Fussilet Suresi elli
dört âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sure-i celile,
Kur'an-ı Kerimin, rahman ve rahim olan Allah tarafından indirildiğini beyan
ederek başlıyor ve kâfirlerin Resulullaha şöyle dediklerini haber veriyor:
"Bizi davet ettiğin şeye karşı kalbîerimizde bir örtü, kulaklarımızda bir
ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen istediğini yap biz de istediğimizi
yapacağız." [1]
Sure-i celilede bundan
sonra, Resulullahın da ancak bir insan olduğu fakat kendisine, ilahın ancak
bir ilah olduğu vahyinin geldiği beyan ediliyor.
Bundan sonra, Allah
tealanın, yeri iki günde yarattığı ve oraya sabit dağlar yerleştirerek
bereketler verdiği sonra Allahın iradesinin, duman halinde bulunan semaya
yönelerek onlara "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dediği onla-nn da
"İsteyerek geldik." dedikleri beyan ediliyor. Daha sonra, Allah
tealanın yedi semayı iki günde yarattığı ve her semaya, kendisine ait
hususların vahye-dildiği haber veriliyor.
Daha sonra Resulullah
(s.a.v.)e, Kur'andan yüz çeviren kâfirleri Âd ve Semud kavimlerinin başına
gelen o korkunç yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarması emrediliyor. Âd
kavminin üzerine soğuk bir rüzgarın gönderildiği, Semud kavmini de zelil edici
bir azabın yıldırımının çarptığı haber veriliyor.
Allah düşmanlarının
âhirette derilerinin ve diğer azalarının aleyhlerine şahitlik edeceği beyan
ediliyor.
"Rabbimiz
Allahtır" deyip doğru yolda devam edenlere, meleklerin inerek onlara
korkmamalarını söyleyecekleri ve onları cennetle müjdeleyecekleri açıklanıyor.
"Ben
Müslümanım" diyenden daha güzel sözlü kimsenin bulunmadığı, kötülüğün en
güzel şekilde önlenmesi gerektiği, bunun da ancak sabredenlere ve hayırda büyük
payı olanlara verildiği beyan ediliyor.
Sure-i celilede daha
sonra şu hususlar beyan ediliyor: "Gece, gündüz, güneş ve ay, Allahın
deliüerindendir. Gece ve gündüz, Allahı teşbih ederler ve bundan asla
usanmazlar. Yeryüzü kupkuru iken gökten su iner ve orası harekete geçer ve
canlanır.
Sure-i celilede bundan
sonra, salih amel işleyenin mükafaatmın kendisine ait olacağı, kötü amel
işleyenin zararının da yine kendisine ait olacağı haber veriliyor.
Kıyametin ne zaman
kopacağını bilmenin sadece Allaha ait olduğu, aslında herşeyin bilgisinin de
yine Allahın nezdinde bulunduğu, onun bilgisi dışında hiçbir meyvenin
tomurcuğundan çıkamayacağı beyan ediliyor.
İnsanın, başına bir
felaket geldikten sonra ona bir nimet tattırılınca "Bu benim hakkımdır.
Kıyametin kopacağını da sanmıyorum." dediği, inkar edenlere, mutlaka
yaptıklarının haber verileceği ve ağır bir cezaya çarptırılacakları beyan
ediliyor ve sure-i celile, "İyi bilinmelidir ki onlar, rabierinin huzuruna
çıkmaktan şüphe etmektedirler. İyi bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır. [2]
âyetiyle sona eriyor.
İşte bunlar, Sure-i
celilenin ana hatlarıyla ihtiva ettiği meseleler ve mesajlardır. Şimdi bütün
âyetlerin tekar tekar izahını görelim.[3]
Rahman ve rahim olan
Allahın adıyla.
1- Hâ. Mim.
Bu mukatta'a harfleri
hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilmiştir. Burada geçen Hâ.
Mim, harfleri için de ayrıca bundan Öce geçen Hâ.Mim. de izahat verilmiştir. [4]
2- Bu
Kur'an, Rahman ve ruhim olan Allah tarafından indirilmiştir. [5]
3-4- Bu,
bilen bir kavim için âyetleri açıklanmış bir kitaptır. Müjdc-lcyici ve uyarıcı
olan Arapça bir Kur'andır. Onların çoğu yüz çevirdiler. Onlar dinlemezler de.
Bu Kur'an, rahman ve
rahim olan Allah tarafından peygamberi Muham-med'e indirilmiş bir kitaptır. Bu
kitap, Arapça bilenler için, âyetleri açıklanmış Arapça bir kitaptır, Arapça
bir Kur'andır. İnsanları, iman edip salih ameller işledikleri takdirde
cennetle müjdeleyen, kendisini yalanlayıp hükümleriyle amel etmeyenleri ise
cehennemde ebedi olarak kalmakla uyaran bir kitaptır Fakat Kur'anın kendilerine
gönderildiği bu insanların bir çoğu, ondan yüzçevirdiler, gururlarından dolayı
onurlarına yed iremedi ler. [6]
5- Kâfirler
peygambere şöyle dediler: "Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblcrimizdc bir
örtü, kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen
istediğini yap, biz de istediğimizi yapacağız."
Kur'andan yüzçeviren
müşrikleri, Allahın peygamberi Muharnmed, Alla-hı birlemeye ve Kur'andaki emir
ve yasaklan tasdik etmeye çağırdığı zaman onlar peygambere şöyle dediler:
"Ey Muhammed, senin, bizi davet ettiğin inancına ve getirdiğin şeylere
iman etmeye karşı kalblerimiz kapalıdır. Senin ne dediğini anlamıyoruz.
Kulaklarımız ağır işitiyor. Bizi davet ettiğin şeyi duymuyoruz. Bizimle senin
aranda perde var. Bu da din ayrılığıdır. Bu sebeple bir araya gelip beraber
olamıyoruz. Ey Muhammed, sen kendi dinine göre amel et. Biz de kendi dinimize
ve görüşlerimize göre amel edelim. Sen bizi kendi dinine davet etmeyi bırak.
Zira biz bu davetini kabul etmeyeceğiz. [7]
6- Ey
Muhammed, de ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana, ilahınızın
yalnız bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. O halde ona yönelin. Ondan,
bağışlanmanızı dileyin. Müşriklerin vay haline."
Ey Muhammed, Allahın
âyetlerinden yüzçeviren o insanlara de ki: "Ben de sizin gibi ancak bir
beşerim. Ben melek değilim. Sizin cinsinizden ve sizin şeklinizde bir insanım.
Bana, hakkıyla ibadet edilecek ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. O
halde o bir tek olan ilaha itaat ederek ve bütün putları ve ilahları bırakıp
sadece ona kulluk ederek ona yönelin. Ve onun, daha önce ortak koşmanızdan
dolayı günahlarınızı affetmesini isteyin. Allaha ortak koşanların vay haline.
Onlar, cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl deresine atılacaklardır. [8]
7- Onlar ki
zekâtlarını vermezler. Âhircti de inkar ederler.
O müşrikler, öyle
kimselerdir ki, Allaha itaat ederek kendilerini günahlardan arındırmazlar ve
Allahın, mallarında farz kıldığı zekatı vermezler. Onlar, kıyametin kopup
Allahın, yaratıkları kabirlerinden tekrar kaldıracağı ahi ret gününü inkar
ederler.
Âyet-i kerimede geçen
"Onlar ki zekatlarını vermezler." cümlesi iki şekilde izah
edilmiştir: Abdullah b. Abbas ve İkrime'ye göre buradaki "Zekat vermekken
maksat, kendilerini şirkin pisliklerinden arındırmakla kötü ahlaklardan
temizlemektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Müşrikler öyle
kimselerdir ki Allaha itaat ederek ve onun bir olduğuna şehadet ederek
kendilerini manevi kirlerden temizlemezler."
Süddi ve Katade'ye
göre ise burada zikredilen "Zekat vermek"ten maksat, mallarının
zekatlarım vermektir. Buna göre de âyetin manası şöyledir: "O müşrikler
öyle insanlardır ki mallarının zekatı olduğunu kabul etmezler ve onların
zekatını vermezler."
Taberi "Zekat
verme" ifadesinde ilk hatıra gelenin, malın zekatının verilmesi olduğunu
söylemiş ve bu son görüşü tercih etmiştir. [9]
8- İman edip
salih ameller İşyelcnlcrc ise, şüphe yok ki kesintisiz mü-kafaat vardır.
Allahi ve peygamberini
tasdik edip onların emirlerini tutarak yasaklarından kaçınanlar için,
eksiltilmeyecek olan mükafaatlar vardır. [10]
9- Ey
Muhammed, onlara de ki: "Siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip ona eşler
mi koşuyorsunuz? İşte o, âlemlerin rabbi olan Allahtır.
Allah teala bu âyette
ve bundan sonra gelen âyetlerde yerin, göklerin ve oralarda bulunan
varlıkların, henüz mevcut değillerken var edildiklerini beyan etmektedir. Bu
âyetlere göre yeryüzü, göklerden önce yaratılmıştır.
Nâziat Suresinin
"Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü mü? ki Allah onu yaptı.
Yüksekliğini yükseklere kaldırdı ve nizama koydu." Onun gecesini karanlık
gündüzünü aydınlık yaptı. [11] âyetleri ise Önce göğün
yaratıldığı daha sonra da yeryüzünün yaratıldığı intibaını vermektedir.
Bir kişi, Abdullah b.
Abbas'ın yanına gelerek Kur'an-ı Kerimin bazı âyetlerini anlamakta güçlük
çektiğini ona söylemiş ve bu âyetler içinde, göklerle yerin yaratılmasındaki
sıralamayı belirten bu surenin âyetîeriyle Nâziat Suresinin yukarıda
zikredilen âyetleri arasında bir farklılık olduğunu söylemiştir. Yani bu
suredeki âyetlerin önce yerin yaratıldığım, Nâziat Süresindeki âyetlerin ise
önce göğün yaratıldığını beyan ettiğini söylemiştir.
Abdullah b. Abbas bu
kişiye şu cevabı vermiştir:
"Allah önce iki
günde yeryüzünü yaratmış sonra iki günde de göğü yaratıp düzene koymuş, daha
sonra da yeryüzünü iki gün içinde düzene koymuştur. Yeryüzünü düzene
koymasından maksat ise, oradan sular çıkarma, otları bitirme, dağlan,
develeri, diğer hayvanları ve yerle gök arasında bulunan diğer varlıkları
yaratmasıdır. İşte Nâziat süresindeki "Bundan (göğün yaratılmasından)
sonra yeryüzünü düzgün bir şekle koydu." ifadesinden maksat budur. Yani:
Gökten önce yaratıların yerin, göğün yaratılmasından sonra düzene konmasıdır. Bu
Fussılet suresinde geçen: "Yeri iki günde yaratan.." ifadesinden
maksat, yeryüzünün gökten önce iki günde yaratılmasıdır. Yeryüzünü düzene
koyması ve oradaki varlıkları yaratması ise, göklerin yaratılmasından sonraki
iki günde olmuştur. Böylece yeryüzü tam dört günde gökler ise iki günde
yaratılmıştır. [12]
10- O,
yeryüzünün üzerine sabit dağlar yerleştirdi. Ve oraya bereket verdi. Orada
yaşayanların miktarını takdir etti. Bütün bunları tam dört günde yarattı. Bu,
soranlar için bir açıklamadır.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanın, yeryüzünde yaşayanların nzıklarmı da o yeryüzünde var ettiği beyan
edilmektedir. Bu nzıklardan maksat, yeryüzünde yaşayanların bütün geçimlikleri
ve onlar için faydalı olacak şeylerdir. Bunlar da: Yiyecekler, bunların meydana
gelmesine vesile olan yağmurlar, iklimler, bölgeler,altlanndan çeşitli madenler
çıkarılan dağlar, içinden çeşitli yiyecek ve eşyalar çıkarılan denizler vb.
şeylerdir.
Allah teala,
yeryüzünün kendisini iki günde yarattığını, yeryüzünde var edilen ve orada
yaşayanlar için gerekli olan şeyleri de iki günde var ettiğini bildirmekte
böylece bütün bu işlerin dört günde bittiğini beyan etmektedir.
Âyet-i kerimenin
"Bu, soranlara bir açıklamadır." diye tercüme edilen cümlesi, farklı
şekillerde izah edilmiştir.
Katade ve Süddi
diyorlar ki: "Bu cümlenin manası şöyledir: "Bu, yerin ve orada
bulunan şeylerin kaç günde yaratıldığım soran kimseler için tam bir açıklamadır.
Onlar, tam dört günde yaratılmıştır."
Bu cümleyi şu şekilde
de izah edenler vardır: "Bu rızıklar, isteyecekler için tam istedikleri
kadardır." veya: "Bu günler, soranlar için birbirine eşit tam dört
gündür." Yahut: "Yerin ve üzerindekilerin yaratıldığı bu günler, tam
dört gündür. Soranlar bunu böyle bilsinler." Veya: "Bu nzıklar
soranlar için de sormayanlar içinde aynıdır." Yahut da:"Rızik
isteyenlerin ihtiyaçları denktir."
Âyette zikredilen
"Dört gün"ü dört mevsim olarak izah edenler de vardır. [13]
11- Sonra
Allahın iradesi, duman halinde bulunan semaya yöneldi. Semaya ve yere:
"İsteyerek veya istemeyerek gelin." dedi. Onlar da "isteyerek
gcidik." dediler.
Sonra Allah, sulardan
yükelen buhar halinde olan göğe yöneldi ve onlara: "İsteyerek veya
istemeyerek, size vereceğim hükme boyun eğmek üzere gelin." Yani:
"Ey sema, sen, sende yarattığım güneşi, ayı ve yıldızlan göster. Ey
yer sen de senin üzerinde var ettiğim
ağaç, meyva ve bitkileri dışarı çıkar ve nehirlerin akması için yarıklar
meydana getir." hükmümüze, isteyerek veya istemeyerek boyun eğip
gelin." dedi. Onlar da: "Ey rabbimiz, biz sana isyan ederek değil
itaat ederek geldik, emirlerini yerine getirdik." dediler. [14]
12- Sonra
Allah, yedi semayı iki günde yarattı. Her semaya kendilerine ait hususları
vahycttİ. Biz, dünya semasını kandillerle donattık ve onu koruduk. Bu, herşeye
galip olan ve herşeyi bilen Allanın takdiridir.
Allah yerleri
yarattıktan sonra duman halinde bulunan göğü, yedi gök olarak iki günde
yarattı. Yedi gökten her birerine, kendisine ait olan hususları emretti.
Onlarda hangi varlıkların nasıl devam edeceklerini ve nasıl yaşayacaklarını
bildirdi. Dünyadan görülen semayı ise kandiller gibi olan yıldızlarla süsledi
ve o göğü şeytanların dokunmasından muhafaza etti. İşte bütün bunlar, herşeye
galip olan ve herşeyi bilen Allahm bir takdiri ve planlamasıdır.
Taberi, âyet-i
kerimede geçen "Biz onu koruduk." ifadesinin "Biz onu korumak
için yıldızlarla süsledik." şeklinde izah edilmesinin daha uygun olduğunu
söylemiştir.
Bu izaha göre, Allah
teala, gökteki yıldızlan hem semanın bir süsü hem de gökteki şeytanların
şerrinden koruyan vasıtalar olarak yaratmıştır.
Bu hususta başka bir
âyette de şöyle Duyurulmaktadır: "Biz, dünya semasını, lamba gibi
parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını 1 sağladık.
Âhirette de biz, şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık. [15]
13- Ey Muhammed, yine yüzçevirirlcrsc onlara
şöyle de: "Ben sizi, Âd ve Scmud kavimlerinin başlarına inen o korkunç
yıldırıma benzer bir yıldırımla uyardım,"
[16]
14- Bir zaman onlara, önlerinden arkalarından
peygamberler gelmişti. "Allahtan başkasına/ibadet etmeyin."
demişlerdi. Onlar da; "Eğer rabbimiz bize peygamber göndermek isteseydi
melekleri gönderirdi. Onun için sizinle gönderilenleri inkar ediyoruz."
demişlerdi.
Ey Muhammed, şayet o
müşrikler, benim beyan ettiğim ve onları uyardığım bu delillerden yüzçevirir
ve bütün bunları yapanın ben olduğumu kabul etmeyecek olurlarsa sen onlara de
ki: "Ben sizleri, Âd ve Semud kavimlerini helak eden o korkunç çığlık
gibi bir çığlığın sizin de başınıza geleceği ile uyarırım." Bir zaman Âd
ve Semud kavimlerine, önce atalarına daha sonra da torunlarına peygamberler
gönderilmişti. Peygamberler onlara: "Yalnızca Allaha kulluk edin. Hiçbir
şeyi ona ortak koşmayın." demişlerdi. Onlar ise, kendilerini AUahı
birlemeye davet eden peygamberlerine şu cevabı vermişlerdir." Şayet
rabbiniz, sadece kendisine kulluk etmemizi dilemiş olsaydı bizlere peygamber
olarak gökten melekler gönderirdi. Bizim gibi bir beşer olan sizleri göndermezdi.
Bu da rabbimizin, bizim ona ortak koşmamızdan razı olduğunu gösterir. Biz,
rabbiniz tarafından size gönderildiğini iddia ettiğiniz şeyleri inkâr
ediyoruz." [17]
15- Âd
kavmine gelince: Onlar, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve:
"Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler. Kendilerini yaratan
Allanın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmüyorlar mıydı? Âyetlerimizi de
inkar etmişlerdi. [18]
16- Bunun
üzerine biz de, dünya hayatında perişan edici azabı tattırmak için o uğursuz
günlerde üzerlerine uğultulu soğuk bir rüzgar gönderdik. Âhiret azabı ise daha
fazla perişan edicidir. O gün onlar hiç yardım da görmeyeceklerdir.
Âd kavmi, yeryüzünde,
rableri kendilerine izin vermediği halde böbürlendiler, büyüklük tasladılar ve
"Bizden daha güçlü ve kuvvetli kim var?" dediler. Bunlar,
kendilerini yaratan ve kendilerine güç ve kuvvet veren Allanın kendilerinden
daha güçlü ve kuvvetli olduğunu görmediler. Bu itibarla onun azabından korkup
yaptıkları kötülüklerden vazgeçmediler. Onlar, bizim kendilerine gönderdiğimiz
çeşitli delil ve mucizeleri inkar ettiler. Bu sebeple biz de onların üzerine,
birbirlerini takibeden o uğursuz ve dehşetli günlerde, uğultu çıkaran dehşetli
rüzgarları gönderdik ki onlar daha dünya hayatmdayken, kendilerini rezil eden
azabı onlara tattıralım. Bizim onlara, âhirette vereceğimiz azap ise onları
daha fazla rezil ve rüsvay edecektir. Onlar, kıyamet gününde kendilerini bu
durumdan kurtaracak herhangi bir yardımcı da bulamayacaklardır.
Allah teala, bu kavmi
nasıl helak ettiğini başka âyetlerde de şöyle açıklamaktadır: "Âd kavmi
ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve şiddetli esen bir rüzgarla yok
edildi." "Allah onların köklerini kazımak için o kasırgayı yedi gece
sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş
kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan
hiç kurtulup kalanı gördün mü?" [19]
17- Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu
gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine onları,
kazandıkları günahlar yüzünden o zelil edici azabın yıldırımı çarpıverdi. [20]
18- İman
edip AUahtan korkanları ise kurtardık.
Salih peygamberin
kavmi olan Semud'a ise biz, hak yolu ve kemale erdiren sırat-ı müstakimi,
onlara peygamberimiz salih vasıtasıyla gösterdik. Fakat onlar,kendilerine
görterdiğimiz bu yolu görmeye karşı kör olmayı tercih ettiler. Allahı
birlemediler, hidayeti bırakıp sapıklığı aldılar. İşte bu yaptıkları ameller
sebebiyle onları, hor ve hakir düşüren bir azap yakalayıverdi. Böylece helak
olup gittiler. Onlardan, iman eden ve Allaha karşı gelmekten korkanları ise kurtardık.
Allah teala başka bir
âyette de bu kavmin nasıl helak olduğunu şöyle beyan ediyor:
"Biz onların
üzerine bir çığlık gönderdik de, ağılanın ağılım çevirdiği kuru çalı çırpı gibi
kırılıp döküldüler." [21]
19- O gün, Allanın düşmanları cehennem ateşine sevkcdilirler ve
hepsi bir araya getirilirler. [22]
20-
Cehenneme geldikleri zaman da kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri
hakkında aleyhlerine şahitlik eder. [23]
21- Allanın
düşmanları, derilerine: "Niçin bizim aleyhimizde şahitlik
yapıyorsunuz?" derler. Onlar da: "Bizi, herşeyi konuşturan Allah
konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur. Yine ona döndürülüyorsunuz."
derler.
Ey Muhammed, hatırla o
günü ki, Allahın düşmanları o günde cehennem ateşine sevkediiirler ve orada bir
araya getirilirler. Onlar cehennem ateşine varınca da dünyada işledikleri
çeşitli günahları hakkında, gözleri gördüklerine, kulakları işittiklerine,
derileri de dokunduklarına dair aleyhlerine şahitlik ederler. Cehenneme
sürüklenen Allah düşmanları ise derilerine: "Dünyada yaptığımız şeyler
hakkında niçin aleyhimize şahitlik ediyorsunuz?" derler. Derileri dile gelerek
onlara: "Herşeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu ve böylece biz de
konuştuk." cevabım verirler.
Ey insanlar sizi ilk
yaratan Allahtır. Öldükten sonra da onun huzuruna çıkan lacaks iniz.
Allah teala bu
âyetlerde, insanın âzalarının, kıyamet gününde aleyhine şahitlik edeceğini
beyan etmektedir. Bu husus başka âyetlerde de şöyle beyan edilmektedir: "O
gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur, ayaklan da ne
yaptıklanna şahitlik eder. [24]
Bu hususta Enes b.
Mâlik, Resulullahtan şunu rivayet ediyor:
Enes diyor ki:
"Resulü İl ahin yanında bulunduğumuz bir sırada Resulullah güldü ve:
"Neden güldüğümü biliyor musunuz?" dedi. "Allah ve Resulü daha
iyi bilir." dedik. Resulullah: "Ben, kulun rabbine hitaben
konuşmasına güldüm. Kul şöyle der: "Ey rabbim, sen beni zulümden
kurtaracağını vaadetmemiş miydin?" Allah "Evet vaadetmiştim.
"der. Kul: "Ben, kendi aleyhime kendimden başka hiçbirşeyin şahitlik
etmesini kabul etmem." der. Allah: "Senin nefsin ve Kiramen kâtibin
melekleri (Amelleri yazan melekler) şahit olarak sana yeter." der. Bunun
üzerine kulun ağzı,mühürlenir ve onun azalarına: "Hadi konuş" denir.
Azalar yaptığı amelleri konuşurlar. Sonra kul konuşmakta serbest bırakılır ve
kul azalarına şöyle der: "Kahroîasınız, ezilesiniz! Ben sizin için
mücadele veriyordum. [25]
22- Siz
günahlarınızı, kulaklarınızın, güzlerinizin ved enlerinizin, aleyhinize
şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyordunuz. Aksine, Allahın,
yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz. [26]
23- İşte rabbinize karşı beslediğiniz bu kötü
zan, sizi helak etti de böylece hüsrana
uğrayanlardan oldunuz.
Sizler dünyada iken
yaptığınız işleri; gözlerinizin ve derilerinizin kıyamet gününde aleyhinize
şahitlik edeceklerinden korkarak gizlemiyordunuz. İnsanlar görmesin diye
gizliyordunuz. Sizler, Allahın işlediğiniz günahlardan çoğunu bilmediğini
zannediyordunuz. İşte sizin dünyada iken rabbinize karşı beslediğiniz bu zan
sizi helake sürüklemiştir ve sizler bugün hüsrana uğrayanlardan oldunuz,
zanlannızda yanıldınız.
Abdullah b. Mes'ud,
yinni ikinci âyetin nüzul sebebi hakkında şunları zikretmiştir: Diyor ki:
"Kabe'de iki
Kureyşli bir de Sakiyf kabilesinden bir adam veya Sakiyf kabilesinden iki kişi
Kureyşten bir adam bir araya geldiler; Bunlar, kannlannın İÇ yağı bol (şişman),
kalblerinin anlayışı kıt olan kişilerdi. Bunlardan biri: "Şimdi Allah
bizim konuştuklanmızı işitiyor mu? ne dersiniz." diye sordu. Diğeri:
"Açık konuşursak
işitir. Gizli konuşursak işitmez." dedi. Bir diğeri de şöyle dedi:
"Açık konuştuğumuzda işitiyorsa gizli konuştuğumuzda da işitir."
Bunun üzerine Allah teala: "Siz, günahlarınızı, kulaklarınızın,
gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmelerinden korkarak
gizlemiyorsunuz. Aksine, Alla-hın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini
sanıyordunuz." âyetini indirdi. [27]
Hasan-ı Basrî, yirmi
üçüncü âyeti okuduktan sonra şöyle demiştir: "İnsanların amelleri,
rableri hakkındaki zanlarına göredir. Mümin, Allah hakkında iyi zanda bulunur
ve bu itibarla iyi ameller işler. Kâfirler ve münafıklar ise Allah hakkında
kötü zanda bulunurlar ve kötü ameller işlerler.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir hadis-i kudsîde Allah tealanm şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Ben, kulumun
beni zannettiği gibiyim. O beni andığında ben onunla beraber olurum. O beni
içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O beni bir topluluğun içinde anarsa
ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir toplulukta anarım. O bana bir kanş
yaklaşacak olursa ben ona bir arşın yaklaşırım. Ö bana bir arşın yaklaşacak
olursa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o bana yürüyerek gelecek olursa ben
ona koşarak giderim. [28]
24-
Sabrctsclcr de onların yeri cehennem ateşidir. Sizlansalar da şikayetleri
kabul edilmez.
Cehenneme sevkedüen bu
kâfirler, cehennemin ateşine karşı abrederlerse zaten orası onların meskenidir.
Şayet onlar, sevkedildikleri cehennemin azabını hafifletilmesi için başvuracak
olurlarsa onların bu istekleri kabul edilerek azapları hafifletilmez ve
cennete gönderilmezler.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Onlar şöyle derler "Ey
rabbimiz, bize kötülüğümüz galip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk."
"Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar inkara dönersek, gerçekten
zalimler oluruz " "Allah onlara şöyle der: "Kesin sesi (oturun
yerinizde) Benimle konuşmayın. [29]
25- Biz
dünyada onların arkasına birtakım kötü arkadaşlar taktık. O arkadaşları onlara,
yapmakta oldukları ve geçmişte yaptıkları kötülükleri güzel gösterdiler.
Böylece kendilerinden önce geçmiş cin ve insandan ümmetler içinde, üzerlerine
azap hak oldu. Şüphesiz onlar hüsrana uğrayanlardı.
Biz, Allahın düşmanı
olan o kâfirlerin yanına, şeytanlardan arkadaşlar verdik. Bu arkadaşları
onlara, dünyada yaptıkları şeyleri süslü gösterdiler. Onlar da bunları güzel
gördüler ve bunları âhirete tercih ettiler. Şeytanlar bunlara, âhiretle ilgili
hususları da yaldızlı gösterdiler. Onlar bunu da güzel gördüler. Öldükten
sonra dirilmeyi ve hesaba çekilerek cezalandırılmayı yalanladılar. Böylece bu
kâfirler, arzuladıkları herşeyi yaptılar ve zevklerine uygun düşen her türlü
hayasızlığı işlediler. Yanlarına şeytanları arkadaş olarak taktığımız bu Allah
düşmanı kâfirlere, kendilerinden önce geçen cin ve insanlar gibi, azaba uğramaları
hak oldu. Azabı hak eden bu cin ve insanlar, hüsrana uğramışlardı. Onlar,
Allahın rızasını ve rahmetini verip karşılığında gazap ve azabını alarak bu
alışverişlerinde zarar etmişlerdi. [30]
26-
Kâfirler, birbirlerine şöyle dediler: "Bu Kur'anı dinlemeyin. Okunurken
gürültü yapın. Belki bu yolla galip gelirsiniz."
Allahı ve peygamberini
inkar eden o Kureyş müşrikleri, kendilerine itaat eden diğer müşrik
arkadaşlarına: "Muhammed Kur'an okuduğu zaman onu dinlemeyin, ondaki
şeylere uyarak onunla amel etmeyin, Kur'an okunurken ıslık çalarak, el çırparak,
araya laf sokarak karışıklık çıkarın, gürültü yapın. Böylece belki galip
gelirsiniz. Bu davranışınızla onu dinlemek isteyenleri engellemiş olursunuz.
Böylece onu dinlemeyen kimse Muhammed'e uyup onun söyledikleriyle amel etmez,
siz de ona galip gelmiş olursunuz."
*Ayette zikredilen
"Gürültü yapın" ifadesini, Abdullah b. Abbas,, "İnsanları
meşgul edin.", Mücahid "Islık çalarak, el çipraka, söz karıştırarak
onu dinlemeyin." Dehhak "Onu ayıplayın", Katade "Onu
inkar.edin, ona karşı çıkın.", Ma'mer "Konuşun, bağırıp çağırın ki
işitmesinler." şeklinde izah etmişlerdir.
[31]
27- Şüphesiz
ki biz, kâfirlere şiddetli bir azap tattıracağız. Yaptıkları en kötü amellerin
karşılığı ile cezalandıracağız.
Allahı inkar eden
kâfirlere, âhirette şiddetli bir azap tattıracağız ve onları, dünyada iken
işlemiş oldukları amellerin en kötüsü ile cezalandıracağız. [32]
28- İşte bu,
Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Âyetlerimizi inkar etmenin cezası olarak
onlar icİn cehennemde, içinde ebedî kalacakları bir mesken vardır.
Muhammed'i yalanlayan
Kureyş müşriklerine verilecek oîan bu ceza, Allah düşmanlarının cezasıdır.
Evet bu ceza cehennem ateşidir. Allaha ortak koşa"
ve onu inkar eden Allah düşmanlarına,
âyetlerimizi yalanlamalarının bir cezası olarak o ateşin içinde devamlı
kalacakları bir yurt vardır. [33]
29- Kâfirler
cehennemde şöyle derler: "Ey rabbimiz, bize, cinden ve insandan bizi
saptıranları göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar, en
altta kalan alçak kimselerden olsunlar.
Allahı ve Resulünü inkar
eden kâfirler, kıyamet gününde cehennem azabına girdikten sonra şöyle
diyeceklerdir: "Ey rabbimiz, senin yarattı ki annd an bizi saptıran cin ve
insanları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar,
azabı daha şiddetli olan cehennemin en alt tabakasında kalanlardan olsunlar.
*Hz. Ali (r.a.)den
nakledildiğine göre âyette zikredilen "Cin"den maksat, İblistir.
"İnsanMdan maksat ise, Hz. Âdem'in kardeşini Öldüren oğludur. İblis,
Ailaha ortak koşarak cehenneme girenlere ömek olmuş, Hz. Âdem'in, katil olan
oğlu Kabil ise büyük günah işleyenlere örnek olmuştur. [34]
30-32-
"Rabbimiz Allahtır" deyip sonra doğru yolda devam edenlere melekler
inerler ve şöyle derler: "Korkmayın, üzülmeyin, vaadolunduğu-nuz cennetle
müjdelenin. Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostu-nuzuz. Âhirette
sizin için, affeden ve merhamet eden Allah tarafından bir ikram olarak
canınızın çektiği herşey vardır. Orada istediğiniz herşeyi bulabilirsiniz.
"Rabbimiz yalnız
Allahtır. Onun hiçbir ortağı yoktur." diyen, Allahı birlemeye devam eden,
herhangi bir şeyi Allaha ortak koşarak tevhid inancını ter-ketmeyen insanlara,
öldükleri zaman veya kabirlerinden çıktıkları anda melekler gelirler ve onlara
şöyle derler: "Sizler geleceğinizden korkmayın, geçmişinize de üzülmeyin.
Size, dünyada iken vaadedilen cennetle sevinin. Ey insanlar, biz dünyada da
sizlerin dostunuz idik. Bizler âhirette de sizlerin dostunuzuz. Sizin için
âhirette Allah katında arzuladığınız şeyler vardır ve orada istediğiniz şeyler
verilecektir. Bu nimetler size, günahlarınızın affedilmesine sebep olan
tevbeniz-den sonra size azap etmeyip merhamet eden rabbiniz tarafından bir
ikram ve bir ağırlamadır.
Âyet-i kerimede geçen
"Doğru yolda devam etmek"ten neyin kasdedil-diği hususunda çeşitli
açıklamalar yapılmıştır.
Bazı müfessirlere göre
burada geçen "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, "İslam dini
üzere devam etmek ve herhangi bir şeyi Allaha ortak koş-mamaktır. Bu hususta
Enes b. Malik diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) bu âyeti okudu ve sonra dedi ki: "Bunu (rabbimiz Al-lahtır
sözünü) insanlar söylediler ve sonra çoğu bunu inkar ettiler. Kim bu söz
üzerinde devam ederek ölecek olursa işte doğru yolda devam eden o'dur. [35]
Said b. Ümran diyor
ki: "Ben, Ebubekir es-Sıddiyk (r.a.)m yanında "Rabbimiz Allahtır
deyip sonra doğru yolda devam edenlere..." âyetini okudum o da
"Bunlar, herhangi bir şeyi Allaha ortak koşmayanlar ve bu hal üzere devam
edenlerdir." dedi.
Süfyan es-Sevrî ve
Esved b. Hilal da, Hz. Ebubekir'in aynı sözü söylediğini nakletmişlerdir.
Mücahid, Süddî ve
İkrime de bu âyetten maksadın, "Rabbimiz Allahtır." deyip de sonra
"Lailahe İllallah" demeye devam eden ve bu inançla ölenler
ol-dukiannı söylemişlerdir.
Diğer bazı
müfessirlere göre ise "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, Allaha
itaate devam etmektir.
Zührî diyor ki:
"Ömer b. el-Hattab (r.a.) minberin üzerinde: "Rabbimiz Allahtır deyip
sonra doğru yolda devam edenlere... "âyetini okudu ve şöyle dedi:
"Vallahi onlar Allaha itaatte doğru yoldan ayrılmadılar. Onlar, tilki gibi
in-sanlana aldatmadılar." Katade ve Hasan-ı Basrî de bu âyeti bu şekilde
izah etmişlerdir. Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd'den de bu görüş
nakledilmiştir.
Bu konu ile ilgili
olarak Süfyan b. Abdullah es-Sakafi diyor ki:
"Dedim ki: Ey
Allanın Resulü, İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki senden başka onu
hiçbir kimseye sorma ihtiyacını hissetmeyeyim." Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Allaha iman ettim." de ve doğru ol." (Doğru
yolda devam et) Tevhid inancından ve Allaha itaatten ayrılma. [36]
Ayette geçen
"Melekler"in, inanlar dünyada iken onların yaptıkları amelleri yazan
"Kiramen kâtibin" isimli melekler oldukları ve bu meleklerin müminlere
ya ölümleri anında veya kabirlerinden çıkarken gelecekleri rivayet edilmektedir.
Ayet-i kerimede,
müminlere, cennette arzuladıkları herşeyin verileceği zikredilmektedir.
Peygamber efendimiz, bir hadis-i kudside Allah tealanın şöyle buyurduğunu beyan
etmektedir:
Ben, salih kullanma,
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve herhangi bir beşerin hatırına
gelmeyen nimetler hazırladım. [37]
Peygamber efendimiz
bir hadis-i şerifinde de, cennetliklerin içine girecekleri çadırların durumunu
beyan ederek buyuruyor ki:
"Oradaki
çadırlar, içi boş incilerdendir. Uzunuklan otuz mü'dir. Çadırın herbir
köşesinde mümin kulun bir ailesi vardır. Bunlar birbirlerini görmezler." [38]
Peygamber efendimiz
yine bir hadis-i şerifinde cennete giren müminleri ve cennetteki eşyaları
vasıflandırarak buyuruyor ki:
"Cennete giren
ilk zümrenin şekli, ayın ondördündeki şekli gibidir. Onlar cennette
tükürmezler, sümkünnezler, tuvalete gitmezler (Buna ihtiyaçları olmaz) orada
kaplan altından, taraklan altın ve gümüştendir. Buhurdanlıkların yakıtları,
ud-El Hindî'dendir. Kokuları ise misktendir. Orada herkesin iki hanımı
olacaktır. Güzelliklerinden dolayı bacaklarının etleri içindeki kemiklerin
iliği görülecektir.
Cennetlikler arasında herhangi bir ihtilaf ve kin olmayacaktır. Kalbleri tek
bir adamın kalbi gibi olacaktır. Onlar, sabah akşam Allahı teşbih edeceklerdir. [39]
33-
İnsanları Allaha davet edip salih amel işleyen ve: "Ben
müslü-manlardanım." diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?
Ey insanlar,
"Rabbimiz Allahtır." diyen sonra bu iman üzere devam eden, Allanın
emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve Allamn kullarını, Allaha iman etmeye
davet eden ve söyledikleriyle amel eden ve "Ben, Allaha boyun eğen
müslümaniardamm." diyen kimseden daha güzel sözlü olan kim vardır?
Âyet-i kerimede,
vasıflan belirtilen bu kişiden kimin kasdedildiği hakkında çeşitli açıklamalar
yapılmıştır:
Süddî ve İbn-i Zeyd'e
göre bu âyette belirtilen davetçiden maksat, Hz. Muhammed (s.a.v.)dir.
Kays b. Ebi Hazım ve
diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyette zikredilen davetçiden maksat,
"Müezzin" ve "İşlenilen salih amel"den maksat da ezanla
kamet arasında kıldığı namazdır. Zira birçok hadis-i şeriflerde müezzinlerin
faziletleri beyan edilmiştir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle
bu-yunnuştur:
"Müezzinler
kıyamet gününde insanların en uzun boyunlu olanlarıdır. [40]
Diğer bir hadis-i
şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"İman kefildir,
müezzin ise mutemettir. Ey Allahim, sen imamları irşad et ve müezzinleri affet. [41]
Hasan-ı Basrî ise bu
âyet-i kerimeyi, Allaha davet eden ve salih amel işleyen herkes için
yorumlamış ve şöyle demiştir: "İşte bu kişi, Allahin sevdiği, onun dostu,
onun seçkin kulu, onun üstün kulu ve yarattıkları içerisinde en sevdiğidir.
Allanın davetine icabet etmiş ve insanları, kendisinin kabul ettiği ilahî
davete çağırmış ve çağırdığı dava uğrunda salih ameller işlemiş ve "Ben
müslü-manlardanim." demiştir. İşte bu kişi Allanın halifesidir. [42]
34- İyilikle
kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda
düşmanlık olan kimse sana sanki samimi bir dost gibi oluverir.
"Rabbimiz
Allahtir." deyip de sonra doğru yoldan ayrılmayan, rablerinin çağrılarım
kabul edip insanları Allaha davet eden kimselerin iyiliği ile, Kur'an okunurken
Onu okumayın, onu dinlemeyin, gürültü yapın belki galip gelirsiniz."
diyen kimselerin kötülüğü bir değildir. Bunların, Allah katındaki hal ve
makamları da aynı değildir. Ey Muhammed, sana karşı cahillik edenin cahilliğini
yumuşak ahlakınla, sana kötülük edenlerin kötülüğünü ise afftnla defet. Şayet
sana emrettiklerimi yaparsan, seninle kendisi arasında düşmanlık bulunan kimse
senin çok yakın dostun olur.
*Âyet-i kerimede ifade
edilen "Kötülüğü en güzel şekilde önlemek"ten maksat, kişinin, öfkeli
halinde halim selim olması ve kötülük yapanı affetmesi-dir. Allah, işte böyle
yapan kullarını şeytanın serinden muhafaza eder ve düşmanlarını ona boyun
eğdirir. Böylece onlar sanki onun dostu olurlar.
Atâ ve Mücahid
"Kötülüğü en güzel şekilde önleme"nin, kötülük yapanla
karşılaştığında ona selam vermekle olacağını söylemişlerdir. [43]
35-
Kötülükleri iyilikle önleme hasleti, ancak sabredenlere verilir. Bu, ancak hayırdan
büyük payı olanlara verilir.
Kötülüğü iyilikle
karşılama özelliği, ancak zorluklara karşı Allah rızası için sabredenlere ve
cennete ginneye nasibi olanlara verilir. [44]
36- Eğer
şeytandan seni dürtecek bir vesvese gelirse hemen Allaha sığın. Şüphesiz o,
herşeyi işiten ve bilendir.
Süddî'ye göre âyet-i
kerimede zikredilen "Şeytanın düitmesi"nden maksat, onun tarafından
insana verilecek vesvesedir. Kendi cinsinden olan şeytanların serlerinin def
edilme yolu, onlara iyi davranmaktır. Asıl şeytanın vermiş olduğu vesveseyi
defetmenin yolu ise, yaratıcısı olan Allaha sığınmaktır. Zira onu, gözüyle
görmediğinden onun şerrinden bu şekilde emin olur.
İbn-i Zeyd'e göre ise
burada zikredilen "Şeytanın dürtüklemesi"nden maksat, insanın
öfkelenmesidir. Kişi öfkelendiği zaman Allaha sığınarak o öfkeyi yenmeye
çalışmalıdır. [45]
37- Gece,
gündüz, güneş ve ay, Allahin dclillcrindcndir. Ne güneşe secde edin ne de aya.
Bunları yaratan Allaha secde edin. Eğer gerçeklen ona ibadet ediyorsanız.
Allahın bir olduğunu,
yaratıcı olduğunu, kuvvet ve kudretinin büyük olduğunu gösteren delillerden
biri de, gece ve gündüzün arka arkaya değişmesi, gündüzün güneşin, geceleyin de
ayın doğmasıdır. O halde ey insanlar siz, güneş ve aya secde etmeyin. Zira
onlar gökyüzünde size faydalı olmak için hareket etmiş olsalar da onlan
hareket ettiren Allahtır. Onlar, hareket ve seyirlerinde Allaha boyun
eğmektedirler. Allah onları hareket ettirip sizin hizmetinize vermiştir. Onlar,
kendiliklerinden herhangi bir şey yapmaktan âcizdirler. Eğer Allah dilerse
onların ışıklarını siler de sizi, karanlıklar içerisinde şaşkın bir şekilde
bırakır. Ne yolbulabilirsiniz ne de birşey görebilirsiniz. O halde gerçekten
Allaha kulluk etmek istiyorsanız sadece ona ibadet etlin. İbadetinizde ona
herhangi bir şeyi ortak koşmayın. [46]
38- Ey
Muhammed, eğer bunu kibirlerine yedircmiyorlarsa üzülme. Rabbinin nezdinde
bulunanlar, gece gündüz onu teşbih ederler ve asla usanmazlar.
Ey Muhammed, senin,
içlerinde yaşadığın Kureyş müşrikleri, kendilerini ve ayı ve güneşi yaratan
rablerine secde etmeyi gururlarına yediremezlerse sen bundan dolay üzülme. Zira
rabbinin katında bulunan melekler, rablerine secde etmeye karşı kibirlenmezler.
Bilakis gece ve gündüz onu teşbih ederler ve onun nzası için namaz kılarlar ve bu ibadetleri yapmaktan
uzanmazlar. [47]
39- Allanın
delillerinden biri de şudur ki, sen, yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün.
Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabanı*. Şüphesiz toprağa can
veren Allah, ölüleri de diriltir. Muhakkak o, herşeye kadirdir.
Ey Muhammed, AH ahin,
insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu gösteren
delillerden biri de şudur ki, sen yeryüzünü adeta, rab-binden yağmur istemek
için boynu bükük bir şekilde kupkuru olarak görürsün. Biz, gökten, bu halde
olan yeryüzüne su indirince de yeryüzü harekete geçer ka-barır ve neticede
ondan rengarenk bitkiler ve otlar biter. İşte adeta ölmüş olan bu yeryüzünü
dirilterek onüan tekrar bitkiler çıkaran Allah, insanları da öldükken sonra
işte böyle diriltecektir. Zira o herşeye kadirdir. Hiçbirşey onu, dilediğini
yapmaktan âciz bırakamaz. [48]
40- Şüphesiz
ki âyetlerimize dil uzatarak doğru yoldan sapanlar, bize gizli değildir. Ateşe
atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü emniyet içinde gelen mi?
Dilediğinizi yapın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı çok ıyı görendir.
Delillerimiz ve
âyetlerimiz hususunda haktan ayrılanlar iyi bilsinler ki onların bu halleri
bize gizli değildir. Biz onları gözetmekteyiz. Huzurumuza vardıklarında nasıl
bir azapla karşılaşacaklarını göreceklerdir. Bugün dünyada, âyetlerimize
çeşitli şekillerde dil uzatanlara, kıyamette cehennem ateşi vardır.
Şimdi cehennem ateşine
atılacak olan bu insan mı daha hayırlıdır yoksa Allaha iman ettiği için kıyamet
gününde Allahın azabından korkmayan ve güven içinde olacak olan mümin kul mu
daha hayırlıdır? Ey, âyetlere dil uzatan müşrik ve kâfirler, sizler, dünyada
iken dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Fakat Allah, yaptıklarınızı çok iyi
görendir, o bunları cezasız bırakmayacaktır.
Mücahid, burada ifade
edilen "Âyetlere dil uzatmak"tan maksadın, müşriklerin, gürültü
yaparak ve ıslık çalarak âyetleri alaya almaları olduğunu söylemiştir.
Katade ise bundan
maksadın, âyetleri yalanlamak olduğunu söylemiş, Süddî de bundan maksadın,
müşriklerin, âyetlerle ayrılığa düşmeleri ve onlara karşı inatlaşmaları
olduğunu söylemiştir. İbn-i Zeyd ise, âyetlere dil uzatmaktan maksadın,
müşriklerin ortak koşmaları ve inkarda bulunmaları olduğunu söylemiştir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetlere dil
uzatmaktan maksat, Allahın kitabının âyetlerinin manalanni değiştirmek ve tahrif
etmektir.
Taberi, âyetin genel
ifadesinin bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiş ve bunlardan
herhangi birinin tercihe şayan bulmadığını beyan etmiştir.
Âyet-i kerimede:
"Dilediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi
görendir." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Allahın âyetlerine dii
uzatanları tehdittir, Allahın, onları cezasız bırakmayacağını beyan etmektir. [49]
41- Şüphesiz
ki zikir (Kur'an) kendilerine gelince onu inkar edenler, (mutlaka
cezalandırılacaklardır) şüphesiz o aziz bir kitaptır.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimede mahzuf olan cümleyi farklı şekillerde takdir etmişlerdir. Herbirinin
takdir şekline göre âyetin manasında farklılık meydana gelmektedir. Bu takdir
şekillerinden biri, mealde verildiği gibidir ve parantez içerisinde
gösterilmiştir. Diğer takdir şekilleri ise şöyledir: "Şüphesiz ki Kur'an
kendilerine gelince onu inkar edenler (helak olmuşlardır)" "Şüphesiz ki
Kur'an kendilerine gelince onu inkar edenler (bize gizli değildir)"
"Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkar edenler (uzaktan
çağırılırlar, yani onu işitmezler)"
"Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inker edenler (sana, senden
önceki peygamberlere söylediklerini söyleyeceklerdir)" [50]
42- Ona
batıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir. O, hikmet sahibi ve hamd'e
layık olan Allah tarafından indirilmiştir.
Şüphesiz ki bu Kur'an,
Allahın aziz kılmasıyla ve onu muhafaza etmesiyle mükemmel olan bir kitaptır.
Allah onu, insanların, cinlerin ve şeytanların değiştirmesinden, tahrif
etmesinden ve bozmasından korumuştur.
Âyette geçen:
"Ona bâtıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir." ifa-desindeki
"BâtıT'dan maksat, Said b. Cübeyr'e göre: "Dinin yasakladığı kötü
şeylerdir. Katade'ye göre ise "İblis"tir. Yani şeytan Kur'ana
yaklaşarak ne ondaki hakikati an eskitebilir ne de ona dışarıdan bir şey
sokuşturabilir. [51]
43- Ey
Muhammed, sana da ancak senden önceki peygamberlere söylenen şeyler söylenir.
Muhakkak ki senin rabbin, mağfiret sahibidir, bem de can yakıcı azap sahibidir.
Ey Muhammed, senin,
rabbin tarafından getirdiğin şeyleri yalanlayan bu müşrikler sana, senden
önceki peygamberlerin ümmetlerinin kendilerine söyledikleri sözleri
söyleyeceklerdir. Onlardan, Ülül Azim peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de
müşriklerin: "Muhammed sihirbazdır." veya: "Delidir"
şeklindeki sözlerine karşı sabret ve bil ki rabbin, bunlardan, yaptığı
kötülükleri bırakarak tevbe edenleri affedendir. İnkar ve günahlarında ısrar
edenleri ise can yakıcı bir azapla cezalandırandır. [52]
44- Eğer biz
bu Kur'anı, yabancı (Arapçadan başka) bir dille İndir-scydik, iman etmeyenler
mutlaka: "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir
dilde, indirilen ise Arap, nedir bu?" derlerdi. Ey Mu-hamnıcd, sen onlara
şöyle de: "O Kur'an, İman edenlere bir hidayet rehberi ve şifadır. İman
etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. Kur'an onları kör eder. Onlar
tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duymayan kimseler gibidirler."
Ey Muhammed, eğer sana
indirdiğimiz bu Kur'anı, Arapçadan başka bir dille indinniş olsaydık, kavminin
müşrikleri, Kur'an hakkında şöyle derlerdi: "Bu Kur'anın âyetleri
açıklanmış olsaydı da biz onu anlamış olsaydık ve içindekileri öğrenmiş
olsaydık. Bu nasıl bir iş? Kur'an Arapça'dan başka bir dilde, Kur'an kendisine
indirilen Muhammed ise Arap." Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Kur'an,
Allaha ve peygamberine iman etlen ve peygamberinin, Allah katından
getirdiklerini tasdik eden, insanlar için hakkı açıklayan bir rehber ve cehalet
hastalığını tedavi eden bir şifadır. Allaha, Resulüne ve Resulünün, Allah katından
getirdiklerine iman etmeyenlerin ise kulaklarında Kur'ana karşı bir ağırlık
vardır, onu işitmezler ve Kur'an onların basiretlerini kapatır, âdeta kör
olurlar da ona bakıp ondan istifade edemezler. İşte bu tür insanlar, âdeta
uzakta olan kişiler gibi çağırılır fakat yine de hakkı işitmezler.
Âyet-i kerimede geçen:
"Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir dilde,
indrilen ise Arap, nedir bu? derlerdi." ifadesi şu şekilde izah
edilmiştir: "Kur'anın âyetleri açıklanmış olsaydı ya. Onun âyetlerinden
bir kısmı yabancı dillerde olsaydı da yabancılar onu anlasaydı. Diğer bir kısmı
Arapça olsaydı da Araplar da o kısmı anlasaydılar." derlerdi.
Âyet-i kerimenin
sonunda: "Onlar tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duymayan kimseler
gibidirler." buyurulmaktadir.
Mücahid ve İbn-i Zeyd
bu kısmı, mealde verildiği şekilde izah etmişler ve Allah tealanın, Kur'ana
karşı kalbleri kör olanları, uzak mesafelerde bulunduktan halde çağırılan
kimselere benzettiğini söylemişlerdir. Uzakta bulunan insanın, kendisini
çağıranın sesini duymaması gibi Kur'ana karşı kalbleri perdeli olanlar da
Kur'andan herhangi birşey hissetmezler.
Dehhak ise bu kısmı şu
şekilde izah etmiştir: "İman etmeyenler, kıyamet gününde en çirkin
adlarıyla, uzak mesafelerden çağırılacaklardır, böylece rüs-vay edilmiş
olacaklardır. [53]
45- Şüphesiz
ki biz, Musa'ya Tevrat'ı verdik. Onun hakkında ihtilafa düşüldü. (Eğer
azaplarının kıyamet gününe kadar ertelenmesi hususunda) rabbinin geçmiş bir
sözü olmasaydı, aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar,
onun hakkında şüphe içindedirler.
Ey Muhammed, sana
Kur'anı verdiğimiz gibi Musa'ya da Tevrat'ı venniş-tik. Kendilerine Tevrat verilen
Yahudiler, onun hükümleriyle amel etme hususunda ihtilafa düştüler. Şayet
rabbinin, daha önceden, onların azabının kıyamet gününe erteleneceğine dair bir
sözü bulunmamış olsaydı, Yahudilerden batıl yolda olanları helak ederek ihtilaf
ettikleri konularda kesin hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar, Tevrat'ı
yalanlamalarında açık bir delil üzere değillerdi. Sadece bir şüphe içinde onu
inkar ediyorlardı. [54]
46- Kim
salih amel işlerse onun mükafaatı kendinedir. Kim de kötü amel İşlerse, onun
zararı yine kendinedir. Yoksa abbİn, kullarına karşı asla zalim değildir.
Kim bu dünyadayken
Aİlaha itaat ederek, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak salih amel
işleyecek olursa o, kendi menfaati için bunu işlemiş olur. Zira âhirette bunun
karşılığı olarak rabbi tarafından, cehennemden kurtarılmış ve cennete konulmuş
olur. Kim de dünyada iken Aİlaha karşı gelerek bir kötülük işleyecek olur ise
o, kendi aleyhine kötülük işlemiş olur. Zira o kimse, ameliyle Allanın gazabını
üzerine çekmiş olur. Ey Muhammed, rabbin, herhangi bir kimseyi haksız yere
cezalandırarak kullarına asla zulmeden değildir. [55]
47-
Kıyametin kopmasını bilme, sadece Aİlaha havale edilir. Onun bilgisi dışında
hiçbir meyve, tomurcuğundan çıkamaz. Hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğuramaz. Allahın
müşriklere: "Ortaklarım nerede?" diye nida ettiği gün, onlar:
"Sana açıkça bildiriyoruz ki, içimizde senin ortağın olduğuna şahitlik
edecek kimse yoktur." derler.
Allahı bilen âlimler,
kıyametin ne zaman kopacağı bilgisini ancak Aİlaha havale ederler. Zira onun
kopmasını Allahtan başka kimse bilmez. Herhangibir meyvenin, îomucuğundan
çıkması herhangi bir dişinin hamile kalması ve doğurması ancak Allahın bilgisi
dahilinde gerçekleşir. Bunlardan herhangi bir şey Aİlaha gizli kalmaz. Dünyada
iken putları Aİlaha ortak koşan müşriklere, Allahın seslenerek "İbadette
bana ortak koşmuğunuz ortaklarım nerede?" diye sorduğu gün, kendilerini
savunamayan müşrikler şu cevabı vereceklerdir: "Biz sana kesinlikle
bildiriyoruz ki içimizde senin ortağın olduğuna dair şahitlik edecek hiçbir
şahit yoktur." [56]
48- O gün
onların, dünyada taptıkları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolacaktır.
Onlar, kendileri için kaçıp kurtulacak hiçbiryer olmadığını farkedcccklerdir.
Müşrikler, dünyada
iken taptıkları ilahlarını kaybedeceklerdir. Onlar, o müşriklerin gittikleri
yolun dışında başka bir yol takibadeceklerdir. O ilahlar, Allahın azabına
uğratılmış olan müşriklere hiçbir fayda sağlayamayacaklardır. Müşrikler de
artık Allahın azabından kaçıp sığınacaktan bir sığınağın olmadığını kesin
olarak anlayacaklardır. [57]
49- İnsan,
menfaat istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe
ve karamsarlığa düşer.
Kâfir olan kişi,
rabbinden mal ve vücut sağlığı gibi nimetleri istemekten asla usanmaz. Ancak ona
canında veya malında bir zarar dokunduğunda ise o, Allahtan ümidini keser ve
karamsarlığa düşer. [58]
50- Yemin
olsun ki, şayet başına gelen bir musibetten sonra insana nezdimizden bir rahmet
tattirsak, mutlaka: "Bu benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını da
sanmıyorum. Yemin olsun ki, rabbimc döndürülsem bile onun yanında benim için
daha güzel şeyler vardır." der. inkar edenlere, yaptıklarını mutlaka
haber vereceğiz ve onlara elbette ağır bir azap tattıracağız.
Yemin olsun ki eğer
biz, malı veya canı hususunda bir sıkıntıya düşen kafirden bu sıkıntısını
kaldırıp da ona tarafımızdan sıhhat ve fıfıyet ve çokça mal gibi nimetlerimizi
tattıracak oisak o buna karşı şükretmez. Bilakis böbürlenir ve şöyle der:
"Bu benim hakkımdır. Allah benim yaptıklarımdan razı olduğu için bunları
bana vermiştir. Kıyametin kopacağını benim de o gün bunlardan hesap vereceğimi
sanmıyorum. Yemin olsun ki öldükten sonra dirilmek ve rabbi-min huzuruna varmak
diye bir şey olsa da rabbim bu dünyada bana iyilikte bulunduğu gibi orada da
bana iyilikte bulunacaktır. Bana orada da mal ve servet verecektir."
Bunları söyleyen kâfirler, bilsinler ki biz onlara, dünyada iken işledikleri
kötü amelleri bildireceğiz ve o amellerin hepsine karşı onları cezalandıracağız.
Şüphesiz ki biz, onlara, "Ebediyyen cehennemde kalmak" olan ağır bir
azabı tattıracağız. [59]
51- İnsana
nimet verdiğimiz zaman yüzçevirir, yan çizçip uzaklaşır. Başına bir kötülük
gelince de uzun uzun yalvarır.
Biz, kâfir olan
kişiden sıkıntıları kaldırıp ona sıhhat ve afiyet ve bol rızık gibi nimetler
verdiğimiz zaman o, kendisini davet ettiğimiz itaattan yüzçevirir ve ondan
uzaklaşır. Başına tekrar bir sıkıntı geldiği zaman da bol bol dua eden bir
insan olur. [60]
52- Ey
Muhammed, sen onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım, eğer bu Kur'an, Allah
nezdinden ise sonra siz de onu nikar ediyorsanız, haktan çok uzak bir ayrılığa
düşenden daha sapık kim olabilir?"
Ey Muhammed, sen,
rabbinin katından getirmiş olduğun bu Kur'am yalanlayanlara de ki:
"Söyleyin bana, yalanladığınız bu Kur'an, Allah tarafından gönderilen hak
bir kitap ise ve siz de bunu inkar ediyorsanız haktan ayrılmış oluyor musunuz?
Allanın emrinden ayrılan ve ona itaatten kopandan daha sapık kim olabilir? O
halde sizler bu halinizle en büyük sapıklarsınız. [61]
53- Kur'anın
hak olduğu onlar için apaçık ortaya çıkıncaya kadar, biz onlara delillerimizi
hem dış âlemde hem de kendi iç âlemlerinde göstereceğiz. Rabbinin herşeye
şahit olması yetmez mi?
Kulumuz Muhammed'e
indirdiğimiz Kur'anin, hak bir kitap olduğu açıkça ortaya çıkıncaya kadar,
gerek insanın haricindeki dış âlemde gerekse bizzat insanın içinde, çeşitli
delillerimizi göstereceğiz. Ey Muhammed, rabbinin, yaratıklarının yaptığı
herşeye şahit olması, onları cezalandırması veya mükafaatlan-dırması yetmez mi?
Onun, kendi şahitliğinden başka bir delile ihtiyacı var mı?
Ayette zikredilen:
"Dış âlemdeki deliller"den maksat, Süddî'ye göre Hz. Muhammed
(s.a.v.)in müşriklere galip gelmesidir. İbn-i Zeyd'e göre ise, göklerdeki
güneş,ay, yıldızlar vb. gezegenlerdir. "İç âlemdeki deliller"den
maksat ise Süddî'ye göre, müşriklerin içinde yaşadıkları Mekke'nin
fethedilmesi, diğerlerine göre ise insanın vücudunun zahirî ve bâtını
halleridir. [62]
54- İyi
bilinmelidir ki onlar, rablcrinin huzuruna çıkmaktan şüphe etmektedirler. İyi
bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır.
İyi bilinmelidir ki,
Allanın âyetlerini yalanlayan bu kâfirler, öldükten sonra dirilip rablerinin
huzuruna çıktıklarında yaptıklarından hesaba çekilecekleri hususunda şüphe
içindedirler. Bu nedenle o günü düşünmezler ve onun için herhangi bir amel
işlemezler. Şunu da iyi bilin ki Allah, bütün yaratıklarını bilgisi ve
kudretiyle kuşatmıştır. Hiçbir şey onun yakalanmasından kurtulamaz. [63]
[1] Fussilet Suresi, 3yet: 5.
[2] Fussilet Suresi, Syet: 54.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/243-244.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/245.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/245.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/245.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/245-246.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/246.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/246-247.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/247.
[11] Nâziat Suresi, âyet: 27-29.
[12] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, bah: I.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/247-248.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/248-249.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/249-250.
[15] Mülk Suresi, 5yet: 5
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/250.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/251.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/251.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/251.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/252.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/253.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/253.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/253.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/253.
[24] Yasin Suheri, Syet: 65.
[25] Müslim, K.ez-ZİiİKİ, bab: 17, Hadis no: 2969.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253-255.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/255.
[27] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, bab: 2/Tirmizî,
K.Tefsir ei-Kuran, Seri: 41,bab: 1, Ha-
dis no: 3248, 3249.
[28] Buhhari, K.et-Tevhid, bab: 15 / Müslim, K. et-Tevbe,
bab: 1, Hadis no: 2675.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/255-256.
[29] Müminim Suresi, 5yet: 106-108
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/256-257.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/257-258.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/258.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/258-259.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/259.
[35] Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, Hadis no: 3250
[36] Müslim, K.el-tman, b;ıb: 62. Hadis no: 38 / Ahmet] b.
Ilanbci Miisned, C.3, S.349.
[37] Buhari, K.Bctl'iiI halk, bub: S / Müslim, K.el-îman,
bab: 312.. Hadis no: 189.
[38] Buhari, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.cl-Cemaat,
bab: 23-25, Hadis no: 2838.
[39] Buharı, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.el-Cennet,
bab: 15-17, Hadis no: 2834.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/260-263.
[40] Müslim, K.es-Suİuh, bab: 4, Hadis no: 387/lhn-i Mâce,
K.el-Ezan, bab: 5, Hadis no; 725.
[41] Ebu Davut!, K.es-Salah, bab: 32, Haili» no: 517.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/263-264.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/264-265.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/265.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/265.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/266.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/266-267.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/267.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/267-268.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/268-269.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/269.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/269-270.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/270-271.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/271.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/271-272.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/272.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/273.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/273.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/273-274.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/274.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/274-275.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/275.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/275.