FUSSILET SURESİ
Bu
sûre-i celîle Mekke'de nazil olmuş ve 54 âyettir. Bu mübarek sûrenin birkaç
ismi vardır. Bunlardan birincisi Fussılet'tir. Bir adı Secde, bir adı Mesâbih,
bir adı da Hâ, Mim harfleri ile başlayan sûrelerin ikincisi olduğu için, Hâ,
Mim Sûresi unvanını da almıştır. Bu
sûrenin
ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır:
__
Kâfirlerin müstahak oldukları cezayı ve, bazı kavimlerin başlarına gelen
felâketleri ihtar.
—
Varlık içinde olan insanların varlıklarına güvenerek kibirli kibirli gezip dolaşırken
Allah'ı pek az hatırladıkları ve başlarına bir musibet geldiği zaman tazarru
ile Allah'a yalvarmalarına işaret eder.
—
Aîlahü Teâlâ'mn varlığına, birliğine delâlet eden delilleri bildirir.
—Kur'ân-ı
Kerim hakkındaki yanlış telâkkileri reddeder.
—
Kâfirlerin kıyamet gününü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerini
reddeder.
—
Allahü Teâlâ'mn kudretinin eseri olan kâinata insanların nazarlarını celbeder.
Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar bunlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hâ,
Mim.»
«Bu kitap Rahman ve Rahim olan Allah katından
indirilmiştir,'
:
Bundan önce geçen sûrede de beyan edildiği gibi, Hâ, Mim'in mânâsı
müteşâbihattandır. Böyle olmakla beraber tefsirciler Hâ, Mimlerin mânâları
hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre Hâ, Mim, kıyamete
kadar olacak olan şeylerin Levh-i .Mahfûz'da yazılması demektir. Bazıları da
Hâ, Mim'i şöyle tefsir etmişlerdir: Göklerin, yerin, mülkü, saltanatı, onları
koruyan, içinde bulunanları rızıklandıran, her şeyi tanzim ve idare eden, yerli
yerine koyan ve her şeye kadir olan Allah'tır. Bazıları da Hâ, Mim'in kasem
olduğunu söylemişler ve şöyle tefsir etmişlerdir: «Bu sûre hakkı için Kur'an
benim kelâmmıdır. Cebrail onu Rahman ve Rahim olan Allah katından indirmiştir.»
O Rahman ve Rahim olan Allah, kullarını esirger, tevbe edenlerin günahlarını
bağışlar, kusurlarını afveder.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Öyle bir kitaptır ki bilen bir kavim için âyetleri
uzun uzun açıklanmış Arapça bir Kur'an'dır.»
Rahman
ve Rahim olan Allah tarafından indirilen bu kitap öyle bir kitaptır ki, bilen
bir kavim için imanı küfrü, hakkı bâtılı, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli ve
haramı, cenneti ve cehennemi, mükâfatı ve mücâzatı, kıyamet günü Allah'ın
huzurunda hesaba "çsk;l-meyi uzun uzun açıklayan Arapça bir
Kur'an'dır. Buna uyanlar, hükmü ile amel edenler kurtuluşa ermiş, uymayanlar
ise helak olmuştur. Bu Kur'an insanları hidâyete, doğru yola, hakka, kurtuluşa
götürür. İman edenler için şifadır, rahmettir. îman etmeyenler için ise
azabtır,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Müjdeci ve uyarıcı olarak. Ama onların çoğu yüz
çevirmiştir. Onlar işitmezler de.»
Bu
Kur'an, iman edenleri cennet nimetleriyle ve iki cihan saâde-tiyle müjdeler.
İman etmeyenleri de cehennem azabı ile korkutur. Fakat insanların çoğu bu
Kur'an'ın emirlerinden yüz çevirmiş, dünya zevkine dalmışlardır. Onlar şükrü
terk ederek Allah'ın nimetlerine nankörlük etmişlerdir. Onlar hakkı işitmezler
de.
(Cûz:
24. Âyet: 5) Füssilet Süresi 361
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı
kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir
perde vardır. İstediğini yap, biz de yapacağız.»
Peygamberimiz
ts.a.v.) kâfirleri imana davet ettiği zaman, onlar şöyle demişlerdir: «Ey
Muhammed, bizi çağırdığın şeye karşı kulaklarımız kapalıdır, biz senin
söylediklerini anlamıyoruz, kulaklarımızda ağırlık var. Sen git kendi
ma'bûdunun işi ile meşgul ol, O'nun emerlerini yerine getir. Biz de kendi
ma'bûdlarımızın emirlerini yerine getirelim, onlara ibadet edelim. Hem seninle
bizim aramızda bir perde vardır. Sen Rabbine bizim helak olmamız için yalvar,
biz de ma'bûdlarımıza senin helak olman için yalvaralım. Bakalım ha-n-g;miz
kârlı çıkacağız.»
Muhammed
bin Ka'b şöyle rivayet etmiştir: «Müşriklerin reislerinden olan Ukbe bin Rebia
bir gün Kureyşlilere şöyle der: «Ey Ku-reyşliler, ne dersiniz? Ben gidip
Muhammed'e birkaç söz söylssem. O, ben"m sözlerime cevap veremez belki
tekrar bizim dinimize döner.» Kureyşliler kendisine müsaade ederler. O da
Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına gelir ve şöyle der: «Ey kardeşimin oğlu, sen
bizdensin. Bu kavmin üzerine bir din getirdin, bunların birliğini,
beraberliğini, bütünlüğünü bozdun. Dedelerini, babalarını yalanladın ve onların
dinlerini bâtıl saydın. Atalarını, analarını hep Ttâfir saydın. Bu din:
getirmekten maksadın mal sahibi olmaksa, seni hepimizden zengin yapalım.
İçimizde senden zengini olmasın. Şayet başımıza reis olmak istiyorsan reis
yapalım. Güzel bir kadınla evlenmek istiyorsan evlendirelim. Yeter ki sen bu
dinden vazgeç, biz^m dinimize dön. Eğer akıldan bir şikâyetin varsa seni
tabiplere götürelim, tedavi ettirelim. Eski haline dön ve dedelerinin,
babalarının, kavminin dinini terk etme.» Böylece Utbe sözlerini bitirir. O
sözlerini bitirdikten sonra Peygamberimiz Cs.a.v.):
âyetini
okumuştur. Allahü Teâlâ:
«Eğer
yüz çevirirseniz ben de sizi korkuturum» buyurmuştur. Utbs
bu
âyetleri dinledikten sonra kavmine döner. Onun geldiğini gören kavmi «vallahi Utbe
gittiği gibi güler yüzle gelmiyor, onda bir iş var» derler. Gerçekten de bu
âyetler Utbe'de şok te'siri yapmıştı. Kavmi «Ey Ütbe, sana ne oldu, bize haber
ver» derler. Utbe «Ey Ku-reyşliler, ben bugüne kadar böyle bir söz duymadım.
Vallahi bu söz ne şair sözü, ne sihirbaz sözü ve ne de kâhin sözüdür. Gelin
Muham--med'i kendi haline bırakın, istediğini yapsın. Ona dokunmayın. Siz de
bildiğinizi yapın.» Bunun üzerine Kureyşhler «Ey Utbe, vallahi Muhammed seni de
büyüledi. Nerdeyse sen de onun dinine gireceksin.» Utbe de onlara şu cevabı
verir: «Ben bundan sonra onun işine karışmam, hakkında kötü bir şey de
söylemem. Çünkü o başka bir insan.» Müşriklerin reisi olan Utbe, Allah'ın
kelâmını işitince kendisinden geçer, kavmine dönünce bu gerçekleri onlara söyler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana
sizin tanrınızın bir tek tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan
mağfiret dileyin. Vay müşriklere.»
«Onlar zekâtı vermezler. Ahireti inkâr edenler de
yalnız onlardır.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, insanlara de ki: Ben
de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana sizin tanrınızın bir tek tanrı olduğu
vahyolunuyoı*. O'nun şeriki, benzeri, ortağı yoktur. Artık O'na yönelin. Bu
zamana kadar O'na koşmuş olduğunuz ortaklardan dolayı tevbe edip mağfiret
dileyin. O'na ortak koşanların vay haline. Onlar cehennemde ebedî
kalacaklardır. Çünkü onlar zekâtı vermezler ve âhireti inkâr edenler de yalnız
onlardır.» Kâfirler, Allah'a eş koştukları gibi, âhireti de inkâr etmişlerdir,
îşte onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Muhakkak ki iman edip sâlih amel işleyenler için
kesilmeyen mükâfatlar vardır.»
îman
edip de sâlih amel işleyenler için Allah katında tükenmeyen mükâfatlar vardır.
Çünkü onlar iman edip Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından
sakmmışlardır. Tükenmeyen mükâfat onların iman ve amellerinin karşılığıdır.
Yüce Halik iman edenlere mükâfatını, etmeyenlere de cezasını verecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki: Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O,
âlemlerin Rabbidir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Mu-hammed, de ki: Siz yeri
iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin
Rabbidir.» Allahü Teâlâ kudretini izhar için yeri iki günde yarattığım beyan
buyurmuştur. Yeri iki günde yaratan âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün canlıları
öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Elbette kadirdir. Şayet
di-leseydi yeri ve gökleri bir anda bile yaratırdı. Gökleri ve yeri bir anda
yaratmamasımn sebebi, kullarına teenni ile hareket etmelerini talim içindir.
Bir şeyde acele etmemek, o işin kemâline işarettir. Bununla beraber bazı
mes'elelerde acele etmek daha evlâdır ki bunlar da şöyle sıralanır:
1- Günahlardan hemen tevbe etmek.
2- Borcu acele olarak ödemek.
3- Farzları anında eda etmek.
4- Misafire yemek ikramında acele etmek.
5- Cenazeyi definde acele etmek.
6- Evlilik çağma gelen kız çocuklarını evlendirmekte acele etmek.
7- Hayra niyet ettiği işlerde acele etmek.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«O
yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Ve onu mübarek kıldı, ri-zıklarını
arayanlar için yeryüzünün bitkilerini dört devre içersinde yetiştirmesini
normal olarak koydu.»
Yeryüzünü
yaratan Hâlik-ı Zülcelâl, onun sarsılmaması için üzerinde direk vazifesi yapan
dağları yaratmıştır. Ki, insanlar üzerinde sarsılmadan, kolayca gezip
dolaşsınlar ve geçimlerini te'min etsinler. Şayet yerin üzerinde dağlar
olmasaydı beşik gibi sallanır, canlılar üzerinde kolayca hareket edemezler ve
istedikleri yere gidemezlerdi. Bununla beraber Yüce Halik dağlarda insanlar
için çeşitli nzıklar halk edip bereketli kılmış, onlarda su membalarını
gizlemiş, hayvanlar için sığmak yapmıştır. Yeryüzünde kulları için rızık olarak
çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, tahıllar, bağlar, bahçeler
bitirmiştir. Her mevsimde bunların olması ve ayrı ayrı özellikler taşıması
Allah'ın kudretinin eseridir. Allah yaratmış olduğu her mahlûkun rızkını takdir
etmiştir. Hiçb:r canlı, kendisine takdir edilen rızkı yemeden ölmez. Hâlik-ı
Mutlak dünyada rızık bakımından mü'-min ile kâfir arasında bir ayrım
yapmamıştır. Herkese ezelde takdir ettiği rızkı vermiştir. İbn Abbas (r.a.)
şöyle rivayet etmiştir: Al-lahü Teâlâ kıyamete kadar takdir ettiği her şeyi
Levh-i Mahfûz'da yazmıştır.
~
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi. Ona ve
yeryüzüne isteyerek veya istemeyerek ikiniz de gelin, dedi. İkisi de:
'İsteyerek geldik' dediler.»
Yüce
Halik, yeri yarattıktan sonra hükmünü buhar halinde olan göklero yöneltmiştir.
Zira o vakit Arş yaratılmıştır. Arşın altında su-
dan
başka bir şey yoktur. Nitekim: «O'nun arşı su üzerindedir.» buyurulmuştur.
Sonra ısıyı yaratmıştır, o ısı ile su buharlaşır ve o duman halindeki buhardan
gökler meydana gelir. Y"üce Halik gökleri yarattıktan sonra, suyun
dalgalanmasından meydana gelen köpükten de yeryüzünü yaratır. Yaratma işlemi
bittikten sonra göklere ve yere hükmedip şöyle buyurur: «İsteyerek veya
istemeyerek bana itaate gelin.» Onlar da «isteyerek geldik, senin emirlerine
muti olduk» demişlerdir. Allahü Teâlâ bunu şöyle bsyan ediyor: «Sonra buhar halinde
olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne 'isteyerek veya, istemeyerek ikiniz de
gelin' dedi. İkisi de: 'İsteyerek geldik' dediler.»
Rivayete
göre Allahü Teâlâ göklere ve yere «kullarımın istifadesi için içinizdeki gizli
hazineleri çıkarın» demiştir. Göklerin hazinesi yağmurdur. Yerin hazineleri de
bitkiler, madenler ve su men-balarıiır. Onlar da «biz isteyerek çıkarırız,
senin emirlerine boyun eğip itaat ederiz» demişlerdir. Gökyüzünün uzun bir süre
içerisinde vücud bulduğu ve miktarını Allah'ın bildiği günlerden iki gun içerisinde
meydana geldiği belirtilmiştir. Sonra göklere ve yere «isteyerek vuya
istemeyerek ikiniz de gelin» buyurmuştur. Bu emre ikisi de derhal boyun eğerek
«isteyerek geldik- diye cevap vermişlerdir. Bu ifade çok hayret verici bir
şekilde kâinatın kanunlara boyun eğdiğini ve bu kâinatın aslında yaratıcısına
tam olarak teslim olduğunu, O'nun emir ve iradesine bağlandığını ima etmekted:r.
Şu halde kâinatta insandan başka ilâhî emirlere zorla boyun eğen yoktur.
İnsanoğlu zorla da olsa bu kanunlara mahkûmdur. Onların dışına çıkamaz. Ne var
ki insanoğlu gökyüzünün ve yeryüzünün emre itaat edişi gibi itaat etmeyen bir
varlıktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun üzerine iki gün içerisinde yedi gök yarattı.
Ve her göğün işini ona bildirdi. Biz dünya semasını ışıklarla donattık. Ve
bozulmaktan koruduk. İşte bu, O mutlak kadir, O her şeyi hakkıyle bilen
Allah'ın takdiridir.»
Allahü
Teâlâ yedi kat gökleri,
miktarını ancak kendisinin bildiği iki gün içinde yaratmıştır. Göğün her katında
bir muhafız ve meleklerden bir cemaat yaratmıştır. Bunlar Rablerini hamd ve
teşbih ederek her biri bir ibadetle meşguldürler. Yüce Halik dünya semasını
yıldızlarla süsleyip donatmış ve onlarla geceleri yeryüzünü bir kandil gibi
aydınlatmıştır. Yıldızlar, göğün katlarına çıkıp, meleklerin gizlice
aralarındaki konuşmalarını öğrenmek isteyen şeytanlara müsaade etmezler ve
onları Şihap yıldızları kovalar, göğe yaklaştırmazlar. Bu gerçek şöyle ifade
edilmiştir: «Biz dünya semasını ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk.»
Böylece gökler bozulmaktan korunmuş, şeytanlar ve cinler hiçbir zaman oranın
sırrına vâkıf olamamışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer yüz çevirecek olurlarsa de ki: İşte sizi Âd ve
Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırga ile uyarırım.»
Hâlik-ı
Mutlak, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Mu-hammed, eğer kâfirler,
bizim azametimizden ve kudretimizden, göklerden, yerden ve bu ikisinin
arasmdakilerden ibret alıp iman etmezler, yüz çevirirlerse, de ki: Sizi Âd ve
Semûd kavminin başına gelen kasırgaya ben?er bir kasırga ile uyarırım. Onları
helak eden azab gibi bir azabın da sizi helak etmesinden korkarım.» Âd ve
Se-mûd kavmi peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdi.
Allahü Teâîâ da, onları bu inkâr ve zulümleri yüzünden Üzerlerine kızgın
kasırga göndererek iman etmeyenleri yakıp helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve
zulümlerinin cezasıdır,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara
önlerinden ve arkalarından peygamberler gelmiş ve 'Allah'tan başkasına kulluk
etmeyin' demişlerdi. Onlar da demiştiler ki: Şayet Rabbimiz böyle bir şey
dileseydi melekler indirirdi. Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr
ederiz.»
Âd
ve Semûd kavmine önlerinden ve arkalarından peygambsr-ler gelmiş, onları imana
davet ederek «siz Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Sizin Rabbiniz, Halikınız
Allah'tır.» demişlerdi. Onlar Peygamberlerinin bu davetini kabul etmeyerek
şöyle cevap vermişlerdir: «Şayet Rabbimiz böyle bir şey dileseydi sizin gibi
insanlardan değil, meleklerden peygamberler gönderirdi. Halbuki siz de bizim
gibi birer insansınız. Siz nasıl peygamber olursunuz? Doğrusu biz sizinle
gönderilen şeyleri asla kabul etmeyiz.» Onlar peygamberlerini böyle yalanlayıp,
imandan yüz çevirip putlara taparak Allah'a eş koşmuşlardır. Allah da onları bu
inkâr ve zulümleri yüzünden helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin
cezasıdır. Onların neden iman etmedikleri şöyle açıklanmaktadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Âd
kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamış 'bizden daha kuvvetli
kim var?1 demişlerdi. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın onlardan
daha kuvvetli olduğunu görmüyorlardı öyle mi? Ve âyetlerimizi bile bile inkâr
ediyorlardı.»
Âd
kavmi yeryüzünde büyüklük taslayıp, peygamberlerini ve Allah'ın âyetlerini
yalanlayarak «bizden daha kuvvetli, daha güçlü, daha üstün, daha becerikli kim
var?» demişlerdi. Bu kuvvet ve üstünlüklerine güvenerek imandan yüz
çevirmişler, peygamberlerini yalanlamışlardı. Onlar kendilerini yaratan
Allah'ın onlardan daha üstün olduğunu görmüyorlardı her halde? Halbuki Allah
onları bir damla sudan meydana getirmiş, onlara güç kuvvet vermiştir. Bütün
varlıkları yoktan var eden Allah, elbette onlardan çok daha güçlü, kuvvetlidir.
Onlar kendi yaratılışlarına bakıp da ibret almazlar mı hiç? Âdem'i balçıktan
yaratıp, onun sulbünden de bütün insanları var eden Allah her şeye kadir değil
midr? Hiç şüphesiz her şeye kadirdir. Fakat insanların çoğu O'nun âyetlerini
bile bile inkâr edip kâfir olmuşlardır. O, iman etmeyenlerden intikamını
alacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun
üzerine biz de onların üzerine uğursuz günlerde şiddetli bir rüzgâr gönderdik.
Ve dünya hayatında rüsvaylık azabını tattırmak istedik. Elbette âhiret azabı
daha çok rüsvay edicidir. Ve onlara yardım da edilmez.»
Peygamberlerini
yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr edip, imandan yüz çeviren Âd kavmi
üzerine Hâlik-ı Zülcelâl, uğursuz günlerde şiddetli bir rüzgâr gönderip, dünya
hayatında rüsvaylık azabını tattırmışlar. Bu yakıcı kasırga onları yakıp yok
etmiştir. Kâfirlerin âhire t teki azabları ir-3 daha çok rüsvay edicidir. O gün
kendilerine asla yardım da edilmeyecektir. Kâfirlerin başlarına azabın geldiği
gün onlar için çok kötü ve uğursuz bir gündür. Çünkü onlar o gün azaba uğrayıp
helak olmuşlardır. Fakat o gün mü'minler için ise en mübarek bir gündür. Zira o
günde mü'minler Allah'ın düşmanlarının şerrinden kurtulmuşlardır. Bu bakımdan
kâfirlerin helak olduğu gün, mü'minlerin en mübarek günüdür. Yüce Allah bunu
şeyle beyan ediyor: «Bunun üzerine biz de onların üzerine uğursuz günlerde
şiddetli bir rüzgâr gönderdik. Ve dünya hayatında rüsvaylık azabını tattırmak
istedik. Elbette âhiret azabı daha çok rüsvay edicidir. Ve onlara yardım da
edilmez.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Semûd kavmine gelince onlara doğru yolu
göstermiştik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Ve yaptıkları
yüzünden onları horlayıcı azabın yıldırımı çarptı.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Âd kavmine Hûd (a.s.)'u, Semûd kavmine de Salih (a.s.)'i peygamber
olarak göndermiştir. Bunlar kavimlerini imana davet ederek şöyle demişlerdir:
«Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Sizin Halikınız, Ma'bûdunuz, Rabbiniz
Allah'tır.» Fakat kavimleri bunların davetini kabul etmeyerek kendilerini
yalanlamışlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir. Halbuki peygamberler
kavimlerini, imana, kurtuluşa, saadete, rahmete, cennet nimetlerine davet etmektedirler. Kavimleri ise
kurtuluşu, saadeti, hidâyeti, rahmeti bırakıp felâkete, ve helake
gitmektedirler. Peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin
üzerine Allah şiddetli bir azab gönderip onları yok etmiştir. Onlar böylece
dünyada helak olup yok olmuşlar, âhirette de elim bir azaba uğrayacaklardır.
Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Allah katında iman edenler
mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İman edip de Allah'tan sakınmış olanları da
kurtardık.»
Peygamberlerin
davetine uyup iman edenleri Allahü Teâlâ helak olmaktan kurtarmıştır. Çünkü
onlar iman edip Allah'ın emirlerine itaat ederek yasaklarından sakınmışlardır.
Allah, iman edip sâlih amel yapan kullarını helak olmaktan kurtarmış ve onlara
iki cihan saadetini taddırmıştır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah düşmanları ateşe sürülmek üzere toplandıkları
gün hepsi bir aradadır.»
Kıyamet
günü Allah'ın düşmanları toplu halde cehenneme sürüleceklerdir. Ve orda
cezalarını çekmek üzere ebedî kalacaklardır. Zerre kadar imanı olanlar
cehennemde cezalarını çektikten sonra çıkacaklar, imanı olmayanlar ise ebedi
kalacaklardır. Allah böyle vaad etmiştir. O, vaadmden asla dönmez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Nihayet oraya varınca kulakları, gözleri ve
derileri, işledikleri şeye karşı aleyhlerinde şehadet ederler.»
Kâfirler
ve münafıklar cehenneme sevk edildikleri zaman, oranın bekçileri onlara «ey
kâfirler, Allah'ı bırakıp taptıklarınız şimdi gelip sizi bu cehennemin
azabından kurtarsınlar. Siz dünyada iken ma'bûd edinmiştiniz, şimdi onları
çağırın size yardım etsinler.» diyeceklerdir. O zaman kâfirler puta
taptıklarını inkâr ederek şöyle diyeceklerdir: «Ey Rabbimiz, biz sana şirk
koşanlardan değiliz, hiçbir zaman sana şirk koşmadık.» İşte o zaman bunların
ağızları mühürlenecek; kulakları, gözleri, elleri, ayakları ve derileri kendi
aleyhlerine şahitlik yapacaklar ve şöyle diyeceklerdir: «Bunlar yalan
söylüyorlar, peygamberler gelip bunları imana davet ettikleri zaman, bunlar
peygamberlerini yalanlayarak Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler ve Allah'a şirk
koştular, putlara taptılar.» Kıyamet günü kâfirlerin ağzına mühür vurulup
elleri, ayakları ve diğer azaları konuşturulacak tır.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celilesinde şöyle buyuruyor:
«Derilerine derler ki: 'Niçin aleyhimize şahitlik
ettiniz?' Onlar da 'bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. O'dur sizi
önceden yaratan ve O'na döndürüleceksiniz' derler.»
Kıyamet
günü kâfirlerin aleyhine elleri, ayakları, kulakları, gözleri ve derileri
şahitlik ederler. Onlar derilerine «niçin bizim aleyhimize şahitlik ettiniz?
Halbuki siz bizim derilerimizdiniz.» derler. Derileri de onlara şu cevabı
verir: «Biz kendiliğimizden konuşmadık. Her şeyi konuşturan Allah bizi
konuşturdu. Önceden sizi yaratan O'dur. O'na döneceksiniz.» Allahü Teâlâ
kıyamet günü bütün azaları konuşturur. Azalar sahiplerinin aleyhine veya lehine
şahitlik ederler. Ey insanlar, sizi bir damla sudan yaratıp, size dil verip
söyleten, göz verip gördüren, kulak verip işittiren, ayak verip yürüttüren, el
verip her şeyi yaptıran, akıl verip her şeye hükmettiren Allah kıyamet günü ellerinizi,
ayaklarınızı, derilerinizi, gözlerinizi ko-nuşturamaz mı? Onları konuşturmaya gücü
yetmez mi? Elbette konuşturur. Dilin maddesiyle diğer azaların maddesi aynı
değil midir? Dile konuşma özelliğini veren, ele, ayağa veremez mi? Bunda
kimsenin şüphesi olmasın. Aklı olanların bundan ibret alıp kıyamet günü
azalarını aleyhlerine şahitlik ettirmemeleri için çalışmalıdırlar.
Düşünebilenler için bunda büyük ibretler vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
* Gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin aleyhinize şahitlik
edeceğinden çekinerek kötü şeyler yapmaktan çekinmiyordunuz. Hayır, Allah'ın yaptıklarınızın çoğunu
bilmediğini sanıyordunuz.»
Ey
insanlar, gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin kıyamet günü aleyhinize
şahitlik edeceğinden korkmayarak kötü şeyler yapmaktan çekinmediniz. Birçoğunuz
peygamberlerinizi yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiniz ve Allah'a şirk
koştunuz. Dünyada kötü şeyler yapmaktan çekinmediniz. Allah'a isyan edip,
emirlerini çiğnediniz. Hattâ, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini
sandınız. Halbuki Allah sizin yaptığınız her şeyden haberdardır. O'nun
bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. O, bütün azalarınızı kıyamet günü
konuşturacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İşte Rabbinizi böyle
sanmanız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan
oldunuz.»
Ey
kâfirler, sizin Allah'ın yaptıklarınızın çoğundan haberi olmadığını sanmanızdır
ki, âhireti inkâr edip, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanladınız.
İşte bundan dolayıdır ki, bugün cehennem ateşine sürüklendiniz. Bu, sizin inkâr
ve küfrünüzün cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Sabretseler
de, etmeseler de onların durağı cehennemdir. Hoş tutulmalarını isteseler de
artık hoş tutulmaz onlar.»
İmandan
yüz çevirip kâfir olanlar, bu halde sabretseler de etmeseler de kıyamet günü
gidecekleri yer cehennemdir. Onlar dünyada birbirlerine «sabredin, sakın Muhammed'in
dinine girmeyin ve atalarınızın dininden ayrılmayın» demişlerdir. Onlar
dinlerinde sabretseler de sabretmeseler de âhirette gidecekleri yer
cehennemdir. Çünkü Allah katındaki din ancak İslâm'dır. Aklı olanların bundan
ibret alıp İslâm'a sarılması gerekir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz
onların yanına bir takım yoldaşlar katarız da geçmişlerini, geleceklerini
onlara güzel gösterirler. Söz, gerek cinlerden, gerekse insanlardan gelip
geçmiş ümmetler içinde aleyhlerinde gerçekleşmiştir. Doğrusu onlar hüsranda
idiler.»
Allahü
Teâlâ, kâfirlere şeytanlarını da yoldaş edip onlara, küfrü, bâtılı, şerri,
kötülükleri güzel gösterip, hakkı, imam, hayrı ve âhireti inkâr ettirip,
dünyayı sevdirmiştir. Bundan dolayı onlar azaba müstahak olmuştur. Yüce Halik
bunu şöyle beyan ediyor: *Biz onların yanma bir takım yoldaşlar katarız da
geçmişlerini, geleceklerini onlara güzel gösterirler. Söz, gerek cinlerden,
gerek insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde aleyhlerinde gerçekleşmiştir.
Doğrusu onlar hüsranda idiler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ve
küfredenler dediler ki: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki
bastırasmız.»
Ebû
Cehil arkadaşlarına şöyle demiştir: «Muhammed'in adamları Kur'an okurken, siz
onlardan daha yüksek ses çıkarın, şiir soyleyin, gürültü yapın ki, başkaları
onların ne okuduğunu anlayama-sınlar.» Ebû Cehil ve arkadaşları akıllarınca
Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasına mani olacaklardı. Onlar mani olmaya çalışınca
Allahü Te-âlâ'ya iman edenlerin ve Kur'an'ı okuyanların sayısını artırmıştır.
Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Ve küfredenler dediler ki: Bu Kur'an'ı
dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki bastırasmız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O küfredenlere şiddetli bir azabı tattıracağız. Ve
yapmakta olduklarının en kötüsü ile onları cezalandıracağız.»
Allahü
Teâlâ, kâfirleri şiddetli bir azab ile cezalandıracaktır. Onları yapmakta
olduklarının en kötüsü ile cezalandıracaktır. Dünyada onları helak edip yok
etmekle, âhirette ise içinde ebedî kalacakları cehennem azabı ile cezalandırır.
Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler
de cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İşte böyle, Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir.
Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden dolayı ceza olarak onların temelli
kalacakları yer orasıdır.»
Allah'ın
âyetlerini inkâr edip, peygamberlerini yalanlayarak dinine düşman olanların
cezası, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşidir. Çünkü onlar Allah'ın
âyetlerini yalanlamışlar, peygamberlerini inkâr etmişler ve dinine düşman
olmuşlardır. Allah'ın dinine düşman olanlar O'nun düşmanıdır. Onlar dünyada da,
âhirette de rüs-vay olacaklar ve gidecekleri yer içinde ebedi kalacakları
cehennemdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
<Ve küfredenler derler ki: 'Rabbimiz, cinlerden
ve insanlardan bizi saptırmış olanları göster. Onları ayaklarımızın altına
alalım da altta kalanlar olsunlar.»
Kıyamet
günü kâfirler cehenneme girdikleri zaman feryad edip şöyle diyeceklerdir: «Ey
Rabbimiz, dünyada bizi senin yolundan saptıranları şimdi bize göster de, onları
ayaklarımızın altına alalım da altta kalsınlar. Onlar cinlerden olsun,
insanlardan olsun dünyada bizi senin yolundan alıkoydular. Bugün azaba
uğramamıza sebeb oldular.» Kıyamet günü kâfirler böyle feryad edip Rablerine
yalvaracaklardır. Fakat o günkü feryad asla fayda vermeyecektir. Aklı olanlar
bundan ibret alıp Allah'ın dininden başkasını kabul etmezler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Muhakkak ki Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru
yolda yürüyenlerin üzerlerine melekler iner. Onlara 'korkmayın, üzülmeyin1
diyerek 'size vaadolunan cennetle sevinin' derler.»
İman
edip sâlih ameller işleyerek «Rabbimiz Allah'tır» deyip hak yoldan gidenler
üzerine kıyamet günü melekler iner ve onları cennet nimetleriyle müjdeleyerek
şöyle derler: «Ey Allah'ın dostları, bugün korkmayın, üzülmeyin, Allah, sizi
cennet nimetleriyle mükâfatlandıracak. Dünyada size vaadolunan cennetlere
girin, müjdeler olsun size.» İman edip sâlih ameller işleyenler melekler
tarafından böyle müjdelenecektir. îmam-ı Mukatil'in rivayetine göre kıyamet
günü amelleri yazan melekler mü'minlere gelip «bizi tanıdınız mı?» diye
sorarlar. Mü'minler de tanımadıklarını söylerler. Onlar da «b"z, dünyada
sizin amel defterinizi yazan melekleriz, size müjdeler olsun. Şimdi siz
Allah'ın vaadettiği cennetlere gireceksiniz.» Mü'minlere bu müjde üç yerde
yapılır. B:ri ölüm anında, biri kabre girdiği zaman, biri de kıyamet
günü. Ölüm anında mü'min gideceği yeri görür, sevinir ve «senin gideceğin yer
burasıdır» diye müjde edilir. Kabre girdiği zaman Münker ve Nekir'in sualine
cevap verir ve «kurtuldun» diye müjdelenir. Kıyamet günü de cennetle
müjdelenir. Aklı olanlar bundan ibret alıp bu üç müjdeyi kazanmak için
çalışmalıdırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz dünya hayatında da, âhiret hayatında da sizin
dostlarını-ziz. Burada canlarınızın çektiği şeyler sizindir. Ve burada
umduğunuz şeyler sizindir.»
Amelleri
yazan melekler kıyamet günü cennet ehline «biz dünyada da, şimdi de sizin dostlarınızız. Burada istediğiniz ve arzu
ettiğiniz her şey sizindir. Size müjdeler olsun, Allah sizi cennet nimetleriyle
mükâfatlandırdı» diyeceklerdir. Cennet ehli cennete girince istediği her şey
önüne gelecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu ^öyle beyan ediyor:
«Gafur ve Rahim olan Allah'ın ikramı olarak.»
Amelleri
yazan melekler, cennet ehline «bu size Gafur ve Rahim olan Allah'ın ikramıdır.
Allah iman edip sâlih amel işleyenleri böyle mükâfatlandırır» diyeceklerdir.
Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Allah katında iman edenler
mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.
Allahü Teâlâ
âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
«'Muhakkak ki ben müslümanım' diyerek sâlih amel
işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?»
Ey
insanlar, iman edip sâlih amel işleyerek «ben müslümanım» diyen ve insanları
imana ve Allah'a ibadete çağıran kimseden daha güzel sözlü, daha hayırlı kim
vardır? İnsanları imana, hakka, doğruluğa, hayra ve Allah'a ibadete çağırandan
daha hayırlı kim olabilir?» Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki ben
müslümanım» diyerek sâlih amel işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel
sözlü kim vardır?» Çünkü bir insanı hayra teşvik etmek o hayrı yapmak gibi
olur, bir insanı şerre teşvik etmek de o şerri yapmak gibi olur. Bu bakımdan
mü'min daima hayra teşvik edici olmalıdır.
Allahü Teâlâ
âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
«İyilikle kötülük bir olmaz. Sen fenalığı en iyi
şekilde önle. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi
yakın bir dost gibi olur.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: «Peygamberimiz (s.a.v.)'-in en büyük
düşmanı olan Ebû Cehil her zaman kötü sözleriyle Allah Resulünü üzerdi. O da
Ebû Cehil'in yüzünü görmek istemezdi ve ona karşı düşmanlık beslerdi. Yüce
Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «İyilikle kötülük bir olmaz. Sen
fenalığı en iyi şekilde önle. O zaman göreceksin ki .seninle arasında düşmanlık
bulunan kişi yakın bir dost gibi olur.» Bu âyetle İslâm'da hoşgörünün en güzel
örneği verilmiştir. İyiliğe karşı iyiliği herkes yapar, kötülüğe karşı iyiliği
ise ancak kâmil iman sahipleri yapar. Bu bakımdan mü'-min daima hoşgörülü
olmalıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
«Bu ancak sabredenlere vergidir. Ve bu ancak o büyük
hazzı
tadanlara vergidir.»
Kötülük
yapanlara iyilik yapmak, suçlarını afvetmek, insanlara hakkı öğretip, onları
kötü yoldan alıkoymak yapılan haksızlıklara, zulümlere sabretmek ancak iman
edip o büyük hazzı tadanlara vergidir. Yüce Halik bunu şöyle beyan buyurmuştur:
«Bu ancak sabredenlere vergidir. Ve bu ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir.»
Onlar yaptıklarının Allah yolunda zayi olmayacağını biliyorlardı. Çünkü zerre
kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
«Şeytan seni bir vesvese ile dürtecek olursa Allah'a
sığın. Doğrusu O, bizzat hakkıyle işiten, çok iyi bilendir.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Yâ Muham-med, eğer
şeytan seni bir vesvese ile
dürtecek vş sabırsızlığa itecek olursa şerrinden Allah'a sığın. Doğrusu O, bizzat
hakkıyle işiten, çok iyi bilendir. Kâfirlere azab edecek vakti bilir.» Bu
âyet-i celîle mü'minlerin her zaman şeytanın şerrinden Allah'a sığınmalarına
işaret eder. Çünkü şeytan, mü'minlerin en büyük düşmanıdır. O her zaman
mü'minleri Allah yolundan alıkoymaya çalışır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gece ve gündüz, güneş ve ay Allah'ın
âyetlerindendir. Güneş ve aya secde etmeyin. Eğer Allah'a ibadet etmek
istiyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin» [1]
Ey
insanlar, gece ve gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığına, birliğine ve
kudretine delâlet eden âyetlerdendir. Onlar da diğerleri gibi Allahü Teâlâ'mn
yaratmış olduğu varlıklardır. Güneş ve aya secde etmeyin. Eğer ibadet etmek
istiyorsanız her şeyi yoktan var eden, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a
ibadet edip secde edin. İbadete lâyık ancak O'dur. Güneş ile ay O'nun emriyle
yörüngelerinde seyrederler. Biri diğerinin yörüngesine giremez. Birinin gelip
diğerinin gitmesi, gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, birinin uzayıp
diğerinin kısalması hep Allah'ın takdiriyl'edir. O'nun müsaadesi olmadan hiçbir
şey yerinden hareket edemez. Rahman sûresinin beşinci âyetinde «güneş de, ay da
hesapladır» buyurulmaktadır. Bu da gösteriyor ki hiçbir şey kendi başına
hareket edemiyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Eğer büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbinin
nezdinde bulunanlar hiç usanmadan gece gündüz O'nu teşbih eder dururlar.»
İnsanlar
büyüklük taslayıp Allah'a ibadet etmezlerse bilsinler ki Rabbinin nezdinde
bulunanlar hiç usanmadan gece gündüz O'nu teşbih ederler. O'nun nezdinde olan
melekler gece gündüz hiç usanmadan hamd ve teşbih ederler. Melekler bir an bile
O'nun emrine muhalefet etmezler. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer
büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbinin nezdinde bulunanlar hiç usanmadan
gece gündüz O'nu teşbih eder dururlar.» Halbuki Allah'a ibadet ile emrolunan
insan ve cindir. Buna rağmen insanoğlu asıl görevini bırakıp büyüklük
taslayarak Rabbine ibadetten kaçınmıştır.. Rabbine ibadetten kaçınıp isyan
edenler elbette cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Senin
hakikaten boynunu bükmüş gördüğün yeryüzü de O'nun âyetlerindendir. Fakat biz
üzerine suyu indirdiğimiz vakit o, harekete gelir, kabarir. Ona can veren Allah
şüphesiz ki ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O, her şeye kadirdir.»
Allah'ın
varlığına, birliğine, kudretine delâlet eden âyetlerden biri de yeryüzüdür.
Yüce Halik kupkuru yeryüzüne gökten su indirip, o su ile yerden çeşit çeşit
meyveler, bitkiler, mahsuller, tahıllar, sebzeler, otlaklar, ormanlar, meralar,
bağlar, bahçeler bitirir. Kupkuru bir yeri gökten su indirerek böylesine
dirilten Allah öldükten sonra insanları tekrar diriltemez mi? Elbette diriltir.
Çünkü O her şeye kadirdir. Hâlik-ı Mutlak bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan
ediyor: «Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün yeryüzü de O'nun
âyetlerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimiz vakit o, harekete gelir,
kabarır. Ona can veren Allah şüphesiz ki ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O,
her şeye kadirdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
«Âyetlerimiz
hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli değillerdir. Kıyamet
gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi
yapın. Doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.»
Allah'ın
âyetlerini inkâr edip yalanlayanlar O'nun azabından asla kurtulamazlar. Kıyamet
günü ateşe atılan mı, yoksa güven içinde cennete giren mi daha üstündür?
Elbette güven içinde cennete giren daha hayırlıdır. Ey insanlar, siz dünyada
dilediğinizi yapın.
Doğrusu
O, yaptıklarınızı nakkıyle bilen ve görendir. Ona göre kıyamet günü sizin
mükâfatınızı veya cezanızı verecektir. O, zerre kadar hayır yapana mükâfatını,
zerre kadar şer yapana da cezasını verir. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan
ediyor: «Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli
değillerdir. Kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen mi daha
iyidir? Dilediğinizi yapın. Doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.» .
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kitap kendilerine gelince onlar onu inkâr
etmişlerdi. Halbuki o aziz bir kitaptır.»
«Önünden de, ardından da bâtıl ona sokulamaz. O
Hâkim ve Hâmid olan Allah katından indirilmiştir.»
Hâlik-ı
Mutlak, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i peygamber olarak gön-derince Mekkeli müşrikler
onun peygamberliğini yalanlamışlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir.
Halbuki Kur'an mü'minler katında aziz, Allah katında ise kerim bir kitaptır. O,
bütün kitapların sonuncusu olup onların hükmünü kaldırmıştır. Onun içinde bâtıl
söz yoktur. Önceki kitaplar onun geleceğini müjdelemişlerdir. Mü'minlsr için
şifadır ve birçok faydalar vardır. Her harfini okuyana on sevap vardır. Bu
Kur'an ilâhi kanundur, hükmü ile amel edenler kurtulur, etmeyenler ise helak
olur. Dünya ve âhiret saadeti onunla kazanılır. O, hakkı bâtıldan, hayrı
serden, imanı küfürden, helâli haramdan, iyiyi kötüden ayırır. Bütün ilimler
onda dercedilmiştir. O, ilmi öğrenmeyi, adaletli davranmayı, ahlâklı olmayı,
çalışmayı emreder. Cehli, adaletsizliği, haksızlığı, başkalarının hakkına,
namusuna göz dikmeyi yasaklar. Allah'tan başkasına ibadet etmeyi, puta tapmayı,
haksız yere cana kıymayı, ana-babaya âsi olmayı şiddetle men eder. Büyüklere
saygıyı, küçüklere sevgiyi ve güzel ahlâkı öğretir. Tembelliği, cehli yerer,
ilmi teşvik eder, çalışmayı ibadet kabul eder. Nesli korur, nefsi ıslâh eder,
O, nurdur, rahmettir. Kendisinden önce geçen ilâhî kitapları tasdik eder.
Hz.
Ali (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir: «Sahâbe-i kiram,
Peygamberimize: «Ey Allah'ın Resulü, senden sonra bu ümmetin mezheblere
ayrılacağım, bölük bölük olacağını söylüyorsunuz. O zaman bu ümmetinin
kurtuluşunun ne ile olacağım bize
haber verir misin?» demişlerdir. Allah Resulü de onlara şu cevabı verir: «O
zaman kurtuluş aziz kitapladır. Kendisinden önce geçen kitapların hiçbirisi
onun gönderileceğini yalanlamadı. Kendisinden sonra da hiçbir kitap
gelmeyecektir. O Hâkim ve Hâmid olan Allah katından indirilmiştir.» Onun
hükmünü bırakıp başkalarının hükmüyle amel edenler helak olur. O, nurdur, iman
edenleri küfür karanlıklarından kurtarır. Sizden önceki peygamberlerin ve
ümmetlerin bir kısmının kıssası onun içindedir. Onda bâtıl söz yoktur. Zamanın
geçmesi onun hükmünü eskitemez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*Senin için söylenenler senden önceki peygamberler
için de söylenmiştir. Elbette ki Rabbin mağfiret sahibi ve elîm bir azab
sahibidir.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed,
kâfirlerin senin için söylediklerine sabret, üzülme. Senin için söylenenler
senden önceki peygamberler için de söylenmiştir. Elbette ki Rabbin mağfiret
sahibi ve elîm bir azab sahibidir.» Hâlik-ı Mutlak iman edip tevbe eden
kullarının günahlarını af-veder, kusurlarını bağışlar. İmandan yüz çevirenleri
ise elim bir azaba uğratarak cezalandırır.
Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e Peygamberlik geldiği zaman, kâfirler hakkında olur olmaz
şeyler söylemişlerdir. Kâfirlerin bu ithamlarına Allah Resulü çok üzülmüş, onu
teselli için yukardaki âyet nazil olmuştur. Her Peygamber kavmi tarafından bu
gibi iftiralara maruz kalmıştır. AUahü Teâlâ, Peygamberlerini ve âyetlerini
yalanlayan kavimleri, inkâr ve zulümleri yüzünden helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz onu yabancı bir dil ile ortaya koysaydık
diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilâtlı olarak açıklanmalı değil miydi? Hem
yabancı, hem de Araba mı hitap etmektedir? De ki: Bu iman edenlere hidâyet ve şifadır.
İman etmemiş olanların ise kulaklarında ağırlık vardır. Ve bu onlara kapalıdır.
Sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ı Arapça olarak indirmiştir. Şayet onu Arapça
lisandan başka bir lisan üzere indirmiş olsaydı o zaman kâfirler diyeceklerdi
ki: «Âyetleri tafsilâtlı olarak açıklanmalı değil raiydi? Bu kitap hem
yabancılara, hem de Araplara mı hitap etmektedir? Kitap yabancı, peygamberi
Arap, bu nasıl bir kitaptır?» Onların bu iddialarını reddetmek için Yüce Halik,
sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, de ki: Bu k!tap iman
edenlere hidâyet ve şifadır. İman etmemiş olanların ise kulaklarında ağırlık
vardır ki, onlar bu Kur'an'ı işitip anlamazlar. Ve bu onlara kapalıdır. Sanki
onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.» Kâfirler, Kur'ân-ı
Azîmüşşan'm Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde yine de iman etmemişlerdir.
Çünkü onların kulakları sağır, gözleri kör ve kalbleri mühürlüdür. Bu bakımdan
iman edemezler. Allah iman etmeyenlerden intikamını alacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki, Musa'ya kitabı vermiştik de onda
ihtilâfa düşülmüştü. Şayet Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında iş
olur biterdi. Muhakkak ki onlar bundan şüphe ve endişe içindedirler.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, Mûsâ (a.s.)'ya Tevrat'ı verip, kavmine peygamber olarak göndermiştir.
Kavminin bir kısmı ona iman etmiş, bir kısmı ise iman etmemiştir. Eğer Allahü
Teâlâ, o iman etmeyenlerin azabını âhirete te'hir etmeseydi, onların hepsini
inkâr ve küfürleri yüzünden hemen helak ederdi. Nitekim insanlara ibret olması
için önceki ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanları helak etmiştir. Kâfirler
hâlâ Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın Allah kelâmı olduğunda tereddüt etmektedirler.
Allah'ın âyetlerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar cezalarını mutlaka
göreceklerdir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîilesinde. şöyle buyuruyor:
«Kim sâlih amel işlerse kendisinedir. Kim de kötülük
yaparsa aleyhinedir. Ve Rabbin kullara zulmedici değildir»[2]
Ey
insanlar, iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatı kendile-rinedir. Kim de
iman etmez veya kötülük yaparsa küfrünün ve yapmış olduğu kötülüklerin cezası
kendisinedir. Çünkü Allah kullarına asla zulmedici değildir. Herkese amelinin
karşılığım verir. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kıyamet gününün bilgisi O'na aittir. O'nun ilmi
olmadıkça hiçbir meyve kabuğundan ayrılmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve
doğurmaz. Onlara 'nerede benim ortaklarım?' diye seslendiği gün derler ki: Buna
dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz.»
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.)'e «yâ Muhammed, bize haber verdiğin kıyamet günü ne
zaman kopacaktır? Şayet doğru söylüyor-san kıyametin ne zaman kopacağını bize
haber ver» demişlerdir. Bunun üzerine Hâlik~ı Zülcelâl, bu âyeti inzal ederek
şöyle buyurmuştur: «Kıyamet gününün bilgisi O'na aittir. O'nun ilmi olmadıkça
hiçbir meyve kabuğundan ayrılmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara
'nerede benim ortaklarım?' diye seslendiği gün derler ki: Buna dair b'zden hiçbir şahit
olmadığını sana arz ederiz.» Allahü Teâlâ'nm bilgisi olmadan hiçbir meyve
kabuğundan çıkmaz, bir yaprak düşmez, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Her
şey O'nun bilgisi dahilindedir. Kıyamet günü kâfirlere «nerede beni bırakıp da
taptığınız putlarınız ve bana koştuğunuz ortaklar? Şimdi getirin onları da sizi
bu azabtan kurtarsın» diyecektir. Onlar putlarını ve ortaklarını inkâr ederek
şöyle diyeceklerdir: «Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz
ederiz.» Kâfirler uğrayacakları azabı görünce dünyada putlara taptıklarını ve
Allah'a eş koştuklarını inkâr edeceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Önceden taptıkları şeyler onlardan uzaklaşmıştır.
Ve kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.»
Kâfirlerin
taptıkları putları kıyamet günü kendilerinden uzaklaşacaktır. O gün Allah'ın
azabından kaçıp kurtulacakları ve sığınacakları bir yer de olmadığını
anlayacaklardır. Çünkü o gün hesap günüdür. Herkes hesaba çekilecek, iman edip
sâîih amel işleyenler mükâfatını alacak, iman etmeyenler ve kötü amel yapanlar
da cezasını görecektir. Bu bakımdan kimsenin kaçıp sığınacağı bir yer yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İnsan iyilik istemekten usanmaz da kendisine bir
kötülük gelince ümitsizliğe düşer, meyus olur.»
İnsan
hiçbir zaman iyilik istemekten usanmaz. Her zaman iyilik ister ve «Rabb'm, bana
afiyet ver, sıhhat ver, rızkımı bol et. Çocuklarımı hayırlı eyle, beni ve
çocuklarımı her türlü musibetlerden koru» diye duâ eder. Fakat kendilerine bir
kötülük, bir musibet isabet ettiği zaman hemen ümitsizliğe düşerler ve Allah'ın
rahmetinden ümidini keserler, meyus olurlar. Hayrın da, şerrin de Allah'tan
olduğunu bilmezler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İnsan iyilik
istemekten usanmaz da kendisine
bir kötülük gelince ümitsizliğe düşer, meyus olur.» İnsana bir kötülük
dokunduğu zaman hemen ümitsizliğe düşmemeli ve kendisine bir nimet verilip,
bolluğa çıktığı zaman da şımarmamalıdır. Çünkü nimeti veren de, alan da,
musibeti veren de Allah'tır. Her şey O'nun iradesiyle olur. Bunlar bazan insana
imtihan için verilir, bazan da lâyık olduğu için verilir. Niçin verildiğini
insan bilemez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Başına gelen sıkıntıdan sonra kendisine katımızdan
bir rahmet tattırırsak 'elbette bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını
sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem muhakkak ki O'nun nezdinde de güzel şeyler
bulacağım' der. And olsun ki biz muhakkak küfredenlere yaptıklarını
bildireceğiz. Ve and olsun ki muhakkak biz onlara ağır bir azab tattıracağız.»
İnsanın
başına gelen sıkıntı ve musibetten sonra kendisine Allah katından bir rahmet,
bir nimet, bir refah verilince, hemen başına gelenleri unutur ve «elbette bu
benim hakkımdır, emeğimin karşılığıdır, kıyametin kopacağına da inanmıyorum.
Şayet kıyamet kopar Rabbinıin katına gidersem O'nun nezdinde de çok güzel
şeyler bulacağım ve herkesten üstün olacağım» der. Şüphesiz ki Allah
küfredenlere yaptıklarının cezasını verecektir,, onları şiddetli bir azab ile
cezalandıracaktır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun ki biz
muhakkak küfredenlere yaptıklarını bildireceğiz. Ve and olsun ki muhakkak biz
onlara ağır bir azab tattıracağız.» Bu, onların küfür ve kötü amellerinin
cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«İnsana nimet verdiğimiz zaman da yüz çevirerek yan
çizer. Başına bir fenalık gelince uzun uzun yalvarır.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, insana nimet verdiği zaman birçoğu büyüklenir, kibirlenir, varlığına
ve servetine güvenip imandan yüz çevirir, yan çizer. O servetin elinde ebedî
kalacağını zanneder, ölümü unutur, o serveti vereni hiç hatırlamaz. Fakat basma
bir fenalık, bir felâket geldiği zaman hemen Habbine döner, uzun uzun
yalvarmaya başlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İnsana nimet verdiğimiz
zaman da yüz çevirerek yan çizer. Başına bir fenalık gelince uzun uzun yalvarır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: Şayet o, Allah katından gelmiş de siz onu
inkâr etmiş-seniz söyleyin bana, derin bir çıkmazda bulunan kimseden daha sapık
kim vardır?»
Yüce Halik,
sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, kâfirlere de ki: Şayet bu
Kur'an Allah katından gelmiş de siz onu inkâr etmişseniz söyleyin bana, derin
bir çıkmazda bulunan kimseden daha sapık kim vardır?» O sapıkları kıyamet günü
cehennem azabından kim kurtaracak? Kur'an'ı inkâr edip, peygamberleri
yalanlayanlardan daha sapık kim vardır? Onlar, bu inkâr ve küfürlerinin
cezasını çekeceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onun hak olduğunu anlayıncaya kadar âyetlerimizi
onlara hem dış dünyada hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbimin her şeye
şahit olması yetmez mi?»
Bu âyet-i
celilenin nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil, Peygamberimiz (s.a.v.) 'e gelerek «yâ
Muhammed, eğer gerçekten peygamber isen bize bir mucize, peygamber olduğuna
dair bir alâmet göster. O zaman peygamber olduğuna inanalım. Şayet açık bir
alâmet göste-remezsen peygamber olduğuna inanmayız» demiştir. Bunun üzerins
Peygamberimiz (s.a.v.) sağ elinin şehadet parmağını aya işarst ederek ayı ikiye
bölmüştür. Ayın bir parçası doğuya, bir parçası da batıya gitmiş ve sonra
tekrar birleşmiştir. Ebû Cehil ve adamları bu manzarayı görürler. Bunu gören
Ebü Cehil hayrete düşer, hemen adamlarının yanına döner, onlara ayın ikiye
bölündüğünü görüp görmediklerini sorar. Ayı ikiye bölünmüş olarak gördüklerini
söylerler. O, bunun mucize olduğuna inanmaz «Muhammed, sihir yaparak gözümüzü
boyadı» der ve etraf kasabalara adamlar göndererek ayın ikiye bölündüğünü
görenlerin olup olmadığını tetkik ettirir. Etraftaki şehirlerin halkının da
ayın ikiye bölündüğünü görmüş olmaları Ebû Cehil'i çileden çıkarır ve «bu bir
sihirdir, mucize değildir» diyerek küfrünü bir kat daha artırır. Bunun üzerine
Yüce Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Onun hak olduğunu
anlayıncaya kadar âyetlerimizi onlara hem dış dünyada, hem de kendi içlerinde
göstereceğiz. Rabbimin her şeye şahit olması yetmez mi?» Allah, her şeye
şahittir. O, insanların yaptıklarını da, gönüllerinde gizlediklerini de bilir.
O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İyi bilin ki onlar Rablerine ulaşmaktan
şüphededirler. Dikkat edin, muhakkak ki O, her şeyi bilgisiyle kuşatır.»
Kâfirler
kıyametin kopacağını Ve Allah'ın huzurunda hesaba çekileceklerini inkâr
etmektedirler. Ey insanlar, iyi bilin ki Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, her şeyi bilir. Yüce Halik, bunu
şöyle beyan ediyor: «Dikkat edin, muhakkak ki O, her şeyi bilgisiyle kuşatır.»