FUSSILET SURESİ 2

 


FUSSILET SURESİ

 

Fussilet Suresi elli dört âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sure-i celile, Kur'an-ı Kerimin, rahman ve rahim olan Allah tarafından indirildiğini beyan ederek başlıyor ve kâfirlerin Resulullaha şöyle dediklerini haber veriyor: "Bizi davet ettiğin şeye karşı kalbîerimizde bir örtü, kulakları­mızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen istediğini yap biz de istediğimizi yapacağız." [1]

Sure-i celilede bundan sonra, Resulullahın da ancak bir insan olduğu fa­kat kendisine, ilahın ancak bir ilah olduğu vahyinin geldiği beyan ediliyor.

Bundan sonra, Allah tealanın, yeri iki günde yarattığı ve oraya sabit dağ­lar yerleştirerek bereketler verdiği sonra Allahın iradesinin, duman halinde bu­lunan semaya yönelerek onlara "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dediği onla-nn da "İsteyerek geldik." dedikleri beyan ediliyor. Daha sonra, Allah tealanın yedi semayı iki günde yarattığı ve her semaya, kendisine ait hususların vahye-dildiği haber veriliyor.

Daha sonra Resulullah (s.a.v.)e, Kur'andan yüz çeviren kâfirleri Âd ve Semud kavimlerinin başına gelen o korkunç yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarması emrediliyor. Âd kavminin üzerine soğuk bir rüzgarın gönderildiği, Se­mud kavmini de zelil edici bir azabın yıldırımının çarptığı haber veriliyor.

Allah düşmanlarının âhirette derilerinin ve diğer azalarının aleyhlerine şahitlik edeceği beyan ediliyor.

"Rabbimiz Allahtır" deyip doğru yolda devam edenlere, meleklerin ine­rek onlara korkmamalarını söyleyecekleri ve onları cennetle müjdeleyecekleri açıklanıyor.

"Ben Müslümanım" diyenden daha güzel sözlü kimsenin bulunmadığı, kötülüğün en güzel şekilde önlenmesi gerektiği, bunun da ancak sabredenlere ve hayırda büyük payı olanlara verildiği beyan ediliyor.

Sure-i celilede daha sonra şu hususlar beyan ediliyor: "Gece, gündüz, güneş ve ay, Allahın deliüerindendir. Gece ve gündüz, Allahı teşbih ederler ve bundan asla usanmazlar. Yeryüzü kupkuru iken gökten su iner ve orası harekete geçer ve canlanır.

Sure-i celilede bundan sonra, salih amel işleyenin mükafaatmın kendisine ait olacağı, kötü amel işleyenin zararının da yine kendisine ait olacağı haber ve­riliyor.

Kıyametin ne zaman kopacağını bilmenin sadece Allaha ait olduğu, aslın­da herşeyin bilgisinin de yine Allahın nezdinde bulunduğu, onun bilgisi dışında hiçbir meyvenin tomurcuğundan çıkamayacağı beyan ediliyor.

İnsanın, başına bir felaket geldikten sonra ona bir nimet tattırılınca "Bu benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum." dediği, inkar edenle­re, mutlaka yaptıklarının haber verileceği ve ağır bir cezaya çarptırılacakları be­yan ediliyor ve sure-i celile, "İyi bilinmelidir ki onlar, rabierinin huzuruna çık­maktan şüphe etmektedirler. İyi bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır. [2] âyetiyle sona eriyor.

İşte bunlar, Sure-i celilenin ana hatlarıyla ihtiva ettiği meseleler ve me­sajlardır. Şimdi bütün âyetlerin tekar tekar izahını görelim.[3]

 

Rahman ve rahim olan Allahın adıyla.

 

1- Hâ. Mim.

Bu mukatta'a harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilmiştir. Burada geçen Hâ. Mim, harfleri için de ayrıca bundan Öce geçen Hâ.Mim. de izahat verilmiştir. [4]                                     

 

2- Bu Kur'an, Rahman ve ruhim olan Allah tarafından indirilmiştir. [5]

 

3-4- Bu, bilen bir kavim için âyetleri açıklanmış bir kitaptır. Müjdc-lcyici ve uyarıcı olan Arapça bir Kur'andır. Onların çoğu yüz çevirdiler. Onlar dinlemezler de.

Bu Kur'an, rahman ve rahim olan Allah tarafından peygamberi Muham-med'e indirilmiş bir kitaptır. Bu kitap, Arapça bilenler için, âyetleri açıklanmış Arapça bir kitaptır, Arapça bir Kur'andır. İnsanları, iman edip salih ameller işle­dikleri takdirde cennetle müjdeleyen, kendisini yalanlayıp hükümleriyle amel etmeyenleri ise cehennemde ebedi olarak kalmakla uyaran bir kitaptır Fakat Kur'anın kendilerine gönderildiği bu insanların bir çoğu, ondan yüzçevirdiler, gururlarından dolayı onurlarına yed iremedi ler. [6]

 

5- Kâfirler peygambere şöyle dediler: "Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblcrimizdc bir örtü, kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen istediğini yap, biz de istediğimizi yapacağız."

Kur'andan yüzçeviren müşrikleri, Allahın peygamberi Muharnmed, Alla-hı birlemeye ve Kur'andaki emir ve yasaklan tasdik etmeye çağırdığı zaman on­lar peygambere şöyle dediler: "Ey Muhammed, senin, bizi davet ettiğin inancına ve getirdiğin şeylere iman etmeye karşı kalblerimiz kapalıdır. Senin ne dediğini anlamıyoruz. Kulaklarımız ağır işitiyor. Bizi davet ettiğin şeyi duymuyoruz. Bizimle senin aranda perde var. Bu da din ayrılığıdır. Bu sebeple bir araya gelip beraber olamıyoruz. Ey Muhammed, sen kendi dinine göre amel et. Biz de ken­di dinimize ve görüşlerimize göre amel edelim. Sen bizi kendi dinine davet et­meyi bırak. Zira biz bu davetini kabul etmeyeceğiz. [7]

 

6- Ey Muhammed, de ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana, ilahınızın yalnız bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. O halde ona yönelin. Ondan, bağışlanmanızı dileyin. Müşriklerin vay haline."

Ey Muhammed, Allahın âyetlerinden yüzçeviren o insanlara de ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ben melek değilim. Sizin cinsinizden ve sizin şeklinizde bir insanım. Bana, hakkıyla ibadet edilecek ilahınızın tek bir ilah ol­duğu vahyolunuyor. O halde o bir tek olan ilaha itaat ederek ve bütün putları ve ilahları bırakıp sadece ona kulluk ederek ona yönelin. Ve onun, daha önce ortak koşmanızdan dolayı günahlarınızı affetmesini isteyin. Allaha ortak koşanların vay haline. Onlar, cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl deresine atıla­caklardır. [8]

 

7- Onlar ki zekâtlarını vermezler. Âhircti de inkar ederler.

O müşrikler, öyle kimselerdir ki, Allaha itaat ederek kendilerini günah­lardan arındırmazlar ve Allahın, mallarında farz kıldığı zekatı vermezler. Onlar, kıyametin kopup Allahın, yaratıkları kabirlerinden tekrar kaldıracağı ahi ret gü­nünü inkar ederler.

Âyet-i kerimede geçen "Onlar ki zekatlarını vermezler." cümlesi iki şe­kilde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas ve İkrime'ye göre buradaki "Zekat ver­mekken maksat, kendilerini şirkin pisliklerinden arındırmakla kötü ahlaklardan temizlemektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Müşrikler öyle kimselerdir ki Allaha itaat ederek ve onun bir olduğuna şehadet ederek kendilerini manevi kir­lerden temizlemezler."

Süddi ve Katade'ye göre ise burada zikredilen "Zekat vermek"ten maksat, mallarının zekatlarım vermektir. Buna göre de âyetin manası şöyledir: "O müş­rikler öyle insanlardır ki mallarının zekatı olduğunu kabul etmezler ve onların zekatını vermezler."

Taberi "Zekat verme" ifadesinde ilk hatıra gelenin, malın zekatının veril­mesi olduğunu söylemiş ve bu son görüşü tercih etmiştir. [9]

 

8- İman edip salih ameller İşyelcnlcrc ise, şüphe yok ki kesintisiz mü-kafaat vardır.

Allahi ve peygamberini tasdik edip onların emirlerini tutarak yasakların­dan kaçınanlar için, eksiltilmeyecek olan mükafaatlar vardır. [10]

 

9- Ey Muhammed, onlara de ki: "Siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip ona eşler mi koşuyorsunuz? İşte o, âlemlerin rabbi olan Allahtır.

Allah teala bu âyette ve bundan sonra gelen âyetlerde yerin, göklerin ve oralarda bulunan varlıkların, henüz mevcut değillerken var edildiklerini beyan etmektedir. Bu âyetlere göre yeryüzü, göklerden önce yaratılmıştır.

Nâziat Suresinin "Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü mü? ki Al­lah onu yaptı. Yüksekliğini yükseklere kaldırdı ve nizama koydu." Onun gecesi­ni karanlık gündüzünü aydınlık yaptı. [11] âyetleri ise Önce göğün yaratıldığı da­ha sonra da yeryüzünün yaratıldığı intibaını vermektedir.

Bir kişi, Abdullah b. Abbas'ın yanına gelerek Kur'an-ı Kerimin bazı âyetlerini anlamakta güçlük çektiğini ona söylemiş ve bu âyetler içinde, göklerle yerin yaratılmasındaki sıralamayı belirten bu surenin âyetîeriyle Nâziat Sure­sinin yukarıda zikredilen âyetleri arasında bir farklılık olduğunu söylemiştir. Yani bu suredeki âyetlerin önce yerin yaratıldığım, Nâziat Süresindeki âyetlerin ise önce göğün yaratıldığını beyan ettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas bu kişiye şu cevabı vermiştir:

"Allah önce iki günde yeryüzünü yaratmış sonra iki günde de göğü yara­tıp düzene koymuş, daha sonra da yeryüzünü iki gün içinde düzene koymuştur. Yeryüzünü düzene koymasından maksat ise, oradan sular çıkarma, otları bitir­me, dağlan, develeri, diğer hayvanları ve yerle gök arasında bulunan diğer var­lıkları yaratmasıdır. İşte Nâziat süresindeki "Bundan (göğün yaratılmasından) sonra yeryüzünü düzgün bir şekle koydu." ifadesinden maksat budur. Yani: Gökten önce yaratıların yerin, göğün yaratılmasından sonra düzene konmasıdır. Bu Fussılet suresinde geçen: "Yeri iki günde yaratan.." ifadesinden maksat, yer­yüzünün gökten önce iki günde yaratılmasıdır. Yeryüzünü düzene koyması ve oradaki varlıkları yaratması ise, göklerin yaratılmasından sonraki iki günde ol­muştur. Böylece yeryüzü tam dört günde gökler ise iki günde yaratılmıştır. [12]

 

10- O, yeryüzünün üzerine sabit dağlar yerleştirdi. Ve oraya bereket verdi. Orada yaşayanların miktarını takdir etti. Bütün bunları tam dört günde yarattı. Bu, soranlar için bir açıklamadır.

Âyet-i kerimede, Allah tealanın, yeryüzünde yaşayanların nzıklarmı da o yeryüzünde var ettiği beyan edilmektedir. Bu nzıklardan maksat, yeryüzünde yaşayanların bütün geçimlikleri ve onlar için faydalı olacak şeylerdir. Bunlar da: Yiyecekler, bunların meydana gelmesine vesile olan yağmurlar, iklimler, bölgeler,altlanndan çeşitli madenler çıkarılan dağlar, içinden çeşitli yiyecek ve eşyalar çıkarılan denizler vb. şeylerdir.

Allah teala, yeryüzünün kendisini iki günde yarattığını, yeryüzünde var edilen ve orada yaşayanlar için gerekli olan şeyleri de iki günde var ettiğini bil­dirmekte böylece bütün bu işlerin dört günde bittiğini beyan etmektedir.

Âyet-i kerimenin "Bu, soranlara bir açıklamadır." diye tercüme edilen cümlesi, farklı şekillerde izah edilmiştir.

Katade ve Süddi diyorlar ki: "Bu cümlenin manası şöyledir: "Bu, yerin ve orada bulunan şeylerin kaç günde yaratıldığım soran kimseler için tam bir açık­lamadır. Onlar, tam dört günde yaratılmıştır."

Bu cümleyi şu şekilde de izah edenler vardır: "Bu rızıklar, isteyecekler için tam istedikleri kadardır." veya: "Bu günler, soranlar için birbirine eşit tam dört gündür." Yahut: "Yerin ve üzerindekilerin yaratıldığı bu günler, tam dört gündür. Soranlar bunu böyle bilsinler." Veya: "Bu nzıklar soranlar için de sor­mayanlar içinde aynıdır." Yahut da:"Rızik isteyenlerin ihtiyaçları denktir."

Âyette zikredilen "Dört gün"ü dört mevsim olarak izah edenler de vardır. [13]

 

11- Sonra Allahın iradesi, duman halinde bulunan semaya yöneldi. Semaya ve yere: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." dedi. Onlar da "iste­yerek gcidik." dediler.

Sonra Allah, sulardan yükelen buhar halinde olan göğe yöneldi ve onla­ra: "İsteyerek veya istemeyerek, size vereceğim hükme boyun eğmek üzere ge­lin." Yani: "Ey sema, sen, sende yarattığım güneşi, ayı ve yıldızlan göster. Ey yer sen de senin üzerinde var ettiğim ağaç, meyva ve bitkileri dışarı çıkar ve ne­hirlerin akması için yarıklar meydana getir." hükmümüze, isteyerek veya iste­meyerek boyun eğip gelin." dedi. Onlar da: "Ey rabbimiz, biz sana isyan ederek değil itaat ederek geldik, emirlerini yerine getirdik." dediler. [14]

 

12- Sonra Allah, yedi semayı iki günde yarattı. Her semaya kendile­rine ait hususları vahycttİ. Biz, dünya semasını kandillerle donattık ve onu koruduk. Bu, herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allanın takdiridir.

Allah yerleri yarattıktan sonra duman halinde bulunan göğü, yedi gök olarak iki günde yarattı. Yedi gökten her birerine, kendisine ait olan hususları emretti. Onlarda hangi varlıkların nasıl devam edeceklerini ve nasıl yaşayacak­larını bildirdi. Dünyadan görülen semayı ise kandiller gibi olan yıldızlarla süsle­di ve o göğü şeytanların dokunmasından muhafaza etti. İşte bütün bunlar, herşe­ye galip olan ve herşeyi bilen Allahm bir takdiri ve planlamasıdır.

Taberi, âyet-i kerimede geçen "Biz onu koruduk." ifadesinin "Biz onu korumak için yıldızlarla süsledik." şeklinde izah edilmesinin daha uygun oldu­ğunu söylemiştir.

Bu izaha göre, Allah teala, gökteki yıldızlan hem semanın bir süsü hem de gökteki şeytanların şerrinden koruyan vasıtalar olarak yaratmıştır.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle Duyurulmaktadır: "Biz, dünya sema­sını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını 1 sağladık. Âhirette de biz, şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık. [15]

 

13-  Ey Muhammed, yine yüzçevirirlcrsc onlara şöyle de: "Ben sizi, Âd ve Scmud kavimlerinin başlarına inen o korkunç yıldırıma benzer bir yıldırımla uyardım," [16]

 

14-  Bir zaman onlara, önlerinden arkalarından peygamberler gel­mişti. "Allahtan başkasına/ibadet etmeyin." demişlerdi. Onlar da; "Eğer rabbimiz bize peygamber göndermek isteseydi melekleri gönderirdi. Onun için sizinle gönderilenleri inkar ediyoruz." demişlerdi.

Ey Muhammed, şayet o müşrikler, benim beyan ettiğim ve onları uyardı­ğım bu delillerden yüzçevirir ve bütün bunları yapanın ben olduğumu kabul et­meyecek olurlarsa sen onlara de ki: "Ben sizleri, Âd ve Semud kavimlerini he­lak eden o korkunç çığlık gibi bir çığlığın sizin de başınıza geleceği ile uyarı­rım." Bir zaman Âd ve Semud kavimlerine, önce atalarına daha sonra da torun­larına peygamberler gönderilmişti. Peygamberler onlara: "Yalnızca Allaha kul­luk edin. Hiçbir şeyi ona ortak koşmayın." demişlerdi. Onlar ise, kendilerini AUahı birlemeye davet eden peygamberlerine şu cevabı vermişlerdir." Şayet rabbiniz, sadece kendisine kulluk etmemizi dilemiş olsaydı bizlere peygamber olarak gökten melekler gönderirdi. Bizim gibi bir beşer olan sizleri göndermez­di. Bu da rabbimizin, bizim ona ortak koşmamızdan razı olduğunu gösterir. Biz, rabbiniz tarafından size gönderildiğini iddia ettiğiniz şeyleri inkâr ediyoruz." [17]

 

15- Âd kavmine gelince: Onlar, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: "Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler. Kendilerini yara­tan Allanın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmüyorlar mıydı? Âyetlerimizi de inkar etmişlerdi. [18]

 

16- Bunun üzerine biz de, dünya hayatında perişan edici azabı tattır­mak için o uğursuz günlerde üzerlerine uğultulu soğuk bir rüzgar gönder­dik. Âhiret azabı ise daha fazla perişan edicidir. O gün onlar hiç yardım da görmeyeceklerdir.

Âd kavmi, yeryüzünde, rableri kendilerine izin vermediği halde böbür­lendiler, büyüklük tasladılar ve "Bizden daha güçlü ve kuvvetli kim var?" dedi­ler. Bunlar, kendilerini yaratan ve kendilerine güç ve kuvvet veren Allanın ken­dilerinden daha güçlü ve kuvvetli olduğunu görmediler. Bu itibarla onun aza­bından korkup yaptıkları kötülüklerden vazgeçmediler. Onlar, bizim kendilerine gönderdiğimiz çeşitli delil ve mucizeleri inkar ettiler. Bu sebeple biz de onların üzerine, birbirlerini takibeden o uğursuz ve dehşetli günlerde, uğultu çıkaran dehşetli rüzgarları gönderdik ki onlar daha dünya hayatmdayken, kendilerini re­zil eden azabı onlara tattıralım. Bizim onlara, âhirette vereceğimiz azap ise on­ları daha fazla rezil ve rüsvay edecektir. Onlar, kıyamet gününde kendilerini bu durumdan kurtaracak herhangi bir yardımcı da bulamayacaklardır.

Allah teala, bu kavmi nasıl helak ettiğini başka âyetlerde de şöyle açık­lamaktadır: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve şiddetli esen bir rüzgarla yok edildi." "Allah onların köklerini kazımak için o kasırgayı yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sö­külmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü?" [19]

 

17-  Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları günah­lar yüzünden o zelil edici azabın yıldırımı çarpıverdi. [20]

 

18- İman edip AUahtan korkanları ise kurtardık.

Salih peygamberin kavmi olan Semud'a ise biz, hak yolu ve kemale erdi­ren sırat-ı müstakimi, onlara peygamberimiz salih vasıtasıyla gösterdik. Fakat onlar,kendilerine görterdiğimiz bu yolu görmeye karşı kör olmayı tercih ettiler. Allahı birlemediler, hidayeti bırakıp sapıklığı aldılar. İşte bu yaptıkları ameller sebebiyle onları, hor ve hakir düşüren bir azap yakalayıverdi. Böylece helak olup gittiler. Onlardan, iman eden ve Allaha karşı gelmekten korkanları ise kur­tardık.

Allah teala başka bir âyette de bu kavmin nasıl helak olduğunu şöyle be­yan ediyor:

"Biz onların üzerine bir çığlık gönderdik de, ağılanın ağılım çevirdiği kuru çalı çırpı gibi kırılıp döküldüler." [21]

 

19-  O gün, Allanın   düşmanları cehennem ateşine sevkcdilirler ve hepsi bir araya getirilirler. [22]

 

20- Cehenneme geldikleri zaman da kulakları, gözleri ve derileri, iş­ledikleri hakkında aleyhlerine şahitlik eder. [23]

 

21- Allanın düşmanları, derilerine: "Niçin bizim aleyhimizde şahitlik yapıyorsunuz?" derler. Onlar da: "Bizi, herşeyi konuşturan Allah konuş­turdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur. Yine ona döndürülüyorsunuz." derler.

Ey Muhammed, hatırla o günü ki, Allahın düşmanları o günde cehennem ateşine sevkediiirler ve orada bir araya getirilirler. Onlar cehennem ateşine va­rınca da dünyada işledikleri çeşitli günahları hakkında, gözleri gördüklerine, ku­lakları işittiklerine, derileri de dokunduklarına dair aleyhlerine şahitlik ederler. Cehenneme sürüklenen Allah düşmanları ise derilerine: "Dünyada yaptığımız şeyler hakkında niçin aleyhimize şahitlik ediyorsunuz?" derler. Derileri dile ge­lerek onlara: "Herşeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu ve böylece biz de konuştuk." cevabım verirler.

Ey insanlar sizi ilk yaratan Allahtır. Öldükten sonra da onun huzuruna çı­kan lacaks iniz.

Allah teala bu âyetlerde, insanın âzalarının, kıyamet gününde aleyhine şahitlik edeceğini beyan etmektedir. Bu husus başka âyetlerde de şöyle beyan edilmektedir: "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur, ayaklan da ne yaptıklanna şahitlik eder. [24]

Bu hususta Enes b. Mâlik, Resulullahtan şunu rivayet ediyor:

Enes diyor ki: "Resulü İl ahin yanında bulunduğumuz bir sırada Resulullah güldü ve: "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" dedi. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dedik. Resulullah: "Ben, kulun rabbine hitaben konuşmasına güldüm. Kul şöyle der: "Ey rabbim, sen beni zulümden kurtaracağını vaadetmemiş miy­din?" Allah "Evet vaadetmiştim. "der. Kul: "Ben, kendi aleyhime kendimden başka hiçbirşeyin şahitlik etmesini kabul etmem." der. Allah: "Senin nefsin ve Kiramen kâtibin melekleri (Amelleri yazan melekler) şahit olarak sana yeter." der. Bunun üzerine kulun ağzı,mühürlenir ve onun azalarına: "Hadi konuş" denir. Azalar yaptığı amelleri konuşurlar. Sonra kul konuşmakta serbest bırakılır ve kul azalarına şöyle der: "Kahroîasınız, ezilesiniz! Ben sizin için mücadele veriyordum. [25]

 

22- Siz günahlarınızı, kulaklarınızın, güzlerinizin ved enlerinizin, aleyhinize şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyordunuz. Aksine, Alla­hın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz. [26]

 

23-  İşte rabbinize karşı beslediğiniz bu kötü zan,  sizi helak etti de böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz.

Sizler dünyada iken yaptığınız işleri; gözlerinizin ve derilerinizin kıyamet gününde aleyhinize şahitlik edeceklerinden korkarak gizlemiyordunuz. İnsanlar görmesin diye gizliyordunuz. Sizler, Allahın işlediğiniz günahlardan çoğunu bilmediğini zannediyordunuz. İşte sizin dünyada iken rabbinize karşı beslediği­niz bu zan sizi helake sürüklemiştir ve sizler bugün hüsrana uğrayanlardan oldu­nuz, zanlannızda yanıldınız.

Abdullah b. Mes'ud, yinni ikinci âyetin nüzul sebebi hakkında şunları zikretmiştir: Diyor ki:

"Kabe'de iki Kureyşli bir de Sakiyf kabilesinden bir adam veya Sakiyf kabilesinden iki kişi Kureyşten bir adam bir araya geldiler; Bunlar, kannlannın İÇ yağı bol (şişman), kalblerinin anlayışı kıt olan kişilerdi. Bunlardan biri: "Şim­di Allah bizim konuştuklanmızı işitiyor mu? ne dersiniz." diye sordu. Diğeri:

"Açık konuşursak işitir. Gizli konuşursak işitmez." dedi. Bir diğeri de şöyle de­di: "Açık konuştuğumuzda işitiyorsa gizli konuştuğumuzda da işitir." Bunun üzerine Allah teala: "Siz, günahlarınızı, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derileri­nizin, aleyhinize şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyorsunuz. Aksine, Alla-hın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz." âyetini indirdi. [27]

Hasan-ı Basrî, yirmi üçüncü âyeti okuduktan sonra şöyle demiştir: "İn­sanların amelleri, rableri hakkındaki zanlarına göredir. Mümin, Allah hakkında iyi zanda bulunur ve bu itibarla iyi ameller işler. Kâfirler ve münafıklar ise Al­lah hakkında kötü zanda bulunurlar ve kötü ameller işlerler.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i kudsîde Allah tealanm şöyle bu­yurduğunu söylemiştir:

"Ben, kulumun beni zannettiği gibiyim. O beni andığında ben onunla be­raber olurum. O beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O beni bir top­luluğun içinde anarsa ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir toplulukta ana­rım. O bana bir kanş yaklaşacak olursa ben ona bir arşın yaklaşırım. Ö bana bir arşın yaklaşacak olursa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o bana yürüyerek ge­lecek olursa ben ona koşarak giderim. [28]

 

24- Sabrctsclcr de onların yeri cehennem ateşidir. Sizlansalar da şi­kayetleri kabul edilmez.

Cehenneme sevkedüen bu kâfirler, cehennemin ateşine karşı abrederlerse zaten orası onların meskenidir. Şayet onlar, sevkedildikleri cehennemin azabını hafifletilmesi için başvuracak olurlarsa onların bu istekleri kabul edilerek azap­ları hafifletilmez ve cennete gönderilmezler.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Onlar şöyle der­ler "Ey rabbimiz, bize kötülüğümüz galip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk." "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar inkara dönersek, gerçekten zalimler oluruz " "Allah onlara şöyle der: "Kesin sesi (oturun yerinizde) Benimle konuşmayın. [29]

 

25- Biz dünyada onların arkasına birtakım kötü arkadaşlar taktık. O arkadaşları onlara, yapmakta oldukları ve geçmişte yaptıkları kötülükleri güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce geçmiş cin ve insandan üm­metler içinde, üzerlerine azap hak oldu. Şüphesiz onlar hüsrana uğrayan­lardı.

Biz, Allahın düşmanı olan o kâfirlerin yanına, şeytanlardan arkadaşlar verdik. Bu arkadaşları onlara, dünyada yaptıkları şeyleri süslü gösterdiler. On­lar da bunları güzel gördüler ve bunları âhirete tercih ettiler. Şeytanlar bunlara, âhiretle ilgili hususları da yaldızlı gösterdiler. Onlar bunu da güzel gördüler. Öl­dükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilerek cezalandırılmayı yalanladılar. Böy­lece bu kâfirler, arzuladıkları herşeyi yaptılar ve zevklerine uygun düşen her türlü hayasızlığı işlediler. Yanlarına şeytanları arkadaş olarak taktığımız bu Al­lah düşmanı kâfirlere, kendilerinden önce geçen cin ve insanlar gibi, azaba uğ­ramaları hak oldu. Azabı hak eden bu cin ve insanlar, hüsrana uğramışlardı. On­lar, Allahın rızasını ve rahmetini verip karşılığında gazap ve azabını alarak bu alışverişlerinde zarar etmişlerdi. [30]

 

26- Kâfirler, birbirlerine şöyle dediler: "Bu Kur'anı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapın. Belki bu yolla galip gelirsiniz."

Allahı ve peygamberini inkar eden o Kureyş müşrikleri, kendilerine itaat eden diğer müşrik arkadaşlarına: "Muhammed Kur'an okuduğu zaman onu din­lemeyin, ondaki şeylere uyarak onunla amel etmeyin, Kur'an okunurken ıslık çalarak, el çırparak, araya laf sokarak karışıklık çıkarın, gürültü yapın. Böylece belki galip gelirsiniz. Bu davranışınızla onu dinlemek isteyenleri engellemiş olursunuz. Böylece onu dinlemeyen kimse Muhammed'e uyup onun söyledikle­riyle amel etmez, siz de ona galip gelmiş olursunuz."

*Ayette zikredilen "Gürültü yapın" ifadesini, Abdullah b. Abbas,, "İnsan­ları meşgul edin.", Mücahid "Islık çalarak, el çipraka, söz karıştırarak onu din­lemeyin." Dehhak "Onu ayıplayın", Katade "Onu inkar.edin, ona karşı çıkın.", Ma'mer "Konuşun, bağırıp çağırın ki işitmesinler." şeklinde izah etmişlerdir. [31]

 

27- Şüphesiz ki biz, kâfirlere şiddetli bir azap tattıracağız. Yaptıkları en kötü amellerin karşılığı ile cezalandıracağız.

Allahı inkar eden kâfirlere, âhirette şiddetli bir azap tattıracağız ve onları, dünyada iken işlemiş oldukları amellerin en kötüsü ile cezalandıracağız. [32]

 

28- İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Âyetlerimizi inkar et­menin cezası olarak onlar icİn cehennemde, içinde ebedî kalacakları bir mesken vardır.

Muhammed'i yalanlayan Kureyş müşriklerine verilecek oîan bu ceza, Al­lah düşmanlarının cezasıdır. Evet bu ceza cehennem ateşidir. Allaha ortak koşa" ve onu inkar eden Allah düşmanlarına, âyetlerimizi yalanlamalarının bir cezası olarak o ateşin içinde devamlı kalacakları bir yurt vardır. [33]

 

29- Kâfirler cehennemde şöyle derler: "Ey rabbimiz, bize, cinden ve insandan bizi saptıranları göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar, en altta kalan alçak kimselerden olsunlar.

Allahı ve Resulünü inkar eden kâfirler, kıyamet gününde cehennem aza­bına girdikten sonra şöyle diyeceklerdir: "Ey rabbimiz, senin yarattı ki annd an bizi saptıran cin ve insanları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar, azabı daha şiddetli olan cehennemin en alt tabakasında kalanlar­dan olsunlar.

*Hz. Ali (r.a.)den nakledildiğine göre âyette zikredilen "Cin"den maksat, İblistir. "İnsanMdan maksat ise, Hz. Âdem'in kardeşini Öldüren oğludur. İblis, Ailaha ortak koşarak cehenneme girenlere ömek olmuş, Hz. Âdem'in, katil olan oğlu Kabil ise büyük günah işleyenlere örnek olmuştur. [34]

 

30-32- "Rabbimiz Allahtır" deyip sonra doğru yolda devam edenlere melekler inerler ve şöyle derler: "Korkmayın, üzülmeyin, vaadolunduğu-nuz cennetle müjdelenin. Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostu-nuzuz. Âhirette sizin için, affeden ve merhamet eden Allah tarafından bir ikram olarak canınızın çektiği herşey vardır. Orada istediğiniz herşeyi bu­labilirsiniz.

"Rabbimiz yalnız Allahtır. Onun hiçbir ortağı yoktur." diyen, Allahı bir­lemeye devam eden, herhangi bir şeyi Allaha ortak koşarak tevhid inancını ter-ketmeyen insanlara, öldükleri zaman veya kabirlerinden çıktıkları anda melekler gelirler ve onlara şöyle derler: "Sizler geleceğinizden korkmayın, geçmişinize de üzülmeyin. Size, dünyada iken vaadedilen cennetle sevinin. Ey insanlar, biz dünyada da sizlerin dostunuz idik. Bizler âhirette de sizlerin dostunuzuz. Sizin için âhirette Allah katında arzuladığınız şeyler vardır ve orada istediğiniz şeyler verilecektir. Bu nimetler size, günahlarınızın affedilmesine sebep olan tevbeniz-den sonra size azap etmeyip merhamet eden rabbiniz tarafından bir ikram ve bir ağırlamadır.

Âyet-i kerimede geçen "Doğru yolda devam etmek"ten neyin kasdedil-diği hususunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır.

Bazı müfessirlere göre burada geçen "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, "İslam dini üzere devam etmek ve herhangi bir şeyi Allaha ortak koş-mamaktır. Bu hususta Enes b. Malik diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) bu âyeti okudu ve sonra dedi ki: "Bunu (rabbimiz Al-lahtır sözünü) insanlar söylediler ve sonra çoğu bunu inkar ettiler. Kim bu söz üzerinde devam ederek ölecek olursa işte doğru yolda devam eden o'dur. [35]

Said b. Ümran diyor ki: "Ben, Ebubekir es-Sıddiyk (r.a.)m yanında "Rab­bimiz Allahtır deyip sonra doğru yolda devam edenlere..." âyetini okudum o da "Bunlar, herhangi bir şeyi Allaha ortak koşmayanlar ve bu hal üzere devam edenlerdir." dedi.

Süfyan es-Sevrî ve Esved b. Hilal da, Hz. Ebubekir'in aynı sözü söyledi­ğini nakletmişlerdir.

Mücahid, Süddî ve İkrime de bu âyetten maksadın, "Rabbimiz Allahtır." deyip de sonra "Lailahe İllallah" demeye devam eden ve bu inançla ölenler ol-dukiannı söylemişlerdir.

Diğer bazı müfessirlere göre ise "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, Allaha itaate devam etmektir.

Zührî diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (r.a.) minberin üzerinde: "Rabbimiz Allahtır deyip sonra doğru yolda devam edenlere... "âyetini okudu ve şöyle de­di: "Vallahi onlar Allaha itaatte doğru yoldan ayrılmadılar. Onlar, tilki gibi in-sanlana aldatmadılar." Katade ve Hasan-ı Basrî de bu âyeti bu şekilde izah et­mişlerdir. Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd'den de bu görüş nakledilmiştir.

Bu konu ile ilgili olarak Süfyan b. Abdullah es-Sakafi diyor ki:

"Dedim ki: Ey Allanın Resulü, İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki senden başka onu hiçbir kimseye sorma ihtiyacını hissetmeyeyim." Bunun üze­rine Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allaha iman ettim." de ve doğru ol." (Doğ­ru yolda devam et) Tevhid inancından ve Allaha itaatten ayrılma. [36]

Ayette geçen "Melekler"in, inanlar dünyada iken onların yaptıkları amel­leri yazan "Kiramen kâtibin" isimli melekler oldukları ve bu meleklerin mümin­lere ya ölümleri anında veya kabirlerinden çıkarken gelecekleri rivayet edilmek­tedir.

Ayet-i kerimede, müminlere, cennette arzuladıkları herşeyin verileceği zikredilmektedir. Peygamber efendimiz, bir hadis-i kudside Allah tealanın şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:

Ben, salih kullanma, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve her­hangi bir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. [37]

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde de, cennetliklerin içine gire­cekleri çadırların durumunu beyan ederek buyuruyor ki:

"Oradaki çadırlar, içi boş incilerdendir. Uzunuklan otuz mü'dir. Çadırın herbir köşesinde mümin kulun bir ailesi vardır. Bunlar birbirlerini görmezler." [38]

Peygamber efendimiz yine bir hadis-i şerifinde cennete giren müminleri ve cennetteki eşyaları vasıflandırarak buyuruyor ki:

"Cennete giren ilk zümrenin şekli, ayın ondördündeki şekli gibidir. Onlar cennette tükürmezler, sümkünnezler, tuvalete gitmezler (Buna ihtiyaçları ol­maz) orada kaplan altından, taraklan altın ve gümüştendir. Buhurdanlıkların ya­kıtları, ud-El Hindî'dendir. Kokuları ise misktendir. Orada herkesin iki hanımı olacaktır. Güzelliklerinden dolayı bacaklarının etleri içindeki kemiklerin iliği görülecektir. Cennetlikler arasında herhangi bir ihtilaf ve kin olmayacaktır. Kalbleri tek bir adamın kalbi gibi olacaktır. Onlar, sabah akşam Allahı teşbih edeceklerdir. [39]

 

33- İnsanları Allaha davet edip salih amel işleyen ve: "Ben müslü-manlardanım." diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?

Ey insanlar, "Rabbimiz Allahtır." diyen sonra bu iman üzere devam eden, Allanın emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve Allamn kullarını, Allaha iman et­meye davet eden ve söyledikleriyle amel eden ve "Ben, Allaha boyun eğen müslümaniardamm." diyen kimseden daha güzel sözlü olan kim vardır?

Âyet-i kerimede, vasıflan belirtilen bu kişiden kimin kasdedildiği hak­kında çeşitli açıklamalar yapılmıştır:

Süddî ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyette belirtilen davetçiden maksat, Hz. Muhammed (s.a.v.)dir.

Kays b. Ebi Hazım ve diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyette zikredi­len davetçiden maksat, "Müezzin" ve "İşlenilen salih amel"den maksat da ezan­la kamet arasında kıldığı namazdır. Zira birçok hadis-i şeriflerde müezzinlerin faziletleri beyan edilmiştir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle bu-yunnuştur:

"Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzun boyunlu olanlarıdır. [40]

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"İman kefildir, müezzin ise mutemettir. Ey Allahim, sen imamları irşad et ve müezzinleri affet. [41]

Hasan-ı Basrî ise bu âyet-i kerimeyi, Allaha davet eden ve salih amel iş­leyen herkes için yorumlamış ve şöyle demiştir: "İşte bu kişi, Allahin sevdiği, onun dostu, onun seçkin kulu, onun üstün kulu ve yarattıkları içerisinde en sev­diğidir. Allanın davetine icabet etmiş ve insanları, kendisinin kabul ettiği ilahî davete çağırmış ve çağırdığı dava uğrunda salih ameller işlemiş ve "Ben müslü-manlardanim." demiştir. İşte bu kişi Allanın halifesidir. [42]

 

34- İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda düşmanlık olan kimse sana sanki samimi bir dost gibi olu­verir.

"Rabbimiz Allahtir." deyip de sonra doğru yoldan ayrılmayan, rablerinin çağrılarım kabul edip insanları Allaha davet eden kimselerin iyiliği ile, Kur'an okunurken Onu okumayın, onu dinlemeyin, gürültü yapın belki galip gelirsi­niz." diyen kimselerin kötülüğü bir değildir. Bunların, Allah katındaki hal ve makamları da aynı değildir. Ey Muhammed, sana karşı cahillik edenin cahilliği­ni yumuşak ahlakınla, sana kötülük edenlerin kötülüğünü ise afftnla defet. Şayet sana emrettiklerimi yaparsan, seninle kendisi arasında düşmanlık bulunan kimse senin çok yakın dostun olur.

*Âyet-i kerimede ifade edilen "Kötülüğü en güzel şekilde önlemek"ten maksat, kişinin, öfkeli halinde halim selim olması ve kötülük yapanı affetmesi-dir. Allah, işte böyle yapan kullarını şeytanın serinden muhafaza eder ve düş­manlarını ona boyun eğdirir. Böylece onlar sanki onun dostu olurlar.

Atâ ve Mücahid "Kötülüğü en güzel şekilde önleme"nin, kötülük yapanla karşılaştığında ona selam vermekle olacağını söylemişlerdir. [43]

 

35- Kötülükleri iyilikle önleme hasleti, ancak sabredenlere verilir. Bu, ancak hayırdan büyük payı olanlara verilir.

Kötülüğü iyilikle karşılama özelliği, ancak zorluklara karşı Allah rızası için sabredenlere ve cennete ginneye nasibi olanlara verilir. [44]

 

36- Eğer şeytandan seni dürtecek bir vesvese gelirse hemen Allaha sı­ğın. Şüphesiz o, herşeyi işiten ve bilendir.

Süddî'ye göre âyet-i kerimede zikredilen "Şeytanın düitmesi"nden mak­sat, onun tarafından insana verilecek vesvesedir. Kendi cinsinden olan şeytanla­rın serlerinin def edilme yolu, onlara iyi davranmaktır. Asıl şeytanın vermiş ol­duğu vesveseyi defetmenin yolu ise, yaratıcısı olan Allaha sığınmaktır. Zira onu, gözüyle görmediğinden onun şerrinden bu şekilde emin olur.

İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen "Şeytanın dürtüklemesi"nden maksat, insanın öfkelenmesidir. Kişi öfkelendiği zaman Allaha sığınarak o öf­keyi yenmeye çalışmalıdır. [45]

 

37- Gece, gündüz, güneş ve ay, Allahin dclillcrindcndir. Ne güneşe secde edin ne de aya. Bunları yaratan Allaha secde edin. Eğer gerçeklen ona ibadet ediyorsanız.

Allahın bir olduğunu, yaratıcı olduğunu, kuvvet ve kudretinin büyük ol­duğunu gösteren delillerden biri de, gece ve gündüzün arka arkaya değişmesi, gündüzün güneşin, geceleyin de ayın doğmasıdır. O halde ey insanlar siz, güneş ve aya secde etmeyin. Zira onlar gökyüzünde size faydalı olmak için hareket et­miş olsalar da onlan hareket ettiren Allahtır. Onlar, hareket ve seyirlerinde Alla­ha boyun eğmektedirler. Allah onları hareket ettirip sizin hizmetinize vermiştir. Onlar, kendiliklerinden herhangi bir şey yapmaktan âcizdirler. Eğer Allah diler­se onların ışıklarını siler de sizi, karanlıklar içerisinde şaşkın bir şekilde bırakır. Ne yolbulabilirsiniz ne de birşey görebilirsiniz. O halde gerçekten Allaha kulluk etmek istiyorsanız sadece ona ibadet etlin. İbadetinizde ona herhangi bir şeyi ortak koşmayın. [46]

 

38- Ey Muhammed, eğer bunu kibirlerine yedircmiyorlarsa üzülme. Rabbinin nezdinde bulunanlar, gece gündüz onu teşbih ederler ve asla usanmazlar.

Ey Muhammed, senin, içlerinde yaşadığın Kureyş müşrikleri, kendilerini ve ayı ve güneşi yaratan rablerine secde etmeyi gururlarına yediremezlerse sen bundan dolay üzülme. Zira rabbinin katında bulunan melekler, rablerine secde etmeye karşı kibirlenmezler. Bilakis gece ve gündüz onu teşbih ederler ve onun nzası için namaz kılarlar ve bu ibadetleri yapmaktan uzanmazlar. [47]

 

39- Allanın delillerinden biri de şudur ki, sen, yeryüzünü boynu bü­kük (kupkuru) görürsün. Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabanı*. Şüphesiz toprağa can veren Allah, ölüleri de diriltir. Muhakkak o, herşeye kadirdir.

Ey Muhammed, AH ahin, insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu gösteren delillerden biri de şudur ki, sen yeryüzünü adeta, rab-binden yağmur istemek için boynu bükük bir şekilde kupkuru olarak görürsün. Biz, gökten, bu halde olan yeryüzüne su indirince de yeryüzü harekete geçer ka-barır ve neticede ondan rengarenk bitkiler ve otlar biter. İşte adeta ölmüş olan bu yeryüzünü dirilterek onüan tekrar bitkiler çıkaran Allah, insanları da öldük­ken sonra işte böyle diriltecektir. Zira o herşeye kadirdir. Hiçbirşey onu, diledi­ğini yapmaktan âciz bırakamaz. [48]

 

40- Şüphesiz ki âyetlerimize dil uzatarak doğru yoldan sapanlar, bize gizli değildir. Ateşe atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü emniyet içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı çok ıyı görendir.

Delillerimiz ve âyetlerimiz hususunda haktan ayrılanlar iyi bilsinler ki onların bu halleri bize gizli değildir. Biz onları gözetmekteyiz. Huzurumuza vardıklarında nasıl bir azapla karşılaşacaklarını göreceklerdir. Bugün dünyada, âyetlerimize çeşitli şekillerde dil uzatanlara, kıyamette cehennem ateşi vardır.

Şimdi cehennem ateşine atılacak olan bu insan mı daha hayırlıdır yoksa Allaha iman ettiği için kıyamet gününde Allahın azabından korkmayan ve güven içinde olacak olan mümin kul mu daha hayırlıdır? Ey, âyetlere dil uzatan müşrik ve kâfirler, sizler, dünyada iken dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Fakat Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir, o bunları cezasız bırakmayacaktır.

Mücahid, burada ifade edilen "Âyetlere dil uzatmak"tan maksadın, müş­riklerin, gürültü yaparak ve ıslık çalarak âyetleri alaya almaları olduğunu söyle­miştir.

Katade ise bundan maksadın, âyetleri yalanlamak olduğunu söylemiş, Süddî de bundan maksadın, müşriklerin, âyetlerle ayrılığa düşmeleri ve onlara karşı inatlaşmaları olduğunu söylemiştir. İbn-i Zeyd ise, âyetlere dil uzatmaktan maksadın, müşriklerin ortak koşmaları ve inkarda bulunmaları olduğunu söyle­miştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetlere dil uzatmaktan maksat, Allahın kitabının âyetlerinin manalanni değiştirmek ve tah­rif etmektir.

Taberi, âyetin genel ifadesinin bütün bu görüşleri kapsar mahiyette oldu­ğunu söylemiş ve bunlardan herhangi birinin tercihe şayan bulmadığını beyan etmiştir.

Âyet-i kerimede: "Dilediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Allahın âyetlerine dii uzatanları tehdittir, Allahın, onları cezasız bırakmayacağını beyan etmektir. [49]

 

41- Şüphesiz ki zikir (Kur'an) kendilerine gelince onu inkar edenler, (mutlaka cezalandırılacaklardır) şüphesiz o aziz bir kitaptır.

Müfessirler, bu âyet-i kerimede mahzuf olan cümleyi farklı şekillerde takdir etmişlerdir. Herbirinin takdir şekline göre âyetin manasında farklılık meydana gelmektedir. Bu takdir şekillerinden biri, mealde verildiği gibidir ve parantez içerisinde gösterilmiştir. Diğer takdir şekilleri ise şöyledir: "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkar edenler (helak olmuşlardır)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkar edenler (bize gizli değildir)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkar edenler (uzaktan çağırılırlar, yani onu işitmezler)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inker edenler (sana, senden önceki peygamberlere söylediklerini söyleyeceklerdir)" [50]

 

42- Ona batıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir. O, hikmet sa­hibi ve hamd'e layık olan Allah tarafından indirilmiştir.

Şüphesiz ki bu Kur'an, Allahın aziz kılmasıyla ve onu muhafaza etmesiy­le mükemmel olan bir kitaptır. Allah onu, insanların, cinlerin ve şeytanların de­ğiştirmesinden, tahrif etmesinden ve bozmasından korumuştur.

Âyette geçen: "Ona bâtıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir." ifa-desindeki "BâtıT'dan maksat, Said b. Cübeyr'e göre: "Dinin yasakladığı kötü şeylerdir. Katade'ye göre ise "İblis"tir. Yani şeytan Kur'ana yaklaşarak ne onda­ki hakikati an eskitebilir ne de ona dışarıdan bir şey sokuşturabilir. [51]

 

43- Ey Muhammed, sana da ancak senden önceki peygamberlere söylenen şeyler söylenir. Muhakkak ki senin rabbin, mağfiret sahibidir, bem de can yakıcı azap sahibidir.

Ey Muhammed, senin, rabbin tarafından getirdiğin şeyleri yalanlayan bu müşrikler sana, senden önceki peygamberlerin ümmetlerinin kendilerine söyle­dikleri sözleri söyleyeceklerdir. Onlardan, Ülül Azim peygamberlerin sabrettik­leri gibi sen de müşriklerin: "Muhammed sihirbazdır." veya: "Delidir" şeklindeki sözlerine karşı sabret ve bil ki rabbin, bunlardan, yaptığı kötülükleri bıraka­rak tevbe edenleri affedendir. İnkar ve günahlarında ısrar edenleri ise can yakıcı bir azapla cezalandırandır. [52]

 

44- Eğer biz bu Kur'anı, yabancı (Arapçadan başka) bir dille İndir-scydik, iman etmeyenler mutlaka: "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir dilde, indirilen ise Arap, nedir bu?" derlerdi. Ey Mu-hamnıcd, sen onlara şöyle de: "O Kur'an, İman edenlere bir hidayet rehbe­ri ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. Kur'an onları kör eder. Onlar tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duymayan kimse­ler gibidirler."

Ey Muhammed, eğer sana indirdiğimiz bu Kur'anı, Arapçadan başka bir dille indinniş olsaydık, kavminin müşrikleri, Kur'an hakkında şöyle derlerdi: "Bu Kur'anın âyetleri açıklanmış olsaydı da biz onu anlamış olsaydık ve içinde­kileri öğrenmiş olsaydık. Bu nasıl bir iş? Kur'an Arapça'dan başka bir dilde, Kur'an kendisine indirilen Muhammed ise Arap." Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Kur'an, Allaha ve peygamberine iman etlen ve peygamberinin, Allah katın­dan getirdiklerini tasdik eden, insanlar için hakkı açıklayan bir rehber ve cehalet hastalığını tedavi eden bir şifadır. Allaha, Resulüne ve Resulünün, Allah katın­dan getirdiklerine iman etmeyenlerin ise kulaklarında Kur'ana karşı bir ağırlık vardır, onu işitmezler ve Kur'an onların basiretlerini kapatır, âdeta kör olurlar da ona bakıp ondan istifade edemezler. İşte bu tür insanlar, âdeta uzakta olan kişi­ler gibi çağırılır fakat yine de hakkı işitmezler.

Âyet-i kerimede geçen: "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir dilde, indrilen ise Arap, nedir bu? derlerdi." ifadesi şu şekilde izah edilmiştir: "Kur'anın âyetleri açıklanmış olsaydı ya. Onun âyetlerinden bir kısmı yabancı dillerde olsaydı da yabancılar onu anlasaydı. Diğer bir kısmı Arapça ol­saydı da Araplar da o kısmı anlasaydılar." derlerdi.

Âyet-i kerimenin sonunda: "Onlar tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duy­mayan kimseler gibidirler." buyurulmaktadir.

Mücahid ve İbn-i Zeyd bu kısmı, mealde verildiği şekilde izah etmişler ve Allah tealanın, Kur'ana karşı kalbleri kör olanları, uzak mesafelerde bulun­duktan halde çağırılan kimselere benzettiğini söylemişlerdir. Uzakta bulunan insanın, kendisini çağıranın sesini duymaması gibi Kur'ana karşı kalbleri perdeli olanlar da Kur'andan herhangi birşey hissetmezler.

Dehhak ise bu kısmı şu şekilde izah etmiştir: "İman etmeyenler, kıyamet gününde en çirkin adlarıyla, uzak mesafelerden çağırılacaklardır, böylece rüs-vay edilmiş olacaklardır. [53]

 

45- Şüphesiz ki biz, Musa'ya Tevrat'ı verdik. Onun hakkında ihtilafa düşüldü. (Eğer azaplarının kıyamet gününe kadar ertelenmesi hususunda) rabbinin geçmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar, onun hakkında şüphe içindedirler.

Ey Muhammed, sana Kur'anı verdiğimiz gibi Musa'ya da Tevrat'ı venniş-tik. Kendilerine Tevrat verilen Yahudiler, onun hükümleriyle amel etme husu­sunda ihtilafa düştüler. Şayet rabbinin, daha önceden, onların azabının kıyamet gününe erteleneceğine dair bir sözü bulunmamış olsaydı, Yahudilerden batıl yolda olanları helak ederek ihtilaf ettikleri konularda kesin hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar, Tevrat'ı yalanlamalarında açık bir delil üzere değil­lerdi. Sadece bir şüphe içinde onu inkar ediyorlardı. [54]

 

46- Kim salih amel işlerse onun mükafaatı kendinedir. Kim de kötü amel İşlerse, onun zararı yine kendinedir. Yoksa abbİn, kullarına karşı asla zalim değildir.

Kim bu dünyadayken Aİlaha itaat ederek, onun emirlerini tutup yasakla­rından kaçınarak salih amel işleyecek olursa o, kendi menfaati için bunu işlemiş olur. Zira âhirette bunun karşılığı olarak rabbi tarafından, cehennemden kurtarıl­mış ve cennete konulmuş olur. Kim de dünyada iken Aİlaha karşı gelerek bir kötülük işleyecek olur ise o, kendi aleyhine kötülük işlemiş olur. Zira o kimse, ameliyle Allanın gazabını üzerine çekmiş olur. Ey Muhammed, rabbin, herhan­gi bir kimseyi haksız yere cezalandırarak kullarına asla zulmeden değildir. [55]

 

47- Kıyametin kopmasını bilme, sadece Aİlaha havale edilir. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve, tomurcuğundan çıkamaz. Hiçbir dişi gebe ka­lamaz ve doğuramaz. Allahın müşriklere: "Ortaklarım nerede?" diye nida ettiği gün, onlar: "Sana açıkça bildiriyoruz ki, içimizde senin ortağın oldu­ğuna şahitlik edecek kimse yoktur." derler.

Allahı bilen âlimler, kıyametin ne zaman kopacağı bilgisini ancak Aİlaha havale ederler. Zira onun kopmasını Allahtan başka kimse bilmez. Herhangibir meyvenin, îomucuğundan çıkması herhangi bir dişinin hamile kalması ve do­ğurması ancak Allahın bilgisi dahilinde gerçekleşir. Bunlardan herhangi bir şey Aİlaha gizli kalmaz. Dünyada iken putları Aİlaha ortak koşan müşriklere, Alla­hın seslenerek "İbadette bana ortak koşmuğunuz ortaklarım nerede?" diye sor­duğu gün, kendilerini savunamayan müşrikler şu cevabı vereceklerdir: "Biz sa­na kesinlikle bildiriyoruz ki içimizde senin ortağın olduğuna dair şahitlik ede­cek hiçbir şahit yoktur." [56]

 

48- O gün onların, dünyada taptıkları şeyler, kendilerinden uzakla­şıp kaybolacaktır. Onlar, kendileri için kaçıp kurtulacak hiçbiryer olmadı­ğını farkedcccklerdir.

Müşrikler, dünyada iken taptıkları ilahlarını kaybedeceklerdir. Onlar, o müşriklerin gittikleri yolun dışında başka bir yol takibadeceklerdir. O ilahlar, Allahın azabına uğratılmış olan müşriklere hiçbir fayda sağlayamayacaklardır. Müşrikler de artık Allahın azabından kaçıp sığınacaktan bir sığınağın olmadığı­nı kesin olarak anlayacaklardır. [57]

 

49- İnsan, menfaat istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük gelin­ce de hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer.

Kâfir olan kişi, rabbinden mal ve vücut sağlığı gibi nimetleri istemekten asla usanmaz. Ancak ona canında veya malında bir zarar dokunduğunda ise o, Allahtan ümidini keser ve karamsarlığa düşer. [58]

 

50- Yemin olsun ki, şayet başına gelen bir musibetten sonra insana nezdimizden bir rahmet tattirsak, mutlaka: "Bu benim hakkımdır. Kıya­metin kopacağını da sanmıyorum. Yemin olsun ki, rabbimc döndürülsem bile onun yanında benim için daha güzel şeyler vardır." der. inkar edenle­re, yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve onlara elbette ağır bir azap tat­tıracağız.

Yemin olsun ki eğer biz, malı veya canı hususunda bir sıkıntıya düşen kafirden bu sıkıntısını kaldırıp da ona tarafımızdan sıhhat ve fıfıyet ve çokça mal gibi nimetlerimizi tattıracak oisak o buna karşı şükretmez. Bilakis böbürle­nir ve şöyle der: "Bu benim hakkımdır. Allah benim yaptıklarımdan razı olduğu için bunları bana vermiştir. Kıyametin kopacağını benim de o gün bunlardan he­sap vereceğimi sanmıyorum. Yemin olsun ki öldükten sonra dirilmek ve rabbi-min huzuruna varmak diye bir şey olsa da rabbim bu dünyada bana iyilikte bu­lunduğu gibi orada da bana iyilikte bulunacaktır. Bana orada da mal ve servet verecektir." Bunları söyleyen kâfirler, bilsinler ki biz onlara, dünyada iken işle­dikleri kötü amelleri bildireceğiz ve o amellerin hepsine karşı onları cezalandı­racağız. Şüphesiz ki biz, onlara, "Ebediyyen cehennemde kalmak" olan ağır bir azabı tattıracağız. [59]

 

51- İnsana nimet verdiğimiz zaman yüzçevirir, yan çizçip uzaklaşır. Başına bir kötülük gelince de uzun uzun yalvarır.

Biz, kâfir olan kişiden sıkıntıları kaldırıp ona sıhhat ve afiyet ve bol rızık gibi nimetler verdiğimiz zaman o, kendisini davet ettiğimiz itaattan yüzçevirir ve ondan uzaklaşır. Başına tekrar bir sıkıntı geldiği zaman da bol bol dua eden bir insan olur. [60]

 

52- Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım, eğer bu Kur'an, Allah nezdinden ise sonra siz de onu nikar ediyorsanız, haktan çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?"

Ey Muhammed, sen, rabbinin katından getirmiş olduğun bu Kur'am ya­lanlayanlara de ki: "Söyleyin bana, yalanladığınız bu Kur'an, Allah tarafından gönderilen hak bir kitap ise ve siz de bunu inkar ediyorsanız haktan ayrılmış oluyor musunuz? Allanın emrinden ayrılan ve ona itaatten kopandan daha sapık kim olabilir? O halde sizler bu halinizle en büyük sapıklarsınız. [61]

 

53- Kur'anın hak olduğu onlar için apaçık ortaya çıkıncaya kadar, biz onlara delillerimizi hem dış âlemde hem de kendi iç âlemlerinde göste­receğiz. Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?

Kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'anin, hak bir kitap olduğu açık­ça ortaya çıkıncaya kadar, gerek insanın haricindeki dış âlemde gerekse bizzat insanın içinde, çeşitli delillerimizi göstereceğiz. Ey Muhammed, rabbinin, yara­tıklarının yaptığı herşeye şahit olması, onları cezalandırması veya mükafaatlan-dırması yetmez mi? Onun, kendi şahitliğinden başka bir delile ihtiyacı var mı?

Ayette zikredilen: "Dış âlemdeki deliller"den maksat, Süddî'ye göre Hz. Muhammed (s.a.v.)in müşriklere galip gelmesidir. İbn-i Zeyd'e göre ise, gökler­deki güneş,ay, yıldızlar vb. gezegenlerdir. "İç âlemdeki deliller"den maksat ise Süddî'ye göre, müşriklerin içinde yaşadıkları Mekke'nin fethedilmesi, diğerleri­ne göre ise insanın vücudunun zahirî ve bâtını halleridir. [62]

 

54- İyi bilinmelidir ki onlar, rablcrinin huzuruna çıkmaktan şüphe etmektedirler. İyi bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır.

İyi bilinmelidir ki, Allanın âyetlerini yalanlayan bu kâfirler, öldükten sonra dirilip rablerinin huzuruna çıktıklarında yaptıklarından hesaba çekilecek­leri hususunda şüphe içindedirler. Bu nedenle o günü düşünmezler ve onun için herhangi bir amel işlemezler. Şunu da iyi bilin ki Allah, bütün yaratıklarını bil­gisi ve kudretiyle kuşatmıştır. Hiçbir şey onun yakalanmasından kurtulamaz. [63]

 



[1] Fussilet Suresi, 3yet: 5.

[2] Fussilet Suresi, Syet: 54.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/243-244.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/245.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/245.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/245.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/245-246.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/246.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/246-247.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/247.

[11] Nâziat Suresi, âyet: 27-29.

[12] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, bah: I.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/247-248.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/248-249.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/249-250.

[15] Mülk Suresi, 5yet: 5

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/250.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/251.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/251.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/251.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/252.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253.

[24] Yasin Suheri, Syet: 65.

[25] Müslim, K.ez-ZİiİKİ, bab: 17, Hadis no: 2969.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/253-255.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/255.

[27] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, bab: 2/Tirmizî, K.Tefsir ei-Kuran, Seri: 41,bab: 1, Ha-

dis no: 3248, 3249.

[28] Buhhari, K.et-Tevhid, bab: 15 / Müslim, K. et-Tevbe, bab: 1, Hadis no: 2675.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/255-256.

[29] Müminim Suresi, 5yet: 106-108

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/256-257.

 

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/257.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/257-258.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/258.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/258-259.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/259.

[35] Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 41, Hadis no: 3250

[36] Müslim, K.el-tman, b;ıb: 62. Hadis no: 38 / Ahmet] b. Ilanbci Miisned, C.3, S.349.

[37] Buhari, K.Bctl'iiI halk, bub: S / Müslim, K.el-îman, bab: 312.. Hadis no: 189.

[38] Buhari, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.cl-Cemaat, bab: 23-25, Hadis no: 2838.

[39] Buharı, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.el-Cennet, bab: 15-17, Hadis no: 2834.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/260-263.

[40] Müslim, K.es-Suİuh, bab: 4, Hadis no: 387/lhn-i Mâce, K.el-Ezan, bab: 5, Hadis no; 725.

[41] Ebu Davut!, K.es-Salah, bab: 32, Haili» no: 517.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/263-264.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/264-265.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/265.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/265.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/266.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/266-267.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/267.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/267-268.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/268-269.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/269.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/269-270.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/270-271.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/271.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/271-272.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/272.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/273.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/273.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/273-274.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/274.

[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/274-275.

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/275.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/275.