Gece Ve Gündüz İhtilâfından Maksat Nedir?
Gök Ve Yerdekilerîn Müsahhar Kılınması
Verilen Burhanlardan Maksat Nedir?
Ümmetin Kitabından Maksat Nedir?
Mekke Dönemi'nde nazil
olmuştur. 37 ayettir.
Bu surenin, Hasan
Basri, Cabir ve îkrinıe'nin rivayetlerine göre, tamamı Mekke Dönemi'nde
inmiştir. İbn Abbas ve Katade «An-cafc 14. ayet müstesnadır. Bu, Medine'de ve
Hz. Ömer hakkında nazil olmuştur» kanaatindedirler, (Maverdi).
Mufaasim'in îbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre 14. ayet Hz. Ömer hakkında nazil olmuştur.
Mekke'de (hicretten önce) müşriklerden biri Hz. Ömer'e küfreder. Hz. Ömer onu
vurmak isteyince Cenab-ı Hak bu ayeti indirir. Sonra bu ayet «Müşrikleri nerede
bulursanız onları öldürün» ayetiyle neshedilmiştir. Böylece bütün sure Mekkî
olmuş oluyor. Sure 37 veya 36 ayettir. Bu sureye aynı zamanda Şeria Suresi de
denilir. Kelime sayısı 488, harf sayısı ise 2191'dir.
îsmini 28. ayetteki «Casiye» kelimesinden almaktadır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
1- Hâ, Mîm.
2- Kitab'ın
(Kur'an'm) indirilmesi o her şeyi mağlub eden ve her işinde hikmet bulunan
Allah katımlarıdır.
3- Göklerde ve yerde,
iman eden kimseler
için deliller vardır.
4- Sizin yaratılışınızda, (meydana
getirip) yaydığı hayvanlarda da gerçekten tasdik eden bir
kavim için birçok ayetler (deliller) vardır.
5- Gecenin
ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten n-zik indirip onunla Ölümünden
sonra yeri diriltmesinde, rüzgârları yönetmesinde de aklını kullanan
bir kavim için ayetler vardır.
6- Bunlar
Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak ile okuyoruz. Onlar, Allah'tan ve
ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?
7/8- Yalana
dadanan, günahkâr her kişinin vay haline! O Allah'ın kendisine okunmakta olan
ayetlerini işitir, sonra onları duymamış gibi böbürlenerek ayak diretir. İşte
onu dayanılmaz bir azap ile müjdele!
9 - O
yalancı, ayetlerimizden bir şey öğrenince, hemen ayetleri alaya alır. Onlar
yok mu! Onlar için alçaltın bir azap vardır!
10- Ötelerinde
cehennem var. Ne kazandıkları ne de Allah' tan başka edindikleri dostlar,
kendilerinden hiçbir şey savamaz. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
11- Bu
(Kur'an) bir hidayet (kaynağı) dır. Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için,
iğrenç olanından elem verici bir azap vardır.
12- Allah,
emriyle içinde gemilerin akıp gitmesi ve O'nun fazlından aramanız için, size
denizi müsahhar kıldı. Umulur ki şükredersiniz.
13- Göklerde
ve yerde ne var ise tümünü kendi katından size müsahhar kıldı. Kuşkusuz düşünen
bir kavim için (bu anlatılanlarda) birçok ayetler (deliller) vardır.
[2]
(1-13) «Ha, Mim. Kitaib'ın (Kur'an'ın)
İndirilmesi...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Ha, Mim» kelimesi
mübteda, «Tenzilu» kelimesi onun habe-
ridir. Bazı alimler
«Ha Mim, surenin ismidir» demişlerdir. O vakit «TenziVuLKitab» mübteda,
«Minallah» kelimesi de onun haberi olur. Kitab'dan maksat Kur'an'dır.
«Göklerde ve yerde
müminler için ayetler vardır», yani göklerin ve yerin yaradılışında Allah'ın
sonsuz kudrete sahip olduğuna dair
alâmetler vardır. Bu ayet insanların dikkatini tekvini ayetlere (delillere)
çevirmek isteyen bir ayettir. Veya göklerde ve yerde, dağ, maden, yıldızlar,
güneş, ay gibi Allah'ın vahdet ve kudretine delâlet eden nice ayetler vardır.
Veya gök ve yer bizzat ayet ve delildir. Çünkü onlarda Allah'ın kudretine ve
varlığına delâlet eden nice deliller vardır.
«Ma yehussu»
ibaresinin başındaki «Ma» edatı masdariyye de olabilir, mevsul edatı da
(ellezi) olabilir. Yani Allah'ın yaydığı, birbirinden ayırd ettiği canlıların
yaradılışında veya o canlılarda ayet-s Ier ve alâmetler vardır. Bu da tasdik
eden veya Allah'tan başka ilâhın olmadığına yakın gözüyle bakan bir topluluk
için bir anlam taşır.
[3]
Gece ve gündüzün
ihtilâfından maksat ya birbirlerinin peşin, den gelmeleri, yahut uzayıp
kısalmaları veya birisinde nur, birisinde karanlık olması suretiyle vaki olan
ihtilâfları kastedilmektedir, Allah'ın gökten, (buluttan) indirilmiş olduğu
rızık da yağmurdur. O'na rızık denilmesi, rızkın sebebi oluşundandır. Cenab-ı
Hak yağ. murla yeri diriltmiştir. Yani yerden çeşitli ziraatler, meyveler, bitkiler
çıkarmıştır. Bu, normal bir sebeptir. Yağmurun bu bitkilerin bitmesine sebep
olması, normal bir sebeptir. Esas olan Cenab-ı Hak'km emridir. Fakat bu
sebebiyeti, Allah'ın hikmetinin bir gereğidir.
((Ölümünden sonra»,
yani kurumasından, bitkisiz kalıp da çıplaklaşmasından sonıfc.
«Rüzgârların tasrifi»
ise, onların bir yönden diğer yöne, bir hâlden diğer hâle geçmesi (esmesi)
demektir. Rüzgârların esme. si yağmurun yağmasından öncedir. Fakat ayette önce
yağmurun indirilmesi zikredilmiştir. Çünkü rüzgârların esmesi ayrı bir alâmettir.
Veya rüzgârlar sadece yağmuru inşa etmek için değil aynı zamanda gemileri
denizlerde yürütmek ve bitkiler arasındaki to-humlaşma gibi diğer yararlar için
de eser.
[4]
«Allah'ın ayetlerimden
maksat ya Kur'an ayetleri veya bu suredeki ayetler demektir. Veya daha önce
bahsi geçen gökler, yer vesaire demektir.
«Gökleri okumak»
onların delâlet ettiği mânâları okumak demektir.
«Effak» çokça yalan
söyleyen demektir ve mübalağa sigası-dır. «Esim» ise çokça günah işleyendir.
«Veyl» cehennemde bir vadidir, ayetlerle istidlali terkedene vaadedilmektedir.
Rivayete göre bu ayet Nadr bin Haris hakkında nazil olmuştur. İbn Abbas'a göre
Haris bin Kelde, Sa'lebi'ye göre ise Ebu Cehil ve arkadaşları hakkında nazil
olmuştur.
«Ayetlerimizden bir
şey Öğrendiği saman o ayetleri alaya alır». Meselâ zakkum kelimesini
öğrendiğinde «Zakkum kaymak ile hurmadır» der. Cehennem hazeneleri hakkında
ise «Onlar ondokuz ise ben onları tek başıma karşılarım» der.
<(Muhîn» kelimesi
zillete düşürücü, rezil edici demektir.
«Onların arkalarında
cehennem vardır», yani onların içinde bulunduğu gurur ve kibirin arkasında
cehennem vardır. îbn Ab-bas «Verea kelimesi burada Ön demektir» diyor. Yani
önlerinde cehennem vardır.
«Onların
kazandıklarımdan maksat mal ve çocuklarıdır. Nitekim başka bir ayette
((Onların ne malları ne de çocukları Allah' m azabından hiçbir şekilde onları
müstağni kılmaz» denilmektedir.
11. ayetin başındaki
«Hazâ» kelimesi ya Kur'an'a racidir veya îbn Abbas'ın dediği gibi Rasûlullah'm
bütün getirdiklerine işaret eder. Kendisi mübteda, «Huden» kelimesi de onun
haberidir.
«Rics» kelimesi daha
önce de geçtiği gibi necaset, pislik veya veya azap demektir.
«Onlar için ricsten
gelen elem verici bir azap vardır»; yani elem verici azaptan gelen bir azap
vardır. Nitekim başka bir ayette rics yine azap mânasında kullanılmıştır: «Ve
biz zulmedenlerin üzerine gökten bir rics (azap) indirdik.»
[5]
«Göklerde ve yerde
olanı müsahhar kılma»mn mânâsı, oradaki mevcudatta yararlı olanları müsahhar
kılması demektir. Bu yararların bir kısmı açıkça görülür, bir kısmı ise bize
gizlidir.
Ayet metnindeki
«Cemian» kelimesi hâldir. Yani bütün bunlar Allah'tandır. Allah bu şeylerin
hepsini kendisinden olarak, size müsahhar kılmıştır. Onların mucidi Allah'tır,
bunu da kudretiyle,
hikmetiyle icat etmiş,
sonra bunları kullarına müsahhar kılmış-tır.
İbn Abbas «Minhu»
lâfzım «Minneten» şeklinde okumuştur. Yani bütün bunları fazl ve keremi olarak
size vermiştir.
Mesleme bin Muhalled,
«Minhu» lâfzını «Mennuhu» şeklinde okumuştur ki bu, Cenab-ı Hak'km fazl ve
minnetidir.
[6]
14- (Ey
Rasûlüm!) İman edenlere de ki: Allah'ın
(kâfirlere ceza vereceği) günlerinin
geleceğini ummayanlan affetsinler ki (Allah'ın kendisi), bir toplumu,
yaptıklarıyla cezalandırsın.
15- Kim
salih bir amel işlerse muhakkak kendisi için işlemiştir. Kim bir kötülük
yaparsa muhakkak kendisi aleyhine yapmıştır. Sonra Babbinîze
döndürüleceksiniz.
16- Andolsun
biz İsrailoğuIIan'na kitab, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları temiz şeylerden rızıklandırdık. Ve onları (zamanlarında) âlemlere üstün
kıldık.
17- Ve
onlara emirden (dinden) açık belgeler verdik. Onlar kendilerine ilim geldikten
sonra sadece aralarında bulunan çe-kememezlikten Ötürü ayrılığa düştüler.
Şüphesiz Babbin Kıyamet Günü ayrılığa
düştükleri şeylerde onlar arasında
hüküm verecektir.
18- (Ey
Rasûlüm!) Sonra seni o emirden (dinden)
bir şeriat üzere kıldık. Bunun için sen bu şeriata uy. İlmi olmayanların arzu
ve isteklerine tâbi olma!
19- Kuşkusuz
ki onlar Allah'tan gelen hiçbir şeyi senden defedemezler. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise
takva sahiplerinin dostudur.
20- Şu (Kuran)
insanlar için basiretlerdir.
Kesin olarak inanan bir kavim
İçin de hidayet ve rahmettir.
21- Yoksa
kötülükleri (ısrarla) işleyenler, kendilerini iman edip, salih amel işleyenler
gibi yapacağımızı, hayat ve ölümlerini bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü
hüküm veriyorlar!
22- Allah
gökler ve yeri hak olarak yarattı. Tâ ki her nefis kazandığıyla
cezalandırılsın. Onlara haksızlık edilmez.
[7]
(14-22)
«(Ey
Rasûlüm!) İman edenlere de kî...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Kuşeyri ve Maverdi,
İbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler: «Bu ayet Hz. Ömer ile Abdullah bin Ubey
hakkında nazil olmuştur». Hadise Beni Mustalik Savaşı'nda olmuştur. Onlar Mureysi'
isimli bir kuyunun üzerinde konaklamışlardı. Abdullah bin Ubey (meşhur
münafık) su getirmek üzere hizmetkârını gönderdi. Hizmetkârı geç geldi. Ona
niçin böyle geç kaldığını sorunca: «Ömer bin Hattab'm kölesi kuyunun tam
ağzında oturmuştu. Rasûlullah'ın, Ebubekir ve Ömer'in kırbalarım doldurmadıkça
hiç kimseyi kuyuya yaklaştırmadı» dedi. Bunu dinleyen Abdullah bin Ubey bin
Se-lül: «Bizimle bunların misali (haşa) «Köpeğine yedir, semiz olsun ki seni
yesin...» sözü gibidir» dedi. Bu söz Hz. Ömer'in kulağına geldi. Hz. Ömer
kılıcını bağlayarak onu öldürmek üzere gitmek istedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak
bu ayeti indirdi. (Bu, Ata'nm îbn
Abbas'tan yapmış olduğu bir rivayettir.
Ayet metnindeki
«Ya'firu» fiili affetsinler, vazgeçsinler demek-tir. «Allah'ın günlerini
ummayanlar»do,n maksat onun sevabını um-mayanlar veyahut da Allah'ın şiddet ve
azabından korkmayanlar demektir. Çünkü ummak mânâsına gelen «Reca», bazan korku
mânâsına da gelir.
«Eyyam» (Günler)
tabiriyle olaylar, hâdiseler anlamı da kas-ted ilebilir.
«İsrailoğullart'na
verilen Kitap»tan maksat Tevrat'tır. Hüküm, den maksat o kitabı anlama veya
hakim olup insanlar arasındaki ihtilâfları halletmek demektir. Peygamberlikten
de Hz. Yusuf'tan Hz. İsa'ya kadar gelen peygamberler kastedilmektedir. «Tayyhbat»
helâl rızıklar demektir. Bu nzıklar ya Şam diyanndaki yemekler, meyveler ve
gıda maddeleridir veya Tin ÇÖlü'ndeki kudret helvası ve bıldırcınlardır.
[8]
«Onlara emirden
beyyinat (açık deliller, burhanlar) verdik».
İbn Abbas «Hz.
Muhammed'in emri ve onun peygamberliğinin de.lilleri kastedilmektedir» diyor.
Çünkü onlar kendi kitaplarında«O Peygamber Tihame'den Yesrib'e
(Medine'ye) hicret edecektir.
Yesrib halkı ona
yardımcı olacaktır» diye okumuşlardır.
Bazı müfessirler
«Emrin beyyinatı helâl, haram hakkındaki açık şeriat ve mucizeleridir»
demişlerdir. İsrailoğullan'na gelmesinden sonra ihtilâfa düşmelerine sebep
olan ilimden maksat, Yu-şa bin Nun'dur. Onların bir kısmı ona iman, bir kısmı
da inkar etmiştir. (Nakkaş)
Veya ilimden maksat,
RasûMi Ekrem'in peygamberliğidir ve onlar bu konuda da ihtilâfa düşmüşlerdir.
Ayet metnindeki «Bağy»
kelimesi hasad mânâsındadır. Yani Rasûl-ü Ekrem'e kendi aralarında hased
ettiklerinden dolayı ihtilâfa düştüler. (Dahhak).
Bazı müfessirler «Bağy
kelimesi bir kısmı diğerine salâtrdt demektir» demiştir. Fazilet ve riyaset
istiyorlardı. Bu yüzden pey. gamberleri öldürmüşlerdi.
Ey Muhammedi İşte
senin asnndaki müşriklere de beyyine-ler gelmiştir. Onlar o beyyinelerden
riyaset elimizden kaçar diye yüz çevirdiler.
«Sonra seni emirden
(dinden) bir şeriat üzerine kıldık» Şeriat lûgatta mezheb ve din mânâsındadır.
Bazan de suyun arkına denilir. Sari' de bu manadan gelmektedir. Çünkü o da
inşam maksadına götüren bir yoldur. O halde şeriat, dinden Allah'ın kullan
için koyduğu sistem, düzen (hukuk kuralları) demektir.
Yani seni dinden
apaçık bir yol Üzerinde kıldık ki o yol seni hakka götürür.
İbn Abbas'a göre
şeriattan maksat hidayettir. Yani seni emirden bir hidayet üzerine koyduk.
Katade «Şeriat emir, nehy, hadler ve farzlardır» der. Mukatil «Şeriat beyyine
demektir. Zira beyyine insanı hakka götüren bir yoldur» diyor.
îbn Zeyd «Şeriat din
mânâsındadır» demiştir. Çünkü kurtuluş yolu dindir.
İbn'ul-Arabi «Emir
lûgatta iki mânâya gelir:
1- Şan
(durum),
2- Nehyin
karşılığı olan kelâm. Bu ilâ mânâ da burada kastedu lebilir» demiştir.
Cenab-ı Hak tevhid,
mekârimi ahlak insanların maslahatları konusunda gönderdiği şeriatlar arasına
herhangi bir değişiklik koymamıştır. Ancak o şeriatlar arasındaki değişiklik
fer'i meselelerde olur. İbn'ul-Arabi «Bazı kimseler ,bu ayet bizden öncekilerin
şeriatlarının bizi bağlamadığı hususunda delildir demişlerdir»
diyor. Çünkü Cenab-ı
Hak, peygamber ve ümmetine bu ayetle müs-takil bir şeriat verdiğini inkâr
etmiyoruz. Ancak ihtilâf Peygamberin bizden önceki şeriattan bir şey nakledip
onu medhi sena olarak söylemesinin ona tabi olmayı lüzumlu kılıp-kılmayacağı
meselesidir.
«Bilmeyenlerin
hevasına tabi olma»; yani müşriklerin nevası-na tâbi olma. İbn Abbas «Kureyza
ve Nadr kabilelerinin hevasına tabi olma demektir» der. Kureyşliler Rasûl-ü
Ekrem'i atalarının dinlerine dokunmamaya davet ettiklerinde bu ayet nazil
olmuş, tur.
«Besair» kelimesi
burhanlar, deliller, hududlar ve hükümler-de insanlar için konulan nişanlar
demektir.
«İçterahu» fiili
kazandılar (kesbettiler) mânâsını ifade eder. İnsanların kazançta (kesbte)
kullandıkları azalarına «Cevarih» denilmesinin sebebi, bu kökten gelmiş
olmasındandır.
Kelbi «Bu günahı
kazananlardan maksat, Rebia'mn oğlu Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu olan
Velid'dir» diyor. Aynı ayette söz-konusu edilen müminlerden maksat Hz. Ali, Hz.
Hamza, Hz. Ubey-de bin Haris'tir. Bedir Günü'nde bu altı kişinin arasında
mubaraze oldu. Müslümanlar onları öldürdüler. Bazıları da ayetin «Ahiret'te
müminlere verilenden daha hayırlısı bize verilecektir» diyen bir müşrik grubu
hakkında nazil olduğunu söylerler.
[9]
23- (Ey
Rasûlüm!) Heva ve hevesini ilâh edinen kimseyi gördün mü?
Allah onu bîr bilgi üzerine şaşırtmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür
vurmuştur. Gözü üzerine de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra artık onu kim
yola getirebilir? Yine de düşünmeyecek misiniz?
24- Onlar
dediler ki: «Hayat ancak şu dünya hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak
dehr (zaman) helak eder». Halbuki onların (bu riddialarına dair) bir ilimleri
de yoktur. Onlar sadece zannın peşinde koşuyorlar.
25- Ayetlerimiz
kendilerine açık seçik bir şekilde okunduğu zaman delilleri ancak şunu demekten
başka bir şey olmadı: «Haydi, doğrulardan iseniz, atalarımızı getirin!»
26- (Ey
Rasûlüm!) De ki: Sizi Allah diriltiyor. Sonra ruhunuzu
alıyor. Sonra sizi kendisinde hiç şüphe olmayan Kıyamet Günü'nde toplayacaktır.
Fakat insanların çoğu bilmiyorlar!»
27- Göklerin
ve yerin mülkü Allah'a aittir. Kıyamet koptuğu gün batıla dalanlar büyük
zarara uğrayacaklardır.
28- (Ey
Rasûlüm!) Her ümmeti o gün (dehşetten) diz çökmüş bir halde görürsün. Her
ümmet kendi kitabına çağırılacak, (ve onlara) «Bugün yapmakta olduklarınız ile
karşılaşacaksınız» (denilecektir).
29- İşte
kitabımız yüzünüze karşı hakkı
söylüyor. Çünkü yaptıklarınızı hep yazıyorduk.
30- İman
edip salih amel işleyenlere gelince,
Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte apaçık kurtuluş budur!
31- Küfre'
sapanlara gelince (onlara denecek
ki:) «Ayetlerimiz size okunuyordu değil
mi? Fakat siz büyüklük tasladınız ve suçlu bir kavim oldunuz!»
32- (Sizlere) «Allah'ın vaadi haktır. Kıyamet'in kopacağında
da hiçbir şüphe yoktur» denildiği zaman; «Bu Kıyamet de ne? Bilmiyoruz. Biz
(onu) kuruntudan başka bir şey sanmıyoruz. Kesin bilgi edinmişler de değiliz»
demiştiniz.
[10]
(23-32) «(Ey Rasûlüm!) Heva ve hevesini ilâh edinen
,.»Bu Ayetlerin Tefsiri
23. ayetin başındaki
«Raeyte» fiili ya bakmak veya haber vermek mânâsındad Yani heva ve hevesini
mabud kılan bir kimseye baktın mı veya onun halinden haber ver! Bu ayet
Mukatiî'in rivayetine göre Hars bin Kays es-Sehmi hakkında nazil olmuştur. Bu
kişi nefsinin istediği şeyi yapardı. Ayetin hükmü geneldir. Bu ayet heva ve
hevesine tâbi olan kimselerin aleyhinde gelmiştir. İbn Abbas «Cenab-ı Hak
herhangi 'bir yerde heva ve hevesi zikrederse onu yerer, zemmeder)} diyor. Vehb
ise «İki iş hakkında şüpheye düştüğün zaman hangisi senin heva ve hevesinden daha
uzaksa onu yap» demektedir.
Tusteri «Senin hevan,
hastalığındır. Eğer ona muhalefet edersen, bu senin tedavin olur» demiştir.
Hadiste şu hakikat yer
almaktadır: «Aciz o kimsedir ki nefsini nevasına tâbi kılar ve Allah'tan
temennilerde bulunur.»
Abdullah bin Amr
tankıyla şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: «Herhangi biriniz hevasım benim
Allah katından getirdiğim vahye tâbi kılmadıkça iman etmiş sayılmaz.»
«Allah onu bir ilim
üzerine saptırdı»; yani Cenab-ı Hak'km onda bildiği bir ilim üzerine. Veya Cenab-ı
Hak onu sevaptan, sevaba müstehak değildir diye bir bilgi üzerine onu mahrum
kıldı.
«Alâ ilmin» ibaresi
«Edalle» fiilinin failine hâl olur ise, ayetin mânâsı şöyle olur: Cenab-i Hak
onu dalâlete götürür. Çünkü onun hakkında Allah'ın bir ilmî vardır. Yani sabık
ilminde ehli dalâlet olduğunu bildiği halde onu delâlete götürür. Şayet «Alâ
ilmin» 1 ibaresi mefulün hâli olursa, ayetin mânâsı şöyle olur: Cenab-i Hak onu
sevaptan, sevaba müstehak değildir diye bir bilgi üzerine onu mahrum kıldı.
«Alâ ilmin» ibaresi
«Edalle» fiilinin failine hâl olur ise, ayetin mânâsı şöyle olur: Cenab-ı Hak
onu dalâlete götürür. Çünkü onun hakkında Allah'ın bir ilmi vardır. Yani sabık
ilminde ehli dalâlet olduğunu bildiği halde onu dalâlete götürür. Şayet «Alâ
ilmin» ibaresi mefulün hâli olursa ayetin mânâsı şöyle olur; Cenab-ı Hak kâfirin
dalâlette olduğunu bildiği halde onu dalâlete götürür.
[11]
Mücahid «Dehr'den
maksat seneler ve günlerdir» demiştir.
Katade ise «Ömürdür»
der. Fakat ikisi de aynı mânâya gelir.
îbn Uyeyne der ki:
«Cahiliye döneminde insanlar «Dehr bizi helâle eder, yok eder. Bizi o diriltir,
o öldürür» derlerdi. Bu ayet onları yalanlamak için nazil olmuştur.»
Kutrub «Dehr'den
maksat Ölümdür. Yani bizi ölümden başkası helak- etmez demektir» diyor.
îkrime'ye göre «Bizi
ancak Allah helak eder» demektir. Ebu Hureyre Allah'ın Rasûlü'nden şöyle
rivayet ediyor:
«Cahiliye döneminde
insanlar, «Bizi ancak gece-gündüz helak etti», «Bizi helak eden, öldüren,
dirilten odur» derlerdi». Böylece dehre küfrederlerdi. Bir hadis-i kudsîde
Cenab-ı Hak «Ademoğlu defre küfrederek bana eziyet verir. Benim dehr, emir
benim elimdedir. Gece ve gündüzü evirip çeviririm...» buyurmuştur.
Bu hadis İkrime'nin
yorumuna delil olarak getirilmiştir. Bu-hari'de de aynı ibare yer almaktadır.
Müslim ve Ebu Davud'da da bu hadis mevcuttur. «Dehr Allah'ın isimlerinden bir
isimdir» diyen kişi bu hadisi delil göstermektedir. Dehr'i Allah'ın isimlerinden
kılmayan alimlere göreyse bu ayet ve hadiste Araplar'm cahiliye dönemindeki
icraati reddedilmektedir. Çünkü onlar dehrin fail olduğuna inanırlardı. Nitekim
Cenab-ı Hak onların itikadları-nı bu ayette beyan etmektedir. Onlara bir zarar,
zulüm veya hoşlarına gitmeyen bir şey isabet ettiğinde bunu dehre nisbet
ederlerdi. İşte bundan dolayı onlara «Dehre küfretmeyin. Çünkü kesinlikle
Allah dehrin kendisidir» buyurulmuştur. Yani Allah dehre izafe ettiğiniz bu
işlerin failidir. Dolayısıyla bu işleri yapana küfrettiğinize göre o
küfürleriniz Allah'a gider denilerek menolunmuş-lardır. Bu tevilin sahih
oluşuna Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis de delâlet etmektedir.
«Onların bu hususta
hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zannediyorlar.»
Müşrikler birçok sınıf
ve gruplara ayrılırlar. Bazıları «Dehr her şeyi yapar» derken, bazıları da «Yaratıcı
vardır fakat haşr yoktur» fikrindeydi. Bazıları haşr hakkında şüphedeydiler ve
fakat «Kesinlikle yoktur» demiyorlardı. İşte İslâm dininde de bazı gruplar
ortaya çıktı. Müslümanlardan korkarak doğrudan hasrı inkâr etmediler, fakat
tevil yaptılar. «Kıyamet bedenin ölümü iledir» dediler. Sevap ve ikabı
birtakım hayallere; ruhlar için vaki olan hayallere çevirdiler. Onların
müslümanlara verdiği zarar, dünyadaki bütün kâfirlerin zararından daha
fazladır. Çünkü bunlar hakkı
daima köreltmeye
çalışırlar ve zahiri kapatmakla aldanırlar. Şirki ortada olan müşriklerden
ise, işte müslümanlar ondan sakınır. Bazıları «Biz öleceğiz, fakat bizim
eserlerimiz hayatta kalacaktır. îşte zikrin hayatı budur» dediler. Bazıları ise
«Onlar tenasuha işaret ettiler} demişlerdir. Yani kişi ölür, ruhu başka
ölülere girer, ölüler onunla dirilirler.
27. ayetteki «Yevme»
kelimesi aynı ayetteki «Yahserune» fii-üne meful olur. İkinci «Yevme» ise
birincisinin tekididir. Ayetin mânâsı «Kıyamet
Günil'nde mülk O'nundur. Bâtıl ehli cennetteki
mertebelerini severler» şeklindedir.
28. ayetteki ümmetten
maksat herhangi bir dinin salikleridir.
«Casiye»
kelimesi konusunda şu teviller vardır:
Mücahid «Ansızın
koşmak için dizler üzerinde oturmaktır» derken, Süfyan «İki dizinden ve
parmaklarının etrafından başka bir yeri yere değmeyerek sıçramaya hazır bulunan
kişi demektir» demiştir. Dahhak «Bu hesap anında olur», İbn Abbas «Derlenmiş,
toparlanmış mânâsındadır», Ferra ise «Her dinin ehlini görürsün ki biraraya
gelirler demektir» demişlerdir. İkrime «Bir-birlerinden ayırdedilmişlerdi
demektir» diyor.
Kureyş şivesinde
«Casiye», boyunlarını eğmişler, demektir. Hasan Basri'ye göre
«Dizüstü çökmüşlerdir» demektir.
[12]
29. ayet ya Cenab-ı
Haklan sözüdür veya meleklerin sözünden bir parçadır. Bu ayetteki «Yentiku»
fiili şehadet eder demektir.
«Sizin amellerinizin
yazılmasını emrediyorduk.»
Uz. Ali «Allah'ın
birtakım melekleri vardır. Her gün bir şey getirirler, orada Ademoğulları'nın
amellerini yazarlar» der.
îbn Abbas «Cenab-ı Hak
tertemiz melekleri görevlendirmiştir. Onlar Ramazan ayında Ademoğulları'nın
amellerinden ne olacağım Levh'UMahfuz'dan istinsah ederler ve getirip Hafaza
meleklerinin defterleriyle karşılaştırırlar. Hafaza meleklerinin defterlerindeki-nin,
küaptakine aynen muvafık olduğunu görürler. Ne ziyade vardır, ne de eksiklik»
demiştir.
[13]
33- Yaptıklarının
kötülükleri onlara göründü ve kendisiyle alay ettikleri şey onları kuşattı.
34- Ve
onlara denildi ki: «Bu gününüzle kavuşmayı unutmuş olduğunuz gibi biz de bugün
sizi unutacağız. Yeriniz ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.»
35- Böyledir! Çünkü siz Allah'ın ayetlerini eğlence yaptınız;
dünya hayatı sizi aldattı. Artık onlar, bugün ne ateşten çıkarılırlar, ne de
kendilerinden Allah'ı memnun etmeye çalışmaları istenir.
36- Bütün
hamd göklerin Rabbi, yerin Rabbi, âlemlerin Rab-bi olan Allah'a mahsustur.
37- Göklerde ve yerde ululuk yalnız O'na
mahsustur. O (her şeye) galiptir ve (her hükmünde) hikmet sahibidir.
[14]
(33-37) «Yaptıklarının kötülükleri onlara...» Bu
Ayetlerin Tefsiri
35. ayetin sonundaki «Yusta'tebûne» fiili onlardan, zamanı geçtiğinden dolayı
Rablerini razı etmelerinin istenmeyeceğini bildirir. Bu ayetin benzeri Rum ve
Secde surelerinde geçmişti.
36. ayet, surenin kapsadığı hakikatler üzerinde
bir daldır. Sure, Cenab-ı Hak'kın nimetlerini kapsadığı gibi afaki ve enfusi
delilleri de kapsamaktadır. Mebde ve mead hakkındaki açık naslar ve parıldayan
burhanlar içermektedir. «Lillahi» lafzının başındaki lâm harfi tahsis içindir.
Yani hamd ancak Allah içindir. Haberin
mübtedadan önce getirilmesi tekid içindir. «El-Hamd» kelimesinin eliflâm ile
birlikte getirilmesi ise ya istiğrak veya cins içindir. Yani her hamd ve hamdın
cinsi Allah'a mahsustur. «ELKibriya» azamet ve mülk demektir. Ragıb'a göre ise
itaat etmekten yücel-mek demektir. Bazıları «Zatın kemâlinden ibarettir»
demişlerdir.
«Fi's-Semavati
ve'LArdi» ibaresi el-kibriya lâfzına bağlıdır. Yani yerde de gökte de bu
azamet, bu kibriya Cenab-ı Hak'ka mahsustur.
[15]
CASİYE SUHESİ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/248.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/250.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/251.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/252.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/252-254.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/254.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/256.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/257-258.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/258-260.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/262.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/263-264.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/264-266.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/266-267.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/268.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/269.