak ve açıklamak için
gelmiştir. Kur'an'ın düzeninde bu değişik Örneklerde
de görüldüğü gibi alışılmış bir üsluptur. [76]
Bizim ölçü aldığımız
Mushaf'ta 53. ve 54. ayetlerin Medeni olduğu zikredilir.53. ayetin nüzul sebebi
ile ilgili bazı rivayetleri[77] müfessirier zikrederler. Bazısı.
Uhud savaşında peygamberin amcası Hamza
bin Abduİmuitalib'i öldüren Habeşistanlı vah.şi hakkında İndirildiğini söyler. Buna güre Furkan sûresinin 70. ayeti iner: "Ancak kim tevbe eder, iman eder. salih amel
işlerse müstesna". Vahşi, bu şartı ağır bulur. Allah Nİsa
sûresinin 70. ayetini indirir. "Şüphesiz Allah, O'ıuı
ortak koşulmasını affetmez. Bundan başkasını dilediği için affeder," Hâlâ
kendimi şüphede hissediyorum, der. Allah Zümer
sûresinin 53. ayetini indirir: "De ki: 'Ey kendilerine karşı aşın giden
kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin'".
Bu rivayetlerden biri
de, bazı insanlar müslüman olunca işkenceye uğradılar
ve irti-dad eltiler.
Günahları büyük görüldü. İslam'a ve Hicret'e tekrar geri dönmek istediler.
Allah bu ayeti indirdi ki onlara bir kapı açsın. Bazıları da, bazı müşrik
insanlar hakkında indiğini söylerler. Bunlar büyük günah işlediler. Eğer müslüman olurlarsa durumlarının nasıl olacağını
soruyorlardı.
Müfessirler bu ayet
hakkında ne söylerse söylesinler, o ınü'minlere
yöneliktir ve hükmü geneldir. Kur'an'da en umut
verici, günahkarların kalblcrini sakinleştirici bir
ayettir[78].
Bazdan ise ayeti mutlak şekliyle alarak, günahların affolunmasını tevbe ile sınırlar. Bu da görünenin zatıdır[79]. Bu
sözlerin Nisa sûresi 47. ayetine istinaden söylüyorlar. Ayet ile ilgili ilginç
nebevi hadisler rivayet ediyorlar. Onlardan biri, Ebu
Eyyup el-Ensari'nin
hadisidir: "Allah Rasuliinden şöyle dediğini
işittim: "Eğer siz günah işlemezseniz. Allah günah işleyen bir kavim
yaratır ve onlara mağfiret eder." Enes bin
Malik'in rivayel etliği bir hadisle, o, Allah Rasulünun şöyle dediğini işitmiş "Nefsimin sonucu
elinde olana yemin olsun ki. eğer hata etseniz ve ta ki hatanız yer ve gökler
arasını dol-dursa. sonra Allah'tan mağfiret dikseniz size mağfiret eder.
Muhammed'in cam elinde olana yemin olsun ki, eğer hala etmezseniz, Allah hata
eden bir kavim getirir, sonra tevbe ederler ve
onları affeder.[80]
Habeşistanlı Vahşi ve
"'günah işleyen kavim" hakkındaki rivayel
ve değerlendirme şaşırtıcıdır.
Buradaki ayetler,
birbirinden ayrılmayan birbirine bağlı bir lek
silsileyi temsil etmekledir. Bu da bütünüyle, Allah'a tevbe
etmeye, İslam davetini kabul etmeye teşvik etmektedir. Geniş bir zaman dilimi
varken, yavaş ve ihmal ederek fırsatı kaçırmaktan sakındırmaktadır. O, genel
bir yönlendirmeyi içermekledir. Kafirlere olan yönlendirme daha kuvvetlidir.
Son ayetin buna kesin delaleti örnek vcriİebilir.
Ayetlerin ruhu ve
içeriği topludur. Bazı müfessirlerin sahabenin Rasulullah'dan
rivayel olarak söyledikleri bizi hayrette bırakıyor:
İlk ayet, Kur'an'da en çok umut veren ayetlerdendir.
Onu mutlak kılarak, günahların affedilmesini tevbe
şartına bağlamak da görünenin zittidır. Çünkü ayet
şöyle diyor "Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar".
Ondan sonra gelen ayet
ise, Allah'a çabucak dönmeye, indirdiğinin en güzeline tabi olmaya leşvik eder. Pişmanlık ve sızlanmaya götüren ihmal ve yavaş
hareket etmekten sakındırır. Bunlara rağmen, Allah'ın, tevbe
etmeden, pişmanlık duymadan, günahları telafi edecek salih
amel ve İslah olmadan bütün günah ve suçlan
bağışladığını söylemek ifrattır. Bu Kur'an ayetleri
ile de uyum sağlamaz. Korkutma, müjdeleme, va'ad
etme, tehdid etme, kötüyü çirkin görme, güzeli iyi
bulma, insanları yaptıkları amellere karşı mükafatlandırma ile ilgili
sayılamayacak kadar ayetler vardır.
Bu ayetler Furkan sûresinin tefsirinde açıkladığımız Kur'an'ın tevbe prensibi ile daima
uyumluluk sağlayan beliğ bir telkini içermektedir. Bu telkin ve prensiplere
göre halalarını telafi etmeyen, küfür ya da küfür
olmayan değişik günahlarından dönmeyen, dinini ve dünyasını nefsinin ıslahında
bulmayan herhangi bir varlığa sevgi beslememeli-dir.
Onlardan niyetlerini düzeltenler, vicdanlarını uyandıranlar için ise tevbe kapısı açık bırakılmaktadır. Eğer düşünür, pişman
olunur, Allah'a yönclinir, O'ndan indirilene güzelce
tâbi olunur, geniş vakitlerde, sıhhat ve hayatta iken bu yapılırsa, tevbe kapılan sonsuza kadar açıktır.
Ayetler
hakkında zikredilmeye değer başka bir nokiada;
insanın kazanç ve seçim ehliyetine sahip olduğunu, hidayet ile dalalet
arasında seçim ve kazancından sorumlu olduğunu kesin ve muhkem bir tarzda ifadelendirmcsidir. Bu konuda 57. ayet kuvvetli bir
uyarıdır: "Keşke beni Allah hidayete erdirseydi de müttakilerden
olsaydım" sözü kınanır. Ondan sonra gelen ayet bu yaklaşıma cevap verir.
Allah Rasulünc indirdiği ayetlerle hidayel yolunun gösterildiği belirtilir. Fakat kişi, bunu
yalanlayıp büyüklenirse. Allah'ın azabını hakeden kafirlcden olur. [81]
60- Allah'a
yalan uyduranların Kıyamet günü yüzlerinin kapkara kesildiğini görürsün.
Kibirlenenler İçin cehennemde bir yer vok mudur?
61- Allah,
başarı ve takvaları (nedeni ile Allah'ın rızasını) kazanan[82]
kimseleri(ateşten) kurtarır; onlara ne kötülük dokunur, ne de onlar üzülürler.
62- Allah herşeyin yaratıcısıdır. O her şeyin yöneticisidir.
63-Göklerin
ve yerin İşleri, idaresi[83]
O'nundur. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
Ayetin bir öncekileri
vurgu ve açıklamalarıyla tamamlamaktadır. Allah'a şirk koşarak yalanlayan
kafirlerin akıbetlerine işaret edilir. Onların yüzleri kapkaradır, varacakları
yer cehennemdir. Kur'ani üslubun adeti olarak
karşılarında mü'minlerin akibeti
bildirilir. Takvaları nedeni ile O'nun rızasını kazandıkları için Allah onları
cehennem ateşinden kurtaracaktır. Allah her şeyi yaratandır, her şeye şahid olandır, herşeyi bilendir.
Elinde yer ve göklerin
anahtarları vardır. Kim de bu hakikatleri inkar ederse, onlar kesin hüsrana
uğramışlardır.
Ayetin
ilk olarak seçtiği hedef, ömürleri ve vakitleri geniş iken, fırsatları
yakalamayı ihmal eden kimseleri korkutmak, sakındırmak, inzar
etmektir. Kim de inanır, takva sahibi olursa ona güven ve övgü sunulacağı
bildirilmektir. [84]
64- De ki: "Allah'tan başkasına ibadet etmerni mi bana emrediyorsunuz ey cahiller?"
65- Sana ve
senden öncekilerine şöyle vahyedildi: And olsun, eğer (Allah'a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar
ve kaybedenlerden olursun!"
66- Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve
şükredenlerden ol.
Ayetlerde, Peygamber'e
kafirlere kınama taşıyan bir soru yöneltmesi emrediliyor: Kendi yaptıkları gibi
cahilce, O'nun da Allah'tan başkalarına ibadet etmesini mi istiyorlar. Oysa
Allah ona ve ondan Önceki peygamberlere, Allah'a kim ortak koşarsa amelinin
boşa gideceğini ve kaybedenlerden olacağını vahyetmiştir.
Ona düşen sadece Allah'a ibadet etmesi, O'na şükredenlerden olmasıdır.
İlk ayette kafirlere
yönelik hitabı, onların itirazlarını kınayarak boşa çıkartmaktadır. Bu ayetler
ile öncekileri siyak ve konu bakımından birbirine bağlıdır. Önceki ayetlerin
bunlarla alakalı olduğuna delil ise, Peygamber ile kafirler arasında itiraz ve
tartışmalarda, sadece kafirlerin Allah'a davet edilme halidir.
Vahyin
akışı içinde bu bölümdeki ilk ayetin tefsirinde müfessirler[85],
kafirlerin Peygamber1 den tanrılarına tapmasına karşılık, onlarda Onun ilahına
tapacaklarını talep etmelerine bir cevap olarak indiğini söylüyorlar. İbn Kesir, İbn Abbas'tan bu ayetin nüzul sebebini böyle rivayet ediyor.
Biz ise, buradaki hitabın bir önceki ve sonraki ayetlerle ilgili olduğunu
tercih ediyoruz. Çünkü bu ayetler yeni bir nedenle ayrı inmiş değildir. Sûrede
böylesi bir emir Peygambere üçüncü kez yöneltilerek tekrarlanıyor. Geçen ayetlerle
ilgili olarak buna dikkat çektik ve yorumunu yaptık, doğru olmasını umuyor ve
bu kadarıyla yetiniyoruz. [86]
67- Allah'ı
gereği gibi takdir edemediler. Halbuki Kıyamet günü yer, tamamen onun avucu
içindedir, gökler de sağ elinde durulmuştur. O, onların ortak koştuklarından
uzak ve yücedir.
68- Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri
dışında, gökierde ve yerde olanlar çarpılıp-yikılıverdi: Sonra bir daha ona üfürüldü, artık ayağa kaİkmış durumda gözetliyorlar.
69- Yer, Rabb'inin
nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahitler getirildi
ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
70- Her bir nefise yaptığının îam
karşılığı verilir. O, onların işlemekte olduklarını daha iyi bilendir.
Ayeticrde, kafir müşriklerin, Allah'ın büyüklüğünü, kudretini,
ortak edindiklerine üstünlüğünü, onlardan münezzeh olduğunu ibadet ve boyun
eğmeye tek hak sahibi olduğunu, gerçekten takdir etmediklerine ve idrak
etmediklerine dair şiddetli bir işaret, vardır. Kıyamet günü, O'nun
büyüklüğünün, kudretinin ve tasarrufla ki genişliğinin delilleri
ayrıntılarıyla zikredilir. Yer onun avucunun içinde olacak, gökler sağ elinde dü-rülmüş olacaktır. Sûr'a ilk
defa üflendiğinde Allah'ın diledikleri dışında, yerde ve gök-tekiler Çarpılıp
yıkılıvereceklerdir. Sonra ona ikinci defa üflenecek ve hepsi dehşet içinde
kalkacaklar, sonuçlanın bekleyeceklerdir. O gün Allah görünecek ve yer O'nun nuruyla
dolacaktır. Mahkeme konseyi kurularak, insanların amelleri yazılı kitaplar, peygamberler
ve sahiciler getirilecek, zuium ve haksızlık
yapılmadan insanlar arasında adaletle hükmcdilcccktir.
Her nefis yaptığının karşılığını alacaktır. Allah onların yaptıklarını en iyi
bilendir.
Ayetler, bir
öncekilerine atfedilmektedir. Göründüğü gibi birbirleriyle bağlantılıdır.
Amaçladığı tek hedef, Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, yarattıkları üzerinde
mutlak tasarrufuna dikkatleri çekmektir. Sonra ahiret
dirilişi ve insanların amellerine göre hesaba çekilmeleri, hak etlikleri
mükafat ve cezayı almalarını teyid etmektedir.
"Ancak
Allah'ın dediklerinden başka" cümlesinde. müfessirİerin
değişik rivayetleri zikredilir. Cibril, Mikail,
İsrafil ve Azrail gibi büyük melekler olduğunu söylerler. Onlar şahitlerdir
sözü de bulunmaktadır. Kıyamel sahneleri hakkında
ayetlerin zikrinden başka, nasıl olduktan hususunda da değişik rivayet ve
sözler bulunmaktadır[87].
Allah'a göre "yemimuhu" (sağında) ve "kabzatuhu" (avucunun içinde) ibarelerinin boyutu
nelerdir. Bu konu ile zikredilen çoğu sözler lasdik
edilmiş değildir. Önceki ilgili yerlerde zikrettiğimiz gibi, zihinlere bu
ibare ve sahneleri yaklaştırmak amacı ile dinleyicilerin alıştıkları tablo ve
şekiller kullanılarak konunun boyutu verilmeye çalışılmıştır. Allah'a cisim
(beden) yakıştırmaktan O'nu tenzih ederiz. Çünkü Kur'anî
prensip "hiçbir şey O'na benzemez" hükmünü tagır.
Bu konuları keyfiyete dokunmadan, şekillendirmeden, biçimlendirmeden algılamak
daha doğrudur. Bunun arkasında koşmakla fayda vermez. Ayetlerin de dikkat
çektiğimiz gibi amaçlan bu değildir. Allah, en iyisini bilendir. [88]
71- Kafirler,
cehenneme bölük bölük[89] sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları
açılmış, cenerie-min
bekçileri onlara şöyle demiştir: "Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle
karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp korkutan peygamberler gelmedi mi size?
'Evet geldi', demişlerdir, ama kafirlere azab sözü
hak oldu."
72- Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar
olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların kalacakları
yer ne kötüdür.
73- Rabblerinden
korkup-sakmanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun
kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam size, fne) hoşsunuz, ebedi kalmak üzere buraya girin"
74- (Cennetlikler) de: "Bize verdiği sözü
yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris
kılan Allah'a hamdolsun. (Allah için) çalışanların ücreti
ne güzeldir!" demişlerdir.
75- Melekleri de arşın etrafını çevirmişler
olarak Rablerini hamd iie
teşbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir. Ve:
"âlemlerin Rabbine hamdolsun" denilmiştir.
Ayetler siyakın
devamıdır. Hcsab ve mahkeme sahnelerinin tamamlayıcısı
olup, cümleleri ıçıklir.
Ayetle 'n içerdiği
tablo çok güzeldir. Muttaki mil'mirilerde gıbta ve sakin olma duygularını harekele geçirirken,
kafirlerde korku ve sığınma duygusunu yerleştiriyor. Bunu amaçlamakla beraber, ahiretteki ceza, hesap ve diriliş gibi gaybi
iman hakikatleri zikrediliyor.
Tartışma ve itiraz
fasıllarının ve kafirlerin tutumlarını anlatmanın sonucu olarak bu ayetler
geliyor. Mckki sûreler özellikle böyle bir sonuç
karakterine sahiptir. Bu tarz, bu sûreye de damgasını vuruyor.
Ayetler,
cennet ve cehennem bekçilerinin mümin ve kafirleri karşılamalarını, meleklerin
ise arşın etrafında insanlar arasında hüküm verildikten sonra Rabblerini hamd ile teşbih
ettiklerini bildiriyor. Bu gayb ve iman edilmesi farz
olan meleklerle ilgili bir durum ile bağlantılıdır. Kur'an'ın
bu konuda durduğu noktada faz lal aş ti mı ad an durmak gerekiyor. Müddcssir sûresinde meleklerle ilgili açıklamamıza da
dikkat çekiyoruz. Burada Allah büyüklüğünü sunmak amacı ile melekler konusunu
bu şekilde zikretmiş olabiliyor. Böylece dinleyicilerin zihinlerindeki
melekleri Kur'an onlara canlandırmış oluyor. [90]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/213.
[2] ed-Dinü
Derin saygı, yönelme ve ibadet anlamındadır.
[3] La Yehdi Burada başarılı
kılmaz, mutlu etmez anlamındadır. Ayetin ruhu bunu ilham ediyor.
[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/214-216.
[5] Yükevvirü Bazısı bazısına
bürünür, birbirlerine girer.
[6] Semaniyete ezvac Deve, sığır, keçi ve koyunun herbirin-den
çiftler zikretti. Bu tabir bizatihi En'am sûresi 143
ve 144. ayetlerde yer almıştır.
[7] Enzele leküm
Sizin için bulundurdu. Sizin emrinize verdi.
[8] Ennâ tüsrafûne
Fikirleriniz nereye gidiyor? Akıllarınız nereye gidiyor?
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/217.
[10] Bkz. Taberi,
Hazin. Zemahşeri, Tabresi, ibn Kesir ve Beğavi Tefsirleri
[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/217-218.
[12] Bkz. Zemahşeri'nin
Keşşaf Tefsirin'de İbn
Münir İskenderi'nin yorumları.
[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/218-219.
[14] Havvelehû Lütfetti,
bahşetti.
[15] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/219-220.
[16] Kânitûn Çok saygılı, boyun
eğen, itaat eden.
[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/220-221.
[18] Bkz. Keşşaf Tesiri.
[19] Bkz. Hazin Tefsin.
[20] Bkz. Taberi
ve Hazin Tefsirleri.
[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/221.
[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/222-223.
[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/223.
[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/223-225.
[25] Zülelûn "Zûllctün" kelimesinin çoğuludur. Başın üstünü örtmek.
Bir şeyin üstünü kuşatmak. Burada ateşin altından ve üstünden kuşatması anlamındadır.
[26] et-TağûTü Tercih edilen
"ceberrut" ve "melekut"
vezninden "tuğyan" kelimesinin mübalağa kipinden olmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de birbirine yakın bir çok anlamda
kullanılmıştır. Şöyle ki putlar, şirk koşmak, şeytan ve İblis, azgınlığında ve
küfründe çok şiddetli olan şahıs anlamlarında geçmektedir.
Bütün bu mânâların toplamı, azgınlıkta, isyanda, serde ve buna sebep olan
durumlarda en şiddetli olanıdır.
[27] Gurefun "Gurfetûn" kelimesinin çoğuludur. Yüksek ev, üst kat
anlamına gelir. Burada kastedilen, cennet ashabının şerefli yüksek köşklerde
oturacakları yerdir.
[28] Bkz. Taberi,
Tabresi, Hazin, İbn Kesir
Tefsirleri.
[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/226-227.
[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/227-228.
[31] Yehîcü Kurumuş (bitki).
[32] Hutamen Kuru ve kesilmiş
nebat. Kırılmış, ufalanmış.
[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/229.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/230.
[35] Müteşâbihen Kur'an'ın nazım ve muhtevasında ahengin ve sözün
gelişindeki üslubun güzelliği. Burada tercih edilen anlam budur. Bu, Al-i İmran sûresi 7. ayette kastedilen müteşabihat:
"Sana kitab'ı indiren O'-dur. Bunun bir kısım
ayetleri muhkemdir. Bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğer
bir kısım ayetler de vardır ki, müteşabihtir. İşte
kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'viline
gitmek için Kur'an'ın müteşabih
ayetlerine uyarlar. Halbuki onun te'vilini ancak
Allah bilir..."ifadesinden değildir.
[36] Mesânî "Mes'nâ" kelimesinin çoğuludur. 1) "ct-Tesniyetû"dan gelir. O
zaman tekrar etmek, peşpeşe tekrarlamak anlamında
olur. 2) "es-Se-nâ"
övgü anlamındadır. Birinci anlama göre, Kur'an'ın
üslubuna aynen uymaktadır. Öğütler, misaller ve hikayeler tekrarlanır. İkinci
anlamda ise, Kur'an'da bulunan Allah'ın sıfatları,
isimleri, kudretinin belgeleri ifade edilirken Övgüye ve hamda layık olarak
belirtilir.
[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/231.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/232-233.
[39] Müteşûkisi'm Çekişenler,
tartışanlar.
[40] Sdemen Çekişin eksizin,
samimi olarak.
[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/233-234.
[42] Bkz. Suyuti,
"İtkan" c. 1, s. 48.
[43] Bkz. Suyuti,
"İtkan" c. 1, s. 48.
[44] Yedi Kıraat, yedi Kur'ra
imamına nisbet edilir. Bunlar: Medine'de Nafi Bin Esi Ruveym, Mekke'de Abdu-lah İbn
Kesir, Basra'd Ebu Amr bin Ala, Şam'da Abdullah bin Amir, Kufe'de
Asım bin Ebul-lud, Hamza bin Hubeyb, en-Zeyyaf, Ali el-Kisaİ'dir. Bunlara
Medine'de Ebu Afer bin Yezid'i, Basra'da Yakub Hadrami'yı, Kufe'de Halef el-Bezaz'ı ekleyenlerde vardır- Böylece on olmuş olur.
[45] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/234-235.
[46] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/236-237.
[47] Tahtesimûn Davacı ve hasım
mevkiinde duruyorsunuz.
[48] Bkz. Hazin, ibn Kesir Tefsirleri
[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/237-238.
[50] Mesva Makam ya da ev.
[51] Câe bi's-stdkt Allah Rasuiünün, risalet ve Kur'an'ı getirmesinden
kinayedir.
[52] Bkz. Hazin, Tabresi Tefsirleri
[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/239.
[54] Kâfin Kefil olan ve koruyan.
[55] Bkz. Taberi,
İbn Kesir ve Hazin Tefsirleri.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/240-241.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/241.
[58] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/241-242.
[59] Mekânetikûm Durumunuz
üzerine, anlamı verir.
[60] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/243.
[61] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/243.
[62] Bkz. Taberi,
Hazin, İbn Kesir, Beğavi, Tabresi, Tefsirleri.
[63] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/244.
[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/245.
[65] Işmeezzet Nefret etti,
tiksindi.
[66] Yestehşîrûn Müjdeyi, sevinç
ve ferahı izhar ediyorlar.
[67] Alimü'l-gaybi
ve'ş-şehâdeti Gizliyi ve
açığı, şimdiyi ve geleceği bilen... "eş-şehade"
kelimesi, şimdiki zaman veya zahir (açık) olan anlamına gelir.
[68] Tahkümii Yargılar, hükmeder.
[69] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/246-247.
[70] Seyyiâîûmâ Kesebû Zulüm ve şirkten dolayı işlemiş olduktan suçlarının
sonucu olan kötülük.
[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/247-248.
[72] Fitnetün Deneme ve sınav.
[73] Fenıâ egnâ
anhûm Onlara fayda vermez.
[74] Vcllezinc lalcmü Suç ve günah işleyen, haktan sapan kimseler.
[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/248-250.
[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/251.
[77] Bkz. Taberi,
Hazin, İbn Kesir, Zemahşeri
Beğavi Tefsirleri ve Sahİh-ı
Buhari ve Mecmauz-Zevad'de Zü-mer
sûresinin Tefsin.
[78] Geçen tefsirlere bak.
[79] Bkz. Hazin Tefsiri.
[80] Bkz.İbn
Kesir Tefsiri
[81] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/251-253.
[82] Mefazeîhûm Onların fcyzleri. (Takvalarından dolayı Allah'ın rızasına
ulaştılar).
[83] Mckâlîd İşler, emirler ve
hüküm.
[84] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/254.
[85] Bkz. Hazin, İbn Kesir, Zemahşeri Tefsiri.
[86] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/255.
[87] Bkz.Taberi.
İbn Kesir, Begavi.
[88] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/256.
[89] Zûmeran "Zenıretıın" kelimesinin çoğuludur. Bir kısmının diğerinin
arkasında olduğu grup ve topluluklardan kinayedir.
[90] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/258.