FUSSILET SÜRESİ 2

Giriş. 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı?. 3

Allah'ın Göklere-Yerlere Emri 4

Meal 4

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5

Meal 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 6

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 7

Meal 7

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 8

Rabbimizin Cezası 8

Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir?                               | 8

Acem Dilinden Maksat Nedir?. 9

Meal 9

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 10

Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri 10


FUSSILET SÜRESİ

 

Giriş

 

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 54 ayettir.

Bu sureye aynı zamanda «Secde», «Hamim secde» ve «Mesa-bih» adları da verilmektedir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetlerin sayısı Basra ve Şamlılar'a göre 52, Mekke ve Medineliler'e göre 53, Kûfeliler'in sayımına göre ise 54'tür. Kelimeleri 796, harfleri 3350' dir. Mü'min Suresi'nden sonra nazil olmuştur.

îbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyd ve Ebu Yala, Cabir bin Ab­dullah'tan şöyle rivayet ediyorlar:

«Kureyşliler bir gün biraraya geldiler. «İçimizde sihir ve kâ­hinliği, şiiri en güzel bileni seçelim. Şu, toplumumuzu dağıtan, durumumuzu bozan, dinimizi ayıplayan kişiyle konuşsun, baka­lım durum ne olacak?» dediler. Aralarında Utbe bin Rebia üzerin­de karar verdiler. Utbe'ye; «Ey Ebe'l-Velid! Bu kişiye git» dediler. O da giderek; «Ey Muhammedi Sen mi hayırlısın yoksa baban Ab­dullah mı? Sen mi hayırlısın yoksa deden Abdulmuttalib mi?» di­ye sordu. Hz. Peygamber susuyordu, ütbe; «Eğer sen, «Babamla dedem benden daha hayırlı idi» dersen onlar bizim senin tarafın­dan ayıplanan putlarımıza taptılar. Eğer sen onlardan daha hayır­lı olduğunu iddia ediyorsan haydi konuş da dinleyelim. Dikkat et! Allah'a yemin ederiz, hiçbir kuzu görmedik ki kavmin hakkında senden daha meymenetsiz daha bereketsiz olsun. Sen bizim cema­atimizi dağıttın, durumlarımızı perişan ettin. Dinimizi ayıpladın. Araplar arasında bizi rezil ettin. Hatta Araplar arasında Kureyş'in bir sihirbazı olduğu yayıldı. Kureyş'te bir kâhin olduğu haberi sa­ğa sola ulaştı. Allah'a yemin ederiz, biz ancak gebe bir kadının «Ya kavra» diye bağırmasını bekliyoruz ki bir kısmımız neredeyse diğe­rine kılıçla hücum edecek. Ey kişi! Eğer istediğin malsa, sana mal toplayalım, Kureyş'in en zengin insanı olasın. Eğer istediğin şeh­vet ise Kureyş kadınlarından hangisini istersen seninle evlendire­lim, sana on kadın verelim» dedi. Rasûl-ü Ekrem bunları dinledik­ten sonra; «Sözün bitti mi?» diye sordu. O da: «Evet, bitti» dedi. Hz. Peygamber, besmele çekerek Hamim Suresi'ni 12. ayete kadar okudu. Utbe;   «Yanında bundan fazlası var mı?»  diye sordu. Hz. Peygamber, «Hayır» dedi. Böylece Utbe Kureyş'in yanına geldi. Ne haber getirdiğini soranlara; «Sizin Muhammed'le şunu da şunu da konuş dediklerinizden hiçbir şey bırakmadım, hepsini konuştum» deyince Kureyşlüer «Sana cevap verdi mi?» diye sordular, Utbe; «Kabe'yi inşa eden Allah'a yemin ederim, onun dediklerinden hiç­bir şey anlamadım. Ancak o sizi Ad ve Semud'a isabet eden şim­şek ve ses gibi azapla korkutuyor» dedi. Kureyş ise; «O seninle Arapça konuştu. Sen onun dediğini nasıl anlamadın?» dediler. Ut­be; «Allah'a yemin ederim, onun dediğinden «Sahife» kelimesin­den başkasını anlamadım» dedi.

Ebu Nuaym ve Beyhaki, İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor­lar:

«Rasûl-ü Ekrem, Hamim Suresi'ni Utbe'ye okuduğunda, o ar­kadaşlarına geldi ve; «Ey kavmim! Bana bugün itaat edin, bugün-den sonra isyan edin. Allah'a yemin ederim, ben bu kişiden öyle bir kelâm dinledim ki kulaklarım bu kelâmın benzerini hiç kimse­den dinlememiştir. Ona ne gibi bir cevap vereceğimi de şaşırdım» dedi. [1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Hâ, Mîm.

2- (Bu Kuran)   rahman  (esirgeyen)   ve  rahim   (bağışla­yan) Allah tarafından indirilmiştir.

¾-  Bu kitap, Arapça Kur'an olarak (mânâsını) anlayan bir kavm için açıklanmıştır. (Müminlere) müjde verir (kâfirle­ri) Allah'ın azabıyla korkutur. (Müşriklerin) çoğu ondan yüz çe­virmiştir. Ona kulak vermezler.

5- Onlar:  «Bizi davet ettiğin  (tevhide)  karşı kalplerimiz örtülüdür. Kulaklarımızda da ağırlık ve seninle bizim aramızda bir perde vardır. Artık kendi işine bak, biz de kendi işimize ba­kalım» dediler.

6- (Ey Rasulüm!) Onlara de ki: «Ben de sizin gibi bir in­sanım. Yalnız bana mabudunuzun bir mabud olduğu vahyolunu­yor. Artık Ona yönelin. O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşan­ların vay haline!..

7- Onlar (müşrikler) zekâtı vermezler, Ahiret'i inkâr eden­ler de yalnız onlardır.

8- Kuşkusuz ki iman edip, salih ameller işleyenler için bit­mez tükenmez bir mükâfat vardır.

9- (Ey Rasûlüm!) De ki: «Siz mi yeryüzünü iki günde ya­ratanı tanımıyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte Âlemlerin Rab-bi O'dur.»

10- Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) kıldı. Onda bereketler yarattı ve onda arayıp soranlar için gıdalarını tam dört günde takdir buyurdu.

11- Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi, ona ve arza «îs-teyerek veya istemeyerek (bana) gelin» dedi. Onların ikisi de «İs­teyerek geldik» dediler. [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-11) «Hâ, Mim. (Bu Kur'an)...»Bu Ayetlerin Tefsiri

Eğer «Hamim» surenin veya Kur'an'ın ismi ise, ya mukadder bir mübtedaya haber veya kendisi müpteda, «Temilün» kelimesi de onun haberi olur.

Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim sıfatlarını zikrediyor. Çünkü bu âlemde insanlar tedaviye muhtaç hastalar gibidir. Kur'an has­taların muhtaç olduğu her ilacı kapsamaktadır. Sıhhatlilerin de muhtaç olduğu her gıdayı kapsamaktadır. Böylece Kur'an onlara rahmet ve lütuf olmuştur. Nitekim başka bir ayette Cenab-ı Hak «Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik» buyuruyor.

«Ayetleri tafsil edilen Kitap»tan maksat, ayetlerin açıklanmış, fasılalar ve noktalar, surelerin baş ve sonuçlan itibarıyla lâfzan birbirlerinden ayrılmış olmalarıdır. Mânâ bakımından ise bir kıs­mı vaad, bir kısmı vaid, bir kısmı mevize, bir kısmı nasihat, bir kısmı ahlâk bir kısmı nefsin riyazatı, bir kısmı geçmişlerin kıssa­ları, bir kısmı da tarihleridir.

Kur'an'ı Arapça ile indirdik ki Araplar onu kolayca anlasın­lar! Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Her peygamberi kav­minin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın» buyurmuştur.

«Mânâlarım bilen bir kavrat için» buyuruluyor. Çünkü onların diliyle gelmiştir. Onlar dil ehlidirler, vasıtasız onu anlarlar. Baş­kaları da onların vasıtasıyla anlarlar.

«Müjdeleyicidir», yani Allah'ın dostlarına oradaki cenneti ve oradaki ebedi nimetleri müjdeler. Tabii ki ameli şaline devam eder­ler ve Kur'an'daki emir ve yasaklara dikkat ederlerse.

«Allah'ın düşmanlarını da uyanr»; eğer yalanlamaya, Kur'an hakkındaki bâtıl cedellerine, emirlerini terke ve yasaklarını işle­meye devam ederlerse onları elem verici azapla korkutur.

«Çoğu yüz çevirdiler», yani müşriklerin çoğu Kur'an'dan yüz çevirdiler, ona kulak vermediler, onu kabul etmediler, içindeki emir ve yasaklara itaat etmediler. Sonra ondan nefret ettiklerini açıkça belirttiler. Bu nefretin sebebi olarak da üç noktaya işaret etmiş­lerdir:

1- Bizim kalplerimiz kaim perdeler içindedir.- Allah'a iman etmek, atalarımızın tapmakta olduğu putlara ibadeti bırakmak hususunda kalplerimiz örtülüdür. Senin bu sözlerini anlamazlar.

2- Kulaklarımızda da ağırlık vardır. Bunu dinlemeye mâni­dirler.

3- Bizimle senin aranda perde vardır. Sana icabet etmekten bu perde bizi meneder.

Rivayete göre Ebu Cehil başına bir elbise sararak; «Ey Mu­hammedi Seninle bizim aramızda perde vardır» demek suretiyle Rasûl-ü Ekrem'le istihza etmiştir. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur.

«Bildiğini yap. Biz de bildiğimizi yapacağız» cümlesi ile Kureyşliler Rasûl-ü Ekrem'e «Bizim durumumuzu iptal etmek husu­sunda var kuvvetinle çalış. Biz de var kuvvetimizle halkı senin et-rafından dağıtmaya, birliklerini perişan etmeye çalışacağız. Ta ki senin davanı iptal edinceye kadar» demek istemişlerdi. Bu sözü Ebu Cehil ile bir Kureyş grubu söylemiştir.

«Sizin gibi bir beşerim»; yani melek değilim, cin de değilim ki beni anlamayasınız. Bu onların «Bizimle senin aranda perde vardır» şeklindeki sözlerine bir cevaptır.

«Bana vahyediliyor»; yani sizi akılların kabul etmediği bir nok­taya değil, Allah'ın birliğine davet ediyorum ki aklî ve sem'i delil­ler O'nun bir olduğuna delâlet etmektedirler.

7. ayetin metnindeki «Zekât» kelimesi ya şer'i mânâsına ham­ledilir (Hasan Basri, Dahhak, Katade ve Mukatil'den rivayet edil­miştir) veya lugavi r^ânâya hamledilir. Yani onlar nefislerini tez­kiye edecek şeyi yapmazlar. Bu da iman ve taattir.

Mücahid ve Rebi «Onlar amellerini temiz yapmazlar demektir» demişlerdir. İbn Cerir ve bir cemaat bunu İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. Yani bunlar «Lâ ilahe illallah» demiyorlar (Hakim Tir-mizi de bunu İkrime'den rivayet ediyor). O vakit ayetin mânâsı, «Onlar nefislerini şirkten temizlemiyorlar» demek olur.

8. ayet Süddi'den gelen rivayete göre hasta ve ihtiyarlar hak­kında nazil olmuştur. Onlar taatin kemalinden aciz kaldıklarında, onlara hastalık ve ihtiyarlık döneminde, tıpkı gençken yaptıkları­nın bir benzeri ecir olarak yazılmaktadır. Ecirleri eksilmez. Bu Ce-nab-ı Hak'kın lütuf ve keremindendir. [3]

 

Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı?

 

«De ki: Siz mi arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve ona eşler koşuyorsunuz...»

Bu ayet küfürlerinden dolayı kâfirlerin yaptıklarını kötü göstermektedir. Ayetin zahirine bakılırsa «Arz» kelimesinden mak­sat bizim bildiğimiz cisimdir. Bazıları «Arz'dan maksat alt cihette buhurum kesif ve lâtif cisimlerdir. Toprak, su, hava gibi» demiş-lerdir.«/fci günde yaratılması»nâ&n maksat, Allah'ın önce müşte­rek bir aslını, sonra da o asim suretlerini yaratmasıdır. O suretler de çeşitli meyvelere bölündüler.

«Gün» kelimesinden maksat, mutlak vakittir. Bu vakit bizim bildiğimiz gün kadar da olabilir. Ondan fazla veya az da olabilir. Fakat az ise makama daha uygundur. Yani bu iki gün yerin mutlak şekilde yaradılışının zamanıdır, yoksa onu çeşitli evrelere ayırma­nın zamanı değildir.

Ayet metnindeki «Endad» kelimesi «Nidd» kelimesinin çoğu­ludur, eş veya denk demektir. Yani onlar meleklerden, cinlerden ve başka varlıklardan Allah'a denkler koşmaktadırlar. Halbuki Al­lah'ın dengi olması mümkün değildir.

Ayet metnindeki «Revasiye» kelimesi sabit dağlar demektir. O dağları kılmak, onları bilfiil yaratmak anlamındadır. Fakat Ebussuud Efendi «Kılmak değil de onun takdiri kastedilmektedir» diyor. O dağlar yerin üstündedirler. «O dağlarda bereket kıldı» de­mek onlarda haynn çok olduğu anlamına gelir. Onlarda bitkilerin çeşitlerini, insanları da kapsayan çeşitli canlıları yarattı.

«Dört günde», yani yeri yaratması, dağlan yerde kılması iki günde; onların hayırlarının çoğaltılması, miktarlarının takdir edil­mesi de iki günde olmuştur. Böylece dört gün meydana gelmiş olur. Yani bahsi geçen yerin ve dağların yaratılması, orada mik­tarların takdir edilmesi dört günde olmuştur.

Alusi «Dört günde» ifadesinin bahsi geçen işlerin oluşumuna bağlı olduğunu, onların takdirine ise bağlı olmadığını söylemiş­tir.

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi «Kelamda muzaf mukadder. dir» der. Yani onların dört günün tamamında oluşumlarım takdir buyurdu.

Zeccac «Bu ibare takdire bağlıdır» diyor. Yani bu takdirler dört günde oldu.

«Dört grün»den, dört mevsim de kastedilmiş olabilir. Çünkü yeryüzünün bereketleri ve kutları her sene bu mevsim içinde ye­tişir. Kemiyyet ve miktarlarıyla biçimlerini bu mevsimler içinde alırlar.

Her yerde nzık isteyenlerin rızıklan bu dört mevsimde yeti­şir. Rızıklar müsavi olmasa da günler müsavidir. Dört mevsim hepsi için dörttür.

Dağların kılınması ve ondan sonra zikredilenler veya putların takdir edilmesi dört gün üzerine hamledilemez. Çünkü o zaman yer ve yerdeküerin altı günde yaratılmış olması gerekir. Halbuki Cenab-ı Hak daha sonra göklerin iki günde yaratıldığını söylemek­tedir ki o zaman günlerin sayısı sekiz olur. Oysa Kur!an'da tekrar tekrar göklerin ve yerin altı günde yaratılmış olduğu vurgulanmak­tadır. Dört gün, «Seva» kelimesiyle kayıtlıdır. Bu kelime eyyam (günler) kelimesinin sıfatıdır.

Yani buradaki dört gün eksiklik ve fazlalık taşımayan gün­lerdir.

«Li's-Sailin» tabiri mukadder bir şeye bağlanır ve mukadder bir mübtedanın haberi olur. Yani bu dört gündeki hasr; «Yeryü-ziinün yaradılışının müddeti ne kadardır» diye soran kimseler için olmuştur.

«Semra semaya yöneldi»; yani semaya kastetti. Semanın gay­risinde tesir etme iradesi olmaksızın ona yöneldi. Ragıb, «Eğer is-tiva kelimesi «Alâ» ile teaddi edilirse istila, «İlâ» ile olursa bir şe­ye varmak mânâsını ifade eder ki bu da zatla veya tedbirle olur. îstilâ hakkında selefin kelâmı meşhurdur, tekrara gerek yoktur» diyor. [4]

 

Allah'ın Göklere-Yerlere Emri

 

«Ona ve arza isteyerek veya istemeyerek gelin dedi», yani se­mavi âlemlere ve onların etrafında dönmekte olan yerküresine «İsterseniz itaat ederek, isterseniz zorlanarak gelin» dedi. Onlar da «Biz itaat ederek geldik» dediler.

Bu ayette çektn kanunu sebebiyle daimi bir hareketin delili vardır. Bu hareket zorla değil, itaat ederek cereyan eden bir hare­kettir. Biz taşı zorla yukarı atıyoruz, o ise mutlaka yere inmek istiyor. Çünkü çekim kanunu vardır. Kendisinden daha büyük bir zemine inmek istiyor. Yer de aslı olan güneşe daimi ve deverana bir hareketle, zorla değil de isteyerek hareket etmektedir. Zira yukarıya doğru zorla atılan taş derhal aşağı düşer. İsteyerek olan hareket ise daimidir, itaat eden var oldukça o vardır. [5]

 

Meal

 

12- Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe (o göğün)   emrini vahyetti.   (Allah buyurdu:)   «Biz en yakın göğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu o yegâne galib ve bi­len (Allah'ın) takdiridir.

13- (Ey Rasûlüm!) Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: «İş­te sizi Ad ve Semud'un başına inen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.»

14- Onlara «Yalnız Allah'a kulluk edin» diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldi. Onlar «Eğer Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi. Biz sîzin gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz» de­diler.

15- Ad kavmine  gelince,  onlar   yeryüzünde   haksız  olarak gurura kapıldılar ve «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. On­ları yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu gör­mediler mi? Bizim ayetlerimizi de inkâr ediyorlardı.

16- Bundan ötürü biz dünyada onlara zillet azabını tattır­mak için o uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü bir bora gönderdik. Kuşkusuz ki Ahiret azabı daha horlayıcı ve rezil edi­cidir. Onlara yardım da olunmaz.

17- Semud kavmine gelince, biz onlara hidayet ettik. Ne ya­zık ki onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazandıkla­rından ötürü zillet azabının yıldırimı onları yakaladı.

18- Biz iman edenleri ve korunmakta olanları kurtardık.

19- Allah'ın düşmanları ateşe doğru sürüldükleri gün top­lanıp biraraya getirilirler.

20- Sonunda oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve deri­leri yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahitlik ettiler. [6]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(12-20)   «Böylece onları iki günde...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Onları iki günde yedi tabaka yaptı», yani onların yaradılışını iki nöbette tamamladı. Bunlar da daha önce geçen «Dört nöbet» ten başkadır. Böylece göklerin ve yerin yaradılışı altı günde ger­çekleşmiş oluyor. Nitekim başka bir ayette «Gökleri ve yeri altı günde yarattı» diyor. Tabii hikmet bunu böyle iktiza etmiştir.

«Ona ve arza isteyerek...» cümlesi isteyerek yapılan hareke­tin hem göklerde hem de yerde olduğuna dalâlet eder. Yani yer kendi etrafında ve güneşin etrafında döndüğü halde güneşin de kendi etrafında ve başka gezegenlerin etrafında dönmesi sözkonu-sudur. İşte bu dönüş daha büyüktür. İşte onlardan ikisinin zikre­dilmesinin nedeni de budur. Yani onlar ikisi birden Allah'a icabet ettiler. Yer güneş manzumesinin içindedir. Diğer parçalar gibi o da güneşin etrafında deveran etmektedir.

«Her göğe emrini vahyetti»; yani hepsine niçin yaratılmışsa, o özelliklerini verdi.

«Sema-i dünya lâmbalarla süslenmiştir», yani pinl pınl par­layan ve lâmbaya benzeyen yıldızlarla. Gerçi yıldızların yükseklik ve alçaklık bakımından aralarında çok tefavut vardır. Fakat hep­si de pırıl pınl parlamaktadır.

«Onları, seyirleri esnasında, birbirine çarpmaktan Cenab-ı Hak korumuştur.» Bir sistem şeklinde yürürler. Bu sistem Kıyamet'e kadar da böyle devam edecektir.

«Bu aziz (yani her şeyi mağlûp etmiş, kahrının altına almış ve mahlûkatın hareket ve sekenelerinin tamamını, gizlisini, açığı­nı, zahirini ve batınını bilen) Allah'ın takdiridir.»

Mücahid «Altı günün her biri sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir» der.

«Eğer yüz çevirirlerse», yani Kureyşliler senin çağırdığın iman­dan yüz çevirirlerse onlara «Sizi Ad ve Semud'un helakine benzer bir helakle korkuttum» de!

Ad kavmi, Hz. Hud ve ona iman eden kullara karşı yeryüzün­de gurura kapıldılar. «Kuvvet bakımından bizden daha üstünü var mı?» dediler. Yani cisimlerinden ötürü aldandılar. «Biz azabı o kuvvetimiz sayesinde uzaklaştırabiliriz» dediler. Çünkü bunlar üzün boylu ve iriyan kimselerdi. Bahisleri EI-A'raf Suresi'nde geç­miştir, îbn Abbas «Herbiri yüz zira boyundaydı. En kısaları ise 60 zira idi» demiştir,

«Onların üzerine serseri bir rüzgâr gönderdik» ayeti saikanın tefsiridir. Yani onlara çok soğuk, çok gürültülü ve çok kuvvetli esen bir rüzgâr gönderdik. Bazıları «Kelimenin aslı sevveredir ve soğuk mânâsına gelir» demişlerdir.

Mücahid «Bu kelimenin mânâsı çok şiddetli zehir demektir» der. Ata, Mücahid'e katılmaktadır. Ebu Ubeyde «Sarsarın mânâsı şiddetle esen demektir» der.

«Nahisat» uğursuz demektir. Yani onu uğursuz günlerde gön­derdik. (Bu yorum Mücahid ve Katade'nindir). Bu günler Şevval ayının son günleridir. Çarşambadan   çarşambaya   kadar   devam ederler ve yedi gece, sekiz gündürler.

îbn Abbas «Azaba giriftar olan kavimler hep çarşamba günü giriftar olmuşlardır» der. Nahisat mânâsı bazılarınca, «Soğuk­turlar» şeklinde tefsir edilmiş, bazıları da «Peşpeşe gelen» anla­mında olduğunu söylemiştir.

îbn Abbas, Atiyye ve Dahhak «Şiddetlidirler», bazıları da «Toz­ludurlar» demişlerdir. Allah bunlardan yağmuru üç sene esirgedi. Yağmursuz olarak rüzgârlar üzerlerinde esti. Onlardan bir kavim Mekke'ye yağmur duası yapmak üzere çıktı. Halk belâya girdikle­rinde o gün o belâdan kurtulmak için Allah'a yalvarıyordu. Bu yal­varış Beyti Haram'ın yanında olmuştur. Müslümanlar da kâfirler de Mekke'ye geldiler. Dilleri değişikti. Hepsi de Kabe'yi tazim eden, onun Allah katındaki hürmetini bilen kimselerdi. ,

17. ayetin metninde gelen «EUHun» kelimesi zillet mânâsını ifade eder.

«Saika» kelimesi azaba izafe edilmiştir. Çünkü saika yok edici, helak edici nesnenin ismidir. Sanki burada azabın helak edicisi kas­tedilmiştir.

19. ayetin sonunda gelen «Yûzcûn» fiili sevkedilirler, cehen­neme doğru ite kalka sürüklenirler demektir. Katade ve Süddi aîlk gidenleri durdurulur, sonra gelenler onlara yetişir. Bu hep­sinin biraraya gelmesi demektir» demişlerdir. [7]

 

Meal

 

21- (Allah'ın düşmanları) derilerine: «Niçin aleyhimizde şa-hidlik ettiniz?» derler. (Derileri:) «Her şeyi konuşturan Allah bi­zi de konuşturdu, tik defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürü­lüyorsunuz» (derler).

22- «Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aley­hinize şahidlik edebileceklerinden sakınmıyordunuz.   Yaptıkları­nızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.»

23- «îşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti. Ve hüs­rana uğrayanlardan oldunuz.»

24- Şimdi eğer dayanabilirlerse onlann yeri ateştir. Ve eğer Özür dileyip Rablerini memnun etmek   isterlerse   özürleri kabul edilmeyecektir.

25- Biz onlara birtakım arkadaşlar takdir ettik. O arkadaş­lar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gös­terdiler. Cinlerden ve insanlardan daha önce geçmiş ümmetler için de, bunlara karşı da o söz (azap) hak olmuştur. Çünkü on­lar hüsran içindelerdi.

26-27- Küfre sapanlar: «Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Okunur­ken gürültü yapın. Belki galebe çalarsınız» dediler. Andolsun biz kâfirlere pek çetin bir azap tattıracağız. Muhakkak ki onlan, yap­makta olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.

28- İşte böyle! Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Bizim ayetlerimizi bilerek inkâr etmelerinin cezası olmak üzere onlara orada ebedi kalma yurdu vardır.

29- Kâfirler (cehennemde): «Ey Rabbimiz! Cinlerden ve in­sanlardan bizi saptıranları bize göster ki onlan ayaklarımızın al­tına alalım da en aşağıda kalanlardan olsunlar» diyeceklerdir. [8]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(21-29) «(Allah'ın düşmanları) derilerine... Bu Ayetlerin Tefsiri

«İlk defa sizi o yaratmıştır»; yani size, siz henüz meni iken hayatı sizde yaratan O'dur. Buna gücü olan bir mabudun derileri konuşturmaya da gücü vardır.

«Biz onlara birtakım arkadaşlar sardırdık», yani onlar için şeytanları hazırladık veya onlara şeytanları musallat kıldık. Şey­tanlar, onların katında günahları süslü gösteriyorlar. Bu arkadaş­lar cin ve şeytanlardan olduğu gibi insanlardan da olabilir. Yani Cenab-ı Hak onları getirdi ve bunlar için kolaylaştırdı.

«Onlar ÖnlerindeJdni süslü gösterdiler»; yani dünyayı süslü gösterdiler ve onlar da dünyayı Ahiret'e tercih ettiler.

«Onlara ölümlerinden sonrakini de süslü gösterdiler.» «Ve on­ları Ahiret emirlerini yalanlamaya çağırdılar.»

îbn Abbas «Ellerinin önündekinden maksat Ahiret emirleri, arkalarındakinden maksat ise dünyaya teşvik etmektir» diyor.

«Onlar üzerinde kavi hak oldu»; yani onlardan önce kâfir üm­metlerin Üzerine vacip olan azap onlara da vacip oldu.

«Bu Kur'an'î dinlemeyin», yani O'na itaat etmeyin.

«Onda lağv yapınız»; İbn Abbas'a göre, «Muhammed Kur'an okuduğu zaman onun yüzüne karşı bağırın ki ne dediğini bilme-sin» demektir. Bazıları «Onlar Kur'an'a karşı aciz kaldıklarında bu bağınşmalara başvurdular» demişlerdir. Mücahid «Islık çal­mak, el çırpmak, karmakarışık konuşmalar yapmak suretiyle ona müdahale edin ki o da mânâsız bir işe dönüşsün» demiştir. Dah-hak ise «Çok konuşun ki Muhammed karıştırsın» demiştir.

«Kâfirler (ateşte) dediler ki: «Rabbimte! Cinlerden ve İnsan­lardan bizi saptıran iki kişiyi bize göster.»

Bu iki kişiden maksat İblis ve Habü'i öldüren Kabil'dir. (Bu yorum İbn Abbas ve tbn Mesud'dan gelmiştir.) Şu merfu hadis, bu yorumu desteklemektedir: «Hiçbir müslüman yoktur ki zuU men öldürülsün de ük katil olan Ademoğlu Kabil'in boynunda onun günahının bir dengi olmasın. Çünkü ük öldürmeyi o adet et­miştir» (Tirmizi).

Bazıları «Burada cins kastedilmiş ve tesniye kullanılmıştır, çünkü cinler ve insanlar ayrı cinstir» demişlerdir.

«Esfelinden olsunlar», yani ateşin en alçak derekesinin ehlin­den olsunlar. [9]

 

Meal

 

30- «Rabbimiz Allah'tır» eleyip sonra istikamet üzere yürü­yenlerin üzerine melekler inerler ve onlara «Korkmayın, üzülme­yin. Size vaadolunan cennetle sevinin» derler.

31/32-  «Biz dünya hayatında da Ahiret'te de sizin dostları­nız ve yardımcılarınız». Çok affeden, çok merhamet eden (Allah)  dan bir ziyafet olmak üzere burada canlarınızın çektiği her şey sizindir. Burada istediğiniz her şey vardır.»

33- Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Şüphesiz ki ben müslümanlardamm» diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

34- İyilikle kötülük bir değildir. (Ey Rasûlüm!) Sen (kötülüğü) en güzel olanla önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan bir kimse sanki yakın bir dostun oluvermiştir.

35- Bu haslete, ancak sabredenler kavuşturulur. Buna an­cak büyük pay sahibi olan kimse eriştirilir.

36- Eğer şeytandan kötü bir düşünce, seni dürtecek olursa derhal Allah'a sığın. Çünkü o hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.

37- Gece de, gündüz de, güneş de, ay da O'nun ayetlerin-dendir. Eğer sadece Allah'a ibadet ediyorsanız güneşe de, aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin!

38- Yine de onlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbi-nin yanında bulunanlar (melekler),   gece   gündüz   Onu teşbih 'i     ederler ve hiç usanmazlar. [10]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(30-38)   «Rabbimiz Allah'tır» deyip...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Ata'nın îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre 30, 31 ve 32. ayet­ler Hz. Ebubekir Sıddık hakkında nazil olmuştur. Çünkü müşrik-ler «Bizim Rabbimiz Allah, melekler de onun kızları; putlar da bi­zim Allah katında şefaatçilerimizdir» dediklerinde Hz. Ebubekir «Rabbimiz, sadece Allah'tır. Onun ortağı yoktur. Muhammed onun kulu ve Rasûlü'dür» demiştir.

«Onlar üzerine melek iner», yani ölüm halinde. Bunu îbn Zeyd ve Mücahid söylemiştir. Katade ve Mukatil «Kabirlerinden haşr için çıktıklarında demektir» demişlerdir. İbn Abbas «Bu bir müj­dedir, Ahiret'te melekler tarafından onlara verilir» demektedir. Veki' ve İbn Zeyd ise «Üç yerde müjde verilir: Ölüm anında, kabir­de ve haşr anında» derler.

32. ayetin metnindeki «Nuzulen» kelimesi rızık ve ziyafet mâ­nâsına gelir. Bu ayetin tafsilatı Al-i İmran Suresi'nde geçmişti.

Bazıları «Nuzulen, nazilin çoğuludur» demiştir. Yani indiğiniz anda, cennete girdiğiniz anda sizin için istedikleriniz vardır.

«Allah'a davet eden, iyi iş yapan...» cümlesi «Kur'an hakkında lağv yapm» diyenlere bir kınama, bir tevbihtir. Ayetin mânâsı Kur'-an'dan daha güzel hangi söz olabilir? Allah'a ve sadece O'na iba­dete çağıran Hz. Muhammed'den daha güzel sözlü kim olabilir? şeklindedir.

îbn Şirin, Süddi ve Hasan Basri «Bu, Allah'ın Rasûlü'dür» demiştir. Hasan Basri, bu ayeti okuduğu zaman «Bu, Allah'­ın Rasûlü, Allah'ın habibi, Allah'ın dostudur. Allah'ın mahlûklar arasında seçtiğidir. Allah onun çağrısını kabul etmiştir. Onun için kabul ettiği çağrıya insanlan da çağırmıştır» demiştir.

Aişe validemiz, Ikrime, Kays bin Ebi Hazim ve Mücahid «Bu ayet müezzinler hakkında nazil olmuştur» demişlerdir.

İbn'ul-Arabi «Birincisi daha sıhhatlidir. Zira ayet Mekkî'dir, ezan ise Medine Dönemi'nde nazil olmuştur» der. Ezan ancak bil-mânâ bu ayetin kapsamına girmiş olur. Zira bu ayet indiği zaman ezanı kapsamak kastı güdülmemekteydi.

Başka bir yorum daha vardır ve en güzeli de odur. Hasan Bas­ri şöyle diyor: «Bu ayet Allah'a çağıran herkes için inmiştir». Kays bin Hazm da «Bu ayet her mümin hakkında inmiştir» diyor.

«Kim ki salih amel işlerse» ifadesinin mânâsı ezan ile ikame arasındaki namazdır. (Ebu Umame böyle dedi). Çünkü onun dedi­ğine göre Rasûl-ü Ekrem ezan ile kamet arasında iki rekât namaz kılmıştır.

Ikrime'ye göre «Kim salih amel işlerse» cümlesinin mânâsı «Namaz kılar ve oruç tutarsa»6ıx\ Yani şu gelen üç noktaya dik-kat edip:

1- Yani Allah'ın tevhid ve taatine davet ederse.

2- Taatleri işlemek, haramlardan sakınmak suretiyle salih amelde bulunursa,

3- Islâmı din edinip Rabbine ihlasla dönüş yaparsa, O in­sanların söz bakımından en güzelidir.

«Hasene ile seyyie bir olmaz». îbn Abbas «Hasene lâ ilahe iÜ lâllah, seyyie de Allah'a ortak koşmaktır» demiştir. Bazıları «Ha­sene taat, seyyie şirktir» derler.

«Kötülüğü, en güzel olan şeyle sav» cümlesi savaşı ilân eden ayetle neshedilmiştir. Bunun artık mustahab olanı kalmıştır. İbn Abbas «Hüminle, sana karşı cehalet işleyen cahilin cehaletini dc-fet demektir» der.

«Buna ancak sabredenler kavuşturulur» cümlesindeki zamir, bu şerefli fiil veya şerefli haslete, ancak öfkelerini yutan, eziyet­lere sabreden, ancak hayırdan büyük bir nasibi olan kavuşur mâ-nâsmdadır.

«Büyük nasib»ten maksat, Katade ve Mücahid'e göre cennet­tir.

«Yulekkaha» fiilinin sonundaki zamir, bazı müfessirlere göre cennete racidir. Yani cenete ancak sabredenler mülaki olurlar.

«Rabbinizin katında bulunup da gece gündüz teşbih edenler» den maksat meleklerdir.. İbadet onları usandırmaz. Evet, bu ayet secde ayetidir. Hangi lâfızda secde edileceği hususu ihtilaflıdır. Ma­lik «Eğer O'na kulluk yapıyorsanız kelimesi okunduktan sonra secde yapılacaktır» diyor. Hz. Ali ve İbn Mesud, «Ta'budune, (O'na kulluk yapıyordunuz) mânâsını ifade eden fiil okunduğunda sec. de edilir» demişlerdir. İbn Vehb ve Şafii «Onlar usanmazlar» lâf.

zı okunduktan sonra secde edileceğini söylemişlerdir. Ebu Hanife de aynı görüştedir.

îbn Huveyzi Mendad «Bu ayet ay tutulması (husuf), güneş tu­tulması (kusuf) namazını içermektedir» diyor. Bunun nedeni Arap-lar'ın «Ay ve güneş ancak büyük bir insanın ölümü anında tutulur­lar» demeleridir. Hz. Peygamber bunun üzerine kusuf namazım kıl-mıştır. Kusuf namazı Buhari, Müslim ve diğer sahihlerde de sa­bittir. Fakat nasıl kılınacağı hususunda, bunun keyfiyetinde ihtilâf vardır. Sahih-i Buhari'deki rivayet kâfidir. Zira bu hususta o ken­disine güvenilen bir eserdir. [11]

 

Meal

 

39- O'nun  (Allah'ın)  ayetlerinden biri de şudur:  Sen yer­yüzünü boynu bükük ve kupkuru görürsün. İşte yeryüzü a hal­de iken biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman hareket eder ve kabanr. Ona can veren (Allah) elbette ölüleri de diriltendir. O her şeye kadirdir!

40- Ayetlerimiz konusunda doğruluktan ayrılanlar bize giz­li kalmazlar. Öyle ise ateşin içine atılan mı yoksa Kıyamet Günü güvenle gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. O, yaptıklarınızı görmektedir.

41- Kendilerine geldiği zaman zikri (Kur'an'ı) inkâr eden­ler (de bizim malûmumuzdur). Kuşkusuz ki o, muhkem bir ki­taptır.

42- Ne önünden ne de arkasından o kitaba bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi ve övülen (bir zatın) katından indirilmiştir.

43- (Ey Rasûlüm!) Sana sadece, senden önceki peygamber­lere denilenler   söylenmektedir.   Şüphesiz ki senin   Rabbin hem mağfiret, hem de elem verici azap sahibidir.

44- Eğer biz onu yabancı (dilde) bir Kur'an kılsaydık mu­hakkak «Ayetleri türlü türlü açıklanmalı değil miydi? Arap bir muhataba Arapça olmayan bir kitab mı?» derlerdi.   (Ey Rasû­lüm!)  De ki: «O iman edenler için hidayet ve şifadır, tman et­meyenler ise, onların kulaklarında ağırlık vardır. Kur'an onların üzerinde bir körlüktür. Sanki uzak bir yerden çağrılıyorlar.

45- Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Onda da ihtilâf edildi. (Ey Rasûlüm!) Eğer Rabbinden bir söz geçmiş ol­masaydı aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'an hakkın­da şüpheci bir tereddüt içindedirler.

46- Kim salih bir amel işlerse hiç şüphe yok ki bu kendi lehinedir. Kim kötülük yaparsa o da onun aleyhinedir.  (Ey Ra­sûlüm!) Rabbin kullarına asla zulmedici değildir. [12]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(39-46) «O'nun (Allah'ın) ayetlerinden biri de...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Ayet metnindeki «Haşieten» kelimesi kupkuru ve çekilmiş de­mektir. «Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer ve şişer». Buradaki sudan maksat yağmurdur. Yağmur yere düştükten sonra yer bitkileri bitirmek üzere şişer ve bitkiler topraktan fırlar, dışa­rı çıkarlar.

«Yeri ölümünden sonra dirilten Allah ölüleri de haşre gönder­mek suretiyle dirilticidir». Allah her şeye —ki ölüleri diriltmek de dahildir— kadirdir. Sonsuz bir kudrete sahiptir.

40. ayetin metnindeki «Yîdhidune» fiili Kur'an ayetlerini tevil etmekle inhiraf ederler demektir. Yani sıhhat ve doğrulukla yapı­lan tevili bırakır, bâtıl mânâlarla onları yorumlarlar.

Katade «İlhad burada yalanlamak mânâsındadır» der. Müca-hid'e göre «Islık çalmak, et çırpmak, lağv yapmak» demektir. Bu takdirde ayetin mânâsı şöyledir: Doğru olana meyledip ayetlerin şanına lâyık olanı bırakıp, tersine gidenler Kur'an'ı yalanlıyorlar demektir.

«Ayâtina» kelimesinden, Allah katından gelen bütün kitaplar kastedilmiş olabilir. İlhad'dan da maksat lâfzı tağyir ve tebdil et­mektir. Tabii bu ilhad sadece Kur'an'da yapılmamıştır.

Ebu Malik «Ayât» kelimesini delillerle tefsir etmektedir. Ayet­lerin hakkındaki ilhad, onların delâlet ettiği mânâlara tân etmek ve bu mânâlardan yüz çevirmek demektir.

«Onların ihladlarından dolayı cezaları bize gizli kalmaz» aye­ti onlar için bir tehdittir.

«Acaba ateşe atılanlar mı daha hayırlıdır yoksa Kıyamet Gü-nü'nde emin olarak gelen mi» cümlesi cezanın keyfiyetine ve nasıl olacağı hususuna dikkati çekmektedir. Bu ayet kâfirler ve mümin­ler hakkında geneldir.

«Dilediğinizi yapın» cümlesi kâfir ve mülhidler için şiddetli bir tehdittir. Yoksa Cenab-ı Hak burada onlara dilediklerini yap­malarını emrediyor değildir.

Zikirden maksat Kur'an'dır. Yani Kur'an onlara gelir gelmez, aradan herhangi bir zaman geçmeden, Kur'an hakkında düşünüp tefekkür etmeden hemen inkâra kalkıştılar. Kesinlikle o zikir, aziz bir kitaptır. Yani onun benzeri yoktur. Veya onunla gerçek mânâ­da hiç kimse muaraze edemez.

Bazıları «Aziz, yani bütün kitapları neshetmiştir demektir» dediler.

İbn Abbas   «Allah katında kerimdir mânâsına gelir»   demek­tedir. [13]

 

Rabbimizin Cezası

 

«Kesinlikle Rabbin mağfiret ve elem verici cezanın sahibidir»[14]

 

Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir?                               

 

«O kitaba hiçbir taraftan bâtıl katılamaz»; önünden ve arka. sından bâtıl gelmez. Yani hiçbir tarafından bâtıl ona nüfuz edemez.                                                                                                  

Burada kitap, bahçesini her taraftan koruma altına alan bir kimseye benzetilmektedir. \O bahçeye düşmanları giremezler. Kur'­an da Cenab-ı Hak'kın aşılması mümkün olmayacak şekilde hima­yesi altındadır. Veya Kur'an'a (geçmiş haberler, gelecek emirler hakkındaki cihetlerine) bâtıl katılamaz.

«Hamîd» kelimesi çok övülen demektir. Cenab-ı Hak vermiş olduğu nimetlerden dolayı kullan tarafından övülür. O nimetler­den biri de Kitab-ı indirmesidir. Cenab-ı Hak'ka hâl lisaniyle ham-detmek, nimete inazhar olan her şeyden gelir. Dil ile ona hamdet-mek de hamdetmeye muvaffak olanlardan gelir.

41. ayetin başındaki «İnne» kelimesinin ismi ellezînedir. Ha­beri hususunda değişik yorumlar getirilmiştir. Bir grup, «Kendi­lerine zikir geldiğinde onu inkâr eden muanniddirler; helak olmuş­lardır» demiştir. Yani haberi muannidun veya halikun kelimesi olarak takdir edilir.

43. ayet Rasûl-ü Ekrem için bir tesellidir. Yani kavminin için­deki kâfirlerin senin ve sana gelen Kur'an hakkında söyledikleri, senden önceki peygamberler ve onlann kitaplan için de söylen­miştir. Yani bu tan, bu hücum sadece sana değü, senden önceki peygamberlere de yapılmıştır.

cümlesi sabrın nedenini teşkil eder. Sanki şöyle denilmektedir: Sana ancak senden Önceki peygamberlere söylenenler denilmekte­dir. Onlar sabır gösterdiler. Sen de sabret. Çünkü Rabbin dostları için büyük bir mağfiret sahibi, düşmanları içinse elem verici bir ceza sahibidir. Dostlarına yardım edecek, düşmanlarından da in­tikam alacaktır. [15]

 

Acem Dilinden Maksat Nedir?

 

44. ayet müşriklerin «Niçin Kur'an acem (yabancı) dille in­medi?» diye itiraz edenlere cevaptır. «Eğer biz o zikri (Kur'an'ı) Arapça olmayan bir dille indirseydik, ıdçin ayetleri bizim anladu ğımız bir dille açıklanmamış diye itiraz edeceklerdi.»' Ve kitap yabancıdır ve muhatapları da Araplar'dır, diyerek inkâra kaçacak­lardı. Hulâsa; eğer Kur'an onların istedikleri şekilde indirilmiş ol­saydı Kur'an'ı yine inkâr edeceklerdi ve şöyle diyeceklerdi: Sen nerede, Acemler nerede? Veya biz nerede, Acemler nerede?

«A'cemiyyun» kelimesinin başındaki hemze, istifham harfidir. İkinci hemze ise kelimenin esasındandır. Cumhur «A'cemiyyun» şeklinde okumuşlardır. Bunun aslı A'cem'dir. Bundan maksat da kelâmı anlaşılmayan kişi, dilinde pelteklik veya gariplik olması nedeniyle sözleri anlaşılamayan kişidir.

«O kâfirlerin sözlerini reddetmek maksadıyla de ki: O, iman edenler için hüdadır», yani hakka hidayet edicidir. Şifadır, yani göğüslerdeki şek ve şüpheyi sökücüdür. «İman etmeyenlere gelin­ce, onların kulaklarında ağırlık vardır. Onlar işitmezler. O Kur'an onlar üzerinde bir körlüktür.»

Bu cümlede Cenab-ı Hak «Lam» değil «Alâ» harfini kullanmış­tır. Bu körlüğün, onların her tarafını istila ettiklerine işaret eder. îşte bu sıfatlara sahip olanlar adeta uzak bir yerden çağrılmaktadırlar. Bu cümle onların anlayışsızlıktaki hallerini, Kur'an'dan ya­rarlanmadıklarını temsil etmektedir. Sanki uzak bir mesafeden ça­ğırılan, sesi işiten fakat manâsım ve tafsilatını anlamayan veya se­si de işitmeyen, mânâyı da anlamayan kimseler gibi onlar da uzak­tan çağrılmaktadırlar.

Lügat alimleri, anlamayan bir kimse için «Sen uzak bir yer­den çağrılmaktasın» demişlerdir. Kur'an'da bu mânânın kastedildi­ği hususu, Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir.

Mücahid ve Dahhak «Kur'an burada hakikati üzerindedir. On­lar Kıyamet Günü'nde kâfirlikleriyle, çirkin amelleriyle, en çirkin isimleriyle uzaktan çağınlmaktadırlar. Ki bu çağrıyı haşrdeki bü­tün insanlar işitir. Böylece onların aleyhindeki bu propaganda bü­yüdükçe büyür; musibetler arttıkça artar» demektedirler.

Hulâsa Kur'an müminler için şifadır, hidayet edicidir. Şüphe­leri defetmek için kâfidir. Onun için müminlerin diliyle gelmiştir, mucizdir. Onların nefislerini olduğu gibi, başkalarını da açıklayı­cıdır. İman etmeyenler ise bu faydadan uzaktırlar.

«Andolsun, Musa'ya kitabı verdik» cümlesi mustenifedir. Ki­taplar hakkında ihtüaf etmenin eski ümmetler için de vaki olduğu ve bunun eski bir adet olduğu bilinmektedir. Ey Muhammedi Sa­dece senin kavmine mahsus değildir. Bu, tıpkı şu ayet gibidir: «Sa­na ancak senden önceki peygamberlere söylenilen söylendi.»

Ayetin hulâsası şudur: Andolsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı ver­dik. İsraüoğullan onda ihtilâfa düştü. Kimisi tasdik etti, kimisi de yalanladı. Senin kavminin de Kur'an karşısındaki durumları böy. ledir. Kimi iman eder, kimi kâfir olur. Eğer Kur'an'ı yalanlayan ümmetin hakkında Cenab-ı Hak'kın vaadi olmasaydı —ki Allah Kı-yamet'te müminler ile kâfirler arasında hükmedeceğini vaadetmek-tedir, meselâ «Kıyamet onların vaadedildiği yerdir» ayetinde veya «Lâkin onları belli bir ecele tehir ediyor» ayetinde olduğu gibi Kur'an'ı yalanlayanların köklerini kazımak suretiyle hükmedile-cekti. Kavminin kâfirleri Kur'an hakkında ızdırab verici bir şüp­he içindedirler. Veya yahudiler Tevrat hakkında vesvese verici bir şüphe içerisindedirler.

Kim kitaplara iman eder, onların muktezasınca amelde bulu­nursa bu ameli kendisi için yapmış olur. Yani yaran kendisine ait­tir. Kim kötülük yaparsa zararı onundur, başkasına değildir. Rab-bin kullara zulmedici değildir. Çünkü zulmün Allah'tan sadır ol­ması muhaldir. [16]

 

Meal

 

47- Kıyamet'in ne zaman kopacağını bilmek Allah'a aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiçbir yemiş kabuğundan çıkmaz. Ve hiç­bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. O gün (Allah) onlara: «Bana eş koştuğunuz ortaklarım nerede?» der. Onlar da «İçimizden bu­na şehadet edecek bir kimsenin bulunmadığını sana bildirdik» derler.

48- Daha önce çağırdıkları (taptıkları)  mabudlar onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar kendileri için kaçacak bir yer ol­madığını anlamışlardır.

49- İnsan hayrı istemekten usanmaz. (Fakat) kendisine bir şey dokununca hemen üzülür, ümitsizliğe kapılır.

50- Eğer insana dokunan kötülükten sonra ona tarafımız­dan bir rahmet tattırsak muhakkak: «Bu benim hakkımdır. Kı­yametin kopacağını sanmıyorum. Andolsun ki Rabbime döndü rül-sem bile O'nun katında benim için daha güzeli vardır» der. Biz kafirlere yaptıklarını muhakkak haber vereceğiz ve onlara ağır bir azabtan da muhakkak tattıracağız.

51- Biz insana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir; yan çi­zer. Kendisine bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.

52- (Ey Rasûlüm!)  De ki: «Bana haber verin. Bu Kur'an Allah tarafından olduğu halde ona inanmıyor, onu tanımıyorsa­nız (haktan) uzak bir ayrılık içinde kalan kimseden daha sapık kim olabilir?»

53- Biz onlara, ayetlerimizi ufuklarda da kendi nefislerin­de de göstereceğiz ki onun  (Kur'an'm)  hak olduğu kendilerine apaçık görünsün. (Ey Rasûlüm!) Rabbinin her şeye hakkıyla şa-hid olması (sana) yetmez mi?

54- İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmak hususunda şüphe içindedirler ve iyi bilin ki o her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır. [17]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(47-54) «Kıyametin ne zaman kopacağını...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Saatin ilmi Allah'a havale edilir»; yani Kıyametsin ne zaman kopacağı sorulunca «Allah bilir» veya «Onu ancak Allah bilir» şek­linde cevap ver. Bu cümleden maksat, bu gibi suallere müminlerin nasıl cevap vereceklerini öğretmektir. İki cevap ta saat ilminin Cenab-ı Hak'ka mahsus olduğunu göstermektir. «Onu ancak Allah bilir» cümlesinden bu zaten açıkça anlaşılmaktadır. «Allah bilir» cümlesi ise sana bir sual sorulduğunda, sen «Falan adam onu bi­liyor» dersen, bunun mânâsı, onun bilgisinin sende olmadığını söy­lemen demektir.

«Ekmam» kelimesi «Kimm» kelimesinin çoğuludur. Meyvenin kabuğu, çiçeği demektir. Yani çiçeklerinden, kaplarından çıkan meyveleri, dişinin yüklendiği ile bıraktığı hamli ancak Allah'ın il­miyle olur.

«Hatırlat o günü ki, onlara: Sizin iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? diye seslenilir». Cenab-ı Hak bu çâğn ile onlan tahkir et meyi, hafife almayı kastetmektedir. îşte o çağırılanlar da şu ce­vabı verirler: Sana, içimizde onların sana ortak olduğuna şahitlik edecek kimse olmadığına dair haber verdik.

Onların daha önce çağırdıkları, kendilerinden uzaklaştılar. On­lar bir kaçış yeri olmadığına kesinlikle inandılar.

«Zan» kelimesi burada kesinlik mânâsı ifade eder. Nitekim Süddi böyle söylemiştir. Zarının ilim (kesinlik) mânâsına geldiği çok variddir.

«Manisa kelimesi kaçış yeri demektir. İnsan durmadan nzık-ta genişlik ve maişet sebepleri ister. Fakat ona bir darlık, bir zor­luk dokundu mu o, Allah'ın lütfundan ümitsiz olur, rahmetinden ümidini keser. Bu, kafir insanın sıfatıdır. Nitekim ayet de, Velid bin Muğire veya Utbe bin Rebia hakkında nazil olmuştur.

«Rabbime götürülsem bile muhakkak ki onun yanında benim için daha güzeli vardır». Kâfir bir kişi, dünyada zengin olduğu za­man bunun Allah'ın keremi olduğunu düşünmez. Bu benim hak­kımdır, bunu aklımla kazandım, Ahiret'e inanmıyorum, fakat var­sa, orada da en güzel nasib benim olacaktır der.

52. ayetteki «Eraeytum» tabiri, bana haber verin demektir. «Şikak» kelimesi ise hilaf mânâsını ifade eder. Şikakta olanlar mu­hataplardır. Yani eğer Kur'an Allah katından gelmişse, sonra da siz onu inkâr ederseniz, bana haber verir misiniz, sizden daha sapik kim vardır? [18]

 

Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri

 

«Biz onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde göstereceğiz.» Ayetler burada Rasûl-ü Ekrem'in halifelerinin ve ashabının eliyle yapılan fütuhattan kinayedir. Çünkü bu fütuhatlar İslâm'ın kuv­vetine, müslümanlann hak üzerinde olduğuna delâlet etmektedir. Bâtılın ve bâtıl üzerinde olanların çok zayıf bir durumda olduk. larını ifade eder.

«Afak» kelimesi etraf demektir. Tekili ya ufuk veya efaktir. Yani onlara etrafta ayetlerimizi umumi olarak, doğudan batıya, şimalden cenuba kadar göstereceğiz. Bu gösterme mutlaka ola­caktır. Ayrıca nefislerinde (Arap Yanmadası'nda) göstereceğiz ki onlara Kur'an'ın hak olduğu görünsün. Ona ne önden ne arkadan, ne sağdan ne soldan, hiçbir cihetten bâtıl karışamaz, O hakkın ta­mamıdır, Allah katından gelmiştir. Allah da her gayb ve şehadete muttalidir. Bunun için Kur'an'ı yüklenenlere yardım etmiştir. Bun­da Cenab-ı Hak'kın Kıyamet'e kadar fethi müslümanlara müyesser edeceğine dair işaret vardır.

«Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?» cümlesi birçok şekilde tefsir edilmiştir. Meselâ «Onlar afakta ve nefislerinde gös­terilen ayetlerin Kur'an'ın hak olduğuna delâlet ettiğini inkâr etti­ler. Cenab-ı Hak'kın her şeye muttali olması, her şeyi bilmesi, se­nin galib onların da mağlûp edilmesini gerektiren hallerini ve on­ların hallerini bilmesi onlara delil olarak yetmez mil»

Mekke'nin dışında kalan ufuklar dünyanın etrafıdır. Nefisle, rinden maksat, daha önce söylediğimiz gibi Mekke'dir veya ruh­ları, özleri demektir. Evet, bu ayet Kur'an ayetlerinin diğer ufuk­larda olduğu gibi Arap Yarıma,dası'nda da yayılacağını ve o zaman hakkın ortaya çıkacağını bize haber vermektedir. Bu, Kur'an'ın bir mucizesidir.

Ufuklar dış, nefisler de iç dünyadır. Kur'an ayetlerinin iç ve dış mânâları olduğu ileri sürülmüştür. Yine bu ayetten ilmin iki önemli kaynağı olduğu anlaşılmaktadır: Duyulara dokunan dış dünya ve insanın iç hazırlıklarıdır. Düşünce neticesinde insanın bilgisinin bu iki kaynaktan doğup geldiği görülmektedir.

54. ayetin metnindeki «Mirye» kelimesi büyük bir şüphe de­mektir. Yani onlar Kıyamet'in kopması hususunda büyük bir şüp­he içerisindedirler. Zira ölüler paramparça olmuş, toprağa karışmıştır. Onların yeniden biraraya getirilerek diriltilmesi onlara çok uzak bir ihtimal olarak görülmektedir.

«iyi bilin ki O her şeyi kuşatmıştır.»

Bu ayet o büyük şüpheye terettüp eden korkunç durumu açık­lamaktadır. Yani Cenab-ı Hak her şeyi en mükemmel şekilde bi­lir. Gizli olan şeylerin hiçbiri O'na gizli kalmaz. Allah onlara kü. türlerinden ve bu şüphelerinden Ötürü ceza verecektir.

Bazıları «Bu cümle onların şüphesini, haşr hakkındaki sekle­rini ortadan kaldırmak içindir» demiştir. Yani Allah bütün eşya­yı, tafsillerini bilicidir. Onları yeniden, hiçbir şeyi eksik bırakmak­sızın biraraya getirmeye kadirdir.

Bazıları «Onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde gösterece­ğiz)) ayetinin kâfirler için bir tehdid olduğunu söylemişlerdir. Yani müslümanlar Mekke etrafındaki bütün kıtaları fethedecektir.

«Onların nefislerinde» tabiri de Mekke'ye işarettir denilmiştir.

Dahhak ve Katade «Afak'tan maksat yeryüzünün kıtalarında peygamberleri yalanlayan ümmetlerdir. Nefislerinden maksat da Bedir Günü'dür» demişlerdir. Çünkü Bedir Günü hakkı .getirene Allah'ın yardım edeceğine, peygamberleri yalanlayanlara ise mağ­lubiyet vereceğine delâlet eder. Böylece bu Rasûl-ü Ekrem'in ve Kur'an'ın hak olduğuna delâlet etmiş olur.

Yeryüzünün kıtalarında gösterilecek ayetlerden maksat, güneş, ay, diğer yıldızlar, rüzgârlar, dağlar; nefislerinde gösterilen ayet. ler de sanatın lâtifi,'hikmetin bediidir. [19]

FÜSSİLET SURESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/91-92.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/94.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/95-97.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/98-100.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/100.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/102.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/103-105.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/107.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/108-109.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/111.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/112-115.

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/117.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/118-119.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/120.

[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/120.

[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/121-123.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/125.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/126.

[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/127-129.